egzersizler, koruyucu, tedavi edici ve muayene pozisyonları

advertisement
HEDEFLER
İÇİNDEKİLER
ESKİ DÜNYADA VE CAHİLİYEYE
KADAR ARABİSTAN’DA SİYASET
VE DİNİ HAYAT
• Eski Dünyada Siyaset ve Dini Hayat
• Mezopotamya uygarlıkları
• Cahiliyeye Kadar Arabistan'da
Siyaset ve Dini Hayat
• Güney Arabistan
• Kuzey Arabistan
• Orta Arabistan (Hicaz)
• Bu üniteyi çalıştıktan sonra
• Eski uygarlıkların siyasi ve kültür tarihini
kavrayabilecek
• Geçmişle bugün arasında köprü oluşturan
medeniyetlerin tarihi süreçleri ve insanlığa
katkıları hakkında daha sağlıklı
değerlendirmelerde bulunabilecek
• İslam dininin ortaya çıktığı ve yayıldığı
merkezlerin sosyo kültürel ve dini yapılarını
analiz etmiş olacak.
İLK DÖNEM İSLAM
TARİHİ
ÜNİTE
1
Eski Dünyada ve Cahiliyeye Kadar Arabistan’da Siyaset ve Dini Hayat
GİRİŞ
Tarih birbirinden bağımsız olmayan olgulardan meydana gelir. Hadiseler,
zincirin halkaları misali birbiri ile bağlantılı olup sebep ve sonuç ilişkileri ile
hayatiyet kazanabilir. Dolayısıyla tarihin bir bölümünü cımbızla çekip öncesi ve
sonrasından bağımsız olarak değerlendirmek muhatabını hiçbir zaman sağlıklı bir
neticeye ulaştırmayacaktır. Semavi dinlerin birbirinin devamı ve tamamlayıcısı
olduğu düşünüldüğünde en son din olan İslam’ın ortaya çıktığı şartları ve etkilediği
toplum yapısını tetkik için hem İslam dininin doğduğu Arap Yarımadası’nın geçmiş
tarihinin ve hem de ona komşu olan diğer medeniyetlerin siyasi ve dini yapılarının
açıklığa kavuşturulması bir zorunluluktur.
İşte bu kaygı ile İslam dininin doğuş merkezi olan Arap Yarımadası’nın siyasi
ve dini yapısı, taşıdığı şartlar hakkında bilgi vermeden önce Araplara komşu olan
kadim/eski dünya devletlerini tanımak faydalı olacaktır.
ESKİ DÜNYADA VE CAHİLİYEYE KADAR ARABİSTAN’DA
SİYASET VE DİNİ HAYAT
ESKİ DÜNYADA SİYASET VE DİNİ HAYAT
MEZOPOTAMYA UYGARLIKLARI
Mezopotamya, Araplar tarafından “siyah” anlamına gelen “Sevâd”, Sâsânîler
ise ülkenin kalbi anlamına gelen Dîl-i İranşehr olarak isimlendirilmiştir. Tarihi
kaynakların bazılarına göre burası Hz. Nuh’un tufandan sonra yerleştiği ve insan
neslinin çoğaldığı bölgedir. Medeniyetin beşiği sayılan ve çoğunluğu sulanabilen
alüvyonlu topraklarla kaplı Mezopotamya’nın sınırlarını Fırat ve Dicle nehirleri
tayin etmektedir. Kuzey’de bugün Irak şehri olan Tikrit’ten, güneyde Basra
körfezine, doğuda Hulvan şehrinden başlayarak batıda Kadisiye’ye kadar
uzanmaktadır. Fırat ve Dicle nehirlerinin taşması sonucu oluşan bu verimli
topraklar insanlık tarihinin başlangıcından itibaren çok önemli medeniyetlere ev
sahipliği yapmıştır. Arkeolojik kazılarda ortaya çıkan tarihi bulgular bölgedeki
hareketliliğin M.Ö. 6000 yılına kadar uzandığına tanıklık etmektedir. Sümerler,
Akadlar, Babilliler, Asurlular bölgenin en eski sakinleri olarak kabul edilir. Hz. Ömer
döneminde fethedilen bu topraklar İslam kültürünün şekillenmesinde de önemli
pay sahibi olmuştur. Kültürel etkileşimin tarihi temellerini iyi analiz edebilmek için
bu topraklar üzerinde kurulan önemli medeniyetleri kısaca da olsa tanımak
gerekecektir.
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi
2
Eski Dünyada ve Cahiliyeye Kadar Arabistan’da Siyaset ve Dini Hayat
Sümerler ve Akadlar
Sümerler yazıyı ve tekerleği icat etmeleri, tarım sektöründe devrim
niteliğindeki yenilikleri ile şöhret kazanmışlardır. M.Ö. 3500 yıllarında
Mezopotamya’da ortaya çıkan bu kadim uygarlık tarım sektörüne bağlı bir gelişim
göstermiştir. Bölgenin ilk yerli halkı olarak tanınmaktadırlar. Bakır madenini ilk
keşfeden ve sanayide ilk defa kullanarak insanlığın hizmetine sunanlar da
Sümerler’dir. Deri işlemeciliği, demircilik, taş oymacılığı gibi zanaat dallarında çığır
açmışlardır. Tarım ve sanayi toplumu olmanın zorunlu bir sonucu olarak Sümerler
yerleşik hayatı benimsemiş ve etrafı muhkem surlarla çevrili sayıları otuzu aşkın
şehir kurmuşlardır. Larsa, Ur, Uruk, Kiş Umma bunların en meşhurlarındandır.
Ayrıca, Sümerce ismi Kadingirra olan Babil’in ilk sakinlerinin de Sümerler olduğu
bilinmektedir.
Şehir devletlerine ayrılan Sümerler krallar tarafından yönetilmekte olup
zaman zaman şehirlerin idari yapılanmaları tekelde toplanmaktaydı. Toplum din
adamları, askerler, halk ve köleler olmak üzere dört gruba ayrılmaktaydı. Toplumun
aristokrat sınıfını daha ziyade din adamları oluşturmaktaydı. Şehrin baş rahibi aynı
zamanda yönetici konumundaydı.
Çok tanrılı bir inanca sahip olan Sümerler kerpiçten yapılan Ziggurat adıyla
bilinen tapınaklarda ibadet etmekteydi. Yedi kattan oluşan mabetler; depo, okul ve
rasathane olarak kullanılmaktaydı. Tanrıları insan şeklinde olup ölümsüz olduğuna
inanılırdı. Anu, Enlil, Enki, Nimnah, Ecem, İnanna tanrılarına verdikleri adlardan
bazılarıdır.
Şehir devletleri arasındaki siyasi çekişmeler devletin zayıflamasına neden
olmuş, önce Elamlılar ve daha sonra Sami tarihinin ilk büyük ismi olan Akad
imparatorluğunun kurucusu Sargon tarafından sürdürülen saldırılar sonucu
yıkılmıştır.
Sümer çivi yazısı
Sümerler’in hâkimiyetinde olan Kiş şehri kralının muhasebecisi olan Sargon
darbe sonucu iktidarı ele geçirmiş ve onun soyundan gelen hanedanlar yaklaşık bir
asır boyunca şehirleri birleştirerek ele geçirdiği bu topraklarda varlığını
sürdürmüştür. Şehir devletinden merkezi devlet anlayışına geçen Akadlar 200 yıl
iktidarlarını devam ettirmişlerdir. Mezopotamya’nın tamamına hâkim olan ilk
devlet olma unvanına sahiptirler. Sümer kültürünü, kendi kültürleriyle
harmanlayan Akadlar, büyük bir medeniyetin oluşmasında önemli rol
oynamışlardır. Akadlılar, Sargon’dan sonra en ihtişamlı dönemini torunu Naram-Sin
döneminde yaşamıştır. o dönemde Akadca bütün Mezopotamya’da kullanılan
ortak dil hâline gelmiştir.
Akadlar arasında gök tanrı inancının yaygın olduğu anlaşılmaktadır. Güneş,
Ay, Venüs en fazla tapılan tanrılar arasındaydı. Meşhur kral Naram-Sin, kendisini
tanrı ilan eden ilk kral olmakla kalmamış dünya krallığına soyunmuştur. Bu güçlü
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi
3
Eski Dünyada ve Cahiliyeye Kadar Arabistan’da Siyaset ve Dini Hayat
kralın ölümü sonrası Akadlar zayıflamış ve “dağ canavarları” olarak isimlendirilen
Gutiler tarafından yıkılmıştır.
Babil Krallığı (Amurrular-Keldaniler)
Babil’in asma bahçeleri
Krallık ismini Akadca Tanrının Kapısı anlamına gelen Babil şehrinden
almaktadır. Dünyanın yedi harikasından biri olan asma bahçelerine ev sahipliği
yapan ve kulesi ile ünlü Babil şehri Tevrat’a göre (Tekvin 10/10) Nemrud’un krallık
yaptığı dört önemli şehirden biridir. Hz. İbrahim de Peygamber olarak bu
coğrafyaya gönderilmiştir. Hz. İbrahim Nemrud’a karşı sürdürdüğü mücadeleden
sonra inananlarla birlikte önce Harran’a oradan Kenan İli’ne geçmiştir. Babil krallığı
Sümer ve Akad topraklarını içine alan büyük bir imparatorluktur. Babilliler, M.Ö.
4000 yılından itibaren bölgedeki kültürlerin tüm izlerini taşımaktadır. Akadca
yazılan ve 282 maddeden oluşan kanunları ile tanınan Hammurabi, devletin en
kudretli hükümdarıdır. Mezopotamya’da yeniden siyasi birliği kuran Hammurabi
eski töreleri bir araya toplayıp yeniden düzenlemiş ve ilk kanun yapıcı olarak ün
salmıştır. Onun ölümü ile beraber eski Babil krallığı zayıflamış ve 1595’te Hititler’in
saldırısı sonucu yıkılmıştır.
Uzun süre Asur egemenliği altında kalan Babil’liler başkent valisi
Nabupolassar’ın öncülüğünde M.Ö. 612 yılında Yeni Babil Krallığını (KaldelilerKeldaniler) kurdular. Devlet Nabupolassar’ın oğlu Buhtunnasr (Nabukadnezar)
döneminde en parlak dönemini yaşamıştır. Suriye, Filistin/Kudüs M.Ö.587 yılında
egemenlik altına alınmış ve Mısır ordusu mağlup edilmiştir. Devlet Persler
tarafından M.Ö. 338 yılında ortadan kaldırılmıştır. Bundan sonraki süreçte
Mezopotamya Krallıkları sona ermiş, bölgeye sırasıyla Persler, Helenler ve
Romalılar hâkim olmuştur.
Döneme ilişkin önemli bilgiler:

Yahudiler Yeni Babil devleti döneminde sürgün edilmiştir.

Hammurabi kanunları ilk yazılı anayasa niteliğindedir.

Babil şehri, imparatorluğun dünya harikası asma bahçeleri ile tarihe
damgasını vurmuş başkentidir.

Dini devlet yapılanmasından seküler bir devlet yapısına geçiş
sağlanmıştır.
Asurlar
Asurlular, Kuzey Irak bölgesinde Aşur veya Asur şehri çevresinde yaşayan
Sami ırka mensup bir topluluktur. Ticari alandaki başarıları sayesinde topraklarını
genişletmeyi başarmışlardır. Aynı zamanda savaşçı özelliğe sahip olan Asurlular,
M.Ö. 1200 yılında Mezopotamya, Suriye, Filistin ve Mısır’ı hâkimiyetleri altına
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi
4
Eski Dünyada ve Cahiliyeye Kadar Arabistan’da Siyaset ve Dini Hayat
almışlardır. Başkentleri Ninova’dır. İlkçağda Ortadoğunun en geniş sınırlara sahip
imparatorluğunu kurmuşlardır. Anadolu’ya yazıyı taşıyanlar da Asurlular’dır. Aşırı
lüks düşkünlüğü ve savaşlar devletin zayıflamasına yol açmış ve M.Ö. 1208’den
itibaren gerileme dönemine girmişlerdir. İmparatorluğun ikinci kurucusu kabul
edilen III. Tiglat Pileser (M.Ö. 745-727) birliği sağlamış ve Yeni Asur Krallığı’nın
temellerini atmıştır. Asurlular Kur’an’da adı geçen Semud, Medyen ve Sebe
kavimleri başta olmak üzere Arap toplulukları üzerine dokuza yakın sefer
düzenlemişlerdir. Sanatta büyük bir gelişme sağlayan Asurlular M.Ö. 612-609 yılları
arasında bölgeye Keldaniler ve Medler tarafından düzenlenen saldırılar sonucunda
yıkılmıştır. Diğer halklar arasında eriyip gittikleri ifade edilmekle birlikte bugün
Süryani toplulukların Asurluların soyundan geldikleri de iddia edilmektedir.
İbraniler (İsrailoğulları)
İsrailoğulları, Sümerler ve Akadlar’ın son dönemlerinde tarih sahnesine
çıkmışlardır. Sami kökenli bu topluluk hakkındaki bilgiler daha ziyade kutsal
kitaplara dayanmaktadır. İsrailoğullarının atası olarak kabul edilen İbrahim Ur
şehrinde doğmuş daha sonra Harran’a oradan da Kenan diyarına yani, Beyt-i
Makdis’in bulunduğu bölgeye yerleşmiştir. Burada da kuraklık baş göstermesi
nedeniyle verimli arazilerden oluşan Nil deltasına göçmüştür. İsrailoğulları Kenan
iline yerleşene kadar İbranî olarak tanınmaktadır. İbrahim’in 12 oğlu ve onların
soylarından gelenler ise İsrailoğulları olarak adlandırılmaktadır. Mısır’a köle olarak
satılan ve sarayda üst kademelere yükselen Yusuf, akrabalarını da yanına alarak
M.Ö. 1700’lü yıllarda Mısır’a yerleşmiştir.
Firavunlar ailesinin iş başına gelmesi ile İsrailoğullarının buradaki düzeni
bozulmuş ve ağır inşaat işlerinde çalıştırılmaya başlanmıştır. İşçileri elinden
kaçırmak istemeyen Firavun II. Ramses’in tüm çabalarına rağmen Hz. Musa’nın
önderliğinde İsrailoğulları Mısır’dan çıkmayı başarmışlardır. Bir süre sonra
Musa’nın yol göstericiliğini kabul etmeyip sapkınlık içerisine düşmüşler ve kırk yıl
Sina çölünde kalmışlardır. Peygamber olduğuna inanılan Yeşû veya Yuşâ
öncülüğünde toparlanan İsraoğulları Kur’an’da Talut diğer kaynaklarda ise Saul
olarak bilinen şahsın krallığına kadar birlik ve beraberlik içerisinde olamamışlardır.
Talut’un başarılarına rağmen asıl birlik Hz. Davud döneminde sağlanmıştır. M.Ö.
1400 yılında Sion olarak bilinen Kudüs’ü ele geçirdikten sonra merkezi burası olan
büyük bir krallık kurulmuştur. Kırk yıllık iktidar sonrası yerine oğlu Süleyman
geçmiştir. Babası gibi Peygamber olan Hz. Süleyman döneminde İsrailoğulları altın
çağını yaşamış ve Süleyman Mabedi olarak bilinen Beyt-i Makdis inşa edilmiştir.
