OSMANLI TARİHİ (1789-1876) TAR212U KISA ÖZET DİKKAT…Burada ilk 4 sahife gösterilmektedir. Özetin tamamı için sipariş veriniz… www.kolayaof.com 1 1.ÜNİTE XVIII. Yüzyıl Sonlarında Osmanlı Devleti (1789-1801) ÇÖZÜLME VE YENİDEN YAPILANMA SÜRECİ OLARAK XVIII. YÜZYIL XVIII. Yüzyıl “Gerileme Devri” Midir? Osmanlı tarihinin dönemselleştirilmesinde, genelde Karlofça Antlaşması (1699) ile Yaş Antlaşması (1792) arasındaki devir “Gerileme Dönemi” olarak tanımlanır. Ancak sınaî, kültürel, sanatsal ve sosyal gelişmeleri dışarıda bırakan, salt siyasi olaylar ve özellikle de savaşların sonuçları temel alınarak yapılan bu klişeleşmiş tespitin çok gerçekçi olmadığı ve birçok soruyu cevaplamakta yetersiz kaldığı açıktır. Bu nedenle söz konusu devrin gerileme dönemi şeklinde değil, “çözülme ve yeniden yapılanma” devri olarak adlandırılması tarihsel gerçeklere çok daha uygundur. Osmanlılar açısından XVII. yüzyılın en önemli askeri harekâtı olan Viyana Kuşatması’yla başlayan ve dört ülkeyle on altı yıllık çok cepheli savaşlara dönüşen süreç, devleti siyasi ve ekonomik anlamda ciddi bir biçimde yıpratmıştı. Osmanlı Devleti XVIII. yüzyıla, Karlofça Antlaşması’yla ilk defa toprak kaybı yaşamanın getirdiği şaşkınlık ve endişeyle girmiştir. Sultan II. Mustafa’nın Edirne’ye çekilerek idari dizginleri hocası Şeyhülislam Feyzullah Efendi’ye teslim etmesi ve onun keyŞ uygulamalarının yarattığı tepki, Edirne Vakası olarak anılan isyana yol açmıştır. Edirne Vakası: 1703 yılında çıkan, Şeyhülislâm Feyzullah Efendi’nin öldürülmesi, II. Mustafa’nın tahttan indirilmesi ve yerine III. Ahmed’in geçmesiyle sonuçlanan ayaklanmadır. XVIII. yüzyıl sadece siyasi açıdan değil, idari ve sosyal açıdan da önemli gelişmelere sahne olmuştur. Yüzyılın sonlarında ve özellikle III. Selim devrinde (1789-1808) ivme kazanacak olan askeri ve idari reform sürecinin motivasyonlarını ve hazırlık aşamasını bu dönemde aramak gerekir. Osmanlı Devleti Venedik Cumhuriyeti’nden Mora’yı almak amacıyla 1715’te başlattığı savaşa bir yıl sonra Avusturya’nın müdahil olmasıyla, galip iken bir anda mağlup duruma düştü. Ardından imzalanan Pasarofça Antlaşması’nın (1718) sağladığı barış ve sükûnet ortamından yararlanarak Sultan III. Ahmed ve Sadrazam Nevşehirli Damad İbrahim Paşa’nın desteğiyle başlatılan ve Lale Devri olarak anılan restorasyon dönemi (1718-1730), lale ile sembolize edilen maddi kültüre yöneliş, Batı mimarisini, sanat ve zevkini tanıma çabaları ve Batı medeniyetinin üst yapı kurumlarından sınırlı adaptasyonlarıyla farklı bir boyut kazandı. Lale Devri: 1718-30 yılları arasında Osmanlı Devleti’nde Batı etkisinde edebiyat, kültür, sanat ve mimaride yaşanan gelişmelere sonradan verilmiş isimdir. Adını ünlü şairimiz Yahya Kemal koymuş, tarihçi Ahmet ReŞk (Altınay) meşhur etmiştir. OSMANLI DEVLETİ’NİN GENEL DURUMU Siyasi-Sosyal ve Ekonomik Panorama XVIII. yüzyıl boyunca aralıklarla süren Rusya, Avusturya ve İran savaşlarının yarattığı sarsıntılara rağmen, bu dönemde Osmanlı Devleti dünyanın en güçlü devletlerinden biri konumundaydı. Sınırları: Asya’da; Yemen-Arabistan