T.C. SELÇUK ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TARİH ANABİLİM DALI ATATÜRK İLKELERİ VE İNKILAP TARİHİ BİLİM DALI ATATÜRK DÖNEMİ ALMAN BÜYÜKELÇİLERİ 1923-1938 Erkan DAĞLI YÜKSEK LİSANS TEZİ Danışman Ramazan ÇALIK Konya- 2013 I T.C. SELÇUK ÜNİVERSİTESİ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü Adı Soyadı ERKAN DAĞLI Öğrencinin Numarası 104202052008 Ana Bilim / Bilim Dalı Tarih Bilim Dalı, Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Programı Tezli Yüksek Lisans Tezin Adı “Atatürk Dönemi Alman Büyükelçileri 1923-1938” Doktora BİLİMSEL ETİK SAYFASI Bu tezin proje safhasından sonuçlanmasına kadarki bütün süreçlerde bilimsel etiğe ve akademik kurallara özenle riayet edildiğini, tez içindeki bütün bilgilerin etik davranış ve akademik kurallar çerçevesinde elde edilerek sunulduğunu, ayrıca tez yazım kurallarına uygun olarak hazırlanan bu çalışmada başkalarının eserlerinden yararlanılması durumunda bilimsel kurallara uygun olarak atıf yapıldığını bildiririm. Öğrencinin imzası (İmza) III ÖN SÖZ Atatürk dönemi Türk-Alman ilişkileri üzerine çok fazla kitap, tez ve makale yazılmasına rağmen, ilişkilerin gelişmesinde başrol oynayan kişiler üzerine yeterince çalışma yapılmamıştır. Bu tez çalışmasında, Atatürk Dönemi Alman Büyükelçileri Türk-Alman ilişkileri çerçevesinde incelenmiştir. Atatürk döneminde Ankara’da üç Alman Büyükelçi görev yapmıştır. Weimar Cumhuriyetinin ilk ve son büyükelçisi Rudolf Nadolny, 1924 yılında göreve başlamış ve 1933 yılına kadar tam dokuz yıl boyunca görevini ülkesi adına layıkıyla yapmıştır. Hitler’in 1933 yılında iktidara gelmesiyle Nadolny görevini bırakmış ve yerine Ankara’nın ikinci Alman Büyükelçisi olan Fredrecih von Rosenberg 1933 yılının sonunda görevine başlamış ve bir buçuk yıl kadar yani 1935 yılına kadar görevini yapmıştır. Atatürk döneminin üçüncü yani son Alman Büyükelçisi olan Freidrich von Keller 1935 yılında göreve gelmiş ve 1938 yılına kadar görevini yapmıştır. Bu tez çalışmasında, Türkiye ile Almanya arasındaki tarihsel süreçte ilişkilerinin nasıl geliştiği incelenmiştir. Ayrıca üç Alman Büyükelçinin çalışmalarıyla ilişkilere nasıl bir boyut kazandırdıkları detaylıca değinilmiştir. Tez dört bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde genel olarak Atatürk dönemi Türk-Alman ilişkilerine ve o dönemde yaşanmış olaylara 30 sayfa ayrılarakdönem incelenmiştir. İkinci bölümde, Ankara’nın ilk Alman Büyükelçisi Rudolf Nadolny’nin hayatı ve faaliyetlerine 45 sayfa gibi yoğun bir bölüm ayrılmıştır. Çünkü Türkiye’de 9 yıl görevde kalmış ve çok önemli görevlerde bulunmuştur.Üçüncü bölümde, Ankara’nın ikinci Alman Büyükelçisi Rosenberg’in hayatına ve faaliyetlerine19 sayfa ayırarak o dönem aktarılmıştır.Dördüncü bölümde ise,Ankara’nın üçüncü Alman Büyükelçisi Keller’in hayatına ve faaliyetlerine 18 sayfa ayrılarak tezin son bölümü oluşturulmuştur. Tez konusuyla alakalı birincil el kaynakların çoğu Berlin’de olduğu için çalışma alanı genellikle Berlin’de gerçekleşmiştir.“Atatürk Dönemi Alman Büyükelçileri” adlı tez çalışmasında daha çok Almanya’daki Dışişleri Bakanlığı “Ausswartigen Politisches Archiv Amt Berlin” arşivinden yararlanılmıştır.Tez IV konusu için Almanya’nın çeşitli arşivlerinde ve kütüphanelerinde araştırma yapılmıştır. Berlin Devlet Kütüphanesi, Dışişleri Bakanlığı Arşivi ve Berlin Gazete Arşivinden yararlanılmıştır. Ayrıca Ankara’daki Alman Büyükelçiliğinde arşiv çalışması yapmak istesek de, elçilik yetkilileri eski elçilere ait bütün dosyaların Berlin’de olduğunu belirterek bu isteğimi nazikçe ret ettiler ve tez çalışmam bitiğinde tezin bir örneğini de kendilerine yollamamızı talep ettiler. Ankara’daki Milli Kütüphanede ve üniversitemiz bünyesindeki gazete arşivinde araştırmalar yapılarak tez tamamlanmıştır. Hazırlanmış olan bu yüksek lisans teziyle, TürkAlman ilişkilerindeki ufak bir boşluğu doldurmayı başarabildiysekne mutlu emeklerimize diyebileceğiz. Tez çalışmamda benden yardımlarını esirgemeyen Berlin’deki dostlarıma, değerli arkadaşlarım Fatih Gürses ile Mehmet Önder Duran’ın desteklerine, yanımda olan bütün arkadaşlarıma ve her zaman her konuda madden ve manen yanımda olan değerli aileme (Annem ve Babama) sonsuz teşekkür ederim. Ayrıca çalışmalarımda benimle önemli deneyimlerini paylaşan tez danışmanım sayın hocam Prof. Dr. Ramazan Çalık’a ve tezimin yazım aşamasında beni değerli bilgileriyle yönlendiren ve motive eden sayın hocama Yrd. Doç. Dr. Çağatay Benhür’e teşekkürü bir borç bilirim. I T.C. SELÇUK ÜNİVERSİTESİ Öğrencinin Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü Adı Soyadı Erkan DAĞLI Numarası: 104202052008 Ana Bilim / Bilim Tarih Bilim Dalı, Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Dalı Danışmanı Tezin Adı Prof. Dr. Ramazan ÇALIK “Atatürk Dönemi Alman Büyükelçileri 1923-1938” ÖZET Tez konusunu kısaca özetlemek gerekirse “Atatürk Dönemi Alman Büyükelçileri 1923-1938”, başlıklı tez konusunda genel Türk-Alman ilişkilerinde meydana gelen gelişmeleri üç Alman Büyükelçinin çerçevesinden bakılmaya çalışılmıştır. Tezin birinci bölümünde Atatürk döneminde meydana gelen TürkAlman ilişkileri araştırılmıştır. Bu dönemde yapılan antlaşmalar iki ülke arasındaki yakınlaşmaları, uzaklaşmaları ve yer yönüyle yaşanan olayları kapsamaktadır. Tezin asıl başlık konusu olan Atatürk Dönemi Alman Büyükelçilerini ikinci, üçüncü ve dördüncü bölümlerde hazırlanmıştır. İkinci bölümde Ankara’nın ilk Alman Büyükelçisi Rudolf Nadolny’nin hayatına ve faaliyetlerine değinilmiştir. Türkiye’de dokuz yıla yakın görev yaptığı için bu konu yoğun olarak işlenmiştir. Tezin üçüncü bölümünde ise, Ankara’nın ikinci Alman Büyükelçisi Frederic von Rosenger’in hayatı ve faaliyetleri Türk-Alman ilişkileri çerçevesinde işlenmiştir. Dördüncü yani son bölümde ise, Ankara’nın Alman Büyükelçisi Freidrich von Keller’in hayatı ve faaliyetleri Türk-Alman ilişkileri genelinde çalışılmıştır.Yabancı diplomatların gözlerinden 1924-1938 yılları arasında genç cumhuriyetin yaşadığı evreleri inceleyerek Türk-Alman ilişkilerine farklı bir bakış açısı kazandırılmaya çalışılmıştır. ANAHTAR KELİMELER:Türk-Alman ilişkileri, Büyükelçileri,Uluslararası ilişkiler.(Nadolny-Rosenberg-Keller ) Alman II T.C. SELÇUK ÜNİVERSİTESİ Öğrencinin Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü Adı Soyadı Erkan DAĞLI Ana Bilim / Bilim Dalı Tarih Bilim Dalı, Atatürk İlkeleri ve İnkilapTarihi Danışmanı Prof. Dr. Ramazan ÇALIK Tezin İngilizce Adı Numarası:104202052008 “German Ambassadors During Ataturk Period 1923-1938”, SUMMARY If I summarize my thesis subject: in the thesis titled “German Ambassadors During Ataturk Period 1923-1938”, I have to explain through German Ambassadors eye the developments in general relations between Turkish-German. In the first section of the thesis; The relations during Ataturk period were researched. The agreements of this period include the familiarities, avoidances and events between two countries. I have explained the subject of main title of thesis “ German Ambassadors during Ataturk period in the section, I have explain the lifeand activities of Rudolf Nadolny the first German Ambassador of Ankara. This subject was studied comprehensively since he has been in Turkey nearly nine years. In the third section of thesis; lifes and activities of Frederic von Rosenberg the second German Ambassador of Ankara and Freidrich von Keller, the third German Ambassador of Ankara were explained in point of relations Turkish thesis testimonies to all activities of Ankara Government. I have tried to create a diffirent viewpoint to Turkish-German relations by analyzing steps of young republic between 1924-1938 through foreign diplomats eye. KEY WORDS:Turkish-German relationship, International relationship.(Nadolny-Rosenberg-Keller ) German Ambassadors III IV İÇİNDEKİLER BİLİMSEL ETİK SAYFASI ..................................................................................... I YÜKSEK LİSANS TEZİ KABUL FORMU .......................................................... II ÖN SÖZ .................................................................................................................... III ÖZET ……………………………………………………………………….………IV SUMMARY ................................................................................................................V KISALTMALAR ................................................................................................... VII TABLOLAR LİSTESİ .......................................................................................... VII GİRİŞ ………………………………………………………………………………...1 BİRİNCİ BÖLÜM 1.WEİMAR CUMHURİYETİ ve TÜRKİYE (1923-1933) .................................... 3 1.1.Weimar Cumhuriyeti ve Hitler’in İktidara Gelmesi .......................................... 3 1.2.Türk Alman İlişkilerinde Benzerlikler ve Yakınlaşmalar .................................. 7 1.2.1.Türk-Alman Dostluk Antlaşması ve Maddeleri .......................................... 8 1.2.2.İlişkileri Geliştirmek Üzere Büyükelçilerin Atanması ................................ 9 1.2.3.Karşılıklı İkametgah Antlaşması ............................................................... 10 1.3.Türk Alman Ticaret Antlaşması ve Önemi ...................................................... 12 1.3.1.Türkiye'deki Alman Yatırımları ve Etkileri .............................................. 14 1.3.2.Türkiye’nin Almanya’daki Ticari Faaliyetleri .......................................... 16 1.3.3.Türk-Alman Ticaret İstatistikleri ............................................................... 18 1.3.4.1929 Dünya Ekonomik Buhranı ve Sonuçları ........................................... 21 1.4.Almanya'nın Türkiye'deki Askeri Faaliyetleri ................................................. 22 1.5.Nazi Almanya’sında Türk-Alman İlişkileri (1933-1939) ................................ 23 1.5.1.Dış Politikada Farklılıklar ......................................................................... 23 1.5.2.Hitler’in Dış Politikası ve Türkiye ............................................................ 25 1.5.3.Türkiye’nin Berlin Büyükelçiliğinde Değişiklik ....................................... 26 1.5.4.Türk Alman Dostluğunu Geliştirme Çalışmaları ...................................... 27 1.5.6.Almanya’nın Türk Basınını Etkileme Çabaları ......................................... 30 V İKİNCİ BÖLÜM 2.ANKARA’NIN İLK ALMAN BÜYÜKELÇİSİ RUDOLF NADOLNY.......... 31 2.1.Nadolny’nin Hayatı .......................................................................................... 31 2.1.2.Nadolny’nin Memuriyet Hayatı ................................................................ 32 2.1.3. Nadolny’nin Siyasi Hayatı ....................................................................... 33 2.2.NADOLNY’NİN ANKARAYA GELİŞİ ve BÜYÜKELÇİLİK BİNASININ İNŞAATI ................................................................................................................ 36 2.2.1.Nadolny ve Atatürk Görüşmeleri .............................................................. 47 2.3.Nadolny’nin, Türkiye’nin Dünü ve Bugünü Hakkındaki Görüşleri ................ 51 2.3.1.Nadolny’nin Ankara’ya ve Anadolu’ya Bakış Açısı ................................. 54 2.4.NADOLNY’NİN TÜRK İNKILAPLARINA BAKIŞ AÇISI ......................... 58 2.4.1.Nadolny ve Şapka İnkılabı ........................................................................ 60 2.4.2.Nadolny ve Harf İnkılabı ........................................................................... 62 2.5.NADOLNY ve TÜRK EKONOMİSİ .............................................................. 69 2.5.1.Nadolny ve Demiryolu Faaliyetleri ........................................................... 71 2.5.2.Nadolny ve Uçak Fabrikası Faaliyetleri .................................................... 74 2.6.NADOLNY VE TÜRK DIŞ POLİTİKASI ..................................................... 77 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM 3.ANKARA’NIN İKİNCİ ALMAN BÜYÜKELÇİSİ FREDERİC VON ROSENBERG .......................................................................................................... 80 3.1.Frederic von Rosenberg’in Hayatı ................................................................... 80 3.1.2.Rosenberg’in Memuriyet ve Siyaset Hayatı .............................................. 81 3.2.ROSENBERG’İN TÜRKİYE’YE GELİŞİ ve BÜYÜKELÇİLİĞİ................. 84 3.2.1.Rosenberg’in Türk İç Politikasına Bakışı.................................................. 86 3.2.2.Rosenberg’in Türkiye Hakkındaki Görüşleri ............................................ 88 3.3.ROSENBERG ve TÜRK DIŞ POLİTİKASI ................................................... 93 3.3.1.Rosenberg ve Balkan Paktı Meselesi ........................................................ 95 VI DÖRDÜNCÜ BÖLÜM 4.ANKARA’NIN ÜÇÜNCÜ ALMAN BÜYÜKELÇİSİ FREİDRİCH VON KELLER ................................................................................................................... 98 4.1.Freidrich von Keller’in Hayatı ......................................................................... 98 4.1.2.Keller’in Memuriyet Hayatı ...................................................................... 99 4.2.KELLER’İN TÜRKİYE’YE GELİŞİ ve BÜYÜKELÇİLİĞİ ....................... 102 4.2.1.Keller’in Türkiye Hakkındaki Görüşleri ................................................. 103 4.3.KELLER ve TÜRK DIŞ POLİTİKASI ......................................................... 105 4.3.1.Keller ve Boğazlar Sorunu-Montrö Antlaşması ...................................... 106 4.4.Atatürk’ün Vefatı Ve Keller’in Büyükelçilikten Ayrılışı…………………...114 SONUÇ ................................................................................................................... 117 KAYNAKÇ…………………………………..……………………………………120 ÖZGEÇMİŞ ........................................................................................................... 128 VII KISALTMALAR A. Ü. Bk. : Ankara Üniversitesi : Bakınız BCA. : Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi age : Adı Geçen Eser agm :Adı Geçen Makale C. : Cilt Çev. : Çeviren Ed. : Editör Haz. : Hazırlayan İ. Ü. : İstanbul Üniversitesi Nr. : Numara S. : Sayı s. : Sayfa SBF. : Siyasal Bilgiler Fakültesi TTK. : Türk Tarih Kurumu v.dğr. : Ve diğerleri Yay. : Yayınlar SPD. : Sosyal Demokrat Partisi NSDAP : Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi Tomtaş: Tayyare ve Motor Türk Anonim Şirk 1 TABLOLAR LİSTESİ Tablo 1.1.1924-1932 Yılları Arasında 1 Türk Lirasının Alman Markı Karşılığı ………………………………………………………………………………………19 Tablo 1.2. Türk İstatistiklerine Göre Türkiye-Almanya Genel Ticareti (1924–1932)………………………………………………………………….…..….20 Tablo 1.3. Alman İstatistiklerine Göre Türkiye-Almanya Genel Ticareti (1924–1932)…………………………………………………………………………21 Tablo 1.4. 1933–1938 Yılları Arasında Türkiye-Almanya Ticareti……………...…29 1 GİRİŞ Devletler, içte ve dışta halkın güvenliğini sağlayarak, ekonomik, sosyal, siyasal ve kültürel alanlarda ülkeyi kalkındırmakla yükümlüdür. Bunu gerçekleştirmek için öncelikle devlet teşkilatı olarak kurumsallaşmak ve diğer devletlerle başta siyasi olmak üzere kültürel ve ekonomik ilişkiler kurmak durumundadır. Söz konusu uluslararası ilişkilerin gelişebilmesi için asgari düzeyde de olsa devletlerarasında ortak çıkarların olması gerekir. Türk-Alman ilişkilerinin geçmişi, 800 yıl geriye gitmektedir. 12. yüzyıldaki ikinci Haçlı seferi sırasında, Kutsal Roma Germen İmparatoru I. Friedrich Barborossa, ordunun başında Selçuklu başkenti Konya'ya kadar gelmiştir. Friedrich Barborossa, 1190'da, İçel-Göksu ırmağında yıkanırken boğulmuş, bu olaydan sonra başsız kalan Alman ordusu tümüyle dağılmıştır. I. Friedrich Barborossa'nın yeğeni İmparator Van Honnstavfen III. Kondrad ise Üçüncü Haçlı Seferi sırasında ordunun başında Anadolu'ya gelmiştir. İmparator Kondrad, Anadolu Selçuklu Devleti Sultan I. Rükneddin Mes'ud ile çatışmış olmasına karşın, iki lider arasında dostça ilişkiler kurulmuştur 1. Alman İmparatorunun ard arda iki Kudüs'e ulaşmak amacıyla Anadolu'ya gelmeleri birçok Alman tarihçisinin dikkatini "Küçük Asya" (Kleinasien) dedikleri Anadolu üzerinde toplamıştır. Selçuklulardan sonra, Anadolu beylikleri arasında güçlenerek çıkan ve kısa sürede bir devlet kuran Osmanlıların Orta Avrupa'ya kadar uzandıkları yıllarda, Türk-Alman ilişkilerinin politik düzeyde yeniden başladığı görülmektedir. Osmanlıların Avrupa'da en yaygın ve en güçlü olduğu 16. ve 17. yüzyıllarda, her iki ülke arasında sınır olmamakla birlikte, Avrupa'nın Osmanlılara karşı birleşmelerinde Alman siyasi topluluklarının ihtiyatlarla yer aldığı ve barışçıl bir tutum sergilediği bilinmektedir 2. “Hıristiyan bir devlet ile ittifak anlaşması imzalanamaz düşüncesi”, gibi nedenlerle iki ülke arasında 1755-1760 dönemlerinde askeri ittifak antlaşması 1 2 Steven Runciman, Haçlı Seferleri Tarihi, Çev. Fikret Işıltan, C. I, TTK. Yay., Ankara 1998, s. 72. Mehmet Altay Köymen, Selçuklu Devri Türk Tarihi, TTK. Yay., Ankara 2004, s. 38-39. 2 imzalanmamıştır. Askeri ittifak ancak 1 Şubat 1870 tarihinde imzalanabilmiştir. Bu ittifak antlaşması iki ülke resmi ilişkilerinde atılan çok önemli bir adım olacaktır 3. Osmanlı Devleti, 30 Ekim 1918 tarihinde imzaladığı Mondros Mütarekesinin 23. Maddesi gereğince, Almanya ile her türlü ilişkisini kesme yükümlülüğü altına girmiştir. Almanya, tarafından imzalanan 1919 tarihindeki Versay Barış Antlaşmasının 22. maddesi ile de Almanya’nın, Osmanlı ile olan ilişkisi engellenmiştir. I. Dünya Savaşını kaybeden iki devlet bu şekilde iyice köşeye sıkıştırılmıştır4. İki ülke arasında uzun zamandır süren yakın ilişkilerin bir anda kopma noktasına gelmesinde, sadece antlaşmalardan doğan hukuki ya da fiili uygulamalar rol oynamıştır. Bunların yanı sıra, her iki ülkenin karşı karşıya kaldığı iç ve dış sorunlar, Almanya ile Türkiye arasında bir ilişki kurulmasını ayrıca güçleşmiştir 5. Osmanlı İmparatorluğu ile 20. yüzyılda başlayan Türk-Alman ilişkileri, cumhuriyetin kuruluşundan 1930'lu yılların başına kadar siyasi ve ekonomik alanlarda bir gelişme içine girmiştir. Söz konusu ilişkilerin geliştiği bir dönemde Türk-Alman ilişkileri, Nasyonal Sosyalist Partisinin Almanya'da iktidara gelmesi ve Adolf Hitler önderliğindeki hükümetin yayılmacı bir politika izlemesi ile giderek Almanlar lehine bozulmaya başlamıştır. Bu süreç sonunda Türkiye, 1939 yılında Almanya'dan koparak, İngiltere ve Fransa ile ekonomik ve siyasi ilişkileri geliştirme ihtiyacı duymuştur. Yukarda ki tarihsel ilişkiler daha çok şahıslar üzerinden yürütülmüştür. Bir devleti, devamlı veya geçici olarak gönderilen yerde temsil etmekle görevli şahıslara elçi ya da büyükelçi denir. Bunlar devlet başkanının temsilcisi olup, gönderildiği ülkede devletininve vatandaşlarının hak ve menfaatlerini korumakla görevlidirler. Görev yaptığı ülkedeki siyasi, askeri, kültürel, ekonomik ve teknik gelişmeleri yakinen takip eder ve konuyla alakalı ülkesine raporlar yollayan kişilerdir. Dışişleri Bakanlığına bağlı olan elçiler, bakanlığın emirlerine göreantlaşma ve sözleşmeleri imzalamaya da yetkileri vardır. İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi,TTK. Yay., C. IV, Ankara 1982, s. 560. Cemil Koçak, Türk-Alman İlişkileri (1923-1939),TTK.Yay., Ankara, 1991, s. 1. 5 Bilal N. Şimşir, Atatürk ile Yazışmalar (1920-1923),Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay.,Ankara 1981, s. 67-68. 