T.C. SAĞLIK BAKANLIĞI DR. SİYAMİ ERSEK GÖĞÜS KALP ve DAMAR CERRAHİSİ MERKEZİ KARDİYOLOJİ KLİNİĞİ PERSİSTAN ATRİYAL FİBRİLASYONLU HASTALARDA ELEKTRİKSEL KARDİYOVERSİYON ÖNCESİ PLAZMA D-DİMER SEVİYESİNİN SOL ATRİYAL APENDİKS TROMBÜSÜNÜ ÖNGÖREBİLMEDEKİ DEĞERİ Kardiyoloji Uzmanlık Tezi Tez Danışmanı: DOÇ. DR. KADİR GÜRKAN Dr. Barış YAYLAK İSTANBUL-2009 TEŞEKKÜR Türkiye’de Göğüs Kalp ve Damar Cerrahisinin kurulması ve gelişmesinde büyük emeği olan, hastanemizin kurucusu, merhum Prof. Dr. Siyami Ersek hocayı saygıyla anıyorum. Sayın Başhekimimiz Prof. Dr. İbrahim Yekeler’e; Tez çalışmamda desteğini benden esirgemeyen aritmi bölümü klinik şefim Doç.Dr. Kadir Gürkan’a başta olmak üzere ve ihtisas sürem boyunca birlikte çalıştığım kardiyoloji klinik şefleri; Dr. Tuna Tezel, Doç. Dr. Neşe Çam, Doç. Dr. Ahmet Narin, Doç. Dr. Kemal Yeşilçimen, Doç. Dr. Mehmet Eren, Doç. Dr. Gülşah Tayyareci, Doç. Dr. Osman Bolca, Doç.Dr. Nevzat Uslu ve Doç .Dr. Abdurrahman Eksik’e; Başta Doç Dr. Ahmet Akyol olmak üzere, kardiyoloji şef yardımcılarımız; Doç.Dr. İzzet Erdinler, Dr. Hasan Sunay, Dr. Öner Engin, Dr. Recep Öztürk, Doç. Dr. Seden Çelik, Doç. Dr. Aydın Yıldırım, Doç. Dr. Nurten Sayar, Doç. Dr. Şennur Ünal’a; Tez çalışmamda büyük destek ve yardımını gördüğüm Dr. Özer Soylu’ya ve diğer başasistan ve uzmanlarımıza; Kalp-damar cerrahisi, göğüs cerrahisi, anesteziyoloji ve reanimasyon şef ve şef yardımcılarına, başasistan, uzman ve asistanlarına; Tüm hastane hemşiresi ve personeline; Son iki yılımı geçirdiğim aritmi bölümü doktorları, hemşireleri ve personeline; Beş yılımı paylaştığım, çok değerli kardiyoloji kliniği arkadaşlarıma; Ve bugünlere gelmemde katkısı büyük olan aileme ve sevgili eşime; Teşekkürlerimi sunarım. 2 İÇİNDEKİLER: KAPAK……………………………………………………………….………………1 TEŞEKKÜR…………………………………………………………….……………2 GİRİŞ………………………………………………………………….……………..4 GENEL BİLGİLER…………………………………………………………………7 ATRİAL FİBRİLASYON…………………………………………………...7 EPİDEMİYOLOJİ…………………….…………………………………….7 PROGNOZ…………………………………………………………………..9 ETYOLOJİ………………………………………………………………….10 PATOFİZYOLOJİ………………………………………………………….13 KLİNİK BULGULAR…………………………….………………………...17 SINIFLAMA…………………………………………...…………………..18 TEDAVİ………………………………………………..…………………..20 SOL ATRİYUM VE SOL APENDİKS ANATOMİSİ , FONKSİYONLARI VE DEĞERLENDİRİLMESİ ………………………………………….27 HEMOSTAZ VE FİBRİNOLİTİK SİSTEM…………………..…………………32 MATARYEL METOD………………………………………………………….....38 AMAÇ………………………………………………………….…………..38 HASTA SEÇİMİ………………………………………………...………….38 TRANSÖZOFAJİAL EKOKARDİYOGRAFİK DEĞERLENDİRME……………………………………………………………..40 KAN ANALİZİ……………………………………………………………...41 BULGULAR………………………………………………………………………43 TARTIŞMA……………………………………………………………………….53 SONUÇ…………………………………………………………………………...59 KAYNAKLAR………………………………………..…………………………...60 3 GİRİŞ Atriyal fibrilasyon (AF), atriyumda etkin kasılma olmaksızın düzensiz, 350-600/dak olan atriyal depolarizasyonla karakterize, elektrokardiyografi (EKG)’de küçük düzensiz ve değişken atriyal amplitüd ve ritmi gösteren fibrilasyon dalgaları ile karakterize bir aritmidir. İlk olarak 1909 yılında Lewis tarafından tanımlanmıştır (1). AF en sık görülen uzun süreli kardiyak ritim bozukluğu olup yaş ile prevalansı artmaktadır (2). AF’da inme, tromboembolism, kalp yetersizliği, yaşam kalitesinde düşüş ve bozulmuş kognitif fonksiyonlar en önemli morbitide ve mortalite nedenleridir. Bunlar içerisinde en önemli komplikasyon inmedir. AF sahip olan hastalar normal sinus ritmine sahip olan hastalar ile karşılaştırıldığında 4 -5 kat daha fazla iskemik inme riskine sahiptir (3). AF’da inme ve sistemik arteriyel tıkanma genellikle sol atriyum ve sol apendiks kökenli trombüse bağlı emboli ile açıklanmakla beraber, tromboemboli patogenezi karmakşıktır. AF hastalarında gelişen inmelerin %25’e yakın bölümü intrinsik serebrovasküler hastalığa, diğer kardiyak emboli kaynaklarına ya da proksimal aortadaki ateromatöz patolojiye bağlı olabilir. AF hastalarında yıllık inme prevalansı, risk faktörlerine göre %3-%8 arasında degişmektedir(4) .AF hastaların da gelişen, fonksiyon kaybına yol açan kardiyoembolik iskemik inmelerin başlıca kaynağının, sol atriyal apendiksde staz sonucu trombüs oluşumu olduğu düşünülmektedir. Bu trombüsler, transtorasik ekokardiyografi ile düzenli olarak incelenemez(5). Sol atriyal apendiks işlevini değerlendirme ve trombüs oluşumunu saptama açısından transözofajiyal ekokardiyografi(TÖE) daha duyarlı ve özgül bir yöntemdir(6). AF’u sinus ritmine döndürme sırasında, ardışık olarak yapılan TEE (8) incelemelerinde, sol atriyum (SA) (7) ve sol atriyal apendiksde (SAA), AF sırasında oluşan organize mekanik kontraksiyon kaybı sonucunda sol atriyal apendiks akım hızlarında bir azalma olduğu gösterilmiştir. Trombüslere iskemik inme bulunan AF hastalarında, inme bulunmayan kişilerdekine göre 4 daha fazla rastlanmaktadır(9). Klinik izlemde trombüs oluşumu için AF’nın yaklaşık en az 48 saat boyunca sürdüğü varsayılmakla birlikte, TÖE ‘da daha kısa sürelerde oluşmuş trombüsler de saptanmıştır(10-11). AF sırasında, sol atriyum ve sol atriyal apendiks’de akımın azalması, spontan eko kontrast (SEK) ve trombüs oluşumu embolik olaylar ile ilişkilidir(12-13). Özellikle de, düşük akım koşullarında transtorasik ekokardiografi (TTE) görüntülemede, SEK ya da değişken yoğunlukta türbülanslı bir pus (duman) saptanabilir. SEK, AF’ye bağlı staz göstergesi olabilir (14-15), ancak ileriye dönük çalışmalarda tromboembolik risk sıralamasında, SEK ‘ın tek başına klinik değerlendirmeden daha yararlı olduğu doğrulanmamıştır. Vücutta koagülasyon kaskadı aktive olduğunda fibrin oluşmaya başlar. Fibrin oluşumu trombüs oluşumunun bir ön olayıdır. Fibrin oluşumu koagülasyon kaskadında hem endogen trombogenezi, hemde endogen fibrinolizi aktive eder. Pıhtının daha da gelişerek trombüs oluşturması; yada eriyerek yok olması trombogenez ile fibrinoliz arasındaki dengeye bağlıdır. Plazma D-dimer endojen fibrinolitik sistemin fibrini yıkması ile oluşur. D-dimer çapraz bağlı spesifik fibrin türevleridir. Plazma D-dimer seviyeleri artmış koagülasyon aktivitesinin (trombogenez ) yanında indirekt olarak aktif fibrinolitik aktiviteyi de gösteren en iyi biyokimyasal parametredir. Derin Ven Tromboz (DVT), Pulmoner Emboli (PE), Akut Aort Diseksiyonu (AAD) gibi klinik durumlarda plazmada D-dimer seviyeleri yükselir. Bu hastalıklarda plazma D-dimer‘in negatif prediktif değeri yüksektir. AF‘da kanın kalp boşluklarının içerisinde özelliklede sol atriyum ve sol atriyal apendiks içerisinde akışının azalması koagülasyon kaskadını aktif hale getirir. Kaskadın aktif hale gelmesi endojen trombogenez ve fibrinolizin çalışmasını başlatır. Bu iki sistem arasındaki dengenin trombogenez tarafına kurulması ile bu boşluklarda SEK, trombüs oluşmaya başlar. SAA’de trombüsü öngördürebilecek bir laboratuar testi mevcut değildir. TÖE, SAA ‘deki trombüsü öngördürmede duyarlı ve oldukça özgüldür(6). Ancak invazif ve az da olsa morbitide riski 5 olan bir yöntemdir. Aynı zamanda <2 mm altındaki trombüsleri göstermede yetersizdir. LAA trombüsünün gösterilmesi kardiyoversiyon öncesi önemli olup, hangi hastalarda pıhtı olup olmadığının bilinmesi önemlidir. Çünkü, bu durum kardiyak tromboemboli için önemli bir unsurdur. AF ‘nın >7 günden uzun sürmesi ve kendiliğinden normal sinüs ritmine dönmemesi halinde persistan atriyal fibrilasyondan bahsedilir. Bu hastalarda normal ritmi sağlamak için kardiyoversiyon önerilir. Elektriksel kardiyoversiyon, medikal kardiyoversiyondan daha etkin bir tedavi yöntemidir. Elektriksel kardiyoversiyon öncesinde de bu hasta grubu için 3 türlü tedavi seçeneği mevcuttur. Birincisi hastaların 3 hafta boyunca antikoagülasyon verilmesi sonrası kardiyoversiyon, ikincisi TÖE ile bakılıp trombüs mevcut değil ise antikoagülasyon verilmeden kardiyoversiyon, üçüncü ise hastalara TÖE yaparak trombüs mevcut ise 3 hafta antikoagülasyon sonrası tekrar TÖE ile trombüsün değerlendirilmesi ve uygun ise kardiyoversiyon yapılmasıdır. Çalışmamızın amacı: 1-6 aylık persistan atriyal fibrilasyonu olan hastalarda, elektriksel kardiyoversiyon tedavisi öncesi, antikoagülasyon tedavisi verilmeden yapılan TÖE’de tesbit edilen sol atriyal apendiksdeki trombüs ile eş zamanlı ölçülen plazma Ddimer seviyeleri arasındaki ilişki araştırılmıştır. 6 GENEL BİLGİLER 1. ATRİAL FİBRİLASYON: AF, EKG’de düzenli P dalgaları yerine düşük amplitüdlü ve düzensiz, 350-600/dak olan fibrilasyon dalgaları ile beraber, düzensiz R-R mesafelerinin izlendiği, ventriküler hızın genelde 120-180/dak olduğu sık rastlanan bir aritmi çeşididir. Hastaların nabızlarında yaptığı düzensizlik ile yüzyıllardan beri hekimlerin dikkatini çekmişse de, AF ile ilgili klinik ve deneysel araştırmalar ancak 19. Yüzyılda başlayabilmiş ve ilk kez 1909’da Lewis tarafından EKG ile gösterilmiştir (1). Framingham çalışması ile AF’nin selim bir aritmi olmadığı, mortalite ve morbiditeye olumsuz etkiler yaptığı ortaya çıkmış ve böylece klinik önemi daha iyi anlaşılmıştır (16, 17). Sinüs ritmindeki hastalara göre mortalite ve morbiditede önemli bir artışa neden olmaktadır. Ancak AF’nın klinik tablosunun değişkenliği nedeni ile optimal tedavi henüz netleşmemiştir. Epidemiyoloji: AF, klinik uygulamada en sık karşılaşılan aritmi tiplerindendir ve ritim bozukluğu nedeniyle hastaneye yatırılan hastaların üçte birini oluşturur. Amerika’da 2.2 milyon, Avrupa’da 4.5 milyon AF’lı hasta olduğu tahmin edilmektedir (18). Geçtiğimiz yirmi yıl içerisinde popülasyonun yaş ortalamasının artması, kronik kalp hastalığı prevalansının artması, gelişmiş tanı yöntemleriyle daha sık tanı konulması gibi nedenlerden dolayı AF ile hastaneye başvuru oranında yaklaşık %66 oranında artış olduğu tespit edilmiştir (19,20). ABD’de yıllık AF’lu yeni hasta sayısının yaklaşık 360000 olup bunların da yaklaşık %50’si acil olmak üzere 227000 tanesinin interne edildiği bildirilmiştir (21). Bu ülkede sağlık harcamalarının 6.6 milyar doları AF’nun tetkik ve tedavisi için yapılmaktadır. Bu değerin 7 yaklaşık %52’si hastane masrafları, %23’ü ilaçlar, %9’u konsültasyonlar, %8’i araştırma ücretleri ve %2’si paramedikal prosedürlere harcanmaktadır. AF’nun prevalansı ve insidansı ile ilgili pek çok epidemiyolojik araştırma yapılmıştır (22). AF’nun genel popülasyonda prevalansı %0.4 olup, yaşla birlikte artış göstermektedir (23, 24). Cross-sectional (Çapraz-kesitsel) çalışmalarda prevalansı 60 yaş altında %1’den az ve 80 yaş üstünde % 6’dan fazla bulunmuştur (25, 26). Framingham çalışmasında AF prevalansının yaşla beraber arttığı ve 25-35 yaş arası bireylerde %0.05’ten az iken 69 yaş üzerinde % 5.75, yaş üzerinde de %10 olduğu saptanmıştır. Yaş düzeltilmiş prevalansı erkeklerde daha sıktır (27, 28). AF insidansındaki artış her yaş grubu için erkek kadın oranı ortalama 1.7 olarak hesaplanmıştır (29). Toplum kaynaklı çalışmalarda, lone AF’lu hastalarda AF sıklığı bütün AF’lu vakaların % 12’sinden az olarak bulunmuştur (28, 30, 31). Bazı serilerde ise lone AF sıklığı %30’un üzerindedir (32). Ülkemizde TEKHARF çalışmasının 2000 yılı verilerine göre erişkinlerde AF sıklığı 1990 yılında binde 3.5 iken 1998 yılında binde 7.1 olarak saptanmıştır (33). Altmış yaş üzerindeki bireylerde ise oran 1990’da binde 12.2 iken 1998’da binde 21.6 olarak bulunmuştur. AF insidansı ile ilgili faktörler: AF insidansı yaşla artmaktadır. AF insidansı 50 yıl boyunca birbirini takip eden her on yılda iki kat artmaktadır ve 80 yaşına ulaşıldığında kişilerin %10’unda AF bulunmaktadır (18). AF gelişen kişiler genellikle yaşlı olup, beraberinde sıklıkla diabetes mellitus, sol ventrikül hipertrofisi, ekokardiyografik bozukluklar, koroner arter hastalığı, kapak hastalığı, kalp yetmezliği (KY) ve inme bulunmaktadır (34, 35). Kadınların üçte biri ve erkeklerin %20’si valvüler kapak hastalığı, erkeklerin %28’i ve kadınların yarısı koroner arter hastalığı (KAH), her iki cinsin %25’inde KY vardır. Çok 8 değişkenli analizler AF gelişimi için, yaş, kapak hastalığı, konjestif kalp yetmezliği (KKY), hipertansiyon HT ve diabetes mellitusun (DM) bağımsız risk faktörleri olduğunu ortaya koymuştur (36). Erkeklerde kadınlara göre AF prevalansı daha fazladır. Erkeklerin AF eğiliminin daha fazla olmasının sebebi ise belli değildir. Atriyal dokuyu etkileyen inflamasyon, infiltrasyon, skar dokusu oluşumu veya gerilme gibi her tür patolojik süreç AF gelişimine neden olabilir. Epidemiyolojik çalışmalarda AF’nin en sık nedeni iskemik kalp hastalığıdır (37). Prognoz: AF, uzun vadede kadın cinsiyette daha belirgin (38) olmak üzere artmış inme, kalp yetmezliği ve tüm nedenlere bağlı mortalite riski ile ilişkilidir (39). Sinüs ritmindeki hastalara göre AF’lu hastaların mortalitesi altta yatan hastalığın ciddiyet seviyesi ile de ilişkili olarak yaklaşık iki kata kadar artmıştır (40, 41, 42). AF, büyük kalp yetmezliği çalışmalarında, mortalite ve morbidite için bağımsız bir risk faktörü olarak saptanmıştır. COMET çalışmasında, izlem sırasında AF gelişenlerde mortalitenin arttığı belirlenmiştir (43). Benzer şekilde Val-HeFT çalışmasında da kronik KY hastalarında AF gelişiminin klinik sonuçları daha kötü yönde değiştirdiği izlenmiştir (44). Non-valvuler AF’lu hastalarda iskemik inme sıklığı, AF’suz popülasyona göre 2 ila 7 kat fazladır (yılda %5) (39, 40, 42, 44-46). Gelişen her 6 inmeden birinin AF’lu hastalarda geliştiği bilinmektedir (47). Geçici iskemik atak ve kranial görüntüleme yöntemleriyle saptanmış klinik olarak sessiz inmeler de değerlendirildiğinde non-valvüler AF’a bağlı serebral iskemi sıklığı, yıllık %7 seviyelerine ulaşmaktadır (48-50). Uzun dönemde kalıcı olan AF’a bağlı artmış ventiküler hız (>130/dak), dilate kardiyomiyopati (KMP)’ye neden olabilir (taşikardinin indüklediği KMP) (51-53). KY’nin 9 AF’a sebep olmayıp AF’nun KMP’ye neden olduğu bu durumda, KMP’nin sebebini bulmak oldukça önemlidir. Ventrikül hızının kontrolü böyle bir durumda myopati gelişimini geriye çevirebilir. Bir çalışmada hız kontrolü ile ortalama sol ventrikül ejeksiyon fraksiyonun %25’den %52’ye yükseldiği izlenmiştir (54). Etyoloji: Elektrofizyolojık anomaliler: -Artmış Otomatisite (fokal AF) -İleti anomalileri (reentry) Atriyal basınç artışı: -Mitral ve triküspit kapak hastalığı -Koroner arter hastalığı -Semilunar kapak anomalileri -Sistemik veya pulmoner hipertansiyon (pulmoner emboli) -İntrakardiak tümör veya trombüs Atriyal iskemi: -Koroner arter hastalığı İnflamatuar veya infiltratif atriyal patoloji: -Perikardit -Amiloidoz -Myokardit -Yaşla indüklenen atriyal fibrotik değişiklikler İlaçlar: -Alkol - Kafein 10 Endokrin Bozukluklar: -Hipertroidizm -Feokromositoma Otonomik tonus değişiklikleri: -Artmış parasempatik aktivite -Artmış sempatik aktivite Postoperatif: -Kardiyak, Pulmoner, Osefageal Norojenik konjenital kalp hastalığı: -Subaraknoid hemoraji -Nonhemorajik major stroke İdiopatik(lone AF) Familial AF’nin geri dönüşümlü nedenleri: AF, alkol alımı, cerrahi müdahale, elektrik çarpması, miyokart infaktüsü (MI), perikardit, miyokardit, pulmoner emboli ve ya diğer pulmoner hastalıklar, hipertiroidi ve diğer bazı metabolik bozukluklar gibi akut ve geçici durumlara bağlı gelişebilir. Bu gibi durumlarda altta yatan bozukluğun uygun tedavisi genellikle AF’yi de tedavi eder. Akut miyokart infaktüsü (AMI) sırasında oluşan AF, infarktüs öncesi AF ve ya sinüs ritminde gelişen MI’ya göre daha kötü prognoz göstergesidir (55, 56). AF ayrıca WPW sendromu ve ya A-V nodal reentran taşikardiler ile de ilişkili olabilir ve primer aritminin tedavisi AF görülme sıklığını da azaltacaktır (57). AF, torasik ve ya kardiyak cerrahi sonrası sık rastlanan bir komplikasyondur. 