T.C Ege Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi Pedodonti Anabilim Dalı VİTAMİNLER VE DİŞ GELİŞİMİNE ETKİLERİ BİTİRME TEZİ Stj. Dişhekimi Şaziye Esra GÖÇOĞLU Danışman Öğretim Üyesi: Prof. Dr. Ali Rıza ALPÖZ İZMİR- 2010 T.C Ege Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi Pedodonti Anabilim Dalı VİTAMİNLER VE DİŞ GELİŞİMİNE ETKİLERİ BİTİRME TEZİ Stj. Dişhekimi Şaziye Esra GÖÇOĞLU Danışman Öğretim Üyesi: Prof. Dr. Ali Rıza ALPÖZ İZMİR- 2010 ÖNSÖZ “Vitaminler ve Diş Gelişimine Etkileri’’ adlı tezimin hazırlanmasında yardımını esirgemeyen değerli hocam Prof. Dr. Ali Rıza Alpöz’e saygılarımı sunar ve teşekkürü bir borç bilirim. Ayrıca hayatımın her anında koşulsuz yanımda olan, sevgilerini ve desteğini hep hissettiğim aileme sonsuz teşekkürler. İZMİR-2010 Stj. Dt. Şaziye Esra Göçoğlu İÇİNDEKİLER GİRİŞ VE AMAÇ ……………………………………………………………………………1 GENEL BİLGİLER…………………………………………………………………………..2 I. Tarihçe……………………………………………………………………………..2 II. Vitamin Nedir?.........................................................................................................3 III. Emilim ve Dolaşım …………………………………………………………...…...3 IV. Depolama ve Atılım ……………………………………………...………………..3 V. Biyoşimik Fonksiyonları…………..…….………………………………………...4 VI. Vitaminlerin Kantitatif Anlatımları……………..…………………………………4 VII. Vitaminlerin Sınıflandırılması………………...…………………………………...5 1.Yağda Eriyen Vitaminler………..……………………………………………..6 1.1. A Vitamini……………………………………………………………….6 1.1.1. Yapı ve Fonksiyonu……...…...………………………………....6 1.1.2. Vitamin Kaynakları…………...…………………………………8 1.1.3. A Vitamini Eksikliği……………...………………………...…...9 1.1.4. A Vitamini Fazlalığı…………...……………………………….10 1.1.5. Günlük Gereksinme……………...…………………………….11 1.1.6. Tedavide Kullanılması……………...………………………….11 1.1.7. Oral Dokulara ve Diş Gelişimine Etkisi……………………….12 1.2. D Vitamini……………………………………………………………..15 1.2.1. Yapı ve Fonksiyonu…………...……………………………….15 1.2.2. Vitamin Kaynakları………………...…………………………..17 1.1.3. D Vitamini Eksikliği………...………………...……………….18 1.2.4. D Vitamini Fazlalığı……………...…………………………….21 1.2.5. Günlük Gereksinme………………...………………………….22 1.2.6. Tedavide Kullanılması…………………………...…………….22 1.2.7. Oral Dokulara ve Diş Gelişimine Etkisi……………………….24 1.3.K Vitamini………………………………………………………………25 1.3.1. Yapı ve Fonksiyonu……………………………………………25 1.3.2. Vitamin Kaynakları…...………………………………………..26 1.3.3. K Vitamini Eksikliği…..……………………………………….27 1.3.4. K Vitamini Fazlalığı…………...……………………………….28 1.3.5. Günlük Gereksinme…………………...……………………….29 1.3.6. Tedavide Kullanılması……………...………………………….29 1.3.7. Oral Dokulara ve Diş Gelişimine Etkisi …….………………...30 1.4. E Vitamini……...………………………………………………………30 7.1.4.1. Yapı ve Fonksiyonu……………………...…………………..30 7.1.4.2. Vitamin Kaynakları……..……………………………….…...32 7.1.4.3. E Vitamini Eksikliği…………………………...……………..32 7.1.4.4. E Vitamini Fazlalığı…………..………………………….......33 7.1.4.5. Günlük Gereksinme……………………………...…………..33 7.1.4.6. Tedavide Kullanılması…………...…………………………..33 7.1.4.7. Oral Dokulara ve Diş Gelişimine Etkisi ….………………....35 2. Suda Eriyen Vitaminler………………………………………………………35 2.1. B1 Vitamini (Tiamin) ...…………...……………………………………35 2.1.1. Yapı ve Fonksiyonu…………...……………………...………..36 2.1.2. Vitamin Kaynakları………...………..………………………....37 2.1.3. B1 Vitamini Eksikliği…………..………………………....……38 2.1.4. B1 Vitamini Fazlalığı…………………….……………...……..41 2.1.5. Günlük Gereksinme…………………...……………………….41 2.1.6. Tedavide Kullanılması………...……………………………….41 2.1.7. Oral Dokulara ve Diş Gelişimine Etkisi ……….………….......42 2.2. B2 Vitamini (Riboflavin)...……………………………………………..42 2.2.1. Yapı ve Fonksiyonu………………...……...…………...……...42 2.2.2. Vitamin Kaynakları…………...…...…………………………...43 2.2.3. B2 Vitamini Eksikliği…..………...………………………….…44 2.2.4. B2 Vitamini Fazlalığı……………..…...………………….……45 2.2.5. Günlük Gereksinme………………..……….………………….45 2.2.6. Tedavide Kullanılması……………...………………………….45 2.2.7. Oral Dokulara ve Diş Gelişimine Etkisi ……….……………...46 2.3. Nikotinik asit (Niasin), Nikotinamid (Nikotinik Asit)…………………46 2.3.1. Yapı ve Fonksiyonu……….…...………..……………………..46 2.3.2. Vitamin Kaynakları………………...………...…………….......47 2.3.3. Vitaminin Eksikliği…...………………………………………..48 2.3.4. Vitaminin Fazlalığı………………...…………………………..49 2.3.5. Günlük Gereksinme………...………………………………….50 2.3.6. Tedavide Kullanılması……..……….………………………….50 2.3.7. Oral Dokulara ve Diş Gelişimine Etkisi ……...……………….51 2.4. B6 Vitamini (Piridoksal)………... ……………………………………..51 2.4.1. Yapı ve Fonksiyonu………...……………...…………………..51 2.4.2. Vitamin Kaynakları…………...………………………………..52 2.4.3. Vitaminin Eksikliği…….…………………..…………………..53 2.4.4. Vitaminin Fazlalığı………………………...…………………..54 2.4.5. Günlük Gereksinme…………...……………………………….54 2.4.6. Tedavide Kullanılması……...………………………………….54 2.4.7. Oral Dokulara ve Diş Gelişimine Etkisi ………………….…...55 2.5. Pantotenik Asit...……………………………………………………….55 2.5.1. Yapı ve Fonksiyonu…….……………...……..…………..........55 2.5.2. Vitamin Kaynakları…...………………………………………..56 2.5.3. Vitaminin Eksikliği…………………………………………….56 2.5.4. Vitaminin Fazlalığı…………………………………………….56 2.5.5. Günlük Gereksinme……………………………………………56 2.5.6. Tedavide Kullanılması…………………………………………56 2.5.7. Oral Dokulara ve Diş Gelişimine Etkisi ………………............57 2.6. B12 Vitamini (Siyanokobalamin) ….…………………………...................……...57 2.6.1. Yapı ve Fonksiyonu………….…...……..………………..........57 2.6.2. Vitamin Kaynakları………...…………………………………..59 2.6.3. Vitaminin Eksikliği…………………………………………….59 2.6.4. Vitaminin Fazlalığı…………………………………………….61 2.6.5. Günlük Gereksinme……………………………………………61 2.6.6. Tedavide Kullanılması…………………………………………62 2.6.7. Oral Dokulara ve Diş Gelişimine Etkisi …………………...….62 2.7. Folik Asit (Folat)………...……………………………………………..63 2.7.1. Yapı ve Fonksiyonu……………………..……………..............63 2.7.2. Vitamin Kaynakları………………...…………………………..63 2.7.3. Vitaminin Eksikliği…………………………………………….64 2.7.4. Vitaminin Fazlalığı…………………………………………….65 2.7.5. Günlük Gereksinme……………………………………………65 2.7.6. Tedavide Kullanılması…………………………………………65 2.7.7. Oral Dokulara ve Diş Gelişimine Etkisi……………………….66 2.8. C Vitamini (Askorbik asit)……………………………………………..66 2.8.1. Yapı ve Fonksiyonu……...……………...……………………..66 2.8.2. Vitamin Kaynakları…………...………………………………..68 2.8.3. Vitaminin Eksikliği…………………………………………….69 2.8.4. Vitaminin Fazlalığı…………………………………………….69 2.8.5. Günlük Gereksinme……………………………………………70 2.8.6. Tedavide Kullanılması…………………………………………71 2.8.7. Oral Dokulara ve Diş Gelişimine Etkisi……………………….72 2.9. Biotin (H Vitamini)…………………………………………………….73 2.10. Kolin……..…………………………………………………………...74 2.11. İnozitol ……………………………………………………………….74 2.12. P Vitamini (Bioflavonoidler)……………………...………………….74 2.13. Karnitin……………………………………………………………….74 TARTIŞMA VE SONUÇ………………...………………………………………………….76 KAYNAKLAR………...…………………………………………………………………….77 ÖZGEÇMİŞ…………………………………………………………………………...……..79 GİRİŞ VE AMAÇ Vitaminler vücut dokularındaki metabolizmalarda önemli rol oynarlar. Vücudumuzun enerji üretebilmesi, büyüme ve gelişmesi ve düzenli çalışabilmesi için vitaminlere ihtiyacı vardır. Vitaminlerin eksiklikleri ve fazlalıkları vücudun diğer yerlerinde olduğu gibi dişlerde ve oral bölgede çeşitli değişikliklere neden olurlar. Yediğimiz yiyeceklerle aldığımız, sağlığımız için çık önemli rol oynayan vitaminlerin her birinin vücudumuz için değişik işlevleri vardır. Vitaminler, karbonhidratlar, proteinler ve lipitler gibi enerji sağlamazlar. Başlıca fonksiyonları, karbonhidrat, protein ve lipitlerin enerji açığa çıkaran reaksiyonlarda katalizör etki yaparlar. Sağlıklı ve dengeli beslenme, ancak vücudumuzun bu önemli vitaminleri yeterli miktarda ve doğru zamanlarda alınmasıyla mümkündür. Bu tez çalışmasındaki amaç, vitaminlerin genel yapılarını, biyokimyasını, sentezi ile ilgili genel bilgileri gözden geçirmek ve vitaminlerin vücudumuz için biyokimyasal fizyolojik önemini değerlendirerek sindirim sistemi, cilt ve özellikle oral dokular ve dişler üzerindeki etkilerinin değerlendirilmesidir. Tüm bilgi ve yaklaşımların aktarılmasıyla diş hekimliğinde ve sağlıkta vitaminler konusunda gerekli bilincin oluşturulmasına katkıda bulunmak hedeflenmiştir. GENEL BİLGİLER TARİHÇE Kimi besinlerin, kimi hastalıklarla ilgisi ve iyi etkisi pek eski zamanlardan beri bilinirdi. Hipokrat karaciğer yemenin gece körlüğüne iyi geldiğini biliyordu. Yine balık yağı daha sekizinci asırda çocukların kemik hastalıklarına (raşitizme) ilaç olarak kullanılıyordu. On sekizinci asırda skorbüt hastalığına taze yemiş suları ve daha sonraları limonun iyi geldiği denenmişti. On dokuzuncu asrın başlarında yalnız mısırla beslenme pellegra arasındaki ilgi dikkati çekmişti. On dokuzuncu asrın sonlarında beriberi hastalığında cilalanmış pirinci azaltıp yerine et, süt ve sebzeler konmasının iyi geldiği gösterilmişti. Gerçekten bir süre sonra cilalanmış pirinçle beslenmiş tavuklarda beriberiye benzer bir hastalık tablosu geliştiği, cilalanmamışlarla beslenenlerde ise, bu tablonun gelişmediği gösterildi(Eijkman) (1). Bir besin faktörü yokluğu nedeni ile Uzak Şarkta Java'da yaşayan yerlilerde beriberi hastalığının meydana geldiği gözlemini yapan ilk araştırıcı Hollandalı hekim Grijns (1901) olmuştur. Besinler içerisinde bulunmaması halinde Beriberi hastalığının meydana gelmesine sebep olan besin faktörünün Tiamin olduğunu bulan araştırıcı 1912 yılında pirinç kabuğundan bu vitamini izole etmeyi başaran Polonyalı kimyager Casimir Funk olmuştur (2,3). Pirinçten elde ettiği ve beri-beriye karşı etki eden bu ekstrat amin içerdiğinden ve hayata çok gerekli olduğundan buna hayat amini anlamına gelen vitamin adını verdi (1). Daha sonraları vitamin listesine pek çokları katıldı, bunların çoğunun aminlikle ilgisi yoktu, fakat önemli bir kısmı gerçekten hayat için gerekliydi. Bu nedenle bu tarihsel ad korundu (1). 2 VİTAMİN NEDİR? Vitaminler doğal olarak besinler içerisinde yer alan, büyük çoğunluğu ile dış kaynaklı, büyüme, çoğalma ve sağlığın devamı için gerekli az miktarları ile etki yapan organik bileşiklerdir. Vitaminler yapı taşı veya enerji kaynağı olarak kullanılmazlar. Genellikle ısıya dayanıklı maddelerdir. Parenteral yoldan veya sindirim kanalı ile vücuda dahil olabilirler (2). Vitaminlerin öbür besin maddelerinden farkı, onlara göre çok daha az miktarların gereksinmeyi kapaması ve bu ufak miktarların sağlanamaması halinde çok belirgin ve büyük eksiklik belirtilerinin ve tablolarının ortaya gelebilmesidir (1). Bir kısım vitaminler besinlerde aktif şekilde, bazıları ise provitamin olarak bulunurlar. Provitaminler vücutta aktif vitamine dönüşür. EMİLİM VE DOLAŞIM Yağda eriyen vitaminler olarak sınıflandırılan A, D, E, K vitaminleri yağlarla birlikte emilir, taşınır ve atılırlar. Yağların sindirimini, emilimini ve kullanımını etkileyen faktörler yağda eriyen vitaminler üzerine de etkilidir. Diyette yağ miktarının yetersiz olması, safra ve pankreas salgılarının eksikliğine bağlı sindirim bozuklukları, barsaktan emilimi engelleyen anatomik veya fonksiyonel bozukluklar (örneğin ince barsak mukozası harabiyeti, intestinal hipermobilite, vb.) yağda eriyen vitaminlerin eksikliğine yol açar. Suda eriyen vitaminlerin emilimi ve taşınması yağlara bağımlı değildir. DEPOLAMA VE ATILIM Yağda eriyen vitaminlerin fazlası idrarla atılmaz, depolanır. En önemli depolama yeri karaciğerdir. Vitamin E dışında yağda eriyen vitaminlerin (A, D, K) uzun süre gereğinden fazla miktarda alınması toksik etkilere yol açar. Vitaminlerin uygun dozlara dikkat edilmeden gelişigüzel alınması, hekimlerin bu konuyu yeterince önemsememesi, besinlerin aşırı 3 miktarda vitaminlerle zenginleştirilmesi hipervitaminozlara neden olabilir. Suda eriyen vitaminler vücutta depolanmaz, fazlası idrarla atılır. Bu nedenle yağda eriyen vitaminlere göre eksikliklerine bağlı semptomlara daha çok rastlanır. Ancak B12 bu duruma uymaz ve yıllarca yetecek miktarda karaciğerde depolanabilir. Uzun süre B12 ’den yoksun diyetle beslenmede bile bu vitamin eksikliği görülmez. BİYOŞİMİK FONKSİYONLARI Vitaminler vücuttaki bileşiklerin bir parçası olmaktan çok, düzenleyici fonksiyon görürler. Hormonlar gibi vitaminler de metabolik olaylarda katalizör rolü oynarlar. Koenzim şeklinde davranırlar ve enzimlerin aktif şeklini meydana getirmek üzere özel enzim proteinlerine bağlanırlar (3). VİTAMİNLERİN KANTİTATİF ANLATIMLARI Vitaminlerin etkilerini kantitatif bir şekilde ifade edebilmek için, henüz yapıları bilinmezken vitamin üniteleri kullanılmıştı. Bu üniteler, belirli bir biyolojik etkiyle tayin edilirdi; filan biyolojik bozukluğu kaldıran miktar şu kadar ünitedir, denilirdi. Artık saf bir vitaminin belirli bir miktarı 1 internasyonel ünite (= İU) olarak alınır (1). Tablo 1. Vitaminlerin IU eşit miktarları Vitaminler A B1 Biotin C D E 1 İU ve eşit miktarları 0,6 γ β-Karoten 3 γ tiyamin hidroklorür 0,18 γ Biotin 50 γ L-Askorbik asid 0,025 γ ergokalsiferol 1 mg. D,L-α Tokoferol 4 VİTAMİNLERİN SINIFLANDIRILMASI Genelde vitaminler erime özelliklerine göre iki grupta toplanır (Tablo2). Vitaminlerin eriyebilirliği absorbsiyon, dolaşım, depolanma ve atılım özellikleri ile ilişkilidir. Suda eriyen vitaminlerin bir bölümü vücutta koenzim olarak iş görür. Bir bölümü ise membranların bütünlüğü için gereklidir. Suda eriyen vitaminler toksik değildir ve idrar yolu ile atılırlar. Molekül ağırlıkları büyüktür. Organizmada depolanmaları az olduğu için gereksinim fazladır. Bu grupta C ve B grubu vitaminler bulunur. Yağda eriyen A, E, D, K vitaminleri depolanabilirler, toksik olabilirler ve küçük molekül ağırlığındadırlar. Bazı dokuların bu vitaminlere özel gereksinimleri vardır (3). Tablo 2. Vitaminlerin Sınıflandırılması ve Başlıca Fonksiyonları ADI BİLİMSEL ADI Ι.Yağda Eriyen Vitaminler: A Akseroftol D Kalsiferol E Tokoferol K Fillokinon ΙΙ.Suda Eriyen Vitaminler: B1 Tiyamin (Anörin) Riboflavin (Vitamin G) B2 Niyasin (Niyasin amid) ― Pantotenik asit ― B6 Piridoksal, adermin Folik asit ― B12 Siyanokobalamin H Biotin P-amino benzoik asit ― C Askorbik asit 5 BAŞLICA FONKSİYONU Antikseroftalmik, epitelyum Antiraşitik Antisterilite Antihemorajik Antinöritik Bir büyüme faktörü Pellegradan koruyucu Antidermatit faktör(tavuk) Antidermatit faktör ― Antianemik,antipernisiyöz Koenzim, R, Büyüme ― Antiskorbütik I.YAĞDA ERİYEN VİTAMİNLER Lipid solubl (yağda çözünen) vitaminler hepsi izopropen türevleri olan hidrofobik moleküllerdir. Vücut tarafından yeterli miktarlarda sentez edilemezler, bundan ötürüde besinler ile sağlanmalıdırlar. Verimli bir şekilde emilebilmeleri için normal yağ emilimine gereksinimleri vardır. Bir kez emildikten sonra kanda lipoproteinler veya spesifik bağlayıcı proteinlerin içeriğinde, diğer herhangi bir apolar lipid gibi aktarılmak zorundadırlar. Lipid solubl vitaminlerin çeşitli fonksiyonları vardır; örneğin vitamin A’nın görme, vitamin D’nin kalsiyum ve fosfat metabolizması, vitamin E’nin antioksidan, vitamin K’nın kanın pıhtılaşması ile ilgili fonksiyonları gibi. Lipid, doğalarından ötürü, yağda çözünen vitaminlerin sindirim ve emilimini etkileyen steatore ve bilier sistemin düzensizlikleri gibi koşulların tümü bunların yetmezliklerine yol açabilirler. A VİTAMİNİ 1. Yapı ve Fonksiyonu A vitamini (retinol), bir ucunda beta iyonon halkası öteki ucunda bir alkol grubu olan bir hidrokarbon zinciridir. Yağda erir, suda erimez. Bazı suda eriyen türevleri (3 dehidroretinol - A2 vitamini gibi) bulunabilir, bunlar daha az aktiftir. Yiyeceklerde A vitamini yağ asitleri ile esterleşmiş halde bulunabilir. A vitamini saf halde soluk sarı renktedir. Uzunca süre ışıkta kalırsa harap olur. Pişirmekle pek harap olmaz. Beta karoten (Şekil 1), karotenoidler denen, doğada yaklaşık 100 türü olan boyalı maddelerden biridir. Bunlar birçok sebze ve meyvelerin doğal rengini almasında önemli ölçüde sorumlu olan boyalı maddelerdir. Bunlar arasında en önemlisi olan beta karoten, yeşil sebzelerde klorofil ile birlikte oldukça yaygın olarak bulunur. 