3 4 3 BİRİNCİ BÖLÜM 1.WEİMAR CUMHURİYETİ ve TÜRKİYE(1923-1933) 1.1.Weimar Cumhuriyeti ve Hitler’in İktidara Gelmesi Weimar Cumhuriyeti, 1919 ile 1933 yılları arasında Almanya’da kurulmuş olan devletin adıdır. Bu cumhuriyet adını, ulusal meclisin ilk olarak toplandığı Weimar şehrinden almaktadır. Almanya’nın I. Dünya Savaşından ağır yenilgi ile çıkması, ülkede birden fazla ayaklanmalara neden olmuştur. İlk ayaklanma 3 Kasım 1918 tarihinde Keil’de çıkmıştır. Bu ayaklanmalar ise, Alman İmparatoru II. Wilhelm’in tahtan çekilmesine neden olmuştur. İmparatorun 9 Kasımda ülkeyi terk etmesi üzerine ülkenin genelinde cumhuriyet ilan edilmiştir. Ulusal Meclis, 6 Şubat 1919 tarihinde Weimar'da toplanmış ve Sosyal Demokrat Ebert geçici olarak devlet başkanlığına, Scheidemann ise başbakanlığa seçilmiştir. Bu, iki lider ülkeyi mevcut kötü durumdan kurtulmaya çalışsalar da yeterince başaralı olamamışlardır. Almanya Cumhuriyeti, o dönemde de hala kendini “Deutsches Reich” yani Alman İmparatorluğu olarak adlandırıyordu ve bu unvanı kullanmaktan fazlasıyla gurur duyuyordu 6. Ayaklanmalar sonucunda, daha sonra Alman birliğindeki bütün devletlerin hanedanları devrilmiş ve ayaklanmalar cumhuriyetin ilanından sonra da sürmüştür. Karl Liebknecht'in önderliğindeki Spartakistler'in eylemleri, gönüllü milis birlikleri oluşturularak isyanları kanlı bir şekilde bastırmışlardır. Hükümet kurulduktan sonra, 9 Temmuz 1919 tarihinde Versay Barış Antlaşması, Weimar Cumhuriyeti tarafından onaylanmıştır. İdari yapı oluştuktan sonra, kısa süre zarfında yapılan çalışmalar neticesinde 31 Temmuz 1919 tarihinde de Weimar anayasası kabul edilmiştir 7. Weimar Cumhuriyeti, ulusal meclisini 30 Eylül'de, Berlin'e taşımıştır. Bu arada savaş sonrası yaşanan sıkıntılar siyasi olarak Başbakan Scheidemann'ı bunalımlara sokmaktaydı. Yaşanan siyasi olaylar bakanların ve hükümetlerin istifasına neden olmaktaydı. Zayıf idarecilik yüzünden 1920 tarihindekiayaklanmalar 6 Michheal Stolleis, Gesichte des Öffentlichen in Deutschland Weimar Republik un Nationalsozialsmus, Frankfurt 2002, s. 246. 7 Reiner Marcowitz, Die Weimar Republik 1929-1933, Berlin 2010, s. 18-19. 4 yeniden başlamıştır. Bu isyanlarda hükümet kuvvetleri ile sağcı ve devrimciler arasında kanlı çarpışmalar yaşanmıştır. 22 Haziran 1920'de yapılan seçimlerde sağ partiler, sosyalistlere ve demokratlara karşı çok güç kazanmıştır. Versay Barış Antlaşması koşullarının uygulanmasında ortaya çıkan güçlükler, bir yandan ülke içinde hoşnutsuzluğa ve hükümet bunalımlarına bir yandan da Almanya ile galip devletlerarasında anlaşmazlıklara ve gerginliklere yol açmaktaydı 8. Almanya'nın topraklarının bir kısmı, Versay Antlaşması bahane edilerek komşuları tarafından işgal edilmişti. Polonyalılar Silezya'nın bir bölümünü, Fransızlar ise, Ruhr Bölgesi’yle Ren Irmağı'nın sağ kıyısında bulunan Alman topraklarını ele geçirmişlerdir. İç karışıklıklar 4 Mayıs 1924 tarihinde yapılan seçimlere kadar sürmüştür. Ülkenin çeşitli bölgelerinde çıkan ayaklanmalar güçlükle bastırılabilmiş ve bütün olumsuz koşullara rağmen Weimar Cumhuriyeti, ülkenin bütünlüğünü korumayı ve varlığını sürdürmeyi başarmıştır. Londra Konferansında (16 Temmuz17 Ağustos 1924) tarihinde Almanya savaş tazminatını belli bir plana göre ödemeyi kabul edince, Fransızlar da kısa süre içinde Ruhr bölgesini boşaltmaya karar vermişlerdir 9. Cumhurbaşkanı Ebert'in 28 Şubat 1925 tarihinde vefat etmesiyle başlayan siyasi mücadele 26 Nisanda 1925 tarihinde Mareşal von Hindenburg'un Cumhurbaşkanlığına seçilmesiyle sona ermiştir 10. Bu tarihten sonraki dönemde, iç politikada ekonomik ve mali kanunların çıkarılmasına ağırlık verilirken, dış politikada da barış ve işbirliği siyaseti uygulanarak Almanya'nın durumu düzeltilmeye çalışılmıştır. Ancak bir yandan da sık sık hükümet değişiklikleri olmaktaydı ve buda Almanya’yı istenilen başarıya ulaştıramamıştır. Almanya Parlamentosu, başkanlığa bağlı olağanüstü hal sistemine geçtiğinden beri, yasama organı olarak İmparatorluk dönemindeki meşruti monarşisinden daha güçlü hale gelmişti. Hükümetin bu parlamentosuzlaştırma faaliyetleri seçmenlerin giderek devre dışı bırakılması demekti ve işte bu durum parlamento karşıtı sağ ve sol grupların güçlenmesine yol açıyordu. Bu durumdan en 8 Stolleis, age.,s. 246. Stolleis, age.,s.253. 10 Gottfried Niedhart, Die Aussen Politik Der Wiemar Republik, Hamburg 2011, s. 33-35. 9 5 fazla Nasyonal Sosyalistler yararlanmıştır. Mareşal von Hindenburg'un Cumhurbaşkanlığına seçilmesinden sonra Mayıs 1928 tarihindeki seçimleri sosyalistler kazanmıştır. Adolf Hitler’in partisi yalnızca 12 sandalye alarak meclise girebilmiştir. Hitler özellikle de propaganda yoluyla sol partilerin başarısız olduklarını iddia ederek halkı sağ merkezde toplamaya başlamıştır. Bundan sonra bütün sağcılar Hitler’in çevresinde toplanmaya başlamışlardır. Hitler’e bağlı sağcı gruplar önemli işler yapıyorlardı. Kolluk güçleri olarak devlet güçlerine yardım yaptıklarını iddia ediyorlar ve halk üzerinde baskı kuruyorlardı. Dünya Ekonomik Krizi 1929 yılında patlak vermiş ve ekonomik olarak Almanya'yı çok ağır şekilde etkilemiştir. Ekonomik sıkıntılar ve işsizlik günden güne artarken partiler arasındaki siyasi mücadele de şiddetlenmekteydi. Yaşanılan bu durum radikal partilerin güç kazanmasına neden olmuştur. Hindenburg, 1932 yılındaki seçimleri güçlükle kazanmasına rağmen Nasyonal Sosyalistlerin lideri Hitler ve Komünistlerin adayı Thslmann önemli sayıda oy almışlardır. Hitler’in Nasyonal Sosyalist Partisi 1920 senesinde kurulmuş olmasına rağmen, kısa sürede yığınları etrafında toplayacak kadar güç kazanmıştır 11. Hitler’e göre, Almanya eski gücüne kavuşarak, Avrupa’da düzenleyici güç olarak Batı demokrasilerine ve Doğu Bolşevikliğine karşı öne çıkması gerekiyordu. Bunun içinde Almanların, Almanya’yı her konuda ayakta tutacak güçlü bir lidere ihtiyacı olduğunu konuşmalarında vurgulamıştır. Sosyal Demokratların lideri Hermann Müller başkanlığındaki son çoğunluk hükümeti, işsizlik sigortasının iyileştirilmesiyle ilgili bir tartışmadan ötürü 1930 yılının Mart sonunda dağılmıştır. 1930 yazından beri İmparatorluk Başkanı, yaşlı Mareşal Paul von Hindenburg’un olağanüstü hal düzenlemeleri sayesinde devlet varlığını sürdürebilmiştir. 4 Eylül 1930 tarihindeki parlamento seçimlerinde Adolf Hitler’in Nasyonal Sosyalist (NSDAP) Partisi 108 sandalye kazanarak en güçlü ikinci parti konumuna yükselmiştir 12. Katolik merkez siyasetçisi olan Heinrich Brüning’in Sosyal Demokrasi Partisi (SPD) halen en güçlü parti olarak varlığını 11 Niedhart,age.,s. 46. Gerhard Menk, Politischer Liberalismus zwischen Weimarer Republik und Nachkriegszeit, Köln 2012, s. 452. 12 6 sürdürmüştür. Hitler’in başarılı politikası, Sosyal Demokrasi Partisi Başkanı Brüning’in varlığını zamanla tehdit etmeye başlamıştır. Siyasi istikrarsızlık ve ekonomik sorunlardan dolayı hükümetler düşmüş buda halkın alternatif adaylara yönelmesine neden olmuştur. Bu fırsatı iyi değerlendiren Hitler, 1933 yılındaki seçimlerde meclise (Reichstag) en büyük parti olarak girmiştir. Böylelikle Hitler, Almanya’nın eş zamanlı olmayan demokratikleşmesinden; yani, demokratik bir seçim hakkının erken başlatılmasından ve hükümet sisteminin parlamenter temele geç kavuşmasından en çok faydalanan kişi olmuştur 13. Ülkenin içinde bulunduğu sosyal ve siyasi karmaşa ortamı büyük kitlelerin, özellikle gençlerin Nazi etkisine girmesine yol açıyordu. 1933 yılındaki seçimleri Hitler’in Nasyonal Sosyalist Partisi kazanarak meclise en çok milletvekili ile girmiştir. Bunun üzerine, 30 Ocak 1933 tarihinde Cumhurbaşkanı Hindenburg, hükümeti kurması için Nasyonal Sosyalist Partisini (NSDAP) görevlendirmiş ve Hitler’i de başbakanlığa atamıştır. Hitler’in, iktidarının birinci ayında 27 Şubat 1933 tarihinde Reichstag’da büyük bir yangın meydana gelmiş ve bu olay Alman basınını günlerce meşgul etmiştir 14. Hitler kısa sürede bütün iktidarı eline almış siyasi partileri kapatıp, komünistler dahil bütün solcuları meclisten dışlamıştır. Reichstag'ı kukla durumuna düşürmüş ve o yıl içinde halkın bütün demokratik haklarına son vermiştir. Hitler, "Führer" sıfatıyla ülkeyi bir imparator gibi tek başına yönetmeye başlamıştır. Böylece Weimar Cumhuriyetinin varlığı kısa süre de son bulmuştur. Parlamenter demokrasi olarak Weimar demokrasisi yalnızca on bir yıl varlığını sürdürebilmiştir 15. Hitler’in iktidara gelmek için yapmış olduğu çalışmalar dünya kamuoyunda dikkatle izlenmiştir. Daha iktidara gelmeden 1928’de girdiği mecliste yayılmacı politikayla alakalı görüşlerini açıklamıştır. Hitler her seçimde meclisteki sandalye sayısını artırarak iktidarlığa “ben de talibim dercesine” çalışmalarını yoğunlaştırmıştır. 1933 seçimlerinde iktidarı ele geçirince de ilk iş olarak Versay Ernst E. Hirsch, Anılarım Kayzer Dönemi Wiermar Cumhuriyeti Atatürk Dönemi, Çev. Fatma Suphi, Tübitak Yayınları, Ankara 2008, s. 247. 14 Norddeutsche Allgemeine Zeitung Berlin, 28 Şubat 1933, s. 1-2. 15 Hirsch, age., s. 251. 13 7 Antlaşmasının hükümlerinin geçersiz olduğunu belirtmiş ve Cenevre Silahsızlanma Konferansından ayrılmıştır. Hitler’in bu kural tanımaz ve yayılmacı politika anlayışı ilk başta Türkiye’yi olumsuz etkilemiş ve ilişkiler durma noktasına gelmiştir. Bu gelişmeler yüzünden Türkiye Almanya’dan uzaklaşarak İngiltere ve Fransa’yla yakın ilişkiler içine girmiştir. Sonuç olarak Hitler yapmış olduğu saldırgan politikalar neticesinde II. Dünya Savaşının pimini çekmiştir. 1.2.Türk Alman İlişkilerinde Benzerlikler ve Yakınlaşmalar Dünya tarihinin gördüğü ilk topyekun savaş olan I. Dünya Savaşı, mevcut siyasi, sosyal ve ekonomik düzenleri alt üst ettiği gibi, birçok devleti ve rejimi de ortadan kaldırmıştı. I. Dünya Savaşından sonra müttefik devletler tarafından Almanya'ya zorla kabul ettirilen Versay Antlaşması bir müddet bu devletin Avrupa diplomasisindeki önemini azaltmıştı. 1919 ile 1932 yılları arasındaki Türk-Alman münasebetleri I. Dünya Savaşında yapılan işbirliğinin hissi etkisi altında kalmış; fakat bu ilişkiler normal siyasi ilişkilerin ötesine geçmemiştir. İki ülke için de rejimlerin yıkılması ve toprak bütünlüğünün bozulmasıyla sonuçlanan büyük savaş sırasında, çok yoğun sürdürülen siyasi, askeri ve ekonomik ilişkiler doğal olarak kopmuştur 16. Savaş sonrasında yıkılan imparatorlukların üzerine, iki ülkede de daha önce hiç denenmemiş cumhuriyet rejimlerinin kurulması, yeni anayasaların belirlenmesi, iç ve dış politika hedeflerinin saptanması gibi yeniliklerle uğraşılması sonucunda, iki ülke ilişkileri yok denecek kadar azalmıştır. Bununla birlikte Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti, kuruluşunu ve anayasal düzene geçişini tamamladıktan kısa bir süre sonra Almanya Hükümeti ile diplomatik ilişkileri başlatmıştır. Çünkü iki ülkenin de kaderi aynı çizgilerde kesişiyordu ve tekrar var olmak için dünya siyasetinde barışçıl politika izlemişlerdir 17. Edward J. Erickson, 1. Dünya Savaşında Osmanlı (1914-1918) C. IV, Timaş Yay., İstanbul 2011, s. 98. 17 Ramazan Çalık, Türkisch-Deutsche Benzeiehungen Perspektiven aus Vergangenheitund Gegenwart, İslamkunde, Klaus Schwarz Verlag, Berlin 2011, s. 58. 16 8 Lozan Antlaşmasının imzalanmasından sonraki dönemde İngiltere ve Fransa ile olan sorunların devam etmesi, Türkiye Cumhuriyetinin iki ülke ile sürdürülen ilişkilerini asgari düzeyde ele almasına yol açmıştır. Oysa aynı dönemde Türkiye'nin gelişmek ve kalkınmak için, yoğun diplomatik ve ekonomik ilişkilere ihtiyaç vardı. Bu nedenle eski bağları kopmuş olsa da, iç ve dış politikaları değişse de eski müttefiki, geçmişte ekonomik ve siyasi ilişkilerin yoğun olarak yaşandığı Almanya, Türkiye tarafından tercih edilecektir. Bu tercihte etkili olan öğelerden birincisi, iki ülke arasında önemli bir sorunun olmayışı, ikincisi ise Almanya'nın potansiyel ekonomik ve endüstriyel gücünün çok iyi bilinmesiydi 18. Türkiye'nin diplomatik ve ekonomik ilişkiler kurmak için girişimde bulunduğu sırada Almanya da çok zor günler geçirmekteydi. Bir yandan savaş nedeniyle bozulan ekonomisinin verdiği sıkıntılar, diğer yandan Fransa'ya olan tamirat borçlarının getirdiği yük çok ağırlaşmıştı. Üstelik ekonomik sıkıntıların getirdiği iç huzursuzluk ve anarşizm, çözülmesi gereken çok önemli sorunlardı 19. 1.2.1.Türk-Alman Dostluk Antlaşması ve Maddeleri Savaş öncesi dönemde Alman endüstrisinin hammadde ihtiyacını büyük ölçüde karşılayan, Alman ekonomisinin en büyük pazarlarından birini oluşturan Türkiye ile yeniden diplomatik ve ekonomik ilişkiye girmek bulunmaz bir fırsattı. Diplomatik ilişkilerin yeniden başlamasıyla hem ekonomik ilişkilere zemin hazırlanacak hemde Türkiye'nin zengin hammadde kaynaklarından faydalanılacak ve böylece ekonomik sıkıntılar bir ölçüde giderilecekti. Almanya, Türkiye ile tekrar diplomatik, kültürel, ekonomik ve sosyal alanlarda bir bağ kurmak amacıyla Almanya’nın Bükreş Büyükelçisi Dr. Hans Freytag’ı, 1924 tarihinde Dostluk Antlaşmasını imzalamak üzere İstanbul’a yollamıştır. Nitekim Türk-Alman Dostluk Antlaşması (Türkiye ile Almanya Arasında Mün’akit Muhadenet Muahedenamesi) 3 Mart 1924 tarihinde Ankara’da imzalanmıştır20. Antlaşmayı Almanya adına Dr. Hans Freytag, Türkiye Cumhuriyeti 18 Koçak age., s. 6. Yavuz Özgüldür, Türk-Alman İlişkileri (1923-1945),Genelkurmay Basımevi, Ankara 1993, s. 35. 20 BCA., f.30.18.1.1., y. 9.18.20. Hakimiyet-i Milliye Gazetesi, 4 Mart 1924. 19 9 adına ise Hariciye Vekaleti Müsteşarı Tevfik Kamil Bey imzalamıştır. Bu antlaşma ile yaklaşık altı yıldır kesik olan ilişkiler tekrar kurulmuştur 21. Antlaşmanın birinci maddesi ile iki ülke arasında samimi, iyi niyetli, kalıcı bir dünya barışını isteyen bir anlaşmanın tesis edildiği söylenmektedir. Birlikte sürüklendikleri uzun, yıpratıcı ve yıkıcı bir savaş döneminin ardından, kurulan yeni diplomatik ilişkilerin samimi ve kalıcı barışa yönelik olması, bu iki ülkenin ilişkilerinden duyulan korku ve endişeyi de dağıtmıştır. Antlaşmanın üçüncü maddesi, iki ülke ilişkilerinin yönünü ve amacını açıkça ortaya koymaktaydı. Bu madde de karşılıklı konsoloslukların açılması ile ticari ilişkilerin başlatılması ve düzene konması istenmektedir. Ayrıca hukuki statüleri, dokunulmazlıkları uluslar arası hukuk kurallarına uygun şekilde garanti altına alınacak Başkonsolos, Ticaret Ataşesi, Katip gibi memurların karşılıklı olarak iki ülkede iskan ve ikametleri de kabul edilmiştir 22. Yukarıda söz edildiği üzere, her iki ülke sıkıntılı bir dönemin ardından gelişmek, kalkınmak, güçlü olmak zorundaydı. Bu iş için birbirlerini seçmeleri son derece isabetliydi. Öncelikle her iki ülke de Batı devletleriyle karşılıklı iyi niyete dayalı, samimi ilişkiler kuracak bir durumda değildi. Her iki ülke de I. Dünya Savaşı sonrasında Batılı devletlerce ağır barış antlaşmalarına zorlanmış, parçalanmış, dağıtılmışlardı. Ayrıca her ikisininde savaşın galibi Batılı devletlerle çözülmemiş siyasi ve ekonomik sorunları vardı. Bütün bunların yanında, Türkiye'nin gelişmek ve kalkınmak için Alman teknoloji ve endüstrisine Almanya'nın da Türkiye'nin zengin hammadde ve pazar olanaklarına ihtiyacı vardı. 1.2.2.İlişkileri Geliştirmek Üzere Büyükelçilerin Atanması Türkiye ile Almanya arasında diplomatik ilişkileri başlatan 1924 yılında imzalanan Dostluk Antlaşması gereğince karşılıklı Büyükelçilerin atanması kararlaştırılmıştı 23. Bu çerçeve de Türk hükümeti 8 Mayıs 1924 tarihinde onay vermiş ve Rudolf Nadolny bu tarihten geçerli olmak üzere Ankara’nın ilk Alman 21 BCA., f. 30.18.1.1., y. 9.15.12. İlhan Uzgel, "Türk-Alman İlişkileri", Türk Dış Politikası,Ed. B. Oran, İletişim Yay., İstanbul 2001, s. 299. 23 Özgüldür, age., s. 36. 22 10 Büyükelçisi olmuştur 24. Almanya, Nadolny’i özellikle Ankara’ya Büyükelçi olarak göndermiştir. Çünkü Nadolny Ankara Büyükelçiliği görevinden önce Stockholm Büyükelçiliği görevinde bulunmuş ve bu alanda çok başarılı ve önemli işler başarmıştır. Bundan dolayı Almanya’nın kalkınmasında lokomotifi olabilecek Türkiye’ye özellikle gönderilmiş bir devlet adamıdır. Türk hükümeti,Nadolny’e karşılık, Kemaleddin Sami Paşa’yı Berlin Büyükelçisi olarak 8 Ekim 1924 tarihinde atamış ve güven mektubunu Alman yetkililere sunmuştur. Böylelikle Kemaleddin Sami Paşa,Türkiye Cumhuriyetinin Berlin Büyükelçisi olmuştur 25. 1.2.3.Karşılıklı İkametgah Antlaşması Türkiye ile Almanya arasında 12 Ocak 1927 tarihinde Ankara'da imzalanan Karşılıklı İkamet Antlaşması, 1924 yılında imzalanmış olan Dostluk Antlaşması ile başlatılan diplomatik ilişkilerin hukuksal boyutunu ve önemli bir aşamasını oluşturmaktadır 26. Bu antlaşma sayesinde diplomatik ilişkilerde yakınlaşmanın temini ve ticari ilişkilerin gelişimi daha rasyonel biçimde sağlanacaktı. Lozan Antlaşmasına bağlı İkamet Antlaşması çerçevesinde imzalanan bu antlaşma ile her iki hükümet kendi sınırları içerisinde en imtiyazlı yabancılar statüsünü karşılıklı olarak kabul etmişlerdi. Karşılıklı çıkar ilişkileri üzerine kurulmuş bir dış politika izlemeye kararlı olan Türkiye, Almanya'ya tanıdığı ayrıcalıkların aynısını kendisi için istemiştir27. Antlaşma ile iki ülke ticari ilişkileri geliştirilerek, Alman ve Türk vatandaşlarının karşılıklı olarak iki ülke topraklarında hangi hukuki şartlar ve garantilerle ikamet edecekleri hüküm altına alınmıştır. Antlaşmanın ikinci maddesi gereğince, taraflar birbirleriyle uluslararası hukuk kurallarına uygun muamele göreceklerdi. Bu madde gereği, her iki ülke vatandaşları karşılıklı olarak ikamet etme gidip gelme ve birbirlerinin topraklarına yerleşme konularında tam bir serbestlik 24 Koçak, age., s. 10. BCA., y. 30.18.1.1., y. 10.41.4. 26 İsmail Sosyal, Türkiye’nin Siyasal Antlaşmaları (1920-1945), Cilt: I TTK. Yayınları, Ankara 1983., BCA., f. 30.18.1.1., y. 22.87.17. 27 BCA.,f. 30.18.1.1., y. 10. 42. 4. 25 11 içinde hareket edeceklerdi. İki ülke arasındaki serbest dolaşım, yerleşme ve ikamet serbesti, ilişkilerin giderek gelişeceğini açıkça ortaya koymaktaydı 28. Antlaşmanın diğer maddelerini incelediğimizde; taraflardan birinin ülkesinde diğer ülkenin tebaası, ülkenin kanun ve nizamlarına uygun olarak her türlü menkul ve gayrimenkullerin temini, tasarrufu haklarına sahip olduğu gibi, bunlara hibe, mübadele ve vasiyet yolu ile de malik olabilecekti. Antlaşmayı imzalayan devletlerden birinin vatandaşı, diğerinin ülkesinde her nevi sanat ve ticareti icra ve herhangi bir mesleğe girme hakkı getiriyordu. Üstelik antlaşmanın altıncı maddesi gereği, taraflardan birinin vatandaşı diğer ülkedeki ikameti esnasında askerlik hizmeti ile ilgili kanunlara tabi olmayacaktı. Dolayısıyla karşılıklı olarak ikamet etmek isteyen her iki ülke vatandaşları için de şartlar çok cazip hale getirilmişti. Şartlar böylesine cazip bir hale getirilirken elde ettikleri hukuki güvenceleri kötüye kullanmak isteyecekler için de gerekli önlemler alınmıştı. Toplum düzenini, sağlığını, ahlakını bozmaya çalışanlar ile devletin iç ve dış emniyetini bozmaya çalışanlar için ihraç hakkı da unutulmamıştır. Antlaşmanın son maddesi ise en ilginç olanıdır. Taraflardan birinin ülkesine yerleşmek ve ikamet etmek amacıyla gelen diğer ülke vatandaşları, yerli halkın yapabildiği her türlü ticaret, meslek, sanat ve benzeri faaliyetleri icra edeceği gibi, yerli halkın ödemekle mükellef olduğu vergiler dışında herhangi bir özel vergilendirmeye tabi olmayacaktır. Bu madde ile sanayi ürünlerini Avrupa ülkelerindeki ağır vergilendirme yüzünden pazarlayamayan ya da yeterince kar elde edemeyen Alman sanayi ve yatırımcılar için önemli bir fırsat yakalanmıştı. Alman sanayi ve yatırımcıları, Türkiye'de sürdürecekleri ticari faaliyetlerle, hem hammaddeleri uygun şartlarla temin edebilecekler hem de mamul maddelerinin pazarlanmasından büyük karlar elde edebileceklerdi 29. Antlaşmayı Türkiye açısından değerlendirdiğimiz zaman ise; hem Türkler Almanya sınırları içinde yerleşip ticaret yapabilme hem de sınırlı da olsa ticari mallarını Almanya'da özel ve ağır vergilere tabi olmadan pazarlama olanağı 28 Özgüldür, age., s. 37. Zeynep Özden Alantar, Türk Dış Politikasında Milletler Cemiyeti Dönemi,Der Yay., İstanbul 1994, s. 54. 