Yıl: 2, Sayı: 2, Mart 2015, s. 26-43 Ali SERTPOLAT1 NAZİ ALMANYASI DÖNEMİNDE MÜLTECİ PROFESÖRLERİN TÜRKİYE’YE GELİŞ SÜRECİ (1933) Özet Cumhuriyet döneminin en önemli kültür reformlarından biri, 1933’te İsviçreli pedagoji profesörü Albert Malche’nin görevlendirilerek üniversiteler için bir reform planı hazırlamasıdır. Rapora göre yeni bir üniversite kurulacak; çağdaş ve bilimsel bir zihniyetin oluşumu için de yurtdışından akademisyenler getirilecekti. Eğitimde yeniden yapılandırma süreci olarak adlandırılan bu dönemi önemli kılan bir diğer faktör ise Nazi Almanyası’nın ‘akademisyen’ kökenli mağdurlarıyla ortak bir paydada buluşmasıydı. Reform süreci sırasında Almanya’da Hitler liderliğindeki Nazi Rejimi’nin baskıları sonucu yahudi kökenli ve rejime muhalif Alman akademisyenler ülkelerinden ayrılmak zorunda kalırlar. Bu mülteci bilim insanları, İsviçre sürgününde kurdukları “Yurtdışındaki Alman Bilim Adamları Yardım Cemiyeti” ve Türk Hükümeti’nin tam yetkili temsilcisi Prof. Malche’nin yoğun çabaları sonucu Türkiye’ye geliş süreçleri başarılı olur ve bunlar ‘reform planı’ çerçevesinde üniversitelere yerleştirilirler. Anahtar Kelimeler: Cumhuriyet, Üniversite reformu, Nazi Almanyası, mülteci akademisyenler 1 Dr., Cumhuriyet Tarihi, alisertpolat@hmail.com Nazi Almanyası Döneminde Mülteci Profesörlerin Türkiye’ye Geliş Süreci (1933) THE PERIOD IN WHICH REFUGEE PROFESSORS CAME TO TURKEY DURING NAZI GERMANY (1933) Abstract One of the most important cultural reforms in the Turkish Republic was in 1933 when Swiss pedagogy professor Albert Malche was commissioned to prepare a reform plan for the universities. According to the report, a new university was to be created and for contemporary and scientific mentality, academics were to be brought from abroad. Another very important factor for this period, known as the configuration of the academic education, was the common ground shared with Nazi Germany’s ‘academic’ victims. During this reform period, Jewish academics as well as German academics opposing German Nazi regime under the Rule of Hitler were forced to leave their country. Due to intensive efforts on the side of the “Community of German Scientists Abroad” established by refugee scientists in Switzerland as well as of Prof. Malche, duly authorized negotiator of the Turkish government, these scientists were placed at the universities within the framework of this “reform plan”. Keywords: Republic, university reform, Nazi Germany, academic refugees Giriş Mülteci akademisyenlerin Türkiye’ye geliş süreci, Osmanlı’nın son dönemlerinden başlayıp 1933’te Malche Raporu’yla zirveye ulaşan ve eğitimde yeniden yapılandırma talebi bağlamında üniversitelerde kaliteli ve bilimsel bir yöntem arama çabasıdır. Eğitim sektöründe hem Osmanlı’nın son dönemlerinde hem de Cumhuriyet’in kuruluş aşamasında baskın olarak Alman bilim insanlarının etkisi görülür. Bunda Osmanlı ve Almanların genellikle her dönemde ‘partner’ siyaseti gütmeleri ve de Birinci Dünya Savaşı’nda müttefik olmaları önemli rol oynar. Bu politika perspektifine uygun olarak Alman aydınları, Osmanlı’nın ‘güzide’ eğitim kurumu Darülfünun’un gelişiminde de önemli rolleri olur. Bu çalışmanın ilerleyen kısımlarında, bu akademisyenlerin Darülfünun gelişimine nasıl katkı sundukları ve ne kadar başarılı oldukları irdelenerek, sonuçları ortaya çıkarılır. Bu analiz ışığında Türk Hükümeti’nin niçin Prof. Malche’nin raporuna ihtiyaç duyduğunun nedenleri ortaya çıkarılarak, raporun sonuçları detaylı olarak sunulacaktır. Ortaya çıkan bu bilgilerin ışığında “Hitler Diktatoryası”nın baskı düzeninden ayrılan bilim insanlarının Türkiye’ye geliş süreci detaylı olarak analiz edilecektiir. 30 Ekim 1918’de Osmanlı İmparatorluğu ile İtilaf Devletleri arasında imzalanan Mondros Mütarekesi, sadece Osmanlı-Alman diplomatik ilişkierinin sonunu değil, aynı zamanda Osmanlı SOBİDER Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 2, Sayı: 2, Mart 2015, s. 26-43 27 Ali Sertpolat ordusunda görevli tüm Almanların da sınırdışı edilmesini öngörüyordu.2 Öte yandan İstanbul’da bulunan tüm Alman kuruluşları3 1919 yılına kadar İngilizler tarafindan el konulup, geri dönüşleri engellenmek istenmiştir. Fakat Türkiye Cumhuriyet’nin kurulmasıyla Almanya’yla 5 yıl ‘zoraki’ kopmuş diplomatik ilişkiler “Weimar Cumhuriyet”i4 döneminde tekrardan kuruldu. Weimar Cumhuriyet’nin içinde bulunduğu ekonomik kriz, daha önce Osmanlı sınırları içerisinde yaşayan bir çok askeri kökenli ve yatırımla uğraşan kişilerin tekrardan buralara dönmesine neden olacaktı. Cumhuriyetin kurulmasıyla birlikte Türk yöneticileri, batılılaşma ve ‘bilimsel’ eğitimi geliştirmek için 1920’lerden sonra düzenli olarak Almanya’dan bilim insanları ‘transfer’ ettiler (Mangold-Will: http://www.bpb.de/internationales/europa/tuerkei/184978/deutsche-im-exil-tuerkei Erişim tarihi 10.02.2015; Dalaman, 1998: 64). Bu çerçevede Almanya’dan Schmid ve Max Mühl gibi teknotratlar getirilerek Dışişleri, Sağlık ve Tarım Bakanlığı ile Emmiyet Teşkilatı gibi bir çok devlet kurumun yeniden yapılandırılmaya çalışılmıştır. Aynı şekilde Kırıkkale’deki silah fabrikasının yenilenmesi de Alman teknisyenlerinin yönetimine bırakıldı. Tüm bu modernize çalışmaları için 1925 ile 1932 yılları arasında resmi olarak 180 kişi Almanya’dan getirilerek Türkiye’deki çeşitli kurumlarda istihdam edildi (Dalaman, 1998: 66). 1. İLK ÜNİVERSİTE: DARÜLFÜNUN Darülfünun, Arapça kökenli bir kelime olup “bilimin yapıldığı ev” anlamına gelir. Kıta Avrupasında, özellikle de Fransa, İtalya ve Almanya’da, Ortaçağdan beri yüksek okullar için kullanılan latince “studium generale” ya da “universitas literarum” ve fransızca “université” kelimelerinin karşılığı olarak kullanılır. Osmanlı İmparatorluğu’nda Darülfünun adıyla bilinen ilk kurum, 1845'te Sultan Abdülmecid’in isteğiyle “Meclis-i Muvakkat-i Maarif” (Geçici Eğitim Meclisi) olarak açılmış ve 1848 yılında yapılan düzenleme sonucu bu kurum Darülfünun adını almıştı. Darülfünun’un kurulduğu dönem dikkate alındığında çağın Avrupa üniversitelerinden çok geri olduğu görülmektedir. Çünkü bu eğitim kurumunun, yoğunluklu olarak dini temelli dersler veren Medreselerden tek nüans farkı, yeni gelişmeye başlamış ‘Doğa Bilimleri’ni ‘sembolik’ olarak müfredatında barındırmasıydı. İlmi problemler ve medrese ulemasının entrikaları Darülfünun’un, Sultan Abdülmecid’in tarafınadan kapatılmasına neden olacaktı. 