LİBYA ÖRNEĞİNDE İNSAN HAKLARININ KORUNMASI İÇİN YAPILAN ASKERİ MÜDAHALE Military Intervention for Protection of Human Rights: The Case of Libya Prof. Dr. Füsun ARSAVA ÖZET İnsan haklarının korunması alanındaki gelişmeler diğer uluslararası hukuk süjelerine karşı sahip olunan dış egemenlik ve devletlerin kendi vatandaşlarına karşı tam ve sınırsız karar alma özgürlüğü olarak kabul edilen iç egemenlik yaklaşımında değişikliğe yol açmıştır. Bu bağlamda uluslararası hukukta yeni bir gelişme olarak uluslararası camianın koruma sorumluluğu karşımıza çıkmaktadır (Responsibility to Protect). Egemenlik ve müdahale ilişkisini yeniden tanımlayan Responsibility to Protect kavramı müdahale hakkı yerine koruma gereksinimine yoğunlaşmaktadır. Bu kavram ile egemenliğin kendi halkının güvenliği ve temel insan haklarını sağlama mükellefiyeti ile sınırlandığı kabul edilmektedir. Responsibility toProtect’e BM Güvenlik Konseyi Darfur krizi ve Libya ile ilgili resolusyonlarında atıf yapmıştır. Responsibility to Protect müdahale sorumluluğunu beraberinde getiren siyasi bir uluslararası kamuoyu baskısını olanaklı kılmaktadır. 1973 sayılı (2011) Libya’ya ilişkin Güvenlik Konseyi resolusyonunda sivil halkın korunması amacı dışında başka bir vurgu olmaması nedeniyle resolusyondan Güvenlik Konseyinin rejimdeğişikliği için yetkilendirme yaptığı sonucu çıkarılmamaktadır. Sivil halkın korunmasımisyonu ancak Libya’da rejimin devrilmesine dönüştürülüştür. Bu durum Responsibility to Protect yaklaşımına ve buna istinaden yapılan müdahaleye gölge düşürmüştür. Responsibility toProtect’in belirsizliği her amaç için kullanılmasına olanak vermektedir. Anahtar Kelimeler: Responsibility to Protect, egemenlik, Uluslararası Ceza Mahkemesi ABSTRACT The developments on protection of human rights changes the approach of external sovereignty possessed against other subjects of international law and internal sovereignty accepted as the freedom of decision making against the states own citizens. In this sense, Responsibility to Protect of international community appears as a new development. The term of Responsibility to Protect which redefines the relationship between sovereignty and intervention, concentrates upon the requirement to protect instead of right to intervene. In this concept, it is accepted that sovereignty is restricted by the obligation to ensure the public safety and fundamental human rights of own nation. The United * Atılım Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi, farsava@atılım.edu.tr Libya Örneğinde İnsan Haklarının Korunması İçin Yapılan Askeri Müdahale Prof. Dr. Füsun ARSAVA Nations’ Security Council refers to the Responsibility to Protect in the resolutions related to crises of Darfur and Libya. Responsibility to Protect enables an political international public opinion pressure which brings along the responsibility of intervention. Authorisation for change of regime by Security Council should not to be concluded from the Security Council resolution number 1973 (2011) concerning Libya by the reason of absence of emphasis accept for purpose of protection of civil society in the resolution. However, the mission of protection of civil society is the conversion of the toppling the regime in Libya. This situation casts a shadow on the approach of Responsibility of Protect and the intervention based on this. The uncertainty of Responsibility to Protect allows using it for all purpose. Keywords: Responsibility to Protect, Sovereignty, International Criminal Court ◆◆◆◆ GİRİŞ 82 BM Genel Sekreteri Kofi Annan bir anma töreni esnasında 26 Mart 2004’te Ruanda’da yapılan soykırımı hatırlatarak; “Ruanda da yapılan soykırımın bir daha hiçbir zaman gerçekleşmemelidir. Uluslararası camia Ruanda’da başarısız olmuştur. Bu bizim için acı ve üzüntü nedenidir. Uluslararası camia zamanında ve kararlı hareket etse idi, birçok ölümü engelleyebilirdi. Ancak bu çerçevede ne siyasi irade vardı, ne de tasarruf edilebilecek askeri güç vardı. Uluslararası camia hareketsiz kalarak günah işlemiştir” şeklinde bir açıklama yapmıştır (bknz.:http://www.un.org/sg/ statements/index.asp?nid=840). Uluslararası camianın bu başarısızlık tecrübesinde oysa özellikle Kofi Annan’ın tutumu neden olmuştur. Kofi Annan sadece BM’in ilk Kara Afrikalı Genel Sekreteri olmayıp, aynı zamanda Ruanda’daki iç savaş esnasında BM’de Barış Gücü askerlerinin koordinasyonundan sorumlu Genel Sekreter Yardımcılığı görevini yürütmüştür. Kofi Annan bu nedenle Ruanda’daki başarısızlıkta doğrudan bizzat sorumluluğu taşıyan kişi olarak kabul edilmiştir. Uluslararası Hukukta son yıllarda ortaya çıkan gelişmeleri anlamak isteyen ve Libya uyuşmazlığını hukuken bir yere oturtmak isteyen herkesin 1990’lı yıllardaki tecrübelerden başlaması gerekmektedir. Ruanda (Burundi)’de işlenen insanlığa karşı suç yanısıra Yugoslavya için kurulan mahkeme ve Uluslararası Adalet Divanı tarafından insanlığa karşı suç olarak kategorize edilen Srebnica katliamı (26 Şubat 2007 tarihli karar için bknz.: ICJ Report 2007, 43, §297) ve NATO’nun hukuken tartışmalı 