29 12 yakalamıştır. Bu durum, Türk ekonomisinin gelişimi yolunda atılmış önemli adımlardan biridir 30. Karşılıklı İkametgah Antlaşması, yıkılan imparatorlukların ardından kurulan iki yeni cumhuriyet olan Almanya ve Türkiye’nin ticari gelişme, kalkınma ve güçlenme politikalarına yardımcı olmuştur. 1.3.Türk Alman Ticaret Antlaşması ve Önemi Bana göre,I. Dünya Savaşı öncesinde hiçbir hukuki önlem alınmadan verilen aşırı tavizler, Türkiye'yi diplomatik ve ekonomik açıdan Almanya'nın hegemonyası altına sokmuştu. Bu durumda Türkiye'nin siyasal yalnızlığının, ekonomik sıkıntılarının ve diplomatik hatalarının rolü büyük olmuştur. Türkiye, 1923 sonrasında yine ciddi boyutlarda ekonomik sorunlar yaşayan, hızlı kalkınmak zorunda olan ve siyasal yalnızlık çeken bir ülke durumunda idi. Türkiye'nin geçmişteki ilişkileri de dikkate alarak, endüstrisi gelişmiş durumdaki Almanya'yla diplomatik ilişkilere girmesini, isabetli bir yaklaşım olarak değerlendirmek gerekir 31. İmzaladığı bütün antlaşmaların karşılıklı çıkar esası üzerine oturtulmuş olması, ilişkilerde ulusal ve uluslararası hukuk kuralların korunmuş olması bunun göstergesidir. Ekonomik sorunlarını çözmek için sanayisini işletmeye ve sanayisinin ihtiyacı olan hammaddeleri en ucuz ve en verimli şekliyle temin etmeye mecbur olan Almanya'nın Türkiye'ye yönelmesi doğaldı. Türkiye hem çok zengin hammadde kaynaklarına hem de büyük bir pazar olanağına sahipti. İngiltere ve Fransa ile olan siyasi ve ekonomik sorunlar yaşayan Almanya için Türkiye'nin imkanları, servet kıymetinde idi. Almanya ile ilişkilerin geliştirilmesi, Türkiye açısından da büyük önem taşıyordu. Ekonomik sıkıntılarının yanında, sanayi ve teknolojiden de yoksun olan Türkiye, kalkınma hamlesinde Alman desteğini almak istemişti 32. 30 Özgüldür, age., s. 39. Ramazan Çalık, “Türk Alman İlişkileri 1918-1945”, Türkler Ansiklopedisi, Yeni Türkiye Yay., Ankara 2002, s. 814. 32 Özgüldür, age., s. 44-45. 31 13 İki ülke 2 Şubat 1927 tarihinde Türk-Alman Ticaret Antlaşmasını imzalamıştır33. Antlaşma ile ilk etapta bazı mallar üzerinde gümrük indirimini kabul etmiştir. Almanya'ya ihraç edilen, gümrük indirimi veya muafiyetine tabi Türk malları arasında kuşyemi, pamuk, fındık, incir, kuru üzüm, badem, antepfıstığı, afyon, palamut, halı, zımpara, şişler, çömlekler ve kutular sayabiliriz 34. Türkiye tarafından ithal edilen ve gümrük indirimine tabi olan Alman malları arasında; fildişi, sedef, boynuz, kemik, cam, porselen, suni ipek fırça, diş fırçası, kitap, demir ve çelik aletler işlenmiş maden ve kimyasal maddeler, oyuncaklar sayabiliriz 35. Giderek büyüyen bu ticaret hacmi karşısında iki ülke arasındaki 1927 tarihli Ticaret Antlaşması’nın yenilenmesine gerek duyulmuştur. Bu amaçla 27 Mayıs 1930 tarihinde Ankara’da yeni bir Türk–Alman Ticaret Antlaşmasını imzalanmıştır 36. İki ülke arasında 1928-1929 yıllarında büyük bir ticari gelişme kaydedilmiştir. Özellikle 1929 yılı Alman istatistikleri göz önüne alınınca Türkiye’den Almanya’ya 75,6 milyon Marklık ihracat yapılmasına karşılık, aynı yıl içersinde Almanya’nın Türkiye’ye 72,5 milyon Marklık bir ihracat yapıldığı görülmektedir. Almanya’nın 1924 yılında Türkiye’den 59,6 milyon Marklık ithalatına karşılık 49,2 milyon Marklık ihracat yaptığı göz önüne alınırsa iki ülke arasında ki ticaret hacminin 1929 yılında ne denli büyük bir gelişme gösterdiğine çok iyi bir delildir 37. Antlaşmanın birinci maddesi ile iki ülke birbirinden ithal ettikleri ham madde ve mamul maddelere üçüncü ülkelere uyguladıkları gümrük tarifelerinden daha yükseğini uygulayacaklarını garanti altına almışlardır.Beşinci madde gereğince uluslararası ticarete elverişli yolları üzerinde ticari mal ve yüklere, yolculara, gemilere, vapurlara, arabalara, vagonlara, trenlere vb. nakil araçlarına herhangi haraç ve 33 vergi ödemeden serbest geçiş hakkına sahip olmayı garanti BCA., f. 30.18.1.1, y. 23.7.9. BCA., f. 30.18.1.1., y. 15.60.13. 35 Osman Tokumbet, Alman-Türk Sanayi ve Ticaret Kılavuzu,İstanbul 1935, s. 37-38. 36 Hakimiyeti Milliye, 28 Mayıs 1930. 37 Statisches Jarhbuch,Berlin 1929, s. 251. 34 altına 14 almışlardır 38.Yani başka devletlere karşı ekonomik alanda Türkiye ve Almanya işbirliği içine girilmiştir. Yine aynı antlaşma ile Türkiye’den Almanya’ya ihraç edilen mallardan bazıları şöyledir; haşhaş tohumu, susam, keten, pamuk tohumu, kök boyalar, afyon, koyunyünü, ham deri, saf zeytinyağı, ham lüle taşı, işlenmemiş bakır, krom, kurşun vb. ürünler gümrükten tamamen muaf tutulmuştur. Bunun yanında incir, kuru üzüm, ipek ve yünlü halılara 100 kg. da 4 ile 700 Mark arasında gümrük resmi uygulanmıştır. Burada dikkati çeken konu şudur: Almanya’nın gümrük muafiyeti uyguladığı tüm Türk malları ham maddelerdir. Bu ürünlerin Türk ekonomisine katkısı fazla olmamıştır. Üstelik Almanya bu ham maddeleri işleyerek mamul madde olarak Türkiye’ye ihraç etme imkanı vardı. Oysa incir, kuru üzüm ve halı gibi Türk ekonomisine büyük katkısı olan mallara (özellikle 700 markla halıya), yüksek oranda gümrük tarifeleri uygulamıştır. Dolayısıyla, Almanya, bu yeni antlaşma ile daha karlı taraf olmuştur 39. 1.3.1.Türkiye'deki Alman Yatırımları ve Etkileri Kurtuluş Savaşından başarıyla çıkan, yüzyıllardır süregelen imparatorluk geleneğini yıkarak demokratikleşme sürecini başlatan genç Türkiye Cumhuriyetinin, 1923 sonrası sorunları çoktu. Bu sorunlardan bekli de en önemli olanı ekonomik kalkınmaydı ve 1923 yılında, Türkiye Cumhuriyetinin kendi olanaklarıyla bu hamleyi gerçekleştirmesi o dönem şartlarında zordu. Kısa bir süre içinde kalkınmak, çağdaşlaşmak için ne endüstrisi ne bilgi birikimi ne de yeterli mali kaynakları olan Türkiye'nin tek seçeneği, dış ticareti geliştirmekti 40. Bununla birlikte, I. Dünya Savaşı sonrası dönemde Avrupa'nın yeniden şekillenmesi, güçler arasındaki dengelerin bozulması, zoraki barış antlaşmalarının getirdiği borçlanmalar, kısıtlamalar, ürkeklikler nedeniyle uluslararası ticarette büyük bir hareketsizlik gözlenmekteydi. Türkiye'nin sahip olduğu zengin hammadde kaynakları, Avrupa pazarındaki önemli boşluğu dolduracak nitelikte olduğundan, 38 Özgüldür, age., s. 46. BCA., f. 30.18.1.1., y. 40 Yahya Tezel, Cumhuriyet Dönemi İktisat Tarihi,Olgaç Matbaası, Ankara 1970, s. 160. 39 15 Alman sanayi yatırımları ve dış ticareti Türkiye'ye yönelmeye başlamıştır. Üstelik Almanya, yeni kurduğu endüstrisi için ciddi biçimde hammadde sıkıntısı çekmekte, ürettiği malları pazarlama konusunda zorlanmaktaydı. İmparatorluk döneminde ekonomik ve askeri ilişkiler kuran, birbirlerini yakından tanıyan, sahip oldukları değerleri iyi bilen bu iki ülkenin birbirlerine yönelmeleri, belirtilen şartların zorlamasıyla olmuştur. 1924 tarihindeki Dostluk Antlaşmasının ardından imzalanan 12 Ocak 1927 ve 27 Mayıs 1930 tarihlerindeki Türk-Alman Ticaret Antlaşmaları, Alman yatırımcıların hammadde ve pazar açısından bu çok verimli ülkeye yönelmesinde etkili olmuş ve onlara hukuki güvenceler sağlamıştır 41. Gelişen Almanya'nın aksine savaş sonrası dönemde enflasyonun kötü etkilerini yaşamış, aşırı dış borçlanmaya yönelmemiş olan Türkiye, 1927 senesinde Dresdener Bank ile yeni demiryolları inşası konusunda bir sözleşme imzaladı. 19271931 yıllarındaki demiryolu inşası sırasında malzemelerin temini, Alman standartlarına uygun inşa zorunluluğu Alman sanayicinin Türkiye'ye yönelmesinde etkili olmuştur. Birçok Alman nakliyat şirketi; Schenker, Allgemeine, Hans König vb. şirketler Türkiye’de şube açmışlardır. Türkiye açısından bakıldığında, bu devlet cumhuriyetin ilanından sonra çağdaş, uygar, güçlü, ekonomik kalkınmasını sağlamış bir ülke olma yolunu seçmişti. Bu uğurda kalkınma hamlesi başlatan Türkiye Cumhuriyetinin hammadde sıkıntısı bulunmuyordu. Fakat yeraltı ve yer üstü zengin maden yataklarının işletilmesi, çıkartılacak hammaddelerin işlenerek mamul haline getirilmesi, endüstrileşme, teknoloji transferi gibi konularda sıkıntı büyük boyutlardaydı. Türkiye'nin bu sorunları çözebilecek ne teknolojisi ne birikimi ne de endüstrisi vardı. Oysa Almanya, gelişmiş endüstrisi, üstün makine sanayisiyle, Türkiye'nin tüm ihtiyaçlarını karşılayabilecek durumdaydı. Nitekim Türkiye'nin endüstriyel kalkınma hamlesinde Alman makine sanayi ön saflarda yer almıştır. Almanya, Türkiye'ye fabrikalar kurabilmesi için makine ve diğer sanayi malzemeyi satmak suretiyle kalkınma planlarına katkıda bulunmuştur. Türkiye'nin kalkınma hamlesinde önemli bir yer tutan tekstil, maden, selüloz, kimya, cam, 41 BCA., f. 30.18.1.1., y. 15.60.2., Özgüldür, age., s. 50-51. 16 seramik sanayi, elektrik makine kabloları, yalıtımlı telefon kabloları kapsayacak şekilde Alman sanayisi tarafından kurulabilmiştir 42. İmparatorluk döneminden beri Türkiye'de demir yolları yapımını yürüten Alman sanayisi, cumhuriyet döneminde demiryolu politikasına daha fazla önem vermişti. Ülkeyi baştanbaşa demiryolu ağlarıyla birbirine bağlamaya kararlı olan Türkiye, bu işin gerçekleştirilmesinde Alman firmalarını tercih etmiştir. Karadeniz'i Akdeniz'e demiryolu ile bağlama projesi ile Balıkesir-Kütahya hattının AnadoluBağdat hattı ile birleştirme çabaları ve tren yollarının inşası için gerekli büyük çaptaki demir malzemenin alımı için Almanya'da bulunan Krupp tesisleri ile anlaşmaya varıldı 43. 1.3.2.Türkiye’nin Almanya’daki Ticari Faaliyetleri Türkiye’nin Almanya’daki ticari faaliyetleri arasında çok önemli roller üstlenen Türk Ticaret Odası9 Haziran 1928 yılında Berlin’de açılmıştır 44. TürkAlman Ticaret Antlaşmasının dördüncü ve yedinci maddelerinin tanıdığı haklardan yararlanarak açılan Berlin Türk Ticaret Odası, bir yandan Türk tarım ürünlerinin ham madde ve maden cevherlerinin Almanya’da tanıtılması ve satış işlerini yürütürken bir yandan da Türkiye için gerekli olan ileri teknoloji ürünü sanayi ürünlerini birinci elden temin etmekteydi 45. Berlin Türk Ticaret Odası, Alman Hükümeti tarafından bizzat desteklenmiştir. Çünkü Almanya bu kurum aracılığıyla Türkiye ile olan ticari faaliyetleri artırmayı hedeflemiştir. Ocağın diğer önemli çalışması ise Türk gençlerinin çalışmak amacıyla Alman müesseselerine ve fabrikalarına kabulü ile Alman gençlerinin Türk hizmetine alınmasında aracılık etmiştir 46. Türkiye 1930'lu yıllarda Almanya'ya çalışmak üzere Türk gençleri yollamıştır. Türkiye'nin kalifiye eleman ihtiyacının büyük bir bölümü ise Almanya'dan karşılanmıştır. Almanya'ya giden gençlerin bir bölümü yüksek tahsillerini tamamlamak, bir diğer bölümü de 42 BCA., f. 30.18.1.1., y. 14.42.10. Stefanos Yerasimos, Az Gelişmişlik Sürecinde Türkiye,Çev. B. Kuzucu, Gözlem Yay., İstanbul 1974, s. 1316-1317. 44 Cumhuriyet, 8 Ağustos 1928. 45 Özgüldür, age., s.54. 46 Almanya’da Türk Ticaret Odası, s. 74-79. 43 17 gelişmiş Alman endüstrisinin fabrika ve müesseselerinde teknik bilgi ve becerilerini geliştirmek amacıyla gitmişlerdir. Bunlar bir süre sonra Türkiye'ye dönecekler ve kalkınma hamlesinde rol alacaklardır. İki ülke arasındaki ilişkiler sadece ekonomik alanda gerçekleşmemiş kültürel alanlarda da ilişkiler yoğunluk kazanmıştır. 1918 senesinde kapatılan İstanbul’daki Alman Okulu 16 Kasım 1924 tarihinde yani, Ankara’nın ilk Alman Büyükelçisi Nadolny’nin göreve başlamasından yaklaşık altı ay sonra açılmıştır 47. Yine Ziraat Vekaletinin Berlin Büyükelçiliği aracılığıyla 1926 yılı başlarında Doç. Dr. Kral Julius Horn ile hayvancılık alanında sözleşme imzalamış ve bu antlaşma ile Dr. Horn, dört yıl boyunca hayvancılık alanında genel müfettiş olarak görevlendirilmiştir. 1926 yılında yine Türk Devlet fabrikalarında görevlendirilmek üzere Alman uzman Fritz Neumann hizmette bulunmuştur. Dr. Hermann Lüscher, Ankara’da Harita Umum Müdürlüğünde 1926-1928 yılları arasında görev almıştır. Leipzig Üniversitesi Ziraat Enstitüsü Müdürü Prof. Dr. Friedrich Falke kurulmakta olan Yüksek Ziraat Okulunun düzeninin sağlanması ve Okulun Rektörü olması için 1932 yılında Ankara’ya davet edilmiştir. Prof. Dr. Friedrich Falke ile birçok Alman hoca görev almıştır. 30 Ekim 1933 tarihinde Yüksek Ziraat Enstitüsü adını almıştır. Bunun gibi daha birçok alanda Alman hocalar ve uzmanlar Türkiye’de görev almıştır. Türkiye’den de Almanya’ya birçok genç ile Türk görevlileri gönderilmiştir. Almanya’ya 1932 yılında 137 Türk öğrenci çeşitli yüksek okullarda eğitim görmek amacıyla gönderilmişlerdir. Bu öğrenciler Türkiye’ye döndükleri zaman ülkenin kalkınmasında önemli güç unsuru olacaklardı. Türkiye, güvenlik örgütlerinde görevli personelin Almanya’da eğitim görmesi için gerekli adımları atmış ve bu çerçevede 1931 senesinde Türk Polisi İlhan Bey, eğitim amacıyla Berlin Polis Teşkilatında görev almıştır. Ayrıca Dr. Ahmet İhsan Bey’de Almanya’da tıp araştırmalarında staj yapmıştır 48. 47 BCA., f. 30.18.1.2. y. 11.39.1. Koçak, age., s. 42-43. 48 18 1.3.3.Türk-Alman Ticaret İstatistikleri Türk-Alman ticaret hacmini anlayabilmek için 1924-1932 yılları arasındaki, iki ülke ticaret istatistiklerinin incelenmesi en doğru yoldur. Çünkü bu dönemde daha Hitler iktidara gelmemiş ve ticari ilişkiler çok olumlu yürütülmüştür. Ancak iki ülke istatistikleri göz ününe alındığında rakamlar birbirini tutmamaktadır. Tek tek ticari ürünler üzerinde durmaktansa bir bütün halinde yıllık genel ticaret hacimleri ele alınmıştır. İki ülke ticaret istatistikleri incelendiğince Tablo 1.1 ve 1.2’de ortaya şöyle bir sonuç çıkacaktır. Tablo 1.1,’de 1924-1932 yılları arasında 1 Türk lirasının Alman Markı karşılığı aşağıdaki tabloda yıllara göre verilmiştir 49. Yıl 1924 1925 1926 1927 1928 1929 1930 1931 1932 49 TL 1 1 1 1 1 1 1 1 1 Mark 2.45 2.31 2.18 2.16 2.14 2.04 2.00 2.00 2.00 Almanya’da Türk Ticaret Odası,Berlin, s. 107. 19 Tablo 1.2,’deTürk İstatistiklerine Göre Türkiye-Almanya Genel Ticareti (19241932) 50. Yıl Türkiye'den Almanya’nın Genel Türkiye'ye İthalat (%) İthalatına Oranı (%) İhracat (%) Almanya'nın İhracatına, Oranı (%) 59,6 0,7 49,2 0,7 69,1 0,6 65,2 0,6 54,7 0,5 75,4 0,7 63,0 0,4 67,5 0,6 72,0 0,5 65,9 0,5 75,6 0,6 72,5 0,5 69,0 0,7 48,3 0,4 52,6 0,8 47,4 0,5 40,1 0,9 31,0 0,5 1924 1925 1926 1927 1928 1929 1930 1931 1932 Almanya’da Türk Ticaret Odası,Berlin, s. 109. 50 Genel 20 Tablo: 1.3,’deAlman İstatistiklerine Göre Türkiye-Almanya Genel Ticareti (19241932) 51. Yıl YAlmanya'dan Türkiye Genel Almanya'ya Türkiye,Genel İthalat İthalatına Oranı İhracat (%) İhracatına Oranı (%) (%) 42,4 9,9 51,6 12,9 62,2 1,3 62,9 14,3 71,4 13,8 52,4 12,6 65,4 14,2 32,0 9,3 67,2 14,2 47,1 12,8 77,6 15,3 40,8 13,3 54,2 18,6 39,4 13,1 54,0 21,2 27,0 10,7 40,0 23,3 27,4 13,9 1924 1925 1926 1927 1928 1929 1930 1931 1932 Almanya’da Türk Ticaret Odası,Berlin, s. 110. 51 21 Yukarıdaki 1.1. ve 1.2. tablolarına bakıldığında, iki ülke arasındaki ticari ilişkilerin, 1928-1929 yıllarında büyük bir gelişme gösterdiği anlaşılmaktadır 52. Özellikle 1929 yılı Alman istatistikleri göz önüne alındığında Türkiye'den Almanya'ya 75,6 milyon marklık ihracat yapılmasına karşılık, aynı yıl içinde Almanya'nın Türkiye'ye 72,5 milyon Marklık bir ihracat yaptığı görülmektedir. Almanya'nın 1924'de Türkiye'den 59,6 milyon marklık ithalatına karşılık 49,2 milyon Marklık ihracat yaptığı göz önüne alınırsa, iki ülke arasındaki ticari hacminin 1929 yılında ne denli büyük bir gelişim gösterdiği daha iyi anlaşılır. 1.3.4.1929 Dünya Ekonomik Buhranı ve Sonuçları Amerika Birleşik Devletleri’nden başlayarak tüm dünya ülkelerini olumsuz etkileyen dünya ekonomik krizi Avrupa’da en çok Almanya’yı etkilemiştir. Bu kriz sonucunda Alman markı büyük değer kaybetmiştir. Dolayısıyla 1930-1931 yılları arasındaki Alman ve Türk dış ticaret istatistiklerine bakıldığında, iki ülke arasındaki ithalat ve ihracat gelirlerinde çok büyük bir düşüş yaşanmıştır. 53 Tek tek bankaların iflas etmesi Alman halkında panik yaratmış ve herkesin bankalardaki paralarını çekmek istemesi üzerine Alman ekonomisi iyice köşeye sıkışmıştır. 1929 Dünya Ekonomik Krizi, Almanya’nın sadece I. Dünya Savaşının tazminatını ödemesini engellemekle kalmamış, aynı zamanda Alman ekonomisini çökertmiştir. Bu kriz sonucu enflasyon bir anda fırlamış; birçok sanayi dalı kapanmış ve bunun sonucu olarak işsizlik sayısı altı milyona yükselmiş, ülke Dawes Planı öncesindeki durumundan daha kötü duruma düşmüştür. Yaşanan olumsuz tablo sadece Nazilere yaramıştır. Çünkü bu tür ortamlardan beslenen aşırı milliyetçilik hızla artmış, onlara iktidara giden yolu açmıştır ve 1933 tarihinde Hitler başa geçerek yeni bir Almanya meydana gelmiştir 54. Almanya’daki bu olumsuz gelişmeler direk olarak Türk ekonomisini de büyük ölçüde zarara uğratmıştır. Özelliklede dış ticarette en çok imtiyaz verdiğimiz ve birçok alanda antlaşma sağladığımız Almanya’nın bu durumu gelişmekte olan Ayla Demiral, İkinci Dünya Savaşı Türk-Alman İlişkileri (1939-1945),Gazi Üniversitesi, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara 1995, s. 23. 53 Özgüldür, age.,s. 61. 54 Sezen Kılıç, Türk Basınında Hitler Almanya’sı (1933-1945), TTK. Yay., Ankara 2010, s. 13. 52 22 Türkiye’yi de derinden etkilemiştir. İstanbul’da faaliyet gösteren Deutsche Bank ile Orient Bank’ta bu krizden nasbini almıştır. Markın büyük değer kaybetmesi, Almanya’ya ihracat yapan Türk tüccarlarını olumsuz yönde etkilemiştir 55. Bu iki bankada paraları olan Türkler de bankalardan paranı çekmek isteyince neredeyse bankalar nefes alamaz hale gelmiş ve bunun üzerine Türk hükümeti müdahale ederek halkın zararını en aza indirmek için çaba göstermiştir. 1.4.Almanya'nın Türkiye'deki Askeri Faaliyetleri Versay Antlaşması hükümleri gereği Alman ordusunun dağıtılması ve askeri faaliyetlerin kısıtlanması, çok sayıda subayın işsiz kalmasına yol açmıştır. Türk ordu yapısının Alman sistemi üzerine kurulmuş olması, bu işsiz Alman subaylarının bir kısmının Türk Harp Akademisinde görev almalarını sağlamıştır. Ancak diğer Avrupa Devletleri’nin tepkilerinden çekinildiği için, 1924 yılında imzalanan Dostluk Antlaşmasının ardından diplomatik ilişkiler başlatılmış olmasına rağmen, kişisel sözleşmelerle 1926 yılından itibaren işsiz veya emekli Alman subayları, Harp Akademisi'nde sözleşmeli öğretmen olarak, subay statüsüyle görev almıştır. Alman Hükümeti ve ordusu ile hiçbir ilişkisi olmayan ve Türk hükümetiyle imzaladıkları kişisel sözleşmelerle görev alan Alman subaylar, Harp Akademilerinde taarruz, topçuluk, levazım, havacılık, harp tarihi gibi derslerde öğretmen olarak görev almışlardır 56. Alman Hükümetince verilmiş bir resmi görevleri olmamasına rağmen, Harp Akademisinde görev alan emekli veya işsiz Alman subayları, Türk kurmay subayları ve dolayısıyla da Türk ordusu üzerinde çok etkili olmuşlardır. Alman subaylar sayesinde, modern Türk ordusu kurma çalışmalarına dolaylı yoldan olsa da, Almanya'da katkı sağlamıştır. Geçmişte olduğu gibi Türk kurmay subayları üzerinde olumlu etkiler ve hayranlıklar yaratan bu Alman subayların sayısı 1933 yılından sonra giderek artış kaydedecektir. 55 Özgüldür, age.,s. 61-62. Muharrem Mazlum İskora, Harp Akademileri Tarihçesi 1930-1965,Genelkurmay Basımevi, Ankara 1966, s. 134-136. 