SÖYLEMSEL AYRIMCILIK VE DIŞAVURUMLARI1 KRISTINA BORÉUS2 İnsan ırkının koruma ve gelişmesi, tabi ki, devletin önemli konuları arasındadır. Fakat fiziksel ve psikolojik açıdan aşağı bireylerin sayıca fazla varlıkları toplum üzerine birçok açıdan yük olmaktadır. Bu alıntı korkunç görünebilir, fakat maalesef ki konu edindiği zamanın ve mekânın tek örneği değildir: 1933 İsveç Parlamentosu3. Alıntıda aşağı diye nitelendirilen insanlar, sosyal olarak dışlanmış, ayrımcılığa tabi tutulmuş, fiziksel olarak saldırıya uğramış ve değişik topluluklar tarafından değişik zamanlarda zulme uğramışlardır. Bu tür düşmanlıklar, kurbana fiziksel bir zararı olmayan önyargılar kadar hafif veya soykırıma varabilecek kadar şiddetli olabilir. Şiddeti ne olursa olsun, bu tür süreçler, kurbanları için yıkımdan başka bir şey değildir. Aynı zamanda, bu düşmanlıklar, toplumda kurbanların dışında kalan diğerleri için de zararlı olarak görülebilir. Makalede değinilecek konuya gelirsek, konusu ayrımcılık -söylemsel ayrımcılık- olan ve konuyu belirli bir yönden inceleyen bir araştırma projesinin öncü bulgularını sunacağım 4. Araştırma materyallerim 1932-33, 197071 ve 1994-95 dönemlerinde İsveç’te kamuoyuna sunulmuş metinlerin corpusunu5 (külliyatını) içerir. İçinde bulunduğumuz yüzyılın başlangıcında derlenmiş birkaç metin de konu dâhilindedir. Bu külliyat ise parlamento metinleri, seçim propagandaları, birkaç gazete makalesi ve televizyon programından derlenmiştir. Değişik zaman dilimlerinde, İsveç’te genel söylemin içinde insanların nasıl sağır, zihinsel engelli, fahişe ve göçmen diye kategorize edildiğinin derin bir metinsel analizi yapılmıştır. Makalenin temel amaçları, genelde söylemsel ayrımcılığın analizinin daha iyi yollarını geliştirmek ve bahsedilen grupların tabi olduğu söylemsel ayrımcılıkla ilgili birikimimize yeni bilgiler eklemektir. Makalede, söylemsel ayrımcılık ve bu çalışmada kullanılacak olan diğer temel analitik kavram olan ötekileştirme terimlerinin ne anlama geldiği açıklanacaktır ve söylemsel ayrımcılık ile ötekileştirme kavramlarının metinlerde ve genel söylemde nasıl dışavurulabileceğini izah edecektir. Külliyatın 1932-33 döneminde genel söylemde sağır ve dilsiz (dövstumma) olarak nitelendirilen insanlara karşı tavrı konu edinen kısmının analizinin sonuçları da okuyucuya sunulacaktır. Ötekileştirme Çağdaş edebiyatın içinde Öteki kavramı sıklıkla kullanılmasına rağmen genelde adamakıllı tanımlanmamıştır. Ben, Öteki anlayışını de Beauvoir (1997/1949) ve Todorov’u (1999) temel alarak kullanıyorum. Makalede kullanılan kavram ise ötekileştirmedir. Bu kavramla, biz ve onlar arasında yaratılan zihinsel farkı anlatmaya çalışıyorum. Daha az ötekileştirme, Öteki ile daha fazla özdeşim kurma ve daha fazla benzerlik olarak algılanır. Daha fazla ötekileştirme ise uzlaşmanın ötelenmesini ve biz ve onlar arasındaki farklılığın daha ciddi boyutlarda ortaya çıkmasını beraberinde getirir. Ötekileştirmenin söylemsel ayrımcılık süreçlerinde çok önemli bir yeri olsa da, kaçınılmaz olarak ayrımcı değildir. Ötekileştirme, kendi içinde Ötekine karşı olumsuz tutum anlamına gelmez. Bunun ilginç bir örneği egzotizmdir. Öteki, bilinmeyen yabancıdır fakat aynı zamanda güzeldir (Riggins 1997: 5). Burada Öteki, modern dünyanın dışından gelen ve gerçekte farklı biri olarak algılansa da, ilginç ve iyi bir bakış açısıyla bizden üstün olan olarak da yorumlanabilir. Bütün kahramanlar ötekileştirilmişlerdir fakat onları bizden farklı kılan ve kendimizde istediğimiz tüm iyi özelliklerin vücut bulmuş hali olan öteki onlardır. Ayrımcılık ve ötekileştirme kavramları arasındaki farkın vurgulanması gerektiğini düşünüyorum. Ayrımcılık, düşmanca