Kbnrad y4denauerVakf Yayımlayan: Konrad Adenauer Vakfı Türkiye Temsilciliği Türkiye Raporu Nr. 06/2001 Prof. Dr. Beyza BiLGiN islam'da Kadının Rolü Türkiye'de Kadın Ankara, Haziran 2001 Prof. Dr. Beyza BÎLGÎN tslamMa Kadının Rolü Türkiye'de Kadın Giri; Hayattayız, doğuyoruz, çeşitli hallerden geçiyoruz ve ölüyoruz, ne nereden geldiğimizi bili­ yoruz ne nereye girtiğimizi, bir meçhulden gelip bir başka meçhule giderek yaşıyoruz. Peki niçin yaşıyoruz, onu da bilmiyoruz, bize yaşamak isteyip istemediğimiz sorulmamış. İki meçhul arasında gelip geçen hayatımızda o kadar çok amaç koyabiliyoruz ki önümüze, hayatımızın her anını doldurarak yaşıyoruz. En küçük ayrıntı çok önemli oluyor bizim için; elbisemizin rengi, penceremizin perdesi bile. Nedir bu hırsımız, telaşımız! Bizi durdurup bütün bunlar üzerinde düşünmemizi isteyen duygularımız da var; duygularımızı uyaıan bazı cevaplar da. Bu duygularla cevaplar ve onların kabulü o kadar önemli ki, onlar hiç yokmuş gibi davranmamız mümkün olmuyor. T a m tersine büyük çoğunluğumuz için onlar her zaman için hayatımızdaki her şeyden daha önemli, onlara bağlanmadan yaşanan hayat anlamsız, yaşanmaya değmez gibi. Her toplumun hayatı yorumlayan, davranışları yönlendiren kabulleri var. Kabuller inanan­ ları için, başkalarınmki ile kıyas kabul etmez şekilde doğru. Doğrular hayata anlam vererek insanlara mutluluk getirdiği gibi, aralarında rekabete, düşmanlıklara, savaşlara, bedbahtlıklara da sebep olabilmiş. Bunlarla nasıl başa çıkacağımızı öğrenmemiz çok önem­ li. G ü n ü m ü z d e , dünyanın hemen her yerinin herkese açıldığı yaşama biçiminde, hayat hakkındaki yorumlarımızı paylaşmakla ve birbirimizin yorumunu öğrenmekle kcndimizinkini daha iyi anlayabileceğimizi, böylece hakikate biraz daha fazla yaklaşabileceğimizi ümit ediyoruz. İnsandan başka varlıkları tanıma çabalarımız da bize pek çok şey öğretiyor. N e de olsa hayau onlarla da paylaşıyoruz ve onların bu hayatı yaşamada bizden daha çok tecrübe birikimleri olduğunu öğreniyoruz. Bakışımızı bu şekilde genişletmeyi kadınlar açısından daha da önemli buluyorum. Ç ü n k ü insanların dişisi olarak kadınlar hayvanların dişileri ile kıyas kabul etmez derecede sorun olmuş. Hiç kimsenin aklına hayvanların veya bitkilerinin erkeğinin mi dişisinin mi önce yaratıldığı, hangisinin diğerinden üstün olduğu gibi sorular gelmemiş. İnsanların erkeği ve dişisi konusunda ise vazgeçilmez bir tartışma sürüp gitmek­ te. Dinlerin bu konuda verdiği bilgiler insanlar tarafından genişletilmiş, erkeği vc kadını bir­ birine bağlayan vc birbirinden ayıran yeni kabuller üretilmiş. İslam hayat görüşü vc yanalı; aymnHan kadın İslam hayat görüşüne göre, gelip geçici olan bu hayat Allah'ın istemesi ve "Ol!" emrini ver­ mesi üzerine yaratılmaya başlamış, belirlenen süre doluncaya kadar sürecek. Bu geçici prog­ ramın amacı yaratılmışların test edilmesi, dünya imtihan dünyası. Varlıkların hepsi hayatı devam ettirmek için çalışmakta, Allah'ın kendileri için belirlemiş olduğu programa ister iste­ mez uymakta. T e s t bitip, her şey alt üst edildikten sonra kurulacak asıl hayat içinde insan­ lar, testteki başarılarına göre layık olabildikleri yerleri alacaklar, islam'ın temel bildirisi, Allah'ın belirlemiş olduğu programa varlıklardan her birinin ister istemez uymakta oluşunun fark ettirilmesi. İslam'ın kelime anlamı teslim olmak ve bu anlamda varlıkların hepsi Müslüman, çünkü onlar Allah'ın yaratışına iscer istemez teslim. Varlıklardan her birinin hayan diğerine öyle bağımlı ki, onlardan birinde meydana gelecek bir değişiklik veya aksama programın bütününü, dolayısıyla onun içindeki varlıklardan her birini etkiliyor. Yani varlıklar Allah'a teslim olurken aynı zamanda ve büyük ölçüde birbirlerine teslim. Kuran'a göre insan soyu yeryüzündeki varlığın bütünlüğü içinde özel bir yere sahip, üstün ve onurlu kılınmış, (3.A1-İ İmran Suresi, .33, 59.ayetler) yaratılmışların pek çoğundan üstün tutulmuş, insan irade sahibi, yaptıklarından sorumlu, gün gelecek Allah'ın huzurunda yargılanacak. (17.tsra Suresi, 70.ayet) İnsanlar cins, ırk, dil, din, hangi farklılıkta olurlarsa olsunlar, bir ve aynı ortak yaratılışla yaratılmış, ö n c e Allah'ın toprağın özüne şekil vermesi, sonra ona ruhundan üfleyip can vermesi, sonra erkek ve kadın arasındaki ilginin ve sevginin sonucu anne rahminde yumurta hücresinin (alak) oluşup gelişmesi ve doğup büyümesi ile. (96.Alak Suresi, 2.ayet) insanların hepsi aynı yaratılışla, birbirlerinden yaratılmakta devam ediyor, yani onlar yabancılar değil, akrabalar; şu halde kendilerini yaratmış olan Allah'a ve aralarındaki akrabalığa saygı duymakta kusur etmemeliler. (Bkz: 4.Nisa Suresi, 1. Ayet; bkz: s.54.; 4 9 . Hucurat Suresi, 13. ayet) Eğp Ifimıîginrlm yaranlıy hiloycSİ VC Ctldlcii Kuran'da yaratılış hikayesi genel hatları ile anlanlırkcn, Kuran'dan önceki kutsal kitap Tevrat'ta bu hikayenin epeyce ayrıntılı olduğu görülür. Tevrat'ın Yaratılış hikayesinde, bir­ birinden farklı iki anlatım var. Birincisine göre Allah yeryüzünde hayatı kurduktan sonra, o hayata hakim olmak üzere insanı yaratmış. Allah insanı kendi suretinde ve erkek ve dişi olarak çift yaratmış, onları mübarek kılmış ve onlara demiş ki, semereli olun, çogalın, yeryüzünü doldurun ve onu rabi blın; denizin bahklarına, göklerin kuşlarına ve yeryüzünde hareket eden her şeye hakim olun! ikincisine göre ise insan olarak başlangıçta erkek yaratılmış, erkek diğer varlıklarla arkadaşlık kuramayıp da yalnız kalınca, ona arkadaş ve yardımcı olsun diye, erkeğin uyutulması ve kaburga kemiklerinden birinin çıkarılması ile, kendi cinsinden bir kadın yapılmış. Bu durum kadın ile erkek arasındaki cazibenin sebebi olarak gösterilmiş. O kadar ki, erkek anasını ve babasını bırakacak, karısına yapışacak ve onlar bir beden olacaklardır, denilmiş. (Tekvin 2, 24) Tevrat'ın daha sonraki ayetlerinde kadını suçlu çıkaran bir başka bildiri var. Buna göre kadın, Allah'ın yenmesini yasakladığı ağacın meyvesinden, şeytana uyarak yemiş ve böylece ilk günahı işlemiş, sonra erkeğe de yedirerek onun da günah işlemesine sebep olmuş, bunun üzerine insanlar cennetten kovul­ muşlar. Allah insanları hayat ağacından daha fazla yemesinler ve ebediyen yaşamasınlar diye içinde yaşadıkları cennetten çıkarmış. Daha önce insanlar cennette kadın ve erkek çıplak olarak dolaştıkları halde utançları bulunmazken, yasak meyveyi yiyince gözleri açılmış, çıplak olduklarını bilmişler, utanmışlar ve incir yapraklarını dikip kendilerine önlükler yap­ maya çalışmışlar. (Tekvin 3, 7-24) Allah deriden elbiseler yapmış ve onlara giydirmiş. Onlar böylece bütün yaşayanların anası ve babası olmuşlar, şeytan, kendisinin insana üstünlüğünü -2- kanıtlamak üzere harekete geçip, yılan kılığında gelip yasak meyveyi yedirmek üzere ilk olarak kadını seçtiği için, kadının şeytana yakınlığı, erkeğe de yedirdiği için kadının da şeytan gibi ayartıcı olduğu söylemi çağlar boyu sürmüş. Allah erkeğe yasağını niçin çiğnediğini, hayat ağacının meyvesinden niçin yediğini sorduğu zaman, o, yanma vermiş olduğu kadının kendisine bunu yedirdiğini söylemiş. Kadın işlediği günah sebebi ile şiddet­ le cezalandırılmış, Allah kadına, zahmetini ve gebeliğini ziyadesiyle çoğaltacağını, ağrı ile evlat doğuracağını, arzusunun kocasına olacağım, kocasının ise ona hükmedeceğini bildir­ miş. Erkeği de karısının sözünü dinlediği için cezalandırmış. O n a da, toprağın bu yüzden lanetlendiğini; ömrünün bütün günlerinde, toprağa dönünceye kadar ondan zahmetle ve alın teri ile yemek yiyeceğini, topraktan geldiği gibi toprağa döneceğini bildirmiş. M ü s l ü m a n teFsirciler erkeğin ve kadının yaratılışı ile ilgili ayetleri tefsir ederken (2.Bakara Suresi, 35.ayet, 4.Nisa Suresi l.ayet vb. bkz: s.54) kadının eğri kaburga kemiğinden yaratılma hikayesini Tevrat'tan alıp kullanmışlar, bunu yaparken de H . M u h a m m e t ' e isnat edilen bir hadise dayanmışlar. Hadise göre, "kadın eğe kemiğinden yaratılmış, onu bir yol üzerine yönlendiremezsin; kadından ancak o haliyle yararlanabilirsin, onu doğrultmak istersen kırarsın, onun kırılması boşanmasıdır". (Kenzu'l-Ummal, Ali el-Muttaki, C 1 6 S.372-.373, Hadis yaratılışından no. 49956) söz edilmesinin Hadis bir kritiklerinde, hüküm kadının kaburga değil, eski kültürdeki bir kemiğinden benzetmenin hatırlatılması ile verilmiş öğüt olduğu, hadisin metninde "gibi" kelimesinin bulunduğu, (Kadın eğri kaburga kemiği gibidir, onu doğrultmak istersen kırarsın! Bkz. aynı kaynak, 4 4 9 7 6 - 7 9 numaralı hadisler) muhtemelen bu kelimenin rivayet sırasında düşmüş veya kas­ ten düşürülmüş olduğu bildirilmişsc de, İslam ilahiyatçılarının bir çoğu ve halk için yazılmış kitapların yazarları bu rivayeti Tevrat'taki ifâdelerle birleştirerek erkeklerin kadınlara üstün­ lüğü ve üstünlüğün korunması konusunda ciddi bir Oin hükmü gibi kullanmışlar. Azeri müfessir Mir M u h a m m e d Kerim el-Baküvi ise "Keşfîi'l-hakayık an nükeri'l-ayati ve'ddekayık" isimli tefsirinde bu konuya şöyle açıldık getirmiş: "Hadislerde H . Havva'nın Adem'in sol kaburgasından kemiğinden yaratıldığı ifade edilmiştir, (Buhari, Nikah 79-80) H . Adem'in sol kaburgasından murat, sol tarafındaki topraktan demektir. Böylece ikisi dc aynı topraktan yaratılmıştır. (îbn Mace, Sünen, Taharet 77) Yani her ikisi de bir bütünün yarısıdır. (Bkz: Gerçeğin D o ğ u ş u , Alevi Kuran Tefsiri, hazırlayan Ahmet Dolunay, 1 12, Merkür yay. istanbul 2 0 0 0 ) M u h a m m e d Esed, ilk devir tcfsircilerine dayanarak her iki cinsin aynı yaratılışla yaratıldığım yazar ve Havva'nın Adem'den yarandığı yorumunu red­ deder. Ayrıca o tefsirlerdeki bu gibi ifadelerin dikkade ele alınması gerektiğini, 3.Aİ-İ Imran Suresinin 7. ayetinde bildirilen bir uyarıya dayandırır. Bu ayette denilmektedir ki, kalpleri hakikatten sapmaya meyilli olanlar, kafaları karıştıracak şeyler bulmak için, keyfi anlamlar bulmak amacı ile ilahi kelamın çok anlamlı (müteşabih) kısımlarına takılırlar, oysa Allah'tan başka kimse onun kesin anlamını bilmez. (Bkz; Kuran Mesajı meal-tefsir, S. 9 9 , 132) -3- Kuran'a göre, AJlah hürriyet ve sorumluluk vereceği bir insan soyunu yaratacağını ve onu yeryüzünde halife yapacağını meleklere bildirdiği zaman, melekler yeryüzünde daha önce yaratılmış bulunan varlıkların tecrübesi ile olsa gerek, böyle birinin kan dökücü ve yozlaştıncı bir varlık olabileceğini, kendileri sürekli teslimiyet içinde çalışırken insana gerek olup olmadığını merak etmişler. İnsan soyunun, daha önce yaratılmış varlıklar taralından ilk algılanışının bozguncu ve yozlaştıncı olarak görülmesi dikkat çekici. Ancak bu olumsuz algılamada cinsiyet değil, bir bütün olarak insan soyu söz konusu. Allah meleklere insanın üstünlüğünü göstermek üzere bir test yapıyor ve onlardan varlıkları isimlendirmelerini isti­ yor. Melekler Allah'ın kendilerine bildirdiğinin dışında bilgilerinin olmadığını söylerken, insan varlıkların hepsini isimlendiriyor (2.Bakara Suresi, 30-.31.ayetler) Melekler insanın bilgi üstünlüğü karşısında secde ederken, şeytan kendi yaratılışının insanınkinden üstün olduğu iddiasından vazgeçmiyor, şeytan Allah'ın kadını ve erkeği yaşamaları için içine koyduğu, acıkmanın, susamanın giyinmenin ve güneşin sıcaklığından etkilenmenin söz konusu olmadığı cennette de onları rahat bırakmıyor, her ikisini de yoldan çıkararak ilk günahı işlemelerine sebep oluyor. (20. Ta-ha Suresi, 118-119 bkz: s.61) İnsanlar yemeleri yasak olan meyveyi yiyorlar, böylece sahip oldukları konumu yitirerek, geçimlerini kendileri sağlamak üzere yeryüzünün olumsuz şardanna indiriliyorlar. Kuran'da, yasak meyveyi yiye­ rek Allah'a karşı ilk günahı işleyenin ve erkeğe de yedirerek onun da günah işlemesine sebep olanın kadın olması gibi bir anlatım yok. T a m tersine anlatılan sadece şu: Adem (erkek) şeytanın sözüne kanarak, Allah'ın yasak meyveden yememeleri tembihini unutuyor, böylece I ^ b b i n i n emrine karşı gelmiş, dolayısıyla ciddi bir hataya düşmüş oluyor. Meyveyi erkek ve kadın birlikte yiyorlar. Meyvenin yenmesi bünyelerinde önemli bir değişime sebep oluyor, daha önce fark etmedikleri çıplaklıklarını fark ediyorlar ve örtünmek üzere yapraklar arayıp Allah'tan gizlenmeye çalışıyorlar, insanların yasak meyveden yemelerinin sebebi, Allah'a saygısızlık değil, Allah'ın tembihini unutmalarıdır. Burada Adem'in unutması ile insan soyu­ nun bütününe uyarı yapılmakta, şeytanın kandırmalarına karşı tehlikede oldukları vurgu­ lanmaktadır, Adem'in unutması, onun yaratılışındaki amaçta azimli ve gayretli bulunma­ ması olarak bildirilmiş. Adem işlediğinin günah olduğunun farkına varmış ve bundan ötürü Allah'tan özür dilemiş, Allah özrünü kabul etmiş ve kendilerine yol göstermekte devam edeceği sözünü vermiştir. (20.Ta-ha Suresi, 119-122 bkz: s.61) Kadın potansiyd suçlu mu? Bilim ve Edebiyat dilinin Arapça ve Farsça olduğu dönemde az da olsa halk için Türkçe olarak sade ve çekici üslupla yazılmış, eski rivayetlerle dolu kitaplar saygı ile okunmuş olduğu gibi, onlardan bir çoğu (Ahmediye, Muhammediye, Kara Davut, Envar al-Aşıkin vb.) bugün dahi hiç irdelcmesiz yeniden basılmaya devam edilmekte, okuyucu bulmakta, din görevlilerinin önemli bir bölümü onlarla vaaz etmektedir. Bu kitaplardan biri olan, on beşinci yüzyıla ait "Anvar al-Aşıkin"in girişinde, yazatın şu ifadeleri tipik bir örnektir: "Bu zamanda bilgisizlik ve taklitçilik son derece çoğaldı. İnsanların bir kısmı boş şeylerle -4- uğrajmakta ve 'Ben şeriata göre hareket ediyorum' demekte. Bazıları da 'Ben araştırıcıyım' demek suretiyle ayrı hareket etmekte. Ben miskin Ahmet Bican, bu kitapta öyle şeylerden bahsettim ki, Arap ve Acem bunun benzerini düzmedi. Zira onlar bazı hükümleri ve yalan yanlış sözlerle hikayeleri naklettiler. Ben miskin ise bütün kutsi hadisleri ve sözleri naklet­ tim. Tevrat'ta, Zebur'da, İncil'de ve Kuran'da ne kadar ilahi hitap varsa, diğer peygamber­ lerin sahifelerinde ne kadar Allah kelamı mevcutsa, ilahi alemlere, mahşer günü olan Arasat'a, döneceğimiz yer olan Ahrete ve ebedi olan cennedere varıncaya kadar ne türlü beyan varsa, hepsini bu kitapta topladım." Yazar daha sonra, "Tevrat'ta yazılmıştır," diye başlayarak yukarda geçtiği gibi yaraulış hikayesini anlatıyor ve şu açıklamayı yapıyor: "Kadınların mirasta ve şahitlikte yarım hisseye sahip olmaları, ay hali ve loğusalık durumları sebebi ile ibadetlerinde erkeklere gpre noksan kalmaları, onlara Allah'ın cezasıdır. Çünkü kadın soyunun temsilcisi olan ilk kadın, şeytanın kandırması ile yasak meyveyi yemiş ve onu erkeğe de yedirerek Allah'ın emrine karşı gelmişrir.' (Cilt 1, S. 78-87) Bu hükümler bu ki­ taplarda böyle geçtiği gibi, onlar İlmihal kitaplarına da geçirilmiş, böylece genel din eğiti­ mini bu bilgiler teşkil etmiş, İslam hukuku dahi bunlara dayandırılmışur. Hikayeleri kelimelerin dış anlamlarına göre yorumlamakta ısrar edersek, acaba yasak meyve yenmemiş olsaydı durum faridı mı olacaktı, diye sorular gelir aklımıza. Yani acaba o zaman kadının gebeliği ziyadesiyle çoğalmayacak ve kadın acılar içinde doğurmayacaktı da, üreme erkek­ lerin kaburga kemiklerinden mi olacaktı, kadın kocasına karşı zayıf olmayacak ve erkek kadına hükmedemeyecek miydi? Bu gibi soruların cevabı yoktur. Bütünü erkek olan Kuran tefsircilerini, kadına eksik değer biçen eski kültürlere katılmakta cesaredendiren şey, Kuran'a göre Kutsal Kitapların birbirlerinin devamı oluşu. Kuran'da kısa olarak bildirilmiş olan konular, daha önceki Kutsal kitaplardan yararlanılarak genişletilip açıklanabilir, diye düşünülmüş. İslam'dan önceki kültürlerin (Arap, Yunan, Roma, İran vb.)erkek merkezli, baskın karakteri ve bunların oluşturduğu geleneklerin sağladığı menfeatten vazgeçmek her­ halde kolay değildi. Hayatın amaa ve değilim İnsanlar en eski hayat şekillerini Kutsal kitapların bildirilerinin dışında da merak etmiş, araştırmışlar. Acaba ilkel yaşayışta erkek ve kadın nasıl algılanıyordu? Antropologların araştırmaları ortaya koymuş ki, geriye doğru gidildikçe, hayatın amacı derlenip toplanıyor, tek düze oluyor ve hayatta kalma çabasına indirgeniyor. İlkel topluluklarda kadınların rol­ leri daha üstte, çünkü çocuk doğurma, çocuğu besleme ve sosyalleştirme, diğer bütün işler­ den, erkeğin avlanmasından ve savaşçılığından daha önemli. Kadının işi, hayatın amacı olarak asıl, erkeğinki ise ona yardımcı, yani araç. Bu yüzden kadınlar daha emredici, erkek­ ler daha itaatkar. Erkekler çocukların duygusal ihtiyaçlarına kadınlardan daha duyarlı ve cevap vermeye daha hazır; bu tutum kabile üyeleri tarafından tabiata uygun ve biyolojik olarak nitelendirilmekte. Bu tutumun günümüzde de kısmen devam ettiğini gözlemlemeniz mümkün. Tanıdığım bir çok ailede anneler babaların yumuşaklığından, çocuklara yüz ver- -5- meşinden şikayetçi. Bütün gün disiplinle uslu durdurdukları çocuklar, baba işten gelir gelmez onun kucağına atılmakta, omzuna tırmanıp şımarmakta. Anneler babaya da kızabilmekte, demek ki otorite gayri resmi olarak da olsa hala annede. Avcılık, savaş, endüstri vb. gelişmeler zamanla insanların hayatındaki asıl ve yardımcı görevlerin yerini değiştirince kadınlara ve erkeklere yüklenen değerlerde de değişiklik olmuş, insanlar, içinde doğup yetiştikleri ortamın şartlarına, lârklı zaman ve kültürlere göre öyle değişik özelliklere sahip olabilmiş ki, birbirlerini kadınlar ve erkekler, yabancılar ve köleler, hatta aşağılık düşmanlar veya henüz insanlaşmamış insan-altı varlıklar olarak dışlayabilmiş. Birbirimizi üstünlük ve aşağılık sınıflarına bölmüş, sonra da egemenlik yarışına girmişiz. Kuran'ın indiği Arap toplumunda sürekli savaşlar sebebi ile erkekler ölüyor, kadın nüfusun­ da itibarı zedeleyecek derecede fazlalık meydana geliyor. Erkek azlığı ise fekirlik ve savun­ mada zayıflık demek. Soyun ancak erkek çocuk ile devam edeceğine inanılıyor. Kadın nüfusun fazlalığı kız çocuğa sahip olmayı utanç haline gerirmiş, bu sebeple kız çocukları biraz okşayıp sevdikten sonra, (bir çeşit nüfiıs planlaması ile) toprağa gömerek öldürmekte sakınca görmez olmuşlar. Halbuki bir başka alanda kızlar yüceltiliyor, melekler Allah'ın kızları, putlar Allah'ın yardımcıları sayılıyor. (lö.Sure, 59. ayet; 17.Sure, 40.ayct) Kuran'da, öldürülen kız çocukların hangi günah yüzünden öldürüldüğünün Allah katında sorulacağı bildirilmiş: (81 .Sure, 8-9.ayeder) Araplar erkek çocukları pudar için kurban etme adenni de kısmen uygulamış. Kuran bu adetleri kız ve erkek bütün çocukları kapsayacak şekilde haram kılmış. (17. Sure, 31.ayet bkz: s.60) Fakirlik korkusu ve mala düşkünlük yüzünden kız çocukları öldürmenin yanı sıra, malı da onlarla paylaşmamak için bahaneler icat etmiş, şu hayvanlar ve ürünler kutsaldır, izin verdiklerimizin dışında kimse onlardan yiyemez, şu hay­ vanların karınlarında olan şey erkeklerimize tahsis edilmiştir, kadınlarımıza yasaklanmıştır, ancak ölü doğarsa her iki taraf da ondan pay alabilirler, diyerek, yeminler ve adaklar yolu ile kadınları aradan çıkarıp etleri yalnızca erkeklerin yemesini sağlayabilmişler. Kuran bunları da yasaklamış. (6. Sure, 137-139.ayeder) Soyun devam etmesinde erkekler kadar kızlann da geçerli olduğu, Allah Elçisi'nin hayatında ortaya çıkmış. H . M u h a m m e t ' i n üç tane erkek, dört tane kız çocuğu olmuş, erkek çocukları bebekken ölmüşler, bu durum düşmanlan sevindirmiş. Onlar demişler ki, Muhammet'in soyu soyu-kesik (ebter) biri, adı sanı kalmayacak, unutulup gidecek! Kutan bu durumu "Ona Kevseri verdik" (lOS.Kevser Suresi) demek suretiyle reddetmiş. Kevser, bolluk, yüce­ lik, nesli gür olmak anlamlarına geliyor ve tam da ebter kelimesinin zıddı. Allah Peygamberine öyle soy gürlüğü vermiş ki, onun adı sanı hiç unutulmamış, ona ebter diyenlerinki ise unutulmuş gitmiş. H . Muhammet'in en küçük kızı Fatıma ile ondan olan torun­ ları Allah Elçisi'nin soyunu devam ettirmeye yetmiştir. Kız çocuklarına hayat hakkı bile tanımayan bir toplumda Allah Elçisi'nin soyunun kızından devam etmesi düşünen insanlar için bir ders. -6- H . M u h a m m e t kadınları anne oluşları, şefkatleri ve fedakarLkları açısından daima anmış vc örnek göstermiş. Yahudi dininin tarihinde önemli yeri olan Firavunun karısı Asiye ile H . isa'nın annesi Meryem onun daima övdüğü iki kadın. Asiye, Firavunun zulmüne rağmen, H . Musa'nın sarayda bir prens olarak yetişmesini sağlamış. H . Meryem ise Allah'a olan sevgisi ve güveni ile babasız bir çocuk doğurmanın ve yetiştirmenin sıkıntılarına kadanmış. H . Peygamberin ilk eşi H . Hatice'nin ve kızı H . Fauma'nın hizmederini özellikle övmüş. H . Hatice Allah Elçisine en evvel inanmış ve Müslümanlık uğrunda bütün imkanları ile çalışmış, sevgi dolu, sadık bir eş, H . Fatıma ise H . Peygamberin, bir kız evlada nasıl şefkat­ le, fakat kendi kızı bile olsa, adaletle davranılacağını gösterdiği örnek kişi. H . Fatıma Mekke döneminde Müşriklerin babasına ettikleri eziyetleri görerek büyümüş, annesinin ölümün­ den sonra, Mekke'deki en zor dönemde babasına bakmış, Medinede de H . Ali ile evleninceye kadar babası ile birlikte yaşamış. H . Fatıma'ya, babasına olan düşkünlüğünden dolayı, "Babasımn annesi" demişler. Daha sonra da aralarındaki sevgi ve saygı gözle görülecek şekilde izlenmiş ve kaydedilmiş. Mesela Fatıma babasının yanına geldiği zaman Allahın Elçisi ayağa kalkıyor, ona merhaba diyor, onu öpüyor ve kendi yerine oturtuyor. Allahın Elçisi de Fatıma'nın evine gittiğinde, Patıma kalkıyor, ona merhaba diyor, onu öpüyor ve kendi yerine otunuyor. Onların bu davranışları düşünen insanlar için örnek. İslam'da kadm sorunu vaı mı, yak mu? Kuran'ı okuyup incelediğimiz zaman, onun genel olarak insan haklarını, özel olarak da kadın haklarını düzenleyen ayetlerle dolu olduğunu görüyoruz. Niçin acaba kadın haklarından ayrıca söz edilmiş? D e m e k ki Kuran'ın vahiy olunduğu dönemde kadınlar haksızlığa uğruyor. Burada bir soru daha sormalıyız. Kuran kadın haklarını düzenleyen ayetlerle doludur da Müslümanlar bu kadar yüzyıl sonra, özellikle Türkiye gibi bir ülkede niçin hala kadımn islam'daki konumundan ve Türkiye'de kadın haklarından söz etmek zorunda kalınıyor? Yoksa bazı kesimlerin iddia ettiği gibi islam'da kadın sorunu hiç yok mudur, ya da mevcut durum bir sorun değil midir? İslam'da kadının konumunu değerlendiren ulemanın önemli bir bölümü, Kuran'ın erkeği kadından üstün gördüğü kanaatındadır ve bu kanaadarma iki ayed delil getirirler. Ayetlerden birinde (4.Nisa Suresi, 34.ayet) erkeklerin, ailenin geçimini sağlamakla yükümlü sayılmalarından ötürü kadınlardan öncelikli oldukları, diğerinde (2.Bakara Suresi, 228.ayet bkz: S.52) boşanmanın henüz kesinleşmediği bekleme süresi (iddct) içinde erkeğin, boşamayı iptal etmesi halinde, eşi ile evliliğini sürdürmekte, kadına çıkacak başka taliplere ve kadının da bunlardan birine meyletmesine rağmen, bir önceliğe sahip olacağı bildirisi var. Ancak ilk devir uleması ve çağdaş ilahiyatçılar, her ili ayetteki önceliğin de kesinlikle yaratılışla değil, toplumsal konularla ilgili olduğu görüşündeler. (Bak Salih Akdemir, Tarih Boyunca ve Kuran-ı Kerimde Kadın, İslami Araştırmalar C . 5 , 4 Ekim 1 9 9 1 , s.260-270; Mehmet Hayri Kırbaşoğlu, Kuran'a Yöneltilen Başlıca Eleşririler, aynı dergi s.271-283) Onlara göre Kuran - 7 - kadından erkeğin yardımcısı, ruhsuz bir mahluk olarak değil, çalışıp çabalamalarının erkcğinki gibi değerlendirileceği müstakil bir şahsiyeder olarak söz eder;. (92.Leyi Suresi, 35.ayeder; 3. Al-i İmran Suresi, 195.ayet; 33.Ahzab Suresi, 35.ayet) erkeklerle kadınların bir­ birlerinin yakınları olduğunu, iyi ve doğru olanın yapılmasmı özendirip, kötü ve zararlı olanın yapılmasına engel olmakta birbirleriyle yardımlaşmaları gerektiğini (9.Tevbe Suresi, 71.ayet) bildirir. H . Peygamber hem erkeklere hem kadınlara eşit şekilde gönderilmiş, Allah'ın kitabı ve H. Peygamberin hitabı aynı şekilde hem erkeklere hem kadınlara yönelmiştir; bu hitapları, erkeklere tahsis edip kadınları dışarıda bırakmak caiz değildir. (İbni Hazm'dan nakleden Mehmet S. H a d b o ğ l u , Islami Araştırmalar C . 5 . 