6 Şekil 1. A vitamininin ön maddesi olan beta karoten görülmektedir. Beta karoten barsaktaki 15.15' - oksijenaz enzimi ile ortadan ikiye ayrılınca iki molekül A vitamini oluşur. Bitkisel besinler özellikle yapraklı sebzeler, Beta karotenden zengindir. Beta-karoten, ince barsak mukozasında da mevcut olan enzimi ile ortadan yarılınca iki molekül retinol oluşur. Bu açıdan Beta-karoten provitamin A gibi kabul edilebilir. Başka karotenoidler de vardır. Bunlardan da bir molekül retinol oluşabilir. Dünyanın birçok yerlerinde hayvansal besinler az yendiği için bitkisel kaynaklı Beta-karoten ve karotenoidler en önemli A vitamini kaynağıdır. Beta-karotenin ve bundan oluşan A vitamininin emilmesi bir ölçüde besindeki yağ miktarına bağlıdır. Genellikle bir molekül beta-karotenden iki molekül A vitamini oluşmakla birlikte biyolojik olarak A vitamini çok daha etkindir. 1 mikrogram A vitamini yerine 6 mikrogram beta-karoten almak gerekir (ortalama bir eşdeğerlilik olarak). Aradaki fark emilim farkından doğmaktadır. Alım kolaylığı ve ucuzluğu, her yerde bulunuşu yönünden bitkisel kaynaklı A vitamini halk sağlığı açısından büyük önem taşımaktadır. A vitamini yağda eriyen bir vitamin olduğu için yağlarla birlikte emilir. Yağ emiliminin bozulduğu glüten enteropatisi, tıkanma sanlığı, pankreas yetersizliği gibi hallerde A vitamini emilimi de bozulur. Retinol barsaktan retinil palmitat halinde şilomikronlarla taşınır ve karaciğer tarafından tutulur. Karaciğerden retinol halinde salınır ve plazmada özel bir taşıyıcı proteine bağlanarak taşınır (retinol bağlayan protein - RTBG). Az ışıkta görebilmek için retinol gereklidir. Retinol eksikliğinde, retinada, bir boyalı madde olan rodopsin oluşamaz. Bu maddeye ışığın girmesi ayrışmasına ve açığa çıkan kimyasal enerjinin retina çomakçılarına uyarı vermesine yol açar ve alaca karanlıkta görme bu şekilde mümkün olur. A vitamini eksikliğinin erken ve önemli belirtisi gece körlüğüdür. 7 2. Vitamin Kaynakları Yalnız hayvanlarda gözükür ve yağlarındaki sabunlaşmayan kısımdan elde edilir. Bitkilerde ise bir ön madde halinde bulunur, ki bu karotendir. Tablo 3. Besinlerde A vitamini Kaynak A vitamini miktarı (100 g’da mikrogram retinole eşdeğer olarak) Doğrudan hazır A vitamini içerenler: Balık ve balık yağları Tereyağı Margarin (vitamin eklenmiş ) Yumurta Süt Peynir (yağlı) Sığır, koyun eti Dana veya koyun karaciğeri Karoten içerenler: Havuç Yapraklı sebzeler Domates taze kayısı Muz Sarı patates Şeftali (sarı) A vitamin içermeyenler: Normal patates; koyun, sığır, domuz yağı; mısır dışında tahıllar, beyaz etli balıklar, bitkisel yağlar, şeker. cinsinden 45-27.000 (*) 800 900 100 40 300 0-4 5.500-10.000 2000 600-700 100 250 30 600 200 (*) Balıkların ve balık yağlarının A vitamini içeriği çok değişiktir. Okyanus ve Kuzey Denizi balıklarında miktar çok fazla iken sardalyada 40’a kadar düşer. Beyaz etli balıklarda ise hemen hiç yoktur. 8 3. A Vitamini Eksikliği Az ışıkta görebilmek için retinol gereklidir. Retinol eksikliğinde, retinada, bir boyalı madde olan rodopsin oluşamaz. Bu maddeye ışığın girmesi ayrışmasına ve açığa çıkan kimyasal enerjinin retina çomakçılarına uyarı vermesine yol açar ve alaca karanlıkta görme bu şekilde mümkün olur. A vitamini eksikliğinin erken ve önemli belirtisi gece körlüğüdür. A vitamini eksikliğinde epitelyum hücrelerinin gelişmesi ve farklılaşması bozulur. Bazal hücreler prolifere olur, ama daha yüzeysel hücreler gelişemez. Deri kepeklenir ve kurur. Kıl folikülleri kabarık ve belirgin bir hal alır. El derinin üzerinde gezdirilirse kuru, pürtüklü bir deri hissedilir. Benzer bozukluklar mukozada da görülür. Mukozanın üst tabakalarındaki kirpiksi ekler (cilia) kalmadığı için özellikle bronş ağacındaki salgılar dışarı atılamaz, birikir, enfekte olur. Sindirim kanalı mukozası atrofiye uğrar, emilim bozuklukları, ishaller görülür. A vitamini eksikliğine bağlı ishal A vitamini verilmesi ile 48 saatte düzelir. Kadınlarda A vitamini eksikliğine bağlı vaginitis hali gelişir. A vitamini eksikliğinde kolaylıkla böbrek taşı oluşur. Gözde skleraları örten konjonktiva epiteli bozulur. Üst tabakalardaki hücreler yassılaşarak birbiri üzerine yığılır, canlılıklarını yitirir. Konjonktiva kurur, parlaklığı azalır. Buna kseroftalmi denilir. Konjonktivanın genel olarak temporal tarafında yer yer kabarık lekeler görülür. Buna Bitot lekeleri denir. Bunlar kurumuş ve dökülmüş epitel hücre birikintileridir. İçlerinde saprofit olduğu kabul edilen bakteriler de bulunabilir. A vitamini eksikliği uzun sürerse kornea bozulabilir, yumuşayabilir (keratomalasi), üzerine enfeksiyon da eklenince korneada yaralar açılarak kornea delinebilir ve körlük ortaya çıkar. Kemiklerde A vitamini osteoklastik aktivite için gereklidir. Eksikliğinde osteoklastik aktivite durur. Kemiğin rezorpsiyonu azalır. Kemikler kalınlaşır; beyine, kemiklerden geçen sinirlere, optik sinire ve spinal sinirlere basılar ortaya çıkabilir. A vitamini eksikliğinde glikolipid ve glikopeptidlerin yapımı bozulur. 9 A vitamini karaciğerde depolanır. Karaciğerdeki depo nedeniyle, daha önce sağlıklı bir kimsede emilim kusuruna bağlı olarak A vitamini eksikliği oluşması oldukça uzun bir süre geçmesi gerekir (en az birkaç ay). Kseroftalmiye kadar gitmeyen fakat karanlığa adaptasyonun azalmasına ve deri belirtilerine yol açabilen hafif eksiklikler belki sanıldığından da sıktır. Serumda Vitamin A düzeyi düşük kimselerde kanserin daha sık geliştiği, bu kimselerin habis tümör oluşmasına yatkın oldukları ve A vitaminin kansere karşı bir dereceye kadar direnç yarattığı son zamanlarda bazı ciddi araştırma ve yayınlardan anlaşılmaktadır. Tanı: Klinik olarak en duyarlı test karanlığa adaptasyonun ölçülmesidir. Bunun için Dow ve Stenen’in 1941‘de Journal of Physiology’de tanımladığı test en kullanışlı görünmektedir. Kanda retinol düzeyinin ölçülmesi de çok zor değildir. Ancak A vitaminin eksikliğinin erken dönemlerinde kandaki düzey düşmez, depolar tükenince düşer. 4. A Vitamini Fazlalığı Karoten ve karotenoidlerden sürekli olarak çok fazla beslenen kimselerde deri portakal sarısı bir renk alır. Plazma da aynı renktedir. Buna hiperkerotenemi denir. Sarılıktan ayırmak gerekir, sarılığın aksine burada göz akları sararmaz. Hafif hiperkarotenemi sık bir bulgu olmakla birlikte, 6 haftada 120 portakal yiyen bir bayanda olduğu gibi aşırı şekilleri seyrek olarak bildirilmiştir. Aşırı karoten almakla A vitamini fazlalığı oluşmaz, çünkü vücut gereğinden fazlasını A vitaminine çevirmez. Hipertroidi ve bazen diyabette karotenoidler yeteri kadar A vitaminine dönüşemediği için deride birikebilir. A vitaminin fazlası toksiktir. Zehirlenme kendini baş ağrısı, beyin omurilik sıvısının basıncının artışı ve bilinç bulanması ile belli eder. Daha kronik zehirlenmelerde iştahsızlık, bulantı, bazen kusmalar, baş ağrısı görme bozuklukları, saçlarda kalınlaşma ve seyrelme, deride kuru bir kaşıntı görülür. Kemiklerin röntgen filmi alınırsa periostal kalınlaşma fark 10 edilir. Karaciğer büyür, Kupffer hücrelerinin lipidle dolduğu karaciğer biyopsisinde gösterilebilir. Bu kronik zehirlenmeler vitamin preparatlarına aşırı düşkün ailelerde ve özellikle bu ailelerin çocuklarında, bazen de deri hastalıkları nedeniyle yüksek dozlarda ve uzun süreler A vitamini alanlarda görülür. Tedavi için A vitamini kesilir. 5. Günlük Gereksinme Tablo 4. Günlük A Vitamini Miktarı Erkekler (+19) Kadınlar (+19) Hamileler Süt veren kadınlarda A Vitamini miktarı (μg/gün) 900 700 770 1300 Normal pişirme ile retinol ve karoten de pek harap olmaz. Ancak ısı 100°C’nın üstüne çıkarsa retinol veya karoten bozulabilir, bu durum yağda kızartma sırasında husule gelir. Güneşte kurutma ile hazırlanan yiyeceklerde bütün A vitamin harap olur. Konserve besinlerde (besin renksiz camda hazırlanıp uzunca süre güneş ışığına maruz bırakılmamışsa ) karoten çok sabittir. 6. Tedavide Kullanılması A vitamini eksikliğine bağlı kseroftalmi veya gece körlüğü varsa, A vitamini günde 100.000 ünite (30 mg ) üç gün arka arkaya verilir. Üç günden sonra doz düşürülür, belirtiler silininceye kadar günde 9 mg verilir, sonra diyet düzenlenir. A vitamini eksikliği emilim kusuruna bağlı ise parenteral preparatlar tercih edilir. Yanıklarda, bazı deri hastalıklarında A 11 vitamini kullanılmasının mantıklı açıklaması yoktur. Hipertiroidi ve diyabet gibi sistemik hastalıklarda A vitamini vermek değil, hastalığın kendisini tedavi etmek ve ayarlamak gerekir. A vitamini türevi olan retinoik asit güçlü bir keratolitiktir. Yani derinin kornifiye kısmını tahrip eder. Bu özelliğinden dolayı ekzema, psoriasis ve seborreik dermatitlerde lokal olarak kullanılmıştır. Oldukça tahriş edicidir. Son zamanlarda ağızdan alınan sentetik bir retinoik asit türevi ile ağır ve tedaviye dirençli psoriasislerde çok iyi sonuç alındığı bildirilmektedir. Teratojenik olabilir. Başka yan etkileri de göz önüne alınarak deri hastalıklarının tedavisinde son çare olarak denenmelidir. A vitamini eksikliğinden korunma büyük ölçüde eğitime dayanır. O bölgede kolay yetişen yeşil yapraklı bitkileri uygun şekilde yemesi halka öğretilir. A vitamini eksikliğine bağlı körlüğün yaygın olduğu yörelerde çocuklara 6 ayda bir tek doz 200.000 ünite (60 mg), gebelere tek doz gene aynı miktar bir kez verilebilir. Gebelerin diyetini ayarlamak daha iyidir, çünkü fazla A vitaminin fetusa zararlı olabileceğini düşündüren gözlemler vardır (4). 7. Oral Dokulara ve Diş Gelişimine Etkisi A vitamini dişler ve dişetleri için önemlidir. Sağlıklı doku oluşumunu destekler. Fazla miktarda alınması toksik etkilere neden olur. Eksikliğinde; ağız mukozasında keratinizasyon, dişeti hiperplazisi, ameloblast ve odontoblastlarda patolojik değişiklikler, dişlerin sürme sırasında değişiklikler, alveol ve çene kemiklerinde hipokalsifikasyonlar ve dudak damak yarığı gibi konjenital bozukluklar oluşabilir (5). Ayrıca A vitaminin lökoplaki olgularında kanser gelişme olasılığını azalttığı belirtilmiştir (6). A vitaminin epitel hücrelerinin diferansiyasyon olayının esas sorumlusu olduğu kanıtlanmıştır. A vitamini eksikliğinde epitel hücrelerinin diferansiyasyonu bozulmaktadır. Basal tabakadaki hücreler özgüllüğünü kaybederek keratin üretimiyle stratifiye skuamoz epitel formuna dönüşmektedir. Yani basit değişikliklerden biri epitelyum hücrelerinin 12 keratinize metaplazisidir. Bu olay, trakenin müköz membranı, konjuktiva ve üreter, tükrük bezi ve diğer bezler dahil olmak üzere vücudun her yerinde meydana gelmektedir. Resim 1– ( A) normal fare dili, (B,C) vitamin A eksikliği olan fare dili. Dilin müköz bezlerinde skuamoz metaplazi ve keratinöz materyalle dolu büyük bir kist bulunmaktadır (B). A vitamini eksikliği olan farelerin diş gelişiminde, odontolojik epitelde normal histodiferansiyasyon ve morfodiferensiasyon farklılaşması başarısız olur ve sonuç farelerde hücre proliferasyonunun artmasıdır. Ayrıca pulpa dokusunun epitelyal invazyonu A vitamini eksikliğinde karakteristik bir bulgudur. 13 Resim 2 – A vitamini eksikliği olan farenin maksiler kesicisindeki deminerilizasyonun sagittal kesitdeki mikrofotoğrafı. Not: Odontojenik epitelin irregular invajinasyonu ve anormal dentin birikimi. (×90) Anneleri doğumdan 5 ay önceden A vitamininden yoksun diyetle beslenen farelerde, hem molarların hem de kesicilerin şekillerindeki deformasyon değişiklerinin oldukça şiddetli olduğu görülmüştür. Mineyi oluşturacak hücrelerin indüklenmesinden sonra mine matriksi oluşumu durdurulur ve kalsifikasyon başarısızlıkla meydana gelir ve mine hipoplazisi ile sonuçlanır. Dentin de, atipik yapıdadır, normal tübüler yapısı bozuktur ve sellüler ve vasküler bir yapı içerir. Vitamin A eksikliğinin preerüptif fazda diş gelişiminde etkili olduğu posteruptif dönemde çürük oluşumunda önemli olduğu belirtilmiştir. (Haris ve Navia) Buna karşı Salley ve arkadaşları çürüklerin dental değişikliklerden değil tükrük bezlerinin fonksiyonlarında meydana gelen değişikliklerden olduğunu ileri sürmüşlerdir. A vitamininden eksik diyetle beslenen hayvanlarda normal hayvanlara göre diş sürmesinin geciktiği hatta uzun süreli eksikliklerde sürme tamamen durabilmektedir. Alveoler kemiğin formasyon oranı azalmaktadır. Gingival epitel hiperplastik olur ve uzun süren 14 eksikliklerde keratinizasyon meydana gelir. Bu doku bakteriler tarafından sarılabilir bu yüzden periodontal hastalıklar ve mikroabseler meydana gelir. Major ve minör tükrük bezleri tipik keratinize metapilaziye uğrar. Bu A vitamini eksikliğinde tüm epitel hücrelerinde karakteristiktir. Açıklanan tüm değişiklikler reversibldır (7). Resim 3– Demineralize fare kesicilerinin kesiti. A. Kontrol grubu B.Vitamin A eksikliği olan grup. Not: Artmış labial dentinin lingualdekiyle karşılaştırılması. ( ×40) D VİTAMİNİ 1. Yapı ve Fonksiyonu Vitamin D steroid bir prohormondur. Başlıca hayvanlarda, fakat bitki ve mayalardada bulunan bir grup steroid hormon tarafından temsil edilmektedir. Bunlar vücutta uğradıkları çeşitli değişiklikler sonucunda kalsiyum ve fosfat metabolizmasında rol oynayan kalsitrol olarak bilinen bir hormon meydana gelmesine neden olurlar (3). 15 Doğada bulunan birçok sterol morötesi (ultraviyole) ışınlarla ışınlanarak aktive edilirse antiraşitik özellik gösteren aktif steroller elde edilebilir. Bunlarda ikisi beslenme ve tedavi açısıdan önem taşır: D2 vitamini (ergokalsiferol ) ve D3 vitamini (kolekalsiferol ) D2 vitamini (Ergokalsiferol ): Bitkisel kaynaklı olan ve en çok maya ve mantarlarda bulunan ergosterolün morötesi ışınlara maruz kalması sonucu oluşur. D2 vitamini tedavide D3 vitamini gibi etkilidir. Ancak doğada pek bulunmaz. Bitkilerde de hayvanlarda da pek rastlanmaz. Ergokalsiferol, kolekalsiferolden 24. karbon atomunda bir metil grubu bulunması ve 22. ve 23. karbon atomları arasında çift bağ olması ile ayrılır. Organizmaya girdikten sonra aynen kolekalsiferole benzer tarzda karaciğerde ve böbreklerde hidroksile olur. D3 vitamini (Kolekalsiferol ): Hayvansal yağlarda oldukça yaygın olarak bulunan 7-dehidrokolesterolün morötesi ışınlara maruz kalması ile oluşan doğal bir D vitaminidir ve depolanabilir ancak büyük bir kısmı karaciğere gider. Ayrıca bağırsaklarda, kemiklerde, kaslarda ve böbreklerde de depolanır (4). Besinlerle alınan D vitamini duedonum ve jejenumdan lumendeki lipidlerle birlikte, lenfatik kanallar yoluyla dolaşıma geçer. Alfa-2 globuline bağlanarak karaciğere gelir. Karaciğerde depolandıktan sonra birçok aktif şekillere çevrilir. Önce hepati mikrosomlarda bulunan 25-hidroksilaz, kolekalsiferolü, 25-hidroksikolekalsiferole çevirir. (25-HCC veya 25OH D3). Bu madde “kalsidiol” olarak da bilinir. Kalsidiol yine alfa- 2 globuline bağlanarak kan yoluyla böbreğe gelir. Böbreklerde tübüler epiteldeki mitokondriyal enzimlerin etkisiyle 1,25 DHCC’e, bir bölümü de 24,25 DHCC’e çevrilir. Gerek 25-DHCC, gerekse 24, 25DHCC, D vitamini aktivitesi gösteren maddelerdir. Ancak vitamini en aktif şekli 1,25DHCC’dir. Bu madde “kalsitriol” olarak da bilinir. D vitamininin bu aktif şekli bugün bir hormon olarak kabul edilmektedir. 