Mahir Barutçu Enerji Ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı Müsteşarı Sayın misafirler, sayın izleyicilre, değerli bilim adamları, hanımefendiler, beyefendiler, sosyoekonomik kalkınmanın vazgeçilmez unsurlarından biri olan sınai gelişmenintemel ve vazgeçilmez grdisi olanl enerji, gelişmiş ülkeler kadar gelişmekte olan ülkeler için de çok büyük bir önem taşımaktadır. Net enerji ithalatçısı olan ve sanayileşme süreci içinde olan ülkemizde, bugüne kadar bu sektörde karşılaşılan çeşitli sorunlar, Türkiye'nin gelişmesini zaman zaman negatif yönde etkilemiştir. 1960'larda başlayan planlı dönem süresince, enerji sektöründeki gelişme, kalkınlmanın gerektirdiği enerjiyi gerekli miktar ve kalitede karşılamakta bazı dönemlerde yetersiz kalmıştır. Puanlarda öngörülen fiziki hedeflere ulaşılamamış, başta elektrik enerjisi olmak üzere genel olarak enerji sektörü 1970'li dönemde, ülke ekonomisinde darboğaz yaratan bir sektör durumuna gelmiştir. Sektörü, gelişmede darboğaz yaratan bir sektör durumundan, ekonomiyi sürükleyici ve topyekün kalkınmayı hızlandırıcı bir yapıya getirmek için 1980'H yıllarda yoğun çalışmalar yapılmıştır. Üretim tesislerine öncelik verilerek, elektrik kesintilerine son vermek için büyük bir çaba gösterilenbu dönemde, üretim darboğazı aşılabilmiş; ancak, özellikle dağıtım yatırımlarının yetersizliği nedeniyle dağıtım şebekesinde büyük sorunlar ortaya çıkmıştır. Birincil enerji kaynaklarının araştırılıp bulunması, ortaya çıkarıldıktan sonra geliştirilmesi, ülke talebini karşılayacak enerji üretim tesislelrinin işletmeye alınmaları çok uzun bir zaman almakta ve büyük finansman kaynağına ihtiyaç göstermektedir. Gerek talebin zamanında ve herhangi bir darboğaza düşmeden karşılanmamı, gerekse bunun ülkeye maliyetinin en aza düşürülmesi için enerji konusunda uzun dönemli planlama çalışmalarına büyük ihtiyaç bulunmaktadır. Ülkemizin enerji ihtiyacının uygun şartlarla, yani ucuz, bol, kaliteli ve zamınnda karşılanması için gereklii her tür tedbiri almak ve her imkanı değerlendirmekle görevli olan Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı'nca, enerji planlaması alanındaki çalışmalar ilgili kuruluşlarımız ve Bakanlığın dışındaki ilgili kuruluşların işbirliği halinde uzun zamandan beri sürdürülmektedir. Herhangi bir planlama çalışmasının amacı, bugün bilinenlerin ve bigün yapılan değerlelndirmelerin ışığında uygun kararların alınarak, doğru hedeflerin ortaya konullmasıdır. Yapı olarak olduça dinamik ve sürekli değişim gösteren bir sektör olması, enerji sektörünün planlama çalışmalarını güçleştirmekte, zorlaştırmakta ve geciktirmektedir. Şartlar değiştikçe planı etkileyen bütün faktörlerin revizyonu, sürekli yenilenmesini gerektirir bir yapı arz etmektedir. Değişemn ülke ve dünya şarlarına göre, çok kısa sürede revize edilebilecek enerji planların yapılması, Enerji Bakanlığının üzerinde önemle durduğu bir görev olmuştur. Bakanlığımızca 5 yıllık kalkınma planları ve yıllık programlar esas alınarak, ilgili kuruluşlarla işbirliği halinde uzun dönemli enerji planlaması yapılmaktadır. Bilimsel modellerin kullanılması ilem yapılan bu çalışmalar, değişen ülke ve dünya şartları dikkate alınarak sürekli revize edilegelmektedir. Halen, Yedinci Beş Yıllık Kalkınma Planı hazırlık çalışmaları çerçevesinde, böyle kapsamlı bir revizyon çalışması da sürdürülmektedir. Konuşmalarında Sayın Bakanımız da ifade ettiler, günümüzde yapılan planllama çalışmaları şunu göstermeketedir ki, elektrik enerjisi talebindeki hızlı artış sürdüğünde, ki süreceği görülmektedir, gerekli kararları, gerekli yatırım kararlarını süratle alalmadığımız taktirde, çok yakın bir gelecekte, hiç arzu etmememize rağmen 1970'li yıllara benzer enerji sıkıntısıyla karşılaşabiliriz. 