PLANLI DÖNEM 19631978 Hedefler Bu üniteyi çalıştıktan sonra; Planlı Ekonomiye geçisin nedenlerini açıklayabilmek, Planların temel niteliklerini açıklayabilmek, Planlı dönemde ekonomik gelişmeleri analiz etmek, hedeflenmektedir. Türkiye Ekonomisi Ders Notları İçindekiler Planlı Dönem 1960-78 Planlı Dönemi Hazırlayan Koşullar Kalkınma Planlarının Özellikleri Planlı Dönemde Ekonomik Gelişmeler Tarım Sektöründe Gelişme Sanayi Sektöründe Gelişme Dış Ticarette Gelişme Fiyatlar Genel Seviyesinde Değişme Para Politikası Maliye Politikası 3 1960-1978 DÖNEMİNDE TÜRKİYE EKONOMİSİ Türkiye’de 1960 sonrası planlı kalkınma süreci, birbirini izleyecek «beş yıllık» üç dönemi kapsamak üzere on beş yıllık bir perspektif planın ilk dönemini oluşturan Birinci Beş Yıllık Kalkınma Planı’nın uygulanmasıyla 1963’te başlamış ve Üçüncü Beş Yıllık Kalkınma Planı'nın uygulama süresinin bitim tarihi olan 1978’de sona ermiştir. Bu tarihten sonra, 1979-1983 yıllarım kapsayan bir Dördüncü Beş Yıllık Kalkın­ma Planı yürürlüğe girmişse de ağır ekonomik ve toplumsal koşulların etkisiyle uygu­lanma olanağı bulamamıştır. 1984’te yürürlüğe giren Beşinci Beş Yıllık Kalkınma Planı’ysa başta benimsediği kalkınma stratejisiyle öncekilerden önemli ayrımlar gösterdiği için, Türkiye’de ilk planlı kalkınma sürecinin Üçüncü Plan’la noktalandığı ve Beşinci Planla birlikte yeni bir kalkınma sürecinin başladığı söylenebilir. 7.1. Planlı Dönemi Hazırlayan Koşullar Türkiye’de 1960’lı yıllarda yaşanan ekonomideki değişim ve dönüşümleri anlayabilmek için, önce Batı’da neler olduğuna bakmak gerekiyor. Nedeni, NATO’ya, IMF, Dünya Bankası ve diğer örgütlerde üye olduğu gibi, artık AET’ye de “ortak üye” sıfatı ile bağlılık kurmuş olmasıydı. Dolaylı yoldan da olsa, sömürge savaşlarından ekonomi etkilenmişti. Sömürgelerin emperyalist B. Avrupa devletlerinden kopma savaşları sürecindeki dünya ekonomisine yansıyan etkilerden Türkiye ekonomide etkilendi. Doğu Bloku-Batı Bloku çekişmesine dönüşen, ABD’nin de katıldığı bu savaşlar, dünya konjonktürünü de etkileyince, Türkiye ekonomisini de etkiliyordu.25 Nitekim büyük sömürgeci devletlerden Fransa’nın (Cezayir’de olduğu gibi) sömürgesi Hindi-Çini (Vietnam) savaşında da yenilip, savaşı ABD’nin devralması (1965) bunun tipik örneği oldu. Artan savaş harcamaları ABD dolarını dünya borsalarında sarsınca Alman markı ve Japon yeni lehine spekülasyon başladı (1967-1968). Türkiye’nin en büyük ihracat pazarı Almanya’nın parası markın değer kazanıyor olması, sonuçta Türkiye’yi de etkiledi. Gerçi bu pazarda rekabet gücü artıyordu; ne var ki içeride yükselen enflasyona, ithalatta fiyat artışı eklendiğinde oranı %10’u aşmıştı. Bir önemli değişim de “zihniyet” alanında ortaya çıktı; ABD hemen savaşı izleyen dönemdeki “tam serbest piyasa” takıntısından kurtulup, “Keynesçi politikalar” uygulamaya geçmişti, B. Avrupa zaten “sosyal devlet” anlayışım benimsemişti. Güçlü işçi sendikaların reel ücret düzeyini yüksek tutuyor, vergi sistemi bölüşüm adaletini kollamak üzere doğrudan vergilere ağırlık veriyor, uluslararası kısa vadeli sermaye hareketleri serbestleştirilmeden denetim altında tutuluyor, gerektiğinde (özellikle B. Avrupa’da) devletler de kamu şirketleri kuruyordu. Bu dönem kapitalist sistemi benimsemiş ülkelerde keynesci politikaların inanç ve güvenle uygulandığı, kamu iktisadi faaliyetlerinin ve demokratik Türkiye Ekonomisi Ders Notları planlamacılığın revaçta olduğu bir dönemdir. İktisadi düşünce ve yazın alanında kalkınma, büyüme konuları ön plandadır. Bu konularla uğraşan iktisatçılar makro büyüme modelleri üretmekte ve hükümetlere önermektedirler. Yeni gelişen ülkeler için plânlı kalkınma modeli modadır. Fransa, İsveç gibi gelişmiş ülkelerde de demokratik plânlar uygulamaya konulmuştur. Türkiye ekonomisinin makro bir plânla yürütülmesini isteyen kesimlerden birisi de dış kredi çevreleridir Bu zihniyet değişmesi iledir ki, Türkiye’ye krizde ve izleyen yıllarda yardım yapan kuruluşlar, yani IMF, Dünya Bankası AID, OECD, BM’nin ilgili kuruluşları “planlı ekonomi ile kalkınma” modelini benimsediler. “İthal ikamesi” yoluyla sanayileşmeyi kabul ettiler. Böylece, serbest piyasa yerini planlı kalkınmaya bırakabildi. 1950-1960 döneminde Türkiye'ye kredi açan dış çevreler, açtıkları kredilerin kamu kesimi tarafından etkin kullanılmadığını, bu yüzden Türkiye'nin dış kaynak ihtiyacının azalmayıp arttığını ileri sürüyorlardı. Onlar da alacaklarını zamanında tahsil edebilmek için aktardıkları kaynakların bir plân dahilinde yatırımlara yönlendirilmesini istiyorlardı. Hiç olmazsa kamu harcamalarının bir kalkınma programına bağlanmasını telkin ediyorlardı. Ekonominin plâna bağlanması ile alınan dış krediler daha rasyonel kullanılacak, yabancı sermaye için daha istikrarlı ve güvenilir bir ortam yaratılacaktı. Kısaca, bu dönemde plân birçok çevreler için her derde deva, her sorunun çözümü için sihirli bir çare olarak algılanıyordu. 1950-1960 döneminin son yılları Türkiye'de ekonomik bunalım ve toplumsal çalkantılarla geçmiştir. Kimileri için bunalımın nedeni ekonominin plânsız, programsız yürütülmesi, yatırımlar arasında bir koordinasyonun olmaması idi. Bu dönemde plânlamayı savunan kesimlerin başında sivil ve asker bürokratlar gelmektedir.1950-1960 döneminde bürokratların idaredeki etkinlikleri azalmıştı. Bu kesimler ekonomik güç ve toplumsal prestij kaybına uğramıştı. Dönemin ikinci yarısında yaşanan enflasyon sonucu bu kesimin reel gelirinde düşme olmuştu. Ek olarak, 1950’li yıllarda güçlenen sermaye kesimlerinin, özellikle de büyük toprak sahiplerinin ve ticaret sermayesinin, siyasal yönetimdeki etkinliklerinin artmış olması, geleneksel bürokrasiyi tedirgin etmekteydi. Bürokratlar ekonominin kalkınma plânlarına bağlanması ile devlet çarkında kaybettikleri güçlerini ve itibarlarını yeniden kazanacaklarına inanıyorlardı. Öte yandan, Türkiye'de halk arasında, özellikle bürokratlar arasında her sorunun yasal düzenlemelerle çözümleneceği kanaati yaygındı. Bu düşünce yapısı Osmanlı'nın mirasıdır, diyebiliriz. Bu görüş ekonominin bunalıma girdiği yıllarda daha fazla taraftar bulmuştur. Bu dönemde plânlamaya taraftar olan diğer bir kesim de sanayicilerdir. 1950-1960 döneminde sanayiye daha önceki dönemlere göre daha az kaynak tahsis edilmiştir. Öte yandan, dönemin ikinci yarısında ekonomik istikrarsızlık, kaynakların üretken olmayan spekülatif sektörlere kaymasına neden olmuştur. Bu gelişmeler sonunda sanayileşme yavaşlamış, sanayi sektörü görece etkinliğini yitirmişti. Sanayiciler yeniden sanayileşme hamlesinin başlamasını ekonomik istikrarın sağlanmasına bağlıyorlardı. Ekonomik istikrarın da plânlama ile gerçekleşebileceği düşüncesinde idiler. 5 Bu düşünce ortamında Türkiye'de plânlama 1961 Anayasasına girdi. 1961 Anayasası ayrıca Türkiye'de ekonominin karma ekonomik sistem ilkelerine göre yürütüleceğini, bu sistemde kamu ve özel kesimlerin yan yana, birbirlerini tamamlayacak şekilde yer aldığını hükme bağlamıştır. Böylece ekonomik kalkınmada özel kesim kamu kesimi önceliği tartışmasına son verilmek istenmiştir. 27 Mayıs hareketinden sonra kurulan Milli Birlik Komitesi 30 Eylül 1960'ta 91 sayılı yasayla Devlet Plânlama Teşkilatını (DPT) kurdu. 1961 yılında kabul edilen Anayasa DPT'yi Başbakanlığa bağlı bir Anayasal kurum haline getirdi. Kuruluş, Kalkınma Plânlarını ( KP) hazırlamak ve yürütmekle görevlendirilmiştir. Böylece 1962'den itibaren Türkiye'de plânlı kalkınma dönemi başlamıştır. Birinci Beş Yıllık Kalkınma Plânı (kısaca Birinci KP) 1962 yılına yetişmediğinden bu yıl için yıllık program hazırlanmış Birinci KP (1963-1967), 1963'den itibaren yürürlüğe konmuştur. Birinci KP 15 yıllık uzun vadeli bir plânın ilk halkasını oluşturmaktadır. Türkiye'de plânlama süreci kısa, orta ve uzun vadeli plânlarla yürütülmüştür. 7.2. Kalkınma Plânlarının Özellikleri, Stratejileri ve Temel Amaçları 7.2.1. Plânların Genel Özellikleri Türkiye’de 1960 sonrası planlı kalkınma süreci, birbirini izleyecek «beş yıllık» üç dönemi kapsamak üzere on beş yıllık bir perspektif planın ilk dönemini oluşturan Birinci Beş Yıllık Kalkınma Planı’nın uygulanmasıyla 1963’te başlamış ve Üçüncü Beş Yıllık Kalkınma Planı'nın uygulama süresinin bitim tarihi olan 1978’de sona ermiştir. Bu tarihten sonra, 1979-1983 yıllarım kapsayan bir Dördüncü Beş Yıllık Kalkınma Planı yürürlüğe girmişse de ağır ekonomik ve toplumsal koşulların etkisiyle uygu­lanma olanağı bulamamıştır. 1984’te yürürlüğe giren Beşinci Beş Yıllık Kalkınma Planı’ysa başta benimsediği kalkınma stratejisiyle öncekilerden önemli ayrımlar gösterdiği için, Türkiye’de ilk planlı kalkınma sürecinin Üçüncü Plan’la noktalandığı ve Beşinci Planla birlikte yeni bir kalkınma sürecinin başladığı söylenebilir. Birbirine benzer nitelikte olan bu planlarda, Türkiye daha önceki planlardan farklı olarak, Jan Tinbergen'in üç aşamalı plan yaklaşımını benimsemiştir. Bu planlarda HarrodDomar tipi bir büyüme modeline dayanan bir makro model kurulmakta, sonra bu planın hedefleriyle uyumlu sektörel planlar hazırlanmakta, daha sonra da proje değerlendirmeleri yapılarak her plan dönemi içinde gerçekleştirilecek projeler seçilmektedir. 