ve aşağılayıcıdır. Toplumlarda cereyan etmesi zaruri değildir. Fakat ötekileştirme kaçınılmaz olabilir; belki diğer insanları sınıflandırma ve insanlar arasındaki farkları bulma ve farklılıklar üzerine kafa yorma gibi 1 Metin hakkındaki yorumlarında ötürü Pingo Kåreholt ve Katharina Tollin’e teşekkür etmek istiyorum. Stockholm Üniversitesi, Siyaset Bilimi Bölümü, SE-106 91, kristina.boreus@statsvet.su.se 3 Rapor No: 12, 1933, sterilizasyon yasası için yeni yasa teklifi geliştirmesi hakkında bütçe düzenlemesi toplantıları, II. Daimi Kanun Komisyonu. Burada, komisyon 1922’de aynı konu üzerine olan raporu kabul ettiğini belirtiyor. 4 Bu makale yazılırken araştırma daha tamamlanmamıştı. Hâlihazırda, bu araştırma üzerine bir kitap yazıyorum ama aynı zamanda hem corpus (külliyat) analizleri, hem de teorik çerçevenin geliştirilmesi için çalışıyorum. 5 Corpus genelde dilbiliminde kullanılan ve yazılı metinlerden derlenen sözel verileri içeren bir terimdir (Tr. Külliyat, çevirmen notu). 2 1 beşeri isteklerin parçasıdır. Eğer bu analitik farklılık ortaya konulmazsa, ayrımcılık nerede başlar ve farklılık algısı ne zaman Öteki için tehlikeli olmaya başlar gibi iki önemli sorunun araştırılması imkânsız hale gelir. Ötekileştirme çeşitli yollarla yapılabilir. Makalede, iki örnek üzerinde duracağım. İlki, Ötekilerin nasıl nitelendiği(genellendiği); ikincisi ise onların nasıl tasvir edildiğiyle ilgilidir. Biz ve onların arasına az veya çok mesafe koymanın yanı sıra bir topluluğu nitelemenin farklı yollarına da kendini ifade etmek için sığınılabilir. Bir topluluk, bir isimle veya isim benzeri bir sıfatla nitelendiğinde ötekileştirme etkisi galebe çalar. Bu da, topluluğun düşünce ve dilde kurulduğunu gösterir ki, kalıcı bir genellemenin temeli de, o toplulukta yer alan insanların özelliklerinin nitelemeyi oluşturacak önemde olduğunu gösterir. Topluluğu bizden farklı kılan bu özelikler hakkında kesin kanaate varılmış olduğundan dolayı, bu tür nitelemeler oldukça güçlü bir ötekileştirme olduğunu gösterir ve gücünü devamlı kılmasına yardımcı olur. Örneğin, hâlihazırda İsveç genel söyleminde, göçmen (invandrare) çoğunlukla her ne kadar belirsiz olsa da belli bir topluluğu niteleyen genelleyen bir isim olarak kullanılır. Sadece isimler değil, sıfatlar da İsveççe’de topluluk isimleri kurmak için kullanılır. Bu durumda, sıfatlar isim benzeri bir hal alır. Külliyattan bir örnek olarak zihinsel engelli anlamındaki sinneslö sıfatı verilebilir. Böyle kullanımlarda, çekim eki sıfata eklenir [İsveççe’de çekim eki eklenecek bir isim olmadığında sıfatlar çekim eki alır (Anderson 1994: 34)]. Aşağıdaki örnekte sinneslöa kelimesinin sonundaki -s harfi bu tür bir çekim ekidir. …man beräknar de sinnesslöas antal i Sverige till o. 12.000. … İsveç’teki zihinsel engellilerin sayısı yaklaşık 12,000 olarak tahmin ediliyor. (Svensk Uppslagsbok, 1935, Sinnesslöhet)6 İsim (insanlar olabilir) aşağıdaki alıntıda olduğu gibi kurala uygun biçimde düşmüştür: Sinnesslöanstalt avser vård och uppfostran av sinnesslöa. Düşkünler evi zihinsel engellilerin (insanların) bakım ve eğitiminin yapıldığı yerdir. (Nordisk Familjebok 1932, Sinnesslöanstalt) İsveççe’de sıfatları bu şekilde isimleştirmek tamamıyla kurallara uygundur ve bu kullanım şekli, zihinsel engelli insanlar veya zihinsel problemden muzdarip insanlar gibi nitelendirilmelerinden ziyade, topluluğun geleneklere daha uygun hale getirildiğini gösterir. Bütün sıfatlar bu şekilde isimleştirilerek kullanılamazlar; genelleme amaçlı olmayan UZUN İNSAN tamlamasındaki isimin düşürülmesi daha özel şartlara bağlıdır. Bir sağır (insan) tanıyorum (Jag känner en döv) cümlesi kurallara