ife strateji - İFE - İstanbul Fikir Enstitüsü

advertisement
İFE STRATEJİ
BOSNA-HERSEK VE BAĞIMSIZLIK SÜRECİ
A
Yunus GÜLER
Sırbistan’ın Büyük Sırbistan’ı, Hırvatistan’ın
ise Büyük Hırvatistan’ı kurma hayalleri tekrardan yeşermeye başladı.
Rusya, Avrupa ve Amerika’nın bu bölge ile
ilgili planları Yugoslavya Federasyonu dağıldıktan sonra hareketlenmeye başlamıştır.
Bölgede ciddi sorunlar, Rusya’nın yıllardır
desteklediği Büyük Sırbistan’ın bağımsızlığını
desteklemekte devam etmesi, Amerika ve Avrupa’nın da bu bölgedeki emelleri yüzünden
meydana gelmiştir ve bağımsızlık mücadelesi
veren ülkelerin akıbeti çıkmaza girmiştir.
Bağımsızlık mücadelesi veren Slovenya ve
Hırvatistan Avrupa topluluğu ve BM tarafından kabul edilmiştir; Bosna Hersek’in bağımsızlığı ise referandum şartına bağlanmıştır.
1990 yılında yapılan seçimlerde Aliya İzzetbegovic’in mensup olduğu parti olan Demokratik
Eylem Partisi (SDA) seçimi kazanmış ve Aliya
İzzetbegovic cumhurbaşkanı seçilmiş ve İzzetbegovic 3 Mart 1992 tarihinde bağımsızlığı ilan
etmiştir.
Bağımsızlık kararı Bosna-Hersek’teki Sırp
azınlığı da harekete geçirdi. Sırplar, saldırılara gerekçe olarak başlangıçta Sırp bayrağı
taşıyan bir gencin Müslümanlar’ın yaşadığı
bir bölgede öldürülmesini göstermişti. Ancak
kısa süre sonra bunun bir bahane olduğu ortaya çıktı. Sırplar, yıllardır Yugoslav cumhuriyetlerini veya en azından bu cumhuriyetlerde
Sırpların yaşadığı bölgeleri Büyük Sırbistan'a
katma hayali içindeydiler. Bu amaçla Sırp azınlıklara her türlü desteği verdiler. Hatta Federal
İçişleri Bakanı Mihail Kertes’in, Hırvatistan ve
Bosna-Hersek'teki Sırp çetelerine maddi destek sağladığı bilinmektedir.
1.Bosna-Hersek Bölgesinin Tarihçesi
vrupa’nın göbeğinde, uluslararası
arenada suskunlukla karşılanan
bir insanlık dramına sahne olan
Bosna-Hersek tarihsel geçmişiyle
bu bölgede uzun yıllar var olduğunu göstermektedir. Büyük Roma İmparatorluğu’nun sınırları içerisinde yer alan bu bölge,
daha sonra Sırp prensliklerinin kontrolüne
geçmiştir. Osmanlının bu bölgeye gelmesinden önce, bu bölgede herhangi bir güçlü ve
uzun süreli yapı olmamıştır. Bölge 1463 yılında Osmanlı tarafından ele geçirildiğinde, bu
halka Osmanlı tarihçileri tarafından “Boşnak”
ismi verilmiştir. Osmanlı bu bölgeye geldikten
sonra Bosna halkının çoğu toplu halde İslam’a
geçmişlerdir.
Fatih Sultan Mehmet bu bölgeyi aldıktan
sonra yayınladığı fermanla halkın can ve mal
güvenliğinin sağlanacağını ve örf ve geleneklerini istedikleri şekilde devam ettireceklerinin teminatını vermiştir. İslam’ı seçen bu halk
bu bölgenin sınır güvenliğinde uzun yıllar etkinlik göstermiş ve Macarlara karşı mücadele
vermiştir. Osmanlı devletinin son zamanlarında elinden çıkan Bosna Hersek bu tarihten
itibaren sancılı günler yaşamaya başlamıştır.
1878 yılında Avusturya-Macaristan İmparatorluğu tarafından işgal edilen Bosna Hersek
1908 yılında da Osmanlı Devleti’nin elinden
tamamen çıkmıştır.
