Pernisiyöz Anemi - E

advertisement
Pernisiyöz Anemi
Pernisiyöz anemi vücudun yeteri
kadar B12 vitaminine sahip
olmamasından
dolayı
sağlıklı
alyuvarın
yeterli
miktarda
yapılamamasıdır.
•
Vücudun
sağlıklı
alyuvar
üretebilmesi ve sinir sisteminin
düzgün çalışabilmesi için bu
•
Pernisiyöz Aneminin Nedenleri
A) İntrinsik faktör eksikliği,
B) Enfeksiyon ve diğer bakteriyel durumlar,
C) Cerrahi girişimler,
D) İlaçlar
E) Beslenme gibi faktörler
önemli rol oynamaktadır
A) İntrinsik Faktör Eksikliği
•
•
•
İntrinsik faktör, midede yapılan ve B12
vitamininin emilmesine yardımcı olan bir
proteindir. Bazı kişilerde intrinsik faktör
eksikliği oto-immun bir hastalığın sonucudur.
Oto-immun
yanıt,
vücudun
bağışıklık
sisteminin yanlışlıkla sağlıklı hücrelere saldıran
antikorlar yapması ve dokular ile hücrelere
zarar vermesi ile ortaya çıkar.
Pernisiyöz anemide vücut pariyetal hücrelere
saldıran ve onları yok eden antikorlar üretir.
•
Bazen, çocuklarda doğuştan intrinsik faktörün
üretimine engel olan bir kalıtsal bozukluk
gelişebiliyor. Bu hastalığa kongenital (doğuştan
gelen)
pernisiyöz
anemi
denir.
C) Cerrahi Girişimler
•
İntrinsik faktör eksikliği aynı zamanda
midenizin tümünün ya da bir kısmının
operasyon ile alınması durumunda ortaya
çıkabilir. Bu tip ameliyatlar intrinsik faktör
yapımını gerçekleştirecek olan pariyetal
hücrelerin sayısını oldukça azaltmaktadır.
C) Enfeksiyon ve Bakteriyel Durumlar
•
İnce bağırsaklardaki değişik tipte bakteri
türünün çok fazla sayıda olması. Bu durum
yetişkinlerde görülen pernisiyöz aneminin sık
rastlanan bir nedenidir. Bu bakteriler B12
vitaminini ince bağırsaklardan emilmeden önce
tüketerek pernisiyöz anemiye neden olurlar.
•
Çölyak, Crohn gibi hastalıklarda pernisiyöz
aneminin nedenleri arasında sayılabilmektedir.
D) İlaçlar
İnce bağırsaklardan B12 vitamininin emilimini
E) Beslenme
•
•
•
Bazı kişilerde besinlerle yeteri kadar B12 vitamini alınmadığı
için pernisiyöz anemi gelişebilmektedir. B12 vitamini
açısından en zengin besin kaynakları et, kümes hayvanları,
balık, yumurta ve süt ürünleridir. B12 vitaminini beslenme
takviyeleriyle de oral yolla almak mümkündür.
Herhangi bir et ya da süt ürünü tüketmeyen ve B12 vitamini
takviyesi almayan sıkı vejetaryenlerde pernisiyöz anemi riski
oldukça yüksektir.
Vejetaryen olan annelerin emzirdiği çocuklarda pernisiyöz
anemi görülme riski de yüksektir. Bu bebeklerde doğumdan
sonraki birkaç ay içinde anemi tablosu gelişebilir. Bunun
nedeni vücutlarında B12 vitamini depolayacak yeterli
zamana sahip olmamalarıdır. Doktorlar bu bebekleri B12
Pernisiyöz Anemi Riski Altında Olanlar
•
•
•
Kuzey Avrupa ve Afrika kökenli insanlarda
görülme sıklığı daha yüksektir.
Amerika Birleşik Devletlerinde yaşlı insanlar
daha fazla risk altındadır. Bunun nedeni mide
asidi ve intrinsik faktör eksikliğidir. Bilindiği gibi
bu faktörün eksik olması, B12 vitamininin ince
bağırsaklardan emilmesini önler. İnsanlar
yaşlandıkça mide asidi üretiminde azalma
meydana gelmektedir.