uygunken bir uzun(insan) tanıyorum (Jag känner en lång) cümlesi pek uygun değildir. Toplulukları adlandırırken ötekileştirme etkisinin daha az olduğu ifade yöntemi, yine kalıplaşmış olan ama isim veya isimleşmiş sıfat olmayan deyimlerdir. Bu tür bir adlandırma, deyimde bahsi geçen sınıflandırmaya tabi tutulan kişiye, başka bir adlandırmaya da dâhil olabileceği bir alan bırakır. Sınıflandırmadaki bu esneklik, bizden farklı olunmasına daha az vurgu yapıldığı anlamına gelir. Külliyatta 1994-95 döneminde çoğunlukla belli bir topluluğu adlandırmak için kullanılan zihinsel engelli insan (personer med begåvningshandikapp) ifadesi buna bir örnektir. Ötekileştirmenin en az hissedildiği adlandırma yöntemi ise, belirli bir içeriği olan ve deyimlerden farklı olan betimlemelerdir. İsveç’e 12 yıl önce göç eden adam tasviri, bunun bir örneğidir. Bu ifade genel söylemle kullanıldığında, büyük ihtimalle çoğu okuyucunun söz konusu adamı GÖÇMEN sınıflandırmasına sokmasına sebep 6 Külliyatın 1932-33 dönemi derlemesi için İsveççe Ansiklopedisi’nin (Svensk Uppslagsbok) 1929 ile 1937 yılları arasında yayınlanan 30 cildi ve Aileler için İskandinav Ansiklopedisi’nin (Nordisk Familiebok) 1923 ile 1937 yılları arasında yayınlanan 23 cildi kullanılmıştır. Makalede yer alan bir alıntı da Ulusal Ansiklopedi’nin (Nationalencylopedia) 1989 ile 1996 yılları arasında yayınlanmış 20 cildinden derlenmiştir. Külliyattaki tüm çeviriler yazar aittir. 2 olur. Yine de, tasvir, söz konusu adamın yaşamında ülkelere göçmek dışında başka şeyler de yaptığını ve başka sınıflandırmalara da dâhil olabileceğini gösterir. Ötekileştiren tanımlamalar, külliyatta aşağıdaki örnekteki gibi yer alır. Onlar sözü birçok açıdan farklı olduklarını vurgulamak amaçlı kullanılır. Zihinsel engelliler, sadece zihinsel değil fiziksel görünüm açısından da farklı olarak tanımlanırlar: Down sendromu(…) Zekâ geriliği seviyesi orta düzeydedir. Bunun yanı sıra fiziksel gelişimleri de etkilenir. Dış görünümleri kendilerine özgüdür. Alın ve başlarının arkası yassıdır. Göz yuvaları normalden küçüktür ve gözleri çekiktir, ‘gözleri eğridir’. Epicantusları7 kırışıktır. Dilleri büyüktür ve genelde dudaklarının arasından dışarı çıkıntı yapar. Boyunları kısa ve kalındır (…) Down sendromlu bir insanda, beyin ağırlığı ancak normalin %75’i ağırlıktadır. [Ulusal Ansiklopedi (Nationalencyclopedia) 1991, Down sendromu (Downs syndrom)] Yukarıdaki tanımlama kuvvetli bir ötekileştirme tonlamasına sahiptir. Nelerin normalden farklı olduğu üzerinde detaylıca durulmuştur8. Normalin ne olduğu tam olarak verilmemiştir fakat açıktır ki Down sendromlu olmayan bir insanın diliyle kıyaslandığında büyük dil büyük olarak nitelendirilir. Bu bilgi çok açıkça verilmese de Down sendromlu bir insanın hayatı için önemli bir şeydir. Ansiklopediye bu tür bir tanımlamayı koymanın altında yatan amaç ne olursa olsun, ortaya çıkan en açık sonuç, Down sendromlu birisinin normal büyüklükte göz yuvalarına ve kalın olmayan boyna sahip bizden farklı olmasıdır. Hatta söz konusu sendromlu insanların kendilerine özgü görünüşleri (särpräglat utseende) olduğu açıkça belirtilmiştir. Söylemsel Ayrımcılık Çalışmada geçen ayrımcılık, bir gruba aidiyet hisseden insanlara karşı, aidiyet hissettikleri gruptan ötürü olumsuz davranışlar olarak algılanmalıdır. Ayrımcılık, olmaz şartı diğer insanlar tarafından aşağılamak amaçlı direkt davranışların olmadığı adil ve eşit toplum olan ideale tecavüzdür. Söylemsel ayrımcılık ise olumsuz davranışların sözel unsurlarla dışa vurulmasıyla ortaya çıkar (örneğin, fiziksel bir tepki değildir). Mesela, bir gruba aidiyetlik iddiası yapılabilir: ayrımı yapan insanlar, kendi aralarında