2 Bunların çoğunluğunu Osmanlı ordusunun eğiminde görevlendirilen asker kökenli kişiler oluşturuyordu. Ayrıca İstanbul’da bulunan diğer Alman kuruluşlarında çalışan kişiler de vardı. Toplam sayıları 10 bin kişi olarak belirtilir. Detaylı bilgi için bkz. Alexandra Schäfer-Borrmann: Vom „Waffenbruder“ zum „türkisch-deutschen Faktotum“. Ekrem Rüştü Akömer (1892-1984), eine bemerkenswerte Randfigur der Geschichte, Ergon-Verlag, Würzburg, 1998. 3 Büyükelçilik, Hastane, Anaokulu, Özel okullar ve Teutonia Klubu gibi. 4 Weimar Cumhuriyeti, Almanya'da 11 Ağustos 1919’da başlayan ve 30 Ocak 1933’te Adolf Hitler liderliğindeki Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi (NSDAP)‘nin iktidarı almasına kadar geçen ara döneme verilen isimdir. SOBİDER Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 2, Sayı: 2, Mart 2015, s. 26-43 28 Nazi Almanyası Döneminde Mülteci Profesörlerin Türkiye’ye Geliş Süreci (1933) Daha sonra bu kurum Abdülhamid döneminde “Darülfünunu Osmani” adını alarak bir nevi Yüksekokul şeklinde yapılandırılarak ihtivasına ilahiyat, edebiyat ve doğa bilimleri fakülteleri de eklenmiştir. Ayrıca 1908 Meşrutiyet döneminde Tıp ve Hukuk Fakülteleri dahil edilmiştir (Hirsch, 1985: 241-242). Osmanlı yöneticileri, Darülfünun’un gelişimini sağlamak için başta Almanya olmak üzere yurtdışından akademisyen getirmeleri gerektiğinin farkında olsalar da, dönemin şartları ve iç anlaşmazsızlıklar bu durumu engellemiştir. Almanya’lı bilim insanlarının Türk Eğitim Sistemi’ne katkıları Osmanlı’nın Birinci Dünya Savaşı öncesinde kurulan “Alman Eğitim ve Kültür Enstitüsü” koordinatörlüğünde yapılmaktaydı. Son olarak kurumun başkanlığını Hariciye Vekaleti Egitim Bölümü’nde görevli alman akademisyen Prof. Dr. Franz yürütmüştür. Bu kurumun ve Prof. Schmidt’in referansıyla 1915 yılının sonbaharında Almanya’dan 20 profesör Darülfunun’da görevlendirilmişti (Widmann, 1999: 61-62). Almanya’dan getirilen ve 1933’e kadar Darülfünun’un eğitim sistemini alt yapısını sağlayan öğretim görevlileri şunlardı (Widmann, 1999: 62.): 1. Dr. Anschütz; Pedagoji ve Psikoloji, Hamburg Üniversitesi 2. Dr. Bergstässer; Semitik Diller, Leipzig Üniiversitesi 3. Dr. Giese; Ural Altay Dilleri, Yakın Doğu Üniversitesi 4. Prof. Dr.Lehmann-Haupt;EskiÇağTarihi,Göttingen und Liverpool Üniversitesi 5. Dr. Obst; Coğrafya, Breslau und Magburg Üniversitesi 6. Dr. Penck; Jeoloji ve Coğrafya, Leipzig Üniversitesi 7. Dr. Leick; Botanik, Grefswald Üniversitesi 8. Prof. Dr. Zarnick; Würzburg Üniversitesi 9. Dr. Hoesch; Organik Kimya, Berlin Üniversitesi 10. Doç.Dr. Arndt; Anorganik Kimya, Breslau Üniversitesi 11. Prof. Dr. Fester; Teknolojik Kimya, Frankfurt / Main Üniversitesi 12. Prof. Dr. Hoffmann; Iktisat, Hannover Üniversitesi 13. Dr. Fleck; Maliye, Kiel Üniversitesi 14. Prof. Dr. Schöborn; Kamu Hukuku, Heidelberg Üniversitesi 15. Doç.Dr. Jacobi; Felsefe, Berlin Üniversitesi 16. Dr. Nord; Medeni Hukuk, Istanbul Konsolosluğunda Sefaret Tercümanı 17. Dr. Mordtmann; Tarih Metodolojisi, Istanbul eski Konsolosu 18. Dr. Unger; Arkeoloji ve Nümizmat, Istanbul Eski Eserler Müzesi’nde uzman 19. Doç.Dr. Richter; Alman Dili ve Edebiyatı, Greifswald Üniversitesi 20. Prof. Dr. J. Würschmidt; Fizik SOBİDER Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 2, Sayı: 2, Mart 2015, s. 26-43 29 Ali Sertpolat Almanya’dan ‘transfer’ edilen bu öğretim üyeleri, Darülfünun’daki eğitim ve öğretim seviyesini deneyimsizlik ve ülkenin içinde bulunduğu şartlardan dolayı istenilen seviyeye ulaştırmayı başaramadılar. Türk yargısının kimi olumsuz tavır ve kararları da Darülfunun’un Avrupa seviyesinde bir üniversite olması yolunda engel teşkil etmiştir. Mondros Mütarekesi’nin imzalanmasıyla Darülfünun ağır sarsıntılar yaşamış ve bir süreliğine de olsa eğitime ara vermek zorunda kalmıştı. Kurum, İngilizlerce kontrol altına alınmış ve görevli yabancı personel, özellikle de Alman akademisyenler kısa süre içerisinde sınırdışı edilmişlerdir (Dietrich, 1998: 143; Widmann, 1999: 61-62). Bu durum, uzun yıllar Osmanlı topraklarında yaşayan “AlmanCommunity”sini de olumsuz etkileyecekti. Çünkü sahip oldukları tüm gayrimenkuller müttefik devletlerinin eline geçmişti. Bundan dolayı İstanbul’da kıt şartlarda hayatlarını ikame eden küçük bir Alman topluluğu, 1924’te Türk-Alman Dostluk Anlaşması’nın imzalanmasına kadar geçen sürede adeta ‘belirsizlikte bekleme’ dönemi yaşamışlardır. Fakat bu tarihten sonra Almanlar, İstanbul’a atanan yeni Büyükelçi Rudolf Nadolny’nin yoğun politik kulisleriyle İstanbul arenasında yeniden etkin rol almayı başarmış ve savaş sonrası İngilizler tarafından el konulan kendi kuruluşlarının denetimini tekrardan almayı başarmışlardır.5 2. 1933 EĞİTİM REFORMU VE İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ 1923 ve 1932 yılları arasında Türkiye kamuoyunu en çok meşgul eden konulardan biri de Darülfünun meselesidir. Çünkü Cumhuriyet'in ilanıyla, önemli sosyo-ekonomik reformlar gerçekleştirilmesine rağmen ülkenin temel eğitim kurumu Darülfünun henüz pozitif bilimler alanında kayda değer hiçbir çalışma yapamamıştı. Hatta Cumhuriyet devrimlerine karşı olumsuz bir tutum aldığı ve resmi devlet ideolojisini yansıtamadığı gibi iddialar da onu rejimle ihtilafa sürüklemişti (Hirsch, 1985: 242; Namal ve Karakök, 2011: 27-35). Bütün bu tartışmalara paralel olarak Ankara’da da başka bir üniversitenin kurulma telaşı da vardı. Bu amaçla 1927 yılında ilk olarak ‘geçici’ bir hukuk fakültesinin kurulmasına karar verilir. Bu çerçevede Avrupa kıtasında, 1920’lerden sonra kendi alanlarında isim yapmış bir çok uzman akademisyen getirilerek Ankara’daki üniversiteye yerleştirilir. Bu amaçla 1928 yılında Türkiye Milli Eğitim Bakakanlığı, Alman Tarım Bakanlığı’ndan müşavir Oldenburg başkanlığında 11 kişiden oluşan bir heyeti, Ankara’da Ziraat Fakültesi’ni kurmakla görevlendirir. Kısa sürede çalışmalarına başlayan komisyon altı ay gibi bir süre zarfında Ankara’da bir çok enstitü ve laboratuvar kurarak “Yüksek Ziraat Okulu”nun temellerini atar. Yine Türk Hükümetinin