2.Yugoslavya Dönemi ve Yugoslavya’nın
Dağılması Sonrası Durum
Birinci Dünya Savaşı sonrası mağlup olan
Avusturya-Macaristan İmparatorluğu yıkıldı
ve ardından 1918 yılında Yugoslavya Krallığı
kuruldu. Ancak Yugoslavya adıyla bilinen ilk
devlet olan bu krallık da II. Dünya Savaşı esnasında Alman orduları tarafından işgal edildi. Savaşın ardından Komünist Parti’nin savaş
dönemindeki partizan lideri Josip Broz Tito
yönetimi ele geçirdi. Etnik ve dini farklılıklara rağmen bu devlet 1980 yılına, yani Tito’nun
ölümüne kadar varlığını sürdürdü. Fakat Tito
öldükten sonra devlet yönetiminde çözülmeler başladı. Aynı çatı altında yaşayan halklar
bağımsızlık kazanma adına harekete geçtiler.
3.Bosna Savaşı’nın Başlaması
Bosna-Hersek Cumhuriyeti’nin bazı uluslararası kuruluşlar tarafından tanınmasından
çok kısa bir süre sonra ülkede çok büyük acılara sebep olan savaşlar başlamış özellikle
“federal ordu” tarafından desteklenen Sırplar,
Boşnaklar’a “etnik temizlik” hareketi başlatmıştır.
Sırplar, 1992 baharının ilk günlerinde saldırılara başladıklarında Müslümanlar hazırlıksız olarak yakalandılar. Nüfusun çoğunluğunu
oluşturmalarına rağmen Müslümanlar gerekli silahlara sahip değildiler. Öte yandan Yugoslav Federal Ordusu'nun büyük bir çoğun-
1
İFE STRATEJİ
BOSNA-HERSEK VE BAĞIMSIZLIK SÜRECİ
luğunu Sırplar oluşturmaktaydı. Dolayısıyla
Müslümanlar, silah ve eğitim yönünden kendilerinden çok daha ustun olan Sırplar karşısında başlangıçta şok yenilgiler aldılar. Bosna
Hersek Cumhuriyeti, Sırplar’ın yönetimindeki
federal ordunun yoğunlaşan saldırıları karşısında, ülke bütünlüğünün, demokrasinin ve
barışın korunması için batılı ülkeleri ve uluslararası kuruluşları acil yardıma çağırmıştır.
AT, AGİK ve BM’den de yardım isteyen Bosna-Hersek’te katliamların sonu gelmemiştir.
Bu dönemde Birleşmiş Milletler’in yapabildiği tek şey Sarayevo, Gorozde, Bihaç, Tuzla, Srebrenitsa ve Zepce’yi güvenli bölge ilan
etmek olmuştur. Birleşmiş Milletler askerleri (UNPROFOR) bölgeye gönderilmiş ve mavi
bir hatla Sırp kontrolü altındaki bölgelerle,
Cumhuriyet’in diğer bölgeleri birbirinden ayrılmıştır. Aynı dönemde Batılı liderlerin Bosna-Hersek devlet başkanı Izzetbegoviç’e Sırplara karşı mağlubiyeti kabul ederek bir barış
antlaşması akdetmesi konusunda baskıda bulunmaları, Bosna’daki Sırp azınlığı cesaretlendirerek yeniden soykırımlara başlamalarına
neden olmuştur.
1993’ün ilk aylarından itibaren, Bosna’daki
insani kriz korkunç bir hale gelmiş ve nüfusun
yarıdan fazlası göçmen durumuna düşmüştür.
1992’den itibaren insani yardım sağlamakla görevlendirilen BM askerleri (UNPROFOR)
büyük oranda etkisiz hale getirilmiştir. Nazilerden elli yıl sonra, “etnik temizlik” sorunu
yeniden gündeme gelmiştir. Avrupa Topluluğu’nun Bosna’nın bağımsızlığını tanıması
sonucunda, Sırp ordusu ve milis güçleri çok
kültürlü yapıya sahip bir Bosna’yı savunan sivilleri öldürmüşler ve Bosna’da soykırım suçu
işlemişlerdir. Etnik olarak homojen bir “Büyük
Sırbistan” yaratmak isteyen ve bundan dolayı
da Sırp olmayanlardan temizlenmiş bir Bosna
yaratmayı amaçlayan Bosnalı Sırplar, toplama kampları oluşturmuşlar, toplu katliam ve
tecavüzler gerçekleştirmişler, kasabaları yakmışlar ve işkence uygulamışlardır.