Pernisiyöz anemi ayrıca daha genç kişilerde ve
diğer popülasyon gruplarında da görülebilir.
Risk Faktörleri
•
Midenin tümü ya da bir kısmının ameliyatla alınması.
(Mide B12 vitamininin emilimine aracılık yapan
intrinsik faktörü üretir).
•
Oto-immun hastalıklar. (Araştırmalara göre bu otoimmun bozukluklarla pernisiyoz anemi arasında bir
bağlantı olabilir).
•
İnce bağırsakların tümü ya da bir kısmının ameliyatla
alınması. (İnce bağırsaklar B12 vitamininin emildiği
yerdir). •
B12 vitamininin emilimini engelleyen bir bağırsak
hastalığı veya bozukluğunun varlığı. (Örneğin Crohn’s
hastalığı ve bağırsak enfeksiyonları).
Anemilerin Ortak Klinik Belirtileri
•
•
•
Tüm anemi çeşitlerinde en sık görülen belirti
halsizlik ve yorgunluk hissidir. Bu belirti vücudun
oksijen taşıyacak yeterli sayıda alyuvara sahip
olmamasından kaynaklanmaktadır.
Düşük alyuvar sayısı ayrıca nefes darlığı; özellikle
ayağa kalkıldığında baş dönmesi; baş ağrısı;
ellerde veya ayaklarda soğukluk; deride,
dişetlerinde ve tırnaklarda soluklaşma; ve göğüs
ağrısına da neden olabilir.
Alyuvarlardaki azalma aynı zamanda kalbin
oksijenden zengin kanı vücudunuza dağıtabilmek
Pernisiyöz Aneminin Klinik Belirtileri
•
•
•
•
•
Pernisiyöz anemide sinir hasarı olabilir. Bu da el ve ayaklarda iğnelenme
ve karıncalanmaya, kas zaafiyetine ve refleks kaybına neden olabilir.
Ayrıca sendeleme, denge bozulması ve yürümede sorun yaşanabilir.
Ağır pernisiyöz anemi vakalarında bilinç bulanıklığı, demans (bunama)
ve depresyon gibi nörolojik sorunlarda gözlenebilir.
Pernisiyöz aneminin diğer belirtileri sindirim sistemi ile ilgilidir. Bu
belirtiler arasında mide bulantısı, kusma, yemek borusunda yanma
hissi, karın şişliği ve gaz, kabızlık ya da ishal, iştahsızlık ve kilo kaybı
bulunur. Karaciğer büyümesi de başka bir belirtidir.
Pürüzlerini kaybetmiş, kıpkırmızı bir dil de pernisiyöz anemi bulgusudur.
Pernisiyöz anemisi bulunan bebeklerde reflekslerde zayıflama veya
titreme gibi normalde görülmeyen hareketler oluşabilir. Bu bebekler dil
ve boğaz sorunlarından dolayı beslenme sorunları yaşayabilirler. Ayrıca
çok çabuk uyarılırlar, sürekli tedirgin olabilirler. Tedavi edilmezlerse
bebeklerde
kalıcı
büyüme
sorunları
oluşabilir.
Pernisiyöz Aneminin Tanısı
1) Tıbbi Öyküler ve Aile Öyküleri,
2) Fizik Muayene,
3) Tam Kan Sayımı,
4) Diğer Kan Testleri,
5) Kemik İliği Testleri
1) Tıbbi Öyküler ve Aile Öyküleri
•
Mide ya da bağırsak ameliyatı geçirip geçirmediği,
•
Çölyak veya Crohn hastalığı gibi sindirim sistemi ile
ilgili bir bozukluğun bulunup bulunmadığı,
•
Beslenme tarzı ve kullandığı ilaçlar,
•
Ailede anemi veya pernisiyöz anemili bir kişi bulunup
bulunmadığı, •
Ailede (Addison hastalığı, Tip 1 diyabet veya Graves’
hastalığı gibi) oto-immun hastalık öyküsü bulunup
bulunmadığı hekim tarafından hastaya sorulmaktadır.