direktifleri doğrultusunda bu uzman kadro ilk altı ay ders vermekle de görevlendirilmişti. Fakat komisyon üyeleri arasındaki kimi görüş ayrılıkları, bazı üyelerin 5 Detaylı bilgi için bk. Rudolf Nadolny: Mein Betrag. Erinnerungen eines Botschafters des Deutschen Reiches, Hrsg. von Günter Wollstein, Dme-Verlag, Köln 1985, s. 164-203. SOBİDER Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 2, Sayı: 2, Mart 2015, s. 26-43 30 Nazi Almanyası Döneminde Mülteci Profesörlerin Türkiye’ye Geliş Süreci (1933) derslere katılmamasına ve yurdu terk etmesine sebep olacaktı. Ancak sınırlı sayıdaki kişi derslere girebilmişti. Bu hazırlıklardan sonra “Yüksek Ziraat Enstitüsü” 30 Ekim 1930 tarihinde resmi olarak hizmete açılır. Bu Enstitü dört fakülteden meydana geliyordu: Tabii Bilimler, Ziraat, Veteriner ve Ziraai Teknoloji Fakültesi. Enstitüye Rektor müşavir olarak Almanya’nın Leipzig Üniversitesi’nden Prof. Friedrich Falke atanır. Böylece 1930 yılının kış sömestrisinde eğitim ve öğretime start verildi. Bu dönemde Türk ögretim görevlilerin yanında dört Alman akademisyen ( Prof. Eckstein, Prof. Kotte, Prof. Jessen ve Prof. Christiansen-Weniger) ve bir de Lüksemburglu Hoca (Prof. Lucius) ders vermekteydi (Dalaman, 1998: 93-94; Widmann, 1972: 66-67). Ankarada’ki enstitünün açılmasıyla Türk Hükümeti, Darülfünun hakkında kesin bir çözüm arayışına girmiş ve yaptıkları istişareler sonucu şu fikir öne çıkmıştı: Osmanlı’nın medrese ruhu Darülfünun’de aynı şekilde devam etmekte olup Cumhuriyetin öngördüğü modernleşme felsefesinden uzaktır. Ayrıca bu yapı kemalist devrimleri, Türk gelişimine dönüştürecek donanıma ve kudrete sahip değildir. Buna müteakip Türk Hükümeti, Darülfünu’un durumunu tespit etmek ve gerekli çözümler bulması için İsviçre Cenevre Üniversitesinden Prof. Albert Malche’yi görevlendirmeye karar verir. Türkiye’de sözleşmeli yabancı uzman olarak altı ay çalışan Malche, 29 Mayıs 1932 tarihinde Üniversitelerin içinde bulunduğu genel durum hakkında teferruatlı bir rapor hazırlar. Raporda öne çıkan başlıksa Darülfünun tamamen kapatılması ve yerine Batı Avrupa standartlarına uygun yeni bir üniversitesin kurulmasıydı (Guttstadt, 2008: 213; Yılmaz, 2001: 13). Malche, Türkiye’de bir üniversite algısı sorunu olduğunu ve toplumda üniversitelerin sadece bilginin dagıtıldığı yer gibi gören bir zihniyetin olduğunu ifade eder. Malche ise üniversitede denilince insanların, bilimsel düşünce metodunu öğreten bir kurumu anlamaları gerektiğini vurgular (Widmann, 1999: 242; Guttstadt, 2008: 213). Prof. Malche’nin Türk Hükümeti’ne sunduğu raporun ayrıntıları şöyleydi (Widmann, 1999: 45): 1- Türkçe yayımlanan bilimsel bir literatürün eksikliği bulunmaktadır. 2- Ögretim görevlilerine verilen düşük ücretler, onları ek bir iş yapmaya sevk etmektedir. 3- Darülfünun’un halktan ve hükümetten kopuk olmasının en önemli sebebi özerk bir yapı olmasıdır. Özellikle Milli Eğitim Bakanlığı’yla daha sıkı bir işbirliği güdülmelidir. 4- Kullanılan ders metodu hiçbir gelecek vaat etmeyen köhnemiş bir sistemdir. Dersler ansiklopedik kitap bilgisi şeklinde verilerek bunun ezberlenmesi istenmektedir. Bu durum bilimin yapısına ters olmakla beraber, gerçek bilimsel çalışma yönelimini de engellemektedir. 5- Türk öğrencilerin yabanci dil bilgisi oldukça yetersizdir. Galatasaray ve Alman Lisesi ile İngiliz okulu mezunu öğrenciler, yabancı dil konusunda istisnai bir durum oluşturuyorlar. SOBİDER Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 2, Sayı: 2, Mart 2015, s. 26-43 31 Ali Sertpolat 6- Bu şartlar göz önüne alındığında, bilimsel çalışmaları yürütebilecek bir kuşağı Darülfünun’da yetiştirmemiz mümkün değildir. Bu hedef şimdilik kesinlikle yurtdışında yapılmalıdır. 7- İstanbul’un Asya yakasında bulunan Haydar Paşa Tıp Fakültesi’nin stratejik konumu elverişsizdir, fakülte ivedilikle Avrupa yakasına taşınmalıdır. Çünkü İstanbul’daki hastanelerin durumu göz önüne alındığında gerçek tıp yaşamın orada anlaşılacaktır. 8- Derslerin çoğu hiçbir fayda sağlamayacak şekilde birbirine paralel olarak verilmektedir. Örneğin Hukuk Fakültesi, Mülkiye ve Yüksek Ticaret Okulu’nda okutulan dersler gibi. Milli Eğitim Bakanlığı, Prof. Malche’nin eleştiri ve saptamaları doğrultusunda hazırlanan raporu ölçü alarak üniversiteleri yeniden yapılandırmayı öngören kanun tasarısını Meclise sevk eder. Böylece TBMM’nin 31 Mayıs 1933’de 2252 sayılı kanunuyla Darülfünun kapatılmış ve yerine 1 Ağustos 1933’de İstanbul Üniversitesi’nin açılması kararlaştırılmıştır (Schwartz, 2003: 17). TBMM’nin İstanbul Üniversitesi’nin kurulmasıyla ilgili 31 Mayıs 1933’de çıkardığı kanuna göre; “Madde 1- İstanbul Darülfünun’u ve ona bağlı bütün müesseseler kadro ve teşkilatlarıyla beraber 31 Temmuz 1933 tarihinden itibaren kaldırılmıştır. Madde 2- Maarif Vekilliği 1 Ağustos 1933 tarihinden itibaren İstanbul'da İstanbul Üniversitesi adıyla yeni bir müessese kurmaya memurdur. Maarif Vekâleti bu üniversitenin teşkilatına ait kanun layihasının en geç 1 Nisan 1934 tarihine kadar Büyük Millet Meclisine tevdi eyler. Madde 6- Darülfünun kadrosuna dâhil olanlardan kurulacak üniversitenin muvakkat kadrosuna alınacak müderris ve muallimler ile bunların muavinleri ve asistanlar 1931 senesi Darülfünun bütçe kanununun 10 uncu maddesine göre Darülfünuna verilmekte olan maaşlarını alırlar. Madde 7- Maarif Vekilliği İstanbul Üniversitesinde bir telif tercüme heyeti kurmağa yetkilidir. Madde 12- İstanbul Darülfünunu ile ona bağlı müesseselere ait bütün kanunlar ve hükümler 31 Temmuz 1933 tarihinden itibaren kaldırılmıştır. Madde 13- Bu kanun 1 Haziran 1933 tarihinde yürürlüğe girer. Bu kanunu Bakanlar Kurulu yürütür.”