Yarımadası, Hint Okyanusu, Basra Körfezi, İran üzerinden geçip Kafkasya’dan Anapa’ya kadar; Avrupa’da Dinyester (Turla) nehrinin batı kıyılarından Romanya, Bulgaristan, Yunanistan, Sırbistan ve Arnavutluk’u içine alacak şekilde devam ederek Avusturya’ya dayanıyor ve neredeyse Kuzey Afrika’nın tamamını kapsıyordu. Görüldüğü gibi üç kıtada toprakları bulunan Osmanlı Devleti; Karadeniz, Marmara, Ege Denizi ve Kızıldeniz’e mutlak anlamda hâkim olduğu gibi, Doğu Akdeniz’de de söz sahibiydi. 2 Osmanlı Devleti’nin sınırları içinde yaşayan nüfus; ırk, dil ve din bakımından farklı kökenlere sahip insanlardan oluşuyordu. Devrin şartları gereği halk; dini eksenli olarak Müslümanlar ve gayrimüslimler şeklinde iki ana gruba ayrılmıştı. Devletin asli unsuru Müslüman Türklerdi. XVIII. yüzyılın sonlarında Osmanlı Devleti uzun süreli savaşların getirdiği siyasiidari çalkantılar ve mali sıkıntılarla boğuşmaktaydı. Merkezi otoritenin taşrada etkinliğinin hayli azaldığı bu dönemde çıkan iç ayaklanmalar (Dağlı İsyanları) ve Anadolu ile Rumeli’de türemiş olan yerel güç odakları (Ayanlar) siyasi ve sosyal açıdan ciddi sıkıntılar yaratmaktaydı. Rumeli’de; İşkodra’da Mahmud Paşa, Silistre’de Yılıkoğlu Süleyman Ağa ve Vidin’de Pazvandoğlu Osman Paşa adeta yerel hanedanlıklar kurmuşlardı. III. Selim’in Tahta Çıkışı ve Reform Programı III. Selim, amcası I. Abdülhamid’in vefatı üzerine 7 Nisan 1789’da tahta çıktı. Bu esnada 1787’de başlamış olan Osmanlı-Rus ve Avusturya savaşları sürmekteydi. Padişahın teşvik ve gayretleriyle, başlangıçta düşmandan intikam alınacağı yönünde oluşan iyimserlik, yenilgilerin sürmesiyle zamanla kötümserlik ve ümitsizliğe dönüştü. Yenilgiler zincirinin işaret ettiği en acil sorun olan ordunun Batı tarzında ıslahı, ardından da devlet ve toplum hayatının çağın ihtiyaçlarına göre yeniden düzenlenmesi, III. Selim devrinin en önemli hedeşeri olmuştur. Devlet ve ilim adamlarından, mevcut sorunların çözümüne ilişkin istenen raporlar (ıslahat layihaları) ve bu çerçevede Nizâm-ı Cedîd (Yeni Düzen) adıyla yürürlüğe konan reform programı, bu devirle tam anlamıyla özdeşleşmiş iki terimdir. Nizam-ı Cedid programının ilk adımı askeri alanda atılmış ve 1793’te Batı tarzında oluşturulan yeni talimli piyade birliklerine Nizam-ı Cedid Askeri (Muallem Bostancı tüfenkçileri) denilmiştir. FRANSIZ İHTİLALI VE OSMANLI DEVLETİ İhtilalın Gelişimi ve Genel Sonuçları Fransa, ihtilal öncesinde XVI. Louis (Lui) tarafından mutlakıyetle yönetiliyordu. Versailles (Versay) Sarayı’nda ihtişam içinde yaşayan kral, monarşik idare tarzının kendisine sağladığı geniş yetkilerle nüfusun çoğunluğunu oluşturan burjuva ve köylü sınıfını görmezden gelerek asiller ve ruhban sınıfının çıkarları doğrultusunda hareket etmekteydi. Ortaçağ Feodalitesi’nden kalma alışkanlıkların belirlediği ekonomik ve sosyal duvarlar arasında sıkışan halk, aristokrasinin insafına terk edilmiş durumdaydı. Ticari ve zirai hayatın önemli unsurları olan burjuva ve köylü sınıfının siyasi ve idari hakları bulunmadığından yönetime katılamamakta, buna karşın ağır vergiler ödemek ve orduda