benzerlik olduğunu düşünmeyen veya olan benzerlikleri aynı gruba aidiyetlik hissi duymak için yeterli önemde görmeyen insanlar arasında benzerlikler olduğu fikrine ulaşabilirler. Bu nedenle, kendilerini aynı gruba ait hissetmemelerine rağmen, bir ülkeye bir zamanlar göç etmiş insanlar veya onların bu göçü hiç görmemiş çocukları bile yabancılar veya göçmenler olarak aynı grupta nitelendirilebilirler. Olumsuz davranışlar, çeşitli tarzlarla metinler ve genel söylemde yer alabilirler. Söylemsel ayrımcılığın bulduğum temel çeşitlerini (1) dışlama, (2) olumsuz öteki temsili, (3) ayrımcı nesneleştirme, (4) grup mensuplarına9 karşı yapılan olumsuz davranışları savunma. (1) Dışlama, insanların kasıtlı biçimde toplumdan dışlanmasını, dışarıda bırakılmalarını ve çeşitli nimetlerden mahrum bırakılmalarını içerdiğinde, genellikle, olumsuz davranış olarak algılanabilir. Söylemsel dışlamanın farklı çeşitleri vardır. Birisini görünmez kılma olarak adlandırıyorum. Genel söylemde bir gruba ait insanlar çeşitli yollarla görünmez kılınabilir. Bunun bir yolu az temsiliyettir: filmler hiçbir zaman lezbiyen veya gay aşk hikâyelerine yer vermezler, fiziksel engelleri görünen insanlar televizyonda yer bulamazlar, kadınlar, çocuklar ve yaşlılar, nüfusun içindeki gerçek oranlarından çok daha az sıklıkla televizyonda temsil edilirler... Çeşitli medya araştırmacılarına göre, daha az sosyal değer atfedilen gruplar medyada ve genel söylemde daha az oranda temsil edilirler. O halde, bu, toplumun bu gruplarının yavaş yavaş daha fazla hasıraltı edilmesi olarak düşünülebilir. Tuchman (1978) bu durumu açıklamak için, bazı ülkelerin televizyonlarında kadınların az temsiliyetini ve kadınların banalleştirilerek önemsizleştirimesini içeren simgesel imha terimini kullanır. En 7 Gözün iç köşesini örten bazı ırklarda (Moğol, Çin) çok belirgin olan deri kıvrımı (Ç.N.). Son dönem külliyatındaki bir başka ansiklopedi Bra Böckers Lexikon 2000 (1996) de Down sendromlu insanların nasıl farklı göründüklerini aynı ölçüde detaylı bir biçimde anlatır ve ayak başparmağı ile ikinci parmak arasında büyük bir boşluk vardır gibi bir ifade içerir. 9 Ayrımcılığa tabi tutulan grupların mensupları (Ç. N.) 8 3 azından, bu tür bir görünmez kılma, görünmezin önemsiz, dikkate değer olmayan ve anlamsız olduğunu ima eder (Strand 1989: 80; von Feilitzen 1989: 57). Görünmez kılmanın bir başka yolu olan sözel dışlama, sadece belirli kelimeler kullanılarak yapılabilir ve değişik formlar alabilir. En yaygınca kullanılanı, görünmez kılınan grubun sadece öbür grubu niteleyen cinsle ilgili bir adlandırmanın içine dâhil edilmesidir. Sıklıkla belirtilen bir örneği, kadınların nasıl insanOĞLU veya adamlar veya cinsi olarak erkeğe atfedilen grupların içine sokulduğudur. Mantıken, kadınlarında insanoğlunun bir parçası olduğu açık olmasına karşın bu yine de bir dışlama halidir. Bu çeşit ifadeler, önemli, dikkate değer ve anlamlı insanın erkek olduğunu anlatır. Sadece belirli grupların nitelikleri veya isimleri değil, aynı zamanda tecrübeleri de dilden dışlanır. Fowler (1991: 96) bunu heteroseksüel ilişkinin tasvirinde kullanılan kelimelerle örnekler: erkek deneyimini niteleyen içine girmek sözcüğü, ilişkileri betimlerken kullanılmasına karşın, kadına özgü deneyime atıfta bulunan sarmak sözcüğüne yer verilmez. Diğerleri kadar önemli olan diğer bir dışlama yöntemi, fikrin dışlanmasıdır. Belirli bir grubun mensuplarının, kendi grubu için önem arz eden konular üzerine oluşan söylemde bile fikirlerini belirtememeleri ve fikri söylemden dışlanmalarıdır. Külliyatımdan bir örnek olarak, 1933 yılında İsveç’te, temel odaklarından biri zihinsel engelli insanlar olan