T.C. DİCLE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ ÇOCUK SAĞLIĞI VE HASTALIKLARI ANABİLİM DALI KRONİK BÖBREK YETERSİZLİĞİ TANISI ALAN ÇOCUK HASTALARIMIZIN İLK BAŞVURU ANINDAKİ KLİNİK VE LABORATUAR ÖZELLİKLERİ (Uzmanlık Tezi) Dr. Nurcan BEYAZIT (Tez Yöneticisi) Prof. Dr. Aydın ECE DİYARBAKIR 2009 I İÇİNDEKİLER KONULAR SAYFA İçindekiler……………………………………………………………………………I Teşekkür……………………………………………………………………………..ll Kısaltmalar……………………………………………………..………..………….lll Tablo ve Şekil Listesi………………………….………………………………...…lV Giriş ve Amaç…………………………………….…………………….………........1 Genel Bilgiler…………….…………….……………………………………...…..…2 Materyal ve Metot………….………….…………….…………………...….….…37 Bulgular….….………………….………………….….………………..…......…....39 Tartışma………………………………………..…………..…….………..…...…...49 Sonuçlar…………………………………………..…………….………….....….....55 Özet……………………………………………...…………………………..………57 Abstract..……………………………………………...……………………….……59 Kaynaklar……………………………………………...………….………….…….61 II TEŞEKKÜR Uzmanlık eğitimim süresince bilgi ve tecrübelerinden yararlandığım değerli hocalarım; Anabilim Dalı Başkanımız Prof. Dr. Mehmet Ali TAŞ, tezimin her aşamasında büyük katkı ve desteği olan Prof. Dr. Aydın ECE, diğer hocalarım Prof. Dr. Kenan HASPOLAT, Prof. Dr. Fuat GÜRKAN, Doç. Dr. Mehmet BOŞNAK, Prof. Dr. Celal DEVECİOĞLU, Prof. Dr. Murat SÖKER, Prof. Dr. Ahmet YARAMIŞ, Prof. Dr. Mehmet KERVANCIOĞLU, Doç. Dr. Bünyamin DİKİCİ, Doç. Dr. Selahattin KATAR, Doç. Dr. Fatma ÇELİK, Yrd. Doç. Dr. Ayfer GÖZÜ, Yrd. Doç. Dr. M.Nuri ÖZBEK, Yrd. Doç. Dr. Selvi KELEKÇİ, Yrd. Doç. Dr. Sultan MENTEŞ ECER ve Yrd. Doç. Dr. Mustafa TAŞKESEN’e teşekkür ederim. Uzmanlık eğitimimin her aşamasında ve hayatım boyunca her konuda desteklerini esirgemeyen aileme, tüm doktor, hemşire ve personel çalışma arkadaşlarıma, asistanlığım ve tez çalışmam sırasında gösterdiği destek için eşim Ünal’a ve biricik oğlum Deniz’e teşekkür ederim. Dr. Nurcan BEYAZIT Diyarbakır–2009 III KISALTMALAR ABY: Akut böbrek yetmezliği ANZDATA: Avusturalya-Yeni Zelanda kayıt raporu EDTA: European Dialysis and Transplant Association EPO: Eritropoetin GFR: Glomeruler filtrasyon hızı GN: Glomerülonefrit HD: Hemodiyaliz IPD: İntermittan(aralıklı) periton diyalizi KBH: Kronik böbrek hastalığı KBY: Kronik böbrek yetmezliği NIPD: Nokturnal(gece) intermitan(aralıklı) periton diyalizi NKF-DOQI: National Kidney Foundation Dialysis Outcome Quality Initiative PD: Periton diyalizi PN: Pyelonefrit rhGH: Rekombinant insan büyüme hormonu ROD: Renal osteodistrofi RRT: Renal replasman tedavisi SAPD: Sürekli ayaktan periton diyalizi SDBY: Son dönem böbrek yetmezliği SSPD: Sürekli siklik periton diyalizi TND: Türk Nefroloji Derneği TUPEPD: Türk Pediatrik Peritoneal Diyaliz Çalışma Grubu USRDS: United States Renal Data System VUR: Vezikoüreteral reflü IV TABLO VE ŞEKİL LİSTESİ TABLO LİSTESİ Sayfa no Tablo 1. NKF-K/DOQI Sınıflandırmasına Göre KBH Evreleri …….……...…….….3 Tablo 2. Ülkemizde 2002 Yılı Sonu İtibariyle Renal Replasman Tedavisi Alan Pediatrik SDBY Olgularının Etyolojik Dağılımı ………………….………….……...6 Tablo 3. Ülkemizde 2002 Ve 2003 Yılında Yeni Saptanan Pediatrik SDBY Olgularının Etyolojik Dağılımı .……………………………………………….…......6 Tablo 4. Çocuklarda KBY Nedenleri(Yüzde olarak) (ABD, Kuzey Amerika,Almanya) …………………………………………………………………...7 Tablo 5. Kronik böbrek yetmezliği sürecinde rol oynadığı düşünülen peptitler……..9 Tablo 6. Böbrek Yetmezliğinde Biriken Bazı Solütler ve Molekül Ağırlıkları (MA, Dalton) ...…………………………………………………………….….....………..11 Tablo 7. Akut-Kronik Böbrek Yetmezliği Ayırımında Kronik Böbrek Yetmezliği Lehine Olan Bulgular …………………………………………………..……….…..19 Tablo 8. Hemodiyaliz ve Periton Diyalizinin Karşılaştırılması ……………..……...33 Tablo 9. Hemodiyaliz ve Periton Diyalizinin Tercih Edileceği Durumlar ………....33 Tablo 10. Diyaliz Tedavisinin KBY Semptomlarına Etkisi ……………………..…34 Tablo 11. Kronik Diyaliz Tedavisine Başlamak İçin Mutlak Endikasyonlar ............35 Tablo 12. Kronik Böbrek Yetmezliği ile Takip Edilen Hastaların; KBY Süresi ve Hastanemizde Toplamda İzlem Süreleri ………………………………….………...40 Tablo 13. Hastalık Başlama Yaşının 5 Yaş ve Altı ile 5 Yaş Üstü Kız ve Erkeklerde Dağılımı………………………………………………………………………….….40 Tablo 14. Tüm Hastaların Cinsiyet ve Yaş Dağılımı………………………………..41 Tablo 15. KBY Hastalarının Etyolojik Dağılımı.………………...............................41 Tablo 16 NKF-K/DOQI Sınıflandırmasına Göre Hastalarımızın KBH EvrelerineGöre Dağılımı……………………………………………………………………………..42 Tablo 17. Başvuru Sırasındaki Sistolik Kan Basıncı Değerleri …………...………..42 Tablo 18. Hastaların İlk Başvuru Diyastolik Kan Basıncı Değerleri…………..…...42 Tablo 19. Tüm Hastaların Cinsiyete Göre Boy Persantilleri ……………………….43 Tablo 20. Hastaların 5 Yaş ve Altı ile 5 Yaş Üstüne Göre Boy Persantilleri…….....43 V Tablo 21. Tüm Hastaların Cinsiyete Göre Ağırlık Persentilleri Dağılımı……..........44 Tablo 22. Hastaların 5 yaş ve Altı ile 5 Yaş Üstüne Göre Ağırlık Persantilleri.........44 Tablo 23. Hastaların İlk Başvuru Bulguları ...…………………………………....…45 Tablo 24. Hastalık Başlama Yaşı ve Hastaların Yaşlarının (5 yaş ve altı ile 5 yaş üstü) İlk Başvuru Bulgularla Karşılaştırılması ……………….…………….………45 Tablo 25. Hastaların Başvuru Renal USG Bulguları……………………….……….46 Tablo 26. Hastaların İlk Başvurudaki İdrar Mikroskobik Bulguları………………..46 Tablo 27. Hastaların İlk Başvuru Bulguları………………………………………....47 Tablo 28. Hastaların İlk Başvurudaki Laboratuar Değerleri………………………..47 Tablo 29. Hastaların İlk Başvuru ve İzlem Sonrası Ortalama Üre Kreatinin ve GFR Değerleri………………………………………………………………………….....48 ŞEKİL LİSTESİ Sayfa no Şekil 1. Hastaların Cinsiyetine Göre Yüzde Dağılımları………….………………...39 Şekil 2. 2003 Yılında 0-19 Yaşları Arasındaki Hastaların Son Dönem Böbrek Yetmezliğinin (SDBY) Dünyadaki İnsidans (Solda) ve Prevalans (Sağda) Sıklığı...50 1 GİRİŞ VE AMAÇ Kronik böbrek yetmezliği (KBY), Glomerüler filtrasyon hızı (GFH)’nda geri dönüşümsüz azalmadır. Bu azalma sonucu böbreğin sıvı-solüt dengesini ayarlama ve metabolik-endokrin fonksiyonlarında kronik ve ilerleyici bozulma hali olarak tanımlanır. Altta yatan neden ne olursa olsun KBY zaman içinde ilerleyici ve geri dönüşümsüz nefron kaybının bir sonucu olarak son dönem böbrek yetmezliğine (SDBY) ilerler (1, 2). Kronik böbrek yetmezliği çocukluk çağının nadir görülen bununla birlikte kısmen önlenebilen ve kısmen de tedavi edilebilen bir hastalığıdır. Hastalığın prognozu gelişen ciddi sistemik komplikasyonlardan dolayı kötüdür. Her geçen gün artan sayıda hastada gözlenen son dönem böbrek yetmezliği tedavisi çok pahalı olan ölümcül bir durumdur (3). Çocuklarda KBY konjenital, edinsel veya metabolik böbrek hastalıklarına bağlı olabilir ve altta yatan neden hastanın KBY ilk tespit edildiğindeki yaşıyla yakın korelasyon gösterir. Beş yaşından küçük çocuklarda KBY en sık, renal hipoplazi, displazi ve/veya obstrüktif üropati gibi konjenital bozukluklara bağlıdır. Beş yaşından sonra, edinsel hastalıklar (çeşitli glomerülonefrit tipleri) ve kalıtımsal hastalıklar (Ailesel juvenil nefrofitizis, Alport sendromu) daha sık görülür. Metabolik hastalıklarla ilişkili KBY (Sistinoz, Hiperoksalüri) ve bazı kalıtsal hastalıklar (Polikistik böbrek hastalığı) tüm çocukluk çağı boyunca görülebilir (4). Çocukluk çağında son dönem böbrek yetmezliği tedavisindeki güncel gelişmeler ve böbrek naklindeki konusundaki ilerlemeler bu hastaların ortalama yaşam sürelerini belirgin şekilde uzatmıştır. Son dönem böbrek yetmezliği olan çocukların, erişkin hayata kronik böbrek yetmezliğine ait komplikasyonları mümkün olduğu kadar az oranda taşıyarak ulaşmaları hedeflenmekte ve onların üretici birer erişkin olmaları planlanmaktadır (4). Çalışmamızda, KBY’li çocuk olgularda KBY etyolojisi, ilk tanı yaşı, hastalığın süresi, ilk tanı anındaki laboratuar bulguları, görüntüleme bulguları, tansiyon değerleri, büyüme gelişme gerilikleri değerlendirilmiştir. 2 GENEL BİLGİLER KRONİK BÖBREK YETMEZLİĞİ 1. TANIMI Kronik böbrek hastalığı (KBH), böbrek fonksiyonlarının ilerleyici ve geri dönüşümsüz olarak uzun süreli kaybıdır. Böbrek fonksiyonlarının değerlendirilmesinde kullanılan serum kreatinin değer artışı ya da glomerüler filtrasyon hızının (GFR) azalması genellikle nefron sayısının % 50’den fazlasının kaybı ile olur (5). ABD’nin Ulusal Böbrek Vakfının NKF-K/DOQI alt grubu, 2002 yılında KBH tanımı için 2 kriter belirlemiştir (2). Bunlar; 1. GFR azalsın ya da azalmasın, 3 ay ve daha uzun süre devam eden böbreğin yapısal veya işlevsel bozukluğuna bağlı kan ve idrar kompozisyonunda anormallik, görüntüleme testlerinde anormallik, böbrek biyopsisinde anormallik bulgularından bir veya daha fazlasının olması. 2. GFR’nin 3 ay ve daha uzun süre ile 60 ml/dk/1.73m2’ den az olmasıdır. Kronik böbrek yetmezliği (KBY), çeşitli hastalıklara bağlı olarak nefronların ilerleyici ve geri dönüşümsüz kaybı ile karakterize bir sendromdur. Glomeruler filtrasyon hızındaki (GFR) azalmanın süresi 3-6 aydan daha uzundur. GFR, genellikle yıllar içinde giderek azalır ve bu azalma, altta yatan nedene göre büyük değişiklik gösterir. Böbrek yetersizliği olan bir olguda; üç aydan uzun süren azotemi, uzun süreli üremik belirti ve bulgular, renal osteodistrofi belirti ve bulguları, anemi, hiperfosfatemi, hipokalsemi, idrar sedimentinde geniş silendirler ve radyolojik incelemelerde bilateral küçük böbrekler kronik hastalık göstergeleridir. Bu özellikler KBY’ni akut böbrek yetmezliğinden ayırır (6). Kronik böbrek yetmezliğinin erken evresinde sadece böbreğin fonksiyonel rezervinde azalma vardır. Böbreğin ekskresyon, biosentetik ve düzenleyici fonksiyonları genellikle iyi olduğu için klinik belirti veya bulgu yoktur. Orta evrede, yani böbrek yetersizliğinde azotemi oluşur ve bazı klinik belirtiler ortaya çıksa da (anemi gibi) hastalar genellikle asemptomatiktir. Ancak, enfeksiyon, hipovolemi, tıkanıklık veya nefrotoksik ilaç kullanımı gibi araya giren akut stresler hastayı hızla üremik tabloya sokar. Geri dönebilen faktörlerin giderilmesi ile hasta sıklıkla eski durumuna döner. İleri evreye ulaşmış böbrek 3 yetmezliğinde GFR 20-25 ml/dk/1.73 m2’nin altına düşmüştür. Böbreğin ekskresyon, biyosentez ve düzenleyici fonksiyonlarının büyük ölçüde bozulması, klinik belirti ve bulguların (sürekli halsizlik, nokturi, kemik ağrıları gibi) ortaya çıkmasına neden olur. Son dönem böbrek yetmezliğinde, böbrek fonksiyonlarının ileri derecede kaybı sonucunda giderek artan azotemi ve hemen hemen her organ sistemi ile ilgili belirti ve bulgular ortaya çıkar. Terminal dönemde ortaya çıkan bu klinik sendrom, üremi olarak tanımlanır (6). NKF-K/DOQI, Kronik böbrek hastalığının 5 evrede incelenmesini hastalığın ağırlığının ve beklenen komplikasyonları gösterilmesi nedeniyle önermektedir (2). GFR ağırlıklı bu sınıflama 2 yaşından sonra geçerlidir, 2 yaş altında normalin altında kalmaktadır (7). Tablo 1’de KBH evreleri gösterilmiştir. Çocuklarda serum kreatinini ve boy kullanılarak GFR hesaplanmasında aşağıdaki formüller kullanılabilir. Schwartz formülü Ccr (ml/dk/1.73 m2) = k x Boy (cm) / Scr (mg/dl) k<1 yaş için 0.45, ergenlik çağındaki erkekler için 0.70, diğerleri için 0.55 Tablo 1. NKF-K/DOQI Sınıflandırmasına Göre KBH Evreleri. EVRE GFR TANIM Normal ya da yüksek GFR’li böbrek hasarı 1 90 2 60–89 Hafif azalmış GFR’li böbrek hasarı 3 30–59 Orta azalmış GFR’li böbrek hasarı 4 15–29 Ağır azalmış GFR’li böbrek hasarı 5 <15 VEYA DİYALİZ KBY 2. İNSİDANS VE PREVALANS İnsidans, yılda bir milyon nüfus başına tanı alan yeni hasta çocuk sayısı olarak ifade edilmektedir. Prevalans ise, herhangi bir zamanda o toplumda milyon nüfus başına var olan tüm olguları (eski ve yeni) kapsar. Çocuklarda KBY prevalansı yaklaşık 1 milyonda 18'dir. Son 4 dekatta, KBY'li süt çocuğu, çocuk veya adolesanların prognozu, tıbbi yaklaşım (yoğun 4 beslenme desteği, rekombinan eritropoetin ve rekombinan büyüme hormonu), diyaliz teknikleri ve böbrek naklinde gelişmeler sayesinde belirgin olarak düzelmiştir (4). USRDS kayıtlarında tüm dünya üzerindeki pediatrik hastaların bildirilen üst yaş sınırları 15 ve 19 yaş arasında değişmektedir. USRDS 1999 yılı veri raporlarında 20 yaş altındaki tüm hastalar pediatrik hasta olarak kabul etmektedir (8). Hem pediatrik hem de erişkin popülasyonda SDBY insidansı yaşla orantılı olarak artmaktadır. Irk ve yaş için düzeltilmiş tedavi edilen SDBY insidansı erişkinlerde çocuklara göre çok daha fazladır.1997 yılında milyon kişi başına düzeltilmiş SDBY insidansı, ABD popülasyonunda 0–19 yaş için 13, 20–44 yaş için 109, 45–64 yaş için 545 saptanmıştır. Ancak bu artış, tüm pediatrik yaş gruplarında mevcut değildir. Özellikle insidansın arttığı yaş grupları 0–4 ile 15–19 yaştır. Bu artışın, SDBY’ne giden olguların tanınmasındaki artış ile ilgili olabileceği belirtilmiştir (8). Pediatrik SDBY popülasyonunda yaş ile olduğu kadar cinsiyet ile de insidans oranlarında çok çeşitlilikler mevcuttur. Tedavi edilmiş vaka insidansında erkekler kızlardan fazladır. Bunun da obstrüktif üropati, renal displazi, Prune Belly sendromu gibi konjenital anomolilerin erkek çocuklarda daha fazla görülmesinden kaynaklandığı düşünülmektedir (8, 9). İnsidans, ülkelerin ekonomik gelişmişliğine bağlı olarak değişim gösterir. USRDS’nin verilerine göre 1989-1991 arasında insidans 12 / milyon kişi iken 19951997’de bu oran 15 / milyon kişi olarak, prevalansı milyon kişi başına 70 olarak saptanmıştır (8). İtalya’da 2000 yılında yapılan bir çalışmada ise insidans 12.1/milyon kişi, prevalans 74.7/milyon kişi olarak saptanmıştır (10). Türkiye’de hastalığın insidans ve prevalansına ilişkin net veriler mevcut değildir. ABD’nin verilerine göre 0-19 yaş arasındaki çocukların milyon popülasyonunda insidansı yaklaşık olarak 18’dir ve bu tüm KBH’lı hastaların % 1.2’sini oluşturmaktadır (11). Prevalans ABD’de 15-19 yaş arasında milyonda 60’dır. Dünyanın bazı bölgelerinde, Renal replasman tedavi (RRT) modaliteleri hakkında epidemiyolojik veri toplayan kuruluşlar vardır. Bunların en kapsamlıları, 1970’lerden beri Avrupa’da European Dialysis and Transplant Association (EDTA), 1988’den beri Amerika Birleşik Devletleri’nde United States Renal Data System (USRDS)’dir. Türkiye’ de bu veriler 1990 yılından itibaren Türk Nefroloji Derneği 5 (TND) tarafından toplanmakta ve her yıl kitapçık halinde yayınlanmaktadır. Ülkemizde Türk Nefroloji Derneği (TND)’nin verilerine göre 2005 yılı içinde hemodiyaliz (HD), periton diyalizi (PD) ve transplantasyon yapılan yeni SDBY’li 0– 19 yaş hasta sayısı 500’dür ve bu rakam yeni hastaların % 4.5’unu oluşturmaktadır (12). 