11 Kardiyak patoloji ile ilişkili olmayan AF: Paroksismal AF’nun yaklaşık %30 ila %45’i ve persistan AF’nun %20 ile %25’i, altta yatan herhangi bir kardiyak anomali olmadan genelde genç hastalarda görülür (lone AF) (45, 58). Bununla birlikte AF, altta yatan kardiyak patoloji olmadan yaşlı popülasyonda da görülebilir. İleri yaşta görülen miyokardial stiffness artışı gibi kalbin yapı ve fonksiyonunu değiştiren durumlar, AF ile ilişkili olabilir AF ile ilişkili medikal durumlar: Obezite, AF için önemli bir risk faktörüdür (59-61). Klinik risk faktörleri göz önüne alındığında, AF için en belirgin riskin sol atrial boyutla ilişkili olduğu söylenebilir, çünkü sol atrium boyutu arayışı ile VKİ artışı arasında kademeli bir ilişki vardır (59,62). Kalp hastalıklarıyla ilişkili AF: AF ile özellikle ilişkili kardiyak durumlar, kapak hastalıkları, kalp yetmezliği(KY), KAH ve HT (özellikle LV hipertrofisinin derecesine göre artmış ilişki)’dir. Bununla birlikte AF, hipertrofik KMP, dilate KMP, konjenital kalp hastalığı ki özellikle yetişkinlerde atrial septal defekt ile ilişkilidir. Potansiyel ilişkili durumlar arasında ayrıca, restriktif KMP, kardiyak tümörler ve konstrüktif perikardit yer alır. Mitral yetmezliğin eşlik ettiği ve ya etmediği mitral kapak prolapsusu, mitral kapak annulus kalsifikasyonu, idiyopatik sağ atrium genişlemesi ve kor pulmonale de AF’nun yüksek görülme sıklığı ile ilişkilidir. Ailesel (genetik) AF: Ailesel AF’dan sorumlu moleküler defektlerin çoğu bilinmemektedir. Kısa atrial refrakterliğe yol açan iki adet gen mutasyonu Çinli aileler üzerinde yapılan bir çalışmada saptanmıştır (63, 64). 12 AF’nin otonom fonksiyonlarla ilişkisi: AF’nun başlamasında otonomik fonksiyonlar önemli bir rol oynar. Tek başına vagal ve ya sempatik etkinliğin AF için başlatıcı olduğundan, vagal ve sempatik etkinliklerin arasındaki denge çok önemlidir. Kalp hızı değişkenliği ile ölçülen otonomik dalgalanmalar AF’nun başlamasında rol oynamaktadır. Vagal tonusa bağlı olduğu düşünülen AF genellikle gece saatlerinde ve ya yemek sonrası görülürken, sempatik aktiviteye bağlı gelişen AF ise organik kalp hastalığı bulunan hastalarda gün içinde gelişir (65). Vagal kökenli AF genellikle daha sık görülüp, beta bloker ve digital türevi ilaçlarla klinik semptomlar bazen kötüleşirken, disopiramid gibi antikolinerjik ilaçlarla tekrarlar engellenebilir. Ancak AF’nu vagal ve ya adrenerjik şeklinde sınıflamanın tedavi üzerine etkisi sınırlıdır. Adrenerjik tipteki AF’da ise beta blokerler (β-bloker) ilk seçenek ilaçlardır. Patofizyoloji: AF’da izlenen en sık patolojik değişiklik, atrial fibrozis ve atrial kas kitlesi kaybıdır. AF’u ve ya altta yatan hastalığa bağlı değişikliklerin ayrımı zordur, fakat fibrozis AF’nun öncü lezyonu olabilir (66). Atrial dokusunda az ve ya orta seviyede fibrozis saptanan hastaların kardiyoversiyona yanıtı atrial dokularında fazla fibrozis saptanan hastalara göre daha iyi bulunmuştur (67). Atrial fibrozis, birçok hastalık ve AF’a yatkınlık oluşturan hastalıkta saptanmıştır ancak, fibrozisin mi AF’a yoksa AF’nun fibrozisi tetiklediği bilinmemektedir. AF, interatrial ileti gecikmesi ve refrakter periodun değişkenlik göstermesi ile ilişkilidir (68). Ve buna bağlı olarak AF, atrial remodeling ve aritminin devamlılığını sağlayan değişikliklere neden olan sürece sebep olmaktadır. Atrial yapısal remodeling ile ilgili bilgiler sınırlıdır (69, 70) ve yaşla ve ya kalp hastalığında görülen dejeneratif değişikliklerden ayrımı zordur (69). 13 AF mekanizması: Bir taşiaritminin oluşum ve idamesi başlatıcı bir olay ve anatomik bir substrat gerektirir. AF’da ise durum genellikle karmaşıktır ve mevcut bilgiler otomatisiteyi ve ya multipl reentran dalgalarını desteklemektedir. Otomatik odak teorisi, AF’nun fokal odağının bulunup ablate edilmesiyle AF’nun sonlandırılabileceği keşfedilene kadar pek ilgi çekmemiştir (71). Bu odaklardan en bilineni pulmoner ven ağızlarında iken, suprerior vena cava, Marshall ligamanı, sol posterior serbest duvar, krista terminalis ven koroner sinüsde de odaklar saptanmıştır (71, 72, 73). AF’li hastaların pulmoner venlerindeki atrial dokunun refrakter periodlarının, diğer atrial bölge dokularından daha kısa olduğu saptanmıştır (74, 75). Ayrıca AF’nun, pulmoner venlere verilen uyarı ile diğer atrial dokulardan daha kolay uyarıldığı görülmüştür. Fraksiyone dalgaların artium boyunca yayılarak, yeni ‘yavru dalgalar’ı oluşturduğunu ileri süren multipl dalgalar hipotezini Moe arkadaşları geliştirmiştir (76). Burada, dalgaların çeşitliliğini ve sayısını atrial dokuların kütlesi, refrakter periyodu ve ileti hızı belirler. Dalgaların sayısını arttıran ve dolayısıyla AF gelişimini kolaylaştıran faktörler, atrial kitlenin artışı, kısa refrakter period ve gecikmiş iletidir. Bu hipotez, uzun yıllar AF’nun ana oluşum mekanizması olarak kabul edilmiştir. Ancak deneysel ve klinik çalışmalar bu düşünceye karşı veriler sunmaktadır. Birçok gözlem, anormal atrial substratın önemini vurgulamaktadır. Atrial elektriksel remodeling: 24 saatten kısa süreli AF’lerde farmakolojik ve ya elektriksel kardiyoversiyon, uzun süreli AF’u göre daha başarılıdır (77). Bu gözlem, AF’nun kendi kendini kuvvetlendirdiği düşüncesini oluşturmuştur. Yapılan bir hayvan deneyinde verilen atrial elektriksel uyarıyla oluşturulan AF’lardan önceleri oluşanların spontan, kendiliğinden sonlandığı, daha sonralarda oluşanların ise daha persiste ettiği görülmüştür (78). Elektrofizyolojik remodeling olarak 14 adlandırılan bu durum, artmış AF süresiyle kısalan efektif refrakter periyodun yol açtığı AF’u yatkınlık ile ilişkilidir (79). Taşikardinin indüklediği AF ise, A-V nod reentran taşikardi, aksesuar yol, atrial taşikardi veya atrial flutter nedeniyle oluşabilir (80, 81, 82). Atrioventriküler iletim: A-V nod, aksesuar yol veya HİS-pürkinje disfonksiyonu gibi bir patoloji yoksa atriumdan ventriküle iletimi sınırlar (82). A-V noda gelen atrial impulslar A-V nodal refrakterlikte değişkenlik oluşturur, bu durum da ventriküler cevabın değişkenliğini açıklayabilir. Atrial hız göreceli olarak düşük olduğunda ventriküler yanıt hızlı olma eğilimindedir, bunun tersi olarak da yüksek hızlardaki atrial hızlarda düşük bir ventriküler yanıtı oluşma eğilimi oluşur (83). Artmış parasempatik ve baskılanmış sempatik tonus, A-V nodal ileti üzerine negatif dromotropik etki oluştururken, bunun tam tersi de doğrudur (84-86). Otonomik tonusdaki fluktuasyonlar, AF’daki değişken ventriküler yanıta neden olurlar, örneğin uyku halinde düşük ventriküler hıza karşın egzersizde artan ventrikül hızı gibi. Daha çok vagal uyarılarla artan ventriküler hızı kontrol altına alabilen dijital türevi ilaçlar aktivite sırasındaki kalp hızını kontrol altına almada daha etkisizdirler. Otonomik tonusdaki bu geniş çaplı değişimler tedavi yaklaşımlarını zorlaştırmaktadır. AF’de miyokardial ve hemodinamik sonuçlar: AF sırasında, senkron atrial aktivite kaybı, düzensiz ventriküler yanıt, artmış kalp hızı ve azalmış koroner kan akımı gibi hemodinamik etkiler oluşur. Atrial kontraksiyon kaybı özellikle mitral stenoz, HT, restriktif KMP ve ya hipertrofik KMP gibi diyastolik dolumun bozulduğu durumlarda kardiyak debiyi oldukça düşürür. A-V nod ablasyonu uygulanmış 15 vakalarda, düzensiz sağ ventriküler uyarı verlenlerde aynı ventriküler hızda olacak şekilde düzenli uyarı verilenlere göre kardiyak çıktıda %15’lik düşüş izlenmiştir (87). Myokardial kan akımını belirleyen faktörler, tıkayıcı koroner arter hastalığının olup olmaması, aortik diyastolik basıncı ve diyastol sonu sol ventrikül basıncı arasındaki fark(miyokardial perfüzyon basıncı), koroner vasküler rezistans ve diyastol süresidir. AF, bu faktörlerin hepsini birden etkileyebilir. AF’da azalmış koroner kan akımı özellikle, kompansatuar koroner vazodilatasyon yeteneğini sınırlayan koroner arter hastalığına sahip hastalarda önemlidir. Bu durum, ilk kez AF ile başvuran hastalardaki göğüs ağrısı semptomunu açıklayabilir. Persistan AF’lu hastalarda sol atrium volümü 45cm3’den 64cm3’e, sağ atrial volümü 49cm3’den 66cm3’e zamanla çıkabilir (88). Bu durum ise geri dönüşü ve sinüs ritmini zorlaştırır (89). Atrial etkilerin dışında, devamlı yüksek hızlarda seyreden ventriküler hız (130/dak ve üzeri) dilate KMP nedeni olabilir(taşikardinin indüklediği KMP) (52). Ventriküler hızın kontrol altına alınmasıyla miyopati gri dönebilir, bu yüzden bu klinik durumun tanınması çok önemlidir. Ayrıca AF’da sol atrial ve ventriküler basınçların arasındaki ilişkinin bozulmasıyla mitral kapak fonksiyonu da bozulabilir ve durum ventriküler dolumu da bozabilir. Ventriküler hız kontrolü bu durumun da düzelmesini sağlayabilir. Tromboembolizm: İskemik inme ve ya sistemik arteriel embolizm genellikle atrial trombüse bağlı düşünülse de tromboembolizm patogenezi karmaşık bir konudur. AF’lu hastalarda oluşan inmenin %25’i, serebrovasküler hastalık, diğer kardiyak emboli kaynakları ve ya aortadaki 16 ateromatöz patolojiden kaynaklanır (90, 91). İlişkili risk faktörlerine bağlı olarak AF’da yıllık inme riski %3 ile %8 arasındadır (44). AF’da görülen trombotik olay genellikle sol atriyal apendiks (sAA) oluşur ve trans torasik ekokardiyografi (TTE) ile nadiren görülebilir (92). Transözafagial ekokardiyografi (TÖE) SAA’yı değerlendirmek için daha elverişlidir (93). Genel klinik görüş, SAA trombüs oluşumu için AF’nin 48 saat ve ya daha uzun süredir olması gerektiği yönünde olsa da, TEE ile daha kısa süre oluşmuş trombüs formasyonları tespit edilmiştir (94, 95). Trombüs oluşumu Virchow triadı (hiperkoagülabilite, staz, endotel disfonksiyonu) ile başlar. TEE ile yapılan çalışmalar göstermiştir ki, azalmış SAA akımı, sol atrial mekanik kontraksiyon kaybı ile ilişkilidir. Başarılı bir elektriksel ve ya farmakolojik kardiyoversiyon ardından oluşabilen tromboembolik olaylardan sorumlu durumun da SAA’da oluşan stunning olduğu düşünülmektedir (96). Ayrıca CRP seviyeleri de AF’lu hastalarda normale göre yüksektir ve bu durum artmış inme riski ile de ilişkilidir (97, 99). Klinik bulgular: AF’nun klinik bulguları altta yatak kardiyak hastalık olup olmamasına göre değişkenlik gösterir. AF atakları kendiliğinden sonlanabildiği gibi tıbbi müdahaleyi de gerektirebilir. AF kendini, çarpıntı hissi, hemodinamik ve ya tromboembolik bulgularla gösterebilir ve ya tesadüfen takiplerde yakalanabilir. Bazı hastalarda ilk bulgu KY semptomlarının ağırlaşması şeklinde de olabilir. Atrial natriüretik peptid (ANP) salınımındaki artışa bağlı olarak özellikle AF atağının başlangıç ve sonlanma dönemlerine poliüri ortaya çıkabilir. AF için nadir bir bulgu olan senkop ise özellikle hemodinamiyi bozan hızlı ventrikül yanıtında, hipertrofik KMP’de, aort stenozunda veya aksesuar iletim yolu olan hastalarda görülebilir. 17 Klinik değerlendirme: AF tanısı anamnez ve fizik muayeneye dayanır ve EKG ile desteklenir, bazı durumlarda ise telemetri ve ya ambulatuar EKG kaydına başvurulur. Hastanın öncelikli değerlendirmesinde AF’nun persistan mı paroksismal mi olduğu, herhangi bir etkenle tetiklenip tetiklenmediği ve altta yatabilecek kardiyak patolojiye yönelik olmalıdır. Fizik muayene ile saptanabilecek bulgular ise, düzensiz nabız, düzensiz juguler venöz dalgalar, birinci kalp sesinin değişken sertliği ve ya sinüs ritminde iken duyulup sonradan kaybolan dördüncü kalp sesidir. Muayene ayrıca ilgili kapak hastalığı, KY veya KMP ile ilgili ipuçları verebilir. Tanısal testler: AF’nun tanısı en az bir kere dökümante edilmiş AF’lu EKG kaydı gerektirir. Göğüs rontgenogramı kalp gölgesinin büyüklüğünü tespit edebilir ancak, pulmoner patoloji ve ya pulmoner arter yapılarıyla ilgili daha değerli bilgiler sağlayabilir. Ancak öncelikli olarak AF’lu hastaların ekokardiyografik değerlendirilmesi gerekir. Sol ventrikül sistolik ve diastolik fonksiyonların değerlendirilmesi antiaritmik veya antitrombotik tedavinin seçimi için ayrıca önemlidir. Rutin biyokimyasal testler içinde özellikle karaciğer, böbrek ve tiroid fonksiyonları, serum elektrolitleri ve hemogram mutlaka değerlendirilmelidir. Sınıflama: AF sınıflaması altta yatan kalp hastalığı, ventrikül hızı, elektrofizyolojik özellikler ve aritmi süresine göre yapılabilir (100). AF’nun farklı klinik özelliklerini tanımlayan terminolojilerin çokluğu ve tanımlamalar arasındaki uyumsuzluklar iletişimi ve klinik çalışmaların sonuçlarını karşılaştırmayı güçleştirmektedir. Bu sorunu çözümlemek amacı ile 18 Avrupa Kardiyoloji Cemiyeti Aritmi Çalışma grubu ve Kuzey Amerika Pacing ve Elektrofizyoloji Cemiyeti bir çalışma grubu kurmuş ve AF terminolojisi ile sınıflaması hakkında bir fikir birliği oluşturmaya çalışmışlardır (101). Bu grubun oluşturduğu terminolojiler 30 saniyeden uzun süren ve reversible bir nedene bağlı olmayan AF atakları için geçerlidir. Reversible nedenlere bağlı olan ‘sekonder AF’ akut miyokart enfarktüsü, kalp cerrahisi, perikardit, myokardit, hipertiroidi, pulmoner emboli, pnömoni veya akut pulmoner akciğer hastalığına bağlı AF’dur. Genellikle de neden ortadan kaldırılınca AF atağı tekrarlamaz. Bu durumların dışında olan AF heterojen bir kliniğe sahiptir. Belirlenebilir bir kalp hastalığı veya klinik semptomlar bulunabilir veya olmayabilir. AF atağı kendiliğinden sonlanabilir veya sonlandırılması için tıbbi müdahale gerekebilir. Her hastada uygun tedaviye karar verebilmek için AF’nun klinik tipini sınıflamak gerekmektedir. Eğer hastada iki kez veya daha fazla atak meydana gelmişse AF’nin rekürran AF olduğunu söylemek mümkündür. Paroksismal AF atakları genellikle 48 saat içerisinde veya tanıma göre 7 günden kısa sürede kendiliğinden sonlanır. Eğer AF atağı 7 günden uzun sebat ettiyse persistan AF olduğu belirtilir. Bu durumda farmakolojik tedavi veya elektriksel kardiyoversiyon ile AF’u sonlandırmak gerekebilir. Eğer AF bir süredir devam ediyorsa ve kardiyoversiyon ile sonlanmazsa ya da sonlandıktan sonra 24 saat içinde tekrarlarsa kalıcı veya permenant AF’dan bahsedilir. Kardiyoversiyon endikasyonu bulunmayan ve/veya denenmemiş ve/veya hasta tarafından istenmeyen uzun süreli AF olguları da permenant AF grubuna girer. 19 Tedavi: AF’nun kendiliğinden sonlanması sık rastlanan bir durumdur. İlk kez AF atağı gelişen hastaların %70’inde ritim sinüs ritmine döner. Spontan dönüşlerin sıklığı atriyal remodeling nedeni ile sonraki ataklarda giderek azalır. Ritim Kontrolü: AF’nun kardiyak hemodinami üzerinde çeşitli etkileri vardır; ventrikül doluşuna atriyal katkının ortadan kalkması, sol ve sağ ventrikülde diyastol sonu basıncının ve hacmin düşmesi, atriyumlarda ortalama diyastolik basıncın artması, pasif diyastolik doluş süresinin kısalması ve muhtemelen atriyoventriküler kapaklarda yetersizlik gelişmesidir (102). R-R intervalinin düzensizleşmesi kalp debisini belirgin derecede azaltabilir, pulmoner kapiller wedge basıncını ve sağ atriyum basıncını arttırarak kalp hızından bağımsız, olumsuz hemodinamik sonuçları oluşturur. Bu nedenle sinüs ritminin sağlanması özellikle geçmiş yıllarda yaygın şekilde desteklenmiştir. Ancak AF kronik bir hastalık olduğundan, ister paroksismal ister persistan AF olsun hastaların çoğunda tekrarlama riski yüksektir. Sinüs ritminin sağlanması ve korunmasına karar verilen hastalarda antiaritmik ilaçların başlanması yakın takip ve hastaneye yatış gerektirir. Bunun nedeni torsades de pointes gibi proaritmilerin riskinin farklı ilaçlar arasında değişmesi, özellikle yapısal kalp hastalığı olan hastalarda antiaritmik ilaçlardan kaynaklanan proaritmi ve ani kardiyak ölüm riskinin göz önünde bulundurulması gereğidir. AFFIRM çalışması sıklıkla sinüs ritminin AF ritmine göre avantajı olmadığı şeklinde yorumlanmaktadır. Bu yanlış anlaşılmayı gidermek için çalışmadaki 3677 hastanın verisi retrospektif olarak değerlendirilmiş ve sağ kalım ile belirleyicileri arasındaki ilişki intention-to-treat analizi yerine on-treatment analiz kullanılarak incelenmiştir (103). Bu analizde düşük mortalite ile bağımsız olarak ilişki bulunan iki değişken sinüs ritmi ve warfarin kullanımıdır. Yüksek mortalite ile ilişkili belirleyiciler ise KAH, KKY, DM, sol ventrikül disfonksiyonu, inme, geçici iskemik atak ve ritim kontrol edici ilaç kullanımıdır. Bu 20 bulgular günümüzde kullanılan antiaritmik ilaçların olumsuz etkilerinin sinüs ritminin getirdiği avantajları ortadan kaldırdığını göstermektedir. Klas-1: 1) Persistan ve ya permenant AF’u olan hastalarda kalp hızı ölçümü yapılmalı ve b-bloker veya nondihidropiridin kalsiyum kanal antagonistlerinin kullanımı ile hız kontrolü tavsiye edilir. 