sterilizasyon kanunu hakkında süregelen tartışmalarda, zihinsel engelli olarak sınıflandırılabilecek hiçbir insan fikir belirtmemiştir. Bu dışlama, olumsuz davranış olarak algılanır çünkü doğal olarak insanlar kendi düşüncelerinin en iyi tercümanları olarak düşünülmelidir. Bu da, insanların onlar için önem arz eden konular hakkında fikirlerini ifade etme hakları olmasını gerektirir. (2) Olumsuz öteki temsili terimi, van Dijk’ten (1993 ve diğer çalışmaları) alınmıştır ve bir grubun, onun dışındakileri aşağılık olarak ifade etmesinin yöntemlerini niteler. Bu çeşitli yollarla yapılabilir, mesela; aşağılayıcı etiketleme ve olumsuz değerler biçen tanımlamalar veya aşağılayıcı benzetmeler kullanılarak kurulabilir. Külliyattaki aşağılayıcı etiketleme örneği ise, 30’lu yıllar ve sonrasında, bazı zihinsel engelleri olan bir grup insan için kullanılan geri zekâlı (idiot) tabiridir. Bu tabir resmi kullanımda yer bulmuştu ve günümüze ait sözlüklere göre, bu kelimenin iki anlamı vardı: bunlardan birisi hakaret amaçlı kullanımıdır. Dilde hakaret amaçlı kullanımıyla yer edinmiş bir sözcüğün bir grubu adlandırmak için resmi söylemde yer bulması, aşağılamak olarak okunmalıdır. (3) Ayrımcı nesneleştirme, bir gruba ait insanlara, başkalarının amaçlarının nesnesi rolü, söylemsel olarak biçildiğinde ortaya çıkar. Bahsi geçen sterilizasyon kanunu tartışmaları bir kez daha buna örnek verilebilir. Sterilizasyon kanununda söz konusu olan ana grup sadece fikirlerini beyan etme konusunda dışlanmamıştır. Onlara, sterilizasyon kanununda bahsedilen ırksal gelişim amacının yalnızca nesnesi olma rolü verilmiştir. Tartışılan insanların çıkarlarına hemen hemen hiç atıfta bulunulmamıştır. Genel söylem içinde, söz konusu gruba kendi çıkar ve ihtiyaçlarının sahibi olarak değil, yalnızca veya neredeyse yalnızca başkalarının eylemlerinin nesnesi gibi davranılır. Bu olumsuz bir davranıştır. (4) Grup mensuplarına karşı olumsuz davranışları savunma, olumsuz davranışların sadece söylemsel boyutta tartışılmasından çok söz konusu gruba karşı bu tutumları savunmaktır. Söylemsel dışlamanın bu yolu önemlidir çünkü söylemsel olanın ötesindeki ayrımcılıkla da kuvvetli bağlar kurar. Külliyattan örnek olarak, 1994 İsveç genel seçimlerindeki zenofobik10 parti Yeni Demokrasi’nin (Ny Demokrati) propaganda malzemelerinden biri verilebilir: “Ciddi suçlar işleyen yabancı suçlular sınır dışı edilsin”. Bu cümleden, yabancı suçlular derken kastedilenin, İsveç vatandaşı olmayan ama İsveç’te yerleşik olan insanlar olduğu anlaşılır (eğer İsveç vatandaşlığı varsa göçmenler sınır dışı edilmeyecekler). Bu tez ayrımcıdır çünkü belirli bir grup suçlunun seçilerek diğerlerinden bir (veya daha fazla) olumsuz davranış yöntemlerine tabi olması anlamına gelir: Yeni Demokrasi’nin anlatmaya çalıştığı yabancıların önce İsveç’te mahkûm edilerek cezalandırılması, sonra sınır dışı edilmesidir. Hâlbuki İsveçliler sadece mahkûmiyetle cezalandırılacak ama sınır dışı edilmeyeceklerdir. Bu metinde, söylemsel ayrımcılığın dört yöntemi, gerçek ayrımcılıkla fazlasıyla bağlantılı olarak sunulmuştur. Genelde olumsuz öteki temsilleri, dışlamanın, ötekilere işlevsiz nesnelermiş gibi davranmanın ve sözel ayrımcılıktan ötesini önermenin gerekçeleri olarak işlev görür. Normal olarak, söylemsel ayrımcılık, toplumdaki daha büyük ayrımcılık örneklerinin bir parçasıdır. 10 Tr. Yabancı düşmanı. (Ç. N.) 4 Kısa bir örnek, bize, ötekileştirmenin, dışlamanın ve olumsuz öteki temsilinin külliyatta nasıl araştırıldığını gösterecektir. Bu örnek, külliyatın 1932-33 dönemindeki sağır ve dilsiz olarak nitelenen insanlarla ilgilidir. Ötekileştiren, Dışlayan ve Aşağılayan Etiketleme: 1932-33’te Sağır ve Dilsizler Sağır doğan veya ilk çocukluğunda sağırlaşan tüm insanlar dilsiz olarak düşünülmüş ve sağır ve dilsiz (dövstumma) diye nitelenmiştir. Yirminci yüzyıl boyunca, bu gruptaki insanlar için yeni okul sistemleri aşamalı olarak geliştirildi. 