asker olarak hizmet etmek zorundaydılar. Farklı dini, siyasi ve ekonomik güç odaklarının oluşturduğu Fransa’yı bir arada tutan en önemli ve birleştirici unsur ise kraliyet kurumuydu. Yedi Yıl Savaşları (1756-1763)’na Avusturya’nın mütteŞki olarak giren ve İngiltere ile Prusya’ya mağlup olan Fransa, büyük kayıplar yaşadı. Savaşlar sonrasında imzalanan Paris Antlaşmasıyla (1763) Avrupa’daki sınırlarını korumakla birlikte, Kuzey Amerika ve Hindistan’daki sömürgelerini İngiltere’ye bırakmak zorunda kalmıştı. Öte yandan İngiltere ve Amerika Birleşik Devletleri’ndeki demokratik gelişmeler, Aydınlanma düşünürlerinin [John Locke (1632-1704), Montesquieu (1689-1755), Voltaire (16941778), Jean J. Rousseau (1712-1778), Diderot (1713-1784)] özgürlük, demokrasi, eşitlik, kilise ve anayasalı monarşilerle ilgili görüşleri ve yayınları Fransız halkını derinden etkilemiştir. Sonuç olarak Fransa’nın siyasi ve ekonomik eşitsizlik üzerine kurulmuş idari yapısı ve halkın kendi hakları konusunda bilinçlenmesi Fransız İhtilalı’nı (1789) yaratan en önemli etkenler olmuştur. Fransız İhtilalı’nın genel sonuçları şu şekilde özetlenebilir: - Fransa’da feodalite yıkıldı ve vatandaşlar arasında eşitlik ilkesi kabul edildi. - Millet egemenliği Şkri yaygınlaşarak mutlak monarşilerin yıkılabileceği anlaşıldı. 3 - İnsan hakları, demokrasi, eşitlik, kardeşlik ve milliyetçilik Şkri yayılmaya başladı. - Milliyetçilik akımının etkisiyle çok uluslu devletlerde başlayan bağımsızlık hareketleri sonucunda imparatorluklar yıkıldı, yerine ulus devletler kurulmaya başlandı. - Fransız ihtilalı; başta iktidar, devlet ve toplum ilişkileri olmak üzere yarattığı yeni siyasi ve sosyal değişimler ve bu gelişmelerin Avrupa’dan başlayarak tüm dünyayı etkileyen yeni olayların kaynağı olması bakımından Yakın Çağ’ın başlangıcı olarak kabul edilmiştir. Fransız İhtilalı’nın Osmanlı Devleti’ne Etkileri Kökleri XVI. yüzyıl ortalarına kadar giden Osmanlı-Fransa ilişkileri, genel anlamda Fransız İhtilalı’na dek dostane bir çizgide devam etmiştir. Sonraki yüzyıllarda Osmanlı Devleti, Rusya ve Avusturya’ya karşı bir denge unsuru olarak gördüğü Fransa’yla ilişkilerini siyasi, askeri ve ekonomik anlamda geliştirmiş ve ilk kez 1536’da ticari imtiyazları (kapitülasyonlar) bu ülkeye vermişti. 1740’ta daimi hale getirilen bu ayrıcalıklar sayesinde Fransa Osmanlı Devleti’nden önemli siyasi ve ekonomik çıkarlar elde etmişti. İhtilalın patlak verdiği 1789 yılında Osmanlı tahtına oturan III. Selim’in, şehzadeliğinden itibaren tasarladığı reform programının model ülkesi de yine Fransa’ydı. İhtilalın Osmanlı Devleti’ne etkileri, genel anlamda olumsuzdu. Öncelikle altı çizilmesi gereken şey, Avrupa başkentlerinde ikamet elçilikleri (daimi elçilik) bulunmayan Osmanlı Devleti’nin Fransa’daki gelişmeleri dolaylı ve ikincil kaynaklardan takip etmiş olmasıdır. Bu nedenle çok sağlıklı, ayrıntılı ve eşzamanlı bilgi akışından ve iyi işleyen diplomatik kanallardan söz etmek mümkün değildir. İhtilalın siyasi ilişkiler bağlamında etkilerine gelince; 1792 yılında Fransa’nın yeni rejimini korumak ve