1963 sonrasında hazırlanan kalkınma planları, öncekilerden farklı olarak, daha bütüncül/makro bir bakış açısına sahiptir, ekonomik ve toplumsal gelişmenin bütün yönlerini içerir. Ekonominin makro büyüklükleri arasındaki ilişkileri belirlemeye çalışır. Bu planlar kamu kesimi için “emredici”, özel kesim için “yol gösterici” niteliktedir. Plan, kamu yatırımları konusunda “zorunlu ve bağlayıcı” bir nitelik taşıyordu. Özel kesim yatırımları için, oysa “yönlendirici ve teşvik edici” olacaktı. Diğer bir deyişle, mali destekler ve dış ticaret politikaları yoluyla belirli alanlar daha kârlı ve cazip duruma getirilecek, böylece, özel Türkiye Ekonomisi Ders Notları yatırımların o alanlara akması sağlanacaktı. DPT ise, özel kesime bunların verilmesi ya da verilmemesini, verilecekse yolunu ve yöntemini araştıracaktı İlk olarak, kalkınma planları ekonomik ve toplumsal yapıyı veri almaktadır. Bir başka ifade ile planlar kantitatif/niceliksel iktisat politikaları önermektedir. Ekonominin yapısını ve temellerini dönüştürmek gibi bir iddia taşımamaktadır. Bu yargı toprak ve tarım reformu öneren Birinci ve Üçüncü Kalkınma Planı için de geçerlidir. Çünkü bu öneriler kâğıt üzerinde kalmış, uygulanmamıştır. Planların diğer ortak özelliği büyüme hızını başat/merkezi belirleyici değişken olarak almalarıdır. Bilindiği gibi büyüme nicel/sayısal bir olgudur. Üretilen mal ve hizmet miktarında her yıl belli artışlar kaydedilmesi ekonominin büyüdüğü biçiminde yorumlanır. Kalkınma/gelişme ise, büyümeden farklı olarak ekonominin nitelik dönüşümüne vurgu yapar. Planlarda, kalkınma büyümenin doğal bir sonucu olarak algılanmaktadır. Diğer bir özellik sadece “büyüme” değil (isminden anlaşıldığı gibi) az gelişmiş bir ülke için hazırlanan bir “kalkınma” planı olmasıydı; yani, insani ve sosyal bir boyut da taşımasıydı. 1950’li yılların başından itibaren iktisat biliminde ortaya çıkan yeni fikirler, az gelişmişlik olgusunun sadece ekonomiyi ilgilendiren bir olay olmadığını ortaya koyuyordu. İnsana yapılan yatıranın getirisi, üretimde verimliliği artırmaya farklı yollardan katkı yapabiliyor, büyümeye ivme verebiliyordu/özellikle Türkiye gibi “henüz faal nüfusunun %77.8’i tarımda çalışan, milli gelirinin de %40.5’i tarımda yaratılan bir ekonomi” (1962 rakamları) “köylü” biçimi yaşamın etkisi altında demekti; bu rakamlar da “kendine yeterli kapalı köy ekonomisi” tipi yaşamın ülkede yaygınlığına işaret ediyordu. Bu insanların piyasa ekonomisi ile ilişkileri çok zayıftı. Ortak özellik, planların sanayileşmeye öncelik veriyor olmasıdır. Tüm Kalkınma Plânlarında sanayileşmenin öncelikli amaç olduğu sanayileşme ile iktisadi gelişmenin özdeş sayıldığı, söylenebilir. Doğal olarak Plânların stratejileri de bu doğrultuda belirlenmiştir. Fakat sanayileşme konusunda tüm Plânların yaklaşımları aynı değildir. Planlar uzun dönemli bir bakış açısının parçaları durumundadır. Beş yıllık olarak hazırlanan planların ilk ikisi 15 yıllık, diğer ikisi de 22 yıllık uzun dönemli strateji kapsamına girmektedir. Planlarda egemen olan bir karma ekonomi/ithal ikamesi mantığıdır. Gelişmenin devlet ve özel kesimin birlikte gayretiyle gerçekleştirileceği kabul edilmektedir. Plan kararlarının kamu kesimi için emredici, özel kesim için yol gösterici olacağı varsayılmaktadır. Kalkınma Plânları kamu kesimi için emredici, zorlayıcı, özel kesimin iktisadi faaliyetlerinin plân hedeflerine uygun biçimde sürdürülmesi dolaylı olarak sağlanabilirdi. Bu amaçla, destekleme fiyatları, seçici, ayrıcalıklı kredi uygulamaları, prim verilmesi gibi özendirme tedbirleri veya artan oranda vergilendirme, masrafa katılmaya zorlama v.b. gibi caydırma tedbirleri uygulamaya konmuştur. Plânlarda kamu harcamaları ve gelirleri dışsal (egzojen) değişkenler değildir. Kamu kesimi ile ilgili makro değişkenler özel kesimin faaliyetlerinden, özel kesime ait değişkenlerin ulaşacağı seviyeden ve dış alemle ilgili değişkenlerden etkilenmektedir. Yani kamu kesimi 7 değişkenleri de bağımlıdır. Nitekim plân uygulamalarında kamuya ait değişkenlerin amaç ve gerçekleşme büyüklükleri arasında farklılıklar ortaya çıkmıştır. Kalkınma Plânlan ekonomik kalkınmanın kısa, orta ve uzun dönemli aşamalarını plânlamayı amaçlamıştır. Plânlarda GSMH için hedeflenen yıllık büyüme hızına ulaşılması temel amaçtır. Fakat tüm Plânlarda başka bir çok nicel ve nitel (sosyal ve ekonomik yapı değişikliği ile ilgili) amaçlar yer almıştır. Bu amaçlar çok zaman birbirleri ile çelişmekte olup, bunların nasıl bir arada, aynı zamanda gerçekleştirilecekleri Plânlarda açıkça gösterilmemiştir. Kalkınma Plânlarının ekonominin tüm yönlerini kapsaması hususu ekonominin makro büyüklükleri ile ilgili değişkenler arasında karşılıklı ilişkiler kurulmasıyla gerçekleştirilmiştir. Örneğin Plânlarda temel hedef olan GSMH büyüme hızının gerçekleştirilmesi tahmin edilen marjinal sermaye/hasıla oranları veri iken, belirli oranlarda yatırımların gerçekleşmesine bağlıdır. Yatırımlar da iç ve dış tasarrufla finanse edileceğine göre, büyüme hızı bir yandan marjinal tasarruf meyline, öte yandan dış kaynak elde edilmesine bağlanmış olmaktadır. İlk iki Plânda ölçek ve teknoloji seçimi sorunlarına yeterli açıklık getirilmemiştir. Fakat Üçüncü K.P.'ndan itibaren gerek teknoloji, gerekse sanayide öncelikler konusuna açıklık getirilmiştir; üretimde kalite ve maliyet yönünden dış rekabete imkân verecek en ileri teknolojilerin kullanılması esastır, denilmektedir. Kalkınma Plânlan gerek teknik ve metodolojik özellikleri, gerekse genel anlamda gelişme anlayışları ile benzer özellikler taşımaktadırlar. Bununla birlikte, her plân hazırlandığı dönemin özelliklerini ve hazırlayan siyasi kadronun eğilimlerini yansıtmaktadır. I. KP tarım-sanayi arasında dengeli bir kalkınmayı ve kır-kent dengesini öngörürken; II. KP, AP hükümetinin görüşleri doğrultusunda, sanayinin önderliğinde bir kalkınma stratejisi benimsemekteydi. Kırdan kente göçü adeta teşvik eder mahiyetteydi. 1970 muhtırasıyla uzaklaştırılan Demirel hükümetleri 1967-1972 yıllarını kapsayan planı büyük ölçüde uyguladılar. III. KP ise petrol krizinin kurbanı oldu. Avrupa Ekonomik Topluluğu ile Gümrük Birliği Katma Protokolu uyarınca hazırlanan plan hedeflerinin hiçbirine uyulamadı. 1978 yılında hazırlanan DBYKP henüz iktidara gelen Ecevit Hükümeti'nin politikasını yansıtmaktaydı. Kırsal kesimden başlayan kalkınma, köy-kent projeleri, vb. Ecevit Hükümeti'nin düşmesiyle birlikte rafa kaldırıldı ve 1979'da yeni bir plan kaleme alındı. Bugüne kadar 10 plan uygulamaya konmuş ve bu plan dönemlerinde üç kez yıl atlaması olmuştur. Siyasal istikrarsızlık nedeniyle hükümetler (sık sık değişince), zamanında ve yeterli hazırlık yapamayınca bir yıllık “geçici program” hazırlayıp yürürlüğe koyduktan sonra, Beş Yıllık plan hazırlığına girişilmekteydi. Örneğin Ecevit hükümeti 1978 yılı başında güvenoyu aldıktan sonra, 4. Plan hazırlıklarını tamamlayamayacağını anlayınca, 1978 yılı için bir yıllık program hazırladı. Böylece 4. Beş Yıllık Kalkınma Planının yürürlüğe girmesi bir yıl gecikti. Benzer durumla, 1983 yılı sonunda yapılan genel seçimler sonunda kurulan Birinci Özal Hükümeti’de karşılaştı. 1984 yılı başında 5.Beş yıllık Plan’ın yürürlüğe girmesi gerekiyordu. Özal hazırlık yapmak için 1984 yılına özgü bir yıllık “geçici program” hazırlayıp yürürlüğe koydu. Sonrada 5. Planı bir yıl kayarak 1985-1989 yıllarını Türkiye Ekonomisi Ders Notları kapsayacak biçimde yürürlüğe koydu. Benzer şekilde Çiller hükümeti, 1995 yılını geçiş yılı ilan etti ve Yedinci planı 1996 yılında başlattı. 7.2.2. I. Kalkınma Plânlarının Stratejileri ve Temel Amaçları Birinci Beş Yıllık Kalkınma Planı 1963-1967 (IKP), bir ekonomik ve siyasal bunalım sonrasında hazırlanmıştır. Bu nedenle, IKP, temelde kararlı ve dengeli bir gelişme yaklaşımını benimsemiştir. IKP, ek olarak toplumsal ve ekonomik gelişmeyi on beş yıllık bir çerçevede düzenlemeyi amaçlamıştır. IKP’nında on beş yılda ulaşılacak hedefler aşağıdaki şekilde sıralanmıştır: [i] Nitelikli İşgücü Sorununun Çözümü: Türkiye’nin kalkınması için gerekli olan her sahada yeter sayıda ve üstün nitelikte ilim adamı ve teknik uzmanın yetiştirilmesi hedeflenmiştir. [ii] Milli gelirin (GSMH) yüksek ve istikrarlı bir hızda büyümesi: GSMH' nin yıllık ortalama büyüme hızı plânda % 7 olarak hedeflenmiştir. Birinci K.P'nında kalkınma hızı g, basit Harrod-Domar büyüme modeline dayanılarak şu formül ile belirlenmektedir: g=I/k. Bu formülde, g: GSMH'nin büyüme oranını I: GSMH 'nin bir oranı olarak yatırım veya buna eşit tasarruf oranını ve k: marjinal sermaye/hasıla oranını göstermektedir. Birinci K.P.'nda sermaye/hasıla oranı 2,6 olarak tahmin edilmiştir. Bu durumda, hedef olarak alınan yılda ortalama % 7 kalkınma hızını gerçekleştirmek için GSMH'nın % 18.2'si oranında sabit sermaye yatırımı gerçekleştirmek gerekmiştir. [iii] İstihdam Sorununun Çözümü: Birinci K.P.'nda, açık işsizliğin önlenmesi için kentlere akını yavaşlatacak ve kentlerdeki yeni iş imkânları ile dengeli tutacak tedbirler alınacağı ve kırsal kesimde tarım dışı faaliyetlerin çeşitlendirilmesi imkânlarının araştırılacağı ifade edilmektedir. Başka deyişle, Birinci K.P.'nın açık işsizliği önlemek için başvurmayı öngördüğü çarelerden birisi kentleşmeyi yavaşlatmak, kırsal nüfusu bulunduğu yerde tutmak için tarım dışı faaliyetleri çeşitlendirmektedir. Birinci K.P.'nda istihdam sorunu için düşünülen diğer bir uzun vadeli çözüm nüfus plânlamasıdır. [iv] Ödemeler Bilançosu Sorununun Çözümlenmesi ve Dış Kaynaklara İhtiyacın Zaman İçinde Hem Mutlak Hem de Nispi Olarak Azaltılmasıdır: Dış ödemelerde dengeye ulaşılmasının temel aracı, hızla ithalat konusu olan malların yerli üretiminin (ithal ikamesinin) gerçekleştirilmesidir. Böylece, dış ticaret açığı kapanarak ekonominin ithalata bağımlılığı azaltılacaktı. [v] Yukarıda sayılan hedeflerin Sosyal Adalet İlkesine Uygun Gerçekleşmesi: Bu bağlamda, gelir dağılımındaki eşitsizliklerin azaltılması, sosyal güvenliğin ve fırsat eşitliğinin yaygınlaştırılması ve bölgelerarası ekonomik ve toplumsal gelişme dengesizliklerinin giderilmesi gibi önerilere yer verilmektedir. Sektörel gelişme konusundaki uzun dönemli bakış açısı ise tarım ve sanayi arasında dengeli gelişme esasına dayanmaktadır. Sektörel gelişmenin dengeli olması önerisi bir kısım nedenlere bağlanabilir. Planlı dönemin başlarında, daha önceki dönemin tarıma öncelik 9 veren ekonomi politikasından kesin bir dönüş yeğlenmemiştir. Nüfusun o yıllarda yüzde 77 gibi bir bölümünün doğrudan geçim kaynağı olan tarım, ikincil düzeye itilemezdi. Kaldı ki toplumun beslenme gereksinmelerinin karşılanması, tarımdan sanayiye kaynak aktarılması zorunluluğu; ihracatın büyük ölçüde tarımsal üretime dayalı olması