2) Fizik muayene
•
Fizik
muayene
sırasında hekim
deri
renginin
soluk
veya
sarımsı
olup
olmadığını
ve
karaciğerde
3) Tam Kan Sayımı
•
•
Genellikle, aneminin pek çok tipinin tanısında
ilk yapılan test tam kan sayımıdır
(CBC/TKS/hemogram olarak da adlandırılır) .
Bu test hemoglobin ve hematokrit değerlerini
ölçmektedir. Hemoglobin, vücuda oksijen
taşıyan ve alyuvarlarda bulunan demirden
zengin proteindir. Hemotokrit alyuvarların
kandaki hacimsel oranını belirten bir ölçüdür.
Hemoglobinin veya hemotokritin düşük olması
anemi belirtisidir.
4) Diğer Kan Testleri
•
•
•
Hemogram sonucu anemiyi işaret ediyorsa,
aneminin tipini araştırmak için diğer bazı
testlerinde yapılması gerekebilir.
Retikülosit sayımı kandaki genç alyuvarların
miktarını ölçmektedir. Bu test kemik iliğinin
doğru hızda alyuvar üretip üretmediğini
gösterir. Pernisiyöz anemili kişilerde retikülosit
sayısı düşüktür.
Serum folat, demir ve demir bağlama
kapasitesi testleri de pernisiyöz anemi ya da
5) Kemik İliği Testleri
•
•
•
Kemik iliği testleri kemik iliğinin sağlıklı olup
olmadığını ve yeterli alyuvar üretip
üretmediğini gösterir. İki türlü kemik iliği testi
vardır: Aspirasyon ve Biyopsi.
Aspirasyon işleminde bir iğneyle kemik
iliğinden az bir miktar sıvı alınır. Biyopsi için ise
bir iğne ile kemik iliğinden küçük bir miktar
doku alınır. Bu doku örneği daha sonra
mikroskop altında incelenir.
Pernisiyöz anemide alyuvarlar normalden
büyüktürler (Makrositiktirler).
Pernisiyöz Aneminin
Tedavisi
Pernisiyöz anemi
tedavisinin amaçları:
–
Bulgu ve belirtileri önlemek ya da tedavi
etmek, –
Kalp ve sinir hasarı gibi komplikasyonların
önlenmesi veya kontrol altında tutulması,
–
Pernisiyöz aneminin altında yatan sebebin
ortaya çıkarılıp ona spesifik tedavi seçeneği
belirlemek.
•
•
•
Öncelikle B12 vitaminin yetersizliğine bağlı
durumların tedavisinde B12 vitaminin içeren ilaç
uygulamaları yapılmaktadır. Bu amaçla İ.M. ve
oral yolla kullanılan ilaçlardan yararlanılmaktadır.
Kandaki B12 düzeyi normale dönene kadar bu
tedavi kürü devam etmelidir. Ayrıca hastanın
durumu iyileşene kadar fiziksel aktivitelerine
kısıtlama getirilmesi tedaviye yardımcı olacaktır.
Vejetaryen olan kadınlarda doğumdan sonra
bebeklere B12 takviyesi yapılmak zorundadır.
B12 vitaminden zengin olan gıdaların alınması
diyet tedavisi olarak düşünebilir.
ORAK HÜCRE ANEMİSİ
•
Orak Hücre
Anemisi
hastalığı
Orak Hücre Anemisinin Klinik Belirtileri
•
Hastalığın bulguları
genellikle 6.aydan
sonra ortaya çıkar.
Fötal hemoglobin
dediğimiz Hemoglobin
F bu aylara kadar
kanda yüksektir.
Azalınca genelde " el
ayak " sendromu
1) Ani Gelişen Klinik Tablolar
•
Ağrılı kriz (Generalize bir şekilde),
•
Hematolojik krizler (Kansızlık,sararma),
•
•
•
Ani akciğer sendromu (Ateş, balgam,nefes
darlığı),
Priapizm (Ağrılı ereksiyon hali),
Dalak sekestrasyonu (Dalağın çoğunlukla aşırı
büyük olması, ender olarak ise küçük olması
durumudur).