siyasi çıkar hesaplarıyla ihraç etmek üzere doğal sınırlarının dışında savaşlara girişmesi üzerine, Osmanlı Devleti tarafsızlığını ilan etmişti. OSMANLI-RUS VE AVUSTURYA SAVAŞLARI Osmanlı Devleti’ni Paylaşım Projeleri Rusya, Çar I. Petro döneminde (1682-1725) gerçekleştirdiği idari ve askeri reformlar sayesinde güçlenmiş ve Avrupa siyasetinde önemli bir aktör olmasını sağlayacak siyasi hedeşer koymuştu. Bu siyasi ajandanın en önemli başlıkları; Orta Avrupa’ya geçiş açısından stratejik önemi olan Lehistan (Polonya) üzerinde hâkimiyet tesis etmek, Slav kökenli uluslarla yakın ilişkiler kurmak, Ortodoksları koruma altına almak, Kırım’a yerleşmek suretiyle Karadeniz’de ve Boğazlarda egemenlik kurup Ege ve Akdeniz havzasına açılmak, diğer bir ifadeyle “sıcak denizlere” inmekti. Rusya’nın geleneksel politikası olan Balkanlar veya Boğazlar üzerinden “sıcak denizlere inme” hedeŞnin gerçekleşmesi, Karadeniz ve Avrupa’da iki önemli üssün elde edilmesini zorunlu kılmaktaydı. Bu iki kilit nokta, Kırım ve Lehistan idi. Görünürde Lehistan meselesinden çıkan 1768-1774 savaşı esnasında Çeşme’de Osmanlı donanmasını yakan (1770) ve kazanımlarını I. Abdülhamid devrinde Küçük Kaynarca Antlaşması (1774)’yla tescil ettiren Rusya, ikinci hedeŞ olan Kırım’a yöneldi. Çariçe II. Katerina (1762-1796), Rusya’nın geleneksel siyasi emellerini gerçekleştirmek konusunda I. Petro ve takipçilerinden çok daha tutkuluydu. Kırım’a sahip olan ve bu bölgeyi Osmanlı Devleti’ne karşı yapılacak askeri harekâtın üssü haline getiren II. Katerina, Bizans’ın canlandırılmasını ve Osmanlı topraklarının paylaşılmasını hedeşeyen ve “Grek” ve “Dakya” adıyla anılan siyasi projeler hazırladı. Bu bağlamda, Osmanlı-Rus Savaşı esnasında önce Prens Potemkin “Şark (Doğu) Sisteminin Büyük Planı (Grek Projesi)” adıyla Osmanlı Devleti’ni yıkma planı hazırladı. Rusya’nın Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu olumsuz şartlardan yararlanarak Kırım’ın yönetimine Şilen müdahale etmesi, bölgedeki siyasi tansiyonu yeniden yükseltti. Yine 4 Fransa’nın araya girmesiyle 1779’da imzalanan Aynalıkavak Tenkihnâmesi (sözleşme) geçici bir sükûnet sağladıysa da Rusya’nın Küçük Kaynarca Antlaşması’yla Osmanlı Devleti’nden ayırdığı Kırım’ı kendi topraklarına kattığını (ilhak) ilan etmesini engelleyemedi (1783). Bölgedeki siyasi dengeyi Rusya lehine değiştiren işgal üzerine başlatılan diplomatik çabalar sonuç vermeyince, iki ülke arasında savaş yeniden başladı (17 Ağustos 1787). Prusya’nın Avusturya üzerinde kurduğu baskı ve oluşturduğu tehdit sonucunda Osmanlı-Avusturya barış görüşmeleri başladı ve uzun bir müzakere sürecinin ardından oldukça müsait şartlarda Ziştovi Antlaşması imzalandı (4 Ağustos 1791). OSMANLI DEVLETİ’NİN İTTİFAK HAMLELERİ Yakınçağı başlatan Fransız İhtilalı’nın (1789) meydana geldiği XVIII. yüzyılın son çeyreğinde Osmanlı Devleti Rusya ve Avusturya ile savaş halindeydi. Bu iki devletin Doğu Avrupa ve Kuzey Karadeniz üzerindeki emellerinden kaynaklanan ve 1787’de başlamış olan bu savaş, ihtilalın patlak verdiği dönemde Osmanlıların aleyhine bir seyir takip