3. ETYOLOJİ Çocuklarda KBY konjenital edinsel veya metabolik böbrek hastalıklarına bağlı olabilir ve altta yatan neden hasarın KBY ilk tespit edildiğindeki yaşıyla yakın korelasyon gösterir. Beş yaşından küçük çocuklarda KBY en sık, renal hipoplazi, displazi ve/veya obstrüktif üropati gibi konjenital bozukluklara bağlıdır. Beş yaşından sonra, edinsel hastalıklar (çeşitli glomerülonefrit tipleri) ve kalıtımsal hastalıklar (Ailesel juvenil nefrofitizi, Alport sendromu) daha sık görülür. Metabolik hastalıklarla ilişkili KBY (Sistinoz, Hiperoksalüri) ve bazı kalıtım-hastalıklar (Polikistik böbrek hastalığı) tüm çocukluk çağı boyunca görülebilir (4). Ülkemizin değişik bölgelerinde de daha önce çocuklarda kronik böbrek yetmezliği etyolojisi araştırılmıştır (3, 13). Hastalığın etyolojisi yaş ile bağlantılı olarak değişmektedir. Uluslararası raporlarda, klasik olarak beş yaşından küçük çocuklarda hastalığın etyolojisinde böbreğin anatomik anomalileri ön planda iken daha ileri yaşlarda glomerüler hastalıklar ilk sırada yer almaktadır (14). EDTA’nın 2002 verilerine göre, GN ve pyelonefrit SDBY’nin en sık nedenleridir. Avusturalya-Yeni Zelanda 2003 kayıt raporuna (ANZDATA) göre GN ve hipoplazi-displazi çocukluk çağında en sık rastlanan nedenlerdir (15). 2000 yılında İtalya’da 1197 çocuk hasta üzerinde yapılan çalışmada en sık SDBY nedeni olarak üriner sistem malformasyonları ile birlikte % 53.6’sını hipodisplazi ve % 13.9’sını izole displazi oluşturmaktadır. Sadece primer VUR ile bağlantılı hipodisplazi ise % 25.8 ‘dir. GN ise % 6.8 gibi az bir oranda görülmüştür (10). 2002 yılında SSK Göztepe Eğitim Hastanesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Kliniği Çocuk Nefrolojisi Bölümünde 2 yıllık süre içinde kronik böbrek yetersizliği (KBY) tanısı ile izlenen 50 hastanın retrospektif olarak incelenmesinde en sık KBY nedeni sırasıyla primer böbrek hastalıkları: reflü nefropatisi % 40 (20 hasta), glomeruler hastalıklar % 40 (20 hasta), herediter böbrek hastalıkları % 10 (5 hasta), ürolitiazis % 8 (4 hasta), hipoplastik böbrek % 2 (1 hasta) olarak belirtilmektedir (18). 6 Türkiye’de TND’nin verilerine göre 2002 yılında yeni saptanan SDBY olgularının etyolojik dağılımında en sık % 44 oranla ürolojik nedenler olurken, 2. sırayı % 31 oranla kronik glomeruler hastalık almaktadır. 2003 verilerine göre ise ürolojik nedenler % 48.3’e yükselirken, glomeruler hastalık % 26.6’ya düşmüştür (Tablo 2 ve 3) (19). Tablo 2. Ülkemizde 2002 Yılı Sonu İtibariyle Renal Replasman Tedavisi Alan Pediatrik SDBY Olgularının Etyolojik Dağılımı. ETYOLOJİ HASTA YÜZDESİ (%) Ürolojik nedenler (taş, obstrüksiyon, VUR gibi) 41 Kronik glomerüler hastalık 22 Diğerleri(nedeni belli) 18 Nedeni belli olmayanlar 11 Kistik böbrek hastalığı 4 Kronik intertisyel nefrit 3 Hipertansiyon 1 Tablo 3. Ülkemizde 2002 ve 2003 Yılında Yeni Saptanan Pediatrik SDBY Olgularının Etyolojik Dağılımı. HASTA YÜZDESİ (%) ETYOLOJİ ÜrolojÜrolojik nedenler (taş, obstrüksiyon, VUR gibi) 2002 yılı 2003 yılı 44 48.3 Kronik glomerüler hastalık 31 26.6 Diğerleri (nedeni belli) 13 13.6 Nedeni belli olmayanlar 6 11.4 Kistik böbrek hastalığı 4 - Kronik intertisyel nefrit 1 - Hipertansiyon 1 - 7 Tablo 4. Çocuklarda KBY Nedenleri (Yüzde olarak) (ABD, Kuzey Amerika, Almanya) (20, 21). ABD Kuzey Amerika Almanya (%) (%) (%) Glomerülonefritler 37.6 20.2 19.1 Konjenital herediter hastalıklar 19.1 41.5 31.9 Kollajen vasküler hastalıklar 6.7 Obstrüktif üropati 4.3 Primer hastalık grubu 0.9 Kistik böbrek 5.8 13.0 3.0 4.0 İnterstisyel nefrit 4.2 0.5 0.4 Malignite-Metabolik hast-Diğer 28.1 29.0 30.7 4. PATOFİZYOLOJİ Altta yatan yapısal/metabolik genetik hastalık ortadan kaldırılsa bile böbrek hasarı ilerleyebilir. Böbrek fonksiyonlarındaki bu ilerleyici bozulmanın mekanizması tam olarak açıklığa kavuşmasa da, varsayılan faktörler; hiperfiltrasyon hasarı, sebat eden proteinüri, sistemik veya intrarenal hipertansiyon, böbreklerde kalsiyum ve fosforun depolanması ve hiperlipidemi olarak sıralanmaktadır. Hiperfiltrasyon hasarının böbrek hasarının altta yatan nedeninden bağımsız olarak, glomerül yıkımında son ve önemli ortak bir yol olabileceği öne sürülmektedir. Nefronlar kaybedildikçe, kalan nefronlar glomerül kan akımında artışla birlikte yapısal ve fonksiyonel olarak hipertrofiye uğrarlar. Böylece sağ kalan nefronlarda glomerüler filtrasyon için itici güç artar. Bu kompansatuar hiperfiltrasyon böbrek fonksiyonlarını geçici olarak korusa da, sağ kalan nefronlarda artmış hidrostatik basıncın kapiller duvar bütünlüğü üzerine direkt etkisi ve/veya kapiller duvar boyunca artmış protein trafiğinin toksik etkisiyle ilerleyici hasara neden olduğu ileri sürülmüştür. Zamanla skleroze nefron popülasyonu arttıkça, sağ kalan nefronlar artan atık yükünün altında ezilmekte ve sonuç olarak artan glomerül kan akımı ve hiperfiltrasyon hasarı kısır döngüsü oluşmaktadır. 8 Hiperfiltrasyon hasarına ek olarak, kronik böbrek yetersizliğinin ilerlemesinde başka faktörlerde rol oynayabilir. Proteinürinin kendisi böbrek fonksiyonlarında azalmaya katkıda bulunabilir, proteinürinin azalmasının yararlı etkisini gösteren çalışmalar vardır. Glomerül kapiller duvarını geçen proteinler, direkt toksik bir etki oluşturabilir ve monosit/makrofajları toplayarak, glomerüler skleroz ve tübülointerstisyal fibroz sürecinde etkili olabilir. Kontrol edilmeyen hipertansiyon, arteriyel nefroskleroza neden olarak ve aynı zamanda daha önce tanımlandığı gibi hiperfiltrasyon hasarını artırarak hastalığın ilerlemesine katkıda bulunur (4). Hiperfosfatemi, böbrek interstisyum ve kan damarlarında kalsiyum fosfor depolanmasına neden olarak hastalığın ilerlemesini arttırır. Son olarak, KBY hastalarında sık görülen bir durum olan hiperlipidemi oksidan aracılı hasarla glomerül fonksiyonlarını kötü yönde etkileyebilir. Kronik böbrek yetmezliğinde böbrek hastalığı ne olursa olsun histolojik incelemede glomerüler skleroz, ekstrasellüler matriks artışı, periglomerüler ve intertisyel fibrozis, tübüler atrofi gözlenir. Bu durum primer hastalıktan bağımsız olarak, ilerleyici böbrek hasarında ortak mekanizmaların rol oynadığını düşündürmektedir (16). Değişik araştırmacılar tarafından ilerleyici böbrek hasarı; glomerüler hiperfiltrasyon ve hipertansiyon, hızlanmış lokal arteriyoskleroz, hipertrofi ve büyüme faktörleri ile açıklanmaya çalışılmıştır. Günümüzde çeşitli büyüme faktörleri, sitokinler ve hormonların kronik böbrek yetmezliği sürecinde rol aldıkları düşünülmektedir (Tablo 5). Sistemik hipertansiyon, glomerüler hipertansiyon, proteinüri, hiperlipidemi, diyette yüksek fosfor ve protein alınması, glomerül içi pıhtılaşma ve intertisyel nefrit varlığı kronik böbrek yetmezliğinin ilerlemesine katkıda bulunan faktörlerdir. Kronik böbrek yetmezliğinde temel patoloji ilerleyici nefron harabiyetine neden olan glomerül zedelenmesi diğer deyişle glomerülosklerozdur. Glomerüloskleroza gidiş üç evrede incelenebilir. 1. Hemodinamik stres: Bu evre kompansatuvar hipertrofi, hiperfiltrasyon ve intraglomerular basınç artışı ile karakterizedir. Nefron harabiyetinde sağlam kalan nefronlarda kompansatris hipertrofi ile birlikte perfüzyon basıncı ve filtrasyonda artış 9 görülür. İşlevsel böbrek adaptasyon kavramı, % 75’lik renal doku kaybına rağmen GFR’ de sadece normalin % 50’si kadar azalma olmasını açıklamaktadır. 2. Hücre zedelenmesi: Bu evrede koruyucu faktörlerin azalmasına karşılık zararlı mediatörlerin artışı söz konusudur. 3. Glomerüler aterosis ve mikrotrombüs: Zedelenmiş endotel ile etkileşen trombositler ve monositlerden salgılanan mediatörlerin etkisiyle oluşan mikrotombüsler, kapiller yumağın fibrozisi ve hücresel proliferasyonu sonucu glomerüloskleroz gelişir (22). Tablo 5. Kronik Böbrek Yetmezliği Sürecinde Rol Oynadığı Düşünülen Peptitler. Büyüme Faktörleri: - Transforming growth factor-beta - Transforming growth factor-alfa - Platelet derived growth factor - Epidermal growth factor - Insulin-like growth factor-1 - Fibroblast growth factor Sitokinler: - Interleukin-1 - Interleukin-6 - Tumour necrosis factor alfa Hormonlar: - Angiotensin II - Atrial natriuretic peptide - Endothelin 10 Üremik Semptomların Patogenezi Böbrekler organizmanın büyüme ve gelişmesinde çok önemli rol oynadığı için böbrek fonksiyonundaki bozukluklar tüm organizmayı etkileyen değişikliklere ve semptomlara neden olmaktadır (23). Üremik sendrom böbrek fonksiyonlarının kaybına bağlı olarak ortaya çıkan sıvı ve elektrolit dengesizlikleri, endokrin ve metabolik bozukluklar, nöromüsküler, kardiyovasküler, pulmoner, dermatolojik, gastrointestinal, hematolojik ve immunolojik sistemlerin etkilenmesinden dolayı gelişen bozukluklarla karakterizedir. Üremik sendromun ortaya çıkma zamanı kalan nefron kütlesinin miktarına ve nefron kaybının hızına bağlı olarak hastadan hastaya değişir (24). Kronik böbrek yetmezliği sadece böbrek işlevlerinde değil tüm vücut işlevlerinde bozukluğa neden olur. Böbrek yetmezliği geliştikçe böbreklerin fizyolojik, biyokimyasal ve hormonal işlevlerinde ilerleyici bir kayıp oluşur. Bunun sonucunda normalde sağlıklı böbrekler tarafından atılan metabolitler birikmeye başlar. Böbreklerde nefron kaybı % 60-70’e ulaşınca metabolizma artıkları, özellikle endojen ve ekzojen protein katabolizması sonucu oluşan maddeler atılamaz ve organizmada birikmeye başlar. Önemli bir kısmı diyaliz ile temizlenebilen bu maddelere üremik toksin adı verilir (Tablo 6). Çok sayıda olduğu bilinen bu toksinleri tek tek izole etmek ve etkilerini açıklığa kavuşturmak oldukça zordur. Ancak bu maddelerin üremik hastalarda hematolojik, kardiyovasküler, nörolojik, immun ve başka sistemlere özgü bozuklukların ortaya çıkmasından sorumlu oldukları bilinmektedir. Üremide biriken solütler molekül ağrılıklarına göre düşük (<300 dalton ), orta (300-12000) ve yüksek (>12000 dalton) olmak üzere üç gruba ayrılır. Böbrek yetmezliğinde orta molekül ağırlıklı solütler birikir. Bunun nedeni ise böbrekteki glomerül sayısında azalma sonucu bu maddelerin böbrek aracılığıyla atılamaması ve/veya böbrekte yıkılmasıdır. Küçük molekül ağırlıklı toksinler: Üre: Bazı araştırmacılar ürenin toksin olmadığını yalnız protein katabolizma ürünlerinin arttığını gösteren bir laboratuar verisi olduğunu bazıları ise bulantı, kusma, baş ağrısı gibi semptomlara üre yüksekliğinin neden olduğunu öne sürmüşlerdir (25). 11 Ürik asit: Üremik perikarditin oluşumunda etkili olduğu düşünülmektedir. Guanidin Bileşikleri: Özellikle metilguanidinin glikoz utilizasyonunu bozduğu, DNA sentezini ve trombosit fonksiyonlarını olumsuz etkilediği hayvan deneylerinde gösterilmiştir. Farelerde yapılan deneylerde metilguanidin ve guanidino süksinik asitin kalsitrol yapımını bozduğu, eritrosit içi enerji metabolizmasına etkili olarak eritrositlerin yaşam süresini kısalttığı gösterilmiştir (25). Orta molekül ağırlıklı toksinler: Bu toksinler, akson yapısı için önemli olan mikrotübülin yapımını engellemekte, bu yolla üremik nöropatiye yol açmaktadır. Ayrıca eritrositlerde Na-K ATP’ az pompası bozukluğuna neden olmaktadırlar. Bu toksinler hemodiyalize oranla CAPD ile daha iyi şekilde organizmadan atılabilmektedir (26). Tablo 6. Böbrek Yetmezliğinde Biriken Bazı Solütler ve Molekül Ağırlıkları (MA, Dalton). Solüt MA Solüt MA Üre 60 Kreatinin 113 Psödoüridin 244 Metilguanidin 73 Guanidinosüksinik asit 175 İndoksil sülfat 251 Myoinozitol 180 Hippurik asit 179 O-O Hippurik asit 195 P-OH Hippurik asit 195 Fenilasetilglutamin 264 Peptitler değişik Parathormon 9425 Beta-2 mikroglobulin 11818 Spermine 202 Spermidin 145 Putressin 88 Ürik asit 168 Ksantin 152 Hipoksantin 136 Fenol 94 P-kresol 108 İndol-3 asetik asit 175 Fosfat 96 Oksalat 126 Askorbit asit 176 Dimetilarginin 202 Karboksi-metil-propil-furanpropionik asit 240 KBY’ne yol açan hastalıklarda çeşitli klinik ve laboratuar bulgularının oluşmasında etken olan patogenetik faktörleri şöyle özetleyebiliriz: 12 1. Her iki böbrekteki total glomerül sayısında azalma: Bu azalma hastalığın şiddeti ve süresine göre değişir. Hastalığı başlatıcı nedenler ortadan kalksa bile bu azalış devam eder. 2. İntact nefron teorisi: Hyalinize veya skatrize olan glomerüllerin görevini arta kalan sağlam glomerüller almakta, dolayısıyla bu sağlam glomerüller artan işleri nedeniyle hipertrofiye uğramaktadır. Geride kalan bu sağlam glomerüllere gelen bol miktarda osmotik aktif maddeler (başta üre ve sodyum olmak üzere) özellikle üreminin son dönemlerinde osmotik poliüriye neden olmaktadırlar (terminal poliüri). 3. Hiperfiltrasyon teorisi: Bu teori intact nefron teorisini tamamlayacı bir teoridir ve hayvan deneyleriyle ispatlanmıştır. Ölen glomerüllerin de görevini üzerine alan sağlam nefronların bazal membranında artan osmotik yükün yol açtığı süzme sonucu gittikçe kalınlaşmaktadır. Yani glomerulün osmotik yükü ne kadar fazla ise bazal membrandaki kalınlaşma o kadar çabuk ilerlemekte ve glomerüller fonksiyonlarını o kadar çabuk yitirmektedir. Nefrektomili veya böbreğin bir kısmı çıkarılmış veya doğuştan tek böbrekli kişilerde geri kalan böbrekte veya böbrek parçasında nefrosklerozun çabuk ortaya çıkması, osmotik diürezi arttıran fazla protein veya glikozla beslenen hayvanlarda glomerül fonksiyonlarındaki kötüleşmenin daha hızlı olması osmotik filtrasyon teorisini kuvvetlendiren araştırmalardır. Ancak tek böbrekle kalan sağlam böbrek donörlerinde geride kalan böbrekte donörlüğü ortadan kaldırıcı bir patoloji tespit edilmemiştir. Bu teoriden ortaya çıkan pratik sonuç, KBY hastalarının osmotik maddelerle (özelikle protein) fazla beslenmeleri yerine, az protein verilmesinin uygun olacağıdır. 4. Hipertansiyon: Primer böbrek hastalıklarının çoğunda vardır ve tedavi edilmezse glomerül kapillerlerinde skleroza ve gittikçe böbrek fonksiyonlarında düşmeye yol açar (27). 5. KLİNİK BULGULAR KBY klinik bulguları çok değişkendir ve altta yatan böbrek hastalığıyla ilişkilidir. Doğumsal yapısal anormalliklerin neden olduğu KBH’larında yenidoğan ya da süt çocukluğu döneminde sık tekrarlayan idrar yolu enfeksiyonları ya da kronik piyelonefrite bağlı olarak ateş, kusma, kilo alamama, gelişme geriliği, dehidratasyon, solunum sıkıntısı görülebilir. Kistik böbrek hastalıkları ya da juvenil nefronofitizisli çocuklarda poliüri, polidipsi, istahsızlık, kusma, gelişme geriliği daha ön plandadır. 13 Glomerülonefrite bağlı KBH’da ödem, hipertansiyon, oligüri, hematüri, proteinüri gibi nefritik ve nefrotik sendrom bulguları ile bunlara ikincil olarak halsizlik, iştahsızlık, bulantı, kusma, başağrısı gibi nonspesifik bulgular görülür (5). Böbrek fonksiyonlarının kaybının derecesine göre böbrek yetmezliği sınıflandırılır. Hafif böbrek yetmezliği: Renal kayıp % 50 ve hastanın GFR’si % 80–50 arasındadır. Bu aşamadaki hastalar asemptomatiktir. Kan değerlerinde değişiklik görülmez. Orta derecede böbrek yetmezliği: Renal kayıp % 75 ve hastanın GFR’ si % 50-25 arasındadır. Hastalar genellikle asemptomatiktir, ancak katabolik herhangi bir durumda kolayca iyileşemezler. Hem kan hem de idrar biyokimyasında bozukluk olabilir (hafif asidoz, mikroproteinüri gibi), küçük bebeklerde beslenme intoleransı, kilo alamama, anemi ve büyümede ve gelişmede gecikme görülebilir. Kronik böbrek yetmezliği (KBY): GFR % 25–5 arasında olduğunda böbrek yetersizliği ciddidir ve üreminin klinik bulguları ortaya çıkar (2, 28). Asidoz, büyümede gecikme, hipertansiyon, renal osteodistrofi, hiperkalemi, hiperfosfatemi, azotemi ve anemi sıktır. Son dönem böbrek yetmezliği (SDBY): GFR’nin 5 ml/dk/1.73 m2 ve altında olduğu bu dönemde diyaliz tedavisi yapılmazsa yaşam devam ettirilemez. Letarji, samnolans, anoreksi, bulantı, koma ve ölüm oluşur (29, 30). KBH evreleri ile ilişkili klinik bulgulara bakıldığında ilk 2 evresinde genelde bulgu yoktur, ancak süt çoçukluğu döneminde bu evrelerde büyüme ve gelişmelerinde gerilik olabilir. 