2) Akut başlangıçlı ve preeksitasyonun eşlik etmediği hastalarda AF’nun ventriküler hızını kontrol altına almak için, intravenöz (İV) β-bloker (esmolol, metaprolol veya propranolol) veya nondihidropiridin kalsiyum kanal antagonistleri (verapamil, diltiazem) uygulanması tavsiye edilir. 3) AF’u ve KKY olan hastalarda hız kontrolü için İV digoksin veya amiodarone tavsiye edilir. 4) AF’u, KKY, sol ventrikül disfonksiyonu olan ve sedanter bireylerde kalp hızını kontrol etmekte oral digoksin oldukça etkilidir. Klas-2a: 1) AF’lu hastalarda hem egzersiz hem de istirahatte kalp hızı kontrolü için digoksin ile bbloker veya nondihidropiridin kalsiyum kanal antagonistleri kombinasyonu kullanılabilir. Doza bağlı bradikardiye dikkat etmek gerekir. 2) Diğer uygulamaların başarısız veya kontrendike olduğu AF’lu hastalarda İV amiodarone hız kontrolünde AF’lu hastalarda oldukça etkilidir. 3) Aksesuar yolu olan AF’lu hastalarda elektriksel kardiyoversiyon uygulanması gerekmiyorsa İV prokainamide ve ya ubitilide alternatif tedavidir. 4) Farmakolojik tedavinin başarısız olduğu ve ya yan etkiler nedeniyle kullanılamadığı durumlarda A-V nod ablasyonu kabul edilebilir bir yöntemdir. Klas-2b: 21 1) Eğer kalp hızı egzersiz ve ya istirahatte, b-bloker, nondihidropiridin kalsiyum kanal antagonisti veya digoksinin tek başlarına veya kombine kullanımlarına rağmen düşürülemezse, oral amiodarone kalp hızı kontrolünde faydalı olabilir. 2) İ.V prokainamide, disopramide, ubitilide veya amiodarone aksesuar yolu olan AF’lu hastalarda hemodinamik bozulma yoksa uygulanabilir. 3) Eğer kalp hızı farmakolojik ajanlarla kontrol altına alınamıyorsa ve taşikardinin indüklediği kardiyomiyopatiden şüpheleniliyorsa A-V nodun kateter ablasyonu uygulanabilir. Klas-3: 1) Hızlı ventriküler cevaplı paroksismal AF’da dijitaller tek ajan olarak kullanılmamalıdır. 2) AF’u olan ve dekompanse KY’deki olgularda nondihidropiridin kalsiyum kanal antagonistleri hemodinamiyi bozacağı için kullanılmaları tavsiye edilmemektedir. 3) Preeksitasyon sendromu ve AF’lu olan hastalarda İV digital ve nondihidropiridin kalsiyum antagonistleri paradoksik olarak ventriküler cevabı arttıracakları için kullanımları tavsiye edilmez. 4) A-V nodun kateter ablasyonu, medikal tedavi ile hız kontrolü denenmeden yapılmamalıdır. β-blokerler: Hızlı ventriküler cevaplı AF’nun hız kontrolünde intravenöz β-blokerler (propranolol, atenolol, metoprolol, esmolol) etkilidirler. Bu ajanlar özellikle yüksek adrenerjik deşarjın olduğu post operatif (post-op) AF gibi durumlarda etkilidir. Non kardiyak cerrahiden sonra intravenöz esmololün AF’u sinüs ritmine çevirmede diltiazeme göre daha etkili olduğu gösterilmiştir (104). Nadolol ve atenolol test edilen β-blokerler arasında en etkili olanlar olarak gösterilmiştir. B-bloker alan hastaların istirahat halindeki ve egzersiz sırasındaki kalp hızlarının normale göre yavaşladığı gösterilmiştir (105). Sotalol, non selektif bir b-blokerdir ve grup-III 22 antiaritmik sınıfındadır. Özellikle AF’nun tekrarladığı durumlarda endikasyonu güçlüdür (100). Egzersiz sırasında metaprololden daha düşük bir kalp hızı sağlar. Egzersizin indüklediği taşikardide atenolol, metaprolol ve satolol digoksine göre daha iyi bir hız kontrolü sağlayıcısıdır. The atrial fibrillation follow-up investigation of rhythm management (AFFIRM) çalışmasına göre digoksin kullanılsın veya kullanılmasın kalp hızı kontrolünde βblokerler %70 başarı sağlamış ve %54 başarı sağlayan kalsiyum kanal blokerlerine üstünlüğü gösterilmiştir (101). Konjestif kalp yetmezliği ve düşük ejeksiyon fraksiyonu (EF) olan AF’lu hastalarda β-blokerler başlangıç tedavisinde dikkatli kullanılmalıdır. Nondihidropiridin kalsiyum kanal antagonistleri: Nondihidropiridin kalsiyum kanal antagonistleri verapamil ve diltiazem AF’da yaşam kalitesini ve egzersiz toleransını düzeltmek amacıyla çok yaygın olarak kullanılmaktadır. Her iki ilacın İV bolus enjeksiyonları ventriküler hız kontrolünde oldukça etkilidir (102, 105). Bu ilaçların kısa etki süreleri nedeniyle hız kontrolünün devamını sağlamak amacıyla sürekli İV infüzyon tedavisi gerekebilir. Bu ilaçların negatif inotropik etkileri nedeniyle sistolik disfonksiyonu ve KKY olan hastalarda kullanımında dikkatli olunması ve kullanımından kaçınılması gerekmektedir. Sekiz randomize çalışmada kalsiyum kanal antagonistleri ile plasebo karsılaştırılmış ve kalsiyum kanal antagonistlerinin belirgin bir şekilde kalp hızını azalttığı gösterilmiştir (103). Verapamil kullanımının istirahat halindeki kalp hızını dakikada 8-23, egzersiz sırasında ise dakikada 20-33 atım azalttığı gösterilmiştir. Verapamil ile diltiazem karşılaştırılmasında ise benzer etkinlik gösterdikleri kanıtlanmıştır (106). Verapamil ve diltiazem kronik obstriktif akciğer hastalığı (KOAH) ve bronkospazmı olan hastaların uzun süreli tedavilerinde hız kontrolünde tercih edilen ajanlardır. 23 Digoksin: Na-K ATP’az enzimini inhibe eder. Bu enzim repolarizasyon sırasında Na+’u dışarı, K+’u içeri taşır. Enzim inhibisyonuyla Na+ ve K+’un aktif transportu durur. Hücre içi K+ azalır, daha az negatif istirahat potansiyeli oluşur. Faz-4 depolarizasyonun eğimini arttırır ve iletim hızını düşürür. Terapotik dozlarda sinüs uyarısını azaltır, atriyum, ventrikül ve purkinje liflerinin uyarılabilirliğini ve iletim hızını azaltır. Atriyum ve A-V düğümde refrakter periyodu azaltır. Aksesuar yolda antegrad iletimi arttırır. Toksik dozlarda A-V bloğa neden olabilir. Klinikte AF ve atrial flutterde hızlı ventriküler cevabı inhibe etmek için kullanılır. Egzersiz ve sempatik tonusu artmış hastalarda digoksin tek başına ventrikül cevabını kontrol edemeyebilir, b-blokerlerle kombine edilebilir. Digoksinin ana dezavantajı etki başlangıcının nispeten yavaş olması ve yan etkileridir. Gastrointestinal sistem ve santral sinir sistemi belirtileri yanı sıra en önemli yan etkisi taşikardi ve iletim blokları oluşturması, ventriküler taşikardi (VT) ve ventriküler fibrilasyona (VF) gibi aritmilere neden olabilmesidir. Amiodarone: Amiodarorone’nun sempatolitik ve kalsiyum antagonistik özellikleri mevcuttur. A-V ileti sistemini deprese eder. AF’lu hastalarda ventriküler hızı kontrol etmekte oldukça etkindir. Bilinen tedavi rejimlerine dirençli hızlı atrial taşiaritmilerde intravenöz amiodarone, iyi tolere edilen bir ajandır (107). Yapılan bir çalışmada, oral amiodarone egzersiz kapasitesini, yaşam kalitesini ve AF’nin semptomlarını etkilemeksizin AF’da ventriküler cevabı azaltmıştır (108). Yüksek doz oral amiodarone tedavisi KKY ve hipotansiyonlu hastada hemodinamiyi bozup kalp yetmezliğini dekompanse hale getirebilmektedir (109). Amiodaronun pulmoner fibrozis, hepatik hasar ve proaritmi gibi fatal seyredebilecek yan etkileri olabilir. 24 Kardiyoversiyon: Kardiyoversiyon farmakolojik veya elektriksel yöntemlerle AF’nun sinüs ritmine döndürülmesidir. Medikal tedaviye yanıt vermeyen, miyokardiyal iskemiye, semptomatik hipotansiyona, anjinaya veya kalp yetmezliğine yol açan hızlı ventrikül yanıtlı AF durumlarında R dalgasıyla senkronize direkt kardiyoversiyon uygulanması endikedir. Aksesuar yol varlığında gelişen ve hemodinamiyi etkileyen hızlı ventrikül yanıtlı AF durumunda da kardiyoversiyon yapılmalıdır. Kardiyoversiyon öncesi uygulanan amiodarone, flekainid, ibutilide ve propafenon tedavileri kardiyoversiyon başarısını arttırmada ve reküren AF gelişimini önlemede etkili olabilir. Dijital intoksikasyonu ve hipokalemi durumlarında elektiriki kardiyoversiyon kontrendikedir. Hastaların uygun dozlarda antikoagulan tedavisi en kısa sürede başlanmalıdır. Özellikle 7 günden uzun süren AF durumunda kardiyoversiyonun başarı şansı belirgin olarak azalmaktadır. Genel olarak farmakolojik kardiyoversiyonun başarısı elektiriki kardiyoversiyona göre daha düşüktür. AF ataklarının %70’lik bir bölümünün 3 gün içinde kendiliğinden sinüs ritmine dönmesi farmakolojik ajanlarının kardiyoversiyon başarısının değerlendirilmesini zorlaştırmaktadır. Flekainid, dofetilid, propafenon ve ibutilide tedavisi farmakolojik kardiyoversiyonda ilk tercih ilaçlardır. Amiodarone tedavisi de etkilidir. Digoksin ve sotalol kardiyoversiyon için uygun değildir. Oral propafenon, flekainid veya amiodarone tedavisi, etkinliği ve güvenilirliği saptanmış bireylerde hastane dışında da uygulanabilir. Bu ilaçlar b-bloker veya kalsiyum kanal blokerleriyle kombine edilmelidir. AF’de Antikoagülasyon: Tromboemboli riski AF atağı başladıktan 48 saat sonra artar. Eğer bu süre içerisinde sinüs ritmi sağlanamamışsa antikoagülan tedavi başlanmalıdır. Tedavi yaklaşımı olarak ritim kontrolüne karar verilmişse sinüs ritmine döndürülen hastalarda antikoagülan tedaviye 4 hafta süreyle devam edilmelidir. Birçok büyük çalışmada oral antikoagülan tedavinin plasebo ile 25 karşılaştırıldığında inme riskini %61 azalttığı bulunmuştur (107). Kanama riski yılda %0,52,8’dir. Warfarinin 2,0-3,0’lık bir INR değeri oluşturulacak şekilde verilmesi inmeye karşı koruma sağlar. Warfarin kullanan hastaların diğer hastalıkları da varsa beraber kullandıkları ilaçlara da dikkat etmek gereklidir. Hastaların tedaviye uyumu çok ama çok önemlidir. Atriyal Fibrilasyonda İlaç Dışı Tedavi: AF’lu hastaların birçoğunda farmakolojik tedavinin yetersiz olması sonucu ortaya çıkan cesaret kırıcı bulgulardan hareketle, AF’u tamamen ortadan kaldırmaya yönelik alternatif arayışlar artmış ve cerrahi tedavi yöntemleri araştırılmaya başlanmıştır. Bunlar: o Atriyal pacing o Endokardiyal kateter ablasyonu ve o Cerrahidir. Atriyal pacing: AF ataklarının kronik AF’a dönüşümünün engellenmesinde pacing yöntemi, yalnız bradikardisi olan hastalarda etkili olabilmektedir. Endokardiyal kateter ablasyonu: Diğer kardiyak aritmilerin ve özellikle aksesuar iletim yollarının tedavisinde yaygın olarak kullanılmaktadır. Bu yöntemde prensip aritmi devresi ve kaynağının ablasyonudur. Ancak kateterle uzun çizgisel lezyonlar yaratılmasındaki zorluklar, pulmoner ven stenozu ve işleme bağlı tromboembolik komplikasyonlar bu işlemin AF tedavisinde yaygın kullanımını şimdilik sınırlamıştır. Gelişmekte olan teknoloji ile kateter ablasyonu ileride tek başına AF’lu olguların tedavisinde önemli rol oynayabilir. Cerrahi Tedavi: Birçok cerrahi tedavi yöntemi uygulanmış olmasına rağmen günümüzde uygulanan ve AF tedavisinde en başarılı yöntem olarak kabul edilen işlem modifiye Maze prosedürü’dür. 26 2. SOL ATRİYUM, SOL ATRİYAL APENDİKS ANATOMİSİ VE FONKSİYONLARI : 2.A. SOL ATRİYUM: Sol atriyum temelde pürüzsüz duvarlı bir torba gibidir. Transvers ekseni dikey ve sagittal eksenlerinden biraz daha büyüktür. Sağda, iki veya bazen üç pulmoner ven sol atriyuma girerken, solda da yine iki (bazen tek) pulmoner ven girmektedir. Sol atriyumun duvarı sağ atriyumun duvarından belirgin şekilde daha kalındır. Oval foramen fetal kapakçığın pozisyonu gösteren hafifçe düzensiz bir alan haricinde, septal yüzey genellikle oldukça pürüzsüzdür. Dar bir kesi, probun, sağ atriyumdan sol atriyuma geçirilmesine olanak tanıyabilir. Aort kökünün posteriorunda, sol ventrikülün süperiorunda yerleşim gösterir ve kalbin en arkasında bulunur. Anteriolateralinde sol apendiks bulunur (110). Özofagus ile komşuluğu nedeni ile TÖE ile daha iyi değerlendirilir. Sol atriyumun depolama, iletim ve kasılma gibi fonksiyonları vardır. Sol ventrikül kontraksiyonu sırasında pulmoner venlerden gelen kanın depolanmasında görev alır. Diyastol 1. fazını oluşturan erken pasif doluş fazında depolanan kanın sol venrikül geçişi için iletim fonksiyonunu görürken, diyastolün son evresinde kasılma fonksiyonu ile sol atriyumda kalmış kanın aktif olarak sol ventriküle pompalanmasını sağlar AF sırasında sol atriyum ile sol ventrikül arasında senkronizasyon bozulur. Bu durum kalp dakika atım hacmi azalmaya, sol atriyal basınçta ise artmaya neden olur. Sol atriyum boyutları AF gelişmesinde ve kardiyoversiyonun uzun süreli sonuçları üzerinde önemli bir belirteçtir. AF sonucu atriyal genişleme olabilir. Bu nedenle sinüs ritminin devamı atriyal büyümeyi ve bundan doğacak komplikasyonları önler (111). Kardiyoversiyon, atriyal mekanik fonksiyonlarda azalmaya neden olarak atriyal fibrilasyonlu hastalarda emboli riskini geçici olarak arttırır. Kardiyoversiyon sonrası 3 ay içerisinde kapak hastalığı olmayan AF’lu hastalarda sol ve sağ atriyal fonksiyonlarda düzelme izlenir (112). Atriyal stunning nedeni AF sırasında hızlı depolarizasyona bağlı olarak kalsiyumun hücre 27 içinde aşırı artışı, taşikardi ile indüklenen atriyal kardiyomiyopati veya atriyal hibernasyondur.Atriyal mekanik fonksiyonun etkili şekilde düzelmemesi tromboembolik komplikasyonlara ve fonksiyonel kapasitede iyileşmenin geçikmesine neden olur. Elektriksel kardiyoversiyon uygulananlarda mekanik atriyal fonksiyonlar farmakolojik ve spontan olarak dönenlere oranla daha geç düzelmektedir (113). 2.B. SOL ATRİYAL APENDİKS: 2. B.1. ANOTOMİSİ: Sol atriyal apendiks (SAA) sol atriyumun anterior yüzeyinde, sol üst pulmoner ven ve solventrikül arasında yer alır. Pulmoner trunkustan sol üst pulmoner venin girişine kadar uzanır. Anatomik sol atriyum pulmoner venlerden köken almakla birlikte, SAA embriyolojik olarak sol atriyumun kalıntısıdır. SAA küçük, lobule, uzun, tübüler bir yapıdır. Kalın duvarlarında belirgin kas bandları vardır (pektinate kaslar). Her iki apendiks trabeküllü olmakla beraber sol taraftakinde trabekülasyon daha azdır. SAA büyüklüğü, şekli, lobulasyon derecesi, pektinate kasların volümü bireyler arasında yaş, cinsiyet, AF veya atriyal dilatasyonun olup olmamasına göre belirgin olarak değişir (114). 2. B2. FONKSİYONU: SAA’nin sol atriyal basınç,distensibilite ve atriyal natriüretik faktörler sekresyon özelliklerinin yanı sıra aktive olduğu zaman kalp hızı ,diürez natriürezi artıran gerilime duyarlı reseptörlerle de düzenlendiği saptanmıştır (115, 116). SAA ,sol atriyal basınç ve volüm arasındaki ilişkiyi düzenler.Apendiks sol atriyum kavitesiden daha fazla genişleme özelliğine sahiptir.Sol atriyum kompliyansı SAA’nin çıkarılmasından sonra azalır (117-120). SAA kardiyak debiye katkıda bulunur.SAA endokrin bir organ gibi davranarak endotel hücrelerinden natriüretik peptitlerin üretilmesi ve salgılanması için özelleşmişlerdir (121). 28 2. B. 3. GÖRÜNTÜLEME: SAA TTE ile parasternal kısa aks ve apikal iki boşluktan görüntülenebilmekle birlikte (122) TÖE yaklaşım semi invaziv bir teknik olmasına rağmen uygun ve tam görüntüleme için zorunludur. TÖE ile SAA genellikle midözofagus seviyesinde, 0 derece bazal kısa aks,horizontal plan ve sol atriyum-sol ventrikül 90 derece iki boşluk longitudinal planlardan görüntülenir.Monoplan transdüserler sadece transvers planda SAA’nin görüntülenmesini sağlarken, biplan transdüserler hem transvers hemde longitudinal görüntülemeyi sağlar. Multiplan problar 0-180 derece arasındaki tüm açılarda SAA’nin tam değerlendirilmesine olanak tanırlar ve tüm planlarda SAA trombüsünün daha iyi belirlenmesini sağlar (123). SAA genellikle iki veya daha fazla loba sahiptir. 