56 23 Alman subayların disiplini, bilgi birikimi askeri şahsiyetleri etkili olduğu gibi, geçmişteki silah kardeşliğinin ve kurulan sıkı dostlukların varlığı Türk ordusu ve kurmay subayları üzerinde derin tesirler yaratmıştır 57. Bu avantajı iyi değerlendiren Almanya, 1934 yılından itibaren Türkiye'ye askeri heyetler göndermeye başlamıştır. Bunun bir nedeni de Nazi Partisinin 1933 yılından itibaren Almanya'da iktidarı ele geçirmesi ile beraber Türk ordusu üzerinde hassasiyetle durmalarından ileri gelmektedir. Alman ordusunun tekrar eski gücüne gelerek, "Hayat Alanı" teorisini gerçekleştirmek için Türkiye'ye ve onun potansiyel kaynaklarına ihtiyacı vardı. Türkiye'nin maden kaynakları özellikle krom Almanya için son derece önemli idi. İki ülke ordularının tekrar birbirine yaklaştırmak için ilk olarak askeri heyetler gönderilmeye başlandı. İkinci olarak da harp akademilerinde görevli Alman subayların etkili propagandaları bu yakınlaşmada etkili olmuştur. Almanya ilk askeri heyetini 1934 yılı Kasım ayında Türkiye'ye yollamıştı. Bu heyet Ankara'da Genelkurmay Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak tarafından memnuniyetle karşılanmıştır 58. Türk ordusunu ziyaret eden Alman askeri heyetinin içinde bulunan ve Türkçeyi çok iyi konuşan Alman subaylardan Hans Rohde, geçmişte harp akademilerinde öğretmenlik yapmakla beraber, 1935 yılında Ankara'ya askeri ateşe olarak görevlendirilmiştir 59. Harp akademilerin de gizliden yapılan propaganda faaliyetleri ile Türk ordusu, Nazi Almanya'sının yanına çekilmeye çalışılıyordu. Çünkü Türk ordusunun gelecekte ki komuta grubu akademi içinden çıkacağı düşünüldüğünde bu propagandaların ne kadar önemli olduğu anlaşılmaktaydı. 1.5.Nazi Almanya’sında Türk-Alman İlişkileri (1933-1939) 1.5.1.Dış Politikada Farklılıklar Türk-Alman ilişkilerinin önemli dönüm noktası sayılabilecek 1933 yılı, her iki ülke de iç ve dış politikaların değişikliğe uğradığı yıldır. Türkiye, henüz on yıllık bir cumhuriyet olmasına rağmen toplumu çağdaş ve uygar bir yapılanmanın içine Johannes Glasneck, Türkiye'de Faşist Alman Propagandası,Çev. Arif Gelen, Onur Yay., İstanbul 1978, s. 76-77. 58 Ulus,15 Kasım 1934. 59 Özgüldür, age.,s. 94. 57 24 sokmuş, hızlı sanayileşme, refaha ulaşma politikaları üretmeye başlamıştır. Ancak 1923-1933 yılları arasındaki dış ticareti artırma ve her türlü teşebbüsün desteklemesi istenilen sonucu vermemiştir 60. Bu çerçeve de Almanya ise daha fazla talepler içindeydi. Türkiye ise, Lozan’da düzenlenen biçimiyle tatmin olmayarak bazı konularda (Hatay ve Boğazlar üzerinde) taleplerde bulunuyordu. Dış politika alanındaki bu benzerlikler nihayet bir noktada sona eriyordu; çünkü Almanya, temelde I. Dünya Savaşı sonunda imzalanan barış antlaşmalarıyla düzenlenmiş statükoyu kabul etmiyor ve onu eline geçen ilk fırsatta değiştirmeyi amaçlıyordu. Türkiye ise, Lozan ile tatmin olmuş ülke olarak, temelde statükonun sürmesini destekliyor ve dış politika ilgili taleplerini ikinci planda tutuyordu 61. Hitler ile ilk teması Temmuz 1933 yılında Berlin’e giden Türk parlamenterleri yapmıştır. Yapılan bu görüşmede Hitler, Türk Bağımsızlık Savaşının kendisini aydınlatan bir örnek olduğunu söylemiş, Alman yetkililer de Atatürk ile Hitler arasındaki benzerlikleri dile getirerek iki ülke arasında ortak noktalar kurmayı amaçlamışlardır. Türkiye, bu dönemde Almanya’nın Versay Antlaşmasından kurtulma çabasını sempati ile karşılamış ancak mevcut statükonun korunmasını istemiştir. Hitler’in iktidara gelişiyle birlikte iki ülke arasında doğan ilk anlaşmazlık, Türkiye’nin oluşumunda önemli rol üstlendiği 1934’deki Balkan Paktı konusu olmuştur. Çünkü Almanya’nın “Hayat Alanı”, projesi kapsamında Balkanlar önemli yer tutmaktaydı. Türkiye’nin, İngiltere ve Fransa’ya yaklaşması ve bunun sonucunda Montreux Boğazlar Sözleşmesinin imzalanması Almanya’yı daha da rahatsız etmiştir 62.Nitekim Montreux Sözleşmesinin imzalanmasından sonra, 26 Şubat 1937 tarihinde, Almanya Türkiye'ye verdiği bir notada, "sözleşmede bazı hükümlerin, özellikle Sovyet savaş gemilerinin Akdeniz'e serbestçe çıkabilmeleri ile ilgili olanlarının, Alman Hükümeti tarafından tasvip edilmediğini" açıklamıştır 63. 60 Özgüldür, age.,s. 70. Koçak, age.,s. 97. 62 Kılıç, age.,s. 129. 63 Fahir Armaoğlu, "İkinci Dünya Harbinde Türkiye", A. Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi,C. XIII, S. 2, Haziran 1958, s. 32. 61 25 1.5.2.Hitler’in Dış Politikası ve Türkiye Adolf Hitler, daha iktidara gelmeden yıllar önce kaleme aldığı ünlü kitabı “Kavgam” da, I. Dünya Savaşında ülkesinin müttefiki olan Türkiye’ye III. Reich’ın ittifak politikası alanında yalnızca ikinci rol, hatta açıkça olumsuz bir rol yüklemekteydi. Hitler’e göre, Almanya’nın Türkiye gibi ülkelerle ittifak yapması savaşı zaten kaybetmek demekti. Bu görüş açısından Türkiye, Nasyonal Sosyalist Alman dış politikasının ilgi alanına girmiyordu 64. Almanya, 1933 yılında Hitler'in iktidara gelmesinden sonra silahlanmaya, siyasi ve iktisadi nüfuzunu arttırmaya başlayınca, hızla gelişen iktisadi gücünü, siyasi emellerini gerçekleştirmek için kullanmıştır. Nasyonal Sosyalist Partisinin iktidarında, Alman dış politikasında Türkiye'nin siyasal olarak bir önem taşımadığının bir göstergesi, Almanya'nın Ankara Büyükelçiliğini uzun süre boş bırakmış olmasıdır. I. Dünya Savaşından sonra kurulan Weimar Cumhuriyetinin ve Ankara'nın ilk Alman Büyükelçisi Rudolf Nadolny, 8 Mayıs 1924 yılında göreve başlamış ve Nadolny’nin 1933 yılında görevinden ayrılmasıyla uzun süre büyükelçilik koltuğu boş kalmıştır. Nasyonal Sosyalist Partisinin, Adolf Hitler'in önderliğinde iktidarı ele geçirmesiyle birlikte Alman dış politikasının yönü, Kayzer II. Wilhem döneminde olduğu gibi tekrar Yakındoğu'ya çevrilmiştir. Hitler, Versay Antlaşmasının getirdiği kısıtlama ve yasaklamaları reddeden, Avrupa'daki tüm Almanları bir bayrak altına alan güçlü bir Almanya yaratabilmek için, endüstriyel açıdan güçlenmeyi hedeflemişti. Bunun en kolay ve çabuk yolu da Almanya'ya zengin ve ucuz hammadde kaynakları temin etmekti. Tıpkı II. Wilhelm gibi, Adolf Hitler de 1933’den itibaren Alman endüstrisine hayat verecek zengin hammadde kaynaklarına sahip Doğu Avrupa'ya ve bu arada Türkiye'ye yönelmiştir 65. Nasyonal Sosyalist Partisi iktidar için, Versay Antlaşmasından kurtulması gerekiyordu. Çünkü Nazi Hitler’inin parti politikası bu doğrultuda kararlaştırılmıştı ve bu durum Alman halkı tarafından çok iyi derecede destekleniyordu. Bu Koçak age.,s. 99. Ayrıca Hitler’in Kavgam adlı kitabın orijinal adı “Mein Kampf”dır. Demiral, agm., s.36-37 64 65 26 doğrultuda Almanya’nın yeniden silahlanmasını ve zorunlu askerlik gibi olmazsa olmazlarını yapmasını kuvvetlendiriyordu. Almanya, bu amaç doğrultusunda 1933 yılı sonbaharında Cenevre Silahsızlaşma Konferansından ve Milletler Cemiyetinden ayrılmıştır 66. Alınan karardan birkaç hafta sonra, Tevfik Rüştü Aras, Almanya Dışişleri Bakanı Neurath ile Berlin’de görüşmüş ve dünya barışı için bu kararlardan vazgeçilmesi konusunda telkinlerde ve çağrıda bulunsa da kabul görmemiş ve 16 Mart 1935 tarihinde Versay Antlaşmasının yasakladığı zorunlu askerlik hizmetini yeniden başlattığını dünya kamuoyuna duyurmuştur. Almanya’nın Versay Antlaşması gereğince Ren Bölgesini askerden arındırması karara bağlanmıştı. Fakat bu antlaşmayı tanımadığını açıklayan Almanya 7 Mart 1936 tarihinde Ren Bölgesine askeri birliklerini yığmaya başlamıştır. Bunun üzerine Hariciye Vekaleti Genel Sekreteri Numan Menemencioğlu, Ankara’nın Alman Büyükelçisi Keller ile görüşerek yaşanan olayların Türkiye’yi doğrudan etkilemediğini vurgulamıştır. Almanya’nın bu politikasının dünya barışını tehlikeye atacağının da altını çizmiştir 67. Almanya’nın yayılmacı politikası ve onun gibi düşünen İtalya’nın da yayılmacı bir politika izlemesi Türkiye’yi endişelendirmiştir. Çünkü Almanya ile İtalya ortak hareket ediyordu. Türkiye ise İtalya’nın özellikle I. Dünya Savaşında elde edemediği adalar için ne kadar istekli olduğunu çok iyi biliyordu. Bu konunun rahatsızlığı Hariciye Vekaleti tarafından Alman yetkililerine bildirilmesine rağmen Almanya, Türkiye’yi dikkate almamıştır. Bunun neticesinde yaşanan olaylar sonucunda Türkiye, İngiltere ve Fransa gibi devletlerin etkisi ve politikası altına girmeye başlamıştır. 1.5.3.Türkiye’nin Berlin Büyükelçiliğinde Değişiklik Türkiye’nin Berlin Büyükelçisi Kemaleddin Sami Paşa 15 Nisan 1934 tarihinde Berlin’de vefat etmiştir. Alman Hükümeti 19 Nisan’da büyük bir cenaze Ramazan Çalık, Türkisch-DeutscheBenzeihungen Perspektiven aus Vergangenheitund Gegenwart, İslamkunde, Klaus Schwarz Verlag, Berlin 2012, s. 59. 67 Koçak, age.,s. 111. 66 27 töreni yaparak Türkiye’ye başsağlığı dilemiştir. Türkiye, Berlin Büyükelçiliğine vakit kaybettirmeden Mehmed Hamdi Argap Bey’i atamıştır. Argap güven mektubunu 26 Mayıs’ta Hindenburg’a sunmuş ve törende yapılan konuşmada TürkAlman ilişkilerinde yakınlaşma olması için mesai harcayacağını vurgulamıştır 68. 1.5.4.Türk Alman Dostluğunu Geliştirme Çalışmaları Nazi hayat alanı teorisiyle bir dünya imparatorluğu yaratmak niyetinde olan Alman generalleri, Türkiye ile yakın ilişkilere girerek hem savaş sanayi için gerekli olan krom, bakır, mangan cevherleri ile pamuk ve tiftik sağlamayı hem de İngiltere ve Fransa'nın Yakındoğu'daki durumunu Hindistan ile olan bağlarını tehlikeye sokmak istiyorlardı 69. Türkiye ile ekonomik ilişkilerin kurulmuş olması, Hitler Almanya'sı için hiç de yeterli seviyede değildi. Dolayısıyla, Almanya bu çok zengin hammadde kaynaklarını çok ucuza ve Türkiye'yi ekonomik açıdan bağımlı kılacak biçimde ele geçirmenin yollarını aramalıydı. Bu iş için en uygun yol, I. Dünya Savaşı öncesi başlayan ve savaş içinde silah arkadaşlığına dönüşen Türk-Alman Dostluğunu yeniden canlandırmak gerekiyordu 70. Türk-Alman Dostluğunu geliştirme politikasında, Alman Askeri Heyetlerinin Türkiye'yi sık sık ziyaretine ayrı bir önem verilmişti. Diğer yandan, bizzat Hitler tarafından Almanya'ya davet edilen Türk heyetleri ve Türkiye'ye gönderilen Alman heyetleri aracılığıyla dostluk geliştirilmek istenmiştir. Boğazlar rejiminin Montreux'de belirlenmesi ve özellikle Türkiye'ye Boğazlar Bölgesini tekrar tahkim hakkı tanınması üzerine, Türkiye'nin Güneydoğu Avrupa'daki önemi artmış ve bu yüzden Sovyetler Birliği, İngiltere ve Almanya Türkiye'nin dostluğunu kazanmak için gayret sarf etmişlerdir 71. 1933 ve 1936 yıllarında, ekonomik ihtiyaçlarını giderebilmek için savaş yolunu seçmeyen Almanya, II. Wilhelm Döneminde olduğu gibi Türkiye ile çok yakın dostluklar 68 Koçak, age.,s.100. Glasneck, age.,s. 10. 70 Özgüldür, age.,s. 72. 71 Turgut Menemencioğlu, "Atatürk'ün Dış Politikası ve Bunun İkinci Dünya Savaşındaki Uygulaması ", İ. Ü. Sosyal Bilgiler Fakültesi Dergisi,C. I, S. 1, İstanbul 1983, s. 205. 69 28 kurma, Türkiye'yi ekonomik açıdan kendine bağımlı kılma, endüstrisinin ihtiyacı olan hammaddeleri ucuza temin edebilmek yolunu tercih etmiştir. Bu amaçla, Türkiye'nin dostluğunu ve güvenini kazanabilmek için çıkarlarına ters düşse de Boğazlar konusunda Türkiye'yi desteklemiştir 72. Türkiye ile Almanya arasındaki ticari ilişkilerde 1933 yılından itibaren, hissedilir derecede artış kaydedilmiştir. Nazi Almanya'sının, ekonomik sorunlarını aşıp güçlü bir endüstri devleti olmak için başlattığı kalkınma hamlesinde Türkiye önemli bir pay sahibi olarak kabul ediliyordu 73. Cumhuriyetin ilanından itibaren geçen on yıllık süre içinde Türkiye, tarımsal üretimde büyük bir artış kaydetmesine karşılık, pazarlama işinde aynı ölçüde başarısız olmuştur. Bilgi ve organizasyon eksikliği yüzünden Avrupa pazarına giremeyen Türkiye için Almanya ile ticareti arttırmak son derece önemliydi. Zira Almanya sayesinde Türk ihraç ürünlerinin Avrupa pazarına tanıtımı ve ihracı mümkün olabilecekti. Bunun için Türk mallarının Avrupa pazarında tanıtılması ve yeni pazarlara sunulması için Türk Alman Ticaret Antlaşmasına ek madde olarak tanıtım maddesi de konulmuştur 74. Almanya'daki Nasyonal Sosyalist iktidarının, Türkiye'yi siyasi ve ekonomik nüfuzu altına alma yönündeki politikası diplomatik ilişkilere de etki etmiştir. Nitekim Almanya, Türkiye'nin kalkınma hamlelerine yardımcı olabilecek tek ülke imajını vermişti. Tablo 1.3,'de de görülebileceği üzere 1933-1939 yılları arsında gelişen ekonomik ilişkilerle Türk ekonomisinde Almanya'nın payı % 50'lere varmıştı. Kısacası Almanya'nın Türkiye'deki sanayi yatırımları, iki ülkenin siyasi ilişkilerini geliştirme çabaları, gelişen ekonomik ilişkileri Türkiye'deki Alman etkisini arttırmıştır. Armaoğlu, agm., s. 39. Menemencioğlu, agm,. S. 207. 74 BCA., 30.18. 1.2., y. 66.59.3. 72 73 29 Tablo 1.3:1933-1938 Yılları Arasında Türk-Alman Ticaret İstatistikleri 75. Yıl Almanya'nın Almanya'nın Ülkelerin Toplam Almanya İçin Türkiye'den Türkiye'ye Ticaret Hacmi İthalatı İhracatı + Aktif — Pasif 1933 37,9 36,3 74,2 —1,6 1934 67,5 50,9 118,4 —16,6 1935 93,4 67,3 160,7 —26,1 1936 118,5 79,4 197,9 —39,1 1937 97,7 111 208,7 +13,3 1938 115,9 151,4 267,3 +35,5 Almanya, 1934 yılından itibaren Türk ihraç ürünlerine piyasa fiyatlarından çok yüksek bedeller ödemeye başlamıştır. Bu da ürünü daha fazla fiyata satın aldığını söyleyen Almanya'nın asıl niyet ve politikasını ortaya çıkarmıştır. Türk ihraç ürünlerini yüksek fiyatlara ve ihtiyacının çok üstünde rakamlarla ülkesinde toplayan ve Türk ürünlerinin tek alıcısı konumuna gelen Almanya, bu ürünleri peşin dövizle ve yüksek fiyatlarda Türkiye'nin eski müşterilerine satıyordu. Bu durumda Türkiye'yi tek kaynağa bağlıyor ve ticari ilişkilerdeki karşılıklı denge Almanya lehine bozuluyordu. Üstelik Almanya Türkiye'yi ekonomik açıdan kontrol altına aldığından ve kendine bağımlı hale getirdiğinden, dilediği gibi hareket etmeye başlamıştı.Türkiye'nin 1937 ve 1938 dönemlerinde gelişmiş sanayi ürünü ithalatında parasal sıkıntıları bir hayli aşmıştı. Türkiye, 1938 yılında büyük oranlarda ihracat yapmasına karşılık sanayi mamulü ithal edemez bir hale gelmiştir. Türk ticaretine 75 Statisches Jarhbuch,s. 49-51. 30 engel ise 30 Ağustos 1937 tarihinde Berlin’de yenilenen ticaret antlaşması sebep olmuştur 76. 1.5.6.Almanya’nın Türk Basınını Etkileme Çabaları Alman Propaganda Bakanlığının kontrolünde yürütülen Türk-Alman Dostluğunu yayma çalışmaları için önce, tarihsel örneklere başvurulmuştur. Bütün bu yolların dışında Almanya'nın Türk-Alman Dostluğunu geliştirmede kullandığı en etkin metotlardan biri de basının gücünden en iyi şekilde istifade etmesini bilmiş olmasıdır. Ama bu politikayı kullanmak isteyen tek devlet Almanya değildi. İngiltere ve Fransa’da basın yoluyla Türkiye’yi kendi politikalarına hizmet ettirmek istemişlerdir. İstanbul’da yayınlanan “Türkische Post” isimli bir Alman gazetesi ile Nazi iktidarı sonrası bu gazetenin okuyucu sayısı artmıştır. İstanbul’daki kitapçılarda “Völkischer Beobachter” ile “Deutsche Allgemeine Zeitung” gazeteleri günlük olarak satılmaya başlamış ve bu yayın organları Anadolu’ya ulaştırılmaya çalışılmıştır77. Bu şekilde Türkiye’de Alman sempatisi kazandırılmaya çalışılmıştır. Türkiye ve Almanya arasındaki ekonomik ilişkilerde, 1933 yılından itibaren görülen gelişmeye paralel olarak Alman şirketleri, Türk basınına büyük miktarlarda reklam vermeye başlamışlardı. Ayrıca büyük Alman şirketleri, Türk basının gazete kağıdı ihtiyacını İngiltere ve Fransa’ya oranla daha düşük fiyatlarda vererek Türk basınını Almanya’ya bağımlı hale getirmeye çalışmışlardır 78. BCA., f. 30.18.1.2. , y. 79.82.19. Özgüldür, age.,s. 75. 78 BCA., f. 30.18.1.2., y. 48.66.6. 76 77 31 İKİNCİ BÖLÜM 2.ANKARA’NIN İLK ALMAN BÜYÜKELÇİSİ RUDOLF NADOLNY 2.1.Nadolny’nin Hayatı Rudolf Nadolny, 7 Aralık 1873 tarihinde Doğu Prusya’da Gross-Stürlack’da Ostpreussen’de dünyaya gelmiştir. Babası August Nadolny, Annesi Agnes Nadolny’dir. Prusya kökenli olan Nadolny, Doğu Avrupalı varlıklı bir toprak ağasının oğludur. Nadolny, soy ismi Slav kökeninden gelmektedir ve anlamı ise, dağdan, yayladan gelen demektir. Rudolf Nadolny on iki kardeştir ve kendisi ailenin üçüncü çocuğudur. Nadolny’nin çocukluğu ailesi çiftçilikle uğraştığı için taşrada geçmiştir. Nadolny, 4 Şubat 1905 tarihinde Anny Kaufmann ile evlenmiş ve bu evliliğinden üç çocuğu dünyaya gelmiştir 79. Eğitim hayatına Doğu Prusya’daki Lotzen Kasabasında başlayan Nadolny, Rastenburg Kasabasında ise, lise eğitimini tamamlamıştır. Yükseköğrenimini 1892 yılında Königsberg’de hukuk üzerine yapan Nadolny, hukuk eğitimini tamamlayınca gerekli olan stajını da kısa sürede tamamlamıştır. Königsberg’de 1896 yılında yapmış olduğu çalışmalar neticesinde hukuk alanında uzmanlığa yükselmiştir. Nadolny, üniversite yıllarında katıldığı konferanslar ve arkadaş çevresinin de etkisiyle milli ruha sahip olmuştur. Üniversitede öğrenci konseyine üye olarak bu yolda ciddi çalışmalar yaparak, milli düşünceyi her zaman ön planda tutmuştur. Nadolny, iyi derece Rusça, İngilizce ve Fransızca dillerine hakimdir. Doğu ülkelerinde görev yapması, Doğu ülkelerinin de dilini öğrenmesine katkı sağlamıştır. Nadolny yaşamış olduğu deneyimlerini kaleme alırken 18 Mayıs 1953 tarihinde Düsseldorf’ta vefat 79 Ferdinand Schöningh, Biographisches Handbuch des Deutschen Auswartigen Dienstes 1871-1945, Wien-Zürich 2008, s. 342. 32 etmiştir. Vefat etmeden önce kaleme aldığı anı kitabı yarım kalınca, yarım kalan kitap çalışmasını eşi Anny Nadolny ve yakın çalışma arkadaşı tamamlamışlardır 80. 2.1.2.Nadolny’nin Memuriyet Hayatı Rudolf Nadolny memuriyet hayatına 1896 yılında Königsberg’de maddelik memuru 81 olarak başlamıştır. Bu görevinden sonra, asıl eğitimi aldığı hukuk alanında Königsberg’de adliye komisyonunda yargıç yardımcılığı görevinde bulunmuştur. 1902 yılına kadar bu görevi yürüttükten sonra kendi isteği ile Berlin Dışişleri Bakanlığında çalışmak için başvuru da bulunmuştur. Königsberg’ten ayrılarak yeni görev yeri olan Berlin’deki Dışişleri Bakanlığında memuriyet hayatına başlayarak doğduğu yerden ve ailesinden ayrılmıştır 82. Nadolny 1903 senesinde, Dışişleri Bakanlığı bünyesinde ilk defa Almanya sınırları dışına çıkarak, St. Petersburg’da 1907 yılına kadar başkonsolosluğun vize dairesinde memuriyet hayatına devam etmiştir. Nadolny, Rusya’da bulunduğu sıra da ilk Rus devriminden sonra ortaya çıkan Rus-Japon savaşında iki ülke arasında bir yıl boyunca arabuluculuk görevinde bulunmuştur. Dışişleri Bakanlığı kendisine yapmış olduğu çalışmalar neticesinde şükranlarını bildirmiş ve takdir yazısı ile Prusya Kraliyet Nişanına layık görmüştür 83. Nadolny’nin Rusya’da dört yıl kalması kendisine önemli fırsatlar sunmuştur. Rusya ile alakalı her şeye vakıf olan Nadolny, burada yaptığı memuriyet hayatı sayesinde Rusçayı son derece iyi öğrenmesine katkı sağlamıştır. Rusya’daki yılları Nadolny’nin memuriyet hayatının olgunlaşmasına katkı sağlamış ve Rusya’da kaldığı sürede güzel dostluklar ve arkadaşlıklar kurmuştur. Nadolny, Rusya’daki görevini tamamladıktan sonra Berlin’e dönerek 1909 yıllana kadar Dışişleri Bakanlığındaki görevinde kalmıştır. Bu tarihten sonra özel 80 Schöningh, age.,s. 343. Maddelik memuru; Alman adliye dairelerinde çalışan en alt sınıftaki memurlara denilmektedir. 82 Schöningh, age.,s. 343. 83 Akten zur Deutschen Auswartigen Amt Berlin, Politisches Archiv Nachlass, Bd. 31. 81 33 görev için Amerika Birleşik Devletleri’nde yeni görevine başlamıştır. Artık ülkesi için yoğun bir çalışma temposuna girmiş ve milli bir şuurla hep farklı ülkelerde Almanya’nın çıkarları için çalışmıştır. Amerika’dan 1911’de döndükten sonra kendisine, bu çalışma azminin ve ülkesi için yaptığı fedakarlıkların karşılığı olarak 1912 yılında meclis üyeliğine seçilerek onurlandırılmıştır. Nadolny 41 yaşına geldiğinde 1914’de yani, I. Dünya Savaşı sırasında askere alınmış ve bir buçuk sene orduda subay olarak görev yapmıştır 84. Nadolny, askerden döndükten sonra daha öncede görev yaptığı St. Petersburg’a memur tayin edilmiştir. Moskova’da 1916 yılına kadar yine konsolosluk bünyesinde daire amiri olarak çalışma hayatına devam etmiştir 85. Bütün Avrupa ve Ön Asya toprakları yani İtalya’dan İskandinavya’ya kadar olan alanın ticaret sorumlusu olarak görevlendirilen Nadolny, bu geniş kapsamlı görevden dolayı Asya’dan Avrupa’ya kadar ülkesi adına birçok yere kültürel, ekonomik, sosyal ve siyasal amaçlı seyahatler yapmıştır. 