Böylelikle Kudüs Yahudilerin dini merkezi olmuştur. Hz. Süleyman sonrası birliği
bozulan devlet kuzey ve güney olmak üzere iki kısma ayrılmış ve M.Ö. 722 yılında
Asurlar tarafından yıkılmıştır. M.Ö. 587 yılında ise Babil kralı Buhtunnasr tarafından
Kuzey Yahuda krallığı ortadan kaldırılmış ve daha önce ifade edildiği gibi Yahudiler
Babil’e sürülmüştür. Pers Hükümdarının Babil Krallığını ortadan kaldırması sonrası
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi
5
Eski Dünyada ve Cahiliyeye Kadar Arabistan’da Siyaset ve Dini Hayat
İsrailoğullarından bir kısmı Kudüs’e dönmüş ve kutsal mabet başta olmak üzere
şehri yeniden inşa etmişlerdir. Pers hâkimiyeti Büyük İskender’in bölgeyi ele
geçirmesine kadar devam etmiştir. Bölge, Müslümanların fethi öncesi sırasıyla
Helenler ve Romalılar tarafından ele geçirilmiştir.
İran
İran tarihine ilişkin bilgiler M.Ö. IX. asra kadar dayanmaktadır. Urmiye
gölünün batısında oturan Persler bölgeye Avrupa’dan gelen Medler’le ittifak
kurarak Mezopotamya uygarlıklarının sonunu hazırlamışlardır. Medlerin
hâkimiyetine son veren Ahameniler M.Ö. 525’te Mısır’a kadar uzanan büyük bir
bölgeyi ele geçirdi. Suriye ve Mısır’a hâkim olduktan sonra İran’a yönelen Büyük
İskender Ahameni İmparatorluğu’nu sonlandırdı. Büyük İskender, İran’ı valisi
Selevkos’a bıraktıktan sonra bölgeden çekilmiştir. M.Ö. 141 yılında Partlar Seleuko
Krallığını ortadan kaldırarak imparatorluk hâline gelmiştir. M.Ö. 53 yılından
itibaren Romalılar’la sürdürdükleri savaşlarda zayıflayan Partlar M.S. 224 yılında
yıkılmıştır. Ateşgede muhafızı olan Sâsân isimli şahıs M.S. 226 yılında Sâsânî
İmparatorluğu’nu kurmuştur. Bizans imparatoru Konstantinos ve Sâsânîler’e
komşu olan Ermeniler Hıristiyanlığı kabul edince, Sâsânî topraklarındaki
Hıristiyanlar bu ülkelerle ittifak içerisine girmişlerdir. Bu sıkıntılı süreci aşmak için
ek vergiler konmuş, dini alanda reformlar yapılmıştır. Her şeye rağmen bir türlü
başarı elde edilemeyince I. Hüsrev (Enûşirvan), ‘Şehinşah’ unvanıyla yönetime el
koyarak Sâsânî Devleti’ne en parlak dönemini yaşatmıştır. Hz. Peygamber’in
doğum tarihine tekabül eden yıllarda Arabistan’ın Güney bölgesini yani Yemen’i
Sâsânî topraklarına katmıştır. Yönetimi ele alan oğlu IV. Hürmüz döneminde Bizans
ile şiddetli savaşlar yaşandı. Gözlerine mil çekilerek öldürülen Hürmüz’ün yerine
oğlu II. Hüsrev tahta geçti. Başlangıçta Bizans’a karşı üstün başarılar elde etse de
Bizans İmparatoru Herakleios’un ordularına mağlup oldu ve bir ayaklanmada
öldürüldü. II. Hüsrev Hz. Peygamber’in elçi göndererek kendisini İslam’a davet
ettiği Sâsânî kralıdır. Sâsânî imparatorluğu Müslüman ordularınca son Sâsânî
hükümdarı III. Yezdücerd’in 651 yılında öldürülmesi ile son bulmuştur.
Zerdüşt Tapınağı
(Ateşgede)
Eski İran topraklarında adını kurucusundan alan Zerdüştîlik ya da Mecusîlik
dini yaygındı. En büyük tanrı kabul edilen Ahura Mazda’ya nispetle Zerdüştîliğe
Mazdeizim adı da verilmiştir. İyilik-kötülük, karanlık-aydınlık ikilemi üzerine
kurgulanan bu dinî inanışa göre ateş saflığı ve temizliği sembolize etmektedir.
İbadet mahallerine, merkezinde ateş yakıldığı için ateşgede denmiştir. İnanışa göre
öldükten sonra ruh bedenden ayrıldığı için kirli sayıldığından vahşi hayvanlara terk
edilmekte, geriye kalan kemikler ise yakılmaktaydı. I. Şapur döneminde devletin
resmi dini hâline gelen ve kurucusu Mani’den (216-276) ismini alan diğer bir din ise
Maniheizimdir. Sabiiliğin etkisi ile ortaya çıkan bu inanç biçiminin yaygınlık
kazanması Mecusi din adamlarını rahatsız etmiş ve baskılar sonucu Mani, Kral I.
Behram tarafından işkence ile öldürülmüştür. İran’da M. V. asırda bir başka dinî
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi
6
Eski Dünyada ve Cahiliyeye Kadar Arabistan’da Siyaset ve Dini Hayat
hareket daha ortaya çıkmıştır. Bu günkü anlamda komünist sistemin temelini de
oluşturduğu iddia edilen ve Mazdekiyye olarak isimlendirilen inanç biçimi mülkte
ve kadında eşitlik temeline dayanmaktaydı. Bu anlayış, çatışmaların temeli olan
kıskançlığı ortadan kaldırmıştır. Mazdek dinine en fazla karşı çıkanlar aristokratlar
olmuştur. Enuşirvan bozulan ekonomik ve sosyal yapıyı düzene sokmak için
Mazdek dinini yasaklamış taraftarlarını ağır işkencelere maruz bırakmıştır. Eski İran
topraklarında izah etmiş olduğumuz dinler yanında Hıristiyanlık ve Yahudilik gibi
semavi din mensuplarının varlığı da bilinmektedir.
Çin
Çin Seddi
Çin, tarihi oldukça eskilere dayanan köklü bir medeniyete sahiptir. İslam’ın
ilk ortaya çıktığı Arap yarımadasına uzak bir mesafede oluşu nedeniyle İran ve
Bizans tarihi kadar Müslümanların dikkatini çekmemiş görünse de, aslında en az ilk
fetihlerin gerçekleştiği komşu medeniyetler kadar İslam toplumu üzerinde
etkinliğinin olduğu söylenebilir. Çin tarihi Konfüçyüs (M.Ö. 551-479) ile özdeşleşmiş
ve onunla birlikte Çin, altın çağını yaşamıştır. Konfüçyanizm, daha sonraki
dönemlerde Çin medeniyetinin temel dinamiklerini oluşturmuştur. Bu günkü isimle
anılan Çin hanedanlığı Konfüçyüs sonrası kurulmuştur. Baskıcı bir yönetim şekli
benimseyen halkı ağır işlerde çalışmaya zorlayan bu yönetim anlayışı kısa sürmüş
ve yıkılarak yerine Han hanedanlığı kurulmuştur. Han hanedanlığının yıkılması ile
birlikte dört asır devam edecek parçalanma dönemi başlamıştır. İslam’ın ilk ortaya
çıktığı dönemlerde Çin’i Sui hanedanlığı yönetmekteydi. Daha sonra kurulan Tang
hanedanlığı ise Konfüçyanizm’i yeniden canlandırmıştır. Tangler döneminde İslam
dini Asya’ya doğru yayılmaya başlamıştır.
Hz. Peygamber’in “İlim Çin’de de olsa gidip onu arayınız” şeklindeki
ifadesinin aslında uzaklık ile ilim arasındaki mesafeyi ortadan kaldırmaya matuf
söylenmediği, Çin kültür ve medeniyeti incelendiğinde daha iyi anlaşılmaktadır. Hz.
Peygamber’in Uman bölgesine yaptığı ziyarette Çinliler’le karşılaşması sebebiyle,
onların kültür ve sanat alanında ne denli ileri olduklarına vakıf olması kuvvetle
muhtemeldir. Çinliler’in matematik, astronomi, müzik, fizik, kimya, coğrafya gibi,
bilim dallarında oldukça ileri bir seviyede olmaları, bunun en açık göstergesidir.
Ortaçağ İslam dünyasının altın çağını yaşamasında önemli bir faktör olan kağıdın
yaygın kullanımı ise yine Çinliler kanalıyla olmuştur.
Çin’de bir inanç birlikteliğinden bahsetme imkânı yoktur. M.S. tüccarlar
kanalıyla Çin’e Budizm ulaşmış ve çok sayıda taraftar bulmuştur. Bir süre sonra
Budizm’e karşı Taoculuk yaygınlaşmış ancak Sui hanedanlığı ile birlikte yeniden
Konfüçyüsçülük kabul görmeye başlamıştır.
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi
7
Eski Dünyada ve Cahiliyeye Kadar Arabistan’da Siyaset ve Dini Hayat
Hindistan
Hindistan Farsça Hind ülkesi anlamına gelmektedir. Hindu kelimesi ise eski
Sanskritçedeki nehir anlamına gelen ‘Sindhu’dan alınma bir kelimedir Bu nedenle
Arapça kaynaklarda bölge, çoğunlukla Sind olarak adlandırılmaktadır. Güney
kısmında Hint okyanusu, batısında Umman denizi, doğusunda Bengal körfezi ile
çevrili büyük bir üçgeni andıran yarımada şeklindeki Hindistan köklü bir tarih ve
kültüre sahiptir. Tarihi boyunca parçalanmış görüntü arz eden, yer üstü ve yer altı
zenginlikleri ile diğer kıtaların cazibe merkezi olan eski Hindistan bu gün Hindistan,
Pakistan, Bengladeş, Myanmar ve Sri Lanka arasında paylaşılmış olan genişçe bir
toprak parçasına sahiptir.
Taş devrinden sonra bölgede insan topluluklarının varlığı bilinmekle
beraber ilk uygarlık belirtilerinin M.Ö. 5000-1700 yılları arasında İndus medeniyeti
ile ortaya çıktığı anlaşılmaktadır. Harappa uygarlığı olarak da bilinen bu kadim
topluluğun icat etmiş olduğu yazı bugün dahi çözülememiştir. Muhteşem bir
şehircilik örneği de ortaya koyan bu medeniyet Ariler tarafından M.Ö. 1500 yılında
ortadan kaldırılmıştır. İranlılar’la akraba olan Ariler Hindistan’da M.Ö.1500-1000
yılları arasında Ganj medeniyetini oluşturmuşlardır. Hindular’a ait kutsal metinler
ve kast sistemi bu dönemde ortaya çıkmıştır. Zaten farklı etnik yapılanmalara sahip
olan Hint halkı kast sisteminin zorunlu bir sonucu olarak; din adamları
(Brahmanlar), aristokratlar (Kşatriyalar), çifçiler, sanatkârlar, tüccarlar (Vaisyalar),
İşçiler (Sudralar) olmak üzere dört ayrı sınıfa ayrılmıştır. Bu sınıfsal ayrım Ganj
uygarlığının sonunu hazırlamış, M.Ö. VI. yüzyılda Magadhalar bölgede kontrolü
sağlamıştır. M.Ö. 518 yılında Persler bölgeyi istila etmişler ve Büyük İskender’in
bölgeyi zaptına kadar hâkimiyetlerini sürdürmüşlerdir. Büyük İskender ve
takipçileri ile birlikte kurulan koloniler sayesinde Greko-Hint medeniyeti olmuş ve
böylelikle İslam kültürünü de etkileyecek olan Helenizm akımı başlamıştır.
İskender’in bölgeye intikali ile Magadha krallığı yıkılmış ve M.Ö. 185 yılına kadar
varlığını devam ettiren Maurya imparatorluğu kurulmuştur. Bu imparatorluğun
yıkılması sonrasında birçok küçük devletçikler ortaya çıkmıştır. M.S. 330 yılında
kurulup 540 yılında yıkılan Gupta imparatorluğu döneminde Hint medeniyeti en
yüksek seviyesine ulaşmıştır. Akhunların saldırısı ile yıkılan Guptalar sonrası tekrar
siyasi istikrarsızlık baş göstermiş, bağımsız devletler doğmuştur. İslamiyetin ortaya
çıktığı ve yayıldığı dönemlerde (606-647) Kral Harşa bölgede yeniden birliği
sağlamıştır. Bu dönem aynı zamanda Hinduizm’in başlangıcı sayılmıştır. Kral Harşa
sonrasında birçok bölgesel krallıklar kurulmuş, X. yüzyıldan sonra ise bölge
Türkler’in ve Afganlılar’ın saldırılarına maruz kalmıştır. İslamiyet bölgeye 710-711
yıllarında Emevi devletinin Sind bölgesi komutanlarından Muhammed b. Kasım’ın
gerçekleştirdiği fetihlerle ulaşmıştır.
Ariler döneminde dini inanış olarak kast sistemini önceleyen Brahmanizm,
bir başka ismiyle Vedizm ortaya çıkmıştı. M.Ö. IV. yüzyılda Brahmanizm’e karşı
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi
8
Eski Dünyada ve Cahiliyeye Kadar Arabistan’da Siyaset ve Dini Hayat
Budizm ağırlığını hissettirmeye başlamış Brahmanizm daha ziyade kırsal bölgelere
çekilmiştir. M.Ö. 600-850 yılları arasında ise Brahmanizm’in değiştirilmiş şekli olan
Hinduizm resmi din olarak kabul edilmiştir. Jainizm ve Sihizm de Hindistan kökenli
dinlerdir. Yine diğer medeniyetlerde olduğu gibi Zerdüştlük, Yahudilik, Hıristiyanlık
gibi bölgeye intikal eden diğer dinlere mensup tebaa ile de karşılaşmak
mümkündür. Bölgenin en yaygın dini olan Hinduizm hiçbir ayrıma gitmeden çeşitli
ibadet ve inanç sistemlerini de bünyesinde topladığından yaygın bir kabul
görmüştür.
Türkistan/Orta Asya
Türkler’in eski tarihlerine ilişkin bilgilere Çin vakayinamelerinden (kronolojik
cetvel) ve arkeolojik kazılardan ulaşılmaktadır. Tarihi geçmişlerinin M.Ö. 9000
yılına kadar ulaştığı bilinmekle beraber bazı tarihçilere göre Türk tarihinin
başlangıcı ilk defa aslı Türük olan Türk isminin kullanıldığı M.S. 545 yılına
dayandırılmaktadır. Bazı topluluklar Türklerin yaşadıkları bölgeleri Turan olarak da
isimlendirmişlerdir. Türkler, Tanrı Dağları ile Altay Dağları arasında kalan Orta Asya
diye tanınan bölgede yaşamaktaydı. Hayvancılıkla uğraşan göçebe bir topluluk olan
Türkler, sahip oldukları atlı birliklerle komşuları Çin üzerine akınlar düzenlemişler
ve bu bölgede hâkimiyet kurmuşlardır.