4 Ekim 1 9 9 1 , s.231-235) H . Peygamberin vefatından sonraki dört halife döneminde kadınların toplum içindeki rol­ leri henüz geriye dönmemişken, H . Peygamberin henüz çok genç olan dul eşi H . Ayşe, üçüncü olan H . Osman'ın kadedilmesinden sonra ümmetin içine düştüğü siyasi buhranda, sahabeden bir grubun önderliğini yaparak duruma müdahale etmiş. (Cemci savaşı) Kendisini bu harekete sevk edenin ne olduğu sorulduğunda H . Ayşe 4.Nisa Suresinin 114. ayetini okumuş, Allah'ın ve Peygamberin küçük büyük, erkek kadın herkese emrettiği ıslah işi için harekete geçdğini söylemiş. (Tarih-i Taberi I (6), 3 1 1 6 ; M . S. Hatiboğlu, aynı makale) Ulema, İslam'da kadının gerektiğinde kamu görevi yapmasını yasaklayan açık, kesin, bağlayıcı bir hüküm bulunmadığında, aksine bu kapıyı aralayan delillerin mevcut olduğunda birleşmiş. ( 2 7 . N e m i Suresinde, 22-44. ayederde övgü ile anlatılan kadın hüküm­ dar Bcikıs bir örnek) Dünya kadınlarının genel olarak yakın zamanlarda sahip olduğu hak­ ların bir çoğu Kuran'da ve H . Peygamberin hadislerinde kadınlara tanınmış; mesela bugünkü oy hakkı "biat" Peygamberin zamanında İcadınlara uygulanmış. Ayette kadınların biatinin kocalarının, babalarının veya aileden herhangi bir erkeğin kefiileti ile değil, doğrudan doğruya kendilerinden alınması bildirilmiş. (öO.Mümtchine Suresi, 12.ayet) Erkeklerin vc kadınların hangi işlerde çalışıp hangi işlerde çalışmayacakları konusunda bir ayrıntı bulun­ muyor. Allah insanları ve diğer bütün varLkları çalışmaları ve birbirlerine yardım etmeleri için yarattığını bildirmiş, ö n e m l i olan işlerin en güzel ve adalete uygun şekilde yürütülmesidir; gerisi kişisel kabiliyetlere, toplumsal şartlara ve imkanlara bağlı olacaktır. Nasıl ki iki yüzlü erkekler ve kadınlar da kendi olumsuz işleri için dayanışmaktadır. (9.Tevbe Suresi, 67.ayet) Halbuki yüzyıllar sonraki Müslüman dcvlederde kadınların oy vermesi değil, nüfus sayımında sayılmaları bile kabul edilmemiş. İslam toplumlarında kadına şahsiyet ve sorumlu­ luk vermek a ç s ı n d a n Kuran öğütlerine bağlı kalınması mümkün olmamış. Kadınları geri planda tutmak gibi bir politikayı savunanlar, bunu kadının ve erkeğin yaratılıştan gelen farklılıklarına dayandırmaya çalışmakla, kısa yoldan kuvvet kazanacak­ larına inanmış olsalar gerek. Onlar iddia ediyor ki, "Allah insan için mukadder olan kemali gerçekleştirmeleri amacı ile erkeğe ve kadına birbirini tamamlayan farklı özellik ve kabiliyetler vermiş; bu özellik ve kabiliyetler, aksine bir ihtiyaç ve zaruret bulun -ladıkça 8- tabii bir iş b ö l ü m ü n ü ve öncelikler sistemini beraberinde getirmiş; bu cümleden olarak mesela devlet başkanlığında öncelik erkeklere ait, çünkü bu görevin gerektirdiği fıtri donanım daha ziyade erkeklerde var; bununla beraber ihtiyaç ve zaruret bulunursa kapı kadınlar için de açık! (Hayretdn K a r a m a n , Kadının şahidiği, Örtünmesi ve K a m u Görevi, aynı dergi s . 2 8 4 - 2 9 1 ) Bir kısım ulemanın Kuran'ın tanıdığı iyiliklerde serbest yarışmayı 'ihtiyaç ve zaruret bulunmadıkça' diye sınırlamaları, ancak 'gerektiğinde' ve 'kapıyı aralayan' gibi ihtiyatlı dil kullanarak yine de tedbirli davranmaları, bugün dahi kadım sınırlamayı tercih v e tavsiye ettiklerinin açık delili. Allah'ın takdirini ve yaratılışı toplum­ ların ve hatta kendi kişisel gözlem ve kanaatlarını kuvvedendirmekte kuUandabiliyorlar! Türkiye'de Islam-Kadın ilişkisi üzerine yazılıp çizilenlerin önemli bir bölümüne, İslam'da kadın sorunu yoktur yaklaşımının egemen olmasının sebebi bu olsa gerek. Bu yaklaşımın izleyicilerine göre, -genelde erkekler, çünkü kadın yazarların ortaya çıkışı çok yenidirkadınların hakları görevlerine göre normaldir, harta fazladır bile! Böyle yazıp savunanlar İslam hukuku şeriatta erkeğe yüklenen görevlerin ağırlığına, buna karşılık kadına yükle­ nen görevlerin hafifliğine dikkat çekmekte, şeriata göre kadının eşine hiç bir hizmet borcu yok. H a m u r yoğurmak, yemek pişirmek, ev döşemek ve süpürmck, ip eğirip bez doku­ mak, kadın bunların hiç biri ile mükellef değil. Eğer kadın bu işleri yaparsa, fazilcrindcn yapar. Kadının giyeceğini ve yiyeceğini sağlamak erkeğin vazifesi. Kadına düşen şey güzel geçinmekten ibaret! Kadın konusunda şeriat böyle dese de kadınların kaç tanesi acaba böyle bir uygulamadan nasip alabilmiş? Kadınların seçkin kesimine bu işleri yapmış olan­ lar yine kadınlar değil mi? İmkansızlıklar içindeki kabiliyetli kadınların haklarım kim koruyacak? Bütün bunlar hukukçuların, devrin şardarım ve genel kabullerini gözeterek karar vermeleri sonunda oluşmuş kanaatlar. İslam öğretisine göre esas kadın veya erkek yarışarak çalışmak. İnsanlar çalışmak üzere yaratılmışlar ve hangisinin daha iyi iş yapacağı çalışmalarının s o n u n d a anlaşılacak. Kadın veya erkek kim hangi işe talipse, onu en iyi yap­ makta gösterdiği başarı ile ayrılabilir ancak, peşin kabullerle değil. Kaç-göç, harcm-sdam yaşayışı Kadınların kaç-göç yaşantısına m a h k u m edilişi İslam'da olmadığı halde İslam'a mal edil­ miş bir y a ş a m a biçimi. Yakın z a m a n d a televizyon kanallarından birinde "Fıkıh penceresinden" isimli bir program vardı. Programın hazırlayan ve sunan İslam hukuku öğretim üyesi (Faruk Beşer) programlarından birinde en çok sorulan soru vc cevaplardan örnekler veriyordu. Bunların arasında harem-selam yaşayışı da vardı ve kendisi cevap olarak İslam şeriatında böyle bir şartın mevcut olmadığını söylediği için pek çok tepki almıştı. O gün de diyordu ki, harem-selam yaşayışını ben de beğeniyorum ve evimde uyguluyorum, fakat bütün fikıh kitaplarına b a k m a m a rağmen hiç birinde İslam'da harem-selam yaşayışının şart o l d u ğ u ile ilgili bir bilgiye rastlamadım, yok olan bir şeyi nasıl var gösterebilirim? İslam'ın ilk devirlerinin hatırasına sahip olanlar, onuncu yüzyıldan itibaren, vaktiyle kadınlar erkeklerle birlikte otururlardı, fakat şimdi kadının • 9- bir tek parmağı bile fitnedir, diye yazmaya başlamışlardır. G ü n ü m ü z d e artık kadınlar ve kızlar okullara gidiyor, okuyup yazmayı öğreniyor, hatta yüksek tahsil yapıp meslek sahibi olabiliyor. G e c i k m e ile de olsa araştırmalar yapabilen kadınlar bulgularını yazıya geçirebiliyor. Onların bizzat tespit ettiği gibi, kadının sırf kadın olması dolayısıyla her türlü fitne ve fesadın potansiyeli olan, bu yüzden erkek tarafından kontrol altında tutu­ larak yaşaması gereken, ancak iyi bir eş ve anne olması d u r u m u n d a bazı haklara layık görülebilecek bir yaratık olarak gösterilmesi bir devrin islam anlayışı olmuş. Kadın kocasının kulu sayılmış, kocasına itaat etmeli, çünkü o yaratılıştan yozlaşmaya yatkın, başı boş bırakılamaz, diye yazılmış filuh kitaplarına, Allah'tan korkan (takvalı) kadın, m ü m k ü n o l d u ğ u kadar sokağa çıkmamalı, zaruri olarak çıktığında da tanınmayacak şekilde örtünmeli, hatta kendini çirkinleştirmeli, namahrem (kendisine nikah düşebilen) erkekle konuşması gerektiğinde ağzına ceviz veya taş alan evliya kadınlar gibi yapmalı vs. H a d i s saygınlığı kazandırılmış bazı sözler de var ki, sık tekrarlanır: Kadın erkeğin kabur­ ga kemiğinden yaratılmış, eğri, düzeltilemez; akıl ve din bakımından eksik, nankör, süs düşkünü ve cimridir; sır tutamaz, huysuz ve kıskanç, özellikle de baştan çıkarıcıdırlar; eşlerine ihanet ederler, uğursuzdurlar, önünden geçtikleri kişinin namazını bozarlar; cehennemin çoğunluğunu kadınlar oluşturacak vb. (örnek olarak bkz: Hidayet şefkatli, Tuksal, Kadın Karşıtı Söylemin islam Gelcnegindeki izdüşümleri, Kitabiyat, Ankara 2 0 0 0 ) Kadını bir fesat kaynağı olarak gösteren bu tür sözlerle yüklü kitaplar maalesef dindar kadınlar tarafından büyük bir tcsIimiycdc okunur vc kadınlar bunlara din duy­ gusu ve Allah'a teslimiyet adına uymaya çalıştıkları gibi, bunları bazen erkeklerden daha ısrarlı bir dille savunurlar da. Türkiye'deki yenileşme hareketleri karşısında da, sanki erkekler yeniliklerden hiç etkilenmeyebilirmiş gibi, sadece kadınların geleneksel konu­ m u n u n korunmasına ve bu korunmanın bizzat kadının kendi çabalarına yüklenmesine de kadınlar yine sessizce katlanırlar. Türkiye'de ve diğer Müslüman ülkelerde, kadının islam'daki konumu ile ilgili yeni yorum­ lama çabaları sürüyor. Disiplinler arası Kadın Araştırmaları ve Müslüman Ülkelerde Kadın Hareketleri çeşidi ülkelerden eğinmli kadınları birleştiriyor, onlar bu yolla ülkelerinde kadının konumu ile ilgili mevcut durumu ve yeni düzenlemeleri paylaşabiliyor. Böyle toplantılardan birinde Pakistanlı ilahiyat profesörü Rıfat Hassan Hanımın, yıllardır Müslüman ülkelerde erkeklerin niçin hala kendilerini kadmlardan sorumlu saydıklarına ve kadınlar karşısında bir üstünlüğe sahip olduklarına inanmakta devam ettiklerini düşündüğünü anlatması dikkat çekici. Rıfat Hasan bu düşüncesi doğrultusunda Kuran'ı bir defa daha, başından sonuna kadar inceleyerek okumuş, aynı şekilde bütün muteber hadis külliyatını taramış. Sonuç olarak tespit etmiş ki, Kuran'a göre kadın ve erkek yaratılış açısından farkh değil, aksine her ikisi de "nefis"ten yaratılmış, böyle olduğu halde, nasıl oluyor da kadınlara farklı muamele yapılabiliyor?" Çalışmalarına devam etmiş ve şunu da tespit etmiş ki, Kuran'ın metni çok açık ve uzun islam tarihi içinde hep aynı kalmış. Buna - 10- karşılık Peygambere atfedilen sözler ve davranışlarla Müslümanların yaşayış biçimi büyük ölçüde, İslam öncesi rivayetlerle ve geleneklerle karışmış. Öyleyse yapılacak iş, rivayetler ve gelenekler üzerinden geriye, Kuran'ın kendisine kadar uzanmak ve Kuran'ın hakemliğine başvurarak yanlış ve yanıltıcı yorumları düzeltmek. Benim mensubu olduğum Ankara Üniversitesi ilahiyat Fakültcsi'nde ve tabii İlahiyat Fakültelerimizin birçoğunda yıllardan beri eski rivayedere dayanan yanlış yorumların düzeldimcsi için çalışılıyor. İlahiyatçı hanımların sorunlarını kendi aralarında vc gerekriğinde erkek ilahiyatçılarla yardımlaşarak tartışmaya hazır hale gelmeleri çok önemli. Bu alanda uluslararası yardımlaşmaya da ihtiyaç var. Burada kendi çabalarımı da bir örnek olarak anlatmak istiyorum. Katiınlann vaizliği Ben okullarda Din dersinin hiç mevcut olmadığı dönemde yetiştim, yani liseyi biürinceye kadar hiç din dersi okumadım. Fizik, kimya gibi bir çok kitabı okuduğumuz halde Kuran'ı niçin okumadığımızı hep merak etmişimdir. Çevremizde bütün harekedcrimiz günah-scvap, doğru-yanlış, cennet cehennem üzerinden değerlendiriliyor, fakat biz bu değerlerin kaynağından habersiz olarak yetişiyorduk. Kuran okumayı öğrenmek üzere mahallcmizdeki hafız hanımın evine gitdğimde okumayı öğrendiğim halde hiç bir şey anlamayınca hayal kırıklığına uğramıştım, meğer Kuran okumak dedikleri sadece Arap alfabesi ile okuma tekniği imiş. Benim beklentim okuduklarımı anlamaktı, anlamayınca gitmekten vazgcçm i ş d m . Liseyi bitirdiğimde, acaba diyordum bir tahsil yolu yok mudur ki, ben orada hem dinimi öğrensem hem de bu öğrenim yolu ile hayatımı kazansam. Eskişehir lisesinde okumuştum, o zaman sadece Ankara'da İlahiyat Fakültesi vardı ve ben ondan haberii değildim. Arkadaşlarımın tercihine uyarak vc tabii Ankara'da dayım olduğu ve o aileme güven verdiği için, Ankara Üniversitesi Fen Fakültesi Y. Kimya Mühendisliği'ne kay­ doldum. Fakat bu fakülte bana ağır geldi, orada mutlu olmadım. Din bilgilerini kaynağından, Kuran'ı okuyarak öğrenme ümidim tamamen tükenmişu ki, bir tesadüf ile İlahiyat Fakültesi'ni adeta keşfctrim ve oraya gcçdm. Ailem ve hocalarım yaptığım bu değişikliğe çok şaşırmışlardı ve doğrusu beni pek onaylamamışlardı. N e de olsa mühendislik kazançlı ve itibarlı bir meslekri. O zamanlar bugünküne benzer D i n sorunları, başörtüsü-lslam beraberliği, kadın-erkek ayrılığı benim bilgim dahilinde olan konular değildi, çevremden böyle bir telkin almamış olmalıyım ki, bunları hiç düşünmemişüm, daha sonra öğrendiğimde ise hep hayret etmişimdir. İlahiyat Fakültesi'ndeki öğrenciliğim sırasında İslam ile ilgili pek çok şeyi öğrenme imkanı buldum ve sonra öğrenmeye kendi çalışmamla devam etum. Mezuniyetimden sonra, ilk yıl Yozgat, sonra Ankara İmam H a ü p okulunda beş yıl meslek dersleri öğretmenliği yaptım. Bu arada hiç beklemediğim bir şey oldu ve ben öğretmenliğimin yanı sıra camilerde fahri olarak hanımlara vaaz vermeye de başladım. Müftülük bana vaizlik belgesi verdi ve böylece Türkiye'nin ilk kadın vaizi oldum. Daha önce böyle bir uygulama olmamışa, daha sonra ise Diyanet İşleri Başkanüğı kadmlar - II - için vaizlik kadroları çıkamı. Meğer dini bir engel yokmuf, sadece kadınların cahiil edip bir meslek edinmesine izin verilmemiş olduğu dönemde böyle sanılmış. Vaazlarım sadece kadınlar içindi ve kadın vaizler bugün de sadece kadınlara vaaz verebiliyor. Erkek vaizler ise hem erkeklere hem kadınlara vaaz vermeğe devam ediyor. Vaazlarımın en önemli konusu, İslam'ın kadınların hayatına getirdiği iyileşnrmelerdi. Ben bunları övgü ile anlatıyor. Kuran ayetlerinden örnekler veriyor, eski devir uygulamaları ile bunları mukayese ediyordum. İslam H u k u k u denilen eski yorumlarda kadına eşitsizlik yapılmış olması, Kuran'ın ken­ disinden değil, Kuran'ın tarih içindeki farklı yorumlarının Kuran'mış gibi muamele görmesinden kaynaklanıyordu. İnsanlar bu uygulamaların Kuran'ın kendisi olduğundan o kadar emin olmuşlardı ki, artık acaba bu konu Kuran'da gerçekten böyle mi idi diye, Kuran'a müracaat etmeye gerek duymamışlardı. Ben bu davranışa "Kuran'ın ihmal edilme­ si" diyordum ve halen bu kanaatimi koruyorum, şimdi Kuran'ın ihmal edilmesi dediğim bu uygulamaya nasıl gelindiğine değinmeye çalışacağım ve sonra zamanımıza kadar uzanmış bazı olumsuzluklara, Kuran'ın bu konudaki ayederi ile karşılaştırarak örnekler vereceğim. Peygamber devri uygula ma lan ve sonrası H . Muhammet'in vaazları Kuran ayederinin açıklamasından ve onların uygulanması ile ilgili örneklerden oluşuyordu. O , kendisini izleyenlere, Kuran'dan başka hiç bir şeyi yazıya geçirmemelerini tembih etmişti. Çünkü Kuran'ın yanı sıra bir başka yazılı merin oluşmasını istemiyordu. H . Peygamberin Medine'ye hlcrerinden vefatına kadar geçen on yıllık dönemde, peygamberlik görevi ile Medine halkının yönerimi birleşmişri. Sorunlar onun yol göstermeleri ile çözümleniyordu. Medine bugünkü deyimle çok kültürlü bir ortamdı. H . Peygamber orada Müslümanlada Yahudi kabilelerini ve henüz Müslüman olmamış Arap kabilelerini Medineli olmakta biricştirdi. H . Peygamber İslam'a yeni katılan yerlere yönerici tayin ederken, onlara, karşılaşacakları sorunların çözümünde Kuran'a ve Sünnete göre hareket etmelerini, Kuran'da ve Sünnette örnek bulamadıkları durumlar için akıllarını kul­ lanmalarını, böylece kendi kararlarını vermelerini öğütlüyordu. (Muaz ibn Cebel hadisi) Aklını kullanmaya "içtihat" deniyordu. Peygamberin sağlığında ve onu izleyen yıllarda, üzerinde fikir birliği sağlanmış içtihatlar kendilerinden sonraki dönemlere örnek olmak üzere "icma" adı altında korunmuş ve naldedilmişdr. Peygamberden sonraki ilk dönemde Din öğreuminin. Kuran ayederinin aynen belletilmesi ve H . Peygamberin onlaria ilgili tefsir ve uygulamalannın sözlü olarak nakledilmesi ile sınırii tutulmasına özen gösterildi. Fakat İslam dünyasının hızlı bir şekilde genişlemesinin yanı sıra vahyin geldiği ortamı, vahiylerin olaylarla ilgisini, H . Peygamberin bunlarla ilgili söz ve davranışlarını bilenlerin ölümle ve yaşlılıkla giderek azalması, sözlü kültürün yazıya geçiril­ mesi zaruretini ortaya çıkarmış. Peygamberin sözlerinin ve uygulamaların tespirinde başlangıçta önemli bir sorun çıkmamış, çünkü ilk devirde pek az sayıda rivayet var. Fakat zamanla rivayetler çoğalmış. Rivayederin çoğalmasının en önemli sebebi, Peygamberin söz- - 12- lerinin yanı sıra, onun yanında öğrenim görmüş çaLşma arkadaşları (sahabe) ile Peygamberi ömründe bir defa da olsa görmüş ve hakkında konuşmuş olan kimselerin hatıralarının birleştirilmiş olması. Hepsi de Hadis olarak adlandırılan bu sözler Hadis kitaplarında kod numaralı olarak yer almış durumda. Kaynakları tespit edenlerin, kendilerine ulaşan her haberi yazıya aktarmalarının sebebi haberlerin kaybolup gitmesini önlemek. Tahkikin daha sonrak­ iler tarafından yapılabileceğini düşünmüşler. Ünlü bilgin Tabari'nin, "Tarih" isimli eserinin önsözündeki şu sözler bir örnek; "Biz bu kitabımızla belge (hüccet) olacak bir eser ortaya koy­ mayı gaye edinmedik. Ancak okuyucu bilsin ki, bu haberler bizim tarafımızdan icat olun­ madı, sadece bazı rivayetçiler tarafindan bize ulaştırıldı, şüphesiz biz de onları bize ulaşurildığı şekilde takdim etmekteyiz." (Kuran Nedir, A. Nedim Serinsu, şule yay. İstanbul 1996) Kültüıfln kutsallaşması Kuran ayetlerindeki öğütler kişileri ve kişiler arası davranışları etkilediği kadar devletler arası hukuku da etkilemiş. İlk yüzyıllarda İslam ilahiyatçıları, değişik toplumsal ve kültürel şardar altında, akıllarını kullanarak, değişik yöntemlerle çalışmalar yapakça, bir­ birinden ^rklı içtihatlar ortaya koyabilmiş. Bu farklı içuhatlar birer bilimsel çalışma ürünü olarak saygı görmüş ve değişik hukuk okulları ortaya çıkmış. D a h a sonra bu içti­ hatlardan devrine göre son derecede ileri bir İslam H u k u k u oluşmuş: şeriat, şeriatın son derecede kapsamlı oluşu ve farklı kültürlerin bir arada yaşamalarını sağlamadaki başarısı nereden ileri geldi? şüphesiz hukukçu ulemanın kanunları yaparken devrin şartlarını ve ihtiyaçlarını, insanların örf ve adcderini göz önüne almış olmalarından, şeriat yanlış olarak Kuran ve sünnet ile özdeşleştirilmiş. Arapça bir kavram olan şeriat sözlükte hem İslam dini hem de İslam hukuku anlamına geldiği için böyle bir kavram karışması ortaya çıkabilmiş. İslam inancına göre Kuran vahiy ürünü, Allah sözü; Sünnet ise Peygamberin Kuran'ı açıklayan sözleri ile uygulamadaki örnekleri. Nasıl olur da Kuran ve Sünnet hukukçuların, devirlerinin şart ve ihtiyaçlarına göre oluşturdukları ve fikir ayrılıkları ile farklılaştırabildikleri hukuk sistemi ile aynı olur? Kuran ve Sünnet değişmez, hukukçular ise devirlerine göre değişik kararlar verebilmiş. Bilimde gerilemenin başladığı, içtihat müessesesinin kötüye kullanıldığı, kimin neye inanıp neye göre davrandığının belirsizleştiği, mezhep çatışmaları ile asayişin bozulmaya başladığı bir dönem gelince, artık yeni içtihada izin verilmeyeceği, bundan sonra yapılması gerekenin bunları hayata geçirmek olduğu fikri benimsenmiş herkesin mezhebini seçmesi istenmiş. İslam hukuku mezheplere göre dondurulunca, bunlar Kuran'ın ve Sünnetin bütün devirler için geçerli ve yeterli yorumları olarak gibi kabul edilince, Kuran'ın eşdeğeri olarak algılanmaya başlanmış. Yani halk arasında "Kitapta yazıyor" denilince kastedilen Kuran değil, hukuk kitapları. Mezheplerden birine bağlanmayana dinsiz, dolayısıyla hak hukuk tanımaz biri gibi bakılır olmuş. Böylece Kuran'ı her zaman için yeniden okuyup anlayıp yeniden yorumlama faaliyeti durmuş; Kuran bir müracaat kitabı olmaktan çıkmış, törenlerde güzel sesle ve ezbere okunan, anlaşılması gerekmeyen, sırlı bir kitaba d ö n ü ş m ü ş . Kanunlara kut- saJlık kazandınlmaii hem İslam hukukuna hem İslam dinine zarar vermiş. Müslümanları olduğu kadar Müslümanlarla birlikte yaşamış olan gayrimüslimleri de yüzyıllarca barış içinde bir arada tutmuş bir hukuk başarısı olan şeriat, maalesef bugün, kültür tarihinin ve İslam dininin içinden doğarak adaleti garanti etmiş bir sistem olarak değil, gaddarca cezalar olarak algılanıyor ve mesela Osmanlı döneminin birlik, hoşgörü ve barış yönünden eriştiği büyük siyasi başarılarının üzeri çoğunlukla yanlış tablolarla örtülüyor. Kadın mese­ lesi de bu yanlış tablolardan biri. Kadın sorunlarının bugün için önemli ölçüde İslam'a bağlanışı, Kuran'ın ve Sünnetin hükümlerinden değil, daha çok bu hükümlerin hayata geçirilmemesinden kaynaklanıyor. Kuran ve Sünnet atlanarak yüzyıllar öncesinin hazır içtihatlarına bağlı kalınmakta ısrar edilmesi, hayatı o yüzyılların din ve hayat anlayışı ile sınırlandırmış olduğu için bugün hala bu uygulamalardan birine bağlanmayana dinsizmiş gibi bakılmaya devam edilmekte. İlahiyatçıların hepsi başlangıçta dini hükümlerin kanunlaştırdmasını iyi karşılamamış, buna rağmen onlar devirlerinde en çok rağbet bulmuş görüşlerin mezhepler şeklinde dondurulmasını engelleyememişler. S o n u ç olarak Kuran, herkesin her zaman elinde tutması, okuyup anlaması ve anladıkları ile davranış gelişdrmesi gereken bir iman ve terbiye kitabı olma özelliğini kaybetmiş, süslü mahfazalar içinde yüksek yerlere asılan, çarpacak korkusu ile el değdirmekten bile korkulan bir kitap olmuş. Müminlerin çoğu onu ancak tören okuyuşları sırasında veya ö p ü p başına koymak için elleyebilmiş, içinde neler yazılı olabileceğini ancak hayal etmiş ve onu dinlerken ağlamış. Allah sevgisinin ve korkusunun hep ifadesi olan bu ağlama, yine de Müslüman toplumu yüzyıllarca idare edebilmiş. Soıunlann ortaya çık^ Fıkıh hükümlerinin dondurulmasının bunalımlara sebep olduğu bir zaman elbette gelmiş, şimdi ne yapılabilir, diye düşünülmüş. H . Peygamberin sağhğındaki uygulamaya dönülüp, yeniden doğrudan Kuran'a ve Sünnete müracaat edilmeye mi başlanmalı, yoksa "Fıkıh hükümleri değişmez, değişmesi gereken hayatın kendisidir" denilerek, müminlerin mutsuz­ luğu vc dinin yıpratılması bahasına da olsa, bir devrin insanlarının içtihadarına yüklenen kutsallığın korunmasına mı çalışılmalı? Her iki fikri dc savunanlar bulunmuş, lâkat ne yazık ki her ikisi de müminlere yardımı dokunacak bir çözüm üretmekte başarılı olamamış. Başarısızlıkların zararlarının en büyüğü kadınlara isabet etmiş. Türkler yaklaşık bin yıl önce Müslüman olduğunda, İslamiyet, daha önce Müslüman olmuş halkların örf ve adederinin de etkisi ile, önemli ölçüde kurumlaşmış. Müslümanlar karşılaştıkları yeni kültürlerle başa çıkma çabası içinde, onları etkiliyor ve onlardan etkileni­ yorlar. Türklerin Müslümanlar olarak yerleştikleri yerlerde, Müslim-gayrimüslim, bütün diğer kültürlerde, kadına genel olarak fenalığın ve kirliliğin sembolü olarak bakılıyor ve kadınlar aşağılanıyor. Türkler ise daha değişik bir hayat düzeninden geliyor. Özellikle göçebe Türklerde kadınlar ve erkekler eşit değere sahip. İslamiyet'i kabul eden Türkler, - 14- sürekli Batıya doğru hareket ederken, İran'da bir siyasi egemenlik kurarak uzun bir süre yaşadıkları için önce bu kültürün etkisinde kalmış, daha sonra askerleri ile birlikte Arap emirlerinin yönedminde görev almaya, böylece Arap kültürü ile tamşmaya başlamışlar. O n Asya'ya geçen Türkler başlangıçta resmi dillerini bile Farsça yapmış, daha sonra Türkçeleştirmişlersc de bu defa da Arap alfabesini kabul edip, bilim ve öğretim dilini de Arapça yapınca, kültürde büyük değişmeler yaşamış, geleneklerinden oldukça uzaklaşmışlar. Kaynaklarda Türklerin 10. asırda kadın ve erkek tam bir hürriyet içinde yaşadıkları, ^ k a t aralarında ahlaka aykırı davranışların, özellikle zinanın asla mevcut olmadığı yazdı. Seyahatnamelerde, 13. yüzyılda bile, Anadolu'da T ü r k kadınlarının, sadece göçebelerin değil şehirlcrdekilerin de, erkeklerden kaçmadıkları, misafir ağırladıkları, ayrdırken onları uğurlayıp hayır dualarını aldıkları ve hediye verdikleri yazılmış. "Onlar içinde perde yoğidi, gerçi adab u erkan çoğidi!" beyti, kaç göç olmamasma rağmen terbiyenin ve disiplinin kuvvetini gösteren bir deyim olmuş. T ü r k gelenekleri uzım süre korunmakla beraber, İslam'­ dan sonraki ilk Türkçe öğüt kitabı olan Kutadgu Bilig'de yazar Yusuf Hashacip kız çocuk­ larla ilgili öğütlerini sıralarken şöyle diyebilmiştir: "Dostum sana kesin sözümü söyleyeyim, kız çocuğu hiç doğmasa, doğarsa yaşamasa daha iyi olur!" Selçuklu Türkiye'sinde, büyük şehirlerde kadınların kapanmaya başladıkları, hatta Konya'da peçeli kadınların görülmeye başlandığı da yazılmış. Alaaddin Keykubat taç giymek üzere K o n y a ' p girdiği zaman yapdan şenliklerde kadınlar ortaya çıkmamış, sadece pencerelerden seyretmekle yetinmişler. Orta Asya, ö n Asya, Anadolu ve Afrika'da yerleşen T ü r k topluluklarında, kadının sosyal duru­ mu, İslam dininin öğretilerine uyularak düzenlenmiş görünmekte ise de, onların hepsinde Kuran'dan çok yerel kültürler etkili olmuş, zamanla bunlara uymak Müslümanlığın gereği gibi algılanmış. Müslüman Türklerin hayatında, kadm kıyafederi ile ilgili olarak, saray vc konak hayatının dışında, fazla belge mevcut değil. Genel kanaat, halk kesimi örtünmek ve korunmak için giyinirken, varlıldı kesimin gösteriş için giyindiği yolunda. Türkler, erkek ve kadın benzer kıyafederin giyildiği bir hayat tarzından geldikleri için, kırsal kesimdeki yaşantıda değişen fazla bir şey olmamış. İstanbul'un fethine kadar, eski T ü r k gelenek ve görenekleri, eski kültürler ile nispeten başa çıkabilmiş, İstanbul'un