HAYVAN MORFOLOJİSİ Hayvanların iç ve dış yapılarını, organların çıplak gözle görülebilen yapılarını inceleyen bilim dalıdır. Doğada birbirinden farklı milyonlarca hayvan yaşamaktadır. Araştırmacılar çok eski zamanlardan beri bunları ayrı ayrı inceleme yerine ortak karakterlerine göre birbirine benzeyenleri gruplandırarak incelemişlerdir. Hayvanların arasındaki evrimsel ilişkilere göre sınıflandıran ve sınıflandırmada kullanılan kural ve prensipleri inceleyen bilim dalına TAKSONOMİ denir. TÜR: aynı soydan gelen embriyolojik, morfolojik ve fizyolojik özellikleri aynı olan ve birbirleri ile çiftleştiğinde verimli döl veren hayvanlara verilen isimdir. Belirli karakterleri birbirine benzeyen iki veya daha fazla tür GENUS’ (CİNS) oluşturur. Aynı karakterdeki cinsler FAMİLYALARI oluşturur. Familyalar ORDO (TAKIM), ordolar CLASSİS classisler FİLUM (ŞUBE) oluşturur. Bütün filumlar (şube) RENGUM ANİMAL (HAYVANLAR ALEMİ) oluşturur. ÖRNEK: Canis familasis (köpek) Cins = Canis Familya = canidae Ordo(takım) = carnivara(etçil) Classis = mammalia Filum(şube) = chordata(omurgalı) Regnum = hayvanlar alemi Aynı kökten gelen temel plan ve gelişme bakımından birbirine benzeyen organlara HOMOLOG organ denir. Örneğin bir balığın göğüs(pektoral) yüzgeci bir kuşun kanadı ve insan kolu aynı kökten gelen homolog organlardır. Buna karşın bazı organlar aynı kökten gelmedikleri halde yaptıkları görev bakımından birbirine benzerler. Bunlara da ANALOG organ denir. Örneğin aynı görevi yapan kuş ve böcek kanatları analog organlardır. Hayvanların Sınıflandırılması Şu Esaslara Göre Yapılır: 1)HÜCRESEL ORGANİZASYON: bütün hayvanlar hücrelerden yapılmış olduklarından hayvanlar hücresel organizasyona göre bir hücreden yapılmış olanlar(protozoa) ve çok hücreden yapılmış olanlar(metazoalar) olmak üzere iki gruba ayrılır. 2)VÜCUT SİMETRİSİ: simetri bir canlını bir düzlemle eşit kısımlara bölünme durumudur. Tek hücrelilerin çoğu asimetriktirler. Yani eşit parçalara bölünmezler. Metezoalarda(çok hücreli) ise RADİAL ve BİLETERAL olmak üzere başlıca iki simetri şekli görülür. Radial simetrili canlılarda merkezden geçen herhangi bir dikey kesit organizmayı simetrik parçalara ayırır. Bileteral simetride ise; boyuna ve vücudun ortasından geçen bir kesit vücudu iki eşit parçaya ayırır. Genellikle çabuk hareket edemeyen az çok bir yere bağlı yaşayan hayvanlar radial simetrilidir. Çabuk hareket eden hayvanlar ise bileteral simetrilidirler. İnsan dahil bütün yüksek organizasyonlu hayvanlar bileteral simetrilidir. 3)EMBRİYO TABAKALARININ SAYISI: çok hücreli hayvanlarda embriyonal gelişiminin başlangıcında hücreler iki ve üç tabaka halinde düzenlenirler. Örneğin metazoaların(çok hücreli) aşağı gruplarında vücut sadece iki embriyo tabakasından oluşur. Bunlar dışta EKTODERM ve içte ENDODERM tabakalarıdır. Böyle iki embriyo tabakalı hayvanlara DİPLOBLASTİK (iki tabakalı) hayvanlar denir. Diğer bütün yüksek metazoa gruplarında vücutta üç embriyo tabakası vardır. Bunlar dışta EKTODERM, iç kısımda ENDODERM ve ortada da MEZODERM tabakalarıdır. Böyle 1 üç embriyo tabakalı hayvanlara TRİPLOBLASTİK denir. 4)VÜCUT BOŞLUĞU TİPLERİ: bazı çok hücreli basit hayvanlarda vücutta bir tek boşluk vardır. Besin öndeki açıklıktan (ağız) alınır ve sindirilmeyen katı artıklar arkadaki açıklıktan (anüs) atılır. Böyle hayvanlara ASÖLOMAT (karın boşluğu bulunmayan) hayvanlar denir. Asölomatlarda sindirim kanalının etrafı tamamen vücut çeperine kadar hücresel bir yapıdadır. Bütün diploblastik hayvanlar böyledir. Bunlarda bağırsak boşluğundan başka gerçek bir vücut boşluğu yoktur. Yüksek organizasyonlu hayvanlarda ise ağızla başlayıp anüsle biten bağırsak boşluğundan başka bağırsak ile vücut çeperi arasında ikinci bir boşluk gelişmiştir. Bu boşluğa SÖLOM veya KARIN BOŞLUĞU denir. 5)EKSTREMİTELER (ÜYELER): sınıflandırmada hayvanların yüzgeç, kanat, anten, kol ve bacak gibi yapıların bulunup bulunmaması önemli rol oynar. Ayrıca bunların bulunması halinde SEGMENTLİ veya SEGMENTSİZ olduklarının da bilinmesi gerekir. Genellikle yüksek yapılı hayvanlarda ve böceklerde ekstremiteler segmentlidir. 6)VÜCUTTA BÖLME VEYA SEGMENT BULUNUŞU:Sınıflandırmada bir hayvanın bir tek parçadan (segmentsiz) veya birbirine benzer birçok parçadan (bölmeye veya segment) yapılmış olması önem taşır. Genellikle hayvanlar aleminde segmentsiz olanlar basit yapılı hayvanlardır. Örneğin; toprak solucanı ve daha aşağı hayvanlar. Segmentli olanlarda ise vücut doğrusal bir düzen gösterir. Segmentler ya homonom (birbirinin aynı) veya heteronom (birbirinden farklı) olur. Bazı hayvanlarda segmentler dıştan belli olduğu halde bazılarında belli değildir. Örneğin; insan vücudunda segmentasyon belli değildir. 7) İSKELETİN BULUNUŞU:Hayvanların çoğunda vücuda destek görevi yapan sert yapılar gelimiştir.bunların hangi maddelerden yapılmış olduğunu (örneğin: kemik, kıkırdak, kireç, keratin veya vb…) bilinmesi hayvanların sınıflandırılmasın da önemli rol oynar. Kemik ve kıkırdak iskelete sahip olanlar genellikle gelişmiş gruplardır. Bunlara VERTEBRATA (omurgalılar) denir. Diğer tip iskelete sahip olanlarda (silis, keratin…) İNVERTEBRATA (omurgasız) denir. Vertebrata (omurgalılar) ve invertebrata (omurgasız) arasında kalan hayvanlara İLKEL KORDATLAR denir. Bunalrda başlıca iskelet; NOTOKORDA’dır. İnvertebratada bulunmayan notokorda, vertebratada kıkırdak ve kemik tarafından yenilenir. Hayvanlarda iskelet bulunduğu zaman ya vücudun iç kısmındadır ve yumuşak kısımlar tarafından çevrilmiştir. Buna ENDOİSKELET (iç iskelet) denir. Veya vücudun dış kısmındadır. Ve yumuşak iç kısımları sarar. Buna da EKTOİSKELET (dışiskelet) denir. İnvertebrata iskelet ekzo iskelet tipte olup kireç, keratin veya benzeri maddelerden yapılmıştır. Omurgalılarda ise iskelet genelde endoiskelet olup kıkırdak veya kemikten yapılmıştır. 