hükümet başkanı Aliya Izzetbegoviç’in dile
getirdikleri bakış açısı üzerinden sorgulandı
ve günümüzde de sorgulanmaya devam etmektedir. Sorgulanmanın hedefi “uluslararası
topluluk” suretindeki Batı dünyasının çoğulcu
bir toplumun bekasına sahip çıkmakta, meşru
politik organlarının iradesinin ve resmen tanınmış sınırların şiddet yoluyla ihlal edilmesini önlemekte gösterdiği yetersiz ve kararsız
kalmasıdır. Bu eleştiri, sadece verili uluslararası düzeninin barışı ve istikrarı sağlamaktaki
hukuki ve fiili gücünü daha tartışmalı kılmakta kalmadı; aynı zamanda Batı’nın evrensel
olarak söylediği değerlerin ve ilkelerin geçerliliğine, bu ilkelerin kayıtsız şartsız ve çifte
standartsız uygulanıp uygulanmadığına dair
tartışmayı alevlendirdi. Çifte standart tartışması, batılı büyük güçlerin politik ve iktisadi
çıkarlarına ilişkin tespitlerin ötesinde, medeniyetçi, sivil ve demokratik ölçütlerin Avrupa
Merkezci bir kültüralizm temelinde tanımlanmış olduğuna dair tahlilleri öne çıkarttı.
1993 ilkbaharı boyunca BM arabulucusu
Vance ve AT arabulucusu Owen’ın hazırladığı
barış planı gündemdeydi. Bu plan, Bosna-Hersek’in bir federasyon çatısı altında on özerk
kantona bölünmesini öngörüyordu. Planla en
büyük haksızlık Boşnaklara yapılmıştı, çünkü
Bosna’daki nüfus oranları yüzde 43,7 olmasına rağmen, Bosna topraklarının sadece yüzde
26.36’sının Boşnakların kontrolüne bırakılması planlanıyordu. Bosna-Hersek’i kantonlaştırmayı amaç edinen Vance-Owen planı, üçü
Sırplar’ın, üçü Hırvatlar’ın ve üçü Müslümanlar’ın kontrolü altında olacak dokuz kanton
ile Saraybosna’da uluslararası yönetime tabi
olacak tarafsız bir kanton oluşturulmasını öngörmüştür.
Müslümanların kontrolündeki eyalet sayısı
4’e çıkartılıp, Hırvatlar’ınki ise 2’ye indirilince,
Müslüman Boşnaklar’ın lideri İzzetbegoviç, 25
Mart 1993’te planı imzalamıştır. Fakat 6 Mayıs
1993 tarihinde Bosna Sırp Parlamentosu’nun
planı reddetmesi ve bunun için referanduma
gidilmesine karar vermesi üzerine, 15 Mayıs
1993 tarihinde Bosna Sırpları büyük çoğunlukla planı reddetmiş; Vance-Owen Planı kabul
edilebilirliğini tamamen yitirmiştir.
Vance-Owen Planı’nın reddedilmesi üzerine, BM Güvenlik Konseyi, Körfez Savaşı’nda
Irak’taki Kürt bölgeler için kullandığı “güvenli
4.Batı’nın Bosna’daki Krize Yaklaşımı ve
Müdahalesi
Bosna-Hersek bunalımı karşısında uluslararası politikanın ve onu belirleyen Batılı büyük güçlerin tutumu, en çok Bosna-Hersek Dışişleri Bakanı, Haris Sladziç ve Bosna-Hersek
2
İFE STRATEJİ
BOSNA-HERSEK VE BAĞIMSIZLIK SÜRECİ
bölge” formülünü benimsemiş ve BM Anlaşması’nın yedinci bölümü çerçevesinde hareket ederek, 16 Nisan 1993’de çıkardığı 819 sayılı karar ile Srebrenica’yı güvenli bölge olarak
ilan etmiştir. Buna ek olarak BM, Mayıs 1993’de
çıkardığı 824 sayılı karar ile Zepa, Tuzla, Saraybosna, Goradze ve Bihaç’ı güvenli bölge
kapsamına dahil ederek, güvenli bölge sayısını altıya çıkartmıştır. Fakat yapılan kurtarma
planları neticesinde zarar gören en az toprakla ve en az hakla ayrılan hep Bosna-Hersek
olmuştur. Bu durumlardan mütevellit Bosna
heyeti yapılan kurtarma planlarını kabul etmemiştir.