(Namal ve Karakök, Erişim Tarihi 11.02.2015: http://higheredu- sci.beun.edu.tr/text.php3?id=1519#TOP ). Milli Eğitim Bakanı Reşit Galip, bu kanunun yürürlüğe girmesinden kısa bir süre sonra yaptığı açıklamada, yeni kurulan İstanbul Üniversitesi’nin Darülfünun ile hiçbir bağlantısının bulunmadığını, eski üniversitenin tamamen lağvedildiğini özellikle vurgular. Bakan Üniversitenin kuruluş amacını “Türkiye’de bilimsel düşünceyi çağdaş uygarlıklar düzeyine çıkarmak ve bilimsel kültürün temellerini atmak” olduğunu söyler. Ayrıca Bakan nihai hedeflere varmak için Prof. Malche raporunun dikkate alınacağını ve uluslararası camiada SOBİDER Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 2, Sayı: 2, Mart 2015, s. 26-43 32 Nazi Almanyası Döneminde Mülteci Profesörlerin Türkiye’ye Geliş Süreci (1933) tanınmış bilim insanların ülkemize getirilmesinin bir zorunluluk halini aldığını da belirtir. Bakan Galip bu konudaki düşüncelerini şu sözlerle sürdürür: “Yabancı profesörlerin seçiminde temel şartımız, kendi ülkelerindeki üniversitelerde de profesör konumuna erişmiş ve isimlerini ülkelerinin sınırlarının dışında da duyurmuş olmalarıdır. Yeni eğitim kurumumuzu, dünyadaki benzerlerinin en iyisinden de üstün bir seviyeye mümkün olan en kısa zamanda yükseltebilmek için, bu müessesenin kuruluş, gelişme ve yükselme aşamalarını asgari süreye indirebilmek için, genç Türk bilginlerini ehliyetli önderlerin yanında hızla yetiştirebilmek ve nihayet laboratuvarları, seminerleri ve en geniş anlamıyla öğretimi bilimsel bir tarzda örgütleyebilmek için, vakit kaybetmeksizin bütün fakültelerde orjinal araştırmalara yeni bir yol açmak ve gerçek bir üniversite ruhunun ve anlayışının kök salmasını sağlayabilmek için en uygun ve radikal çözümü, yabancı profesörlerin sayısını mümkün mertebe yüksek tutmakta gördük” (Hirsch,1985: 243-244). İstanbul Üniversitesi’nin kuruluş aşamasında 3 kadro göze çarpmaktadır: Birinci grup lağvedilen Darülfünun’dan açıkta kalan ve ‘gerçek bilim insanı’ özelliklerini taşıdıkları iddia edilen kişilerdi. Diğer bir grup ise kemalist ideolojiyı teori ve pratik düzeyde geliştirmek için Tekparti hükümeti tarafından yurtdışına egitim amaçlı gönderilen, Avrupa’da çok iyi şartlarda eğitim alıp ülkeye geri dönen genç bir kuşaktı. Üçüncü grup ise bütünüyle yurtdışından getirilen akademisyenlerden meydana geliyordu (Bozay, 2001: 243; Widmann,1999: 86). Özetle, Cumhuriyet döneminde ülke gündemini uzun süre meşgul eden Üniversite Reformları’nın temel ihtivası şu şekildeydi (Yılmaz, 2001: 16; Widmann, 1999: 85): 1- Üniversitelerdeki özerklik kaldırılarak, Batı Avrupa’nın üniversite yönetim modeli benimsenmiştir. Buna göre Rektör, Milli Eğitim Bakanı’nın teklifi üzerine üçlü kararnameyle, Dekanlar, Rektörün teklifi ve Milli Eğitim Bakanı’nın kararıyla, Profesörler ise, Fakülte Kurulu’nun tespit ettiği üç aday arasından Milli Eğitim Bakanı’nın kararı ile atanmaktaydı. Böylece Üniversite, Milli Eğitim Bakanlığı’nın çatısı altında toplanmış, idari yönden diğer okullardan bir farkı kalmamıştır. 2- Darülfünun’un 240 hocasından (88 Profesör, 44 Doçent, 108 başasistan ve asistan) 157’si islami dünya görüşünü benimsedikleri iddiasıyla görevlerinden alınmıştır. Bunların 71’inin Ordinaryüs ve Profesör idi. Geri kalan- ki bunlar kemalist ideoljiye yakın kişilerdi- 83 kişi ögretim görevlisi olarak İstanbul Üniversitesi’ne alındılar. 3- Batı Avrupa üniversitelerinde eğitimini tamamlayıp yurda dönen Türkiyeli akademisyenler doktora şartı aranmaksızın doçent olarak üniversitelerde göreve başladılar. 4- 1933 Nazi Almanyası’ndan kovulan mülteci Alman profesörlere üniversitelerde iş bulma imkanı doğmuştur. Bu akademisyenlerden Türkiye’de bilim ve araştırma geleneğini yerleştirmeleri istenmiştir. SOBİDER Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 2, Sayı: 2, Mart 2015, s. 26-43 33 Ali Sertpolat 3. MÜLTECİ AKADEMİSYENLERİN TÜRKİYE’YE GELİŞ SÜRECİ 1918’de Almanya’nın Weimer Cumhuriyeti olarak yeniden adlandırılmasıyla, ülkede Cumhurbaşkanlık makamı, taşıdığı geniş yetkiler sayesinde politik arenada en paylaşılmaz mevki olur. Ayrıca Cumhurbaşkanlık seçimleri 7 yılda bir yapılıp doğrudan halk tarafından belirleniyordu. 1932’de yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde önemli iki aday vardı. Bunlar eski Cumhurbaşkanı Paul von Hindenburg ve Adolf Hitler idi. 13 mart ve 10 Nisan tarihlerinde iki aşamalı olarak yapılan bu seçimi, Hindenburg % 53 oyla alarak kazanırken, Hitler sadece oyların %36’sını alabilmişti. Bu dönemde Franz von Pappen6 başbakanlığında iktidarda Nationalsozialistische Deutsche Arbeiterpartei – NSDAP (Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi) bulunuyordu. Cumhurbaşkanı Hindenburg, 1932 seçimlerinde hükümet kurma görevini beklenin aksine Hitler’e değil de Franz von Pappen vermişti. Ancak Pappen beklenmedik bir şekilde 4 Ocak 1933’te Başbakanlık’tan çekileceğini ve görevi Adolf Hitler’e devretmek istediğini bildirir. Çok geçmeden anlaşıldı ki, bu karar aslında Alman egemen ve kapitalist sınıfının özellikle de Banka, Entdüstri ve Tarım sektörü patronlarının baskısının sonucu alındığı ortaya çıkar. Bu politik baskıya karşı Cumhurbaşkanı Hindenburg, ‘istemeyerek’ de olsa 30 Ocak 1933’te Hitler’i başbakan olarak atadığını deklare eder (Haymatlos, 2000: 28). Böylece Almanya’da 1945 yılına kadar sürecek ‘Führer’li yıllar başlar. Mart 1933’te yapılan genel seçimlerde Hitler’in partisi NSDAP % 43,9 alarak birinci parti olmasına rağmen tek başına iktidar olamadı. Ancak muhafazakâr partinin - Deutschnationale Volkspartei DNVP (Alman Ulusal Halk Partisi) desteğiyle Hitler, hükümeti kurabildi. Fakat bu seçimin ‘tarafsızlığı’ ve ‘özgürce’ yapıldığı konusunda ciddi şüpheler ve eleştiriler bulunmaktadır. Bu iddia göre Hitler, 27 Şubat 1933’te Alman Parlamentosu’ndaki o meşhur yangını provokasyon olarak organize etmiş, böylelikle “Olağanüstü Hal Kanunu”nun çıkmasını sağlamıştır. Zira Naziler, daha yangın devam ederken kamuoyunda, yangının komünistler tarafından çıkarıldığını duyurdular. Çıkarılan bu kanunla hak ve özgürlükler rafa kaldırılmış; muhalif basının yayınlarına son verilmiş; merkez sağ ve sol partilerin politik faaliyetleri ciddi derecede kısıtlandırılmış, tutuklanılmıştır (Hirsch, Sosyal 1985: Demokrat 202; ve Komünist Akçam, Parti’nin Erişim lider Tarihi kadroları 12.02.15: http://t24.com.tr/haber/hitler-secimle-isbasina-gelmedi,235021). Nazilerin iktidarı Almanya’daki göçmen kökenli insalar için sonun başlangıcı olacaktı. Führer, başbakanlık koltuğuna oturduktan birkaç ay sonra, 1 Kasım 1933’te bu konudaki politikasını şu şekilde açıklar: „Umarım tüm ülkeler kendi problemlerini çözer... Göçmenler ulusların kaynaklarını kurutmaktadırlar. Almanya için onların yok oluşu büyük bir yükten kurtuluştur.“ (Grossmann, 1969: 67). 