1999 tarihli Kosova TAAD, Yıl:4, Sayı:12 (Ocak 2013) Military Intervention for Protection of Human Rights: The Case of Libya Prof. Dr. Füsun ARSAVA müdahalesi1 bu çerçevede karşımıza çıkan önemli örneklerdir. Söz konusu bu uyuşmazlık örnekleri iç uyuşmazlıkların süper güçler tarafından araç olarak kullanılması nedeniyle soğuk savaş öncesi dönemde geçerli kabul edilen müdahale yapmama yaklaşımınıtartışmaya açmıştır. Soğuk savaş öncesi dönemde kabul gören yaklaşıma göre müdahaleler problemleri çözmek yerine problemleri arttırmaktadır. Bu yaklaşım hukuken BM anlaşmasının 2.madde 1.fıkrasında yer alan devletlerin birbirlerinin iç işlerine karışmayı prensip olarak yasaklayan,uluslararası camiada yer alan bütün devletlerin egemen eşitliği prensibi ile somutlaştırılmıştır2. İnsan haklarının korunması için yapılan insani müdahale yaklaşımının ikilemi, yabancı devlet vatandaşlarının korunması için yapılan askeri müdahalelerde olduğu gibi, müdahalelerin kapsamlı egemenlik kavramı ışığında açıklanamamasıdır. Yapılan insani müdahaleleri uluslararası teamül hukuku ışığında zaruret haline istinat edilerek veya BM anlaşmasında yer alan insan haklarını koruma amacına istinat edilerek açıklama girişimleri ikna edici olmamıştır. Yapılan müdahalelerin kapsamlı sonuçları nedeniyle insan haklarının askeri yöntemlerle korunmasına dayanak olabilecek açık bir müdahale yetkisi gerekli görülmektedir. Bu yetki şimdiye dek Uluslararası Hukukta öngörülmemiştir ve bu nedenle de uluslararası hukukçuların çoğunluğu insani müdahale yaklaşımını reddetmektedir3. İnsan haklarının korunması ve müdahale yasağı arasındaki gerilim ilişkisi oldukça eskidir. Hugo Grotius daha 1646’da ünlü Savaş ve Barış hukuku kitabında “hükümdarların haksızlıklarına karşı tâbi durumda olan yabancıların haklarının korunması için haklı savaş yapılması olanağını değerlendirmiştir4. İnsani nedenlerle müdahale hakkını Uluslararası Hukukun daha sonraki klâsik hukukçuları, örneğin ChristianWolff veya Emer de Vattel açık bir şekilde reddetmektedir.Vattel açık bir şekide “affairesdomestiques” kavramını 1 Bruno Simma, NATO, the UN and the Use of Force: Legal Aspects, EJIL 10 (1999), s1 vd. krşt.:MatthiasHerdegen, Völkerrecht, 10.Aufl. München 2011, s.250 vd; Theodor Schweisfurth, Völkerrecht, Tübingen 2006, Kap.9, Rn.258 bknz.:WalterSchätzel, KlassikerdesVölkerrechts: Hugo Grotius, De Jure Belle AcPacis, LibriTres, Tübingen 1950, 407 vd. 2 3 4 krşt.: Michael Bothe, bknz.: Wolfgang GrafVitzhum, Völkerrecht, 5.Aufl. Berlin/ New York 2010; Kap.8, Rn.22 TAAD, Yıl:4, Sayı:12 (Ocak 2013) 83 Libya Örneğinde İnsan Haklarının Korunması İçin Yapılan Askeri Müdahale Prof. Dr. Füsun ARSAVA kullanarak5, yabancı güçlerin diğer güçlerin içişlerine karışmalarını ve onlara karşı tutumlarını belirlemek üzere yargıç rolü oynayamayacaklarını ifade etmiştir.Dini nitelikli iç savaşlar sonucu ortaya çıkan egemenlik prensibinin insani nedenlere istinat eden müdahale yaklaşımı ile gerilim içinde olması paradoksal bir durum teşkil etmektedir. Diğer taraftan etik olarak yapılan insan hakları ihlâllerine gözleri kapatmanın imkânsız olduğu durumlarda dışarda olanlardan sadece seyretmelerini istemelerinin de bir sınırı olması gerektiği eskiden beri tartışılan bir husustur. 84 Grotius’tan beri bilinen ve çözülememiş bu tartışmalı konu çerçevesinde son yıllarda ortaya çıkan gelişmelerde yeni olan nedir? Müdahalenin uyuşmazlığı daha da çıkmaza sokup sokmayacağı en önemli problem olmakla beraber müdahalenin doğru olup olmadığı ancak müdahale ertesinde yapılan değerlendirme ile ortaya çıkmaktadır. Batılı devletlerin dış politikasında Libya krizi 2011 bahar ve yaz döneminde oldukça yoğun bir şekilde hissedilmiştir. 1990’lu yılların tecrübeleri −Libya’daki gelişmeler bu durumu hızlandıracaktır– egemenlik ve insan haklarının korunması ilişkisinde bilinç değişikliğine yol açmıştır. Responsibility toprotect (uluslararası camianın koruma sorumluluğu) ile devletlerin egemenliği yaklaşımında ortaya çıkan değişiklik Genel kamu hukukunda devletlerin egemenliği iç ve dış egemenlik olarak ele alınır6. Uluslararası Hukukta iç ve dış egemenlik esastır. Bu paralelde dış egemenlik BM anlaşmasının 2.madde 1.fıkrasında yer alan devletlerin egemen eşitliği prensibinde somutlaştırılmıştır. Egemenlik klâsik anlayışa göre uluslararası bağlantıların kapsamı konusunda devletlerin kendilerinin karar verme hakkını içermektedir. Bugünkü Uluslararası Adalet Divanı’nın selefi olan Sürekli Adalet Divanı 1927’de Lotus davasında “Uluslararası Hukuk bağımsız devletler arasındaki ilişkileri düzenlemektedir. Devletler kendileri için hukuken bağlayıcı kuralları kendi serbest iradeleri ile oluştururlar. Bu nedenleDevletlerin bağımsızlıklarının sınırlandığıvarsayılamaz” şeklinde bir 5 6 bknz.:WalterSchätzel (Hrsg.),KlassikerdesVölkerrechts, Bd.III, Tübingen 1959, 45 AlbrechtRandelzhofer, StaatsgewaltundSouveränität, bknz.: Josef Isensee/Paul Kirchhof (Hrsg.), HandbuchdesStaatsrechts der BundesrepublikDeutschland, Bd.II 3.Auflage, Heidelberg 2004, §17 Rn.24) TAAD, Yıl:4, Sayı:12 (Ocak 