Tüm dünyanın olduğu gibi AB’nin de Bosna’da yaşananlar karşısında dehşete düştüğü
Saraybosna’da bir pazar yerinin bombalanması görüntülerinin yayınlanmasının ardından,
kamuoyunda oluşan hava nedeniyle uluslararası güçlerin konuya ilgisi artmış ve politikaları sertleşerek değişmeye başlamıştır. 1994 yılının başında yaşanan bu olay sonrasında AB
dışişleri bakanları, krizin çözümü için güç kullanımı seçeneğini kabul etmişlerdir. Esasında,
Saraybosna’da yaşanan pazar yeri katliamı
sadece AB’yi değil tüm uluslararası güçlerin
bölgeye bakışını değiştirmiştir. Yaklaşık üç yıldır süren çatışmaların gün geçtikçe artması ve
diplomatik çabaların yetersiz kalması, askeri
güç kullanımını gerekli kılmıştır. Bu aşamada,
AB ve BM’nin yanında NATO da konuya dahil
olmuştur. Bosna krizinde ABD’nin otoritesini
fazla kullanmadığını ve bu krizi Avrupa’nın iç
işi olarak gördüğünü söylemek mümkündür.
Nitekim BM gücüne hiç asker göndermeyen
ABD’deki Clinton yönetimi, sivillerin öldürülmesinin yanlış olduğunu ve durdurulması
gerektiğini belirtse de, yapabileceği tek şeyin Yeltsin’i arayarak Sırpları durdurması gerektiğini söylemek olduğunu ifade etmiştir.
Clinton Bosna-Hersek sorununun çözümünü
daha çok, Sırbistan’a yönelik ekonomik ve
diplomatik baskılara dayandırmıştır. Ancak bu
politikanın Sırp lider Miloseviç’i memnun etmek dışında bir sonuca ulaşmadığı ve ABD’nin
1995’e kadar tamamen etkisiz kaldığını söylemek mümkündür.
ABD devlet başkanlığı seçimleri sırasında
Balkanlar’daki tepkisizliğinden dolayı Bush’u
eleştiren Clinton, seçildikten sonra vaatlerinin tersine bu tepkisizliği devam ettirmiştir.
Öyle ki; 1995 ilkbaharında çatışma amacı bulunmayan ve BM yetkisi ile uçuşa yasak bölgeleri kontrol etme çabasında olan bir Amerikan
F-16’sının Sırplar tarafından düşürülmesi karşısında, ABD yönetimi sesini çıkarmamıştır.
ABD’yi NATO çatısı altında bir askeri müdahale seçeneğine zorlayan şey ise, Ağustos
1995’de ABD’nin Bosna’daki müzakerecilerinden üçünün Sırplar tarafından öldürülmesi
olmuştur. İlk defa Bosna’da kayıp veren ABD,
bundan sonra askeri seçenek üzerinde durmuş ve nitekim 30 Ağustos 1995’de Bosnalı
Sırplar’a yönelik NATO bombardımanı başlamıştır. Bosna-Hersek’teki çatışmayı önlemek
için uzun süre etkisiz kalan Batılı devletler,
1995 yazından itibaren Sırp saldırılarının yoğunlaşması sonucunda askeri müdahale seçeneğine daha sıcak bakmışlardır. Bosna’da
üç Amerikalı’nın öldürülmesi sonucunda daha
aktif bir siyaset izlemeye başlayan ABD de,
bir anlamda askeri müdahale için itici bir güç
olmuştur. Bunun sonucunda da BM’nin yetkilendirmesi ile 1995 yılının Ağustos sonlarında
NATO, Sırp hedeflerine ağır bir hava bombardımanına başlamış ve bu saldırılar sonucunda
Bosnalı Sırplar da barışa yanaşmak zorunda
kalmışlardır. 1994 yılı içerisinde de BM’nin
ilan ettiği uçuşa yasak bölgelerden geçen Sırp
uçaklarını durdurmak için BM’nin yetkilendirmesi ile NATO, Sırp hedeflerine hava saldırıları gerçekleştirmiş ancak bu saldırılar kapsam
ve sonuçları bakımından oldukça etkisiz kalmışlardır.