16 Kalsitriol sentezi serum Ca ve P düzeylerine bağlı olarak feedback mekanizması ile düzenlenir. Ca ve P homeostazında böbreklerin, karaciğerin ve bağırsakların normal fonksiyon görmeleri yanında; parathormon, kalsitonin salgılarının normal ve diyetle alınan Ca, P iyonlarının ve D vitamininin yeterli olması rol oynar (3). 1,25(OH)2D’ün genel fonksiyonları şunlardır: 1,25(OH)2D duodenumdan Ca absorbsiyonu arttırmaktadır. 1,25(OH)2D, ileumdan P absorbsiyonu arttırmaktadır. D vitamini olmadığında diyetten kalsiyumun %10-15’i, fosforun %60’ı emilebilmektedir. Vitamin D reseptör aktivasyonu olduğunda ise kalsiyum emilimi %30-40, fosfor emilimi ise %80 oranında artmaktadır. 1,25(OH)2D, böbrekten kalsiyum kaybını azaltmaktadır. 1,25(OH)2D, kemik rezorbsiyonunu arttırmaktadır. 1,25(OH)2D, paratiroid glandlardan PTH sentezini ve salınımını azaltmaktadır. 1,25(OH)2D, 200’den fazla geni kontrol etmektedir. Bu genler hücre proliferasyonu, diferansiasyonu, apoptozis ve anjiogenezisi üzerine odaklanmaktadır. 1,25(OH)2D, iyi bir immunomodülatördür. Serum 25(OH)D düzeyi >30mg/ml olduğunda 1,25(OH)2D yapımı artmaktadır. 1,25(OH)2D nukleusa giderek kathelisidin salınımını arttırmakta, kathelisidin ise T lenfositleri aktifleyerek sitokin salınımı ve B lenfositleri aktifleyerek Ig sentezini arttırmaktadır. 1,25(OH)2D, insülin yapımını arttırmaktadır. 1,25(OH)2D, renin sentezini azaltmaktadır. 1,25(OH)2D, myokardial kontraktiliteyi arttırmaktadır (8). 2. Vitamin Kaynakları Doğadaki besinlerin çok azı D vitamini içerir. Bunlar arasında yumurta sarısı, süt ve tereyağı vardır. Hayvanların karaciğerlerinde de D vitamini vardır. D vitamininden en zengin 17 doğal kaynak morina balığı karaciğeridir. Bunun gibi kalkan ve köpek balığı karaciğerleri de D vitamininden zengindir. Sadece bitkisel besinlerle beslenen vejetaryenler D vitamini alamaz. D vitamini ticarette margarinlere ve bebekler için hazırlanan süt tozlarına eklenmektedir. D vitaminin esas kaynağı güneştir. Birçok insan çok az D vitamini alır. Ama dışarıdan aldıkları 7-dehidroksikolesterolü de dışarıdan almaya muhtaç değildir, kendi de sentez edebilir. Demek oluyor ki yeterli güneş ışığı oldukça D vitamini eksikliği oluşmaz. Deride pigment ne kadar çoksa yani kişi ne kadar esmerse ya da kara derili ise güneş ışığının etkisi o kadar az olur. Derideki fazla pigment güneş ışığının zararlı etkilerinden korur. Bol güneşe maruz kalındığı için insanlar yeteri miktar D vitamini sentez ederler. Koyu tenli kimseler güneş ışığının az olduğu ve insanların soğuk nedeniyle daha kapalı gezdiği Kuzey ülkelerine göçtüğü zaman kolaylıkla D vitamini eksikliği gelişir. Eğer anne yeteri kadar D vitamini alıyor veya güneşe maruz kalıyorsa sütünde bebeğini raşitizmden korumaya yetecek kadar D vitamini bulunur. İnek sütü bu gereksinmeyi karşılayamaz. Ancak ticarette bebekler için hazırlanan süt tozlarına D vitamini katılmıştır ve bu bakımdan anne sütünden daha iyi raşitizme karşı korur. D vitamini ısıya dayanıklıdır. Mutad kaynatmalarla aktivitesini yitirmez. 3. D Vitamini Eksikliği D vitamini eksikliğinde ilk etkilenen sistem kemiklerdir. Uzun kemiklerin büyümesi normalde epifiz ile diafizin birleştiği yerdeki epifiz kıkırdağı şeridinde olur. Bu şeridin epifize bakan tarafında sürekli olarak yeni kıkırdak oluşur. Diafize bakan yüzdeki kıkırdak ise dejenere olur. Buraya kapillerler ilerler, osteoblastik hücreler belirir. Bu doku artık osteoid dokudur ve kemik haline gelebilmesi için üzerine kalsiyum oturması gerekir. D vitamini eksikliğinde ise buraya kalsiyum oturamaz veya pek az oturur. Bunun nedeni başlıca 18 barsaktan kalsiyum emilememesi olmakla birlikte; D vitaminin kemik dokusuna doğrudan etkisinin yokluğu ve D vitamini eksikliğinde kan kalsiyum düzeyinin düşme eğilimine cevap olarak oluşan sekonder hiperparatiroidizm de dikkate alınmalıdır. Epifiz ile diafiz arasındaki şerit genişler, osteoid doku ve kıkırdak dokusu artar, kemiğin kireci ise azalır. Kemiklerin enine doğru büyümesi de bozulur. Kemiğin dış yüzünü örten periost zarının altındaki kemikleşme durur. Burada da kıkırdak dokusu ve osteoid doku artar. D vitamini eksikliğinde kanda kalsiyum ve fosfor düzeyleri düşer. Kalevi fosfataz enziminin düzeyi yükselir. D vitamini eksikliğinde raşitizm ve osteomalasi denen tablolar oluşur. Raşitizm: D vitamini eksikliğinin çocuklarda yarattığı tablodur. Kemiklerle ilgili en erken klinik belirti «kraniotabes» dir. Kafatasında kemikleşmemiş yuvarlak alanlar oluşur, bu alanlara parmakla bastırılırsa çıtırtılı bir çökme hissi alınır. Başka bir erken belirti de epifizlerin genişlemesi ile ilgilidir. Radius kemiğinin alt ucundaki epifiz genişler ve bu genişleme bilekte farkedilir. Kemik kaburgalar ile kıkırdak kaburgaların birleşme yerlerindeki genişlemeler göğüste iki sıra zincir halinde gözle ve elle farkedilir, buna raşitizm teşbisi adı verilir. Bu belirti ve kraniotabes, raşitizm bir yaşından önce başlamışsa ortaya çıkar. Daha geç yaşlarda, örneğin bir buçuk yaşından sonra başlayan raşitizmde frontal ve parietal kafa kemiklerin «bossing»i, ön bıngıldağın kapanmasının gecikmesi, göğüs kafesinin yassılması, daralması, kuş göğsü tarzında sternumun öne fırlaması dikkati çeker. Göğüs kafesinde önden koltuk altına doğru uzanan oluklar ağır vakalarda görülür (Harrison olukları). Bunlar, raşitik kaburgaların, boğmaca ya da diğer solunum yolu enfeksiyonlarına bağlı öksürüklerle zorlanması sonucu gelişir. Raşitizmli çocuk huzursuzdur, başı fazla terler, kasları gevşektir. Kas tonusunun azalması yüzünden çocuk anormal durumlar alabilir ve bu durumu koruyabilir (akrobat raşitizmliler). Karın kasları da gevşek olduğu için karın öne doğru şişkin görünür. Diş çıkışı gecikir, emekleme, ayakta durma ve yürüme de gecikmiştir. İshal kolaylıkla oluşur. 19 Çocuk ayağa kalkıp yürümeye başladığı zaman raşitik ise, femur başları tibia başları genişlerken, bacaklar çengel gibi kıvrılır. Şişkin dizler ve çengel gibi kıvrılmış bacaklar tipik bir görünüm verir. D vitamini eksikliği üç yaşı civarında da sürüyorsa, omurga deformiteleri belirir, önce kifoz sonra belde lordoz gelişir. Pelviste şekil bozukluklarının oluşması ileride doğumu zorlaştırabilir. Kanda kalsiyum düzeyinin düşmesi bazen fazla olur ve tetani denen tablo oluşabilir: ellerde ve ayaklarda spazm ile birlikte, gırtlaktaki ses tellerinde de nöbetler halinde spazm olabilir. Gırtlak spazmı sırasında bebek ya da çocuk yüksek frekanslı ince tiz bir ses çıkarır. Bazen bu nöbetler tam bir sara nöbeti tarzında da olabilir. Uzun süre epilepsi için fenobarbiton veya fenitoin grubu ilaçlarla tedavi gören çocuklarda raşitizm, erişkinlerde ise osteomalasi oluşabilir. Çünkü bu ilaçlar karaciğer hücrelerinde mikrozom enzimlerini arttırır, bu enzimler de D vitaminini inaktif metabolitlerine çevirir. Bu kimselerin D vitamini gereksinmeleri artar. Tanı: Tam gelişmiş vakada, özellikle o ülkede raşitizm sık ise tanı çok kolaydır. Bebeğin ya da çocuğun beslenme hikâyesine dikkat etmek gerekir. Zamanı geldiği halde oturmakta, ayakta durmakta güçlük çeken, gevşek, diş çıkarması geciken bebekte raşitizm akla gelmeli ve iyi bir beslenme ve günlük yaşam hikâyesi alınmalı, gerekli vakalarda kanda kalsiyum, fosfor, kalevi fosfataz tayinleri yapılıp kemiklerin röntgen filmi alınarak tanı kesinleştirilmelidir. Tanıda en faydalı röntgen filmi bileğin filmidir. Bu filmde epifiz şeridinin iyice kalınlaştığı, eklemin dış kenarlarının vuzuhlaştığı ve bulanık bir hal aldığı görülebilir. Raşitizmin sık olmadığı ülkelerde kemik lezyonları, osteogenesis imperfecta, akondroplazi gibi hastalıklardan ayırmak için deney sahibi bir radyologun fikrini almak gerekir. Raşitizm tedavi edilmezse enfeksiyonlarla, özellikle solunum yolu enfeksiyonları ile hasta yitirilebilir. Bu artmış enfeksiyon riski dışında hastalık genellikle öldürücü değildir. 20 Çocuğun yaşı ilerledikçe iskelet değişiklikleri kendi kendine düzelebilir. Ağır vakalarda iskelet değişiklikleri kalıcıdır. Osteomalasi: D vitamini eksikliği erişkinde olursa osteomalasi denen tablo oluşur. Genellikle doğurma çağındaki kadınlarda görülmektedir. Çocukluğunda ve ergenliğinde D vitamini eksikliğinin sınırında yaşayan kadınlar bir kaç doğurma emzirme döneminden sonra osteomalasiye tutulabilmektedir. Halen, Kuzey Hindistan ve Pakistan'da oldukça yaygındır. Osteomalasi, yağ emiliminin bozulduğu sindirim sistemi hastalıklarında ve D vitamini ve kalsiyum fosfor metabolizmasının bozulduğu böbrek hastalıklarında da sıklıkla görülür. İlk ve önemli klinik belirtisi bel, kalça ve bacak ağrılarıdır. Kas gücü azalır. Merdiven çıkmakta ve çömeldiği yerden kalkmakta belirgin bir güçlük vardır. Paytak yürüme çok dikkati çekicidir. Tetani seyrek olarak görülebilir. Röntgen filmlerinde kemiğin kirecinin azaldığı, simetrik saydam çizgilerin oluştuğu dikkati çeker. Bu çizgilere «Looser bölgeleri» veya «Milkman'ın yalancı kırıkları» denir. Skapulaların iç kenarlarında, publisin kollarında, kostalarda, femurun üst bölgelerinde içe bakan kortekste görülür. Bu yalancı kırıkların görülmesi osteomalasi tanısında kolaylık sağlar. Raşitizmde olduğu gibi kanda kalsiyum ve fosfor düzeyi düşük, kalevi fosfataz düzeyi yüksektir. Bu biyokimyasal bulgular erken ve hafif vakalarda tam belirmemiş olabilir. 4. D Vitamini Fazlalığı D vitamini fazlalığı önemli zararlı sonuçlar doğurur. Uzun süre alınırsa günde 50 mikrogram (2000 ünite) dozlar bile toksik etki gösterir. Daha önce D vitamini depoları dolu olan kimse, yüksek dozda bir depo D vitamini preparatı alırsa bu fazla gelebilir. D vitamini fazlalığında kanda kalsiyum düzeyi yükselir ve zararlı etkileri buna bağlı olarak gelişir. İlk belirtiler: İştahsızlık, bulantı, kusma ve idrarın çoğalması (poliüri), susama hissinin artmasıdır. Kabızlık tipiktir, ancak kabızlık sırasında zaman zaman ishal nöbetleri olabilir. 21 Hiperkalsemi 12 mg/dl’yi aşabilir ve bilinç bozulabilir. D vitamini fazlalığına bağlı hiperkalsemide yumuşak dokulara kireç oturması eğilimi vardır (metastatik kalsifikasyon). Böbrek tubuslarına kalsiyum oturur (nefrokalsinoz). Damarlara, kalbe, akciğere de oturabilir. Bu kalsiyum oturmaları öldürücü olabilir. Tedavide ağızdan ve parenteral bol sıvı vermek, D vitaminini hemen kesmek, sonra da D vitamini vermek gerekiyorsa buna uygun dozlarda vermek gerekir. Ciddi vakalarda glukokortikoitler çabuk sonuç almaya yardım edebilir. 5. Günlük Gereksinme Günlük alınması gereken D vitamini miktarı kişinin maruz kaldığı güneş ışığı miktarına göre çok değişir. Tropik bölgelerde bol güneş görerek yaşayan çocuklarda, diyetleri hemen hemen hiç D vitamini içermediği halde, raşitizm görülmemektedir. Kuzey ülkelerinde yaşayanlarda ya da tropik bölgede yaşadığı halde yaşam tarzı nedeniyle güneşe yeterli maruz kalmayanlarda, çocuklar için günde 10 mikrogram, büyük çocuklar ve yetişkinler için günde 2,5 mikrogram (100 IU) D vitamini dışarıdan almak gerekir. D vitamininin sınırda eksikliklerinde, kemiklerde bir hastalık ortaya çıkmadan, kalın barsak kanserlerine yatkınlığın arttığı bildirilmiştir (4). 6. Tedavide Kullanılması Raşitizmin tedavisinde günde 1000 - 5000 IU (25-125 mikrogram) D vitamini verilmesi uygundur. Bu uygulama belirtiler silininceye kadar devam edilir. D vitamininin fazlası toksik olduğundan çocuk yakından izlenmeli veya aileye D vitamini zehirlenmesinin belirtileri öğretilmelidir. Film normalleşince ve kalevi fosfataz düzeyi normale inince tedavi dozundan korunma dozuna inilir. 300.000 ünite D vitamini, depo olarak, ağızdan ve kalçadan tek doz vermek çok öğütlenecek bir yöntem değildir, çünkü D vitamini zehirlenmesi bu şekilde daha sıktır. Ancak 22 kitle halinde tedaviler veya korumalar gerekiyorsa (kıtlık, savaş, doğal afetler gibi) bu yöntem uygulanabilir. Tedavide, D vitamini yanında kalsiyum alınması da sağlanmalıdır. Bebekler ve çocuklar için en iyi kalsiyum kaynağı süttür. Raşitik bir çocuk her gün en az yarım litre süt içmelidir. Ağır vakalarda ağızdan kalsiyum laktat veya diğer kalsiyum preparatları verilebilir. D vitaminine dirençli denen raşitizm vakaları genellikle böbrek hastalarıdır. Burada ya tubuluslardan fosfor emilmesinde bir bozukluk (Fanconi tubulopatisi gibi) ve/veya böbrekte D vitamininin aktif şekle dönüşmesinde yetersizlik vardır. Bu durumlarda ya yüksek doz D vitamini ve kalsiyum (günde 3 tablet Calcium Sandoz Forte Effervescent ve 3-5 mg yani 120.000 - 200.000 ünite D vitamini) verilir veya D vitamininin asıl aktif şekli (1,25 dihidroksi D vitamini) veya bunun analogları (1 - alfa hidroksi D vitamini) gibi kullanılır. Hipoparatiroidiye bağlı hipokalsemilerde de tedavi amacıyla D vitamini kullanılır. Bu amaçla da 1, 25 - dihidroksi D vitamininden daha iyi sonuç alınabilir. Böbrek hastalığına bağlı renal osteodistrofilerde özellikle 1,25-dihidroksi D vitamini kullanarak daha iyi sonuç alınabilir. Osteomalasi tedavisinde kullanılan D vitamini dozları, raşitizm tedavisinde kullanılan dozların aynısıdır. Eğer emilim bozukluğu varsa (malabsorbsiyon sendromu) ya ilacı parenteral vermeli ya da ağızdan günde 50.000 ünite gibi yüksek dozlar kullanılmalıdır. Ayrıca osteomalasi vakalarında günde 1 - 2 g kalsiyum laktat verilir. Tedaviye klinik belirtiler silininceye ve kanda kalevi fosfataz düzeyi normale ininceye kadar devam edilir, sonra korunma önlemleri alınır. Raşitizm ve osteomalasiden korunmada güneş ışığından yeterli yararlanma birinci derecede önem taşır. Bu eğitimle sağlanamıyorsa koruyucu dozda D vitamini almaya alıştırılmalıdır. Vitaminli margarinleri kullanmak bu açıdan faydalı olabilir. Bebeklerde, süt tozu ile besleniyorsa ve bu süt tozuna D vitamini katılmışsa, günlük aldığı D vitamini hesaplanır ve genellikle bu D vitamini raşitizmden korunmaya yeterlidir. Daha büyük 23 çocuklar, yeterli güneş ışığına maruz kalmıyorsa kış aylarında bir çay kaşığı balık yağı almalıdır. Tadı dolayısıyla çocuk reddediyorsa bir D vitamini preparatı verilebilir. Ilıman iklimlerde yaşayan çocuklarda (ülkemiz gibi) ilk dört yaş bitene kadar kış aylarında günde 400 ünite (10 mikro-gram) vermek faydalıdır (4). 7. Oral Dokulara ve Diş Gelişimine Etkisi Sağlıklı dişler ve kemikler için gereklidir. Eksikliğinde kafa hacmi artar,fondeelin kapanması gecikir,; damak kubbesi derinleşir, mandibula açısı genişler, mandibula korpusu eğilir (5). Raşitizmde; dentin ve minenin anormal gelişimi sonucu dişlerde defektler, gecikmiş diş sürmesi, dişlerin çenelerde uyumsuz dizilimi görülmektedir (7). Mine tabakası nokta ve çizgi şeklinde girintilerle düzensizlik gösteri (3). Hipofostamik raşitizm, dişlerde ve destek dokularda belirgin sonuçlara neden olur. Tipik olarak, hipokalsifiye dentinin yaygın globuler formasyonu ve pulpa boynuzu bölgesinde meydana gelmiş tubuler defektler görülür. Bu pulpa boynuzları mine dentin sınırına kadar uzamıştır. Röntgenlerde daha belirgin şekilde görülebilmektedir. Bu defektlerin sebebi, tubuler matriksi yıktığı kanıtlanamayan mikroorganizmaların pulpaya invazyonudur. Ayrıca, süt ve daimi dişlerde periapikal lezyonlar meydana gelir ve bunları takiben multipl gingival fistüller oluşur. Röntgende anormal sement ve kemik yapısına bağlı olarak lamina dura ya yoktur ya da çok az görülmektedir (7). 