2.1.3.Nadolny’nin Siyasi Hayatı Nadolny üniversitede girmiş olduğu gençlik kollarında siyasetle tanışmış ve bu sayede siyasete atılma fikri kendisinde oluşmuştur. Memuriyet hayatında belli bir olgunluğa ulaştıktan sonra Nadolny için siyasete atılma zamanı gelmişti. O zamanlar Bakanlık Müsteşarı olan V. Kinderlen Wachter’den bir randevu alarak siyaset için ilk adımı atmıştır. Bu konudaki ilk görevine İran’da ülkesi adına koloni çalışması yaparak başlamıştır. Nadolny, anılarında İran’dan önce 1913 yılında Bosnahersek’e gönderildiğini yazmaktadır. Bosna’ya gönderilme nedeni olarak da Avusturyalıları Sırplar’a karşı ayaklandırmak olduğunu belirten Nadolny, yapmış olduğu çalışmalar sonucunda birinci ayaklanmayı çıkarmayı başarmıştır. Daha sonra 1914 yılında Arnavutluk’a tayin edilmiş ve orada Almanya adına uluslararası denetim heyetinde görev almıştır. Arnavutluk Valisi Esad Paşa’yı, İngiliz Lamb ve Avusturyalı örgüt Kreuzer Panter’in yardımıyla Osmanlı Valisi’ni görevinden düşürmüşlerdir. Nadolny, ülkesi adına 84 Akten zur Deutschen Auswartigen Amt Berlin, Politisches Archiv Nachlass, Bd. 31. Schöningh, age., s. 344. 85 34 yapmış olduğu başarılı çalışmalar sonucunda dönemin en güçlü Alman Beyi Wied tarafından geçici olarak Arnavutluk yönetiminin idaresine getirtilmiştir86. Nadolny 1916 yılında ilk siyasi görevini yapmak üzere İran’a gönderilmiştir . Türkiye üzerinden İran’a geçerek Bağdat’ta Alman yetkili 87 dairesinde Maslahatgüzarlık kimliği adı altında siyasi çalışmalarına başlamıştır. O sırada Rusya’nın, İran’a girmesi sonucunda Nadolny ve çalışma arkadaşları İran’dan geri dönmek zorunda kalmışlardır. Türklerin, İran’a girmesi sonucunda Nadolny İran’a geri dönerek çalışmalarına devam etmiştir. Bu sırada İran’da geçici hükümet kurulmuş ve ülkesi adına koloni çalışmalarına tekrardan başlayan Nadolny, İran’da 1917 yılına kadar bu görevini sürdürmüştür. 88. Nadolny, anılarında İngilizlerin Doğu politikasını şu ifadelerle açıklamıştır; “O sırada da İngilizler bizi basamak olarak kullanarak Bağdat’ı ellerine geçirmişlerdi. Daha sonra yavaş yavaş İran’ı gözlerine kestirmişlerdi. Bunun sonucunda Almanya, İran ve Bağdat’tan vazgeçmek zorunda kalmıştır. Buradaki koloni çalışmalarımız İngilizler tarafından engellenince bizde Alman yetkilileri olarak bu bölgelerden ayrılmak zorunda kaldık” demiştir. Nadolny, İran’daki görevinden sonra İstanbul’a gönderilmiş ve orada İran sorununu çözmek için üst düzey yetkilerle görevlendirilmiştir. Nadolny, bu görev sayesinde ilk defa İstanbul’u tanıma imkanı bulmuştur 89. Nadolny, 1917 yılının kış ayında tekrar Berlin’e çağırılarak Berlin’de Dışişleri Bakanlığı bünyesinde Doğu Avrupa politikası üzerine görevlendirilmiştir. Nadolny, 1918 yılında Brest Litowsk’da olan barış antlaşmaları için gidecek heyette yer almıştır. Ayrıca Nadolny yapmış olduğu çalışmalar neticesinde, Litvanya ve Finlandiya’nın da bağımsızlığını kazanmasında rol oynadığını ve Sovyet Rusya’nın bu ülkelerin bağımsızlığını kabul etmek zorunda kaldığını anılarında yazmıştır 90. Nadolny I. Dünya Savaşından sonra, yeni kurulan Weimar Cumhuriyetinin temsilcisi olarak 17 Şubat 1920 tarihinde Stockholm yetkilisi (elçisi) olarak 86 Akten zur Deutschen Auswartigen Amt Berlin, Politisches Archiv BD. 31. Akten zur Deutschen Auswartigen Amt Berlin, Politisches Archiv BD. 31. (Maslahatgüzar; Diplomasi dilinde büyükelçi ve elçilerden sonra gelen en yetkili memurlara verilen isimdir). 88 Nadolny, age.,s. 5. 89 Koçak, age.,s. 10. 90 Akten zur Deutschen Auswartigen Amt Berlin, Politisches Archiv, BD. 31. 87 35 görevlendirilmiştir. Nadolny, iyi niyet mektubunu elçi olarak Stockholm Devlet Başkanına 10 Mayıs 1920 tarihinde sunarak görevine başlamıştır 91. Anılarında Stockholm’de fazla aktif işler yapamadığını belirten Nadolny, bunun nedeni olarak da Almanya’nın I. Dünya Savaşından yenik çıkması ve savaş sonunda imzalamış olduğu Versay Antlaşmasının hükümlerinden kaynaklandığını anılarında belirmiştir. Nadolny bu görevini 24 Mayıs 1924 tarihine kadar yapmış ve Ankara’daki büyükelçilik vazifesi için bu görevinden ayrılmıştır. Düşman ülkelerinin İstanbul’dan geri çekilmesiyle beraber Almanya, Türkiye ile 1924 yılında diplomatik ilişkilere başlamıştır. İlişkileri sıkı tutmak isteyen Weimar Cumhuriyeti Nadolny’i, 1924 yılının yaz ayında Büyükelçi olarak Türkiye’ye tayin edilmiştir.Milli mücadelenin odak noktası olan Ankara, 13 Ekim 1923 tarihinde Türkiye Cumhuriyetinin yeni başkentiilan edilmiştir.Nadolny, Ankara’da Alman Büyükelçiliği yapılıncaya kadar 1928 yılına kadar İstanbul’da görevini yapmış ve bu tarihten sonra Ankara’daki görev yerine geçmiştir 92. Nadolny, 1931 yılının kışında Cenevre Silahsızlanma Konferansına Almanya heyet başkanı olarak katılmıştır. 2 Şubat 1932 tarihinde bu konferans için çalışmalara başlamış ve aynı zamanda Ankara’daki elçilik görevini de fiilen yürütmüştür. Büyükelçi Nadolny, Cenevre’deki Silahsızlanma Konferansından dolayı Ankara’daki görevini yetirince sağlıklı yapamamıştır. Bu durum Ankara’nın dikkatinden kaçmamış ve konuyla alakalı Alman Dışişleri Bakanlığına yazı yollanmıştır93. Hitler’in iktidara gelmesi Türk-Alman ilişkilerine yeni bir boyut kazandırmıştır. Bunun neticesi olarak da Hitler, Nadolny’i heyet başkanı yaparak Ankara ile ilişkileri sıradan memurlara bıraktırmıştır. Nadolny, anılarında bu konudan bahsederek Türk Alman ilişkilerine çok büyük zarar verdiğini belirtmiştir 94. Cenevre’deki Silahsızlanma Konferansında von M.J. Larson, Nadolny’i şu ifadelerle açıklamıştır; “Alman Büyükelçisi Nadolnyheyet başkanı olarak beni holde Carlton’da karşıladı. Büyükelçi Nadolny heybetli, uzun boylu, yaşından daha genç 91 Schöningh, age.,s. 345. Akten zur Deutschen Auswartigen Amt Berlin, Politisches Archiv Bd. 31. 93 Akten zur Deutschen Auswartigen Amt Berlin, Politisches Archiv Ab. 34. 94 Nadolny, age., s. 116. 92 36 gösteren, sessiz ve düşünceli bir yapıya sahipti. Yapmış olduğu mesleğin zorluğunu dışarıya yansıtmayan bir yapıya sahipti” diye açıklamıştır. Nadolny, anılarında Türkiye’den sonra en çok Roma’da Alman Büyükelçisi olmak istediğini belirtmiştir. Fakat I. Dünya Savaşı’ndan önceki yıllarda da görev yaptığı yer olan Moskova’ya 20 Kasım 1933 tarihinde Büyükelçi olarak tayin edilmiştir. Bu yeni görevinde sadece dokuz ay görev yapan Nadolny, Hitler ile görüş ayrılığına düştüğü için kendi isteği ile Haziran 1934 tarihinde istifa etmiştir 95. Nadolny aktif memuriyet hayatını 13 Nisan 1937 tarihinde sonlandırarak emekliye ayrılmıştır. Emekliye ayrıldıktan sonra bilgi ve deneyimlerini Dışişleri Bakanlığında çalışan yeni memurlarla paylaşmıştır. Katılmış olduğu konferanslarda, Hitler’in dış politikasını eleştirince, bu çalışmaları Hitler tarafından kısa süre de engellenmiştir. Kaleme aldığı anılarını yazarken 18 Mayıs 1953 tarihinde Düsseldorf’ta vefat edince, yarım kalan kitap çalışmasını eşi Anny Nadolny ile yakın çalışma arkadaşı tamamlamışlardır. Nadolny’nin anıları, “Mein Beitrag” başlığıyla bir kitapta toplanmıştır. Nadolny, ülkesi ve milleti için çok üstün çalışmalar yapmış bir devlet adamıdır. 2.2.NADOLNY’NİN ANKARAYA GELİŞİ ve BÜYÜKELÇİLİK BİNASININ İNŞAATI İki ülke arasındaki diplomatik ilişkiler Türk-Alman Dostluk Antlaşmasıyla başlamış ve bu antlaşma 3 Mart 1924 tarihinde Ankara’da imzalanmıştır 96. Türk Alman Dostluk Antlaşması’yla karşılıklı elçi atanması gündeme gelmiş ve bu suretle Türk hükümeti, Almanya’nın atamış olduğu Rudolf Nadolny’i Büyükelçi olarak tanımıştır. Nadolny’nin İstanbul’a tam olarak hangi tarihte geldiği bilinmese de kendisine İstanbul polis merkezi tarafından verilen elçilik hüviyetindeki veriliş tarihine göre haziran ayı içinde geldiği anlaşılmaktadır 97. Türk hükümeti de Büyükelçi Nadolny’e karşılık Kemaleddin Sami Paşa’yı Berlin’e Büyükelçi olarak 95 Nadolny, age., s. 117. Yavuz Ahmet, Türkiye Cumhuriyetinin Akdettiği Milletlerarası Antlaşmalar, Ankara, Dışişleri Bakanlığı Basımevi, 1976, s. 3., BCA., Sayı 382, Dosya No 40-1 97 Akten zur Deutschen Auswartigen Amt Berlin, Deutsche Botschaft Kostantinopel Ankara, B. 3, Seri: 974. 96 37 atamıştır. Kemaleddin Sami Paşa Berlin’e giderek 30 Mart 1925 tarihinde güven mektubunu sunarak fiilen görevine başlamıştır 98. Ankara 13 Ekim 1923 tarihinde Türkiye Cumhuriyeti’nin Başkenti ilan edilmiştir. Başkentin Ankara'ya nakli nedeniyle, o zamana kadar İstanbul'da bulunan büyükelçiliklerin de Ankara'ya taşınmaları sorununu gündeme getirmiştir. İstanbul'daki büyükelçiliklerin çoğu gösterişli binalardan ayrılmamak için bunu kabul etmemişlerdir. Çünkü İstanbul'un kozmopolit yaşamından küçük Anadolu kenti Ankara'ya taşınmak onlar için sürgün anlamına gelmekteydi. Diplomatlar bu konuyu olabildiğince ertelemeye çalıştılarsa da başarılı olamamışlardır. Çünkü Ankara Hükümeti bu konuda kesin kararlıydı.Nadolny’i İstanbul’da Haydarpaşa Garında İsveç’in İstanbul Elçisi Wallenberg karşılamıştır. I. Dünya Savaşından sonra Almanya’nın çıkarlarını korumakla görevli İsveç Elçisi, Wallenberg, Nadolny’i İstanbul’da hiç yalnız bırakmamıştır. Nadolny, ilk iş olarak İstanbul’daki elçilik binasına giderek oradaki İsveç bayrağını indirmiş ve yerine Alman bayrağını asarak çalışmalarına başlamıştır 99. Nadolny, 15 Haziran 1924 tarihinde güven mektubunu sunmak için trenle İstanbul’dan Ankara’ya gitmiştir. Ankara garında Başvekil ve Hariciye Vekilinin temsilcileri tarafından karşılanmıştır. Nadolny, anılarında o zaman Ankara’da kalacak bir otel olmadığı için trenin vagonunda konakladığını belirtmiştir. Aynı gün, Nadolny hem Hariciye Vekilliğini hem de Başvekilliği görevini yürüten İsmet Paşa ile görüşmüştür. Bu görüşmede İsmet Paşa’nın, Nadolny’e Ankara’da bir büyükelçilik kurulup kurulmayacağı konusunda ki sorusuna Nadolny, olumlu yanıt vermiştir. Nadolny’de Türk-Alman ilişkilerinin biran evvel yoğunlaşması için büyükelçilik binasının hemen yapılmasını istediklerini ve elçilik mensuplarının en kısa zamanda İstanbul’da olabileceğini söylemiştir. Nadolny, bu görüşmeden hemen sonra, İstanbul’daki konsolosluğa, Ankara’ya portatif bir elçilik evi yapılması için talimat vermiştir. İsmet Paşa, büyükelçilik inşaatı için gerekli araziyi vermeye hazır olduklarını Nadolny’e söylemiştir 100. 98 BCA., f. 30.18.1.1., y. 10.41.4. Koçak, age., s. 15. 100 Nadolny, age., s. 92. 99 38 Nadolny, 16 Haziran 1924 tarihinde güven mektubunu Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk’e sunmuştur. Büyükelçilik yapılması konusunu Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk’te, Nadolny’e sormuştur. Nadolny’i de bu soruya olumlu cevap vermesi Paşayı fazlasıyla memnun etmiştir. Atatürk ’de büyükelçiliğin en kısa zamanda kurulması için gerekli her türlü yardımın fazlasıyla yapılacağını büyükelçiye söylemiştir 101. Bunun neticesinde alınan karar ile 4 Aralık 1924 tarihinde Almanya ve Rusya’ya elçilik binalarına ait arsanın tahsisi karara bağlanmıştır 102. Ayrıca elçilik binası arazinin yetersiz olması sebebiyle, yanındaki arazinin de satılarak Almanya elçiliğine verilmesi kararlaştırılmıştır 103. Atatürk ve İsmet Paşa, Ankara’nın kesin olarak başkent olacağını vurgulamışlardır. Ankara hükümeti, diğer yabancı devletlere de temsilciliklerini İstanbul’dan Ankara’ya taşımalarını istemiş ve bu istek yabancı devletlerce hoş karşılanmamıştır. İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya ve ABD gibi devletler Ankara’ya büyükelçi göndermemek için ortak hareket planı hazırlamışlardır 104. Hatta İngiltere, Ankara’da bir İngiliz Büyükelçiliğinin mümkün olmayacağını belirtmiş ve diplomatik nezakete sığmayan şu ifadeleri kullanmıştır; İngiltere Dışişleri Bakanı Austen Chambarlein, Kasım 1924’te büyükelçi düzeyinde bir diplomatını Ankara gibi “Anadolu’nun ortasında kirli ve küçük bir dağ köyüne” yollamayacağını belirterek iki ülke arasındaki kötü olan ilişkileri daha da çıkmaza sokmuştur. Ankara Hükümeti ise, İngiltere ile olan ilişkilere büyük önem verdiği için İngiltere’ye bedelsiz arsa tahsis edebileceğini açıklamıştır. Aslında İngiltere bu tavrıyla halen Ankara’da ulusal bir Türk devletinin varlığını kabullenemediğini göstermiştir 105. Nadolny anılarında, Ankara’nın Türkler tarafından neden başkent yapıldığını şu ifadelerle açıklamıştır; “Burada ortaya çıkan soru, Türkiye’nin İstanbul’un başkent oluşundan vazgeçip bu çıplak arazili yeri neden başkent olarak seçmiş olması ile ilgiliydi. Ankara’yı işaret eden o tarihi anın unutulmaması gerekir. 101 Nadolny, age., s. 93. BCA., f. 30.18.1.1., y. 11.54.9. 103 BCA., f. 30.18.1.1., y 16.66.17. 104 Şimşir, age., 1988, s. 132. 105 Ömer Kürkçüoğlu,“Türk İngiliz İlişkileri 1919-1926”, A.Ü. Siyasal BilgilerFakültesi Dergisi, S. 2, Ankara 1978, s. 289. 102 39 Ayaklanan kişilerin oluşturduğu parlamento burada toplantısını yapmıştı ve hemen Ankara önlerinde düşmanın ilerleyişi durdurulmuştu. Ayrıca şehir Anadolu’nun ortasında yer alıyordu ve batı dünyasıyla son bağlantıyı sağlayan demir yolunun son bağlantı noktasındaydı. İstanbul’un görevini işaret eden büyükelçi başlıca bütün gemilerin İstanbul boğazından geçip Karadeniz’e açılması ve Karadeniz’den gelmeleri, hükümetin günün birinde ortadan kaldırılacağı korkusunu taşıması ve buradan transit geçişle ilgili tartışmanın nihayet bulmamış olması gerçeğiydi. Yani Nadolny, İstanbul gibi coğrafi olarak büyük öneme sahip eski başkentin gelecek yıllar için güven vermediğini açıklamıştır. Anadolu’da ise hükümet bu tehlike alanının dışında yer alıyordu. Şayet Türk Milli Devleti kurulacaksa, başkentin ülkenin iç tarafına alınması gerekiyordu. Böylece İstanbul Türkiye’nin kalbi konumundan Türkiye’nin kolu durumuna geçti ve hükümet Ankara’da görevini yapmış olsa da boğazlar üzerinde hakimiyetini başka bir şekilde yönetebiliyordu 106. Bu konuda başkaca bir husus daha vardı. İstanbul’a, büyük devletlerin çok fazla ilgileri olmaları ve İstanbul’da, Lozan Barış Antlaşmasıyla çeşitli haklar kazanan Yunanlılar, İtalyanlar, Ermeniler ve bunların karışımından oluşan Levantenler adı verilen birçok yabancı yaşıyordu. Buna karşın Ankara’da saf Türk halkı yaşıyordu ve bu gibi olumsuz durumlardan Ankara çok farklıydı” diye yazmıştır. Nadolny, büyükelçilik konusunda 21 Haziran 1924 tarihli İstanbul’dan Berlin’e yolladığı raporunda aynen şöyle bahsetmiştir: “Soru şudur: Türk hükümeti Ankara’da kalacak mıdır yoksa tekrar İstanbul’a döneceği hesaba katılmalı mıdır? Bu konunun diplomatlar ve iş çevreleri için önemi büyüktür ve denilebilir ki ana konuşma temasını oluşturmaktadır. Her gün az ya da çok sayıda resmi yetkilinin, büyük ya da küçük bir olasılıkla Ankara’dan vazgeçileceğini ve Mustafa Kemal’in sadık taraftarlarıyla tekrar Boğaza taşınacağını iddia ettikleri kulağa geliyor. Bir başka gurup ise, Mustafa Kemal’in Ankara’yı başkent yapmakta kesin kararlı olduğunu, yerini tehlikeye atmadıkça bundan vazgeçemeyeceğini, ancak bir rejim 106 Nadolny, age., s. 94. 40 değişikliği halinde ki bazı çevreler bu yıl böyle bir tahminde bulundular, İstanbul’un tekrar eski konumuna kavuşacağını belirtiyorlar” demiştir 107. Nadolny, anılarında Mustafa Kemal’in rejiminin sağlamlığı sorunu konusunda henüz bir fikrinin olmadığını çünkü Türklerin şimdiki tutumlarını daha yeterince gözlemleyemediğini açıklamıştır. Ama ilk izlenim olarak, İstanbul’un eski konumuna tekrar gelmesiyle ancak bir rejim değişikliği halinde mümkün olacağını ve Mustafa Kemal’in hemen Boğazdaki Sultan Saraylarından birine geçmesini bekleyenlerin olduğunu da ifade etmiştir. Nadolny, Türk hükümetini tekrar İstanbul’da görme isteği, her şeyden önce, Boğaz’daki güzel yaşam alanlarındaki hayatlarını Ankara’da küçük bir evle değiştirmek istemeyen diplomatların hoşnutsuzluğundan kaynaklandığını savunmuştur. Büyükelçi sözlerine daha sonra şöyle devam etmiştir; “Ankara bugün, izninizle söylemeliyim, gerçek bir Asya-Türk çamur yuvasıdır. Bir Asya araştırmacısı için, özellikle ziyaretinin üzerinden uzun bir süre geçmişse, bilimin hizmetinde geçirilmiş, ilkel bir yaşam biçimi olarak, güzel bir anıdır. Normal bir Avrupalı için böyle korkunç bir yerde belli bir süre geçirmek, ancak herhangi bir zorunluluk altında mümkün olabilir. Burada balçık ve samanla inşa edilmiş evlerde tahta kuruları ve koyun yağına kadar koyundan yapılmış her türlü yiyecek mevuttu. Yakın bölgelerde kendi haline bırakılmış nehirlerin oluşturduğu bataklıklar çok büyük miktarda sivrisinek üretiyor ve bunun sonucu olarak tüm evlerde olumsuz yan tesirleri olan kinin tabletleri, yemek saatlerinde değişmez ve sürekli biçimde alınıyor. Çağdaş konfora sahip hiçbir ev yoktu. Temel ihtiyaç maddeleri çok ilkel dükkanlarda satılıyor. Bunun dışındaki maddeleri İstanbul’dan almak gerekiyor. Civardaki doğa esas itibariyle bozkırdan, ağaçsız ova ve tepelerden veya yüksek kayalık dağ silsilelerinden oluşuyor. Harikulade çizgileri ve görünümleri var ama bitki örtüsü yoktu.Bir göl ve orman bile yok, sadece tepelerdeki birkaç ağaç doğanın olanca fakirliğine küçük, dostça bir renk getiriyor” diyerek Ankara’yı betimlemiştir 108. Gülnihal Bozkurt, “Ankara’nın Başkent Olmasında Dair Bir Alman Belgesi” Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi. C. XI, Kasım 1995, S. 33, s. 29. 107 108 Bozkurt, agm., s. 31. 41 Nadolny, İstanbul’da bu konu üzerine görüşmüş olduğu yabancı diplomatların düşüncelerine de yer vererek konunun önemine değinmiştir. Yabancı diplomatlar, bu şartlar altında, Ankara’ya göç etmeyi münasebetsizlik olarak nitelediklerini ve hükümetin kısa süre sonunda tekrar İstanbul’a döneceği fikrinde olduklarını ve diplomatların Ankara’nın uzun süre başkent olarak kalmasının hayalden başka bir şey olmayacağını Nadolny’e açıklamışlardır. Ayrıca bazı diplomatlar, onların arkasında yer alan hükümetlerine ciddi politik sakıncalardan da söz etmişlerdir. Çünkü Anadolu’nun ortasında oturan bir hükümetin, deniz kenarında ve buna ilaveten uluslararası bir riski hep taşıyan Boğazlarda kurulmuş bir hükümet gibi dış etkilere fazla açık olmayacağı belirterek ülkelerine Ankara’ya bir büyükelçilik yapılmaması gerektiği yönünde olumsuz raporlar sunmuşlardır 109. Büyükelçi, Ankara’nın başkent olmasına engel olabilecek diğer bir sorun olarak da, İstanbul’daki iş çevresinin hükümetin merkezinin tekrar İstanbul’a taşınması arzusunda olduklarını belirtmiştir. İş çevrelerine göre Ankara’nın devamlı başkent olması halinde, dükkanların büyük kısmının hükümetle birlikte Ankara’ya taşınmasının ekonomik olarak zorluğundan ve İstanbul’un ekonomik anlamda da ihmal edilmesinden korkuyorlardı. İstanbul’da belediye ve liman vergilerindeki hızlı yükseliş gibi ticarete zarar veren tedbirlerin alınması, bu korkuda yeni artışlara yol açabileceğini savunmaktaydılar. Eğer Ankara sürekli olarak başkent olarak kalırsa, Türkiye’nin en önemli ticari gelir merkezinin İstanbul olması kötü olan ekonominin daha da kötü olabileceğini dile getirmişlerdir 110. Alman Elçi, Ankara’da bulunduğu süre içinde gerekli çalışmaları yapmak üzere, mümkün mertebe kesin bilgi almak için, herkesle görüşüp hükümetin nerede olacağı sorusu üzerinde de sohbetler etmiştir. Çoğunluğu yanlarında aileleri olmadan Ankara’da yaşayan ve hüzünle Boğazdaki yerlerini düşünen İstanbullu memurlardı. Nadolny, bu memurların da en kısa sürede yeniden İstanbul’a dönüleceği fikrine sahip olduklarını anılarında geçen sohbetlerde dile getirdiklerini söylemiştir. Elçi anılarında, yapmış olduğu çalışmalar neticesinde genel mertebe herkesin Ankara’nın uzun soluklu başkent olamayacağı fikrine hakim olduklarını belirtmiştir. Nadolny en 109 110 Nadolny, age., s. 93. Nadolny, age., s. 95. 