2013) Military Intervention for Protection of Human Rights: The Case of Libya Prof. Dr. Füsun ARSAVA vurgulama yapmıştır7. Bu ifade genel olarak uzun süredir isabetli olarak kabul edilmemektedir. İnsan haklarının korunması alanındaki gelişmeler asgari temel garantilerin –işkence yahut soykırım yasağı gibi− münferit devletlerin iradelerinden bağımsız olarak geçerli olmasını gerektirmektedir8. Diğer uluslararası hukuk süjelerine karşı sahip olunan dış egemenlik yaklaşımındaki değişiklik paralelinde kendi vatandaşlarına karşı tam ve sınırsız karar alma özgürlüğü olarak kabul edilen iç egemenlik yaklaşımında da değişiklik ortaya çıkmıştır. Bu bağlamda uluslararası hukukta yeni bir gelişme olarak uluslararası camianın koruma sorumluluğu karşımıza çıkmaktadır9. Responsibility to Protect yaklaşımı Kanada hükümetinin 2001’de International Commission on International and StateSovereignty (ICISS) Komisyonu kurarak başlattığı inisiyatif sonucu gündeme gelmiştir. Komisyonun nihai raporu “Responsibility to Protect” başlığını taşıyordu (rapor için bknz: http://responsibilityto protect. org/ICISS%20Rezept,pdf ). Bu raporda egemenlik ve müdahale ilişkisi yeniden tanımlanmıştır. Komisyon açıklanan amacı ışığında terminolojik olarak insani müdahale çerçevesinde de dile gelen “müdahale hakkı” yerine koruma gereksinimi üzerine yoğunlaşarak “responsibilitytoprotect” kavramını tercih etmiştir. Kanada hükümeti tarafından oluşturulan komisyonun raporunda yeralan yaklaşımın BM’nin gündemine gelmesi 2003’te BM Genel Sekreteri Kofi Annan’ın 2005’te yapılacak devlet ve hükümet başkanları Dünya zirvesinin hazırlığı için oluşturduğu “High Level Panel on Threats, Challenges and Change” ile birlikte olmuştur. High Level Panel’in oluşturduğu rapor açıkça “responsibilitytoprotect” yaklaşımını kabul etmiştir10. BM Genel Sekreteri bu yaklaşımı 2005 Dünya zirvesine sunduğu kendi raporuna almıştır11. Responsibility toprotect yaklaşımı nihayet devlet ve hükümet başkanları Lotus davası ile ilgili karar için bknz.: PCIJ, Series A, No.10, s.18: “International Law governsrelationsbetweenindependentStates. The rules of law binding upon States therefore emanate from their own free will (……). Restrictions upon the independence of States cannot therefore be presumed” 7 Stefan Kadelbach, ZwingendesVölkerrecht, Berlin 1992, 274vd. 8 9 Andreas vonArnauld, Souveränitätund Responsibility to Protect, Friedrich-Warte 84 (2009), s. 11vd. A moresecureworld: oursharedresponsibility, Report of the High-Level Panel on Threats, Challenges and Change, bknz.: UNDocA/59/565 of 2 December 2004, §.203 10 bknz.: UN Doc.A/59/2005 of 2.March 2005, §.135 11 TAAD, Yıl:4, Sayı:12 (Ocak 2013) 85 Libya Örneğinde İnsan Haklarının Korunması İçin Yapılan Askeri Müdahale Prof. Dr. Füsun ARSAVA dünya zirvesinin nihai dokümanında önceki dokümanlara göre daha sınırlı şekilde yerini almıştır: “EachindividualState has the responsibility toprotectits populations from genocide, warcrimes, ethniccleansing and crimesagainsthumanity. Thisresponsibilityentails the prevention of suchcrimes, includingtheirincitement, throughappropriate and necessarymeans (….)”12. 86 Önceki dokümanlara göre nerede fark olduğuna bakıldığında bu farklılığın detaylarda olduğu görülmektedir. Örneğin Kanada raporu insan haklarının korunması için müdahale kararını kimin vereceğini düzenlememiştir13. BM Genel Sekreteri ve Dünya Zirvesi buna karşılık BM anlaşması 24.maddesi muvacehesinde ana sorumluluğun BM Güvenlik Konseyi’ne ait olduğunu kabul etmiştir. Buna göre “Responsibility to Protect” için sadece Güvenlik Konseyi tarafından karar verilebilir. Dünya Zirvesi dokümanının müdahale eşiği olarak ağır uluslararası suçları (soykırım, savaş suçu, etnik temizlik ve insanlığa karşı işlenen suçlar) esas almasına karşın, diğer dokümanların bu çerçevede tam bir açıklama getirmemesi ve potansiyel olarak daha kapsamlı müdahale olanağından hareket etmesi diğer önemli bir fark olarak görülmektedir. Her üç dokümanda da egemenliğin sınırsız karar alma ve düzenleme özgürlüğü anlamını taşımadığı, tamamen tersine egemenliğin kendi halkının güvenliği ve temel insan haklarını sağlama mükellefiyeti ile sınırlandırıldığı yaklaşımı temsil edilmiştir. Responsibility toProtect yaklaşımı egemenlik ve insan hakları arasındaki gerilimi egemenlikten hareket ederek çözmüştür. İnsan haklarının korunması egemenliğe rakip bir kavram olarak değil, onun bir parçası olarak kabul edilmiştir. Bu tablo insan haklarının korunmasını devletlerin egemenliğine müdahale için bir gerekçe olarak kabul eden insani müdahale yaklaşımından Responsibility to Protect bağlamında bir sapma ortaya çıktığını göstermektedir. Diğer bir ifade ile Responsibility to Protectyaklaşımı halkına asgari güvenlik ve temel insan hakları garanti eden devletleri egemen olarak kabul etmektedir. BM dokümanlarında yer alan Responsibility toProtect’in etkisi önceki Komisyon çalışma raporlarında ve zirve açıklamalarında olduğu gibi sadece yaklaşım ve vizyon seviyesinde kalmamıştır. BM Güvenlik Konseyi bknz.: GA Res.60/1, §.138 vd. 12 