5.Dayton Barış Antlaşması
BM Güvenlik Konseyi’nde gündeme gelen
Sırp hedeflerine yönelik hava harekatına ilişkin Rusya ve Çin vetosu, askeri anlamda önlemleri geciktirirken; ABD’nin Güvenlik Konseyi’nin 836 sayılı kararına dayanarak Şubat
1994’te NATO güçleri Sırplara yönelik düşük
yoğunluklu hava harekatı düzenlemeye başlamıştır. Ağustos 1995’te yapılan askeri operasyonla NATO güçleri Sırp kuvvetlerini geri
püskürtmüş; Kasım 1995’te ise Washington
yönetiminin diplomatik girişimleriyle taraflar arasında Ohio’daki Dayton üssünde barış anlaşması imzalanmıştır. Böylece, Bosna
Hersek’in bugünkü yapısının oluşmasında
etkili olan Dayton Barış Antlaşması, ABD’nin
eşgüdümünde gerçekleşmiştir. Kasım 1995’te
3
İFE STRATEJİ
BOSNA-HERSEK VE BAĞIMSIZLIK SÜRECİ
Richard Holbrooke’un aracılığı ile başlayan
görüşmelere Boşnakları temsilen Aliya İzzetbegoviç, Hırvatları temsilen Frank Tudjman,
ve Sırpları temsilen Miloseviç katılmıştır. Üç
hafta süren görüşmeler sonrasında 21 Kasım
1995’de Dayton Barış Antlaşması imzalanmıştır. Antlaşma’nın ana hatları şöyledir:
Bosna-Hersek bağımsız bir devlet olarak
tanınmaktadır.
Bosna-Hersek Devleti, içinde Bosna ve Hırvat Federasyonu’yla bir Sırp Cumhuriyeti’ni
ihtiva etmektedir. Toprakların %51’i federasyona, %49’u ise Sırp Cumhuriyeti’ne aittir.
Saraybosna bir merkez hükümet, milli meclis, başkanlık sistemi ve anayasal mahkemeye sahip birleşik bir yapıda kalacaktır.
Başkan ve meclis demokratik olarak seçilecektir.
Kolektif başkanlık sistemi birer Boşnak Hırvat ve Sırp üyenin katılımıyla sağlanacaktır.
ABD, NATO birleşimi altında Bosna’ya askeri müdahalede bulunup, barış antlaşmasını
imzalattırdıktan sonra güvenliğin sağlanması için NATO’ya bağlı 60.000 askerden oluşan
IFOR’u bölgede bırakmıştır. Bosna-Hersek
Cumhurbaşkanı Aliya İzetbegoviç, imza töreninde “Bu adil bir barış olmayabilir, fakat süren bir savaştan daha iyidir.” demiştir.
5’i Yahudi yapısıydı.
7.Dayton Antlaşması’nın Getirdikleri ve
Günümüz Bosna’sının Durumu
Dayton Antlaşması ve ona ekli anayasa bir
bütün olarak ele alındığında bir yönüyle, savaş sırasında güçlenen dini-etnik kimliklere
dayalı ayrışmayı, uluslararası bir antlaşma
çerçevesinde teyit etmektedir. Aynı doğrultuda bir yandan anayasada belirlenen siyasi
yönetim yapısı ve temsil mekanizması ile devlet-toplum ilişkisi kalıcı olarak dini-etnik bölünmüşlüğü perçinler hale gelirken, öte yandan uluslararası aktörler Bosna-Hersek’te çok
kültürlülüğün yeniden üretilebileceği ve yerlerinden edilen yurttaşların evlerine geri dönebileceği bir ortamın oluşacağı beklentisini
yaratmaktadırlar. Gerçekte ise; Dayton Antlaşması’na ekli anayasa, bu devletin nasıl yönetileceğinin çerçevesini çizen ve siyasal yaşamı
biçimlendirmeye çalışan hukuki ve siyasi bir
metindir.
Dayton Barış Anlaşması’nın Bosna açısından başka bir önemi daha vardır. Bu anlaşma sayesinde Bosna-Hersek, uluslararası
alanda tanınmış sınırları ve toprak bütünlüğü
ile bağımsız bir devlet olarak ayakta kalmayı
başarmıştır. Diğer taraftan, Tito Yugoslavya’sı
içinde 1969’da “Müslümanlar” adı altında kurucu unsur olarak tanınan Boşnaklar, Dayton
Barış Anlaşması’nın eki niteliğinde olan Bosna-Hersek Anayasası’nda gerçek isimleriyle
“Boşnaklar” olarak ayrı bir millet olarak sayılmışlardır. Bunların dışında, Dayton Barış Anlaşması Bosna-Hersek devletinin ve toplumunun yeniden bütünleşmesi için gerekli temeli
de atmıştır.