ve özellikle iç pazarın büyütülmesi gereği gibi faktörler de, tarım sanayi bağlamında dengeli büyüme yaklaşımının benimsenmesini gerektiriyordu. IKP’na göre, beş ana sanayi sektörü içinde en yüksek büyüme hızının imalat sanayi alt sektöründe gerçekleşmesi öngörülüyordu. Fakat imalat sanayinin bu yüksek büyüme hızını yakalayabilmesi için üretim teknolojisinin, işletme ölçeğinin ve örgütlenmesinin nasıl gelişeceği belirsizdi. Tablo: I.Beş Yıllık Plan Döneminin Temel Göstergeleri Yıllar Büyüme Hızı Enflasyon İthalat İhracat (Sabit Fiyatlarla) % (000$) (000$) 1963 9.7 4.3 687.616 368.087 1964 4.1 1.2 537.229 410.771 1965 3.1 8.1 571.953 463.738 1966 12.0 4.8 718.269 490.508 1967 4.2 7.6 684.669 522.334 Ortalama 6.6 5.2 Birinci Beş yıllık Planı İsmet İnönü Hükümeti hazırlayıp yürürlüğe koymuştu. Ancak 10 Ekim 1965’te yapılan seçimleri Adalet Partisi kazandı ve Süleyman Demirel başbakan oldu. Demirel hükümeti kendi iktisadi hedef ve politikalarını, hazırladığı 1966 ve 1967 yıllık programlarına yansıttı. Fakat çok ilginç olduğu kadar elverişli bir durumdan da yararlanmayı bildi. Sovyetler, Türkiye’nin planladığı “temel sanayi projelerini”nin gerçekleştirilmesine mali ve teknik yardımda bulunmaya hazır olduklarını bildirdiler. Anti komünist sloganlara büyük önem veren Adalet Partisi Hükümeti, Sovyetlerle ekonomik işbirliğine girmekte sakınca görmedi. Demirel’in 1966 yılı programına aldığı ve Sovyetlerin finanse ettiği projeler içinde İskenderun Demir Çelik, Bandırma Sülfürik Asit ve Artvin Orman Ürünleri tesisleri vardır. 1967 yılı programı içinde Seydişehir Alüminyum tesisleri ve İzmir Aliağa rafinerisi projeleri de yer almıştır. Batı Avrupa ülkeleri bu projelere destek vermemişti. Birinci planın temel darboğazı olan kaynak sorunu, Sovyetlerin katkısıyla aşılmış ve planlı dönemin en yüksek büyüme hızı 1966 yılında %12 olarak gerçekleşmiştir. Birinci plan için ortalama %7’lik büyüme hızını çok bulan Batı’lılar gerçekleşme %6.6 olunca zor durumda kaldılar. Üstelik bu ortalama büyüme hızı ortalama %5.2’lik bir enflasyon oranıyla gerçekleştirilmişti. Bu gelişen bir ekonomi için “istikrar içinde büyüme” gibi zor bir hedefe ulaşıldığını gösteriyordu. BBYKP’nin uygulaması çok başarılı oldu; gerçekleşen sonuçlar hedeflere ya ulaştı, ya da çok yaklaştı (Tablo I). 0 Türkiye Ekonomisi Ders Notları Ekonomi yılda ortalama %6.7 büyüdü, fiyat artışı %5.2 oldu; tarım %3.7, sanayi %10.6 büyüdü; yurtiçi tasarruflar bir önceki döneme göre 4 puan, yatırımlar yaklaşık 1 puan artarak aradaki fark azaltılıp pozitife geçirildi; dış borç servisi ihracatın %40’ına varsa da, “ithalat darlığı, mal yokluğu bunalımı” gibi bir olay yaşanmadı. GSMH içinde bütçe kaynaklı tasarrufların payı arttı; 1961-1963 arasında %3.5 iken bunun plan döneminde %5.4’e çıkması; bunda önemli bir rol oynadı. KİT fiyatlarının (yeni bir yasa ile) maliyeti kapsar düzeyde saptanması; KİT yatırımlarının alt-yapıdan imalat sanayine kaydırılması; yine KIT’lerin TCMB’den borçlanma yerine (yeni kurulan) Devlet Yatırım Bankası yoluyla finansmanı kalkınma sürecinin finansmanında kamu kaynaklı açıkların yol açtığı parasal genişlemeyi sınırlayabildi. Böylece BBYKP döneminin enflasyonsuz kalkınmaya örnek olmasına, önemli katkılardan başlıca biri oldu; yıllık ortalama fiyat artış hızı %5.2 gibi ılımlı bir düzeyde kaldı. BBYKP dönemi, enflasyonsuz kalkınma, iç ve dış dengelerin tutturulması, büyüme hızının yüksekliği, gelir dağılımının iyileşmese de bozulmaması açısından eşsiz bir örnek oluşturdu. İhracat, ithalatın %68.1’ini karşılasa da, dışarıdan sağlanan 1.4 milyar dolar tutarındaki finansmana işçi gelirleri transferi de eklenince (ihracatın %37.8’ine varan dış borç servisi dahil) dış denge sağlanabilmişti 7.2.3. II. Kalkınma Plânlarının Stratejileri ve Temel Amaçları İkinci Beş Yıllık Kalkınma Planı 1968-1972 (II.KP) başbakan Süleyman Demirel ve Müsteşarı Turgut Özal denetiminde hazırlanmıştır. II.KP’nın temel ekonomik hedefi milli gelirin yılda ortalama yüzde 7 büyümesidir. BBYKP tamamlandığında (1967) GSMH’nin ve faal nüfusun dağılımı, 1962’ye oranla bir hayli farklılaşmıştı. Faal nüfus ise, köydeki (1960’da toplamın %77.7’si) gizli işsizliğin dışarı itişi, kentlerde göreli daha yüksek ücretin çekişi ile köyden kente göçü sürdürüyordu. Tarımda ve sanayide büyüme hızlan hedeflerin 1-1.5 puan altında kalmış olsa da, ekonominin yapısında plan öncesi ve sonrası yıllar arasında önemli bir değişme ortaya çıkmıştı. Türkiye’de bir “orta sınıf’ gelişiyordu artık. İkinci Beş Yıllık Kalkınma Planı (İBYKP), iktidara tek başına gelen Adalet Partisi hükümetinin ekonomide göreli daha “liberal” eğilimini, göreli bir serbestleşmeyi yansıtıyordu. Tabii, hedeflerde benzerlikler ve devam eden öğeler de vardı. Büyüme hızının %7, sanayinin sürükleyici kesim olarak yüksek büyüme hızının (%12) amaçlanması, 1. Plan’da tarım için yine aynı hızın (%4.1) hedef tutulması, tekrarlanan hedeflerin başında geliyordu. Başlıca farklardan biri, kamu ile özel kesim arasında sanayi yatırımlarında ortaya kondu: Kamu yatırımları “ara mallar ve yatırım malları”, özel yatırımlar ise tüketim malları, ama özellikle “dayanıklı tüketim mallan” alanlarına yönlendirilecekti. Plan kamu kesimine “zorunlu hedefler” verdiğine göre, teşvikler özel kesim ağırlıklı olacaktı. İkincisi, tarımdan/köyden göçün “teşvik” nedeni farklılaştı. II.KP’nda şehirleşme desteklenecek ve şehirleşmeden ekonomiyi itici bir güç ve bir gelişme aracı olarak yararlanılacağı belirtilmektedir. bu hem kentleşmenin ivme alması hem ücretli bol ve ucuz işçi sağlanması 11 için, hem de geniş kitleleri daha ileri bir düzeyde tüketici olarak piyasa ekonomisine sokacağı, iç pazarın gelişip, yeni sanayilere genişleyen bir iç pazar yaratması açısından önemseniyordu, önemi vurgulanıyordu. Üçüncüsü, “dış ticarette korumacılık” politikaları, BBYKP’de “ithal-ikamesi yoluyla” sanayileşmenin tamamlayıcı bir öğesi sayılmıştı. Yeni plan, bunu, bir yandan cari işlemler dengesini kurma güçlüklerini aşmanın, bir yandan korumanın yarattığı ithalat rantını üretim kesimleri arasında dağıtmanın bir aracına dönüştürdü. Dördüncüsü de II.KP’da tarım ve sanayi sektörlerinin dengeli büyümesi ilkesi terk edilmekte ve sanayi sektörünün ekonominin sürükleyici sektörü olması öngörülmektedir. II.KP döneminde bir yandan ithalat yerine yerli üretim türü sanayileşmenin dayanıklı tüketim malları üretimine yönelen ikinci aşaması tamamlanmak istenmiş, diğer yandan da ara malları üretimi önem kazanmıştır. Dayanıklı tüketim malları üretimini özel yerli ve yabancı sermaye, ara ve yatırım malları üretimini de kamu kesimi üstlenmiştir. İkinci plan sanayiye öncelik vermekle birlikte, üretim teknolojisi konusunda birincisinden farklı değildir. Bir başka değişle herhangi bir sanayi malının yerli üretimi önemlidir, bunun niteliği, maliyeti ve uzun dönemde gelişmeye etkisi üzerinde durulmamıştır. I.KP’nda bu önemli noktalara ek olarak ekonomik gelişmeyi sınırlayan bir kısım sorunlara değinilmekte, özellikle tasarruf, dış ödeme güçlüğü ve bir kısım kurumsal güçlüklere yer verilmektedir. II.KP’na göre, düşük gelir düzeyi düşük tasarruf ve yatırıma, bu da sonuçta yeniden düşük gelir düzeyine yol açmaktadır. II.KP’na göre, dış ticaret açığı kısırdöngünün ikinci halkasını oluşturmaktadır. İthalat sınırlı olunca buna bağlı olan yerli üretimde sınırlı kalmakta ve ihracat artırılamamaktadır, sonuç yeniden ithalatın artırılamamasıdır. İBYKP, BBYKP’den farklı noktalar taşıdığı gibi, dünya ortamı da farklılaşmış, etkileri de Türkiye’ye yansımaya başlamıştı. Bunun bir öğesi, ABD’nin (Fransa’yı izleyerek) katıldığı Vietnam Savaşı’nın, ABD dolan değerini olumsuz etkilemesiydi; B. Avrupa’da sonucu para piyasalarında yarattığı spekülasyon oldu. B. Alman markı ile Japon yeninin dolar karşısında değerini yükseltme lehine işleyen spekülatif işlemler, 1968’e gelindiğinde bir doruk yapmıştı. Türkiye’nin yoğun ticari ilişkileri olan B. Almanya’da markın değerlenmesi, öncelikle ithal ettiği ara mallan ile yatırım mallarında TL fiyatlarının artışı demekti. Buna artan bütçe açıkları, genişleyen ticari krediler eklendiğinde enflasyonist bir ortam zaten oluşuyordu; artan ücret ve maaşlar da eklenince, enflasyon hızı ivme aldı, öyle ki BBYKP döneminde %5.2’de kalan fiyat artışı hızı İBYKP döneminde yılda ortalama %10.2’ye çıktı. Bunun üzerine, 10 Ağustos 1970’de IMF ile yapılan İstikrar Programı anlaşması çerçevesinde bir dizi karar yürürlüğe girdi; karşılığında IMF’den 90 milyon dolar kredi alındı. Bunu, ABD’nin 1971’de dolan altın bağından (35 dolar= 1 ons altın) koparıp, “Bretton Woods” sistemindeki istikrarı sonlandırma yoluna sokması üzerine şiddetlenen spekülasyon izledi. Dolar fiyatındaki bu dalgalanmalar, tabii, Türkiye’ye de yansıyordu. Sonuçta, dış ticaretin artırılması hedefi de eklenince, , 10 Ağustos 1970 kararlan ile 15 TL = 1 dolar olarak saptandı. Yeni, daha düşük değerli TL ile dış ticaretin katlı kurlardan kurtulması, daha 2 Türkiye Ekonomisi Ders Notları serbestleşmesi olanağı da yaratılmış oldu; ancak tam ithalat liberasyonu gerçekleşmedi. Enflasyonun düşürdüğü reel faiz oranını yükseltip para miktarını kısıtlamak için kredi faizi, tasarrufu teşvik için de vadeli mevduat faiz oranlan %10’un üstüne yükseltildi; TCMB’nin hazine finansmanına sınır getirildi. Ayrıca, bir dizi yeni vergi getirilirken, var olan vergilerin oranları da yeniden ayarlanmıştı. Tarımda destekleme fiyatları, KİT fiyatları da bütçe açıklarını baskılamak üzere yeniden ayarlandı. İkinci plan döneminde siyasal, ekonomik ve sosyal kargaşalar ortaya çıkmıştır. Adalet Partisinden ayrılanlar Demokrat partiyi kurmuş, öğrenci hareketleri ve grevler yaygınlaşmıştı. İBYKP’nin son yılma gelirken, Türkiye açısından önem taşıyan, planın gidişatını da etkileyen önemli bir olay yaşandı. 1971’de bir askeri müdahale ile iktidardaki hükümet değiştirildi; Başbakan S. Demirel hükümetinin yerini askerlerin atadığı (Nihat Erim başkanlığında) yeni bir hükümet aldı; anayasa değiştirildi. 