fethi ile birlikte ise imparatorluk kültürü ağır basmış, çok kadınla evlilik ve cariyeli yaşama biçimi, özellikle yüksek tabaka içinde yayılmış, adet haline gelmiş, aile hayaunda atacrkiUik artmış. Büyük medreselerin kurulması ile diğer Müslüman ülkelerden bilginler OsmanL merkezlerine gelip yerlcşdkçe T ü r k kültürü iyice geri plana itilmiş, kadınlar tahsil hayatından uzak tutulmuş, oıdarın yazı öğren­ mesi bile sakıncah bulunmuş. Kadınlar hayır vc cğiüm işlerine sermaye koyabilmiş, has­ taneler, medreseler yaptırabilmiş ama, kendileri buralarda tahsil edememiş, görev yapa­ mamışlar. - 15- O s m a n l ı Devletinin son zamanlarındaki gerileme ve zayıflamalar cümlesinden olarak, kadınların hareketleri giderek daha fazla disiplin altına alınabilmiş. Her türlü olumsuzluk ahlaktaki çöküntüye bağlandıkça, çareyi topyekün terbiye ve tahsilde görerek tedbir almak yerine, kadınların hareketlerini kısıtlamak yoluna gidilmesi, tedbirleri alanların erkekler olmasından ileri gelse gerek. Oıdar, kendilerini de kısıtlayacak genel önlemlere, bilerek veya bilmeyerek, hiç yanaşmamışlar. Z a m a n l a daha kötü durumlar d a yaşanmış. Mesela 18. yüzyılda, kadınların bayram günlerinde sokağa çıkmaları yasaklandığı gibi, camilere girmeleri dc yasaklanabilmiş. Bayram günlerinde kadınların sokağa çıkmalarının yasaklanmasına gerekçe olarak, sokaklarda erkeklerin arasına karışmalarının uygun bir iş olmadığı, camilere sokulmamalarına gerekçe olarak da, M ü s l ü m a n erkek cemaatin, onların camilere girmesinden rahatsız olup üzüldüğü gösterilmiş. Yoğun tüked m i n ve gösterişe yönelişin arttığı Lale devrinde kadınlar dış kıyafetleri olan feracelerinin yakalarını aşırı uzatmaya, başlarına çeşidi başlıklar giyerek alundan saç buklelerinin görünmesine izin vermeye başlamışlar, bu tarz tüketim ve gösterişe yöneliş israf sayıldığı için yasaklanmış. Ç a r ş a f giyimi de bu sırada m o d a olmuş ve bozulmuş olan düzende çarşaf giyip kadın kılığına bürünerek hırsızhk yapmaya yeltenen bazı erkekler türemeye başlamış bir ara yasaklanmış da. (11. Abdülhamit d ö n e m i ) . Fakat yasak işlememiş, çünkü tüccar bu m o d a y a yatırım yapmış, çok miktarda kumaş ithal etmiş. Ç a r ş a f modası sürdürülmüş. Çareler aranmam Devletin kendini toparlamak üzere yeni düzerdcmeleri denediği bir zamanda, kadın hak­ larını ve kadınları günlük hayata kazandırmak gerektiğini dile geüren bazı erkek yazarlar, önce Kuran'dan ayeder getirerek mevcut uygulamaların yanlışlığım göstermeye çalışmışlar. Modernleşmenin kadına sağlayacağı yeni hakların, asLnda İslamiyet'in başlangıcında uygu­ lanan kadın hakları olduğu tezini ilk öne süren N a m ı k Kemal. B u fikir 19. yüzyıl boyunca çok rağbet görmüş ve halen de görmekte olan klasik bir düşünce. Osmardı kadınının yeniden yapılanması çabalarında dönemin Müslüman Orta D o ğ u s u ile Rusya Müslüman Türklerinin harekeden etkili olmuş. Yenilikten yana olan M ü s l ü m a n topluluklar, yapılması gerekenin, İslam'ın kendisini değiştirmek değil, onu skolastiğin kalıntılarından, fanadzmden ve ideolojilerden arındırmak olduğunu savunmuşlar. Mısır'dan çok kıymetli yazarlar konu ile ilgilenmiş, yeniden temel kaynaklara dönülmesi, İslamiyet'in başlangıcında kadına tanınmış olan bütün hakların yeniden tanınması gereğini savunmuşlar. İslam kongrelerine, kızlar için zorunlu eğitim, tıp okulu, meslek okulları, camilere rahatça gidiş geliş serbesrisi, birden çok kadınla evliliğin, üçten dokuza boşamanın ve tek yanlı boşamanın kaldırılması, kadına da boşama hakkı verilmesi, miras eşitliği, kamuya açık yerlerde kadının varlığının korunması gibi kadm hakları listeleri sunmuşlar. Bir İslam Rönesans'ından söz edilmiş, kadının durumu başta olmak üzere, ahlak değerlerini, örf ve adcderi iyileşdrmc fikirleri ile bütün kesimlere ulaşılmaya çalışılmış. Onlara göre, T ü r k halkının kurtuluşu için aydınlar - 16- hareketi lazımdır, eğiüm önemlidir, kızlar da okullaşmalıdır. Bu dönemin yazarlarının romanlarındaki ve kadın kahramanlar, genelde yetenekli, becerikli, zeki enerjik. Kampanyalar bazen öyle etkili olmuf ki, bu tür yayınların okunması bile yasaklanabilmiş. (Kazan Türklerinden M u s a Carullah'ın kitapları gibi) Böyle durumlarda yasaklayanın İslam Dini mi yoksa İslam Dini adına yapılmış, bir zamanların toplumsal düzenlemeleri mi olduğuna karar vermek, halkın çoğunluğu için, gerçekten güç. Yerleşik düzenin alışkanlıklarına ve muhalefete rağmen yine de bazı sonuçlar alınabilmiş. Mesela kızlar için sanat okulları açılmış, aile endüstrileri canlandırılmış, hekim kızlar yetiştirilmiş, hatta bir kız, Saint Petersburg Hukuk Fakültesinde hukuk öğrenimi görebilmiş. Çarşaf giyimi kaldırılabilmiş, kadınlar kocaları ile birlikte sokağa çıkabilmişler, daha da önemlisi onlar İslam dininin kendilerine vermiş olduğu hakları istediklerini kendileri söyleyebilir ve yaza­ bilir hale gelmişler. Osmanlı aydınlarından kadın meselesini ortaya atıp işleyen erkeklerin, modern Müslüman kadın için uygun gördükleri ilk model, "milliyetçi kadm" modeli olmuş. Yenilgilerle baş edilmeye çalışılan bir dönem için, milliyetçi kadın modeli uygun düşerdi. Ç ü n k ü savaş ve mağlubiyet yıllarında sıradan olmayan, topluma katılan ve toplumu yönlendirebilen insan­ lara ihtiyaç vardır. Kadınlar, çocukların terbiyesinde söz sahibidirler; aydın erkekleri yetiştirenler de, memleked savunacak askerleri yerişrircnler de kadınlardır. Kadınlar anık "fîtne" sözcüğü ile birlikte andmamabdır. Onlar toplumsal sorumluluk yüklenebilen, eşit haklara sahip vatandaşlar olarak kabul edilmelidir. Milliyetçi kadııüar kültürlü, eğitimli, duyarlı, yozlaşmamış olmalı, köklerinden kopmamalı ve özellikle de namuslu olmalıdır. Kadınlar söz konusu olımca, bütün Eıziletler artarda sıralanır, bu ^zilederin, erkek-kadın bütün Müslümanlarda bulunması gerekmiyormuş gibi! 184(>-47'de, Osmanlıda kız evladın da erkek evlat gibi, babasının arazisine sahip olması hakkı tanınır. Arazi, kız ve erkek evlat arasında eşit olarak paylaşılacaktır. 1838'de bir Hattı Hümayun ile, miri arazinin kız vc erkek evlada, üzerinde oturma şartı aranmaksızın, ücret­ siz ve eşit olarak geçme hakkı tanınır. 1868-76 arasında, Ahmet Cevdet Paşanın başkanlığında kurulan bir cemiyet, o zamana kadar ciltlerle kitaplarda, karmaşık bir vaziyette bulunan kanunları, bir hukuk külliyatı olarak bir araya getirir, 16 kitaptan oluşan bu külliyata Mecelle adı verilir. Mecelle padişah II. Abdülhamid zamanında bastırılır ve yürürlüğe konur. Mecelle, hukukçuların üzerinde en az ihtilaflı oldukları fikirleri, kolaylıkla incelenip uygulanabilecek açıklıkta kotlamıştır. Ancak Mecelle, üzerinde en çok ihtilaf olan, kişi, aile vc miras hukukuna yer vermez. Bu hassas alandaki eksiklikleri tamamlamak için yeni bir Mecelle cemiyeti kurulur ve bu cemiyet komisyonlar halinde çalışmalara başlar. Çalışmalarda İslam fibh kitaplarının yanı sıra yabancı medeni yasalardan da yararlanılır. 1917 yıhnda Osmanlı uyruklarının hepsini içine alan bir Aile H u k u k u Kararnamesi çıkarılır. Kanunun hazırlık safhasında, Hıristiyan ve Musevi din görevlileri de bulunur. - 17- Kararnameye göre, bundan böyle evlenme vc boşanmalar devlet izni olmadan yapılamaya­ cak,, erkek ancak ilk eşi izin verirse ikinci evlilik yapabilecek kadına da boşama hakkı tanınacaktır. Bu maddeler tepki alır. Müslüman kesim, Kuran'ın çok karılılığa izin verdiğini, bunun için ilk eşin rızasını almanın gereksiz, hatta islam'a aykırı olduğunu iddia eder. Müslüman olmayan azınlıklar da kanuna, kendi kutsal kitaplarına aykırılıklar ihnva ettiği iddiası ile karşı çıkarlar ve onun 1919 da, işgal kuvvetleri tarafından yürürlükten kaldırılmasını sağlarlar. Bununla birlikte bu kanun Cumhuriyet dönemi T ü r k Aile Hukuku taslaklarına örnek teşkil eder ve Ortadoğu Müslüman ülkelerinde yakın zamana kadar yürür­ lükte kalır. Hukuki düzenlemelerin yanı sıra kadınlar kendileri de dünya kadınlarının yeni zamanlarda­ ki durumundan söz eden romanlar yazmaya veya bu özellikteki romanları Türkçe'ye çevir­ meye ve gazeteler çıkarmaya başlarlar. Bu dönemin romanlarında kadın kahramanlar, eğitim görmemekten mustariptir; kadınların cahil bırakılmış olması bütün bir ulusun çökmesine sebep olmuştur. Kadınların cahilliği aileyi, ailelerinki de toplumu çökertmiştir. Ana baba otoritesinin kötüye kullanımı, çıkar karşılığı kız evlendirmeler, din duygularını sömürmeler kınanır. Kadının bir mesleği veya güvencesi olmalıdır. Kocası ölen kadın, çocukları bak­ mazsa sefil olmakta, kadının sefaleti ise ailenin ve ulusun sefaletine yol açmaktadır. Bilim adamları ve yazarlar, en eski T ü r k kaynaklarından örnekler gerirerek, şairler en etkili tarzda­ ki şiirleri ile, aydın din görevlileri de vaazları ile, kadın yazarlara destek olurlar, dine bağlanan yanlış davranışları elcşririrler, doğruları göstermeye çalışırlar. Bu durum bize artık değişmelerin güçlendiğinin işaretini verir, ilk kadın romancı Fatma Aliye hanım. Mecellenin yazarı, büyük islam hukukçusu Ahmet Cevdet Paşanın kızıdır. Fatma Aliye hanım, özel öğretim ile yerişmiş, Arapça ve Fransızca'nın yanı sıra matematik, hukuk ve felsefe okumuştur; ilk çeviri romanı "Meram"ı yayınladığı zaman, imzasını "Bir Kadın" olarak atar. O zamanlar edebiyat ile uğraşmak, hele y a b a n a dilden roman tercüme etmek, kadına yakışan bir iş sayılmaz. Fatma Aliye daha sonra felsefe, biyografi ve roman türündeki eser­ lerine "Mütercime-i M e r a m " imzasını atar. Fatma Aliye hanım, zamamn ünlü yazarı Ahmet Mithat efendi tarafindan, "Fatma Aliye yahut Bir Muharrire-i Osmaniye'nin Neşeti" adı ile tanıtmıştır. Ahmet Cevdet Paşanın diğer kızı Emine Semiyye isviçre ve Paris'te Psikoloji ve Sosyoloji okumuş, İstanbul'da Türkçe öğretmenliği yapmış. Emine Semiyye daha sonra Selanik'te kız okulları müfettişi o l m u ş , ilk hikayesini kendi adı ile imzalamış, Hülasa-i llm-i Hesap adlı bir ders kitabı bile yazabilmiş. O n u n Osmanlı Demokrat Fırkası ile Ituhat ve Terakki Cemiyeri'nde görev alarak polirikada da öncülük yapmış olduğunu öğreniyoruz. Resmi ilk öğrenim okullarının kızlar için de hizmet vermesi ve bu hizmetin yaygınlaştırılması ise kolay başarılamamış. Kızların 11-13 yaşlardan sonraki öğrenimine pek rağbet edilmemiş, açılabilen kız okulları başlangıçta ögrencisiz kalmış. Gerekçe olarak bu yaştaki kız çocuklarının, erkeklerden kaçma çağına erişmekte oldukları, öğretmenlerin de erkek olması sebebi ile, kızların okula gönderilemeyecekleri iddia edilmiş. Kız İlköğretmen - 18- okullanndan ögrecmenler yetişinccyc kadar, edepli olacakları kabul edilen yajlı erkek öğret­ menler, az sayıdaki kız okullannda öğretmenlik yapabilmişler. Yaşayış biçiminin genel olarak değişmesi çok daha yavaş olmuş. Bunun bir örneği, İstanbul Gülhane Parkı'nın, halkın yarar­ lanması için düzenlenip açılışının yapılması sırasında yaşananmış. Törende kadmlar da erkek­ lerle beraber bulunmuş, fakat törenden hemen sonra, parkın kadınlara yasaklandığı bildiril­ miş. Emir pek sert gelince, kadınlar için ayrı bir gün konulması kararlaştınlmış. Birinci D ü n y a Savaşı bütün dünyada olduğu gibi Müslüman-Türk insanının hayatında da bir d ö n ü m noktası olmuş, erkekler silah altına alınınca, yönedciler kadınlardan yardım iste­ miş. Kadınlar yardıma severek koşmuş ve görevler almış, erkeklerden boşalan yerleri doldur­ muş, böylece neler yapabileceklerini göstermek fırsatını bulmuşlar. Annelerin eğium görme­ si gerektiği, o zamana kadar çocuk bakım vc eğitiminde kullanılmakta olan yabancıların bizim milli terbiyemizi bilemeyecekleri, babaların da çocuk yeriştirmedc annelere yardımcı olmaları gibi, çoktan beri işlenmekte olan fikirler, sanki şimdi anlaşılır hale gelmeye başlamış. Tramvaylarda ve vapurlarda ayırıcı perdeler kaldırılmaya, kadınların vapurların güvençlerinde oturmalarına, parklarda gezinmelerine izin verilmeye başlanmış, kadınlar peçelerini de açmaya başlamışlar. 1919 da düşman ordusu İzmir'e girip, 1920 de ülke düşman birliklerince paylaşılınca, Maraş'ta meydana gelen bir olay, herkes üzerinde uyarıcı etki yapmış: Bir kısım erkekler kahvede oturuyor, düşman askerleri devriye geziyorken, karşı yoldaki hamamdan çarşaflı, peçeli bir kadın çıkmış, askerler hemen o yöne yönelmişler ve kadın bir anda askerlerin arasında kaybolmuş. Erkekler durumun ciddiyetini o zaman anlamışlar. O zamana kadar ne yapacaklannı bilmeyerek, teslimiyet içinde bekleşmekte iken, ne yapmaları gerekuğini kavrayıvermişler. Esas olan bağımsızlıktır, güvenliktir; bağımsızlık ve güvenlik olmayınca, çarşaf vc peçe hangi kadını koruyabilir? Kaybolacak olan sadece bir kadın değil, bir milletin şerefidir, namusudur. AotUık dönemi ve Cumhuriyet Savaş şardarında kadınlar neler yapabileceklerini göstermiş ve savaş sonunda meclislerde erkekler artık bu kadınların haklannı savunmaya çalışmışlar, fakat kolay olmamış. Mesela ilk defa bir grup kadın. Meclis müzakerelerini dinlemek isteyince, bu haber gazetelere manşet olmuş. Türkiye Büyük Millet Meclisinde ilk olarak kadın hakları tartışıldığında, şeriata hürmet ediniz, şeklinde itirazlar yükselmiş. Oysa istenen hak sadece o sırada yapılmakta olan sayımda kadınların da sayılmasından ibaret, henüz kadınlara seçme veya seçilme hakkı isten­ mesi söz konusu bile değil. Erkek ve kadın olarak, birlikte yürüyememenin, çalışamamanın en önemli sebebi hem din hem bilim alanındaki cahillik. İslam öğretisi, "kadına ve erkeğe ilim farzdır" kuralını gedrmiş, İslam dininin temel amacı cahilliğin aşılması olmuş iken cahillik bir türlü aşılamamış. Cahillik mutlaka aşılmalı, fakat nasıl? Bir meslek edinerek, aileyi geçindirecek parayı kazanmak söz konusu olduğunda, erkekler düşüncelerini şöyle ve ifade ederler: Ben geçimini sağlayabiliyotsam, karım ya da kızım niçin çalışsın? - 19- Atatürk'ün önderliğinde gerçekleştirilen T ü r k inkılaplarının önemli bir bölümü kadınlarla ilgilidir. Atatürk kadınların, erkeklerden bile çok eğitim görmelerinin gerektiğine işaret ederek şöyle konuşur: Bir toplumun yarısı faaliyene bulunur, yarısı atalette kalırsa, o toplum mefluçtur. T o p l u m u m u z için fen ve ilim lazım ise, bunu hem erkekler hem kadınlar kazan­ malıdır. Ben kadınlar arasında, kocalarından daha iyi iş anlayan, hesap yapanlara rasdadım. Kadınlarımız, milletin anası olmak istiyorlarsa, erkeklerimizden daha bilgili olmalıdırlar. Yürüyeceğimiz yol uzundur, kadınlarımızı mesaimize o n a k etmek zorundayız. Atatürk, sanki o zamana kadar söylenenleri ve arzu edilenleri hep içinde biriktirmiş de zamanı gelince harekete geçmiş gibidir, kadınlarla ilgili olarak şu prensibi ileri sürer: Bir milletin medeniyetini ölçmek isdyor musunuz, kadınlarına nasıl muamele edildiğine bakınız! Her alanda olduğu gibi, sosyal hayatta da vazife taksimi vardır. Vazife taksiminde kadınlar, elbette kadınlık görevlerini yapacaklardır. Fakat onlar, aynı zamanda toplumun refah ve saadeti için yapılması gereken diğer çalışmalara da katılacaklardır. Kadının ev-içi görevi, onun en küçük görevidir. O n u n toplumsal görevi ise, ev-içi görevinden daha üstündür. Analık görevi, babalık görevi gibi olmalı, çocukların yetişririlmesinde anne ve baba birlikte çalışmalıdır. Dünya savaşlarının yarattığı krizlerden canını zor kurtaran Türkiye, yeni ihtiyaçlarını karşılayacak yeni kanunları çıkarmakta acele etmek zorunda kalır. Mecelle içinde kadın erkek eşidiğini ilgilendiren evlenme boşanma, şahidik, miras gibi konuların bir türlü yerleştirilememiş olması. Cumhuriyet öncesinde Fransız medeni kanununu adapte etme çalışmalarını başlatmış bulunuyorken. Cumhuriyet döneminde bu kanunun Türkiye'nin ihtiyaçlarına tam olarak uygun düşmeyeceği gerekçesi ile yeni araştırmalar yapılır, İsviçre medeni kanununun adapte edilmesinin daha uygun olacağına karar verilir. 1926'da tek kadınla ve anlaşma ile evlilik, boşanmanın mahkemeye devri, kadına da boşama hakkı veril­ mesi, ve mirasta qitlik gibi bazı haklar tanınır. 1930 Belediye seçimlerinde kadınlar da oy kullanır ve 1934 de seçilme hakkını da kazanır. 1935 de 383 milletvekilinden 17 si kadın olur. Böylece Cumhuriyet öncesinde, 1870 yılında, Çapa Kız İlkokulunun açılması ile başlayan kızların eğidmi, 1915 de kızların Üniversiteye kabulü ile gelişir ve Cumhuriyet inkılapları ile birlikte, seçme ve seçilme hakkına kadar uzanır. Laiklik ilkesi ve kadınkr Türkiye Cumhuriyeri Anayasasına 1937 yılında dahil edilen laiklik inkılapların en çok tartışılanı olmuştur. Türkiye'de laikliğin savunulmasında da karşı konulmasında da kadınların aktif olduğu görülür. Ben bu durumu şöyle değerlendiriyorum: İslam'ın devlet yönetiminde etkili olduğu dönemde erkek-kadın ayrımı ile kadınların haklan kısıtlanmış, kadınlar eğitimden uzak tutulmuş, onların bir meslek edinip çalışmalarına izin-verilmemiş. Hatta kadınların evlerinden çıkmalarına da yine İslam adına sınırlar konulmuş. Kadın ancak zaruret haUnde ve tepeden tırnağa örtülü olmak şartı ile evden dışarı çıkabilmiş. Kadınların - 20- önemli bir bölümünün laikliğin savunmasmda a k n f olujlarmın sebebi, cekrar bu şanlara dönmek istemeyişlerinden. Kadmlardan bir k ı s m m m laikliğe karşı koymakta aktif olmalarının sebebi ise şu: Onlar artık İslam'ın kadınlarla ilgili hükümlerini nispeten daha iyi bilmekte ve eskinin yanhş uygulamalarının ferkında. Bir kısmına çevresi aruk eğitim görme, meslek edinme, hatta evden çıkma yasağı uygulayamayacağını kabul etmiş, ancak tesetfüdü olması şartım koşabilmekte. Bu gibileri için tesettür özgürlüğe götüren yol. Fazla olarak onların önemli bir bölümü tescttürlü olmaları sayesinde ailelerinden ve ait oldukları çevreden saygı görmekte. Onlar tahsil ile tesettürün birlikte uygulanabileceğini, bunun laikliğe bir zararı olmayacağını savunuyorlar. Bütün bu tutum ve davranışların henüz sosyolojik ve psikolojik açıdan, hele Din psikolojisi ve Din sosyolojisi açısından çok yönlü bir değerlendirmesi yapılmış değil. Türkiye çok değişmişrir, çünkü artık çok değişik şartlarda yaşanmıyor. İnsanlar hür olmak isnyor ve laikliği dinsizliğin değil hürriyedn garantisi olarak görmek istiyor. Türkiye, İslam dini, Cumhuriyet, inkılaplar ve özellikle laiklik açısından yeni söylem biçimleri bulmak ve bunları yaygınlaştırmak zorunda. İslam dini ile laiklik karşı karşıya getirilmemeli, bunların birinden birini tercih etme zorunluluğu varmış havası yaratılmamalı. Din glanınrlalrî gerilik aplamıynr Türkiye'deki kadın sorunu, İslam dininden kaynaklanan özel bir sorun değil, çok daha karmaşık, yüzyılların biriktirdiği bir kültür ve gelenek sorunu. Gelenekler, Türklerin Müslüman olarak Anadolu'ya yerleşmelerinden idbaren yeniden teşekkül etmiş olduğu için, bütünü ile İslam'dan gibi görülebilmiş veya İslam dinine bağlanabilmiş. Kadın-erkek ayrımı ve kadınların eğitim-öğreümden uzak tutulması bir yana, çok önemli bir sebep, eğitim kurumlarının kendilerini ycnileyememiş olmaları. Okullar en küçük yerleşim birimlerinde bile mevcut olmasına rağmen, genel eğirim çok yöıdülüğünü koruyamamış, anadile uzanamamış, bir tür yaygın eğirim şeklinde, Kuran'ı sözlü olarak okuma becerisi ile sınırL kalmış. Yüksek öğredm ise giderek zayıflamış, neredeyse Kuran okullarının yüksek kısımları gibi işlemeye başlamış. 1923'de halkın sadece %10,6'sının okuma yazma bildiği tespit edilmiş. Bu oran kadınlarda % 4 . Cumhuriyetin okuma yazma seferberliği, maalesef din alanına uzanamamış. Kuran kursları Kuran'ı Arapça okutmanın yanı sıra Türkçe ardaım ile de okut­ mayı bile içine alamamış. Dinde aydınlanma olmadan çözülemeyecek kadın sorunu, başka pek çok sorunun yanı sıra, Cumhuriyet döneminde de devam etmiş ve ediyor. Halk görünüşte Cumhuriyet kanunlarına uymakta, fakat, aile hayatında hala yanlış alışkanlıklar sürdürülüyor ve bir ikilem yaşanıyor. İkilemin kahrını en çok çekenler kadınlar. Atatürk'ün istediği, herkesin dinini diyanetini, anadilinde ve mektepte öğrenmesi prensibi, yeni Türkiye'nin ihtiyaçlarına uygun meslek elemanlarını yetiştirecek İmam Hatip mektepleri ve yüksek ilahiyat mütehassısları yetiştirecek İlahiyat fakülteleri, Cumhuriyerin en kriük dönemlerinde korunup yaşatılamamış, 1 9 2 8 - 1 9 4 8 arasındaki yirmi yıl boyunca din alanı sahipsiz kalmış, bu durum inkılapların karşısındaki muhalefet için bitmez tükenmez bir hazine olmuş. Tavşana kaç, tazıya tutu misali, din alanı yönsüz yönetimsiz kalmış. -21 - 1948 yılında, İslam din öğredmine ve ilahiyat lakültelerine yeniden yer açılmasından iribaren, yüzyıllardır ihmal edilmiş İslam kültürü, temel kaynaklara, Kuran'a ve Sünnete göre işlenmeye başlanmış ama İslam gerçeğini ortaya çıkaracak seviyeye henüz ulaşılamamış. Bugünün sorunu, her şeyin olduğu gibi kalmasından yana olanlarla her şeyi yeniden irdele­ yerek, hayatı bugün de Müslümanlar olarak yaşamayı isteyenlere yardım etmek için çalışıp çabalamaktan yana olanlar arasındadır. Din ve dindarlık insanlara azap değil muduluk ver­ mek için, müminlerin hem dinlerini hem çağlarının nimederini yaşamak istemeleri hakları. Kadınlar ve erkekler, bütün Müslüman T ü r k halkı, davranışlarında çok önemli bir belir­ leyici olan İslam dininin öğütlerini, doğrudan doğruya Kuran'ın kendisinden ve H . Peygamberin açıklamalarından okuyarak gerçekten İslam'dan olanla İslam olarak sunulanı ayırt edebilir hale gelmedikçe, kadın-erkek ilişkilerinde bir iyileşme meydana gelemeyecek, haksızlıklar devam edip gidecek. Kadını ve erkeği özellikle birlikte anıyorum, çünkü kadınlarımız eğitim-öğretimde geri kalırken, erkeklerimiz pek ileri gitmiş sayılmaz. G ü n ü m ü z ü n toplumu öyle mesafeler kat etmiş ki, bugün hala geçerli olan bir çok kanun ve kuralın önüne geçmiş. Kadınlar şimdi hem hukuktaki hem toplumdaki yerlerini iyileşrirmek, hem de eğitim öğretimin yanı sıra bütün diğer hizmederde erkeklede eşit fırsat ve imkanlara sahip olarak hayatı iyileştirmeye katkıda bulunmak istiyorlar. Oysa 12 ve daha yukarı yaşlardaki kadın nüftısunun % 2 5 ' i henüz okur yazar hale getirilememiş, anne ve çocuk ölünderinde Türkiye'ye yakışacak bir azalma sağlayamamış. Kız çocukları ve kadınlar konusundaki değer eksikliği ve güvensizlik sürmekte. Fakat erkek çocukların değerinin de yeterince bilindiğini söyleyecek durumda değiliz. O k u m a yazmayı öğrenmiş olmakla, okuyup yazarak kendini geliştirme yolunu tutabilme ayrı şeyler ve henüz böyle bir olgunluk yaygınlaştırılamamış. şimdi İslam kültürüne yerleşmiş sorunlardan mudaka irdelenmesi gereken bazılarını başta Kuran ayetleri olmak üzere ana kaynaklarla karşılaştırarak gösterme­ ye çalışacağım: Yeniden yonımlanma»! geıdcen edcek OstOnlaga Kadınlar erkeklerin rahatını temin için yaratılmıştır, gibi bir geleneksel düşünce Türkİslam erkeğinde, azalarak da olsa yaşamasını sürdürüyor. Böyle düşünenlere göre kadınların hürriyeti olamaz, onlar erkekler için ve erkeklerin yönetiminde yaşamalıdır. Kadının geçi­ minin her durumda erkek tarafından sağlanması bir beklenti olmanın ötesinde aynı zamanda bir onur meselesidir. Erkek bu beklentiyi gerçekleşriremezse kendisini rahatsız hisseder, gerçekleşrirince de bunun bir karşılığı olmalı diye düşünür, itaat bekler kadından. Bundan önceki bölümde Kuran öğretisinde, kadın-erkek, insardarın hepsinin yaratılış açısından eşdeğer oldukları fakat farklı bazı anlamalara ve yanılmalara imkan veren bazı çok anlamlı ayederin de bulunduğu görülmüştü. Yanılmaları aşabilmek için, bu ayetlerin toplumsal hayattan habeder ve bu haberlere dayanan öğüder mi, yoksa yaratıhşı bir başka açıdan anlatan bildiriler mi olduğuna açıklık getirilmesi gerekdğine de deyinilmişti. Mesela -22- 4.Surenin 34.ayetinde, erkeklerin kadınlara göre "kavvam" olduğu ifadesi bunlardandır. Kavvam kelimesi Arapça'da "kaim" kelimesinin mübalağa şekli ve geçimi sağlayan koruyan, sorumlu olan anlamlarma geliyor. Ayet, erkekler kadınlarm geçimini sağlar, onları koruyup gözetir, dürüst ve erdemli kadınlar da Allah'ın koruduğu mahremiyeti koruyan sadık ve itaatkar eşlerdir, şeklinde anlaşıldığında bir sorun çıkmıyor. Fakat tefsircilerin önemli bir bölümü, bu ayetleri İslam'ın geldiği Arap toplumunun aile yapısı, gelenekleri, sosyal ve siyasi yapılaşması ile paralel olarak alıp yorumlamakla yetindiklerinde, yani ayetleri o zamanki toplumun değer yargılarını bildiren bir haber değil de, bir yaratdış bildirisi olarak anlayıp anlatmakta ısrar ettiklerinde, hatta bu anlayışı destekleyecek dave kelimeleri, paran­ tez