Dayton Antlaşması Bosna-Hersek’in tarihsel, sosyal ve etnik gerçekliğini ve bölge devletleriyle olması gereken denge unsurunu göz
ardı etmiştir. Kendi çıkarları doğrultusunda
bir barış antlaşması metni hazırlamıştır. Savaş süresince yoğun etnik kıyımın yaşandığı
Vişegradd, Srebrenica, Zvornik, Foça ve Drina boyundaki Boşnak bölgelerin Sırp Cumhuriyeti toprakları olarak tescil edilmesi, bu
antlaşmanın önemli dengesizliklerinden biridir. Esnek bir merkezi hükümetin yanı sıra
üç üyeli cumhurbaşkanlığı, merkeze ve enstitelere ait olmak üzere üç adet parlamento,
10 kanton meclisi ve Brçko özel yönetimin
6.Savaşın Ardından Kalanlar
Savaşın bilançosu ağır olmuştur. Savaş neticesinde, 280 bin insan (170 bin Boşnak, 70 bin
Sırp, 30 bin Hırvat, 10 bin diğer) öldürüldü. 260
bin Boşnak 300’e yakın toplama kampından
geçti ve toplama kamplarında 40 bin Boşnak
öldürüldü. Nüfusun % 60’ı kendi evlerini terk
etmek zorunda kaldı. 30 bin kadın ve küçük
kız tecavüze uğradı. Sivil kayıplarla beraber
bir sürü tarihi, kültürel anıt yok edildi. Bunlar arasında Saraybosna’da, Türkçe, Arapça,
Farsça el yazıları bakımından Avrupa’nın dördüncü sırasını alan Oryantal Enstitüsü, Milli
ve Üniversite kütüphanesi, 1984’te 14. Olimpiyat Oyunları’nın yapıldığı bütün spor tesisleri, Neretva nehrinde bulunan tarihi Mostar
köprüsü ve diğer yapıtlar yer almaktadırlar.
Özellikle saldırıların merkezinde dini yapılar
bulunmaktadır. Mayıs 1995’e kadar 1239 dini
yapı yok edildi ya da hasar gördü. Bunların
1024’ü İslam, 182’si Katolik, 28’i Ortodoks ve
4
İFE STRATEJİ
BOSNA-HERSEK VE BAĞIMSIZLIK SÜRECİ
meclisi ve benzer şekilde üç adet yargı mercii ve kantonlar ile Brçko’ya ait alt meclisler
bulunmaktadır. BM yüksek temsilcilerinden
eski temsilcisi Paddy Ashdown’un deyimiyle:
“Bosna-Hersek en az 1200 yargıç, 760 yasa yapıcı, 180 Bakan ve 4 hükümete sahiptir. Devlet
gelirlerinin yıllık yüzde 40’tan fazlası bu çok
yapılı devlet sistemine harcanmaktadır. Bu
sebeplerden dolayı uluslararası yardımlarının
çoğu devletin ekonomik gelişmesi için kullanılamamaktadır.”
Sosyal politikalar, büyük ekonomik politikalar, eğitim politikaları gibi politikaların devlet çapında yetkin bir şekilde yürütülemiyor
olması, ayrıca var olan devlet kurumlarının
yeterince işlevsel olamaması, bunun temel
göstergeleri arasında sayılabilir. Bosna Hersek’te uygun siyasi iklim olmadığı için, ülke
bölünmüş olmaktan kurtulamamaktadır. Bu
antlaşma savaşı bitirmesi, barışın sağlanması
ve yaraların sarılması bağlamında önemli bir
harekettir fakat Dayton Barış Antlaşmasının,
uzun vadede Bosna’nın ihtiyaçlarına cevap
vermeyeceği ortadadır. Antlaşmanın sağladığı karmaşık devlet yapısı, daha fazla küresel güce dayanması, etnik unsurlar arasında
bütünleşme sağlayacak araçların yetersizliği,
antlaşmanın karşı karşıya kaldığı önemli meselelerdendir. Antlaşmanın imzalanmasından
21 yıl gibi bir süre geçmesine rağmen içeriğinin aynı kalması, barışın ve toplumsal istikrarın geleceğiyle ilgili endişeleri haklı çıkarmaktadır. Bu olaylar neticesinde, katliamları
yapanların adil bir şekilde yargılanmaması
ve yakalanmalarının gecikmesi AB’ne duyulan
güveni de sarsmaktadır. Bosna’nın AB uyum
süreci çalışmaları, bu devletin geleceğiyle ilgili olumlu düşüncelere girilmesine de sebep
olmaktadır.