1961 Anayasasındaki özgürlükler kısıtlandı. Bütün olumsuzluklara rağmen İkinci Plan’da öngörülen ortalama büyüme hızına ulaşılmış, yani gerçekleşme %7 olmuştur. Aşağıda verilen tablodan da görüleceği gibi, ilk üç yılda gerçekleşen büyüme hızı ortalamanın altında kalırken son iki yılda ortalama aşılmıştır. Tablo: II.Beş Yıllık Plan Döneminin Temel Göstergeleri Yıllar Büyüme Hızı Enflasyon Dış Ticaret İşçi Dövizleri (Sabit Fiyatlarla) % Açığı % % 1968 6.7 3.2 -267.2 +107 1969 5.4 7.2 -264.4 +141 1970 5.8 6.7 -359.1 +273 1971 10.2 15.9 -494.2 +471 1972 7.4 18.0 -677.6 +740 Ortalama Dönem başımda GSMH içinde tarımın payı %27.9, sanayinin %21.5, hizmetlerin 50’6 idi. 1972 sonuna göre tarımın %24.6, sanayi %22 ve hizmetler %53.3’ü olmuştur. Yani tarımda daralma hizmetlerin genişlemesine gitmiş, sanayi sektörünün payı hemen hemen sabit kalmıştır. İkinci plan döneminde tarım sektöründe gerçekleşen ortalama büyüme hızı hedefe çok yakındır. Fakat bu sektörde beklenen yapısal değişiklikler gerçekleşmemişti. Sanayi sektöründe öngörülen büyüme hızına ulaşılamadı. Oysa hükümet bu dönemde sanayileşmeyi özel sektör eliyle sürdürmek için her türlü özendirici ve destekleyici tedbirleri almıştı. Dönemin siyasal çalkantılarla dolu olması, yerli ve yabancı özel sermayenin bekle gör politikası izlemesine yol açmıştır. 13 Sonuçta, işçi dövizi girişlerindeki artış (1968-1972 toplamı 1.7 milyar dolar) ihracattaki artışa ve sağlanan dış finansmana eklenince, İBYKP döneminde döviz rezervlerinde küçük de olsa bir artış sağlanmış oldu; aslında BBYKP dönemine oranla döviz gelirlerinde en büyük artış işçi dövizi transferleri ile yaşandı. Mal ihracatında mal bileşimine gelince, BBYKP’de olduğu gibi İBYKP’de de, ihracatın ağırlıklı bölümü yine tarım kaynaklıydı; sanayi mamulleri ihracatı ise çoğunlukla işlenmiş tarım ürünleriydi. İlk dönemde tarım ihracatın %77’sini veriyor, madenler de eklenince ham maddeler ihracatın %80’ine varıyordu; ikinci plan döneminde bu oran sadece %75’e inebilmişti. İthalatın neredeyse tümüne yakını, oysa sanayi mamullerinden oluşuyordu; içerideki göreli hızlı sanayileşme henüz dış ticaret kalemlerine sınırlı ölçüler içinde yansıyabilmişti 7.2.4. III. Kalkınma Plânlarının Stratejileri ve Temel Amaçları II.KP’nın uygulanması sırasında beliren toplumsal ve siyasal bunalım, 12 Mart 1971’de yeni bir askeri harekete neden oldu. Bu ortamda hazırlanan Üçüncü Beş Yıllık Kalkınma Planı 1973-1977 (III.KP) birçok yönüyle ilk iki plandan ayrıldı. III.KP ile birlikte yeni bir uzun dönemli gelişme stratejisi saptanmış; daha önce I.KP’nda öngörülen onbeş yıllık gelişme çerçevesi, süresini henüz doldurmadan bir tarafa bırakılmıştır. Avrupa Topluluğuna üye olmak ve ekonomiyi bu doğrultuda düzenlemek ve yönlendirmek Üçüncü K.P.'nın öncelikli amaçlarından birisi olmuştur. Üçüncü K.P. Türkiye ekonomisini Avrupa Topluluğuna tam üyeliğe hazırlama stratejisine göre oluşturulmuştur. Üçüncü K.P. ile başlamak üzere yeni bir uzun dönem plânı esas alınmıştır. 22 yıl olarak kabul edilen bu dönem içinde Türkiye'nin Avrupa Topluluğuna tam üye olacak bir düzeye ulaşması amaçlanmıştır. Açıkça ifade edilmemekle birlikte, Türkiye'nin 22 yıllık süre içinde kaynaklarını en üst düzeyde değerlendirerek, İtalya'nın 1973 yılında bulunduğu gelir düzeyine ve ekonomik yapısına ulaşması gerçekleştirilebilir bir hedef olarak benimsenmiştir. Türkiye bu uzun dönemli amacını gerçekleştirmek için kamu kesiminin öncülüğünü esas alacak ve özel kesimi daha çok teşvik edecekti. III.KP’da ayrıca bir kısım reform önerilerine yer verilmektedir. Bunların içinde adalet, eğitim ve kamu kesimi reformları, ekonomik gelişmenin gereklerine uygun bir etkinliğin sağlanmasını amaçlamaktadır. Toprak ve tarım reformu ile maden ve petrol reformları, doğal kaynakların ve tarım kesiminin ekonomik gelişme için yeniden düzenlenmesine yönelikti. Üçüncü K.P.- döneminde amaçlanan kalkınma hızı yılda ortalama % 7.9 idi. Üçüncü K.P. dönemlerinde özel sektör daha kârlı ve rizikosuz olan dayanıklı tüketim malları aşamasında kalmaya devam edince, ara ve yatırım mallarının ithal ikamesini sağlamak ve ekonominin döviz talebini azaltmak için kamu kesimi ara ve yatırım malları üretimine yönelmiştir. Planın hazırlandığı dönemde Ekim 1973’te Arap-İsrail savaşı yeniden başladı. Petrol ihraç eden Arap ülkelerinin girişimiyle ham petrol fiyatı 1973 yılı başında 2.5 dolar iken, 24 Aralık 1973’de 11.6 dolara yükselmişti. Dünya ekonomisinin dengelerini altüst eden bu petrol şoku petrol ithalatçısı olan Türkiye’nin dış ticaret açığının üç misli artmasına neden olmuştu. Hükümet petrol krizinin yıkıcı etkilerinin aşmaya çalışırken Kıbrısta Rum’ların 4 Türkiye Ekonomisi Ders Notları öncülüğünde darbe oldu ve anayasal düzen askıya alındı. Bunun üzerine 20 Temmuz 1974’te birinci, 16 Ağustos 1974’te ikinci barış harekatı ile Kıbrıs’a asker çıkarıldı. Plan’ın son yılına gelindiğinde Amerikan amborgası devam ediyordu. İçten ve dıştan kaynaklanan olumsuz koşullara bağlı olarak ekonomik dengeler hızla bozulurken; ülkenin kaderini iki siyasi lider Demirel ve Ecevit hergün kamuoyu önünde ağız kavgası yapıyordu. Üçüncü plan döneminde 7 kez hükümetin değişmesi ülkenin yaşadığı çalkantıları, çekişmeleri ve çatışmaların boyutunu göstermektedir. Yıllar Büyüme Hızı Enflasyon Dış Ticaret İşçi Dövizleri (Sabit Fiyatlarla) % Açığı % % 1968 5.4 20.5 -769 1183 1969 7.4 19.9 -2245 1426 1970 8.0 10.1 -3338 1312 1971 7.9 15.6 -3168 983 1972 3.9 24.1 -4043 982 Ortalama 6.5 Üçüncü plan döneminde GSMH’nın ortalama yıllık büyüme hızı %6.5 olarak gerçekleşmiştir. Oysa öngörülen hedef %7.9 idi. Böylece hedefin altında bir büyüme hızı gerçekleşirken yıllık büyüme hızında büyük dalgalanmalar ortaya çıkmıştır. bu olumsuzluk birinci derecede tarım sektörünün doğa koşullarına büyük çapta bağlı kalmasından kaynaklanmıştır. 7.2.5. IV. Kalkınma Plânlarının Stratejileri ve Temel Amaçları Dördüncü Kalkınma Planı 1979-1983 (IV.KP) ağır bir ekonomik ve siyasal bunalım döneminde ve bu nedenle olacak bir yıl gecikme ile 1978 yerine 1979’da uygulamaya konuldu. IVKP, ekonominin bunalımdan çıkışını, kararlı bir duruma gelmesini sağlamayı ve bununla eşanlı olarak ekonomik büyümeyi gerçekleştirmeyi amaçlamaktaydı. Büyüme hızının yılda ortalama 8.2 olacağı öngörülmektedir. Genel nitelikleri ve amaçlarıyla IV.KP, doğal olarak ilk üç planın bir uzantısıdır. Örneğin, hızlı büyüme için gerekli yatırımların büyük ölçüde kamu kesimince sağlanması; sınai üretimde ithalat yerine yerli üretim politikasının sürdürülmesi IV.KP’nın da başlıca amaçları arasındadır. Bununla birlikte IV.KP ihracatın artırılması, dönemin dış ödeme güçlükleri ortamında, somut bir amaç niteliği kazanmıştır. Ekonomik bunalımın nedenleri arasında döviz darboğazının yeri 15 düşünülür ve Türkiye’nin toplam dış ticaretinin benzer ülkelere kıyasla azlığı göz önüne alınırsa ihracatı arttırma amacının nedenleri açıklık kazanmaktadır. Tarım kesiminin büyüme hızı daha yüksek tutulmuş, sanayinin büyüme oranı ise göreli olarak azaltılmıştır. Bunun nedenleri arasında o yıllarda tarım kesiminin görece daha hızlı dönüşüm göstermesi ve ekonomik bunalımın daha çok sanayi kesimini etkilemesi sayılabilir. IV.KP’nın öncelik verdiği ilk alt sektör madencilik ve enerji üretimidir. IV.KP’nın önemli amaçlarından biri de ekonomik büyümenin, daha eşitlikçi bir gelir bölüşümüyle birlikte sağlanmasıdır. Bu amaçla IVKP köylüye yönelik politikalar geliştirmeye çalışmakta, kooperatifleşme ve yaygın halk girişimciliği gibi önlemlerle bir yandan kırsal kesimin ekonomik etkinliğe kavuşarak pazara açılmasının tamamlanmasını, diğer yandan da sınai mülkiyetin yaygınlaştırılmasını, uzun dönemde gelir bölüşümündeki aşırı eşitsizliği düzeltici politikalar olarak benimsemektedir. Son olarak IV.KP’nda dış ticaret ve bankacılık kesiminde oluşan sermaye birikiminin sanayiye aktarılması amacıyla para ve kredi politikalarının yeniden düzenlenmesi öngörülmektedir. Ancak bu alan da somut politika önlemleri geliştirecek yerde klasik para politikası araçlarına değinilmektedir. 7.3. Plânlı Dönemde Ekonomide Büyüme ve Yapısal Değişme 1978'den sonra ekonominin içine düştüğü bunalım iyice ağırlaşmış ve plân uygulaması tamamen etkisiz hale gelmiştir. Bu nedenle biz burada özellikle ilk üç kalkınma plânı dönemindeki (1960-1978) gelişmeleri ana hatları ile açıklamaya çalışacağız. 1962-1978 döneminde GSMH 73.3 milyar TL’den 209.8 milyar TL’ye yükselmiş, yaklaşık iki katı bir artış göstermiştir. Her üç plân döneminde de gerçekleşen GSMH büyüme hızlarının plân hedeflerine çok yaklaştığı görülmektedir. 1963-1977 döneminde GSMH yılda ortalama % 6.7 oranında büyümüştür. Sektörel hasılaların büyüme seyrine baktığımızda görülen şudur: Tarım sektöründe gerçekleşen büyüme hızları hep plân hedeflerinin arkasında kalmıştır. 1963-1977 döneminde tarım, yılda ortalama % 3.2 oranında büyümüştür. Sanayi ve hizmetler sektöründe gerçekleşen yıllık büyüme hızları plân hedeflerine çok yakındır. Hizmetler sektöründe her üç plân döneminde de büyüme hedefleri aşılmıştır. Bu durum 1963-1977 döneminde doğrudan üretken olmayan sektörlerin üretken sektörlerden daha hızlı büyüdüğünü göstermektedir. Dönem süresince tarımın GSMH’daki nispi payı düşerken, sanayi ve hizmetler sektörlerinin nispi paylan yükselmiştir. Üçüncü K.P. döneminde tarımın nispi payı sanayinin nispi payının gerisinde kalmaya başlamıştır. Zaman içinde GSMH birleşimindeki bu değişme doğaldır ve sektörlerin farklı büyüme oranlarından kaynaklanmaktadır. Ekonomi gelişirken tarımın ekonomiye nispi katkısının nasıl azaldığını, diğer sektörlerin nispi katkılarının nasıl arttığını, her sektörün GSYİH büyümesine marjinal katkılarını dikkate alarakta ortaya koyabiliriz. 6 Türkiye Ekonomisi Ders Notları 1978'e kadar tarımın GSYİH büyümesine marjinal katkısının azaldığını, sanayi ve hizmetler sektörlerinin GSYİH büyümesine nispi katkılarının arttığını göstermektedir. 