8)DOLAŞIM SİSTEMİ:Hayvanlar aleminde katı ve gaz maddelerin vücudun bir kısmından diğer kısmına taşınması sıvı bir ortam olan kan tarafından sağlanır. Kan içinde bulunan solunum pigmentine göre renksiz, sarı, mavi ve kırmızı olabilir. En basit yapılı hayvanlarda vücutta belli bir dolaşım sistemi yoktur. Yaşadıları ortamın sıvısı vücut hücrelerine temas ederek gerekli maddeler alınır.invertebrataların çoğunda açık bir dolaşım sistemi vardır. Bunlarda sırt tarafında bulunan kuvvetli kaslı kalp dolaşım sıvısını tüm damarlar yoluyla vücuda pompalar. Dokulara boşalan bu sıvı gerekli alış verişi yaptıktan sonra toplama damarlarında toplanır, daha sonra kalbe döner. Vertebratada ise kapalı dolaşım gelişmiştir. Bunlarda odacıklı ve kaslı kalp ritmik olarak kasılıp gevşeyerek kanı ARTERLER (atar damar) ile vücuda gönderir. Dokularda kılcallara dağılan kan besin ve artık madde alış verişi yaptıktan 2 sonra VENA (toplar damar) ile kalbe döner. 9)SİNİR SİSTEMİ:Sinir sisteminin yapısı ve çeşidi bir hayvanın basit veya gelişmiş olduğunu gösterir. İnvertebratanın en alt kısmında özel bir sinir sistemi yoktur.(süngerler) İlk defa yassı kurtlarda bir çift ipmerdiveni tarzında sinir sistemi geliştiği görülür. Bu tip sinir sistemi invertebratanın yukarı gruplarında daha gelişerek vücudun her segmentinde bir GANGLİYON (sinir kümesi) meydana getirir. Gangliyonlar enine sinirlerle birbirleriyle birleşirler. Ön kısımdaki ilk gangliyon çifti genişleyerek SEREBRAL (beyin) gangliyon adını alır. Serebral gangliyon omurgalılarda daha da gelişerek beyni meydana getirir. Omurgasızlarda sindirim sisteminin ventralinde (karın) uzanan sinir sistemi omurgalılarda sindirim sisteminin dorsalinde (sırt) yerleşmiştir. HAYVANLAR ALEMİ İKİ ALT GRUBA AYRILIR: 1)PROTOZOA (Bir hücreliler) a)rhizopod (kök ayaklılar) b)flagellat (kamçılılar) c)ciliat (silliler) d)sporozoa (sporlular) 2)METAZOA (Çok hücreliler) Bunlarda kendi içinde ikiye ayrılır: a)invertebrata b)vertebrata 1)porifera(süngerler) 1)pisces(balıklar) 2)coelenterata(sölenter) a)chandrichthyes(kıkırdaklı) 3)platyhelminthes(yassı solucan) b)osteichthyes(kemikli) 4)nemathelminthes(yuvarlak solucan) 2)amphibia(iki yaşamlılar) 5)annelida(halkalı solucan) 3)peptilia(sürüngenler) 6)mollusca(yumuşakçalar) 4)aves(kuşlar) 7)arthropoda(eklem bacaklılar) 5)mammalia(memeliler) 8)echinodermata(derisi dikenliler) DERİ (VÜCUT ÖRTÜSÜ): Bütün çok hücreli organizmalar vücutlarını dış taraftan saran deri adı verilen bir dış örtü ile örtülüdürler. Deri omurgasızlarda bir tabakalı bir hücre dizisi halinde, omurgalılarda ise çok tabakalı olarak yapılmıştır. Derinin görevleri çok önemlidir. Derinin birinci görevi iç organları dış etkilerden ve zararlardan korumak ve sabit bir iç ortamın sağlanmasına yardım etmektir. Deri devamlı bir tabaka halinde olduğu için yaralanmadığı sürece mikropların içeri girişini engeller. Böylece vücudu hastalıklara karşı korur. Diğer bir görevi ise vücutta fazla su kaybını önlemektir. Böylece vücuttaki su oranı sabir tutulur. Derinin yüzeyinden solunumda yapılır. Derinin bir diğer görevi ise sıcak kanlı hayvanlarda vücut ısısının belirli bir derecede tutulmasını sağlamaktır. Deri ile vücuttan ısı kaybı önlenir. Deri aynı zamanda dışardan çeşitli duyuları almaya yardım eder. Deride; dokunma, basınç, ısı gibi duyuların alınması için çeşitli şekillerde duyu organları vardır. BİR HÜCRELİLERDE VÜCUR ÖRTÜSÜ: Bir hücreli organizmalarda hücreyi dıştan örten yapıya deri diyemeyiz. Genel olarak bir hücrelilerin yüzeyinde ektoplazmayı dıştan örten yapıya PLAZMAZARI adı verilir.bir hücreli olan rhizopodlarda(kök ayaklılar)amiplarin vücudu genelde çıplaktır. Fakat bazı bir hücrelilerde hücre zarının üzerinde hücre zarını koruyan aynı zamanda destek görevi gören koruma organelleri glişmiştir. Koruma organeli olan yapılar ya psödokitin gibi hücre tarafından salgılanan bir maddedir. Veya hücrenin dışında 3 CACO3 (kalsiyum karbonat) kum taneleri ve mineral taneciklerden oluşan kabuklu yapı gelişebilir. Bir çok ciliatolarda (silliler) ve flogellatlarda (kamçılılar) hücrenin çevresinde sitoplazmanın değişmesiyle meydana gelen ve pelikula adı verilen elastik bir örtü gelişmiştir. Hücreyi koruyan bu örtü aynı zamanda hücrenin belirli bir şekil almasını sağlar. ÇOK HÜCRELİLERDE VÜCUT ÖRTÜSÜ (DERİ) İlkel çok hücreliler olan süngerlerde gerçek dokular henüz gelişmemiştir. Süngeri dış taraftan örten hücre tabakası bir sıra büyük yassı hücrelerden oluşur. Hücrelere dokular halinde organize olmuş olan çok hücrelilerde embriyonun ektoderm tabakası vücudu dıştan örten bir epitel tabakası meydana getirir. Bu epitel hücreleri arasında bez hücreleri ile pigment içeren hücreler yer alır. Solucanlarda, yumuşakçalarda, eklem bacaklılarda ve derisi dikenlilerde deri daima birtek hücre sırasında oluşmuş ektodermdir. Epidermis denen bu örtü silli olabilir. (yassı solucan, yumuşakçalar) veya üzerinde ince bir kütikula tabakası bulunabilir. (halkalı solucan ve eklem bacaklılar) OMURGALILARDA VÜCUT ÖRTÜSÜ (DERİ) Omurgalılarda deri iki kısımdan yapılmıştır. Üst tarafta epidermis altta ise dermis tabakaları bulunur. Epidermis tabakası ektodermden gelişmiş olup çok tabakalı yassı epitel şeklindedir. Dermis tabakası ise embriyonun MEZENŞİM hücrelerinden gelişir. Deri içerisinde bol miktarda mukus salgılayan hücreler vardır. Kurbağlarda dermis içerisinde bulunan mukus