15 Enerji planlama çalışmalarında, enerji talebinin karşılanmasında yerli kaynaklar, su kaynakları, kömür kaynakları yanı sıra, ithal girdilere dayalı enerji kaynakları da dikkate alınmaktadır. Bu planlamada temel espiri güvenirliği sağlamak, kaynak çeşitliliğini sağlamak ve minumum maliyeti yerine getirebilmektedir. Nükleer santrallar konusuna gelilnce; bilindiği gibi nükleer santrallar özellikle 1973 petrol krizinden ve o petrol kriziyle fiyatların 4-5 katına çıkması ve petrol talebinin kısılmasıyla birlikte büyük bir gelişme eğilimi içine girmiştir. Ve ifade etmek gerekir ki, altın çağını 1973 petrol krizinden sonra 15 yıl içinde yaşamıştır. Ancak, 1986 yılılnda Çernobil'deki üzücü kaza sonucunda, pek çok üllke olaya büyük bir kuşku ile bakmaya başlamıştır. Yapılan araştırmalarda, bu kazanın kullanılan teknolojiden kaynaklandığı belirlenmiştir ve bu çevrede pek çok ülkede bu tereddütlü dönem sona ermiş, biraz ağır da olsa geçmiş dönemin temposunda olmasa da nükleer programlar tekrar başlatıllmıştır. Ancak, bu kazanın belki bir yararı da ollmuş, kaza ihtimallerini azaltmak için büyük aşamalar kaydedilmiştir. Günümüzde, daha önceki konuşmacılar da ifade etti, yeryüzünde bugün bildiğimiz adarıyla 424 civarında nükleer güç santralı bulunuyor. Toplam güçleri yaklaşık 330 bin MW Türkiye'nin neredeyse 20 katı bir güç. 2000 yılına kadar bunun 400 bin MW'a ulaşacağı tahmin edilmektedir. Çevre hassasiyetinin en yoğun olduğu, en üst düzeyde bulunduğu Avrupa ülkelerinde, mesela bir Fransa'da nükleer güç oranı, toplam elektrik enerjisinde yüzde 77'yi aşmış durumda dır. Belçika'da yüzde 60 dolayısındadır. Almanya'da yüzde 33 oranını görüyoruz, İsviçre'de yüzde 4O'ı aşmıştır, isveç'de yüzde 54 oranında nükleer güce dayalı bir yapı görmekteyiz. Yeryüzünün tümünü dikkate aldığımızda, yüzde 17 nükleer enerjiye bağımlılık görülmekte. Sanayileşme çabası içerisinde olan Türkiye4nin çok hızlı artmakta olan, ki yüzde 10'a yaklaşık bir tempoda artmaktadır; bu elektrik enerjisi talebinin 2000'li yıllarda yerli kaynaklarımızla karşılanması fiziki olarak mümkün değildir. Yerli kömür ve su kaynaklarımız talebin ancak belirli bir bölümünü karşılayabillrnektedir. Bu nedenle, talebin zamanında ve güvenli biçimde karşılanabilmesi için ithal kaynaklardan yararlanılması zarureti bulunmaktadır. Bilindiği gibi fosil yakıtların karbondioksit emisyonunun neden olduğu sera etkisinin dünyamızın ısınmasına katkısı öteki etkenlerin yanında büyük bir pay sahibidir ve yüzde 50'li bir paya sahiptir. Bu nedenle, çeşitli uluslararası özleşmelerde karbondioksit emisyonunun azaltılması yönünde çabalar sürdürülürken, uluslararası enerji kuruluşları, OECO'ye bağlı enerji ajansı gibi, Sayın Başkan biraz evvel konuştular, karbondioksit emisyonunun azaltılması için üye ülkelere yeni santral yapımlarında nükleer tesisleri tavsiye etmektedir. Nükleer santrallarda enciddi sorun olan nükleer atıklar ise, gelişen teknoloji ve uygun depolama sistemleriyle, artık çevreye zarar vermeyecek duruma getirilebilmektir. Enerji talebinin karşılanmasında alternatif enerji kaynaklarının kullanılması ve geliştirilmesi fevkalade önemli olmakla birlikte, hidrolik santrallar dışında, tüm yeni ve yenilenebilir enerji kaynakları; rüzgar gibi, güneş gibi ve benzeri pahalı tesis masrafları ve henüz ticari anlamda gelişememiş olmaları nedeniyle, gelişmiş ülkeler dahil, 2010 yılına kadar toplam üretim içindeki payları yüzde 5'i geçmeyecektir. Dolayısıyla, bu enerji kaynaklanın gelecek birkaç 10 yıl içerisinde üreteceği temiz enerjinin, enerji talebinin karşılanmasına ve çevre korunmasına fazla bir katkısı malesef olamayacaktır. Hidroelektrik santrallar ise halen dünya üretiminin yüzde 20'sını karşılamakta ve bu oran da önümüzdeki yıllarda bir artış beklenmektedir. Bu nedenle, yenilenebilir enerji kaynaklarının ve hidrolik 16 kaynakların, artan enerji ihtiyacının karşılanasında yakın gelecekte yeterli olmaması, nükleer enerjiden yararlanılmasını bir gereklilik olarak karşımıza çıkarmaktadır. Ülkemizde, iyi bildiğiniz gibi nükleeer teknoloj alanında ilk çalışmalara 1956 yıllarında başlanımış ve Türkiye Atım Enerjisi Komisyonu kurulmuştur. 