6 Fran von Pappen, 1939-1944 yılları boyunca Türkiye'deki Alman büyükelçisiydi. SOBİDER Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 2, Sayı: 2, Mart 2015, s. 26-43 34 Nazi Almanyası Döneminde Mülteci Profesörlerin Türkiye’ye Geliş Süreci (1933) Hitlerin politikası, Nazi ideolojisinden farklı bir dünya görüşüne sahip herkesin ve ’saf aryan’ ırkının genlerini taşımayan hiç kimsenin Almanya’da yaşam hakkı olmadığınaişaret ediyordu. Şüphesiz bu durumdan en çok etkilenen ve Alman aristokrasi sınıfı ve endüstri sektörünün bel kemeğini oluşturan ve ‘aryan’ ırkına mensup olmayan Yahudiler idi. Özellikle Nazilerin eğitim kurumlarında uygulamaya koyduğu yeni ‘kurallar’7 ve antisemitik söylemleri yahudi kökenli öğretim görevlilerin işini gün geçtikçe çekilmez kılmıştı. Dikta yönetimi bu sistematik ayrımcılığa dayanan bu politikasını daha somut adımlarla, aynı zamanda ‘de jure’ olarak da desktelemek için 7 Nisan 1933’te “Devlet Memurluğunu Yeniden Düzenleme Kanunu” (Gesetz zur Wiederherstellung des Berufsbeamtentums) yürürlüğe koyar. Buna müteakip sistem karşıtı tüm aydınlar, sanatçılar, yahudi bilim insanları ya kamu hizmetindeki görevleriden uzaklaştırıldılar ya da toplama kamplarına gönderilmişlerdir (Widmann, 1999: 87-88; Bozay,2001: 37; Neumark, 1980: 13; Conermann, 2008: 55). 1933’te Türkiye’ye gelen mülteci akademisyenlerden ve kendisi de yahudi asıllı bir hukukçu olan Prof. Hirsch, sözü edilen kanunun çıkması üzerine yaşadıklarını anılarında şöyle anlatır: “30 Mart günü, bir ‘Yahudi Boykotu Günü’nden tam iki gün önce, telefonla aranarak Eyalet Mahkemesi Başkanı Dr. Hempen’in makamına çağrıldım. Dr. Hemden, Eski Prusya eyaleti Hessen- Nassau’nun o günkü Reich komiseri Dr. Roland Freisler adına, benden, yeni bir haber gelene kadar hakimlik görevimi yerine getirmemem ricasında bulundu. Ve ben - aynı zulüme maruz kalmış pek çok arkadaşımın aksine - bu talebi şiddetle redettiğimde de, başkan, kendisine zorluk mu çıkarmak niyetinde olduğumu sordu. Meselenin bu olmadığını, hakimliğin bağımsızlığının ve her ikimizin de ettiği hakimlik yemininin uygulanıp uygulanmamasının söz konusu olduğunu açıkladım. ‘O taktidirde, size şu andan itibaren izinli olduğunuzu resmen bildiriyorum’, cevabını aldım. Ancak 10 Nisan’da, yani “Devlet Memurluğunu Yeniden Düzenleme Kanunu”nun yürürlüğe girmesinden birkaç gün sonra, bu sözlü emir bana yazılı olarak bildirildi. ” (Hirsch, 1985: 205). 3.1. Yardım Cemiyeti’nin Kurulması ve Çalışmaları Hitler Diktatörlüğü’nün baskıları sonucu Almanya’dan çıkmak zorunda kalan bilim insanları farklı ülkelere iltica etmeye başladılar. Bunlar arasında, daha sonra Alman ‘mülteci profesörler’ 7 Amfi ders salonlarında ‘Hitler selamı’ nın verilmesi, Nazi sembolleriyle ders salonlarının süslendirilmesi, okullarda tek tip siyah üniformalarının giyilmesi, ‚Hitler yemini’nin kamuya açık alanlarda yapma zorunluğu gibi. Bunlara katılım sağlamayan ya da direnen akademisyenler ‚Doçent Kampları’na gönderilmekle tehdit ediliyorlardı. Detaylı bilgi için bkz. Vicktor Klemprer: Ich will Zeugnis ablegen bis zum letzten. Tagebücher 1933-1945, Hrsg. von Nowojski W., 2 Bande, Aufbau Verlag, Berlin, 1995). SOBİDER Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 2, Sayı: 2, Mart 2015, s. 26-43 35 Ali Sertpolat olarak adlandırılan grupta yer alan önemli kişilerden biri de Philpp Schwartz8 idi. Prof. Schwartz, Zürih’de yaşayan kayınpederinin aracılığıyla aynı şehirde daha çok ingilizlerin ağırlıkta olduğu “Akademik Mülteciler Kolonisi”ne katılır. Schwartz, akademisyenlerden oluşan bu göçmen kurumunun çalışmalarını dikkate alarak ve ileriki yıllarda Almanya’da Hitler zulümunun daha da artacağını hesaba katıp, buraya gelecek akademisyen kökenli insanlara yeni iş imkanları bulmak için Nisan 1933’te “Alman Bilim Adamları için Danışma Merkezi (Beratungsstelle für deutsche Wissenschaftler)” ni kurmaya karar verir. Bu kuruluşun İsviçre’nin en popüler basın yayın organı “Neue Züriche Zeitung” gazetesinde haber konusu olması, Almanya’da yahudi kökenli ve muhalif akademisyenler arasında bir umut kapısı araladı. Bu durum aynı zamanda Hitler rejimi tarafından ‘ötekileştirilen’ akademisyenler için yeni bir umut kapısı demekti. Kısa süre içerisinde başvuru sayısının beklenilenin üzerinde olması Prof. Schwartz’ı yeni projelere sevk edecekti. Yapılan çalışmalar sonucu, Danışma Merkezi’nin genişletilmesi kararı alınmış ve bu amaçla Prof. Philipp Schwartz’ın başkanlığında 1933 yılında “Yurtdışındaki Alman Bilim Adamları Yardım Cemiyeti (Notgemeinschaft deutscher Wissenschaftler im Ausland)” kurulur (Schwartz, 1993: 4; Widmann, 1999: 88; Bozay, 2001:39).9 Schwartz cemiyetin kuruluş ve varlık nedenini anılarında şöyle anlatır: ”Kader bizi bir cemiyet çatısı altında topladı. Asıl amaç kendimize garantili bir maaş sağlayan iş bulmak değildi. Kürsülerimizi, yeteneklerimizi geliştirmeye yardımcı olmuş ve ona hizmet etmek için doğduğumuz ruhun yozlaşmasını engellemek için kapattık. Bugün, daha kovulmamızın üzerinden altı ay geçmemişken taraftarlarımız var, yalnız değiliz. Sakin ve gururlu bir şekilde geleceğe bakabiliriz artık. Bilime öğretmen ve kaşif olarak hizmet etmiş herkes yeniden görevlerine devam edebilecek” (Schwartz, 2003: 63). Böylece Zürich’in bir ücra köşesinin küçük bir odasında hizmete başlamış Danışma Merkezi varlıklı İsviçre’lilerin katkılarıyla mekansal ve fiziksel olarak büyük bir kuruma dönüşmüştü. İngiltere destekli Akademik Yardım Konseyi temsicilerinden Prof. Walter Adams ve Prof. Charles Gibson Haziran 1933’te Zürich’e yaptıkları ziyarette, Schwartz’a, Yardım Cemiyeti’ni Londra’ya taşımayı ve daha fazla iş birliği öngören bir çalışma önerirler. Fakat Cemiyet ilk etapta olası iftiralardan kaçınmak- emperyal devletler tarafından Hitler’e karşı kurulmuş bir kurum gibi - için bu teklifi kabul edilmez. Sözü edilen cemiyet ile birleşme, güvenlik gerekçelerinden dolayı ancak 1936’dan sonra vuku buldu (Schwartz, 2003: 9). 8 Philipp Schwartz, Nazi iktidarından önce Frankfurt-Main Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde patoloji ve patolojik Anatomi profesörüydü. Prof. Schwartz 1933’ten 1953‘e kadar İstanbul Üniversitesi Patoloji Bölümü‘nde dersler vermiştir. 