bezlerinin salgısı ile yumuşak ve kaygan bir deri meydana gelir. Epidermiste bulunan pigment hücreleri ile derinin rengi sağlanır. Sürüngenlerde epidermisin üst tabakaları keratinleşmiş bir dış iskelet meydana getirmiştir. Keratinli derinin üzerinde çok sayıda pullar mevcuttur. Bunlarda deri aynı zamanda çok kurudur. Sürüngenlerde CORNEUM tabakasının fazla kalınlaşmasını önlmek için bu hayvanlar zaman zaman deri değiştirir. Sürüngen pulları ile balık pulları aynı deri tabakasından meydana gelmemiştir. Homolog değildirler. Kuşlar deri değiştirmez ve derilerinin üzerinde keratinden yapılmış renkli tüyler vardır. Memelilerin derisi üzerinde keratin yapıda kıllar vardır. Kuşların tüyleri ile memeli kılları, sürüngen pulları ile homologtur. İnsan deriside epidermis ve dermis tabakalarından yapılmıştır. İnsanlarda derinin kalınlığı vücudun çeşitli bölgelerinde farklıdır. İSKELET Canlılarda organizmaya destek sağlamak üzere bir iskelet gelişmiştir. İskelet iki şekilde olur: vücudun iç kısmında gelişene iç iskelet, dış kısmında gelişene dış iskelet denir. BİR HÜCRELİLERDE İSKELET: Bir hücreli hayvanlardan itibaren vücuda destek ve koruma görevi yapan bir dış iskelet gelişmiş olduğu görülür. Bu dış iskelet sitoplazma tarafından salgılanan örtüler, kabuklar, evcikler, zırhlar ve kist gibi yapılardır. Kamçılılardan bazı türlerde gelişen örtü bir dış iskelettir. ÇOK HÜCRELİLERDE İSKELET: Süngerlerde bir iç iskelet gelişmiştir. Bu iç iskelet CaCO3 (kalsiyum karbonat) veya silisten yapılmış çok çeşitli şekillerde olan SPİKÜL İĞNELERİ veya keratinden yapılmış olan SPONGİN TELLER DİR. Sölenterlerin tek tek yaşayan bireylerinde bir iç veya dış iskelet yoktur. Fakat koloni halinde yaşayan bireylerin TEKA şeklinde bir dış iskelet vardır. Genel olarak solucanlarda destek dokusu olarak gelişmiş bir iç veya dış iskelet bulunmaz. Halkalı solucanların bağzılarında (toprak solucanı) vücudun ventral (karın) yüzeyinde uzanan sıralar halinde kıllar vardır. Denizlerde yaşayan bağzı solucanlarda dış kuruyucu kılıf şeklinde gelişmiş olan bir kabuk veya evcik içinde bulunurlar. Yumuşakçaların çok yumuşak olan iç organlarını korumak 4 üzere iç organlar gelişmiştir. Yumuşakçaların bir dış iskelet şeklinde olan kabukları, özel kabuk hücreleri tarafından salgılanan cansız bir yapıdır. Kabukta organik maddeden başka CaCO3 tabakasıda bulunur. Derisi dikenlilerin iç iskeleti vardır. İç iskelet KALKER PLAKLARDAN gelişmiş sert bir yapıdır bu iç iskeletin üzerinde silli bir epidermis yer alır. İç iskelet dermis tabakasına gömülü olarak bulunur. Omurgasızların en büyük grubu olan eklem bacaklılarda iç iskelet bulunmaz. Epidermisin üzerinde sert olan bir dış iskelet gelişmiştir. Bu dış iskelet bazı epidermis hücrelerinin salgıladığı kutikula tabakasıdır. İstakoz ve yengeç gibi kabuklularda kutikula içerisine bir çok mağden tuzlarının eklenmesi ile çok kalın ve sert bir dış iskelet meydana gelmiştir. Kutikulanın yüzeyinde kıvrımlar,çukurlar, diken, kıl, iğne gibi yapılar meydana gelir. Eklem bacaklıların sert olan dış iskeletleri hayvanın normal büyümesinde bir engel teşkil eder. Bu nedenle zaman zaman dış iskelet atılır. Deri değiştirme adı verilen bu olaydan sonra deri kısa bir süre yumuşak kalır. Bu kısa sürede hayvan hacmini ve boyunu büyütür, daha sonra dış iskelet tekrar sertleşir. OMURGALILARDA İSKELET: Vücudun yumuşak kısımlarını koruyucu ve destekleyici görev yapar. Ayrıca kasların bağlanma noktasını oluşturur. İskelet ilkel omurgalılarda bağ dokudan yapılmıştır. Hayvanlar evrimleştikçe bunun yerini kıkırdak ve kemik yapıları alır.kemikli balıklardan itibaren yukarı omurgalılarda iskelet tamamen kemikleşmiştir. Fakat embriyonik gelişme sırasında bu üç dokunun birbirini izlediği görülür. Önce bağ doku, embriyo gelişirken kıkırdak sonra kemik doku oluşur. Omurgalılarda iskelet EKSEN İSKELETİ ve APENDİKULAR (üye iskeleti) olmak üzere ikiye ayrılır. 1)EKSEN İSKELETİ: Kafatası, omurga, göğüs kemiği ve kaburgalardan oluşur. Kafatası dorsal (sırt,arka) beyin ve bağzı duyu organlarını içeren KRANİAL BÖLGE ile alt ve üst çeneleri, dili ve solungaç yaylarını içeren VİSERAL BÖLGE olmak üzere iki kısımdan oluşur. Omurga sayısı türlere göre değişen omurlardan oluşur. Omurlar arasında eklemler bulunduğundan omurga çeşitli yönlerde hareket edebilir. Balıklarda eklem bulunmadığından omurga ancak sınırlı bir şekilde kıvrılabilir. Her bir omur ortada merkezi kısımla dorsalde (sırt,arka) NÖRAL YAYDAN yapılmıştır. Merkezi kısım kıkırdak veya kemik yapıdadır. Omurun iki yanında transfersal uzantılar vardır. Bunlara kaburga kemikleri bağlanır. Omurga hayvanlarda ve insanlarda beş kısımdan oluşur. 1) Boyun (cervical) 2) Sırt (toraks) 3) Bel (lumbar) 4) Kalça (sacrum) 5) Kuyruk (caudal) insanlarda koksi (kuyruk sokumu) Göğüs omurlarının transfersal çıkıntılarına bağlanmış olan kaburgalar bağzı omurgalılıarda ventral de (ön) STERNUM adı verilen bir kemiğe bağlanarak göğüs kafesi denilen kısmı oluşturur. Karın bölgesindeki omurların transfersal çıkıntıları bağzı omurgalılarda özellikle balıklarda ventralde (önde) birleşerek kan damarlarını koruyan HEMAL yayı meydana getirir. 