42 son, İsmet Paşa ile de bu konu hakkında konuşma fırsatı bulmuş ve verilen kararın kendisine de açıklanmasını rica etmiştir. İsmet Paşa’da hemen, açık, zeki ve nazik bir tavırla Nadolny’e şu açıklamalarda bulunmuştur; “Türkiye’nin zorunlu yeniden yapılanmasını emniyet ve hürriyetiçinde gerçekleştirmek istiyoruz. Bu yapılanma ancak milli Anadolu unsuruna dayanabilir. Bu nedenle İstanbul’a gitmiyoruz, Anadolu’nun merkezinde kalıyoruz” demişti. Paşa ayrıca, “Uzun asırlar boyu tüm imparatorluğun çıkarlarının İstanbul’daki hükümet makamına ve boğazlara kurban edildiğini belirtmiştir.İmparatorluğun hep bu temele oturtulduğunu ve kaybedildiğini; şimdi İstanbul ve Boğazların istikrarlı bir bölge haline getirilmesi gerektiğini söylemiştir. Öyle ki, İstanbul’dan ayrılmanın elbette yanlış anlaşılmalara yol açacağını, özellikle kasıtlı biçimde İstanbul üzerinde ısrar edileceğinin farkında olduklarını ve buna asla fırsat verilmeyeceğini tüm Türkiye’nin İstanbul’dan daha üstün olduğunu” belirtmiştir 111. İsmet Paşa, bunun da ötesinde, genel politik durum karşısında İstanbul için acil ve büyük bir tehlike olmadığı görüşündeydi. Paşa, Ankara’nın başkent olmasına muhalefet olan grupları kuşkusuzçok iyi tanıyordu. Bu muhalefette İstanbul’da barındığını ve oraya da esasen dışarıdan empoze edildiğini, ekonomik açıdan İstanbul’a dönüşün bir zorunluluk içermediğini söylemiştir. Paşa’ya göre, belirsizliğin ilk anları ve rutin alışkanlıklar geçer geçmez, şehrin konumundan doğan tehlikeli anlarında bile etkilenmeden sürdürdüğü gelişimini hükümet orada olmasa da devam varlığını devam ettirecektir. Uzak bir gelecekte neler olacağını henüz kestiremediklerini ama hiç olmazsa birkuşağın ki devletin kuruluş ve yapılanmasının mutlaka en az bu kadar süreceğini Anadolu’daki başkentte yaşaması gerektiğini, milleti yeniden düzenlemeyi arzu eden hiçbir hükümetin tekrar Ankara’dan gitmeyeceğini savunmuştur.Paşa konuşmasında Nadolny’e, “Ankara’nın bu amaca uygun olduğu için seçildiğini, bütün güç ve enerjileriyle evlerin ve caddelerin yapımı için girişmelerinin de bunu gösterdiğini, beş yıl içinde oldukça modern bir şehir yaratmayı ümit ettiklerini ifade etmiştir. Yabancı temsilciliklerin mümkün olan en kısa sürede buraya taşınmalarının da 111 Akten zur Deutschen Auswartigen Amt Berlin, Deutsche Botschaft Kostantinopel Ankara, B. 3, Seri: 975. 43 amaca çok uygun olacağını, hareketlerinhükümetinin bu konudaki kararının ciddiyetini göstermektedir. Bina yapımını teşvik etmekle kalmayıp, aynı zamanda iş adamlarının Ankara’ya taşınması sonucunu da doğuracağını bu nedenlerle tüm yollarla yabancı temsilcilerin Ankara’ya taşınmasına baskı yapılacağını ve İstanbul’daki tüm Türk dışişleri mensuplarının Ankara’ya getirileceğini de” söylemiştir 112. Nadolny, İsmet Paşa’nın beyanatının bir kısmını abartılı olarak belirtmiştir. Lord Abernon’un Nadolny’e Berlin’de kendi görüşü olarak belirttiği gibi, Ankara’nın Hükümet merkezi olmasına Türklerin düşünüp karar verdiğini tam anlamıyla göstermektedir. Bakan,Nadolny’e bu konuda bir itirazda bulunmayarak sadece elçiye sabırlı olmasını tavsiye etmiş ve kordiplomatiğe yönelik acele bir harekete karşı Alman Dışişleri Bakanlığı tarafından uyarılmıştır 113. Aksi halde Ankara’nın bugünkü durumunu riske sokabilir ve buda Türkiye ile ilişkileri sıkıntıya atabilir. Nadolny, Ankara’nın modern bir şehir olarak gelişmesine, esasen böyle büyük bir değişikliğin belli bir müddet içinde gerçekleşmesinin imkansız olmadığını açıklamıştır. Nadolny, Ankara’nın havasının, yaz ve kış arasındaki büyük ısı farkları nedeniyle çok hoş değilse de katlanılabilir olduğunu, toprağının ise tamamının kırmızı balçık olması, burada verimli mahsulün ancak esaslı bir ıslahla mümkün olabileceğini savunmuştur. Nadolny, Ankara’da görev gereği bulunmak zorunda olan Alman memurlara özellikle çalışma saatleri ve tatiller bakımından diğer ülkelerdeki memurlara göre bazı kolaylıklar sağlanması gerektiğini savunmuştur 114. Büyükelçi raporunun sonunda; “Türklerin taşınma daveti sorunu uzun bir süre daha düşünmeyi gerektirmektedir. Kanaatimce şimdilik planlarımızı değiştirmeye gerek yoktur” demiştir. Nadolny yolladığı diğer raporlarda ise en azından Hariciye Vekaletinin bir müddet daha İstanbul’da bulunması gerektiğini defalarca hem Türk yetkililerine hem 112 Akten zur Deutschen Auswartigen Amt Berlin, Deutsche Botschaft Kostantinopel Ankara, B. 3, Seri: 974. 113 Akten zur Deutschen Auswartigen Amt Berlin, Deutsche Botschaft Kostantinopel Ankara, B. 3, Seri: 974. 114 Nadolny, age., s. 96. 44 de Alman yetkililerine rapor etmiştir. Türk dış politikasının ve ticaretinin gelişmesi için Hariciye Vekaletinin İstanbul’da olması hem Türkiye hem ülkesi hem de diğer yabancı devletler için daha uygun olacağını belirtmiştir 115. Nadolny’nin bu raporu, ülke içinde çok sayıda kişinin ve tüm diğer devletler gibi, Almanya’nın da Ankara’nın geçici olarak başkent olacağı, bir gün mutlaka doğal başkent olarak görülen İstanbul’a dönüş yapılacağı kuşkusunu taşımakta olduğunu göstermektedir. Ancak bu kuşkunun yapay olarak yaratıldığını Boğazdaki ikametgahlarını bırakmak istemeyen diplomatların bakımsız Ankara’da yaşama korkularını da açıkça yansıtmaktadır. Nadolny’nin, bazı hükümetlerin Anadolu’nun ortasındaki bir hükümet yerine, boğazlar ve denizyollarıyla her türlü dış etkiye açık olan İstanbul’da bir hükümet tercihlerine değinse deİstanbul’un stratejik bakımdan güven veren bir başkent olamayacağını ve Atatürk’ün bu konudaki ısrarının ne kadar yerinde olduğunu bir kez daha kanıtlamaktadır. İstanbul’un denizden gelecek tüm tehlikelere açık bir şehir olması Ankara’nın başkent olarak kalacağını göstermektedir. İsmet Paşa’nın “Milli Anadolu unsuruna dayanan bir devlet kurmak istediklerini bu nedenle İstanbul’a gitmediklerini” açıklamıştır. İstanbul’un karmaşık insan unsurunun yeni ilkelere dayanan Türk devletinin başkenti olması için uygun bulunmadığını da göstermektedir. Türk milliyetçiliğine dayanan, ama ırkçı olmayan, Türk topraklarında yaşama konusunda ortak istek gösteren insan topluluğuna dayanan bu yeni devletin başkenti için, işgalde kozmopolit yapısı yüzünden pek çok acı ve ihaneti yaşamış olan İstanbul yerine, Kurtuluş Savaşında her türlü desteği veren, Anadolu’nun bağrındaki Ankara’yı seçmesi doğaldı. İsmet Paşa, “ülke çıkarlarının yıllarca İstanbul’daki hükümet makamına ve Boğazlara kurban edildiğini” söylemekle geçmişte yaşanan acı gerçekleri de dile getirmiştir. İstanbul’daki “payitaht” uğruna, Sevr’le yüzyıllardır Türk yurdu olan Anadolu gözden çıkartılabilmiştir. Halkın iradesine dayanan Cumhuriyet rejiminin başkenti olarak Ankara’nın seçilmesi tesadüf değildir. Büyükelçi Nadolny, son olarak Ankara’nın modern bir şehir haline gelebileceğine olan inancını raporunda 115 Koçak, age., s.13. 45 belirtmiştir. Alman Elçi, Ankara’ya ilk yerleşen yabancı diplomatlardan biri olmasına ve yaşadığı sıkıntılara rağmen Ankara’dan ayrılırken duyduğu hüznü de anılarında yazmıştır 116. Yukarı da bahsedildiği üzere Almanya’nın Ankara’da büyükelçilik inşaatı için arazi tahsisi konusunda İsmet paşa söz vermişse de Nadolny bu söze yeterince inanmamış olacak ki Almanya’dan arazi alımı için 16 bin Mark gönderilmesini istemiştir. Elçilikte görevli Alman Freytag arazi arayışına başlamış ve Nadolny, Çankaya yakınlarında uygun görülen araziyi görmek için arabasıyla giderken yolun çamurlu olması yüzünden yolun geri kalanını yürüyerek gitmek zorunda kalmıştır. Arazinin 16 bin metre karesi satın alınmış geri kalan 14 bin metre karelik arazi de İsmet Paşanın sözünden dolayı hediye edilmiştir 117. Nadolny, büyükelçiliğin yapılması için Almanya’dan gerekli heyetin gelmesi için Almanya’ya rapor yazmıştır. Büyükelçiliğin inşaatı için Almanya’dan heyet gelerek gerekli inşaat planı hazırlanmıştır. Bu plana göre elçilik 6 binadan oluşacaktı. Ayrıca elçilik binası yapılıncaya kadar elçilik yetkilileri Atatürk Orman Çiftliğinin bahçesinde küçük bir ahşap evde konaklamışlardır ve bu ahşap ev halen bulunmaktadır 118. Bu yeni büyükelçilik binasının planlanmasında o zamanki Almanya Büyükelçisi Rudolf Nadolny'nin önemli etkisi olmuştur. Bunun için özellikle Alman (Reich) Meclisi Başkanı Hindenburg'un mülkü olan ve özel önem atfedilen Neudeck Çiftliği diğer adıyla "Prusya Köşkü" örnek alınmıştır.O zaman ki bakanlık bürokrasisi bunda olağandışı bir hal görmemişti, çünkü tutumluluğu, sadeliği, titizliği, mütevaziliği ve doğma büyüme yerliliği sembolize eden Prusya çiftlik mimarisi çağdaş kabul ediliyordu 119. Son halini alan Alman Büyükelçiliği, İstanbul’dan Ankara’ya 1 Aralık 1928 tarihinde kesin olarak taşınabilmiştir 120. Ayrıca Cumhurbaşkanı Atatürk, yapımı hızla devam eden Alman Büyükelçiliğini ziyaret etmiştir. Nadolny İstanbul’da olduğu için Ankara'daki işleri 116 Koçak, age., s. 14. Akten zur Deutschen Auswartigen Amt Berlin, Deutsche Botschaft Kostantinopel Ankara, B. 3, Seri: 974. 118 Koçak, age., s. 14. 119 Akten zur Deutschen Auswartigen Amt Berlin, Deutsche Botschaft Kostantinopel Ankara, B. 3, Seri: 974. 120 Koçak, age., s. 14. 117 46 yürütmekle görevli olan büyükelçilik Müsteşarı Holstein bu ziyaretle ilgili ayrıntıları İstanbul'daki Büyükelçi Nadolny'e bildirmiştir. Bu ziyaretle alakalı Nadolny 25 Şubat 1925 tarihli raporunda konuyu Berlin’e aşağıdaki ifadelerle açıklamıştır. "9 Şubat 1925'de Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk, arabasıyla Çankaya'daki ikametgahından şehre gitmekte ikenAtatürk , Sefarethanemizin önünde arabasını durdurdu ve yaveri Albay Tevfik Bey'i Holstein’a göndererek yeni binalarımızı gezmek istediğini bildirdi. Yaveri Tevfik Bey'den başka ikinci yaveri Yüzbaşı Rüştü Bey, ayrıca Dışişleri Vekaletinden bir müdür ile Kalem-i Mahsus Müdürü Hayati Bey'in de refakat ettikleri Atatürk 'yi, Büyükelçi adına karşılayıp Türkçe olarak buyur ettikten sonra, Atatürk ye ana binanın alt katı ile yan binaları gezdirdim. Cumhurbaşkanı her odayı dikkatle inceleyerek sık sık her şeyi ne kadar beğendiğini tekrarladı. En çok etkilendikleri ise elektrik santrali ile çini sobalardı. Yaklaşık bir saat kadar süren ziyaretinden sonra Cumhurbaşkanı nazikane teşekkürleriyle sefarethanemizden memnun şekilde ayrılması bizi ayrıca daha da çok mutlu etmişti” dedi 121. Atatürk, binaları gezdikten sonra Holstein’nın evinde bir Türk kahvesi içme davetini kabul ederek dairenin koridoruna girer girmez yerli kumaştan dikilmiş olan kapıdaki küçük perdeleri fark edince Cumhurbaşkanı; Anadolu sanayisinin bir ürününün evin dekorasyonunda kullanılmış olmasına pek çok sevindi ve bana bu yüzden özel olarak iltifatta bulundu. Hemen bütün odaları dolaştı. Ama onu en çok etkileyen banyoydu, özellikle oranın bile bu kadar temiz oluşu dikkatini çekti. Kahveler içilirken, Atatürk , Bay Metzler'den inşaat, malzemeler, maliyet vs. hakkında etraflı bilgi aldı. Sonunda, fevkalade etkilendiğini ve herhalde kendisinin de böyle "portatif" bir konut yaptırmak istediğini söyledi. Bizden fabrika katalogları temin etmemizi rica etti. Dairemde yaklaşık yarım saat kaldıktan sonra, çok beğendiğini ifade ettiği Büyükelçinin dairesini kendisine bir kez daha gezdirmemi rica etti. Büyükelçinin yemek odasında, masaya yaklaşık 16 kişinin oturabileceğini hesapladı. Büyükelçinin konutunun mobilyaları ile ilgili ayrıntılı sorular yöneltti. Uzun uzun salonun önündeki küçük verenda da duran Cumhurbaşkanı, buradan 121 http://www.ankara.diplo.de/Vertretung/ankara/tr/02_Die_Botschaft/Atatuerksbesuch/atatuerks_bes uch__in__der_botschaft.html.20.12.2012. 47 benimle birlikte Angora'nın muhteşem manzarasını hayranlıkla seyretti. Büyükelçilik parkı da Beyefendinin tüm beğenisini kazanmıştı. Bildiğim kadarıyla Sefarethanemiz, buradaki diğer yabancı temsilciliklerin içinde Cumhurbaşkanının şahsi ziyaretiyle onurlandırdığı tek temsilciliktir 122. Almanya’nın bu konuda öncü olması örnek teşkil etmiş olacak ki kısa süre sonra Sovyetler Birliği de Büyükelçiliğini Ankara’ya taşımak için girişimlerde bulunmuştur. Ankara’da şuan, Almanya’nın elçilik binası olarak en büyük araziye sahip olması bu konuda adımı ilk atmasından kaynaklanmaktadır. 2.2.1.Nadolny ve Atatürk Görüşmeleri Nadolny, Ankara’da görev yapmış olduğu 11 yıl boyunca Atatürk ile birden fazla görüşme imkanına sahip olmuştur. Bu görüşmeler kimi zaman resmi ilişkiler için olmuş kimi zamanda dostane ilişkiler neticesinde gerçekleşmiştir. Nadolny ile Atatürk’ün ilk görüşmesi 16 Haziran 1924 tarihinde Nadolny’nin Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal’e güven mektubunu sunmak için gerçekleşmiştir 123. Nadolny, anılarında Atatürk ’nin huzuruna çıktığı ilk günü şu ifadelerle açıklamıştır; “Tren garından beni protokol şefi bir arabayla Çankaya’ya, Atatürk ’nin yanına götürdü. Bir bölük asker evin önünde yerlerini almışlardı. Bando ise Alman Milli marşını çalıyordu. Atatürk nin yaveri beni gala üniforması içinde karşıladı. Onunla birlikte ön cepheyi geçtik ve sonra eve girdik. Burası nispeten küçüktü ama bütün çevre çok güzel görülebiliyordu. Atatürk sivil kıyafet giymişti ama kafasında koyun postundan yapılmış ihtişamlı bir kalpak vardı. Karşılıklı konuşma ve güven mektubunun sunulmasından sonra kısa süreliğine bir yere oturduk ve havadan sudan konuşmaya başladık. Bu esnada Atatürk bana Ankara’da bir elçilik açıp açmayacağımı sordu kendisine evet cevabı verince sevindi. Mareşal Liman von. Sanders’ten saygıyla bahsetti ama onun Türkler tarafından pek sevilmediğini vurguladı ise de onun çok 122 .http://www.ankara.diplo.de/Vertretung/ankara/tr/02_Die_Botschaft/Atatuerksbesuch/atatuerks_bes uch__in__der_botschaft.html.20.12.2012. 123 Kocak,age., s. 16. 48 adil ve çalışkan birisi olduğunu da belirtti. Konuşmada Atatürk ’nin kavgalı olduğu Genel Kurmay Başkanı V. Falkenhayn’dan hiç bahsedilmedi” demiştir 124. Görüşmenin sonunda Büyükelçi, Atatürk ’ye eşi Latife Hanımı ziyaret edip edemeyeceğini sormuş ve bu soruya olumlu cevap alarak tarihin kendisine daha sonra haber edileceği belirtmiştir. Elçi anılarında, öğleden sonra Atatürk ’nin eşinin dişinin ağrıdığı ve bu yüzden kendisini kabul edemeyeceği haberini aldığını yazmıştır. Nadolny, daha sonra öğrendiği kadarıyla Latife Hanımkendisi için de bir merasim kıtası istemiş ve Atatürk eşinin bu isteğini geri çevirdiği için, Nadolny’i karşılamaktan vazgeçtiğini anılarında anlatmaktadır. Büyükelçi anılarında Latife Hanım hakkında şu ifadeleri kullanmıştır; “Kendisi İzmir’de oturan varlıklı bir ailenin kızıydı ve Yunanlıların kovulmasından sonra, şehrin Atatürk için tertip ettiği törensel karşılama anında Atatürk’ün boynuna sarılmıştı. Çok güzel olduğundan Atatürk ’nin onunla evlendiği söyleniyordu. Ama daha sonraki haksız taleplerinin dayanılmaz bir hal aldığını ve kısa bir zaman sonra, Atatürk ona eski Türk Hukukuna göre “babasının evine gidebileceğini üç kere söyleyerek boşandığını” anılarında yazmıştır 125. Anılarında amacının Atatürk ’nin özel hayatını eleştirmek olmadığını vurgulayan Nadolny, Atatürk ’nin geceler boyu içki içtiğini, gündüz de miktarı söylenemeyecek derecede tütün ve kahve tükettiğini, bu yüzden bedeni öylesine zayıf düşmüştü ki, buna ancak 57 yıl dayanabildiğini kaleme almıştır. Buna rağmen Mustafa Kemal, tarihi bir başarıyı sağlamış ve bu başarı ona milletinin büyük adamları arasında onurlu bir yer kazandırmıştır. Nadolny, “Atatürk için, kendisi gerçekten alışılagelenin dışında gayretli bir şahsiyetti, bir zamanlar dünyayı yöneten diktatörlerin en çalışkanı olan bir adam olduğunu yazmaktadır. Türk milletinin Avrupalılaşması anlamına gelecek büyük idealini azimle ve mantıklı bir şekilde ısrarlıca ve alicenaplıkla takip etti ki bu az hayret uyandıracak bir durumdur. Bu konuda kendisi ne fanatik ne de inatçı birisiydi, ne şahsen hırslı ne de mağrurdu. Rudolf Nadolny, “Die Türkische İnnenpolitik Unter Atatürk”, Atatürk in Deutscher Sicht, Köln 1982, s.3 125 Nadolny, age., s. 98. 124 49 Vatanına olan sevgisi yaptığı bütün icraatlarda onun hayatına ana motif olmuştu” demiştir 126. Almanya Cumhurbaşkanı Ebert’in ölümü üzerine bu göreve Hinderburg seçilmiş ve yeni görevine 12 Mayıs 1925 tarihinde başlamıştır. Hinderburg, Atatürk ’ye iki ülke arasında ilişkilerin korunacağına dair iyi niyet mektubu yollamıştır127. Hinderburg ile Atatürk daha ikisi de Cumhurbaşkanı değilken, askerken I. Dünya Savaşından önce Berlin’de Mustafa Kemal’in Almanya gezisinde tanışmışlar ve dost olmuşlardı. Bu eski iki dost bu sefer kendi ülkelerinin Cumhurbaşkanları olarak görüşmüşlerdir. Bu mektubu Nadolny, yurt gezisinde olan Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk’e ancak 14 Eylül 1925 tarihinde sunabilmiştir. Nadolny, bu görüşmeyi, Atatürk’ün yatak odasında gerçekleştirmiştir. Çünkü Mustafa Kemalsıtma hastalığına yakalandığı için yataktan kalkamamıştır. Buna rağmen Atatürk ile Nadolny arasındaki görüşme yaklaşık bir saati bulmuştur. Cumhurbaşkanı, Nadolny’e I. Dünya Savaşı öncesinde Berlin’de tanıdığı Hinderburg ile olan ilişkilerini ve savaş anılarını anlatmıştır 128. Nadolny, anılarında Cumhurbaşkanı’nın yurt gezisinde çok yorulduğunu ve sıtma hastalığına yakalandığını belirtmiştir. Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk’ün 23 Mayıs 1927 tarihinde geçirdiği bir rahatsızlık üzerine, Sağlık Bakanı Dr. Refik Saydam’ın önerisi üzerine ve Atatürk ’nin de izni ile Eylül aylarında Almanya’dan doktorlar çağırılmasına karar verilmiştir. Bu konu da Nadolny ile Berlin Büyükelçisi Kemaleddin Sami Paşa irtibata geçerek Berlin Tıp Fakültesi Dahiliye Şefi Dr. Friedrich Kraus ile Münih Tıp Fakültesi Dahiliye uzamanı Dr. Ernest von Rosenberg, Atatürk ’yi tedavi etmek için Türkiye’ye davet edilmişler ve bu davet kısa sürede gerçekleşmiştir. Doktorların kısa sürede Türkiye’ye gelmeleri konusunda Büyükelçi Nadolny büyük rol oynamıştır 129. Nadolny, Atatürk ile yapmış olduğu konuşmalarını anılarında ve raporlarında yazmış ve Atatürk’ü şu ifadelerle onurlandırmıştır; “Bilindiği gibi Mustafa Kemal Paşa, yeni Cumhuriyet eserini ortaya çıkardı. Böylece bugün ki Türkiye onun 126 Nadolny, age., s. 99. Atatürk’ün Milli Dış Politikası, C. II, Kültür Bakanlığı Yay., 3. Baskı, Ankara 1981, s. 89. 128 Koçak, age., s. 15-16. 129 Bedi Şehsuvaroğlu, Atatük’ün Sağlık Hayatı, Hürriyet Yay., İstanbul 1981, s. 12. 127 50 eseridir; O, sadece milli kahraman değil, Türkiye’nin mimarıdır, Türklerin babasıdır. Atatürk ile birkaç kez sohbet etme fırsatını buldum. Her seferinde kahramanlıktan doğan gururlu vatan sevgisi ve aynı zamanda memleketi için baba rolünde devlet adamlığı duygusunu taşıyordu. Bu, onun kişiliğinin genel ifadesi olarak beni hayrete düşürüyordu. Mustafa Kemal’in Türkiye’deki konumunu göz önüne almak için, tasvir edilen gelişmeler üzerine düşünülmelidir. Bugünkü Türkiye’yi tanımak isteyen herkesin, her şeyden evvel Atatürk ’yi anlaması gerekir. Onun başa geçmesi, milli halkın yükselişi olarak kabul edilir. Bu mücadele cesaretli, anavatanlarını her şeyin üzerinde tutan birkaç kişi tarafından organize edildi. O, halife hükümetine karşı rakip oldu, hatta Mustafa Kemal’in ölümüne karar kılan hükümetle mücadele etti. Atatürk bütün olumsuzluklara rağmen mücadelesinden vazgeçmedi ve arzuladığı hedefi, başka hiçbir devlet adamına nasip olmayacak derecede başardı” demiştir 130. Alman Büyükelçisinin, bu ifadeleriyle son yıllarda Atatürk önderliğinde Türk milletinde meydana gelen değişmeyi çok iyi anladığını ve analiz ettiğini göstermektedir. Elçinin bu övgü dolu sözlerine, bir Alman gazeteci şu sözlerle ona iştirak etmiştir; “Türkiye’de doğan ve ışık saçan yıldız, gerçekten bize de gittiğimiz yolu göstermektedir” 131 diye Atatürk’e övgü dolu sözler sarf etmiştir. Cumhuriyet’in Onuncu Yıldönümünde 29 Ekim 1933 tarihinde Ankara’da yapılan büyük kordiplomatiğin 132 resmigeçitten sonra Atatürk, tebriklerini kabul etmiştir 133 Büyük Millet Meclisinde . O gün Almanya’nın Büyükelçisi Nadolny Alman milleti ve şahsı adına Atatürk’ü kutlayarak Mareşal von Hindenburg’un bir mesajını Cumhurbaşkanı Atatürk ’ye takdim etmiştir. Almanya Cumhurbaşkanı Mareşal von Hindenburg’un kutlama mektubu aynen şu ifadelerle doludur; “Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşunun 10. yılı nedeniyle siz Ekselanslarına ve Türk milletine, benim ve Alman halkının en derin mutluluk dileklerini ifade etmeyi kendime şeref addediyorum. Ben ve Alman halkı, mükemmel yönetiminiz altında modern Türk devletinin fevkalade oluşumunu takip etmektedir. Biz Almanlar büyük bir şaşkınlık ve sempatiyle, sizin Türk halkını yeniden nasıl uyandırdığınızı, 130 Akten zur Deutschen Auswartigen Amt Berlin, Nadolny, N. 110. Norddeutsche Allgemeine Zeitung, 24 Aralık 1931, s. 1-2. 