9 Detaylı bilgi için bkz. Brigitte Hürlimann: Das Vermächtnis des Philipp Schwartz, in: Neue Zürcher Zeitung, Nr. 45, 23. Februar 2013, S. 37. SOBİDER Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 2, Sayı: 2, Mart 2015, s. 26-43 36 Nazi Almanyası Döneminde Mülteci Profesörlerin Türkiye’ye Geliş Süreci (1933) 3.2. Mülteci Akademisyenler İstanbul Yolunda Yukarıda değinildiği gibi, Türk Hükümeti, Darülfünun’un durumunu rapor eden Prof. Malche’yi aynı zamanda yeni kurulacak üniversitelere atanacak yabancı akademisyenleri temin etmekle de görevlendirmişti. Bu çerçevede, Prof. Malche kendi ülkesinde Cemiyet açan mülteci Alman akademisyenlerle dialog kurar. Cemiyete, Türkiye’de kendi koordinatörlüğünde yapılan üniversite reformunu hakkında bilgi göndererek, burada ‘istenilen’ profile sahip profesörlere iş bulabileceğini belirtir. İşe alınmanın ön koşulunu kendi alanlarında ‘isim yapmış’ olmaları gerektiğini özellikle belirtir. Bunun üzerine Cemiyet, temsilci olarak Prof. Schwartz‘ı Temmuz 1933’de Türkiye’ye göndermeye karar verir. Onu istasyonda Matematik profesörü Kerim Erim karşılar. Prof. Erim, ona kendisini bekleyen durumla iligi kısaca bir brifing vererek ertesi gün Ankara’ya yolcu eder (Widmann, 1999: 91; Haymatloz, 2000: 30; Dietrich, 1998: 270; Schwartz, 2003: 41-42). 6 ve 7 Temmuz tarihinde Ankara’da kalan Prof. Schwartz burada Prof. Malche, Milli Eğitim Bakanı Dr. Reşit Galip ve diğer yetkililerle görüşür. Schwartz anılarında bu toplantıyı yaklaşık olarak şöyle anlatır: “Biz tam zamanında geldik. Bakan ve 20 bakanlık çalışanı da oradaydılar.(...) Dr. Reşit Galip beni samimi bir şekilde karşıladı ve hemen oturumu açtı. Hemen yanında Prof. Malche oturdu, ben de onu takip ettim; karşı tarafta ise Salih Zeki ve Rüştü Beyler oturdu. Uzun masanın etrafı reform komisyonu üyeleri ve bakanlık görevlileriyle doldurulmuştu ve her konuşulanı hızlı bir şekilde not alıyorlardı. Konuşmalar fransızca yapılıyordu. ‘Bize .... için bir profesör önerir misiniz? Daha önce Yardım Cemiyeti’nince hazırlanmış, yurtdışına göçmüş ya da buna eğilimi olan Alman profesörlerin bilgilerinin bulunduğu ajandayı yanıma aldığımdan dolayı üç profesörün adını gecikmeden söyledim. Kısa özgeçmişlerini okudum, şimdiye kadar olan faaliyetlerine değindim ve Zürih’te kaldığım süre içerisinde karşılaştığım ikisi hakkındaki kişisel kanaatimi belirttim. Üçünü de listeye alıp sonradan asıl seçimi yapabileceğini tavsiye ettim. Bize .... için bir profesör önerir misiniz? Bu sorular tüm bir öğleden sonra boyunca tam otuz kez soruldu ve artan bir gerilimle cevapladım. Ben ve orada bulunanlar zamanı unutmuştuk. Biliyordum ki, bu saatler Almanya’dan rezil bir şekilde sürgün edilen kişiler için yeniden varoluş demekti. Batının pisliğinin bulaşmadığı harika bir ülke keşfediyordum. Böylece Yardım Cemiyeti’nin kuruluşunun ne kadar doğru bir karar olduğu ortaya çıkıyordu. Bununla Cemiyetin tarihi görevi de kanıtlanmış oluyordu. Görüşmeler iki düzenli organizmanın arasindaki madde alışverişine dönüşüyordu. Sonunda ücretler ve bazı temel şartlarda anlaştık. Görüşmelere ara verildiği bir esnada görüşme sonuçlarının resmi olarak kaydedileceği açıklandı. Tekrar toplandık ve yerlerimizi aldık. Bütün belgeler satır satır okunarak onaylandı. Bakan ayağa kalkarak ‘bugün alışılmışın da dışında, örneği olmayan bir iş yapabildiğimiz bir gün oldu. 500 yıl önce İstanbul’u kuşattığımız zaman Bizanslı bilginler SOBİDER Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 2, Sayı: 2, Mart 2015, s. 26-43 37 Ali Sertpolat İtalya’ya göç etmiştii ve buna engel olamamıştık. Sonuç olarak orada Rönesans gerçekleşti. Bugün Avrupa’dan bunun karşılığını alıyoruz. Biz milletimizin kültürel olarak zenginleşmesini ve yenilenmesini istiyoruz. Bilgi ve yöntemlerinizi getirin, gençlerimize ileriye dönük yolu gösterin. Size teşekkürlerimi ve saygılarımı sunarım.’ dedi. Anlaşmayı imzaladı, ondan sonra da ben imzaladım” (Hirsch, 1985: 218; Widmann, 1999: 91-92; Şen ve Halm, 2007:218-219). Prof. Schwartz bu görüşmenin 7 saat sürdüğünü belirtir. Toplantı çıkışında Zürich’e çektiği telgrafta ‘3 değil 30’ kişinin gerektiğini söyler (Schwartz, 2003: 44). Schwartz tüm toplantılarda etkin rolü olan Prof. Malche’nin bu son toplantıda neden sessiz kaldığını merak eder. Durumun farkından olan Malche toplantı sonunda Schwartz’a dönerek: “Konuşmalara çok fazla katılmadım. Daha çok gözlemlemeyi tercih ettim. Ve problemlerimizin beklenmedik bir şekilde, mantıklı yaklaşımlarla çözülmesini keyifle izledim. Tüm kararlara uyulacağından emin olabilirsiniz” der (Schwartz, 2003: 44). Prof. Schwartz ertesi gün Dr. Galip ile karşılaşır ve anlaşmanın Mustafa Kemal’e sunulduğunu, kendisinin profesörlerin kabul cevaplarıyla üç hafta içerisinde İstanbul’da beklenildiğini öğrenir. Bakan Dr. Galip ayrıca, ister toplama kampında, ister serbest olsun, görevi kabul eden herkesin Türk devletinin bir memuru olarak görülebileceğini ve devletin koruması altında olacağının garantisini Prof. Schwarza vereceğini söyler. Bakan “Bize zorluk çıkarmazlar. Onlarla nasıl başa çıkacağımızı biliyoruz” (Schwartz, 2003: 45). Bu gelişmeler üzerine Schwartz 7 Temmuz’da İsviçre’ye dönerek, söz konusu bilim insanlarıyla irtibat kurmaya başlar. Yardım Cemiyeti bir taraftan uygun profildeki akademisyenlerle irtibat kurarken, diğer taraftan Prof. Nissen ile Prof. Schwartz’ı İstanbul Üniversitesi’nin kuruluşuna ilişkin teknik konularda daha fazla bilgi almaları için 25 Temmuz 1933 tarihinde tekrar İstanbul’a gönderir. Türk Hükümeti, Nissen ve Schwartz’a ilk olarak atılması gereken adımları şöyle sıralar (Widmann, 1999: 93-94): - Haydarpaşa’daki Tıp Fakültesi’nin Avrupa yakasına taşınması - Beyazıt’taki Harbiye Nezareti (Savunma Bakanlığı) binasının üniversitenin merkezi binası olarak toparlanması ve burada bir çok enstitü ile kütüphanenin açılması - Diş Hekimliği Okulu ve Biyoloji Enstitüsü için stratejik bir yerin bulunulması - Yıldız gözlemevinin kurulması - Hastanelerin fakülte kliniklerine dönüştürülmesi - Yabancı profesörler için bir çalışma planının hazırlanılması Prof. Schwartz ve Nissen çalışmalarına devam ederken, ülke Miili Eğitim Bakanı Reşit Galip’in yaptığı trafik kazası haberiyle çalkalanır. Galip