500 insanı içeren bir otopsi çalışmasında; SAA, olguların %80’inde multilobule olarak saptanmıştır (124). Bu nedenle SAA multiple Ekokardiyografik planlardan titizlikle bakılmalıdır. Bu kompleks yapı nedeni ile TÖE ile SAA trombüsünün tanısı çok kolay değildir. Belirgin pektinate kaslar trombüs şeklinde yorumlanacağı gibi, multiloblu apendikste gizli trombüs gözden kaçabilir. Normal laminar apendiks akımının tipik spektral doppler sinyallerini görüntülemek için Doppler sample volümü (kılavuz noktası) ve makine gain ayarları yapılır. Sinüs ritminde erken diyastolik SAA akımı ve bazı AF’lu olgulardaki SAA akımının düşük velositelerini saptmak için filtreler düşük değerlere ayarlanır (125). Maksimal SAA akım velositelerinin teknik olarak uygun trasesi genellikle apendiks in proksimal 1/3’ünden kaydedilir (125). 2. B. 4. SAA DOPPLER AKIM DALGALARI: 1. SAA boşalma (kontraksiyon) ve lositesi; geç diyastolde, elektrokardiografik (EKG) P dalgasının başlangıcını izleyen, TÖE transdüserine doğru, pozitif yönlü Doppleroutflow(çıkış) sinyalidir.Sinüs ritimli tüm bireylerde SAA boşalma velositelerinin en büyük olanıdır (ortalama değeri=62+/- 6 cm/sn). 29 2. SAA doluş velositesi;erken sistolde meydana gelir. TÖE transdüserinden uzaklaşan ,negatif yönlü Doppler sinyalidir. SAA relaksasyonuna bağlıdır. SAA kontraksiyonundan hemen sonra oluşur. SAA kontraksiyon ve doluş velositeleri arasında genellikle pozitif korelasyon vardır (ortalama değeri=50 +/- 5 cm/sn). 3. Sistolik yansıma dalgaları; SAA kontraksiyon ve doluşunu takip ederler. Giderek boşalma ve doluş sinyallerinden oluşurlar (ortalama değeri=25 +/- 14 cm/sn). 4. Erken diyastolik SAA akımı; erken diyastolik mitral E dalgası ve pulmoner ven diyastolik akım sinyallerini takip eden, düşük velositeli outflow sinyalidir (ortalama değeri=29+/- 8cm/sn). Sağlıklı bireylerde kalp hızına bağlı olarak değişen 3 farklı akım şekli mevcuttur. Agmon ve arkadaşlarının yaptığı bir çalışmada EF>%50 olan, yaşı >45 olan, kapak hastalığı olmayan, normal sinüs ritmindeki hastalarda SAA kontraksiyon velositelerinin erkeklerde yüksek olduğu ve yaş ile progresif olarak azaldığı saptanmıştır (126). 2. B. 5. ATRİYAL FİBRİLASYONDA SAA YAPI VE FONKSİYONLARI: AF’lu hasta, SAA’larının sinüs ritimlilere göre daha büyük olduğu, daha geniş lümen yüzeyine, daha az pektinate kaslara sahip olduğu otopsi çalışmalarında tesbit edilmiştir (114). AF’li hastalarda, SAA endokardında kalınlaşma, fibrozis, hücrelerde vakuoler dejenerasyon, miyosit hipertrofisi, apoptozis, L –tipi kalsiyum kanallarında down regülasyon saptanmıştır (127-129). Bu anormallikler AF’ye katkıda bulunan faktörler olabildiği gibi AF’nun sonucunda da oluşabilir (130). SAA disfonksiyonu AF’nin sık rastlanan bir sonucudur. SAA’de trombüs oluşumu ve stroke ile ilişkili SAA fonksiyonunu tanımlamada SAA büyüklüğü, SAA akım şekli ile velositeleri, SAA spontan eko kontrast (SEK), trombüs içeren üç spesifik değişken pek çok çalışmada kullanılmıştır. 30 SAA’nın büyüklüğü: Yapılan pek çok çalışmada SAA’da trombüs oluşumu ve tromboembolik olayların meydana gelişinin SAA büyüklüğü ile ilişkili olduğunu göstermiştir (131). Spontan eko kontrast: Kardiyak boşluklardaki, sigara dumanı gibi, yavaş girdapvari hareketle karakterize ekolar olarak tanımlanır (132, 133). Düşük velositeli kan akımı veya kan stazı durumunda kanın sellüler komponentlerinin agregasyonu sonucu artan ultrasonik backscatter (saçılma)’nın neden olduğu, gürültü artefaktlarından farklı, kan akımının ekojenik girdaplaşan bir şeklidir. Kırmızı kan hücre agregatlarının SEK oluşumuna yol açtığı gösterilmiştir (134). TÖE çalışmalarında genellikle 0’dan +4’e kadar derecelendirilmiştir. 0-SAA’da ekojenite saptanmaz. +1-hafif yoğunlukta SEK: gain ayarını artırmadan belirlenemez.(gain >10Db).Kardiyak siklus süresince sadece geçici olarak belirlenen ekojenite +2-hafif-orta yoğunlukta SEK :gain ayarını artırmaksızın belirlenir. +3-orta yoğunlukta SEK :SAA’de yoğun girdapvari hareket olup tüm kardiyak siklus boyunca görülür. Sol atriyumda daha az yoğunluktadır. +4-ciddi yoğunlukta SEK :SAA’de ve sol atriyal kavitede yoğun eko dansite ve çok yavaş girdapvari hareket vardır. SAA’de Trombüs: SAA’daebelirgin kenarlı kitle imajı ,komşuluğundaki yapılardan farklı ekojenite, bağımsız hareket, en uzun çapının 1.5 cm’den büyük olması, birkaç görüntü planından gözlemlenmesini içeren kriterlerden 3’ü varsa SAA trombüs olasılığı yüksektir (135). İntraoperatif gözlemlerle karşılaştırıldığında; TÖE’nin SAA trombüs tanısı için sensitivitesinin %100, spesifitesinin %99, pozitif prediktif değerinin %86, negatif prediktif değerinin %100 olduğu belirlenmiştir (136). SAA’nin AF ‘de doppler akım dalgaları: AF’da SAA’de pw Doppler ile belirlenen iki çeşit akım şekli vardır: 31 1. QRS kompleksleriyle sabit ilişki göstermeyen, boşalma ve dolma komponentlerindenibaret olan, aktif testere dişi şeklinde SAA akım şekli 2. SAA’de belirlenebilir akım dalgası olmayan AF’lular. AF’lu hastalarda SAA tepe boşalma (23+ 7 cm/sn) ve tepe doluş (25 +8 cm/sn) ve lositelerinin sinüs ritimdekilerinden daha düşük olduğu daha önce yapılmış çalışmalarda belirlenmiştir (137, 138). 3. HEMOSTAZ VE FİBRİNOLİTİK SİSTEM: 3. A. HEMOSTAZ : Hemostaz en basit tanımıyla damarlardan kanın dışarı sızmasını önleyen, damar yapısı travmaya uğradığı zaman kanamayı durduran fizyolojik bir mekanizmadır.Hemostaz işlevinde 3 fizyolojik sistem görev alır. a-) Kan damarları vazokonstriksiyon yoluyla, b-) Trombositler agregasyon ve adezyon yoluyla, c-) Pıhtılaşma faktörleri ise pıhtı oluşumu yoluyla hemostaza katkıda bulunurlar a. Kan damarları: Damar endotel hücreleri kanın oldukça trombojenik olan subendotelyal içerikten uzak durmasını sağlayan bir bariyer işlevi görür. Ayrıca sağlam endotel hücreleri prostasiklin, NO, ADPaz, ve plazminojen aktivitörü salgılayarak antikoagülan işlevi görürler. Kanamaya damar duvarının verdiği ilk yanıt vazokonstrüksiyondur. Trombositlerden salınan tromboksan-A2, serotonin ve epinefrin vazokonstrüksiyonun devamını sağlar. b. Trombositler: Başlıca görevleri hemostaz tıkacını oluşturarak, damar endotel bütünlüğünü korumak ve pıhtılaşma reaksiyonunda yer almaktır. Adezyon: Trombositlerin hasarlı damar bölgesine yapışmasıdır. Trombositlerin subendotelyal kollajen doku veya endotel bazal membranı ile teması adezyon işlemini başlatır. Bu işlem için aynı zamanda plazma proteini VWF ve koagülasyon faktörü (F8) gereklidir. Glikoprotein IIb trombosit yüzeyindeki spesifik bir reseptördür ve VWF’e bağlanır. 32 Salınım: Trombositlerin kollajen dokuya adezyonu ile trombositlerdeki α-granüllerden salınım reaksiyonu başlar. Bu sırada trombositlerden başta adenozin di fosfat (ADP) olmak üzere birçok protein (fibrinojen, fibronektin, trombosit faktör-4, transforming growth faktör-β ve trombosit büyüme faktörü) salınır. Burada ADP, diğer trombositleri de agregasyon oluşması için stimüle ederek lezyon bölgesine çağıran faktördür. Agregasyon: Tüm bu olayların sonunda trombositlerin birarada oluşarak kaynaşması anlamına gelen agregasyon aşamasına gelinir. Trombositlerin agregasyonu için trombosit membran glikoproteini olan GIIb ve GIIIa yüzey reseptörleri gerekmektedir. Agregasyon için gerekli bir diğer madde de fibrinojendir. Fibrinojen, GIIb ve GIIIa’ya bağlanarak trombositler arası bağ oluşturur. Trombosit reaksiyonları ile oluşan pıhtı zayıftır ve bu pıhtının stabil hale gelmesi için fibrin şarttır. Fibrin oluşumu için koagülasyon kaskadı gerekir. 3.B. KOAGÜLASYON FİZYOLOJİSİ: Koagülasyon kandaki birçok protein veya koagülasyon faktörünün kimyasal reaksiyonu sonucu fibrin formasyonu ile sonuçlanan bir mekanizmadır. Bu reaksiyona katılan proteinler fonksiyonel olarak dört grupta değerlendirilir. 1-) Zimojenler(proenzimler): İnaktif prekürsörlerdir. (F13, F12, F11, F10, F9, F7, F2 ve prekallikrein) 2-) Kofaktörler: Zimojen aktivasyonunu artırır. (F8, F5 ve yüksek moleküllü kininojen) 3-) Fibrinojen: Pıhtı oluşumu için gerekli son üründür. 4-) İnhibitörler: Bunlar pıhtı yapımını sınırlayan veya pıhtı yapımını ortadan kaldıran maddelerdir (Plazmin, Protein-C, Protein-S, doku faktörü plazma inhibitörü, AntitrombinIII). Koagülasyon mekanizması fibrin yapıda pıhtı formasyonu ile sonuçlanan bir dizi kompleks basamağı içerir. Bu aşamalar, Ekstrinsik yol, Intrinsik yol ve Ortak yol olarak sıralanırlar. 33 Ekstrinsik yol: Doku faktörü (Tissue factor-TF) tarafından hızla aktive olan bir yoldur. Ca+2 İyonu varlığında TF hızla F7’yi aktive eder (F7a). TF/F7a komplekside hızla F10’u aktive eder. Intrinsik yol : F12’nin aktivasyonu ile başlar. F12 kollajen ile temas edince aktive olur.Aktive F12, F11’i aktif hale geçirir. F11a; Ca+2, TF, F7, ve fosfolipid yüzeyin varlığında F9’u aktif hale getirir. F9a bir kofaktör olan F8’in varlığında F10’u aktif hale getirir. Ortak yol : Fibrin oluşumu için son basamaktır. 3 basamaktan oluşur. 1- Fibrin monomerlerinin oluşumu: Trombin (F2a) fibrinojeni, fibrin monomerlerine ayırır ve dolaşıma fibrinopeptid-A ve B salınımına sebep olur (139). 2- Fibrin monomerlerinin polimerizasyonu: Elektronegatif olarak güçlü fibrinopeptidlerin ayrılması ile geriye kalan fibrin monomerleri kolayca hidrojen bağları ile birbirlerine bağlanarak polimerize olur. 3- Fibrin pıhtının stabilizasyonu: Oluşan fibrin polimerleri kovalent disülfid bağları ile stabilleşir. Bu aşama için F13, trombin ve Ca+2 gerekmektedir (139). İnhibitör mekanizmalar: Organizmada pıhtının oluşumunu sınırlayan ve oluşan fibrini yıkan mekanizmalar mevcuttur.Bunlara inhibitör mekanizmalar denir. İki çeşidi vardır: 1. Self inhibisyon 2. Spesifik inhibitörler: Antitrombin III, Heparin Co-faktör II, Protein-C, Protein-S, Doku faktörüplazma inhibitörü, Plazmin 3.C.FİBRİNOLİZ : Fibrin pıhtının çözülmesi işlemidir. Fibrinoliz iki sistem üzerinden işlev görür. a-) Plazminojenden bağımsız sistem: Nötrofil proteaz bu sistemin major komponentidir. 34 b-) Plazminojene bağımlı sistem: Plazminojen adı verilen inaktif proenzim ve bunu aktif plazmine çeviren moleküllerden oluşur (140). Plazminojen aktivatörleri; plazma-plazminojen aktivatörü, Ürokinaz-plazminojen aktivatörü (uPA), ve doku-plazminojen aktivatörü (tPA). Aktivatörlerin etkisi ile plazminojen plazmine çevrilmektedir. Plazmin fibrinolizisi başlatan temel proteindir. Fibrinolitik sistem de inhibitör mekanizmalar tarafından regüle edilir. Bunlar plazminojen aktivatör inhibitörü (PAI) ve antiplazmindir (141). PAI: PAI-1, 2, 3 olmak üzere 3 adettir. En önemlisi PAI-1’dir. Endotel hücresi ve Hepatositlerden sentezlenir. PAI-1’in plazminojen aktivatörünü inhibe ettiği ve miktar olarak bu aktivatörlerden fazla olduğu saptanmıştır (142). ANTİ-PLAZMİN: Plazmadaki majör antiplazmin, α -2 antiplazmindir. Plazmin fibrin matriksi çözer ve çözünebilir fibrin peptidleri ile D-dimerleri üretir. Plazma D-dimer seviyesi artmış koagülasyon aktivasyonunun (trombogenez) yanında indirekt olarak fibrinolitik aktivasyonun seviyesini de gösterir (143). 3. D. D-DİMER: Plazma D-dimerleri endojen fibrinolitik sistemin fibrini yıkması ile oluşur. Fibrinojen ve fibrinden türeyen fibrin degradasyon ürünlerinin tersine D-dimerler spesifik çapraz bağlı fibrin türevleridir (144). Koagülasyon aktivitesini günümüzde en iyi gösteren laboratuvar belirtecidir (145). Plazma fibrinojeninin %2-3’ü plazmada fibrine yıkıldığından sağlıklı bireylerde küçük miktarlarda plazmada tespit edilebilir. Yarı ömrü yaklaşık 8 saattir. Plazmadan temizlenmesi retiküloendotelyal sistem ve üriner sistem yoluyla olur. D-dimer seviyeleri fibrinin oluştuğu ve plazmin tarafından yıkıldığı her durumda artar (146). Plazma D-dimer seviyeleri protrombotik durumun göstergesi olmanın yanında aynı zamanda 35 tromboembolik riskin göstergesi olabilir (146). Venöz tromboembolide D-dimer seviyelerinin kontrollere göre yaklaşık 8 kat arttığı gösterilmiştir. Trombozun yaygınlığı ile plazma Ddimer tepe seviyeleri uyumlu olduğu saptanmıştır (147). Fraser ve ark. direkt trombüs MRI görüntülemesi ile D-dimer seviyelerinin pıhtının volümü ve yüzey alanı ile korelasyon gösterdiği ispatlanmıştır (148). Yine, Hayashi ve ark. da sol atrial trombüs varlığında artmış D-dimer seviyelerinin trombüs hacmi ile korelasyon gösterdiğini bulmuşlardır (149). Herhangi bir trombotik olaylardan sonra D-dimer seviyelerinin 15-20 gün içinde normal düzeyine döndüğü bildirilmektedir (150). Kronik AF’lu hastalarda sinus ritimlilere göre daha yüksek D-dimer seviyeleri mevcuttur.Bu bulgu artmış hiperkoagülabilite ile uyumludur. Oral antikoagülan tedavi alan hastalarda intravasküler fibrin sentezi ve trombüs oluşumu azalır. Sonuç olarak plazma D-dimer seviyeleri azalır.Antikoagülan tedavinin D-dimer seviyelerini azaltması antitrombotik tedavinin trombogenezi azaltmadaki etkinliğini yansıtır (151-152). Bu bulgu antikoagülan tedavi altındaki hastalardaki düşük D-dimer seviyelerinin, yalnızca antiagregan dozda aspirin alan hastalarda gözlenmemesi ile desteklenmiştir.Bu durum tromboembolik riskin azalmasında kumadinin kanıtlanmış yararının, yalnızca aspirin tedavisi ile gösterilmemesi ile de uyumludur (153). Sonuçta artmış D-dimer seviyeleri AF’li hastalarda yüksek tromboembolik riskin öngördürücüsü olabileceği gibi, bu grubun antikoagülan tedaviden en fazla yarar göreceğini de gösterebilir.Kalp yetmezliği olan mekanik protez kapaklı hastalarda D-dimer ve von Willebrand faktör yüksekliği bu hastalarınembolik olaylar açısından izlenmesini gerektirir (154). Protez kapak hastalarında da yüksek D-dimer seviyesi vasküler tromboembolik olaylarda artış ile ilişkili bulunmuştur (155-156). Artmış D-dimer seviyeleri ile ilişkili diğer durumlar: D-dimer seviyeleri sağlıklı bireylerde de çok nadiren artmış bulunabilir (157). Akut koroner sendromlar, periferik damar hastalıkları, derin ven trombozu, pulmoner emboli, akut inme, gebelik, orak hücreli anemide hemolitik krizler, malignite, cerrahi, konjestif kalp 36 yetersizliği, kronik böbrek yetersizliği gibi fibrinin oluşumu ve yıkılmasını arttıran her durumda D-dimer seviyeleri yükselir (157-158). Yaş artışıyla D-dimer seviyeleri de doğrusal olarak artar. Yaşlılarda azalmış renal klirens, artmış plazma fibrinojeni ve sessiz hastalıkların varlığı bu duruma katkıda bulunur (158-159). Sağlıklı bireylerde yapılan bir çalışmada ortalama D-dimer seviyelerinin 71-90 yaş arası bireylerde en yüksek olduğu gösterilmiştir (159). D-dimer seviyelerinin pekçok patolojik ve hatta fizyolojik durumda yüksek tespit edilmesi bu tetkikin tromboembolik hadiselerin saptanmasındaki pozitif prediktif değerini azaltmıştır.Fakat son 10 yılda D-dimer ölçülmesi ile yapılan çalışmalar; ölçümlerin şüpheli Tromboembolik olayların özellikle dışlanmasında pratik, güvenli ve maliyet-yararı olan bir tetkik olduğunu göstermiştir (160). 37 MATERYAL VE METOD: Amaç: Persistan atriyal fibrilasyon ile başvuran hastaların elektriksel kardiyoversiyon öncesi TÖE ile tespit edilen sol atriyal trombüsün eşzamanlı alınan plazma d-dimer seviyesi arasındaki ilişki incelenmiştir. Hasta seçimi: Çalışmamıza Dr. Siyami Ersek Kalp, Damar ve Göğüs Cerrahisi Merkezine başvuran Şubat 2008 ile Ocak 2009 tarihleri arasında atriyal fibrilasyon tanıları ile başvuran hastalardan belirlediğimiz kriterler; 7 günden daha uzun ve 6 aydan daha kısa süreli AF’u olup , antikoagülasyon tedavisi almayan ve TÖE sonrası elektriksel kardiyoversiyon tedavisi planlandığımız 65 hasta dahil edildi ve prospektif olarak izlendi. Çalışmaya dahil edilmeme kriterleri: . 