132 Bir Devlet Nezdinde Görevli Bulunan Diploması Temsilcilerinin Tümüne Verilen Addır. 133 Hakimiyet-i Milliye, Ankara, 7 Kasım 1933, s. 4. 131 51 istikrara kavuşturduğunuzu ve sizin marifetli ellerinizle, çalışkan ve yenilenmeye istekli milletinizi bütün dünyaya nasıl tanıttığınızı, siyasi ve ekonomik yükselmeye nasıl ulaştığınızı gördük. “Özellikle siz Ekselanslarına, Alman halkının, Türk milletinin silah arkadaşlığını hiçbir zaman unutmayacağını ve ortak mücadele de kazandığı dostluğu devam ettireceğini ve derinleştireceğini garanti vermeyi kendime vazife addediyorum. Size ve çalışkan halkınıza, mutlu bir gelecek arzu ediyorum”, eski dost Hinderburg, Atatürk’e ve Türk milletine övgü dolu sözler sarf etmiştir 134. Nadolny, Cumhurbaşkanı Atatürk’ün kurduğu yeni Cumhuriyetten dolayı kendisini tebrik ederek konuşmasına şöyle devam etmiştir; “10 yıllık faaliyetim esnasında genç devletin inanılmaz yükselişini beraber yaşama fırsatı buldum. Türkiye’nin deha lideri Mustafa Kemal’in önderliğinde, son on yılda yaşanan yükseliş, bugünde devam etmektedir. Bu, I. Dünya Savaşında yenilmiş ve daha sonra bu kaostan büyük mücadele ile çıkmıştır. Kendisine konan siyasi ve ekonomik ambargoları kaldırarak kendi ayakları üzerinde durabilen ilk devlet olma özelliğini almıştır. Bunu, sadece Cumhurbaşkanı Atatürk ve yakın çalışma arkadaşlarının gayretli çalışmaları sayesinde başardılar” demiştir 135. Almanya’nın Büyükelçisi Nodalny, Hindenburg’un mesajını Atatürk’e verdikten sonra aynı zamanda Atatürk’e veda etmiştir. Nadolny, Türkiye’den sonra Moskova Büyükelçisi olmuştur 136. Atatürk, nazik cümlelerle Büyükelçi’ye teşekkür etmiş ve iyi yolculuklar dilemiştir. Bu Nadolny ile Atatürk’ün son görüşmesi olmuş ve Atatürk hakkında anılarında detaylı bilgi vererek onu ne kadar çok önemsediğini de göstermiştir. 2.3.Nadolny’nin, Türkiye’nin Dünü ve Bugünü Hakkındaki Görüşleri Türkiye’de görev yapmasıyla Türk-Alman ilişkileri açısından dönemin en önemli şahsiyetlerinden birisi olan Büyükelçi Nadolny, yeni münasebetler ve Türkiye’nin dünü ve bugünü hakkında Berlin’de radyoya beyanatta bulunmuştur. Bu 134 Akten zur Deutschen Auswartigen Amt Berlin, Nadolny, No: 110. Akten zur Deutschen Auswartigen Amt Berlin, Nadolny, No: 110. 136 Nadolny,age., s. 106. 135 52 beyanatta şu ifadeleri kullanmıştır: “Savaştan sonra beş yıl askıya alınan ilişkilerin, 1924 yılı baharında tekrar başlamasıyla, çok yeni bir devletin karşıda durduğu görülmezlikten gelinemezdi. Özellikle Türkiye’de ortaya çıkan değişme o kadar çok kapsamlı ki, o yer ve mekanda bulunmadan bunu kimse anlayamazdı. Mustafa Kemal’in yiğitliği ve yakın arkadaşlarının desteğiyle, Osmanlı Halifelik İmparatorluğunun yıkıntılarından “Türk Milli Devleti”, külünden çıkan Anka kuşu gibi yükselmiştir. Vatan için büyük icraatın ünü, bütün dünyaya yayılmış ve dünya tarihinin bir parlak noktasını oluşturmuştur137. Görüldüğü üzere Nadolny, Türk milletinin ve Türkiye’nin Anka Kuşu gibi kendi küllerinden yeniden doğduğunu belirterek bu başarının mimarları olarak da Atatürk ve yakın arkadaşlarını göstermiştir. Nadolny, Aralık 1933 tarihinde Berlin radyosunda, “Yeni Türkiye” hakkında izlenimlerini bildirmiş ve konuşması dönemin yerli ve yabancı birçok gazetesinde manşet olmuştur. Nadolny, 20 yıl önce eski Türkiye’de bulunmuştur. Daha sonra I. Dünya Savaşı öncesinden İstanbul’dan Bağdat’a kadar gidip orada ülkesinin çıkarları için görev almıştır. Altı buçuk yıldır Alman devletinin temsilcisi olarak görev yaptığı Türkiye’de, fırsat buldukça eski ve yeni Türkiye arasında kıyas yapmaya ve farklılıkları tespit etmeye çalışmıştır. Savaş sonrası ortaya çıkan değişikler sonucunda, yeniliğe gösterilebilecek en iyi örnek Türkiye’nin olduğunu, çünkü hiçbir yerde çıkan değişim, Türkiye’deki kadar teferruatlı değildi. Böylece Türkiye’yi 1001 gece masallarının romantizmiyle, türban, fes ve harem hayatının Doğu yaşamıyla hatırlayan sizden her biri, böyle hatıraları ve düşünceleri hiç düşünmeden bir kenara bırakmalıdırlar. Çünkü eski renkli ihtişamdan ve egzotik Doğu tarzından bugün ki Türkiye’de hiçbir şey kalmadı. Bugün Türkiye’ye gelen yabancılar, Doğu’yla ilgili bazı şeyler bulabilirler. Nadolny “Yeni Türkiye’yi” daha iyi anlamamız için Kurt Ziemke’nin “Neue Türkei” adlı eserini okunmasını önermiştir 138. Her şeyden evvel Türkiye, coğrafi durumunun gereği ve eski dünyanın 137 Akten zur Deutschen Auswartigen Amt Berlin, Politische Beziehungen der Türkei zu Deutschland, Türkei Politik, B.4, R.78487. 138 Kurt Ziemke, Die neue Türkei: Politische Entwicklung 1914-1929, Stuttgart, 1930: Kurt Ziemke, Almanya’nın özel olarak yetiştirdiği Ortadoğu uzmanıdır. Kurt Ziemke görev yaptığı Ortadoğu alanında ülkesi adına önemli çalışmalar yapmıştır. Türkiye ve Ortadoğu hakkında birden fazla kitap yayınlamıştır. 53 siyasi kaderi için önemini hala korumaktadır. Çünkü o, boğazların hala bekçisidir. Karadeniz ve Akdeniz arasında giriş ve çıkış için en uygun yerdir. Hala o, İngiliz ve Rus menfaatleri arasında bir ara ülkedir. Asya ve Avrupa arasındaki bir köprü devlettir. Türkiye aynı zaman da Karadeniz, Akdeniz ve Balkan devletidir. Eski, çok yapılı millet unsurunu artık kalmadığını, bugün geniş Osmanlı milletler topluluğundan Arap dünyasının ve Yunan Adaları’nın ayrılmasıyla tamamen homojen ve milli bir devlet ortaya çıkmıştır. Bu devlet, sadece Anadolu ve Boğazlar bölgesini kapsamaktadır. Politik merkezi, artık boğazların Avrupa yakasında değil, bilakis Anadolu’nun kalbinin ortasında yani Küçük Asya’da bulunduğunu yazmıştır 139. Büyükelçi Nadolny, “Yeni” sıfatının en çok Türkiye’ye uyduğunu ve bunun gerekçesini de doğunun bütün izlerinden I. Dünya Savaşından sonra Türkiye Cumhuriyeti ile tamamen kurtulduğunu belirtmiştir 140. Büyükelçi Nadolny, raporlarında Türkiye’nin dünü ve bugünü hakkında ayrıntılı bilgiler sunmuştur. “Yeni Türkiye”, varlığını Türk milli şuurunun alevlenmesine ve milli kahramanlığına borçludur. Bu, birkaç kişinin ulvi vatan sevgisiydi. Türk halkının tamamen çözülmekte ve yıkılmakta olduğu bir anda onların vatan sevgisi, Anadolu’da 10 yıldan daha fazla zamandan beri devam eden savaştan dolayı ağır kayıp veren Anadolu çiftçisini, milli sancak altında toplamıştır. Yabancı etkisinde bulunan İstanbul’un sultan hükümetinin isteklerine karşı, güçlü İtilaf Devletlerine karşı ve onlar tarafından ülkeye gönderilen Yunan ordusuna karşı mücadele yapma cesaretini bulmuştur. Bu muazzam mücadele tarihte sadece Türkler tarafından gerçekleştirilmiştir. Büyükelçiye göre, Kurtuluş Savaşının Anadolu’daki milli karakteri; Halifelik hükümetine karşı konulması, kapitülasyonların kaldırılması, Mustafa Kemal ile arkadaşlarının bilgi ve becerilerinin Avrupa eğitim tekniğiyle birleştirmiş olması ve Türk halkını durağanlıktan kurtararak gelişmesini tamamlamasıdır. Bunlar eski Türkiye’den yenisinin oluşması için temel etkenlerdi. Türkiye’nin büyük enerjiyle modern olması, yani daha doğrusu Lozan Antlaşmasının yürürlüğe girmesiyle Türkiye’de Avrupalılaşma süreci başlamıştı. 139 140 Cumhuriyet Gazetesi, “Sulh ve Terakki işte Türkiye’nin Hedefi”, 6 Aralık 1933, s.4-5. Nadolny, age., s. 6. 54 Nadolny, o halde aşağı yukarı aynı zaman zarfında, 1924 yazındaAnkara’nın ilk Alman Büyükelçisi olarak Türkiye’deki Avrupalılaşma sürecinin başında yer almıştır.Bugünkü gelişmelere bakıldığı zaman, gerçekten yeni bir Türkiye’nin meydana geldiğini ve Halifelik iktidarının sona erdiğini, böylece de bilenen Panislamizm düşüncesinde ortadan kaybolduğunu Nadolnyifade etmişti 141. Nadolny eski ile yeni Türkiye arasında kıyas yaparak, Türkiye’nin Osmanlı öncesinde ve sonrasında kurulan yeni düzen hakkında detaylı bilgileri raporlarında sunmuştur. Büyükelçinin I. Dünya Savaşı öncesinde ve sonrasında Anadolu topraklarında bulunmuş olması tarafsız bir gözle Türkiye’nin geçirmiş olduğu tarihsel zorlukları, problemleri ve Yeni Türkiye’nin başarılarını, o dönemleri yaşayan birisi olarak raporlarında yazmıştır. Yabancı bir diplomatın Türk milleti ve Türk vatanı için sarf ettiği bu ifadeler gerçekten gurur verici bir durumdur. 2.3.1.Nadolny’nin Ankara’ya ve Anadolu’ya Bakış Açısı Büyükelçi Nadolny, görev yaptığı süre içinde her fırsatta Türkiye hakkında anılarında ve raporlarında genç cumhuriyetin geçirdiği her aşamayı bizzat görmüş ve yaşamıştır. Nadolny, Ankara’ya yaptığı ilk yolculuk hakkında anılarında yer vermiştir. Büyükelçi İstanbul’a geldikten sonra güven mektubunu sunmak için Başkent Ankara’ya gitmek için gerekli hazırlıkları yaparak, elçilik müşaviri Holstein ile yola çıkmışlardır. Elçilik müşaviri Holstein, bir kavas ve bir aşçıyla birlikte, Haydar Paşa garından bir salonlu vagon içinde yer alarak Ankara’ya hareket etmişlerdir. O dönemin şartlarından dolayı, geceleyin seyahat edilmesi mümkün olmadığı için yolculuk gündüzleri devam etmiştir. Nadolny ve ekibi ertesi gün Eskişehir’e ulaşmışlardır. Yolculuklar başta deniz kıyısı boyunca devam etmiş, daha sonra 21 tünel geçilip zaruri olarak tamir olunan son derece tehlikeli köprüler üzerinden ve çok sayıda kullanılamayacak halde vagon ve lokomotif yanından geçerek devam etmiştir. Nadolny geceyi yataklı vagonda geçirmek istemiş, ama tahtakuruları onu öyle rahatsız etmişler ki, bu olay elçinin uzun bir gece geçirmesine neden olmuştur. Ertesi sabah Ankara’ya doğru yola çıkılmıştır. Nadolny, dağların 141 Akten zur Deutschen Auswartigen Amt Berlin, Politische Beziehungen der Türkei zu Deutschland Türkei Politik, B.4, R.78487. 55 çeşitli renklerde parıldadığını, fakat manzaranın çıplak ve hüzün verici olduğunu da ifade etmiştir. Sadece sefil görünümlü kerpiç evlerin etrafındaki tarlaların sürülmüştü diyerek gördüklerini özetlemiştir. Büyükelçi ve ekibi, bu zorlu yolculuk sonunda Ankara’ya ulaşabilmişleridir 142. Görüldüğü üzere Nadolny, yolculuk boyunca gördüklerinin hüzün verici olduğunu Türkiye’nin yoksulluğunu ve kötü şartlarını anılarında yazmıştır. Nadolny ve çalışma arkadaşları, garda Ankara’ya ilk adımlarını atmışlardır. Elçi anılarında, istasyon ile şehir arasında büyük bir bataklık olduğunu bataklıktan geçen şose yol ile şehre ulaşımın sağlandığını ifade etmiştir. Nadolny, Ankara şehrini, bir dağın tepesinde bulunan bir kale ile bir sürü petrol varilleri, tenekelerden yapılmış kulübeler, kerpiç evler ve birkaç yeni yapılmış tuğla evlerden olduğunu anılarında yazarak Ankara’yı betimlemiştir. Daha yeni görünümlü, büyükçe yapılmış olan tek binanın meclis binası olduğunu, o zamanın şartlarından dolayı Ankara’da tek odaları olan bir otel bile olmadığını, sadece otelde bir yataklı oda ancak altı yatakla beraber kiralanabildiğini yazmıştır. Büyükelçi bundan dolayı istasyonda bulunan bir vagonda kalmış ve ziyaretlerini orada gerçekleştirmiştir 143. Büyükelçinin Ankara’da ilk gittiği yer Dışişleri Bakanlığı olmuştur. Burası bir yan sokak içinde küçük eski bir konakta faaliyet gösteriyordu. Zaten Ankara’da dönemin şartlarından dolayı İstanbul’daki gibi muazzam yalılar ve konaklar yoktu. Aynı zamanda Dışişleri Bakanlığını da yürüten Başbakan İsmet Paşa başında büyük koyun postundan yapılmış bir kalpak giyiyordu. Yüzünde eski asker imajı okunuyordu. Kendisi Alman askeri misyonunda görev yapmış birisiydi ve iyi derecede Almanca konuşabiliyor olmasına rağmen, İsmet Paşa’nın biraz ağır işittiğini söylemiştir. Nadolny, büyükelçilik ve Ankara konusunda 21 Haziran 1924 tarihli raporuyla Ankara’nın o günkü olumsuz şartlarını betimlemiştir; “Ankara bugün, izninizle söylemeliyim, gerçek bir Asya Türk çamur yuvasıdır. Bir Asya araştırmacısı için, özellikle ziyaretinin üzerinden uzun bir süre geçmişse, bilimin hizmetinde geçirilmiş, ilkel bir yaşam biçimi olarak, güzel bir anıdır. Normal bir 142 143 Nadolny, age., s. 92. Nadolny, age., s. 93. 56 Avrupalı için böyle korkunç bir yerde belli bir süre geçirmek, ancak herhangi bir zorunluluk altında mümkün olabilir. Burada balçık ve samanla inşa edilmiş evlerde tahta kuruları ve koyun yağına kadar koyundan yapılmış her türlü yiyecek hakimdi. Yakın bölgelerde kendi haline bırakılmış nehirlerin oluşturduğu bataklıklar çok büyük miktarda sivrisinek üretiyor ve bunun sonucu olarak tüm evlerde olumsuz yan tesirleri olan kinin tabletleri yemek saatlerinde değişmez ve sürekli biçimde alınıyor. Çağdaş konfora sahip hiçbir ev yoktu. Temel ihtiyaç maddeleri çok ilkel dükkanlarda satılıyor. Bunun dışındaki maddeleri İstanbul’dan almak gerekiyor. Civardaki doğa esas itibariyle bozkırdan, ağaçsız ova ve tepelerden veya yüksek kayalık ile dağ silsilelerinden oluşuyor. Harikulade çizgileri ve görünümleri var ama bitki örtüsü yok. Hiç bir göl ve orman yok, sadece tepelerdeki birkaç ağaç doğanın olanca fakirliğine küçük, dostça bir renk getiriyor” demiştir 144. Nadolny’e göre, Anadolu ve Ankara için yapılması gereken çok işin olduğunu ifade etmiş ve Ankara’nın gösterdiği gelişmeyi hayranlıkla izlemiştir. Ankara şehrinin durumu, İstanbul dışındaki memleketin nasıl durumda bulunduğunu her gün görme imkanını oraya yerleşmiş hükümetin göz önünde bulundurmasını sağlıyordu ve ona yardım sağlamak hususunda büyük görevler yüklüyordu. Hijyenik çalışmalar yapılması, evler yapılması ve çevrenin yeniden şekillendirilmesi gerekiyordu. Hükümetin bu amacına ulaşmış bulunduğu gerçeği tartışılamaz. 1924 yılında 22.000 nüfusa sahip Ankara’sını düşünebilen, onu perişan küçük evleriyle, istasyon ile şehir arasındaki bataklığıyla geniş çorak manzaralı Çankaya ve Keçiören’i karşılaştıracak olursak, 14 milyon nüfusuyla 762741 kilometrekarelik bir bölgede fakir bir halde yaşayan ve sürekli olarak savaşlar yapmış Türk milletini düşünen bir kimse bu millete en yüksek şekilde hayranlık duymaktan başka bir şey yapamazdı. Bugün Ankara 300.000 nüfusuyla büyük bir gelişme göstermiş ve modernleşme yolunda büyük adımlar atmış bir şehir durumuna gelmiştir 145. Aynı ölçüde olmasa da Türkiye’nin bütün kentlerinde uygun tarzda gelişim sağlandı. Ankara’da iken Türkiye’ye doğru zamanda gelmiş olduğumun bilincine vardım. Osmanlı İmparatorluğunun yerine Arap Bölgeleri’nin terk edilmesi sonucunda yeni milli bir 144 145 Bozkurt, agm., s.29-30. Cumhuriyet Gazetesi, “Sulh ve Terakki İşte Türkiye’nin Hedefi”, 6 Aralık 1933, s. 6. 57 Türkiye kurulmuştur. Her tarafta yeni bir düzen kuruluyordu. “Yeni Başkentin”, bir dünyanın yeni bir sembolü olarak gün yüzüne çıktığını yazmıştır 146. Ankara’nın birçok yerinde bataklıkların olması anofel sinek sürülerinin bolca üremesine neden olmuş ve bölgede Malerya (sıtma) hastalığı o kadar yaygınlaşmıştı ki, hükümet üyelerinin birçoğu bu hastalığa yakalanmış halde yataklara düşmüşlerdi. Nadolny Ankara’ya ilk gelişinde bu yüzden birçok devlet adamıyla görüşememiştir. Elçi anılarında, bu durumdan dolayı sıtma hastalığına karşı bolca kinin ilacı kullandığını itiraf etmiştir 147. Nadolny yazmış olduğu raporlarında, Ankara’nın bu kötü durumundan biran evvel kurtulması için kendisinin de girişimlerde bulunduğu ve bunun neticesi olarak Charlottenburg’ta bulunan Teknik Yüksek Okulunda Prof. Dr. Jansen’a Ankara için bir imar planı hazırlamasını istemiş ve bunun icrası için Berlin’e rapor yollamıştır. Dr. Jansen’ın yapmış olduğu çalışmalar sonucunda, Engürü su adı verilen ırmağın bataklığının kurutulduğunu ve bu ırmağın bir tarafına park diğer tarafına bir ırmağın içinden geçen yere at yarışı için pist yapıldığını belirtmiştir. Bunun neticesinde de Malerya hastalığı yok edilmiştir. Nadolny, tren garının yenilendiğini ve gar yanında çok güzel bir Palast Oteli yapıldığını ve diğer ihtiyaçlar içinde modern lokantalar inşa edildiğini yazmıştır. Şehirdeki küçük evlerin yıkıldığını yerlerine şatafatlı binalar yapıldığını belirten Nadolny, bakanlıkların ve yabancı misyonerlerin de kendilerine temsili binalar yaptırttıklarını rapor etmiştir. Geniş bulvarlar sayesinde trafik akışı sağlandığını ve şehrin üst tarafında Elma Dağı üstünde devlet başkanının bulunduğu yerlere yönetim binaları inşa edildiğine dair rapor tutmuştur 148. Büyükelçi, bazen yapması gereken görevlerinin dışındaki konulara da el atmıştır. Ankara’nın yeniden yapılanması meselesine kayıtsız kalmayarak girişimlerde bulunmuştur. Nadolny’nin bu çalışmaları Türkiye’de birçok Alman firmasına pazar oluşturmuştur. Mesela; Ankara Üniversitesi ve Sümer Bank gibi kurumları Alman firmalar, elçinin girişimleri sayesinde yapmışlar ve bu işlerden 146 Nadolny, age., s. 94. Nadolny, age., s. 95. 148 Akten zur Deutschen Auswartigen Amt Berlin, Deutsche Botschaft Kostantinopel Ankara, B.3, Seri: 975. 147 58 maddi kazanç ve nüfuz kazanmışlardır. Nadolny’nin bu yoğun çalışmaları ülkesinin diğer devletlere oranla Türkiye’de ayrı ve önemli bir yeri kazanmasını sağlamıştır. Nadolny 7 Temmuz 1927 tarihli raporunda, Mustafa Kemal’in uzun yıllar sonra İstanbul ziyareti hakkında detaylı bir rapor yazmıştır. Nadolny, başkentin İstanbul’dan Ankara’ya taşınması neticesinde İstanbul’un bir anda o ihtişamlı yapısından öksüz bir çocuğa döndüğünü belirtmiştir. Atatürk’ün ziyareti ile eski imparatorluk başkenti arasında oluşan kırgınlık, bu ziyaretle ortadan kalkmıştır. Atatürk’ün ziyareti İstanbul ahalisini çok mutlu ettiğini bunun için halkın ve İstanbul’un yerel amirlerinin karşılama merasimleri düzenlediğini yazmıştır. Nadolny, CumhurbaşkanıAtatürk ’nin İstanbul ziyareti için, Ankara hükümetinin İstanbul’un kaybına kayıtsız kalmayacağını ve İstanbul’un önemini koruyacakları anlamına geldiğini raporunda belirtmiştir 149. Ayrıca Büyükelçi Nadolny, anılarında İstanbul’u çok beğendiğini ve geçmişiyle çok önemli bir şehir olduğunu, her fırsatta İstanbul Tarabya’daki konağında ailesiyle birlikte tatil yaptığını anılarında kaleme almıştır. Yukarıdaki ifadelerden de anlaşılacağı üzere Nadolny, Ankara’nın ve Anadolu’nun durumumun çok kötü olduğunu belirtmiştir. Onun için Ankara’nın (hükümetin) bu konuda işinin çok olduğunu açıklayarak durumun acziyetini o dönemi yaşamış biri olarak raporlarında ve anılarında gözler önüne sermiştir. Büyükelçi Nadolny, özellikle de I. Dünya Savaşından sonra yoksulluğun her yerde kendisini fazlasıyla gösterdiğini yazmıştır. Yeni Türkiye’nin ekonomik, kültürel ve sosyal alanda yoğun bir şekilde çalışma yapması gerektiğini belirtmiş ve kısa süre de yeni Türkiye’nin her alanda hızlı bir şekilde olumlu çalışmalar yaptığını açıklamıştır. 2.4.NADOLNY’NİN TÜRK İNKILAPLARINA BAKIŞ AÇISI Alman Büyükelçi Nadolny, diğer konularda olduğu gibi Türkiye’deki yeniliklere ve yapılan inkılaplara da kayıtsız kalmayarak bu konular üzerine hem raporlar tutmuş hem de inkılapları anılarında yazmıştır. 