3. evrede de genelde semptom yoktur, ancak özellikle sıvı kayıplarında ve araya giren enfeksiyonlarda yada nefrotoksik ilaç kullanımlarında normale göre daha erken ve ağır üremi bulguları görülebilir. 4 ve 5. evrenin en önemli bulgusu böbreğin uzaklaştırması gereken çeşitli toksik ürünlerin vücutta birikimi sonucu birçok organ ve sistemde ortaya çıkan bulgulardır (5). Su dengesi bozukluğu genelde ilk 3 evrede görülmez. Böbrek fonksiyonunun %30’dan fazla azalması ile idrar konsantrasyon ve dilüsyon yeteneği bozulacağından idrar izostenürikdir ve buna bağlı olarak poliüri ve sekonder enürezis görülür. Aşırı sıvı kayıplarında böbreğin bunu kompanse edememesi sonucu daha çabuk 14 dehidratasyon gelişir. Çocuklarda 4 hatta 5. evreye kadar aşırı sıvı alımı olmadıkça böbrek yetmezliği sonucu sıvı retansiyonuna bağlı ödem beklenmez (4). Sodyum dengesi bozukluğu da KBH’da idrar sodyum konsantrasyonu ve dolayısı ile sodyumun fraksiyonel ekskresyonu (FENa) artmasına rağmen SDBY evresine kadar genelde bulgu vermez. Aşırı su alımında dillüsyonel hiponatremi ya da aşırı sıvı kısıtlanması ya da kayıplarında hipernatremi görülebilir. Potasyum denge bozukluğu da özel durumlar dışında son evrelere kadar görülmez. Ancak asidoz, hiponatremi, katabolizmanın artması (enfeksiyon, travma gibi nedenlerle) yada aşırı potasyum alımı, kan transfüzyonları, potasyum tutulmasına neden olan ilaçların (Potasyum tutucu diüretikler, ACE inhibitör yada reseptör blokörleri gibi) kullanımında hiperkalemi, thiazid grubu yada loop diüretikleri kullanımı, kusma ve renal tubuler hastalıkların varlığında ise hipokalemi gelişebilir. Asit-baz dengesi bozukluğu da böbreklerin yeterli H+ ve endojen asit yükünü ekskrete edememesinden kaynaklanır. KBH’da özellikle araya enfeksiyonların girdiği dönemde daha bariz olarak metabolik asidoz gelişir. Sıklıkla GFR 30ml/dk/1.73m2’nin altına düşünce görülmeye başlar. Plazma bikarbonat konsantrasyonu azalmıştır. Sülfat, fosfat, ürat gibi anyonların plazmadaki artışı nedeniyle anyon açığı artmıştır. Kalsiyum ve fosfor denge bozukluğu, diğer elementlere göre daha erken başlar. GFR 25-30 ml/dk/1.73 m2’nin altına düşünce fosfor retansiyonu başlar. Bu da hiperfosfatemi ve hipokalsemiye neden olur. Buna karşın paratiroidlerden parathormon salınımı artarak, fosforun tübüler reabsorbsiyonu engellenmeye ve iyonize kalsiyumun kemikten kana geçişi sağlanarak denge korunmaya çalışılır. Ancak bu durum ve böbrekte sentezlenen 1-25 dihidroksi kolekalsiferolün (1-25 DOH-CC) yetersizliği sonucu renal osteodistrofi gelişir. Üremi, böbreğin diğer önemli görevlerinden birisi olan metabolik atıkların vücuttan yeterli uzaklaştırılamaması sonucu üre, kreatinin, guanidinler, metilaminler, fenoller ve poliaminler gibi çeşitli toksik metabolitlerin birikimi ve toksisitesi ile birçok organa verdiği zararlar sonucu ortaya çıkan tablodur. Burada ürenin prototip olması ve her yerde kolayca tayini nedeni ile tabloya üremi denilmektedir. Genelde 4 15 ve 5. evre KBH’da bulgu verir. Hemen her organ ve sistem etkilenmekle birlikte en çok etkilenenler kalp-damar, kan, kas-iskelet ve sinir sistemleridir (5). Kalp-damar sisteminde, sıvı ve sodyum retansiyonu ile birlikte renin salgılanmasının artışı sonucu hipertansiyon (HT) ile birlikte üremik perikardit, miyokardit ve endokardite neden olur. Anemi, çocuk ve erişkin KBH’larında sık görülen bir bulgu olup, ağırlığı böbrek yetmezliğinin ağırlığıyla orantılıdır. KBH’larında aneminin gelişmesinde ana faktör eritropoetin yapımındaki yetersizlik olmakla birlikte, üremi ile eritrositlerin ömrünün kısalması, üremi sonucu oluşan iştahsızlık ve beslenme bozukluğu sonucu demir eksikliği, ozmolalitenin azalması ile oluşan hemoliz, diyaliz ile kan kaybı ve hemoliz, üreminin trombosit fonksiyonlarını bozması ve kanamaya meyil artışı da etkili faktörlerdir. KBY’de genelde normositik-normokromik anemi olmakla birlikte demir eksikliği ağırlıkta ise mikrositik-hipokromik, folat eksikliği belirgin ise megaloblastik anemi olabilir (4). Hastalarda kanamaya eğilim artmıştır. Trombosit sayısı normal olmasına rağmen trombosit fonksiyonlarında bozukluk vardır. Bu durum toksik metabolitlerin trombosit adezyon ve agregasyonunu bozmasına, Faktör-VIII, Von Willebrand Faktör, Platelet Faktör-III eksikliğine ve Tromboksan A2 yapımının inhibe edilmesine bağlıdır. Sinir sisteminde üre ve diğer toksik ürünlerin etkisi ile halsizlik, konsantrasyon azlığı, huzursuzluk, depresyon, kişilik değişikliğinden konvülziyon, şuur kaybı, ölüme kadar giden ve “üremik ensefalopati” denilen bir tablo oluşur. Ayrıca üreminin sinir iletim hızına olumsuz etkisi ile el ve ayaklarda yanma, uyuşukluk, his ve motor kaybına neden olan “periferik nöropati” tablosu gelişir. İnsülin direnci ve buna bağlı glukoz tolerans bozukluğu KBY’li hastalarda yaygındır. Bu durumdan da üremik toksinler sorumlu tutulmaktadır. Bu direncin en önemli geliştiği yerler periferik dokular ve iskelet kaslarıdır. Ayrıca KBH’lı hastalarda tiroid ve adrenal hormonlarda etkilenebilir. Bu hastalarda serbest triiodotronin (T3) ve tiroksin (T4) düşük ancak tiroid sitümülan hormon (TSH) normal olup ötiroidik oldukları için çoğu hastalarda tedavi gereksizdir. Hastalarda hipotalamik-hipofizeradrenal aksın bozulması sonucu adrenal hormonların seviyesi 16 de azalmış olabilir, ancak klinik olarak adrenokortikal yetmezlik çok nadir olup tedavi gerektirmez (5). Büyüme geriliği KBH’lı çocuklarda en sık karşılaşılan bulgudur. KBH başlangıç yaşı ne kadar düşükse büyüme geriliği o kadar fazla olur. Büyüme geriliğinde üreminin büyüme hormonu (GH) ve insülin benzeri büyüme faktörü (IGF) aksına olumsuz etkisi yanı sıra kötü beslenme, renal osteodistrofi komplikasyonları ve diğer faktörlerin de rolü vardır. Ayrıca ciddi büyüme geriliği olan KBY’li hastalarda ölüm oranının daha yüksek olması, bu hastalarda yetersiz bakımın bir göstergesi olduğunu düşündürmektedir. Renal Osteodistrofi (ROD) KBH’da görülen önemli bulgulardan biridir. İngiliz Fizikçi Lucas ilk kez 1983 yılında renal hastalıklı çocuklarda iskelet deformiteleri ve büyümede duraklamaya dikkat çekmiş, 1922'de Flutcher böbrek hastalığında kemik deformitesinin rolünü vurgulamış ve 1943'de Liu ve Chu tarafından ilk kez renal osteodistrofi tanımı kullanılmıştır (31). ROD gelişiminde üç faktör etkilidir. Birincisi fosfat atılımında bozulmadır ki sonucunda hiperfosfatemi, hipokalsemi ve sekonder hiperparatiroidizm gelişir. İkincisi vitamin D’nin aktif metaboliti olan 1-25 DOH-CC’un yetersizliği ile kalsiyumun GİS’den emiliminin azalması sonucu hipokalsemi gelişimidir. Üçüncü problem ise üre retansiyonu ve net asid ekskresyonunda bozulma ile gelişen üremi ve metabolik asidozun PTH direncine neden olmasıdır (32). Etkilenen çocuklarda büyüme geriliğiyle beraber iskelet sistemi ile ilgili veya iskelet dışı bulgular görülür. Bu bulgular transplantasyona rağmen düzelmeyebilir. Erişkinlerde ROD evre 3’de görülürken çocuklarda malnütrisyon, fosfat kaybettiren hastalıklar ve asidozla seyreden tubülopatiler nedeniyle evre 2’nin erken dönemlerinde bulgular çıkabilir. Boy uzaması çocuk ve adölesanların en belirgin özelliğidir. Bu periosteal yeni kemik formasyonu ve enkondrial kemik rezorpsiyonu ile sağlanır. Renal osteodistrofi büyüme plağında değişikliklere yol açar ve özellikle hızlı büyüme döneminde iskelet deformiteleri oluşur. Renal Osteodistrofi’nin çocuklarda semptom ve bulguları. Metabolik anormallikler: Hipokalsemi, hiperfosfatemi Hormonal anormallikler: Vitamin D metabolizması değişiklikleri, sekonder hiper PTH 17 Radyografik anormallikler: Subperiosteal rezorpsiyon, osteosklerozis Kemikler: Lineer büyüme geriliği, iskelet maturasyonu ve epifiz kapanmasında gecikme, epifiz kayması, iskelet deformiteleri, avasküler nekroz, spontan tendon rüptürü, kemik ağrıları ve fraktürler Kaslar: Proksimal miyopati, progresif kas güçsüzlüğü ve ördek vari yürüyüş, yumuşak doku, kan damarları, miyokard, akciğer, böbrek, koroner arterlerde kalsifikasyonlar. Göz: Band keratopati, korneal kalsifikasyon Dermatolojik: Kaşıntı, cilt ülserleri, yumuşak doku nekrozu 6. TANI İlerleyici böbrek hasarının değerlendirilmesi için histopatolojik değerlendirme altın standart sayılsa da pratik olarak uygulanabilirliği yoktur. Bu nedenle non invaziv ancak duyarlı yöntemler geliştirilmiştir. Klinikte uygulanabilecek en duyarlı yöntem kreatinin klirens hesaplamalarıdır. Tek başına kan üre azotu ve kreatinin düzeylerindeki yükselme ise böbrek yetmezliği tanısında güvenilir değildir. Kreatinin, kreatinin fosfatın sabit bir oranda kasta yıkımı sonucu oluşur. Esas olarak reabsorbsiyon olmaksızın filtrasyon yoluyla atılır, ancak tübüler sekresyonda atılımında rol oynar. Serum kreatinini renal fonksiyonların güvenilir bir göstergesi değildir, ama pekçok hasta için serum kreatinin ölçümlerinin takibi renal fonksiyonlardaki değişimi izlemek için kullanılabilir. Bununla birlikte, renal bozukluğun erken evrelerinde, GFR düşerken serum kreatinini artmayabilir. Bunun sebebi ise kreatininin tübüler sekresyonunun artmasıdır. Tübüler sekresyon serum kreatinini yaklaşık 140–170 mmol/L olduğunda doygunluğa ulaşır. Bundan sonra GFR’ deki daha da düşüş kreatinin serumda artışıyla kendini gösterir. Son dönem böbrek yetmezliğine yaklaşıldığında üremideki artışla diyetle alım azalarak ve GFR düşmeye devam ederken serum kreatinini daha fazla artmaz. Son olarak, renal yetmezliğin ilerlemesiyle kreatinin üretimi azalır. Tüm bunlar serum kreatinini SDBY’de renal fonksiyonların güvenilmez bir işareti yapmaktadır. Kanda üre, yapım hızı sabit olmadığı için (Yüksek protein diyeti, doku yıkımı, steroid kullanımı, GİS kanaması ile artar, karaciğer hastalıklarında ve düşük 18 proteinli diyetle düşer) ve filtre edilen ürenin % 40-50’si proksimal tübülde reabsorbe olduğu için renal fonksiyonların ölçümünde daha az faydalıdır. Kreatinin klirensi, belli bir süre (genellikle 24 saat) idrar toplayarak ve eşzamanlı plazma örneği alınarak hesaplanabilir. İdrar volümü (ml ) × İdrar kreatinini (mmol/l ) CCr( ml/dk ) = --------------------------------------------------------Plazma kreatinin (mmol/l ) × 1440 1.73 x ----------m² Hesaplama hataları kreatinin tübüler sekresyonundan, kreatinin ölçüm yöntemlerinden ve özellikle idrar toplanmasındaki zamanlamadan kaynaklanır (33). Böbrek yetmezliği tanısı konulduktan sonra sorun akut-kronik böbrek yetmezliği ayırıcı tanısındadır. (Tablo 7). Kronik böbrek yetmezliği tanısında pratikte en çok kullanılan yöntem radyolojik olarak böbreklerin küçük olduğunun gösterilmesidir. Amiloidoz, diyabetik nefropati, hidronefroz, polikistik böbrek hastalığı, böbreğin infiltratif hastalıklarında kronik böbrek yetmezliği olmasına rağmen böbrekler küçülmemiş olabilir. Böbrekler küçükse, kronik böbrek yetmezliğinde histolojik incelemede amiloidoz dışında orijinal böbrek hastalığı hakkında bilgi vermekte yetersiz kalır. Bu nedenle tanı ve ayırıcı tanıda biyopsinin yeri çok sınırlıdır. 19 Tablo 7. Akut-Kronik Böbrek Yetmezliği Ayırımında Kronik Böbrek Yetmezliği Lehine Olan Bulgular. Öykü - Noktüri, poliüri, ödem, hematüri - Kaşıntı veya diğer üremik semptomlar (nöropati gibi) - Altta yatan hastalık (taş, hipertansiyon ) Objektif bulgular - Üremik kemik hastalığı - Bant keropati veya konjuktival kalsifikasyon Daha az hassas olan kısa sürede akut böbrek yetmezliğinde de gelişen bulgular - Hipokalsemi - Hiperfosfatemi - Anemi 7. TEDAVİ Kronik böbrek yetmezliğinin tedavisi konservatif tedavi ve renal replasman tedavisi olarak iki gruba ayrılır (17). Konservatif Tedavi: Tedavi hastanın evresine göre değişir. SDBY öncesinde konservatif tedavi esasdır. Burada amaç KBH’na neden olan birincil hastalığın özgün tedavisi ve eşlik eden bozuklukların tedavisi ile böbrek fonksiyon kaybını durdurmak ya da yavaşlatmak, kalp-damar bozukluklarını engellemek ve tedavi etmek, azalmış böbrek fonksiyonu ile ilgili hipertansiyon, anemi, asidoz, büyüme geriliği gibi komplikasyonları engellemek ve tedavi etmektir. SDBY’de ise konservatif tedaviye ek olarak yaşamın devamı için renal replasman tedavisi (RRT) olarak adlandırdığımız hemodiyaliz, periton diyalizi ve böbrek naklinden birisi gerekmektedir. Beslenme ve büyümenin yönetimi KBH’lı çocuklarda önemlidir. Böbrek hasarının derecesi ve hastanın yaşına göre uygun kalori, protein, sıvı ve elektrolit alınmasını sağlayan diyet reçeteleri düzenlenmelidir. Hayvan modellerinde protein kısıtlaması ile böbrek yetmezliğine gidişin yavaşlatıldığı gösterilse de, çocuklarda büyümenin sağlanması için kendi yaşına göre günlük önerilen proteinin en az miktarı 20 mutlaka alınmalıdır (7). Protein kısıtlı diyetlere esansiyel aminoasitlerin (EAA) alfaketo ya da hidroksi analogları destek amaçlı kullanılmaktadır (4). KBH’da ilerleyen evrelere kadar sıvı ve elektrolit dengesi korunur. Bu nedenle su alımı özellikle küçük çocuklarda serbest bırakılmalıdır. Obstrüktif üropatiler, renal displaziler ve juvenil nefronofitizis gibi poliüri ve tuz kaybına neden olan hastalara daha fazla su ve tuz gerekebilir. Bu durumlarda tuz ihtiyacı idrarla atılan tuz miktarına göre hesaplanır. Ancak genelde aşırı sodyum alımının kan basıncını arttırarak böbrek fonksiyonlarının kaybedilmesinde bir risk faktörü olduğu düşüncesi yaygındır ve tuz kaybettiren nefropati dışında tuz alımı 1–2 mmol/kg/gün önerilmektedir. KBH’lı oligürik çocuklarda hiperkalemi ve volüm yüklenmesi riski nedeni ile diyette su, sodyum ve potasyum kısıtlanmasına gidilir (4). Sekonder hiperparatirodizmin kontrolü için öncelikle plazma fosfat düzeyi düşürülmelidir. Bu nedenle diyette fosfor alımı kısıtlanmalıdır. Ayrıca fosfat bağlayıcı ilaçlar kullanılmalıdır. Bu amaçla kalsiyum karbonat 100 mg/kg/gün dozu ile yemeklerle birlikte verilmelidir. Kalsiyum asetat ile kalsiyum ve aluminyum içermeyen bir polimer olan sevelamer de kullanılabilir. Hipertansiyon tedavisinde, hipervolemi varsa su ve tuz kısıtlaması yanı sıra bir diüretik eklenmelidir (1–2 mg/kg furosemid gibi). Anjiotensin konverting enzim inhibitörleri (ACEI) ve anjiotensin reseptör blokörlerinin (ARB) proteinüriyi de azaltması nedeni ile tercih edilen ilaçlardır. Ancak kalsiyum kanal blokörleri, santral etkili ilaçlar ve beta blokörler de kullanılabilir (4). KBH’lı çocuklarda boy uzaması belli aralıklarla kontrol edilmelidir. Sıvı, elektrolit, beslenme ve asit-baz dengesi düzelmesine rağmen büyüme hızı az ise rekombinant insan büyüme hormonu (rhGH) tedavisi düşünülmelidir. Birçok yabancı kaynaklarda KBH’lı çocuklarda rhGH tedavisinin başlanması için GFR’nin 75ml/dk/1.73 m2 altında olup, büyüme geriliği kesin gösterilmiş olanlarda GH uyarı testine gerek olmaksızın kullanılması önerilse de ülkemizde pahalı bir tedavi olan rhGH’nin kullanılabilmesi için bu test şart koşulmaktadır. rhGH’ın önerilen dozu haftada altı gün subkutan 0.05 mg/kg/gündür. Ailesel boy için 50. persantile ulaşanlarda rhGH tedavisine son verilir. Yaşı büyük olan çocuklarda böbrek naklinden sonra büyüme geriliği devam edebilir. Bu durum kortikosteroid ilişkili olabilir ve bu tedaviden kaçınmanın büyümeyi düzeltebileceği ileri sürülmüştür. 