bile kullanmadan, ayetten kelimelermiş gibi yazdıklarında sorun çıkıyor. Ç ü n k ü Arap Cahiliye toplumunun değer yargısına göre, erkekler kadınlardan daha akıllı (İbn Abbas), kadınları terbiye etme ve onlara sahip çıkma konusımda ehil (Taberi), onların geçimlerini sağlamaktan sorumlu (Ccssas), onları evlerinde tutarak dışarı çıkmalarına engel olma bakımından kuvvet ve şiddet sahibi (Kurtubi) olmalarının yanı sıra, ilimlerinin fazlalığı, at binip ok atmaları, devlet başkanlığı, idarecilik, imamlık, hatiplik yapmaları, şahitlik vc mirasta iki kat hak sahibi olmaları, çocuğun nesebinin erkeğe ait olması (Hazi) bakımından da kadınlardan üstündür. IDaha ileri gidenler dc vardır, mesela tasavvufı tefsirin önde gelen temsilcilerinden İsmail Hakkı Bursevi, kadmın (Havva) erkeğin kaburga kemiğinden yaratılmış olduğu hikayesini İslam bildirisi gibi sunabilmiştir. (Bkz: T a l i p ö z d e ş . Kuran Perspektifinden Cinsiyet Kimliği, Seyran Yay. Sivas 2 0 0 0 ) Onlar bu gibi düşünceleri savunmakla şunu mu söylemek isterler acaba? Allah bütün erkekleri, bütün zamanlarda ve şartlarda kadınlardan üstün şekilde yaratır; her zaman, her yerde bütün erkekler bütün kadınlardan daha kuvvetli, daha aluUı, daha sağlıklı ve daha zengindir! O zaman bunlar gerçek dışı ifadeler olur ve onların yanıldıklarını gösterir, çünkü hakikat böyle değildir. Onlar sadece sanal bir üstünlük iddiasında bulunmuş olurlar o kadar. Erkeklerin kadınlara üstünlüğüne delil olarak kullanılan diğer bir ayet geçici boşama sırasındaki bekleme süresinde, eğer erkek boşamayı iptal eder de karısı ile evliliğini devam ettirmek isterse, kadının bir seçim hakkı olmasına rağmen, erkeklerin bu konuda kadınlar üzerinde bir derece öncelikleri olduğu ile ilgilidir. (2.Bakara Suresi, 2 2 8 . ayet) Erkeklere, o devrin yaşayış biçimine göre böyle özel bir konuda tanınan önceliğin Kuran tarafindan tasdik edilmesi emsal tutularak bunun bütün diğer alanlara yaygınlaşurilması hukukçuların tasar­ rufudur. Ayetin geniş anlamına göre ise şöyle söylememiz daha doğru olacaktır: Erkekler toplum yaşayışındaki düzen gereği, geçimi sağlamaktan sorumlu tutuldukları, kazanıp har­ camak zorunda oldukları için, kadınlara göre bir önceliğe sahiptir. Bir ata sözünün dediği gibi: Ekmeği kazanan doğrar! Kazanıp harcamak şaruna bağlanmış olan öncelik, şart ortadan kalktığında ne olacaktır? şüphesiz kendiliğinden ortadan kalkacaktır. Yaratılıştan olan fizik farklılıklar ise, bütün diğer yaratıkların erkeği vc dişisi arasındaki faridılıklar gibidir. - 23- insanların kafalarını karıştıran bir konu da aynı Surenin (4.Nisa Suresi, 34.ayet) "kötü niyetinden korktuğunuz kadınlara gelince" diye başlayan kısmıdır. B u kısımda, kötü niyednden korkulan kadınlar hakkında, nasihat etme, yataklarında yalnız bırakma ve dövme izni vardır. Eğer itaat ederlerse onları incitmekten vazgeçilmesi söylenmektedir, demek bu yapılanların kadını inciteceği kabul edilmiştir. Tefsirciler bu ayen açıklarken biraz zorlanmışlardır. Ç ü n k ü H . Peygamberin kendisi erkeğin karısını dövmesini şiddede kınamış, çeşitli vesilelerle bazı erkekleri "içinizden biri köle döver gibi karısını dövüp sonra da gece onunla yatabilir mi?" diye utandırmışur. Başka bir hadiste de Allah'ın kadın kullarını hiç bir zaman dövmeyiniz!" diye kadın dövmeyi yasaklamışur. (Buhari, Müslim, Beyhaki. Bkz: Tefsirlerin bu ayetle ilgili bölümler) Bununla birlikte H . Peygamber, vefatından kısa bir süre önce Veda Haccı münasebetiyle yaptığı konuşmada, kadınların sadece gayri ahlaki davranışta bulunmak suçundan dövülebileceğini, bunun da acı ver­ meyecek şekilde yapılması gerektiğini bildirmişdr. Gayri ahlaki davranışın zina olması halinde zaten ceza her iki taraf için de 100 sopa olarak Kuran'ın hükmüdür. Bu cezanın acı vermemesi m ü m k ü n değildir. Acı vermeden dövme hakkında otorite sayılan ilk dönem bil­ ginleri (Razi), katlanmış bir mendille vurulabileceğini, bunun da isdsnai bir durum olmasını ve tercihen sakınılmasının esas olduğunu söylemişlerdir (şaHi). D ö v m e k (darb) kelimesinin Arapça'da, Türkçe'de olduğu gibi çok farklı anlamlarda kullanıldığına dikkat çekenler de kelimenin burada uzaklaştırmak olarak anlaşılabileceğini söylemişlerdir. Unutulmamasi gereken İslam gerçeği şudur ki, insaidar yanliş davranişlarda bulunsalar da, onlar yine insandirlar ve sirf insan olmalari bakimindan saygiya değerdirler. İslam ter­ biyesinde her insan, içinde taşidiği Allah ruhu sebebi ile, -Allah insanlara ruhundan üfle­ yerek can vermiştir- değerlidir. Insanlarin canlarini acitmak, onlarin içinde Allah'a ait olan ruha saygisizlik olmaz mi? Dinlerde en büyük günah zinadir ve öldürmedir, içinde Allah'in ruhu olduğunu bildiği halde, hangi mümin bir insani dövebilir.bir insana tecavüz edebilir veya bir insani öldürebilir? Allah sevgisi ve korkusu ile dolu hangi mümin, kadin veya erkek bir insanin canini acitma günahini işleyebilir? En süfli hayat yaşayan insan bile günün birinde değişebilmc, yeniden en güzel şekli ile (ahsen-i takvim) bir insanin dünyaya gelmesine araci olma imkanina sahiptir. İnsana saygı Allah'a saygidir. İslam Tasavvuf, düşüncesinde insanin gönlü ilahi ruhun mekanidir ve bu sebeple "Büyük Kabe" olarak vasiflandirilir. şair şöyle söylemiştir: "Kiblcgah-i kibriyadir, yikma gönlün kimsenin!" Yani, kimsenin gönlünü kirma, çünkü gönül en büyük Kabe'dir! Kabe Müslümanlarin hac yeridir. İnsanlar Kabe'yi ziyaret için uzak yollardan, büyük paralar vc zaman harcayarak gelirler. Kabe'ye "Allah'in Evi" denir, şair burada gönlü bir ev olarak d ü ş ü n m ü ş ve gönül evini Kabe'den daha önemli saymiş. Ç ü n k ü haccedilen Kabe sadece insanlarin Allah sevgisi ile bir araya gelmelerine vesile olan bir evdir, insandaki gönül evi ise Allah ruhunun mekanidir. T ü r k Tasavvuf şairi Yunus Emre "Yaratilani hoş gör, Yaratan'dan ötürü" demiştir. Bu tür derin anlamli şiidere "hikmet" denir ve bunlardan - 24- birçoğu halicimiz tarafından, şifahi bir öğrenimle ezbere bilinir. Acaba bu bilgiler sadece dudaklarda mi kalir ki, bazilarimiz dayaği Allah'in emri sayacak kadar kabalajabilir? H . Peygamberin uyarisi kulağimizdan hiç gitmemelidir. İnanmadikça cennete girmezsiniz; birbirimizi sevmedikçe inanmiş olmazsiniz! Birbirimizden kasit, Kuran'in öğrettiği üzere, bütün yararilmişlardir. Sevgi iyilik scvgisidir, yaraulmişin yaşamasi ve kendisini gerçek­ leştirmesi için ona hayat hakki taninmasidir, hayatinin kaydirilmasi veya elinden alinmasi değil. Kadının yeri evidir, ya c r k c ^ ? Kuran'ın vahiy olunduğu çağda, genel olarak dünyanın her yerinde kadınların, önce babalarının daha sonra kocalarının, her ikisinin olmadığı durumlarda akrabadan bir erkeğin vesayetinde yaşamaları doğal kabul ediliyor. Erkeklerin hakim, hatta tek geçerli unsur olduğu böyle bir dünyada, İslam'ın kadınlar için getirdiği haklar, tamamı erkek olan hukukçularca kolaylıkla göz ardı edilebilmiş. T o p l u m u n yarısından fazlasını teşkil eden kadınlara verilecek hakların, erkeklerin menlâadni tehdit edeceği düşünülmüş olmalı. Şüphesiz burada erkekten kasıt aynı zamanda erkeğin ailesi. Erkek tarafı, o zamana kadar tek taraflı olarak sahip oldukları hakları korumak istemiş olabilir. Yani işin içinde her zaman olduğu gibi sadece erkekler değil, aynı zamanda kadınlar vardır. Müslümanlar Allah'ın birliği öğretisini yerleştirmede gösterdikleri başarıyı, kadın-erkek ayrımcılığını kaldırmak ve her iki cinsi eşit hak ve fırsatlarda gelişnrmekte gösterememişler. İslam devletlerinin en kuvvetli zamanlarında bile kız çocukların eğidm öğretimine zaman ve para harcamaya gerek olmadığı, hatta kız çocuğun doğmamasımn doğmasından hayırlı olduğu, eğer bir kere doğmuşsa, ona Kuran okuma, namaz ve oruç gibi ibadetleri öğretmekle yetinmeyi, fakat sakın ha yazı öğretmemeyi, büyür büyümez de hemen evlendirmeyi, çünkü kız evladın ya er koynunda ya yer koynunda olması gerektiği, şeriat eri M u h a m m e t Mustafa'nın kızların gömülmesinin hayırlı işlerden olduğunu (Oefnul benati minel mükrimati) söylediği gibi ifâdeler. E y Oğul, diye başlayan terbiye kitaplarında (Kabusname, "Bin bir temel eser" serisinden) sık rastlanan örneklerden. Kuran'da kız çocukların hangi günahtan diri diri toprağa gömülerek öldürüldüğünün Allah katında sorulacağı bildirilmişken, H . Peygamber kız çocukların yer koynunda gömülmesinin hayıdı işlerden olduğunu söylemiş olabilir mi? H . Peygambere inanan müminler, böyle yapmakla cehennemdeki yerlerini hazırlamayı göze alarak, ona kendi yalanlarını söyletirler mi? Herhangi Müslümanlar bu gibi yanlışları fark edemez, çünkü insanlarımız Kuran'ı ne kadar çok okurlarsa okusunlar, bu okumada anlama söz konusu değildir. Kadınların d a i m a korunması ve saklanması gereken, değerli eşyalar gibi gösterilmeleri bir aldatmaca ile sonuçlanmıştır. Kadınlar eve saklanmış, eğitimsiz bırakılmış, sonra da bu halleri onların yaratılıştan gelen aptallığı olarak dile dolanmış: Saçı uzun aklı kısa, eksik etek, kaşık düşmanı vb. Kadınlar aslında kimden korunmak için evlerde saklanmışlar? -25- Tabii ki erkeklerden, hem de M ü s l ü m a n erkeklerden! Öyle anlajdmaktadır ki, erkeklerin kadınlara değil, kendi hemcinslerine, yani birbirlerine güvenleri olmamış. Kuran terbiye­ si ile terbiye olmak için, erkek ve kadm işbirliğine dayanılarak, tarafların birbirlerine güvenebileceği ortamların oluşturulması giderek büyümüş bir ihtiyaç. Kadın evde sak­ lanacak, erkek dışarıda serbestçe tecrübe kazanacak, anlayışı İslam'dan değil. İslam dinine göre namus ve bekaret hem erkek hem kadın için. ICadının evde oturup namusunu koru­ masını gerekli gören, erkeğin ise sokakta namussuzluk yapmasını hoş gören bir zihniyet Kuran'a aykırı. Erkek namussuzluğu kiminle yapacak, tecrübeyi kiminle kazanacak, yine bir kadınla değil mi? H a n g i erkek karısı, kız kardeşi, annesi veya kızı için böyle bir kötülüğü hoş görebilir? Hiçbir erkek! Öyleyse başka bir kadın için nasıl hoş görebilir? O kadın da, H . Peygamberin hadisinde olduğu gibi, bir başkasının eşi, annesi, kızı veya kız kardeşi olmayacak mı? Yoksa bir takım kadınlar erkeklerin tecrübesi için feda mı edilecek? Hayır, tam tersine, erkekler kendi kızlarını ve kadınlarını başka erkeklere karşı korurken, başkalarının kızlarını ve kadınlarını da kendilerine karşı koruma terbiyesini içlerine sindi­ recekler. Her iki cins de Kuran terbiyesi ile, eşit olarak cğinlecck, kimse kimsenin zararına bir davranışta bulunmaya kalkmayacak, bunu aklına bile getirmeyecek şekilde yetiştirilmiş olacak. Bir ülkenin medeniyeti, kadınlarının özgürlüğü ile ölçülmeli. İslam Peygamberi bu konu ile ilgili şu anlamdaki özlü sözü söylemiş: İslam inancı öyle bir barış ve güvenlik ortamı oluşturacak ki, en uzak yerden bir kadın tek başına Mekke'ye gelecek, Kabe'yi tavaf edip dönecek ve o kadına hiç bir zarar gelmeyecek! Bugün hala M ü s l ü m a n kadınlar, bir erkeğin himayesinde olmaksızın seyahat edememekte, (Bkz: Ali Akpınar, Kuran Aydınlığında Seyahat, T . Diyanet Vakfı yay. Ankara 1998) Mekke'ye, Kabe'yi ziyarete bile gidememekte. ICabe'yi ziyaret ibadetinin yapılabilmesi için, bölgenin güvenliğinden sorumlu İslam devleti buna izin vermiyor. B u çok önemli durum bize gösteriyor ki, M ü s l ü m a n ülkelerde henüz İslam Peygamberi'nin arzulamış olduğu barışa ve güvenliğe, yani Kuran Müslümanlığı'na erişilememiş. Kadın ve erkek her M ü m i n e ilim tarz olduğu halde, halkının % 9 9 ' d a n fazlası M ü s l ü m a n olan Türkiye gibi bir ülkede, 1990 sayımına göre kadınların % 2 2 ' s i , erkeklerin de % 1 8 ' i halen hiç eğitim almamış, okur-yazar bile değil. Yakın zamana kadar kadının bir iş ya da sanatla uğraşması, kocanın açık ya da zımni iznine tabi idi. (Medeni kanun madde 159/1) Bunların mutlaka düzeltilmesi lazım. H . Peygamber ümmetinin nüfusça çoğalmasını arzu ettiğini, onların çokluğu ile iftihar edeceğini söylemiş. Fakat eğer bu çokluk yüzüstü sürünen bir çokluk olursa H . Peygamber onunla övünebilir mi? Evlenmede lesmi nikah mı, imam nikahı mı? Evlenme, erkek ile kadının aile kurmak amacı ile ve kendi rızaları ile, ilan ederek bir araya geldikleri bir hukuk işlemi. Bir bedevi genç kız H . Peygambere gelmiş ve babasının ken- -26- dişini amcasının oğluna verdiğini söylemiş. H . Peygamber, seçme hakkın vardı, demiş. Kız, ben sadece amcamın bunu bilmesini iscediğim için s o r d u m , yoksa babamın akdini kabul e t n m , demiş. Bir genç b z ı n hürriyetine ve onuruna düşkülüğünün tipik bir örneği bu. ö z g ü r olduğu bilinsin, kendisi istemese de evlendirilebilcceği sandmasın, isdyor. İslam'a dayandırılan yanlış uygulamaların düzeltilmesinde genç kız ve kadınların tutum­ ları erkeklerinki kadar önemli. Düzeltmenin hem kişinin kendi adına hem de dindarlık ve Allah sevgisi adına yapılması için çalışmak gerekiyor. Bütün M ü s l ü m a n toplumlarda olduğu gibi İslam adına oluşmuş gelenekler, Türkiye Müslümanlarının aile hayatında da bugüne uzanan etkilere sahip. Gelenekler halk arasında Kuran ayederi, hatta Allah'ın emirleri gibi algılandığı için yanlış olanlar bile günümüzde hala bir ölçüde böyle algılan­ maya devam ediyor. İmam nikahı denilen dua ile evlenme, erkeğin " B o ş ol!" sözünü söyle­ mekle karısını boşayabilmcsi, bazı bölgelerde kız çocukların hala okula gönderilmemesi, kaç-göç ve harem-selam uygulamaları vb hep bu sebeple Allah'ın emirleri gibi saygı göre­ biliyor. Kuran'ın vahiy olunduğu, sorunları savaşarak çözmenin esas olduğu yaşama biçiminde, Arap t o p l u m u n u n değerleri yıpranmış, kurallar adamına göre uygulanmaya, özellikle ka­ dınların aleyhine, çok ilkel davranışlara göz yumulmaya alışılmış. Savaşlarda ölen erkekle­ rin sahipsiz kalan kadınları ve çocukları Kabile görenekleri ile, akrabadan erkeklerin hima­ yesine veriliyor, hatta onlara miras kalıyor. Eğer bu erkekler iyi insanlarsa, bir sorun çıkmayabiliyor. Fakat erkeklerden bir çoğu yetim çocukları vc dul kadınları kendi çıkarları için, para veya mal karşılığı evlendirmek üzere pazarlık ediyor, mallarını kendi hesapları­ na işletiyor. Bir çok yetim kadını vc çocuğu himayelerine alanlar kısa yoldan zengin olu­ yor. Bazıları da dul kadınlarla ve yetim kızlarla mehirsiz olarak evleniyor, böylece artık is­ temedikleri zaman, onları kolayca boşayabiliyorlar. Kuran'da bu gibi haksız davranışlar haram kılınmış. Kuran'a göre kadın ile erkek arasındaki muhabbet ve cazibe, tıpkı yaratı­ lış mucizesi gibi, Allah'ın varlığının delillerinden biri ve bunun istismarı büyük günah. Bu muhabbete dayanarak aile kurmak ve kurulan aileyi erkek ve kadın tarafları olarak elbirli­ ği ile korumak bir görev. ( 3 0 . R u m Suresi, 21.ayet) Henüz hiç evlenmemiş dul ve bekar­ ları evlendirmek de bir din görevi olarak toplumun bütün üyelerine yöneldimiş. Evlendir­ mede aranacak özellikler salih=iyi, güzel, temiz, uygun kelimesi ile bildirilmiş ki, hem ah­ lak vc fizik olarak uygunluğa, erkekle kadın arasındaki karşılıklı sevgiye ve denkliğe işaret etmekte. Evlilik dışı tüm cinsel ilişki biçimleri, -o zaman için geçerli sayılan, erkekle cari­ yesi arasındaki serbest cinsel ilişki dahil- yasaklanmış; evlenmeye yoksulluk ya da uygun eş bulamamak sebebi ile imkan bulamayanlara, bu imkanı buluncaya kadar iffetli davran­ maları tavsiye edilmiş. Bazı efendilerin kadın kölelerini fuhşa zorlayarak onların üzerinden para kazanmaları da, onlarla sırf fiıhuş işinde çalıştırmak üzere evlenmeleri de yasaklan­ mış. ( 2 4 . N u r Suresi, ayet 3 2 - 3 3 ; 4 . N i s a Suresi, 25.ayet) -27- H . Peygamber, nikah benim siinnecimdir, dediği için nikah müminler arasmda yaydmış, nikahsız evlilikler geçediliğini kaybetmiş. Nikah bir sözleşme ve onun en az iki şahit huzu­ runda resmileşdrilmesi gerek, tek tanıkla yapılan nikahlar geçerli değil. Nikah din açısından gerekli olmanın yanı sıra resmi bir muamele olduğu için, İslam diğer dinlerin ve miUederin nikahlarını ve bu nikahlara bağlı nesepleri geçerli saymış. Resmi nikah evliliğin tanınmasını sağlıyor vc din açısından bu yeterli. Evliliğin taraflarca kutsal bir bağlılık oluşunun vurgu­ lanması açısından bir dua yapdması tercih edilir. Ancak resmi nikah olmadan, imam nikahı denilen dualar, ne kadar çok şahitle ilan edilirse edilsin, herhangi olumsuz durumlarda tarafların haklarını koruyamadığı için din açısından geçerli değil. Ehli Kitap edceklcrlc evlenme Kuran evlenmede ölçüyü iyilik, temizlik ve nikah olarak koyduktan sonra buna mümin olmayı da eklemiş; müşriklerle, onlar mümin olmadıkça evlenilmeyecek. M ü m i n köle veya cariye hür fakat müşrik bir erkek veya kadına tercih edilecek. (2.Bakara Suresi, 221.ayet) Kendilerine daha önce Peygamber ve Kitap verilmiş topluluklar Ehli Kitap olarak mümin sayıldığı için onlarla evlenme müşriklerle evlenmeden farklı muamele görmüş. Ehli Kitabın yemeklerinin temiz, onlardan yemenin helal. Ehli Kitap kadınları ile nikah kıyılarak evlen­ menin de helal olduğu Kuran'da açık olarak bildirilmiş. (5.Maide Suresi, 5.ayet) Ancak bildirinin tek yanlı olarak sadece erkekler için zikredilmiş olması, kadınların ayrıca zikredilmemiş olması delil gösterilerek, helallik ulema tarafından Ehli Kitabın sadece kızları için geçerli sayılmış, İslam hukuku böyle teşekkül etmiş. Bu konuda o kadar ileri gidildiği olmuş ki. Ehli Kitaptan bir erkekle evlenen bir kızın veya kadının nikahı kıyılmış olsa bile, o nikahın geçersiz sayılacağı söylenebilmiş, şüphesiz bu doğru bir hüküm değil ve hukukçu­ lar bunun farkında. Ç ü n k ü eğer bu tür evlenmeler geçersiz olsaydı, zina sayılacak ve ceza uygulanabilecekti. Oysa böyle bir ceza caiz görülmemiş. Ayetin tek yanlı yorumlanmasında ısrar edilmesinin yanı sıra, ilk devirlerden itibaren, tek yanlı uygulamanın da kaldırılmasına teşebbüs edilmiş. Mesela daha H . Peygamberden sonraki ilk devirde Halife H . Ömer, Ehli Kitaptan bir kadınla evlenmiş olan bir sahabeye, o kadını boşamasını bir mektupla bildir­ miş. Sahabe, bunu dinen haram mı sayıyorsun, diye sorduğunda, H . Ömer, hayır, fakat yabancı kadınlarla evlenmenin yaygınlaşıp Müslüman kadınlara rağbetin azalmasından korkuyorum, demiş. Anlaşılıyor ki H . Ö m e r burada dini açıdan değil, toplumsal açıdan, çoğunluğun yararı prensibi ile hareket etmiş ve dinin verdiği izni kaldırmış. Bir sebep de böyle evlenmelerden doğacak çocukların hangi dine ait olacağı konusundaki endişe. Aile reisi erkek olduğu için, çocuk babasının dinine tabi olacak, babanın Hırisriyan veya Yahudi olması halinde Müslümanlık çocuğu kaybedecek, diye düşünülmüş. Böyle bir evlenmede kadının Müslümanlığın gereklerini yerine getirmede güçlük çekeceği, çünkü Müslüman erkeğin, İslam dinindeki vicdan özgüdüğü ilkesinden dolayı, Hıristiyan veya Yahudi karısının dinine saygı göstereceği, Hıristiyan veya Yahudi erkeğin ise, Hıristiyanlıkta ve Yahudilikte böyle bir prensip olmadığı için, karısının dinine saygı göstermeyeceği ileri -28- sürülmüş. Biz Ehli Kitap kadmları ile evleniriz ama onlar bizim kadmlarımızla evlenemez, denilmiş. Türkler için konu İslam öncesinde de benzer bir durum arz etmiş. Eski T ü r k töresinde yabancı ile evlilik bulunmuyor; ancak çok özel durumlarda, ülkeler arası barış ve yüksek menfaatler söz konusu olduğunda, bir prenses değişimi yapılabilmiş. Osmanlı döne­ minde bu tür evlilik yapanlar vatandaşlıktan çıkarılmış. G ü n ü m ü z d e konu yeniden önem kazanmış durumda. Müslüman ülkelerden binlerce aile göçmen olarak Hıristiyan ülkelerde yaşıyor. Yakınlık karşı konulmaz ilişkiler meydana getirebiliyor. Erkekler sorumsuzca evlilikler yaparken, kadınlar içinde bulundukları durumla baş edemez halde. Kadına ve erkeğe yeni durumlarda verilmesi gereken öğütler yeterince etkili olamıyor. Erkekler memleketten getirilen kızlarla evlendirilirken, kızlar uygun eş bulmakta güçlük çekmekte. H . Peygamber bildiriyor ki, İslam insanlara sıkınu çektirmek, onları haklarından mahrum etmek için gelmemiş, tam tersine mutlu etmek ve haklarını korumak için gelmiş. Aralarında sevgi ve anlayış oluşanları durdurmak mümkün değil. H u k u k kuralı, hakkında kesin hüküm bulunmayan, şüpheli durumlarda, şahısların lehine olan hükmün tercih edilmesi şeklinde ve taraflardan hangisininkine uyulmuş olursa olsun, aralarında kıyacakları resmi nikah geçerli. Siyasi uygulamalar ise her zaman dinin yanı sıra sınıdar koyabilmekte, bu ayrı bir konu. Ancak gelip geçici heveslere uyulmaması din görevi. Hevesini, şehvetini veya menfaatini Allah'ın öğüdünün önüne geçiren kimseyi kim doğru yola eriştirebilir? {45.Casiye Suresi, 23.ayet) Bugün artık erkeğin aile reisliği ve çocuğun dininin babaya tabi olacağı gibi kesin hükümler kabul edilmiyor. Evlenirken anlaşma yapmak her zaman mümkün olduğu gibi, herhalde erkek ve kadın birbirlerine ve birbirlerinden olacak nesillere karşı Allah önündeki sorumluluklarının bilincinde olmalılar. Farklı kültürlerden evlenmelerde sabır ve hoşgörüye, şeflcat ve merhamete ihtiyaç daha fazla. Onlar birbirlerine sığınmış taraflar gibi, birbirlerinin haklarını korumaya daha fazla özen göstermeli, evliliğe daha fazla düşünerek girişmelilcr. Evliliğin kutsal bir bağlıhk haline gelmesi, tarafların birbirlerini manevi olarak da bağlı hissetmeleri için bir dua yapılması güzel ve gerekli. Ancak din görevlilerinin temin edilemediği durumlarda Müslüman taraf adına bilgili, akıllı, saygıdeğer bir büyük nikah duası yapabilir ve taraflara dini öğüderde bulunabilir. İslam'da ruhbanlık yok, duanın din görevlisi tarafından yapıl­ ması zorunlu değil. Eşlere verilecek en önemli öğüt, inançlarının bilincinde olmaları ve dü­ rüstlükten ayrılmamaları. Ş u ayetler hatırlarılabilir: "Onlar, ey Rabbimiz, diye niyaz eder­ ler, bize gözlerimizi aydınlatacak eşler ve çocuklar bağışla; bizi Sana karşı sorumluluk bilin­ ci taşıyan kimseler için örnek ve öncü yap!" (25.Furkan Suresi, 74.ayet); "Rabbimiz Allah'tır diyen ve sebada doğru yolu izleyenler üzerine Allah'ın melekleri inerler ve şöyle derler: Korkmayın, üzülmesin, size söz verilen cennetle neşelenin. Biz bu dünya hayatında da sizin dostunuz, öteki dünyada da. Orada arzu ettiğiniz her şeye sahip olacak, istediğiniz her şeye kavuşacaksınız!" (41.Fussilet Suresi, 3 0 - 3 1 . Ayetler) D i n görevlileri de eğer kabul ederlerse, gönül rızası ile veya ücret karşılığı olmak üzere nikah duası yapabilirler. - 29- Çok kadınla evlenme emir mi mazeret izni mi? İslam öncesi evliliklerde uğrandan haksızlıklarm çok önemli bir bölümü çok kadmla evlen­ menin smırsız derecede serbest bırakılmış olmasından kaynaklanmış. İslam Mekke döne­ minde iman ve ibadet konularına ağırlık verirken, Medine döneminde pek çok alanda yaşayış biçimi ile ilgili yeni düzenlemeler gedrmiş. özellikle Müslümanlar savaşmak zorun­ da kaldıktan ve savaşmalarına izin verildikten itibaren, savaş sonunda dul kalan kadınlar ve yetim kalan çocuklar sebebi ile evlenme ve miras gibi konular kendiliğinden gündeme gelmiş. Hicretten dört yıl sonra bir bütün olarak vahiy olunan Nisa=Kadınlar isimli surede evlilik ilişkileri ve aile hayatı ile ilgili genel sorunlar ve kadın hakları ele ahnmış. Daha önce­ ki bölümlerde kısmen bahsetnğimiz gibi, bu surenin ilk ayederinde insan soyunun temel bütünlüğü ve bu bütünlükten doğan, kadın ile erkeğin birbirine karşı yükümlülükleri vur­ gulanır. Surenin büyük bölümünde savaş ve barış hallerine ilişkin pratik düzenlemelere ve miras hükümlerine deyinilir. Haksızlıkların önemli kısmı yedmlerin malları ile ilgili olarak ortaya çıkar. Kuran bu gibi adaletsizlikleri ortadan kaldırmak için, adaledi davranamamaktan korkanların, mal sahibi yetim ve dul kadın vc kızlarla evlenmemelerini tavsiye etmiş, yetim olmayan kadınlarla evlenmeyi dört ile sınırlamış, kadınlar arasında eşit muamele ede­ memekten korkanlara da, -ne kadar gayret edilirse edilsin, kadınlar arasında eşit muamelede başarılı olunamayacağını haurlatarak- tek eşliliği tercih etmelerini bildirmiş. (4.Nisa Suresi, 3,4. ve 129.ayeder bkz: s.54 ve 55) Varlıklı vc güçlü ailelerin, rızaları ile yapılmış çok eşli evliliklerde kadınlar, arkalarında aileleri olacağından adaletsizliğe uğramayabilider, fakat yetimler ve dullar sahipsiz olacağından onların ihmal edilmesi çok mümkündür. İnsanlar mala düşkündür, bir çok kimseye kendi malını yemek zor gelir de başkasının malını yemek tatlı gelir. Adalen ayakta tutmak için iç kontrolün ve sorumluluk bilincinin kazanılmış olması gerekir. Kuran iç kontrolün ve