7 günden daha kısa süreli ve 6 aydan daha uzun süreli atriyal fibrilasyonu olanlar . Hastanın tanısı ne olursa olsun antikoagülasyon tedavisi alanlar . Yapay kapak protezi mevcut olanlar . Önceden tanısı koyulmuş ve tedavisini aldığı kanser hastalığı olanlar . Önceden tanısı koyulmuş ve tedavisini aldığı inflamatuvar hastalığının olanlar . Önceden tanısı koyulmuş kronik enfeksiyon hastalığının olanlar . Akut enfeksiyon hastalığının olanlar . Derin ven trombozu olanlar 38 . Tekrarlayan pulmoner emboli tanısı olanlar . Akut veya kronik aort diseksiyonunu ,aort anevrizması hikayesi olanlar . Hamilelik . Sigara kullananlar . Akut koroner sendromu olanlar . Kronik renal yetmezliği olanlar . Periferik arter hastalığı olanlar . İnme geçiren hastalar Hastalardan ayrıntılı anamnez alındı ve fizik muayeneleri yapıldı. Tüm hastaların rutin biyokimyasal testleri yapıldı. Tüm hastalara transtorasik ekokardiyografi yapıldı. Hastalara hastanemize başvurularından 1-2 gün sonra transözefagial ekokardiyografi uygulandı. Transözefagiyal ekokardiyografi sonrası plazma d-dimer seviyesi ölçümü için kan örnekleri alındı. D-dimer seviyeleri 2 saat içerisinde sonuçlandı.Tüm hastalara transözefagiyal ekokardiyografi sonrası antikoagülasyon tedavisi başlandı. Tüm hastalardan yazılı olarak aydınlatılmış onam alındı ve bu çalışma hastanemizin etik komitesi tarafından uygun görüldü. Değerlendirilen veriler: .Cinsiyet .Atriyal fibrilasyonda kalış süresi (1. ay, 1-3. ay, 3-6. ay) .Hipertansiyon .Diabetus mellitus 39 .Mitral kapak hastalığı .Aort kapak hastalığı .Ejeksiyon fraksiyonu .Biyokimyasal laboratuar bulguları (12 saatlik açlık sonrası alınan değerlerdir): Tam kan sayımı, sedimantasyon, CRP, protrombin zamanı, üre, kreatinin, açlık kan şekeri, total kolesterol değerleri, ALT, AST, LDH, plazma d-dimer seviyesi .Transtorasik ekokardiyografi bulguları .Transözefegiyal ekokardiyografi bulguları .Bazı hastalarda alt ekstremite venöz doppler .Bazı hastalarda kontrastlı toraks BT ile pulmoner arterlerin değerlendirilmesi TRANSÖZOFAGİYAL EKOKARDİYOGRAFİK DEĞERLENDİRME: Tüm hastalar transözefagial ekokardiyografi (TÖE) öncesi transtorasik ekokardiyografi (TTE) Vivid 7 dijital ultrason cihazı (Vingmed Ultrasound, GE), multifrekans transducer ile kapak hastalığı, ejeksiyon fraksiyonu, sol atriyum boyutları açısından değerlendirildi. Tüm hastalar TÖE Vivid dijital ultrason cihazı (Vingmed Ultrasound, GE), 5 MHz transducer ile değerlendirildi. TÖE yapılan hastalarda lidocaine hidroklorite ile arka farenkse ve dil çevresine lokal anestezi uygulandı. Aynı zamanda tüm hastalara 5-10 mg arasında sedasyon açısından midazolam i.v. uygulandı. Tüm hastalar TÖE uygulanabildi. Ortalama TÖE ile inceleme süresi 15 dakika olarak tespit edildi. Tüm TÖE 40 kayıtları kayıt edildi. Çalışmamızda 1. gözlemci olarak TÖE yapan operatör alındı. 2. gözlemci kayıtları 1. gözlemciden bağımsız olarak tekrar kayıtlardan değerlendirdi. TÖE ile sol atriyum ve sol atriyal apendiks değerlendirilmesinde sistematik görüntüleme ve değerlendirilme yapıldı. Mid özofajiyal aortik seviye, mid-özofajiyal seviyenin birkaç cm distalindeki mitral kapak seviyesi ve sol ventrikül seviyesindeki transgastrik seviyeden görüntüler alındı. SA ve SAA boşluğu trombüs açısından; belirgin kenarlı kitle imajı, komşuluğundaki yapılardan farklı ekojenite, bağımsız hareket, birkaç görüntü planından gözlenlenmesini içeren kriterlerden 3’ü mevcut ise SAA’de trombüs mevcut olarak kabul edildi. SEK açısından 0-4 derecelendirme sistemi kullanıldı. SAA boşalma (kontraksiyon) velositesi 8 kardiyak siklus süre içerisinde mevcut olan boşalma velositelerinin aritmetik ortalamaları alındı. KAN ANALİZİ: Plazmadaki D-dimer’in niceliksel olarak belirlenmesinde laboratuvarımızda kullanılan MDA Auto-dimer (Trinity Biotech, USA) immünoturbidimetrik assay yöntemi kullanıldı. Bu yöntemde antikor ile kaplanmış lateks partikülleri kullanılır. Monoklonal antikor ile sarılmış olan lateks partikülleri ortamda mevcut olan fibrinin D fragmanları ya da fibrin D-dimer’i ile reaksiyona girer. Bu antikorlar fibrinojen ile cross reaksiyon göstermez. D-dimer varlığında bu partiküllerin aggregasyonu artarak turbilans artar. Örnekteki D-dimerin artması ile doğru orantılı olarak yayılan ışık miktarı da artarak D-dimerin plazmadaki seviyesi belirlenir. Plazma D-dimer seviyeleri kan örnekleri tüm hastalardan 12 saat açlık sonrası antekübital venden alınarak 2 saat içerisinde analiz edildi. 41 İstatitiksel analiz: Çalışmada elde edilen bulgular değerlendirilirken, istatistiksel analizler için NCSS (Number Cruncher Statistical System) 2007&PASS 2008 Statistical Software (Utah, USA) programı kullanıldı. Çalışma verileri değerlendirilirken tanımlayıcı istatistiksel metodların (Ortalama, Standart sapma, frekans) yanı sıra niceliksel verilerin karşılaştırılmasında normal dağılım gösteren parametrelerin iki grup arası karşılaştırmalarında Student t test, normal dağılım göstermeyen parametrelerin iki grup arası karşılaştırmalarında Mann Whitney U test kullanıldı. Niteliksel verilerin karşılaştırılmasında ise Ki-Kare testi, Fisher’s Exact Ki-Kare testi ve Mc Nemar testi kullanıldı. D Dimer cut off noktası için belirli aralıklarda duyarlılık, özgüllük hesaplamalarında tanı tarama testlerinden yararlanıldı. Multivariate analiz için lojistik analiz uygulandı. Sonuçlar %95’lik güven aralığında, anlamlılık p<0.05 düzeyinde değerlendirildi. 42 BULGULAR Çalışma Şubat 2008 ile Ocak 2009 tarihleri arasında yaşları 23 ile 82 arasında değişmekte olan toplam 65 olgu üzerinde yapılmıştır. Olguların ortalama yaşları 56.89±11.03’tür. Tablo 1: Risk Faktörlerinin Dağılımı n % Erkek Kadın 37 28 56,9 43,1 1 Ay Atriyal Fibrilasyon 1-3 Ay Süresi 3-6 Ay 20 28 17 30,8 43,1 26,2 Cinsiyet Hipertansiyon Var Yok 26 39 40,0 60,0 Dibetis Mellitus Var Yok 13 52 20,0 80,0 Mitral Darlık Yok Hafif Orta İleri 50 1 10 4 76,9 1,5 15,4 6,2 Mitral Yetmezliği Yok Hafif Orta İleri 55 6 3 1 84,6 9,2 4,6 1,5 Ejeksiyon Fraksiyonu (%) >50 <50 53 12 81,5 18,5 Aort Yetmezliği Yok Hafif 62 3 95,4 4,6 Aort Darlığı Yok 65 100 Sigara Var Yok 0 65 0,0 100 Sedimantasyon Seviyesi Normal Yüksek 59 6 90,8 9,2 Beyaz Küre Seviyesi Normal Yüksek 59 6 90,8 9,2 DVT Kliniği Var Yok 4 61 6,2 93,8 43 Olguların %56.9’u erkek, %43.1’i kadındır. Atriyal fibrilasyon sürelerinin dağılımına bakıldığında; %30.8’inin 1 ay, %43.1’inin 13 ay ve %26.2’sinin 3-6 ay arasında olduğu görülmektedir. Olguların %40’ında hipertansiyon, %20’sinde diabet görülmektedir. Olguların %76.9’unda mitral darlık görülmezken, %15.4’ünde orta düzeyde, %6.2’sinde ileri düzeyde ve 1 olguda hafif düzeyde mitral darlık görülmüştür. Olguların %84.6’sında mitral yetmezlik görülmezken, %9.2’sinde hafif düzeyde, %4.6’sında orta düzeyde ve 1 olguda ileri düzeyde mitral yetmezlik görülmüştür. Olguların %81.5’inin ejeksiyon fraksiyonu 50’nin üzerinde iken, %18.5’inde 50’nin altındadır. Olguların %4.6’sında hafif düzeyde aort yetmezliği görülürken, hiçbir olguda aort darlığı görülmemiştir. Olguların hiçbiri sigara kullanmamaktadır. Olguların %90.8’inin sedimantasyon seviyesi normal iken, %9.2’sinin yüksektir. Olguların %90.8’inin beyaz küre seviyesi normal iken, %9.2’sinin yüksektir. Olguların %6.2’sinde DVT kliniği vardır. Tablo 2: D-Dimer ve Sol Apendiks Hızı Ortalama değerleri D Dimer Sol Apendiks Hızı Min-Max Ort±SD 25-2580 390,90±497,03 18-45 31,20±7,46 Olguların D Dimer düzeyleri 25 ile 2580 arasında değişmekte olup; ortalaması 390.90±497.03, medyanı 225’tir. Olguların sol apandage hızları 18 ile 45 arasında değişmekte olup; ortalaması 31.20±7.46’dır. Tablo 3: Trombogenezisin Apendiks Trombüsü Yakalamadaki Duyarlılığı Apendiks Trombüs Trombogenezis Toplam Var Yok n (%) n (%) n (%) Var 15 (%23,1) 10 (%15,4) 25 (%38,5) Yok 4 (%6,2) 36 (%55,4) 40 (%61,5) 19 (%29,2) 46 (%70,8) 65 (%100) Toplam p 0,180 Mc Nemar Test kullanıldı 44 Apendiks trombüsü ile trombogenezis arasında anlamlı farklılık olmadığı görülmektedir (p>0.05). Apendiks trombüsü görülme oranı %29.2 iken; trombogenezis görülme oranı %38.5’tir. Apendiks tombüsü görülen 19 olgunun 15’i trombogeneziste aynı şekilde saptanmış olduğundan testin duyarlılığı %78.94 olarak; özgüllüğü %72.26 olarak saptanmıştır. Pozitif kestirim değeri %60 ve negatif kestirim değeri ise %90 olarak görülmektedir. Duyarlılık (Sensitivity): Gerçek hastalar içinden testin hastaları belirleyebilme özelliğidir. Özgüllük (Spesifisity): Gerçek sağlamlar içinden testin sağlamları belirleyebilme özelliğidir. Pozitif Kestirim Değeri: Test pozitif (hasta) sonucu verdiği zaman, olgunun gerçekten hasta olması durumunun koşullu olasılığının ölçüsüdür. Negatif Kestirim Değeri: Test negatif (sağlam) sonucu verdiği zaman, olgunun gerçekten sağlıklı olma olasılığıdır. Tablo 4: Apendiks Trombüsü İle İlişkin Değerlendirmeler Apendiks Trombüs + Yaş ++ +++ Hipertansiyon Diabetus Mellitus + Student t test Yok Ort±SD Ort±SD 56,94±9,14 56,86±11,81 676,05±621,21 (400) D Dimer (Medyan) +++ Var 273,13±385,32 (122,5) n (%) n (%) Var 3 (%15,8) 23 (%50,0) Yok 16 (%84,2) 23 (%50,0) Var 3 (%15,8) 10 (%21,7) Yok 16 (%84,2) 36 (%78,3) ++ Mann Whitney U test +++ p 0,980 0,015* 0,010* 0,585 Ki-kare test *p<0.05 Apendiks trombüsü varlığına göre olguların yaş ortalamaları arasında istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık bulunmamaktadır (p>0.05). 45 Apendiks trombüsü görülen olguların D dimer düzeyleri, apendiks trombüsü görülmeyen olgulardan istatistiksel olarak anlamlı düzeyde yüksektir (p<0.05). 400 350 300 250 200 150 100 50 0 Var Yok Apandage Trombus D Dimer Şekil 1: Apendiks Trombüsüne Göre D Dimer Dağılımı Apendiks trombüsü ile hipertansiyon varlığı arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki bulunmaktadır (p<0.05). Apendiks trombüsü görülen olgularda hipertansiyon görülme oranı (%15.8), apendiks trombüsü görülmeyen olgulardaki hipertansiyon oranından (%50) anlamlı şekilde düşüktür. 100% 90% 80% 70% 60% 50% 40% 30% 20% 10% 0% Var Yok Apandage Trombus Hipertansiyon Var Yok Şekil 2: Apendiks Trombüsüne Göre Hipertansiyon Dağılımı 46 Apendiks trombüsü ile diyabet varlığı arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki bulunmamaktadır (p>0.05). Tablo 5: Apendiks Trombüsü İle İlişkin Değerlendirmeler Apendiks Trombüs + Sol Apendiks Hızı ++ Atriyal 1 Ay Var Yok Ort±SD Ort±SD 22,84±3,70 34,65±5,67 n (%) n (%) 0 (%0,0) 20 (%43,5) Fibrilasyon 1-3 Ay 13 (%68,4) 15 (%32,6) Süresi 3-6 Ay 6 (%31,6) 11 (%23,9) ++ >50 14 (%73,7) 39 (%84,8) Fraksiyonu (%) <50 5 (%26,3) 7 (%15,2) ++ Yok 19 (%100) 43 (%93,5) Hafif 0 (%0,0) 3 (%6,5) Ejeksiyon Aort Yetmezliği + ++ Student t test Ki-kare test veya Fisher’s Exact test p 0,001** 0,002** 0,294 0,550 ** p<0.01 Apendiks trombüsü görülen olguların sol apendiks hızları, apendiks trombüsü görülmeyen olgulardan istatistiksel olarak ileri düzeyde anlamlı düşüktür (p<0.01). 35 30 25 20 15 10 5 0 Var Yok Apandage Trombus Sol Apandage Hızı Şekil 3: Apendiks Trombüsüne Göre Sol Apandage Hızı Dağılımı 47 Apendiks trombüsü ile atriyal fibrilasyon süresi arasında istatistiksel olarak ileri düzeyde anlamlı ilişki bulunmaktadır (p<0.01). Apendiks trombüsü görülen olgularda atriyal fibrilasyon süresinin 1-3 ay (%68.4) ve 3-6 ay (%31.6) arasında olma oranı, apendiks trombüsü görülmeyen olgulardan anlamlı şekilde yüksektir. 100% 90% 80% 70% 60% 50% 40% 30% 20% 10% 0% Var Yok Apandage Trombus Atriyal Fibrilasyon 1 Ay 1-3 Ay 3-6 Ay Şekil 4: Apendiks Trombüsüne Göre Atriyal Fibrilasyon Dağılımı Apendiks trombüsü ile ejeksiyon fraksiyonu arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki bulunmamaktadır (p>0.05). Apendiks trombüsü ile aort yetmezliği arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki bulunmamaktadır (p>0.05). 48 Tablo 6: Apendiks Trombüsü İle İlişkin Değerlendirmeler ApendiksTrombüs Var Yok n (%) n (%) Yok 10 (%52,6) 40 (%87,0) Hafif 0 (%0,0) 1 (%2,2) Orta 5 (%26,3) 5 (%10,9) İleri 4 (%21,1) 0 (%0,0) Yok 18 (%94,7) 37 (%80,4) Mitral Hafif 0 (%0,0) 6 (%13,0) Yetmezliği Orta 1 (%5,3) 2 (%4,3) İleri 0 (%0,0) 1 (%2,2) Mitral Darlık Ki-kare test kullanıldı p 0,003** 0,356 ** p<0.01 Apendiks trombüsü ile mitral darlık arasında istatistiksel olarak ileri düzeyde anlamlı ilişki bulunmaktadır (p<0.01). Apendiks trombüsü görülen olgularda ileri düzeyde mitral darlık görülme oranı (%21.1), apendiks trombüsü görülmeyen olgulardan (%0) anlamlı şekilde yüksektir. 100% 90% 80% 70% 60% 50% 40% 30% 20% 10% 0% Var Yok Apandage Trombus Mitral Darlık Yok Hafif Orta İleri Şekil 5: Apendiks Trombüsüne Göre Mitral Darlık Dağılımı Apendiks trombüsü ile mitral yetmezlik arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki bulunmamaktadır (p>0.05). 49 Tablo 7: Apendiks Trombüsü İle SEK İlişkisi Apendiks Trombüs Var Yok n (%) n (%) 0 (%0,0) 14 (%30,4) >3 16 (%84,2) 7 (%15,2) <3 3 (%15,8) 25 (%54,3) Yok 0 (%0,0) 14 (%30,4) >3 1 (%5,3) 23 (%50,0) <3 18 (%94,7) 9 (%19,6) Yok SEK (1. Gözlemci) SEK (2. Gözlemci) Ki-kare test kullanıldı p 0,001** 0,001** **p<0.01 Apendiks trombüsü ile 1. gözlemcinin SEK sonuçları arasında istatistiksel olarak ileri düzeyde anlamlı ilişki bulunmaktadır (p<0.01). Apendiks trombüsü görülen olgularda SEK’ın 3’ün üzerinde olma oranı (%84.2), apendiks trombüsü görülmeyen olgulardan (%15.2) anlamlı şekilde yüksektir. 1. Gözlemci 100% 80% 60% 40% 20% 0% Var Yok Apandage Trombus SEK Yok >3 <3 Şekil 6: Apendiks Trombüsüne Göre 1. Gözlemcinin SEK Sonuçlarının Dağılımı Apendiks trombüsü ile 2. gözlemcinin SEK sonuçları arasında istatistiksel olarak ileri düzeyde anlamlı ilişki bulunmaktadır (p<0.01). Apendiks trombüsü görülen olgularda SEK’ın 50 3’ten küçük olma oranı (%94.7), apendiks trombüsü görülmeyen olgulardan (%19.6) anlamlı şekilde yüksektir. 2. Gözlemci 100% 80% 60% 40% 20% 0% Var Yok Apandage Trombus Yok SEK >3 <3 Şekil 7: Apendiks Trombüsüne Göre 2. Gözlemcinin SEK Sonuçlarının Dağılımı Tablo 8: Gözlemciler Arası SEK Uyumu SEK (1. Gözlemci) Yok >3 <3 Toplam n (%) n (%) n (%) n (%) 12 (%18,5) 0 (%0,0) 2 (%3,1) 14 (%21,5) >3 2 (%3,1) 1 (%1,5) 21 (%32,3) 24 (%36,9) <3 0 (%0) 22 (%33,8) 5 (%7,7) 27 (%41,5) 14 (%21,5) 23 (%35,4) 28 (%43,1) 65 (100) Yok SEK (2.Gözlemci) Toplam Gözlemciler arası SEK uyumluluğuna bakıldığında; 18 (%27.7) olguda uyumluluk görülürken; 1. gözlemcinin SEK yok dediği 2 olgu 2. gözlemci tarafından 3’ün üzerinde bulunmuştur. 1. gözlemcinin 3’ün üzerinde dediği 23 olgunun sadece 1 tanesi 2. gözlemci tarafından 3’ün üzerinde bulunurken, 22 olguya 3’ün altında demiştir. 1. gözlemcinin 3’ün altında dediği 28 olgunun sadece 5 tanesi 2. gözlemci tarafından 3’ün altında bulunurken, 21 olguya 3’ün üzerinde demiştir. 51 D DIMER İÇİN CUT OFF NOKTASININ SAPTANMASI Pozitif Negatif Değer Duyarlılık Özgüllük kes.değ. kes.değ. 270 100,00 85,00 80,65 100,00 280 100,00 87,50 83,33 100,00 305 100,00 95,00 92,59 100,00 360 100,00 100,00 100,00 100,00 370 96,00 100,00 100,00 97,56 380 88,00 100,00 100,00 93,02 390 76,00 100,00 100,00 86,96 Trombusa göre D Dimer için cut off noktası 370 olarak tespit edilmiştir. D Dimer’ın bu noktadaki duyarlılığı %96, özgüllüğü %100, pozitif kestirim değeri %100 ve negatif kestirim değeri de %100 olarak tespit edilmiştir. MULTİVARIATE ANALİZ Univariate analizda anlamlı bulunan D dimer, hipertansiyon, sol apendiks hızı, AF süresi ve mitral darlık parametrelerinin apendiks trombüsüne olan etkilerini Backward stepwise lojistik regresyon analizi ile değerlendirdiğimizde; modelin ileri düzeyde anlamlı (p<0.001) bulunduğu ve Negelkerke R square değerinin 0.846 olarak saptandığı, modelin açıklayıcılık katsayısının (%92.3) çok iyi düzeyde olduğu görüldü. Modele sadece sol apendiks hızının etkisi istatistiksel olarak önemli bulunmuştur (p<0.01). Sol apendiks hızının 1.712 kat (Odds: 1.712; %95 CI:1.178-2.488) apendiks trombüsü arttırıcı etkisi olduğu görülmüştür. 