2) APENDİKULAR İSKELET (ÜYE İSKELETİ) Göğüs ve kalça kemerleriyle ön ve arka ekstremitelerden oluşur. Göğüs kemeri (pektoral kemer): SCAPULA,CLAVİCULA ve CORACOİD kemiklerden meydana gelir. Bu kemiklerin birleşitiği kısımda oluşan GLENOİD çukura ön ekstremitelerin HUMERUSları bağlanır. Göğüs kemerleri diğer tarafları ile STERNUMA tutunarakeksen iskeletine bağlanırlar. Kalça kemeri (pelvis) üç kemiğin birleşmesiyle meydana gelir. Bunlar; İLİUM, PUBİS ve ISCHİUM kemikleridir. Ve ASETEBULUM 5 adı verilen çukura arka ektremitelerin FEMUR (uyruk kemiği) bağlanır. Omurgalılarda iki çift ekremite bulunur. Kıkırdaklı ve kemikli balıklarda çift ektremiteler yüzgeç şeklindedir. Diğer omurgalılardaki ön ekstremitelere karşılık olan göğüs yüzgeçleri göğüs kemerleriyle omurgaya bağlanırlar. Aynı şekilde arka ekstremitelere karşılık olan karın yüzgeçleri kalça kemerleri ile eksen iskeletine bağlanırlar. Balıklardaki tek yüzgeçler eksremite kökenli değildirler. Omurgalıların ön ve arka ekstremiteleri yapı bakımından aynı kısımlardan oluşmuşturlar. Ön ekstremitede omuzdan dirseğe kadar uzanan bir kemik vardır. Buna HUMERUS (pazu kemiği) denir. Dirsek ile bilek arasında iki kemik; RADİUS (ön kol kemiği) ve ULNA (dirsek kemiği) bulunur. Bilekte dokuz tane kadar olabilen küçük bilek kemikleri (karpus) vardır. Avuç içinde kurbağalarda dört diğer omurgalılarda beş tane METAKARPUS (avuç kemikleri) vardır. Kurbağalarda dört diğer omurgalılarda beş tane olan parmaklardan biri iki, diğerleri üçer kemikten oluşur buna FALANJ denir. Arka ekstremite başlıca kalçadan dize kadar uzanan uyluk kemiği (FEMUR), dizden ayak bileğine kadar iki adet kaval kemiği (TİHİA) ve baldır kemiğinden (FİBULA) oluşur. Ayak bileğinde dokuz tane olabilen ayak bilek kemiği (TARSUS), ayak tabanını oluşturan uzunca beş tane ayak tabanı kemiğinden ( METATARSUS) oluşur. Beş adet olan ayak parmaklarınında elde olduğu gibi birisi iki diğerleri üçer falanj kemiğinden oluşmuştur. Arka ekstremitede femurdan sonra bir diz kapağı kemiği (PATELLA) bulunur. Ön ekstremitelerde böyle bir kemik yoktur. Bu temel yapı çeşitli omurgalı sınıflarında hareket şekline göre değişse de genellikle üç tipde toplanabilirler: 1) Tabanları üzerinde yürüyebilenler (insan) 2) Parmakları üzerinde yürüyebilenler (kedi, köpek) 3) Parmak uçları üzerinde yürüyebilenler (at) yürüyüş şekline uygun olarak kullanılmayan parmaklarda körelmeler olur. Geyik üç ve dördüncü parmaklarının, atlar ise üçüncü parmaklarının ucuna basarak yürüdüğünden diğer parmakları körelmiştir. SİNDİRİM: Canlılar yaşamak için beslenirler. Beslenmenin iki temel amacı vardır. Birincisi büyümek ve üreme için gerekli yapı maddelerini meydana getirmek. İkincisi canlılık olaylarında kullanılacak enerjiyi sağlamaktır. Sindirim sisteminde besinin alındığı bir açıklık (ağız) vardır bu açıklıktan giren besin, besinin depolandığı ve sindirildiği bir yere gelir. (sindirim kanalının bölmeleri) Sindirim organı besin artıklarının atıldığı bir açıklıkla (anüs) sonlanır. BİR HÜCRELİLERDE SİNDİRİM: Hücre içi sindirim yapan bir hücrelilerde; besin ya PSÖDOPOD (yalancı ayak) veya özel organellerle alınır. Hücrede bir besin vakoulleri içine alınan besin sindirim enzimleri ile sindirilir ve sindirim artıkları hücre zarında daima bulunan veya geçici olarak oluşan bir delikle dışarı atılır. Amipler avının hareketli veya hareketsiz oluşana göre avına farklı şekilde yaklaşır. Hareketli olan avı yalancı ayaklar ile uzaktan çevirir. Besinin mekanik parçalanmasına amipte rastlanır. Amip bir paremesyum yutacaksa önce yalancı ayakları ile paremesyumu ikiye böler ve besin kofulu içine alır. Sindirim bir saat sürer. Ve besin artıkları hücre anüsü ile dışarı atılır. Flagellatlarda çeşitli şekillerde beslenme tipleri vardır. Sindirim organelleri beslenme şekillerine göre farklılık gösterir. Ototrof olanlarının kloraplastları vardır. Erimiş organik maddeler alarak besinlerini kendileri hazırlarlar. Renksiz flagellatların klorofili yoktur. Bunlar çevrelerinde bulunan erimiş veya katı halde bulunan organik besinleri alırlar. Katı besin maddeleri kamçı dibinde oluşan geçici bir hücre ağzı ile alınır, parazit flagellatlarda ise besin erimiş halde konak canlıdan osmoz ile alınır. Omurgalı ve 6 omurgasız hayvanlarda parazit olarak yaşayan bir hücreli sporlular konaklarında erimiş halde bulunan organik maddeleri vücut yüzeyinden osmoz ile alırlar. Ciliatlar (sililer) en ileri organizasyon gösteren hetetrof bir hücrelilerdir. Bunların sindirim sisteminde bir hücre ağzı ve bir hücre yutağı devamlı olarak bulunur.ve besin kofullarında sindirilen besinlerden kalan artıklar geçici olarak oluşan hücre anüsü ile dışarı atılır. ÇOK HÜCRELİLERDE (OMURGASIZLARDA) SİNDİRİM: Yapı bakımından omurgasızların en ilkel grubunu oluşturan ve bir hücreler yığını halinde olan süngerlerde bu gelişmemişliğin özelliği sindirim olayında belli olur. Besin hücre içi olarak sindirilir. Besin parçacıkları hücre içine alındıktan sonra sindirilir. Besin artıkları ise götürücü kurallarla OSKULUM boşluğundan dışarı atılır. Bir sindirim kanalı içinde sindirim ilk defa sölenterler ile başlar. Hücre dışı olarak başlayan sindirim hücre içi olarak devam eder. Sölenterlerde sindirim yapan sistem vücut dışına bir ağızla bağlanmıştır. Sölenterlerden hidrozoalarda avın yakalanışı ve ağza götürülüşü TENTEKÜLLERİN hareketi ve KNİDOSİSTLERDE olur. Besinin ağızdan içeri kaydırılması ağız civarında yer alan bez hücrelerinin salgısı ile sağlanır. Gastrodermisteki (sindirim sistemi) bez hücreleri sindirim enzimlerini salgılar ve kısmen parçalanan besin emilmeye hazırlanarak gastrodermiste çok sayıda bulunan ve emme yapan kaslı epitelyum hücreleri ile alınarak sindirilir. Sindirim artıkları ağız yoluyla dışarı atılır. Yassı solucanlarda henüz bir baş bölgesi oluşmamıştır. Endoderm ve ektoderm tabakaları arasında geniş bir boşluk vardır. Bu boşluk MEZENŞİM hücrelerinden oluşan PARANŞİM dokusu ile tamamen doludur. Yassı solucanlarda ağız ve yutak bulunmasına karşılık anüs henüz oluşmamıştır. En ilkel yassı solucanlarda