Thomas Kuhn: “Felsefi Amaçlar için Tarihçi Olan bir Fizikçi” Kuhn, bilim tarihi alanı ile ilgili, gene 1968 tarihli olan, “The Relations between the History and the Philosophy of Science” adlı makalesinde bilim felsefecisi ile bilim tarihçisi arasındaki farkları tartışır. Kuhn’a göre, tarih, “açıklayıcı bir etkinliktir”; fakat bu açıklamalarda “açık genellemelere” başvurmaz. Felsefeciler ise, tüm zamanlarda ve yerlerde geçerli olacak olan bir “kapsayıcı-yasa arayışı” içerisindedirler. Bu nedenle, tikel tarihsel olgular yerine, akılsal inşalarına uygun olan tarihsel olaylara bakarlar; kuramların nasıl ortaya çıktıkları yerine bilimsel kuramları statik bütünler olarak incelerler. Diğer yandan, Kuhn’a göre, tarihçiler tikel tarihsel olguları açıklamak yanında onlar arasındaki bağlantıların nasıl olduğunu açıklamalıdırlar. Tarihçinin işi, elindeki “artık bulmaca parçalarından”, makul bir resim veya anlatı çıkartmaktır. Bu anlatı, tarihteki bilimcilerin “motivasyonlarını ve davranışlarını” da içermelidir. Okuyucu, “şimdi ne olduğunu anladım”, “olgular yığını fark edilir bir düzene oturdu”, dediği zaman anlatı başarılı olmuş demektir. (Kuhn, 1977, s.3-18) Kuhn’un tarihçilere verdiği bu “reçete”, SSR’ı salt tarihsel bir çalışma olmaktan çıkarmaktadır. Kuhn, SSR’de verdiği sınırlı tarihsel örneklerle, tikel tarihsel olgular arasındaki bağlantıyı vermeye çalışırken, açık olarak bilimsel gelişimin dinamiğini yasal bir döngüye oturtmayı denemiştir: normal bilim-kriz-olağanüstü bilim-devrim-normal bilim. Ayrıca daha başka genellemelere de başvurmuştur. (Örneğin, belli bir bilimsel alanın normal bilim döneminde tek bir paradigmanın olması , normal bilimde karşılaşılan aykırılıkların bilimciler tarafından ihmal edilmesi, bilimcilerin normal bilim döneminde temel yenilikler arayışında olmadıkları vb.) Bu genellemeleri yaparken Kuhn’un tarihsel verilerden yararlandığı, onlar üzerine çalıştığı kuşkusuzdur. Fakat, kendi ifadesinde olduğu gibi, kendisi asıl olarak “felsefi amaçlar için tarihçi olan bir fizikçi[dir]” (Kuhn, 2000, s.321). O halde, sormamız gereken şey, Kuhn’un felsefi amacının veya amaçlarının neler olduğudur? Kuhn’un SSR’de ortaya koyduğu bilimsel gelişim modelinin, dayandığı felsefi pozisyonun ne olduğu oldukça tartışmalı bir konudur. Kuhn, kariyerinin sonlarına doğru kendi pozisyonun bir tür “postDarwinci Kantçılık” olduğunu ifade etmiştir (Kuhn, 1990, s.12). Geliştirdiğim pozisyonun bir tür post-Darwinci Kantçılık olduğu şimdiye kadar açık olabilir. Kantçı kategoriler gibi, leksikon mümkün deneyimin ön şartlarını sağlar. Fakat, leksikal kategoriler, Kantçı öncellerinden farklı olarak, zaman içinde ve bir topluluktan diğerine değişebilirler ve değişirler. Tabi ki, bu değişimlerin hiçbiri, her zaman çok büyük değildir. İnceleme altındaki topluluklar farklı zamanda veya kavramsal uzayda olsalar da, leksikal yapıları büyük oranda örtüşür…Yoksa, büyük bir örtüşmenin olmadığı durumda, tek bir topluluğun üyelerinin, kabul edilmeleri leksikal değişimi gerektiren yeni kuram önerilerini değerlendirmeleri mümkün olmaz. Fakat, küçük değişimlerin büyük ölçekli etkileri olabilir. (Kuhn, 1990, s.12) Kuhn, bu tür bir leksikal değişime en iyi örneğin Kopernik devrimi olduğunu hemen ekler. Fakat, Kuhn’un “mümkün deneyimin ön şartlarını sağladığını” söylediği leksikon, Kant’ın kategorileri gibi apriori değildir. Belli bir sosyal çevre içinde aposteriori olarak öğrenilir ve asimile edilir. Diğer yandan, Kuhn’un leksikonunun, 20. yüzyılın birçok neo-pozitivist felsefesinde benzer bir karşılığı bulunmaktadır. Konuyla ilgili, Reichenbach’ın “kurucu ilkeleri” (Friedman, 2002), Carnap’ın “bilimsel dili” (Irzik ve Grunberg, 1995) ile Kuhn’un leksikonu arasındaki benzerlikler geniş bir şekilde ortaya konulmuştur. Fakat, leksikon dahil tüm bu felsefi yapılar, kuramsal değişimler gerçekleştikten sonra yapılan bir analiz sonrası kavramsallaştırılmıştır. Bu tür kavrayışlar, sanki iki kuramsal dil herhangi uygun bir karşılaştırma için bilimcilerin önünde hazırmış gibi canlandırılmaktadır. Bilimciler, bilimsel araştırma sırasında, kullandıkları dillerin mantıksal yapısı, kuramsal varsayımları vb. çoğu unsurun nadir olarak farkındadırlar. Kuhn’un, SSR’de, bu nedenle paradigma gibi, pratikte başarılı olan bilimsel örneklerin araştırmaya yön verdiğini iddia etmesi, onun araştırma etkinliğinin doğasına dair önemli bir gözlemidir. Fakat Kuhn, 1980 sonrası paradigmadan dilsel leksikonlara geçerek, bilimsel araştırmanın bu pratik yönünü ihmal etmiştir.