GELENEKSEL KÜLTÜRÜMÜZDE VE AŞIKLARIN DİLİNDE ÇİÇEK Yrd. Doç. Dr. Mehmet YARDIMCI Bülbül öter has bahçeler güllenir Burcu burcu ne hoş kokar çiçekler Geleneksel kültürümüzde çiçeklerin çok önemli bir yere sahip olduğu bilinmektedir. Oyalardan çinilere , türkülerden kilimlere kadar maddi manevi kültürümüzün hepsine ince zarafeti ile gelmiş, gözlerde ve gönüllerde kendine has yerini almıştır . Her dönemde sevginin, temizliğin ve güzelliğin sembolü olan, özünde tarifsiz bir sanat ve güzellik saklayan çiçek, Anadolu halkının sosyal hayatında büyük görevler yüklenmiş; kimi zaman Banu Çiçek, Gülçiçek, Nergis, Manolya, Reyhan, Gülperi, Mine, Gülendam, Şengül, Gülşen, Yazgülü, Erengül gibi kızlarımıza ad olurken kimi zaman da gelinlerin dili olup dileklerini anlatma aracı olarak kullanılmıştır . Geleneksel kültürümüzde nişanlı kız kayın validesine çiçek oyalı yazma göndererek sevgi ve saygısını dile getirmiş, genç kızlar saçlarına çiçek takarak sevgililerine içlerinden geçenleri anlatmaya çalışmışlardır. Daima güzel duyguların, inceliğin ve zarafetin ifadesi olarak bilinen çiçek geleneksel kültürümüzde de bir çeşit gönül aynası olmuştur. Gelinlerin, kızların aile büyüklerinin yanında konuşmalarının ayıp sayıldığı Anadolu’ nun kırsal kesimlerinde konuşmayan gelinler kederlerini, sevinçlerini ve sevgilerini yazmaların ucuna çiçek motifleri ile bezemişleridir. Gelinler kaynana dili çiçeği işleyip kaynana dırdırından bıktıklarını, armut çiçeği işleyip kocasının kendisine ilgisizliğinden şikayetini, süs biberi çiçeği işleyip kocasına küskünlüğünü, çakır dikeni çiçeği işleyip kayın validenin kendisine diken gibi battığını kütüle denilen bir dağ çiçeğini işleyip evdeki küs olduğu eltilerle iyi geçinmek istediğini, kır çiçeği işleyip huzur ve rahatlık içinde olduğunu iğnelerin ucuna dökmüşlerdir. Geleneksel kültürümüzde karanfil çiçeği oyasının mutlaka gelinler ve kızlar tarafından takılması bugün bile varlığını sürdürdüğü, ileri yaşlardaki hanımların yaşlandıklarını ima için “karanfilli günlerimiz geride kaldı” gibi bir deyimi kullandıkları görülmektedir . Anadolu halkının günlük yaşamına girip halk sağıltmacılığında önemli görevleri yüklenen çiçekler, kimi zaman güzellikleri ile gönülleri okşarken kimi zaman da yaralara merhem, hastalıklara şifa kaynağı olmuşlardır. Çiçeklerin şifa özelliği Dede Korkut’ta da: “Oğlan anda yıkıldıkda boz atlı Hızır oğlana hazır oldı, üç katla yarasın eliyle sığadı, sana bu yaradan korhma oğlan ölüm yotdur tağ çiçeği anan südiyle senin yarana melhemdürdidi, gayıb oldı.” biçiminde yer almaktadır. Cenaze merasimlerine çiçeklerden yapılmış bir çelenk göndermek, mezara çiçek bırakmak, tüm kültürlerde bir gelenek haline gelmiştir. Bu geleneğin asıl amacı cenazeden yayılma ihtimali olan kokunun hissedilmemesi ve kötü koku yerine çiçeklerin güzel kokularının çevreye yayılmasını sağlamaktır. Divanü Lügati’t Türk’te çiçek adları zikredilmeden genel