24 Resim 4 – 8 yaşındaki hipofostatamik raşitizm hastasında süt ikinci molar dişin kesitinin mikrofotoğrafında deminerilazyon sahası Not: Nekrotik ve geniş çaptaki interglobuler dentin ile birlikte pulpa odasına doğru uzanan tubuler defekt görülmektedir. Resim 5 – 13 yaşındaki raşitizm hastasındaki mine hipoplazisi görüntüsü K VİTAMİNİ 1. Yapı ve Fonksiyonu K vitamini naftokinondur ve doğada iki biçimde bulunur. K1 vitamini bitkilerde bulunur, filokinon ve fitomenadion (phyloquinone veya phytomenadione) adları ile adlandırılır. K2 vitamini ise bir grup menakinonlardır ki (menaquinones) bakteriler tarafından üretilir. Yan zincirleri farklı uzunlukta birçok menakinon vardır (Şekil 2). 25 Menakinon –n (menaquinone –n) K2 vitamini Şekil 2 - K vitaminin Kimyasal Yapı Örnekleri K vitamini yağda eriyen bir vitamin olduğundan emilmesi için safra ve pankreas özsuyuna gereksinme vardır. Yağ sindirimi veya emiliminin bozulduğu malabsorpsiyon sendromlannda K vitamini emilmesi bozulur. K vitamini kana şilomikronlarla girer ve karaciğere gelir. K vitamini karaciğerde bazı pıhtılaşma faktörlerinin yapımını sağlar. K vitamini yardımı ile yapılan pıhtılaşma faktörleri: 1) II. faktör veya protrombin, 2) VII. faktör, 3) IX. faktör'dür. K vitamini eksikliğinde protrombin zamanı ve yukarıda sayılan faktörlerin eksikliğine bağlı olarak kanamaya eğilim belirir. 2.Vitamin Kaynakları K vitamini iki kaynaktan sağlanmaktadır: 1) K, vitamini besinlerden ve özellikle yeşil sebze ve tahıllardan alınabilir (Tablo 4). 2) K, grubu vitaminler kalın barsaklarda bakteriler tarafından üretilmektedir. Antibiyotik almakta olduğu için kalın barsakta bakteri florası bozulmuş kimselerde K vitamini alımı da yeterli değilse K vitamini eksikliği oluşabilir. Kalın barsakta oluşan K vitamininin kalın barsaklardan nasıl emildiği belli değildir. Bu araştırılmaya değer bir konudur. 26 Tablo 5. Bazı Besinlerdeki K Vitamini Miktarları Besin K Vitamini (μg/100g) İnek sütü Peynir 3 35 Tereyağı 35 Yumurta 10 Sığır eti 7 Karaciğer 90 Ayçiçeği yağı ve mısır 0 Sığır eti yağı 15 Prinç 0 Mısır 5 Buğday 15 Ekmek 4 Sebzeler 15-600 Muz 2 Portakal 1 Şeftali 8 Çilek 0 Kahve 38 Çay(normal,siyah) 0 Yeşilçay 700 3. K vitamini Eksikliği Sırf besinsel alım yetersizliği dolayısıyla K vitamini eksikliği oluşması seyrektir. Yeni doğanlarda barsaklar steril olduğu için ve ilk besinler de steril olduğundan K vitamini eksikliği gelişebilir. Anne sütü K vitamininden yoksundur. İnek sütü ise bu bakımdan zengindir. Genellikle bebeklerdeki K vitamini eksikliği zamanla, bakteri florası oluştukça düzelir. Zaten ilk günlerde bol K vitamini olsa bile karaciğerde K vitamini yardımı ile pıhtılaşma faktörlerini yapan mekanizma tam işlerliğe kavuşmuş değildir. 27 K vitamini eksikliği genellikle safra yolları tıkanmış olanlarda (tıkanma sarılığı), çölyak hastalığı gibi malabsorbsiyon sendromlarında, barsak florasını bozacak şekilde geniş spektrumlu antibiyotik alanlarda, tedavi amacıyla K vitamini antagonisti alanlarda görülür. Karaciğer yetersizliği olanlarda K vitamini eksikliği bulunmasa dahi pıhtılaşma faktörlerini yapımının yetersiz olabileceğini ve K vitamini vermekle bu yetersizliğin belki kısmen düzeltilebileceğini unutmamak gerekir. Tanı: K vitamini eksikliğine bağlı kanama en erken kendini idrarda belli eder. İdrar santrifuj edildikten sonra sedimentin mikroskobik muayenesinde eritrositler görülür ve idrarda kanama idrarın rengini değiştirecek kadar belirgin olabilir. Bundan sonra deri ve deri altı kanamaları ve iç organ kanamaları görülebilir. K vitamini eksikliğinin tanısı, böyle bir eksikliğe yol açacak bir nedenin bulunması, protrombin zamanının uzamış olması ve K vitamini tedavisinden sonra protrombin zamanının normale dönmesi ile konur. 4. K Vitamini Fazlalığı K vitaminin fazla verilmesi ile aşırı bir kan pıhtılaşması ve tromboza eğilim oluştuğu bildirilmemiştir. Fazla K vitamini, bulantı ve bazen kusma yapabilir. Çok fazla K vitamininin karaciğer fonksiyonlarını bozma olasılığı vardır. Eritrositlerde glikoz-6-fosfat dehidrogenaz eksikliğinde, birçok başka ilaç ve maddeler gibi, fazla K vitamin de hemolize yol açabilir. Doğum sırasında anneye veya doğumdan sonra bebeğe yapılacak yüksek doz K vitamini yenidoğan sarılığını ağırlaştırabilir. Emniyetli olmak için erişkinde günde 10 mg’dan fazla K vitamini, ciddi durumlar dışında kullanılmamalıdır (4). 28 5. Günlük Gereksinme K vitamini vücutta önemli miktarlarda depolanmaz. Günlük gereksinim miktarı Tablo 5 de verilmiştir (9). Tablo 6. K Vitamini Günlük Gereksinim Miktarı K Vitamini (μg/gün) 120 90 90 90 Erkekler(+19) Kadınlar(+19) Hamilelerde Süt veren kadınlarda 6. Tedavide Kullanılması a) Yenidoğanın kanama yatkınlığında: 1000 yenidoğanın birinde yaşamın 2-5. günleri arasında kanama görülür. Bu kanamaların önemli bir kısmı doğum travmalarına ve bebeğin kanı durdurma (hemostaz) mekanizmalarının iyi gelişmemiş olmasına bağlanmaktadır. Her yeni doğan bebeğe K vitamini yapıp yapmama yöntemi tartışmalıdır. Gelişmiş ülkelerde her yenidoğana K vitamini yapmak genellikle gereksiz görülmekte, ancak travmalı doğumlarda ve kanama belirtileri gösteren bebeklere yapılmaktadır. Bebeğin iyi izlenebileceğinden şüphe varsa doğum sırasında anneye ve doğumdan sonra bebeğe koruyucu olarak K vitamini yapılabilir. Bebeğe yapılıyorsa 1 mg kas içine K vitamini yeterlidir. b) Safra yolları tıkanmaları ve malabsorbsiyon sendromunda: Safra yolları tıkanmalarında, kronik pankreatit ve pankreas tümörü nedeniyle pankreas öz suyunu barsağa yeterli akmadığı hallerde ve çölyak hastalığı gibi barsak emilim kusurlarında belirgin olarak K vitamini eksikliği belirir. Böyle hastalar özellikle cerrahiye verileceği zaman mutlak K vitamini ile tedavi edilmelidir. Ameliyattan önce en az üç gün süre ile günde 10-20 mg K 2 vitamini preparatı verilmelidir. Bu tedaviye rağmen protrombin zamanı normale gelmiyorsa karaciğerde ciddi bir hasar olduğundan şüphe 29 edilmeli, ameliyat sırasında taze kan veya konsantre pıhtılaşma faktörleri kullanılmalıdır. c)Ağızdan antikoagülan tedavi sırasında: Dikumarol grubu ilaçlarla tedavi sırasında, yukarıda belirttiğimiz nedenlerle ciddi bir kanama ya da kanam tehdidi oluştuğunda hemen K vitamini vermek gerekir. Durum ciddi ise suda eriyen K 2 vitamini analogu damardan 10-20 mg verilebilir. Ve bu doz sekiz saat sonra tekrarlanır. Hafif vakalarda oral antikoagülan kesilir ve gerekirse ağızdan K 2 vitamini verilebilir (4). 7. Oral Dokulara ve Diş Gelişimine Etkisi K vitamini koagülasyon vitamini olarak da adlandırılmaktadır. Oral dokularda etkisi eksikliğinde ortaya çıkmaktadır. K vitamini eksikliğinin en yaygın oral belirtisi dişeti kanamasıdır. Protrombin seviyesi yüzde 35’in altına indiği zaman diş fırçalamayla, yüzde 20’nin altına indiği zaman da spontan olarak kanama meydana gelebilir (10). E VİTAMİNİ (TOKOFEROLLER) 1. Yapı ve Fonksiyonu E vitamini aktivitesi gösteren 8 tokoferol ve tokotrienol (tocopherol, tocotrienol) vardır (Şekil 3). Tokoferol kelimesi Yunanca tokos : doğurma ve phero: taşımak, gebe olmak anlamlarına gelen sözcüklerden kurulmuştur. Alfa - tokoferol, tokoferciler içinde en aktif olanıdır. Isıya dayanıklıdır. Derin dondurucuda dondurmak ve yağda kızartmak E vitaminini önemli ölçüde tahrip edebilir. En önemli kimyasal özelliklerinden biri oksidasyonları engellemesidir. 30 Şekil 3 – E Vitamininin Genel Formülü E vitamini, yağda eriyen vitaminlerdendir. Yağda kolaylıkla eridiği için hücre zarlarında oldukça bol miktarlarda bulunur. E vitamininin önemli bir kimyasal özelliğinin oksitlenmeyi önlemesi yani antioksidan olmasıdır. Hücre zarlarında (membranlarda), hücre içindeki organellerin zarlarında oksitlenmeyi önler ve hücreyi oksitlendirici süperoksitlerin (O2) , çoklu doymamış yağ asitlerini okside ederek onları enzimatik olmayan bir yoldan harap etmesini durdurur. Hücrede yağların oksidatif bozulması ile ortaya çıkan ürünler boyalı maddelerdir. Hücrelerde yaşlılık ya da yıpranma ile ortaya çıkan yaşlılık pigmenti yani yıpranma pigmenti böyle bir oluşumdur. E vitamininden yoksun bırakılan hayvanlarda bu pigmentler artar ve erken yaşlarda belirir. Bu bakımdan son zamanlarda bu vitamine yaşlanmayı, yıpranmayı ve dejeneratif süreçleri önleyici bir vitamin gibi bakılmak istenmektedir. 31 2. Vitamin Kaynakları En önemli kaynak bitkisel yağlar yani tohum yağlarıdır. Margarin bu bakımdan iyi bir kaynaktır. Bir miktar yumurtada da bulunur. Tahıl unlarında da bulunur. Et ve meyvede azdır. Ortalama bir diyetle günde 5-10 mg E vitamini alınmaktadır. Tablo 7. Bazı Besinlerde Alfa Tokoferol Miktarı E vitamini mg/100 g yağ Yiyecek Tereyağı Margarin Sıvı yağlar Tavuk Yumurta Koyun. sığır Fasulye Tahıl Meyve, sebze 1.6 10.2 50 1.6 10.7 1.7 9 45 90 3. E Vitamini Eksikliği Doğada ve besinlerde oldukça yaygın bulunduğu için insanlarda eksikliği seyrek olarak gösterilmiştir. Prematüre doğan bebeklerde E vitamini eksikliğine bağlı hemolitik anemi kesin olarak gösterilmiştir. Bunun dışında yağ emiliminin bozulduğu durumlarda E vitamini eksikliğine bağlı olarak eritrositlerinin yaşam sürelerinin hidrojen peroksit gibi oksidan maddelere aşırı duyarlı olduğu anlaşılmıştır. Plazma normal E vitamini düzeyi 5-10 mikrogram/dl’dir. Gönüllülerde özel diyetlerle E vitamini eksikliği yaratıp plazma düzeyini düşürebilmek E vitamini eksik diyete bir yılı aşkın bir süre devam etmek gerekmiştir. 32 4. E Vitamini Fazlalığı E vitamini fazlalığının zararlı olduğuna dair açık bir bulgu bildirilmemiş olmakla birlikte, bazen barsak kramplarına yol açabileceği ve bazı kimselerde hipertansiyon gelişebileceği tarzında gözlemler vardır (4). 5.Günlük Gereksinme Tablo 6. E vitamini Günlük Gereksinim Miktarı (11) E Vitamini (gün) Erkekler(+19) 15mg (22 IU) Kadınlar(+19) 15mg (22 IU) Hamilelerde 15mg (22 IU) Süt veren kadınlarda 19mg (28 IU) 6. Tedavide Kullanılması Prematüre bebeklerde hemolitik anemiyi düzeltmek için kullanılması en açık kullanım alanıdır. Kistik pankreas fibrozu olan çocuklarda E vitamini vermek faydalıdır ve en azından bu hastalıktaki kas zaafını önler. Yenidoğanın solunum sıkıntısı sendromunda bronkopülmoner displazi gelişimi önemli bir komplikasyondur ve E vitamini verilmesinin oldukça iyi geldiği belirtilmektedir. Kalıtsal abetalipoproteinemili hastalarda görülen retinitis pigmentosa durumu, myopati ve serebellar kusurlar E vitamini verilmesinden yararlanır. Bu hastalara A vitamini de vermek gerekir. Orak hücreli anemide E vitamininin oraklaşma oranını azalttığı ve hastalığın prognozunu önemli ölçüde düzelttiği açıkça gösterilmiştir. Akdeniz tipi 33 glukoz -6- fosfat dehidrogenaz eksikliği sürekli kronik hafif hemoliz ve zaman zaman, özellikle oksidan maddelere maruz kalınca, ortaya çıkan ağır hemoliz krizleri ile seyreder. Bu haftalara günde 800 IU E vitamini vermekle üç ay içinde hemolizin azaldığı ve eritrositlerin yasam sürelerinin uzadığı gösterilmiştir. Bir yıllık bir tedavi ise hastaların kansızlıklarını önemli ölçüde gidermiş ve hastaların krizleri hafif atlatmalarını sağlamıştır. Prematüre bebeklerin önemli bir komplikasyonu olan retrolental fibroplaziden korunmada E vitamininin önemli rolü olduğu ve 1500 gramın altında olan bebeklere günde kg başına 100 mg E vitamini vermenin faydalı olduğu, retrolental flbroplazi gelişse bile derecesinin bu şekilde daha hafif olduğu açıkça bildirilmiştir Yaşlanmayı, hiç olmazsa kısmen, kozmik ışınlardan, çevre kirlerinden, enfeksiyonlardan veya peroksidatif olayların kalıntılarından kaynaklanan serbest köklerin hücrelere verdiği zararların birikimine bağlamak isteyenler vardır. E vitamini bu serbest köklere karşı korur (serbest kök denince eşleşmemiş bir elektronu olan kökler anlaşılır). Şüphesiz serbest köklerin faydalı etkileri de vardır, özellikle nötrofil lökositlerin fagositoz yapabilmesi ve iltihap belirtilerinin oluşması serbest kökler sayesinde mümkün olur. Ama serbest kökler, süperoksit kökler kontrolsüz kalınca hücre bütünlüğünü bozar. Bunları göz önüne alarak bol E vitamini alıp yaşlılığa gidişi yavaşlatmaya çalışanlar vardır. Bunları haklı gösterecek bir kanıt yoktur. Çinko, selenyum, bakır ve B2 vitamini de antioksidan etki gösterir, buna karşılık C vitamini ve demir serbest köklerin oluşmasını arttırır. Ancak C vitamini ve demir de bu yolla enfeksiyonlarla mücadeleyi kolaylaştırır. C vitamininin etkisi iki yönlü olabilir, antioksidan etkisi de mevcuttur. E vitamini şeker hastalığında dejeneratif değişiklikleri önlemek, sporcuların performansını arttırmak, itiyadi düşükleri tedavi etmek, erkek kısırlığını düzeltmek, prostat büyümelerini kontrol altında tutmak, katarakt oluşmasını önlemek, bazı deri hastalıklarını 34 hatta kollajen doku hastalıklarını tedavi etmek, progresif muskuler distrofiyi durdurmak amaçları ile kullanılmıştır. Bunların mantıklı açıklaması yoktur ve bir faydası da görülmemiştir. Uzun süreli parenteral beslenmelerde (parenteral hiperalimantasyon) E vitamini unutulmamalıdır ve beslemede ne kadar yüksek oranda çoklu doymamış yağ asidi içeren yağlar kullanılırsa E vitaminine gereksinmenin o kadar arttığına dikkat edilmelidir (4). 7. Oral Dokular ve Diş Gelişimi Üzerine Etkisi E vitamini eksikliğinde süt dişlerinin sürme ve düşme zamanları gecikmekte, dişlerde durum, hacim ve şekil bozuklukları oluşmaktadır (5). Irving farelerle yaptığı çalışmalarda E vitamini eksikliğinde minede pigment kaybı ve atrofi gibi dejeneratif değişiklikler tanımlamıştır (10). 2. SUDA ERİYEN VİTAMİNLER Bu grupta C ve B grubu vitaminler bulunur. Suda eriyen vitaminlerin bir bölümü vücutta koenzim olarak iş görürken bir kısmı membranların bütünlüğü için gereklidir. Molekül ağırlıkları büyüktür (3). Suda çözünürlükleri için bu vitaminlerin fazlalıkları idrar ile atılır, bundan dolayı da nadiran toksik konsantrasyonlarda birikim gösterirler. Aynı nedenle depolanmaları kısıtlıdır. Bu nedenle düzenli olarak sağlanmalıdırlar (12). B1 VİTAMİNİ (TİAMİN ) 1. Yapı ve Fonksiyonu Tiamin hidroklorür beyaz bir tozdur (Şekil 4). Suda kolay erir, ısıya pek dayanıklı değildir. Ancak asit ortamda 120°C a kadar dayanabilir. Pastalara, hamur işlerine ve sebzelere 35 sodyum bikarbonat konursa tiamin büyük ölçüde pişerken harap olur. Tiamin okside edici maddelerle temasa gelirse tiokroma döner bu da morötesi (ültraviole) ışınlarla kuvvetli fluoresans verir. Bu reaksiyondan Bı vitamini tayininde yararlanılır. Lactobacillus viriclescens kullanılarak yapılan mikrobiyolojik tayin yöntemi de vardır. Tiamin hidro-klorür'ün 3 mikrogramı 1 internasyonal ünite (IU) dir. 1 mg tiamin 333 IU olur. Bı vitamini genellikle ünite ile değil mg olarak ifade edilir. Şekil 4. Tiamin Barsak kanalından kolayca emilir. Kalın barsaklardan dahi emilebilir. Vücut depoları azdır. Dışarıdan alınmaması halinde birkaç gün içinde depolar tükenir. Tiamin karbonhidrat metabolizmasında önemli rolü olan bir vitamindir. Tiamin eksikliğinde glukozun oksidatif yıkımı, yani oksijen varlığında karbon dioksit ve suya kadar yanışı bozulur. Glukoz yıkımı laktat ve pirüvat düzeyinde duraklar; beyinde, çevre sinirlerinde, kanda ve diğer dokularda laktat ve pirüvat birikir. Dokuların, özellikle beynin oksijen tüketimi azalır. Beyin ve sinirler enerji gereksinmelerinin hemen tümünü karbonhidratlardan yani gukozdan sağlarlar. Bı vitamini eksikliğinde bu dokular öncelikle zarar görür. Tiamin genellikle vücutta pirofasfat şeklinde bulunur ve bu haliyle pirüvatı dekorboksile eden enzimin bir parçası olarak (koenzimi olarak) karbonhidrat metabolizmasında etkin rol alır. Tiamin ayrıca sitrik asit çemberinin dönmesinde; lösin, izolöslin ve valin gibi bazı amino asitlerin metabolizmasında, glukozun heksoz monofosfat yolundan kullanılmasında rol oynamaktadır. Tiamin biyokimyasal rolü açıkça ortaya konan ilk vitamindir ve bu şekilde vitaminlerin biyolojik olaylarda ne şekilde rol oynayabileceği 36 konusunda model oluşturduğu gibi enzimlerin faaliyetlerinin anlaşılmasında da yeni gelişmelere yol açmıştır. 