Bey’in rahatsızlığı sonucu 14 Ağustos 1933’te görevinden ayrılması ve yerine bir süreliğine de olsa Sağlık Bakanı Refik Saydam’ın vekaleten SOBİDER Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 2, Sayı: 2, Mart 2015, s. 26-43 38 Nazi Almanyası Döneminde Mülteci Profesörlerin Türkiye’ye Geliş Süreci (1933) yürütmesi, ülkede yabancı profesörlerin gelmesinden rahatsız olan bir kesimin seslerinin yükselmesine zemin hazırlamıştır. Bu kesim “Osmanlı’nın medrese ruhunu yaşatmak istediklerini ve üniversitelere yerleştirilecek yabancı akademisyenlerin Osmanlı kültürünü dejenere edeceği argümanıyla bu projeye karşı çıkıyorlardı. Ayrıca Hükümetin yabancı akademisyenleri almaktan vazgeçtiği gibi dedikodular da İstanbul’da dolaşmaya başlar. Öte yandan yeni atanan Milli Eğitim Bakanı Refik Bey, Ankara’da kurulacak yeni enstitü için Schwarz tarafından önerilen kişilerle ilgili kanaatini de bildirmemesi ve bu durumu sürekli geçiştirmesi hem Prof. Schwartz’ hem de Malche’de huzursuzluğun dozunun iyice artmasına neden olur. Bütün bu söylentilerden iyiece tedirgin olan Prof. Schwartz ertesi gün ‘tesadüfen’ Reşit Galip’le karşılaşır. Reşit Galip, Prof. Schwartz’a tüm bu söylentilerin ‘asılsız’ olduğunu ve reformların planlandığı şekilde yapılacağını kesin bir dille söyler (Schwartz, 2003: 57-58; Widmann, 1999: 95-96; Hirsch, 1985: 221). Fakat beklenilen açıklamanın Milli Eğitim Bakanlığı tarafından ‘resmi’ olarak yapılmaması Prof. Schwartz ve Nissen’in çalışmalarını durdurmasına ve bu belirsizliği Zürich’e de iletmelerine neden olur. Bunun üzerine Cemiyet, Schwartz üzerinden Milli Eğitim Bakanı Refik Saydam’dan derhal resmi bir açıklama talep etmiş ve aksi takdirde Türkiye’de bulunma gerekçelerinin kalmayacağını söylerler. Bu sert ‘ültimatom’ üzerine Bakanlık, ertesi gün ‘daha önce mütabık kalınan koşulların aynen geçerliği olduğu’ şeklinde beklenilen resmi açıklamayı yayınlar. Böylece kısa süreli yaşanılan ‘bunalım’ çözülmüş ve Schwartz tekrardan oluşan olumlu havanın etkisiyle kalan eksikleri tamamlamak üzere Zürich’e gider. Çok geçmeden Türk Hükümeti’nin tam yetkili temsilcisi Prof. Malche’nin imzasını taşıyan resmi çağrısıyla, maaş çizelgesi, kontrat süreleri ve şartları Zürich’e ulaşır. Anlaşmalar Prof. Malche’nin kontrolünde ve Cenevre büyükelçisi Cemal Hüsnü Bey ile adı geçen profesörler tarafından imzalanır. Yapılan sözleşmelere göre, akademisyenler yalnızca öğretim ve araştırmayla değil, aynı zamanda mesleği icra edenler için bir takım yetiştirme kurslarının düzenlenmesi ve kamuya açık çeşitli eğitici faaliyetlerini yapmakla da yükümlüydüler. Dersler, ilk üç yıldan sonra Türkçe olarak verilecek ve bu alanda okutulacak yayınlar türkçe olarak basılacaktı. İş kontratları süresi beş yıl geçerli olup sürenin bitiminden beş ay önce fesh edildiği takdirde otomatik olarak sona erecekti; eğer bu yapılmamışsa kendiliğinden beş yıl daha uzatılmış sayılacaktı. Maaşlar net olarak, ailevi şartlarda de göz önüne alınarak, aylık 550 ile 750 Türk Lirası arasında değişmekteydi. O günün Türkiye şartları göz önüne alındığında, maaşların iyi olduğu konusunda tüm profesörler hemfikirdi. Ayrıca seyehat giderleri, yurtdışından getirelecek bilimsel malzemenin Türkiye’ye taşınması ve temini konusunda da doğacak tüm masraflar Türkiye tarafından karşılanacaktı (Widmann, 1999: 96). SOBİDER Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 2, Sayı: 2, Mart 2015, s. 26-43 39 Ali Sertpolat Prof. Schwartz bütün bu çalışmaları yürütürken kendisinin Türkiye’de çalışmak gibi bir düşüncesinin olmadığını anılarında defaatle söyler. Fakat bu görevi Milli Eğitim Bakanı ve Prof. Malche’nin ısrarları sonucu kabul ettiğini anlatır. Schwartz, kontratı imzaladıktan sonra yaşadığı ‘hissi durumu’ anılarında şöyler yazar: “İçimizde, arkadaşlarımın ve benim bugün hala duyduğumuz bir huzur hissi ve şükran duygusu gelişiyor ve Türk halkına karşı bağlılığımız artıyordu” (Widmann, 1999: 96). Zürich’teki bürokratik işlemlerinin de bitmesiyle 1933 Ekim’in sonlarına doğru Schwartz’ın da içinde bulunduğu yaklaşık 150 mülteci profesör aileleriyle birlikte İstanbul’a varırlar. Böylece 1933 yılının Kasım ayında bu profesörler denetiminde eğitim ve öğretim yılı başlar (Dietrich, 1998: 273). 1933’te Hitler faşizmin baskıları sonucu ülkerinden ayrılmak zorunda kalan ve Türkiye’de ‘yahudi kökenli Alman mülteci profesörler’ olarak bilinen ve aynı zamanda burada üniversite hayatının temellerine atan ve ülkede ‘iz’ bırakan akademisyenler şunlardı (Möckelmann, 2013: 13; Bozay, 2001: 43): - Tıp Fakültesi: Friedrich Dessauer, Erick Frank, Josef Igersheimer, Adolf Kantorowicz, Wilhelm Liepmann, Rudolf Nissen, Philipp Schwartz, Max Sgalitzer; - Doğa Bilimleri Fakültesi: Fritz Arndt, E. F. Freundlich, Alfred Heilbronn, Arthur v. Hippel, Richard v. Mises, Willy Prager; - Hukuk ve İktisat Fakültesi: Ernst E. Hirsch, Josef Dobretsberger, Richard Honig, Andreas Schwartz, Fritz Neumark, Karl Stupp ve ‘Alman’ kökenli bilim insanları; Gerhard Kessler, Wilhelm Röpke ve Alexander Rüstow. - Mimarlık Fakültesi: Clemens Holzmeister, Gustav Oelsnar, Bruno Taut. - Istanbul’da kalan diğer önemli şahsiyetler: Fritz Baade, Hans Bremer, Wolfram Eberhard, Albert Eckstein, Otto Gerngross, Emil Gottschlich, August Laqueur, Alfred Marchionini, Eduard Melchior, Karl Mengens, Paul Pulewka, Georg Rohde, Walter Ruben, Wilhelm Salomon-Calvi, Martin Wagner, Karl Steuerwald, Alfred Isaac, Kranz Walther, W. Ernst Caspari, Herbert Dieckmann, Traugott Fuchs, Josef Dobretsberger, Hugo Braun ve Leo Brauner. - Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi: Ernst Reuter - Ankara Devlet Konservatuvarı: Paul Hindemith ve Carl Ebert - Ankara’nın diğer fakültelerinde Ernst Praetorius, Eduard Zuckmayer, Ludwig Czaczkes, Wolfram Eberhard, Hans Güterbock, Otto Gerngross, Hans Hey, Max Klein, Benno Landsberger, Hans Kuchenbuch, Berthold Lichtenberger ve Eduard Melchior adlı profesörler görev yaptı. SOBİDER Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 2, Sayı: 2, Mart 2015, s. 26-43 40 Nazi Almanyası Döneminde Mülteci Profesörlerin Türkiye’ye Geliş Süreci (1933) SONUÇ Osmanlı üniversitesi Darülfünun’daki eğitime yeniden bir düzen vermeleri için 1918’de Birinci Dünya Savaşı sonrası çöken Alman İmparatorluğu’nun yerine kurulan “Weimar Cumhuriyeti”nden bir çok profesör getirildi. Bunların yaptıkları reformlar ‘kısmi’ bir başarı sağlamış olsa da uzun vaadede istenilen başarı elde edilemedi. Çünkü savaşın getirdiği olumsuz koşullar Darülfünun’u eğitimsel anlamda adeta iflasa götürmüştü. 