Türk Savaşçılar
Türklerin ilk kurdukları devlet Hun İmparatorluğudur (M.Ö. 220). Bugünkü
Moğolistan bölgesine hâkim olan Hunlar, yaptıkları saldırılarla Çinlileri, Çin Seddi
olarak ün yapan muhkem surları yapmaya mecbur bırakmıştır. İlk Hun hükümdarı
Türk birliğini gerçekleştiren Teoman Yabgu’dur. Oğlu Metehan döneminde ise
Hunlar en parlak dönemini yaşamış, imparatorluğun sınırları Japon Denizi’nden
Hazar Denizi’ne kadar uzanmıştır. Mete Han’dan sonra gerilemeye başlayan devlet
önce ikiye ayrılmış ve M.S. II. yüzyılda yıkılmıştır. Devletin parçalanması ve yaşam
koşullarının zorlaşması nedeniyle, tarihte “Kavimler Göçü” olarak bilinen büyük göç
Avrupa içlerine kadar uzanmıştır. Batı Roma imparatorluğu Hunlarla anlaşmak
zorunda kalmıştır. Doğuda ise Anadolu içlerine kadar ilerleme sağlamış ve Bizans
İmparatorluğu, Türklere vergi öder duruma gelmiştir. Hunluları Orta Asya’da
mağlup eden Tabgaçlar kendi kültürlerini koruyamayıp Çinlilerin arasında eriyip
gitmişlerdir. M.S. 552-745 yılları arasında varlığını sürdüren, Türk ismiyle anılan ve
bir süre sonra doğu ve batı olmak üzere iki kısma ayrılan Göktürkler döneminde
İslam dini bireysel olarak Türkler arasında yayılmaya başlamıştır. Göktürk
devletinin yıkılması sonucu Uygurlar ve Karluklar bölgeye hâkim olmuşlar ve doğal
olarak da bölgede fetih gerçekleştiren Müslüman Araplarla karşı karşıya
gelmişlerdir. 751 yılında Araplarla ittifak kurarak Çinlilere karşı düzenlenen savaşta
Çinliler mağlup edilmiş, bu da Türkler’in İslamlaşma sürecini hızlandırmıştır.
Türkler’in din olarak tek tanrılı ya da çok tanrılı bir dine sahip olduklarına
dair farklı görüşler mevcuttur. Türkler yaşam koşulları gereği basit bir dini inanışa
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi
9
Eski Dünyada ve Cahiliyeye Kadar Arabistan’da Siyaset ve Dini Hayat
sahipti. Dolayısıyla yerleşik hayatı benimseyen toplumlara göre hızlı din
değiştirmişlerdir. Birçok tarih kaynağında Türkler’in Şaman oldukları ifade edilir.
Türkler, Şaman yerine “tabiatüstü varlıklarla irtibata geçen insan” anlamında Kam
ifadesini de kullanmaktadırlar.
Türkler “Tengri” denen bir yaratıcıya inanıyorlardı. Her şeyi o yaratmış olup
göğün dokuzuncu katında oturmaktaydı. Tabiat kuvvetlerinin ruhu olduklarına
inanır, gökyüzüne ve güneşe saygı duyarlardı. Göktürkler zamanında Teoculuk ve
Budizm yayılma eğilimi göstermiştir. Uygurlar, Mani dinini kabul etmiş, bir kısmı ise
Budist olmuşlardır. Avrupa’ya göçen Türkler ise Yahudi ve Hıristiyanlığı kabul
etmişlerdir.
Roma-Bizans İmparatorluğu
Roma İmparatorluğunun
hâkim olduğu toprak
parçasını gösteren bir
harita.
Roma imparatorluğu, ismini İtalya’nın başkenti Roma’dan almakla birlikte
aslında bu şehrin veya civar vilayetlerin ahalisinden müteşekkil olmayıp bütün
İtalya ve Akdeniz topluluklarının ortak ismi olarak kullanılmıştır. Mezopotamya
uygarlıklarının en parlak dönemlerinde (M.Ö. VIII. yy) Roma’nın varlığı bile
bilinmemekteydi. Zira bu şehir, köylüler ve çobanlar tarafından henüz kurulma
aşamasındaydı. Sayıları otuzu bulan çoban grupları hayvan yetiştirerek ve harp
ederek güvenli dağ yamaçlarında köy grupları hâlinde yaşamaktaydı. Bu yerler
kendilerine kabile kralları tarafından verilmişti. Aslında Roma’nın kuruluşuna ilişkin
kaynaklarda birçok efsaneye yer verilmiştir. Bu anlatılan efsanelerin tarih
sahnesinde yer almış diğer medeniyetlerin kuruluş efsaneleri ile benzerlik
göstermesi aslında imparatorluğu mitolojik temele dayandırma teşebbüsünün
insanlığın eski bir alışkanlığı olduğu kanaatini uyandırmaktadır.
Roma devlet olma hüviyetini M.Ö. IV. yüzyılın ikinci yarısından itibaren
göstermiştir. Yavaş yol kat eden, fakat azim ve kararlılıkla devam eden bu ilerleyiş
İtalya üzerinde ilk siyasi birliğin kurulmasını sağlamıştır. Devlet M.Ö. 200’de
Akdeniz’in batı kısmını, daha sonra doğusunu ele geçirerek imparatorluk hâline
gelmiştir. Roma, kuruluşundan altı asır sonra Atlantik’ten Fırat havzasına kadar
uzanan ve adından söz ettiren bir devlet olmuştur. Kuruluşu temel alınırsa on bir
asır devam edecek bir tarihi sürece imza atmıştır. Buna Roma imparatorluğunun
devamı olarak kabul edilen Bizans’ı da ilave ettiğimizde bir on asırlık dönemden
daha bahsetmek gerekecektir. Roma imparatorluğu bu uzunca hâkimiyetinden
daha çok bırakmış olduğu hukuk ve kültür mirası ile kendinden söz ettirmiştir. Şehir
devletinden cihan hâkimiyetine giden yolda etnisiteyi bir kenara atarak ülkü ve dil
birlikteliği oluşturmuştur. Bu yönüyle kültürel mirası üzerine kurulan batı
toplumuna bugün dahi esas kabul edilen hukuk nizamını bırakmıştır. Ayrıca Roma
birbirinden farklı doğu ve batı toplumlarını ilk defa tek bir toplum hâline getirme
yönünde önemli adımlar atmıştır. Kökenleri ve İtalya’ya gelişleri hakkında farklı
görüşler bulunmakla birlikte örf, adet, gelenek ve inançları irdelendiğinde
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi
10
Eski Dünyada ve Cahiliyeye Kadar Arabistan’da Siyaset ve Dini Hayat
Anadolu’dan göç etikleri kanaati kuvvetle muhtemel olan Etrüskler’in Roma
imparatorluğunun doğu ve batı arasındaki birliği sağlamada önemli bir kültürel alt
yapı oluşturdukları ihtimalini ciddiye almak gerekir.
Krallık dönemlerinde kralların görev süresi ölünceye kadar devam ederdi.
Ölüm sonrasında krallık babadan oğla geçmez, ölmeden kral yerine geçecek kişiyi
belirlerdi. Şayet tayini gerçekleştirmeden ölürse şehir meclisi konumundaki senato
tarafından kral tespit edilirdi. Roma nüfusu üç ayrı gruptan oluşmaktaydı.
Bunlardan ilki toplumun seçkinleri olan Gensler’di. Bu aristokrat grubun
hizmetinde bulunan ve onlara sürekli bağlılığını bildiren ikinci gruba Clientes, küçük
zanaatkâr ve çiftçilerden oluşan gruba ise Plebler denmekteydi. Halk devlet
yönetimine Comita’lar aracılığı ile iştirak ederdi. Comitalar’ın salahiyetleri siyasi
alanlardan öte sosyal içerikli idi.
Romalılar ilkel düzeyde çok tanrılı dinlere inanmaktaydı. Bir şahıs rahatlıkla
birden fazla dine girebilirdi. En büyük tanrıları kazandıkları zaferlerden sonra büyük
törenlerle önünde eğildikleri Mars isimli tanrı idi. Diğer tanrılardan bazıları Jüpiter,
Ianus, Saturnus, Quirunus, Juno, Minerva ve Vesta’dır. Bu tanrılardan bazıları
Greklerden alınmış ve zaman geçtikçe artış göstermiştir. Romalıya göre tanrı
görünmez bir kudrete sahip olup, onun bütün hayatını kuşatmaktaydı. O,
gerçekleştirdiği her işte kendisine karışan başka bir tanrının olduğunu düşünürdü.
Bu anlayış, onları olabildiğince dindarlaştırmıştı. Romalılar’ın Circus ve Saturnalia
adında iki dini bayramları mevcuttu. Özellikle cumhuriyet döneminde bu bayramlar
dini özelliklerini yitirmişlerdir. Falamines ve Augurlar adıyla devlet tarafından
atanan rahipler din işlerini yürütürlerdi.
İmparatorluk iç ve dış etkenler nedeniyle M.S. III. asırdan itibaren
zayıflamaya başlamış ve çöküş süreci içerisine girmiştir. Tahammül edilemez
Germen saldırıları başkent Roma’yı güvensiz hâle getirmiş ve yeni başkent
arayışlarına girilmiştir. İmparator Konstantinos bu gereklilik üzerine siyasi, askeri ve
coğrafi konumu itibariyle doğu ve batı arasında köprü olan İstanbul’u seçmiş,
inşasına M.S. 324 yılında başladığı yeni baş şehri 330 yılında muhteşem bir açılışla
Roma’ya kazandırmış ve ona nispetle Kostantinopolis olarak adlandırılmıştır. Artık
bu aşamadan sonra kökeni doğuya dayanan Hıristiyanlık devletin resmi dini hâline
gelmiştir. Yeni kurulan askeri sistem ve malî politikalardaki reformlar eski
Roma’dan Bizans’a geçisin habercisi idi. Doğu ve Batı Roma’yı bir arada tutan son
hükümdar Theodosios’dur. Onun zamanında Hıristiyanlık artık tam anlamıyla
resmiyet kazanmıştır. Ölümüyle Roma oğulları arasında doğu ve batı olmak üzere
iki kısma ayrılmış ve bir daha da hiç birleşememiştir.
Bizansın resmi dini hâlini alan Hıristiyanlık kendi içinde birliği sağlayamamış;
daha ilk İznik konsilinde (325) muhalif görüşlerle ortaya çıkan rahip Arius
reddedilmiştir. İstanbul’da toplanan ikinci konsilde ise aforoz edilerek imparatorluk
topraklarını terk etmek zorunda bırakılmıştır. Efes’teki üçüncü konsilde bu defa
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi
11
Eski Dünyada ve Cahiliyeye Kadar Arabistan’da Siyaset ve Dini Hayat
Nesturiliğin görüşleri reddedilerek tabileri Harran bölgesine göç etmek zorunda
kalmıştır.
476 yılında Germen saldırıları sonrasında Batı Roma yıkılmış, doğu ise
saldırılar ve mezhepsel çatışmalara rağmen yeni imparator Anastasios’un önlemleri
sayesinde kurtulmuştur.
I. Lustinianos döneminde imparatorluk yeniden
şahlanmış; batıda elden çıkan topraklar yeniden kazanılmıştır. VI. yüzyılın ikinci
yarısına kadar devam eden parlak dönem, İtalya’nın işgali, Avarlar’ın balkanlar
üzerine saldırıları, İran’ın batıya doğru genişleme politikaları ile son bulmaya
başladı. İslam fetihlerinin başladığı dönemlerde Bizans İmparatorluğu’nu yeniden
toparlamaya başlayan Herakleios devletin başındaydı. Anadolu’da gerçekleştirmiş
olduğu askeri reformlar ve devleti yeniden canlandırma çabaları olumlu sonuçlar
vermiş; İran’ı Anadolu’dan püskürtmüş, Suriye, Filistin ve Mısır’ı geri almıştır.
Herakleios İran’a karşı göstermiş olduğu başarıyı bir zamanlar ciddiye dahi
almadıkları çölün derinliklerinden kopup gelen Müslüman Araplara karşı
tekrarlayamamış, üst üste aldığı mağlubiyetler sonucu Doğu Akdeniz, Cezire ve
Kuzey Afrika’dan çekilmek zorunda kalmıştır. Asırlar boyunca devam eden bu
mücadele İstanbul’un fethi ile birlikte son bulmuştur.
CAHİLİYEYE KADAR ARABİSTAN’DA SİYASET VE DİNÎ HAYAT
İslam tarihi kaynaklarında “cahiliye dönemi” olarak isimlendirilen zaman
diliminin başlangıç ve bitişine ilişkin birçok farklı görüşler ortaya atılmıştır. Ahzab
Suresi 33. Âyet-i kerime’de geçen “ilk cahiliye” tanımlamasından yola çıkarak
cahiliye dönemini ilk ve ikinci olmak üzere iki kısma ayıranlar dahi olmuştur. Ancak
cahiliye dönemi denildiğinde şöhrete kavuşmuş hâliyle daha ziyade peygamberlik
öncesi Arapların putperestlik dönemi akla gelmektedir. Dolayısıyla ‘Cahiliyeye
Kadar Arabistan’da Siyaset ve Dini Hayat ’ başlığı altında Miladi, V. yüzyıla kadar
Arabistan yarımadasının dini ve siyasi tarihi incelenecektir.
Arabistan’ın yerli halkı olan Araplar Sami ırka mensup olup dilleri Sami
dillerin en zengini olan Arapçadır. Arap kelimesinin kökeni ve ilk kullanıldığı dönem
hakkında tarihçiler arasında ortak bir görüş mevcut değildir. Bir kısmı tarafından ilk
defa Arap kelimesinin Fırat’ın batısındaki toplumlar için kullanıldığı ifade edilirken,
diğer bir kısmı göçebe toplumları ifade etmek için “çöl insanı” anlamında İbranice
dilinde kullanılan arabha veya erebhe kelimesinden türediğini iddia etmişlerdir.
Arapların tarihteki yaşam biçimleri göz önüne alındığında ikinci görüşün daha
isabetli olduğu söylenebilir.
Arap Yarımadasının eski
tarihini gösteren harita
Her ne kadar bazı görüş ayrılıkları olmuş olsa da Arapların anayurtlarının
Arabistan olduğu hususu genel bir kabul hâline gelmiştir. Arap yurdunun orijinal
kullanımı “Şibhu Cezireti’l-Arab”dır. Arap yarımadası anlamında bu isim
kullanılırken zamanla Ceziretü’l-Arab/Arap Adası veya Cezire/Ada olarak da
adlandırılmıştır. Ülkenin yarımada olmasına rağmen ada olarak isimlendirilmesini
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi
12
Eski Dünyada ve Cahiliyeye Kadar Arabistan’da Siyaset ve Dini Hayat
bazı tarihçiler kuzey sınır hattının çöllerle çevrili olmasına bağlamaktadırlar. Hz.
Peygamber’in bu topraklarda dünyaya gözünü açmış olması ve burada vefat
etmesi, İslam dininin buradan yayılmış olması, yine Kâbe gibi önemli bir merkezin
burada bulunması nedeniyle büyük bir şöhrete kavuşan yarımadanın aslında eski
tarihi hakkında, kesin verilere dayalı sonuçlara ulaşma imkânı yok denecek kadar
azdır. Üç milyon metrekareyi aşan geniş bir toprak parçasına sahip olan yarımada,
geniş bir dikdörtgeni andırmaktadır. Yarımadanın doğusunda, Uman ve Basra
körfezi, güneyde, Hint okyanusu, batıda, Kızıldeniz, kuzeyde ‘Münbit Hilal’ olarak
adlandırılan Mezopotamya/Irak, Suriye ve Filistin bulunmaktadır. Kara parçasıyla
çevrili olan ülkenin Kuzey sınırının nereye kadar dayandığı hususu tartışmalı olduğu
için kaynaklarda yarımadanın yüzölçümüne dair farklı rakamlar verilmiştir. Asya,
Avrupa ve Afrika kıtalarının birleşme noktası olan Arabistan, Yemen bölgesi dışında
tarıma elverişsiz olup daha ziyade çöllerle kaplıdır. Bu çöllerden Kuzeydeki Nüfûd,
ve güneydeki Rub’u’l-hâli (Ahkâf olarak da isimlendirilen bölge “boş çeyrek”
anlamındır), ülke yüzölçümünün büyük bir kısmını içermektedir. Güney sahil şeridi
volkanik dağlardan ve derin vadilerden oluşmaktadır. Batı kısmında Kızıldeniz sahili
boyunca uzanan şeridi (Tihâme), zaman zaman yüksekliği 3000 metreyi aşan
yüksek dağlarla iç kesimlerden ayrılmaktadır. Arabistan’ın üçüncü bölümü ise
merkezinde Necid adı verilen bir platodan oluşmaktadır.