bknz.:http://responsibilityto protect.org/ICISS%20Report.pdf. 13 TAAD, Yıl:4, Sayı:12 (Ocak 2013) Military Intervention for Protection of Human Rights: The Case of Libya Prof. Dr. Füsun ARSAVA uygulamasını da etkilemiştir. Responsibility to Protect yaklaşımına ilk kez silahlı çatışmalarda sivil halkın korunmasına ilişkin 2006 tarihli BM Güvenlik Konseyi resolusyonunda atıfta bulunulmuştur14. En açık şekilde ancak Güvenlik Konseyi Libya ile ilgili 2011 tarihli 1970 ve 1973 sayılı resolusyonlarında Responsibility to Protect’e atıf yapmıştır. I. BM Anlaşmasının VII. Bölümü ile kurulan bağlantı Koruma sorumluluğu yaklaşımı halkın korunması sorumluluğunu uluslararası camiaya verdiği nispette, bu sorumluluğu yerine getirebilecek bir kuruma gereksinim duyulmaktadır. Yukarıda işaret edilen raporlar bu çerçevede birbirinden farklı görüşler temsil etmekle beraber en iyi çözümün bu sorumluluğun Güvenlik Konseyi tarafından kendi olanakları çerçevesinde üstlenilmesi olduğu konusunda bir mutabakat ortaya koymuştur. BM Güvenlik Konseyi BM anlaşmasının 24.maddesi muvacehesinde dünya barışınınve uluslararası güvenliğin temininde ana sorumluluğu taşımaktadır. Bu nedenle de koruma sorumluluğunu bu yönde iradeye yahut olanağa sahip olmayan devlet yerine üstlenme anlamında en fazla meşruiyete sahip olma durumundadır. BM Güvenlik Konseyinin BM anlaşmasının VII bölümü muvacehesinde dünya barışını ve uluslararası güvenliği koruma bakımından sahip olduğu yetkiler bu çerçevede belirleyici bir öneme sahiptir. Bu şekilde Responsibility to Protect yaklaşımının kötüye kullanılması ve genişletilmiş iddialara yol açması en etkin şekilde önlenebilecektir. Ancak bu durum Güvenlik Konseyinde belli bir ölçüde mütecanis bir tutumun alınması koşuluna bağlıdır. Suriye’deki gelişmeler ve daha önceki Sudan örneği güvensizlik yaratmaktadır. BM anlaşmasının 39.maddesinin lâfzına göre Güvenlik Konseyinin müdahalede bulunmasının ön koşulu barışın bozulması, barışın tehdidi veya bir saldırı durumudur. Uygulamada Güvenlik Konseyi barışın tehdidi durumlarında hemen hemen münhasıran müdahale etmektedir15. Barışın tehdit edildiğinin tespitinde barıştan ne anlaşıldığının önemi büyüktür. SC Res.1674 (2006) Darfur krizi ile ilgili resolusyonlarında da Güvenlik Konseyi Responsibility toProtect’e atıf yapmıştır (SC Res. 1706 (2006), 1755 (2007) ve 1769 (2007) 14 (JochenAbraham Frowein/NicoKrisch, Art.39 Rn.16, bknz.:Bruno Simma (ed.), The Charter of the United Nations, A Commentary, Second Edition, Vol.I, Oxford 2002) 15 TAAD, Yıl:4, Sayı:12 (Ocak 2013) 87 Libya Örneğinde İnsan Haklarının Korunması İçin Yapılan Askeri Müdahale Prof. Dr. Füsun ARSAVA Yeniden tesis edilecek durum için açıklığın sağlanması önkoşuldur. BM’in kuruluşu esnasında devletler arasında silahlı çatışmanın olmaması negatifbarış yaklaşımı ile barış durumu olarak kabul edilmiştir. Bu dar barış yaklaşımını Güvenlik Konseyi zamanla genişletmiştir. Ağır insan hakları ihlâlleri uzun bir süredir barışın tehdidi olarak kategorize edilmektedir16. Güvenlik Konseyinin son yıllardaki Responsibility to Protect yaklaşımı paralelindeki uygulaması Güvenlik Konseyinin ağır insan hakları ihlâllerini barışın tehdidi olarak kategorize ettiğini teyit etmektedir. II. Güvenlik Konseyinin 1970 /2011) ve 1973 (2011) sayılı resolusyonları ışığında Güvenlik Konseyinin uygulaması Güvenlik Konseyinin BM anlaşmasının VII. bölümüne göre sahip olduğu barışın korunmasına ilişkin yetkileri ile Responsibility to Protect yaklaşımı arasında gelecekte nasıl bir bağ kurulacağı konusunda Libya resolusyonları fikir vermektedir. Libya ile ilgili 88 1970 (2011) sayılı ilk resolusyon ekonomik önlemleri karara bağlamıştır. 1973 sayılı (2011) ikinci resolusyon NATO’yu askeri önlemler için yetkilendirmiştir. Her iki resolusyonda da Libya Hükümetine istinat edilen yoğun ve sistematik insan hakları ihlâllerinden hareket edilmiş ve sivil halka karşı işlenen bu suçların uluslararası ceza hukukunda düzenlenen insanlığa karşı işlenen suçların unsurlarını oluşturacağından duyulan endişe dile getirilmiştir. Responsibility toProtect’in daha yakından analizi için bu çerçevede Uluslararası Ceza Mahkemesinin mesele ile iştigal etmesi ve askeri operasyon için NATO’nun yetkilendirilmesi konularına eğilinmesi gerekmektedir. Uluslararası Ceza Mahkemesi tarafından Muammer Kaddafi için alınan tutuklama emri Uluslararası Ceza Mahkemesinin kurucu belgesi Roma statüsüne istinat ettirilmiştir17 . Roma statüsü bir uluslararası anlaşma olarak prensipte sadece anlaşma taraflarını bağlamaktadır. Libya Roma Statüsünü (JochenAbraham Frowein/NicoKrisch, Art.39 Rn.16, bknz.:Bruno Simma (ed.), The Charter of the United Nations, A Commentary, Second Edition, Vol.I, Oxford 200, Rn.18 vd) 16 (27.06.2011 tarihli, ICC-01/11 sayılı karar için bknz.:http://www-icc-cpi.int/,iccdas/doc/ doc1099321.pdf) 17 TAAD, Yıl:4, Sayı:12 (Ocak 2013) Military Intervention for Protection of Human Rights: The Case of Libya Prof. Dr. Füsun ARSAVA onaylamamıştır. Roma Statüsünün 13.maddesi, b-bendi Roma Statüsüne taraf olmayan devletlerde