sorumluluk bilincinin kazanılmış olmasını Allah'a ve Ahret gününe imana bağlar. H . Peygamberin kendisine hitap edilerek "Sakın yetime kötü muamele etme!" (93.Duha Suresi, 9.ayet) diye tembih edilmiş, yetimlerin ve dulların mallarını haksız yere yiyenlerin karınlarını ateşle doldurmuş olacakları ve Ahret gününde çılgın bir aleve anlacakları bildirilmiş. (4.Nisa Suresi, lO.ayet) Kuran ayetleri böyle, fekat çok kadınla evlenme konusundaki bu hükümlerin hepsi İslam hukukuna geçirilmemiş, Kuran'ın tavsiye ettiği adalede davranış terbiyesine bir türlü ulaşılamamış. Bunları anlattığım bir konferansımda, bir genç erkek söz almış ve şöyle söyle­ mişti: 'Niçin banlılaşmak uğruna Kuran'da olan bir şeyi (çok kadınla evlenme iznini) yok göstermeye çalışıyorsunuz, siz olanı söyleyin, insanlar karadannı kendileri versin!' Hayret içinde kalmıştım, ben zaten Kuran'da olanı söylemeye çalışıyordum. Bunlar Arapça veya Türkçe mealli herhangi bir Kuran ile karşılaştırılabilirdi. D e m e k ki kulaktan d o l m a bilgi­ lerden vazgeçmek insanlara çok zor geliyor, kaynak gösterilerek verilen ayetler bile onlarla başa çıkamıyor. Eski hukuktaki çok kadınla evlenme geleneğini savunanlar şüphesiz sadece bu genç erkekten ibaret değil; bu fikirde olanlar savunmalarına, erkeklerin yaratılış olarak poligam olduklarını, dünyanın her yerinde, tek eşliliğin kanunla dayatıldığı ülkelerde bile. -30- erkeklerin bir çok kadınla ilişkide b u l u n d u ğ u n u , İslam'ın çok kadınla evliliği meşrulaştırmakla kadınların haysiyederini koruduğunu (dikkat edilmesi gereken nokta erkeklerin değil, kadınların haysiyennin korunması!) ileri sürerler. B u tür savunmalar yanıltıcı olmanın ötesinde İslam açısından hiç bir değere sahip değil. Eğer erkekler yaratılıştan poligam olsaydı, Kuran'ın buna işaret etmesi gerekirdi; daha önemlisi Allah ilk erkek Adem'e tek değil, çok eş verirdi. Boş olan dünyayı onlar daha kolay doldururlardı. Kuran'da Allah'ın ' E y Adem, sen ve eşin cennette oturun!' (2.Bakara Suresi, 35.ayet) hitabı tekildir. D ö r d e kadar kadınla evlenme izni meşru olmayan ilişkileri önlemek için değil, sadece bazı özel şartların gerektirebileceği özel bir mazeret iznidir. Artık savaş şardarında yaşamıyoruz, ayrıca savaşlar eskisi gibi değil, erkek vc kadın nüfiıs arasında fahiş ferklar oluşmuyor. Ç o k eşliliğin azalarak da olsa devam etmesi yaratıhştan değil, sadece ciddiyet­ sizce yerleşmiş alışkanlıklardan kaynaklanıyor. Bocama hakla yalnız erkeğin mi? Boşanma, geçerli bir evliliğe son vererek tarafların yeniden evlenmelerine imkan sağlama işlemi. İslam öncesi kültürde boşama yalnız erkeğe verilmiş bir hak, bununla beraber eğer nikah sırasında bir anlaşma yapılmış ve şart koşulmuşsa, kadına da tanınmış. Bu sebeple Kuran'da boşanma konusuna hep boşama şeklinde deyinilmiş ve muhatap olarak genelde tarafların aileleri ve toplumun bütünü, özelde erkeğin kendisi alınmış, şüphesiz evlilikte esas devamidık, İslam da devamlılığı tavsiye etmiş. H . Peygamber demiş ki, Allah katında izin verilen işlerin en çirkini boşamadır! (Abdullah b. Ömer'den naklen E b u Davud. Bkz: Tefsirlerin T a l a k suresinin ilgili ayederi) Fakat İslam öncesi yaşayış biçiminin kadınları son derecede inciten tek yanlı boşama geleneklerini değiştirmek kolay olmamış, onlardan bir kısmı H . Peygamberin vefatından sonra geri gelebilmiş. Kuran kadına da boşama hakkı vermiş ve karşılık olarak onun kocasına bazı şeyler bırakmasını tavsiye etmiş. (2.Bakara Suresi, 2 2 9 . ayet bkz: s.53) Ç ü n k ü eğer erkek yüklü miktarda mehir vererek kadını nikafdamışs, evliliğe ilişkin yükümlülüklerinde bir ihmali de söz konusu değilse, boşanmayı kolay kabul etmeyecektir. İslam hukukçuları böyle durumlarda, kadının nikah akdini bozan taraf olarak, nikah sırasında kocasından aldığı mehri iade etmek zorunda kalacağı hükmünü getirmiş. Bu hak nikah muamelesi sırasında yapılan anlaşma şartlarıyla da düzen­ lenebilmiş. Kuran'da boşama konusu muhtelif vesilelerle, dağınık olarak birkaç surede yer almış, ayrıca " B o ş a m a / B o ş a n m a " isimli müstakil bir sure de bulunuyor. Boşama Suresi "Ey Peygamber!" diye tekil olarak başlıyor, "kadınları boşamaya niyetlendiğinizde, ordar için belirlenmiş iddeti gözetecek şekilde boşayın, süreyi hesaplayın" diye çoğul hitap ile devam ediyor. Tefsirciler hitap şeklinin çoğul oluşunu, Kuran'ın boşamada erkek ve kadın taraflarının bir bütün olarak işin içinde olduğu gerçeğinden hareket ettiği ve toplumun bütününe seslen­ diği şeklinde yorumlamış. Surenin tamamı boşama sorununun özel bir yanına, boşanan - 31 - kadınların bağının temelli olarak çözülüp yeni bir evlilik yapmalarına izin verilmeden önce uyulması gereken bekleme dönemi iddet ile ilgili kurallara tahsis edilmiş. Sure, hem kadının hamile olup olmadığının başka türlü belirlenmesinin m ü m k ü n olmadığı dönemde, gerektiği kadar beklenmesi, hem de taraflara kararı yeniden gözden geçirecekleri bir zamanın tanınması vc böylece sonradan pişman olacakları acele bir karar almalarının önlenmesi amacını taşıyor. Boşamada zamana ve beldeme süresine dikkat edilmesinin yanı sıra iki şahit huzurunda resmileşurme gereği de var. (65.Talak Suresi, 2 . ayet) Ciddiyetsizce sürekli boşayıp tekrar alma adeti değişdrilmiş ve boşama iki ile sınırlanmış. "Boşama iki defadır, bundan sonrası güzel geçinme veya güzellikle ayrılma" diyor ayet,. Erkek kadını boşadığını iki şahit önünde bildirmişse, kadının üç ay hali süresinde beklemesi gerekir. Bu süre boyunca boşama geçicidir; kesinleşmiş sayılmaz; taraflar barışmak isterlerse iptal edilebilir ve evlilik nikah tazelemek gerekmeksizin devam eder. Geri dönüş olmaz da boşama kesiıdeşirse artık kadın boşandığı kocasına haram olur. Kadının boşandığı kocası ile tekrar evlenebilmesi, ancak onım başka bir erkekle evlenmesi, bu erkekle geçinemeyip boşanması ve eski kocası ile evliliği ciddi olarak sürdürebileceklerine karar vermeleri halinde m ü m k ü n olabilir. (Bkz: Arif Güneş, Boşama Yöntemi, Ankara 1997) islam hukuku Kuran'ın boşama ile ilgili şartlarına tam olarak yer vermemiş, tam tersine erkeğin "Boş ol!" sözü, boşama için yeterli sayılmış, daha kötüsü "Üçten dokuza boşama" (Talak-ı Selase) usulü geri gedrilmiş. Üçten dokuza boşamaya göre, erkek karısına üç defa üst üste " B o ş ol!" demişse, boşamalardan her birinde iki şahit bulundurulması, kadının hamile olup olmadığının belli olması ve taraflara kararlarını gözden geçirme ve belki barışma imkanı verecek sürenin beklenmesi gibi hükümlere (2.Bakara Suresi, 2 2 6 , 2 3 2 . ayetler bkz: s.52 ve 53; 2 . N i s a Suresi, 3 5 . ayet; 6 5 . Talak Suresi, 1. Ayet) uyulmaksızın, boşamanın teşekkül ettiğine vc karı ile kocanın artık birbirine haram olduğuna hükmedi­ lip, boşama böylece resmileşdrilebilmiş. Eğer erkek kadını gerçekten boşamak istemiyordu da, sonradan pişman olduğu bir sebeple bu sözleri söylediyse, bu defa da hülle (hile-i şeriye=gcçerli hile) denilen bir yola başvurulabilmiş. Hile-i şeriyeye göre, kocasının talakı selase ile boşadığı kadın herhangi bir erkekle danışıklı olarak nikahlanmış; gerdek söz konusu olmaksızın o erkekten boşatılmış; sonra tekrar eski kocasına nikahlanmış. İslam hukukçularının hepsi bu uygulamaları doğru bulmamışlarsa da azınlıkta kalanlar tesirli olamamış. Azınlıkta kalan hukukçulara göre, " B o ş ol!" sözü, bir defada ne kadar çok söylenirse söylensin, sadece bir tek boşama yerine geçebilir. Buna rağmen onlar yanlış uygulamalara yeterince karşı çıkmamışlar, tarih içinde pek çok sıkıntılar yaşanmış, komedilere konu olacak kadar ileri gidildiği görülmüş. Güçlü ve bilgili aileler, daha nikah sırasında, kadının da boşanma hakkını ileri süren anlaşmalar yaparak, evliliği sağlama ala­ bilmiş, fakat fakir veya bilgisiz ailelere, evlenme sırasında hakları bildirilmemiş, ordarın kızları ve kadınları, haksızlıklara katlanmak zorunda kalmış. -32- Erkeğe tanınmış kolay boşama ve kolay boşamanın yasaklanması ile ilgili olarak Kuran'da çok çarpıcı bir örnek var. Örneğin geçnği Sure Mücadele ismini taşıyor. (58.Mücadele Suresi,l-2.ayetler) Mücadele Suresi, İslam öncesi dönemde kadına yapılan haksızlıklara d e yinme ile başlıyor, zihar olarak bilinen bu müşrikçe boşama usıdünün saçma ve geçersiz, dolayısıyla yasaklanmış olduğunun ispatı ile devam ediyor. M e d i n e döneminin beşinci yılında vahiy olunmuş Surenin ismi, boşama konusunda eşinin t u t u m u n u H . Peygambere şikayet eden, ondan bir yardım elde edemeyince halini onun huzurunda doğrudan Allah'a arz eden bir kadının mücadelesine işaret ediyor. Cahiliye Araplarının adetlerine göre, bit erkek karısını keyfi bir yeminle 'Sen bana bundan sonra annemin sıru gibisini' diye boşadı mı, insan annesi ile evlenemeyeceği gibi, o erkek de boşadığı karısı ile bir daha cvlenemezdi. Bu türlü b o ş a m a d a kadın artık başka bir erkekle de evlenemezdi. Zihar henüz yasak­ lanmadan önce bir erkek (Evs b. Samit) karısını, böyle keyfi yeminle boşadı, fakat öfkesi geçince pişman oldu ve karısına pişmanlığını bildirdi. Kadın ise bu d u r u m d a n çok incin­ diği için kocasının pişmanlığını kabul etmedi, sen o sözü söyledin bir kere, söylememiş gibi olamazsın, git Allah'ın elçisine danış, o ne derse öyle olsun, dedi. Erkek, ben utanırım, Allah'ın elçisine böyle bir şeyi soramam, deyince kadın, ben gider sorarım, dedi ve H . Peygamberin huzuruna vardı, ö n c e alçak sesle derdini anlattı: Ey Allah'ın Elçisi, kocam beni aldığında ben gençtim, güzeldim, çekiciydim, ona bir çok çocuklar d o ğ u r d u m ; şimdi yaşım ilerledi, o bana saygı göstermiyor, bana, arnk kendisi için annesi gibi olduğumu söyledi, benim kimsem yok, ayrıca bakıma muhtaç, küçük çocuklarımız da var, dedi- H . Peygamber kadına, henüz bu adeti değiştirecek bir vahiy almamış olduğunu, mevcut d u r u m d a kocasından boşanmış sayılacağını söyledi. Kadın d u r u m u kabullenemiyor, tekrar tekrar H . Peygamberin huzuruna geliyor, ey Allah'ın Elçisi, bize bir yol göster, bizi kurtar, diyordu. Allah'ın Elçisi ise bir şey söyleyemiyordu. ICadın daha sonraki gelişlerinde H . Peygamberin huzurunda yüksek sesle Allah'a hitap etmeye başladı: Ey Allahım, yalnızım, kimsesizim, içinde bulunduğum çaresizliği sana arz ediyorum, Peygamberinin diline bir vahiy gönder, dedi. Böyle güıderden birinde H . Peygamberin üzerine vahiy hali geldi, herkes sessizce durup bekledi. Vahyin şiddeti geçince H . Peygamber kadına döndü: M ü j d e ey Havle, Allah seni işitti! dedi (kadının adı Havle idi) ve vahiy olunan ayederi okudu: "Allah kocası hakkında sana başvuran ve Allah'a şikayette bulunan kadının sözlerini işitmiştir" (58,Sure, l-3.ayetler) diye başlıyordu ayeder ve devamında, böyle söyleyerek karılarını boşayanların, onunla yeniden evlenmek için, bir köleyi satın alıp hürriyetine kavuşturmaları veya iki ay üst üste oruç tutmaları veya 6 0 fakiri doyurmaları şartı getirili­ yordu. B u ağır şartlardan sonra bir daha hiç kimse karısını bu şekilde boşamaya cesaret edemedi. Havle'ye gelince, o, kocasının bu şartlardan hiç birisini yerine getirecek güçte olmadığını söyleyerek H . Peygamberden özel muamele istedi. B u n u n üzerine H. Peygamber o sırada hediye olarak getirilen bir miktar hurmayı onlara bağışladı, bu hurmayı sadaka olarak dağıtmalarını vc bir daha böyle çirkin işler y a p m a m a k üzere Allah'a lövbe etmelerini öğütledi. Havle, bu hurmalara hiç kimsenin kendi ailesinden daha muhtaç -33- olmadığını söyleyerek hurmaları evine götürmek için izin istedi. H . Peygamber güldü ve izin verdi. Havle'nin adı "Allah'a sözünü dinleten kadın" olarak İslam dininin tarihine geçti. Ayette "kocası hakkında başvuran" şeklinde ismi verilmeden belirsiz bir kadından bahsedilerek öğüt verilmesi, kadınların kocaları hakkında şikayette b u l u n m a hakkına sahip oldukları bütün durumları kapsıyor. Yani sadece haksız ve zalimce bir boşamaya karşı değil, aynı zamanda kadının artık çekilmez hale gelen bir evlilikten kurtulma talebi ile ilgili başvurusunu da kapsıyor. Evlilik bağının bu şekilde kadın tarafından sona erdinlmesi hul' olarak adlandırılmış ve İslam H u k u k u n d a 2.Bakara Suresi, 2 2 9 . ayetine ve bir çok sahih hadise dayanılarak müeyyideye bağlanmış. (Bkz: M u h a m m e d Esed, Kuran Mesajı-Meal Tefsir, Surelerin ilgili ayetleri ve dipnotları, İşaret yay. 7 6 Ankara 1 9 9 8 ) . Türkiye Cumhuriyeti boşamayı/boşanmayı tarafların kişisel beyanlarından alıp hakim kararına bağlayarak yeni kanunlarla düzenlemiş bulunuyor. Bununla birlikte halkımızın bir b ö l ü m ü resmi nikahın yanı sıra nikah duasını da dini nikah gibi geçerli saymaya devam ettiği için, eski uygulama olan erkeğin sözlü boşamasını da geçerli sayıyor ve işte bu yüzden sorunlar az da olsa çıkmaya devam ediyor. Modern Türkiye'nin Diyanet İşleri Başkanlığı bu uygulamayı yeni bir içtihada düzeltmiş değil. T a m tersine Din İşleri Yüksek Kurulunun böyle durumlarda başvuran vatandaşlara tebliğ etmek üzere hazırladığı bir cevap risalesi var ki, eski d u r u m u hikaye etmekten başka bir özelliğe sahip değil. (Bu tek sayfalık risalenin bir kopyası kitabımızın sonundaki eklerde venlmişıir.) Ayrıca muhtelif müracaatlara sözlü veya yazılı olarak verdiği cevaplarda İkrklı söylem getirdiği de görülmekte. Mesela aynı yıl içinde alınmış kararlardan birinde. Diyanet İşlerinin vazifesinin inanç ve ibadet ile ilgili meseleleri aydınlatmak olduğu gerekçesi ile, muamelat (resmi muamele) meselelerinden olan talak sorusuna cevap vermenin kanunen yetkisi dışında olduğunu bildiriyor, ' D i n i m i z kurulan ailenin devamını ister, talak Allah'ın hoşlanmadığı bir helaldir, halkın bu yolda irşadı cihedne gidilmek suretiyle rasgele yuva yıkılmaları önlenmeye çalışılmalıdır' diyor. İkinci eşi b o ş a m a k ile ilgili bir başka kararda ise, 'Kişinin ikinci defa evlendiği karısını boşaması hakkındaki dilekçesi incelendi.; resmen evli ve nikahlı bulunan bir kimsenin Medeni K a n u n gereğince ikinci defa evlenmesine cevaz olmamakla beraber meselenin dini bakımdan halli şöyledir: Sen benden boşsun, demekle tek talak vaki olmuştur. T e k talak hülleyi gerektirmediği gibi böyle talak verenin talakı da geri dönülebilir (ric'i) olacağından, dilediği zaman karısına müracaat ederek evine getirmesinde bir sakınca olmadığının dilekçe sahibine bu suretle bildirilmesinin uygun olacağı mütalaasıyla, keyfiyetin Yüksek Başkanlığa arzına karar verildi!' diyebilmiş. Bir d e üç talak üzerine yemin etme aderi ile ilgili kararı var. Eğer bir daha köyden gönderilen yiyeceklerden yersem karım benden üçten dokuza boş olsun! diyerek, keyfi yeminle karısını boşamış bir kişinin sorusuna şöyle cevap verebilmiş: ' H i d d e t ve asabiyetine mağlup olarak, köyden gelecek herhangi bir nebatı yememeye talakı selase üzerine söz veren kimsenin bu sözleri yemin mahiyetinde olduğundan, gerek babasının bedduasını almamak ve gerekse köyden gelen şeylerden -34- yemek zaruretinde bulunmak dolayısıyla yeminini çözmesi gerektiğinden kendisine kefaret icap edeceği, kefaret ise yeminini bozan kimsenin mali d u r u m u n a göre gücü yettiği takdirde on fakire elbise giydirmesi, buna gücü yetmediği takdirde on fakiri ikişer öğün kendi yediğinin orta derecesinden olmak suretiyle doyurması, buna da muktedir değilse, üç gün oruç tutmak suretiyle tövbekar olması ve böyle bir şeyi bir daha yapmamaya azmetmesiyle ödenir. D u r u m u n bu surede dilekçe sahibine bildirilmesinin uygun olacağı mütalaasıyla keyfiyetin Yüksek Başkanlığa arzına karar verildi!" G ö r ü l d ü ğ ü gibi kararda keyfi yeminle üçten dokuza karı boşamanın dine aykınlığı, dine aykırı bir yeminin geçer­ siz olacağı boyutundan hiç bahis yoktur. Karılarını düşüncesizce boşadıktan sonra pişman olan erkekler için zihar ile ilgili ayetten öğüt alınarak, caydırıcı bir yol izlenemez miydi? Hayır, böyle bir yol katiyen izlenmemiş. G ü n ü m ü z d e bile keyfi yeminleri geçerli saymak sebebi ile bir çok aile onur kırıcı durumlar yaşamaya devam ediyor. H. Peygamber kızlan için evlilik antlafinası yapmiftı H . Peygamberin, kızlarını evlendirirken d a m a d a n ile, onların üzerine evlenmeyecekleri hakkında antlaşma yapmış olduğu biliniyor. H . Ali, F a n m a ' n ı n üzerine evlendirilmek istendiğinde, Fatıma Allah'ın Elçisi' ne gelmiş, durumu anlatmış, "Babacığım senin, kızların hakkında öfkelenmez olduğun konuşıduyor, işte bak, Ali E b u Cehil'in kızı ile nişanlanıyor" diye şikayet etmiş. H . Peygamber her konuda adaletten yana davranmış ve kızı için bir ayrıcahğa izin vermemişken bu d e & hemen kalkmış, mescide gitmiş, minbere çıkmış ve bir konuşma yapmış, demiş ki: Ali benim kızımı boşarsa ancak o kızla evlenebilir, kızım Fatıma benden bir parçadır, onu üzen şey beni de üzer! H . Peygamber daha sonra, diğer damatlarının da kendisine söz verdiklerini ve sözlerinde durduklarını anlatmış ve minberden inmiş. (Müslim VII, 3 5 6 - 3 5 9 ) H . Ali, Fatıma yaşadığı sürece üzerine evlenme­ miş. Bu durumu anlattığım bir konferansımın sonunda dinleyicilerden biri, H. Peygamberin H . Ali'ye haksızlık yapmış olduğunu söyledi. Bu türlü bir düşünceyi ilk defa işiriyordum, niçin, diye sordum. Dinleyici açıkladı: fCcndisi bir çok kadınla evlenmiş, H . Ali'ye ise izin vermemiş! Ben Kuran'ın getirdiği adalet düzenlemelerini anlatmaya çalışıyor­ d u m , oysa dinleyicide halen hangi düşünce biçimleri geçerliğini koruyordu. Asimda H . Fatıma H . Peygamberin vefenndan sonra sadece altı ay yaşamış ve genç yaşta ölmüştür, H . Ali ondan sonra pek çok evlilik yapabildi. Herhalde daha pek çok yazıp çizsek de yeterii olmayacak, fikirlerin karşılıklı konuşmalarla açılmaya devam edilmesi gerekiyor, farküLklar arasında diyalog şart. Kadmlarm miras ^aH" hrr durumda ^ r l r f l f l m n l r i n i n yansı mı? İslam öncesi devirde Araplar ne erkek ve kız çocukları ne de kadınları varis sayıyor, mızrak­ ları ile çarpışmayan ve yurdunu müdafea etmeyen varis olamaz, diyorlar, islam'ın Medine döneminde ise müminlerin savaşmalarına izin verildikten itibaren bazı olaylar oluyor. Mesela Medineli Müslümanların ileri gelenlerinden -35- birisi (Evs b Sabit) savaşta şehit düşüyor, eşi ile üç kızı kimsesiz kalıyor. Henüz Müslüman olmamış varisleri olan amcazade­ ler geliyor, mirasın hepsini alıyor, şehidin eşine ve kızlarına hiç bir şey vermeden gidiyor. Bunun üzerine kadın H . Peygambere gelip şikayet ediyor, biz Müslüman olmakla zarara mı uğrayacaktık, diyor. H . Peygamber kadına beklemesini. Yüce Allah'ın bu işe mudaka bir çözüm göndereceğini söylüyor. Kadınları ve çocukları mirasa dahil eden ayeder bu olay üze­ rine vahiy oluyor. Ayette, ebeveynin ve akrabanın bıraktıklarından erkeklerin de kızların da pay alacakları, bunun Allah tarafından tayin edilen bir pay olduğu, mirasın paylaştırılması esnasında yetimler ve muhtaçlar hazır bulunuyorsa, onlara da bir miktar geçimlik verilmesi ve nazik sözler söylenmesi, kanuni mirasçıların, eğer kendileri arkalarında muhtaç çocuklar bırakmış olsalardı onlar için nasıl endişe duyacaklarını hatırlamaları ve insaflı olmaları uyarısı yapılıyor. D a h a sonra hissenin ne kadar olacağı konusunda Allah'ın tavsiyesi bildiriliyor: Ölenin kız ve erkek çocukları için, erkeğin hissesi kızınkinin iki misli olacak! (4.Sure, 7 - 1 1 . ayetler) Mirasın diğer kadın akraba ile ilgili miktarlarında ise kadınların payı erkeklerinkinin iki katı olarak tavsiye edilmiyor, tam tersine ölenin anne ve babası ile erkek ve kız kardeşleri mirastan eşit pay alıyorlar. D e m e k ki mirasın paylaşılmasında rol oynayan sadece erkek veya kadın olmak değil, başka etkenler var. Devrin yaşayış biçimi olarak erkek ailenin geçiminden sorumlu ve evleneceği kadına mehir vermek zorunda; boşama halinde de bir başka mehir ödemek, eğer varsa çocukların sorumluluğunu devam ettirmek, ölüm hali­ ni düşünerek vasiyet etmek gibi yükümlülükleri d c var. Kız ise bütün bunları alacak ve geçi­ mi garanti edilecek taraf Bu yüzden erkeğe kızın iki katı pay öngörülmüş, yükümlülükleri kalmamış olan anne-baba veya kardeşlerin payları arasında ise kadın ve erkek oluşlarına göre bir farklıLk gedrilmemiş, onların eşit pay alması öngörülmüş. D e m e k ki toplumlardaki har­ cama örflerinin değişdği durumlarda Allah'ın tavsiyesi adalete en uygun şekilde yeniden yorumlanacak. Kuran ayetlerinde Allah'ın insanlara öğüt verdiği bildirilmiş, öğüt kelimesi üzerinde çok durulmuş. Ö ğ ü d e r d e n yararlanabilmek için Kuran'ın bakış açısını, gedrdiği zihniyeti, ne­ yi sağlamak istediğini ve içinde yaşanılan zamanın şartlarını bir bütün olarak göz önünde bulundurmak, b u n u n için gerekli bilgi ve görgü seviyesini kazanmış olmak, ayrıca alanda­ ki sorunların çözümüne yardımcı olmayı gerçekten istemek gibi bir iyi niyete sahip olmak gerekli. Ancak kendi deviderinde kadına mirastan yarım hisse verilmesini uygun bulan hu­ kukçuların kararları, daha sonrakiler tarafindan, Allah'ın emirlerinin zamana değil zamanın Allah'ın emirlerine uyması gerekdği sloganı ile, hiç bir değişikliğe gitmeden devam ettiril­ miş. Hukukçular kendi devirlerinin örflerine göre yeniden düşünmek yerine, Allah'ın tav­ siyesinin emrinden daha güçlü olacağı ile hareket edilmesine göz yumabilmiş, haksızlıklar devam edebilmiş. T a k s i m sırasında hazır bulunan muhtaç akrabaya da geçimlik vermeyi tavsiye konusunda ise Allah'ın tavsiyesinin emrinden daha güçlü olduğu kabulü ile ek bir düzenlemeye gidilmemiş. Türk-tsiam tarihi içinde. Cumhuriyet öncesi Osmanlı'nın son zamanlarında, bazı taşınmaz mülklerde kız ve erkek evlada eşit miras hakkı kabul edilmiş -36- bulunuyor. G ü n ü m ü z d e medeni kanunun kız ve erkek kardeşlere eşit miras hakkı kabul edilmiş olmasına rağmen, halen miras caksiminde tarafların isteğine göre, eski veya yeni ka­ nun uygulanabilmekte, ilgi çekici olan husus, ne kadar dindar olurlarsa olsunlar, kadırdardan hiç birinin, Allah emri böyledir diye, eski kanuna göre erkek kardeşinin yarısı kadar miras almaya, kocalardan hiç birinin de karısı için mirastan erkek kardeşininkinin yarısı ka­ dar pay almasına razı olmadığı. Çıkarlar söz konusu olunca, insanların düşünceleri değişe­ biliyor. Bu d u r u m u n , islam H u k u k u n u n teşekkül devrindeki erkek müçtehitlere de tesir etmediğini düşünebilir miyiz? Hangi konuda olursa olsun, haksızlıkların devamında kadın­ lar tamamen masum değildir. Haksızlığın var olabilmesi için iki taraf lazım. Haksızlığı ya­ pan taraf ve haksızlığa uğrayan taraf. Haksızlığın ortadan kaldırılması için de iki tarafın be­ raber çalışması lazım. Kadınlar habızlıklara razı oludarsa veya razıymış gibi davranıdarsa hiç bir şey düzeltilemez. Şahhükte kadm Şahidik, görülmekte olan bir dava ile ilgili olarak bildiğini, gördüğünü, işittiğini gizlemeye­ rek bildirmek üzere tanıklık etmek demek. Kuran'da görgü şahidiği ile ilgili ayeder hep 'Ey inananlar!' hitabı ile başlıyor. Yani Allah şahitliği imana bağlamış, Allah sevgisi ve korkusu ile hareket etmesi gereken müminlerin, adaleti gözetip ayakta tutmak üzere şahidiğe önem vermelerini istemiş. (5.Maide Suresi, 8.ayet) Allah, inanan insanların adaleti ayakta tutmak üzere gerçeği gözetmesi, kapılabilecckleri öfke, yakın akraba veya eşraf kayırması gibi duygu­ ların inançlarını gölgeleyip kendilerini adaletsizliğe sürüklememesi için öğütler verirken, kadın veya erkek, kaç kadın veya kaç erkek gerektiği gibi şartları değil, inançlı ve dürüst davranışları vurgulamış. Doğruyu kim biliyorsa o konuşacak. Kadın olsun erkek olsun, gerçeği bilmiyorsa, görmemişse, kaç kişi olurlarsa olsunlar, neyin şahitliğini yapacaklar? Olayı görmüş olan, olay hakkında bilgisi olan kimse, kadın veya erkek, kaç kişi olursa olsun, bildiklerini saklamayacak, şahidik etmekten kaçınmayacak, Allah sevgisi ve korkusu ile doğruyu söylemekte gönüllü davranacaklar. (4.Nisa Suresi, 135.ayet bkz: s.56) İslam hukukunda bir erkeğin şahitliğine iki kadının şahidiğinin denk sayılması konusunda delil olarak alınmış olan ayet görgü şahitliği ile ilgili değil, birbirlerinden vadeli olarak borç alanların bunu yazdırmaları esnasında içlerinden iki erkeği şahit olarak bulundurmaları ile ilgili. (2.Bakara Suresi, 2 8 2 . ayet) Ayet günümüzdeki noter işlemlerini hatırlatmakta. İnsan­ lar arasındaki borç ve alacak ilişkileri genellikle her şeyden önemli ve insanlar bunun için can alıp can verebilecek kadar hırslı. Borç şahidiğinin tarafların kendi içlerinden