olarak: Tümen çiçek tizildi Bükünden ol yazıldı biçiminde söz edilmektedir. Çeşitli amaçlar için kullanılan çiçeklerden gül, bir çeşit antiseptik olarak işlev yüklenmiş, gelincik nefes darlığı ve astım hastalığının en önemli ilacı olurken merhem olarak da yanıklarda kullanılmıştır. Fesleğen hazımsızlığa, zafiyet; hanımeli idrar söktürmeğe, öksürüğe; karanfil ateş düşürmeğe, iştah açmaya, menekşe cilt ve boğaz hastalıklarına; papatya sinirleri yatıştırmaya, diş etlerinin iltihaplarına, baş ve bel ağrılarına, zambak diş ağrısına, nilüfer genel ağrıları dindirmeye iyi geldiğinden halk hekimliğinin baş tacı olmuşlardır. Halkımız çiçeklerin doğal renklerinin kalıcı güzelliklerinden yararlanmasını da bilip kök boya dediğimiz tabii boya yapımında da kullanmışlardır. Örneğin, yabani gülü paslı çivi ve şap ile kaynatıp hiç solmayan koyu kırmızı renk elde etmişler, papatyadan sarı renk, paşa çiçeğinden eflatun, gelincik çiçeğinden kurşuni, safran çiçeğinden de sarı, mavi ve yeşilin çeşitli tonlarını elde edip binbir renkli Anadolu halı ve kilimlerinde kullanmışlar. Yedi dağın çiçeği, sümbüllü gibi motifleri de el örgüsü yün çoraplarımıza gönüllerince işlemişlerdir. Halkımız başlı başına bir çiçek dili de meydana getirmiştir. Beyaz gül, beyaz lale ve beyaz karanfil saflık ve temizliği ifade ederken; kırmızı gül, kırmızı karanfil, kırmızı lale aşk ve sevgi; sarı gül ve sarı karanfil ayrılık ve hüznü, menekşe de alçak gönüllüğü ifade etmiştir. Anadolu’nun çeşitli yörelerinde evlerin caddeye bakan pencereleri önüne özellikle cam güzeli denilen saksıda yetiştirilmiş çiçek koymak, evde gelinlik çağında genç kız olduğunun, saksılar evin bahçeye bakan ara penceresine konduğunda evin kızının sözlü ya da nişanlı olduğunun belirtisi olup geleneksel kültürümüzde çiçeklerin dili olarak yerinin almıştır. Bilmecelerimizde : Çarşıda bir ay doğdu Onu görenler oldu Anası kundaktayken Kızının kızı oldu ( Gül ) Kırmızının rengi var Tarlalarda dengi var Kırların tek gelini Rüzgarlarda sollar belini (Gelincik ) Lenger gibi yüzü var Tepesinde gözü var ( Gül ) Sarığımı sara sara Çıktım kara hisara ( Sarmaşık) Ben beslerim o süsler ( Çiçek ) Çalı dibinde mum yanar ( Çiğdem ) biçiminde yer alan çiçek , geleneksel kültürümüzde doğadan bahçelerimize taşınmış, padişahların “Has Bahçe”, “Lale Bahçesi” , “Güllük” gibi adlarla özel olarak tanzim ettirdikleri çiçek bahçelerinden çiçek sevgisinin boyutu bir devre adını verecek kadar kültürümüze yerleşmiş , “ Sarı Çiçek ”ilahisi gibi ilahilerle de halkımızın ağzında kutsallık kazanmıştır. İran mitolojisinde: Bir yaprağın üzerindeki çiğ tanesine yıldırım düştüğü, alev alan yaprağın o haliyle donup kalarak lâleye dönüştüğü, göbeğindeki siyahlığın da yıldırımdan arta kalan yanık izi olduğu biçiminde anlatılan lâlenin Türk kültüründe çok önemli bir yeri vardır. Orta Asya’da Tien Şan dağları ve Pamir dağları ile Azerbaycan arasında kalan yörede ortaya