Bu coğrafi malumatlar, ortaçağ insanlık tarihine damgasını vuracak olan
Arapların nasıl izole bir topluluk olduğunun ve bölgenin jeopolitik konumunun
anlaşılması açısından önemlidir. Ayrıca bölgelerarası nüfus kaymaları, yarımadanın
eski demografik yapısının tespitine yönelik rivayetlerin tetkiki için de fiziki haritanın
zihinlerde canlandırılması gerekmektedir. Yazılı tarihin bize sunmuş olduğu verilere
dayalı olarak bugün olduğu gibi geçmişte de, Arap yarımadasının belirli bölgeleri
dışında çoğunlukla kurak, tarıma elverişsiz, nüfus yoğunluğu az olan bir yapıda
olduğu belirtilmektedir. Caitani, P. K. Hitti başta olmak üzere bazı araştırmacılar
Arabistan yarımadasının eski tarihine dair nazariyeler ortaya atmışlardır. Bu görüşe
göre ‘Sami ırkın ana yurdu Arabistan’dır. Aslında bu coğrafya, tarihin eski
devirlerinde Anadolu’da olduğu gibi buzullarla kaplı olmayıp, ılıman iklime sahip,
sürekli yağış alan verimli arazilerden oluşmaktaydı. Eski Mezopotamya
uygarlıklarına mensup Babilliler Asurlular, Fenikeliler, İbranilerin anayurdu burası
olup, aşırı kuraklık ve buna bağlı olarak bölgenin çölleşmesi ile halk
Mezopotamya’ya göçmüştür.’ Henüz bu görüşü mutlak anlamda doğrulayacak
tarihi malumatlara ulaşılamamıştır.
Göç nazariyesini ortaya atanların en temel dayanağı, bölgedeki kadim
medeniyetlerin kullanmış oldukları diller arasındaki benzeşmedir. Çivi yazısının
deşifre edilmesinden sonra eski Mezopotamya uygarlıklarının kullanmış olduğu
diller ile Arapça arasındaki benzerlik, bu dillerin aynı temele dayandığı, dolayısıyla
bu toplulukların da aynı kökten geldiği görüşünün yaygınlaşmasına neden
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi
13
Eski Dünyada ve Cahiliyeye Kadar Arabistan’da Siyaset ve Dini Hayat
olmuştur. Örneğin fiil kökleri, bu dillerin hepsinde sülasi, yani üç harflidir. Geçmiş
(mazi) ve şimdiki zaman (muzari) fiil çekimleri aynıdır. Bazı isimler ve şahıs
zamirleri yakın benzerlik göstermektedir. Her şeye rağmen bu görüşler detaylı ve
uzun soluklu arkeolojik çalışmalarla desteklenmediği sürece, kesin bir yargıda
bulunmamıza imkan olmeyacaktır. Zira Sami ırkın aslında anayurdunun Güney
Mezopotamya olduğu, oradan dağıldığı veya Afrika ve Anadolu’dan Arap
yarımadasına geldikleri gibi farklı görüşleri benimseyenler de olmuştur.
Coğrafi bölge olarak üç ayrı kısımda ele aldığımız Arap yarımadası siyasi tarih
açısından da Kuzey, Güney ve Hicaz (Orta Arabistan) olmak üzere üç ayrı
kategoride değerlendirilecektir. Mekke, Medine ve Taif gibi orta Arabistan
bölgesinde yaşayanlar, Kuzey Arapları olarak tanımlanmakla birlikte, siyasi ve
kültürel olarak daha kuzey bölgedeki Araplardan farklıdır. Bu ayrışma her üç
toplumun dil ve kültürel farklılığına dayanmaktadır. Daha ziyade kutsal kitaplarda
bahsi geçen Hz. Nuh’un oğlu Sam’ın soyundan gelenlerin, bölgeye iki ayrı koldan
yayılması sonucu kuzey ve güney Arapları’nın teşekkül ettiği görüşü, soy bilimciler
(Etnologlar) tarafından henüz doğrulanamadığı için inanç boyutuyla sınırlı kalmıştır.
Yine özellikle Kur’an-ı Kerim’de bahsi geçen Ad ve Semud gibi topluluklar için Arabı Bâide (helak olan Araplar), günümüzde varlığını sürdüren Araplar için ise, Arab-ı
Bakiye tanımlamasında bulunan tarihçiler, Arap tarihini iki ayrı kısma ayırmışlardır.
İkincisi yaygın ve çok kabul gören bir tasnif değildir. Literatürde Arap tarihi daha
ziyade Güney, Kuzey, Orta (Hicaz) olmak üzere üç kısımda incelenmiştir.
Güney Arabistan/Yemeniler/ Kahtaniler
Güney Arabistan, dar bir şekilde uzanan Kızıldeniz sahil şeridinin Hint
okyanusuyla buluştuğu, bereket anlamındaki “yümn” kelimesinden türemiş Yemen
olarak isimlendirilen bölgedir. Güney Arabistan denildiğinde her ne kadar ilk akla
gelen Yemen bölgesi olsa da, tarihçiler tarafından farklı bölümlere ayrılmıştır.
Örneğin, coğrafyacıların bölgenin taksimatına ilişkin görüşlerini değerlendirenler,
Necran, Yemen, Hadramevt ve Uman olmak üzere Güney Arabistan’ı dört ayrı
bölgeye ayırmıştır. Verimli arazilere sahip, ayrıca iç bölgelerden gelen deve
kervanları ile deniz filolarının kesişme noktası olan güney Arabistan, değerli ticaret
ürünlerinin sergilendiği fuar alanını andırmaktadır. İhtiyaç fazlası mal toplumun
zenginleşmesine, buna paralel olarak sosyal tabaka içerisinde sınıfsal farklılıkların
ortaya çıkmasına neden olmuştur. Ayrıca bölgenin ticari bir kavşak noktası olması,
karma toplumların oluşmasını da zorunlu hâle getirmiştir. Suriyelinin,
Hindistanlının, Habeşistanlının gelip Yemen’de bir Arap’la evlenmesi veya ticaret
amaçlı farklı bölgelere giden Arap tüccarların o bölge halkları ile izdivacı, bölgeyi
çeşitli din ve ırkların bir arada yaşadığı panayır hâline getirmiştir. Bütün bu
ekonomik ve sosyal farklılaşmalar bölgeyi Arap yarımadasının diğer kısımlarından
farklı bir konuma yükseltmiştir. Sermayeye dayalı güç, siyasi olarak da kendini
göstermiş; aristokrat sınıf, yönetimi eline almış ve güçlü kraliyetler oluşturmuştur.
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi
14
Eski Dünyada ve Cahiliyeye Kadar Arabistan’da Siyaset ve Dini Hayat
Bunlardan bir kısmı yıkılmış ve beylikler oluşarak çözülme yaşanmış, ancak bir süre
sonra ortaya çıkan güçlü şahsiyetler yeniden birliği sağlamayı başarmıştır.
Güney Arabistan hareketli bir bölge olmasına rağmen ilk devirlere ilişkin
bilgiler oldukça sınırlıdır. Bölgede kısmi kalıntıları bulunan ilk devletin Maan veya
Mainliler tarafından kurulduğu ifade edilmektedir. M.Ö. 1200’lü yıllarda ortaya
çıktığı anlaşılan bu devlet, bölgenin ürünleri ile uzak doğu, kuzey Afrika ve
Ortadoğu mallarının ticaretle değişimini sağlayan önemli bir işlev üstlenmekteydi.
Elde etmiş olduğu gelirlerle zenginleşen Mainliler M.Ö. 750-650 yılları arasında
tarih sahnesinden çekilmiştir. Mainlilerin muasırı olan Kataban ve Hadramevt
devletleri hakkında ise yine detaylı bir bilgi mevcut değildir. Başkentleri Şebve olan
Hadramevt devleti, M.Ö. V. Asırda kurulmuş ve miladi ilk asrın sonlarına kadar
hüküm sürmüştür. Yıkılıncaya kadar Sebe Devleti hâkimiyetine girmişlerdir. Güney
Arabistan’da kurulan ve diğer iki devlete nazaran daha ön plana çıkan
Sebe/Saba/Seba ile Himyeri Devletleridir.
Sebe Devleti
Sebe Devleti, Güney Arabistan’da kurulan en eski krallıklardandır. İlk kuruluş
sürecine ilişkin fazla bir tarihi bilgi yoktur. Sebe devleti, Tevrat’ta ve Kur’an’ı
Kerim’de (Neml/27: 24-44) bahsi geçen Sebe kraliçesi Belkıs ve Hz. Süleyman
arasındaki olayla şöhrete kavuşmuştur. Sebe Devleti, Mainlileri ortadan
kaldırdıktan sonra güçlenmiş, başkent olarak Ma’rib şehrini seçmişlerdir. Sebe
Devletini tarihte ön plana çıkartan diğer bir husus da, ziraat alanında yapmış
oldukları reformlardır. Ticaret yanında zirai alanda da verimliliği artırmak için
birçok baraj inşa etmişlerdir. Bunların en önemlisi Kur’an da bahsi geçen (Sebe/34:
15-19) Ma’rib Seddi’dir. Kur’an’da bir sureye de ismini veren Sebeliler, yağışlı
mevsimlerde yağan yağmur sularının boşa gitmemesi ve bu suların arazilere
kanalize edilmesi için vadilerin dar bölgelerini, geliştirdikleri inşaat teknikleri ile
tutmuşlar ve başta Ma’rib olmak üzere önemli barajlar inşa etmişlerdi. Bu setler
hem sel baskınlarına mani oluyor, hem de arazileri sulayarak yılda iki defa ürün
alınmasını sağlıyordu. Aslında Sebe devletinin refah düzeyini zirveye çıkaran bu
atılım, diğer tali faktörlerle beraber devletin yıkılmasına ve halkın büyük
çoğunluğunun kuzeye göçmesine de yol açmıştır.
Me’rib Barajı kalıntıları
Afrika ve Akdeniz ülkeleri başta olmak üzere geniş bir bölgenin ticari
koordinasyonunu sağlayan Sebe Krallığı, milattan önceki tarihlerde özellikle
Afrika’da sömürgeciliği yaygınlaştırmıştır. Hz. Peygamber döneminde önemli bir rol
üstlenecek olan Habeş krallığının kuruluşu da bu saikle gerçekleşmiştir. Devlet
M.Ö. V. yüzyılda en ihtişamlı dönemini yaşamıştır. Bir taraftan Mısırlılar’ın
Kızıldeniz üzerindeki hedeflerini büyütmeleri ve Güney Arabistan kıyılarına keşif ve
ticari amaçlı seferler düzenlemeleri, diğer taraftan devletin ekonomik anlamda
güçlenmesinde en önemli rolü oynayan barajların bakımsızlık nedeni ile yılmaya
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi
15
Eski Dünyada ve Cahiliyeye Kadar Arabistan’da Siyaset ve Dini Hayat
yüz tutması, devletin zayıflamasına ve çökmesine neden olmuştur. Sebe Suresinde
belirtildiğine göre devletin çöküşü yine birçok kavim örneğinde olduğu gibi ilahi
cezalandırmayla gerçekleşmiştir. Elbette ki bu ceza doğrudan bir müdahâle ile değil
herhangi bir doğa olayına bağlı olarak vuku bulmuştur. “Seylü’l-Arim=Arim Seli”
olarak isimlendirilen felaket sonrasında, barajların patladığı, bağ ve bahçelerin
sular altında kaldığı anlaşılmaktadır. Halk yaşanamaz hâle gelen bölgeyi terk
ederek daha korunaklı Kuzey Arabistan’a göçmüş ve böylece M.Ö. 115 yılında Sebe
Devleti yıkılmıştır. Tarihçiler Ma’rib seddinin yıkılışının M.S. Himyeriler döneminde
gerçekleştiğini ifade etmektedirler.
Himyerî Devleti
Kahtanî Arapları’na mensup olan Himyerîler ismini ataları Himyer b.
Yeşcub’dan almaktadır. Anayurtları Güney Arabistan’ın yüksek stepleri olan
Himyeriler, zamanla Cened şehrini merkez seçmişlerdir. Sebe devletinin yukarıda
saydığımız nedenlerle zayıflamasıyla birlikte Himyerî kabileleri Yemen’i
egemenlikleri altına almaya başlamışlardır. Yeniden barajları ıslah etmiş ve ticarete
canlılık kazandırmışlardır. Başkent olarak ise, daha sonraları Zafâr veya Kataban
olarak isimlendirilen Reydân’ı seçmişlerdir. Hâlen bu şehrin günümüzde harabeleri
mevcuttur. Savaşçı bir yapıya sahip olan Himyeriler, kısa sürede Güney Arabistan’ın
tamamını ele geçirdikleri gibi İranlılar’la mücadele edecek hâle gelmişler ve
Arabistan’ın en güçlü devleti olmuşlardır.
Kuruluş tarihi olan M.Ö. 115 yılından M.S. IV. yüzyıla kadar olan süreç,
Himyerler’in birinci hâkimiyet dönemidir. Bu dönemde feodal bir yapı göze
çarpmaktadır. Geniş yetikleri elinde bulunduran hükümdar, mülkün sahibidir.
Kendi üstünlüğünü sembolize eden altın, gümüş ve bakır paralar bastırmıştır. Ne
ilginçtir ki, elde edilen bu madeni paralardaki figürler Bizans ve Sâsânî etkisini
yansıtmaktadır. Himyeri devletinin birinci döneminde ekonomik anlamda sıçrama
yapması ve Büyük İskender’in Dicle-Fırat havzasındaki ticaret güzergâhlarını tehdit
altında tutması, güney deniz yolunu canlandırmış; Himyerî devleti, bundan büyük
kâr sağlamıştır. Ticaretin yoğunlaşması nedeniyle baharat üretimi yapmayan
Yemen, baharat ülkesi olarak tanımlanır olmuştur. Ancak Mısır’ın güney denizlerde
hâkimiyet kurması ve daha sonra Mısır’ı ele geçiren Romalılar’ın aynı siyaseti
devam ettirmesi Himyerî devletinin ticari anlamda sonu olmuş, siyaseten
zayıflamışlardır.
Ebrehe’nin yaptırdığı
Kulleys kilisesi
M.S. IV. ve V. asırlar arasında Himyeri Devleti ‘Tebabia’ olarak da
isimlendirilen ikinci dönemini yaşamıştır. “Tubba” hükümdarlık ünvanı olarak
kullanılmıştır. Ancak sadece Hadramevt bölgesini ele geçirenler için bu unvan
kullanılmıştır. İkinci dönemde Himyeriler, yabancı din ve milletlerin baskısı altına
girmişledir. Yemen, Roma ve Sâsânîler’in rekabet alanı hâline gelmiştir. Bu rekabet
ortamında Doğu Romanın önemli merkezlerinden biri olan Suriye topraklarından
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi
16
Eski Dünyada ve Cahiliyeye Kadar Arabistan’da Siyaset ve Dini Hayat
buralara gelen Hıristiyan misyonerler, bölgede faaliyet yürütmeye başlamışlar ve
etkinliklerini artırmışlardır. M.S. 500’lü yıllarda Necran bölgesinde Hıristiyanlık
toplu olarak kabul edilmeye başlamış ve kiliseler inşa edilmiştir. Bizans ve yine
Hıristiyan olan Habeşliler’in baskısı, Himyeri hükümdarları tarafından tepkiyle
karşılanmış ve onları Yahudiliği kabule itmiştir. M.S. 70’li yıllarda bölgede yayılma
sürecine giren Yahudilik, son Tebabia kralı Zûnuvâs tarafından kabul edilerek
devletin resmi dini hâline getirilmiş ve halk da bu dini kabule zorlanmıştır.