işlenen insanlığa karşı suçlar bakımından Güvenlik Konseyinin Uluslararası Ceza Mahkemesine konuyu havale etme olanağını kabul etmiştir. Diğer bir ifade ile Güvenlik Konseyinin BM anlaşmasının VII bölümüne istinaden karara bağladığı bir resolusyon Roma Statüsüne taraf olmayan devletlerde insanlığa karşı suç işleyenler bakımından Uluslararası Ceza Mahkemesinde yargılanmasına dayanak olabilmektedir.1970 sayılı (2011) resolusyon bu işlevi görmektedir. Güvenlik Konseyi hangi suçların ve kimlerin bu yargılanma çerçevesinde yer alacağına işaret etmemiştir. Resolusyonda sadece 15 Şubat 2011’den itibaren bu suçların işlenmiş olması gerektiği vurgulanmıştır. Kaddafi için tutuklanma emrini muhtar bir şekilde karar alan Güvenlik Konseyi talep etmiştir. Bunun üzerine Uluslararası Ceza Mahkemesinin önprosedür için yetkili olan dairesi tutuklama emri kararı vermiştir. Önprosedür için yetkili olan dairenin bu kararı alması Kaddafi’nin devlet başkanı olarak insanlığa karşı suç işlediğine ilişkin iddianın dayanağını oluşturmuştur. Uluslararası ceza hukuku ışığında başlatılan bu prosedürün aynısı 2009’da Sudan devlet başkanı El Beşir için cereyan etmiştir ve El Beşir için tutuklama emri kararı verilmiştir. El Beşir hakkında önprosedür için yetkili dairenin vermiş olduğu tutuklama emri kararına yapılan itiraz El Beşir’in soykırım suçu işlendiğine ilişkin şüphenin bulunmadığı gerekçesiyle reddedilmiştir18. Sudan’ın Uluslararası Ceza Mahkemesi statüsüne taraf olmaması nedeni ile Libya için olduğu gibi Sudan için de Uluslararası Ceza Mahkemesine konuyu Güvenlik Konseyi havale etmiştir. Bu gelişme devlet başkanlarının yargı bağışıklığı prensibi açısından önemlidir. Gerek El Beşir, gerekse Kaddafi tutuklama emrinin ihdası esnasında devlet başkanı olarak görev yapmaktaydı. Devlet başkanlarının ceza hukuku muvacehesinde yargılanması doğal bir durum değildir. Uluslararası hukuk geleneksel olarak görev yapan devlet başkanlarının diğer bir devlet veya devletler camiası tarafından yargılanmasını yasaklamaktadır19. Bu prensibin istisnası Uluslararası Ceza Mahkemesi statüsünde düzenlenmektedir. Uluslararası Ceza Mahkemesi statüsünün 27.maddesine göre devlet başkanı (4 Mart 2009 tarih ve ICC-02/05-01/09 sayılı karar için ve 3 Şubat 2010 tarih ve ICC-02/0501/09-0A sayılı karar için bknz.:http://www.icc-epi.int/icedocs/doc/doc817795.pdf.) 18 (GerhardWerle, Völkerstrafrecht, 2.Auflage, Tübingen 2007, Kap.2. Rn.604 vd.) 19 TAAD, Yıl:4, Sayı:12 (Ocak 2013) 89 Libya Örneğinde İnsan Haklarının Korunması İçin Yapılan Askeri Müdahale Prof. Dr. Füsun ARSAVA yahut hükümet başkanı, hükümet yahut parlamento üyeliği, bir hükümetin seçilmiş veya görevlendirilmiş mensubu olma özelliği o kişinin bu statüye göre ceza hukuku sorumluluğu taşımasını engellemez. Bu düzenlemenin Libya’nın ve Sudan’ın Statünün tarafı olmaması nedeniyle doğrudan uygulanması söz konusu değildir. Uluslararası Ceza Mahkemesine başvurunun hukuki dayanağı böyle bir durumda Güvenlik Konseyi kararı olmaktadır. Söz konusu resolusyonlarda ilgili devletler işbirliğine davet edilmiştir. Son yıllarda görülen başka örneklerin de20 teyit ettiği gibigörev yapan devlet başkanları buna karşılık eskiden olduğu gibi başka devletlerin ceza hukuku takibinden bağışıktır. Ancak bu ceza takibinin uluslararası bir ceza mahkemesi tarafından yapılması durumunda uluslararası teamül hukuku bağışıklığı kabul etmemektedir21. 90 Uluslararası Ceza Mahkemesi egemenlik prensibini usul hukuku bağlamında daha da daraltmıştır. Bu durumu açıklamak için Uluslararası Ceza Mahkemesinin tutuklama emrine ilişkin prosedürüne göz atmak gerekmektedir. Bu prosedür iki aşamalı olarak öngörülmüştür (Roma statüsünün 58. ve 59. maddeleri). Birinci aşamada davacı tarafından talebin yapılması ve ön prosedürden sorumlu dairenin tutuklama emri vermesi karşımıza çıkmaktadır. Tutuklama emri verilmesi tutuklama için somut hukuki yükümlülük getirmemektedir; diğer bir ifade ile aranılanın teslimi gerekmemektedir. Bunun için Uluslararası Ceza Mahkemesinin işbirliği için talep yaptığı ikinci adımın atılması gerekmektedir. Mahkemenin yapacağı bu talep bağlamından Roma Statüsüne taraf olan ve olmayan devletler arasında ayrım yapıldığı görülmektedir. Anlaşma tarafı devletler işbirliği ile yükümlü iken, statü tarafı olmayan devletler işbirliğine davet edilirler. Bu davete uyma yükümlülüğü bulunmamaktadır (Roma statüsünün 87. ve 88.madde 1.fıkrası). Uluslararası Ceza Mahkemesi görev yapan devlet başkanlarının bağışıklığını reddederek egemenlik prensibine getirdiği sınırlamayı usul hukuku çerçevesinde genişletmiştir. Mahkeme tutuklama emri vermesi bağlamında gerek Kaddafi’nin, gerekse El Beşir’in görev başında olan devlet başkanları (eski Yugoslavya için kurulan mahkemenin o dönemde görev başında olan Sırbistan devlet başkanı Slobadan Miloseviç için tutuklama emri kararı vermesi bir başka örnektir. Bknz.:http:// www.icty.org/sid/7765) 20 (JakobPichon, internationalerStrafgerichtshofundVereinteNationen, s.30; Der Präsidentdes Sudan vor dem InternationalenStrafgerichtshof − einVerstoßgegendasVölkerrecht? HuV-I 