çıktığı kabul edilmektedir. Lâle ve lâle kültürünü Türkler Anadolu’ya beraberlerinde getirmişlerdir. Selçuklu eserlerinde lâle motifine çok yer verilmesi, 13. yüzyıldan itibaren Anadolu tezyinatında kullanılması bunun karşısında Roma ve Bizans süslemelerinde hiç yer verilmeyişi Türk kültürüyle yakın bağının en önemli kanıtlarındandır. Osmanlılarda, özellikle 16-17. yüzyıllarda süs ve süslemeciliğin baş motifi olarak kullanılması, III. Ahmet döneminde belli bir zaman dilimine Lâle Devri denmesi Türk kültüründeki öneminin işaretleri arasındadır. Bunun ötesinde edebiyatımızda Hz. Muhammed’in gül ile, Tanrı’nın da lâle ile sembolize edilmesi geleneksel kültürümüzdeki yeri ve önemini daha da perçinlemektedir. Şiirimizde ilk kez Mevlâna’da Ey lâle gel de sen yanağımdan renk al Bir yüz ki, bakışı o güle ve lâleye dönmüştür. biçimindeki örneklerle rastlanan lâle, dünyada etrafında zengin bir kültür öğesi oluşturan tek çiçektir. Avrupa’ya geçişi ise 16. yüzyılda Kanunî döneminde batılı seyyahların Osmanlı İmparatorluğunu ziyaretleri ile gerçekleşmiş ve götürüldüğü Hollanda’da çeşitliliği arttırılarak bir sektör haline dönüştürülmüştür. Osmanlılar tarafından bu kadar kabul görmesinin asıl nedeni Allah sözcüğündeki bütün harfleri kapsamasındadır. Lâle merakının çok eskilere dayandığını Şarâb-ı ergüvânîdir Duhânî lâle câmında Ne kan tamdıysa odunda benim çağım kebâbında biçiminde Şeyhî dizelere aktarmıştır. Çiçek sevgisi geleneksel kültürümüzde bunlarla da kalmayıp sanat eserlerimizde bir çeşit saygıya dönüşüp çinilere, vitraylara süs olurken , cami kapılarına da nakış olarak işlenmiştir. Lale çiçeğinin ise geleneksel kültürümüzde yeri çok daha özeldir. Bilindiği gibi lale sözcüğünün Arapça’ sına bakıldığında Allah sözcüğünü oluşturan harflerin görülmesinden dolayı dini kitaplara lale motifinin işlenmesine özen gösterişmiştir . Yine eski yazı ile yazılan lalenin tersinden okunması ile Osmanlı devletinin ve İslamiyetin sembolü olan “Hilal” sözcüğünün ortaya çıkması bu çiçeği diğerlerine göre daha kutsal gösterip cami, çeşme, türbe gibi yerlerle seccade halılarına işlenmesine vesile olmuştur. Mânilerimizde: Karanfil oylum oylum Karanfil olacaksın Karanfil uzar gider Geliyor selvi boylum Sararıp solacaksın Yaprağı düzer gider Selvi boylum gelince Ben hakime danıştım Yar yolunu şaşırmış Şen olur benim gönlüm Sen benim olacaksın İnşallah bize gider biçiminde yer alan çiçeklerin âşıkların dilinde de kutsallığı ; Lalede sümbülde gonca güllere Allah varlığını ispat eylemiş Gürünlü Âşık Gülhanî Çayır çemen hep seçildi Dolu peymâne içildi Lâle sümbüller açıldı Cennet oldu bağlar şimdi Gülhanî Yarab binbir çeşit çiçek yarattın Nergis senin lâle senin gül senin Aşık Ferrahî Hakkı hakikati unutmaz Yaz da kış da lalesini kurutmaz Posoflu Aşık Müdamî gibi dizelerle dile dökülürken lale de kendi önemini bildirircesine; Lale eydür ben laleyüm Cümlenizden ben alayım Hem senayım hem