Hıristiyanları, Habeş yandaşı olarak gören kral onları hainlikle suçlayarak ateş
çukurlarına atıp yaktırmıştır. Kur’an’da ‘Ashâbu’l-Uhdûd’ (Burûc/85: 4-7) olarak
isimlendirilenlerin, Zûnuvâs tarafından ateş çukuruna atılanlar olduğu
düşünülmektedir. Bazı araştırmacılar ise bu olayın, Zûnuvasla alakalı olmadığını,
putperest bir kralın işi olduğunu ifade etmektedirler. Bu katliamdan canını kurtaran
bir kişi, olanları Bizans kralı I. Justinianos’a aktarmış, kral derhal Habeşistan
hükümdarı Necaşi’ye (Kaleb Ela Esbaha) mektup göndererek Yemen’e müdahale
etmesini istemiştir. Büyük bir ordu ile Yemen’e geçen Necaşi, Zûnuvas’ı mağlup
etmiş (523) ve böylelikle Himyeri Devleti yıkılarak ülke Habeşistan’ın hâkimiyetine
girmiştir.
Himyeri Devleti üzerine büyük bir orduyla gelip onları mağlup eden
başkomutan Habeşli Aryat’la, yardımcısı Ebrehe arasında anlaşmazlık çıkmış ve
Ebrehe hile ile Aryat’ı öldürerek iktidarı ele geçirmiştir. Hz. Peygamber’in dedesi
Abdulamuttalib’in Mekke lideri olduğu dönemde Yemen’in hâkimi Ebrehe idi. Hz.
Peygamber’in doğum yılında (570) gerçekleşen Fil Vak’ası, Ebrehe öncülüğünde
gerçekleşmiştir. Sana şehrinde Kulleys olarak isimlendirilen tapınağı inşa eden
Ebrehe, Kâbe’nin itibarını aşağı çekmek istemekteydi. Bunu başaramayacağını
anladığında fillerle donattığı ordusuyla Kâbe’ye saldırmış, fakat sonu bilindiği gibi
hüsran olmuştur.
Habeşliler’in idaredeki zafiyetleri ve halka karşı katı tutumları Himyeri
sülalesini yeniden harekete geçirmiş, Bizans’a karşı İran desteğini arkalarına alarak
iktidarı ele geçirmişlerdir. Hükümdar olan Seyf’i tebrik amacıyla Mekke lideri
Abdulamuttalib öncülüğünde bir grubun Yemen’e kadar geldiği tarih kaynaklarında
yer almaktadır. Bölgede sürekli emelleri olan İran, Yemen’e kendi desteği ile kral
tayin ettiği Seyf b. Zîyezen’in ölmesiyle birlikte yeniden bölgeye çıkarma yapmış ve
İslam fetihlerine kadar (629) Yemen İran’ın hâkimiyeti altında kalmıştır. Son İran
valisi Bazan ise İslam’ı kabul etmiş ve Müslümanların valisi olarak görevine devam
etmiştir.
Ziraat ve ticarette Arap yarımadasının en gelişmiş bölgesi olan Güney
Arabistan’da kurulan devletler, yarımadanın iç bölgelerinden siyasi, sosyal ve
kültürel açıdan çok farklı özelliklere sahiptir. Bölgenin İran, Bizans, Habeşistan,
Hindistan gibi muasırı olan devletlerle ticari bağları olduğu gibi, siyasi açıdan da
sürekli bir rekabet süreci yaşanmıştır. Habeşlilerden ve Sâsânîlerden binlerce asker
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi
17
Eski Dünyada ve Cahiliyeye Kadar Arabistan’da Siyaset ve Dini Hayat
Yemenli kızlarla evlenmiş ve bunun sonucu olarak farklı bir sınıf ortaya çıkmıştır.
Ticaret güzergâhlarındaki farklılaşma ve verimlilik ile zirai gelişmişlik düzeyleri,
devletlerin bekası için belirleyici olmuştur. Diğer bölgelerdeki Araplarla olan dil
farklılığı ve din farklılığı, daha ötesi yaşam farklılığı bölgenin jeopolitik konumuyla
ilgilidir. Yarımadanın bu bölümünde kutsal kitaplara konu olacak kadar tarihi
olayların yaşanmış olması, zaten Güney Arabistan’ın insanlık tarihi ve özellikle
İslam tarihi içerisindeki önemini ortaya koymaktadır. Din ilk çağlardan itibaren
bölgede belirleyici unsur olmuş, rekabetin merkezi hâline gelmiştir.
Arap yarımadasının, daha doğrusu bütün Sami ırk mensuplarının dini
inanışlarında benzerlik vardır. Güney, Kuzey ve Orta Arabistan inanç biçimleri,
ileriki sayfalarda değerlendirilecektir.
Kuzey Arabistan
Petra şehrinde tapınak
binası
Güneyle mukayese edildiğinde bu bölge tarihi hakkındaki bilgiler daha
sınırlıdır. Yeterli arkeolojik çalışmalar yapılmadığı için özellikle ilk çağlara ilişkin elde
edilen bilgilere kutsal kitaplardan, Asuri, İbrani, Sâsânî kaynaklarından
ulaşmaktayız. Zamanla Helen kültürünün Suriye üzerinden Arabistan’ın iç
bölgelerine intikali ile birlikte yeni devletlerin kurulması bölgeye canlılık
kazandırmıştır. Güneyden kuzeye uzanan deniz yollarındaki uluslararası ilişkilere
bağlı olarak ortaya çıkan güvenlik problemleri, orta Arabistan’dan Suriye’ye uzanan
kara yolunu canlandırmış çöllerin derinliklerinde yarı medeni topluluklar
oluşmuştur. Güneyde meydana gelen siyasi, sosyal ve ekonomik değişim halkı
kuzeye ve yarımadanın orta kısımlarına göçe zorlamış bu da bölgede yeni iskânları
beraberinde getirmiştir. Daha önce bahsettiğimiz göç nazariyesi kabul edilecek
olursa Arap yarımadasındaki iklimsel ve buna bağlı coğrafi farklılaşma nüfus yapısı
üzerinde gelgitlere sebep olmuştur. Komşu köklü medeniyetler, kültürlerinin
muhafazası açısından kuzeydeki Araplara olumsuz etkiler yapmıştır. Orta
Arabistan’da kurulan küçük çaplı devletler ise kendilerini her açıdan izole etmeyi
başarmışlardır. Ekonomik girdileri ağırlıklı olarak ticarete dayanan kuzey ülkeleri,
güneyde olduğu gibi salt askeri yapılanmalar üzerine tesis edilmemiştir. Kuzey
yerleşim bölgeleri güneye göre daha geniş, metrekareye düşen kişi sayısı ise daha
azdır. Düzensiz bir siyasi hayata sahip kuzey Arapları homojen hâle getiren unsur,
onların etnik kökenleridir. Bütün iç ve dış etkilere rağmen Arap olarak kalmayı
başarmışlardır. Çöl hayatını benimseyen göçebelerle sulak arazilerdeki yerleşik
halk, bir arada yaşama geleneğini asırlar boyunca devam ettirmişlerdir. Aslında
vahalarda şehirler oluşturan Araplar, geçmişin göçebe toplulukları idi. Münbit Hilal
olarak tanımlanan Suriye, Filistin, Irak topraklarına sınır bölgelerde ticaret
güzergâhları üzerinde kurulan Arap devletlerinin gelişim trendi doğrudan KuzeyGüney arasındaki ticaret potansiyelindeki değişime bağlı kalmıştır. Kuzey
Arabistanda kurulan devletlerin beklide en önemli ortak yanı tam bir bağımsızlık
zevkini hiçbir zaman tadamamış olmalarıdır. Daima etraftaki güçlü imparatorluklar
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi
18
Eski Dünyada ve Cahiliyeye Kadar Arabistan’da Siyaset ve Dini Hayat
siyasi ve ekonomik anlamda belirleyici olmuşlardır. Hireliler, Sâsânî; Nabatiler,
Helen ve Roma; Tedmürler, Sâsânî; Gassaniler, Bizans egemenliği altında
kalmışlardır.
Nabatîler
Akabe körfezinden Akdeniz’e kadar uzanan bir sahada hâkimiyetini sürdüren
Nabatîler, Kuzey Arabistan’da M.Ö. IV.yüzyılın sonlarında kurulduğu tahmin edilen
ilk önemli Arap devletidir. Kitabelere göre devletin ilk kralı Haris (Araethas) ve
başkenti de, bugün Ürdün sınırları içerisinde bulunan Petra (Arabia Patria) şehridir.
Tamamen taştan oyma olan bu şehir hâlen bütün ihtişamıyla ayakta durmaktadır.
Nabatilerin kökenine dair farklı görüşler ortaya atılmıştır. Bazıları onların Arap
bazıları ise, Aramî kökenli olduklarını ifade etmişlerdir. Ağırlıklı olan görüş,
Nabatiler acemlerle karışmış olsalar da aslen Arap oldukları yönündedir.
Nabatiler başlangıçta çöllerde hayvancılıkla uğraşan göçebe bir topluluktu.
Vurkaç taktikleri ile civar yerleşkelere saldırılar düzenlerler, kendilerine bir saldırı
olduğunda ise çöl içlerine saklanarak hasımlarına pusu kurarlardı. Çöl yaşamının
belirgin özelliği olan asi ruha sahip Nabatiler, Buhtunnasr tarafından Yahudiler
Babil’e zorunlu göçe zorlandığı dönemde onlarla birlikte göçebe yaşamı terk
ederek Petra şehri civarına yerleşip kayaları oymuşlar ve kendileri için güvenli bir
şehir inşa etmişlerdi. Muhteşem kale görüntüsü arz eden ve daracık bir geçitten
girişi olan şehirde sizi ilk karşılayan tapınak olacaktır. Bütün yapılar estetik ön
planda tutularak kayalar oyulmak suretiyle yapılmıştır. Saraylar, depolar, mahkeme
binaları, su kanalları, ziyaretçilerine M.Ö. kurulmuş bu krallığın nedenli siyasi ve
ekonomik güce sahip olduğunu anlatmaya yetecektir. Arap yazısının ilk basamağını
oluşturan Nabat yazısıyla bezenmiş kitabeleri, şehrin yüksek kesimlerinde görmek
mümkündür.
M.Ö. 312 yılında Büyük İskender’in Suriye valisi Nabatiler üzerine saldırıya
geçmiş ancak mağlup olmuştur. Nabatiler sonraki dönemlerde Roma ile işbirliği
içerine girmiş Arabistan’ın iç kısımlarına ortak seferler düzenlemişlerdir. III. Haris
döneminde Romalılar’la irtibat daha da güçlendirilmiştir. II. Ubeyde döneminde
Arabistan içlerine Romalılarla birlikte tekrar bir askeri müdahalede bulunulmuştur.
Nabatiler en parlak dönemlerini M.S. I. asırda IV. Haris döneminde yaşamıştır ki, bu
da onun Hz. İsa’nın muasırı olduğunu göstermektedir. Şam’ı kendilerine bağlayarak
vali atamışlar, söz konusu bu vali, öğretileri ile Hıristiyanlığın ikinci kurucusu sayılan
Aziz Pavlos’u yakalamaya çalışmış fakat başarılı olamamıştır.
Petra Şehrinin girişi
Petra merkezli Nabati devletinin hızlı yükselişinden tedirgin olan Roma,
siyasi ve ekonomik anlamda birtakım önlemlere başvurmuştur. Nabatilerin en
önemli geçim kaynağı olan doğu-batı arasındaki ticaret güzergâhını kuzeydeki
deniz yoluna kaydırarak onların zayıflamasına sebep olmuş, buna karşılık Tedmür
devletinin yıldızının parlamasına katkı sağlamıştır. Bununla da yetinmeyen Roma
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi
Petra şehrinden bir
görünüm
19
Eski Dünyada ve Cahiliyeye Kadar Arabistan’da Siyaset ve Dini Hayat
imparatoru Traianus saldırıya geçerek Petra şehrini ele geçirmiş ve M.S. 106 yılında
Nabati devletine son vermiştir. Yıkılışları sonrası daha önce hâkim oldukları
bölgelerde dağınık bir hâlde varlıklarını devam ettirmişledir. Tarihçi Belazurî,
Müslümanların Suriye topraklarına gerçekleştirdikleri fetihler esnasında Nabati
toplulukları ile karşılaşıldığından bahsetmektedir. Hatta Hz. Peygamber döneminde
Nabati tüccarlarının Medine ile ticari alışveriş içerisinde oldukları rivayetler
arasındadır. Nabatilerin orta Arabistan Arapları arasında iyi bir imaj bırakmadığını,
Arapların, aşağılamaya çalıştıkları kişiler için ‘Nabat’ ismini kullanmalarından
anlamaktayız. Hz. Ömer’in uzak bölgelere göndermiş olduğu askerlere ve
komutanlara söylemiş olduğu “Nabatlaşmayın” ifadesi, İslami dönemde Nabatların
Araplar arasında iyi tanınmadığının bir başka kanıtıdır.
Tedmür/Palmira
En eski Sami dilinde Tadmor olarak bilinen, Yunanlar’ın Palmira olarak
isimlendirdikleri Suriye’nin başkenti Şam’ın Kuzey doğusunda çöl içerisindeki bir
vahada kurulmuş olan şehrin tarihinin M.Ö. 1000’li yıllara dayandığı sanılmaktadır.
Bölge doğu ile Şam arasındaki ticaret güzergâhı üzerinde bulunmaktadır. Şehrin
çölle kaplı bir alanda kurulmasına rağmen ticari merkez hâlini alması, şöhretini gün
geçtikçe artırmıştır. Bölgenin önemli iki gücü Sâsânî ve Roma arasında dengeli
politika izlemeye çalışan Tedmür halkı bunun karşılığını görmüş, her iki devletin de
desteğini arkasına almıştır. Tedmür’ün yıldızı M.S. I. yüzyıldan itibaren parlamaya
başlamıştır. Romalılar’ın Hindistan’a kadar uzanan deniz ve kara yolundaki değişimi
Tedmür’ü güçlendirirken Nabatilerin zayıflamasına sebep olmuştur. Artık Romalılar
ticaret yollarını daha kuzeye yani Tedmür üzerine kaydırmış, bu da şehrin yakın
doğunun en zengin şehri olmasını sağlamıştır. Şehrin kalıntılarının ihtişamlı
görüntüsü tarihçileri de etkilemiş olacak ki, İbnü’l-Esir başta olmak üzere birçok
Arap tarihçi Hz. Süleyman’ın cinlere inşa ettirdiği şehrin burası olduğunu iddia
etmiştir.
Tedmür’ün M.S. I. asırda Roma himayesi altına girdiği ancak tam anlamıyla
bağımsızlığını kaybetmediği görülmektedir. M.S. 130-270 yılları arasında devlet en
parlak dönemlerini yaşamıştır. Roma ile gerçekleştirilen ittifak İran hükümdarı I.