21 (2008), 157 (162) 21 TAAD, Yıl:4, Sayı:12 (Ocak 2013) Military Intervention for Protection of Human Rights: The Case of Libya Prof. Dr. Füsun ARSAVA olarak tutuklanmasını ve teslimini talep etmiştir22.Gereğinin yerine getirilemeyeceğinin baştan belli olması neden ile bu taleplerin gerçekçi olmadığı açıktır. Tutuklama emrinin verilmesinin değil, işbirliği talebinin yapılmasının tutuklama ve teslim etme yükümlülüğü getirmesi nedeniyle bu talebin yapılması gerekmektedir. Uluslararası Ceza Mahkemesi Sudan ve Libya’nın Uluslararası Ceza Mahkemesi statüsüne taraf olmadığını dikkate almaksızın, bu devletleri işbirliğine davet ederken, tutuklama ve teslim etme yükümlülüğünden hareket etmiştir.Uluslararası Ceza Mahkemesi bu yükümlülükleri öngörürken Güvenlik Konseyi’nin Uluslararası Ceza Mahkemesine konuyu havale eden resolusyonun lâfzen benzer bölümlerinden hareket etmiştir. Sudan ve Libya ile ilgili Güvenlik Konseyi resolusyonlarında her iki devletten Uluslararası Ceza Mahkemesi ile kapsamlı işbirliği talebi yapılmıştır23. Uluslararası Ceza Mahkemesi söz konusu bu resolusyonlardan tutuklama emri ötesinde statü tarafı devletler paralelinde işbirliği yükümlülüğü istihraç etmiştir. El Beşir örneğinde Güvenlik Konseyi hatta statü tarafı devletlere ilişkin hükme istinaden işbirliği yükümlülüğü öngörmüştür (Roma Statüsü 7.madde). Uluslararası ceza hukuku alanında görev yapan devlet başkanlarına ilişkin olarak görülen bu gelişme Responsibility to Protect yaklaşımına da olduğu gibi yansımıştır. İnsan haklarının korunması ile görevi başında olan devlet başkanlarının ceza hukuku takibatınauğraması arasında Responsibility to Protect yaklaşımı ışığında bir gerilim bulunmamaktadır. Bu durumlarda Uluslararası Ceza Mahkemesi takibatına karşı göreve istinaden bağışıklık iddiasıkabul edilmemektedir. Tamamen tersine hükümet mensuplarının bu gibi durumlarda ceza hukuku takibatını hesaba katmaları gerekecektir. III. 1973 (2011) sayılı resolusyona istinaden askeri önlemlerin alınması Sudan ve Libya’da uluslararası ceza hukuku bağlamındaki paralel gelişmelere karşın Libya’ya bir askeri müdahale yapılmasına rağmen, Sudan’a böyle bir müdahalenin neden yapılmadığının değerlendirilmesi gerekmektedir. İnsan (Kaddafi’nin 4 Temmuz 2011 tarihli tutuklama emri için bknz.:http://www.ice-cpi.int/iccdocs/ doc/doc1102510.pdf.). 22 [bknz. SC Res.1593 (2005); SC Res.1970 (2011)] 23 TAAD, Yıl:4, Sayı:12 (Ocak 2013) 91 Libya Örneğinde İnsan Haklarının Korunması İçin Yapılan Askeri Müdahale Prof. Dr. Füsun ARSAVA hakları ihlâllerinin yoğunluğunun bu çerçevede ölçü alındığını iddia etmek zor gözükmektedir. El Beşir’e itham edilen suçların listesi, özellikle soykırım ithamı nedeniyle Kaddafi’ye yapılan ithamlardan tutuklama emrinin ortaya koyduğu gibi çok daha kabarıktır. 92 Belli durumlarda müdahale etmeyi öngören bir hukuki yükümlülüğün olup olmadığı konusunda gerek BM anlaşmasının VII bölümü, gerekse Responsibility toProtect için seçilen terminoloji bir ipucu vermemektedir. “Responsibility” kavramısorumluluk anlamını taşıması nedeniyle “obligation” koruma yükümlülüğü olarak anlaşılmamaktadır. Güvenlik KonseyineVII. Bölüme istinaden aldığı diğer önlemler bakımından da geniş bir takdir hakkı tanınmaktadır. İlgili hükümler Güvenlik Konseyi’nin önlem alabilmesinden söz etmektedir. Böyle bir yükümlülük öngörülmesi duruma bağlı olarak uluslararası camiayı zorlayabileceği gibi zorluklara da yol açabilir. Güvenlik Konseyi siyasi kriterlere ve üyelerinin çıkarlarına göre hareket eden siyasi bir kuruldur. Bu platformda hukuki mükellefiyetlere istinaden tasarrufta bulunulmasını düşünmek gerçeğe uygun düşmez. Responsibility to Protect ancak bu alanda tamamen etkisiz değildir. Responsibility to Protect somut durumda müdahale edilmemesinin nedenlerinin daha güçlü gerekçelendirilmesini gerektirmektedir. Suriye için hazırlanan raporlar Rusya’nın ve Çin’in, hernekadar NATO’nun Libya operasyonu bu devletlerinGüvenlik Konseyinde aldıkları tutumlarını açıklayabilecek dayanaklar sunsa da, şimdiye dek sürdürdükleri tutumlarını korumalarını siyaseten zorlaştıracaktır. Klâsik egemenlik doktrini yaklaşımından farklı olarak bugün artık sadece iç işlere müdahale yasağına istinat edilmesi yeterli olmamaktadır. Responsibility to Protectmüdahale sorumluluğunu da beraberinde getiren siyasi bir uluslararası kamuoyu baskısını olanaklı kılmaktadır. Prensip olarak benzer durumlarda gerçek bir eşit muameleye erişilemeyeceği için somut durumlarda tatmin edici olmayan sonuçların çıkması kaçınılmazdır. NATO’nun Libya’ya müdahalesi bağlamında Çin ve Rusya NATO önlemlerinin Güvenlik Konseyinin 1973 (2011) resolusyonunu aştığı yönünde beyanatlarda bulunmuştur. Libya için Güvenlik Konseyinin yapmış olduğu yetkilendirmenin kapsamının ve resolusyonun Libya’daki rejimin değiştirilmesine ilişkin yetkilendirme öngörüp, öngörmediğinin açıklığa kavuşturulması gerekmektedir. TAAD, Yıl:4, Sayı:12 (Ocak 2013) Military Intervention for Protection of Human Rights: The Case of Libya Prof. Dr. Füsun ARSAVA Resolusyonun lâfzına ve