21 Etiyolojide üriner sistem anomalisi bulunan hastalarda tekrarlayan idrar yolu enfeksiyonları olabileceği için bu hastaların her gelişinde idrar analizi yapılmalıdır. Ayrıca bu hastalara böbrek fonksiyonlarını en az etkileyen nitrofurantoin gibi baskılayıcı düşük doz antibiyotik verilmelidir. Yine bu hastaların rutin aşıları Hepatit B başta olmak üzere tamamlanmalıdır. Genelde GFR 15 ml/dk/1.73m2’nin altına indiğinde RRT başlanması önerilmektedir. Ancak üremik bulguların, malnütrisyonun, büyüme bozukluğunun ve diğer komplikasyonların varlığında bu tedavi daha erken başlatılabilir. RRT genellikle hemodiyaliz ya da periton diyalizi ile başlasa da bazen diyaliz atlanıp doğrudan transplantasyona gidebilir. Pre-emptif yada öncelikle transplantasyon dediğimiz bu durum batıda çocuklarda erişkinlerden daha fazla tercih edilmekte ve graft yaşam süresinin daha uzun olduğu görülmektedir. SDBY’li çocuk hastanın diyaliz modelinin seçiminde hasta, aile ve kliniğin durumuna göre karar verilir. Kronik böbrek yetmezliği sürecinde bir hastaya klinik yaklaşım aşağıdaki unsurları kapsamalıdır (34). 1. Böbreklerin fonksiyonel rezervini doğru bir şekilde saptamak 2. Fonksiyonel kapasiteyi düşüren reversibl faktörlerin düzeltilmesi Diyabetiklerde kan şekeri kontrolü: IDDM ve NIDDM de kan şekerinin sıkı kontrolü renal fonksiyonlar üzerine yararlı etkiler gösterir. Bu etki hem oral hem de insülinle sağlanır. Lipid kontrolü: Hayvan deneylerinde ve bazı insan deneylerinde renal fonksiyonlarındaki bozulmanın, kolesterolü düşürerek ve düşük yağ içerikli diyet uygulayarak yavaşladığına ait deliller vardır. Sıvı dengesinin ayarlanması: Sıvı kaybı hipotansiyona ve renal perfüzyon bozukluğuna yol açarak böbrek fonksiyonlarını kötü yönde etkiler. Düşük proteinli diyet: Protein kısıtlamasının renal yetersizlikteki progresyonu yavaşlatıp yavaşlatmadığı tartışmalıdır. Diyabetiklerde ve özellikle yağdan fakir beslenenlerde uyum sağlamak zordur. Protein kısıtlamasının özellikle çok yavaş seyirli böbrek hastalığında protein malnütrisyonuyla yakından ilişkisi vardır. 3. İlerlemenin durdurulması veya yavaşlatılması. 22 4. Üremik komplikasyonların önlenmesi ve tedavisiyle, yaşam süre ve kalitesinin artırılması. Hiperparatiroidi: Hipokalsemi parathormon salgılanmasını arttırır, paratiroid bezler hiperplaziye uğrar. Ancak parathormonun fazla salgılanması kalsitriol de yetersiz olduğu için serum kalsiyum düzeyini arttıramaz. Zamanla paratiroidlerin serum kalsiyum düzeyine çok hassas olan duyarlılıkları azalır. Hipokalsemi: Çalışan nefron sayısının azalmasına paralel olarak başlıca yapım yeri böbrek olan D vitamininin 2. hidroksilasyonu yapılamaz ve aktif D vitaminin yetersizliği gelişir. Kalsitriol eksikliği gastrointestinal sistemden kalsiyumun yetersiz emilimine ve sonuç olarak hipokalsemi gelişimine yol açar. Hiperfosfatemi de çözünmeyen kalsiyum fosfat bileşiklerinin oluşmasına yol açarak kan iyonize kalsiyum düzeyinin azalmasına katkıda bulunur. Hiperfosfatemi: Glomerüler filtrasyon hızının azalması ile birlikte böbreğin eksresyon ve reabsorbsiyon yeteneği azalır. Başlangıçta tübüler fosfor ekskresyonu artarak serum fosfor düzeyi normal sınırlarda tutulursa da daha sonra bu da yapılamaz ve ilerleyen böbrek yetersizliği ile birlikte fosfor ekskresyon yeteneği kaybolur ve hiperfosfatemi gelişir (35). Hiperkalemi: Plazma potasyum düzeyi düzenli takip edilmelidir. Hiperkalemi fatal aritmiler oluşmadan önce uyarıcı semptomlara yol açmaz. Renal osteodistrofi: Parathormon düzeylerinin uzun süre yüksek seyretmesi yüksek turn over’lu osteodistrofi gelişmesine neden olur. Fazla miktarda kollajen yapılır ama minerilizasyon olmaz. Diğer bir deyişle kemik miktarı değişmeden kalitesi bozulur. Büyümekte olan organizmada deformiteler, ağırlığın bindiği ekstremitelerde eğilmeler olur. Çocuklarda en sık görülen osteodistrofi osteitis fibrosa da denilen hiperparatiroid kemik hastalığı ve mixt üremik distrofi şeklinde seyreden yüksek turn over’lu distrofidir. Osteitis fibroza agressif kalsitriol ve kalsiyum tedavisinin bir 23 sonucudur. Yüksek doz pulse intravenöz, intraperitoneal ve oral kalsitriol tedavileri serum parathormon düzeyini belirgin derecede düşürüp osteitis fibroza gelişmini yavaşlatır (36). Mikst üremik distrofide kemiği rezorbe eden osteoblastlar artmıştır ancak osteoblastların yetersiz olması rezorbe olan kemiğin yerine konmasını engeller (37). Renal osteodistrofi tedavisinde, patogenezde etkili diğer faktör olan vitamin D’nin eklenmesi de önemlidir. Vitamin D tedavisi PTH düzeyine göre evre 3’de 65 pg/ml üzerinde, evre 4’de 100 pg/ml, evre 5’de ise 300 pg/ml üzerinde ise başlanmalıdır. KBH tedavisinde Vitamin D ağızdan düşük doz (15–30 ng/kg/gün 1_hidroksi kolekalsiferol) verilebileceği gibi, haftada 3 kez ağızdan, damar içine yada periton içine 0.5-1.0 μg/doz şeklinde verilebilir (38). Renal osteodistrofi tedavisinde hiperkalsemi ile yumuşak doku ve damar kalsifikasyonlarından kaçınılmalıdır. Birçok nefrolog bu komplikasyondan kaçınmak için kalsiyum/fosfor çarpanının (CaxPO4) 55’den düşük tutulması gerektiğine inanmaktadır (4). Vitamin D tedavisine cevapsız ya da dirençli hiperparatiroidi vakaları ile özellikle aşırı kaşıntı ile giden tekrarlayan hiperkalsemi, iskelet dışı kalsifikasyonların varlığı, patolojik kırıklar, deformiteler ve aşırı kemik ağrılarında paratiroidektomi yapılmalıdır. Asidoz: Böbrek yetersizliği sürecinin başlangıcında, sağlam kalan nefronlarda amonyum atılımı artar ve yeterli miktarda net asit eksresyonu sürdürülür. Glomeruler filtrasyon miktarı 40 ml/dk/1.73m²’ nin altına indiğinde total amonyum atılımı düşer ve sonuçta H’ nun birikmesiyle kronik metabolik asidoz tablosu ortaya çıkar. Titrabl asit sekresyonunun azalması da asidoza katkıda bulunur. Titrabl asit sekresyonunun azalmasında GFR’ nin düşüşü yanında diyetteki fosfat kısıtlaması ve fosfat bağlayıcı ajanların kullanılması da rol oynayabilir. Kemiğin tamponlama kapasitesi nedeniyle serum bikarbonat düzeyi çoğu defa 12-15 mEq/L’nin altına düşmez. Başlangıçta anyon gap normal sınırlarda olabilir. Ancak GFR 20 mL/dk/1.73 m²’ nin altına düşünce fosfat, sulfat, ürat ve hippurat gibi anyonların birikimine bağlı olarak anyon gap artar. Kronik böbrek yetmezlikli hastalarda asidotik solunum, ancak son dönemde veya ateşli bir hastalık ya da ishal gibi endojen H yapımının ya da bikarbonat atılımının arttığı durumlarda belirginleşir. Kronik metabolik asidoz, protein ve kemik metabolizmalarını etkileyerek zararlı sonuçlara yol açar. Hastalarda 24 protein katabolizması artar ve negatif azot dengesi ortaya çıkar. Sonuçta iskelet ve kalp kasında protein dönüşümü etkilenir. Kemik hücrelerinde H iyonlarının tamponlanmasıyla kalsiyum kaybı artar ve bu durum renal osteodistrofiyi hızlandırır. Asidoz ayrıca büyüme hormonu, insüline benzer büyüme faktörü 1 aksını etkileyerek büyümenin yavaşlamasına neden olur. Hücre içindeki potasyumun hücre dışına çıkışını hızlandırarak hiperpotasemi riskini arttırır. Kemik hastalığının ilerlemesi ve kas katabolizmasının artmasını önlemek için ağız yoluyla sodyum bikarbonat verilerek plazma bikarbonat seviyesinin normal sınırlarda tutulması sağlanmalıdır (39, 40, 41). Asit-baz dengesizliği güçsüzlük, kemik demineralizasyonu ve hiperkalemiye neden olabilir. Metabolik asidozun ağırlığı hücre dışı sıvının (HDS) azlığı ile maskelenebilir ve HDS düzeltilince klinik ortaya çıkabilir. Protein kısıtlaması ile sülfür içeren aminoasitlerin alımı ve dolayısı ile endojen protein yapımı azaltılmasına rağmen sodyum bikarbonat 2 mmol/kg/gün dozu ile başlanmalı (4). Çocuklarda optimal büyümeyi sağlamak için bikarbonatın 23–26 mEq/L düzeyinde sürdürülmesi önerilmektedir. Anemi: Kemik iliğinde eritroid seri prekürsör hücrelerinin proliferasyon ve differensiyasyonu eritropoetin tarafından düzenlenir. Eritropoetinin % 90’dan fazlası böbrekte (korteks ve medullanın dış kısmındaki peritubuler intertisyel hücrelerde ) yapılır. Yapımı anemi ve hipoksiye bağlı olarak regüle olur. Böbrek yetersizliğinde GFR 30 ml/dk/1.73 m²’ nin altına inene kadar hemoglobin düzeyleri genellikle stabildir. Bu düzeyin altında, hemoglobin konsantrasyonunda düşme başlar ve hastaların önemli bir kısmında normositer normokrom bir anemi ortaya çıkar. Anemi çocuk ve erişkin KBH’larında sık görülen bir bulgu olup, ağırlığı böbrek yetmezliğinin ağırlığıyla orantılıdır. KBH’larında aneminin gelişmesinde ana faktör eritropoetin yapımındaki yetersizlik olmakla birlikte, üremi ile eritrositlerin ömrünün kısalması, üremi sonucu oluşsan istahsızlık ve beslenme bozukluğu sonucu demir eksikliği, ozmolalitenin azalması ile oluşan hemoliz, diyaliz ile kan kaybı ve hemoliz, üreminin trombosit fonksiyonlarını bozması ve kanamaya meyil artışı da etkili faktörlerdir. KBY’de genelde normositiknormokromik anemi olmakla birlikte demir eksikliği ağırlıkta ise mikrositik- 25 hipokromik, folat eksikliği belirgin ise megaloblastik anemi olabilir (4). Yakın zamana kadar, ağır aneminin belirti ve komplikasyonlarını ortadan kaldırmak üzere böbrek yetersizlikli hastalara sık sık kan transfüzyonu yapılırdı. Tekrarlanan transfüzyonların, endojen eritropoetin yapımını baskılamak, aşırı demir birikimine yol açmak, hastalık etkenleri bulaştırmak (B ve C hepatiti, HIV ) ve sitotostik antikor yapımını uyarmak gibi dezavantajları vardı. İlk defa 1985 yılının sonunda rekombinan insan eritropoetininin kullanıma girmesiyle anemi tedavisinde yeni bir çığır açmıştır. Günümüzdeki pratik uygulamada, hemoglobin düzeyi 11 g/ dl’ nin altına inen böbrek yetersizlikli çocuklarda eritropoetin tedavisine başlamadan önce şu parametrelerin araştırılması önerilmektedir: Hematokrit, eritrosit indeksleri, retikülosit sayımı, demir göstergeleri (serum demiri, demir bağlama kapasitesi, transferin satürasyonu, serum ferritini). Normal popülasyonda demir eksikliği için kriterler, transferrin satürasyonunun % 16’nın ve serum ferritin düzeyinin 12 g/L’nin altında bulunmasıdır. Kronik böbrek yetersizliğinde ise, transferin satürasyonunun % 20’nin üzerinde ve serum ferritin düzeyinin 100 g/L’nin üzerinde olması gerekmektedir. Ancak bazı hastalarda demirin yeterli olabilmesi için daha yüksek değerler gerekebilir. Transferin satürasyonunun % 50’ye ve ferritin düzeyinin 300– 800 g/L’ye yükseltilmesi gerekebilir. Bu yüksek dozların ise yan etkiye yol açmadığı düşünülmektedir. Eritropoetin tedavisine başlamadan, gerekiyorsa önce mutlaka demir verilmelidir. Eritropoetin uygulaması sırasında da demir tedavisi sürdürülmelidir. Demir tedavisi için oral preparatlar kullanılabilir. Ancak bunların emilimi genellikle yetersiz kalmaktadır. Son yıllarda KBY’ de intravenöz demir tedavisi tercih edilmektedir. 1990 yıllarında rekombinant insan eritropoetinin (rhEPO) sentezlenmesinden sonra bu ilaç anemi tedavisinde yaygın olarak kullanılmaya başlanmıştır. Eritropoetin (EPO) tedavisine başlanması gereken hemoglobin seviyesi tartışmalıdır. Şüphesiz Hb <9.5 g/dl’nin altında ise ve özellikle anemiye bağlı semptomlar gelişmiş ise tedavi başlanması gerekir. rEPO ciltaltı, damar içi, yada periton içine verilebilir. rEPO dozu haftalık 300 Ü/kg olup 2–3 eşit dozda başlanır ve cevaba göre doz ayarlanır. Küçük çocuklar ve süt çocuklarında daha yüksek doz gerekebilir. Tedavi hedef sınırlarına ulaştığında (hemoglobini 11– 12 g/dl, hematokriti % 33–36, transferin saturasyonunu % 20’nin üzeri ve serum ferritin düzeyini 100 ng/ml üzeri) eritropoetin alımı haftada bir ve tek doza 26 düşülebilir (60–600 Ü/kg/hafta dozunda). Başlangıçta hemoglobindeki düzelme 3–4 haftada sağlanır. Tam cevap alınamayan vakalarda 4.haftada EPO dozu artırılır. NKF-DOQI 2001’e göre ulaşılması amaçlanan en düşük hemoglobin düzeyi 10–11 g/dl hematokrit ise % 33 olmalıdır. Hastanın iyiliği ve sol ventrikül hipertrofisine etkisi açısından, daha yüksek hemoglobin düzeylerinde EPO başlanmasının faydası açık değildir. Ayrıca EPO kullanımının renal fonksiyonlarda daha hızlı bir düşüşe yol açacağına dair de bir işaret yoktur (35, 42). Beslenme Bozukluğu: Düşük albumin seviyesi ve malnütrisyon diyaliz hastalarının uzun süreli sürvilerinde kötü prognostik faktör olduğu için tüm hastalar beslenme konusunda eğitilmelidirler. Ayrıca diyalize erken başlamanın renal yetersizliğe bağlı iştahsızlık ve beslenme bozukluğunu engellediğini düşünenler de artmaktadır. Hastaların günlük alması gereken kalori şu şekilde olmalıdır: Yaş Kalori (Kcal) 0-1 105-110 x kg 1-3 1300 4-6 1700 7-10 2400 11-14 2700 Altta yatan hastalığın tedavisi Renal arter darlığı, ekstrasellüler sıvı hacminde azalma, kalp yetmezliği, üriner tıkanma, vezikoüreteral reflü, enfeksiyon, kontrolsüz kan basıncı yüksekliği, nefrotoksik ilaçların kullanımı, hiperürisemi, hiperkalsemi, hipokalemi gibi faktörler kronik böbrek yetmezliğinde böbrek fonksiyonlarının daha fazla bozulmasına yol açabilir. Bunların düzeltilmesiyle böbrek fonksiyonlarında iyileşme gözlenebilir. Renal replasman tedavisi : Hemodiyaliz Periton diyalizi (PD) Sürekli ayaktan periton diyalizi (SAPD) Renal transplantasyon (43, 44, 45) 27 Son dönem böbrek yetersizliği (SDBY) olan hastalarda renal replasman tedavileri; hemodiyaliz, periton diyalizi ya da renal transplantasyondur (6). SDBY bulunan hastalar her üç tedaviden de zaman içerisinde yararlanmak durumunda kalabilirler. Diyaliz yarı geçirgen bir membran aracılığı ile hastanın kanı ve uygun diyaliz solüsyonu arasında sıvı-solid değişimini esas alan bir tedavi şeklidir. Diffüzyon ve ultrafiltrasyon olmak üzere iki temel prensibi vardır. Diffüzyon konsantrasyon farkına bağlı olarak solütlerin yer değiştirmesi, ultrafiltrasyon ise hidrostatik basınç ile birlikte suyun ve suyu takiben solütlerin membranın diğer tarafına hareketidir (46). Diyalizin Klinik Endikasyonları (4) Akut böbrek yetmezliği, Kronik böbrek yetmezliği (KBY olan hastalarda kreatinin klirensi 10ml/dk’nin altına inince kronik diyaliz başlanır, ancak bazı hastalarda kreatinin klirensi bu değere düşmeden çeşitli nedenlerle hipervolemi, hiperpotasemi, asidoz ve üremik komplikasyonlar (perikardit, plörit, ensefelopati, üremik akciğer, bulantı, kusma, kontrol edilemeyen hipertansiyon, kaşıntı) gelişebilir. Bu hastalar konservatif tedavi ile düzeltilemez ise diyaliz ihtiyacı duyarlar. Yüksek doz ilaç alımı ve zehirlenmelerde, Aşırı ve tedaviye dirençli ödem, İleri derecede sıvı-sodyum dengesizliği (hiponatremi, hipervolemi), Hiperpotasemi (serum potasyumunun 6.5-7 mEq/L ve üzerinde olması), Metabolik asidoz (plazma bikarbonat 15 mEq/L ve kan pH’sı 7.15’den düşük olması), Kan üresinin 250–300 mg’den fazla olması, Kan üresinin günde 100 mg veya kan potasyumunun günde 1 mEq/L’den fazla yükseldiği katabolik durumlar, Hiperfosfatemi, Hiperkalsemi, Hiperürisemi, Metabolik alkaloz (Özel diyalizatörler kullanılarak yapılır). 