Şapur’u kızdırmış, kendisine uzatılan barış elini kabul etmemiş ve Suriye
topraklarını ele geçirmeye başlamıştır. O zamanlar devletin başında bulunan
Uzayne (Odenathus) daha önce savaş alanlarında boy göstermemiş olan
ordularıyla saldırıları püskürtmüş, 295 yılında da Sâsânîleri ağır bir yenilgiye
uğratmıştır. Bu başarısının sonucu olarak Roma imparatoru tarafından kendisine
Doğu İmparatoru nişanesi verilmiştir. Bu başarı devletin şanını yüceltse de birkaç
yıl sonra Romalılar tarafından suikast sonucu öldürülmesine neden olmuştur.
Yerine güzelliği ile ünlü, Arap efsanelerine konu olan karısı Zeyneb (Zenobia-Zebba)
tahta geçmiştir. Zaferden zafere koşan doğunun imparatoriçesi Zeyneb, Mısır ve
Anadolu’nun büyük bir kısmını ele geçirmiş, Kadıköy önlerine kadar dayanmıştır.
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi
20
Eski Dünyada ve Cahiliyeye Kadar Arabistan’da Siyaset ve Dini Hayat
Bizans kralı Aurelian bu ilerleyişi durdurmak için bölgeye sefer düzenlemiştir. Hıms
şehri yakınlarındaki savaşı kazanarak Kraliçenin oturduğu Tedmür’e girmiştir.
Kraliçe şehri terk edip hecin devesi ile çölün derinliklerine doğru kaçtığı esnada
yakalanmış ve altın zincirlere vurularak Roma’ya götürülmüştür. Şehirde tekrar bir
ayaklanmanın baş gösterdiğini duyan Aurelian geri dönerek Tedmür’ü tahrip edip
harabe hâline getirmiştir. Böylelikle Tedmür devleti yıkılmış oldu. Şehir
Müslümanların fethine kadar Bizans’ın hâkimiyetinde kaldı.
Tedmür’de oluşan medeniyet Yunan, Suriye ve Fars medeniyetinin
karışımından teşekkül etmiştir. Batı Arami dilini kullanmalarına rağmen, sıkça
geçen Arapça kelimeler onların Arap ırkından olduklarının en önemli kanıtları
arasında sayılmıştır. Petra gibi Tedmür şehri de Kuzeydeki çöl Araplarının ulaştığı
medeniyet seviyesinin en önemli kanıtıdır. Ticari girdilerle refah düzeylerini artıran
bu devletlerin yıkılışı ticaret yollarının değişimi sonrası gerçekleşmiştir.
Gassaniler
Nabat ve Tedmür krallıklarının yıkılması sonrası Arap çölünün
derinliklerinden gelen saldırılar, hem Bizans hem de Sâsânîler’i sıkıntıya
sokmaktaydı. Yapılan hücumlar sonrasında elde ettikleri ile birlikte çöle çekilen
Arapları takip imkânı da yoktu. Bu gerekçeyle Bizans ve Sâsânîler tampon bölge
oluşturmak amacıyla sınır bölgelerinde Arap toplumlarından oluşan yarı bağımsız
devletler oluşturma çabasına girmişleridir. Bu devletlerin ortaya çıkışında Sâsânî ve
Bizans arasındaki rekabetin de payının olduğunu ifade etmek gerekir.
Güney Arabistan’da kurulan Sebe veya Himyeri devletlerinin inşa ettikleri
barajların yıkılması sonucu bölgenin sular altında kalmasıyla, halkı kuzeye göçmüş
ve bunlardan bir kısmı Suriye topraklarına yerleşmişti. M. III. yüzyılda Kahtanilerin
Kehlan koluna mensup Güney Arabistan kabilesi reisi Amr Müzeykıya’nın oğlu
Cefne önderliğinde Gassani devleti kurulmuştur. Kurucusuna nispetle bu devlete
Cefneoğulları adı da verilmiştir. Gassaniler, göç sonrasında bir süre Selihoğulları
kabilesinin himayesi altında kalmışlardır. Güçlenen Gassaniler, Selihoğullarını
bölgeden sürerek Şam ve Tedmür bölgelerinin hâkimi oldular. Roma, Gassanilerin
güçlendiğini gördüğünde bunu kabul etti ve Kralı onlardan seçti. Miladi V. asırda
tam olarak Bizans’a bağımlı hâle gelen devlet Arap saldırılarına karşı koyan tampon
ülke konumundaydı. Devlet II. Haris zamanında (529-569) en ihtişamlı dönemini
yaşadı. Haris, Bizans’a karşı yapmış olduğu hizmetlerden dolayı “en büyük
hükümdar/Patricius” unvanını almıştır. ‘Topal veya Aksak Haris’ olarak da tanınan
bu kral döneminde Bizans hiçbir savaşta mağlup olmamıştır. Soydaşları olan
Hireliler’e karşı birçok savaş kazanmasına rağmen 544 yılında Hire kralı III. Münzir
ile yaptığı savaşta oğlu esir alınmış ve Münzir tarafından en büyük put olan Uzza’ya
kurban edilmiştir. Aradan geçen on yıl sonunda gücünü toplayan Haris tekrar
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi
21
Eski Dünyada ve Cahiliyeye Kadar Arabistan’da Siyaset ve Dini Hayat
Lahmiler/Hireliler üzerine yürümüş ve Arapların “Halime Günü” olarak
isimlendirdikleri savaşta düşmanları ağır bir hezimete uğramıştır.
Elde etmiş olduğu başarıları taçlandıran olay ise 563 yılında Bizans
hükümdarı I. Jüstinye’nin, Haris’i başkent Kostantineye’ye çağırmasıdır. Burada
düzenlenen tören sonrasında Urfa başpiskoposluğuna getirilen Yakub el-Bardaî
Arapların başpiskoposu kabul edildi. Monofizit mezhebe mensup Urfa
başpiskoposluğu ile ona muhalif olan Bizans başkenti arasında uzlaştırıcı görevi II.
Haris üstlendi ve aranın yumuşamasına katkı sağladı. Haris’in bu diyalog ağırlıklı
politikası Hıristiyan olmayan diğer Arap kabilelerine karşı desteğinde de göze
çarpmaktadır.
Haris’in ölümü sonrası yerine oğlu Münzir geçmiştir. Aşırı Monofizit olması
nedeniyle Münzir’in Bizans’la arası açılmıştır. Aynı zamanda Hireliler saldırılarını
yoğunlaştırmış, ancak Gassani hükümdarı Münzir onları ağır bir yenilgiye
uğratmıştır. Bu başarı Bizans hükümdarının gözüne girmeye yetmemiş, tam tersine
kendisine suikast düzenlenmiş, Münzir bu suikasttan kurtulmayı başarmıştır. Bir
süre Bizans ile ilişkileri askıya alan Münzir, Bizans imparatorunun yakınlaşma
arzusu karşısında uzlaşma yoluna gitmiştir. Başkente çağrılan Münzir’e taç
giydirilmiş ve ‘Arapların Kralı’ namıyla anılır olmuştur. Dönüşte Hire başkentine
saldırmış ve şehri tahrip etmiştir. Bütün bunlara rağmen Bizans’ın Gassani içindeki
temsilcileri Münzir hakkında aleyhte propaganda yürütmüş ve o esir alınıp
Kostantiniye’ye götürülerek hapsedilmiştir. Tahta geçen Münzir’in oğlu Numan
babasının intikamını almak maksadıyla Anadolu içlerine seferler düzenlese de, o da
yakalanıp Bizans’a götürülmüştür. Numan sonrasında Gassani ülkesinde büyük bir
çalkantı başlamış her kabile kendi bağımsızlığını ilan etmiştir. Bu fırsatı iyi
değerlendiren Sâsânî hükümdarı Hüsrev Perviz Gassani hâkimiyetine son vermiştir.
Bizans’ta iktidara Herakleios’un geçmesi sonrası Sâsânîler’den kaybedilen
topraklar tekrar geri alınmıştır. Gasaniler Bizans’ın bölgedeki hâkimiyeti sağlaması
sonrası onlarla ittifakını sürdürmeye devam etmiştir. Söz konusu dönemde
Gasaniler’in başında Cebele b. Eyhem’in bulunduğu anlaşılmaktadır. Cebele
Yermuk savaşında 12.000 kişi ile Bizans ordusu içerisinde yer almış, savaş sonunda
cizye vermeyi kabul etmediği için kabile mensupları ile birlikte Bizans’a sığınmıştır.
Hz. Peygamber döneminde dağınık hâlde bulunan Gassaniler’e liderleri
vasıtasıyla İslam’a davet mektubu gönderildiği bilinmektedir. Gassaniler’in
kendilerine gelen elçileri öldürmeleri sonrası Müslümanlarla Gassani birlikleri Mute
savaşında karşı karşıya gelmiştir. Gassaniler’in Medine üzerindeki tehditleri son
bulmamış olacak ki, Hz. Peygamber Tebuk bölgesine büyük bir ordu gönderme
zarureti hissetmiştir. Gassaniler’in bölgedeki kalıntılarının İslami dönemde bazı
fetih hareketlerine iştirak ettikleri rivayet edilmektedir.
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi
22
Eski Dünyada ve Cahiliyeye Kadar Arabistan’da Siyaset ve Dini Hayat
Gassaniler’in bölgede ulaştıkları medeniyet seviyesi soydaşları olan diğer
Arap devletlerinden daha üst düzeyde idi. Suriye’de harabeleri bulunan çok
sayıdaki Gassani şehri ve kasabaları bunun kanıtıdır. Gassani saraylarında ağırlanan
ünlü şairler, edebiyatçılar, İslam öncesi dönemde Yunan ve Suriye kültürü yanında
Arap kültürünün de canlı tutulmaya çalışıldığını göstermektedir.
Hireliler/Lahmiler
Gasaniler gibi Hireliler de Güney Arabistan’dan göçen Araplardan
oluşmaktaydı. Kahtani soyundan gelen Lahm b. Adi b. Haris’e dayandırıldığı için
Lahmiler olarak isimlendirilmişlerdir. Lahmiler Başkentleri Hire olduğu için Hireliler,
kurucularına nispetle Amr b. Adioğulları, üç hükümdarlarının ismi Münzir olduğu
için Menâzire adlarıyla da anılmıştır. Hire devletinin kurulmasında İran’ın içerisinde
bulunduğu siyasi durumun önemli etkisi olmuştur. Büyük İskender’in İran’da
tohumlarını attığı eyalet sistemine bağlı yönetim biçimi milattan sonraki
dönemlere kadar devam etmiş, bu da güneyden göçen Arapların yarı bağımsız bir
devlet kurmalarını kolaylaştırmıştır. Gassaniler nasıl Bizans sınırında tampon görevi
yürütmekteydilerse, Hireliler de Sâsânîler için aynı görevi görmekteydiler. Fırat
nehri kenarında, Kufe’ye yakın bir bölgede tarihi kökenleri M.Ö. 600’lü yıllara kadar
götürülen Hire şehrinde kurulan Arap devletinin ilk hükümdarı Amr. b. Adî’dir.
Amr, İran’da Erdeşir b. Babek’in birliği sağlaması sonucu Sâsânî devletini kurdu
(230). Hire’ye bedevi ve Bizans tehlikesine karşı özel bir statü verdi.
Hireliler’in en meşhur hükümdarı ise İmruulkays’tır (288-328). Hıristiyan
olduğu için Bizans’la da iyi ilişkiler içerisinde bulunmuş, Suriye üzerine düzenlediği
sefer esnasında ölmüştür. Zamanla Hireliler Sâsânîler’in iç işlerine karışacak kadar
güç kazanmıştır. Örneğin, Numan el-A’ver başkent Medâin’i basarak hükümdar
değişikliği yapacak kadar ileri gitmiştir. III.Münzir VI. yüzyıl içerisinde hükümdar
olduğunda Bizans’la olan mücadeleler hız kazanmış ve Bizans mağlup edilerek barış
imzalamak zorunda kalmıştır. Münzir, Gassaniler’le girdiği savaşta öldürülmüş ve
yerine geçen oğlu Bizans-Sâsânî arasındaki barış gereği çatışmadan uzak
durmuştur. Hire’nin son hükümdarlarından biri olan III. Numan b. Münzir
döneminde Hire’de Arap hâkimiyeti pekişmiştir. Siyasi başarılar yanında devlet
kültür ve sanat alanında da zirve dönemlerinden birini yaşamıştır. Kızıyla evlenmek
isteyen Sâsânî kralına ret cevabı veren Münzir, kralın huzuruna çağrılmıştır.
Mecburen başkent Medâin’e giden Münzir yakalanarak hapsedilmiş ve daha sonra
öldürülmüş ve böylece Hire devleti yıkılmıştır.
Fırat kenarında bereketli topraklarda hâkimiyetini sürdüren Hireliler tarım,
hayvancılık ve ticaretle meşgul olmuşlardır. Düzenlenen panayırlar bölgeyi ticari
merkez hâline getirmiştir. Siyasi anlamda Bizans-Sâsânî ilişkisinde denge görevi
gören her iki Arap devleti, bölgenin İslamlaşma sürecinde Arap topluluklarının
adaptasyon sürecini hızlandırmış ve Hulefâ-yi Râşidîn dönemi ile birlikte iç siyaseti
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi
23
Eski Dünyada ve Cahiliyeye Kadar Arabistan’da Siyaset ve Dini Hayat
belirleyen kabile dengelerinde Kuzeyli-Güneyli çekişmelerinin merkezinde yer
almıştır.
Orta Arabistan (Hicaz)
Hicaz, incelediğimiz dönemde siyasi ve ekonomik gelişmişlik düzeyi açısından
Arap yarımadasının en geri bölgesi olmasına rağmen bu gün tarihi geçmişi
açısından en fazla dikkat çeken bir merkez olmuştur. Elbette İslam dininin
Mekke’den yayılmış olması bunun temel nedenidir. Güney ve kuzeyde kurulan;
şehirleri, büyük imparatorluklarla ittifakları, sermaye birikimleri ile ün yapmış Arap
devletlerinin aksine, orta Arabistan kurak, tarıma elverişsiz arazilerle kaplı halkın
daha ziyade göçebe yaşam tarzını benimsediği bir merkezdi. Bu durum dünya
imparatorluğu kuran ve Güney Arabistan bölgesine kadar inen Büyük İskender
dahil olmak üzere güçlü devletlerin dikkatinin bu bölgeye yönelmemesine neden
olmuştur. Önemli siyasi olayların yaşanmadığı, içe kapalı bir bölgenin geçmiş tarihi
hakkındaki bilgiler de elbette sınırlı olacaktır. Bununla birlikte İslam tarihi
kaynaklarında cahiliye dönemi adı altında teyide muhtaç birçok bilgi ile karşılaşmak
mümkündür. Bunun asıl nedeni insanlık tarihi açısından dönüm noktası olan Hz.
Peygamber’in burada doğması ve İslam’ın buradan yayılmaya başlamasıdır. Her
şeye rağmen yazıdan çok sözlü edebiyata önem veren çöl Arapları, bizlere tarihi
aydınlatacak vesikalar bırakmadığı ve İslam öncesi Hicaz bölgesi hakkında çok sınırlı
bilgilere sahip olunduğu bilinmelidir.
Bağımsızlığına düşkün insanların bir arada yaşadığı Hicaz; İran, Bizans,
Habeşistan gibi güçlü devletlerin boyunduruğu altına hiç girmemiş, kültürel
anlamda safiyetini korumuşlardır. Onların sahip oldukları en büyük zenginlik
merkezlerinde barındırmış oldukları kutsal Kâbe idi.