KAYNAKÇA
Tanıl Bora, Milliyetçiliğin Provokasyonu, İstanbul: Birikim Yayınları, 1995, s. 19-20.
Barbara Jelavich, Balkan Tarihi 18. ve 19.
Yüzyıllar, çev. Zehra Savan, İstanbul: Küre Yayınları, 2006, s. 11-13.
Osman Karatay, Bilgehan A. Gökdağ, Balkanlar El Kitabı Cilt 1 / Tarih, Çorum: Karam
Yayınları, 2006, s. 88.
6 Stefanos Yerasimos, Milliyetler ve Sınırlar,
çev. Şirin Tekeli, İstanbul: İletişim Yayınları,
2002, s. 20.
Mediha Akarslan, Bosna Hersek ve Türkiye,
Alternatif Üniversite, İstanbul: Ağaç Yayınları,
1992, s. 11
Vilko Winterhalter, Josip Broz Tito, çev. Akkan Suver İstanbul: Su Yayınları, 1968, s. 190.
Noel Malcolm, Bosna, çev. Aşkım Karadağlı,
İstanbul: Om Yayıncılık, 1999, s. 39-42. 48
Zekeriya Yıldız, Geçmişten Günümüze Bosna-Hersek, İstanbul: Yeni Asya Yayını, 1993, s.
82.
Şükrü Karatepe, “Balkanlar Ve Türkiye”,
Yeni Türkiye Dergisi, Sayı 3, 1995, s. 270.
Mediha Akarslan, Bosna-­Hersek Ve Türkiye,
İstanbul: Ağaç Yayıncılık, 1993, s. 39.
Zafer Gölen, Tanzimat Dönemi Bosna İsyanları (1839-­1878), Ankara: Alter Yayıncılık, 2009
Cemile Haliloviç Tekin, Bosna-Hersek Devleti, Konya: Çizgi Yayınları, 2011, s. 15-16.
https://acikerisim.tbmm.gov.tr/xmlui/
bitstream/handle/11543/1909/199600239.
pdf?sequence=3&isAllowey (01.04.2016)
Atike Kaptan, Geçmişten Günümüze Bosna-Hersek Tarihi ve Türkiye Bosna-Hersek
İlişkileri, Ankara: Genelkurmay Askeri Tarih ve
Stratejik Etüt Başkanlığı Yayınları, 2008, s. 2627.
Şule Kut, “Yugoslavya Bunalımı ve Türkiye’nin Bosna-Hersek ve Makedonya Politikası:
1990-1993”, Faruk Sönmezoğlu (ed.), Türk Dış
Politikasının Analizi, İstanbul: Der Yayınları,
2004, s. 598.
http://www.usak.org.tr/dosyalar/dergi/lVX0gdgQDy56Q9Sf4MlZJsv2ek48RL.pdf
(02.04.2016)
Aydın Babuna, Bir Ulusun Doğuşu: Geçmişten Günümüze Boşnaklar, İstanbul: Tarih Vakfı
Yurt Yayınları, 2000, s. 98
Osman Karatay, Bosna-Hersek Barış Süreci,
Ankara: Karam Yayınları, 2002, s. 15.
5
İFE STRATEJİ
BOSNA-HERSEK VE BAĞIMSIZLIK SÜRECİ
Ümit Hacıoğlu, “Tanıdık Tehlike Çanlarının
Yeni Adresi: Kosova- Bosna Ekseni”, Stratejik
Araştırmalar Dergisi, Cilt 1, Sayı 2, 2008, s. 189212
Aliya İzzetbegoviç, Konuşmalar, İstanbul:
Klasik Yayınları, 2014, s. 200
Pınar Yürür, “Balkanlar’da Uluslararası Himaye Yönetimleri: Bosna-Hersek Örneği”, Avrasya Dosyası, Cilt 14, Sayı 1, 2008, s. 169-171
6
Download