1978 yılı için trendin ters dönmesi sanayi ve hizmetler sektörlerinde büyüme hızının nispi olarak daha fazla yavaşlaması ile açıklanabilir. Bunun da nedeni ekonominin 1978'den itibaren içine düştüğü ekonomik bunalımdır. 1978'den itibaren ekonomi yüksek oranlı enflasyon, ödemeler bilançosu açıkları, döviz darboğazı, enerji kıtlığı, üretim kapasitelerinin eksik kullanımı ile kendini gösteren ciddi bir bunalım dönemine girmiştir. Bu bunalım sanayi sektörünü daha fazla etkilemiştir. Sanayi sektörünün yıllık ortalama büyüme hızı Üçüncü K.P. döneminde yılda ortalama % 9.9 düzeyine ulaşmış iken 1978'de % 3.4'e düşmüştür. Türkiye'de hizmet sektörlerinin genişlemesi, 1950-1960 döneminde başlayıp plânlı dönemde de devam eden, pek de sağlıklı sayılamayacak bir gelişmedir. Bütünüyle alındığında hizmet sektörleri plân hedeflerinin üstünde büyüme oranlarına ulaşmıştır Başka deyişle, plânlı dönemde hizmetleşme plân çerçevesinde gerçekleşmemiştir. Hizmet sektörlerine Birinci ve Üçüncü K.P. dönemlerinde plân hedeflerinin üstünde yatırım yapılmıştır. Toplam sabit sermaye yatırımlarının % 50'den fazlası hizmet sektörlerine tahsis edilmiştir. Örneğin konut ve ulaştırma sektörleri devamlı olarak plânlananın üzerinde yatırımları çekmişlerdir. Normalde hizmet Sektörlerinin ekonomik ve toplumsal gelişmeye paralel olarak; üretken kesimlerin gelişmesinin bir sonucu ve onların bir uyarıcısı olarak gelişmesi gerekir. Fakat ekonomik ve sosyal yapıların oturmadığı, toplumsal rantların yüksek olduğu ekonomilerde hizmet sektörlerinin daha hızlı gelişmesi normal karşılanabilir. Çünkü kimi hizmet sektörleri spekülatif kazançlar ve rantlar için daha elverişlidir. Doğal olarak bu durum, kaynak dağılımını ve gelir dağılımını bozucu etkiler yapacaktır. Ekonomi gelişirken tarımın nispi öneminin azalması sadece GSYİH'ya katkısı ile değil, başka ölçütlerle de doğrulanmıştır. Örneğin ekonomi gelişirken tarımın döviz katkısı, kaynak kullanımı, piyasa katkısı nispi olarak azalmaktadır. 1960-1980 döneminde aktif nüfusun temel ekonomik sektörler arasında dağılımına baktığımızda şunu görüyoruz: 1960 da tarımın istihdamdaki nispi payı % 75, sanayinin % 9.8 hizmet sektörlerinin % 15.3 dür. Zaman içinde tarım diğer sektörlere işgücü transfer ettiğinden, istihdamdaki nispi payı sürekli bir gerileme ile I980'de % 57.6'ya inmiştir. Sanayi ve hizmetler sektörleri ise sırasıyla % 16.9 ve % 24.2'Iik paylara ulaşmışlardır. Aynı eğilimin tarımın ekonomiye döviz katkısı açısından da yaşandığını görüyoruz. Plânlı dönemin başında Türkiye'de ihracat gelirlerinin yaklaşık % 79.3’ü tarımsal ürünler, % 17.7'si sınai ürünler ve % 3'ü maden ürünleri ihracatından elde ediliyordu. Zaman içinde tarımın GSYİH’daki nispi payının azalmasına paralel olarak ihracat gelirlerindeki nispi payı da azalmıştır. I978’de tarım ürünleri ihracat gelirleri dönem başına göre 5.3 kat artarak 1543 milyon dolara çıkmasına rağmen, toplam ihracat gelirindeki daha hızlı artma nedeniyle, tarımın payı % 67.4'e inmiştir. Sınai mallar ihracatının nispi payı ise % 27.1'e yükselmiştir. Ancak bu dönemde ekonominin döviz geliri elde etmek bakımından tarıma bağımlılığı hâlâ çok yüksektir. Tarımdaki büyüme hızının daha yavaş olması ve tarımın ekonomideki nispi ağırlığının azalmasına paralel olarak, bu sektörde yaşayanlar görece fakirleşmişlerdir. 17 Tarımın ekonomide nispi ağırlığının fazla olması birçok olumsuz etki yaratmaktadır. Tarımın büyüme hızı düşük kaldığından ve nispi ağırlığı fazla olduğundan GSYİH büyüme hızı düşük kalmaktadır. Tarımda arz elastikiyeti düşüktür. Bu durum devresel dalgalanmalara ve ekonominin bütünde istikrarsızlıklara yol açmaktadır. Piyasalararası bütünleşme ve para kullanımının yaygınlaşması güçleşmektedir. Türkiye'de tarımın nispi öneminin fazla olduğunu, fakat zaman içinde bunun giderek azaldığını ifade etmiştik. Bununla birlikte, Türkiye, aynı gelişme düzeyindeki ülkelere göre "daha tarımsal ve daha köylü “ karakterlidir. Buraya kadar, ekonomide yapısal değişmenin göstergeleri ve nedenleri üzerinde durduk. Şimdi kısaca tarım sektöründe meydana gelen önemli gelişmelere göz atalım: 7.3.1. Tarım Sektöründe Gelişmeler: 1963-1980 döneminde tarımda işletme sayısı yaklaşık 3.1 milyondan 3.7 milyona, işlenen arazinin yüzölçümü 16.7 milyon hektardan 22.6 milyon hektara yükselmiştir. Bu dönemde, mevcut teknolojik şartlarda ekilebilir alanların sınırına ulaşılmıştır. Ekilen alanlardaki genişleme, oran olarak daha fazla olduğundan ortalama işletme büyüklüğü 5.4 hektardan 6.2 hektara yükselmiştir. Fakat tarımda sayı ve oran olarak cüce işletmeler çok fazladır ve zaman içinde çoğalmıştır. Tarımda zaman içinde teknoloji düzeyi yükselmiştir. Bizi bu sonuca çağdaş sermaye girdileri kullanımındaki artış götürmektedir. 1963-1972 yıllarını kapsayan Birinci ve ikinci K.P. döneminde, 1971 sabit fiyatları ile toplam 33.3 milyar TL, Üçüncü K.P. döneminde ise 1978 fiyatları ile 118 milyar TL. tutarında sabit sermaye yatırımı yapılmıştır. Bu yatırımların yaklaşık % 45"i toprak ve su kaynaklarının iyileştirilmesi, % 33'ü makina ve ekipman için yapılmıştır. Türkiye'de plânlı dönemde tarımda makineleşmenin devam etmesi ekilen alanların genişlemesine, verim artırıcı girdilerin kullanımındaki artış ise özellikle sınai bitkiler ve yağlı tohumlar üretiminde verim artışına, her ikisi birden üretim artışına neden olmuştur. Türkiye tarımında bitkisel üretimin mutlak bir ağırlığı vardır. Gerek üretim değeri, gerek istihdam, gerekse toprak kullanımı bakımından en büyük pay bitkisel üretimdedir. Tarımsal üretim birleşiminde Cumhuriyetin kuruluşundan beri önemli bir değişme olmamıştır. Bitkisel üretimin toplam tarımsal üretimdeki payı 1962-1977 döneminde yaklaşık % 58- % 62, hayvansal üretimin payı ise aynı dönemde % 33- % 38 arasında değişmiştir. Bitkisel üretim içinde en büyük pay sırası ile tahıl, meyve ve sebzelere ve sınai bitkiler artı yağlı tohumlara aittir. 7.3.2. Sanayi Sektöründe Gelişmeler K.P. larında sanayileşmenin ekonomik gelişmeyle eş anlamlı sayıldığını, bu nedenle sanayileşme öncelikli bir iktisadi gelişme stratejisi takip edilmiştir. İlk üç plân döneminde sanayi kesiminde ulaşılan üretim sonuçları plân hedeflerine çok yakın olmuştur. Buna rağmen. Üçüncü K.P. döneminin sonlarından itibaren ciddi bir 8 Türkiye Ekonomisi Ders Notları ekonomik bunalım içine girilmiştir. Bir ekonomide plânın gerçekten başarılı sayılması için bunalımın ortaya çıkmaması gerekirdi. 0 halde, bunalımın açıklanmasında sanayinin sayısal gelişmesinden çok niteliksel yönleri üzerinde durmak gerekir. 7.3.2.1. Sanayileşme Politikası Plânlı dönemde sanayileşme politikası ithal ikameci sanayileşme modeli üzerine oturtulmuştur. Bu model, Türkiye'de Cumhuriyetin kuruluşundan beri, hatta Osmanlı İmparatorluğu döneminden bu yana izlenen bir modeldir. Plânlı dönemin başlarında Türkiye temel tüketim mallarının ithal ikamesini büyük ölçüde gerçekleştirmiştir. İlk üç plân döneminde dayanıklı tüketim malları ve ara ve yatırım mallarının ithal ikamesini gerçekleştirme çabasına girmiştir. I970"li yılların ikinci yarısında dayanıklı tüketim malları ve ara mallarının yerli üretiminde de ileri bir düzeye ulaşılmıştır. Fakat, yatırım mallarının ithal ikamesinde aynı derecede mesafe alınamamıştır. Yatırım malları üretimi, sanayileşmenin en ileri ve güç olan aşamasıdır. İthal ikamesi politikaları uygulayan ülkelerde, sanayileşmenin ileri aşamalarına geçildikçe ekonominin dışa bağımlılığı azalacağı yerde artmakta ve ekonomide tıkanıklıklar baş göstermektedir. Bu tıkanıklık ekonomide kullanılan teknoloji ve girdiler bakımından dışa bağımlılığın artmasından ileri gelmektedir. Üçüncü K.P. döneminin sonuna gelindiğinde Türkiye'nin sürüklendiği ekonomik bunalımda bu olgunun da rolünü unutmamak gerekir. Petrol fiyatlarındaki yükseliş, Kıbrıs Barış Harekatının yüklediği dolaylı ve dolaysız külfetler, anarşi ortamı gibi egzojen etkenler bir araya gelmeseydi Türkiye ekonomisi belki 1970'lerin sonunda değil, fakat daha ileride ve daha hafif bir bunalımla büyük ihtimalle karşılaşacak idi. Zira Türkiye için temel sorun kendi kaynakları ile sanayileşmesinin finansmanını yapamamasıdır. İthal ikameci sanayileşme modelinde kurulan sınai üretim yapısı döviz kazanmaya değil, döviz tasarrufuna göre programlanmaktadır. Fakat paradoksal olarak ekonominin döviz talebi artmaktadır. Geleneksel ihraç ürünlerine dayalı ithalat kapasitesi bu talebi karşılamak için yetersiz kalmaktadır. Türkiye'nin karşılaştığı bunalımın anatomisi özünde bu dengesizliğe dayanmaktadır. Bir ülkede ithal ikameci sanayileşme politikasının uygulanabilmesi için birinci temel şart, iç pazarın belirli bir büyüklükte olmasıdır. Bu açıdan, Türkiye'nin dayanıklı tüketim malları aşamasında bir sorunu olmamıştır. Türkiye dayanıklı tüketim mallarının çoğunun optimal ölçek ile üretilmesine imkân verecek genişlikte bir iç piyasaya sahiptir. Fakat ara malları ve özellikle yatırım malları daha ileri teknoloji ve daha büyük ölçek ile üretimi gerektirmektedir. Bu ileri teknolojiyi temin etmek sorunun bir yönünü oluşturmaktadır. Sorunun diğer bir yönü, büyük ölçekli tesisi kurmak için sermaye malları (ithal girdi biçiminde) temin etmektir. Nihayet, kurulan tesisin tam kapasitede çalıştırılması ve üretim maliyetinin düşük tutulması, aşılması gereken bir başka sorundur. Bu sorunun aşılması geniş piyasa gerektirir. İthal ikameci sanayileşme iç pazarın genişliğine dayandığına göre, iç pazarın dış rekabete karşı belirli ölçüde korunması gerekir. Koruma mutlak veya nispi olabilir. Korumanın tipi ve derecesi sınai mala göre değişecektir. Uzun süreli mutlak bir koruma 19 iktisadi etkinliği önler, ülke içinde tekelleşmeye neden olur. Etkisiz, yetersiz bir koruma veya hiç korumama ise yerli sanayi dalının dış rekabet karşısında gelişmesine imkân vermez. 