1923’te Cumhuriyet’in ilanıyla Mustafa Kemal’in hedeflediği ‘muasır medeniyetler seviyesi’ne ulaşmak için yapılan devrimlerden, ‘asırlık çınar’ Darülfünun da nasibini aldı. Darülfünun özellikle 1924’ten sonra kendisini esaslı reformlara zorlayan genç Cumhuriyet’in sert eleştirilerinin ve baskısı altında ancak 1933’e kadar varlığını sürdürebildi (Widmann, 1999: 54-55). Türk Hükümeti’nin 1933’te İsviçreli pedagoji profesörü Malche’yi görevlendirerek Darülfünun’un genel durumunu tespit ettirmesi, aynı zamanda Cumhuriyet döneminin de en önemli kültür reformlarından birine zemin hazırlamıştır. Bu raporun önerisiyle Darülfünun kapatılarak yerine İstanbul Üniversitesi kuruldu. Bu reform planını önemli kılan bir diğer faktör de Nazi Almanyası’nın uyguladığı ırkçı ve baskıcı politikalarının kurbanı olan kişilerle aynı paydada buluşmasıdır. Reform süreci sırasında Almanya’da Hitler liderliğindeki Nazi Rejimi’nin baskıları sonucu yahudi ve rejime muhalif ‘aryan’ kökenli Alman akademisyenler ülkelerinden ayrılmak zorunda kalmışlardı. Elbette İsviçre sürgününde kurulan “Yurtdışındaki Alman Bilim Adamları Yardım Cemiyeti” ve Türk Hükümeti’nin tam yetkili temsilcisi Prof. Malche’nin yoğun çabaları bu akademisyenlerin geliş sürecini hazırlamış ve bu yolculuğun resmi bir şekilde yapılmasının temelini hazırlamıştı. Ama bu bilim insanların kısa sürede Türkiye’ye geliş sürecini sağlayan en önemli etken herşeyden önce onların yeni bir ‘Haymat’ aramaları ve de idealist bir öğretmen ve kaşif olarak hizmet etmek istemeleriydi. Bu akademisyenlerin çoğunun geçerli pasaportunun olmaması ve İsviçre’de kısa süreli de olsa sürgün hayatı yaşamaları, en önemlisi de yurtlarından kovulmaları ya da kaçmak zorunda bırakılmaları, bunların alman ve türk literatüründe ‘mülteci profesörler’ şeklinde betimlemesine neden olmuştur. Genç Cumhuriyet’in bu önemli atağı, Türkiye’deki üniversite zihniyetine ve yapılanmasına ‘devrim’ niteliğinde yenilikler getirmiş ve yapılacak bilimsel gelişmelere yeni perspektifler sunmuştur. KAYNAKLAR AKÇAM, Taner: Hitler seçimle işbaşına gelmedi, T24 Haber Sitesi, 23 Temmuz 2013, E.T. 12.02.15, http://t24.com.tr/haber/hitler-secimle-isbasina-gelmedi,235021 BOZAY, Kemal: Exil Türkei. Ein Forschungsbeitrag zur deutschsprachigen Emigration in der Türkei 1933-1945, LIT Verlag, Münster, 2001. SOBİDER Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 2, Sayı: 2, Mart 2015, s. 26-43 41 Ali Sertpolat CONERMANN, Stephan: „Deutsche Wissenschaftler im türkischen Exil: Zum historischen Wandel der Anschauungen“, Deutsche Wissenschaftler im türkischen Exil. Die Wissenschaftsmigration in die Türkei 1933-1945, Hrsg. von C. Kubasek und G. Seufert, Ergon Verlag, Würzburg, 2008, s.49-67 DALAMAN, Cem: Die Türkei in ihrer Modernisierungsphase als Fluchtland für Deutsche Exilanten, Freie Universität, Berlin, 1998. DIETRICH, Anne: Deutschsein in Istanbul, Leske + Budrich Verlag, Opladen, 1998. GROSSMANN, R. Kurt: Emigration, Europ. Verlag, Frankfurt am Main, 1969. GUTTSTADT, Corry: Die Türkei, die Juden und der Holocaust, Assoziation A Verlag, Berlin, 2008. HAYMATLOS: Exil in der Türkei 1933-1945, Eine Ausstellung des Vereins Aktives und des Goethe-Institutes mit der Akademie der Künste, 8. Januar bis 20. Februar 2000, Verein Aktives Museum, Berlin, 2000. HIRSCH, E. Ernst: Hatıralarım. Kayzer Dönemi – Weimar Cumhuriyeti Atatürk Ülkesi, çev. Fatma Suphi, Türkiye İş Bankası Vakfı, Ankara, 1985. HÜRLIMANN, Brigitte: Das Vermächtnis des Philipp Schwartz, in: Neue Zürcher Zeitung, Nr. 45, 23. Februar 2013. KLEMPRER, Vicktor: Ich will Zeugnis ablegen bis zum letzten. Tagebücher 1933-1945, Hrsg. von Nowojski W., 2 Bande, Aufbau Verlag, Berlin, 1995. MÖCKELMANN, Reiner: Wartesaal Ankara. Ernst Reuter – Exil und Rückkehr nach Berlin, Berliner Wiss.-Verlag, Berlin, 2013. NADOLNY, Rudolf: Mein Betrag. Erinnerungen eines Botschafters des Deutschen Reiches, Hrsg. von Günter Wollstein, Dme-Verlag, Köln, 1985. NAMAL, Yücel ve KARAKÖK, Tunay: Atatürk ve Üniversite Reformu (1933), (Zonguldak Karaelmas Üniversitesi, Yükseköğretim ve Bilim Dergisi/Journal of Higher Education and Science, 2011, Cilt 1, Sayı 1, s. 27-35, E.T. 11.02.2015, http://higheredusci.beun.edu.tr/text.php3?id=1519#TOP NEUMARK, Fritz: Zuflucht am Bosporus. Deutsche Gelehrte, Politiker und Künstler in der Emigration 1933-1953, Knecht Verlag, Frankfurt am Main, 1980. SCHÄFER-BORRMANN, Alexandra: Vom „Waffenbruder“ zum „türkisch-deutschen Faktotum“. Ekrem Rüştü Akömer (1892-1984), eine bemerkenswerte Randfigur der Geschichte, Würzburg, 1998. SCHWARTZ, Philipp: Notgemeinschaft deutscher Wissenschaftler im Ausland, Institut für Zeitgeschichte, München, 1993. SOBİDER Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 2, Sayı: 2, Mart 2015, s. 26-43 42 Nazi Almanyası Döneminde Mülteci Profesörlerin Türkiye’ye Geliş Süreci (1933) SCHWARTZ, Philipp: Kader Birliği: 1933 Sonrası Türkiye’ye Göç Eden Alman Bilim Adamları, yayına haz. Helge Peukert, çev. Nagehan Alçı, Belge Yayınları, İstanbul, 2003. ŞEN, Faruk / HALM, Dirk: Exil unter Halbmond und Stern. Herbert Scurlas Bericht über die Tätigkeit Deutscher Hochschullehrer in der Türkei während der Zeit des Nationalsozialismus Klartext Verlag, Essen, 2007. WIDMANN, Horst: Exil und Bildungshilfe. Die deutschsprachige Emigration in die Türkei nach 1933, Peter Lang Verlag, Bern / Frankfurt, 1972. WIDMANN, Horst: Atatürk ve Üniversite Reformu, Almanca Konuşan Ülkelerden 1933 Yılından Sonra Türkiye’ye Gelen Öğretim Üyeleri, Yaşam Öyküleri, Çalışmaları, Etkileri, çev. A. Kazancıgil ve S. Bozkurt, Kabalcı Yayınevi, Istanbul, 1999. YILMAZ, Mehmet Serhat: Darülfünun Reformu- Darülfünun’dan İstanbul Üniversitesine Geçiş Süreci (1863-1933), Cilt:9,No:1, Kastamonu Eğitim Dergisi, Mart 2001 43 SOBİDER Sosyal Bilimler Dergisi / The Journal of Social Science / Yıl: 2, Sayı: 2, Mart 2015, s. 26-43