sadece ağız bulunur. Bağırsaklar oluşmamıştır. Besin ağza alındıktan sonra paranşim dokusu içinde bulunan özel besin hücreleri tarafından alınarak hücre içi sindirim yapılır. Genellikle iplik şeklinde olan yuvarlak solucanlarda anüs oluşmuştur. Ağız ve anüs arasında sindirim kanalı düz bir boru şeklinde uzanır. Ağızdan sonra kaslı ve emici uzun bir FARİNK (yutak) vardır. Bağırsak bir rektum ile sonlanır. Gerçek bir sölomu (karın boşluğu) olan annelid (halkalı solucan) lerde vücut duvarı ile bağırsak arasında kalan boşluk SÖLOM (ikinci karın boşluğu) dur. Genel olarak sindirim kanalının ön ve arka kısmı ektodermiktir. İkisi arasında kalan bağırsak bölgesi ise endodermiktir. Orta bağırsakta salgı yapan bez hücreleri bulunur. Orta bağırsağın üst tarafı içeri doğru bir çöküntü yapmıştır. Buna TİFLOSALİS denir. Sindirilen besinler bağırsağın sonunda oluşan anüsle dışarı atılır. Yumuşakçalarda az çok bir kafa bölgesi oluşmuştur, genel olarak sindirim kanalı ağız, ağız boşluğu (yutak), bir çift tükrük bezi, özofagus ( yemek borusu), mide, bağırsak ve anüsten yapılmıştır. Ağız bu hayvanlara özgü bir organ olan ve radula adı verilen dişli bir dil bulunur. Sili bir özofagus ile mide geçilir.mideye bir çift sindirim bezi açılır. (karaciğer gibi). Besin maddeleri önce midenin ön tarafında bulunan ayırma bölgesinde seçilerek küçük olanlar sindirim bezlerine yönlendirilir. Anüs manto boşluğunun arka kenarına açılır. Ve dışkı anüsten dışarı atılır. Denizlerde yaşayan derisi dikenlilerde farklı bir sindirim sistemi meydana gelmiştir. Sindirim kanalı ağız, yutak, özofagus, bağırsak ve anüsten yapılmıştır. Ağız daima alt tarafta bulunur. Anüs ise üst tarafta yer almıştır. Eklem bacaklıların vücutları baş, gövde (toraks), karın(abdomen) olmak üzere üç belirli bölgeden yapılmıştır. Bu nedenle sindirim kanalı ön bağırsak orta bağırsak ve arka bağırsak bölümlerinden oluşur. ön ve arka bağırsak ektoderm ile kaplıdır. Orta bağırsak ise endoderm kökenlidir. Sindirim kanalı üzerinde ağız, ağız boşluğu, farinkins (yutak), özofagus (yemek borusu), tükrük bezleri gelişmiştir. Orta bağırsak mideyi oluşturur. Burada sindirim enzimleri salgılanır ve sindirim olayı hücre 7 dışı olarak yapılır. Arka bağırsak bir rektum ile anüse bağlanır. OMURGALILARDA SİNDİRİM: Omurgalılarda sindirim sistemi genel olarak iki kısımda toplanabilir. Birisi ağızla başlayıp anüs ile sonlanan sindirim kanalı diğeri sindirim kanalına bağlı karaciğer, pankreas, tükrük bezleri gibi sindirime yardımcı bezlerdir. Sindirim kanalının başlıca kısımları sırası ile; ağız, ağız boşluğu, farinks, özofagus, mide, ince ve kalın bağırsak. Kuşlar hariç omurgalıların ağız boşluğunda çene üzerinde dizili dişler bulunur. Dişlerin sayısı ve şekli beslenme tarzına göre değişir. Genellikle kapamayı yakalamayı yada çiğnemeye yarayacak şekil almışlardır. Dil insanlarda besini dişler arasına götürerek tamamen çiğnenmesine ve tükrükle karışmasına yardımcı olur. Aynı zamanda konuşmaya yardım eder. Çiğnenen besin dilin yukarı doğru hareketi ile yutağa gönderilir. Dil üzerinde bulunan tat tomurcukları ağza alınan besinlerin tadını almaya yarar. Ağız boşluğunu kaplayan epiteldeki basit bezlerin salgılarından başka insanlarda kanallarla salgılarını ağız boşluğuna akıtan tükrük bezleri bulunur. İnsanlarda üç çift tükrük bezi vardır. Bunlar; 1) Paratoid (kulak altı) 2) Mandibular (alt çene) 3) Sublingual (dil altı) bezleridir. Tükrük salgısı besini yumuşatıp kayganlaştıran su ve mukus maddesi dışında nişasta ve glikojeni disakkaritlere parçalayan amilaz enzimide bulunur. Tükrükte bunlardan başka amilazı etkinleştiren klarid iyonları vardır. Tükrüğün optimum ph’sı 7 dir. (nötr). Ağzın arka tarafında bulunan yutak (farinks) balık ve suda yaşayan amfibilerde (kurbağlar) solungaç yarıklarına sahiptir. İnsanlarda yutağın bir kısmı küçük dilin üst tarafında kalır. Bu kısma iç burun deliği ve orta kulak boşluğundan gelen bir çift östaki kanalları açılır. Küçük dilin altında kalan kısım yemek borusu ve nefes borusu açıklığı ile birleşir. Besinin yutağa iletilmesi bir seri refleks olayını başlatır. Önce küçük dil yukarı kalkar besinin soluk borusuna geçmesini engeller, solunum o an için durur. Epiglottis (küçük dil) glottis (nefes borusu)’i kapatır. Dilde yükselerek besinin geri ağza dönmesini engeller ve lokma yemek borusuna geçer. Basit bir tüp halinde olan özofagusa geçen besin bu kısmın kasılmasıyla ona bitişik olan gevşemiş kısma itilir. Birbirini izleyen kasılıp gevşeme hareketlerine peristaltik hareket denir. Besinin sindirim boyunca ilerlemesi bu hareketle sağlanır. Yemek borusu boyunca bu şekilde ilerleyen lokma daha sonra midenin girişinde bulunan kapakçığın (SFİNKTER) gevşemesi ile mideye geçer. Yutak ve yemek borusunda sindirim enzimleri olmadığından bu kısımlar sadece besinin ağızdan mideye doğru iletilmesini sağlar. Kuşlarda yemek borusunda (özofagus) besini depo etmeye yarayan bir kese (kursak) gelişmiştir. Omurgalılarda mide kastan yapılmış kalın çeperli olup özellikle insanlarda vücudun sol tarafına doğru yerleşmiştir. Omurgalılarda beslenme tarzına göre farklı yapı gösterir. Kuşlarda bezli midede ve kaslı (taşlık) mide olmak üzere iki mide vardır. Geviş getiren memelilerde mide birbirinden farklı 4 kısımdan oluşmuştur. Bunlar sırası ile; RUMEN (işkembe), RETİKULUM (börkenek), OMASUM (kırkbayır), ABOMASUM (şirden) kısımlarıdır. İnsan midesinde 3 bölge ayrılabilir. Kalbe yakın kısma KARDİAK, bunun altında ki kısma FUNDUS, ve ince bağırsağa yakın kısmada PİLORİK bölge denir. Midenin iç çeperi milyonlarca salgı bezini içerir. Bunlar; mukus, sindirim