1932-33 yıllarında, sağır çocuklar için okullar, anormal çocuk okulları başlığı altında toplandı. O zamanda, sağır çocukların eğitiminde oral metot egemendi. İşaret dili kullanımı uygun bulunmuyordu. Eğitimin sözel İsveççe üzerinden yürütülmesi ve çocukların dudak okumayı ve dudaklarıyla konuşmayı öğrenmesi öngörülüyordu (Pärsson 1997). Açık bir ötekileştirme vardı. Genel söylemde, SAĞIR VE DİLSİZ deyim olarak yer almış ve söz konusu kişileri nitelemek için yukarıda bahsettiğim kurallı isim benzeri sıfat olarak kullanılmıştır. Aynı zekâ engelli sıfatında olduğu gibi sağır ve dilsiz de çekim eki alabilmiştir: De dövstummas antal har under de sista årtiondena avtagit. Geçtiğimiz on yılda, sağır ve dilsizlerin sayısı azalmıştır. [Aileler için İskandinav Ansiklopedisi (Nordisk Familjebok) 1927, Sağır ve Dilsiz (Dövstumhet)] Aşağıdaki alıntıda da, isim (çocuklar, insanlar veya öğrenciler olabilir) kurallara uygun olarak düşürülmüştür: Talmetod, en vid undervisning av dövstumma använd undervisningsmetod… Sağır ve dilsizlerin (çocuklar vb.) eğitiminde kullanılan oral metot… [İsveççe Ansiklopedisi (Svensk Uppslagsbok) 1936, Oral Metot (Talmetod)], Sağır ve dilsiz terimi, ötekileştirmenin başka bir şeklidir. Doğuştan sağırlık veya ilk çocuklukta oluşan sağırlığın, önce değindiğim üzere, dilsizliği yol açtığı söyleniyordu [İsveççe Ansiklopedisi (Svensk Uppslagsbok) 1931; Aileler için İskandinav Ansiklopedisi (Nordisk Familjebok) 1927]. Fakat dilsiz gerçekten ne anlama geliyordu? Duyan çocuk konuşulanları anlamayı öğrenir… Sağır doğan çocuk, ne konuşulanları anlamayı öğrenebilir ne de kendisi konuşabilir ve dilsiz olur. Ayrıca, 4 veya 5 yaşlarında sağır olan çocuk da öğrendiklerini zaman içinde unutur ve o da dilsizleşir. [Aileler için İskandinav Ansiklopedisi (Nordisk Familjebok) 1927, Sağır ve Dilsiz (Dövstumhet)] Dilsizden kasıt, konuşma organındaki bir sorunun neden olduğu fizyolojik bir durum değil, sağır çocuğun kendini konuşarak ifade edememesi durumudur. Buna rağmen, dilsizlikten bahsedilirken sağır insanların kusurlu da olsa konuşmayı öğrenme ihtimalleri dışarıda tutulmamıştır: Sağır ve dilsiz okuluna, çoğu sağır-dilsiz çocuk, dudak okuma denilen yöntemle diğer insanların konuştuklarını anlamayı öğrenmek için gelirler (…) ve kendileri de, dokunma hisleri yoluyla konuşma organlarının hareketlerini çözerek konuşabilirler. Buna rağmen, dudak okuma az ya da çok kusurlu ve dudaklarla konuşma da tekdüze ve anlaşılması zor olur. [Aileler için İskandinav Ansiklopedisi (Nordisk Familjebok) 1927, Sağır ve Dilsiz (Dövstumhet)] Bundan dolayı, sağır ve dilsiz terimindeki dilsizin anlamı, sağır çocuğun kendiliğinden konuşmayı öğrenemeyeceği ve/veya ancak kusurlu konuşmayı öğrenebileceği olarak anlaşılır. Dilde, tamamen konuşma yetisinde mahrum olmak durumuna atıfta bulunan dilsiz (stum) terimi, bu gerçeğe rağmen kullanılmıştır. Bu aşikâr paradoksun iki türlü yorumu vardır. Ya dilsiz (stum) sözcüğü, yaşamının erken dönemlerinde sağır olmuş kişilerin hem sağır hem (gerçekten) dilsiz olduğuna inanıldığı zamanların kalıntısıdır, ya da çeşitli ötekileştirme stratejilerinin bir sonucudur. Farklılık ne kadar önemsiz olsa da, bir gruba karşı ötekileştirme tutumu, biz ve 5 onlar arasındaki farklılıklardan sürekli bahsedilerek kuvvetlendirilir. Bu olayda yapılan, var olan farklılığın (birinin kendi sesiyle konuşmayı öğrenmesinin doğallığı) abartılmasıdır: sağır