2) Kronik Evrede Görülen Komplikasyonlar
•
•
•
•
•
•
Büyüme ve gelişme (Boy normal, kilo düşük),
Kemik ve eklem
deformasyonlar),
hastalığı
(Kemiklerde
Mental problemler (İnme),
Kalp ve damar sistemi bozuklukları (damar
tıkanıklıkları, kalp büyümesi ve yetmezliği,
ventrikül hipertrofileri)
Akciğerde fonksiyonel bozukluklar,
Karaciğer büyümesi ve safra birikimi ile birlikte
taş oluşumu,
Orak Hücre Anemisi Tanısı
•
Hastalığın tanısında öncelikle hastalığın öyküsü
ile daha sonra periferik yayma dediğimiz kan
yayması ve hemoglobin elektroforezi, HPLC
dediğimiz ayrı bir cihaz ve PCR dediğimiz DNA
incelemeleri gibi teknikler kullanılmaktadır. Orak Hücre Anemisinin Tedavisi
•
•
•
Hastalığın kesin tedavisi yoktur. Semptomatik
tedavi yapılır. Hastalığın tedavisi şu şekilde
kategorize edilmektedir.
Koruyucu önlemler
Komplikasyonların tedavisi
-Ağrılı krizin tedavisi
-Splenik sekestrasyon krizinin tedavisi
-Bacak ülserlerinin tedavisi
-Retinal bozuklukların tedavisi
-Anestezi ve cerrahi ile ilgili komplikasyonların
Koruyucu Önlemler
•
•
•
Damar içi oraklaşmayı önleyecek güvenli bir tedavi
bulunana kadar yan etkileri önlemeye ve
geciktirmeye çalışmak tedavinin önemli bir kısmını
oluşturur. Ateş, sıvı kaybı , asidoz, oksijenlenme
azlığı ve soğuk gibi faktörler ağrılı krizleri aktive
ettiği için bu durumların önlenmesi gerekir.
Özellikle ateşli hastalık döneminde,
konsantrasyonu az idrar ve hesaplanamayan kayıplar göz önünde bulundurularak ideal sıvı
desteklemesi yapılmalıdır. Gebelik döneminde
daha fazla olmak üzere Folik asite her zaman
ihtiyaç olduğundan düzenli şekilde kullanılmalıdır.
Hastalarda demir birikimi var ise bunun
engellenmesi için demiri bağlayan (Şelatör) ilaçlar
verilir.
Ağrılı Krizlerin Tedavisi
•
•
Koruyucu önlemlerin uygulanması ile başlanır.
Daha sonra ağrının primer olarak kontrol altına
alınması gerekmektedir. Fakat bu durum çok
kolay olmayabilir.
Non-Narkotik analjezikler ağrıları hafifletebilir
veya düzeltebilir. Bu uygulamalara rağmen sıklıkla
narkotik analjezik kullanımı gerekir. Kronik,
tekrarlayan ağrılarla giden hastalıklarda olduğu
gibi OHA’li hastalarda da narkotik bağımlılığı
görülebilmektedir.
Splenik Sekestrasyon Krizinin Tedavisi
•
Genellikle küçük çocuklarda görülen dalağın
ani büyümesi, hacim azalmasına bağlı şok ile
karakterize, acil tedavi gerektiren bir
komplikasyondur.
Sıvı
tedavisi,
kan
transfüzyonu
ve
dalağın
alınması önerilmektedir.
Bacak ülserinin Tedavisi
•
Akut dönemlerde; yatak istirahati ve
pansuman gibi lokal uygulamalar yapılmalıdır.
Retinal Bozuklukların Tedavisi
•
Yeni damar oluşumu ve anevrizma retinada
hemorajilere ve körlüğe yol açabilir. Nifedipin
retinal ve konjunktival perfüzyonu olumlu yönde
etkileyebilir.
Kan Transfüzyonu ve Eritrosit Değişimi
•
•
Normal eritrosit transfüzyonu en az tartışmalı ve
en etkili tedavi yaklaşımıdır. Eritrosit transfüzyonu
hasta eritrositleri dilüe etmek suretiyle
oraklaşmayı azaltır, geçici olarak hasta eritrosit
yapımını (HbS) inhibe eder. Normal eritrositler
kan yoğunluğunu azaltır.