etmeye başladı. Bu esnada yaşanan taht değişikliğiyle I. Abdülhamid’in yerine III. Selim’in geçmesi halkta yeni bir heyecan ve zafer ümidi yarattıysa da beklentilerin aksine yenilgiler sürdü. Öte yandan siyasi çıkarlarının çakışması nedeniyle birlikte hareket eden iki devlet, Avusturya ve Rusya da Osmanlı topraklarının paylaşımı konusunda tetikte ve rekabet halindeydi. Yoğun diplomatik temaslar ve müzakereler sonucunda, tarihinde ilk kez İsveç ve Prusya ile diğer bir ifadeyle iki Hıristiyan devletle yazılı ittifak anlaşması imzalamıştır. Osmanlı-İsveç İttifakı Dünya siyaset ve ticaretinin can damarı olan ve “sıcak denizler” şeklinde adlandırılan Akdeniz havzasına inme ve buradan da Yeni Dünya’ya açılma ihtiyacı, Rus Çarı I. Petro’ya iki istikamet göstermekteydi: Kuzeyde İsveç, güneyde Osmanlı Devleti tarafından kapatılmış olan Baltık ve Karadeniz. Siyasi şartlar ve bölgesel çatışmalar, İsveç istikametinin zorlanmasını daha makul kılmaktaydı. Çar I. Petro da çok daha güçlü Osmanlı Devleti’yle savaşmaktansa daha zayıf rakibinin üzerine yürüdü ve iki ülke arasında “Büyük Kuzey Savaşları” yaşandı. Osmanlı-Prusya İttifakı Rusya ve Avusturya’nın yukarıda belirtilen siyasi dengeler ve emeller bağlamında Doğu ve Orta Avrupa’daki planları, özellikle Lehistan’ın paylaşılmasından sonra Prusya’yı hedef haline getirdi. Bu tehdit Prusya ve Osmanlı Devleti’nin siyasi anlamda yakınlaşmasını sağlayan önemli bir gelişmeydi. Osmanlı-Prusya İttifak Antlaşması, Babıâli’nin Hıristiyan bir devletle karşılıklı yükümlülükler çerçevesinde imzaladığı ilk ittifak anlaşmasıdır (31 Ocak 1790). Campo Formio Antlaşması ve Osmanlı Devleti Fransız İhtilalı’ndan sonra, kıta Avrupa’sında monarşiyle idare edilen çok uluslu ülkeler ve İngiltere, ihtilalın yaydığı siyasi Şkirleri tehlikeli gördüklerinden Fransa’ya cephe almışlardı. Bu gergin siyasi atmosfer bir süre sonra İhtilal Savaşları olarak adlandırılacak mücadele dönemini başlattı. Napolyon’un Parma ve Modena dukalıklarını elde ettikten sonra bütün Kuzey İtalya’yı kontrol altına almasıyla köşeye sıkışan Avusturya, başlattığı diplomatik girişim sonucunda Fransa ile Campo Formio Antlaşması’nı imzalamak zorunda kalmıştır (17 Ekim 1797). 2. ÜNİTE XIX. Yüzyılın Başlarında Osmanlı Devleti ve Yeni Siyasî Dengeler XIX. YÜZYILIN BAŞLARINDA OSMANLI DEVLETİ XVIII. Yüzyıldan Devralınan Sorunlar XVIII. yüzyıl boyunca aralıklarla süren Rusya, Avusturya ve İran savaşlarının yarattığı sorunlara rağmen, Osmanlı Devleti yüzölçümü, nüfus yoğunluğu ve askeri güç bakımından 5 dünyanın en güçlü devletleri arasında yer almaktaydı. Ancak yüzyılın ikinci yarısında, 1768 sonrasında Rusya ve Avusturya ile başlayacak olan yıpratıcı savaşlar dönemi; devletin siyasi, askeri ve ekonomik işleyişinde büyük sorunlara yol açmıştır. Kesintili ve genelde iki cepheli olarak süren bu savaşlar dönemi, 1789’da patlak veren Fransız İhtilalı’yla faklı bir boyut kazandı. Osmanlı topraklarını paylaşmak isteyen iki mütteŞk devlet, ihtilalın dünya siyasi ve idari tarihini değiştirecek yeni Şkirler yayması karşısında kendilerini güvenceye