olan erkeklere verilmesi, kendi içlerinden şahitlerin bulunmadığı durumlarda da işlemin mutlaka yapılması için, razı olacakları bir erkekle iki kadının şahitliğine başvurmaları tavsiye edilmiş. Ayet ilk vahiy olunduğunda, yani borç senedi yapılıp yazılırken kadınların da şahit olabileceği hükmü gelince, insanlar şaşırımşlar, inanamamışlar, kadından şahit olur mu, demişler. Başı açık erkeklerin, kölelerin ve göçmenlerin hüdere karşı şahitliğinin kabul edilmediği bir -37- dönemde kadınlar da şahidiği kabul edilmeyenler arasında. İşte kadınların evde tutulması için her önlemin alındığı kaç-göç döneminde, İslam hukuku kadınların şahidiğine, görgü şahitliği ile ilgili asıl ayetleri değil de hesap tutmak ile ilgili bu ayetleri esas almış. Böylece bir erkeğin şahidiğine iki kadının şahidiğinin eşdeğediliği prensip yapılmış, ilave olarak kadınlara m ü m k ü n olduğu kadar hiç şahitlik yapnrılmaması tavsiye edilmiş ve kadınlar bu duruma iriraz etmemişler veya edememişler. Kadınların şahit yapılmamasını desteklemek üzere üretilmiş pek çok sebep tefsirlerde yer alıyor. Mesela yaratılışta erkeğin (Adem) asıl, kadının onun parçası oluşundan, yaratıldığı eğe kemiğinin eğriliğinden dolayı kadının doğru olamayacağından başlanmış, ay hallerinde ve loğusalıkta namaz kılmaması ve oruç tutamaması sebebi ile dininin eksikliğinden, unutkanbğı ile erkeğe yasak meyveyi yedirerek günah işlerip cennetten çıkarılmasına sebep olmasından dolayı aklının eksikliğinden devam edilerek, bahaneler sıralanmış. Bahanelerden bazıları bugün hala kadınların aleyhine kullanılmakta. Mesela bunlar arasında 'kadınların enfiisiyeri (sübjektiflik)' diye bir madde var. Bu başlık altında, nesnel olayların kadınları ikinci dereceden alakadar ettiği, doğru olanın da bu olduğu, çünkü alım-satım gibi muamelelerle ve afaki işlerle m q g u l olmanın kadınlar için arzu edilecek bir mükemmellik olmadığı, erkek işlerine kadınların sevk edilmemesi gerekdği yazılmış. K o n u n u n dini açıdan değil zamanın zihniyeti açısından düşünülmüş ve ona göre hukuk yapılmış olduğu açık bir şekilde görülmekte. Bir başka madde, 'kadında haya ve hicap galipdr' şeklinde. Bu mad­ denin açıklaması olarak kadının kadınlık değerinin en küçük bir meşguliyetle dahi kaybolabileceği, kadına şahitlik yüklemenin onu üzüp rahatsız etmek olacağı yazılmış. Kadının neredeyse bir çocuk gibi kabul edildiği görülüyor. Bir önemli maddenin başlığı da, 'erkek­ leşmek kadın için züldür' şeklinde ve açıklaması şöyle: Kadını olayları hatırlamaya mecbur etmek, onun kadınlık özelliği açısından yakışık almaz. Ancak kadınlar iki olursa, başkaları işe karışmadan, aralarında hasbıhal ederek birbirlerine hatırlatırlar ve böylece hem kendi haysiyederini, hem de Allah'ın emrini koruyabilirler! Müfessir burada hasbıhalin şahidiğin kabulüne aykırı olduğunu hatırlamış olmalı, demiş ki, şüphesiz hasbıhal mahkemede şahit­ lik sırasında olmayacak, çünkü bu şahitliğin kabulüne engeldir! D a h a sonra özel hallerin dışında kadınların şahitliğe hiç bulaştırılmaması tavsiye edilmiş. En iyisi erkeklerin vakıf ola­ cakları işlerde kadın şahit gösterilmemeli, (borç senedi ile ilgili ayette kadın şahit zikredilmiş olmasına rağmen) onlara bu görev yüklenmemeli. Erkeklerin muttali olmaları caiz olmayan konularda da yalnız kadınların, hatta sırasında bir tek kadının bile ihbarı ile amel caiz olmalı. (Bkz: örnek olarak: Elmalılı H a m d i Yazır, Hak Dini Kuran Dili, ilgili ayetlerin yer aldığı bölüm) Bunlar masum görünmesine rağmen çok yanıltıcı olabilecek hükümler. Bununla birlikte demek ki kadınların şahitliğine karşı çıkılmasında sorun kadınların sayısı, kabiliyen, noksan sıfatları vs. değil, devrin kadın-erkek ayrımcdığının korunması. İş bununla da bit­ memiş, ayette geçen 'kadınlardan biri unutursa diğeri hatırlatır' ifadesindeki 'unutursa' sözü, kadınların yaratılıştan unutkanlığının hükmü olarak gösterilmiş vc bir erkeğin yerine ancak -38- iki kadının şahidiğinin denk sayılması kadınların az çok apcal oluşlarına bağlanmış. Oysa Kuran'a göre ilk unutma olayının erkekte meydana geldiği, cennerte iken Allah'ın tembihi­ ni unutarak yasak meyveyi yiyenin ve böylece ilk günahı işleyenin erkek olduğu yukarıdaki bölümlerde anlatılmıştı. U n u t m a sadece kadına veya sadece erkeğe değil, her ikisine, yani insana ait bir özellik. U n u t m a kadınlara özel bir durum olsaydı, bu öncelikle din bilim­ lerinde çok önemli bir alan olan Hadis rivayetinde, H . Peygamberin sözlerinin tespit edilme­ si olayında dikkate alınırdı. En çok Hadis rivayet edenler H . Peygamberin hanımlarıdır. Bu alanda, yani H . Peygamberden söz naklinde kadınlarla erkekler arasında bir ayırım kaydedilmemiş ve kadınların rivayet ettikleri hadislerde yalan veya uydurma hiç bir hadise rastlanmamış. Kuran'da kadın ve erkek şahidiğinin eşdeğerliliği ile ilgUi bir örnek de insanların kendileri için şahidik etmeleri hakkında. İslam, erkek veya kadın, zina ile suçlanan tarafların suçlarının sabit olabilmesi için, aleyhlerinde dört şahidin getirilmesini şart koşmuş. Dört şahit getiremeyenlerin sözleri ifdra kabul edilecek, onlara 80 değnek cezası tatbik edilecek ve onların şahidikleri bir daha hiç kabul edilmeyecek. (24.Nur Suresi, 4.ayet). G ö r g ü şahidinin sadece kendileri olduğunu, olayı gözleri ile gördüklerini iddia ettikleri hallerde, tarafların kendileri için şahitlik etmeleri de kabul edilmiş, buna 'lian=lanet dileyerek yeminleşme' deniyor. Mesela eğer koca karısının zina yaptığını, fakat şahit olarak kendinden başkasının bulunmadığını öne sürerse, ona kendisi için dört defa, dört kişi yerine geçmek üzere, şahit­ lik etmesi imkanı tanınmış. Eğer dört defa yemin eder ve sonunda eğer yalan söylüyorsa Allah'ın lanetinin üzerine olmasını dilerse, ifadesi geçerli kabul ediliyor; fakat aynı hak, ken­ disini savunması için karısına da tanınmış, o da aynı şekilde kendisi için dört defa yemin edip, sonunda eğer yalan söylüyorsa Allah'ın lanetinin üzerine olmasını dilerse, şahidiği geçerli sayılıyor. Her iki taraf da ecza görmüyor fakat bir daha birbirleri ile evlenemcmek üzere boşanıyorlar. ( 2 4 . N u r Suresi, 6-7. ayetler) Ayederde böyle bir durumda kadımn şahitliği ile crkcğinkinin arasında bir farldılık söz konusu edilmemiş, kadından daha ^ a sayıda yemin etmesi istenmemiş, erkek de kadın da, dört şahit yerine geçmek üzere, dörder defa kendileri adına şahitlik yapacaklar. D e m e k ki kadın ve erkek, şahsiyet olmaları açısından eşit tutulmuş. İki şahitten birinin kadın olduğu bir resmi nikah töreninde, dini yüksek tahsil yapmış birisinin ciddi olarak bu nikahın sıhhatinden şüphe edilir olduğunu söylemesi çarpıcı bir örnekti. Bilgili ve akıllı bir diğeri onu teselli etmiş ve demişti ki, salon dolusu davetliler nika­ ha şahit olmadılar mı, sen ve ben de şahiderden değil miyiz? Bu söz endişe sahibini rahat­ latmış ve geçici bir çözüm getirmişti ama kalıa çözüm böyle olmamalı diye düşünüyorum. O r a d a biri kadın iki şahitten başka kimse olmasa da, nikah şüpheli kalmamalı. İsteyen iste­ diği cinsiyette, fakat güvendiği kişilerin şahidiği ile evlenmekte serbesttir, dini açıdan bir engel yoktur, denilcbilmeli. şahitlikte esas şahitlenn adil olması ve şahidiği Allah için yap- -39- malan. Türkiye Cumhuriyeti Medeni Kanunu kadmlann şahitliği konusunda bir aynlık kabul etmiyor, ancak inanç alanı üzüntü vermeye devam ediyor. Giyim-kuşam ve öıtünme Giyim kuşam genel anlamı ile insan bedenini örten giysi, aksesuar ve bunların kullanım biçimlerinin bütünü. Giyim-kuşam cinsiyet, kültür, coğrafi bölge ve tarih açısından farklılık göstermiş. Bir kültür ne kadar karmaşık ve gelişmiş olursa, giyim kuşam şekli de o kadar ayrıntılı ve çeşidi olmuş. Giyim-kuşam, sahibinin toplumsal konumunu göstermesi bakımından simgesel bir önem de taşımış, özellikle din görevlilerinin dinlerine göre farklı kıyafederi olmuş. Mağara resimlennin okunmasından -resimler de yazıdırlar ve okunabilirlerse onlardan çok şey öğrenilebilir- anlaşılmış ki, giyim-kuşam sahibinin gücünün ve statüsünün bir alamed olmasının yanı sıra, üreme organlarının her türlü kötü etkiye karşı korunmasın sağlayan bir araç olmuş. Tarih boyunca yüksek tabakanın çok kumaş gerektiren, uzun giysiler giydiği, sade halk kesiminin ise soğuk iklimlerde korunmaya çalıştığı, sıcak iklimlerde ise hafif bir örtünme ile yetindiği ansiklopedik bilgilerden. Pek az insan topluluğu tamamen çıplak yaşamayı sürdürmüş. G ü n ü m ü z d e hala sıcak bölgelerin ormanlarında tama­ men çıplak yaşayan insan topluluklarına erişilmiş ve onlarla konuşulmuştur da, onların da kendilerine göre aile hayatı ve görgü kuralları olduğu, kendi tarzları ile gururlu oldukları ve bu tutumlannın ahlaksızlıkla ilgisi bulunmadığı tespit edilmişdr. K u r a n ' d a "Ey A d e m nesli" diye başlayarak kadınlara ve erkeklere birlikte hitap eden ayette giyim-kuşamdan şöyle söz edilmiştir: "Size yücelerden hem çıplaklığınızı örtesiniz diye, hem de bir görkem ve güzellik nesnesi olarak giyim-kuşam bahşettik. A m a Allah'a karşı sorumluluk bilincinin sağladığı örtü her şeyin üstündedir. İşte b u n d a Allah'ın ayet­ lerinden biri var ki, insan nesli belki ders alır. (7. A'raf Suresi, 2 6 . ayet) Aynı Surenin bir sonraki ayetinde, şeytanın insanlara çıplaklıklarını târk ettirişi hatırlatılmakta ve şeytanın bunu, insanları sorumluluk bilincinin (takva) sağladığı örtüden yoksun kılması olarak ifade edilmektedir. İnsanlar cennette yasak meyveyi yiyinceye kadar çıplaktılar, fakat çıplak olduklarının farkında değillerdi. Ayet şöyledir: "Çıplaklıklarının farkına varsınlar diye, şeytan onları örtülerinden yoksun bıraktı." (7.A'raf Suresi, 2 7 . ayet bkz: s.58) Cennette insanlann çıplak o l d u ğ u n u n bildirilmesine rağmen, onları örtülerinden yoksun bırakanın şeytan o l d u ğ u n u n bildirilmesi, tefsirde şeytanın onları, Allah'a karşı sorumlu­ luk bilincinin sağladığı manevi örtüden yoksun bırakması olarak açıklanmıştır ki, bu yorum bir önceki ayette geçen sorumluluk bilinci (takva) örtüsü ile paralellik göster­ mektedir. N i t e k i m birkaç ayet sonra şöyle bir öğüt gelmektedir: "Ey A d e m nesli, her secdede kendinize çeki düzen verin; istediğiniz gibi yiyin için, fakat saçıp savurmayın, Allah savurganları sevmez." (7.A'raf Suresi, 3 1 . ayet bkz: s.58) Tefsirlerin bir çoğunda, 'her secdede' tabiri 'her mescide gidişinizde' şeklinde açıklanırken M u h a m m e d Esed'in Meal-Tefsirinde 'yapıp ettiğiniz her iş ve hizmette' şeklinde açıklanmıştır ki, bu açıklama -40- ayetlerin bütünlüğü ile daha iyi uyum sağlıyor, Esed, zinet sözcüğüne, kendine çeki düzen vermek şeklinde anlam vermesinin sebebini de şöyle: açıklamış: Zinet sözcüğünün asıl anlamı, ister bu dünyada ister öteki dünyada olsun, insanın itibar ve onuruna gölge düşürmeyen, ona yakışıksız, pejmürde bir görünüş vermeyen, tersine onu güzelleştiren, yalınlaştıran şeydir. D e m e k ki zinet sözcüğü hem cismani hem ahlaki çağrışımları ile güzel olan şeyi ifade ediyor. (Bkz: İlgili ayetin dipnotları) Ö r t ü n m e insanı pek çok şeyden koruyabilir, süslenme insana çok şey katabilir; ancak insana en çok yakışanı terbiyeye dayanan sorumluluk elbisesidir. İnsan örtünecek ve süslenecek elbiseden yana fakir kalabilir, fakat terbiye daima kendisinde kalacak bir zenginliktir ki, bunu ondan kimse alamaz. Giyiniş biçiminin insanın kişiliğini dışa vurduğu da söyienmişdr. İnsanın bunlarm hepsini birlikte düşürunesi ve kendine en uygun seçimi yapması bir meziyettir. Ayette, elbisesizligin farkında olmayış da bir çeşit elbise sayılmış. Her iki cinse ortaklaşa hitabeden bu gibi ayetlerde yasaklanan süs değil, belki süsü de kullanarak aşırıya kaçmak, sorumluluk bilincinden sıyrılarak doğru yoldan şaşmak ve şaşırtmak, süsün teşhir için kullanılması, israfa ve doğru yoldan sapmaya ve saptırmaya sebep olması. Allah teşhircileri ve müsrifleri sevmiyor. Bir başka Surede kadına ve erkeğe ayrı ayrı hitap edilerek giyimin ferklı boyutlarına deyiniliyor ve giyim-kuşamın sanki cennette çıplaklığın ilk defii hissedildiği duyguJar açısından gereğinin yapılması isteniyor. (24. Nur Suresi, 3 0 - 3 1 .ayetler bkz: s.62) Surenin ismi olan N u r ışık, aydırdık demek vc o Allah'ın güzel isimlerinden biri. Vahiyler Allah'ın insanlara ulaşan ışığı, insanlar onurda aydınlanırlarsa doğruyu-yanlışı, iyiyi-kötüyü öğrenir, davranışlarını düzeltebilir. Surede gayri meşru cinsel ilişkilerin cezalandırılması ve zina ifti­ rasının çok büyük suç olduğu uyarısı yapddıktan sonra H . Peygamberin bir kabileye karşı giriştiği bir seferden dönerken cereyan eden bir olayla bağlantı kurulmuş. H . Peygamberin en genç eşi Ayşe bu seferde yamndadır ve bir sebeple kafileden geri kalmıştır. Saatlerce yalnız kaldıktan sonra artçı sahabelerden biri tarafindan bulunarak konaklama yerine geti­ rilmiş, bu olay kötü zanlara ve söylentilere yol açmış, tarafları fevkalade üzmüş. Ayşe'nin vc onu getiren sahabenin masumiyed kısa zamanda şüpheye yer bırakmayacak biçimde ortaya konulurken, Kuran'ın bütün zamardarda ve bütün toplumsal şartlarda geçerli bir ahlaki önermesi de ortaya çıkmış. Başkalarını yalan yere iffetsizlikle suçlayanların işledikleri suçun günahını taşıyacakları, bu kötü zanların yayılmasında öncülük edenleri ve mümirder arasında çirkin söylendlerin yayılmasından hoşlananları dünyada da, Ahrene de can yakıcı bir azabın beklediği bildirilmiş. İffetli mümin kadınlar dalgınlık ya da düşüncesizce davranışları ile bir takım kötü zanların ya da söylendlerin doğmasına sebep olmuş olsalar da onlara iftirada bulunan ve böyle yapmakla işledikleri günahlarından tövbe etmeyen kim­ selerin dilleri, elleri ve ayakları o büyük günde (Hesap günü) bütün bu yaptıklarını açığa vurarak aleyhlerine şahitlik edeceği uyarısı da yapdmış. ( 2 4 . N u r Suresi, 11-24. ayetler) -41 - Surede daha sonra kadın erkek ilişkileri ile, ferdi ve ailevi mahremiyedn korunması ile ilgili bazı görgü kuralları üzerinde durulmuş. H . Peygambere, mümin erkekleri, bakışlarını hem fiziksel hem duygusal açıdan sakınmaları ve mahrem yederini, hem örtmek hem de cinsi dürtülerine hakim olmak üzere korumaları hakkında uyarması; mümin kadınları da göz­ lerini ve mahrem yerlerini korumaları, fakat aynı zamanda görünmesinde örfiin sakınca görmediği yederi dışında, cazibe vc güzelliklerini teşliir etmemeleri, bunun için başörtüle­ rini (himar) yaka açıldığı üzerine salmaları hakkında uyarması istenmiş. Ayet şöyle: "İna­ nan kadınlara söyle, onlar da gözlerini bakılması yasak olandan çevirsinler, iffetlerini korusunlar; görünmesinde sakınca olmayan yerleri dışında, cazibe ve güzelliklerini açığa vurmasınlar; başörtülerini yakalarının üzerine salsınlar. C a z i b e ve güzelliklerini kocalarından, babalarından ve kayınbabalarından, öz ve üvey oğullarından, kardeşlerinden ve kardeşlerinin oğullarından, hizmetçilerinden, yahut kendilerine bağlı olup cinsel istek­ lerden yoksun bulunan erkeklerden, ya da kadınların mahrem yerlerinin henüz farkında olmayan çocuklardan başka kimsenin önünde açığa vurmasınlar ve yürürken gizli güzellik­ lerini belli edecek şekilde ayaklarını yere vurmasınlar. V e siz ey müminler, hepiniz topluca günahkarca davranışlardan dönüp Allah'a yönelin ki, kurtuluşa vc esenliğe erişesiniz. ( 2 4 . N u r Suresi, 3 0 - 3 1 . ayeder bkz: s.62) Giyim ile ilgili ayetlere bir bütün olarak bakıldığında, kadın veya erkek, tüm insanlardan istenenin, kendi cinselliğini teşhir etmemek, başkasının cinselliğine göz dikmemek, böylece her ikisini dc birbirine karşı korumak olduğunu anlıyoruz. Erkeklerden bakışlarını sakınmalannın istenmesi, hem fiziksel, hem dc duygusal sakınmaya işaret ediyor; mahrem yerlerini örtmelerinin istenmesi de, hem kelimenin dış anlamı ile mahrem yerlerini örtü ile örtmelerine hem de cinsi dürtülerine hakim olmaları, yani bunu evlilik ilişkisi ile sınırlı tutmalarına. Yoksa yakın akraba hariç tutulurken, mahrem yerlerin onlara göster­ ilebileceğini anlamıyoruz. Bir başka ayette süs giyinmenin amaçlarından biri olarak bildirildiği halde, kadınlara 'süslerini, kendiliğinden görünen kısım müstesna göstermesinler' derken kastedileni tefsircilerin bir kısmı zorlama yorumlarla kesinleştirmiş, bir kısmı da ayetin genişliğird değiştirmeyerek, 'örfe göre demişlerdir. Esed 'örfen' sözcüğünü kullananlardan ve bu tutumunu şöyle açıklamış: İlk İslam alimlerinin ve özellikle Razi'nin kaydettiğine göre, kendiliğinden görünen yerler müstesna ifadesiyle kastedilen, kişinin hakim örfe uyarak açık tutabileceği, yani örtmemesinde beis olmayan yerlerdir, islam hukukunun geleneksel temsilcileri, görünmesinde örfen sakınca olmayan ifadesinin tanımını her ne kadar kadının yüzü, elleri ve ayaklarıyla sınırlı tutma eğilimini göster­ mişler -hatta sınırlamayı bazen daha da ileri götürmüşler- ise de, kendiliğinden görünen yerler müstesna, anlamı bizce çok daha geniştir. Nitekim kullanılan ifadedeki kasıtlı belir­ sizlik (yahut çok anlamUlık) de bu hususta insanın ahlaki ve toplumsal gelişiminin gereği olarak ortaya çıkan, zamana bağımlı değişikliklerin göz önünde göstermektedir. Aynı kelimelede hem erkeklere hem -42- bulundurulduğunu kadınlara ulaştırılmak istenen mesajın özü, onların haramdan gözlerini çevirmeleri ve iffederini korumaları noktasında düğümlenmekte. Kişinin yaşadığı çağda Kuran'ın toplumsal ahlak konusunda getirdiği ilkeleri göz ö n ü n d e tutarak, dış görünüşünde, giyim-kuşamında göstermek zorunda olduğu dikkatin, çeki-düzenin sınırlarını da bu ölçü belirlemekte. ( 3 1 . ayetin 3 7 nımıaralı dipnotu Bkz: s.38) Bazıları kendiliğinden görünen kısımlar veya süsler ile ilgili olarak ayrıntılı açıklama yapmış, boyuna, el vc ayak bileklerine, kulaklara ve benzeri yerlere takılan takıların gösterilmemesini, bazıları da gösterilmemesi gerekenin bu takılar değil, bunların takıldığı vücut bölümleri olduğunu, takılar olmasa bile bu kısımların görün­ memesi gerektiğin ileri sürmüşler. B u hükümlerin sonucu olarak erkeğin avret yeri göbek­ le diz kapağı veya göbekle kasık arası sayıLrken, kadının elleri, yüzü ve ayakları hariç bütün vücudunun avret yeri (setri avret) olduğuna hükmedilmiş, kadırdarın başlarını kocaman başörtülerle, saçlarının bir telini dahi göstermeyecek şekilde örttükten sonra, vücut hatlarını en kaba şekilde gizleyecek bir üst giyimi de yakalarının üzerine sarkıtmalarının dışında bir yol geçerli sayılmamış. Birçok tefsirde parantez içlerinde ve dipnodarda, bazılarında da paranteze ve dipnota dahi gerek görülmeksizin, Allah'ın kelimelerindenmiş gibi, ayete eklenen kelimelerle başörtüsünün nasıl kullanılacağı ayrıntılı olarak tarif edilmiş. "Kendiliğinden görünen kısım müstesna" deyişini ellerin içi ile yüzün ancak gözün görebileceği bir delik kadar kısmı, ayakların da tabanları ile sınırlamışlar, "Kadın saçından tırnağına kadar avrettir" demişler. T a b i i daha sonra bunlar da yetmemiş, kadının toplum içinde görünmez olması daha iyi b u l u n m u ş ve onun evin duvarları ile de örtülmesi gerektiğine hükmedilmiş, böylece ayetlerin erkeklerin terbiyesi ile ilgih olan kısımlarının uygulanmasına gerek kalmamış! Kadınlar 'örtülerini yakalarının üzerine indirsinler' diye tavsiye edilmesi ne içindir acaba? Bazı tefsirlerdeki bilgilerden, bu ayet indiğinde, kadınların yaka açıklıklarını herhangi bir şekilde, mesela eteklerinden parçalar kesip boyunlarına dolayarak örttüklerini öğreniyoruz. Bu davranış bize onların bu aycnen, saç tellerini örtmeyi değil, elbisenin açıkta bıraktığı dekolteyi örtmeyi anladıklarını gösteriyor. Başörtüsü hem İslam'dan önce hem de İslam'­ dan sonra Arap kadınlarının kullandığı geleneksel örtüdür. Klasik müfessirlere göre bu başörtüsü kadınlar tarafından İslam'dan önceki dönemde az çok süs giysisi olarak kullandır ve uçları örtünen kadının sırtına serbestçe bırakılırdı. O günün yaygın modasına göre, kadınların giydiği gömleğin ya da bluzun önünde genişçe bir açıklık bulunur, böylece göğüsler örtülmezdi. Bunun içindir ki, göğsün himar ile örtülmesi öğüdü bu iş için m u d a ­ ka himar kullanılmasının gerektiğini ifade etmez; sadece kadınların göğüs kısmının açık bırakılmasında salanca bulunmayan yerlerden olmadığını ve dolayısıyla örtülmesi gerekdğini ifade eder. (Bkz: 3 1 . ayetin 3 8 numaralı dipnotu Bkz: s.58) Bugün de Arap erkeğinin başı, boynu ve hatta yüzünün bir kısmı örtülüdür. Müslümanların Peygamberin çevresin­ deki oturuşlarında hiyerarşi yoktu. Arap olan ve olmayan, erkek ve kadın, yerli ve yabancı, yerleşik ve göçmen, hür ve köle eşit olarak, kendi giysileri ile otururlardı. Anlaşıldığına göre -43- görgü kurallarını henüz ycccrince bilmeyen bazı Müslüman kadınlar ve erkekler, özellikle Peygamberin huzurundaki ortak toplantılarda, davranışlarındaki dikkatsizlik veya kıyafet­ lerinin uygunsuzluğu ile dikkad çekiyorlar. Saç kelimesi Kuran'da zikredilmemiş. Bir fıkıh kitabında, kendisine bir kadının saçlarına bakan bir erkek hakkındaki hükmü sorulan fıkıhçının, saç hakkında Kuran'dan bir şey bilmediğini söylemiş olduğu yazılı. (Cessas, Ahkamu'l-Kuran III, 3 1 6 - 3 1 7 ) . Ayetteki öğüdün farklı anlamalara izin verecek şekilde genel ve geniş anlamlı oluşu, tıpkı boşanma ve miras konularında olduğu gibi, zaman için­ de daraltılmış, tek anlamlı hale genrilmiş. Bir devir için sıkıntı yaratmamış, hatta işe yaramış olan daraltmalar sıkıntı yaratıp işe yaramaz hale geldiğinde onları yeniden anlayıp anlatmak bir sorumluluk olmalı. Dileyenin farklı hareket etmesi ve buna rağmen kendini iyi Müslüman hissetmesi için alternatif anlayışlar gizlenmemeli. Ö r t ü n m e ile ilgili bir başka ayet kadınların dışarı çıktıklarında, üzerlerine bir dış kıyafet almaları hakkında. Bu ayette H . Peygambere şöyle hitap edilmiş: "Ey Peygamber, eşlerine, kızlarına vc mümin kadınlara, toplum içine çıktıklannda dış kıyafedenni üzerlerine almalarını söyle, bu onların tanınmalarını vc rahatsız edilmemelerini temin eder, a m a unut­ ma ki Allah çok bağışlayıcıdır, rahmet kaynağıdır. (33.Ahzab Suresi, 59.ayet bkz: s.63) Bu ayetleri N u r Suresinin 3 0 ve 3 1 . aycdcrdcki açıklamalarla birlikte anlamak yeterli olabilir. Ancak bazı kadınlarından ilave bilgilerin bilinmesinde yarar var. Medine'de kadınlar Mekke farklı olarak erkeklerle daha eşit, daha serbest bir hayat yaşıyorlardı. Müslümanlar Medine'ye göç edip ycdeştiklcnnde bir süre sonra kendi kadınlarının da onlar gibi hareket etmeye başladığını görmüş ve bu durumdan rahatsız olmuşlardı. Özel­ likle H . Ömer'in bu konudaki şikayetleri ilk kaynaklarda yazılmıştır. H . Ömer'in kızı Hafsa H. Peygamberin eşlcrindcndi vc babasına, kendilerinin Peygamberle rahatça konuştuklarını, fikirlerini öne sürmcicnnc ve tartışmalarına karşı çıkılmadığını söylediği zaman, H . Ö m e r koşarak Peygambere gitmiş, durumun gerçekten böyle olduğunu ken­ disinde de öğrenmişti. H . Peygamberin ölümünden sonra H . Ömer'in ve oğlunun şu sözü kayıtlara geçmiştir: Biz Allah'ın elçisinin sağlığında, hakkımızda ayet iner diye korkardık da kadınlara kötü davranmazdık; ne zaman ki Allah'ın elçisi aramızdan ayrıldı, tekrar eski hal­ imize döndüld Surenin bir soıuaki ayetinde iki yüzlülerden, kalplerinde hastalık olanlardan ve şehirde yalan haber yayarak huzursuzluk çıkaranlardan söz edilmesi gösteriyor ki, çevrede düşmanca harekeder vardır ve kadınlar rahatsız edilmektedir. Esed bu konuda şu açıklamayı eklemiş: "Kadınların toplum içine çıktıklarında dış kıyafetlerini üzerlerine al­ maları tavsiyesindcki bilinçli müphemlik, bu terimin genel, zaman vc mekan üstü an­ lamıyla bir hüküm ifade etmekten çok, zamanın ve sosyal çevrenin sürekli değişmesi karşısında uyulması gerekli ahlaki bir rehber anlamı taşıdığını gösterir. Ayetin sonunda Allah'ın affcdiciliğine ve rahmetine yapılan atıf, bu görüşü desteklemektedir. (Bkz: 59. ayetin 7 5 numaralı dipnotu) - 44- Ayerce dikkatimizi yöneltmemiz gereken iki nokta daha var. Bunlardan birincisi kadmlarm dışarı çıkarken 'tanınmalarını' sağlayacak bir örtüyü üzerlerine almaları, ikin­ cisi kadınların, 'rahatsız edilmemelerinin' temini. Bu noktaları vurguluyorum, çünkü daha sonraki literatürde kadının örtünmesi ile ilgili olarak bu kelimelerin değiştirilmiş, kadınların örtünmelerinin onların tanınmalarını değil, 'tanınmamalarını' sağlayacak şekilde olması gerektiği tavsiye edilmiştir. Kadın öyle örtüneceknr ki, kim olduğu, güzel mi çirkin mi, genç mi yaşlı mı olduğu belli olmayacak, bunun sonucu olarak rahatsız edilmeyecektir, yoksa erkeklerin davranışlarını değiştitmeleri ile değil! ö r t ü altındaki kadınların hangisinin genç ve güzel olduğunun bilinmemesi, onların hepsinin rahatsız edilmesine de sebep olabilir. Nitekim geçen dönemi etkilemiş müfessirlerden Sait Nursi, kadınların örtünmeleri ile ilgili açıklamalarında, kadınların da bu şekildeki örtünmeyi ter­ cih edeceklerini, çünkü hiç bir kadının bir başkasından daha yaşlı ve daha az güzel görün­ meyi istemeyeceğini yazılabilmiştir. Sırf örtülü oldukları için genç ve güzelmiş gibi görün­ tüsü vermeye ve buna rağmen rahatsız edilmeye ise çare üretilmemiş olduğu için olacak, kadınların evde oturması en güvenli yol olarak savunulmuş. İslam terbiyesiıun tesiri ile zaman içinde M ü s l ü m a n toplumlarda bir kardeşlik davranışının gelişmesi beklenirken, tam tersine kaç-göç ve harem-selam uygulamaları gelişmiş, kadınlar toplumım dışında tutulmuşlar. Yüz örtüsü peçe bile halen bazı İslam ülkelerinde uygulanmaya devam ediliy­ or. N a m a z ve H a c ibadetlerinde yüzün açık olması şart olduğu halde bu ülkelerin kadınları tavaf sırasında bile peçelerini açmıyor. Açmanın şart koşulduğu bazı dönemlerde kadınların bir yüz maskesi kullanmış olduğu da biliniyor. Gelenekler her zaman dinlere baskın çıkmakta. Türkiye'de kadınların peçe sorunu kalmamıştır. 