Basit kan transfüzyonu, hastanın hemoglobini 5
g/dl’nin altına düştüğü durumlarda veya ani
hemoglobin düşüşlerinde yapılmalıdır. Bunlar
aplastik kriz, splenik ve hepatik sekestrasyon
krizleri, kanama ve kalp yetmezliğinin geliştiği LÖSEMİLER (KAN KANSERLERİ)
‘’Loserai’’ terimi beyaz kan,
yani
akyuvarlar
açısından
zengin kan anlamına gelir.
Kanda
akyuvar
sayısının
artmasıyla seyreden lösemiler,
kan kanserlerinin yalnızca bir
bölümünü
oluşturur.
Bu
nedenle
günümüzde,
kan
dolaşımında olgunlaşmamış ve
tipik olmayan akyuvarların
sayıca çok ya da az olmasına
Kan
kanseri,
çeşitli
akyuvar
hücrelerinin
üretildiği
dokuları
etkileyen bir tümör hastalığıdır.
Dolaşımdaki kanı etkilediği gibi,
sonuçları çevre dokularda da etkisi
belirgin
biçimde
göstermektedir.
Hastalıktan
etkilenen
hücreler
(granülositler,
lenfositler,
retikülohistiyositler
ve
plazma
hücreleri) denetimden çıkarak bağımsız
hareket etmeye başlar ve kan
hücrelerinin üretildiği organlara, ayrıca
başka organ ve dokulara yerleşip
•
•
Bütün tümörler gibi kan kanserlerinin nedenleri tam olarak
açıklığa kavuşmamıştır. Ama araştırmalar, kan kanserine
neden olan ya da hazırlayan etkenler hakkında önemli veriler
sağlamıştır. Bunlara ”Lökomojen Faktörler” yani kan
kanserini hazırlayıcı etkenler adı verilir. Bazı etkenlerin
(Örneğin iyonlaştırıcı ışınım yani radyasyon) hastalığa neden
olduğu kesin olarak bilinmekle birlikte, birçoğunun etkisi
henüz kanıtlanmamıştır.
Irk, yaş ve cinsiyete bağlı etkenler (24 ülkede yapılan yeni bir
araştırmaya göre kan kanserinden ölüm oranı 100.000′de
6′dır. Ama hastalığın görülme sıklığı toplumlara göre değişir.
Beyazlarda, Afrika ve Uzakdoğu kökenlilere göre iki kat daha
sık rastlanır. Kronik lenfositer lösemi Japonlar’da ve
Çinliler’de hiç görülmezken, Yahudilerde son derece
yaygındır. Bunun nedeni tam olarak bilinmemekle birlikte ırk,
kalıtım ve çevre etkenlerinin rolü tartışılmaktadır.
Hastalığın görülme sıklığı ile yaş
arasındaki bağıntı çok değişkendir
•
•
•
•
•
Yaşamın ilk 10 yılında artan görülme
sıklığı, 3-5 yaşlarında en yüksek
orandadır;
Hastalık +50 yaş sonrasında yeniden
- 70-75 yaşlarında sıklığı
sıklaşır ve
ikinci kez doruğa ulaşır.
Yaş ile hastalığın değişik tipleri
arasında da bir bağıntı vardır.
Çocuklar
Akut Lenfositer Tip
•
•
Ayrıca hastalık, kadınlara göre erkeklerde belirgin
bir biçimde daha yaygın görülmektedir.
İyonlaştırıcı ışınımın etkisi, insan ve hayvan
deneyleri ile kanıtlanmıştır. İnsanlarda ışınıma
bağlı olarak gelişen kan kanseri olguları uzun
süreden beri bilinir. Hiroşima ve Nagazaki’ye
atılan atom bombalarından sonra sağ kalan
insanlar üzerindeki yapılan araştırmalarda,
ışınımın kan kanseri sıklığını önemli ölçüde
arttırdığı, ayrıca ışınım miktarı ile kan kanseri
arasında doğru orantılı bir ilişki bulunduğu açıkça
kanıtlanmıştır. Kan kanserinin radyoloji uzmanı
hekimlerde başka insanlara oranla daha sık
Lösemilerin Tiplendirilmesi
Hangi akyuvar türü aşırı miktarda çoğalıyor ve kanserleşme gösteriyorsa hastalık o akyuvar
adıyla tanımlanır. Mesela, lenfosit (ya da lenfositik) lösemisi, akyuvarın bir çeşidi olan ve lenf
sistemindeki lenf hücrelerini etkiler. Diğer tip ise myeloid lösemi denen, myeloblastların
(olgunlaşmamış kan hücreleri) aşırı çoğalmasıdır.