enzimleri ve HCl salgılarıdır. Mide ile ince bağırsak arasındaki PİLORİK KAPAKÇIK besinin mideden ince bağırsağa geçişini kontrol eder. İnce bağırsak uzunluğu omurgalılarda beslenme tarzına göre değişmektedir. Genellikle etçillerin ki otçullara göre kısadır. İnsanlarda 6-7 metre kadar uzunluktadır. İnce bağırsağın başlangıç kısmına DUODENUM (on iki parmak bağırsağı) denir. Duodenum 25 cm uzunluğundadır. İki 8 önemli salgı kanalı açılır. Bunlardan biri karaciğerden gelen safra kanalı diğeri ise pankreastan gelen pankreas kanalıdır. Omurgalılarda karaciğer oldukça büyük olup, iki veya üç parçalı simetrik olmayan bir organdır. Karaciğer hücrelerinin salgıladığı safra sıvısı safra kesesinde toplanarak duodenuma gönderilir. Safra yeşil renkli olup sindirim enzimlerine sahip değildir. Ancak bazik olması ve safra tuzlarını içermesi nedeniyle sindirimde büyük rol oynar. Karaciğer karbonhidratları glikojen halinde depo eder. Ayrıca protein artıklarını üreye dönüştürerek kan yoluyla böbrekten atılmasını sağlar. Pankreas midenin hemen altında bulunan düz bir bez halindedir. Salgıladığı sindirim enzimlerini duodenuma iletir. İnce bağırsağın çeperinde mukus ve sindirim enzimleri salgılayan bezler vardır. İnce bağırsakta besinin sindirilmesinden başka besin emilimi işlemi de gerçekleşmektedir. İnce bağırsağın peristaltik hareketleri ile besin kalın bağırsağa geçer. Kalın bağırsağın çapı ince bağırsağınkinden daha geniş ve çeperi daha kalındır. Kalın bağırsak ile ince bağırsağın birleştiği yakın bir yerde kör bir kese (ÇEKUM) bulunur. Bazıların da bu kesenin arka ucu küçük bir parmak gibi çıkıntılıdır. Bu kısma APENDİX (APANDİSİT) adı verilir. Bazı omurgalılarda çekum ya da apendix bitkisel besinin sindirilmesinde görev yaptığı halde bazı omurgalılarda körelmiştir. Kalın bağırsağın uzunluğu omurgalılarda farklılık gösterir. Kurbağalarda oldukça kısadır. İnsanda ters U şeklinde olan kalın bağırsak daha uzundur. Başlangıç kısmına KOLON son kısmına REKTUM adı verilir. Kalın bağırsağın çeperinde de mukus bezleri vardır. Kalın bağırsağın kolon kısmında sindirim ve emilme işlemleri devam eder. Rektum denen arka kısmı ile sindirilmeyen artık maddeler anüsten dışarı atılır. İnce ve kalın bağırsaklar dorsal vücut çeperine ve birbirlerine ince şeffaf bir zarla bağlıdırlar. MEZENTER denen bu zar bağırsakların sınırlı hareketlerine ve vücut çeperlerinden bağırsağa damar ve sinirlerin dağılmasına olanak sağlar. Memeliler hariç diğer omurgalılarda boşaltım artıkları ve üre hücreleri kalın bağırsak ile dışarı atılır. Bu nedenle bu ortak kanala KLOAK adı verilir. Memelilerde ise sindirim artıklarını boşaltan rektumdan başka boşaltım ve üre hücrelerini dışarı atan ÜROGENİTAL kanal gelişmiştir. SOLUNUM solunum işlemi canlılarda iki kademede yapılır. Birinci kademede oksijen solunum organları ile alınır. Buna dış solunum denir. İkinci kademede bu oksijen dolaşım sistemi ile taşınarak hücrelere verilir. Buna da iç solunum denir. Hücrelerde mitekondriyum içerisinde geçen metabolizma olaylarına da hücre solunumu denir. Solunum sistemi solunum organlarından yapılmıştır. Farklı hayvanlarda çok değişik solunum sistemleri gelişmiştir. Suda yaşayan hayvanlarda çevrelerinde ki sudan oksijeni elde etmek üzere solungaç denilen yapılar gelişmiştir. Karada yaşayanlarda ise bu amaç için trake ve akciğerler bulunur. BİR HÜCRELİLERDE SOLUNUM: Genelde plazma zarından solunum yapılır. Bir hücrelilerin bazılarında solunumun difüzyon ile de yapıldığı görülmüştür. ÇOK HÜCRELİLERDE (OMURGASIZLARDA) SOLUNUM: Omurgasız hayvanların ilkel olanlarında özel bir solunum organına gereksinim yoktur. Gaz alış verişi deri solunumu olarak hayvanın yüzeyinden yapılır. Omurgasızların ilkel grupları olan süngerler ve sölenterlerde deri solunumu yapılır. Sünger ve sölenterlerde bütün vücut hücreleri dış ortam ile ilişki halinde bulunur ve oksijeni doğrudan çevrelerinden sağlarlar. Yassı ve yuvarlak solucanlarda özel olarak gelişmiş bir solunum sistemi yoktur. Bunlar da deri solunumu yaparlar. Halkalı solucanların çoğunda da gerçek bir solunum sistemi gelişmemiştir. Nemli ortamlarda yaşayan bu hayvanların derileri çok incedir ve deri solunumu yaparlar. Denizlerde yaşayan diğer halkalı solucanlarda ise solungaçlar vardır. Vücut halkalarının 9 (segmentlerin) dorsal yüzeyinde solungaçlar bulunur. Genel olarak solungaçlar PARAPOD adı verilen çıkıntılar üzerinde yer alırlar ve solunum solungaçlar ile yapılır. Karada yaşayan halkalı solucanlar da ise genel olarak solungaçlar yoktur. Vücut yüzeyi ile solunum yapılır. Bunlarda epidermis altına yayılmış çok miktarda kan damar ağı bulunur. Yumuşakçalarda ve derisi dikenlilerde solunum solungaçlarda da yapılır. Midyelerde MANTO boşluğu içerisinde bir çift solungaç vardır. Bunlara KTENİDYUM adı verilir. Karından bacaklılarda ise (salyangozlar) yine manto boşluğunda yer alan bir veya iki solungaç bulunur. Hayvanların gelişmesi sırasında meydana gelen dönme (TORSİON) olayı ile sağ veya sol solungaç kaybolmuş olabilir. PULMONATLAR (kara salyangozları) kara hayatına uymuş olan karından bacaklılardır. Manto boşluğunda önde ve sağ tarafta basit bir torba gelişmiş ve bu akciğere dönüşmüştür. Dersi dikenlilerde ya dışarı uzamış deri çıkıntıları (DERMAL SOLUNGAÇ, TÜP AYAKLAR) veya vücut içine deri çöküntüleri şeklinde solunum organları bulunur. Eklem bacaklılarda çeşitli hayat şekillerine göre solunum organları gelişmiştir. Genel olarak TRAKE boruları vardır. Trake boruları vücut yüzeyine STİGMA adı verilen açıklıklarla bağlanır. Örümcek ve akreplerde kitap trakesi denilen özel bir trake sistemi