12-13. yüzyıllarda yaşamış bilgin Muhittin Arabi Fütuhat al- Mekkiye'nin İhramu'l-Mer'a fi Vcchiha "Kadının yüzünün örtülmesi" bölümünde yüz açıklığının kadınların tabii hakkı olduğunu söylemiş, M u s a Carullah "Hatun" kitabında ona dayanarak, milletler dinlerini medeniyet­ leri ile birleşrirdikten sonra yüz perdesine ihtiyaç kalmayacağını, Türklerin bu tutumları ile İslam milletlerine örnek olacaldannı, fitne çıkarmanın yüz örtüsü ile değd, cahillikle beraber olduğunu yazmış. ö r t ü n m e üzerinde ısrar edilişin ilk devirdeki çok önemli bir sebebinin sınıf ayrımı olduğu biliniyor. Başörtüsü kullanmak, zamanın hür kadınları için bir ayrıcalıktır. Kölelerin, özellikle kadınların (cariyelerin) örtünmelerine, hürlerin ve özellikle kadınların da örtünmemelerine izin verilmediği ile ilgili bilgilere sahibiz. Tefsirlerde bu ayet ile ilgili olarak Halife Ö m e r ' i n , bir cariyeyi başörtüsü kullandığı için, ' H ü r kadınlara mı özeniyorsun!' diyerek, kendi yeğenini de başörtüsü kullanmadığı için, 'Seni cariye sandım!" diyerek dövdüğü yazılmış. Başı açık erkek de makbul değildir, her toplumun kendi tarzında başını örtmesi gerekli sayılmış, birbirlerinin başlığını giymeleri de uygun görülmemiş; mesela sarık giymek gayrimüslimlere yasaklanmıştır. 17. Yüzyılda İstan­ bul'da başı açık dolaşan bir Macar Qacop Nagy) hakkında söylenmiş bir beyit şöyledir: -45- ö r e başın, zira adet değildir. Padişah yanında dahi kimse başın açmaz! Her vilayetin başka adeti vardır hoş a m m a Osmanlıya ayıptır! D . Î . B . Din İşleri Yüksek Kurulu, İslam dininde kadının kıyafeti ile ilgili olarak sondan sorular dolayısıyla yaptığı incelemede konuyu etraflıca açıklarken kendi kararını yüzyıllar öncesinin imamlarınınkine bağlamakla yetinmiş vc demiştir ki, (kitabın sonundaki eklerde bir nüshası bulunuyor) N u r Suresinin 3 0 . ayetinde mümin erkeklerin harama bakmaları, namus ve ifletlerini korumaları emredildikten sonra 3 1 . ayetinde kadınlarla ilgili olarak mealen, gözlerini haram olan şeylerden çevirmeleri, edep yerlerini korumaları, kendiliğinden görünen müstesna ziynederini açmamalan, başörtülerini yakalarının üzerine salmaları emredilmekte, ayetin devamında kadırdann kendiliğinden görünmeyen ziynet yederini kimlerin yanında açabilecekleri bildirilmektedir! (Bkz: s.62) Kurulun daha sonra bazı açıklamalara göre, bu aycderde hem erkeklerin hem kadınların harama bakmamaları, edep yerlerini iyice örtülü tutup iffet ve namuslarını zina, fuhuş ve onlara sebep olabilecek durumlardan korumaları emredilmektedir, çünkü H . Peygamber, gözlerin zinası şehvetle bakmaktır, buyurarak harama bakmayı g ö z zinası olarak nitelemiştir! Kurul kendi açıkla­ ması ile hadise ek bir tedbir de getirmiştir. Hadiste 'harama şehvede bakmak' zina sayılırken, kurulun kararında şehvetten söz edUmeksizin 'harama bakmak' göz zinası sayılmıştır. Ç o k şükür ki biraz sonra gözün harama tesadüfen ilişmesinin kasıtlı bakmak hükmünde olmadığının hadislerde bildirildiği ayrı bir cümle ile söylenmiştir. Yeni yetişen ergenlik öncesi genç kızların göz zinası sebebi ile hangi yanılmalara ve ruhsal bozulmalara sürüklendiği ve gözlerini oyup kör etmeye gidecek davranışlarda bulundukları A . Ü . İlahi­ yat Fakültesinin 1981 yıhndaki D i n Eğitimi Semineri kitabında çocuk ruh sağhğı uzman­ ları tarafından sunulmuş tebliğler içinde yer almıştır. Yüksek K u n d konuyu daha da vurgulamak için olsa gerek, İslam alimlerinin bu konuya uygun düşen en dar anlamlı rivayetlerine kaynak da göstermiş, erkeklerin ve kadınların fitne tehlikesi ve şehvet korkusu olmamak kaydı ile kendi yakmlarmdan ve yabancılardan kimlerin nerelerine bakıp bakmayacaklarına dair hükümlerin delilleri ile birlikte fikıh kitaplarında mevcut olduğunu, söylemişlerdir. Bu gibi fikıh kitaplanndan alıntılarla oluşturulan 'Kadınlar için İlmihal' türü kitapların kadınlarımızda hangi bunalımlara yol açtığı doğrusu incelenmeye değerdir ve artık kadınların kendileri tarafindan incelenmektedir de. Din İşleri Yüksek Kurulu, Ahzab Suresinin 59. ayetinin mealini "Ey Peygamber, mümin kadınlara dış kıyafetlerini üzerlerine almalarını söyle" kısmına anlam verirken, 'vücutlarını iyice örten' ilavesini yapmışlar, "bu onların tanınmalarını sağlar" kısmına da 'iffetli' ilavesi­ ni yaparak 'ifFedi olarak tanınmalarını' demişlerdir. Daha sonra da 'vücut hadannı belli etmeyecek' diye eklemede bulunmuşlardır. Son zamanların robadan büzgülü dış kıyafederi, bu kararların modayı yeniden etkilemesi sonucu ortaya çıkmıştır. Bazı görüşler bu tür kıyafetin dışındaki giysilerle dışarıda gezmenin doğru olmayacağını iddia etmekte, etek- -46- ceket şeklindeki giyinmeyi kabul etmemektedider. Kadınlar onların usulü ile şöyle giyineceklerdir: Vücudarmın el, yüz ve ayakları dışında kalan kısımlarını, aralarında dinen evlilik caiz olan bütün erkeklerin yanında, vücut hatlarını ve rengini göstermeyecek kalınlıkta elbiselerle örtecekler; başörtülerini saçlarını, başlarını, boyun ve gerdanlarını iyice örtecek şekilde yakalarının üzerine salacaklardır; çünkü Dinimizin, Kitap, Sünnet ve İslam alimlerinin ittifakı (alimler ittifak halinde değildir, çünkü yukarıda gösterildiği gibi, farklı fikirde olanlar vardır) ile sabit olan kesin emri böyledir. Müslümaıdarın bu emirlere uymaları dini vecibedir! Görüldüğü gibi D:1:B: D i n İşleri Yüksek Din Kurulunun, İslam alimlerinin ittifakı dediği, en dar olan görüşlü olanların itdfakıdır, yoksa itufak demek için ulemadan hiç biri hariç kalmamak üzere hepsinin bideşmesi gerekir ki, giyim-kuşam konusunda böyle bir birleşme mevcut değildir. Dar görüşler kadınların evde oturduğu, okula gidip meslek öğrenimi görüp, oradan oraya koşturmadıkları döneme aitdr; bu zamanın artık sadece evinin içinde yaşamakla kalmayan, eğitimin her kademesine kanlan, çalışıp meslek icra ederek para kazanan, araştırmaları ile ülkeler arası düzeyde fikir üreten kadınları için Kurul kendisi bir zahmete katlanıp yeni fikir üretmeye içtihadar yapmaya girişmemiştir, ancak yeni dönemlerde girişeceğinden ümit kesilmiş de değUdir. Bugünkü boşöttüıü sorunu G ü n ü m ü z d e başörtüsü tartışma değil çauşma konusudur. Başörtüsünün çatışma konusu oluşu, benim asistan olduğum 1960'h yılların ikinci yarısına rasdar. O zaman Fakülte bi­ rinci sınıfa yeni gelen öğrencilerden biri siyah bir başörtüsü takıyordu. Başlangıçta onu pek kimse fark etmemişri. En arka sırada sessize oturuyordu. T a ki inkılap tarihi profesörü onu &rk edinceye kadar. Profesör ona, niçin başörtüsü ile sınıfta oturduğunu sordu; kız ken­ disinin aynı zamanda memur olduğunu, iş yerinde de başörtüsü taktığını, şimdiye kadar kimsenin bir şey söylemediğini anlata. Profesör, siz sınıfta kardeşsiniz, sımfta kaç göç olmaz, başörtünü çıkar, dedi. Kız başörtüsünü çıkarmayınca profesör onu dersten çıkardı. Sonraki derste, daha önce başörtüsü takmayan bir grup kız derse başörtüsü takarak girdi ve en ön sıraya oturdu. Diğer derslere de aynı şekilde girdiler, öğretim üyeleri durumu kabul etmedi, öğrenciler boykota girişti. Başörtüsü olayına sebep olan kız daha sonra başönüsünü çıkardı a m a diğer kızlar çıkarmamakta direndi, erkek öğrenciler onları destekledi, sonuçta bir kaç öğrenci hocalara hakaret etnlderi ve özür dilememekte direndikleri için Fakülteden atıldı. Atılan öğrenciler başka fakültelere gitn, onları izleyerek başörtüsü takanlar o gün bu gündür üniversitelerimizde artıp azalan ölçülerde sorun olmakta devam ediyor. Başönüsü zamanla önemini kaybedip unutulacağı yerde, İslam'ın en önemli emirlerinden biri olarak, olmazsa olmaz şekilde dış giyimin bütününü etkiledi ve bambaşka bir giyim sanayiinin oluşmasına yol açtı. Bu tarz giyimi satan mağazalar kendilerine T e s e n ü r , Hicap, Merve, thlas gibi dini çağrıştıran isimler vermeye özen gösterdi. N o r m a l boyda kıyafeder ayak bileklerine indirildi, saçın her telininin ve hatta göz deliğinden başka her yerin avret sayılması ve örtülmesi gerektiği şeklindeki yorum geri geldi, başörtüsünün sadece elbisenin -47- açık bıraktığı dekolteyi değil, mantonun ve pardösünün yakasını da örtmesi gerektiği savunulmaya başlandı, bazı öğrenciler ağızlarını dahi örtmeye, hatta kara gözlük ve yarım peçelerle yüzlerini kapatmaya başladılar. Tepkiler büyüdükçe büyüdü ve taraflarca bilimsel çalışmaları aksatacak derecede önemsqnir hale geldi, ağırlaştı. Ö r t ü n m e değişik İslam ülkelerinde değişik şekiller alabilmiş, mdletlerin farklı örfleri farklı kıyafetler ortaya çıkarabilmiş, başa ahnan ve uzun kısımlan göğse inen bir şal ile sembolik hale de gelebilmiş, şüphesiz seçim kişilerin kendi kararlarına bırakılmalı, fakat tahrikler ortaya çıktıkça, taraflar farklı amaçlarla ortamı değerlendirip yararlanma yoluna gitrikçe barış tehlikeye girdi, sorun büyüdü, çözülemez oldu. Unutulmaması gereken bir gerçek, dün denecek kadar yakın bir zamanda kızların ve kadınların sokağa çıkması, o k u m a yazma öğrenip yüksek öğrenim görerek meslek edinmesi İslam'a aykırı olarak karşılanırken, başörtüleri ile meydanlarda eylemler yapan kızların İslam adına teşvik edilmesi, en azından eylem yapmalarına izin verilmesi. B u durum sadece kadın konusunda değişen bir zihniyeti gösteriyor olsa sevinilebilecek bir durum olarak karşılanabilir. Fakat bu kıyafetlerin hangi görünmez amaçlarla desteklendiği, o amacın gerçekleşmesinden sonra kızların ve kadınların yine evlerdeki eski rollerine iade edilip edilmeyecekleri konusunda fikirler açıkça söylenmiş değil. Halkın İslam ile ilgili sorularına cevap mahiyetinde fetvalar veren Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu bile halen bir çağdaş harekedilik gösterememiş. İlahi­ yat fakülteleri de ortak çalışmalar yapmak şöyle dursun, böyle bir çalışma yapmanın gerekliliği fikrine bile ulaşmış değil. Onlar, halkımızın çoğunluğuna acı çekriren bu tutum­ larının farkında değil gibi görünmekteler. Devlet uygulamalarında ise bir çelişki yaşanmak­ ta. Devlet bir kurumu ile baş örtüsünün Allah'ın emri olduğunu, kızların ve kadınların başlarını, saçlarının bir teli görünmemek üzere uzun örtülerle örtmelerini, sarkan fazla kısımları ile de boyunlarını ve yakalarını örtmelerini söylemekte, diğer bir kurumu ile baş örtülü kızları okullara, üniversitelere ve iş yerlerine kabul etmemekte. Devlet, kurumları arasında birliği sağlamak durumunda değil midir ki, insanlar ikilemden kurtulsunlar ve rahatlasınlar! Acaba bunları düşünen insanlar niçin konuşmuyorlar ve bir yardım için çalışmalar yapmıyor ya da yaptırmıyorlar? İlahiyat mesleği zamanımıza gelinceye kadar sadece erkeklere mahsustu, kadınlarla ilgili bütün hükümleri erkekler veriyordu. Yeni Türkiye'nin bir özelliğidir ki, diğer fakültelerin yanı sıra İlahiyat fakültelerine de kızlar girebilmiş ve okuyabilmişlerdir. Kadınların perde arkasındaki kişiler olarak sunulduğu ve kadınların bu sunuluşu kabullendiği dönemler geride kalmıştır. İlim öğrenmek kadın erkek her mümine farz edilmişken, kadınların öğretimi Kuran'ı yüzünden okumakla sınırlandırılmış olduğu ve kadınların bunu kabul­ lenmiş olduğu dönemler geride kalmıştır. Kadınların insanlık değerierinin, sadece çocuk­ ların annesi derecesinde kabul gördüğü, hiç evlenmemiş ve hiç anne olmamış kadınların insanhk değerlerinin söz konusu bile olmadığı dönemler geride kalmıştır. Müslüman -48- kadınlar dinlerini öğrenerek kendileri ile ilgili hükümleri kendileri verebilecek seviyeye gelmektedirler. Günümüzde yetişmekte olan kadın ilahiyatçılar yaptıkları bilimsel araştırmalar ve doktora tezleri ile, toplum içerisinde bugüne kadar dine bağlanarak tutun­ muş kadın erkek hiyerarşisini sorgulamaktadırlar. Sonuç Hayat şartları değişmişrir, kanaatların ve tutumların da değişmesi gerekmektedir. Bir konu­ da birden çok doğru olabilir. Herkes kendi anlayışına göre, doğrulardan birine bağlanarak veya hiçbirine bağlanmayarak, kanunların ve görgü kurallarının sınırları içinde, karşılıklı saygı ile yaşamayı öğrenebilir. Gelecekte çok daha olumlu gelişmeler olabilecektir. İslam bir öğüttür, dileyen öğüt alır, kimse kimseyi zorlayamaz. Bu değişimin hepimizin yararına gerçekleşmesi için kadınların ve erkeklerin birlikte çalışmak azim ve kararında olmaları çok güzeldir. İnançların ve kuralların, Kuran-ı Kerimin hakemliğinde yeniden keşfedilmesine, ilgili kurumların, ferldı anlayış gruplarına yan bakmadan, onları bir arada yaşatacak yorum­ ları getirilmesine ihtiyaç vardır. Bu alanda herkesin yapabileceği bir şey olmalıdır ve herkes acaba ben ne yapabilirim diye düşünmelidir. D ü ş m a n c a davranmayı herhangi bir şekilde kaldırıp barışı sağlamalıyız. -49- T.C. BAŞBAKANUK DİYANET İŞLERİ B A Ş K A N U G I Din İşleri Yüksek K u m l u Başkanlığı SAYI B.02.1.DİB.0.10/212/ KONU Tesettür KARAR T A R İ H İ 3.2.1993 D İ N İŞLERİ YÜKSEK K U R U L U KARARI İslam Dininde k a d ı n u kıyafeti ile ilgili olarak zaman zaman sorulan sorular dolayısıyla konu Kurulumuzca d e aluup incelendi: Nur Suresi'nin 30. ayetinde, mü'min erkeklerin harama bakmaları, namus ve ifiFederini korumaları emredildikten sonra 3 1 . ayetinde kadınlarla ilgili olarak mealen "Mü'min kadınlara da söyle: Gözlerini (bakmaları haram olan şeylerden) çevirsinler, edep yerlerini korusunlar -kendiliğinden görünen müstesna- zinederini açmasınlar, başörtülerini yakalarının üzerine salsınlar" buyurulmakta ve Ayetin devamında kadınlaun kendiliğinden görünmeyen zinet yerlerini, kimlerin yanında açabilecekleri belirtilmektedir. 1. HARAMA BAKMAK VE İFFETİ K O R U M A K 2. Ö R T Ü N M E 3. Ö R T Ü L M E S İ G E R E K L İ OLMAYAN KISIMLAR 4. Ö R T Ü L M E S İ G E R E K L İ OLAN KISIMLAR 5. Ö R T Ü N M E N İ N GAYESİ NETİCE: 1. Gerek erkeklerin ve gerekse kadmlann gözlerini haramdan korumaları, 2. Kadınların, vücudun el, yüz ve ayaklan dışmda kalan l ı m m l a m ı ı , aralannda dinen velilik caiz olan erkekler yanmda, vücut hadaruu ve rengini göstermeyecek nitelikte bir elbise (örtü) ile önmeleri, 3. Başörtülerini, saçlarım başlarım, boyun ve gerdanlarım iyice örtecek şekilde yakalarııun üzerine salmaları. Dinimizin, Kitap, Sünnet ve İslam alimlerinin ittifakı ile sabit olan kesin emridir. Müslümanlann bu emirlere uymalan dini bir vecibedir. Din İşleri Yüksek Kurulu Üyeleri (İmza) -50- T.C. BAŞBAKANUK DİYANET İŞLERİ B A Ş K A N U G I ANKARA Din lfl.Y.KrLB;k. Sayı : K/214-9/ Konu : Dinî Soru İLGİ : islami hükümlere göre bir kimsenin evli bulunduğu eşi ile aralarında üç nikah bağı vardır. Her bir boşama ile bu bağlardan biri kopar. Üçü de koptuğu, yani bir kimse veli bulun­ duğu eşini üç defa boşadığı zaman, yeniden nikaUanmaları ve evlilik hayadarmı devam ettirmeleri dinen caiz olmaz. Dört mezheb imamının da dahil olduğu İslam fakih ve müctehidlerinin çoğunluğuna göre, bir mecliste tek sözle veya arka arkaya söylenen sözlerle yapdan üç talak, "üç" olarak muteber olur. Bu görüşteki müctehid ve akiklere göre. Sahabeden İbn Abbas, Zübeyr b. Avvam, Abdurrahman b. Avf, Hz. Ali, İbn Mes'ud ile tabiundan İkrime, Tavus gibi bilginlerle daha sonra gelen alimlerden Muhammed b. İshak, Amr b. Dinar, Muhammed b. Abdussclam, İbn Teymiyye, İbn Kayyım, Şcvkani, Ahmed Muhammed Şakir, Şeltut, M. Ebu Zehra, M. Ahmet Zerka... gibi alim ve RddUer, bir mecliste veya kadmın bir temizlik devresi içinde yapdan birden fazla boşamayı bir ric'i talak saymışlardır. Bu görüşteki fakih ve alimlere göre yukarıdaki sözleri söyleyen kimse, karısını bir ric'i talakla (yani iddet süresi içinde yeniden nikahlamaya gerek olmadan; iddet süresi dolduktan sonra ise yeniden n i k a h l a m a l t suretiyle evliliklerini devam ettirebilecek şekilde) boşamış saydır. Günümüzde Mısır, Suriye, Suudi Arabistan gibi İslam ülkelerinde bu ikinci görüş uygulanmaktadır. Bilgilerinizi rica ederim. BAŞKAN ADINA İr&n Y Ü C E L Din İşleri Yüksek Kurulu Başkan V. -51 - mm (2) Sun AIB«quı (Dle Kuh) d a n u n komınt zu e u r e m S a a t f e l d wann ihr wollt. D o c h schickt ( G u t u ) (OT euch v o r a u s . U n d fOrchtet A l l l h und «risset, d a B ihr Ihm begegnen werdet. U n d verheiDe den G l l u b i g e n die trohe Bolscha(t(223) U n d macht Allfth nicht bei euren Schw<lren zum Hinderungsg n ı n d , ehrlich und gottesfârchtig zu scin und Frieden z v i s c h e n den Menschen zu ıtiften. U n d A l l i h isi AUhörend, AUwis3end(224) Alllh wird euch kcine >lut I a a\ /j^ı>."i/ (SjD ^ ^ ^ij U n a c h t u m k e i t in euren Schuvüren zum Vorwurf m a chen, doch macht E r euch d a s zum Vorwutf, was eure Herzen e n v o r b e n h a b e n . U n d A l l l h ist Allverzeihend, Nachsichtig(225) D i e j e n i g e n , die Enthaltsamkeil von ihren F r a u e n g e l o b e n , sollen vier M o n a t e war(en. Wenn sie dann von ihrem GelObde zurücktrelen, isi A l U h wahrlich A l l v e n e i b e n d . B a n n h e m g ( 2 2 6 ) D o c h weıuı lie den festen EntschluB zur S c h e i d u a g gefaBt ha­ ben, dann ist AIIUı wahriich Allhfirend, C . ' V I L J İ J (Jg) ^ ^ 4it OJİ jlİUf Allwts- send(227) C e s c h i e d e n e Frauen sollen selbst drei Perioden a b m r t e a , und e s ist ihnen nicht eriaubt, zu verberg e n , was A l l l h in ihıer G e b l n n u t t e r e n c h a f f e n hat, wenn sie an A l l l h und an den JOngsIen T a g glaubcn. ü n ü ihrc E h c m S n n e r lınbcn vornıngig dıu A n r c c h l . :ıic dann zuıDçkzunehmen, wcnn sie eine VersAhnung an- un—l '^ı <yt'A'^^ ^^-^ streben. U n d den ( F n u e n ) itehen die gleichen R e c h l e zu wie sie (die M i n n e r ) zur gütigen A u s ü b u n g Ober sie haben. D o c h die M i n n e r stehen eine Stufe a b e r ihnen. U o d A l l l h ist A l l m l c h t i g , Allweise(228) 2 2 8 B o ş a n m ı ş kadınlar, e v l e n m e k s i z i n " ' ü ç ay hali boyvınca bekleyeceklerdir: Çünkü eger Allah'a v e Ahiret G ü n ü n e inanıyoriarsa, Allah'm rahimlerinde yarattıklarını gizlemeleri m e ş n ı değildir.^" Ve bu süre zarfında barışmak isterierse, kocalarmın onları kabul e t m e y e öncelikle hakları vardır; a m a adalet ölçülerine g ö r e , kadınların [kocaları üzerindeki] haklan, [kocaların] onlar üzerindeki haklanna eşittir, a n c a k erkekler [bu k o n u d a ] onlar üzerinde öncelik sahibidider.''"' Ve Allah kudret v e hikmet sahibidir. - 52 - S u n A I - b M ) u ı (Uıc KuhJ D i e Scheidung İsı zweimBİ. D a n n (sollen die Mfinner die F r a u - •)L^|i j L v jıiuı ^ (ff'j.f '•;-» en) in a n g e m e s s e n e r Weise behalten cxler im G ü l e n enlinsscn. U n d ca ist cuch nichl crlnuhı. irgcnd cıwns von dem zurflckzunchmen, wıu ihr ihncn (als Brnulgobe) g e g c b e n h a b l . es lei d e n n , b e i d e ( M a n n und F r a u ) befarehten, die S c h r a n k c n A l l l h s nichl einhalıen zu M n n e n . U n d wenn ihr befûrchtet, dafi sie die Schran­ kcn A l l i h s nichl einhalıen kOnnen, d a n n liegt kein V e r g e h e n füı sie b e i d e in d e m . was sie hingibt, um sich t^^^ « S . j ^ . ^ ^ . -^-^ ^ .* ' / damit loszukaufen. D i e s sind die S c h r a n k e n A l l S h s , s o ü b e n r e l e ı sie nichl. U n d w u die S c h r a n k e n A l l i h s übertrill - d a s sind d i e j c n i g e n , die U n r e c h l lun(229) Und wenn er sie entltfit, dann ist sie ihm nichl mehr erlaubt, s o l a n g c s i e nichl cinen anderen M a n n gcheiraıet ^ ^ r - t f hal. Wenn diescr sie enlISOl, isi es kein V e r g e h e n (ür <• * 1—^ m^A ^ b e i d e , wenn sie zucinander z u r ü c k k e h r e n , s o f e m sie annehmen, d a S sie die G e b o t e Allâhs einhalıen kfinnen. Dies sind die Schranken A l l i h s , die E r denjenigen k l a n n a c h l , die wisscn(230) U n d wenn ihr euch von den F r a u e n scheidel und sie sich d e r E r f ü l l u n g ihrer it 9 mX '>*j*--r »w* * * i" **' s^""' «'•"'^ ^,iy^•.c^y~;'^ Oi^r" o^M ""'r ti-ar W a n c z e i ı n i h e m , dann behalteı sie in gütigcr Weİ5e o d e r cntlaDı sie in gütigcr W e i s e . D o c h behalteı sie nichl aus S c h i k a n e , um zu ü b e r ı r e ı e n . U n d wer dies Ij;* i t Ijii ^ xJi lul, der Tügl sich selbsl Unrechc zu. U n d macht euch nichl über die Z e i c h e n A l l i h s lustig, u n d g e d e n k t d e r G n a d e A l l i h s , die E r euch erwieten hat und d e s s e n , was E r euch v o m B u c h u n d d e r Weisheit h e r a b g c s a n d ı hal, u m cuch damit zu e n n a h n e n . U n d fürchtel A l l i h u n d wisset, daO A l l i h ü b e r alles B e s c h c i d weiB(231) 2 2 9 Bir b o ş a n m a iki defa (geri abnabilirl, ki bıı d u n ı m d a evlilik ya iyilikle d e v a m eder veya güzel bir şekilde s o n a erdirilir."" Ve kadınlarınıza verdiklerinizden herhangi bir şeyi geri alınanız, her iki Itaraflın da Allah'ın koydııgıı sınırlan k o r u y a m a m a k t a n korkmaları hali dışında, sizin için helal değildir: O halde, ikisinin d e Allah'm koydııgıı sınırlan koruyamayacak­ larından korkuyorsanız, k a d m m serbestliğe k a v u ş m a s ı için [kocasına] bazı şeyler bırakmasında her iki taraf için d e bir g ü n a h yoktıır."" Bunlar Allah'ın koydııgıı sınıriardır: onlan ihlal etmeyiniz: Zira kim Allah'ın k o y d u ğ u sınırları ihlal e d e r s e , işte onlar zalimlerdir! 230 Ve erkek, [soniındal kadını b o ş a r s a , bu kadın, b a ş k a bir e r k e k l e evlen- m e d i k ç e bir d a h a k e n d i s i n e helal olmaz; e g e r sonraki e r k e k d e o n u b o ş a r s a -her ikisinin d e Allah'ın k o y d u ğ u sınıdan konıyabileceklerüıi d ü ş ü n m e l e r i şartıylabirbirlerine dönmelerinde ikisi için d e bir g ü n a h yoktur: Bunlar, a n l a m a v e kavrama y e t e n e ğ i n e s a h i p olanlara Allah'ın açıkladığı smırlardır. -53 - (4) S u n A l - N b l ' ( D i t Frauen) (4) S u r a A l - N i s â ' ( D i e F r a u e n ) (oFfenbBrt zu M a d i n a ) 176Ay»t Im N a m e n A l i a h s , d e s A U e r b a r m e r s , des Barmherzigen! O ihr M e n s c h e n , fOrchtet euren H e r m . D e r euch erschaffen hal a u s c i n e m einzigen Wesert; und a u s ihm erschuf E r seine CBttin,und aus den beiden lieO E r viele MSnner und F r a u e n entstehen. U n d fûrchlet AlISh, in D e s u n N a m e n ihr einandcr b i l i c i , sowie (im Nu­ men eurer) Blulsvcnvandtschaft. Wahrlich, .MISh wachl Ober e u c h ( l ) U n d g e b t den VVaisen ihr G u t und tauscht nicht ( e u e r ) Schlechles mit (ihrem) G u t e n cin, und zehrt nicht ihr G u t zu d e m eurigen hinzu; seht, d a s ist ein groOes V c r b r e c h e n ( 2 ) U n d wenn ihr fârchtet, nicht gerecht g e g e n die Waisen zu sein, s o heiratet, was euch a n F r a u e n gut a n s l e h t , zwci, drei o d e r vicr; und wenn ihr fürchtet, nicht billig zu sein, (heiratet) ei­ ne o d e r was im B c s i t z eurer rechten ( H a n d ist). S o k â n n t ihr a m ehesten U n ' gerecbligkeit v e r m e i d e n ( 3 ) U n d gebt d e n F r a u e n ihre RAHMAN, RAHÎM ALLAH ADINA 1 EY İNSANLAR! Sizi bir tek can(lı)dan yaratan, o n d a n eşini var e d e n ' v e her ikisinden pek çok kadın ve erkek meydana getiren Rabbinize karşı sonımlulıığıınuzıın bilincinde olım. Kendisi adına birbirinizden [haklarınızı] talep ettiğiniz Allah'a karşı sommlıılıık bilinci duyıın v e bu akrabalık b a g l a n n ı gözetin. Ş ü p h e s i z Allah, üzerinizde daimî bir gözetleyicidir. 