Seyfettin Gürsel G-20'de kafalar karışık 24.06.2010 | Seyfettin Gürsel Bu hafta sonu Kanada'da toplanacak olan G-20 zirvesi hararetli tartışmalara sahne olacak. Başlıca üç sorun çözüm bekliyor. Birinci sorun, banka sisteminin istikrarının gelecekte nasıl güvence altına alınacağı. İflas riskini azaltacak şekilde bankaların zapturapt altına alınması isteniyor. Her ülke kendine göre disiplin kuralları koymaya çalışıyor. İflas kaçınılmaz olduğunda ise faturayı vatandaş değil bankalar ödesin isteniyor. Bu amaçla bankalara vergi salınarak bir istikrar fonu oluşturulması gündemde. Ancak bu vergiye gelişmekte olan ülkeler karşı çıkıyor. İkinci sorun, Çin'in Batı'yı durgunluktan çıkarması için nasıl katkı yapacağı. Aslında reçete belli. Çin'in iç talebi artırması gerekiyor. Ancak bunun nasıl yapılacağı konusunda anlaşma yok. Batı Yuan değerlensin istiyor. Çinliler bu sert manevraya ihracatlarının fena etkileneceği, dolayısıyla büyümenin düşeceği endişesiyle karşı çıkıyorlar. Şimdilik Yuan'ın kontrollü bir şekilde değerlenmesine razı oldular. Yani Çin'den, en azından kısa dönemde, hayır yok. Üçüncü sorun, Batı'yı esir alan borç-durgunluk ikilemi. Krizde ABD cesur biçimde para politikasını gevşetti. Faizler sıfıra yaklaştı. Avrupa Merkez Bankası daha temkinli ve yavaş davrandı. Ama sonuçta o da faizini yüzde 1'e çekti. Ayrıca çöp kâğıtlar dahi alınarak banka sistemine gerektiği kadar likidite verildi ve çöküş önlendi. Ancak para politikası da sınırına ulaştı. Büyüme için talep nereden gelecek sorusuna para politikasının vereceği yanıt yok. Krizde para politikasına paralel olarak maliye politikası da gevşetildi. Bütçe açıklarında büyük artışlar meydana geldi. Gevşek maliye politikası izlenmeseydi büyük olasılıkla durgunluk daha derin yaşanacak, işsizlik daha yüksek olacaktı. Bütçe açıkları sadece kamu harcamaları artırıldığı için değil, düşen vergi gelirlerinin etkisiyle de arttı. Sonuçta Batı ülkelerinde kamu borçları zemberekten boşanmışçasına yukarı doğru fırladılar. Borç oranlarında ortaya çıkan hızlı artış ülkelerin mali yapıları ile küresel konumlarının çok farklı olması nedeniyle muazzam bir asimetrik şok yarattı. ABD'nin nispeten düşük borç oranı hızla yükseldi ve yükselmeye devam ediyor ama RogoffReinhardt'ın kritik eşik olarak tanımladıkları yüzde 90'a henüz erişmedi. Daha önemlisi, dolar halen küresel rezerv para. Enerji ve emtia fiyatları da dolar cinsinden ifade edilmeye devam ediyor. Doların değeri bilindiği gibi Amerikalıların değil, dünyanın geri kalanının derdi. Tabii bu rahatlığın da sınırı var. Obama yönetimi bu sınıra henüz ulaşmadıkları kanaatinde. Dahası Avrupa'nın önde gelen ekonomilerinin borç sorununu abartmayıp kemer sıkma konusunda acele etmemelerini söylüyor. Ancak Avrupa'da durum Atlantik'in Batı yakasından görüldüğü gibi değil. Avrupa ekonomisi içinde muazzam dengesizlikler söz konusu. Bir kere İtalya'nın borç oranı yüzde 100'ü geçiyor. Kemer sıkmazsa Yunanistan'ın yarattığı depremin 10 katı şiddetinde bir deprem yaratabilir. İngiltere İtalya kadar borçlu değil ama bütçe açığı çok yüksek. Kemer sıkmaktan başka çaresi yok. İspanya'nın borcu düşük ama bütçe açığı yüksek. Üstelik büyüme perspektifi çok zayıf. Dolayısıyla gevşerse borç oranı fırlar. Fransa ortada. İktidar partisi ikiye bölünmüş durumda. Bir sorumlu bir gün kemer sıkacağız diyor, bir başka sorumlu ertesi gün onu yalanlıyor. Tüm gözler Almanya'ya çevrilmiş durumda. Almanya borç krizinin euroyu sağlam para olmaktan çıkarmasından ve enflasyon hayaletinin Avrupa semalarında yeniden belirmesinden büyük endişe duyuyor. Borç oranı da düşük sayılmaz. Yüzde 70'leri aşmış durumda. Almanya örnek olmazsa diğer AB üyelerinin iyice cıvıtacağından emin. Merkel kemer sıkma programını Obama'nın bastırmasıyla sulandırdı ama iptal de etmedi. Dört yılda 90 milyar euro tasarruf yapılacak. Şu anda küresel geminin kaptan köşkünde kargaşa var. Umarım gemi yeniden kayalara bindirmez.