28 Diyalizin Göreceli Kontrendikasyonları Diyaliz tedavisinin mutlak bir kontrendikasyonu yoktur. Ancak böbrek yetmezliğine eşlik eden göreceli (rölatif) kontrendikasyonları vardır. Bunlar: Hepatorenal sendrom, Ensefelopati ile ilerlemiş siroz, İlerlemiş malignite. Diyaliz Prensipleri Diyaliz tedavisinin amacı uygun sıvı ve solüt değişimini sağlamaktır. Sıvı ve solüt değişiminin diffuzyon ve ultrafiltrasyon olmak üzere iki temel prensibi vardır. Diffüzyon membranın iki yanındaki konsantrasyon farkı nedeniyle solütün konsantrasyonu yüksek olan taraftan düşük olan tarafa hareketidir. Diffüzyon hızını ve yönünü etkileyen başlıca üç faktör vardır: Konsantrasyon gradienti; İki taraf arasındaki konsantrasyon gradienti arttıkça madde alışverişi hızlanacaktır. Solütlerin molekül ağırlığı ve hızı; porlardan geçen maddelerin molekülleri ne kadar büyük ise membrandan geçen madde miktarı ve geçiş hızı o kadar azalır. Membran direnci; yarı geçirgen membran kalınlığının artması, porların küçülmesi veya por sayısının azalması membranların madde alışverişine karşı direncini arttırır. Ultrafiltrasyon uygulanan basınç nedeni ile membranın bir yanından diğer yanına sıvı transferidir. Sıvı transferine solüt transferide eşlik eder. Hemodiyalizde ultrafiltrasyon hidrostatik basınç ile sağlanırken, sürekli ayaktan periton diyalizinde ozmotik basınç ile sağlanmaktadır (6). DİYALİZ YÖNTEMLERİ Periton Diyalizi Hastanın periton zarının diyalizör olarak kullanıldığı bir yöntemdir. Vücuttaki fazla su, diyalizatta yüksek dekstroz konsantrasyonuyla sağlanan osmotik gradyanla uzaklaştırılır; artık maddeler periton kılcal damarlarından diyalizata diffüzyonla geçerek atılır. Periton boşluğuna giriş cerrahi olarak takılan ve tünelleştirilen Tenckhoff kateterlerle sağlanır. 29 Periton diyalizi, sürekli ayaktan periton diyalizi (SAPD) veya herhangi bir çeşit otomatik devirli tedaviyle (sürekli siklik periton diyalizi [SSPD], intermitan (aralıklı) periton diyalizi [IPD] ve nokturnal (gece) intermitan (aralıklı) periton diyalizi [NIPD]). Periton diyaliziyle tedavi edilen Kuzey Amerikalı çocukların çoğuna makineyle periton diyalizi uygulanır; böylece hem çocuk hem de ailesi gün içinde diyaliz yapılmadan özgür kalabilir. Değişimler uyku sırasında otomatik olarak makine tarafından yapılır. Bu da gün içerisindeki aktivitelerin bölünmesini engeller, diyaliz kateter bağlantısının kurulma sayısını azaltır (peritonit riskini azaltır) ve hastaların ve ailelerinin diyaliz yapma süresini kısaltarak yorgunluk ve tükenme riskini azaltır. Periton diyalizi hemodiyaliz kadar etkin bir yöntem olmadığı için, hemodiyalizde olduğu gibi haftada 3 gün yerine her gün yapılmalıdır (4). SON DÖNEM BÖBREK YETERSİZLİĞİ OLAN ÇOCUKLARDA PERİTON DİYALİZİNİN ÖZELLİKLERİ: Avantajları: Diyaliz tedavisinin evde yapılabilmesi Teknik olarak hemodiyalizden kolay uygulanması, özellikle süt çocuklarında Hastaneden daha uzak bir mesafede yaşama imkânı sunması, Okul içi ve okul dışı faaliyetlere katılabilme özgürlüğü sağlaması, Daha az kısıtlı diyet, Hemodiyalizden daha ucuz. Dezavantajları: Kateter bozukluğu, Kateterle ilişkili enfeksiyonlar (Peritonit, çıkış yolu), İştah azalması (Periton boşluğunun dolmasına bağlı), Dış görünüşün bozulması, Bakıcının yorulması (4). HEMODİYALİZ Hemodiyaliz, hastadan alınan kanın antikoagülasyonla vücut dışında makine yardımıyla yarı geçirgen bir membrandan geçirilerek, sıvı solüt içeriğinin yeniden düzenlenlenip hastaya geri verilmesi işlemidir. İlk olarak 1946 yılında Willem Koff tarafından akut böbrek yetmezliğinin tedavisinde, 1960’lardan itibaren de giderek 30 KBY bulunan hastaların tedavisinde uygulanmaya başlandı. Hemodiyaliz işleminin gerçekleştilmesi için yeterli kan akımı sağlanmalıdır (erişkinde genellikle dakikada 200–600 ml). Yeterli kan akımı sağlanması için kalıcı veya gecici vasküler giriş yolu gereklidir. Geçici vasküler giriş yolu sağlanmak için günümüzde en yaygın kullanılan yöntem çift lümenli bir kataterin femoral, subklaviyen veya internal juguler vene yerleştirilmesidir. Kalıcı vasküler giriş yolları ise arteriyovenöz greft ve arteriyovenöz fistüldür. Arteriyovenöz fistül, arter ile ven arasında bir pencere açılmasıdır. Sıklıkla distalden başlayarak ön kol ve kol kullanılır. Eğer fistül girişimi beklendiği şekilde olmuşsa (üzerine dokunulduğundadolgunluk ve thrill sesi alınıyorsa) hasta 3 hafta sonra hemodiyaliz makinesine bu fistül ile bağlanabilir. Hemodiyaliz işleminin üç ana birleşeni vardır. Diyalizör (filtre), Pompa yardımıyla kan diyalizat dolaşımını sağlayan sistem, Solüt klirensi için belirli bir kimyasal kompozisyonda sıvı (diyalizat). Diyalizin etkinliğini arttırmak amacı ile diyalizat ve kan akımları ters yönlüdür. Diyalizörler Hallow fiber (içi boş kapiller) veya paralel tabakalar yapısında olabilir. Membranların kimyasal içeriği sellüloz, substituted sellüloz, sentetik sellüloz, sentetik olabilir. Diyaliz membranın (diyalizör) kapiller içinde hastanın kanı, kapiller arasında ise makine tarafından hazırlanmış diyalizat bulunur. Kan akımı 300 ml/dk’da tutmak için yeterli olan geçici ya da kalıcı damar girişiminden alınan kan yarı sentetik membrandaki çok sayıda kapillere pompalanır. Kan akımına ters yönde sodyum klorür, asetat veya bikarbonat ve değişken konsantrasyondaki potasyum içeren bir diyalizat diyalizöre verilir. Membrandaki diffüzyon, üre gibi küçük molekül ağırlıklı maddelerin konsantrasyon gradiyentine bağlı olarak kan tarafını bırakıp diyalizat tarafına hareket etmesini sağlar. Benzer şekilde genelde konsantrasyonu 35 mEq/L olan bikarbonat kan tarafına difuze olur. Su ve sodyum klorür fazlalığının uzaklaştırılması, membran boyunca olan hidrostatik basınca bağlı olarak ultrafiltrasyonla olur. Hemodiyaliz hastasının ortalama haftada üç kez-dört saat diyalize girmesi gerekir. 31 Hemodiyalizin Avantajları Atık maddeler vücuttan hızla ve başarı ile uzaklaştırılır, Diyaliz ortamı hastanın diğer hastalar ile ilişki kurmasını sağlar, Hergün değil, haftada iki veya üç kez uygulanır, Malnutrisyon ile daha az karşılaşılaşılır, Hastaneye yatma gereksinimin daha az olur, Karına ait komplikasyonlarla karşılaşılmaz. Hemodiyalizin Dezavantajları Tedavi seansları arasında sıvı-elektrolit ve metabolik değişime bağlı olarak diyaliz sonrası hastanın kendini iyi hissetmesi, ancak sonraki seansa kadar yavaş yavaş tekrar kötüleşmesi sonucu olaşan rahatsızlık hissedilmektedir, Tedavi sırasında iğneler kullanılmaktadır, Çeşitli sıvı ve gıdaların alınmasında kısıtlanmalar vardır, Fistül için minör cerrahi bir girişim gerekmektedir. Hemodiyalizin Komplikasyonları Hemodiyalizin komplikasyonları sık rastlanan ve daha az rastlanan fakat ciddi olan komplikasyonları olarak ikiye ayrılmaktadır. Sık görülen komplikasyonları; hipotansiyon, kas krampları, huzursuz bacak sendromu, bulantı, kusma, baş ağrısı, göğüs ve sırt ağrısı, kaşıntı, titreme ve ateştir. Daha az rastlanan fakat ciddi komplikasyonlar; diseqikilibrium sendromu, anafilaktik reaksiyonlar, aritmiler, kalp tamponadı, intrakranial kanama, konvülziyonlar, hemoliz, hava embolisi ve hipoksemidir (6). Akut Diyalizde Tedavi Seçimi Günümüzde akut diyaliz tedavisinde tercih edilen diyaliz yöntemi hemodiyalizdir. Hemodiyaliz, plazma sıvı ve solüt kompozisyonunu periton diyalizinden 4–8 saat daha hızlı düzelir. Bu durum hemodinamik açıdan dengesiz hastalarda problem yaratabilir. Günümüzde akut periton diyalizi sadece hemodinamik açıdan defnesiz hastalarda uygulanmaktadır. Akut diyaliz tedavisinde alternatiflerden biriside yavaş sürekli yöntemlerdir. Böbrek yetmezliği olan bazı hastalarda sorun üre, kreatinin gibi artık maddelerden ziyade sıvı birikimi olabilir. Hastalar parenteral beslenme, antibiotik uygulaması, kan transfüzyonu gibi 32 nedenlerle günde 3-5 litre alabilirler ve bu hastalarda bir hemodiyaliz seansı esnasında 3-5 litre sıvının uzaklaştırılması sorun oluşturabilir. Kronik Diyalizde Tedavi Seçimi Diyaliz sınırına ulaşmış böbrek yetmezlikli hastada hangi tip diyalizin uygulanması gerektiği konusunda net sınırlar çizmek zordur. Hastanın tıbbi, demografik ve psikososyal durumu göz önünde bulundurularak kronik diyaliz tedavisi planlanır. Özel bir yöntem için tıbbi veya sosyal bir kontrendikasyon yoksa ideali diyaliz yönteminin seçimini hastanın yapmasıdır. Ancak ne yazık ki kaynak yetersizlikleri hastanın seçimini sınırlamaktadır. Günümüzde daha yaygın olarak kullanılan kronik diyaliz yöntemi hemodiyalizdir. Türkiye’de 20600 hemodiyaliz ve 2556 SAPD hastası mevcuttur, yani SAPD uygulanan hasta oranı % 18.5’dir. 15 yaş altında hemodiyalize giren hasta sayısı 142 (% 1 ), SAPD hastası 154 (% 10.3 ) ve PD hasta sayısı 111 (% 23)’tür. Bu hemodiyaliz hastalarının % 78.8’inde 3, % 18.7’sinde 2, % 2.4’ünde ise haftada bir seans hemodiyaliz uygulanmaktadır. Tablo 8’de hemodiyalizin ve periton diyalizinin karşılaştırılması, Tablo 9’da tercih edildikleri klinik durumlar ve Tablo 10’da KBY semptomlarına diyalizin etkisi görülmektedir (27, 47). 33 Tablo 8. Hemodiyaliz ve Periton Diyalizinin Karşılaştırılması. HEMODİYALİZ PERİTON DİYALİZİ Özel oda ve hemşire ekibi gerekli Özel ekibe ihtiyaç yok A-V sant gerekli Umblikus altından trokarla peritona girilir Özel cihaza ihtiyaç vardır Basit trokar ve katetere ihtiyaç var Renal bir merkezde yapılabilir Renal merkeze ihtiyaç yok,evde başlanabilir Diyaliz sırasında protein kaybı az Protein kaybı fazla Daha konforlu Konforu az Trigliseridler az yükselir Trigiseridler fazla yükselir Şant tıkanabilir Peritonit sıktır Akciğer komplikasyonları az Akciğer komplikasyonları çok (diyafragmanın yukarı kalkmasına bağlı bazal pnömoniler) Disequilibrium sendromu sık Disequilibrium sendromu seyrek Tablo 9. Hemodiyaliz ve Periton Diyalizinin Tercih Edileceği Durumlar. HEMODİYALİZ PERİTON DİYALİZİ Abdominal henri, fistül Tromboze santral ven Ostomiler Ciddi anjina Hijyen sorunu Hipotansif kalp yetmezliği Demans Ciddi vasküler hastalık Ciddi fiziksel sınırlıklar (körlük ) Akut diyabetik retinopati Geçirilmiş karın ameliyatı (intraabdominal yapışıklıklar) Morbid obesite 34 Tablo 10. Diyaliz Tedavisinin KBY Semptomlarına Etkisi. ŞİKAYET ETKİ Bulantı kusma Derhal kaybolur İştahsızlık Düzelir Kaşıntı Devam edebilir Anemi Etkisizdir Enfeksiyon Hepatit riski artar Psikolojik problemler Artabilir Kas krampları Artar veya azalır Nöropati Düzelir veya ilerlemesi önlenir Metastatik kalsifikasyon Yumuşak dokularda görülmesi artar Myopati Değişik sonuç verebilir Perikardit Genellikle düzelir Hipertansiyon Çok iyi kontrol edilebilir Kanama Kontrol altına alınır Kronik Diyaliz Tedavisine Başlama Zamanı Kronik böbrek yetmezliği sürecindeki hastalarda bir süre sonra SDBY gelişir ve bu hastalardiyaliz tedavisine ihtiyaç duyarlar. Kronik diyaliz tedavisine başlamak için kullanılan en objektif parametre glomerüler filtrasyon değeridir. Glomerüler filtrasyon değerinin ölçülmesinde pratikte en sık kullanılan yöntem kreatinin klirensidir. Pratik olarak kreatinin klirensi 10 ml/dk’nın altına inince veya serum kreatinin düzeyi 12 mg/dl’yi ve BUN 100 mg/dl’ yi aşınca kronik diyaliz tedavisine başlanır (48). Diyabet hastalığı olan hastalarda kreatinin klirensi 10 ml/dk’dan daha yüksek düzeylerde iken kronik diyaliz tedavisine başlamak gerekebilir; çünkü diyabetli hastalarda diyaliz tedavisine başlamadan kan basıncı yüksekliğini kontrol altına almak mümkün olmayabilir (24). Kreatinin klirensi 10 ml/dk’nın üzerinde olduğu halde hastalarda, üremiye bağlı nöropati, perikardit, malnütrisyon veya kanama gibi belirti ve bulgular gelişirse de kronik diyaliz tedavisine hemen başlamak gereklidir (Tablo 11 ). 35 Tablo 11. Kronik Diyaliz Tedavisine Başlamak İçin Mutlak Endikasyonlar. Perikardit Ensefalopati İlerleyici nöropati Tıbbi tedaviye dirençli sıvı fazlalılığı Tıbbi tedaviye dirençli şiddetli hipertansiyon Üremiye bağlı kanama eğilimi Tedaviye dirençli kusma Serum kreatininin 12 mg/dl’ nin ve BUN değerinin 100 mg/dl’ nin üzerinde olması Renal Transplantasyon SDBY olan olgularda mutlu ve kaliteli bir yaşam sağlamak için seçilecek hedef sağaltım renal tranplantasyondur. Bu hastalarda fonksiyon gören transplante böbrek diyalizden daha iyi, fizyolojik, sosyal ve fiziksel rehabilitasyon sağlar. Çünkü gerek canlı vericiden gerekse kadavradan yapılan başarılı böbrek transplantasyonlarda, diyaliz tedavilerinde olduğu gibi böbrek fonksiyonlarından bazıları değil tamamı yerine getirilir. Hem tüm böbrek fonksiyonları yerine getirildiğinden hem de hastalar için sürekli diyaliz işlemlerinin oluşturduğu fiziksel ve psikolojik zorluklar ortadan kalktığından dolayı yaşam kalitesi daha iyidir. Erişkin ve pediatrik hastalar arasında tedavi modalitelerinde belirgin farklılıklar mevcuttur ve bu farklılık özellikle transplantasyonda görülmektedir. Çocuklar erişkinlere göre periton diyalizine daha yatkınlarken bu çocukların renal transplantasyon olma olasılıkları da daha yüksektir. Diyalize giren çocuklarda azalmış büyüme hızı ve transplantasyon uygulanan çocuklarda yaşam süresinde belirgin artış olması çocuklarda renal transplantasyon için kuvvetli bir tercih oluşturmaktadır (49). Türkiye’de gerek pediatrik gerekse erişkin popülasyonda canlı transplant daha fazla olmasına rağmen kadavra donörü oranında son yıllarda artma olmuştur. Bu durumun son çıkan transplantasyon yönetmeliğinin uygulanmaya başlanmasının ve konuya önem veren merkezlerin çabalarının getirdiği olumlu bir sonuç olarak kabul edilebilir (50). 36 Böbrek transplantasyonu yapılması için alıcı ile verici arasında ABO kan grubu sisteminde uyum olmalıdır; uyum kuralları kan trnasfüzyonundaki gibidir (O grubu genel verici, AB grubu genel alıcı). Rh sisteminin ise bir önemi yoktur. Doku grubu olarak bilinen HLA sisteminde de uyum olmalıdır. HLA sistemi 6. kromozomun kısa kolu üzerinde yerleşmiş doku uygunluk antijenlerini içerir. HLA bölgesindeki antijenler 1.sınıf (A, B, C) ve 2.sınıf (D, DR, DP, DQ) olmak üzere ikiye ayrılır. Böbrek transplantasyonunda önemli olan A, B ve DR antijenleridir. Her insanda ikişer tane bulunur ve bunların önemi A:B:DR 2:3:5 olarak kabul edilebilir. Tranplantasyonda en iyi sonuç doku uygunluk antijenlerinde tam uyum olduğu durumlarda alınmaktadır. Vericide alıcıda olmayan A, B, DR antijenleri arttıkça alıcının böbreği reddetme olasılığı da artmaktadır. Alıcının takılan böbreği kabul etmesini minör doku uygunluk antijenleri de etkilemektedir. Hastanın primer böbrek hastalığı, yapılan kan transfüzyon sayısı ve daha önceki transplantasyonlar da başarıyı etkileyen faktörlerdir. Gerekli hazırlıklardan sonra vericiden alınan böbrek koruyucu sıvıdaki işlemi takiben alıcının iliak fossasına retroperitoneal olarak yerleştirilir. Renal arter, ven ve üreterin uygun teknikle anastomozu yapılır (51). Renal transplantasyon canlı verici ve kadavradan olmak üzere iki kaynaktan gerçekleşir. Canlı verici 1.veya 2.dereceden akraba olabilir ve tam doku uygunluğu olan kardeşler tercih edilir. Akraba olmayan canlı vericilerden yapılan transplantasyonlar yasal ve etik sorunlara neden olmaktadır. Beyin ölümü olan ve kalbi çalışan hastalar verici olmalarına engel bir hastalık (böbrek hastalığı öyküsü, kanser, aktif enfeksiyon ) yoksa kadavra transplantasyon için verici olabilirler. 