Orta Arabistan denildiğinde üç önemli şehir akla gelmektedir. Bunlar;
Mekke, Medine ve Taif’dir. Pek tabiidir ki, Mekke bunlar arasında tarihi açıdan ayrı
bir yere sahiptir. Aslında Hicaz denildiği zaman ilk akla gelen önce Mekke sonra
Medine’dir. Mekke, etrafı üç yüzü aşkın dağlarla çevrili, Kur’an’ın ifadesiyle ‘hiçbir
ziraatın yapılmadığı’ verimsiz arazilerle kaplı bölgedir. Şehre otuzdan fazla isim
atfedilmektedir. Bugün de yaygın olarak kullanılan ‘Mekke’, bunların en fazla
bilinenidir. Kur’an’da zikri geçen ‘Bekke’ kelimesinin aynı anlamda olduğu, dilcilerin
ağırlıkla kabul ettikleri bir görüştür.
Mekke tarihine ilişkin birçok farklı görüşler ortaya atılmıştır. Mekke şehrinin
Hz. İbrahim tarafından kurulduğunu iddia edenler olduğu gibi, çok daha önce Hz.
Hud ve Hz. Salih’in burada yaşadıkları, şehir tarihinin onlarla başladığı da ifade
edilmektedir. Hatta İslami inanışa göre Kâbe’nin ilk temelleri Hz. Adem tarafından
atılmış, tufandan sonra yıkılan binayı Hz. İbrahim ile oğlu İsmail yeniden yapmıştır.
Mekke’nin ilk sakinleri Hz. Nuh’tan itibaren burada yaşadıklarına inanılan
Amâlika’dır. Bunların Kuzeyden yani Mezopotamya bölgesinden geldikleri
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi
24
Eski Dünyada ve Cahiliyeye Kadar Arabistan’da Siyaset ve Dini Hayat
Mekke’nin tepeden
görünümü
belirtilmektedir. Kalablık bir kabile olan Amâlika bugün Kâbe’nin bulunduğu
bölgede değil, suyun daha bol olduğu civar bölgelerde yaşamaktaydı. Bir süre sonra
Cürhümlüler Mekke’ye hâkim olmuşlardır. Cürhümlüler’in gelişinden kısa bir süre
sonra (M.Ö. 2000) Hz. İbrahim’in eşi Hacer ve oğlu İsmail’i buraya yerleştirdiği
rivayet edilmektedir. Mekke yakınlarındaki Faran dağına bırakılan Hz. İsmail’in, bu
esnada bazılarına göre henüz bebek, diğer bazılarına göre ise 12-13 yaşında olduğu
iddia edilmiştir. Dikenlik ve çalılıklarla kaplı olan Harem bölgesinde suyun çıkması
sonucu Amalika ve Cürhümlüler bu bölgede toplanmışlardır. Şehirleşmenin
başladığı tarihten itibaren Cürhüm kabilesinden bir kızla evlenen Hz. İsmail’in soyu
Araplaşmaya (Arab-ı Mustaribe) başlamıştır. Güney Arabistan’dan bölgeye göçen
Cürhümlüler’in hâkimiyeti M. 200’lü yıllara kadar devam etmiştir. Yine Yemen’den
buraya gelen Huzâa kabilesi Cürhümlüleri Mekke’den çıkartarak şehre hâkim
olmuşlardır. Huzalılar’ın iktidarı 300 yıl kadar sürmüştür. Kureyş kabilesi bu
dönemde yavaş yavaş güçlenmeye başlamış, Hz. Peygamber’in dördüncü göbekten
dedesi Kusay b. Kilâb Mekke idaresini ele geçirmiştir (M. 440). Huzaalıları
Mekke’den sürgün eden Kusay’ın etkinliği daha da fazla artmış, itibar kazanmanın
en önemli aracı olan Kâbe görevlerini (Sifaret (Elçilik) - Hicabet (Perdedarlık) - Liva
(Sancaktarlık) - Sikâyet (Hacılara su dağıtımı) - Rifadet (yemek dağıtımı) - Nizaret
(malların kontrol görevi), Nedve (Meclis başkanlığı) uhdesine almış ve şehir
meclisinin toplandığı Daru’n-Nedve’yi yaptırmıştır. Kusay, Kinaneoğulları’ndan
olup, kökenleri ise Adnan’a ve ondan Hz. İsmail’e kadar uzanmaktaydı. M. 540
yılına gelindiğinde, Mekke hâkimi Kusay’ın torunlarından Abdulmuttalib idi. Zaten
popüler bir kişiliği olan Kureyş lideri Abdülmuttalib’in ününü bir kat daha artıran
olay, Ebrehe ile olan karşılaşması ve Ebrehe ordularının Kur’an’ın Fil Suresinde
aktarıldığı şekliyle ağır bir hezimete uğraması olmuştur. Bu olayın olduğu yıl, Arab
yarımadasının kaderini değiştirecek olan Resulullah’ın (s) doğum yılıdır. Bundan
sonra Mekke’de, daha ötesi Arabistan’da hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır.
Mekke’nin, Kur’an vahyin indiği şehir olması ve vahyin iniş merkezi olarak
buranın seçilmesinin tesadüflere bağlı olmayıp birçok gerekçesinin olduğu ifade
edilmektedir. Gerçekten Mekke’nin kuruluşundan itibaren tarihi süreci
incelendiğinde, dinî merkez olarak seçilmesinin hiç de tesadüfü olamayacağı
anlaşılacaktır. Muhammed Hamidullah, Mekke’nin merkez olarak seçilmesinin
coğrafi, sosyolojik, psikolojik ve filolojik sebeplere bağlı olduğunu ifade etmiş ve
bunları başlıklar hâlinde inceleyerek temellendirmeye çalışmıştır. Mina, Zü’lMecaz, Mecenne, Ukaz adındaki dört önemli fuar alanı, senenin dört ayının Haram
Aylar (Eşhuru’l-Hurum) olarak ilan edilmesi ve hiçbir bölgede olmayan güvenli bir
ortamın oluşturulması, buna bağlı olarak Kur’an’da ‘kış ve yaz seferleri’
(Kureyş/106: 1-4) olarak isimlendirilen ve yılda iki defa tertip edilen büyük ticaret
filolarının buradan hareket etmesi, Mekke’yi dini olduğu kadar ticaret merkezi
hâline de getirmiştir. Bu nedenle Mekke Şehirlerin Anası (Ummu’l-Kura) olarak
isimlendirilmiştir.
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi
25
Eski Dünyada ve Cahiliyeye Kadar Arabistan’da Siyaset ve Dini Hayat
Mekke dışında verimli arazileri ve sularının bolluğu ile tanınan Medine
(Yesrib) ve Taif şehirleri de, Hicaz’ın’ın diğer iki önemli merkezlerindendi.
Mekke’nin 500 km. kuzeyinde yer alan, Yemen’le Suriye’yi birleştiren baharat yolu
üzerindeki Yesrib şehri, daha sonraları Aramice ‘Medine’ ismiyle anılır olmuştur.
Şehrin eski sakinlerinden olan Yahudi kabileleri hurma yetiştiriciliğine önem
vererek bölgeyi ziraat merkezi hâline getirmişlerdir. Yahudilerin buraya Filistin’in
Romalılar tarafından işgali sonrası gelip yerleştikleri sanılmaktadır. Yahudiler
dışında şehrin diğer sakinleri ise Kuzey’e göçen Araplarla aynı kökene sahip
Yemenli Evs ve Hazrec kabilesidir. Hz. Peygamber’in Medine’ye hicretine kadar
kozmopolit yapıya sahip Medine Yahudi ağırlıklı bir siyasi yapılanma ile varlığını
sürdürmüştür. Aynı kökene sahip Evs ve Hazrec ise, yıllardır süren savaşlara
tutuşarak barışı temin edecek bir kurtarıcı bekler hâle gelmişlerdir.
Medine hurma
bahçeleri
Taif, Mekke’den 150 km. uzaklıkta olmasına rağmen denizden yüksekliği
1000 m. civarında olup serin ve yağış alan bir şehirdir. Oldukça eski yerleşke alanı
olan Taif’te yağmur sularını tutan ve tarihi çok eskilere dayanan su bendi kalıntıları,
bölgenin geçmişte de önemli bir tarım şehri olduğunu göstermektedir. Taif,
yarımadanın nar, gül, incir, üzüm ve bademi ile ünlü bir şehridir. Halen tarihteki bu
özelliğini korumaktadır. Serin olması nedeniyle Mekke zenginleri tarafından sayfiye
olarak kullanılmaktaydı. Hz. Peygamber’in Taif kuşatması esnasında şehrin surlarla
çevrili olduğu görüldüğünde, doğal zenginliği nedeniyle şehrin saldırıya açık olduğu
düşünülebilir. Taif’ten tarihe damgasını vurmuş önemli komutanlar çıkmıştır.
Haşimi-Umeyye çekişmesinde, bölge kabilesi olan Sakifliler önemli rol oynamıştır.
Orta Arabistan’ın eski tarihi hakkında bilgilerin birçoğuna, ‘eyyâmu’l-Arab’
olarak isimlendirilen kabileler arası savaş hatıralarından ulaşılmaktadır. Sınır
anlaşmazlığı, otlak ve su paylaşımındaki çekişmeler gibi hususlardan ortaya çıkan
savaşlar, Arap çöl hayatının vazgeçilmezi hâline gelmiştir. Medine’li Hazrec ve Evs
kabileleri arasındaki Yevmu’l-Buâs, Kureyş ile Hevazin arasındaki Yevmü’l-Ficâr
bunlardan bazılarıdır.
Bölgedeki göçebe Araplarda, ortak mülkiyet söz konusudur. Kabile yönetimi
erkek egemen bir anlayışa dayanmaktadır. Özgürlüğüne düşkün Araplar tek adam
idaresini benimsemezler. Kabilenin en yaşlısı olan ve halkın itibar ettiği kişi yönetici
konumdadır. Kabile reisi seyyid, şeyh, arif gibi isimlerle anılmakta olup, görevi
kabile içinde hakemlik yapmaktır. Düzenli bir orduları olmadığı gibi vergi
mükellefiyetleri de yoktu. Yerleşik hayatı tercih edenler ise şehirlerde oturmakta
ve hayatlarını ziraat ve ticaretle sürdürmektedirler. Çok eşle evlilik ve kız
çocuklarının diri diri toprağa gömülmesi sanıldığı gibi yaygın değildi.
Kabile rekabetlerinde propaganda aracı olarak kullanılan şiir, bugünkü
anlamda medya gücünü temsil etmekte ve toplumda belirleyici bir rol
oynamaktaydı. Şairler ülke ülke gezmekte ve hünerleri karşılığında taltif
edilmekteydi. Hicaz bölgesinde okuma yazma oranı yok denecek kadar düşüktü.
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi
26
Eski Dünyada ve Cahiliyeye Kadar Arabistan’da Siyaset ve Dini Hayat
Yaşam koşulları gereği gök cisimlerinin hareketleri ve bunların yeryüzüne etkileri
konusunda uzmanlaşmışlardı. Araplar ayrıca çok iyi iz sürmekteydi. İz sürmekle
kalmaz ayak izlerinden şahısları tanıyacak kadar uzmanlaşırlardı. Asabiyet
(kabilecilik) anlayışının zorunlu bir sonucu olarak İlmu’l-Ensâb (soy ilmi) konusunda
oldukça mahirdiler. Ağırlıklı olarak göçebe yaşamı benimsemiş olan Hicaz Arapları
dünya medeniyetlerinin en az etkileyebildiği kendine özgü bir yaşam biçimi
benimsemiş işlenmeye hazır bir hammadde görüntüsündeydi.
Arap toplumun dünya tarihinde söz sahibi olması son dinin temsilcileri
olmalarına bağlıdır. Yukarıda izah ettiğimiz gibi kuzey ve güneyde güçlü devletlerin
boyunduruğu altında olan, iç kesimlerde ise medeni bir toplum olma özelliğinden
uzak kabile anlayışını benimsemiş Arapların İslam’ı kabulleri, medeniyet
hazinelerine ulaşan kapıları açan anahtar olmuştur. Bu açıdan bakıldığında İslam
öncesi Arapların dini durumları önem arz etmektedir. Aslında sanıldığının aksine,
Arapların eski dini yaşantıları hakkında elimizde bol materyal mevcut değildir.
Kitabeler, diğer milletlerden kalma eserler ve kutsal kitaplardan Arapların dinleri
hakkında bilgiye ulaşabilmekteyiz.
İslami kaynaklarda Arapların en eski dinlerinin tevhit esaslı olduğu ifade
edilmektedir. Özellikle güney Arapları tarafından Rahmân ve Allah ifadelerinin
kullanıldığı görülmektedir. Allah kelimesi diğer putlardan ayrı olarak en yüce
yaratıcı için kullanılmaktaydı. Cahiliye şiirleri, onların Allah’ı tanıdıklarını ve ona
daha üstün sıfatlar atfettiklerini göstermektedir. Kur’an’ı Kerim bazı ayetlerle bunu
teyit eder. (Ankebut/29: 61-65, Lokman/31: 25, 32). Araplar zamanla Allah inancını
kabulle beraber ona “evsân”, ensâb” adlarıyla aracı putlar edinmeye
başlamışlardır. Putperestliği Arap yarımadasına getiren ilk kişinin Amr b. Luhay
olduğu rivayet edilmektedir. Çok tanrılı inancın yaygınlaştığı dönemlerde dahi
Haniflik olarak isimlendirilen İbrahimî dinin bazı inanç ve ibadetlerinin mevcut
olduğu bilinmektedir. Haklarında çok fazla bilgi olmayan Hanifler bir birlik
oluşturamadan bireysel olarak dinlerini yaşamaya çalışmışlardır.
Güney Arabistan’da Ay, Güneş, Zühre yıldızı üçlüsü tanrı olarak kabul
edilmiştir. Bu inancın Mezopotamya’dan bölgeye intikal ettiği düşünülmektedir. Ay
en büyük Tanrıdır ve adı Almakah veya Vedd’dir. Vedd isminin kuzey Arabistan
kitabelerinde ve Kur’an’da Nuh Suresinde bahsi geçmesi (Nuh/71: 23), bu ismin,
kuzeyde tanındığını göstermektedir. Ay kadar Güneş’e tapınma geleneği de
yaygındır. Güneyde Güneş, dişi; kuzeyde ise, erkek tanrı olarak bilinirdi.
‘Abduşems’ (güneşin kulu) isminin şahıslar için kullanılması, Lat, Menat, Uzza gibi
putların güneş tanrıçası olarak addedilmesi, bölgede güneşin tanrılaştırıldığının
kanıtıdır. Zühre yıldızı, eski Mezopotamya medeniyetlerinin Tanrılarından biri olan
Aster’i andırmaktadır. Cinsiyet farkı olsa da güneyde ve kuzeyde tanınan bir
tanrıdır.
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi
27
Eski Dünyada ve Cahiliyeye Kadar Arabistan’da Siyaset ve Dini Hayat
Mekke’de her evde bir put bulunmaktaydı. Lat, Menat, Uzza ve Hübel putları
dışında başka isimlerle anılan birçok put mevcuttur. Kur’an‘da da ismi geçen Yeuk,
Yegus, Suva, Nesr, İsaf, Naile bunlardan bazılarıdır. Üç yüz altmışa yakın put
bulunan Kâbe merkez olup, ayrıca imkânı olanlar evlerinde de put edinmekteydiler.
Kâbe dışında tapındıkları mahallere de bazen aynı ismi (Kâbe) vermişlerdir.
Güneyde Himyeriler’in putlarla bezenmiş Riyem adlı tapınakları vardı. Özellikle
Kâbeyi hac eden Araplar, kendi putları önünde durarak onlara saygı gösterirdi.