1970'li yıllarda Türkiye ekonomisinde aşırı koruma ile, montaj sanayi dalında etkisiz çalışan, fakat piyasada tekelci konuma ulaşan bir yapının yerleşmesine neden olunmuştur. İthal ikameci sanayileşmenin uygulanmasında başvurulan diğer bir politika aracı, maliyeti düşürmek amacıyla, özendirme tedbirlerinin uygulanmasıdır. Bu politika aracı ile seçilen bazı sanayi dallarının daha hızlı gelişmesi teşvik edilmek istenir. Uygulanan özendirme araçları ekonomide kaynak dağılımını etkiler. Türkiye'de İkinci K.P. döneminden itibaren sanayide özendirme önlemleri uygulanmıştır. Bu önlemlerin başlıcaları, yatırım indirimi, gümrük resim ve vergilerinin taksitlendirilmesi, kredi kolaylıkları ve gümrük vergisi bağışıklıklarıdır. 7.3.2.2. İmalat Sanayiindeki Yapısal Değişme Ekonominin dışa kapalı olması ve iç piyasaların dışarıya karşı çeşitli araçlarla korunması sonucu; rekabetçi olmayan, geri teknoloji kullanan, ölçek ekonomilerinden yararlanmayan ve eksik kapasite ile çalışan, rekabet ve maliyet endişesinden uzak yer seçimi yapan bir sanayi ortaya çıkmıştır. Sanayi sektörünün yıllık büyüme hızları plân hedeflerinin bir miktar gerisinde kalmakla birlikte, oldukça yüksek seviyede ve GSYİH büyüme oranları üstünde gerçekleşmiştir. Bu nedenle sanayi sektörünün GSYİH’daki nispi payı yükselmiştir. Sanayi sektöründeki bu gelişme kapasite genişlemesi şeklinde kendini gösteren nicel bir gelişmedir, niteliksel üstünlükten yoksundur. İmalât sanayinde istihdam dâhil tüm sayısal göstergeler artarken, verim artışı ve kalite iyileşmesi çok sınırlı kalmıştır. Sanayinin rekabet gücünde de hissedilir bir gelişme olmamıştır. İmalât sanayiindeki bu nicel boyutlu gelişmenin nedenleri şu şekilde sıralanabilir: (i)Genellikle düşük, negatif faiz uygulanması, (ii)TL'nin aşırı değerlendirilmesine dayalı kur politikası, (iii)yurt içi üretimin çeşitli politikalarla yüksek oranda korunması ve (iV)öteki teşviklerle sanayiye iç piyasada tekel gücü kazandırılması. Sanayi sektörü ekonomide mutlak ve nispi olarak büyürken aynı zamanda yapısal değişim de geçirmiştir. Sanayide yapısal değişim denilince kastedilen, mal birleşimindeki değişmedir. Daha doğrusu sınai üretim içinde ara ve yatırım malları payının artmasıdır. Özellikle, İkinci K.P. döneminden itibaren sanayide ara ve yatırım malları üreten alt dalların gelişmesi temel bir sanayileşme yaklaşımı olarak karşımıza çıkmaktadır. Sanayi sektörü imalât sanayii, madencilik sanayi ve elektrik, su ve gaz üretimi faaliyetlerini kapsamaktadır. Fakat sanayi sektörü içinde asıl ağırlık imalât sanayi indedir. 1963-1978 döneminde sanayi sektöründe yaratılan hasılanın % 85'i imalât sanayiinde yaratılmıştır. İmalat sanayiinde çalışanlar sanayi sektöründe istihdam edilenlerin % 90'mı teşkil etmektedir. Tüketim mallan grubunun nispi payı azalırken, ara ve yatırım malları gruplarının nispi paylan artmıştır. Örneğin, 1963 yılında, imalât sanayii üretim değerinin alt 0 Türkiye Ekonomisi Ders Notları gruplara nispi dağılımı; tüketim mallan % 59.4, ara malları % 27.3 ve yatırım mallan % 13.3 iken, 1978'de bu nispi paylar sırasıyla % 38.1, % 41.7 ve % 20.2 şeklinde değişmiştir. İmalat sanayiinde ara ve yatırım malları grubunun öneminin artması, buna karşılık tüketim mallan grubunun nispi öneminin azalması ekonomide sanayileşme düzeyinin arttığını gösterir. Bu yapısal değişim aynı zamanda sanayi sektörünün dışa bağımlılığının artmasına neden olmuştur. Sanayide yapısal değişim genelde plân hedefleri yönünde olmuştur. Fakat plânların öngördüğü ölçüde bir yapısal değişme gerçekleşmemiştir. Yatırım malları ve ara mallarındaki gelişme plân hedeflerinin gerisinde kalırken, dayanıklı tüketim malları öngörülenin üstünde gelişmiştir. Sanayideki yapısal değişimin ve gelişmenin bir doğal evrim sonucu olduğu, plânların sanayii yönlendirme de etkili olamadıkları ileri sürülmektedir. Bu dönemde genelde özel kesim tarafından üretilen dayanıklı tüketim malları üretimi çok kârlı hale gelmiştir. Bunun nedeni olarak da temel tüketim mallarına iç talebin sürekli genişlemesi, bu sanayi dallarının dış rekabete karşı etkili biçimde korunması ve özel kesimin faaliyet gösterdiği bu sanayi dallarına, KİT ürünlerinin (ara girdilerin) ucuza arz edilmesi sayılabilir. 7.3.2.3. İmalat Sanayiinde Kamu Kesimi Türkiye'de devlete ait ekonomik işletmelerin en fazla bulunduğu üretim dallarından birisi imalât sanayiidir. İmalat sanayiinde devlete ait işletmelerin tamamı büyük işletme tanımlamasına girmektedir. Devlet imalât sanayiinde büyük işyerlerinin sadece % 4.9'una sahiptir. Bu kesimin istihdamdaki payı % 35.8, büyük işyerleri toplam katma değerindeki payı % 33.4 dür. Türkiye'de sanayi sektöründe kamu kesiminin ağırlığının yüksek olması şu etkenlere bağlanabilir: I. Türkiye'de 1930'lardan itibaren sanayileşmenin KİT aracılığı ile gerçekleşmesi ilke olarak kabul edilmiş ve bu anlayış içinde birçok alanda KİT'e tekel gücü sağlanmıştır. 2. Geri kalmış yörelerin kalkındırılması ve özel sektörün ilgi duymadığı alanlara yatırım yapılması görevi KİT'e verilmiştir. 3. Ayrıca, KİT politik yatırım aracı, istihdam aracı, bölgesel kalkınma aracı, fiyat kontrol ve düzenleme aracı ve devlete gelir sağlama aracı olarak kullanılmıştır. 4. Nihayet, KİT'in yakın yıllara kadar sanayileşmede gerçekten öncü olduğunu, sanayileşmenin ileri aşamalarına geçmede özel sektör kuruluşlarından, önce davrandığını unutmamak gerekir. 1963-1978 döneminde imalât sanayiinin bütününde kamu kesiminin nispi ağırlığını yavaş yavaş kaybettiği görülür. Devletin nispi payı özellikle tüketim malları üreten sanayi dallarında oldukça hızlı bir gerileme sürecine girmiştir. Üçüncü K.P. döneminde tüketim malları üretiminin % 67.si özel kesim sınai işyerlerinde üretilmiştir. Oysa bu oran plânlı dönemin başlangıcında % 50'nin altında idi. Devletin imalât sanayii üretimindeki nispi 21 payının giderek küçülmesi, özel kesimin daha hızlı gelişmesi ile birlikte, KİT'in içinde bulundukları sorunlar ile açıklanabilir. Öte yandan, devletin altyapı yatırımlarına yönelerek üretken kesimlere daha az yatırım yapması bu oluşumun başka bir nedenidir. 7.5.1. Fiyatlar Genel Seviyesinde Değişmeler 1963-1970 dönemi Türkiye ekonomisinde yüksek büyüme hızı ile fiyat istikrarının bir arada yaşandığı bir dönem olmuştur. Bu dönemde GSMH yılda ortalama % 6.7 oranında büyürken, ortalama enflasyon oran % 5.3 civarında kalmıştır. GSMH'nin yüksek oranlarda büyümesi 1970'den sonra da devam etmiştir. Fakat ekonominin fiyat istikrarı 1970'den sonra bozulmuştur. 1974 yılı bir yana bırakılırsa 1971-1976 döneminde fiyatlar genel seviyesi yılda % 10 ile % 20 arasında değişen oranlarda yükselmiştir. 1974 yılında Kıbrıs Barış Harekatından dolayı askeri harcamaların olağanüstü seviyede artması yıllık enflasyon hızının % 30'lara tırmanmasına neden olmuştur, fakat devam eden iki yılda enflasyon oranı % 9.9 ve % 15.7 seviyelerine çekilebilmiştir. 1971-1976 dönemi fiyat istikrarının bozulduğu, fakat yıllık fiyat artışlarının % 20'nin altında tutulabildiği, yüksek büyüme oranının sürdürülebildiği bir dönemdir. 1977'den İtibaren ekonomide hem fiyat istikrarı kesin biçimde bozulmuş, enflasyon kontrolden çıkmış, hem de GSMH yıllık büyüme oranları süratle gerileyerek 1979 da % l’e kadar düşmüştür. I980"de enflasyon oranı % I00’ü aşmış, GSMH bir önceki yıla göre reel olarak azalmıştır. Ekonomi 1977’den sonra çok ağır bir bunalım dönemine girmiştir. Fiyatların istikrar içinde seyrettiği 1963-70 döneminde yılda ortalama %' 6.3 oranında bir büyüme hızı sağlanmıştır. Fiyat artışlarının yılda ortalama % 15- % 20 arasında seyrettiği 1971-1976 döneminde GSMH büyüme oranının yılda ortalama % 7.4'e yükseldiğini görüyoruz. Enflasyonun kontrolden çıktığı 1970'Ii yılların sonlarında ise büyüme hızı çok büyük ölçüde düşmüştür. Büyüme hızının düşmesinin temel nedeni döviz darboğazıdır. 1970'li yılların ikinci yarısında girilen döviz darboğazında ise enflasyonun da rolü vardır, fakat tek neden enflasyon değildir. Türkiye'de, 1970’li yıllarda fiyat artış hızlarının giderek yükselmesinde birçok faktörün etkisi vardır. Enflasyona neden olan bu faktörlerin en önemlilerini şu şekilde sıralayabiliriz: 1- Kamu harcamalarının artmasından kaynaklanan para arzı genişlemesi, 2- Ağustos 1970'de yapılan devalüasyonun fiyatlar üzerindeki etkileri, 3- İthal malları fiyatlarının (özellikle petrol fiyatlarının) yükselmesi, 4- Tarım ürünleri taban fiyatlarının yükseltilmesi, 5- Devlet personel yükseltilmesi, kanununda yapılan değişiklik sonucu memur maaşlarının 6- Sendikalı kesimde işçi ücretlerinin fiyat artışlarını takiben ve onu karşılamak için yükseltilmesi, 2 Türkiye Ekonomisi Ders Notları 7- Kıbrıs Barış Harekâtının ekonomiye getirdiği dolaylı ve dolaysız maliyetler; silah ambargosu ve dış yardımların kısıntıya uğraması vb. sayılabilir. 7.5.2. Para Arzı ve Fiyatlar 1963-79 döneminde toplam para arzı yılda ortalama % 23.9 oranında genişleyerek 10.9 milyar TL.den 432 milyar TL.'ye ulaşmıştır. Bu dönemde, para arzı yaklaşık 40 katı artmıştır. Para arzındaki genişlemeyi dönemler itibariyle incelediğimizde şunu görüyoruz: 1970'den önce kaydi para asli paradan daha hızlı genişlemiştir. Ticari banka sisteminden özel kesim daha fazla kredi kullandığına göre bu para arzı artışının ekonomide mal ve hizmet arzı artışının normal sonucu olduğu anlaşılır. Nitekim 1963-1970 döneminde GSMH yılda ortalama % 6.5 oranında artmıştır. 1970'den sonra emisyon hacmindeki genişlemenim daha hızlı olduğunu görüyoruz. Toplam para arzı 1971-1976 döneminde yılda ortalama % 27.5'e ulaşmıştır. Bu dönemde fiyat artışları para stokunun reel değerini düşürerek paraya talebi yükseltmiştir. Asıl önemlisi, kamu kesimi harcamalarının artması ve kamu kesimi açıklarının olağanüstü boyutlarda genişlemesi TCMB kaynakları üzerindeki baskıyı artırmıştır. Özellikle, 1977-1979 yılları arasında emisyon hacmi yılda ortalama % 53'ü aşmıştır. Hükümet, KİT’in finansman açıklarını ve genel bütçe açıklarını kapatmak için giderek artan oranda TCMB kaynaklarına başvurunca para arzı genişlemesi ve enflasyon birbirinin neden ve sonucu olmuşlardır. Son yıllarda TCMB kredilerinden özel kesime ayrılan pay % 25'e kadar gerilerken, hazineye ve KİT'e tahsis edilen pay süratle yükselmiştir. 