1968-1969 yıllarında, Bakanlığımız ve Elektrik İşleri Etüt İdaresi, yabancı bir mühendislik konsorsiyumuna Türkiye'de nükleer santral kuruluşuyla ilgili fizibilite etütlerini yaptırmış ve kuruluş yeri ile ilgili ön araştırmalar bu fizibilite sonucunda ortaya çıkmıştır. Ancak, bu çalışmalar 1970-1971 yıllarında karşılaşılan ekonomik ve politik güçlükler dolayısıyla sonuçsuz kalmıştır. Türkiye Elektrik Kurumu kurulduktan sonra, 1971 yılınlda nükleer santralla ilgilil çalışmalar Türkiye Elektrik Kurumu'na devreldilmiştir. 1972-1974 yıllarında fizibilte etütleri ve kiuruluş yeriyle ilgili çalışmalar revize edilmiştir. Yapılan ön değerlendirmeler sonucunda, 1976 yılında Akkuyu yöresi ilk nükleer santralın kuruluş yeri olarak seçilmiştir. Başbakanlık Atom Enerjisi Komisyonu'ndan yer lisansı alılmış, ayrıntılı araştırmalar, ölçümler yapılmış ve projelendinme esasları belirlelnmliştir. RDaha sonra ikinci nükleer santralın, sanki birinciyle ilgili bütün işleri bitirmişiz gibi, kuruluş yeri olarak seçilen Sinop yöresindeki ön araştırmalar 1980 yılında başlatılmış ve belirli Ibir düzeye getirilmiştir. Ancak, Akkuyu ihalesinde daha sonra ortaya çıkan belirsizlik nedeniylel bu çalışmalar da malesef durdurulmuştur. Bugün, Türkiye Elektrik Kurumu'nda, o geçmiş dönemde kurulan fevkalade, başarılı, fevkalade deneyimli arkadaşları gerçekten ben de arıyorum. Bu arkadaşlarımız malesef çok büyük bir bölümü itibarıyla Türkiye Elektrik Kurumu'ndaki görevlerinden de ayrılmış durumdalar. İnşallah, tekrar Türkiye Elektrik Kurumu bu güce yine kavuşur. Nükleer santrallin kurulası için Türkiye teknolojik açıdan belirli bir ölçüde, demin de ifade ettiğim gibi, hazırlık yapmıştır ve bu yapılan çalışmalarda, nükleer santralların yapımıyla ilgli belirli bir insan potansiyeli ve bilgi birikimi olmuştur. Nükleer santrallalrm türbin, jeneratör bölümlerinde inşaat işleri ve montajı da yerli olarak yapılabilcek bir düzeye gelinmiştir. 2000'I i yıllarda, ülkemiz elektrik talebinin karşılanmasında nükleer santrallara gidilmesinin zorunluluğu dikkate alınarak, ilk nükleer santralın kurulması için gereken çalışmalara vakit geçirmeden başlanması talimatı, 1991 yılında Yüksek Planlama Kurulunda Sayın Başbakan tarafından verillmiştir. Bu, ülkemizde teknoloji transferi ve nükleer üretim disiplini konularında belirli bir deneyimin ve kadrolrın oluşmasını hızlandıracağı gibi, uzun dönemde kurulası planlanan nükleer santrallar için de ilk adımı inşallah oluşturacaktır. Nükleer enerjinin, diğer alternatif kaynaklarla mukayese edildiğinde; iklim değişikliği, çevre temizilği, eneji güvenliği, enerji çeşitlendirmesi açılarından uygun bir seçenek olması, bu tesislere verdiğimiz önemi daha da artırmaktadır. Bu husus, nükleer santralların Türkiye'nin enerji politikası içindeki yerini bir daha belirlemektedir. Altını çizerek şunu söylemek istiyorum: Önemli olan, yüksek teknoloji ürünü ve yüksek güvenlik standartlarına sahip nükleer santrallara sahip olabilmektedir. Sağlanacak teknolojinin güvenilirliği ve bu teknolojinin ülkemize transfer edilebilirliği önem arz etmektedir. Bu transferin başarısının bizim bu konudaki potansiyelimizle ilgili olduğu unutulmamalıdır. Bugüne kadarki birikimimizi ve yeterli saydaki yetişmiş insan gücümüzü daha uyumlu bir çalışma ortamı yaratack orgnizasyonel bir yapı altında birleştirmek gereği varıdır. Demin de ifade ettiğim gibi, gerçekten büyük bir çevre felaketine yol açan Çemobil Nükleer 17 Santral kazasını çok iyi değerlendirmek gerekmektedir, bunun bilinci içindeyiz. Bu kazanın, bizim de içtenlikle katıldığımız çevre duyarlılığına yaptığı olumlu katkı, aramızda değerli temsilcileri bulunan, uluslararası nükleer enerji kuruluşlarının da önderliği altında, nükleer enerjinin elde edilmesinde güvenliğe çokdaha fazla önem verilmesine neden olan öğretici ve uyarıcı katkıları olduğunu burada bir kere daha vurgulamak istiyorum. Sözgelimi daha fazla uzatmadan, Nükleer Teknoloji Kurultayı'nın hayırlı, başarılı ve ülkemize yararlı olmasını diliyorum. Hepinize teşekkür ediyorum. 18