37 MATERYAL VE METOT Çalışmamızda 2004-2009 yılları arasında Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Araştırma Hastanesi Çocuk Nefroloji Polikliniğine başvuran yeni tanı almış 50 kronik renal yetmezlikli olgu dosyaları retrospektif olarak incelendi ve demografik özellikleri, klinik, laboratuar ve etyoloji yönünden değerlendirildi. İlk Başvuru Esnasında Değerlendirmeye Alınan Hastalara Ait Özellikler: 1. Yaş (ay), 2. Cinsiyet, 3. Hastalık süresi (ay) ve ilk başvuru bulguları, 4. Ağırlık (kg), 5. Boy (cm), 6. Ağırlık ve boy persantilleri (%), 7. Başvuru kan basıncı (sistolik,diyastolik) değerleri ve persantilleri (mmHg), 8. İdrar mikroskobik bulguları, 9. Hastaların laboratuar bulguları, Kalsiyum, İnorganik fosfor, Alkalenfosfataz (ALP), Paratiroidhormon (PTH), Üre, Kreatinin, Ürik asit, Na, K, Hemogram, pH, HCO3, Trigliserid, Kolesterol, Sedim, CRP, 38 10. Tanı sırasındaki KBY’e yol açan nedenler: Nörojen mesane, Kronik pyelonefrit, Nefrolitiazis, Renal hipoplazi/displazi, Glomerulonefritler (Primer, Sekonder), Vezikoüreteral reflü (VUR), Kistik böbrek hastalıkları, Nedeni bilinmeyenler, 11. Görüntüleme yöntemleri (USG) İstatistiksel Analiz: Tüm rakamsal değerler, ortalama ± standart sapma, sayımla elde edilen değerler, frekans ve yüzde olarak verilmiştir. Nümerik değerler arasındaki istatistiksel farklar Mann-WhitneyU, Fisher’s exact test ve Chi-kare testleri ile saptandı. İstatistiksel analiz, SPSS 12.0 for Windows programı yardımı ile yapıldı. P değeri 0.05 altında ise istatistiksel olarak anlamlı kabul edildi. ± 39 BULGULAR Demografik Analizler Çalışmamızda, 2004-2009 yılları arasında Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Araştırma Hastanesi Çocuk Nefroloji Polikliniğine başvuran yeni tanı almış 50 kronik renal yetmezlikli olgu dosyaları retrospektif olarak incelendi. Olgularımızın sayısı toplamda 50 olup, bunların 26’sı (% 52) kız ve 24’ü (% 48) erkek çocuklardan oluşmaktaydı (Şekil 1). 48% Kız 52% Erkek Şekil 1. Hastaların Cinsiyetine Göre Yüzde Dağılımları. Kronik böbrek yetmezliği ile takip edilen hastaların sonraki takipleri dikkate alınarak; KBY süresi ve hastanemizde toplamda izlem süreleri incelendiğinde; KBY süresinin ortalama 23.7±16.4 ay, izlem süresinin ise 20.1±13.6 ay olduğu görüldü (Tablo 12). 40 Tablo 12. Kronik Böbrek Yetmezliği ile Takip Edilen Hastaların; KBY Süresi ve Hastanemizde Toplamda İzlem Süreleri. Min-Maks. (Ay) Ortalama (Ay) KBY süresi 2-60 23.7±16.4 İzlem süresi 2-60 20.1±13.6 Hastalık başlama yaşı; 5 yaş ve altı erkeklerde toplamda 13 kişiyken, 5 yaş ve altı kızlarda 6 kişiydi. Hastalık başlama yaşı toplamda 5 yaş üstünde ise; 11 erkek ve 20 kızdan oluşuyordu. 5 yaş ve altında hastalık başlama yaşı erkeklerde daha yüksek sıklıkta görülürken, hastalık başlama yaşı kızlarda 5 yaş üstünde belirgin olarak artmıştı. Erkek ve kızların 5 yaş ve altı ile 5 yaş üstü hastalık başlama yaşları karşılaştırıldığında istatiksel olarak anlamlı farklılık saptandı (P=0.024). Yaptığımız çalışmada 5 yaş ve altı 11 hasta, 5 yaş üstü ise 39 hasta mevcuttu. 5 yaş üstü hastaların 16’sı erkek, 23’ü ise kızlardan oluşuyordu. 5 yaş ve altı hastaların ise 8’i erkek 3’ü kızdı. Erkek ve kızların 5 yaş ve altı ile 5 yaş üstü yaşları karşılaştırıldığında istatiksel olarak anlamlı bir fark saptanmadı (P=0.064) (Tablo 13). Tablo 13. Hastalık Başlama Yaşının 5 Yaş ve Altı ile 5 Yaş Üstü Kız ve Erkeklerde Dağılımı. 5 yaş ve altı Erkek Kız hasta hasta sayısı 5 yaş üstü Erkek Kız hasta hasta sayısı sayısı sayısı (n) (n) (n) (n) Hastaların yaşları 8 3 11 16 23 39 0.064 Hastalık başlama yaşı 13 6 19 11 20 31 0.024 Toplam Toplam P Tüm hastaların yaşları 1–16 yaş arasında olup yaş ortalamaları 10.1±4.4 yıl olarak hesaplandı. Kız/Erkek oranı 1.08 olarak saptandı. Erkek ve kızların yaş 41 dağılımları arasında istatiksel olarak anlamlı bir fark bulunmadı (P=0.126) (Tablo 14). Tablo 14. Tüm Hastaların Cinsiyet ve Yaş Dağılımı. Hasta sayısı (n) Yüzdesi (%) Kız 26 52 11.0 Erkek 24 48 8.6 Toplam 50 100 10.1±4.4 Cinsiyet Yaş ortalaması (Yıl) KBY hastalarının etyolojik dağılımında, en sık % 34 oranında etyoloji bilinmezken, ikinci sıklıkta % 20 oranında VUR saptandı (Tablo 15). Tablo 15. KBY Hastalarının Etyolojik Dağılımı. Etyolojik Tanı Hasta Sayısı (n) Yüzdesi (%) A) Vur 10 20 B) Nörojenik mesane 8 16 C) Kronik pyelonefrit 2 4 D) Nefrolitiazis 7 14 E) Glomerülonefrit 2 4 F) Kistik böbrek hastalıkları 4 8 G) Renal hipoplazi/displazi - - 17 34 H) Etyoloji bilinmeyen Başvuran hastaların Schwartz formülü ile hesaplanan GFR’lerine bakıldığında NKF-K/DOQI sınıflandırmasına göre hastaların 12’sinin(%24) Evre 4’te, 22’sinin ise (% 44) Evre 5’te başvurduğu görüldü.(Tablo 16). Toplamda 34 hasta (%68) bize ilk başvurduğunda ağır azalmış GFR’li böbrek hasarı ve kronik böbrek yetmezliği tablosundaydı. 42 Tablo 16. NKF-K/DOQI Sınıflandırmasına Göre Hastalarımızın KBH Evrelerine Göre Dağılımı. GFR değeri (ml/dk/1.73 m2) Hasta sayısı (n) Yüzdesi (%) >90 - - 60-89 1 2.0 30-59 15 30.0 15-29 12 24.0 <15 22 44.0 Hastaların ilk başvurudaki sistolik kan basıncı değerleri 30 hastada (% 60) normotansif iken; 20 hastada ise (% 40) hipertansif olduğu gözlendi. Hastaların sistolik kan basıncı değerleri Tablo 17’de belirtilmiştir.. Tablo 17. Başvuru Sırasındaki Sistolik Kan Basıncı Değerleri. Sistolik Kan Basıncı Persantilleri Hasta Sayısı (n) Yüzdesi (%) 75 persantil altı 26 52 75–95 persantil 4 8 95 persantil üstü 20 40 Hastaların ilk başvuruda diyastolik kan basıncı değerleri 30 hastada (% 60) normotansif iken; 20 hastada ise (% 40) hipertansif olduğu gözlendi. Hastaların diyastolik kan basıncı değerleri Tablo 18’de belirtilmiştir. Tablo 18. Hastaların İlk Başvuru Diyastolik Kan Basıncı Değerleri. Diyastolik Kan Basıncı Persantilleri Hasta Sayısı (n) Yüzdesi (%) 75 persantil altı 25 50 75–95 persantil 5 10 95 persantil üstü 20 40 Erkek ve kızların toplamda %70’inin boyu <% 3 persantil iken, kız ve erkeklerin arasında istatiksel olarak anlamlı bir fark bulunamadı (P>0.05) (Tablo 19). 43 Yaptığımız çalışmada hastalık başlama yaşı 5 yaş ve altındaki 15 hastanın boyu < % 3 persantilin altındayken hastalık başlama yaşı 5 yaş üstünde ise 20 hastanın boyu < % 3 persantilin altındaydı. Yaş arttıkça gelişme geriliği daha sık görüldüğü gözlendi. Hastaların boy persantilleri hastalık başlama yaşı 5 yaş ve altı ile 5 yaş üstü olarak karşılaştırıldığında istatiksel olarak anlamlı bir fark bulunamadı (P=0.274) (Tablo 20). Tablo 19. Tüm Hastaların Cinsiyete Göre Boyları. Cinsiyet Kız hasta Yüzdesi Erkek hasta Yüzdesi Boy persantili sayısı (n) (%) sayısı (n) (%) < % 3 persantil 18 36 17 34 35 % 3–10 persantil 5 10 5 10 10 % 10 > persantil 3 6 2 4 5 Toplam hasta sayısı (n) Tablo 20. Hastaların 5 Yaş ve Altı ile 5 Yaş Üstüne Göre Boy Persantilleri. Boy Hastalık başlama yaşı Hastalık başlama yaşı 5 Toplam persantili 5 yaş ve altı (n) P yaş üstü (n) < % 3 persantil 15 20 35 % 3–10 persantil 3 7 10 % 10 > persantil 1 4 5 0.274 Erkek ve kızların toplamda % 64’sının ağırlığı < % 3 persantil iken, kız ve erkeklerin arasında istatiksel olarak anlamlı bir fark bulunamadı (P>0.05) (Tablo 21). Yaptığımız çalışmada hastalık başlama yaşı 5 yaş ve altındaki 10 hastanın vücut ağırlığı < % 3 persantilin altındayken; hastalık başlama yaşı 5 yaş üstünde ise 22 hastanın vücut ağırlığı < % 3 persantilin altındaydı. Yaş arttıkça gelişme geriliği daha sık görüldüğü gözlendi. Hastaların ağırlıkları, hastalık başlama yaşı 5 yaş ve altı ile 5 44 yaş üstü olarak karşılaştırıldığında istatiksel olarak anlamlı bir fark bulunamadı (P=0.07) (Tablo 22). Tablo 21. Tüm Hastaların Cinsiyete Göre Ağırlık Persentilleri Dağılımı. Cinsiyet Kız Ağırlık hasta Yüzdesi sayısı (n) (%) Erkek hasta Yüzdesi sayısı (n) (%) Toplam hasta sayısı (n) persantili < %3 persantil 18 36 14 28 32 %3-10 persantil 5 10 6 12 11 %10>persantil 2 4 5 10 7 Tablo 22. Hastaların 5 Yaş ve Altı ile 5 Yaş Üstüne Göre Ağırlık Persantilleri Ağırlık Persantili Hastalık başlama Hastalık başlama Toplam yaşı 5 yaş ve altı (n) yaşı 5 yaş üstü (n) <% 3 persantil 10 22 32 % 3-10 persantil 6 5 11 %10> persantil 3 4 7 P 0.07 Başvuru sırasında hastaların en sık başvuru bulguları; protenüri ve hipertansiyon olduğu gözlendi Kızların 5’inde poliüri görülürken, erkeklerin hiçbirinde gözlenmedi. Proteinüri kızlarda 18 (%36) hastada gözlenirken erkeklerin 10’unda (%20) mevcuttu. Hem proteinüri hem de poliürinin kızlarda daha sık görüldüğü gözlendi. (Tablo 23). Kızlar ve erkekler arasında poliüri karşılaştırıldığında iki grup arasında istatistiksel olarak anlamlı fark saptandı (P=0.031). Yine kızlar ve erkekler arasında proteinüri karşılaştırıldığında iki grup arasında istatistiksel olarak anlamlı fark saptandı (P=0.046). 45 Tablo 23. Hastaların İlk Başvuru Bulguları. Cinsiyet Kız hasta sayısı Yüzdesi Erkek hasta sayısı Yüzdesi (n) (%) (n) (%) 5 10 - - 11 22 8 16 1 2 1 2 Proteinüri 18 36 10 20 Hipertansiyon 12 24 8 16 Bulgular Poliüri Hematüri Oligüri Başvuru sırasında hastaların; hastalık başlama yaşı iki grup olarak ele alındı (5 yaş ve altı ile 5 yaş üstü olarak). İlk başvuru bulguları; 5 yaş ve altı ile 5 yaş üstünde görülme sıklığına göre karşılaştırma yapıldı. 5 yaş üstü hastalıkları başlayan çocukların 16’sında hipertansiyon mevcutken; 5 yaş ve altı çocukların 4’ünde hipertansiyon görüldü (Tablo 24). İlk başvuruda hipertansiyonun 5 yaş ve altı ile 5 yaş üstü ile karşılaştırılmasında iki grup arasında istatistiksel olarak anlamlı fark saptandı (P=0.031). Tablo 24. Hastalık Başlama Yaşı ve Hastaların Yaşlarının (5 yaş ve altı ile 5 yaş üstü) İlk Başvuru Bulgularla Karşılaştırılması. Hastalık Başlama Yaşı 5 yaş ve altı hasta Yüzdesi 5 yaş üstü hasta Yüzdesi sayısı (n) (%) sayısı (n) (%) Poliüri 1 2 4 8 0.362 Hematüri 6 12 13 26 0.335 Oligüri 2 4 - - 0.140 11 22 17 34 0.534 4 8 16 32 0.031 Bulgular Proteinüri Hipertansiyon P 46 Başvuru sırasında hastaların bakılan renal USG’lerinde en sık ekojenite artışı saptanırken, ikinci sıklıkta küçük böbrek saptandı (Tablo 25). Tablo 25. Hastaların Başvuru Renal USG Bulguları. Renal USG Bulguları Hasta sayısı (n) Yüzdesi (%) 19 38 Renal kist 3 6 Hidronefroz 6 12 34 68 Küçük böbrek Ekojenite artışı Hastaların ilk başvurularında bakılan idrar mikroskobilerinde % 46 hastada herhangi bir patoloji yok iken; % 20’sinde lökositüri, % 18’inde hematüri, % 16’sında ise lökositüri+hematüri saptandı. Etyolojik tanısı nefrolitiazis olan hastaların hepsinde hematüri belirlendi (Tablo 26). Tablo 26. Hastaların İlk Başvurudaki İdrar Mikroskobik Bulguları. İdrar mikroskopisi Hasta sayısı (n) Yüzdesi (%) Lökositüri (-) Hematüri (-) 23 46 Lökositüri (+) 10 20 Hematüri (+) 9 18 Lökositüri+Hematüri (+) 8 16 Hastaların ilk başvuru sırasında bakılan laboratuar değerlerinde, 38 hastada (% 76) anemi mevcut iken, 12 hastada ise anemi yoktu. 50 hastanın 48’inde (% 96) metabolik asidoz saptandı (Tablo 27 ve 28). 47 Tablo 27. Hastaların İlk Başvuru Bulguları Hasta sayısı (n) Bulgular Yüzdesi (%) Anemi (+) 38 76 Anemi (-) 12 24 Metabolik asidoz (+) 48 96 Metabolik asidoz (-) 2 4 Tablo 28. Hastaların İlk Başvurudaki Laboratuar Değerleri. Laboratuar değerleri Min-Maks Ort±SD Üre (mg/dl) 31-328 149±73.8 Kreatinin (mg/dl) 1.3-14.7 3.9±2.7 Ca (mg/dl) 4.4-10.9 8.1±1.4 P (mg/dl) 2.5-9.1 4.8±1.2 Ürik asit (mg/dl) 3.3-15 6.3±1.7 Hb (gr/dl) 4.3-13 9.5±2.2 Htc (%) 12-39 28.3±6.5 Kan pH 6.9-7.4 7.1±0.12 HC03 (mmol/L) 5-29 15.2±5.4 PTH (pcg-ml) 58-1054 331.1±224.9 TG (mg/dl) 58-560 157.8±84.8 100-300 171.4±42.2 GFR (ml/minute/1.73 m ) 6-63 22.6±13.9 Sedimentasyon (mm/h) 5-140 34.4±29.5 CRP (mg/L) 1-228 18.7±37 ALP (U-L) 14-1333 269±232.5 İdrar Densitesi 1003-1031 1010±5.8 Na (mmol/L) 119-148 135.6±5.5 K (mmol/L) 1.9-6,7 4.3±0.96 MCV (fL) 12-39 75.7±6.6 Albümin (gr/dl) 1-4 3.1±0.63 TC (mg/dl) 2 48 Hastaların ilk başvuru üre, kreatinin ve GFR değerlerinde; izlem sonrasında düşüş gözlendi. Ancak yine de istatiksel olarak anlamlı bir fark bulunamadı (P>0.05) (Tablo 29). İzlem sonrasında kreatinin 5 yaş ve altı ve 5 yaş üstü ile karşılaştırıldığında istatistiksel olarak anlamlı fark saptandı (P=0.008). Tablo 29. Hastaların İlk Başvuru Anında ve İzlem Süresi Sonunda Ortalama Üre, Kreatinin ve Glomerüler Filtrasyon Hızı (GFR) Değerleri. Min -Maks Ortalama İlk başvuru üre 31-328 149±73.8 İzlem sonrası üre 26-334 110±72.5 İlk başvuru kreatinin 1.3-14.7 3.9±2.7 İzlem sonrası kreatinin 0.5-11.2 3.1±2.5 İlk başvuru GFR 6-63 22.6±13.9 İzlem sonrası GFR 6-105 36.7±25.1 49 TARTIŞMA Çocukluk çağında kronik böbrek yetersizliği(KBY) önemli bir sosyal ve ekonomik sorun oluşturmaktadır. Bu dönemde KBY'ne yol açan primer renal hastalıklar erişkin olgulardan farklıdır. Primer renal hastalıklar yaşa ve coğrafi bölgelere göre değişiklik göstermektedir. Çocuklarda, konjenital yapısal anomaliler ve herediter nefropatiler KBY etyolojisinde önemli yer tutmaktadır. Son dönem böbrek yetersizliğine (SDBY) yol açan faktörlerin belirlenmesi, önlenebilir ve tedavi edilebilir bozuklukların erken tanısı ve transplantasyon sonrası tekrar etmesi nedeniyle özel tedavi gerektiren hastalıkların saptanması yönünden çok önemlidir (52, 53). Son yıllarda kronik böbrek yetmezlikli çocuk hastalarda diyaliz ve transplantasyon gibi renal replasman tedavilerinin yanısıra, konservatif tedavi uygulamasındaki ilerlemeler, bu hastalığın prognozunda büyük ilerlemelere yol açmış, pediatrik nefrologların KBY tanı ve tedavisinde yeni atılımlar yapmasına neden olmuştur. Genel olarak Batı Avrupa ülkelerinde milyon kişi başına 3-6 çocukta SDBY geliştiği kabul edilmektedir (23). USRDS’nin verilerine göre 1989-1991 yılları arasında insidans 12/milyon kişi iken 1995-1997’de bu oran 15/milyon kişi olarak saptanmıştır. Prevalansı ise milyon kişi başına 70 olarak saptanmıştır (8). Türkiye’de hastalığın insidans ve prevalansına ilişkin net veriler mevcut değildir. Tıbbi gelişmeler, hastaların coğrafik dağılımı ve zaman içinde KBY etyolojisindeki değişimlerin saptanması sonucunda yeni tanı ve tedavi metodları gelişirken KBY insidansında azalma beklenirken, insidansın yıllar içerisinde sabit kalmaya hatta artmaya meyilli olduğu belirtilmektedir. Malezya’da yapılan bir çalışmada, 1990’da 20 yaş altı sadece 11 hasta diyalize alınırken, bu sayı 1995’te artmaya başlayıp 2002’de 78 hastaya ulaşmıştır (15). 2003 yılında 0-19 yaşları arasındaki hastaların son dönem böbrek yetmezliğinin (SDBY) dünyadaki insidans (solda) ve prevalans (sağda) sıklığı Şekil 2’de görülmektedir (54). 50 Şekil 2. 