2. Vitamin Kaynakları Tablo 8. Bı vitamininin Besinsel Kaynakları Kaynak Koyun eti (taze) İşlenmemiş buğday Beyaz ekmek Kepek Evde hazırlanmış çiğ pirinç Baklagiller Taze sebze ve meyveler Balık eti (taze ) Yumurta Süt Kuru bira mayası Tiamin Miktarı mg/100g 0.16-0.20 0.4 0.05-0.07 2-4 0.08-0.15 0.4 0.02-0.2 0.01-0.1 0.9 0.04 6-24 Tiamin suda eriyen bir vitamindir. Sebzeler ve et bol su ile haşlanır ve sonra bu su kullanılmazsa bu yiyecekler B, vitaminlerini büyük ölçüde yitirirler. Alkali ortamda ısıya dayanıksızdır. Ekmek mayası ortamı alkali yapmaz. Ortalama bir pişirme tarzında yiyecekleri pişirmeye hazırlamak ve pişirmekle husule gelen Bı vitamini kaybının % 25 civarında olduğu tahmin edilmektedir. Dondurarak saklama, konserve yapmak ve suyunu a kurutma gibi yöntemlerle büyük ölçüde Bı vitamini kaybı olmaz, ancak her yöntem ve bu yöntemin ürünü ayrı ayrı değerlendirilmeli ve varsa hatalar olumlu önerilerle birlikte halka, ilgili kurum ve firmalara anlatılmalıdır. 37 3. Bı Vitamini Eksikliği Tiamin eksikliği genellikle başka vitamin eksiklikleri ve kalori yetersizliği ile birliktedir. Eskiden olduğu gibi günümüzde de saf tiamin eksikliği görmek hemen hemen olanaksızdır. Ancak gönüllü kimselerde yapılan denemelerde başka her bakımdan yeterli yalnız tiamin bakamından eksik diyetler uygulanmıştır. İlk ortaya çıkan belirtiler iştahsızlık ve anksiyete (gerginlik) haline benzeyen psişik belirtilerdir. Ancak bu belirtilerin ne ölçüde tiamin eksikliğine ne ölçüde bu özel diyetin yarattığı psişik sıkıntıya bağlı olduğu da belli değildir. Tiamin eksikliği; 1) Besinsel olarak az Bı vitamini alınmasına, 2) Mide - barsak kanalından emilimin bozulmasına, 3) Bı vitaminine gereksinmenin artmasına bağlı olabilir. B1 vitamini eksikliği iki grupta incelenebilir: a) Belirgin belirti vermeyen hafif B1 vitamini eksikliği, b) Beriberi a) Hafif Tiamin Eksikliği: Daha çok kadınlarda görülür. Geliri iyi olmasına rağmen kilo almamak için bilinçsiz bir şekilde rejim yapanlarda, gebelik ve emzirme gibi B1vitamini gereksinmesinin arttığı hallerde rastlanabilir. Makarna haşlamak gibi kolay yemeklere özenen, vaktinin ve paralanın çoğunu süslenmeye ve oyunlara ayıran hanımlarda iştahsızlık, kuvvetsizlik, öğleden sonra daha da artan yorgunluk hali, ruhi gerginlik ve sıkıntı, kabızlık gibi şikayetler psikojenik veya değişik nedenlere bağlı şikayetler olabileceği gibi B1 vitamininin hafif eksikliğine bağlı şikâyetler olabilir. İyi alınan bir beslenme anamnezi, muayenede tendon reflekslerinin yavaş ve cansız oluşu ve nihayet baldır kaslarının ağrılı durumu ile tanı konabilir. Belirtiler minimal hipotirodi ile karışabilir. Böyle durumlarda bir yandan tiroid incelemeleri yapılırken bir yandan da B1 vitaminine hastanın verdiği cevap araştırılabilir. Hafif B1 vitamini yetersizliği düşük gelir nedeniyle beslenmesi yetersiz olanlarda da görülebilir. Böyle durumlarda kişiler tek tek veya 38 kitle halinde eğitilebilir. Kısıtlı imkanlarla besin maddelerini alanlar, en uygun ve yararlı olanları seçmeli, örneğin beyaz un yerine esmer unları seçmeli, baklagillere önem vermeli, sakatat almalı, yemekleri özellikle sebzeleri vitaminlerini en az kaybedecek şekilde pişirmeli (örnek olarak: önce yıkayıp, sonra ayıklayıp doğramalı, sebzeleri kaynar suda başlamalı, haşladıktan sonra hiç bir besinin suyunu dökmemelidir) ve çeşitli besinlere yönelmeli, özellikle gebe ve büyüme çağında olanların beslenmesine aile içinde ayrı bir özen gösterilmelidir. b) Beriberi: Beriberi hastalığı şu klinik tablolarda toplanabilir: A. Bebek beriberisi B. Yaş beriberi C. Kuru beriberi D. Alkolik beriberi: a) Alkolik nöropati. b) Alkolik kardiomyopati c) Wernicke - Korsakoff Sendromu d) Ağır laktik asidoz Bebek beriberisi: Anne sütü ile beslenen 2 -5 aylık bebeklerde görülebilir. Annede aşikar beriberi olmamakla birlikte B1vitamini eksikliğinin sınırında yaşamaktadır ve sütündeki tiamin bebek için yetersizdir. Ağır şekilleri ani ve nedensiz kalp yetersizliği ile kendini belli eder. Bebek huysuzdur, ağlar, vücut şiştir, dudaklar ve uçlar morarır. Tedavi edilmezse bebek üç gün içinde kaybedilir. Daha hafif ve kronik şekillerinde kas gevşettiği, inatçı kabızlık, kusmalar, kalp yetersizliği (daha yavaş ve sinsi seyirli) görülür. Günümüzde bebek beriberisi, bilindiği kadarı ile Burma ve Tayland’da bir sağlık sorunu olmaya devam etmektedir. Yaş beriberi: Ödem en önde gelen belirtidir. Bacaklar, yüz ve gövde şjştir. Plevra ve periton boşluğuna sıvı toplanır. Nefes darlığı olabilir. Kalp yetersizliği yapacak başka bir 39 neden ortada yoktur. Baldırlar sıkmakla ağrılıdır. Kalp aşırı büyümüştür. Uçlar soğur ve morarırsa kalp debisi iyice düşmüş demektir ve ölüm yaklaşmıştır. Kuru beriberi: Egemen belirti nöropatidir. Hasta, iştahsızlık ve güçsüzlük yanında en çok bacaklarını zor kaldırmaktan ve zorlukla yürüyebilmekten şikâyet eder. Ayaklarda karıncalanma ve uyuşma hissi olabilir. Tibia üzerinde yüzeyel duygu kaybı oldukça tipiktir. Kaslar gittikçe erir. Ülkemizde ve diğer ülkelerde belirgin belirtiler vermeyen yani beriberiye kadar varmamış hafif tiamin yetersizlikleri ve alkolik beriberiler görülebilmektedir. Alkolik beriberi: En sık şekli alkolik nöropatidir. Kuru beriberiye karşılıktır. Polinöropatiler çok değişik nedenlerle oluşabilmektedir. Alkolik kardiomyopati de yaş beriberiye karşılıktır. Alkolik kardiyomyopati genellikle iyi beslenmeyen ve haftalarca aşırı alkol alan bir kimsede ani başlayan kalp yetersizliği belirtileri ile kendini belli eder. Wernicke - Korsakoff Sendromu: Alkoliklerde uzun zamandan beri tanınmış olan bir sendromdur. Wernicke bu sendromun nörolojik yönlerini tanımlamıştı. Göz hareketlerinde felçler, ataksi ve nistagmus dikkati çeker. Tedavide yüksek dozda B1 vitamini kullanılmazsa hastalık öldürücüdür. Korsakoff ise aynı hastalığın daha çok psikiatrik sayılabilecek belirtilerini tanımlamıştı. Bu belirtilir arasında öğrenme ve akılda tutma yeteneğinin iyice azalması ve uydurma (confabulation) vardır. Burada tiamin tedavisine cevap daha yavaştır ve tam düzelme olmayabilir. Her iki lezyonda da beyinde histolojik değişiklik aynıdır, fakat bu dejeneratif değişiklikler beynin değişik bölgelerine egemen olmuştur. B1 vitamini eksikliğinin laboratuar tanısı: Kanda tiamin düzeyi tayin edilebilir. Bir tanı aracı eritrositlerde transketolaz enzimi aktivitesinin tayinidir ve tiamin pirofosfat (TPP) eklendikten sonra aktivite % 25 veya daha fazla artarsa bu tiamin eksikliğini gösterir. 40 4. B1 Vitamini Fazlalığı Suda eriyen bir vitamin olduğu için idrarla atılır, fazlalık durumu gözlenmez. Ancak bazı kimselerde anafilaktik şoka neden olabilir. 5. Günlük Gereksinme Diyetteki karbonhidrat miktarı ne kadar fazla ise günlük gereksinme de o kadar fazladır. Alkol de bu gereksinmeyi önemli ölçüde arttırır. FAO ve WHO gibi yetkili kuruluşlar (Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım örgütü ve Dünya Sağlık örgütü) 1 günlük diyettin 1000 kalorisi için 0,4 mg tiamini yeterli görmektedirler. Genellikle, toplam olarak günde l mg tiamin almanın yeterli olduğu rahatlıkla söylenebilir. 6. Tedavide Kullanılması Beriberi tedavisinde, Wernicke ansefalopatisinde hayat kurtarıcıdır ve yüksek dozlarda kullanılır. Minimal Bı vitamini eksikliklerinde, kronik alkoliklerde Bı vitamini vermektense diyeti düzenlemek, eğitim yapmak daha doğru yoldur. Ancak bazen böyle durumlarda içinde 5 mg kadar da Bı vitamini bulunan bir multivitamin preparatını günde iki kez vermek faydalı olabilir. Fazla tiaminin idrarla atılıp ziyan olacağı unutulmamalıdır. Beriberi tedavisinde özellikle yaş beriberide, parenteral yol seçilmeli, hatta ağır kalp yetersizliği varsa Bı vitamini damardan damla damla perfüze edilmelidir. Böyle durumlarda günlük doz 20mg civarında olmalıdır. Wernicke sendromunda da parenteral yol seçilmeli ve dozlar daha da yüksek tutulmalıdır. Gerek beriberide gerek Wernicke ansefalopatisinde ayrıca bir multivitamin preparatı da tedaviye eklenmelidir. Şüphesiz alkolik beriberinin her formasında B1 vitamini vermek kadar hatta ondan daha önemli olan alkolün kesilme çabalarıdır. Ameliyatlardan sonra veya mide - barsağın ağızdan beslenmeyi engelleyen hastalıklarında parenteral beslenme yaparken bu besi çözeltilerine hemen günde 2 mg kadar tiamin eklemelidir, çünkü daha önce 41 de belirttiğimiz gibi vücutta Bı depoları çok kısıtlıdır. Ayrıca böyle beslenmelerde genellikle ana kalori kaynağı glukozdur ve bu da tiamine olan gereksinmeyi arttırır. Başka nedenlerle husule gelen nöropatilerde, periferik fasyal paraliside (Bell paralizisi), diskopatilerde Bı vitamini kullanmak anlamsızdır, savurganlıktır ve ayrıca Bı vitaminine bağlı çeşitli tiplerde allerjik reaksiyonların gelişebileceği ve bunlardan anafilaktik tipte olanların ciddi tehlikeler getirebileceği unutulmamalıdır (4). 7. Oral Dokulara ve Diş Gelişimine Etkisi Eksikliği çocuklarda büyümede gecikme, adale zayıflaması gibi bulgulara, ağız mukozası dil ve dişetlerinde herpes benzeri veziküller lezyonlara yol açabilmektedir. Diş hekimliği bakımından ağrılı aftlarda iyi geldiği ve çürük faktörleri arasında rol oynayabileceği ileri sürülmektedir (5). B2 VİTAMİNİ (RİBOFLAVİN) 1. Yapı ve Fonksiyonu Riboflavin sarı-yeşil renkte ve fluoresans veren bir maddedir. Suda erir, yağda erimez. Nükleotidlerle birleşerek, organizmada oksidasyon-redüksiyon zincirlerinin enzim sistemlerine koenzim olarak katılır ve bu enzim sistemlerinin işlerliğe kavuşmasını sağlar. Asit çözeltilede kaynatılmaya çok dayanıklıdır. Alkali ortamda kaynatma ile bozulabilir. ışığa uzun süre maruz kalma ile bozulabilir. Normal pişirme ile yiyeceklerdeki riboflavin pek az harap olur. Ancak yiyecekler bol su ile pişirilip sonra o su atılırsa B2 vitamini suya geçerek kaybolur. Süt renksiz şişelerde ışığa maruz bırakılırsa içinde B2 vitamini azalır. 42 Şekil 5. Riboflavin 2. Vitamin Kaynakları Karaciğer, süt, yumurta, yeşil yapraklı sebzeler önemli B2 kaynaklandır (tablo.). B2 vitamininin tersine hububatta azdır. Barsakta bakteriler tarafından yapılıp yapılmadığı tartışmalıdır. Barsaktan kolay emilir. Tablo 9. B2 Vitamini Kaynakları Miktar mg/100g 1.3-4.0 2.0-3.0 0.1-0.2 0.15 0.03 0.1 0.01-0.1 0.1-0.3 0.3-0.4 0.15 0.1-0.3 Besin kaynağı Bira mayası Karaciğer, böbrek Buğday Mısır Pirinç Yeşil sebze Taze meyve Et Balık Süt Baklagiller 43 3. B2 Vitamini Eksikliği Hayvanlarda riboflavin eksikliğinin en göze çarpan, sonucu büyümenin durmasıdır. Bunun yanında dermatit, konjonktivit, saç dökülmesi ve üreme gücünde azalma görülür. İnsanda eksiklik belirtilerini tanımlamak daha zordur, çünkü riboflavin eksikliği görmek zordur. 1949’da Horwitt ve arkadaşları oldukça uzun bir süre gönüllüleri sadece B2 vitamininden eksik bir diyetle besleyerek sonuçları kaydettiler. Bu kimselerde ağız köşelerinde stomatit hali, burun - dudak oluğunda kepeklenme ve seborreik dermatit, skrotumda deri lezyonları, gözde korneaya doğru kılcal damarların yürümesi gibi belirtiler dikkati çekti. Dudak köşelerinde ve skrotumdaki bulgular tabloya egemen olduğundan bu tabloyu «oro genital» sendromlar içine alanlar olmuştur. B2 vitamini eksikliği; 1) az alıma, 2) emilim bozukluklarına (malabsorbsiyon sendromu, 3) ateş, hipertiroidi, gebelik ve emzirme gibi gereksinmenin artışına bağlıdır. Ağır eksikliklerde genellikle diğer vitamin eksikliği belirtileri, özellikle beriberi belirtileri tabloya egemen olur. Az süt içen veya hiç içmeyen, yetersiz besi alan kimselerde ve özellikle yalnız yaşayan yaşlılarda, tek yönlü beslenmenin ve açlığa yakın durumların yaygın olduğu yörelerde, kilo almamak için bilgisizce ve kendi kendine diyet yapan bayanlarda hafif B2 eksikliği oldukça sıktır. Bu hafif B2 eksikliği kendini dilde ve dudak köşelerinde yanma, gözlerde kaşıntı ve yanma ve deride kepeklenme ile belli eder. Riboflavin vermekle kolaylıkla düzelir. Bu durum alkoliklerde de görülmekle birlikte burada B2 eksikliği tabloya egemen olur. Diyabetiklerde, yaşlılarda, antibiyotik alanlarda ve immünosüpresif tedavi görenlerde monilla gibi mantar enfeksiyonlarına ve ağzın bakteri florasının değişmesine bağlı stomatitleri B2 vitamini eksikliği ile karıştırmamak gerekir. Şüpheli durumlarda 3-4 gün günde üç defa 5 mg riboflavin ağızdan verilir, eğer bu lezyonlar B2 vitamini eksikliğine bağlı ise hemen düzelir. Tanı: Riboflavin morötesi ışını ile flüoresans verir. Bu özelliğe dayanarak kanda ve idrarda tayin edilebilir. Mikrobiyolojik tayin yöntemleri de vardır. Eritrositlerde glutation 44 redüktaz enzimi tayin etmek ve flavin adenin dinükleotid (FAD) ekledikten sonra tayini tekrarlamak, FAD ekledikten sonra enzim aktivitesi önemli ölçüde artıyorsa bunu riboflavin eksikliği yönünde değerlendirmek en doğru yoldur. 4. B2 Vitamini Fazlalığı B2 vitaminin fazlasının insanda toksik olduğu gösterilmiş değildir. Suda eriyen bir vitamin olduğu için fazlası idrarla kolaylıkla itrah edilir. 5. Günlük Gereksinme Günlük alınan 1000 kalori başına 0.55 mg’ın yeterli olduğu bildirilmektedir (FAO ve WHO, 1987). Günlük toplam gereksinme 1.5 mg civarında olmaktadır. Son zamanlarda E vitamini ve bazı madenlerle birlikte riboflavinin de serbest köklere karşı organizmayı koruduğu ve daha cömertçe alınmasının faydalı olduğu öne sürenler vardır. 6. Tedavide Kullanılması Yukarıda da söylediğimiz gibi B2 vitamini eksikliğinden olması muhtemel ağrı ve deri şikayetlerinde günde 9 defa 6 mg riboflavin ağız yolu ile verilir ve sonuç izlenir. Beriberi ve pellagra gibi vitamin eksikliği hastalıklarında B1 vitamini ya da nikotinamid tedavisine riboflavin de katılır. Malabsorpsiyon sendromunda diğer vitaminlerle birlikte verilir. Antibiyotik alanlarda husule gelen ağız, dil ve barsak rahatsızlıkları sindirim kanalındaki barsak florasının değişmesi, antibiyotiğe dirençli bakterilerin aşırı üremesi ve/veya moniliasis ile ilgilidir. B2 vitamini vermekle düzelmez. Antibiyotik alanlarda B grubu vitaminleri antibiyotiklerle birlikte vermenin (hasta normal beslenmesine devam ederken ve kısa süreli dönemlerde) anlamı yoktur (4). 45 7. Oral Dokulara ve Diş Gelişime Etkisi Oral dokulara etkisi eksikliğinde meydana gelir. Eksikliğinde vücut direnci düşer, cilt bozuklukları, dudak çatlakları, anemi, glossit, angular stomatitis ve oral ülserasyonlar görülür (5). Dilin filiform papillalarında atrofi, dudaklarda epitelin deskuamasyonuna bağlı kırmızılıklar görülmektedir (10). Resim 6. B2 vitamini eksikliğine bağlı anguler stomatitis NİKOTİNİK ASİT (NİASİN) ve NİKOTİNAMİD (PP VİTAMİNİ) 1. Yapı ve Fonksiyonu Nikotinik asit piridin türevidir. Kimyasal olarak nikotin ile yakınlığı olmakla birlikte fizyolojik, etkilerinin nikotin ile benzerliği yoktur. Suda eriyen beyaz kristal bir tozdur. Isıya ve ışığa dayanıklıdır. Aşağı yukarı en dayanıklı vitamin sayılabilir. Sentezi kolaydır. Nikotinik asit vücutta nikotin amid şeklinde bulunur, nikotinik asite niasin adı da verilir. Nikotinik asit barsak kanalından kolaylıkla emilir. Vücutta birçok dokularda bulunur, ancak deposu kısıtlıdır. 