52 TARTIŞMA: Atriyal fibrilasyon tedavisinde stratejik olarak 3 hedef vardır. Kalp hızı kontrolü, tromboembolinin önlenmesi ve ritim bozukluğunun düzeltilmesidir. Başlangıçtaki tedavi kararında esas olarak kalp hızı kontrolü stratejisinde, sinüs ritmine geri dönüş ya da sinüs ritminin sürdürülmesi üzerinde durulmaksızın ventrikül hızı kontrol altına alınır. Kalp ritmi kontrolü stratejisinde ise sinüs ritmine dönülmesine ve sinüs ritminde kalınmasına çalışılır. İster kalp hızı kontrolü, ister kalp ritmi kontrolü olsun, tromboembolinin önlenmesine yönelik antitrombotik tedavi üzerinde durulmalıdır. Hastaların kalp hızı kontrolü ve ritim kontrolü stratejilerini karşılaştıran AFFIRM (atriyal fibrillation follow up investigation of rhtym management) çalışmasında bu stratejilerden birinin yada diğerinin uygulandığı hastalarda mortalite yada inme oranı açısından herhangi bir fark olmadığı izlenmiştir. İnme atriyal fibrilasyon olan hastalarda önemli bir komplikasyondur. Framingam verileri nonvalvüler atriyal fibrilasyonu olan hastaların inme riski 5 kat, romatizmal atriyal fibrilasyonu olan hastalarda ise 17 kat artışa yol açtığı gösterilmiştir (161). Çalışmamızda SAA trombüsü ile bulunmuştur mitral darlık arasında istatiksel olarak ileri düzeyde anlamlı ilişki (p<0.01). Bu da Framingam çalışmasının sonuçlarının destekler niteliktedir.Ancak mitral yetmezliği bulunan hastalar ile SAA trombüs arasında istatiksel olarak anlamlı bir ilişki bulunmamıştır. Mitral yetmezliği olan hastalarda SAA trombüs olmamakla birlikte ,plazma D-dimer seviyelerinde de anlamlı yükselme görülmemiştir.Aort yetmezliği ile SAA trombüsü arasında da istatiksel olarak anlamlı ilişki bulunmamaktadır. Ayrıca randomize çalışmalarda antikoagülasyon ve antiplatelet kullanan hastalarda %0.4-5.5 arasında yıllık embolik komplikasyon bildirilmiştir (162, 163). Saptanan trombüslerin büyük çoğunluğu SAA kökenli olduğu için postoperatif AF gelişme riski bulunan hastalarda kalp cerrahisi sırasında genellikle bu yapı dolaşım dışına çıkarılır; ancak 53 bu işlemle inmenin önlendiği kanıtlanmamıştır (164). Çalışmamızda plazma D-dimer seviyesi SAA trombüs açısından değerlendirilmiş olmakla beraber atriyal fibrilasyonlu hastaların çoğunda d-dimer seviyesinde artma izlenmiştir. Bu da atriyal fibrilasyonlu hastalarda hiperkoagülasyonun ve pro-trombotik durumun artığını göstermekte olup hastaların SAA da trombüsün olsun ya da olmasın inme açısından riskli olduğunu göstermektedir. CHADS2 (cardiac failure, hypertension, age, diabetes, stroke) inme riskinin yüksek ve düşük riskli olarak değerlendirilmesinde risk için daha önce yapılan sınıflamaların birçoğunu kapsamaktadır. Bu sınıflamada daha önce geçirilmiş olan inme ya da geçirilmiş iskemik atak 2 puan, yaşın 75 üzerinde olması, diyabet, hipertansiyon, kalp yetmezliği 1 puan olarak değerlendirilmesi temel olarak alınmıştır. Bu skor sisteminin tahmin değeri valvüler olmayan AF bulunan ve hastaneden taburcu olma sırasında varfarin verilmeyen, 65-95 yaş arasındaki 1733 Medicare hastası üzerinde değerlendirilmiştir. Yaşlılardan oluşan bu kohortta yüksek skorlar inme sıklığında artışla bağlantılı olsa da, 5 ya da daha yüksek ya da 0 skoru olan hasta sayısı düşüktür.Bu inme riski sınıflandırma şemalarıyla antikoagülasyondan en fazla ve en az yararlanan hastaları saptamak mümkün olmakla birlikte, antikoagülasyon uygulama eşiği konusu tartışmalıdır. Çalışmamıza hipertansiyonu, diyabetli, ortalama yaşları 56.89+/- 11.03, kalp yetmezliği olan hastalar dahil edilmiş olup bu hasta grubları ile SAA trombüs arasındaki ilşkilere teker teker bakılmıştır. SAA trombüsü ile hipertansiyon ile istatiksel olarak anlamlı bir ilişki bulunmuştur (p<0.05).Diabet, yaş ve kalp yetmezliği ile istatiksel olarak anlamlı bir ilişki bulunmamıştır. Bu sonuçlara bakıldığında bu risk faktörlerine sahip olan hastaların inme açısından AF ile birlikte artmasının nedeni; AF’ nun Virchow Triadını uyarması ile hiperkoagülasyonun başlaması mevcut olan endoteliyal disfonksiyon (hipertansiyon, diabet ve yaşın neden olduğu bozulma) ile de bu triadının etkisinin artarak inme riskinin artığı yönündedir. 54 Kardiyoversiyondan önce ve sonra 3 ile 4 hafta boyunca antikoagülasyon (INR 2.0 ile 3.0) uygulanması durumunda, tromboemboli riski yelpazesinin düşük risk ucuna yakın olduğu belirlenmiştir (165, 166). İki günden daha uzun süredir AF bulunan hastalarda kardiyoversiyona hazırlık olarak antikoagülan ilaç tedavisi yaygın bir uygulamadır. Manning ve arkadaşları SAA trombüsü olmayan ve antikoagülasyon gerekmeyen hastaları saptamada TÖE kullanılabileceğini önermişlerdir, ancak daha sonra yapılan bir incelemede ve bir meta analizde bu yaklaşımın güvenilir olmadığı belirlenmiştir (167, 168, 169). Çok merkezli bir çalışmada, ya 2 günden uzun süren AF bulunan ya da atriyal flutter bulunan ve daha önce AF geçirmiş olan 1222 hastaya rastgele yöntemle TÖE kılavuzluğunda girişim yada geleneksel girişim stratejisi uygulanmıştır. TÖE uygulanan grupta,trombüs saptanırsa kardiyoversiyon ertelenmiş ve 3 hafta boyunca varfarin uygulaması ardından TÖE tekrarlanarak trombüsün eridiği doğrulanmıştır. Kardiyoversiyondan önce kısa bir süre için heparinle, kardiyoversiyondan sonra da 4 hafta boyunca varfarinle antikoagülasyon uygulanmıştır.Diğer gruba arada TÖE yapılmaksızın ,kardiyoversiyondan önce 3 hafta, sonra da 4 hafta boyunca antikoagülasyon uygulanmıştır. 8 haftadan sonra her iki yaklaşımda da inme riskinin düşük ve benzer düzeyde olduğu (TÖE yaklaşımında %0.81, geleneksel yaklaşımda ise %0.50), kardiyoversiyonun başarılı olduğu hasta oranları arasında fark olmadığı ve majör kanama riski açısından aralarında anlamlı bir fark bulunmadığı belirlenmiştir. TÖE kılavuzluğunda girişim yaklaşımının klinik yararı, kardiyoversiyondan önce zaman kazanmakla sınırlı olmuştur. Bu çalışmanın sonucunda hastalara TÖE yaparak ek bir kazanç sağlanmadığı görülmektedir. Ayrıca zaten antikoagülasyon tedavisi vererek etkin INR düzeyine ulaştıktan sonra kardiyoversiyon tedavisi yaptığımız bu hasta gurubuna TÖE gibi hem yüksek maliyetli, hem zaman kaybı, hem de azda olsa komplikasyonları olan bir invazif girişimin yerine maliyeti düşük, noninvazif ve negatif prediktif değeri %90 olan ve endojen trombogenezis ile uyumlu (duyarlılık %78.94, özgüllük %72.26) görünen plazma d-dimer seviyesinin ölçümünün bu 55 hasta gurubunun tedavi yönetiminde TÖE ile izlenen yöntemden daha doğru bir yöntem olduğunu düşünmekteyiz. TÖE gözlemciye bağımlı bir tanı tekniğidir. Bu yüzden TÖE ile değerlendirilen trombüs ve SEK’ın gözlemciler arasında tanımlanmasında farklılıklar olabilir. Bu durumda trombüs ya da ileri derecedeki SEK farklı yorumlanabilir. Bu farkın mevcut olması nedeni ile çalışmamızda 2 gözlemci kullanıldı ve trombüs ile SEK ‘ın değerlendirilmesinde aralarındaki ilişkiye bakıldı. LAA apendiks trombüsü ile 1. gözlemcinin SEK sonuçları arasında istatiksel olarak ileri düzeyde anlamlı ilişki bulundu (p<0.01). SAA apendiks trombüs görülen olgularda SEK’ın 3’ün üzerinde olma oranı (%84.2 ) , apendiks trombüs görülmeyen olgulardan (%15.2) anlamlı şekilde yüksekti. SAA apendiks trombüsü ile 2. gözlemcinin SEK sonuçları arasında istatiksel olarak ileri düzeyde ilişki bulundu (p<0.01). SAA apendiks trombüsü görülmeyen olgulardan (%19.6) anlamlı şekilde yüksekti. Gözlemciler arasında trombüs değerlendirilmesinde bir fark mevcut değildi. SEK açısından değerlendirildiğinde ise %27.7 uyumluluk mevcuttu. Bu sonuç bize trombüs ve SEK ‘ın TÖE ile olduğundan daha fazla yada olduğundan daha az yorumlanabileceğini düşündürmektedir. Bilindiği üzere D-dimer son zamanlarda klinik olarak fibrin oluşumunun belirlenmesinde önemli bir parametre olarak değer kazanmıştır. Çalışmamızda plazma D-dimer seviyesinin persistan atriyal fibrilasyonlu hastalarda noninvazif olarak SAA trombüsü dışlamadaki faydasını araştırdık. SAA trombüsü görülen olguların D-dimer düzeyleri, SAA trombus görülmeyen olgulardan istatiksel olarak anlamlı düzeyde yüksektir (p<0.05). Çalışmamızda trombusa göre cut–off noktası belirli duyarlılık ve özgüllük hesaplamaları sonucunda 370 ng/dl olarak tespit edildi. SAA trombusu ile trombogenezisi gösteren bir değer olan D-dimer seviyesi arasında anlamlı farklılık olmadığı görüldü. SAA trombüs görülme oranı %29.2 iken; trombogenezis görülme oranı %38.5 olarak değerlendirildi. Testin duyarlılığı %78.94,özgüllüğü %72.26 olarak bulundu. Çalışma sonucunda D-dimer ‘in negatif kestirme 56 değeri %90 olarak bulundu. Bu sonuç daha önce yapılan çalışmalardaki sonuçlardan düşük olarak bulundu (%98)(170). Daha önceki testlerde pozitif kestirim değeri %20-30 arasında bulunmasına rağmen bizim çalışmamızda %60 olarak bulundu (170). Bu yükseklik, daha önceki çalışmalarda hastaların antikoagülasyon kullanmasının D-dimerin seviyesinde artmaya neden olması, D-dimer seviyesini artıracak olan kanser, inflamatuvar hastalıklar, enfeksiyonun bulunmaması, pulmoner emboli, derin ven trombozu gibi hastalıkların çalışma dışında bırakılması nedeni ile pozitif kestirme değerinin yüksek çıkmasına neden olarak değerlendirildi. Hastanın atriyal fibrilasyon da kaldığı süre ile SAA trombüs oluşumu arasında bir ilişki olup olmadığınıda çalışmamızda değerlendirdik. SAA trombüsü ile atriyal fibrilasyon süresi arasında istatiksel olarak ileri düzeyde anlamlı ilişki bulundu (p<0.01). SAA trombüs görülen olgularda atriyal fibrilasyon süresinin 1-3 ay arasında (%68.4), 3-6 ay arasında (%31.6) olarak bulundu. Bu da bize zaman içerisinde endojen fibrinolitik sistemin endojen trombogenezis sisteminden daha fazla aktifleşerek trombüsü eritebileceğini düşündürmektedir. TÖE SAA trombüslerinin göstermede yüksek duyarlılık ve özgüllüğe sahiptir. Ancak <2 mm nin altında olan trombüslerin değerlendirilmesinde başarısı düşüktür. Çalışmamızda 4 hastada SAA da trombüs göremediğimiz halde plazma D-dimer seviyelerini yüksek bulduk.Daha önceki çalışmalarda TÖE ile trombüs yokluğunda elektriksel kardiyoversiyon tedavisi sonrasında inmenin görülmesi stunning’e bağlanmıştır. Ancak bu küçük trombüsleri TÖE gösteremediğini düşünürsek elektriksel kardiyoversiyon sonrası inme oluşumunun nedeni bu küçük emboliler olabilir. Plazma D-dimer seviyeside bunu öngördürmede SAA da trombüs görülmese bile elektif kardiyoversiyon öncesi antikoagülasyon tedavisi stratejisinin belirlenmesinde faydalı olabilir. 57 Daha önceki yapılan çalışmalarda TÖE ile SAA boşalım (kontraksiyon) hızı SEK olan hastalarda 44+/-15, trombüs olan hastalarda 13+/-11 olarak bildirilmiştir (171, 137, 172174). SEK trombüsü olan hastaların %90+/-5 de tespit edilmiştir (175, 176). Nonvalvüler AF’lu hastalarda SAA boşalma velositeleri 25 cm/sn’den küçük olanlarda SAA SEK ve trombüs sıklığında artış belirlenmiştir (177). Ayrıca inme geçiren hastalarda, SAA akım velositelerinin hem AF’lu, hem de normal sinüs ritimli hastalarda normalde daha küçük olduğu gösterilmiştir (178). SAA akım velositesinin azalması trombüs oluşumuna zemin hazırlamakla birlikte, oluşan trombüsün embolizasyonu daha güçlü kontraksiyon gerektirebilir. Çalışmamızda SAA trombüs görülen olguların SAA apendiks hızları, SAA trombüs görülmeyen olgulardan istatiksel olarak ileri düzeyde anlamlı düşüktür (p<0.01). Ddimer seviyesi ile SAA apendiks arasında da anlamlı ilişki mevcuttur. Bu da SAA boşalım hızı ile trombogenezis arasında ilişki olduğunu göstermektedir. Ayrıca SAA hızı düşük olması SAA trombüs oluşumunda bağımsız risk belirleyicisi olarak değerlendirilebilir. Çalışmanın kısıtlılıkları: Hasta sayısının göreceli olarak az olması ve d-dimer değerlerinin çok aralıklı değerlerde sonuç vermesi nedeniyle d-dimer için ROC analiziyle cut-off değeri belirlenemedi. Hastaların seçiminde hastaların valvüler ve nonvalvüler atriyal fibrilasyonlu olarak sınıflandırılmaması göreceli heterojen hasta grubumuzu kısıtlamaktadır. Hasta grubunu seçerken biyokimyasal kan değerleri ile enfeksiyon, böbrek yetmezliği, gebelik; hastaların anamnezlerine görede inflamatuvar ve kanser hastalıklarını; fizik muayene ile derin ven trombozu, inme gibi hastalarıkları elemiş olsak da bu hastalıklar hasta gurubumuzdaki hastalarda tesadüfen mevcut olmuş olup;pozitif prediktif değerin düşük çıkmasına neden olmuş olabilir. 58 SONUÇ: Çalışmamızın sonucunda plazma D-dimer seviyesi ile SAA trombüs arasında anlamlı istatiksel ilişki bulundu (p<0.05). Bu da persistan AF lu hastalarda kardiyoversiyon yapmadan önce plazma D-dimer seviyesinin TÖE uygulamadan SAA trombüsünü öngördürebileceğini göstermektedir. Ayrıca hastaların risk faktörleri ile birlikte plazma D-dimer seviyesinin ölçülmesi testin duyarlılığını artırmaktadır. Plazma D-dimer seviyesinin normal olması atriyal fibrilasyonlu hastalarda %90 negatif kestirim değeri ile SAA trombüs tanısını dışlamakta güvenli olabileceğini düşündürmektedir. Ek olarak plazma D-dimer seviyesi persistan AF olan hastalarının tedavi stratejisinin belirlenmesinde de faydalı olabilir. Kardiyoversiyon öncesi bakılan plazma d-dimer seviyesine göre hastalara antikoagülasyon tedavisi verilir, etkin INR değeri sağlandıktan sonra tekrarlanan D-dimer seviyesinde düşüklük mevcut ise bu hastalara TÖE yapılmadan kardiyoversiyon yapılabilir; yüksek D-dimer seviyelerinde hastalara TÖE yapılır ve SAA da trombüs mevcutsa tekrar hastalara antikoagülan tedavi devam edilebilir. Atriyal fibrilasyonlu hastalarda inme açısından risk faktörleri netlik kazanmamıştır. Buna istinaden plazma D-dimer endojen hiperkoagülasyonu göstermesi nedeni ile AF hastalarda inme açısından risk faktörü olarak kullanılabilecek bir parametre olabilir. Ayrıca antikoagülasyon tedavisi alan hastaların etkin antikoagülasyon tedavisi alıp almadıkları INR değerine bakılarak söylenmektedir. Ancak INR değeri günlük değişiklikler göstermektedir. Bunun yanında antikoagülasyon tedavi alan hastaların tedevilerinin etkinliğinin takibinde INR ile birlikte kullanılabilecek bir parametre olabilir. Tüm bu durumlar göz önüne alındığında atriyal fibrilasyonun endojen trombogenezis ve endojen fibrinolizis ile olan ilişkisinin aydınlatılması açısından daha birçok çalışmaya ihtiyaç olduğunu düşünmekteyiz. 59 KAYNAKLAR 1. Silverman ME. From rebellious palpitations to the discovery of auricular fibrillation: contributions of Mackenzie, Lewis and Eindhoven. Am J Cardiol 1994;73:384-9. 2. Go AS, Hylek EM, Philips KA, Chang Y, Henault LE, Selby JV, Singer DE. Prevalence of diagnosed atrial fibrillation in adults :national implications for rhytm management and stroke prevention:the Anticoagulation and Ridk Factors in Atrial Fibrillation (ATRIA ) Study. JAMA 2001;285:2370-2375. 3. Kannel WB, Wolf PA, Benjamin EJ, Levy D. Prevalence, incidence, prognosis and predisposing conditions for atrial fibrillation: population-based estimates. Am J Cardiol 1998; 82:2N-9N. 4. Wolf PA, Abbott RD, Kannel WB. Atrial fibrillation as an independent risk factor for stroke :the Framingham Study. Stroke 2003; 107: 2920-5. 5. Aschenberg W, Schluter M, Kremer P, et al. Transesophageal two dimensional echocardiography for the detection of left atrial appendage thrombus. J Am Coll Cardiol 1986;7:163-6. 6. Mugge A, Kuhn H, Nikutta P, et al. Assessment of left atrial appendage function by biplane transesophageal echocardiography in patients with nonrheumatic atrial fibrillation :identificationof a subgroup of patients at increased embolic risk. J Am Coll Cardiol 1994;23:599-607. 