7.5.3. Bütçe ve Maliye Politikaları 1970'li yıllarda para arzı genişlemesi ile bütçe ve maliye politikasının da yakın ilişkisi vardır. Bu dönemde maliye politikası kendinden beklenen işlevleri yerine getirememiş ve parasal genişlemeyi ve istikrarsızlığı körüklemiştir. Birinci K.P. döneminde oldukça mütevazi seviyede kalan açıklar, özellikle 1971 'den sonra süratle genişlemiştir. Kamu gelirleri ile kamu harcamaları arasındaki bu açık süratle genişlemiştir. Kamu gelirleri ile kamu harcamaları arasındaki bu açık ek finansmana ihtiyaç doğurmuştur. Ek finansman için kaynak iç ve dış borçlanmalarla veya hazinenin TCMB'den aldığı kısa vadeli avanslarla karşılanmıştır. Dönemin sonlarında kamu kesimi açıkları daha çok hazine borçlanması ile kapatılmıştır. Bu, açıktan finansman olayı ekonomide arz talep dengesini bozarak enflasyonu daha da ağırlaştıran etki yapmış olmalıdır. 1975'den sonra kamu kesiminin iç borçları da çok süratli yükselmiştir. 1963'de 10.4 milyar TL. olan devlet iç borç stoku, 1978'de 178.7 milyar TL.ye ulaşmıştır. Bunun 2/3'ü genel bütçeden, 1/3'ü de belediyeler tarafından ödenecek borçlardı. 1975-1978 döneminde kamu kesimi iç borçları yılda ortalama % 43 oranında artmıştır. Kısaca, 1970'den sonra Türkiye'de yaşanan enflasyonda bir çok iç ve dış etkenin rolü vardır. Fakat bunlar arasında kamu kesimi açıkları ve bunun yarattığı parasal genişleme en önde gelmektedir. 1977'den sonra iyice kontrolden çıkan enflasyonun Türkiye'de ekonomik ve toplumsal maliyeti yüksek olmuştur. 7.6. İlk Üç Plân Döneminde Dış Ekonomik İlişkilerde Gelişmeler 23 Türkiye ithal ikameci, yerli sanayiini korumayı ve geliştirmeyi amaçlayan bir dış ticaret politikası takip etmiştir. İhracat; yine büyük ölçüde tarımsal ürünlere dayanmıştır. İthalat kapasitesinde sınırlı sayılacak genişleme karşısında, ithalatını kotalarla, ikili antlaşmalara ve kontrollü kambiyo politikası ile finanse edebileceği çerçevede tutmaya çalışmıştır. Bu nedenle, Türkiye'nin dış ticaret hacminin GSMH'ye oranı aynı gelişim düzeyinde bulunduğu OGÜ grubu ortalamasına göre daha düşük düzeyde kalmıştır. Türkiye ekonomisinin çarpıcı bir karakteristiği de dış ticaretinin uzun vadede milli gelirdeki artışlara özdeş bir gelişme göstermemiş olması ve böylece ekonomik gelişmeyi sürükleyici değil, fakat sınırlayıcı bir özelliğe sahip bulunmasıdır. Bu bakımdan Türkiye benzer gelişme düzeyindeki ülkelerin pek çoğuna göre, dışa kapalı bir ekonomiye sahiptir. Örneğin Üçüncü K.P. nın son yılı olan 1977'de dış ticaret hacmi GSMH'nın % 16'sı civarındadır. Oysa tüm az gelişmiş ülkeler ortalaması olarak bu oran % 30.3 idi. Türkiye ekonomisinin bu nispi otarşik durumu kısmen ülkenin doğal donatımı ile kısmen de takip edilen sanayileşme politikası ile açıklanabilir. Türkiye'de ithal İkameci sanayileşme politikası, korumacı dış ticaret politikası ve bunları tamamlayan aşırı değerlendirilmiş döviz kuru politikası ile birlikte, ekonomiye içe dönük üretim yapan bir sınai yapı kazandırmıştır. Ancak bu üretim yapısının işleyişi, sermaye malları ve ara malların ithalatına bağlı olduğundan ekonominin döviz talebi giderek artmıştır. Buna karşılık, üretim içe dönük programlandığından ve iç piyasalar kârlı olduğundan ihracat artmamıştır. İhracat geleneksel tarım ürünleri ile sınırlı kalmaya devam etmiştir. Türkiye iklimin normal geçtiği yıllarda tarımda rahatça kendine yeterli olmakta ve ihtiyacı olan sınai maddeleri, kimi ara mallar (petrol, petro kimya ürünleri ve lastik vb.) ve yatırım malları dışında, kendisi üretebilmektedir. Öte yandan, Türkiye uluslararası ticarette konu olan herhangi temel bir malın belli başlı üreticisi ve satıcısı da değildir. Bununla birlikte, Türk ekonomisi uluslararası piyasalardaki dalgalanmalardan geçmişe göre daha fazla etkilenir bir duruma gelmiştir. Türk sanayii makine, petrol ve yedek parça ithalatına büyük ölçüde bağımlıdır. Bu malların ithalatının aksaması Türkiye ekonomisinin çarkları durmasına yol açabilecektir. Nitekim 1958-1960 ve 1978-1980 yıllarında yaşanan ekonomik bunalımlar döviz darboğazından kaynaklanmıştır. Bu soruna uzun vadeli, köklü bir çözüm bulunmadıkça, ekonominin gelecekte yine bunalımlarla karşılaşması kaçınılmazdır. Bu dönem için dış ticaret bilançosu ve 1973 bir bırakılırsa, cari işlemler bilançosu, hep açık vermiştir. Doğal olarak bu durum Türkiye'yi net bir yabancı sermaye ithalatçısı yapmıştır. 1970 Devalüasyonu 1970'li yıllara girilirken dış ticaret açıkları genişlemiştir. Dış kaynak girişleri de beklenen ölçülerde gerçekleşmeyince, Türkiye döviz darboğazı şeklinde ortaya çıkan bir ekonomik bunalımla karşı karşıya kalmıştır. Gerçekte dış ticaret çevreleri 1960'lı yılların ortalarından itibaren bir devalüasyon beklentisi içine girmişlerdir. 1969 sonlarında verilen ithalat lisansları, döviz tahsis edilemediğinden, 30-40 hafta gibi uzun süreli gecikmeler ile gerçekleştirilebilmiştir. Hükümet devalüasyon ilan etmemiş, fakat katlı kur uygulaması ile 4 Türkiye Ekonomisi Ders Notları dış ticaret açığını azaltmaya çalışmıştır. Sonunda, Hükümet, dış kredi çevrelerinin baskısı ile Ağustos 1970'de TL.’yı devalüasyonunu da içeren bir ekonomik önlemler paketini uygulamaya koymuştur. 1 ABD Doları 9 TL den 15 TL.ye yükseltilerek, TL % 40 oranında devalüe edilmiştir. Pakette ihracatı özendirmeye yönelik vergi indirimleri ve kredi kolaylıkları da vardı. Dış ticareti etkileyen miktar kısıtlamalarında değişiklik yapılmış, iç fiyatlarda ayarlamalara gidilmiş, faiz ve iskonto oranları yükseltilmişti. 1970'de uygulamaya konan ekonomik önlemler paketi devam eden dört yılda oldukça olumlu sonuçlar verdi; dış ticaret açıkları küçüldü. Yurt dışında çalışan işçilerin gönderdikleri dövizlerin beklenilenin ötesinde artması sonucu cari işlemler bilançosu 1972 yılında sadece 8 milyon dolar bir açıkla kapandı, 1973 yılında ise 484 milyon dolar bir fazla verdi. Türkiye 1970 devalüasyonundan sonra dış ödemelerinde bir kaç yıl kısmi bir rahatlık yaşadı. Bunda işçi dövizlerindeki artışın çok büyük bir payı olduğunu kabul etmek gerekir. Nitekim, devalüasyonu takip eden yıllarda 1 milyar dolar/yıl aşan işçi dövizleri, mal ihracatı gelirlerinin % 70 ila % 95'ine ulaşmıştı. 1970-1973 döneminde Türkiye'nin altın ve döviz rezervlerinde 1.8 milyar dolar tutarında bir artış gerçekleşmişti. 1975'den sonra dış ekonomik ilişkilerdeki gelişmeler Türkiye ekonomisinde daha önce geçirilen tecrübelerin ötesinde bir bunalıma yol açtı. 1973-1974 yıllarında petrol fiyatlarının dört kat yükselmesi ithalatın 1973'deki 2 milyar dolar seviyesinden 1977'de 6 milyar dolar seviyesine çıkmasında en önemli etken oldu. Bu arada, dünyada konjonktürün düşüşe geçmesi ve TL.nin yeniden aşırı değerlenmesi sonucu ihracat ancak 400 milyon dolar yükselebildi. İşçi dövizleri yine resmi döviz kurunun aşırı değerlenmesi nedeniyle 1974'de milyar dolar seviyesinden 1 milyar dolar seviyelerine indi. Sonuçta ödemeler bilançosu açığı görülmedik boyutlarda artarak 1977'de 3.4 milyar dolara ulaştı. Türkiye için olağanüstü boyutlara ulaşan ödemeler bilançosu açığı elverişsiz şartlar arzeden kısa vadeli krediler ve ticari krediler şeklinde daha geniş çaplı bir dış borçlanmaya neden oldu. Bu durum dış borç servisi yükünün aniden ağırlaşmasına yol açtı. 1972-1977 arasında kısa vadeli dış borçlar 190 milyon dolardan 6.6 milyar dolara yükseldi. Ortalama borç faizi arttı, ortalama vade kısaldı. I970'de 1.9 milyar dolar civarında bulunan dış' borçlar I979'da 16.0 milyar dolara ulaştı. Bu borcun 11.6 milyar dolan orta-uzun vadeli 4.4 milyar doları ise kısa vadeli borçlardan oluşuyordu. Bu borçların 10.9 milyar doları kamu kesimi tarafından, 6.7 milyar doları özel kesim tarafından alınmıştı. Türkiye'ye uzun vadeli kredi açan ülke ve kuruluşların başında Batı Almanya, A.B.D., Dünya Bankası, IDA, IFC ve diğer uluslararası kuruluşlar gelmektedir. 1970'lerin ikinci yansında artan kısa vadeli borçların da kaynaklan çok çeşitlidir. Bu kredilerin çok büyük bir bölümü Dövize Çevrilebilir Mevduat (DÇM) adı altında 1967 yılında başlatılan, fakat 1970'den sonra Türk firmalarının Avrupa para piyasasından borçlanmaları için bir araç haline gelen uygulama çerçevesinde ekonomiye girmişti. 1978'de DÇM kredileri 3.1 milyar dolar tahmin edilmektedir. Bu miktar toplam kısa vadeli kredilerin % 41 'ine ulaşmakladır. Kısa vadeli kredilerin geri kalan kısmı banker kredilerinden, kamu kesimine açıktan ödemelerden, özel ithalatçılara kabul kredilerinden ve ithal malı karşılığı ticari kredilerden oluşmakta idi. 25 Bu dönemde Türkiye aşırı ölçüde kısa vadeli borç alan tek ülke değildi, Türkiye'nin artan borçlanması dünya çapındaki borçlanma dalgasının bir parçası idi. Uluslararası bankacılık sistemi OPEC ülkeleri tarafından elde edilen fonların petrol ihracatçısı olmayan gelişmekte olan ülkelere kredi şeklinde aktarılması mekanizmasını harekete geçirmişti. 1970'Ii yılların sonlarında, Türkiye'nin dış borç ana para ve faiz ödemelerine, artan petrol ödemeleri de eklendiğinde, meydana çıkan döviz talebini karşılamak için, 1978'de ihracat artı işçi gelirlerinin % 84.3'ünü tahsis etmek gerekiyordu. Kısa vadeli borçlardaki bu anormal artış, hükümetleri bunları uzun vadeli krediye dönüştürmek için uluslararası kuruluşlar nezdinde taze kredi aramaya ve görüşmeler yapmaya şevketti. Bu süreçte Türkiye'nin IMF ile ilişkileri belirleyici bir faktördü. Kısa sürede sürüklenilen döviz darboğazı ve ekonomik bunalım, ithalatın kısıtlanmasına ve kambiyo kontrollerinin artmasına yol açtı. Bunun kaçınılmaz bir sonucu olarak, gerek ihracatta gerekse ithalatta oldukça yaygın bir karaborsa ortaya çıktı. Yapılan tahminlere göre, yasal olmayan yollardan gerçekleştirilen ithalat 1976'da 2 milyar dolar civarında idi. Yine bu büyüklükte bir ihracat yasa dışı yollardan gerçekleştiriliyordu. 