46 Şekil 6. Nikotinik asit ve Nikotinik asit amid Nikotinamid, NAD (nikotinamid adenin dinükleo-tid) ve NADP (nikotinamid adenin dinükleotid fosfat - TPN) nin yapılarına girer. Böylece hücrelerin oksijeni kullanabilmesi için gerekli solunum enzimlerinin işlemesini sağlar. Eksikliğinde deride ve gastrointestinal traktüste husule gelen değişikliklerin tam mekanizması aydınlatılmış değildir. 2. Vitamin Kaynakları Tablo 10. Nikotinik asit Besinsel Kaynakları Besin Miktar (mg/100 g) Et (koyun, sığır, domuz) 3- 6 Balık 2- 6 Bira mayası 30 - 50 Yer fıstığı 15 Kepek 25 Buğday 4- 5 Baklagiller 1.5 - 3.0 Fındık, ceviz 1- 2 Pirinç (iyi terbiyeli) 1 - 1.5 Pirinç (az terbiyeli) 2- 4 Kurutulmuş meyve 0.5 - 4 Mısır unu, patates, sebze, Yumurta, süt çok az 47 Besinsel kaynaklar Tablo 10'da gösterilmiştir. Ancak nikotinik asit, besinlerde mevcut triptofan amino asitinden vücutta sentez edilebilir. Yiyeceklerle alınan 60 mg triptofandan 1 mg nikotinik asit sentez edilebilmektedir. Besinlerdeki nikotinik asitin bir kısmı bağlı haldedir ve biyolojik değeri yoktur. Mısır'da niasetin şeklinde bağlı olarak bulunan nikotinik asitin, pişirmeden önce, sodalı su gibi alkalilerle muamele edilmesi halinde serbest duruma geçebileceği ve geleneksel olarak mısırını bu şekilde pişiren Meksikalılarda pellagra görülmediği gözlemlenmiştir. Mısır, kebap mısır şeklinde kızgın külde pişirilirse nikotinik asit serbestleşebilir ve mısırı bu şekilde yiyen Arizona yerlilerinde de, başlıca besin kaynağı mısır olan diğer insan topluluklarına göre pellagranın az görüldüğü bildirilmiştir. Ortalama bir batı tarzı beslenmede günlük alınan nikotinik asitin en az yarısı proteinlerdeki triptofan amino asitinden gelmektedir. 3. Vitaminin Eksikliği Nikotinik asit eksikliği, yetersiz beslenme sonucu gelişebileceği gibi; karsinoid tümör, izoniazit tedavisi, Hartnup hastalığı gibi triptofan metabolizmasını etkileyen durumlar sonucu sekonder olarak da gelişebilir. Emilimi çok iyi olduğundan malabsorpsiyon sendromlarında eksikliği en az görülen bir vitamindir. a)Hafif eksiklikleri: Kolay yorulma, kolay sinirlenme, dilde yanma ve kabızlık gibi atipik şikâyetlere yol açar. Bu hafif eksikliklerin tanısı, iyi bir anamnez alarak ve nikotinik asit preparatma hastanın günler içinde vereceği cevabı değerlendirerek konabilir. b) Pellagra: Belirgin nikotinik asit eksikliği sonucu gelişen tablo pellagra adıyla bilinir. Nikotinik asit alımının kısıtlı olduğu durumlarda lösin amino asitini fazla içeren besinlerin alınışı da pellagraya yol açabilir. Çünkü lösin amino asiti hücreye girmek için triptofan ile rekabet edebilir ve nisbi bir triptofan yetersizliği oluşur. Pellagrada şüphesiz diğer vitamin eksiklikleri de görülebilir. 48 Pellagranın klinik belirtileri üç ana sistemde yoğunlaşır. 1) Deri belirtileri (dermatit), 2) Gastrointestinal belirtiler (başlıca diare), 3) Sinir sistemi belirtileri (demans). Deride ilk belirtiler; güneş gören yerlerde güneş yanığı gibi bir eritem belirmesidir. Bu eritem plakları deriden hafifçe kabarık ve kaşıntılıdır. Ağır vakalarda içi su dolu kabarcıklar (vezikül) ve kabuklar belirir, yaralar açılabilir. Uzun sürmüş hafif vakalarda bu kırmızı plakların yerini esmer pigmentasyon alır ve bu bölgelerde deri kuru ve kalındır. Sindirim sistemi belirtileri olarak; Hazımsızlık, ishal sıktır. İshal üç ana belirtiden biri sayılmakla birlikte (dermatit, diare, demans) bazen görülmeyebilir. Dil kırmızı, şiş ve ağrılıdır. Sinir sisteminde, ellerde tremor ve ruhi depresyon hali, irritasyon ve bazen delirium görülür. Ağır vakalarda tam bir bunama (demans) tabloya egemen olur. Sekonder pellagralar: Tüberküloz tedavisinde başlıca ilaçlardan biri olan İNH (izonlazit - izonikotinik asit hidrazit) verilmesi sırasında nikotinik asit yetersizliği görülebilir. Özellikle hastaya ek olarak B6 vitamini verilmiyorsa daha kolay belirir. Alkoliklerde beslenme yetersizliğine bağlı olarak pellagra oldukça sık görülür ve genellikle diğer vitamin eksiklikleri ile birliktedir. Kronik böbrek yetersizliği olan vakalarda uzun süre protein kısıtlaması yapılıyor ve ek olarak B grubu vitaminleri verilmesi ihmal ediliyorsa sıklıkla pellagra görülebilir. Karsinoid tümörlerde, argentafin hücrelerden oluşan tümör aşın serotonin üretir ve triptofan büyük ölçüde serotonin üretimine kaydığı için nikotinik asit eksikliği görülebilir. Hartnup hastalığı denen doğmalık bir hastalıkta barsakta ve böbrek tubulus hücrelerinde triptofanın taşınmasında bir kusur vardır. Triptofan hem emilemez hem böbrekten kaybedilir. Pellagra ortaya çıkar ve pellagraya ait belirtiler nikotinik asit tedavisine tam cevap verir. 4. Vitaminin Fazlalığı Yüksek dozlarda verilirse kanda düşük ve çok düşük densiteli lipoproteinlerin miktarı azalır. Hiperlipemi hallerinde bu etkisinden yararlanmak umuduyla kullanılabilir. 49 Mide şikâyetlerine yol açabilir. Karaciğer için zararlı etki gösterebilir. Kanda ürik asit düzeyini arttırabilir. 5. Günlük Gereksinme 1967'de FAO ve WHO ortak komisyonu günlük diyetin 1000 kalorisi başına 6.6 mg nikotinik asit veya eşdeğeri triptofan içermesi gerektiğini belirtmiştir. Günlük gereksinmenin 10 -14 mg arasında olduğu ve bunun tümü triptofandan karşılanacaksa 600 mg civarında triptofan alınması gerektiği söylenebilir. Gebelikte triptofandan nikotinik asite dönüşüm artar. Östrojenler triptofan dioksijenaz enziminin faaliyetini arttırarak kinürenin yolunu hızlandırır. Ancak bu oranlar bol protein alındığı zaman geçerlidir, kısıtlı protein alımı sırasında az miktarlarda alman triptofanın organizma içinde hangi amaçlar için kullanıma yöneltileceği belli olmaz. 6. Tedavide Kullanılması Primer ve sekonder pellagraların tedavisinde (Hartnup hastalığı dahil) ana tedavi aracıdır. Nikotinik asit yüksek dozda verilirse geçici damar açıcı etkisinden dolayı yüzde, boyunda, avuç içlerinde yanma ve iğnelenme hissi olabilir. Doğrudan nikotinik asit amid verilirse bu etki görülmez. Genellikle 1 saatte bir 100 mg’lık tabletlerinden verilir ve pellagra belirtileri günler içinde silinir. Diğer vitamin eksikliklerinin olması da sıklıkla muhtemel olduğundan genellikle yanına bir multivitamin katılır, hasta iyileştikten sonra diyeti ile ilgili düzenlemeler yapılır ve kendisi de eğitilir. Nikotinik asitin damar açıcı etkisi olduğunu söylemiştik (nikotinik asit amidin yoktur). Bu nedenle arter yetersizliklerinde kullanılmıştır. Sadece deri damarlarına etkilidir. Bu bakımdan serebral, koroner ve hatta periferik arter yetersizliklerinde bir faydası beklenemez. Nikotinik asit (niasin) yağ hücrelerinde lipolizi azaltır, bu hücrelerden kana serbest yağ asitleri verilişini engeller. Tedaviye günde 4 defa 50 mg ile başlanabilir ve iki, üç hafta içinde 50 doz günde üç defa birer grama yükseltilir. Faydalı etki bu yüksek dozda belirgin olur. Cholestyramine ile birlikte kullanılınca hiperkolesterolemide oldukça başarılı sonuç alınabilir. Ancak yan etki sıktır. Biraz önce söylenen deri damarlarını açıcı etki hastaya sıkıntılı anlar yaşatır. Şizofrenide ve zekâ geriliklerinde de denenmiştir ama hiç bir faydası olmamıştır (4). 7. Oral Dokulara ve Diş Gelişimine Etkisi Eksikliğinde oral mukozada eritem, dilde papiller atrofi, yanma, hipersalivasyon ve anguler stomatitis görülür. Diş sistemi üzerine direkt bir etkisi yoktur (10). Resim7. Dilde papiller atrofi B6 VİTAMİNİ (PİRİDOKSİN - ADERMİN) 1. Yapı ve Fonksiyonu Besinlerde B6 vitaminin üç şekli bulunur (Şekil 7). Bu üç şekil vücutta birbirine dönebilir ve biyolojik olarak eşdeğerdedir. 51 Şekil 7. Besinlerde B6 vitaminin üç şekli Piyasada B6 vitamini olarak bulunan preparatlarda piridoksin hidroklorür vardır. Vücuttaki asıl aktif şekil pridoksal 5'- fosfat ve pridoksamin 5'- fosfattır. Bu bileşiklere kısaca PLF denir. PLF birçok enzimlerin (60 kadar) işlemesi için gerekli koenzimdir. Bu enzimlerin çoğu protein metabolizması ile ilgilidir. Kinüreninaz enziminde de koenzimdir. B6 vitamini eksikliğinde kinürenin ksantürenik asite döner ve bu şekilde idrarla atılır. Bu maddenin idrarla tayini B6 eksikliği hakkında fikir verir. 2. Ç Bitkilerde ve hayvanlarda yaygın olarak bulunur. Karaciğer, tahıllar, fıstık zengin kaynaklardır (Tablo 11). Bitkisel ve hayvansal yağlarda, mısır ununda, şekerde, alkollü içkilerde bulunmaz. Barsak bakterileri tarafından sentez edilip edilmediği belli değildir. Emilimi kolaydır. En çok jejunumdan emilir. Deriden dahi emilebilir. 52 Tablo 11. B6 vitaminin Besinsel Kaynakları Besin Maddesi 100 gm Dana karaciğeri (çiğ) Dana böbreği Çiğ dana eti Domuz eti Çiğ koyun eti Çeşitli balıklar Piliç Çiğ yumurta (bütün) Beyaz peynir Kaşar peyniri İnek sütü İnsan sütü Beyaz ekmek Esmer ekmek Makarna Pirinç (normal) Bulgur Sebze ve meyveler (çiğ) Kavrulmuş fıstık Bira Şarap Pantotenik Asit miligram 7.7 3.8 0.4 - 0.9 0.5 0.5 0.3 - 0.5 1 1.6 0.2 0.5 0.3 0.2 0.4 0.7 B4 Vitamini mikrogram 840 360 140-160 800-900 270 200-400 300 - 600 110 80 40 38 20 40 180 0.5 0.7 0.1- 1 2 0.08 0.03 170 244 30 - 500 400 60 40 3. Vitamin Eksikliği İnsanda eksikliği pek yaygın değildir. 1953 yılında A.B.D.'de bebekler için hazırlanan süt tozuna, yapımcı firma tarafından B6 eklenmesi unutulmuş ve bu formülle beslenen bebeklerde, B6 vitamini ile düzelen konvülsiyonlar görülmüştür. Birçok ilaçlar anti - B6 etkisi gösterir. Bunlar arasında İNH (izoniazit), hidralazin, penisilamin ve östrojenler vardır. Özellikle İNH, B6 vitaminine gereksinmeyi çok arttırır. Ek olarak B6 vitamini verilmiyorsa piridoksin eksikliğine bağlı periferik nevritler ortaya çıkar. Bazı bebekler normal beslendikleri halde B6 vitamini tedavisine cevap veren konvansiyon nöbetleri gösterebilir. Erişkinlerde seyrek olarak, demir depolarının dolu olmasına rağmen ortaya çıkabilen hipokrom sideroblastik anemi yüksek dozda, hatta oral değil de parenteral verilen B6 vitamini ile düzelebilir. Böyle durumlarda bazı doku ve hücrelerde B6 vitamini metabolizmasında bozukluk olduğu ve ancak yüksek dozlarda piridoksinin bu doku ve hücrelerde etkin olabildiği sanılmaktadır. Oral kontraseptif alan bazı kadınlarda görülen ruhi 53 depresyonun, östrojenin meydana getirdiği B6 vitamini eksikliğine bağlı olduğu ve B6 vitamini tedavisine cevap verdiği bildirilmiştir. 4. Vitamin Fazlalığı B6 vitamini birçok durumlarda yüksek dozlarda, ilaç firmalarının da teşvikiyle, hekimler tarafından yazılmaktadır. Bu kullanımların bilimsel desteği yoktur. Günlük 500 mg’dan fazla alımlarda uykusuzluk, duysal ağır nöropatiler gibi toksik belirtiler görülür. 5. Günlük Gereksinme Erişkinlerin günlük gereksinmesi 2 - 3 mg arasındadır. Bebeklere ise 0.3 mg a kadar gerekli olabilir. Sırf anne sütü ise 0.1 mg sağlar. Onun için bebeklere ek olarak vermekte fayda olabilir. Proteinden zengin beslenme B6 vitaminine olan gereksinmeyi arttırır. Gebelikte de ihtiyaç artar. Gebelikte en az 4 mg a gereksinme vardır. Oral kontraseptif (gebelikten korunma hapları) kullananlarda da gereksinme artmış olabilir. Bazı gebelik diyabetlerinin B6 vitamini vermekle düzelebileceği bildirilmiştir. 6. Tedavide Kullanımı Kusmayı önlemek için (antiemitik olarak) kullanılmıştır. Bu daha çok temelsiz bazı sezgi ve hikâyelere dayanmakla birlikte bazen bulantı ve kusmaya gerçekten iyi gelebilir. Özellikle radyoterapi sırasında veya radyoterapiyi izleyen günlerde görülen bulantılarda (radyasyon hastalığı) faydalı olabilir. Parkinson hastalığının tedavisinde Levodopa kullanırken meydana gelen distoniye B6 vitamini iyi gelir, ancak levodopanın faydalı etkisini de ortadan kaldırabilir. B6 vitamini prolaktin salgılanmasını azalttığı için hiperprolaktinemi ye bağlı galaktore-amenore sendromunda kullanılmıştır. Bazı ilerlemiş kanser vakalarında B6 vitamini kısıtlanmış bir diyet uygulayarak ve yanında B6 antagonisti olan 4-deoksipiridoksin 54 kullanarak iyi sonuç alındığı bildirilmiştir. Diyabetik nöropatinin gelişmesinde B6 vitamini eksikliğinin katkısı olabileceği tarzında desteklenmemiş yayınlar olmakla birlikte diyabetik nöropatinin tedavisinde B6 vitamininin faydası olduğuna dair kanıt yoktur (4). 7. Oral Dokularda ve Diş Gelişimine Etkisi Bu vitaminin diş dokularına etkisi yoktur. Oral dokularda eksikliğinde anguler stomatitis bazen ülserasyonlar görülür (10). PANTOTENİK ASİT 1. Yapı ve Fonksiyonu Pantotenik asit adını doğada çok yaygın bulunmasından almıştır (pan-tothen: her yer). Bütirik asitin dimetil türevinin beta alanine bağlanmış şeklidir. Açık sarı, yağlımsı bir maddedir, kristal değildir. Kalsiyum tuzu kristal halde olabilir ve kalsiyum tuzu suda kolaylıkla erir. Piyasada bulunan şekli kalsiyum pantotenattır. Tam nötr çözeltilerde ısıtılmaya dayanıklı olmakla birlikte hafif asit ya da hafif alkali çözeltilerde ısıyla kolaylıkla parçalanır. Adenozin difosfat (ADP) ile birlikte koenzim A’yı oluşturur. Koenzim A ise asetil ve asil gruplarının alıcısı ya da vericisi olarak pek çok biyokimyasal reaksiyonun oluşmasını mümkün kılar. Bunlar arasında prüvatin oksidasyonu, yağ asitlerinin oksidasyonu, bazı ilaçların ve kolinin asetilasyonu; yağ asitlerinin, kolesterolün ve steroid hormonların sentezi sayılabilir. 55 2. Vitamin Kaynakları Doğada çok yaygındır. Karaciğer, böbrek, yumurta sarısı, mayalar, buğday, kepek ve bazı sebzeler önemli kaynaklardır. Şeker, tereyağı, mısır nişastası, makarna, margarin, alkollü içkiler, gazlı içeceklerde yoktur. Et donduktan sonra eritilirken altına damlayan suyu ile birlikte tüm pantotenik asitini de yitirmektedir. Normal pişirme ile pek bozulmaz, pişirmede 100°C ‘nin üstüne çıkılırsa harap olur. 3. Vitaminin Eksikliği İnsanda saf eksikliği pek görülmez. Gönüllülerde ya özel diyetle ya da antagonist omega metil pantotenik asit verilerek husule getirilmiştir. Topuklarda ağrı ve yanmalar, sindirim şikayetleri, halsizlik ve kişilik değişikliği dikkati çeker. 4. Vitaminin Fazlalığı Yüksek dozlarda toksik olduğu gösterilmiş değildir, ancak ishal yapabilir. 5. Günlük Gereksinme Günlük gereksinme için tam bir rakam vermek güçtür. Günlük ihtiyaç 6-10 mg kadar tahmin edilmektedir. Normal bir besin alma tarzı ile bu miktar kolayca karşılanır. İnsan ve inek sütünde de yeterli miktarlarda olduğu için bebekler de rahatça alabilir. 6. Tedavide kullanımı Yaşlanma ile kanda pantotenik asit düzeyi azalır, ancak ek olarak vermenin yaşlanmayı geciktirdiğine dair bir kanıt yoktur. Alkolik nöropatilerin tedavisine eklenirse daha çabuk sonuç alınabilir. Ülseroz kolitte ve granülomatöz kolitte barsak mukozasında pantotenik asit, daha doğrusu koenzim A aktivitesinin düşük olduğu ve pantotenik asit vermenin tedaviye 56 katkıda bulunabileceği ileri sürülmüştür. Yanık tedavisinde pantotenatlı merhemler öğütlenmiştir. Ancak günümüzün modern yanık tedavisinde yeri yoktur. Paralitik ileus tedavisinde de bir zamanlar öğütlenmiş olmakla birlikte bu gün paralitik ileusun nedene yönelik tedavisi içinde pantotenik asitin anlamı kalmamıştır (4). 7. Oral Dokulara ve Diş Gelişimine Etkisi Oral dokular ve diş gelişim üzerindeki etkisi açık değildir (10). B12 VİTAMİNİ (SİYANOKOBALAMİN VE DİĞER İLGİLİ BİLEŞİKLER) 1. Yapısı ve Fonksiyonu Kobalt bir porfirin halkasına oturmakta, bu porfirin halkası da riboz ve fosforik asit içeren nükleotid'e bağlanmaktadır (Şekil 8). Vücutta 5' – deoksiadenozilkoba-lamin, metilkobalamin ve hidroksikobalamin şekillerinde bulunur. Hidroksikobalamin, ticarette bulunan şekiller arasında en makbul olan şeklidir. B12 vitamini, ilaç sanayinde, streptomisin antibiyotiğini elde etmek için yapılan streptomyces griseus kültürlerinden bir yan ürün olarak elde edildiği için ucuz bir preparattır. 