Güvenlik Konseyi üyelerinin karar öncesi yaptıkları açıklamalara bakıldığında Libya’daki rejimin değiştirilmesine ilişkin hiçbir hususun karşımıza çıkmadığı görülmektedir. Her iki resolusyonun dibacesi açık bir şekilde sivil halkın korunmasına yoğunlaşmıştır. Güvenlik Konseyinin müdahalesi yoğun ve sistematik insan hakları ihlâllerine dayandırılmıştır (“gross and systematic violation of human rights, repression of peaceful demonstrators, hostility and violence against the civilian population made from the highest level of the Libyan government”). Bunun dışında uluslararası hukuka güre insanlığa karşı suç işleneceği endişesi kararın dayanağını ve durumun Uluslararası Ceza Mahkemesine havale edilmesinin nedenini oluşturmuştur. Güvenlik Konseyi üyeleri resolusyonların ihdası bağlamında yaptıkları açıklamalarda insani amaçlar dışında başka bir hususa vurgu yapmamıştır24. Aynı durum Kaddafi’nin şahsı için yapılan vurgulamalarda da karşımıza çıkmaktadır25. Çok nadir olarak yapılan beyanlarda Libya rejiminin meşruiyetine ilişkin yorumlar yapılmıştır. Örneğin Kolombiya Libya için “mustfindwaystorespondeffectivelytolegitimateaspirations of itspeople in the searchfor a morejust and equtablesociety, in whichthe citizens can freelyexercisetheirfundamentalrightsfreedoms“ şeklinde yorum yapmıştır (26 Şubat 2011 tarihli açıklama için bknz.: UN Doc.S/PV.6491, s.5). Bununla beraber BM Genel Sekreteri ekonomik yaptırımlar bağlamında rejim değişikliğinden söz etmiştir. 1970 sayılı resolusyonun Güvenlik Konseyinde ihdası bağlamında “the sanctions that the Council has imposed are a necessary step to speed the transition to a new system of governance that will have the consent and participation of the people” (bknz.:6 Şubat 2011 tarihli UN Doc S/PV 6491, s.5) şeklinde bir açıklama yapılmıştır. 1973 sayılı (2011) resolusyonunda keza aynı şekilde sivil halkın korunması amacı dışında başka bir vurgu olmaması nedeniyle resolusyondanrejim [26 Şubat 2011 tarihli (1970 sayılı) resolusyona ilişkin beyanlar için bknz.: UN Doc. s/PU.6491, s.2 vd.)] 24 (Responsibility fororderingrepression of demonstrations, Resolusyon 1970(2011), Annex I, Nr.11 ve Annex II, Nr.4) 25 humanrightsabuses (bknz.: TAAD, Yıl:4, Sayı:12 (Ocak 2013) 93 Libya Örneğinde İnsan Haklarının Korunması İçin Yapılan Askeri Müdahale Prof. Dr. Füsun ARSAVA 94 değişikliği için Güvenlik Konseyinin yetkilendirme yaptığı sonucunun çıkarılması mümkün değildir. Sivil halkın korunmasına odaklanılması rejim değişikliği gayretleri ile Çin ve Rusya’nın geleneksel müdahale yasağı yaklaşımı arasında bu uzlaşı formülü olarak kabul edilmiştir. Bu yaklaşım “The international community must respect the sovereignty, independence, unity and territorial integrity of Libya. The internal affairs and fate of Libya must be left up to the Libyan people to decide. We are not in favour of any arbitrary interpretation of the Council’s resolutions or of any actions going beyond those mandated by the Council (S/PV 6528, s.10) anlayışını yansıtmaktadır. Münhasıran sivil halkın korunması ile sınırlı bir yetkilendirme yapılmasına ilişkin uzlaşının nedeni sivil halk üzerinde bir tür insani koruma şemsiyesi tutarak silahlı çatışmalardan ve iç savaşın sonuçlarından sivil halkın korunmasıdır. Bu anlayış müdahalecinin sivil halk üzerinde koruma şemsiyesi sağlamakla sınırlı bir misyonunun olduğunu ortaya koymaktadır. Bu koruma şemsiyesi devleti ele geçirmek için yapılan silahlı çatışmalardan sivil halkı koruyacaktır. Yapılan bu tasvir biraz abartılı olmakla beraber yanlış değildir. Libya’daki gelişmelerin gösterdiği gibi bu yaklaşım uygulamada geçerli olamamıştır. Herşeyden önce kimin sivil halk olarak kabul edileceği yahut edilmeyeceği çoğu kez açık şekilde tespit edilememiştir. Diğer taraftan müdahaleci koruma şemsiyesini devam ettirebilmek için tüm uyuşmazlık taraflarına karşı operasyon yapmanın gerekli olduğu durumlarda oldukça sorunlu bir role itilmiştir. Libya’daki tecrübeler iktidar için savaşan taraflar arasındaki çatışmalara müdahale yapılmasının taraflardan birine destek vermeksizin imkânsızlığını ortaya koymuştur. 1973 sayılı (2011) resolusyonda yer aldığı gibi münhasıran insan haklarının korunmasına hizmet eden bir müdahale hayaldenbaşka bir şey değildir. NATO bu yaklaşımdan hareket ederek direnişçilerin yanında yer almış ve kendisine yapılan yetkilendirmeyi oldukça geniş yorumlayarak Libya rejimini askeri operasyonla düşürmüştür. Sivil halkın korunması misyonu rejimin devrilmesine dönüştürülmüştür. Müdahalecinin çatışan taraflardan birinin yanında yer alması, o tarafın da sivil halkın temel haklarını ihlâl ettiği şüphesinin bulunması halinde önemli bir problem oluşturmaktadır. Bu durum Responsibility to Protect yaklaşımına gölge düşürebileceği gibi, koruma sorumluluğuna istinaden yapılan müdahalenin de itibarını kaybetmesine yol açacaktır. TAAD, Yıl:4, Sayı:12 (Ocak 2013) Military Intervention for Protection of Human Rights: The Case of Libya Prof. Dr. Füsun ARSAVA IV. Responsibility toProtect’in sonuçları NATO’nun 1973 sayılı (2011) resolusyona istinaden gerçekleştirdiği operasyon Güvenlik Konseyinde kapatılan yaraların yeniden açılmasına neden olmuştur. 