gelişmiştir. Bu solunum organında ABDOMENİN (karın tarafı) ventral duvarı içe çökerek bir cep meydana getirir. Bu cep bir stigma ile dışarı bağlıdır. Bu cebin iç duvarı yaprak şeklinde katlanarak LAMALLER meydana getirir. Stigma bir hava odasına açılır. Stigmadan giren hava bu odadan lamellere geçer, lamellerin içi kan boşlukları ile doludur ve lamellerin yüzeyinden gaz alış verişi yapılır. Ergin böceklerde ise daima BORU TRAKESİ bulunur. Ve trake boruları çok ince dallara ayrılarak vücudun her tarafına oksijenin ulaşmasını sağlar. Trakeleri dışarıya bağlayan stigmalar gövde ve karın segmentlerinde çift olarak bulunurlar. OMURGALILARDA SOLUNUM : Omurgalılarda Solunum organları sindirim sisteminin başlangıç kısmından başlar. Bu kısma suda yaşayanlarda (balık ve kurbağa larvalarında) solungaçlar, karada yaşayanlarda (sürüngen, kuş ve memelilerde) akciğer gelişmiştir. Solungaçlar bazı balıklarda ve amphiaların (kurbağa larvaları) vücudun dış kısmında, kemikli balıklarda ise başın iki yanında adacığa benzer bir yapı içinde bulunur. Temel olarak bir solungaç 3 kısımdan oluşur. Bunlar; solungaç kemeri, solungaç dikenleri ve solungaç iplikleri. Her bir solungaç ipliği bir çift iplikten oluşur. Gaz alışverişi ağızdan alınan su solungaç iplikleri arasında geçerken burada bulunan kılcal damarların çeperleri aracılığıyla yapılır. Bazı kemikli balıklarda solungaçlardan başka yemek borularından bir kanala ayrılmış bir kese vardır. Yüzme kesesi veya hava keseki adı verilen bu kese içinde O2, CO2 ve N bulunur. Fakat bu gazların oranları havadakinden farklıdır. Bazı balıklarda bağırsakla yüzme kesesi arasındaki kanal körelmiş olduğundan yüzme kesesi kanalsız olarak omurganın altında sırt boyuca uzanır. Pionoi adı verilen bazı bataklık balıklarında yüzme kesesi akciğer gibi alveoller bir yapıya sahiptir. Ve solunuma yardım eder. Yüzme kesesi solunumdan başka balığın çeşitli derinliklerde dengede kalabilmesi için hidrostatik bir göreve de sahiptir. Ayrıca ses çıkarmaya ve indirekt olarak işimeye yardımcı olur. Diğer omurgalılardaki akciğerler balıklardaki yüzme kesesi ile homologtur. Her ikiside ön bağırsağın kepeninden bir çıkıntı yaparak gelişir. Ancak akciğerler çift olduğu halde yüzme kesesi bir tanedir. Amphibialarda akciğer yutaktan glottis denen bir yarıkla ayrılmış kısa bir trakeden hemen sonra başlar. Dış taraftan gaz alışverişini sağlayan bol kılcak damarlarla sarılmışlardır. Larva evresinde solungaçlı olan kurbağalar erginleştirken solungaçların yerini akciğerler alır. Akciğerler geliştikten sonra kurbağa artık sürekli olarak suda kalamaz. Hava almak için sık sık su yüzeyine çıkar. Akciğerlerin içinde 10 oluşan bol kulcal damarlı kılcallar solunum yüzeyinin artmasını sağlar. Rep (sürüngen), kuş ve memelilerde yemek borusu boyunca göğüs bölgesine uzanan trake alt uçta ikiye ayrılarak sağ ve sol akciğerlere giden bronşları meydana getirir. Trake ve bronşlar yer yer kıkırdak halkalarla desteklenmişlerdir. Akciğerlerin içine giren bronşlar ince kollara ayrılarak bronşitleri oluştururlar. Bronşitler alveol denen odacıklarla sanlanır. Herbir alveol tek sıralı epitek ile kaplı olup bol kopiler damar ağına sahiptir. Akciğerlerin hacmi alveollerden dolayı oldukça genişlemiştir. Örneğin insan akciğerinin bir tanesinin kıvrımları açıldığında yüz ölçümü 60 m2 den fazla olabilir. Bu nedenle gaz değişimi kan alveollerden geçerken birkaç saniye içinde tamamlanır. Avesin (kuş) solunum sisteminde özel bir durum görülür. Kuşlarda trake alveollerde değil akciğerlerde avlı olan hava keselerinde sonlanır. Bu keseler kuşlarda kemiklerin içine hatta deri altındaki bağ dokusuna kadar uzanır. Uçma kasları arasında bulunan hava keseleri kanatların her vuruşunda sıkılıp gevşeyerek kuşun uçuşunu ve akciğerdeki havanın dolaşımını hızlandırır. Kuşlardaki hava keseleri solunumdan başka fazla vücut sıcaklığının dağıtılmasında da görev alır. Memelilerde trakenin başlangıç kısmı solungaç yaylarından oluşan ses kutusu veya larinks adını alır. Üçgen şeklinde olan larinks kaslarla hareket eden bdokuz kıkırdaktan yapılmıştır. Bu kısımda bir çift ses teli bulunur. Ses akciğerlerden hava çıkarken ses tellerinin titreşimi ile sağlanır. DOLAŞIM SİSTEMİ Oksijenin solunum organlarından sindirilmiş besin maddelerinin sindirim organlarından ve hormonların iç salgı bezlerinden dokulara ve hücrelere taşınması CO2 ile metabolizma artıklarınında solunum ve boşaltım organlarına taşınması için hayvanlarda dolaşım sistemi adı verilen bir taşıma sistemi gelişmiştir. BİR HÜCRELİLERDE DOLAŞIM : Bir hücreli hayvanların vücudu dış çevreye her tarafıyla açık bulunduğundan özel bir dolaşım sistemine gerek kalmamaktadır. Bunlarda oksijenin ve CO2 ‘nin alınıp verilişi ile besinin alınıp metabolizma artıklarının dışarı atılması hücre yüzeyi ile yapılır. ÇOK HÜCRELİLERDE DOLAŞIM : Süngerlerde bir dolaşım sistemi henüz gelişmemiştir. Sölenterlerde vücut yüzeyi ile sindirim yapan hücre tabakası arasındaki aralık geniş olmadığından O2 , CO2 , besin maddeleri ve metabolizma artıklarının taşınması için ayrı bir sistem gelişmemiştir. Vücudun iki epitel tabakası arasında kalan orta boşlukta bulunan sindirilmiş maddelerin hücrelere ulaşması sağlanır. Yassı solucanlarda sindirim kanalı ile vücut duvarı arasını paranşim dokusu doldurur. Paranşim dokusu mezenşim hücrelerinden oluşmuştur. Ve aralarında taşımaya özgü görev yapan belirli kanallar gelişmemiştir. Mezenşim hücreleri arasında aralıklar bulunur. Fakat bu aralıklar doku sıvısı ile doludur. Solunum organları bulunmayan yassı solucanlarda O2 , CO2 , sindirilmiş besin ve artıkların