•
•
•
•
Akut Lenfositik Lösemi: (ALL) Lenfosit, lenfoblast olarak adlandırılan olgunlaşmamış kan
hücrelerinin dönüşümü ile oluşur. Lenfoblastlar bu kanser türünde çok fazla artmıştır.
Bunlar, lenf düğümlerinde birikir ve şişliğe yol açar. Akut lenfositik lösemi, çocukluk çağında
en sık görülen lösemidir.
Akut Myeloid Lösemi: (AML) Olgunlaşmamış kan hücresi olan myeloblastların aşırı
çoğalması ile karakterizedir. Bu hücrelerin kemik iliğinde çoğalması sonucu kan hücreleri
üretilemez ya da az üretilir. Bu hücreler üretilmezse enfeksiyonlar artar, kansızlık gelişir.
Kronik Lenfositik Lösemi: (KLL) Olgun lenfositler gibi görünmelerine rağmen, vücudu
savunmaktan acizdirler. Bu hücreler, kemik iliğinde çok fazla üretilir. Fakat koruyucu rolleri
yoktur. Erişkinlerde görülür, yavaş yavaş gelişir ve ilerler. Hasta yıllarca yaşayabilir. 50′li
yaşlardan sonra görülme sıklığı artar. Bu yaş grubunda en sık görülen lösemi türüdür.
Hastalık yavaş seyreder.
Kronik Myeloid Lösemi: (KML) KLL gibi, olgun görünen fakat görevini gerçekleştiremeyen
hücrelerin anormal artışı vardır. Bütün normal hücreler bitene kadar bu hücre artışı sürer.
Erişkin çağındaki lösemilerin %25-60′ını oluşturur. En çok 25-60 yaşlarında görülür.
AKUT LÖSEMİLERE GENEL BAKIŞ
•
•
•
•
Akut kan kanserlerinde başlangıç belirtileri çok
çeşitli olduğundan, hastalık tablosunu tanımlamak
oldukça güçtür.
Olguların yarısından çoğunda ilk belirti kanama
eğilimindeki artıştır.
Deri ve mukozalardaki purpuralar (Morumsu
kırmızı küçük kanama odakları)
Dişeti ve burun kanamaları. (Kanama, herhangi bir
organda da görülebilir. Örneğin, gözün ağ
tabakası, içkulak, dişler, beyin, beyin-omurilik zarı,
•
•
•
•
•
Dil ve dudaklar kuruyup çatlar;
Dişetlerinde şişme, kanama ve yer yer doku ölümü
(Nekroz),
İç yanak mukozası ve damakta topluiğne başı
büyüklüğünde kanama odaklan (Peteşi) ile içi kan
dolu keseciklere rastlanır,
Büyüyen bademcikler kanamalı, morumsu, gribeyaz bir zarla kaplıdır.
Hastalığın ileri evrelerinde her olguda görülen
kansızlık, başlangıçta belirgin olmayabilir, ama
ilerleyici niteliği nedeniyle zamanla halsizlik, baş
AKUT LÖSEMİLERİN GENEL
TANISI
•
Kan kanserinin tanısı ve hücre tipini belirlemek
açısından kaçınılmaz olarak en önemli tanı tekniği
kan ve kemik iliği incelemesidir. Günümüzde
lösemilerin sınıflandırılmasında çevre kanının
incelenmesi yeterli görülmemektedir; çevre kanı
normale yakın olabilir ya da belirsiz değişiklikler
gösterebilir. O yüzden kemik iliği ve lenf düğümü
incelemeleri de gereklidir. Böylece kan kanserinin
hücre tipi ve hücrelerin olgunluk dereceleri
belirlenebilir.