sefayım Kangınız âlâ çiçektir Aşık Ömer diye âşığın dilinde kendi değerini bir çeşit sergilemiştir .Lale kutsallığı yanında güzelliği ile de aşıkların dilinde ve telinde yer almış; Başına sokulmuş gibi lalesi Yaktı beni kaşların karası Karacaoğlan Bahçede açılsın laleler güller Gülleri toplasın kınalı eller Dertli Kazım Her biri andırır güzel baharı Lale sümbül gibi koktu güzeller . Gürünlü Âşık Gülhan Sevda bülbülleri öttü bağımda Lale yanaklıma çok hasret kaldım Feymani biçiminde aşıkları sevda yolunda çoşturmuştur. Yeri geldiğinde gurbetten, ayrılıktan, sevgiliden çektiklerini derin bir hüzünle dile getiren âşık, yeri geldiğinde de sevgiliyi, mevsimleri, doğayı tasvir ederken çiçeklerin güzel dünyasına dalıp onlarla coşmuş; Her aşık kendine bir çiçek seçmiş Nergisi zambağı fulu severim Aşık Ferrahi Her birisi türlü koku saçarlar Yerleri de güzel eder çiçekler Aşık Semai diye güzelliklerini dile ve tele dökmüştür. Aşıkların dilinde lale, sümbül ve gül üçlüsü sık sık dile getirilip Bir yayla isterim ili göçmedik Lalesi sümbülü gülü geçmedik . Karacaoğlan Kaşların göz ile ediyor cengi Söyleşir yavrular, koç yiğit dengi Çiçekte, meyvede yoktur menendi Lâleden kırmızı, gülden ziyade Karacaoğlan Çıkıp şu dağlara seyran eyledim Açılmış lale sümbül gülün ne güzel Gürünlü Aşık Gülhani örneklerinde olduğu gibi birlikte söylenir olmuştur . Yunus Emre’nin bir dizesinde: Çiçek eydür iy derviş gül Muhammed teridür Biçiminde dile getirilen ve Hz. Muhammed’in terinden doğduğu rivayet edilen gül, Süleyman Çelebi’de: Terlese güller olurdu her teri Hoş direrlerdi terinden gülleri biçiminde dizelere aktarılmıştır. Fuzulî’nin bir gazelinde de: Bulunur her derde istersen gülistanda devâ Hokkasında goncenün san kim şifa cüllâbı var denerek halk hekimliğindeki yeri vurgulanmıştır. Aşıkların dilinde de en çok sözü edilen çiçek güldür. Âşıklar öbür çiçekleri övseler de güle daha özel bir önem vermişlerdir . Gönül yaylasında üç gül açılmış Ak gül kırmızı gül hele sarı gül Biribirinden güzel doğmuş ayılmış Ak gül kırmızı gül hele sarı gül Birisi olmuştur başlar belası Biri domurlanmış ateş paresi Birisi de İrem Bağı lalesi Ak gül kırmızı gül hele sarı gül Mesleki Her rengin aşıklarca ayrı bir güzelliği ve ayrı bir önemi vardır. Geleneksel kültürümüzde işlene işlene gül kültürü de diyebileceğimiz ayrı bir kültür olmuş, aşıkların dilinde de sayısız imajlarını taşıyıcısı konumuna girmiştir. Kimi zaman; Bir sabah baktım köyün düzüne Lale sümbül açmış gül başka kokar Dertli Kazım Zülfünden bir tel versene Koklayayım gül yerine Karacaoğlan Kuşluk zamanından Mayıs ayında Kokar burcu burcu Divriğ’in Ozan Rehberi gibi kokusu ile kimi zaman; Erenler sohbetinde Deste kızıl gül idin Yunus Emre Aşık oldum gülşendeki dört güle Ak sarı kırmızı ille pembe gül Yozgatlı Huzuri gibi rengi ile, kimi zaman; Açıldı mı yanağının gülleri Dalgalandı bu sevdanın selleri Hicrani gibi sevginin sıcak ifadesi