taşınması bu doku sıvısı ile yapılır. Yuvarlak solucanlarında sölom gelişmemiş olmakla birlikte vücut duvarı ile bağırsak arasında bir boşluk bulunur. Psödosöl adı verilir. Psödosöl geniş bir boşluk halindedir ve içi bir sıvıyla doludur. Genellikle bu sıvı içerisinde serbest hücreler bulunmaz. Fakat gerek bağırsak duvarına gerekse diğer organlara yapışık sabit hücrelerin varlığı gözlenmiştir. Bunlar bağ dokusu hücrelerine benzerler. OMURGALILARDA ÜREME Yüksek organizasyonlu hayvanların çoğu ayrı eşeylidirler. Genel olarak dişi üreme organında ovarym ve yumurta kanalı, erkek üreme organında ise testisler ve sperm kanalları bulunur. Ayrı eşeyli olan omurgalılarda üreme sistemi boşaltım sistemi ile 11 birlikte üregenital sistemi meydana getirir. Üreme hücreleri dışarı çıkarılması omurgalıların erkeklerinde daima boşaltım yoluyla yapılır. Testisten çıkan kanallar hem madde hemde spermleri taşır. Dişi üreme sisteminde bu 2 kanal ayrılmıştır. Balık ve kurbağaların erkeklerinde hem boşaltım maddesi hemnde spermler wolf kanalıyla taşınır. Yüksek omurgalıların embriyolarında da wolf kanalı hem boşaltım maddesi hemde spermleri taşır. Fakat ergin yüksek omurgalılarda spermler vas deferens kanalıla taşınır. Vas deferansın duvarlarında spermleri besleyen bir sıvı salgılanır. Boşaltım maddesi veya idrarı ise üreter adı verilen bir kanal aracılığyla taşınır ve iki kloaka açılır. Memelilerde ise boşaltım ve üreme kanalı ayrı ayrı açılır ve artık kloak yoktur. Omurgalların dişilerinde ovaryumda olgunlaşan yumurtalar vücut boşluğuna düşerler. Embriyo da boşaltım maddesi taşıyan wolf kanalı uzunluğuna ikiye ayrılarak iki kanal oluşturur. Bunlarında birincisi yumurta taşıyan yumurta kanalıdır. Buna müller kanalı da denir. Yumurtanın döllenmesi müller kanalı içinde olur. Balık ve kurbağalarda müller kanalı düz bir boru halindedir. Fakat yüksek organizasyonlu omurgalılarda bu kanal üzerinde belirli görevler yapmak üzere özelleşmiş bölgeler oluşmuştur. Kanalın başlangıcındaki sadece yumurtaları taşıyan bölgeye ouidukt denir. İkinci bölge uterustur. Burası döllenmiş yumurtanın geliştiği döl yatağıdır. Üçüncü bölge ile vaginadır. Sürüngenlerin dişilerinde vagina kloaka başlıdır. Memelilerde ise kaloak bulunmadığından ayrı bir açıklıktan dışarı bırakılır. İdrarı taşıyan kanal ise üreterdir. Döllenen yumurtalar çevresinde müller kanalının duvarlarından salınan besin maddesi tarafından bir kabuk oluşturulur. Aşağı omurgalılarda yani balık ve kurbağalarda kabuk yumurta bırakılır. Yüksek yapılı omurgalılarda yumurta daima uterustadır. Sürüngen ve kuşlarda yumurta kabuğu uterustan oluşur. Memelilerde yumurta döllendikten sonra uterusta kalır. DUYU ORGANLARI Canlılar yaşamlarını devam ettirebilmek için çevrelerindeki özel değişikliklere uygun cevaplar vermek üzere bazı sistemler geliştirmiştir. Bu sistemler duyu organlarıdır. Duyu organı ile alınan çevredeki değişikliklere canlıda uygun tepkiler meydana getirir ve bu tepkiler kas ve bez gibi efektör organlarla cevaplandırılır. Başlıca efektör organlar iskelet kası, düz kas, kalp kası bunlara ek olarak sindirim bezleri, ter bezleri, eşey bezleri, süt bezleri ve bazı hayvanlarda elektirik organları, ışık veren yapılar ve renk veren pigment hücreleridir. Bir hücreli canlılar çok çeşitli uyartılara karşı duyarlıdır. Işık bazlı kimyasal maddeler, elektirik akımlarını bazı uyartılar arasında sayabiliriz. 1 hücreli hayvanlar bu uyartılara + veya – cevap vererek tepki gösterirler. Çok hücreli hayvanlar uyartıyı almak üzere özelleşmiş reseptör hücreleri gelişmiştir. Her reseptör hücre bir çeşit uyartıyı almaya duyarlıdır. Reseptör hücreler birleşerek duyu organlarını meydana getirirler. Reseptör hücreler epitel hücrelerden meydana gelirler ve çevreden aldıkları uyartıları sinir hücrelerine iletirler. Reseptör hücreler ya kendi uzantılarıyla uyartıları sinir hücrelerine iletirler veya reseptör hücreler kendilerini saran sinir hücre uzantılarıyla uyartılara iletirler. OMURGASIZ VE OMURGALI HAYVANLARDA KİMYASAL (KOKU VE TAT) DUYU ORGANLARI Koku ve tat alınması kimyasal duyulardır. Bu duyular kemoreseptör hücrelerle alınır. Bir hücrelilerden siliatlarda pelikulanın altına yayılmış olarak çok sayıda trikosist denilen koruma organelleri bulunur. Bunlar kimyasal uyartılarla uyarılarak içlerinde bulunan ipliğin pelikulada bulunan bir delikten dışarı fırlamasına neden olur. Sölenterlerde endoderm ve ektordermde epitel hücreleri arasında yayılmış duyu hücreleri vardır. Solucanlarda epidermisin altında yer alan hücre grupları halinde yer alan koklama organları bulunur. Ayrıca solunum organlarının dibinde yer alan ve 12 asfradyum denilen kimyasal duyu organları vardır. Osfradyumlar bir eksenle bunun iki yanında sıralanmış larçellerden oluşmuş yapılardır ve solunum suyunu kontrol ederler. Derisi dikenlilerde ambulakral ayaklarda kemoreseptör kıllar bulunur. Omurgalılarda koku alma duyusu buruna yerleşmiştir. Burnun mukus salgılayan bölgesinin üst tarafında kalan sarı bölge koku alma görevini yapan hücrelerden oluşur. İnsanda ve diğer omurgalılarda beyin siniri olan koku alma siniri buruna gelerek duyu hücreleri altında yayılır. Sarı bölge ne kadar genişse hayvanın koku alma duyarlılığı o kadar artar. Omurgalılarda dil üzerinde yerleşmiş bulunan ve tat alma duyusu olan hücreler oraya gelerek tat tomurcuklarını meydana getirirler. Tat duyuları tomurcuklar dil üzerinde ve damakta yer alır. Tat hücreleri ucunda mikrovillüsler bulunur. Mikrovillüsler küçük bir delikten dışarı doğru dilin üstündeki sıvıya uzanır. Tat tomurcuklarına beynin beşinci siniri gelerek dallanır. 13