AKUT LÖSEMİLERİN TEDAVİSİ
•
•
•
Nedene yönelik tedavinin henüz geliştirilemediği kan kanseri
türlerinde günümüzdeki tedavinin başlıca 2 hedefi vardır:
Olabildiğince çok sayıda kanserli kan hücresini yok ederek kan
tablosunu normale döndürmek
Kan üretimindeki bozukluğu gidererek kanama, enfeksiyon gibi
sık görülen komplikasyonları önlemek.
Bu hedefleri gerçekleştirebilmek için eldeki tedavi
olanaklarıyla çeşitli kanserli hücre tipleri yok etmeye çalışılır.
Ayrıca destek tedavilerle hastalığın kan yapım ve bağışıklık
sisteminde yol açtığı yıkım onarılıp önlenmeye çalışılır. Hayvanlar
ve insanlar üzerindeki deneylerde kanserli hücre sayısı ile yaşama
süresi arasında doğru orantı olduğu kanıtlandığından tedavide bu
hücreleri yok etmeye yönelik çabaların büyük önemi vardır.
Kan kanseri tedavisine karşı duyarlılık, hastalığın hücre tipine bağlı
olarak değişir.
•
•
•
Fiziksel Tedavi: 1903′ten beri uygulanan ve uzun süre tek tedavi yöntemi
olan iyonlaştırıcı ışınım, değişik biçimleriyle (Röntgen tedavisinden
yüksek enerjili radyoaktif izotoplarla yapılan tedaviye kadar çok
çeşitlidir)
kan
kanseri
tedavisindeki
en
önemli
fiziksel
yöntemdir.Hastalığın daha çok kronik biçimlerinde uygulanılan
iyonlaştırıcı ışınım, ancak belli koşullarda uygulanırsa olumlu sonuç verir.
Bu koşullar akut kan kanseri türleri için de geçerlidir.
İlaç Tedavisi (Kemoterapi): İlaç tedavisi günümüzde kan kanseri
tedavisinin temelini oluşturur. Değişik biçimlerde etki gösteren birçok
ilaç kullanılmaktadır. Birden çok ilacın birlikte kullanılmasıyla daha çok
sayıda kanserli hücreyi yok etme eğilimi, günümüzde en yaygın tedavi
anlayışıdır.
Hormon Tedavisi: Kortikosteroid grubu ilaçların kan kanseri tedavisinde
önemli bir yeri vardır. Hormon kökenli bu ilaçların olumlu etkileri iki
biçimde görülür. Kan kanseri hücrelerine özel biçimde etki ederek kan
yapımını uyarıcı, kılcal damarlar düzeyinde de kanamayı ve zehirlenmeyi
Kronik Myeloit Lösemi
Kronik miyeloit lösemi bir erişkin
hastalığıdır; en çok 30-60 yaş arasında
görülür, 25 yaş altında çok enderdir. Ayrıca
kadınlarda erkeklerden daha sık rastlanan tek
lösemi tipidir.
•
Hastalığın en temel bulgusu, belirgin ve
kimi zaman aşırı boyutlara ulaşabilen Dalak
büyümesidir. Dalak büyümesi görülmeyen
Kronik Myeloit Lösemide Kan Tablosu
•
Kronik miyeloit lösemide kan ve kemik iliğindeki
en belirgin özellik genel dolaşımda granülosit
dizisinden
olgunlaşmamış
hücrelerin
görülmesidir. Bu hücrelerde belirgin bir biçimsel
olağan dışılık bulunur. Kemik iliğinde ise ilik
hücreleri belirgin ölçüde artmıştır. Akyuvar
sayısında da önemli bir artış vardır. Akyuvar
sayısının normal ya da normalin altında olması
oldukça enderdir; akyuvar sayısındaki artış
hastalığın neredeyse değişmez bir bulgusudur.
Kronik Myeloit Löseminin Seyri ve Tedavisi
•
•
•
Akut kan kanserlerinde olduğu gibi kronik miyeloit lösemide de
gidişin önceden kestirilebilmesi için bazı özelliklerin bilinmesi gerekir.
Tanı aşamasında alyuvar sayısı normal ya da en azından
3.000.000/mm3′ten yüksek, trombosit sayısı normal ve akyuvar sayısı
belirgin ölçüde artmış (50.000/mm3′ten yüksek) olan hastalar
genellikle daha uzun yaşar.