insanların sahip olmadığı bilinen bazı şeyleri ifade etmesine rağmen, dilsiz sözcüğünün sağırlıktan dolayı konuşma güçlüğü çeken insanlar için kullanılmasıdır. Bu etiketlemedeki amaç ne olursa olsun, kullanımında ötekileştirme etkisi mevcuttur. Ayrıca, bu etiketleme, işaret dilinin tam anlamıyla bir dil olduğunun ayırımına varılmasını da engelliyor. Eğer, işaret dilinin tam anlamıyla bütünlüklü bir dil olduğu kavranırsa, dil vasıtasıyla anlaşan biz ve onlar arasındaki fark, tabi ki konuşabilen biz ve konuşamayan onlar arasındaki farktan az olacaktır. Külliyatın bu kısmında sadece ötekileştirme değil dışlama ve olumsuz öteki temsilinin örnekleri de tespit edilmiştir. Külliyat, sağır insanların sesinin 11 dışlandığı sonucunu da gösteriyor. Parlamento tutanaklarında, bu gruptan insanları önemli ölçüde ilgilendirmesi gereken bazı konular tartışılıyor: sağır ve dilsiz insanların okullarına, kuruluşlarına ve gazetelerine verilecek hibe toplamı ve sağır ve dilsizlerin tüm eğitim kurumlarının devletleştirilmesini öngören reform yasası. Bu konularla ilgili, sağır insanların düşüncelerine yapılmış herhangi bir atıf yok. Bu, özellikle okulların devletleştirilmesi talebi söz konusu olduğunda daha da dikkat çekici hal almıştır. Çünkü bu konuda öne çıkan tek tez ekonomiyle ilgili: Buna rağmen, bu konuyla ilgili bazı gereksinimler doğrultusunda, devletin anormallerin bu tür eğitim kurumlarının bütününün alması amacıyla birleştirilmesi en kuvvetli fikirdir. (…) Genellikle, şu anda içinde bulunduğumuz gibi bir kriz hali içinde olan ülkenin vergi mükelleflerinin üzerindeki yükü arttırmasıyla alakalı bir konu değildir. Çünkü devlet, kendi üzerine düşeni yaparak, mükelleflerin daha ağır bir vergi yükü koymak yerine, bunu ideal olarak eşit bir biçimde ülkenin tüm unsurlarına dağıtılacaktır12. Külliyat, 1937’de gerçekleştirilen devleştirmeyle ilgili tartışmaların sadece bir kısmını içeriyor. Bu tartışma süresince, başka türlü tezler de ileri sürülmüştür. Fakat üzerinde çalışılan ve ekonomik krizin etkili olduğu 193233 yıllarında, parlamentoda sadece ekonomik tezler ortaya atılmıştır. Siyasi söylem, bütünüyle ekonomik krizden etkilenmiştir, ama bu, söz konusu tartışmaların sonucundan en çok etkilenecek insanların çıkarlarını daha az anlamlı kılmaz. Külliyatta bu konuya ilgili materyaller oldukça sınırlı olsa da, diğer araştırmalar, sağır insanların seslerinin dışlandığı sonucunu destekler niteliktedir. O zamanlarda, Höglund (1993) sağır insanların gazeteleri gibi kuruluşlarında, duyma yetisi tam uzmanların hâkim olduğunu saptamıştır. Sağır insanlar için önem arz eden konularla ilgilenen bu tür kuruluş ve gazetelerdeki bu durum, onların seslerinin dışlandığının açık bir göstergesidir. Bunlara ek olarak, külliyatta olumsuz öteki temsilleri de vardır. Fakat zihinsel engelli örneğinde olduğu gibi kuvvetli değildir. Aşağılayıcı olan, sağır insanları nitelerken anormal (abnorm) ve kusurlu (defekt) kelimelerinin kullanılmasıdır. Yukarıda değindiğim gibi, sağır ve dilsiz insanlar, anormal denilen insanların alt gruplarından birisiydi. İsveççe Ansiklopedisi’nde [Svensk Uppslagsbok (1929)] anormal (abnorm) sözcüğü “… genelden ayrıksı olan; doğal olmayan; bazı yetilerden yoksun; zihinsel engelli; fiziksel veya zihinsel hastalığı olan” olarak tanımlanmıştır. İsveççe Ansiklopedisi’nde [Svensk Uppslagsbok (1929)] anormal çocuklar için eğitim (abnormundervisning) ve anormal çocuklar okulu (abnormskola) diye ayrı maddelerin olması, ANORMAL İNSAN tanımının sadece bu sınıflandırmayla sınırlandırmadığını gösterir. Ayrıca bir tanımlama da parlamento tutanaklarında vardır. 