57 Şekil 8. Siyanokobalamin Jejunum'dan emilmez, ileumun distal kısımlarından emilir ve emilmesi için midenin parietal hücrelerinden salgılanan özel bir glikoprotein gereklidir. Casttle'ın tahmin ettiği intrensek faktör bu glikoproteindir. Pernisiöz anemili hastalarda, mide mukozası atrofisine bağlı olarak, bu glikoprotein salgılanmadığı için B12 emilimi mümkün olmamaktadır Pernisiöz anemili hastalara ağızdan B12 vermekle hiçbir sonuç alınamaz. Çok yüksek dozlar verilirse çok az bir miktar emilebilir, bu emilimin basit difüzyonla olduğu sanılmaktadır. Bı2 vitamininin emilimi sırasında serbest kalsiyum iyonunun varlığı gereklidir, bu bakımdan malabsorpsiyon sendromundaki yağlı ishallerde ortamda kalsiyum iyonu kalmayabilir ve B12 emilimi bozulabilir. Pernisiöz anemide intrensek faktörün salgılanamama nedeni midedeki salgı hücrelerine karşı otoantikorların oluşması ve bu otoantikorlara bağlı mide mukozası atrofisidir. Pernisiöz anemi otoimmun bir hastalıktır. Hashimoto tiroiditi gibi başka otoimmun hastalıklarla birlikte olabilir. B12 vitamini kanda transkobalamin denen taşıyıcı proteinlere bağlanarak dolaşır ve karaciğerde oldukça yüksek miktarlarda depo edilir. B12 vitamini vücutta bütün hücreler için gereklidir. Ancak hücreler ne kadar hızlı çoğalıyorlarsa o kadar fazla B12 isteyen hücrelerdir. Mide - barsak kanalının sık yenilenen 58 hücreleri de B12 vitaminine çok muhtaçtır. Sinir sistemi hücreleri çok yenilenen ve çoğalan hücrelerden değildir, ancak medulla spinalisteki ve periferik sinirlerdeki sinir lifleri normal işlevlerini yapabilmek için B12 vitaminine gereksinme gösterir. DNA sentezi, yani gen yapımı için B12 vitamini gereklidir. Ayrıca metil folatın hücrelere, en azından eritrositlerin ana hücrelerine girmesi için gene B12 vitamininin yardımı gerekir. Folik asit eksikliğinde ve B12 vitamini eksikliğinde, görülen kansızlık tabloları birbirine benzer. Her iki eksiklikte de megaloblastik bir anemi görülür. Ancak pernisiöz anemide plazma B12 düzeyi düşük folat düzeyi normal, folat eksikliğinde ise plazma folat düzeyi düşük B12 düzeyi normaldir, Sinir liflerinde myelinin yapılması ve korunması için B12 vitamini gereklidir. Eksikliğinde myelin dejenerasyonu meydana gelir. 2. Vitamin Kaynakları Bitkisel besinlerde bulunmaz, ancak hayvansal kaynaklı besinlerle alınabilir. Bu açıdan tam vejetaryenlerde eksikliği görülebilecek en önemli vitamindir. Tam vejetariyen olduğu halde B12 eksikliği gelişmeyenlerde, besinlere bulaşan bakteri ve küflerle az miktarda B12 nin sağlandığı sanılmaktadır. En bol karaciğer, böbrek ve yürek gibi sakatatta bulunur. Ette, balıkta ve yumurtada da oldukça boldur. Besinlerde çeşitli şekillerde bulunur. Hidroksikobalamin, metilkobalamin, adenozilkobalamin gibi. Bunlar barsakta birbirine dönebilir ve hepsinin biyolojik değeri vardır. Pişirmekle önemli bir kayıp olmaz, ancak bir şekilden öteki şekle dönüşüm olabilir. 3. Vitaminin Eksikliği Az alıma bağlı eksiklik pek seyrek gibidir. Tam vejetaryen olan, yani süt, süt ürünü ve yumurta dahi yemeyen bazı Hintlilerin bebeklerinde görülmüştür. Bu bebekler zaten B12 de- 59 poları eksik doğmakta, annelerinin sütünde az B12 olduğu için bu vitamini doğumdan sonra da yeterli alamamaktadırlar. Pernisiöz anemi de, daha önce belirttiğimiz gibi, B12 vitamini eksikliği sonucu gelişir. Ancak burada otoimmun bir hastalık sonucu, mideden salgılanan ve B12 vitamininin emilimini sağlayan glikoprotein tabiatındaki faktör üretilip salgılanamadığı için B12 emilimi bozulmuştur. Çok seyrek olarak bu faktör doğmalık bir kusur nedeniyle de salgılanamayabilir ve gene pernisiöz anemi tablosu oluşur. Diphyllobothrium latum adı verilen şerit tatlı su balıklarında yaşar. Bu şeriti taşıyan balık çiğ ya da iyi pişirilmeden yenirse insana yerleşebilir. İnsan barsağına yerleştikten sonra erişkin şekli 15 metreye kadar varabilir. Bu parazit besinlerdeki B12 vitaminini alarak sindirir ve konağa bırakmaz. Bu şeritle enfekte bazı insanlarda B12 eksikliğine bağlı pernisiöz anemi görülmüştür. Çeşitli barsak hastalıklarında, özellikle ileumun tutan rejional enteritte, barsak tüberkülozunda ve glüten enteropatisinde B12 emilimi ciddi şekilde bozulur. Total gastrektomiden sonra da şüphesiz parenteral olarak B12 verilmezse, eksikliği oluşur. Bazı ilaçlar, Özellikle PAS, biguanidler, kolşisin barsaktan B12 emilimini bozabilir. Alkol de B12 emilimini bozar. Çok seyrek bir durum da intrensek faktörün varlığına rağmen ileumda B12 intrensek faktör kompleksinin tutunacağı reseptör yokluğuna bağlı olarak erken yaşlarda beliren B12 eksikliğidir. B12 vitamini eksikliğinin belirtileri ve tanısı: Eksikliğin son ve belirgin tablosu pernisiöz anemidir. Bu tabloda kansızlık ve sinir sistemi ile ilgili belirtiler ağır basar. Anemi makrositer bir anemidir, kemik iliğinde megaloblastlar görülür. Eritrositlerin 120 gün olan normal yaşam süreleri de kısalmıştır. Renk iyice soluktur. Dil kırmızı, papillaları silinmiş ve bazen ağrılıdır. Maksimal histamin uyarısına rağmen mideden asit salgılanamaz (histamine 60 refrakter asili). Gastroskopi ve biopsi atrofik gastrit bulguları gösterir. Kanser gelişme olasılığı göz önüne alınarak yılda bir gastroskopi tekrarlanır. Nörolojik değişiklikler, kuvvetsizlik, spastisite ve taban derisi refleksinin ekstansör cevaplı oluşu (Babinski müspetliği), derin duyu ve diapazon duyusunun kaybı ile belli eder. Periferik nevritler de oluşur ve buna bağlı olarak uçlarda yanma, karıncalanma, uyuşma şikayetleri belirir. Aşil refleksi kaybolabilir. Zihni bozukluklar, özellikle depresyon oldukça sıktır. Kronik ve hafif B12 eksikliklerinde, sinir sistemi belirtileri kansızlık belirtilerinin önünde gider. B12 eksikliğinin tanısı laboratuvar bulguları ile kesinleştirilir. En iyi tanı yöntemi kanda B12 düzeyinin tesbiti olmakla birlikte zor bir tayindir. «Radioimmunoassay» yöntemi ile kandaki düzeyi 260 - 900 pg/ml arasındadır. 80 pg/ml'nin altındaki değerler Bı2 eksikliğini kesinlikle gösterir. Laboratuvar olanaklarının kısıtlı olduğu durumlarda, klinik bulgular, periferik kan muayenesi ve kemik iliğinin muayenesi ile destekleniyorsa, B12 vitamini verilip retikülosit (genç eritrosit) cevabı araştırılarak tanı kesinleştirilebilir 4. Vitaminin Fazlalığı Fazlasının toksik olduğu gösterilmiş değildir, ancak B1 vitamininde olduğu gibi B12 ye karşı da anafilaktik reaksiyonlar gelişebilir (10). 5. Günlük gereksinme Uzun süreli hafif eksikliklerin ne gibi sonuçlara yol açabileceği henüz belli olmadığından günlük en az 3 mikrogram alınması öğütlenmelidir. 61 6. Tedavide Kullanılması Pernisiöz anemi tedavisinde başlangıçta, haftada iki defa 1000 mikrogram hidroksikobalamin parenteral verilir.. Anemi düzeldikten sonra 6 haftada bir 1000 mikrogram vermek yeterlidir. Bu tedavi ömür boyu devam etmelidir. Besinsel ya da malabsorsiyona bağlı B12 eksikliklerinde ek olarak diğer vitaminleri ve mineralleri vermek, nedene yönelik tedavi önlemleri almak gerekir. Alkoliklerde de B12 vitaminini diğer vitaminlerle vermek ve alkolü kesme programı uygulamak gerekir. Tedavide genel olarak tercih edilecek preparat hidroksikobalamin olmalıdır. Hidroksikobalamin (hydroxycobalamine) siyanürü bağlama yeteneğinde olduğundan aşırı tütün içenlerde görülen tütün ambliyopisinin tedavisinde de yararlı olabilir (4). 7. Oral Dokulara ve Diş Gelişimine Etkisi Antipernisiöz anemi faktörüdür, ayrıca trigeminal nevraljide de kullanılmıştır (10). Eksikliğinde glossitis, stomatitis, aftlar görülmektedir (5). Resim 8. B12 eksikliği sonucu oluşan pernisiöz anemide dilde glossitis 62 FOLİK ASİT (FOLAT ) 1. Yapı ve Fonksiyonları Folik asit (folasin - «folacin» ), para - aminobenzoik asite bağlı bir protein halkasının bir molekül glutamik asit ile konjuge olmuş şeklidir ve kimyasal adı pteroylglutamik asittir. (pteroylgutamic acid-PGA). Suda eriyen, kristalize, sarı renkli bir maddedir. Asit çözeltilerde ısıya dayanıklı olmakla birlikte, alkali ve nötr çözeltilerde ısıya pek dayanıklı değildir. Kimyasal yapısı folik asite benzeyen birçok maddeler canlılarda bulunmuş ve bunlar folatlar genel adı altında toplanmıştır. Dokularda indirgenmiş folatlar da bulunabilir. İnce barsak epitelinde bulunan bir karboksipeptidaz enziminin yardımı ile besinlerde bulunan poliglutamil şeklindeki folatlar parçalanarak serbest folat ince barsakların üst kısımlarından emilir. Folik asit emilirken bir yandan tetrahidrofolat'a indirgenir, bir yandan da metil kökü alır ve kanda metil tetrahidrofolat şeklinde taşınır. Karaciğerde de büyük ölçüde bu şekilde depolanır. Karaciğerde 5 mg kadar deposu vardır. Bir karbon atomlu köklerin moleküller arası transferinde önemli rol oynar. Serin, glisin, histidin gibi aminoasitlerden aldığı kökleri pürin ve pirimidin sentezinde kullanır. DNA’nın karakteristik, yani RNA’da olmayan nükleotidi timidilatı oluşturmak üzere deoksiüridilik asite bir metil kökü yerleştirmek işi tetrahidroksilik asitindir. Bu sentetik aşamanın olmayışı folik asit eksikliğinde görülen megablastik anemiyi açıklar. 2. Vitamin Kaynakları Genellikle bakteriyolojik yöntemlerle, yani bakterilerin bunları kullanması esasına dayanarak yapılır. Tablo 12’de bazı besinlerdeki serbest ve total miktarları gösterilmiştir. Yiyecekler hazırlanırken folatın önemli bir kısmı harap olabilir. Konserve yapılırken, pişirilirken, yemeği soğuttuktan sonra tekrar ısıtıp kullanırken, et ve sebzeleri haşladıktan sonra suyunu dökerken önemli folat kayıpları olur. Önceden net kayıp oranlarını söylemek 63 olanaksızdır. Besinlerdeki indirgeyici maddeler, örneğin C vitamini folik asitin tahrip olma oranını azaltır. Tablo 12. Bazı Besinlerdeki Folat Miktarları Folat (100 mg/ gün ) Serbest Total Besin Karaciğer Böbrek 60 140 80 Pişmiş karaciğer — 40-80 Sığır eti 4 7 Koyun eti, tavuk eti 3 6 0.2-0.3 0.6 Ispanak 170 200 Marul 20 20 Esmer ekmek 15 50 Beyaz ekmek 8 30 Yumurta 10 20 Kaynamış yumurta 2 5 Patates (taze ve çiğ) 10 13 Portakal 13 24 Muz 10 20 Elma, üzüm 3 6 — Pişmiş koyun ve sığır eti 3. Vitaminin Eksikliği Günde 100 mikrogram kadar alanlarda bile folat eksikliği oluşmamaktadır. Gebelikte gereksinim % 50 kadar artar. Bebeklere anne sütü ile aldıkları miktar (5 mikrogram/100 ml) yeterli gibi görünmektedir. Eksikliğinde en göze çarpan belirti megaloblastik anemidir. Tropikal bölgelerde oldukça sık görülebilmektedir. Daha gelişmiş ülkelerde ise ancak emilim kusurlarında ve gebelikte görülebilmektedir. Antiepileptik ilaçlar (sarada kullanılan ilaçlar) folat eksikliğine yol 64 açabilir. Oral kontraseptifler, kotrimaksazol (Bactrim v.s.), pirimetamin de folat eksikliği yapabilir. Alkoliklerde folat eksikliği oldukça sıktır. Beslenme anamnezi, ilaç ve gebelik hikâyesi tanı koymayı kolaylaştırır. Kanda folat tayini mikrobiyolojik yöntemlerle veya RIA ile yapılabilir, normal miktar 0.6 - 2 mikrogram/ dl arasındadır. 4. Vitaminin Fazlalığı Gıdalarla alınan folik asitin zararı yoktur. Suda eridiğinden idrarla atılır. Epilepsisi olan hastalarda fazlası kasılmaları artırabilir. Günde 1000 μg’dan fazla alınmamalıdır. 5.Günlük Gereksinme Günlük gereksinme serbest folat üzerinden hesaplanırsa 200, total folat üzerinden hesaplanırsa 300 mikro gram kadar kabul edilir. 6. Tedavide Kullanılması Folik asit eksikliğine bağlı megaloblastik aneminin tedavisinde günde 5-10 mg lık folik asit tabletleri vermek yeterlidir. Çoğu zaman birlikte demir eksikliği de olabileceği ve tedaviye demir katmak gerekebileceği unutulmamalıdır. Bebeklere koruyucu olarak günde 0.8 mg folik asit verenler vardır. Bebeklerin ve çocukların besinsel anemilerinde folik asit eksikliğinin rolü sık olmakla birlikte demir ve diğer besi eksikliklerinin rolü de unutulmamalıdır. Epilepsi tedavisi görenlerde folat eksikliği gelişebileceğini söylemiştik. Folat eksikliği hem anemi yapar hem bazı epileptiklerde zaten mevcut zeka geriliğini daha da arttırabilir. Ancak koruyucu olarak folat verilmesi tavsiye edilemez ve folat verilmesi epilepsi nöbetlerini arttırabilir. Antiepiteptiklerle tedavi olanlara folat verilecekse birlikte B12 vitamini de veril- 65 melidir. Her antiepileptik alana folat vermektense bu hastalan yakından izlemek (D vitamini eksikliği bakımından da) ve gerektiği zaman folat vermek (B12 ile birlikte) doğru olan yoldur. Molekül yapısı folik asite benzeyen bazı bileşikler, organizmada folik asitle rekabete girerek folik asite antagonist bir etki gösterebilirler ve folik asit eksikliği yaratırlar. Bu maddelerden bazıları lösemi ve solit tümörlerin tedavisinde kullanılır. En çok kullanılanı methotrexatetır. Aşırı dozda verildiği zaman ortaya çıkan toksik etkilerini önlemek için folik asit vermek yetmez, mutlaka indirgenmiş şeklini yani folinik asiti kullanmak gerekir (4). 7. Oral Dokulara ve Diş Gelişimine Etkisi Eksikliğinde kansızlık, bebeklerde gelişim bozuklukları, angular stomatitis ve dilde papiller atrofi ortaya çıkabilir (5). C VİTAMİNİ 1. Yapı ve Fonksiyonu Askorbik asit, molekül ağırlığı 176 olan basit bir şekerdir. Beyaz kristal bir tozdur. Kuru iken dayanıklı olmakla birlikte sudaki çözeltisinde kolaylıkla okside olur. Dehidroaskorbik asite oksidasyonu önemli değildir, kolaylıkla geriye döner. Fakat oksidasyon daha da ileri giderse C vitamini harap olmuş olur. Isı, ışık, bakır gibi bazı madenlerin varlığı, özellikle alkali ortamda C vitamininin kolaylıkla okside olmasına yol açar. Sentezi zor değildir. Bitkiler ve birçok hayvanlar D-glükoz ve D-galaktoz'dan C vitamini sentezi yapabilirler. 66 Şekil 9. Askorbik Asit Askorbik asit güçlü bir indigeyicidir. Canlılardaki önemli rolü de bu indirgeyici özelliğinden doğar. B grubu vitaminler gibi belirli enzimlere koenzim görevi almaz. Destek dokusunun esas maddesi olan kollagen proteini yapımında hidroksiprolin gereklidir. Askorbik asit eksikliğinde prolinden hidroksi-prolin oluşamaz. yarattığı elektron nakil bozukluğu, C vitamini eksikliğinin sonunda kollagen sentezine yansımış olur. Skorbütün birçok belirtileri kollagen proteinin kusurlu yapılmasına bağlıdır. Tirozin amino asit'inin metabolizması ile ilgili önemli bir enzim olan para-hidroksifenilpirüvik oksidaz askorbik asit ile faaliyete geçer. C vitamini eksikliğinde bu enzim durabilir ve kanda ve dokularda tirozin birikir. Ağır tirozin birikmeleri kalıcı beyin hasarına yol açabilir. Askorbik asit böbreküstü bezi korteksinde bol bulunur ve burada steroid hormonların üretilmesi ve salınması sırasında şiddetle tüketilir. Strese bağlı olarak bu hormonlar normalden birkaç misli fazla salınır ve bu sırada daha da fazla C vitamini tüketmek gerekir. Askorbik asit barsak kanalında demiri indirgeyerek emilimini kolaylaştırır. Besinlerdeki folik asitin daha dayanıklı kalmasını sağlar. C vitamini suda eriyen güçlü bir antioksidan gibi de görülebilir.. Antioksidan etkisinin nitrit gibi karsinojenlerin yaptığı kanserleri önleyebileceği bildirilmiştir. Nitritler çevreden gelebilecekleri gibi asilik midede bakteri üremesi sonucu oluşabilir. İnce barsaklardan kolaylıkla emilir. Kandaki miktarı 0,1 mg/dl nin altına düşünce kesinlikte skorbüt ortaya çıkar. C vitamini organizmada, başta böbreküstü bezleri olmak üzere birçok doku ve organlarda yoğun olarak bulunur. Bu organlardaki C vitamini yoğunluğu yaşla azalır. Askorbik asit idrarla atılır. Ancak günlük alım çok bol olmadıkça ve kandaki düzey 1,4 67 mg/dl’yi aşmadıkça glomerülden süzülen C vitamini tubuluslardan geri emilir, yani böbrek C vitaminini oldukça iyi korur. 