almak istediklerinden, Avusturya Ziştovi Antlaşması (1791), Rusya ise Yaş Antlaşması’nı (1792) imzalayarak savaştan çekildiler. FRANSA’NIN MISIR’I İŞGALİ (1798-1802) Napoléon’un Büyük Doğu Hayali Fransız İhtilalı’nın (1789) yaydığı siyasi Şkirler, varlık ve istikrar açısından Avrupa’daki çok uluslu devletleri endişelendirmiş ve ihtilal sonrasında kurulan ittifaklar çerçevesinde koalisyon savaşlarına sebep olmuştur. Bu yeni dönemin yükselen gücü Fransa, söz konusu süreçte elde ettiği galibiyetleri somut kazanımlara dönüştüren antlaşmalar ve özellikle de Avusturya ile yaptığı Campo Formio Antlaşması’yla (17 Ekim 1797) Avrupa’nın tartışmasız en güçlü devleti olduğunu rakiplerine kabul ettirdi. Fransa’nın Avrupa’nın mutlak hâkimi olma hedeŞni gerçekleştirmesi, karada savaşamadığı İngiltere’yi Britanya Adası’na denizden yapacağı bir çıkarma ile dize getirmekle mümkün olabilirdi. Direktuvar hükümetinin onayladığı bu askeri operasyon, İngiltere’nin devrinin en güçlü donanmasına sahip olmasından ötürü, son derece riskli görünmekteydi. Hükümet, bu zor ve tehlikeli operasyonu General Napoléon Bonaparte’a (Napolyon Bonapart) havale etti. Direktuvar hükümetinin iç politik dengelerin etkisiyle uygulamakta acele ettiği bu plana karşın, Napolyon ve dostu olan dışişleri bakanı Talleyrand birlikte alternatif bir proje hazırladılar (Şubat 1798). Fransız donanması öncelikle Orta Akdeniz’de stratejik önemi büyük olan Malta Adası’nı Saint Jean Şövalyeleri’nden aldı (12 Haziran 1798). Şövalyelerin elindeki esir Müslümanları serbest bırakan Napolyon, bunları memleketlerine gönderirken kendi lehine propaganda yapmalarını tembih etti. Amacı daha sonra işgal edeceği Müslüman memleketlerde sempati yaratmak, baskıcı rejimler altında yaşayan Müslümanlara hürriyet ve adalet getireceği izlenimini vermekti. BABIÂLİ’NİN İŞGALE TEPKİSİ VE ÜÇLÜ KOALİSYON Babıâli’nin Mısır’ın İşgaline Tepkisi Uygulamaya koyduğu reform sürecine odaklanmış olan Osmanlı Devleti, geleneksel dostu olarak değerlendirdiği Fransa’dan topraklarına herhangi bir işgal girişimi beklemiyordu. Babıâli, uygulamaya koymayı hedeşediği reformların model ülkesi olarak gördüğü ve ihtilal sonrasında diplomatik olarak yakınlaştığı Fransa’da 1797 yılı ilkbaharında ilk daimi temsilciliğini açmış ve Moralı es-Seyyid Ali Efendi’yi elçi olarak Paris’e göndermişti. 13 Temmuz 1797’de Paris’e ulaşan Seyyid Ali Efendi, iki ülke ilişkilerini geliştirmek amacıyla General Napolyon Bonapart ve dışişleri bakanı Talleyrand ile samimi ilişkiler kurdu. Fransa’nın Mısır’ı işgali, Sultan III. Selim’in büyük tepkisine yol açtıysa da Babı âli soğukkanlılığını korudu. Aslında bu işgal girişimi Osmanlı Devleti’ne derhal savaş ilan etme hakkı veriyordu. Ancak bu sırada devletin uzun süredir halletmeye çalıştığı iç sorunlar ve mali sıkıntılar, dış politikada cesur adımlar atılmasını engellemekteydi. Söz konusu sorunlardan biri Vidin’de Pazvantoğlu Osman Paşa’nın merkezi otoriteye isyan bayrağını çekmiş olmasıydı. İşkodra’da Mahmud Paşa ve Silistre’de Yılıkoğlu Süleyman Ağa da aynı kervana katılmıştı. Öte yandan 6