19. Yüzyılın ikinci yarısında, sağır çocuklarında içinde bulunduğu diğer gruplar anormal veya kusurlu olarak nitelenmiştir (Förhammar 1991: 22). Bu sözcüklerin kullanımı, sadece eğitim sistemi için öğrencileri sınıflandırmanın pratik bir yolu değildir. En azından, genel bakış açısına göre normal ve doğal olarak düşünülene kıyasla bazı şeylerden yoksun olma imasıdır. Bu nedenle, sağır çocuklar için kullanılan anormal sıfatı, aşağılayıcı bir etiketlemedir. 11 Kendilerini işaretler aracılığıyla ifade etmeyi tercih eden söz konusu insanlar için dilsel dışlanma durumunu vurgulamak amacıyla ses metaforunu kullandım: iletişimlerinin doğal yolu işaret dili olan azınlıkların fikren de dışlandıklarını ifade etmek istiyorum. 12 İkinci Bütçe Komisyonu, No: 325, 1932. 6 Özet Makalede, genel söylem içindeki ötekileştirme ve ayrımcılığın analiz yöntemlerini taslaklanmıştır. 30’ların ilk yıllarında, sağır ve dilsiz olarak sınıflandırılan insanlar hakkında sürdürülen tartışmaları içeren külliyattan örneklerle, bunların nasıl yapıldığı gösterilmiştir. Genel söylemin içinde, sağır ve dilsizler ötekileştirilmiş, sesleri dışlanmış ve aşağılayıcı biçimde nitelendirilmişlerdir. Söylemsel ayrımcılığın, toplumda daha geniş örnekleri olan ayrımcılığın sadece bir parçası olduğu gerçeğinin ve ötekileştirmeyle söylemsel ayrımcılığın ilişkisinin daha iyi kavranması, söylemsel ayrımcılığın daha sistematik algılanmasını beraberinde getirecektir. Toplumda var olan genel söylemi analiz etmek için, metinde bahsi geçen yöntemler veya sistematik temelli diğer analitik yöntemlerin kullanılmasıyla, bu algının elde edilebileceğini umuyoruz. Bibliyografi Andersson, Erik (1994) Grammatik från grunden. Uppsala: Hallgren & Fallgren. de Beauvoir, Simone (1997/1949) The Second Sex. London: Vintage. Fowler, Roger (1991) Language in the News: Discourse and Ideology in the Press. London; New York: Routledge. Förhammar, Staffan (1991) Från tärande till närande: Handikapputbildningens bakgrund och socialpolitiska funktion i 1800 talets Sverige. Stockholm: Almqvist & Wiksell International. Höglund, Birgitta (1993) Från visa till egna – en sociologisk studie om döv- och hörselskadeföreningarnas representantskap. Lund: Dept. of Sociology, Lund University Research Program in Medical Sociology. Pärsson, Anita (1997) Dövas utbildning i Sverige 1889-1971. En skola för ett språk och ett praktiskt yrke. Gothenburg: Dept. of History, Gothenburg University. Riggins, Stephen Harold (1997) “The Rhetoric of Othering”, in Riggins, Stephen Harold (ed.) The Language and Politics of Exclusion: Others in Discourse. Thousand Oaks; London; New Delhi: SAGE, pp. 1-30. Strand, Hans (1989) “Nationalitet i svensk TV”, in Nowak, Kjell, Strand, Hans, Andrén, Gunnar, Ross, Sven & von Feilitzen, Cecilia (eds.) Folket i TV. Demografi och social struktur i televisionens innehåll Stockholm: Centrum för masskommunikationsforskning, Stockholm University, pp. 79-106. Todorov, Tzvetan (1999) The Conquest of America: The question of the Other. Norman: University of Oklahoma Press. Tuchman, Gaye (1978) “Introduction: The Symbolic Annihilation of Women by the Mass Media”, in Tuchman, Gaye, Kaplan Daniels, Arlene & Benét, James (eds.) Hearth and Home: Images of Women in the Mass Media. New York: Oxford University Press, pp. 3-38. van Dijk, Teun A. (1993) Elite Discourse and Racism. Newbury Park; London; New Delhi: SAGE. von Feilitzen, Cecilia (1989) “Barn, ungdomar, vuxna och äldre i TV”, in Nowak, Kjell, Strand, Hans, Andrén, Gunnar, Ross, Sven & von Feilitzen, Cecilia (eds.) Folket i TV. Demografi och social struktur i televisionens innehåll. Stockholm: Centrum för masskommunikationsforskning, Stockholm University, pp. 27-57. 7