2011 sonbaharında Suriye ile ilgili Güvenlik Konseyi toplantılarında tüm açıklığı ile bu durum gözler önüne serilmiştir. BM anlaşmasının VII bölümüne istinat ettirilmeyen resolusyon tasarısı Suriye’nin kendi halkı için koruma sorumluluğuna vurgu yapmaktadır26. Bunun ötesinde her iki Libya resolusyonu, Suriye için hazırlanan resolusyon tasarısına örnek olmuş ise de, Libya resolusyonlarından farklı olarak somut yaptırımlar öngörülmemiştir. Aynı paralelde Rusya ve Çin, NATO’nun Libya operasyonunu açık şekilde eleştirerek geleneksel egemenlik yaklaşımına müdahale yasağı ile bağlantılı olarak yeniden dikkat çekmiştir27. Devlet Başkanı Esat’ın rejimine karşı önlem alınmasını öngören resolusyon tasarısı (bu kez tasarıyı savunanlar arasında Libya örneğinden farklı olarak Almanya da yer almıştır) Çin’in ve Rusya’nın vetosu nedeniyle kabul edilmemiştir. Responsibility toProtect’in güvenilirliğine NATO’nun Libya operasyonu nedeniyle önemli bir gölge düşmüştür. Responsibility toProtect’in belirsizliği her amaç için kullanılabilmesine olanak vermektedir. NATO’nun Libya’da rejimi değiştirmesi ertesinde, diğer güçler de önce koruma yükümlülüğü mazereti ile ve arkasından silahları kullanma yolu ile çıkarlarını takip edecektir. Rusya da Abhazya ve Osetya’ya müdahalesini koruma sorumluluğunaistinat ettirmiştir28. Libya tecrübesi daha çok operasyonel problemi gündeme getirmektedir. Güvenlik Konseyinde, gerektiği takdirde askeri önlemleri de içeren insan haklarını koruma yanlısı bir çoğunluk bulunmakla beraber, rejimi devirmeye yönelik önlemlere uzak durulduğu görülmektedir. İnsan haklarının korunması ve rejimdeğişikliğinin birbirinden ayrılamadığı durumlarda –NATO’nun Libya yaklaşımı buna istinat etmiştir− müdahalenin ağır insan hakları ihlâllerinin önlenmesi ötesinde neye yol açacağının stratejik olarak değerlendirilmesi gerekmektedir. Müdahale esnasında çatışan taraflardan hangisine destek verilecektir? Müdahale (bknz.: UN Doc S/2011/412, 04.10.2011) 26 [UN Doc. S/PV 6627, 04.10.2011, s.3 vd. (Rusya); s.5 (Çin)]. Güney Afrika hatta “hiddenagenda of regimechange”den söz etmiştir [ibid, s.10 vd. (Güney Afrika)] 27 (Reinhard Merkel, bknz.:DieZeit Nr.37, 08.09.2011; http://www.de/2011/37/Libyen) 28 TAAD, Yıl:4, Sayı:12 (Ocak 2013) 95 Libya Örneğinde İnsan Haklarının Korunması İçin Yapılan Askeri Müdahale Prof. Dr. Füsun ARSAVA ertesinde kazanan tarafın kurduğu yeni hükümetin eski rejime nazaran insan haklarına daha saygılı olacağının garantisi varmıdır? Askeri çatışmadan sonra istikrarlı bir yapı nasıl oluşturulacaktır? Rusya’nın ve Çin’in Suriye resolusyonu ile bağlantılı Güvenlik Konseyi müzakerelerindeki katı tutumu bu temel sorunların cevabında Güvenlik Konseyinde bir uzlaşma sağlanamamasından ileri gelmektedir. Bu nedenle Güvenlik Konseyinin Responsibility toProtect’i uygulamaya sokan yeni bir resolusyon ihdas etmesi yakın zaman için olası gözükmemektedir. Güvenlik Konseyi’nin yetkilendirmesi müdahalenin hukuki dayanağıdır. İnsan haklarının korunması için müdahale yapılmasına karşı olanlar bu askeri müdahalelerin binlerce kişinin hayatına mal olduğuna işaret ederken, karşı görüşü savunanlar müdahale yapılmaması halinde daha çok kişinin ölebileceği varsayımından hareket etmekte ve bunun bir birlikte sorumluluk sorunu olduğunu ileri sürmektedir. Bu durum, insani müdahale veya Responsibility toProtect’ten hareket edilmesinden bağımsız olarak, insan haklarının korunması için yapılan her askeri müdahale bakımından bir ikilemin bulunduğunu açık şekilde teyit etmektedir. 96 ◆◆◆◆ KAYNAKÇA Albrecht Randelzhofer Staatsgewalt und Souveränität, bknz.: Josef Isensee/ Paul Kirchhof (Hrsg.), Handbuch des Staatsrechts der Bundesrepublik Deutschland, Bd.II 3.Auflage, Heidelberg 2004 Andreas vonArnauld Warte 84 (2009) Souveränität und Responsibility to Protect, Friedrich- Bruno Simma NATO, the UN and the Use of Force: Legal Aspects, EJIL 10 (1999) GerhardWerle Völkerstrafrecht, 2.Auflage, Tübingen 2007 JakobPichon Internationaler Strafgerichtshof und Vereinte Nationen, s.30; Der Präsident des Sudan vor dem Internationalen Strafgerichtshof − ein Verstoß gegen das Völkerrecht? HuV-I 21 (2008) Jochen Abraham Frowein/Art.39 Rn.16, bknz.:Bruno Simma (ed.), The Charter NicoKrisch of the United Nations, A Commentary, Second Edition, Vol.I, Oxford 2002 TAAD, Yıl:4, Sayı:12 (Ocak 2013) Military Intervention for Protection of Human Rights: The Case of Libya Prof. Dr. Füsun ARSAVA MatthiasHerdegen Völkerrecht, 10.Aufl. München 2011 Michael Bothe bknz.: Wolfgang GrafVitzhum, Völkerrecht, 5.Aufl. Berlin/ New York 2010 Reinhard Merkel DieZeit Nr.37, 08.09.2011; http://www.de/2011/37/ Libyen Stefan.Kadelbach ZwingendesVölkerrecht, Berlin 1992 TheodorSchweisfurth Völkerrecht, Tübingen 2006 WalterSchätzelKlassiker des Völkerrechts: Hugo Grotius, De Jure Belle AcPacis, LibriTres, Tübingen 1950 WalterSchätzel Klassiker des Völkerrechts, Bd.III, Tübingen 1959 97 TAAD, Yıl:4, Sayı:12 (Ocak 2013)