2 O halde yetimlere raallarmı verin, [kendi] d e ğ e r s i z mallarılnızı] [onlara ait] g ü z e l şeyler ile değiştirmeyin v e onların mallarını kendi mallarınız ile birieştü-erek tüketmeyin.' B u , d o ğ r u s u b ü y ü k bir suçtur. 3 Eger yetimlere karşı adil d a v r a n a m a m a k t a n korkuyorsanız, o z a m a n , s i z e helal olan [diğer] k a d ı n l a r d a n ' biri ile evlenin, [hatu] ikisi, üçü veya d ö r d ü [ile); a m a onlara adil bir tarafsızlıkla m u a m e l e e d e m e y e c e ğ i n i z d e n korkarsanız, o z a m a n [sadece] bir tane yahut m e ş n ı ş e k i l d e s a h i p olduklarınız' ile (yetinin). B u , d o g n ı yoldan s a p m a m a n ı z için d a h a uygundur. -54- (4J Sura A l - N i s r <Die Frauen) I Und Allih nahm Sich A b r a h a m z u m Freund (123) 0>__jt j U 4 İ J (îg)t)L^ ( ^ J \ ^ ^ ^ ^ i Alinhs İsı nlles. was in den Himmcin und wns u u r E r d e n ist; und Allah umraUl aile Dingc (126) U n d sic (nıgcn dich u m Bclehrung über dic Frauen. Sprich: .Allah hal euch über sie belehrt; und d a s , w a s euch in d e m Buch ^ _ Uj j p i i l î i i J>î^' »L-iJl j a;ju;-tj vorgetragen wird, betrim die ^Mıisenmâdchen, denen ihr nichl gebl, was Tür sie vorgeschrieben ist, und die ihr doch zu hciralen wünschl, und d i e Schwachen ünler den K i n d e m - und daD ihr euch nach Billigkeit Tür die V/iisen einsetzl. U n d was ihr an G u l e m tul, Allah weia c. datüber Bescheid." (127) U n d wenn eine Frau von ihrcm Ehcmiinn rohc Bchandlun^ odcr GleichgUlligkeil bcrürchlcl. s o soll es kcine SUnde Tür beide sein. wenn sic sich auT geziemcndc Art milcin.nnder vcrsöhncn; denn Vcrsöhnung ist gut. D i c Mcnschen sind a u r H a b s u c h t eingestellt. Ilıt ihrjedoch G u l e s und seid gotteslürchtig. dann ist Allih eures Tuns kundig (128) Und ihr könnt zwischen den Frauen keine Gertchtigkeiı ausüben, s o sehr ihr e s auch wünschen mögt. A b e r neigı euch nichl ganzlich (einer) zu, so daO ihr dic ^ijUi;Uj Jj_ijl,:^ı,.>-jij0'3/o; oiii. îi^t ljIj \^ uu. Ol u ^ e ^u. 991^* :)U jr .-I, 4ii jji uı^ı ji ijp l_,ı« ^ . I ^ S . ^ / . I f ^ ^ V . / .'.»^ j ^ l ^ V ı o ^ i j ^ puîj uu u^. ( J ^ l j ^ JjUJJ U 4İİ 0 ^ ü^j andcre gleichsam in der Schwebe laOt. U n d wcnn ihr cs wicdergulmacht und goılesrürchlig seid, s o ist Allih Allverzeihend, Barmherzig (129) U n d wenn sie sich ırennen, s o wird Ij^-JL, , > ^£>*«. ULj?UjjXj^^^jrijL^"5li ^ / s y ^ '^if 124 129 N e k a d a r isteseniz d e eşlerinize adaletle d a v r a n m a k elinizde değildir.'" Dolayısıyla digerierini dışlayarak ve onları k o c a s ı h e m var h e m d e y o k m u ş gibi bir d u r u m d a bırakarak [içlerinden s a d e c e ] birine yönelmeyin."" A n c a k her şeyi yolu­ na koyar v e O n a karşı s o n ı m l u l u g u n u z ı ı n bilincinde olursanız, bilin ki Allah ç o k bağışlayıcıdır, rahmet kaynağıdır. - 55 - (4) S u n Al-Nisf (Die F n u e n ) und gollesrOrchtig seid, so ist Alllh Allvetzeihcnd, Barmherzig (129) Und wenn sie sich trennen. so wird Allih beiden s u s Seiner Fulle CenDge tun; denn Allih ist Huldreich und Allweise (130) Und Alllhs ist. was in den Himmeln und was a u f Erden isL Und Wir haben jenen, denen vor euch die Schrift gegeben vrurde, und euch selbst aurerlegl, Alllh zu Türchlen. Vfcnn ihr jedoch ungUubig urerdet, dann ist Alllhs, was in den Himmeln und was »uf Erden ist: und Allih isi reich und des Lebens würdig (131) Allihs ist, was in den Himmeln und aur Erden ist, und Alllh genügt als Beschiltzer (132) Vknn Er will, so wird Er euch fortschalTen, ihr Menschen, und andcre bringen; und Alllh İsı dessen mlchüg (133) Vıfer den Lohn dieser \M:lt begehrt - so ist der Lohn dieser und jener Vkh bei Alllh; und Alllh ist Allhbrend, Allsehend (134) O dic ihr glaubl, seid a u f d e r Hul bei der Vrhhmehmung der Ccrechtigkeit und seid Zeugen lür Alllh, auch dann, wenn es gegen euch selbst oder gegen Eltem und V:rwandte geht. Ob der eine reich oder arm ist, so İsı Allih beiden nlher; darum Tolgl nicht den pers6nlichen Neigungen, aurdaB ihr gerecht handeln könnl. Und wenn ihr ıber (die Wıhrhcil) vcrdrehl oder euch von (der Wahrhcil) abwcndcl, so isi Allah curcs Tüns kundig (135) O ihr. ^ j V l j Uj o>_)f j U as (îjj) IV- Li» 4»I j U J I İ ^ ı j Al X - ujit ^ l y jjj. üir j,Jifl^lL. • (JJpljj^U^r-jtjB'j Ol» ji 17^- 4^ IjU-- üi isjiUy^J: Vi i;:v. ı;*^: (ijj, 1 ^ j j L l ' (Jc j i f ^ r 135 siz EY imana ermiş olanlar! Sizin, ebeveyninizin v e akrabalarmızm aley­ hine de olsa, Allah rızası için lıakikate şahitlik y a p a r a k adaleti g ö z e t m e y e azmedin. O kişi zengin d e olsa fakir d e olsa, Allah'ın hakkı onların her birinin [hakkının] ö n ü n e geçer.'*' Öyleyle, kendi hoş arzu v e heveslerinize uymayın ki adaletten u z a k l a ş m a y a s m ı z . Ç ü n k ü , e g e r [hakikati] çarpıtırsanız, bilin ki Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır. -56- ( S ) Sun A l - M f i d i (Der TİKH) inücm ihr sic /.ur JIIÜII uhrichlcl und sic Ichrı. w:ıs Alliıh cuch (tclchrı hnl." ALsn cs.^cl vnn ü c m . w>s sic lür euch Tangcn. unü sprcchl Alliıhs Numen doriiber aus. Und fijrchtel Allih, denn Allih isi schnell im Abrechnen (4) Heule sind euch aile gülen Dinge erlaubl. U n d die Spcise derer, denen die SchriFl gegebcn wurde, ist euch erlaubl. wic auch eure S p e i s e ihnen erlaubl isi. Und ehrbare glüubige Frauen und ehrbarc Frauen unlcr den Leuıcn. denen vor euch die Schrirı gcgeben wurde, wenn ihr ihncn dic Brnulgabc gcbl, und nur Tür einc Ehc unü nichl Tür Unzuchı unU hcımlichc Licbschjırlen. Und wcr den G l a u b c n verlcugnet, dessen Tal isi ohne Zweirel zunichte geworden: und im Jenseils wird er unter den Verlierern sein (S) O die ihr glaubl! Wenn ihr euch zum G e b e ı begebl, so waschl euer Gesichl und eure H a n d e biı zu den Ellenbogen und sıreichl ü b e r e u r e n KopFund wnscht eure FiiKe bls zu den Knöcheln. Und wenn ihr im Z u s t a n d e der Unreinheit seid, so rcinigt euch. U n d wenn ihr krank odcr a u f einer Reise seid oder k o m m i 5 B u g ü n , hayatın b ü y ü n güzel şeyleri size helal kılınmıştır. Ve d a h a ö n c e kendi­ lerine vahiy verilenlerin yiyecekleri size helaldir," sizin yiyecekleriniz d e onlara helaldir. Ve [bu ilahî kelâma] inananlar içindeki iffeüi kadınlar ile sizden ö n c e kendilerine vahiy verilenler arlısında bulunan kadınları nikahlamanız, -onlara mehirlerini vermeniz şartıyla ve onları gayrimeşnı yolla ya d a gizli dost tutma yoluyla değil d e m e ş n ı bu- nikah ile alınanız şartıyla- [size helaldir]." [Allah'a] inanmayı r e d d e d e n e gelince; o n u n bütün işleri b o ş a gidecek: zira o, öteki d ü n y a d a zarara uğrayanlar arasında yer alacaktır."' -57- (7) S u r a A I - A ' r l K D i e HAhcn) zu Freunden derer g c m a c h l . die nicht gl.-ıuhen (27) Und wenn sic cine Schandıaı h c g c h c n . s a g c n s i c : ..Wir (nndcıı un^crc V:iıcr ıl:ıtn;i, unıl Allah h:ıl .sic ııns lıcfohlcn." Sprich: ..W;ıhrlich. Allah bclichlı kcinc Schandtaıen. Wollt ihr denn von Allih reden. was ihr nichı wiBl?" (28) Sprich: ..Mein Herr hat Gerechtigkeil befohlen. U n d ihr sollt euer Antlitz bei j e d e r G e belsslittc (zu Ihm) richlcn. und ihr sollt Ihn in laulerem C c h o r s a m anrufen. Wic Er euch ins Duscin gebrachl h a l . s o w e r d c l ihr(zu Ihm) zurückkchrcn." (29) Eine Schar hal E r geleitel, einer anderen aber wurde narh CchOhr Irrıum zuicil. d a sic sich dic Snınnc zu rrcuııılcıı iitıUur Alh'ıh gcnııınnıcıı h:ıllcıı: ıııul (sic) mcincn. sic scien rechıgeleiteı (30) O Kinder A d a m s . Icgı curcn Schmuck an j e d e r G e b e i s s l ü l ı c an. und eBt und ırinkl. doch überschreiteı ( d a b e i ) das M a B nicht; wahrlich. E r liebı nichı diejenigen, die nicht maBhalten (31) Sprich: .,Wer hal den Schmuck A l l i h s verboten. den E r für S e i n e Diener hervorgebracht hal und . ^ » j . »uj - > ı ^ î â\ ji f dic gutcn Diııgc der V e r s o r g u n g ? " Sprich: ..Sie sind (ür dic Glâubigcn in diesem L e b c n (und) ausschlicBlich (rür sic) am T.ıgc der Auferstehung." S o machcn Wir dic Zeichen klar für L e u ı c . ^ JİJ .^.'^'i İI1''İ' ÛÛJÎ f^i^ ^ 196 3 1 EY ÂDEMOĞULLARI! (Allah'a) kulluk olsun diye yapıp-ettiginiz her işte ken­ dinize ç e k i d ü z e n verin"'; [serbestçe] yiyin için, fakat s a ç ı p savıımiayın: ( ç ü n k ü ) kuşku yok ki, O s a v u r g a n l a n s e v m e z ! - .ss - I IA| S u m AI-NahI (Dic »Knc) Sic fürchlcn ihrcn I Icrrn ühcr sich und lun, was ihnen befohlen wird (5(1) A l l i h hat gesprochen: ..Habl nicht 7.wci CfMIcr. Er isi »Icr rin7.i(!C G o i l . S o fiirchlcl Mich ta ta alicin." (-.^I) UiKlSciıti.*ii,\v;ısiııdun Mimnıclnund:ıuf E n l e n Isı. unü Ihm gcbührı dic i m m c r v i i h r c n d e Verehrung. Wolll ihr nlso cincn andcrcn fürchlcn auBer A l l i h ? (52) Was ihr G u l c s habl - es ist von A l l i h ı und wenn euch cin S c h a d c n triffı, dann lleht ihr Ihn um Hilfc an (53) Doch wenn E r dann den Schaden von euch hinwcgnimml, schl, da (beginnt) ern Tcil von euch. ihrem Hcrrn G n ı t c r zur Sciıe zu sıellen (54) und so zu vcrİL'u^ncn, \v:)s Wir ihnen bcschcrl haben. Wohl.ın. vcrpnfipl euch nur cine Wcile; hald a b c r w c r dcl ihr cs \vİKscıı {fiS) Und für d i c . von ilenen sie nichıs wi»scn. scizcn sic einen Tcil von d e m bciseilc, was Wir , t. f ^ ^ t— ihnen beschert haben. Dei A l l i h , ihrwcrdel sicherlich zur Rcchenschaft gezogen wcrden für ali d a s , was ihr erdichıcı (56) Und sie dichten A l l i h Töchter an. G e priesen sel Er! Und sich selbst behalten sie vor, w a s sie hcgehrcn (57) Und wcnn cincm von ihnen dic Nachrichl von (der G c b u r t ) c i n c r T o c h t c r überbracht wird, so vernnsterl sich sein G e s i c h l , und er unterdrückl den inncrcn Schmcrz (.SS) Er vcrhirgı sich vor den L c u l c n aulgrıınd der .schlimıncn Nachrichl, dic cr crhaltcn hal: Soll cr sic bch.ıUcn irolz 352 5 7 Ayrıca, kızları Allah'a yakıştırırken" -oysa O tüm beşerî b a ğ l a r d a n uzaktır, yücedir- kendileri için [sanki b u n a güçleri yetermiş gibi] h o ş l a n n a gideni'" [seçmek isteded: 5 8 ( O k a d a r ki,) ne z a m a n birine bir kız ç o c u ğ u o l d u ğ u müjde­ si verilse"' h e m e n y ü z ü karadır, içi öfkeyle dolar; 5 9 kendisine verilen bu kötü müjdeden ötürü -bu zillete/bu k ü ç ü k d ü ş m e y e rağmen, şimdi o n u a c a b a tutsun mu. yoksa t o p r a ğ a mı g ö m s ü n [di>e düşünerek]- kıyı b u c a k in.sanlardan kaçar. Yazıklar olsun, izledikleri d ü ş ü n c e tarzı ne k a d a r k ö ı ü ! " - 59- ( 1 7 ) S u ı ı Al-'lırt' (Die N ı d ı u e i s e ) Und gib d e m V e r w a n d t e n , w a s ihm gebûhrt, und ebenso dem A r m e n und dem Rei.scndcn. a b e r j c i ( d a - >« bci) nichc ousgcsprochen verschwcndcrisch (26) D e n n die V e n c h w e n d c r sind B r ü d e r der S a l a n e , und der S a ­ tan war u n d a n k b a r gegen seinen H e r m (27) U n d wenn du dich von ihnen abwendest - im Trachten nach d e r Barmherzigkeit deines H e r m , au( die du hoffst - , so sprich zu ihnen a n g e n e h m e Worte (28) U n d laB deine 0 H 'jj-i^ V ^rrJ Jr^j Hand nichl an deinen H a l s gefesselt sein, a b e r strecke sic .ıııch nichl zu wcil pcftfIncI a u s . cl,ımil ılu nidıl g c l a dch (und) zerschlagen niedersitzcn muOl (29) Wahrhch. dcin Hcrr ervveitert und heschrânkı ( d e m ) , d e m Er will, dic Miltcl zum Unıcrhiill, denn Er kcnnl und sieht Seine D i e n e r wohl (30) U n d lötet eure K i n d e r (T) * ! ^ ' ^ '^'^^L -»•^.J Cr-i nicht aus Furcht vor A r m u t ; Wir sorgen für sie und für euch. F ü n v a h r . sie zu töten ist ein groBer Fehler (31) Î I F , ,999,^9^^ ** „ , U n d begeht keinen E h e b r u c h ; seht. d a s ist eine Schândlichkeit und ein flbler W e g (32) U n d tötet nicht das L e b c n . d a s AlISh unverletzlich gemacht hat, es sei s. ^ .r.*J/.^ / ,^ ^ ^ ^ ^ ^ ^ ^ ^ 1 jLJ^.rAJlilU- denn zu Recht. U n d wer d a ungerechtenveise getötel wird - dessen E r b e n haben Wir gewia E r m â c h t i g u n g (zur Vergellung) g e g e b c n ; d o c h soll er im T ö t e n nicht 0 maBlos sein; denn er findel ( U n s e r e ) Hilfe (33) L J « . : - Ü I R > l ^ ^ 368 3 1 Öyle>-.se artık, yoksulluk kaygısıyla (.ocuklarınızı öldürmeyin;" onları d a . sizi de-doyuıan/rızıklandıran Biziz. Onları öldürmek gerçekten b ü y ü k bü" suçtur. -60- 0 0 ) Sun 11-M K h r e m e i n VVinen* (114) U n d m h r l i c h , wrr ı c h l o s en z u v o r c i n e n B u n d m i l A d a m , ı b e r e r vergıO ( i h n ) ; Vir h n d e n in i h m kein A u s h ı r r u n g s v e r m ö g e n ( U S ) f l ^ l j i i r l j g j î j Ü İ İ i l i («5) t'j- Ind ı l ı Wir d ı z u d e n E n g e l n s p n c h e n : .Wcrn c u c h or A d ı m niedeı', d a w ı ı f e n s i e s i c h nieder, a u B c r I b h ı . .r w e i g e n e sich (116) S o d a n n s p r a c h e n Wir: . 0 A d a t n . ieser isi dir u n d d e i n e r Frau e i n F e i n d ; ( p ı B t u l , ) d ı O r euch nichl b e i d e a u s d e m G a n e n ıreibi! S o n s ı / ü r d e s l d u unglOcklich sein ( 1 1 7 ) E s isi Tür diı:h esorgt, dafi d u d i r i n w e d e r H u n g e r (Uhlcn n o c h nackı eln sollsl ( I I I ) U n d d u soHst d a r i n nichl d a n l e n n o c h cr Sonncnhiıze f illi jıj a u s g e s e i z ı s e i n " (119) J e d o c h d e r j . i i > (tjj) "îj a u n n ü s l e r t e i h m B ö s e s ein; er s p r e c h . 0 A d a m , sol! :h dich z u m B a u m e d e r EwiBkeiI lUhren u n d zu einem l â n ı g r e i c h . d a s n i m m e r v e r g c h l ? ' ( 1 2 0 ) D o aOcn s i e e l d e d i v o n . s o d ı D ihnen ihre B I 6 0 e olTenbar w u r d e . nd s i e b c g a n n e n , z u s a m m e n z u s i e c k e n über sich ü i c Blüuer d e s G a n e n s , U n d A d a m b c f o l g l e das G e b o l seines H e r m nichl u n d g ı n g i m (121) HieraurcrvBhlıe ihn sein H r r r u n d w a n d t e Sich i h m m i l Erb a r m e n u n d R c c h ı l c i ı u n p 7u (122) Et s p n ı c h : . G c h ( von hicr nllesamı hınunıcr. d e r cine v o n c u c h soll d c s a n d e r n Feınd sein* U n d w c n n M e i n c F ü h r u n g zu e u c h k o m m ı . d.ınn wird der. der M c i n e r F ü h n j n g rolgı. nichl n i g r u n d c g e h c n . noch wırd er U n g l ü c k erleiden (123) U n d d e m , der sich j e d o c h von M e i n e r E r m a h n u n g iblıchrt, wirü ein L e b e n in O r a n g s a l b e s c h i e d e n sein. » ^ - ^ -^j i/^ ür/^ J v j Jl*' (31) c/^' und a m Tage der A u l e r s l c h u n g tverden Wir ihn hlind vor U n s d i h r e n " (124) E r witd s p r e c h e n : . M e i n Herr. w ı r u m hası D u mich blind (vor D i c h ) g e f ı i h n . o b w o h l ich ( l u v o f ) « c h c n k o n n l c ? " (125) Er wirıl sprcclıcn: . F . ı 115 V|; Cıl'.R<,!F.K ŞL' K İ , biz Âcicmc önceden huyrııgıımıızu ıılaştırmi}tık:"'' n e var ki o hıınıı unıııui; o n u . yarjıılıjjincbki üinaO:ı azimli ve gayretli bulmadık. 116 l^öyle ki:l Biz meleklere. •Âdem in önünde yere kapanın!" dediğimiz zaman, İblisin dı.şında. onların lıcp.si y e r e kapandı; (Ibli.s bunu yapmaya) yanaşmadı;"' 1 1 7 ve bunun üzerine Âck-ııı e; "Ey A c l e m r dedik, -Cieıci'k su ki, bu senin ve eşinin düşmanıdır; öylcy.se. dikkaı edin, sizi (bu) lıa.sbalıc-cden çıkarıp da seni bedbaht kılmasın."" 1 1 8 ( O lıasbali(,-e ki,) orad;ı acıkmaman ve kendini çıplak hissetmemen sağlanmıştır;"" 1 1 9 keza, orada .su-tımaman ve güneşin sıcaklığından etkilenmemen d e saglanıruştır". 120 Ne var ki. Seylan o n a sin.sicc llsılclayarak: "Ey  d e m ! " dedi, "Sana sonsuzluk :ıgaıını v e (dohıyı.sıyla) hiç çökmcyerck bir hükiimranlıftUn yolunu)gö-stereyim mL'""* 121 \ c lxjylece her ikisi de o agarlın ıneyve.sinlden yediler; bunun üzerine çıplaklıklarının larkına vardılar ve bahçeden lopladıkları yapraklarla üzerlerini örtmeye ç-.ılıjıılar \ c jİHİyleccl ,\de:ıı Rabbinc karşı geldi xe dolayısıyla ciddî bir hataya d ü ş m ü ş oldu."" 122 Ama .sonra R:ıbbi İyine del o n u IRahmetiylel seçip ayırdı: o n u n revbesini kabul etti ve o na doğru \'Oİu gcLSterdi; 1 2 3 (yani onlara {öyle) dedi: "Birbirinize düşman olarak he­ piniz loplucı"" inin İni Isafiyet arınmışlıkl makamından! Bununla biHikte, muhakkak k i , size fk-nden doSnı-yol bilgisi gelecektir: kim ki Benim doSnı-yolftftrerimiizlerse yoldan s;ıpnı:ıy:ıc:ık ve lx'db;ılıl olma\acaklır. 124 Anı;ı kim ki Beni anmaktan yüz çevirirse, bilsin ki, onun dar bir hayal alanı olacaktır;"" v c Kıyamet Günü onu kör olarak kaldırarajtız''. 125 IBöyle biri. Kıyamet Gününde:) "Rabbim. I v n gören biriyken beni niçin kör olarak kaldırdın?" dive soracak. -61 - (]4) San Al-Nür ( D u Uclıl) O die ihr |laubk, belrelel Iceinc anderen Vtohnungen ıls die euren, bevor ihr nichı um Erlaubnis gebelen und ihrc Bewohner gegıDOt habL Das ist besser Itir euch, wenn ihr euch ermahnen laDı (27) Und wenn ihr nicmanden darin nndel, so trelet nicht eher ein, ı l s bis euch die Erltubnis (dazu) gegeben wird. Und wenn zu euch gesprochen wird: .Kehrt um", dann kehn um; das ist reiner (Ur euch. Und AIIUı weiO wohl, w u ihr tul (21) Es İsı cureıseits keine Sünde. wcnn ihr in unbewohnıc Hiiuscr cinlrelcı, von denen ihr Nuııen genicOt. Und AIIUı wciO. was ihr kundlut und waı ihr verbergı (29) Sprich zu den gliubigen Minnern. daO sic ihre Blicke zu Boden schlagen und İhre Keuschheil wahrcn sollen. D ı s ist reiner Tür sie. Wıhrlich, AIIUı isi dessen, was sie tun, rechl wohl kundig (30) Und sprich zu den gllubigen Frauen. daB sie ihre Blicke zu Boden schlagen und İhre Keuschheit wahren und ihren Schmuck nichı zur Schau ıragen lollen - bis tat das, WBS davon sichtbar sein darf, und daO sie ihre TUchej; Uber ihre Kleidungsausschnille ziehen ûnd ihren Schmuck vor nicmand (nndcrcm) enlhUllen sollen nb vor ihren Gailen oder Vüiem oder den Vlıern ihrer Gailen oder ihren Söhnen oder den Söhnen ihrer Gailen oder ihren Brüdem oder den Sahnen ihrer Brüder oder Sehncn ihrer Schweslem oder ihren Frauen oder denen, die sie von Rechts wegen besiizen, oder solchen von ihren minnlichen Dienem, die keinen Geschlechıstrieb haben, und den Kindem, die von der BloOe der Frauen nichts wissen. Und sie sollen ihrc FüDe nichı zusammenschlagen, so doB bekannı winj, wıs sic von ihrem Schmuck verbeıgen. Und wendel euch ıllesamt reumOtig AIIUı zu, o ihr Glâubigcn, auf dıU ihr erfolgreich sein möget (31) Und verheiraıeı die- .iij ^ ^ i;/-- > ^.1 I J^-j y,-r"- ^. •^r'oı^.j 'jÂ'^'i orrH İT;-^(>>,rK^-C^"j ^^^^ •jr>l-'' •'^.'•»' Ü J ? ? J ' jl j ^ . l c r i . l . , 1 ^ U i j l ^ S ^ l ^ j l * T ' ' F ' 3 0 i n a n a n erkeklere söyle, gözlerini bakılması yasak olandan çevirsinler ve iffet­ lerini komsunlar;" temiz ve erdemli kalmaları bakımından en uygun davranış tarzı budur. [Ve] Şüphesiz Allah onlarm (iyi ya da kötü) işledikleri her şeyden haber­ dardır. 3 1 İnanan kadınlara söyle, onlar da gözlerini bakılması yasak olandan çevirsinler; iffetlerini komsunlar; [örten] görünmesinde sakınca olmayan yederi'" dışmda, cazibe ve güzelliklerini açığa vurmasmlar; ve bunun için, başörtülerini yakalarmın üzerine salsınlar." Cazibe ve güzelliklerini kocalarından, babalanndan, kayınp>edederinden, oguUanndan, üvey oguUanndan, kardeşlerinden, erkek kardeşlerinin ya da kız kardeşlerinin oğullarından, kendi evlerindeki kadınlardan, yahut yasal olarak sahip oldukları kimselerden, yahut kendilerine bağlı olup cinsel isteklerden yoksun bulu­ nan erkeklerden," ya da kadınların mahrem yerierinin henüz l'arkmda olmayan çocuklardan başka kimsenin önünde açığa vurmasınlar; ve [yürürken] gizli görkem vc güzelliklerini belli edecek şekilde" ayaklarını yere vurmasınlar. Ve siz, ey müminler, hepiniz topluca, günahkarca davranışlardan d ö n ü p Allah'a yönelin ki kurtuluşa, e.senligc erişesiniz!'' - û2 - (31) Sun AMhıtb (Dic NfcrbBndMcn) Das İSİ reiner Tür eure Herzen und ihre Herzen. U n d es l j i > - o l ^ o r U j jj.jUjiLjUJ>IJÜ'j «eziemt euch nichı, d e n G e s a n d t e n A l l l h s zu bellslij c n , noch (gezieml es euch,) seine Frauen j e m a l s nach ıhm zu heiraten. FOnvahr, d a s wUrde vor A l l l h eine \x Ungeheuerlichkeit sein ( S 3 ) O b ihr eine S a c h e olTen- Ol ( * , û i ; i t i * 'öfjs', bart oder sie verbeıgı, «rahrlich, A l l i h kennl aile Dinge ;54) E s ist kein V^tgehen von ihnen, (sich) ihren V l t e m 'zu zeigen) oder ihren S ö h n e n oder ihren BrOdem oder J c n S ö h n e n ihrer Brilder oder den S ö h n e n ihrer S c h w e s t e m oder ihren Frauen oder denen, die sie von Rechts wegen besiizen. U n d lUrchtel Allfth; w,ıhrlich, \ l l i h İsı Z e u g e aller Dinge ( S S ) >Mhrlich, Allih sendel Segnungen « u f den Prophelen,und Seine Engel bitten darum Tür ihn. O die ihr glaubt, bitlet (auch) ihr für Ihn und wUnschl ihm Frieden in aller Ehrerbieıung ( S 6 ) Wıhrlich, diejenigen, die A l l i h und Seinen G e s a n d t e n U n g e m a c h zulUgen - A l l i h hal sie in dieser und ım J e n s e i t s verflucht und hat ihnen eine schmihliche îtrafe ber«itet ( 5 7 ) U n d diejenigen, die gllubigen Mün- (3) Uj. LU. ^ Jelj j > ^ b J i' ^ -ıcrn und gliiubigen Frauen ungercchlenvcisc U n g c nach zulUgen, laden gewiO (die Schuld) der Verleumdung und eine olTenkundige SUnde a u f s i c h (38) O Prophet! Sprich zu deinen F n u e n und deinen T ö c h t e m und zu den % *- » i *- — j ı s n - o '»I» Firauen der G l l u b i g e n , sie sollen ihre Übergewânder reichlich über sich ziehen. S o ist es ı m ehesten gewlhrleislel, weil sie (dann) erkannl und nicht belasligt werden. Und Allih ist Allverzeihend, Barmherzig (59) . . l o r j jr».^o*/".oiü..ı^JB'i jjyi^ ürJİ'jOj«:JI<JJ. JCç) • ( 3 ) L . - j l j > P 5 9 Ey P e y g a m b e r ! Eşlerine, kızlarına ve (ötekil bütün mümin kadınlara [toplum içine çıktıklarında] dış kıyafetlerini üzerlerine almalarını söyle: bu, onlarm [temiz kadınlar olarak] tanınmalarmı v e rahatsız edilmemelerini temin e d e r . " A m a [unut­ ma kil Allah, ç o k bağışlayıcıdır, rahmet kaynağıdır!" -63- (58) Sura Al-Muğadala (Der Streit) (ofTenbarı zu M a d i n a ) 22 AyAl Im N a m e n A l l i h s . de* Allerbarmers, des Barmhenigen! Allth hal doch das Worl jenergehfirt, die mil d i r wegen ihres Manneı stıilt und sich vor A l l i h beklagle. U n d Allih hal euer C e s p r i c h gehört. Wahrlich, A l l i h Isı Allhörtnd. Allsehcnd (I) Diejenigen von euch. die sich von ihren Frauen scheiden. indem sie sprechen: . D u bisi mir (verbolen) wie der Rücken meiner Muıler". (inen; denn) ihre Müller sind sie nichl; ihre MOtler sind einzig j e n e , die sie geboren haben; 1 ^ jj^ I^IJ ^ u t ^ f V I pipi 4 und sie i u O e m da nur VADrte, die unziemlich und unwahr sind; doch wahrlich, A l l i h isi Tılger der SUnden, Allvergebend (2) U n d j e n e nun, die ihre Frauen MUtıer nennen und dann zurOcknehmen möchten, w u sie gesagt h i b e n - (die BuDe dafür) isi die Berrelung eines Sklaven, bevor sie e i n ı n d e r berljh- , t , ^ , t, t » t ^e-*.*.-. ı . n n . Dies (wird euch geıagt), u m euch zu e r m ı h n e n . U n d A l l i h ist d e s s e n wohl kundig, w ı s ihr tul (3) Wcr RAHMAN, RAHİM ALLAH ADINA 1 ALLAH, kocası lıakkında s a n a başvuran ve Allah'a şikayette bulunan kadının sözlerini işitniiştir.' Ve Allah ikinizin söylediklerini d e m u d a k a işitir' Ş ü p h e s i z Allah her şeyi işiten, her şeyi görendir. 2 [Bundan sonra] içinizden "Sen artık b a n a anneni k a d a r haramsın!" diyerek' hanımlarından ayrılanlara gelince, [unuünasmlar kil (eşleri) hiçbir z a m a n anneleri [gibi] olamaz: kendilerim d o ğ u r a n kadından başkası anneleri o l a m a z ; o halde, akla s ı ğ m a y a n ' bir s ö z d ü r söyledikleri, [bu nedenle de) a s d s ı z ve d ü z m e c e d i r . Ama Allah, g e r ç e k t e n günahları affedicidir, çok bagışlayıcıdu": 3 o halde, "Sen bana a n n e m kadar haramsın!" diyerek hanımlarından ayrılanlara ve sonra söyledik­ lerinden geri d ö n e n l e r e gelince, [onların keffâretij eşlerin tekrar birbirlerine d o k u n ­ malarından ö n c e bir köleyi ö z g ü r l ü ğ ü n e kavuşturmak^ olacaktır: size [burada] tavsiye edilen budur; ç ü n k ü Allah yaptığınız her şeyden tamamiyle haberdardır." -64- Ahmaft R a i m Sokak N o : 2 7 06660 Ç a n k a y a - A N K A R A Tat: (0312) 4 4 0 4 0 80 Cpbx) F a x : ( 0 3 1 2 ) 4 4 0 3 2 4 8 e - m o l : kasttkorvad.org.tr