Buna karşın kansızlığın hızlı gelişmesi, olgunlaşmamış hücre ve
bazofil sayısının artması, dalak büyümesinin giderek ilerlemesi, lenf
düğümlerinin büyüyüp yüzeysel lenf bezlerinin şişmesi, ışın ve ilaç
tedavisine direnç gelişmesi, kötü gidişe işaret eden bulgulardır.
Kronik miyeloit lösemi tedavisi, dalağın ışınlanması ve/ya da ilaç
tedavisinden oluşur. Ayakta uygulanabilmesi ve ekonomik olması
nedeniyle, ilaç tedavisi günümüzde daha yaygındır. Kan kanseri
tedavisinin yarattığı sorunlardan biri de masrafların yüksekliğidir.
Kronik Lenfositer Lösemi
•
•
•
Kronik lenfositer lösemi, öteki diğer lösemi
tiplerinden çok farklı klinik belirtiler gösterir.
Hastalık çok yavaş seyirlidir ve uzun süre hiçbir
belirti görülmez.
Bu hastalığı öteki kan kanserlerinden ayıran
özellik,
kanserli
lenfositlerin
normal
lenfositlerden ayırt edilememesidir.
Görülme sıklığı yaşla birlikte artan kronik
lenfositer lösemi, çocuklarda ve 40 yaşın
altında ise çok enderdir.
•
•
•
•
•
•
Kronik Lenfositer Löseminin Klinik
Lenf düğümlerindeBelirtileri
büyüme,
Dalak büyümesi,
Genel durumun ve kan tablosunun giderek
bozulması
Enfeksiyon biçiminde komplikasyonlardır.
Derin ve/ya da yüzeysel lenf düğümleri genellikle
iki yanlı olarak ve bir mandalinanın boyunu
aşmayacak ölçüde büyümüştür; hareketli ve
ağrısızdır
Dalak büyümesi kronik miyeloit lösemideki kadar
Kronik Lenfositer Lösemide Kan Tablosu
•
•
•
Kronik lenfositer lösemide kan ve kemik iliğinin
başlıca özellikleri, kanda lenfosit ağırlıklı bir
akyuvar artışı ve kemik iliğinde az çok belirgin
lenfosit artışıdır.
Genellikle 100.000/mm3′ü aşmayan bir akyuvar
artışı ön plandadır. Ama akyuvar sayısının normal
ya da normalin altında olduğu olgular da
bilinmektedir.
Gene de lenfosit sayısının artarak dolaşımdaki
akyuvarların % 90-99′unu oluşturması tipik bir
bulgudur.
Kronik Lenfositer Löseminin Seyri ve Tedavisi
•
•
•
Alevlenme ve gerileme dönemleriyle kronik bir
gidiş gösteren kronik lenfositer lösemi, olguların
çoğunda çok yavaş ilerler.
Hastalığın, tanı öncesinde bazen hiç belirti
vermeden uzun zaman varlığını sürdürmesi ve 1020 ya da 25 yıl yaşayan hastaların bilinmesi kronik
lenfositer löseminin sanılandan daha yavaş
geliştiğini düşündürmektedir.
Sık rastlanan ve orta şiddette seyreden hastalık
biçiminin yanı sıra iyi ve kötü huylu kronik
•
Genellikle ileri yaşlarda rastlanan
İyi huylu kronik lenfositer lösemi, yıllarca belirtisiz seyredebilir;
•
Lenf düğümlerinde hafif büyüme,
•
Her zaman gözlenmeyen dalak büyümesi,
•
Genel durumun iyiliği
•
Lenfosit egemenliğindeki akyuvar artışı dışında normal görünen
kan tablosu
Kötü huylu kronik lenfositer lösemi
•
•
Dalak ve lenf düğümlerinde hızlı büyüme,
İlk evreden başlayarak yüksek ateş, genel durumda hızlı bir
bozulma,
•
Erken dönemde kansızlık ve trombosit sayısında azalma görülür.
•
Ama bu hızlı gelişim, kötü huylu hastalığın kendisinden çok,
Download