7. Manning WJ, Leeman DE, Gotch PJ, et al. Pulsed Doppler evaluation of atrial mechanical function after electrical cardioversion of atrial fibrillation. J Am Coll Cardiol. 1989;13:61723. 8. Grimm RA, Stewart WJ, Maloney JD, et al. Impact of electrical cardioversion for atrial fibrillation on left atrial appandage function and spontaneous echo contrast: characterization by simultaneous transesophageal echocardiography. J Am Coll Cardiol 1993; 22:1359-66. 9. Chimowitz MI, De Georgia MA, Poole RM, et al. Left atrial spontaneous echo contrast is highly associated with previous Stroke in patients with atrial fibrilation or mitral stenosis. Stroke 1993; 24:1015-9 10. Stodard MF, Dawkins PR, Prince CR, et al. Left atrial appandage thrombus is not uncommon in patients with acute atrial fibrillation and a recent embolic event :a transesophageal echocardiographic study. J Am Coll Cardiol 1995; 25:787-94. 11. Manning WJ, Silverman DI, Waksmonski CA, et al. Prevalance of residual left atrial thrombi among patients with acute thromboembolism and newly recognized atrial fibrillation. Arch Intern Med 1995; 155:2193-8. 60 12. Fatkin D ,Kelly RP,Feneley MP.Relations between left atrial appandege blood flow velocity ,spontaneous echocardiographic contrast and thromboembolism risk in vivo.J Am Coll Cardiol 1994;21:451-7 13. Black IW,Chesterman CN,Hopkins AP,et al.Hematologic correlates of left atrial spontaneous echo contrast and tromboembolism in nonvalvular atrial fibrillation .J Am Coll Cardiol 1993;21:451-7 14. Agarwal AK,Venugopalan P.Left atrial spontaneous echo contrast in patient with rheumatic mitral stenosis in sinus rhtyhm :relationship to mitral valve and left atrial measurements .Int J Cardiol 2001;77:63-8 15. Black IW.Spontaneous echo contrast :where there’s smoke there’ fire .Echocardiography 2000;17:373-82 16. Wolf PA, Abbott RD, Kannel WB. Atrial fibrillation:a major contributor to stroke in the elderly. The Framingham Study. Arch Intern Med 1987;147:1561-4. 17. Benjamin EJ, Levy D, D Agustino RB, Balenger AJ, Wolf PA. Impact of atrial fibrillation on the risk of death: The Framingham Study (abstract). J Am Coll Cardiol 1995;Feb:230 A. 18. Freinberg WM, Cornell ES, Nightingale, et al. Relationship between prothrombin activation fragment F1.2 and international normalized ratio in patients with atrial fibrillation. Stroke Prevention in Atrial Fibrillation Investigators.Stroke 1997;28:1101-6. 19. Freiberg J, Buch P, Scharling H, Gadsbphioll N et al. Rising rates of hospital admission for atrial fibrillation. Epidemiology 2003;14:666-72. 20. Steward S, Macintyre K, Maclead MM, et al. Trends in hospital activity, morbidity and case fatality related to atrial fibrillation in scotland, 1986-1996. Eur Heart J 001;22:693- 701. 21. Khairallah F, Ezzedine R, Ganz LI, London B, Saba S. Epidemiology and determinants of outcome of admissions for atrial fibrillation in the US from 1996 to 2001. Am J Cardiology 2004;94:500-4 22. Le Heuzey JY, Paziaud O, Piot O, et al. Cost of care distribution in atrial fibrillation patients: the COCAF study. Am Heart J 2004;147:121-6. 23. Go AS, Hylek EM, Phillips KA, et al. Prevelance of diagnosed atrial fibrillatin in adults: national implications for rhythm management and stroke prevention: The anticougulation and risk factors in atrial fibrillation (ATRIA) Study. JAMA 2001;285:2370-5. 24. Feinberg WM, Blackshear JL, Laupacis A, et al. Prevelance, age distribution, and gender of patients with atrial fibrillation. Analysis and implications. Arch Intern Med 1995;155:46973. 25. Flegel KM, Shipley MJ, Rose G, Risk of stroke in non-rheumatic atrial fibrillation (published erratum appears in Lancet1987;1:878). Lancet 1987;1:526-9. 61 26. Furberg CD, Psaty BM, Manolio TA, et al. Prevelance of atrial fibrillation in elderly subjects. Am J Cardiaol 1994;74:236-41. 27. Evans W, and Swann P.(1954). Lone auricular fibrillation. Br Heart J 16:189-94. 28. Levy S, Maarek M, Coumel P, et al. Charecterization of different subsets of atrial fibrillation in general practice in France: the ALFA study. The College of French Cardiolojıst. Circulation 1999;99:3028-35. 29. Wolf P, Benjamin E, Belanger A, Kannel W, Levy D, D Agustino R. Secular trendsin the prevelanceof atrial fibrillation : Framingham study. Am Heart J 1996;131:790-5. 30. Furberg C.D, Psaty BM, Manolio TA, Gadrin JM, Smith VE, and Rautanharju PM. Prevelance of atrial fibrillation in elderly subjects. Am J Cardiol 1994;74:236-41. 31. Hart RG, Halpelin JL. Atrial fibrillation and tromboembolism: a decade of progressin stroke prevention. Ann Intern Med 1999;131:688-95. 32. Feinberg WM, Seeger JF, Carmody RF, Anderson DC, Hart RG, Pearce LA. Epidemiologic features of asymptomatic infarction in patients with nonvalvular atrial fibrillation. Arc Intern Med 1990;150:2340-44. 33. Adalet K, Onat A, Keleş İ, Sansoy V. Türk erişkinlerinde elektrokardiografik bulgularla aritmilerin prevalansı: sekiz yıllık takip sonuçları. Türk kardiyoloji derneği arşivi 2000;28:560-7 34. Cameron A, Schwartz MJ, Khronmal RA, et al. Prevention and significance of atrial fibrillation in coronary artery disease. Cardiol 1988;61:714-17. 35. Goldberg RJ, Sieley D, Becker RC, et al. Impact of atrial fibrillation on the hospital and long term survival of patients with an acute myokardial infarction: A comminity-wide perspective. Am Heart J 1990;119:991-1001. 36. Kannell W, Abbott R, Savage D. Mc Namara P.Epidemiologic features of chronic atrial fibrillation. The fremingham study. N Engl J Med 1982;306:1018. 37. Ruigomez A, Johansson S, Wallander MA, Rodriguez LAG. İncidence of chronic atrial fibrilation in general practice and its treatment pattern, Journal of clinical epidemiology 2002;55:358-63 38. Stewart S, Hart CL, Hole DJ, et al. A population-based study of the long-term risks associated with atrial fibrillation: 20-year follow-up of the Renfrew/Paisley study. Am J Med 2002;113:359–64. 39. Risk factors for stroke and efficacy of antithrombotic therapy in atrial fibrillation. Analysis of pooled data from five randomized controlled trials [published erratum appears in Arch Intern Med 1994;154: 2254]. Arch Intern Med 1994;154:1449–57. 40. Flegel KM, Shipley MJ, Rose G. Risk of stroke in non-rheumatic atrial fibrillation [published erratum appears in Lancet 1987;1:878]. Lancet 1987;1:526–9. 62 41. Kannel WB, Abbott RD, Savage DD, et al. Coronary heart disease and atrial fibrillation: the Framingham Study. Am Heart J 1983; 106:389–96. 42. Krahn AD, Manfreda J, Tate RB, et al. The natural history of atrial fibrillation: incidence, risk factors, and prognosis in the Manitoba Follow-Up Study. Am J Med 1995;98:476–84. 43. Poole-Wilson PA, Swedberg K, Cleland JG, et al. Comparison of carvedilol and metoprolol on clinical outcomes in patients with chronic heart failure in the Carvedilol Or Metoprolol European Trial (COMET): randomised controlled trial. Lancet 2003;362:7–13. 44. Wolf PA, Abbott RD, Kannel WB. Atrial fibrillation as an independent risk factor for stroke: the Framingham Study. Stroke 1991;22:983–8. 45. Levy S, Maarek M, Coumel P, et al. Characterization of different subsets of atrial fibrillation in general practice in France: the ALFA study. The College of French Cardiologists. Circulation 1999;99:3028–35. 46. Wolf PA, Abbott RD, Kannel WB. Atrial fibrillation: a major contributor to stroke in the elderly. The Framingham Study. Arch Intern Med 1987;147:1561–4. 47. Hart RG, Halperin JL. Atrial fibrillation and thromboembolism: a decade of progress in stroke prevention. Ann Intern Med 1999;131: 688–95. 48. Benjamin EJ, Levy D, Vaziri SM, et al. Independent risk factors for atrial fibrillation in a population-based cohort. The Framingham Heart Study. JAMA 1994;271:840–4. 49. Feinberg WM, Seeger JF, Carmody RF, et al. Epidemiologic features of asymptomatic cerebral infarction in patients with nonvalvular atrial fibrillation. Arch Intern Med 1990;150:2340–4. 50. Petersen P, Madsen EB, Brun B, et al. Silent cerebral infarction in chronic atrial fibrillation. Stroke 1987;18:1098–100. 51. Prystowsky EN, Katz AM. Atrial fibrillation. In: Textbook of Cardiovascular Medicine. Philadelphia: Lippincott-Raven; 1998. p1661. 52. Packer DL, Bardy GH, Worley SJ, et al. Tachycardia-induced cardiomyopathy: a reversible form of left ventricular dysfunction. Am J Cardiol 1986;57:563–70. 53. Kieny JR, Sacrez A, Facello A, et al. Increase in radionuclide left ventricular ejection fraction after cardioversion of chronic atrial fibrillation in idiopathic dilated cardiomyopathy. Eur Heart J 1992; 13:1290–5. 54. Grogan M, Smith HC, Gersh BJ, et al. Left ventricular dysfunction due to atrial fibrillation in patients initially believed to have idiopathic dilated cardiomyopathy. Am J Cardiol 1992;69:1570–3. 55. Rathore SS, Berger AK, Weinfurt KP, et al. Acute myocardial infarction complicated by atrial fibrillation in the elderly: prevalence and outcomes. Circulation 2000;101:969–74. 63 56. Goldberg RJ, Yarzebski J, Lessard D, et al. Recent trends in the incidence rates of and death rates from atrial fibrillation complicating initial acute myocardial infarction: a community-wide perspective. Am Heart J 2002;143:519–27. 57. Prystowsky EN. Tachycardia-induced-tachycardia: a mechanism of initiation of atrial fibrillation. In: DiMarco JP, Prystowsky EN, eds. Atrial Arrhythmias: State of the Art. Armonk, NY: Futura; 1995. 58. Evans W, Swann P. Lone auricular fibrillation. Br Heart J 1954;16:194. 59. Wang TJ, Parise H, Levy D, et al. Obesity and the risk of new-onset atrial fibrillation. JAMA 2004;292:2471–7. 60. Coromilas J. Obesity and atrial fibrillation: is one epidemic feeding the other? JAMA 2004;292:2519–20. 61. Frost L, Hune LJ, Vestergaard P. Overweight and obesity as risk factors for atrial fibrillation or flutter: the Danish Diet, Cancer, and Health Study. Am J Med 2005;118:489– 95. 62. Alaud-din A, Meterissian S, Lisbona R, et al. Assessment of cardiac function in patients who were morbidly obese. Surgery 1990;108: 809–18. 63. Chen YH, Xu SJ, Bendahhou S, et al. KCNQ1 gain-of-function mutation in familial atrial fibrillation. Science 2003;299:251–4. 64. Yang Y, Xia M, Jin Q, et al. Identification of a KCNE2 gain-of-function mutation in patients with familial atrial fibrillation. Am J Hum Genet 2004;75:899–905. 65. Maisel WH. Autonomic modulation preceding the onset of atrial fibrillation. J Am Coll Cardiol 2003;42:1269–70. 66. Bharti S, Lev M. Histology of the normal and diseased atrium. In: Fall RH, Podrid PJ, eds. Atrial Fibrillation: Mechanism and Management. New York: Raven Press; 1992. p15–39. 67. Bailey GW, Braniff BA, Hancock EW, et al. Relation of left atrial pathology to atrial fibrillation in mitral valvular disease. Ann Intern Med 1968;69:13–20. 68. Tai CT, Chen SA, Tzeng JW, et al. Prolonged fractionation of paced right atrial electrograms in patients with atrial flutter and fibrillation. J Am Coll Cardiol 2001;37:1651–7. 69. Ausma J, Wijffels M, Thone F, et al. Structural changes of atrial myocardium due to sustained atrial fibrillation in the goat. Circulation 1997;96:3157–63. 70. Gulamhusein S, Ko P, Klein GJ. Ventricular fibrillation following verapamil in the WolffParkinson-White syndrome. Am Heart J 1983; 106:145–7. 71. Jais P, Haissaguerre M, Shah DC, et al. A focal source of atrial fibrillation treated by discrete radiofrequency ablation. Circulation 1997;95:572–6. 64 72. Tsai CF, Tai CT, Hsieh MH, et al. Initiation of atrial fibrillation by ectopic beats originating from the superior vena cava: electrophysiological characteristics and results of radiofrequency ablation. Circulation 2000;102:67–74. 73. Schmitt C, Ndrepepa G, Weber S, et al. Biatrial multisite mapping of atrial premature complexes triggering onset of atrial fibrillation. Am J Cardiol 2002;89:1381–7. 74. Jais P, Hocini M, Macle L, et al. Distinctive electrophysiological properties of pulmonary veins in patients with atrial fibrillation. Circulation 2002;106:2479–85. 75. Shah D, Haissaguerre M, Jais P, et al. Nonpulmonary vein foci: do they exist? Pacing Clin Electrophysiol 2003;26:1631–5. 76. Moe GK, Abildskov JA. Atrial fibrillation as a self sustaining arrhythmia independent of focal discharge. Am Heart J 1959;58:59–70. 77. Ricard P, Levy S, Trigano J, et al. Prospective assessment of the minimum energy needed for external electrical cardioversion of atrial fibrillation. Am J Cardiol 1997;79:815–6. 78. Wijffels MC, Kirchhof CJ, Dorland R, et al. Atrial fibrillation begets atrial fibrillation. A study in awake chronically instrumented goats. Circulation 1995;92:1954–68. 79. Attuel P, Pellerin D, Gaston J. Latent atrial vulnerability: new means of electrophysiologic investigations in paroxysmal atrial arrhythmias. In: Attuel P, Coumel P, Janse MJ, eds. The Atrium in Health and Disease. Mount Kisco, NY: Futura; 1989. p81–94. 80. Hurwitz JL, German LD, Packer DL, et al. Occurrence of atrial fibrillation in patients with paroxysmal supraventricular tachycardia due to atrioventricular nodal reentry. Pacing Clin Electrophysiol 1990;13:705–10. 81. Brugada J, Mont L, Matas M, et al. Atrial fibrillation induced by atrioventricular nodal reentrant tachycardia. Am J Cardiol 1997;79:681–2. 82. Prystowsky EN. Atrioventricular node reentry: physiology and radiofrequency ablation. Pacing Clin Electrophysiol 1997;20:552–71. 83. Moe GK, Abildskov JA. Observations on the ventricular dysrhythmia associated with atrial fibrillation in the dog heart. Circ Res 1964; 4:447–60. 84. Page RL, Wharton JM, Prystowsky EN. Effect of continuous vagal enhancement on concealed conduction and refractoriness within the atrioventricular node. Am J Cardiol 1996;77:260–5. 85. Page RL, Tang AS, Prystowsky EN. Effect of continuous enhanced vagal tone on atrioventricular nodal and sinoatrial nodal function in humans. Circ Res 1991;68:1614–20. 86. Van Den Berg MP, Crijns HJ, Haaksma J, et al. Analysis of vagal effects on ventricular rhythm in patients with atrial fibrillation. Clin Sci (Colch) 1994;86:531–5. 65 87. Clark DM, Plumb VJ, Epstein AE, et al. Hemodynamic effects of an irregular sequence of ventricular cycle lengths during atrial fibrillation. J Am Coll Cardiol 1997;30:1039–45. 88. Sanfilippo AJ, Abascal VM, Sheehan M, et al. Atrial enlargement as a consequence of atrial fibrillation. A prospective echocardiographic study. Circulation 1990;82:792–7. 89. Gosselink AT, Crijns HJ, Hamer HP, et al. Changes in left and right atrial size after cardioversion of atrial fibrillation: role of mitral valve disease. J Am Coll Cardiol 1993;22:1666–72. 90. Bogousslavsky J, Van Melle G, Regli F, et al. Pathogenesis of anterior circulation stroke in patients with nonvalvular atrial fibrillation: the Lausanne Stroke Registry. Neurology 1990;40:1046–50. 91. Miller VT, Rothrock JF, Pearce LA, et al. Ischemic stroke in patients with atrial fibrillation: effect of aspirin according to stroke mechanism. Stroke Prevention in Atrial Fibrillation Investigators. Neurology 1993;43:32–6. 92. Aschenberg W, Schluter M, Kremer P, et al. Transesophageal twodimensional echocardiography for the detection of left atrial appendage hrombus. J Am Coll Cardiol 1986;7:163–6. 93. Mugge A, Kuhn H, Nikutta P, et al. Assessment of left atrial appendage function by biplane transesophageal echocardiography in patients with nonrheumatic atrial fibrillation: identification of a subgroup of patients at increased embolic risk. J Am Coll Cardiol 1994;23:599–607. 