1979'da yasa dışı ithalatın 4 milyar dolar seviyesine ulaştığı ve bunun, 3.6 ile 4.5 miyar dolar civarında olduğu tahmin edilen yasa dışı döviz kazançları ile dengelendiği ileri sürülmektedir. Bu döviz kazançları, karaborsaya akan işçi dövizleri, beyan edilmemiş ve kaçak ihracat ve silah ve esrar kaçakçılığı ile temin ediliyordu. Yasa dışı ithalat içinde, altın ve silah ticareti yanında normal yollardan döviz yokluğu nedeniyle satın alınamayan tüketim mallan, ara ve yatırım malları yer alıyordu. Tahminlere göre, 1977-1979 yıllarında kaçak yollardan gerçekleştirilen dış ticaret hacmi resmi dış ticaretin üstüne çıkmıştı. İlk üç plân döneminde dış ticaretin yapısında önemli değişmeler oldu. Toplam ihracat gelirleri içinde tarım ürünlerinin nispi payı Birinci K.P. dönmindeki ortalama % 79.3 seviyesinden üçüncü K.P. döneminde % 60'lara kadar geriledi. Buna karşılık, sınai mallan ihracatı aynı dönemde % 16.7'lik bir paydan % 34.2'ye ulaştı. 1970'lerin ikinci yansında tahıl ihracatı toplam ihracat gelirlerinin ortalama % l0'unu temin eder duruma gelmişti ve süreklilik kazanmıştı. Hatırlanacağı gibi, geçmişte, hatta 1950-1960 döneminde ve 1970'li yılların ilk yarısında Türkiye ihtiyacı olan tahılın bir kısmını zaman zaman dışardan satın almak zorunda kalıyordu. Belirtilen dönemde ihracattaki yapısal değişme sınırlı kalmıştır. Türkiye hâlâ bir tarım ürünleri ve hammadde ihracatçısı idi. 1963-1977 döneminde sanayileşmede ulaşılan aşamaya paralel olarak, ithalatın birleşiminde de önemli sayılacak değişme olmuştur. Yatırım malları ve ara malları ithalatı oran olarak yükselirken, tüketim mallarının ithalat ödemelerindeki payı % 3.5 kadar gerilemiştir. İthalatta yatırım mallan ve ara malları paylarının yükselmesi ekonominin dışa bağımlılığını arttırmıştır. 1973-1978 döneminde ara mallar ve hammaddeler ithalatı içinde petrol ithalatının payı % 22.3'e yükselmiştir. Halbuki bu oran Birinci K.P. döneminde % 9.3 düzeyinde idi. Dış ticaretin bölgesel dağılımı konusunda şunları söyleyebiliriz: 1950’li yıllarda olduğu gibi, plânlı dönemde de Türkiye'nin dış ticaretteki en önemli partnerleri Batı Avrupa 6 Türkiye Ekonomisi Ders Notları ülkeleridir. Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) ve Serbest Bölge (EFTA) adı altında toplanan Batı Avrupa ülkelerinin Türkiye’nin dış ticaretindeki nispi payları 1960-65 döneminde % 50.7 civarındadır. Bu dönemde ABD ve Kanada'nın Türkiye dış ticaretindeki ortak payları % 24'ü aşmaktadır. Doğu Bloku ülkelerinin ise % 9 civarında bir payları vardır. İkinci I K.P. döneminde ABD'nin dış ticaretimizdeki yeri daralmış. Batı Avrupa ve Doğu Bloku ülkelerinin dış ticaretimizdeki payları yükselmiştir (% 56 ve % 12.4). Üçüncü K.P. döneminde ise Türkiye'nin dış ticaretinde Üçüncü Dünya ülkelerine doğru dikkati çeken bir kayma meydana gelmiştir. Bu ülkelerin Türkiye dış ticaretindeki nispi payları % 38'e ulaşırken, AET ülkelerinin payı % 46'ya, ABD'ninki % 8.4'e ve Doğu Bloku ülkelerinin payı % 7.6 ya düşmüştür. Ekonomik bunalımın ağırlaştığı dönemde Türkiye'nin dış ticareti serbest döviz bölgesinden ikili antlaşmalı ülkelere, özellikle Ortadoğu ülkelerine kaymıştır. I970'li yıların ikinci yarısında dış ticaret hadlerindeki aleyhe gelişme süratlenmiştir. Dış ödemeler bilançosu açıklarının büyümesinde, diğer faktörlerle birlikte, dış ticaret hadlerinin aleyhe gelişmesi de etkili olmuştur. 1968=100 olmak üzere 1972-1973 yıllarında Türkiye'nin lehine gelişen dış ticaret hadleri, 1974'den sonra, petrol fiyatlarındaki süratli yükselmeyi takiben aleyhe dönmüş ve I974'de 84.6, 1976'da 81.6 ve 1977'de 76.9'a gerilemiştir. Plânlı kalkınma döneminde AET ile ilişkiler Türkiye'nin dış ekonomik ilişkilerine damgasını vurmuştur, denilebilir. Türkiye 1963 yılında imzaladığı Ankara Antlaşması ile AET'ye ortak üye (veya aday üye) olmuştu. Bu antlaşmaya göre, Türkiye'nin AET ye tam üyeliği üç aşamalı bir süreç sonucu gerçekleşecekti. Türkiye'nin en erken 1980, en geç 1995 yılında tam üyeliğe geçiş aşamasına gelmesi Öngörülmüştü. Aradan geçen sürede Türkiye'nin ekonomisini AET ülkeleri ile aynı ortaklık içinde bulunabilecek bir asgari düzeye ulaştırması, AET ülkelerinin de bu konuda Türkiye'ye maddi yardımda bulunmaları karara bağlanmıştı. Türkiye Üçüncü K.P. nını bu yeni amaca ve stratejiye göre hazırlayarak yürürlüğe koydu. Bu strateji Türkiye'nin ekonomisini 1995'de İtalya'nın 1973'deki gelişmişlik seviyesine ulaştırması idi. Hazırlık aşaması olarak adlandırılan ilk aşamada AET Türkiye'ye tercihli tarife ve kota kolaylığında ve 175 milyon dolar tutarında mali yardım şeklinde tek yanlı yardımlarda bulunacak idi. Birinci aşama 1973'e kadar sürdü. İkinci aşamayı (geçiş aşamasını) 1970 yılında imzalanan Ek Protokol düzenliyordu. Ek Protokol Türkiye ile AET arasında gümrük tarifelerinin ve diğer ticaret engellerinin kademeli olarak kaldırılmasını öngörüyordu. Fakat antlaşmalarda öngörülenin aksine, Türkiye AET ülkelerinden yeterli yardım göremedi. AET ülkeleri üçüncü ülkelere tanıdıkları ayrıcalıkları bile ''Ortak Üye" olan Türkiye'ye tanımak istemediler. Katma Protokolde öngörülmesine karşılık, Avrupa'daki 7'ürk işçilerinin serbest dolaşım haklarına işlerlik kazandırmadılar. Türkiye'nin başta gelen sınai ihraç ürünü olan tekstil ürünlerine kota uyguladılar ve bu kotayı dar bir çerçevede tuttular. Yine tarım ürünlerinde sınırlayıcı bir tutum içine girdiler. Hatta Türk vatandaşları için vize uygulaması başlattılar. Bu olumsuz gelişmeler üzerine Türkiye, Ekim I978'de AET ile ilişkilerini beş yıllık bir süre için dondurma yoluna gitti. Beş Yıllık Kalkınma Planları 1.Beş Yıllık Kalkınma 1963-1967 2. Birinci Beş Yıllık Kalkınma 1968-1972 27 3. Birinci Beş Yıllık Kalkınma 1973-1978 4. Birinci Beş Yıllık Kalkınma 1979-1983 5. Birinci Beş Yıllık Kalkınma 1985-1989 6. Birinci Beş Yıllık Kalkınma 1990-1994 7. Birinci Beş Yıllık Kalkınma 1996-2000 8. Birinci Beş Yıllık Kalkınma 2001-2005 9. Beş Yıllık Kalkınma 2007-2013 10.Beş Yıllık Kalkınma 2014-2018 Özet 27 Mayıs hareketinden sonra kurulan Milli Birlik Komitesi 30 Eylül 1960'ta 91 sayılı yasayla Devlet Planlama Teşkilatını kurdu. 1961 yılında kabul edilen Anayasa DPT'yi Başbakanlığa bağlı bir Anayasal kurum haline getirdi. DPT kurulduktan sonra 1963-1980 arasında dört tane beş yıllık plan hazırlanmıştır. Birbirine benzer nitelikte olan bu planlarda, Türkiye daha önceki planlardan farklı olarak, Jan Timbergen'in üç aşamalı plan yaklaşımını benimsemiştir. Bu planlarda Harrod-Domar tipi bir büyüme modeline dayanan bir makro model kurulmakta, sonra bu planın hedefleriyle uyumlu sektörel planlar hazırlanmakta, daha sonra da proje değerlendirmeleri yapilarak her plan dönemi içinde gerçekleştirilecek projeler seçilmektedir. Hazırlanan dört plandan 1963-1967 arasındaki Birinci Beş Yıllık Planda ve 1968-1972 arasındaki İkinci Beş Yıllık Planda yüzde 7'lik bir GSMH büyümesi öngörülmüştür. 1973-1977 dönemini kapsayan Üçüncü Beş Yıllık Planda yılda yüzde 7,9'luk, 1979-1983 dönemini kapsayan Dördüncü Beş Yıllık Planda yılda yüzde 8'lik bir GSMH büyümesi öngörülmüştür. Bu planlarda genellikle para-kredi-kambiyo politikaları ilgi alanı dışında bırakılmıştır. Planlarda egemen olan bir karma ekonomi mantığıdır. Gelişmenin devlet ve özel kesimin birlikte gayretiyle gerçekleştirileceği kabul edilmektedir. Plan kararlarının kamu kesimi için emredici, özel kesim için yol gösterici olacağı varsayılmaktadır. KAYNAKÇA Emiroğlu, Kudret [2006], Ekonomi Sözlüğü, Ankara: Bilim-Sanat Kitabevi. Kazgan, Gülten [2012] Tanzimat’tan 21.Yüzyıla Türkiye Ekonomisi, Üniversitesi Yayınları. İstanbul: Bilgi Kepenek, Yakup ve Nurhan YENTÜRK [2000], Türkiye Ekonomisi, İstanbul: Remzi Kitabevi. Özer, Mustafa (Editör) (2004); Türkiye Ekonomisi, Anadolu Üniversitesi Açık Öğretim 8 Türkiye Ekonomisi Ders Notları Fakültesi Yayınları. Sönmez, Atilla [2003], Doğu Asya Mucizesi ve Bunalımı Türkiye İçin Dersler, İstanbul: Bilgi Üniversitesi Yayınları. Şahin, Hüseyin[2001], Türkiye Ekonomisi: Tarihsel Gelişimi – Bugünkü Durumu, Bursa: Ezgi Kitabevi. Yenal, Oktay [2003], Cumhuriyet’in İktisat Tarihi, İstanbul: Homer Kitabevi. Zürcher, Erik Jan [2010], Modernleşen Türkiye'nin Tarihi, İstanbul: İletişim Yayınları. Sorular. 1.Türkiye'de hazırlanan ilk kalkınma planı aşağıdakilerden hangisidir? [a] Birinci Beş Yıllık Kalkınma Planı, 1963 [b] Türkiye İktisadi Kalkınma Planı, 1947 [c] Birinci Beş Yıllık Sanayileşme Planı, 1933 [d] Marshall Planı, 1948 [e] KİT’ler Planı, 1938 2. Türkiye’nin dış ticaret politikalarında köklü değişikliklere yol açan yapısal düzenlemeler hangi plan döneminde uygulanmaya başlamıştır? (TODAİE, 2008) [a] Birinci Beş Yıllık Kalkınma Planı [b] İkinci Beş Yıllık Kalkınma Planı [c] Üçüncü Beş Yıllık Kalkınma Planı [d] Dördüncü Beş Yıllık Kalkınma Planı [e] Beşinci Beş Yıllık Kalkınma Planı 3. Dokuzuncu Kalkınma Planı hangi yıllan kapsamaktadır? (TODAİE, 2009) [a] 1990- 1994 [b] 1995-2001 [c] 1996 - 2000 [d] 2001 - 2005 [e] 2007-2013 4.Aşağıdakilerden hangisi 1960’lı yıllarda nedenlerinden biri değildir? (TODAİE, 2007) planlı kalkınmaya geçilmesinin 29 [a] 1950’li yılların sonlarındaki dış ödeme güçlükleri ve enflasyon [b] Ekonomi yönetiminde teknokratlara yer verme isteği [c] Dünyadaki planlama uygulamalarının başarısı [d] Yerli ticaret sermayesinin daha çok kaynak istemesi [e] Dış borç verenlerin isteği 5.Aşağıdakilerden hangisi 1960 sonrası planlı gelişme döneminde sanayileşme politikalarının özelliklerinden biridir? (TODAİE, 2011) [a] İhracata dayalı büyüme modelinin benimsenmesi [b] Yatırımların ağırlıklı olarak tarım sektöründe yoğunlaşması [c] İthal ikameci sanayileşme modelinin uygulanması [d] KİT’lerin ihracat ekseninde yeniden düzenlenmesi [e] Yabancı sermaye yatırımlarına asla izin verilmemesi Cevaplar: 1. A 2. D 3. E 4. D 5. B uygulanan