olarak dizelerde yer alırken kimi zaman; Dost bahçesi gülünü Derelim senin ile Yunus Emre dizelerinde olduğu gibi dostluğun simgesi olarak aşıkların dilinde terennüm edilerek ilahi güzelliğin sembolü olmuştur. Hz.Ali’ nin ölümünden önce Selman‘dan istediği bir gül demetini kokladığının bilinmesi, Mevlâna türbesinin bulunduğu yerin daha önce bir gül bahçesi oluşu, Fatih Sultan Mehmet‘in portresinde elinde bir gül bulunması gibi nedenlerle gül halk arasında daha çok sevilir olup Kuran- ı Kerim’ in baş ve son sayfalarına nakış olarak konmuş, şiirlerde de; Bülbülün sesinde sevişe geldim Güller ya Muhammet Ali çağırır Pir Sultan Abdal Pirin divanına uğradım Pirin divanı güldür gül Oturdum köşk sarayına Taht-ı revan güldür gül Kul Nesimi Estin seher yeli gibi Kokan cennet gülü gibi Aşık Ferrahi biçiminde söyleyişlerle kutsallığı terennüm edilmiştir. Aşıkların dilinde gül en fazla sevgiliyi temsil etmiş aşkın her çeşidine sembol olmuş; Aşık olanlara bir tel de yeter Bülbülün zarına bir gül de yeter Aşık Semai Al yanağı elvan güllü nakışlım Gönlümü bir kere çaldı neyleyim Hasreti Dadaloğlu al yanağın gülünden Mis kokuyor saçların telinden Dadaloğlu gibi dizelerle dile getirmiştir. Gül kimi zaman aşıkların dilinde ; Başıma kayalar taşlar atsa da Elimi uzatır gül veririm ben Dertli Kazım gibi dizelerle dostluğun işareti olarak yer almıştır . Aşıkların dilinde ve telinde ; Kadir mevlam seni övmüş yaratmış Çiçekler içinde birdir menekşe Karacaoğlan Nergizle yasemin laleler bitmiş Zambakla menekşe kemale yetmiş Yozgatlı Hüzni Baharda açılır nilüfer lale Menekşe çiğdemi nergisi bile Memnuni Sarı çiğdem evvel geldi dünyaya Benefşe baş eğip durdu dünyaya Dertli gibi söyleyişlerle çeşitli çiçekler sık sık terennüm edilmiş, yüzyıllar boyu çiçeklerin dili ile Anadolu insanı bir biri ile konuşmuş, işaretleşmiştir. Çiçeğe şiirlerinde yer vermeyen âşık yok gibidir. Kimileri çiçekler üzerine destanlar yazmıştır. Âşık Fehmi Gür’ün çiçekler üzerine yazdığı destanın bir bölümü: Çiçekleri meth edeyim bu sefer, Alsam gonca gülü çıksam meydana, Menekşe bahçede boynunu eğer, Nazlı sümbül durmuş, arşı seyrana. Açılır baharda çalı gülleri, Bir zevkle getirir şen bülbülleri, Sanarsın mis kokar hanım elleri, Ay çiçeği durmaz bakar dört yana. Sarmaşık sarılmış göğü uzanmış, Lale dedikleri bir nam kazanmış, Açılmış çiçekler, dünya bezenmiş, Koklasam nergisi yetişir bana. Kardelen, papatya, koyun gözleri, Zapteylemiş tepeliri, düzleri, Aldatırlar gelinleri, kızları, Onlar da meftundur kaşı kemana. Kartopları bahçelerde sallanır, Arılar üstüne konar ballanır, Gelincikler filiz verir dallanır, Çağırırlar bu temeli kurana. Reyhan methedilmiş vaktinden beri, Salkım çiçeğinden aldım haberi, Türlü türlü neş’e verir her biri, Bir ıhlamur çayı sunayım sana. Yasemini, mor nergisi severim, Hepsinin derdini beyan eylerim. Hülya çiçeğinden yoktur haberim, Sizden istediğim bir kına kına. biçimindedir.