Putperestlerde tam bir ahiret inancı yoktu
Putlar’ın temsili
görünümü
Araplardan bazılarının ticari ilişki içerisinde bulundukları Yahudilerle
münasebetleri sonrası onların dinini kabul ettikleri, Himyeri kralını etkisi altına alan
iki Yahudi din adamının Himyerileri ikna edip Yahudileştirdiği, yine Evs ve Hazrec
kabilelerinden bir kısmının Medine’ye geldikten sonra bu dine katıldıkları rivayet
edilmektedir. Arap yarımadasında varlığı bilinen bu dine çok farklı teveccüh
gösterilmediği anlaşılmaktadır. Baskı altına alındıkları Filistin başta olmak üzere
farklı bölgelerden sığınmacı olarak Arabistan’a gelen Yahudilerle Arapların arası hiç
düzelmemiştir. Hıristiyanlığın Araplar üzerindeki etkinliği çok fazla olmuş ve birçok
Arap kabilesi Hıristiyanlığı kabul etmiştir. Örneğin kuzey Araplarından Hireliler ve
Gassaniler, Hıristiyanlığı resmi din olarak kabul etmiştir. Bunlar dışında Hıristiyan
misyonerlerin çabalarıyla Arap yarımadasında yaşayan kabilelerin birçoğu da
Hıristiyanlığı kabul etmiştir. Hz. Peygamber’in doğumuna yakın Ebrehe’nin Kulleys
adında Yemen’de ihtişamlı bir kilise yaptırması, bölgede Hıristiyanlığın gücünü
göstermektedir. Putperestliğin Arap yarımadasının bütün bölgelerinde yaygın
olduğu, diğer semavi dinlerin de azımsanamayacak taraftarı bulunduğu bir süreçte,
bütün bu inanç sistemlerini boşa çıkarmak hedefiyle gönderilen İslam dini, Arap
ülkesinin kalbi Mekke’den doğmuş, Arab’ın tek çatı altında toplanarak dünya
medeniyeti kurmasında başat rol oynamıştır.
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi
28
Özet
Eski Dünyada ve Cahiliyeye Kadar Arabistan’da Siyaset ve Dini Hayat
•Yeryüzünde insanlık tarihinin başlangıcından itibaren düşünen sosyal bir
varlık olma özelliğine sahip insanoğlu, güvenlik barınma ve iaşe temini
için en müsait ortamlarda varlığını sürdürmeyi tercih etmiş ve türdeşleri
ile acımasız mücadelelere girişmiştir. Devletlerin siyasi ve kültürel
anlamda kalkınmışlığı ile ekonomik gelişmişliklerinin paralellik arz ettiği
bilinmektedir. Daha ziyade tarıma ve hayvancılığa dayalı medeniyetlerde
vazgeçilmez olan verimli ve sulak arazilerdir. Elde edilen üründeki artış
sanayinin oluşmasına ve ihracatın gelişmesine yol açmıştır. Buradan yola
çıktığımızda eski çağlarda Mezopotamya ve Mısır’da nehirlerin taşması
sonucu oluşan deltalar güçlü medeniyetlerin oluşumuna zemin
hazırlamıştır.
•Mezopotamya’da kurulmuş en eski medeniyetlerden ilki M.Ö. 4000’li
yıllara dayanan Sümerlerdir. Tekerleğin ve yazının mucidi olmakla
ünlenen bu uygarlık, madenleri eriterek insanların hizmetinde
kullanmaya başlamış ve bölgede önemli şehir merkezleri inşa etmişlerdir.
Şehir devletlerine ayrılan ve zayıflayan Sümerleri yıkan Akadlar, bölgede
200 yıl iktidarlarını devam ettirmişler ve büyük bir imparatorluk
kurmuşlardır. Dünyanın yedi harikasından biri olan asma bahçeleri ile
ünlü Babil şehri sakinleri, en önemli kralları Hammurabi zamanında
oluşturdukları kanunlarla ulaştıkları medeniyet seviyesini ortaya
koymuşlardır. Ninova merkezli kurulan ve Suriye, Filistin, Mısır’ı ele
geçiren Asurlular, göçebe çöl Arapları üzerine bir çok sefer düzenlemiş,
sanatta büyük gelişmeler sağlamıştır.
•Sami ırka mensup İsrailoğulları, yakın tarihlerindeki görünümlerinden
farksız olarak hep çatışmanın merkezinde yer almış, defalarca
yurtlarından sürülmüş, her şeye rağmen varlıklarını sürdürmeye devam
etmişlerdir.
•Arapların İslam öncesi ve sonrasında en fazla irtibat içersinde oldukları
ve etkilendikleri kadim medeniyet Sasânilerdir. En önemli rakipleri olan
Bizans’la mücadelelerinde taraftarı olan Kuzey Araplarını hedeflerini
gerçekleştirmek için kullanmaktan geri durmamıştır.
•Kast sistemine bağlı farklı sınıfsal yapıların bulunduğu Hindistan-Yunan
kültürü transferi ile karma bir medeniyetin oluşumunda önemli rol
oynamıştır.
•Tanrı ve Altay dağları arasında at sırtında hayatını sürdüren savaşçı
Türkler Hun imparatorluğu ile ulaştıkları siyasi gücü kavimler göçü
sonrası Avrupa’dan Anadolu’ya birçok coğrafyaya taşımışlar ve tarihe
adını yazdıran imparatorluklar kurmuşlardır.
•İsmini İtalya’nın başkenti Roma’dan alan büyük Roma imparatorluğu
batıdaki tesirinden çok doğunun önemli merkezlerindeki baskın
konumları ile tanınmıştır. Doğu ve Batı olarak ikiye ayrıldıktan ve
Hıristiyanlığı resmi din olarak tanıdıktan sonra Arap sınırlarında baskın bir
güç olmuş, yarımadanın bazı bölgelerinin Hıristiyanlaşmasına katkı
sağlamıştır. İmparatorluğun İslam’ın yayılma sürecindeki siyasi buhranı,
müttefiki olan Kuzey Arapları’nın desteğini asgari düzeye indirmiş ve
bölge kolay bir şekilde İslamlaşmıştır.
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi
29
Özet
Eski Dünyada ve Cahiliyeye Kadar Arabistan’da Siyaset ve Dini Hayat
•Büyük kısmı çöllerle ve verimsiz arazilerle kaplı Arap yarımadası, coğrafi
koşulların aksine mümbit bir manevi iklime sahiptir. Arap yarımadası
dendiğinde her ne kadar akla ilk gelen Orta Arabistan, yani Hicaz bölgesi
ise de, yarımadanın kuzey ve güney kısımlarının önemli bir yere sahip
olduğunu unutmamak gerekir. Kuzey bölgesi Arapları güneydeki
olağanüstü gerçekleşen doğa olayları sonrasında zorunlu olarak bölgeye
göçen Araplardan oluşmaktadır. Güney ise sahil, şeridi verimli arazilerle
kaplı dört ayrı bölgeye ayrılan Sebe ve Himyer devletlerine ev sahipliği
yapmış Arap yurdudur. Önemli limanları ile dünya ticaretinde söz sahibi
olmuş bölge, aynı zamanda ziraat alanındaki reformları ile ekonomik
olarak şaşırtıcı boyutlara ulaşmıştır. Bu zirve dönemi ticaret yollarındaki
değişim, barajların bakımsızlık sonucu yıkılması ile yerini kıtlık ve zorunlu
göçe bırakmıştır. Orta ve Kuzey Arabistan’a göçen Arap kabileleri yeni
bölgelerine komşu olan gelişmiş devletlerin siyasi ve kültürel etkileri
altına girmişlerdir. Buna rağmen onları bir arada tutan Arap asabiyeti
asimile olmalarına mani olmuştur. Kurdukları Petra ve Tedmür gibi hala
insanı şaşırtacak bir ihtişama sahip başkentler, kuzeydeki Arap
devletlerinin gücünü tescil etmektedir. Bizans ve Sasani uydusu
durumunda olan Gassani ve Hire devletleri, rollerini iyi oynamışlar ve
bölgenin İslamlaşma sürecine kadar varlıklarını devam ettirmişlerdir.
•Dünyanın mensubiyet itibarı ile en büyük dinlerinden biri olan İslam’ın
ortaya çıktığı, medeniyet düzeyi düşük Hicaz bölgesinin tarihi hakkında
çok az bilgi olsa da, üzerinde en çok konuşulan ve tanınmaya çalışılan
bölge olmuştur. Hiçbir ziraatın yapılmadığı bu bölgeyi ilk hareketlendiren
olay, yine buraya gelen ve kutsal Kâbe’yi inşa eden Peygamberler
olmuştur. Güney-Kuzey ticaret hattının konaklama yeri olması da
eklendiğinde, Mekke ve Medine tanınan bir mahal olmuş, fakat hiçbir dış
gücün istilasına değer dahi bulunmamıştır. Putperestliği ile ünlü Arap
toplumu tek bir dine mensup olamayıp diğer semavi dinlere de kapısını
açmıştır.
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi
30
Eski Dünyada ve Cahiliyeye Kadar Arabistan’da Siyaset ve Dini Hayat
DEĞERLENDİRME SORULARI
1. Aşağıdakilerden hangisi eski Mezopotamya uygarlıkları arasında değildir?
Değerlendirme
sorularını sistemde ilgili
ünite başlığı altında yer
alan “bölüm sonu testi”
bölümünde etkileşimli
olarak
cevaplayabilirsiniz.
a) Akadlar
b) Himyeriler
c) Sümerler
d) Asurlar
e) Babiller
2. İsrailoğulları Hz. Davud sonrası altın çağını yaşamıştır. Bu dönemde
iktidarda hangi hükümdar vardı?
a) Talut
b) Calut
c) Buhtunasr
d) Süleyman
e) Kenan
3. Aşağıdakilerden hangisi eski Çin medeniyeti için söylenemez?
a) Konfüçyüs’le birlikte Çin altın çağını yaşamıştır.
b) Çin’de bir inanç birlikteliğinden bahsedilemez
c) Hz. Peygamber Çin’i tanımaktadır.
d) Çin beşeri bilimler alanında çağın en gerisinde kalmış bir ülkedir.
e) Çin zaman zaman parçalanma içerisine girmiştir.
4. Roma imparatorluğu insanlık tarihine önemli katkılarda bulunmuştur.
Aşağıdakilerden hangisi bunlar arasında sayılmaz?
a) Etnisiteyi bir kenara bırakarak ülke ve dil birlikteliği oluşturmuştur.
b) Güçlü kültür mirası bırakmıştır.
c) İnsanlık tarihine köklü bir hukuk nizamı hediye etmiştir.
d) Doğu ve batı toplumlarını tek bir toplum hâline getirmiştir.
e) Bir çağın kapanıp yeni bir çağın açılmasını sağlamıştır.
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi
31
Eski Dünyada ve Cahiliyeye Kadar Arabistan’da Siyaset ve Dini Hayat
5. Nabat krallığının başkenti aşağıdakilerden hangisidir?
a)
b)
c)
d)
e)
Tedmür
Dimeşk
Petra
Babil
Sana
Cevap Anahtarı:
1. b 2.d 3.d 4.e 5.c
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi
32
Eski Dünyada ve Cahiliyeye Kadar Arabistan’da Siyaset ve Dini Hayat
YARARLANILAN VE BAŞVURULABİLECEK DİĞER
KAYNAKLAR
Ağırakça, Ahmet, (1996), ‘Gassaniler’, DİA, İst.
Ağrakça, Ahmet, (2006), ‘Nabatîler’ DİA, İst.
Ahmed Hilmi, Şehbenderzâde, (2005), Filibeli, İslam Tarihi, İst.
Algül, Hüseyin, (1998), ‘Himyeriler’ DİA, İst.
Atlan, Sabahat, (1970), Roma Tarihi’nin Ana Hatları, İst.
Barthold, V.V., (1990), Moğol İstilasına Kadar Türkistan, Hazırlayan, H. Dursun
Yıldız, İst.
Bekrî, Ebû Ubeyd, (1998), Cahiliye Arapları, Çev. Levent Öztürk, İst.
Brockelmann, Carl, (1964), İslam Milletleri ve Devletleri Tarihi, Çev. Neşet Çağatay,
Ankara.
Buhl, Fr., (1974), ‘Tedmür’ İ.A., İst.
Cevad Ali, (1976), El-Mufassal fî Târîhi’l-ArabKablel İslâm, Beyrut.
Çağatay, Neşet, (1982), İslam Öncesi Arap Traihi ve Cahiliye Çağı, Ankara.
Çandarlıoğlu, Gülçin, (1993), ‘Çin’, DİA, İst. VIII, 321-323.
Çelikkol, Yaşar, (2003), İslam Öncesi Mekke, Ankara.
Demirkent, Işın, (1992), ‘Bizans’, DİA, İst. VI, 230-244.
Demricioğlu, Halil, (1998), Roma Tarihi, Ankara.
Eberhard, Wolfram, (1995), Çin Tarihi, Ankara.
Erdem, Sargon, (1991) ‘Babil’, DiA, İst., IV, 392-395.
Fayda, Musta, (1982), İslamiyetin Güney Arabistan’a Yyaılışı, Ankara.
Goiteın, S.D., (2004), Yahudiler Ve Arapla, Çev. Nuh Arslantaş, İst.
Gumilöv, L.N., (1999), Eski Türkler, Çev. Ahsen Batur, İst.
Güngör, Erol, (1993), Tarihte Türkler, İst.
Hamidullah, Muhammed, (1993), İslam Peygamberi, Çev. Salih Tuğİst.
Hasanh, İbrahim, (1985), Siyasi Kültürel İslam Tarihi, Çev. İsmail Yiğit-Sadreddin
Gümüş, İst.
Hdogson, M.G.S., (1993), İslam’ın Serüveni, Çev. Heyet, İst.
Herodotos, (1973), Herodot Tarihi, Çev. Müntekim Ökmen, İst.
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi
33
Eski Dünyada ve Cahiliyeye Kadar Arabistan’da Siyaset ve Dini Hayat
Heyet, (1986), Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi, Redaktör, H. Dursun Yıldız,
İst.
Heyet, (1997), İslam Tarihi Kültür ve Medeniyeti, Çev. Heyet, İst.
Heyet, (2006), Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette İslam, edt. Vecdi Akyüz,
Hitti, Philip K., (1995), Siyasi ve Kültürel İslam Tarihi, Çev. Salih Tuğ, İst.
Honigman, Ernst, (1970), Bizans Devletinin Doğu Sınırı, Çev. Fikret Işıltan, İst.
İbnmü’l-Esîr, (1989), İzzuddin Ebu’l-Hasen, el-Kâmil fi’t-Tarih, çev. Abdullah Köşe,
İst.
İnana, Afet, (1992), Eski Mısır Tarihi ve Medeniyeti, Ankara.
Kapar, M. Ali, (2003), ‘Lahmiler’ DİA, Ankara.
Lewis, Bernard, (1979), Tarihte Araplar, Çev. Hakkı dursun Yıldız, İst.
Mansel, Arif Müfid, (1971), Ege ve Yunana Tarihi, Ankara.
Naskali, Esko, (2000), ‘İran’ DİA, İst., XXII, 394-395.
Ostragorsky, Georg, (1981), Bizans Devleti Tarihi, Ankara.
Özcan, Azmi, (1998), ‘Hindistan’, DİA, İst.
Öztuna, Yılmaz (1969), Türk Tarihinden Yapraklar, İst.
Taberî, Muhammed b. Cerir, (1964), Tarîhu’r-Rusulve’l-Muluk, Kahire
Turan, Ömer, (tsz.) , Medeniyetlerin Çatıştığı Nokta Ortadoğu, İst.
Yıldız, Hakkı Dursun, (1991), ‘Arabistan’, DİA, İst.
Atatürk Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi
34
Download