2003 Yılında 0-19 Yaşları Arasındaki Hastaların Son Dönem Böbrek Yetmezliğinin (SDBY) Dünyadaki İnsidans (Solda) ve Prevalans (Sağda) Sıklığı. Ülkemizden etyolojiye ait bildirilen en geniş seri Şirin ve arkadaşlarının 459 hastayı içeren çalışmasıdır (36). Kliniğimizin Nefroloji Bölümünde 5 yıllık süre içinde izlenen 50 KBY'li hastanın ortalama yaşı 10.07 olarak saptandı ve bu değer Şirin ve arkadaşlarının serisine benzemektedir (9.5 yaş) (3). İtalya’da 2000 yılında 1197 hastayı kapsayan prospektif bir çalışmada hastaların ortalama tanı yaşı 6.9±5.4 yıl bulunmuştur (10). Yine İran’da 1991-1999 yılları arası yapılan bir çalışmada ortalama tanı yaşı 7.9±4.5 yıl olarak saptanmıştır (40). Çalışmamızda ise ortalama tanı yaşı literatüre göre yüksektir ancak TUPEPD çalışmasındaki ortalama tanı yaşı olan 10.2±4.9 yıl ile benzerlik göstermektedir. KBY'de belirgin cinsiyet farkı gözlenmemektedir. Hastalarımızda da cinsiyet farkı saptanmadı. Çalışmamızda kız/erkek oranı 1.08 olarak saptandı. Değişik ülkelerden bildirilen sonuçlarda da kız/erkek oranı yaklaşık 1 olarak belirtilmektedir. Tayland’da 1998 yılında yapılan bir çalışmada kız/erkek oranı 1/1.4 olarak bildirilmiştir (55). Tunus'ta yapılan bir çalışmada ise erkek/kız oranı 2.1 bildirilmiş ve nedeni tam olarak açıklanamamıştır (56). 1995-2001 yılları arasında Irak’ta 54 kronik böbrek yetmezlikli çocuk hastadan yapılan bir çalışmada hastaların 15’inin 5 yaş altında, 39’unun ise 5 yaş 51 üzerinde olduğu görülmüştür. Bizim yaptığımız çalışmada da 5 yaş altı 11 hasta, 5 yaş üstü, 39 hasta olduğu görüldü. Irak’taki yapılan çalışmayla bizdeki çalışma benzerlik göstermekteydi (57). Hindistan’da 1995-2002 yılları arasında 305 kronik böbrek yetmezlikli hasta üzerinden yapılan bir çalışmada; 5 yaş ve altında 96 hasta, 5 yaş üstünde ise 209 hasta olduğu görülmüştür. Hastaların ilk başvuru GFR’lerinin ortalama 18.5 olduğu saptanmıştır (58). Sudi Arabistan’da 200-2004 yılları arasında yapılan bir çalışmada ise 66 kronik böbrek yetmezlikli çocuğun ortalama GFR’si 15.3±11.1 ml/minute/1.73 m2 saptanmış ve 50 hastanın GFR’sinin<25 ml/min/1.73 m2 olduğu görülmüştür (59). Bizim yaptığımız çalışmada ise ilk başvuru GFR değerleri ortalama 22.6±13.9 olarak hesaplandı. Yine yaptığımız çalışmada NKFK/DOQI sınıflandırmasına göre hastalarımızın KBH evrelerine göre dağılımında, Schwartz formülü ile hesaplanan GFR’lerine bakıldığında 12’sinin (%24) Evre 4’te, 22’sinin ise (% 44) bize Evre 5’te başvurduğu görüldü. Toplamda 34 hasta (%68) bize ilk başvurduğunda ağır azalmış GFR’li böbrek hasarı ve kronik böbrek yetmezliği tablosundaydı. Bölgemizde hastaların bize çok geç başvurmaları ve bunun sonucu olarak erken tanıda gecikmeler bu oranların yüksekliğini açıklayabilir. Erken tanı ve tedavi ile önlenebilir hastalıkların KBY'ne gidişi geciktirilebilir. Çalışmamızda hipertansiyon; 95 persantil üzerinde hipertansif ve 95 persantilin altı normotansif olarak kabul edildi. Çalışmamızdaki hastaların % 40’ı hipertansif, % 60’ı ise normotansif olarak bulundu. Offner ve ark.’nın yaptığı bir araştırmada hastaların % 66’sında hipertansiyon saptanmıştır (60). Çalışmamızda hastalarda, literatürde belirtilenden daha az oranda hipertansiyonun mevcut olduğu belirlendi. KBY olan çocuklarda, gelişme geriliğine sık rastlanmaktadır. Kronik böbrek yetmezliği erken yaşlarda, özellikle süt çocukluğu döneminde başlarsa gelişme geriliği daha ciddi boyutlar kazanmaktadır. KBY olgularında, gelişmenin ileri derecede geri kaldığı ve tedavi sonrası düzeldiğini gösteren birçok çalışma mevcuttur. Bu konuda bir çalışma 1986 yılında EDTA tarafından 376 genç erişkinde yapılmış toplam 194 hastada (% 51.5), 191 erkek hastanın % 62’sinde ve 185 kız hastanın % 41’inde normale oranla boy gelişiminin yetersiz olduğu saptanmıştır (61, 62). Yine Litvanya’da yapılan bir çalışmada, 31 Mart 2006’a kadar doğan kronik böbrek yetmezlikli 65 çocuğun 14’ünün (% 21.54) yaşa göre boyları % 3 persantilin 52 altında olduğu bildirilmiştir (63). Yaptığımız bu çalışmada ise toplamda 50 hastanın 35’inde (% 70) yaşa göre boy gelişimi % 3 persentilin altında kalmıştır. Cinsiyetler göz önüne alındığında ise 24 erkek hastanın % 34’ünde, 26 kız hastanın % 36’sında yaşa göre boy gelişimi % 3 persentilin altında kaldığı gözlendi. Çalışmamız büyüme gelişme geriliği olan toplam hasta sayısı açısından EDTA verileriyle benzerlik gösterirken, kızlarda gelişme geriliği daha fazla olduğu saptandı. Ancak aradaki fark istatiksel olarak anlamlı değildi. Rees ve ark (1988), transplantasyon yapılan KBY olgularında büyüme temposunda hızlanma olduğunu göstermişlerdir (64). Transplantasyon yapılarak normal böbrek fonksiyonuna kavuşan hastalarda, büyüme temposu yeniden hızlanmaktadır. Hastanemizde transplantasyon ünitesi olmadığı için hastalara başka merkezlerde transplantasyon yapılmış ve transplantasyon sonrası büyüme hızları takip edilemedi. USRDS 1993-1997 verilerine göre çocuklarda SDBY’ne neden olan en geniş çaplı hastalık grubu % 30 oranla primer glomerülonefritlerdir (GN). Primer ve sekonder glomerülonefrite neden olan hastalıklar içinde en çok % 26 oranla FSGS tanı olarak karşımıza çıkmaktadır. Bunu % 26’lık oran ile kistik, herediter, konjenital hastalıklar takip eder. Diğer en sık nedenler ise % 9.2 ile vezikoüreteral reflü(VUR), % 9 interstisyel nefrit, % 9 kollajen vasküler bozukluklardır. Zilleruello ve arkadaşlarının yaptığı bir çalışmada, 2 ay-18 yaş arası kronik böbrek yetmezlikli hastaların etyolojisinde % 42 obstrüktif nefropati, % 27’sinde glomerülonefrit, % 15’inde renal hipoplazi, % 8’inde herediter ve vasküler nefropati saptanmış ve 8 yıl içinde hastaların yarısı SDBY’liğine ilerlemiştir. Sonuç olarak kronik böbrek yetmezliğine gidişi önlemek için konjenital nefropatili hastaların etyolojisini erken tanımlamasında büyük çabalar harcanmalıdır (65). Malezya ‘da 2002 yılında yapılan bir araştırmada, 20 yaş altı tedavi edilmiş KBY olan hastaların etiyolojisinde % 54’ünde GN saptanmış ve bunun da % 20’sini FSGS oluşturmaktadır. Renal displazi ve obstrikif üropati olan hastalar % 10’dan daha azdır. VUR ise hastaların % 7’sinde görülmüştür. Reflü nefropatisi olan hastaların sayısı 1990-1994 yılları arasında % 26 iken 2002 yılında % 7’ye düşmüştür. Bunun da Malezya’da erken tarama yapılması ve idrar yolu enfeksiyonlarının daha iyi tedavi edilmesine bağlı olduğu düşünülmektedir (15). Suudi Arabistan’da 1998-2007 yılları arasında yapılan bir çalışmada % 44.9 konjenital ürolojik malformasyon, % 20.2 glomerülonefritler, % 53 13.5 etyoloji bilinmeyenler saptanmıştır (66). 2001 yılında Amman’da SDBY olan 2002 çocuk üzerinde yapılan araştırmada en sık etyolojik neden ürolojik anomoliler ve malformasyonlar saptanmış ve bunu % 29.7 oranla herediter hastalıklar ile % 14.4 oranla glomerulonefritler takip etmiştir. Renal hipoplazi ise vakaların sadece % 5’inde gözlendiği belirtilmiştir (8). Japonya’da SDBY olan 162 çocukta yapılan araştırmada en sık görülen SDBY nedeni kronik GN, 2.sıklıkla konjenital anomali ve nefrotik sendrom saptanmıştır (67). Türkiye’de TND’nin verilerine göre 2002 yılında yeni saptanan SDBY olgularının etiyolojik dağılımında en sık % 44 oranla ürolojik nedenler olurken, 2. sırayı % 31 oranla kronik glomeruler hastalık almaktadır (35). 2003 verilerine göre ise ürolojik nedenler % 48.3’e yükselirken, glomeruler hastalık % 26.6’ya düşmüştür (19). Türk pediatrik peritoneal diyaliz çalışma grubu (TUPEPD) tarafından 1989-2002 yılları arasında 12 merkezden gönderilen ve 514 çocuk üzerinde yapılan araştırmada hastaların % 38’inde VUR, % 22’sinde primer GN, % 9’unda sekonder GN, % 6,8’inde kistik renal hastalık, % 6.1’inde hereditermetabolik hastalık, % 4.3’ünde renal hipoplazi-displazi sapanmıştır. % 11.8 olguda neden bulunamazken, % 1.2’si sınıflandırılamamıştır (68). Avrupa ve ABD’den yayınlanan raporlarda ise SDBY tanısı alan çocukların % 1.5-3.7’ni sınıflandırılamayan vakalar oluşturmaktadır (69). USRDS 1997 verilerinde yaş gruplarına göre etyolojik nedenler değerlendirildiğinde, 0-4 yaş arasındaki hastalarda kistik, herediter, konjenital hastalıklar SDBY’nin primer nedenleridir. SDBY başlangıcı 5–9 yaş olan hastalarda hem kistik-herediter-konjenital hastalıklar hemde GN belirgin iken, 10-19 yaş arasında GN oldukça artmaktadır. İnterstisyel nefrit ve pyelonefrit insidansları ise yaş grupları ile farklılık göstermemektedir (8). Hindistan’da 1995–2002 yılları arası 305 kronik böbrek yetmezlikli çocuk üzerinde yapılan çalışmada, hastaların % 31,8’inde obstrüktif üropati, % 27.5’inde kronik glomerülonefrit, % 16.7’sinde reflü nefropatisi saptanmıştır (58). Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Nefroloji Birimi’nde 2006’da yapılan bir çalışmada bölgemizdeki KBY etyolojisi ile ilgili son ve güvenilir verileri ortaya koymak için KBY’li çocukların 2000-2006 yılları arasında hastanemizde ilk defa tanı konulan, 19 yaş altında ve en az altı ay süreyle glomerüler filtrasyon hızı 75 ml/dk/1.73 m2’nin altında seyreden, 86 KBY’li (47 erkek, 39 kız) çocuğa ait takip 54 kartları incelenmiştir. Hastaların % 62.8 şehir merkezinden % 37.2’si kırsal alandan gelmekteydi. KBY’li hastaların yaş ortalaması 14.1±5.4 yıl (median 15, range 0.519) ve hastalık tanı yaşının 9.1±3.9 yıl (median 10, range 0.5-15) olduğu görülmüştür. KBY etyolojik nedeni olarak sıklık sırasına göre aşağıdaki hastalıklar saptanmıştır. Bunlar: Ürolithiasis % 24.4, vezikoureteral reflu (VUR) % 17.4, piyelonefrit+tekrarlayan idrar yolu infeksiyonu (t-İYE) % 14, kronik nefropati+RPGN % 11.6, Üropati (UP darlık, PUV) % 9.3, nörojen mesane % 7, metabolik hastalık % 4.7, kistik böbrek % 3.5 ve etyolojisi belirlenemeyen % 10.4 (Bazı hastalarda birden fazla bozukluk bir arada bulunmaktaydı). Çalışmamızda hastaların ilk ve izlem sonundaki üre, kreatinin ve GFR değerleri kaydedildi. İzlem sonunda hastaların değerlerinde düşme saptandı ancak belirgin bir düzelme olmadı. Hastaneye yatıştan hemen sonra toplam 50 hastadan 4’üne periton diyalizi, 1’ine de hemodiyaliz açıldı. Diğerleri başka merkezlere yönlendirilerek etyolojiye yönelik ileri tetkikler yapılması sağlandı ve SDBY’e girenlere diyaliz tedavisi uygulandı. Ancak sonraki dönemde hastalarımızın büyük bir bölümü takip kontrollerine gelmedi. Çalışmamızda kız ve erkeklerde en sık etyoloji bilinmezken 2. sıklıkta kızlarda VUR, erkeklerde ise Nörojen mesane ve nefrolitiazis eşit sıklıkta görüldü. Tanı ve tedavideki gecikmeler bu oranların yüksekliğini açıklayabilir. Erken tanı ve tedavi ile önlenebilir hastalıkların KBY'ne gidişi ve KBY'li hastalarda SDBY'nin gelişimi geciktirilebilir. Bu amaçla 1. basamak sağlık kurumlarında düzenli eğitimler yapılması ve hastaların gecikmeden ilgili merkezlere gönderilmesi sağlanmalıdır. Ayrıca SDBY'nin tedavisinde, eğitici kampanyalarla transplantasyon olanakları arttırılmaya çalışılmalıdır. Hastalarımızda KBY tanısının gecikmesinde önemli nedenlerden biri, risk grubuna giren olguların izleminin sosyal ya da kişisel nedenlerle yetersiz oluşudur. 55 SONUÇLAR Bu çalışmada poliklinikten takip edilen 50 kronik böbrek yetmezlikli hastaların retrospektif incelenmesinde aşağıdaki sonuçlara varıldı: 1. Çalışmaya 26’sı kız (% 52) , 24’i erkek (% 48) toplam 50 hasta alındı. Kızların erkeklere oranı 1.08 olarak bulundu. 2. Olguların yaş ortalaması 10.07±4,4 yıl olup, yaşları (1-16) yaş arasında değişmekteydi. 3. Hastaların ilk başvurudaki kan basıncı (diyastolik ve sistolik) değerleri 20 hastada (% 40) hipertansif iken 30 hastada(% 60) normotansif olarak seyretti. 4. Kronik böbrek yetmezlik sebeplerinde; kız ve erkeklerde en sık etyoloji bilinmezken; 2.sıklıkta kızlarda VUR, erkeklerde ise nörojen mesane ve nefrolitiazis eşit sıklıkta görüldü. 5. Hastaların ilk başvuru sırasında bakılan idrar mikroskobilerinde % 46 hastada herhangi bir patoloji yok iken, % 20’sinde lökositüri, % 18’inde hematüri, % 16’sında ise lökositüri+hematüri saptandı. 6. Erkek ve kızların toplamda % 70’inin yaşa göre boyu <% 3 persantil olduğu saptandı. 7. Erkek ve kızların toplamda % 64’sının yaşa göre ağırlığı < % 3 persantil olduğu saptandı. 8. Başvuru sırasında hastaların en sık bulguları, protenüri ve hipertansiyon olduğu gözlendi. 9. Başvuru sırasında hastaların bakılan renal USG’lerinde en sık ekojenite artışı saptanırken, ikinci sıklıkta küçük böbrek saptandı. 10. Hastaların takip süreleri 2 ay ile 5 yıl arasında olup ortalama takip süresi 20±13.6 ay arasında olduğu belirlendi. 11. Hastaların KBY tanısı almalarından itibaren geçen süre 2 ay-5 yıl arasında olup; ortalama tanı alma süreleri 23.7±16.4 ay olarak bulundu. 12. Hastaların ilk başvurularında ve izlem sonunda Üre, Kreatinin, GFR değerleri bakıldı. Hepsinin izlem sonunda ortalama olarak düştüğü gözlendi. 13. Başvuru sırasında 38 hastada (% 76) anemi mevcut iken, 12 hastada ise anemiye rastlanmadı. 14. Başvuru sırasında 50 hastanın 48’inde (% 96) metabolik asidoz görüldü. 56 15. İlk başvuruda hipertansiyonun 5 yaş ve altı ile 5 yaş üstü ile karşılaştırılmasında, iki grup arasında istatistiksel olarak anlamlı fark saptandı (P=0.031). 16. Erkek ve kızların 5 yaş ve altı ile 5 yaş üstü hastalık başlama yaşları karşılaştırıldığında istatiksel olarak anlamlı bir fark saptandı (P=0.024). 17. Hastaların boy persantilleri hastalık başlama yaşı 5 yaş ve altı ile 5 yaş üstü olarak karşılaştırıldığında istatiksel olarak anlamlı bir fark bulunamadı (P=0.274). 18. Hastaların ağırlık persantilleri hastalık başlama yaşı 5 yaş ve altı ile 5 yaş üstü olarak karşılaştırıldığında istatiksel olarak anlamlı bir fark bulunamadı (P=0.07). 19. Kızlar ve erkekler arasında poliüri karşılaştırıldığında kızlarda daha sık görüldüğü gözlendi. İki grup arasında istatistiksel olarak anlamlı fark saptandı (P=0.031). Yine kızlar ve erkekler arasında proteinüri karşılaştırıldığında iki grup arasında istatistiksel olarak anlamlı fark saptandı (P=0.046). 20. Toplam olarak 34 hasta (%68) bize ilk başvurduğunda ağır azalmış GFR’li böbrek hasarı (Evre 4) ve kronik böbrek yetmezliği (Evre 5) tablosundaydı. 57 ÖZET Giriş ve Amaç: Çocukluk çağında kronik böbrek yetersizliği (KBY) önemli bir sosyal ve ekonomik sorun oluşturmaktadır. Primer renal hastalıklar yaşa ve coğrafi bölgelere göre değişiklik göstermektedir. Çocuklarda, konjenital yapısal anomaliler ve herediter nefropatiler KBY etyolojisinde önemli yer tutmaktadır. Son dönem böbrek yetersizliğine (SDBY) yol açan faktörlerin belirlenmesi, önlenebilir ve tedavi edilebilir bozuklukların erken tanısı ve transplantasyon sonrası tekrar etmesi nedeniyle özel tedavi gerektiren hastalıkların saptanması yönünden çok önemlidir. Çalışmamızda KBY’li çocuklarda bölgemizde tanı gecikmesi olup olmadığı ve ilk tanı yaşı, hastalığın süresi, laboratuar bulguları, görüntüleme bulguları, tansiyon değerleri, büyüme gelişme gerilikleri değerlendirildi. Olgular ve Yöntemler: Çalışmaya KBY tanısı almış 50 olgu alındı ve olguların dosyaları geriye dönüşlü olarak incelendi. Takip kartları ve dosyalarından, olguların tanı yaşı, boy, ağırlık, boy ve ağırlık persantilleri, tansiyon değerleri, laboratuar ve renal USG bulguları kronik böbrek yetmezliği süresi ve etyolojileri ele alındı. Bulgular: Çalışmamızda 2004-2009 yılları arasında KBY tanısı almış 26’sı kız (% 52) ve 24’ü ise (% 48) erkek 50 kronik böbrek yetmezliği olgusu incelendi. KBY hastalarının yaşları 1-16 yaş arasında olup, ortalama yaş 10,07±4.4 yıl arasındaydı. Türkiye’de pediatrik KBY olgularında en sık görülen etyoloji, ürolojik nedenler ve kronik glomeruler hastalıktır. Çalışmamızda ise KBY hastalarında en sık görülen etyolojik neden kız ve erkeklerde en sık etyoloji bilinmezken, 2.sıklıkta kızlarda VUR, erkeklerde ise nörojen mesane ve nefrolitiazis eşit sıklıkta olduğu görüldü. Yaptığımız çalışmada 50 hastadan 5 yaş ve altı 11 hasta, 5 yaş üstü ise 39 hasta mevcuttu. 