2. Vitamin Kaynakları Tablo 12. C Vitamini Besinsel Kaynakları C vitamini (mg/100g) Besin Karafrenk üzümü Çilek Limon, portakal, greyfurt suyu Böğürtlen ve ahududu Kavun, karpuz Muz Şeftali, kayısı Üzüm, incir, kiraz Yeşil biber Soğan Havuç Domates, yeşil salata Maydonoz Brokoli Ispanak Lahana Patates Süt Sığır ve koyun karaciğeri 200 60 50 20 20 10 8 3 100 10 6 15 150 100 50 50 20 2 15 Pişirirken önemli kayıplar olur. Hazırlama ve pişirmeden sonra C vitamininin % 50'si bile korunmuşsa bu sevindiricidir. Taze sebze, iyice kaynayarak oksijenini yitirmiş suya birden atılarak haşlanırsa C vitamininin % 50'si korunabilir. Buna karışlık suya konulup birlikte ısıtılarak kaynatılırsa kayıp daha da fazladır. Bakır kaplarda pişirme ve kabartma tozları kullanmak kaybı fazlalaştırır. Beklemekle sebze ve meyvelerdeki C vitamini önemli 68 ölçüde harap olur. Konserveler, yapım sırasında diri ve taze sebzeler seçilmiş ve hızlı bir şekilde hazırlanmışsa, manav rafında beklemiş sebze ve meyvelerden daha fazla C vitamini içerebilir. Dondurulmuş sebze ve meyveler için de aynı yargı geçerlidir. 3. Vitaminin Eksikliği C vitamini vücuttaki bütün hücrelerde yaygın olarak bulunan bir vitamindir, ancak eksikliğinde önde gelen bozukluk destek dokusunun ve hücreler arası maddenin yapımında görülür. Kılcal damarları döşeyen bazal membran ve damarların iç yüzünü döşeyen endotel hüorelerini birbirine bağlayan harç maddesi kusurlu hale gelir. Nedbe dokusu da zor oluşur, kıkırdak, kemik ve dişteki dentin yapımı bozulur. Çünkü osteoblastlar ve kondroblastların üretip döşediği ve başlıca ara madde ile kollajenden oluşan ve daha sonra üzerine kirecin oturacağı matriks kusurludur. Bu kusurlu matriks üzerine kireç oturamayınca kemiğin kalsiyumu azalır, kemik demineralize olur. Bütün bu bozuklukların mekanizması hidroksiprolin molekülünün oluşamayışı ve bu nedenle kollajenin kusurlu yapılabilmesi ve pekişmemesidir. Eksikliğinde skorbüt denen hastalığın oluştuğunu söylemiştik. Ancak hafif eksikliklerinde skorbütün bilinen belirtileri ortaya çıkmadan aylarca önce halsizlik, kemik ağrıları, infeksiyonlara eğilim olabilir ve belirtiler gözden kaçabilir. Skorbüt zengin belirtilerin oluşturduğu bir klinik tablodur. Deride peteşi ve ekimoz tarzında kanamalar, diş etlerinde şişme ve kanamalar, idrarda kanama ve mide barsak kanalında kanamalar en çok dikkati çeken bulgulardır. Deri kaba ve kuru bir hal alır, kalça ve bacaklarda kıl follikülerinde hiperkeratotik değişiklikler oluşur. Kemiklerin büyümesi durur, kemik mineralini yitirir, osteoporoz ortaya çıkar. Kendi kendine kırıklar olabilir. Femurun alt yarısında ve humerusun üst yansında periost ile kemik arasında periostun altında kanamalar 69 olur. Çocuklarda bu subperiostal hemotomlar daha dikkati çekicidir. Çocuklarda C vitamini eksikliğinde dişlerde dentin oluşamadığı için dentin sünger gibi gözenekli bir hal alır, dişler dökülür. Hipokrom mikrositer bir anemi sıklıkla görülür, bunun bir nedeni demir emiliminin azalması bir nedeni de kanamalardır. Ateş olabilir, yaralar iyileşmez, infeksiyonlara eğilim artmıştır. Lacet testi veya Hess testi denen test ile kapiller frajilitenin arttığı gösterilebilir. Skorbüt öldürücü bir hastalıktır. Bebek, çocuk ya da erişkin skorbütlüler kanamalar, araya giren enfeksiyonlar veya ani kalp durmaları ile ölürler. 4. Vitaminin Fazlalığı C vitaminin çok fazlası böbreklerde kalsiyum okzalat oturmasına yol açabilir. İshal yapabilir, serum östrojen ve ürik asit düzeylerini yükseltebilir. 5. Günlük Gereksinim Çeşitli kaynaklarca öğütlenen günlük miktarlar değişmektedir: Bebekler (1 yaşın altı) Çocuklar (11 yaşın altı) Erişkinler Gebeler Emzirenler 35 mg/gün 45 mg/gün 60 mg/gün 80 mg/gün 110 mg/gün Altı aylıktan küçük bebekler anne sütü ile besleniyorsa ve anne de iyi beslenen bir anne ise anne sütü ile aldığı C vitamini yeterlidir. Süt tozları ile beslenen bebeklerde iyi bir marka kullanılmasına dikkat edilmeli ve bileşimi incelenmelidir. 70 6. Tedavide Kullanılması Skorbüt tedavisi acil bir tedavidir, çünkü ani ölümler olabilir. Ama daha iyisi şüphesiz skorbütten korunmadır. Bu gün oldukça seyrek görülmektedir. Yalnız yaşayan yaşlılarda, bebeği ile iyi ilgilenmeyen bazı ailelerin bebeklerinde, alkoliklerde, yeterince uygarlaşmamış ülkelerin hapishanelerinde görülebilmektedir. Ülkemizde rastlanması olağandışıdır. Korunma, başlıca, kişilerin ve ailelerin eğitimi ile ilgilidir. Yaşlıların beslenmesine sadece C vitamini açısından değil, diğer açılardan da çocuk gibi dikkat edilmesi gerekir. Yaşlılar gereğinden fazla kalori almamalı, mevcut bazı hastalıkları kısıtlamaları gerekiyorsa (tuzsuz diyet gibi) onu uygulamalı, fakat yiyeceğinin değişik besinlerden oluşmasına ve öğünlerinin hakkının verilmesine özen gösterilmelidir. Korunmada, hazır C vitamini preparatları yerine daima besinsel kaynaklar tercih edilmelidir. Skorbüt oluştuktan sonra tedavisi için günde 4 defa 250 mg C vitamininin ağızdan vermek ve buna bir hafta devam etmek yeterlidir. Bu arada hastanın diyeti düzenlenir, başka eksiklikler varsa onlar da giderilir. Bebek skorbütünde 50 mg C vitaminini yiyeceklere veya portakal suyuna karıştırarak günde birkaç defa vermek gerekir. Ağır kanamaları olan vakalarda önce 50 mg C vitamini damardan verilir, sonra ağızdan tedaviye geçilir. C vitamini eksikliğinde yaraların güç iyileştiğini söylemiştik. Bu açıdan bakarak ameliyatlardan sonra birkaç gün C vitamini vermek, hastanın ameliyattan önceki beslenmesi iyi değilse ve vitamin depoları dolu değilse gerçekten faydalı olabilir. Peptik ülseri olan hastalara modası geçmiş, sıkı ve sıkılığı ölçüsünde de bilimsel temellerden yoksun diyetler hala uygulanabilmektedir. Bu diyetler sonucu minimal bir C vitamini eksikliği oluşabilir, bu da ülserin iyileşmesini geciktirebilir. Böyle durumlarda ağızdan günde 100 - 200 mg C vitamini vermekte fayda vardır. Ülser tedavi ederken cimetidine gibi (Tagamet, Ranitab) midede asit salgılanmasını hemen tamamen durduran ilaçlar uzun süre kullanılıyorsa asitsiz 71 midede bakteri üremesi ve bunun sonucu karsinojen nitritlerin belirmesi olasılığı vardır. Bu durumlarda antioksidan olarak C vitamini vermek faydalı gibi görünmektedir. Soğuk algınlığı, grip ve anjinde 1940'lardan beri C vitamininin soğuk algınliğı ve diğer viral üst solunum yolu hastalıklardan hatta streptokoksik anjinden koruduğu veya bu enfeksiyonların hafif geçmesini sağlayabildiği ileri sürülmektedir. Viral enfeksiyonların ve üst solunum yolu enfeksiyonlarının salgın olduğu zamanlarda yaşlılara ve enfeksiyonu ağır geçirmesi muhtemel olanlara C vitamini preparatların verilmesinin faydalı olabilmektedir (4). 7. Oral Dokulara ve Diş Gelişimine Etkisi Bağ dokusu, kemik, kıkırdak ve dentin dokuları gibi mezenşimal dokular için gereklidir. Bu önemi kollajen sentezindeki rolünden ileri gelmektedir. İnsanlarda C vitamini alımı ile çürük arasında bir korelasyon bulunmamaktadır. Eksikliğinde diş yapısında çok fazla bir değişiklik bulunmamaktadır. Eksikliğinde dişetlerinde kanama, dişlerde gevşemeve hatta kayıplar görülür (13). 72 Resim 9. C vitamini eksikliğinde dişetleri BİOTİN (H VİTAMİNİ) Biotin doğada yaygın olarak bulunan, mayaların ve bakterilerin yaşaması için şart olan, çok az miktarlarda bile etkisini gösterebilen bir vitamindir. Birçok enzim sistemlerinde koenzim olarak rol oynar. Karnıbahar, yumurtanın sarısı, karaciğer, yerfıstığı ve pirinç en zengin kaynaklarıdır. 1942 yılında gönüllü insanlara, diyetin % 30'u yumurta akından oluşacak bir besin düzenlenmesi ile biotin eksikliği meydana getirilmiştir. Yorgunluk, iştahsızlık, depresyon, nöropati, hiperkolesterolemi, anemi ve deride pullanma görülmüş, bunlar ancak biotin verilmesi ile düzelmiştir. Erişkin insanda biotin eksikliği başka tek tük vakalarda da bildirilmiştir. Anne sütünde biotin, inek sütünün üçte biri kadardır. Anne sütü ile beslenen bebeklerde, özellikle annenin beslenmesi de iyi değilse, biotin tedavisine cevap veren kepeklenmeler görülebilir. Bu örnekler dışında, biotin doğada çok yaygın olarak bulunduğu için ve barsakta bakteriler tarafından da sentez edildiği için eksikliği çok nadir görülür. Erişkin bireylerin cinsiyet fark etmeksizin günde 30 mikrogram almaları gerekir. Birey günde 1 adet yumurta tüketirse günlük biotin gereksinimini karşılar (4). 73 Biotin eksiksikliğinde herhangi bir dental ve oral değişiklik görülmemektedir (10). KOLİN Kolin, karaciğeri yağlanmaktan koruyan faktör diye bilinir. Deneysel olarak kolin eksikliği yaratılırsa kolesterol esterleri karaciğerde birikir ve yağlı karaciğer dejenerasyonu husule gelir. Ancak insanda protein eksikliğinin en belirgin şekli olan ve ağır karaciğer yağlanması ile seyreden kwashiorkor da plazma fosfatidilkolin düzeyi normal bulunmuştur. Kolin; yumurta sarısı, sakatat, et, tahıl ve soya fasulyesinde bolca bulunur. Alkoliklerde kolin metabolizması hızlanmış olduğundan koline olan gereksinme de artar. Kolin eksikliğini genel protein eksikliğinden ayırmak hemen hemen olanaksız olduğundan insanda eksikliği güç tanımlanmaktadır. Kolin eksikliğinde herhangi bir oral lezyon tanımlanmamıştır.(10) Huntington koresinde çok yüksek dozlarda faydalı olduğu söylenmiştir, bu etki kolinin asetilkolin sentezini arttırması tarzında olabilir (4). İNOZİTOL Sıçanda özel kısıtlı diyetle meydana getirilen her çeşit tüy dökülmesi inozitol verilerek düzeltilebilir. İnsan dokularında yaygın olarak bulunur. İşlevinin ne olduğu henüz tam aydınlanmış değildir. Hücre kültürlerinde insan hücreleri büyümek ve çoğalmak için inozitole muhtaçtır. Diyabetiklerde idrarla inozitol itrahı artar, diyabet kontrol altına alınınca itrah azalır (4). Oral bölgedeki etkileri tam olarak tanımlanmamıştır (10). P VİTAMİNİ (BiOFLAVONOiDLER) Bazı durumlarda artmış kılcal damar geçirgenliğini düzelten ve saf halde sarı renkli olan, doğada yaygın olarak bulunan ve ortak olarak «flavon» kökü taşıyan biyolojik aktif maddelerdir. En saf olarak elde edileni hesperidin‘dir. C vitamininin emilimini 74 kolaylaştırdığı, kapiller geçirgenliğin normal sınırlarda kalmasını sağladığı düşünülmüştür. Daha çok ilaç gibi kullanılmıştır. Bu amaçla itiyadi düşüklerde, göz dibi kanamalarında, çeşitli nedenlere bağlı kapiller kanamalarında tedavi amacıyla denenmiştir. Faydalı etkileri gösterilmiş değildir. Aşırı ve anlamsız kullanma hekimleri genellikle bu maddelerden soğutmuştur. Günümüzde antioksidanların yeniden gündeme gelmesiyle bu maddelere az da olsa yeniden ilgi doğmuştur. Son zamanlarda katarakt'tan koruduğuna dair haberler gelmektedir. KARNİTİN Fraenkel, vitaminler üzerinde araştırmalar yaparken, et kurdunun (Tenebrio molitor) büyüyüp gelişebilmesi için o zamana kadar bilinmeyen bir faktöre gereksinmesi olduğunu buldu ve buna BT vitamini dedi. Daha sonra gene aynı araştırıcı bu vitaminin karnitin olduğunu gösterdi. Böceklerden daha yüksek hayvanlar genellikle karnitini sentez edebildiklerinden uzun süre karnitine bir vitamin gibi bakılmıştır. Karnitin birçok dokularda, özellikle kasta yaygın olarak bulunur. En önemli işlevinin yağ amitlerini, özellikle 8 karbon atomludan daha uzun yağ asiti zincirlerini mitokondriumların zarından içeri sokarak, onları yakılacağı veya kullanılacağı mitokondrium içi kalıba taşımak olduğu sanılmaktadır. Karnitin eksikliği, karnitin metabolizması bozukluğu sonucu gelişebilir (eksik yapım, kusurlu yapım, aşın yıkım gibi). Ailevi hipertrigliseridemilerde (IV. tip hiperlipoproteinemi) karnitin tedavisi ile oldukça etkili olarak trigliserid düzeylerini düşürmek mümkün olmuştur, kolesterol düzeyine etkisi yoktur (4). 75 TARTIŞMA VE SONUÇ Canlıların sağlıklı bir yaşamı devam ettirebilmesi için gerekli olan vitaminlerin önemi son zamanlarda ancak anlaşılabilmiştir. Sadece karbonhidrat, lipit, protein ve minarallerle beslenmenin canlılar için yetersiz olduğu anlaşılmıştır. Vitaminlerin diğer besin maddelerinden farkı dış kaynaklı olmaları ve organizmaya enerji sağlamamalarıdır. Vitaminlerin biokimyasal açıdan en önemli görevi, birçok vitaminin enzimatik reaksiyonlarda kofaktör olarak çok önemli rol oynamalarından ileri gelir. Vitaminleri kimyasal özellikleri açısından suda çözünen ve yağda çözünen vitaminler olarak iki grupta topluyoruz. Suda çözünen vitaminler B kompleksi vitaminleri ile C vitamini, yağda çözünen vitaminler ise, A, D, E, K vitaminleridir. Bugün herhangi bir vitaminin eksikliğine bağlı anormal durumlar değerlendirilerek, fonksiyonlarının ne olduğunu ve biyokimyasal olarak hangi mekanizmaları etkilediklerini bilinmektedir ve tedavi edilmektedir. Vitaminler diş hekimliği açısından da çok önemlidir. Vitaminlerin eksiklikleri; dişlerde eksikliklere, şekil ve hacim bozukluklarına, anormal dentin ve mine yapılarına, diş eti kanamalarına, stomatitise, aftlara neden olmaktadır. Ayrıca vitaminler diş hekimliğinde tedavide de kullanılmaktadır. Bu nedenle diş hekimleri vitaminlerin biyokimyasını, organizmadaki görev ve şekillerini, özelliklerini, kullanım alanlarını iyi bilmek zorundadır. Bu bilinçle diş hekimleri genel sağlığa katkıda bulunup, koruyucu sağlık açısından yararlı olma görevlerini yerine getirebilirler. 76 KAYNAKLAR 1. YENSON, M, İnsan Biyokimyası, İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Yayınları 1981; 600-603. 2. Prof. Dr. Gazanfer BİNGÖL, Vitaminler ve Enzimler, A.Ü. Ecz. Fak. Yayınları, No:46, A.Ü. Basımevi, Ankara, 1977; 7-36 3. Prof. Dr. Olcay Neyzi, Prof. Dr. Türkün Ertuğrul, Pediatri Cilt 1, 2.baskı, Nobel tıp Kitabevleri, Bölüm 7, 1993; 361-362. 4. Prof.Dr. Engin SENCER, Beslenme ve Diyet, İstanbul.1981; 148-172. 5. Güngör K, Amin ve Minerallerin Diş Hekimliğindeki Önemi, G.Ü. Diş Hekimliği Fakültesi Oral Diagnoz ve Radyoloji Anabilim Dalı, 2003 6. Ivor E, Vitamins A, C, E and β-carotene as Protective Factors for Some Cancers, Dreosti, PhD, DSc, CSIRO Division of Human Nutrition, Adelaide, SA, Australia , Asia Pacific J Clin Nutr 1993;2 (1): 21-25 7. Clausen FP, In: Pathology of the Dental Hard Tissues, Copenhagen: J. J. Pindborg, 1970; 207 8. Öngen B, Kabaroğlu C, Parıldar Z, D Vitamini’nin Biyokimyasal ve Laboratuar Değerlendirmesi- Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, İzmir, Türk Klinik Biyokimya Dergisi 2008; 6(1): 23-31 9. Turner R.E, Facts About Vitamin K. This document is one of a series of the Department of Family, Youth and Community Sciences, Florida Cooperative Extension Service, Institute of Food and Agricultural Sciences, University of Florida, Nisan2006. 10. Shafer Wg, Hine MK, Levy BM, A Textbook of Oral Pathology, Philedelphia: WB Saunders Co; 1983; 638-654. 77 11. Hillan J, Facts About Vitamin E. This document is one of a series of the Department of Family, Youth and Community Sciences, Florida Cooperative Extension Service, Institute of Food and Agricultural Sciences, University of Florida, Nisan 2006. 12. Murray R.K, Granner D.K, Mayes P.A, Rodwell V.W. Harper’ın Biyokimyası, 24.Baskı, 1996; 687-713. 13. Öztürk V.Ö, C Vitamini ve Biyokimyası,Bitirme Tezi, Ege Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi, 2006; 22. 78 ÖZGEÇMİŞ 1987 yılında Eskşehir’de doğdum. İlk öğrenimimi Kocaeli 50.Yıl İlkokulu’nda, orta öğrenimimi Erzurum Atatürk İlköğretim Okulu’nda, lise öğrenimimi Karşıyaka Gümüşpala Lisesi’nde tamamladım. 2005 yılında Ege Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi’ni kazandım. İzmir-2010 Stj.Şaziye Esra Göçoğlu 79