94. Stoddard MF, Dawkins PR, Prince CR, et al. Left atrial appendage thrombus is not uncommon in patients with acute atrial fibrillation and a recent embolic event: a transesophageal echocardiographic study. J Am Coll Cardiol 1995;25:452–9. 95. Manning WJ, Silverman DI, Waksmonski CA, et al. Prevalence of residual left atrial thrombi among patients with acute thromboembolism and newly recognized atrial fibrillation. Arch Intern Med 1995;155:2193–8. 96. Khan IA. Atrial stunning: determinants and cellular mechanisms. Am Heart J 2003;145:787–94. 97. Chung MK, Martin DO, Sprecher D, et al. C-reactive protein elevation in patients with atrial arrhythmias: inflammatory mechanisms and persistence of atrial fibrillation. Circulation 2001;104:2886–91. 98. Dernellis J, Panaretou M. C-reactive protein and paroxysmal atrial fibrillation: evidence of the implication of an inflammatory process in paroxysmal atrial fibrillation. Acta Cardiol 2001;56:375–80. 99. Thambidorai SK, Parakh K, Martin DO, et al. Relation of C-reactive protein correlates with risk of thromboembolism in patients with atrial fibrillation. Am J Cardiol 2004;94:805– 7. 66 100. Gallagher MM, Camm J. Classifications of atrial fibrillation. Am J Cardiology 1998;82:18-28. 101. Levy S, Camm AJ, Saksena S, Aliot E, Breithardt G, Crijns H, Davies W, Kay N, Prytowsky E, Sutton R, Waldo A, Wyse DG. İnternational consensus on momenclature and classification of atrial fibrillation. Eurospace 2003;5:119-22. 102. Clark DM, Plumb VJ, Epstein AE, Kay GN. Hemodynamic effects of an irregular sequence of ventricular cycle lengths during atrial fibrillation. J Am Coll Cardiology 1997;30:1039-45. 103. The AFFİRM investigators. Relationships between sinus rhytim, treatment, and survival in the atrial fibrillation follow up investigation of rhytim management ( AFFİRM ) study. Circulation 2004;109:1509-13. 104. Dries DL, Exner DV, Gersh BJ, Domanski MJ, Waclawiw MA, Stevenson LW. Atrial fibrillation is associated with an increased risk for mortality and heart failure progression in patients with asymptomatic and symptomatic left ventricular systolic dysfunction: a retrospective analysis of the SOLVD trials. J Am Coll Cardiology 1998;32:695-703. 105. Cleland JGF, Swedberg K, Follath F, et al. For the study group on diagnosis of the working group on heart failure of the european society of cardiology.The EuroHeart failure survey programme: a survey on the quality of care among patients with heart failure in Europe.Part 1: patient characteristics and diagnosis. Eur Heart Journal 2003;24:442-63. 106. Olshansky B, Rosenfeld LE, Warner AL, et al.The atrial fibrillation follow up investigations of rhytim management ( AFFİRM ) study.Approaches to control rate in atrial fibrillation. J Am Coll Cardiology 2004;43:1201-8. 107. Fuster V, Ryden LE, ACC/AHA/ESC guidelines for the management of patients with atrial fibrillation:executive summary. J Am Coll Cardiology 2001;38:1231-65. 108. Almassi GH, Schowalter T, Nicolosi AC, Aggarwal A, Moritz TE, Henderson WG, et al. Atrial fibrillation after cardiac surgery: A major morbid event? Ann Surg 1997;226:501-11. 109. Aranski SF, ShawDP, Adams DH, Rizzo RJ, Couper GS, VanderVliet M. Predictors of atrial fibrillation after coronary artery surgery. Current trends and impact on hospital resources. Circulation 1996;94:390-7. 110.WeymanAE,PrinciplesandPracticeofEchocardiography:2n.Philedelphia:Lea&Fabiger;199 4;471-478 111. Sanfilippo AJ,Abascal VM,Sheehan M et al.Atrial enlargement as aconsequence of atrial fibrillation.A prospective echocardiographic study.Circulation 1990;82:792-7 112. Ito Y,Arakawa M,Noda T et al.Atrial reservoir and active transport function after cardioversion of chronic atrial fibrillation .Heart Vessels 1996;11:30-8 113. Harjai KJ ,Mobarek SK,Cheirif J et al.Clinical variables affecting recovey of left atrial mechanical function after cardioversion from atrial fibrillation.J Am Coll Cardiol 1997;30:481-6 67 114. Ernst G, Stollberger C, Abzieher F, et al. Morphology of the left atrial appendage. Anat Rec 1995; 242:553-61 115. Zimmerman MB, Blaine EH, Strieker BM. Water intake in hypovolemic sheep: effects of crushing the left atrial appendage. Science 1981; 21 1:489-491 116. Kappadoga d, Linden RJ, Saunders DA, The effect on heart rate of distending the atrial appendage in dogs. J Physiol 1972; 225:705-19. 117. Davis CA, Rembert JC. Greenfıeld JC. Compliance of left atrium with and without left atrium appendage Am J Physiol 1990; 259:1006-1008 118. Hoit BD, Walsh RA. Regional atrial distensibility. Am Physiol 1992; 262:1356-360. 119. Hoit BD. Shao Y, Tsai LM, et al, Altered left atrial compliance after atrial appendectomy: influence on left atrial and ventricular fılling. Circ Res 1993; 72:167-175 120. Hondo T, Okarnoto M, Yamane T,et al. The role of the left atrial appendage: a volume loading study in open chest dogs. Jpn Heart J 1995; 36:225-234 121. Rodeheffer RJ, Naruse M,Atkinson JB,et al. Molecular forms of atrinatriuretic factor in normal and failing human myocardium. Circulation 1993; 88:364-371. 122. Fukuda N, Shinohara D, Sakabe K et al. Transthoracic doppler echocardiographic measurement of left atrial appendage blood flow velocity. Comparison with transesophageal measurement. Eur J Echocardiography 2003; 4:191-195 123. Yao Sıu-Sun, Meisner Jays et al. Assessment of left atrial appendage structure and function by transesophageal eehocardiography. Echocardiography 1998; 15:243-156. 124. Veinot JP, Hanrity P1, Gentile F, et al. Anatomy of the normal left atrial appendage: aquantitative study of the age relate changes in 500 autopsy hearts; implications for echocardiognaphic examination, Circulation 1997; 96:3112-5 125. Agmon Yoram, Khandheria Bijoy, Gentile Federico et al. Eehocardiographic assessment of the left atrial appendage J Am ColI Cardiol 1999: 34:1867-77. 126.Agmon Yoram, Khandheria K. Bijoy, Meissner lrene et al. Left atrial appendage flow velocities in subjects with normal left ventricular function. Am J Cardiol 2000; 86:769-7-73 127. Shirani 1, Alaeddini J, Structural remodelling of the left atrial appendage in patients with chronic nonvalvular atrial fıbrillation: implications for thrombus formation, systemicembolism, and assessment by transesophageal echocardiography. Cardiovasc Pathol 2000;9:95-101. 128. ilatem 5. Atrial fıbrillation, The tip of the ıeeberg. Areh Mal Coeur Vaiss 2002; 95:827832 68 129. Conelly IH. Clubb Fi, Vaughn W et al. Morphological changes in atrial appendages removed during the maze procedure; a comparison with autopsy controls. CardiovascPathol2001;10:39-42. 130. Yu WC, Lee SH, Tai CT, et al, Reversal of atrial electrical remodelling following cardioversion of long standing atrial fibrillation in Man, Cardiovasc Res 1999; 42:470-476 131. Al-Saady NM, Obel DA, Camm AS. Left atrial appendage: structure, function, and role in thromboembolism. Heart 1999; 82:547-555. 132. Cerebral Embolism Task Fonce. Cardiogenic brain embolism Arch Neu 1986; 43:71-84 133. Liang- Miin Tsai, Jyh Hong Chen, Chao- lung Tsao. Relation of left atrial spontaneous echo contrast with prethrombotic state in atrial fıbrillation associated with systemic hypertension, idiopathic dilated cardiomyopathy, or no identifiable cause (lone) Am J Cardiol 1998; 81:1249-52 134. Daniel WG, Nellessen D, Schröder E, Nonnant Daniel D. LeE atrial spontaneous echo contrast in mitral valve disease: an indicator for an increased thromboembolic risk. J Amcardiol1988;11:1204-Il. 135. Kronik G, Stöllberger C, Schuh M, Abzieher F, Slany 1. interobserver variability in the detection of spontaneous eeho contrast, left atrial thrombi, and left atrial appendage thrombi by transesophageal eehocardiograpy. Br Heart 1. 1995; 74:80-3 136. Manning WJ, Weintrnub RM, Waksmonski CA, et al. Accuracy of transesophageal eehocardiography for identifying left atrial thrombi. A prospective intraoperative study. Ann intern Med 1995; 123:817-822. 137. Garcia –Fernandez MA, Torrecilla ERoma DS et al, Left atrial appendage doppler flow patterns: implications on thrombus formation. Am Heart J 1992; 124:955-961. 138. KortzRA, Delemarre BJ, Van Dantzig JM, Bot H. Kamp O, Visser CA. Left atrial appendage blood flow determined by transesophageal echocardiograpy in healty subjects. Am J Cardiol 1993; 71:976-81. 139. İç Hastalıkları Editör Prof. Dr. K. Büyüköztürk 1992:559-63. 140. Tıbbi Fizyoloji Nobel Tıp Kitapevi Guyton , Hall Hemostaz ve Pıhtılaşma 1986: 463-73. 141. Ulutin ŞB, Endotel ve Fibrinolitik Aktivite TBB. İzmir Tabip Odası Temel Bilimler Kolu Ekim 1994:11-14 142. Tromboz- Hemostaz ve Anjioloji Lecture/2. Ulusal Kongre 7-8 Kasım 2001 Ed: Prof. Dr. Orhan Ulutin 143. Hiperlipidemi ve Ateroskleroz Editör. Prof. Dr. L.Tokgözoğlu Atereskleroz Patogenezi; 22-24 9 0 69 144. Kario K, Matsuotetal which faktors affect D-dimer levels in the elderly.Thrombosis R.1991;62:501-508 145. Sie P. The value of laboratory tests thromboembolismHaematologica.1995;80(suppl):57-60 in the diagnosis of venous 146. Hager K, Platt D. Fibrin degradiation product consentrations (D-dimer’s) in the course of ageing gerontology 1995;41:159-165 147. Lip GYH, Lowe GDO. Fibrin – D-dimer; a useful clinical marker of thrombogenesis. Clin Sci 1995; 89: 205-14 148. The DVTENOX Study Group. Markers of haemostatic system activation in acute deep venous thrombosis evolution during the first days of heparin treament . Thromb Haemost. 1993;70:909- 914 149. Fraser DG,Moody AR, Martel A, Morgan P. Determinants of D-dimer level in patientspresenting with deep venous thrombosis: assessment using magnetic resonance thrombusimaging . In: Abstracts from the European Haematology Association 5th Congress; June27,2000; Birmingham, Ala. Abstract 513 150. Hayashi I. Laboratory diagnosis of left atrial thrombosis in patients with mitral stenosis .Fukuoka Igaka Zasshi 1991; 82:550-61 151. Mitush R, Siemens HJ, Garbe M, Wagner T, Sheikhzadeh A, Diederich KW. Detection of a hypercoagulable state in nonvalvular atrial fibrillation and the effect of anticoagulant therapy.Thromb. Haemost. 1996;75(2):219-23 152. Li-Saw-Hee FL, Blann AD et al. Effects of fixed low-dose warfarin , aspirin –warfarin combination therapy , and dose – adjusted warfarin on thrombogenesis in chronic atrial fibrillation. Stroke 2000;31:828-33 153. Atrial Fibrllation Investigators. Risk factors for stroke and efficacy of antithrombotic therapy in atrial fibrillation . Arch Intern Med 1994;154 1449154. Mastroroberto P,Chello M,Perticone F.Scand J Thorac Surg 1996;30:77-81 155. Giansante C, Fiotti N, Calabrese S, La Verde R, Pandullo C, Scardi S, Guarnieri G. Ddimer and anticoagulation in patients with mechanical prosthetic heart valves. A 2-year follow-up. Arterioscler Thromb Vasc Biol 1997;17:1320–4 156. Nazlı C,Kınay O,Tunç B,Ergene O,Gedikli Ö,Ayata A,Dogan A,Altınbaş D,Ergene Ü,Özaydın M,Yavuz T,Kahraman H. Diagnostic value of D-dimer and antithrombin III in Predicting prosthetic heart valve thrombosis 157. Chapman CS,Akhtar N, et al. The use of D-dimer assay by enzyme immunoassay and latex agglutination techniques in the diagnosis of deep vein thrombosis.Clin Lab Haemotol.1990;12:37-42 158. Hager K, Platt D. Fibrin degradation product concentrations (D-dimers) in the course of ageing. Gerontology.1995 ;41:159-165 70 159. Currie MS, Murali Krishna Rao K, et al.Age and functional correlations of markers of coagulation and inflammation in the elderly :Functional implications of elevated cross-linked fibrin degradation products (d-dimers). J Am Geriatr Soc.1994 ;42:738-742 160. Verhost P.M.J, Kamp. O, Visser CA, et al : Left atrial appendage flow velocity assessment using transesophageal echocardiography in non rheumatic atrial fibrillation and systemic embolism . Am J Cardiol 71:192 (1993) 161. Wolf PA, Dawber TR, Thomas HC, Kannel WB. Epidemiologic assessment of chronic atrial fıbrillation and stroke: the Framingham Study. Neurology 1978; 28:973-977 162. Petersen D. Boysen G, Godtfredsen J, Andersen ED, Andersen B. Placebo-controlled randomised trial of warfarin and aspirin for prevention of thromboembolic complications in chronic atrial fıbrillation. The Copenhagen AFASAK Study. Laneet 1989; 175-179 163. Singer DE. Randomized trials of warfarin for atrial fıbrillation.N EnglJ Med 1992; 327:1451-1453. 164. Healey JS,Crystal E,Lamy A,et al.Atrial Appendage Occlusion Study (LAAOS) :result s of arandomized pilot study of left atrial appendage occlusion during coronary bypass surgery in patients at risk for stroke.Am Heart J 2005;150:288-93 165. Prytowsky EN,Benson DW Jr,Fuster V, ET AL.Management of patients with atrial fibrillation .A statement for healthcare professionals.From the Subcommittee on Electrocardiography and Electrophysiology ,American Heart Association.Circulation 1996;93:1262-77 166. Mancini GB,Goldbergr AL.Cardioversion of atrial fibrillation :consideration of embolization,anticoagulation prophylactic pacemaker ,and long-term success.Am Heart J 1982;104:617-21 167. Manning WJ ,Silverman DI,Gordon SP ,et al.Cardioversion from atrial fibrillation without prolonged anticoagulation with use of transesophageal echocardiography to exclude the presence of atrial thrombi.N Engl J Med 1993 ;328:750-5 168. Black IW,Fatkin D,Sagar KB,et al.Exclusion of atrial trombus by transesophageal echocardiography does not preclude embolism after cardioversion of atrial fibrillation.A multicenter study.Circulation 1994;89:2509-13 169. Moreyra E,Finkelhor RS,Cebul RD.Limitations of transesophageal echocardiography in the risk assesment of patients before nonanticoagulated cardioversion from atrial fibrillation and flutter:an analysis of pooled trials .Am Heart J 1995;129:71-5 170. Somloi M,Tomcsanyı J,Nagy E,Bodo I,Bezzegh A.D-dimer determination as ascreening tool to exclude atrial thrombi in atrial fibrillation.Am J Cardiol 2003;92:85-87 171. Pollick C, Taylor D. Assessment of lefi atrial appendage Sanction by transesophageal echocardiograpy:implications for the development thrombus. Circulation 1991; 84:223 71 172. Akosah Kwame. Funai John, Porter Thomas, Jesse Robert, Left atrial appendage contractile function in atrial fibrillation. Chest 1995; 107: 690-696. 173. Jue J, Winslow T, Fazio G, et al. Pulsed doppler characterization of left atrial appendage flow. J Am Soe Echocardiography 1993; 6: 237-244. 174. Grimm RA, Stewart Wi, Maloney JD, et al. Impaet of electrical cardioversion for atrial fibrillation on left atrial appendage function and spontaneous echo contrast: Characterisation by simultaneous transesophageal echocardiography. i Am ColI Cardiol 1993; 22:1359-66. 175. Diane Fatkin D, KelIy R, Feneley M. Relation betwecn left atnial appendage blood blow velocity, spontaneous eehocardiographic contrast and thromboembolic risk in vivo. 1Am ColI Cardiol 1994; 23:961-969 176. Verhorst PM, Kamp 0, Visser CA, et al. Left atrial appendage flow velocity assessment using transesophageal echocardiography in nonrheumatic atrial fibrillation and systemic embolism. Am J Cardiol 1993; 71:192-196. 177. Müge A, Kühn Henning, Daniel WG.The role of transesophageal echocardiography in the detection of left atrial thrombi. Eehocardiography 1993: 10:405-417, 178. Özer N, Tokgözoğlu L, Ovünç K, Kabakçı G, Aksöyek S, AytemirK, Kes 5. Left atrial appendage function in patients with cardioembolic stroke in sinus rhythm and atrial fıbrillation. J Am Soc Eehocardiography 2000; 13:661-5. 72