5 yaş üstü hastaların 16’sı erkek, 23’ü ise kızlardan oluşuyordu. İlk başvuruda hastaların 34’ünde (%68) GFR<30 ml/dk/1.73 m2’di. (Evre 4, 5). İlk başvurudaki ortalama GFR 22.6±13.9 idi. Sonuçlar: Etyolojide yer alan hastalıklar, KBY veya SDBY izlem ve sonuçlarına göre farklılık göstermektedir. Çocukluk yaşlarındaki KBY’lerin çoğu erişkin yaşlarda SDBY’ne ulaştığı için çocukluk çağı SDBY’nin görülme sıklığına dayalı araştırmalar, çocuklardaki KBY nedenlerini tam ve doğru olarak ortaya koyamamaktadır. Bu nedenle çocukluk çağında SDBY üzerinde yapılan 58 araştırmalara dayalı olarak KBY etyolojik nedenlerini belirlemek bizi doğru sonuçlara götürememektedir. Ayrıca KBY etyolojisinde yer alan hastalıklar hastanın yaşı, coğrafik bölge ve ülke ekonomisi ile sağlık politikalarına göre değişmektedir. Çocukluk çağı KBY'de renal replasman tedavi programlarının düzenlenmesi amacıyla düzenli olarak etyolojik ve epidemiyolojik çalışmalar yapılmalıdır. Bu çalışmalarla KBY etyolojisinde önlenebilir nedenlerin azalması sağlayanacaktır. Hastalarımızda KBY tanısının gecikmesinde önemli nedenlerden biri, risk grubuna giren olguların izleminin sosyal ya da kişisel nedenlerle yetersiz oluşudur. Hastaların izleminin bir pediatrist ya da birinci derecede sağlık hizmeti verilen merkezlerde takip edilmiyor olması, ilk tanı yaşının gecikmesinin önemli nedenlerindendir. Anahtar Kelimeler: Çocukluk çağı, Epidemiyoloji, Etyoloji, Glomerüler Filtrasyon Hızı, Kronik böbrek yetmezliği 59 ABSTRACT Introduction and Aim: Chronic renal failure(CRF) in childhood period is an important social and economical problem. Primary renal disorders varies according to age and geographical area. Congenital structural anomalies and hereditary nephropathies occupy majority of CRF in childhood. Determining the etiologic factor of End Stage Renal Disease (ESRD), earlier diagnosis of prevantable and treatable disorder and distinguishing special disease that would reccur in posttransplant period plays crucial role in the managment of CRF. In this study, we evaluated demographic features such as; age at the time of diagnosis, duration of disease, delay in the dignosis, growth failure, physical examination blood pressure, laboratorial and diagnostic findings of children with CRF in our region. Material and Methods: 50 patients with CRF were enrolled to the study and recordings were examined retrospectively. Age at the time of diagnosis, height, weight, percetile of height and weight, blood pressure, laboratorial and renal ultrasonographic findings, duration and etiology of CRF were recorded. Findings: 26 female (52 %) and 24 male (48 %) patients with CRF diagnosed between 2004 and 2009 were enrolled to the study. Age of patients were between 116 years and mean age was 10.07±4.4 years. Most frequent etiologic cause of CRF was idiopathic for both male and female patient. However second frequent cause was vesicouretheral reflux for female and neurogenic bladder and nephrolitiazis in same frequency for male patients. Of these 50 patients; 11 patients were 5 years and below, 39 patients were upper 5 years of age (16 boys, 23 girls). Number of 34 patients at initial presentation had severe chronic renal failure with a GFR (Glomurular Filtration Rate) of 30 ml/minute/1.73 m2 (stage 4, 5). The median presentation GFR was 22.6±13.9 ml/min/1.73 m2 . Results: Etiologic disorders vary according to follow and results of CRF or ESRD. Researches examing the frequency of ESRD could not reveal out exact case of CRF in childhood, because majority of children with CRF progress to ESRD in adulthood period. Also etiologic cause of CRF varies according to age, geographical region, economical state and health politics of country. Etiological and 60 epidemiological studies are required to regulate renal replaccment therapy program for CRF in childhood period. This efforts would provide to diminish the frequency of preventable cases of CRF. We suggest that delay in the diagnosis of CRF is related insufficient follow up programs due to social or personal reasons. Lack of regular units by pediatrist or first step health clinician is the major case of delay in the time of diagnosis. Key Words: Childhood, Chronic Renal Failure, Epidemiology, Etiology, Glomurular Filtration Rate. 61 KAYNAKLAR 1. Raskin N H, Fishman R A. Neurologic disorders in renal failure. N Engl J Med 1976;294: 143-148. 2. National Kidney Foundation. K/DOQI clinical practice guidelines for chronic kidney disease: evaluation, classification and stratification. Am J Kidney Dis 2002; 39: 12-26. 3. Şirin A, Emre S, Alpay H. Etiology of chronic renal failure in Turkish children. Pediatr Nephrol 1995; 9: 549-552. 4. Vogt B A, Avner E D. Renal Failure. In Berhman RE, Kliegman RM, Jenson HB, Eds. Nelson Textbook of Pediatrics. 17th ed. Philedelphia, Saunders, 2004; 1771-1773. 5. Anarat A. Kronik Böbrek Hastalığı ve Takibi. Türkiye Klinikleri 2008; 4: 132-143. 6. Akoğlu E, Süleymanlar G. Kronik Böbrek Yetersizliği, Temel İç Hastalıkları, 1996: 769776. 7. Hogg R J, Furth S, Lemley K V, Portman R, Schwartz G J, Coresh J, Balk E, Lau J, Levin A, Kausz A T, Eknoyan G, Levey A S. National Kidney Foundation’s Kidney Disease Outcomes Quality Initiative Clinical Practice Guidelines for chronic kidney disease in children and adolescents: evaluation, classification, and stratification. Pediatrics 2003; 111: 1416-1421. 8. United States Renal Data System(USRDS) 1999. Annual Data Report. AM J Kidney Dis 1999; 8: 113-128. 9. Mongal N E, Milford D V,Hulton S A, Taylor C M.The prevalence and treatment of endstage renal disease in an Asian child population. Nephrol Dial Transplant 1997; 12: 2517-2520. 10. Epidemiology of chronic renal failure in children: Data from the ItalKid Project. Pediatrics 2003; 111: 382-387. 11. US Renal Data System. USRDS 2007 Annual Data Report: Atlas of end-stage renal disease in the United States, 2007. 12. Erek E, Süleymanlar G, Serdengeçti K, Altıparmak M R, Seyahi N. Türkiye’de nefrolojidializ ve transplantasyon. Registry İstanbul, 2006; 21-28. 13. Bircan Z, Kervancioglu M, Katar S, Onur A, Onur H. The etiology of renal failure in southeast Anatolia. Pediatr Nephrol 2000; 14: 87-88. 14. Wassner SJ, Baum M. Physiology and management, in: Barratt TM, Avner ED, Harmon Wilkins, WE (eds) Pediatric Nephrology, 4th Edition, Lippincott Williams pp, 1999; 1155-1159. 62 15. United States Renal Data System (USRDS) 2002. Annual Data Report. Am J Kidney Dis 2002; 14: 135-142. 16. Jacopson H R. Chronic renal failure: Pathophysiology. Lancet 1991; 338: 419-423. 17. Peritoneal dialysis. Handbook of dialysis. Daugirdas J T, Ing TS (eds). Little, Brown and Company. Boston 1994; 243-366. 18. Alpay H, Yıldız N, Özçay S. Kronik böbrek yetersizliğinde etyolojik değerlendirme. Türk Nefrol Diyaliz Transplant Derg 2002; 11: 144-148. 19. Erek E, Serdengeçti K, Süleymanlar G. Türkiye’de nefroloji-diyaliz ve transplantasyon. Türk nefroloji derneği yayınları. İstanbul 2003; 47-61. 20. United States renal Data System: USRDS 1996. Annual Data Report. National Institute of Diabetes and Digestive and Kidney Diseases. Bethesda, M D, 1996. 21. Pistor K, Scharer K, Olbing H, Tamminen-Möbius T. Children with chronic renal failure in the Federal Republic of Germany: II. Primary renal diseases, ages and intervals from early renal failure to renal death. Clin Nephrol 1985; 23: 278-284. 22. Saatçi Ü. Kronik Böbrek Yetmezliği in: Akoğlu E ed. Sağlık Bakanlığı Tedavi Hizmetleri Genel Müdürlüğü Diyaliz Bilim Kurulu Kurs Kitabı. Ankara 1998; 1-7. 23. Mir S. Kronik böbrek yetmezliği komplikasyonları ve tedavi. 37. Türk Pediatri Kongresi. İzmir, 2001; 47-49. 24. Fine L G, Kurtz I, Woolf A S. Pathophysiology and Nephron Adaptation in chronic renal failure. Diseases of the kidney 5th edition:1992; 3: 2703-2704. 25. Stotopolsky E, Martin K, End Hruska K. Parathyroid hormon metabolism and its potential as a uremia toxin. Am J Physiol 1981; 1: 239-241. 26. Patel S J, HSU C H. effect of polyamines, methilguanidine and gulnidinosucinid acid an calcitrol syntesis. J. Lab Clin Med 1990; 115: 69-73. 27. Erek E. Kronik böbrek yetersizliği ve diyaliz. Nefroloji. İstanbul 1988; 254-284. 28. Rees L, Shaw V. Nutrition in children with CRF and on dialysis. Pediatr Nephrol 2007; 22: 1689–1702. 29. Weiss R A. Dietary and pharmacolojic treatment of chronic renal failure. Edelman C M ed. Pediatric Kidney Disease. Boston: Little, Brown and Company, 1982; 815-825. 30. Wassner S J. Conservative Management of chronic renal insufficiency. Holliday MA, Barratt TM, Auner ED, Kogan BA, ed. Pediatric Nephrology. Baltimore: Williams Wilkins, 1994; 1314-1338. 31. Emre S. Hemodiyaliz sırasında oluşan komplikasyonlar. In: Mir S. Cura A. Çocuk Hemodiyaliz Kitabı İzmir: 1994; 108-116. 63 32. Chan J C M, Williams D M, Roth K S. Kidney failure in infants and children. Pediatrics Review 2002; 23: 47-59. 33. Böbrek Yetmezliği Olan Yeni Hasta / Son Dönem Böbrek Hastalarında Diyalize Başlama Zamanı, in: Uslan İ. Çev. Ed. Oxford Diyaliz El Kitabı. Nobel Tıp Kitabevleri İstanbul 2002; 16-18. 34. Böbrek Yetmezliği Olan Yeni Hasta / Son Dönem Böbrek Hastalarında Diyalize Başlama Zamanı, in: Uslan İ. Çev. Ed. Oxford Diyaliz El Kitabı. Nobel Tıp Kitabevleri İstanbul, 2002; 34-39. 35. Sever L. Kronik böbrek yetmezliği: Asidoz ve anemi.37. Türk Pediatri Kongresi. İzmir, 2001; 50-52. 36. Sanchez CP, Salusky IB. The renal bone diseases in children treated with dialysis. Adv Ren Replace Ther 1996; 3:14-23. 37. Alessi G, Urso S, Risi D, Paletsini M. Radiological study of bone change in the foot chronic renal insufficiency. Ital J Orthop Traumatol 1987; 13: 113-119. 38. Rigden S P A. The management of chronic and end stage renal failure in children. In. Webb N, Postletwaite R eds. Clinical Paediatric Nephrology. 3rd ed. Oxford University Pres; 2003; 427-445. 39. Warnock D G. Uremic acidosis. Kidney Int 1988; 278-288. 40. Madani K, Otoukesh H, Rastegar A, et al. Chronic renal failure in Iranian children Pediatr Nephrol 2001; 16: 140–144. 41. Schwartz W B, Hall P N, Hays RM, et al. On the mechanism of asidosis in chronic renal disease. J Clin Invest 1965; 495-496. 42. Feiman R, Mena Castro E, Gordillo Paniagua G. Anemia in chronic renal insufficiency. Bol Med Hosp Infant Mex 1981; 38: 231-241. 43. Davison AM. Options in renal replacement therapy. Replacement of renal function by dialysis. Jacops C, Kjellstrand CM, Koch KM, Winchester J K (eds). Kluwer Academic Publichers 1996; 1304-1315. 44. Gokal R, Nolph KD. The textbook of peritoneal dialysis. Kluwer Academic Publishers 1994; 1256-1258. 45. Brawn W E. Long-term complications of renal transplantation. Kidney Int 1990; 37: 1363-1378. 46. Akpolat T, Utaş C, Süleymanlar G: Nefroloji El Kitabı. 3. Basım, Nobel Tıp Kitabevi, İstanbul. 2002; 328-329. 47. Hemodiayaliz / Yeterli Diyaliz için Hedefler, in: Uslan İ, Çev. Ed. Oxford Diyaliz El Kitabı. İstanbul: Nobel Tıp Kitabevleri. 2002;168-169. 64 48. Urizar E.R. Chronic renal failure and renal transplantation. Nephrology 1998; 17711775. 49. Böbrek Yetmezliği Olan Yeni Hasta / Son Dönem Böbrek Hastalarında Diyalize Başlama Zamanı, in: Uslan İ. Çev. Ed. Oxford Diyaliz El Kitabı. Nobel Tıp Kitabevleri İstanbul, 2002; 60-61. 50. Erek E, Serdengeçti K, Süleymanlar G. Türkiye’de nefroloji-diyaliz ve transplantasyon. Türk nefroloji derneği yayınları. İstanbul, 2002; 31-42. 51. Ecder T. Renal transplantasyon. Akpolat T, Utaş C, Süleymanlar G. Nefroloji el kitabı. İstanbul 1999; 301-310. 52. Gusmano R, Perfümo F. Worldwide demographic aspects of chronic renal failure in children. Kidney Int. 1993;41: 31-35. 53. Deleau J, Andre L, Briancon S. Chronic renal failure in children: an epidemiological survey in Loiraine (France). Pediatr Nephrol 1994; 8 :472-476. 54. U.S. renal data system, USRDS 2005. Annual data report: Atlas of end-stage renal disease in the United States, National Institutes of Health, National Institute of Diabetes and Digestive and Kidney Diseases, Bethesda, MD, 2005. 55. Chronic renal failure in Thai children: etiology, cost and outcome. J Med Assoc Thai 2000;83: 894-901. 56. Kamoun A, Lakhoua R. End-Stage renal diseae of the Tunisian child: epidemiology, etiologies, and outcome. Pediatr Nephrol 1996; 10: 479-482. 57. Al-Mosawi A J. The etiology of chronic renal failure in 54 Iraqi children. Pediatr Nephrol 2002;17: 463-464. 58. Hari P, Singla I K, Mantan M et al. Chronic renal failure in children. Indian Pediatr 2003; 40: 1035-1042. 59. A. Kari J. Chronic Renal Failure in Children in the Western Area of Saudi Arabia. Saudi J Kidney Dis Transplant 2006; 17: 19-24 60. Offner G, Aschendorff C, Hoyer P F, Krohn H P, Ehrich J H, Pichlmayr R, Brodehl J. End-stage renal failure: 14 years experience of dialysis and renal transplantation. Arch Dis Child 1988; 63: 120-126. 61. Henning P, Tomlinsa L, Rigden S P A, Heycock G B, Chantler C. Long term autcome of treatment of endstage renal failure. Arch Dis Child 1988; 63: 35-40. 62. Taner I M, Whitehouse R H, Takaishi M. standards from birh to matutiry for height, weight, height velocity and weight velocity. British children. Arch Dis Child 1996; 41: 613-615. 65 63. Pundziene B, Masalskiene J, Jankauskiene A. et al. Etiology, prevalence of chronic renal failure and growth retardation in Lithuanian children. Medicina 2007; 43: 11-15. 64. Rees L, Grene S A, Adlard P, et al. Growth and endocrine function in steroid sensitive nephrotic sendrom. Arch Dis Child 1988; 63: 484-490. 65. Zilleruello G, Andria J, Gorman HM, Strauss J, et al. Chronic renal failure in children: analysis of main causes and deterioration rate in 81 children. Int J Pediatr Nephrol 1980; 1:30-33. 66. Al-Harthi A. Chronic renal failure in children at Aseer Region. Current Pediatric Research 2009; 13: 5-7. 67. Hisano S, Tsuru N, Itoh Y, Hattori S, Uchiyama M, et al. Epidemiologic survey of children with end-stage renal disease. Acta Paediatr Jpn 1990; 32: 343-348. 68. Bakkaloğlu S A, Ekim M, Sever L, Noyan A, et al. Chronic peritoneal dialysis therapy in Turkish Children. Pediaric Nephrol 2005; 20: 644-651. 69. Cura A,Mir S, Kütükçüler N, Aksu N, Keskinoğlu A. The etiology of progressive loss of renal function in childhood. Dial Transplant Burn 1991;6: 15-18.