25 Kasım 1925 tarihinde ilan edilen Şapka Kanunu ile alakalı büyükelçi görüşlerini ifade etmiştir 150. Nadolny 149 150 Koçak, age., s. 28-29. Hakkı Naşit Uluğ, Üç Büyük Devrim,Ak Yay., İstanbul 1973, s. 127. 59 sosyokültürel alandaki yapılan yeniliklerin erkeklerde fesin, kadınlarda da peçenin kaldırılmasıyla başladığını anılarında yazmıştır. Büyükelçi sözlerine devam ederek, erkeklerin kısa süre içinde başlarına kasket veya şapka takmaya başladıklarını ve bu harekete kadınların da iştirak ettiklerini, çünkü toplum içinde artık fes ve peçe giymenin büyük bir utanç sayıldığını anlatmıştır. Nadolny’nin koruması olan tutucu Hacı Mustafa’nın bile kısa sürede fesi çıkarıp ilk önce kürklü bir kasket daha sonrada kendisinin icraata koyduğu Almanlara özgü Kavas şapka takmaya başladığını anılarında kaleme almıştır 151. Alman Elçi, Türkiye hakkında Berlin’de verdiği beyanatta, Türk kadının hala ecnebi birini gördüğünde hicapla yüzünü yere eğdiğini ya da yüzünü bir şeyle örttüğünü belirtmiştir.Kadınların kılık kıyafet kanundan sonra, peçelerini çıkarttıklarını ve her tarafta yüzleri açık bir şekilde görünmeye başladığını ve böyle tutucu milletin kısa sürede bu yeniliklere kolayca ayak uydurmalarını hayretle anılarında ifade etmiştir 152. Nadolny, çok derine giden bir yenilikte o zamana kadar uygulanan dini hukukun ve eski şeriatın kaldırılması sonucu artık onun yerine Avrupa hukukunun ve kültürünün alınması ile yeniliklerin yapıldığını yazmıştır. Ayrıca Türkiye’nin, diğer alanlarda yapılan yenilikleri de Batı’dan esinlenerek yaptığını buna örnek olarak da, İsviçre Medeni Kanunu, Alman Ticaret Kanunu, Dava Hukuku Kanunu ve Fransız Ceza Hukuku, Türkiye şartlarına uyarlanarak yapıldığını raporlarında açıkça belirtmiştir. Büyükelçi, Türkiye’nin artık her alanda yönünü Atatürk önderliğinde Batı kültürüne çevirdiğini, Şark’ın Türkiye ve Türkler için önemini yitirdiğini yazmıştır 153. Atatürk , kendisinin sürdürdüğü Avrupalılaşma hareketi kapsamında, Parlamento’da, bir muhalefet partisi olmasına büyük değer vermekteydi. Bunun için Londra’da elçi olarak görev yapan arkadaşı Fethi Okyar’ı ülkeye çağırarak onun başkanlığında bu partiyi kurdurtmuş, bu parti “Cumhuriyet Halk Partisinin’’ aksine “Terakkiperver Halk Partisi’’ adını almıştır. Halkın bu yeniliğe karşı başkaldırmasıyla, Mareşal Fevzi Çakmak, Atatürk ’nin yanına gelerek onu bu 151 Nadolny, age., s. 102. Cumhuriyet Gazetesi, 6 Aralık 1933, s. 4. 153 Politisches Archiv des Auswartigen Amts, Politik Türkei 1924-1928, B. 3, R. 78545. 152 60 düşüncesinden vazgeçirtmiştir. Bunun sonucunda da on üç üyesi olan yeni parti fesh edilmiştir. Avrupa tipi parlamento başlamadan çok kısa sürede son bulmuştur 154. Büyükelçi, yapılan reformların o kadar hızlı ve keskin olduğunu ve kimsenin yapılan yeniliklere karşı koyacak gücünün olmadığını ifade etmiştir. Hatta inananları ibadete davet etmek için, ezanın Arapça değil Türkçe olarak okunması hususunda bile çok büyük tepkiler olmadığını söylemektedir. Halkın yapılan yeniliklere karşı koyamamasını Nadolny; Türklerin savaştan yeni çıktığını, yoksulluğun hat safhada olduğunu ve kurtarıcıları Atatürk ve arkadaşlarının yanlış bir şeyler yapmayacaklarına inandıkları için yapılan yeniliklere çok büyük bir direnişin olmadığını hayretler içinde yazdığını açıklamaktadır. Nadolny, bu reformların yapılması ve uygulanmasında Atatürk ve arkadaşlarının bir direnişle karşılaşmamasını mucize olarak nitelendirmektedir. Her ne kadar çok güçlü bir direniş olmasa da, Mollalar bu reformların en büyük karşıtı olmuşlardır. Mollalar halkı galeyana getirmeye çaba sarf etmişler ve bunun içinde Peygamberin yeşil bayrağını açmışlar ve kendilerine karşı çıkan bir yedek subayı öldürmüşlerse de isyanın büyümeden durdurulduğunu anılarında kaleme almıştır 155. 2.4.1.Nadolny ve Şapka İnkılabı Atatürk, 25 Kasım 1925 tarihinde ilan edilen Şapka Kanunu hakkında Nutuk adlı eserinde şu ifadeleri kullanmıştır; “Fesin kaldırılması zorunluydu. Çünkü fes kafalarımızın üstünde, bilgisizliğin, bağnazlığın, uygarlık ve her türlü ilerleme karşısında duyulan nefretin bir simgesi gibi oturuyordu” demiştir 156. Alman Büyükelçi Nadolny 6 Ağustos 1925 tarihli raporunda Şapka İnkılabıyla alakalı şu ifadeleri kullanmıştır: “Türk devrim hareketi, bilindiği üzere diğer hedeflerinin yanı sıra, eski ve tamamıyla İslam dinine dayalı Türk kültür ve devlet anlayışını yıkmayı da kendisine görev edinmiştir. Devrim hareketi, bunu göze batan İslam’ın Doğu adetlerini ortadan kaldırmak suretiyle görünüşte de vurgulamak 154 Nadolny, age., s. 112. Nadolny, age., s. 113. 156 Mehmet Kaplan, Nesillerin Ruhu, Dergah Yay., İstanbul 2005, s. 148. 155 61 ve Türkiye’nin bu açında da Avrupalı olduğunu anlatmak çabasındadır” diyerekraporunda yazmıştır 157. İslam dünyasına mensup ister Arap, ister Türk, isterse de İranlı olsun doğuluların göze en çok çarpan özelliklerinden birisi serpuştur. Serpuş, camilerde ve dini törenler sırasında muhafaza edilebilmesi için, sipersiz şekilde olması gerekmektedir. Hıristiyan dahi olsa, bir Türk vatandaşı ülke içinde bir serpuş takma cesaretinde bulunduğunda, halk arasında bir dini suç işlemiş, eski Osmanlı geleneğine göre ulusal duyguları rencide etmiş olurdu. Daha yakın tarihe kadar, Türk olarak tanınan ve sokakta şapka ile görünen insanlar tutuklanıp cezalandırılırdı. Çok kısa zamanda fesin kullanımdan kaldırılması ve yerini Avrupa tarzı şapkanın alması yolunda çok güçlü bir hareketin başlaması, ülkenin Avrupalılaşması için çabalayan hükümetin yanı sıra, halkında bir bölümünün özellikle de aydınların aynı yöndeki isteklerini göstermek bakımından önemli bir sonuçtur. Kasket siperi ya da şapka kenarı yokken gözlerine gelen güneşi ansızın fazla göz kamaştırıcı bulmaya başlayan insanlar, kendilerini çeşitli örtünme yollarıyla korumaya çalışıyorlar. Yine aynı insanlar, fesin gerçekte Yunan kaynaklı bir serpuş olduğunu ansızın hatırlıyorlardı. Kısacası fese ve sipersiz benzeri serpuşlara karşı yukarıdan teşvik edilen ya da daha ziyade emredilen bir mücadele başlamış durumdaydı 158. Fakat bu arada, muhafazakar zihniyetlilerden, özelliklede kırsal kesimden çok fazla tepki ile karşılaşmamak için, aralarında Yargıtay Başkanının da bulunduğu bazı yüksek makam sahibi kişilerin görüşlerine başvurulmuş, başın örtülüş şeklinin dinle ilişkili olmadığı konusunda ki görüş, bu kişilerce onaylattırılmış ve bu düşünceler basında da yer almıştır. Bizzat Atatürk , kendi muhafız kıtasına İtalyan ordusununkine benzer bir kasket takma uygulaması başlatarak, bu işin açılışını yapmıştır. Bu uygulamayı, donanma için Alman başlık tipini uygulamaya koyan Bahriye Vekaleti izlemiştir. Ordu için alınan karara göre de, sadece aşağı yukarı İngiliz ya da Çekoslovak örneğine uygun, Avrupa tarzı serpuş (siperli kasket) takılmakla kalmadı; ayrıca Batılı tarzda selam verme ve resme saygı yani (ayıp E. Akurgal, S. Deren ve S. Aydın, “Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce Batıcılık”, C. III, “Kültürel Batılılaşma”, (Ed. M. Gültekingil, T. Bora, U. Kocabaşoğlu), İletişim Yay.,İstanbul 2002 s. 388. 158 Rudolf Nadolny, “Almanya’nın Ankara Büyükelçisi Rudolf Nadolny’nin Gözü ile Türkiye’nin Avrupalılaşması: Şapka İnkılabı”, (Çev. Gülayşe Koçak), Tarih ve Toplum Dergisi, S.7, 1987, s. 6-7. 157 62 sayılan) kapalı bir yere girerek serpuş çıkarma adeti de uygulanmaya başladı. Bu örnekler ise, geriye kalan bütün kurumlar peş peşe üniformalı personeline uygulatıyorlar: Demiryolları çalışanları, belediye memurları, bekçiler ve bunun gibi diğer kamu çalışanlarıdır. Bugünlerde mahkemelerde görevli personel de Avrupalı yargıçları andıran cübbelere bürünmüşlerdir 159. Sivil yaşamda da şapka yerleşmeye başlıyordu. Hariciye Vekaletinin de memurlarına şapka giymeyi emretmek niyetinde olduğu söyleniliyor; Hariciye Vekili Tevfik Rüştü’de milliyetçilerin tipik başlığı olan siyah kuzu tüyünden yapılma kalpağını, beyaz bir panama şapka ile değiştirmiştir. Bu, bize göre en makul çözümdür. Sokakta git gide daha çok Avrupai tipi yumuşak fötr veya hasır şapka giymiş tanıdık Türklerle karşılaşıyor; muhtemelen bunları sonbaharda dik ve melon ve silindir şapkalar izleyecektir. Doğrusunu söylemek gerekirse, genel olarak bakıldığında sanki kadınların işgalden beri çarşaftan vazgeçmeleri çok hızla yayılmıştı; buna karşılık şapkanın erkek modası olarak kabul edilmesi, İstanbul’da dahi daha çok zaman alıyor gibi bir görünüme sahipti. Masraftan kaçınma düşüncelerinin yanı sıra, muhakkak ki toplumda belli bir muhafazakar tereddütte hissediyor. Aynı durum gayrimüslimlerde de görülebiliyor. Besbelli ki, onlar eski serpuştan sıyrılıp kurtulma sürecine öncülük ettikleri kuşkusuna maruz kalmak istemiyorlar. Her halükarda Avrupalılaşma çabası bu örnekte özel olarak çarpıyordu 160. 2.4.2.Nadolny ve Harf İnkılabı Nadolny, Türkiye’de meydana gelen inkılaplara kayıtsız kalmamıştır. Yapılan yenilikleri detaylıca inceleyerek ülkesi adına önemli kazançlar elde etmek istemiştir. Ona göre yapılan her yenilik, atılan her yeni adım Almanya adına yeni kazanç ve nüfuz oluşturma imkanını doğurabilirdi. Yeni inkılap dalgası, Türk dili reformu üzerine yapılan çalışmalarla başlamıştır. Nadolny, anılarında o döneme şahitlik etmiş birisi olarak, harf inkılabı ile alakalı ayrıntılı bilgiler sunmuştur. Türk dili bünyesinde üçte bir oranında Arapça, üçte bir oranında ise Farsça kelimeleri barındırıyordu. Türk 159 160 Nadolny, agm., s. 8. Nadolny, agm., s. 8-9. 63 hükümeti tarafından, öz Türkçe için köylüler arasında Türkçe sözcükleri araştıracak bir komisyon kurulmuş, bu komisyon yabancı unsurları temizleyecek ve dili tamamen Türkçeleştirecekti 161. Nadolny anılarında, İsmet Paşa’nın ilk kez arı Türkçe ile bir konuşma yaptığını fakat hiç kimsenin o konuşmadan bir şey anlayamadığını yazmıştır. Yapılan çalışmalar neticesinde bugün her şey, öz Türkçe olarak ifade edildiğini belirtmiştir. Nadolny’e göre, asıl zorluğun Arap alfabesinin kaldırılması ve onun yerine Latin alfabesinin kullanılmasında yaşanmıştır. Birçok Türk, bunların içinde Profesör Fuat Köprülü zade bile Türk dilinin Latince olarak yazılamayacağı iddiasında bulunmuşlarsa da deneme çalışmaları başarılı sonuçlar vermiştir. Kısmen Macaristan yazı tarzı kabul edilirken, kısmen de belirli konsonları konuşulduğu şekilde oluşturmuşlardır. Çalışma tamamlandığında bütün halk, altmış yaş üzeri olanlar hariç olmak üzere okula gitmek zorunda kalmış, Atatürk ’nin kendisi bile bizzat ders vermekten yılmayarak ve Latin harfleriyle ilk dersi kendisi vermiştir 162. Yukarı da görüldüğü üzere Nadolny anılarında yapılan yenilikler hakkında o dönemi yaşamış bir yabancı olarak kimsenin etkisinde kalmadan önemli bilgiler sunmuştur. Büyükelçi, Türkiye’de gerçekleşen hiçbir olaya kayıtsız kalmamış ve her konuda raporlar hazırlayarak ülkesine yollamıştır. 1 Kasım 1928 tarihinde kabul edilen harf inkılabı hakkında da hem anılarında hem de raporlarında, konuyla alakalı ayrıntılı bilgiler vermiştir. Büyükelçi Nadolny, 19 Eylül 1926 tarihinde İstanbul’dan merkeze gönderdiği raporunda harf inkılabı hakkında raporlar tutmuştur. Raporda, bir yandan alfabe meselesinin hükümet tarafından rafa kaldırıldığını bildirirken, diğer yandan da Türkiye’de Roma kökenli dillerden bir dilin, örneğin, Fransızcanın öğrenilmesi ve transkripsiyonun tercih edilmesi halinde, Almanların kültürel etki kazanma çabalarına zarar vereceğini belirtmiştir. Alman alfabesi veya transkripsiyonun tabii olarak nazarı dikkate alınmayabileceğini söyleyen Büyükelçi, bu konuda çalıştığını şayet etkili olabilirse kısa süre içinde Macar transkripsiyonun 161 162 Politisches Archiv des Auswartigen Amts, Politik Türkei, Innere Verwaltung, R. 78624. Nadolny, age., s. 110. 64 alınması için yönlendirme yapacağını belirten büyükelçi, açıktan yapılan müdahalenin ters tepeceğini de belirtmiştir 163. Bu raporda Büyükelçi Nadolny, açıkça kültürel nüfuz sağlamak amacıyla çalıştığını beyan ederken, Alman alfabesinin doğrudan etkisinin olamayacağını öngörmektedir. I. Dünya Savaşından mağlup çıkan ve galip devletlerin baskı ve gözetiminde siyaset üretmeye çalışan Almanya'nın bu dönemde Türkiye'deki etkisinin sınırlı olacağı bilinmektedir. Raporda Fransız etkisinin ve Latin esaslı dillerden Fransızcanın öne çıkması Alman çıkarlarına bir tehdit olarak yorumlanmıştır. Almanya'nın doğrudan etkisi olamayacaksa da, hiç olmazsa Almanya ile kültürel yakınlığı olan Macar dilinin tercih edilmesi hususunda çalışma yapmıştır. Büyükelçi, 1 Şubat 1927 tarihinde hazırladığı raporda siyasi olmayan, ilim çevresinden bilgi edinme ihtiyacı duyduğunu, bunun için Avusturyalı Türkolog Dr. Witteck'ten değerlendirme yapmasını istediğini bildirmektedir; Dr. Witteck, Latin alfabesinin kabulünün büyük zorluklara yol açacağının görüldüğünü bu nedenle de istenmediğini düşünmektedir. Büyükelçi görüşünü aldığı ilim adamına rağmen kendi kanaatini aynen şu cümlelerle ifade etmiştir: Ama ben Latin alfabesine intihali gurubun ileri gelenlerinden Prof. Dr. Fuad Bey ve çevresinin desteklediği görüşlerinin Türk hükümeti üzerine bir etkisi olacağına inanmıyorum. Ankara, zamanı gelince masraf ve zorluklardan kaçınmayarak tıpkı diğer reformlar da olduğu gibi bütün problemleri aşacaktır” diye ifade etmiştir 164 . Bu ifadeler göstermektedir ki, Alman diplomasisi yaklaşık iki yıl öncesinden harf inkılabını tam olarak kestirmiş ve öngörmüştür. Bu durum onların siyasi mahfillerin nabzını da çok iyi tutuğunu göstermektedir. Nadolny,31 Ağustos 1928 tarihli raporunda, Latin alfabesine geçiş için oluşturulan komisyondan kaynaklanan bir haberi merkezine ulaştırmıştır. Bu komisyonun bir üyesinin büyükelçiye bir iki Macar ve Latince harf haricinde, Alman harflerin değişim için tercih edilebileceğini, Fransız alfabesinin ise uygun olmadığı 163 164 Politisches Archiv des Auswartigen Amts, Politik Türkei, Innere Verwaltung, R. 78624. Politisches Archiv des Auswartigen Amts, Politik Türkei, Innere Verwaltung, R. 78624. 65 için reddedileceğini, bildirdiğini söylemektedir. Bu raporda göstermektedir ki, Almanlar bu değişimden kültürel etkinlik adına çok şey beklemektedir 165. Bilindiği gibi, resmi olarak 1 Kasım 1928 tarihinde gerçekleşen inkılap, yapılan hazırlıklar doğrultusunda gayri resmi olarak yaz aylarında gerçekleşmiştir. Yukarıda ifadeye konan rapor bu durumun Alman diplomasisi tarafından açıkça bilindiğini göstermektedir. Nitekim 1928'in Ağustos’unun son günü kaleme alınan bu rapor inkılabın gayri resmi gerçekleştiğini haber vermektedir. 1928 yılının Mayıs ayında çıkarılan "beynelmilel rakam"ın kullanılması hakkındaki kanun, 1 Haziran 1928 tarihi itibariyle yürürlüğe girmiştir. Bu kanunun meclisteki görüşmeleri sırasında birçok hatip harflerin de değiştirilmesi yolunda nutuklar söyledi. Milli Eğitim Bakanlığında teşekkül ettirilen komisyonun Latin esasından alınacak harflerin Türkçeye uygulanabilirliğini gösteren çalışmalar olumlu netice verince, ikinci aşamaya geçildi. Bakanlık alfabe çalışmasını tamamlamak üzere 26 Haziran 1928 tarihinden önce 9 kişiden oluşan, sonrasında beş üye ilaveyle 14'e çıkarılan alfabe Encümeni’ni kurdu. 1928 yılı Ağustos'unun 9'unu 10'una bağlayan Perşembe gecesi Gülhane Parkında Mustafa Kemal Atatürk harf inkılabının başladığını müjdeleyen ünlü nutkunu söyledi. 11 Ağustos 1928 tarihinde Dolmabahçe Sarayında yeni Türk harfleri üzerine ilk tatbiki ders yapıldı. 25 Ağustos 1928 tarihinde yine Dolmabahçe Sarayına çağırılan milletvekilleri, edipler, gazeteciler, bilginler, bir kongre halinde toplandılar. Atatürk'ün davetiyle gerçekleşen bu toplantı 25, 27 ve 29 Ağustos tarihlerinde üç gün sürdü. Bu toplantıya mebusların niçin ve nasıl gelecekleri davetiyede belirtilmişti. Yeni Türk harflerini öğrenmiş olarak teşrifleri isteniyordu. Gelen mebuslar sadece konferans dinlemeyecekler aynı zamanda bir çeşit sınava tabii tutulacaklardı. Bu nedenle Londra'da çıkan 31 Ağustos 1928 tarihli The Times gazetesi, bu haberi "mebuslar okula gidiyor" başlığı altında vermiştir 166. Gülnihal Bozkurt, “Türk Harf Devrimi'nin Alman Arşiv Belgeleri'nde Değerlendirilmesi", XII. Türk Tarih Kongresi, Kongreye Sunulan Bildiriler: C. IV, TTK. Yay., Ankara 1999, s. 1360. 166 A. Battaloğlu ve R. Çalık, “Alman Kaynaklarında Türk Harf İnkılabı ve Yankıları (Elçilik Raporları-Basın ve Diğer Kaynaklar)”, Ankara Üniversitesi Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi, Mayıs-Kasım 2001,S. 27-28, s. 263-283. 165 66 Harf inkılabından hemen sonra, 5 Kasım 1928 tarihindeNadolny, uzun bir rapor yazarak, Harf İnkılabının Türkiye'deki tarihini ve bu inkılabın Türk-Alman ilişkilerindeki anlam ve önemini açıklayan bir raporu merkezine göndermiştir. Buna göre Tanzimat'a kadar uzanan bir alfabe sorununa sahip Türkiye bu önemli reformu ansızın ve hiç beklenmedik bir anda gerçekleştirmiştir. Alfabe arayışındaki en önemli motivasyon Bolşevik ihtilali olmuştur. Bu hareketle Çarlık Rusya’nın baskısından kurtulan Türkler, gelişmelerini sağlamak ve batılılaşma hedeflerini gerçekleştirmek için dillerine uygun alfabeyi hayata geçirme çalışmalarına başlamışlardır. Azerbaycan bu yolda Türkiye ile beraber hareket etmek istemiş ve daha 1920 yılında Mustafa Kemal'le görüşmüş ve Latin harflerine dayalı bir alfabe değişikliği konusunda anlaşmıştır. Ancak Mustafa Kemal'in milli mücadele ortamında yeni bir devletin teşekkülünün yanında daha öncelikli reformları vardır ve I. ve II. Mecliste böyle bir reformun başarılmasını sağlayacak ortam mevcut değildir. Nitekim 1923 yılında, İzmir İktisat Kongresinde alfabe değişikliği ile ilgili girişimler kabul görmemiştir. İçteki ve dıştaki dengeleri gözeten Mustafa Kemal, Ocak 1928 tarihinde Türkmenistan ve Özbekistan'ın Latin harflerine geçmesiyle birlikte uygun zamanın geldiğini düşünerek harekete geçmiştir 167. İnkılabın bilinen safahatını raporunda geniş geniş anlatan Nadolny, yeni Türk alfabesinin, Latin alfabesini kullanan farklı Avrupa ülkelerinin değişik yazım şekillerinin incelenerek ve dikkate alınarak hazırlandığını söylemektedir. Alfabenin yazımı konusunda Fransızların önerileri kabul görmemiş buna mukabil, Almancaya yakın olan Doğu Avrupa ülkelerinin yazım şekli alınmıştı ve kelimeler konuşulduğu gibi yazılmaktaydı. Sesli harflerin tamamı Almancadan alınmış fakat sessiz harfleri Türk dilinin ihtiyaçları belirlemişti, Nadolny, alfabe çalışmalarının, dilin sadeleştirilmesi yani Arapça ve Farsça kelimelerden arındırılması çalışmalarıyla paralel yürütüldüğünü belirtmektedir. Raporda, özellikle alfabe inkılabında Atatürk'ün inanılması güç performansı tasvir edilmiştir. Burada Atatürk, Rusya'yı batılılaştıran ve Rusya'nın kaderini değiştiren Rus Çarı Petro'ya benzetilmekte ve şöyle tasvir edilmektedir; “Tabiiki gerek ilim adamlarından gerekse din adamlarından oldukça sert muhalefet yapanların 167 Battaloğlu, Çalık, agm., s. 260. 67 sayısı az değildi. Alınan tedbirleri eleştiriyorlar ve gerçekte halkın buna karşı olduğunu iddia ediyorlar. Fakat Mustafa Kemal'in şahsiyeti ve insiyatifi ile yapılan yeniliklerde şüphesiz öncü rol oynamaktadır. O, Peter der Grosse gibi, Asyalı halkını kamçıyla Avrupalılaştırmaya götürmektedir. Yapacağı reformlara karar verdiğinde bütün enerjisiyle uygulamaya koyulmaktadır. O bir şeye karar verdimi, bütün varlığı ve gücüyle onu gerçekleştirmek için çalışıyor. Onun yapmakta olduğu yeniliklere kimse, karşı koymaya cesaret edemez ve edememiştir. Önceden alfabe değişikliğine karşı koymaya Mustafa Kemal'in alfabe değişikliğine taraftar olduğunu görünce, seslerini kesmişlerdir. Nitekim Atatürk 'nin uygulamaya koyduğu yeni alfabeye karşı muhalefet hiçbir ses çıkaramamıştır 168. Ekonomik gidişatın uzun süredir kötü olması nedeniyle onun bütün reformları kötü bir zemine çarpıyor. Bundan dolayı halkın reformları genelde isteyerek kabul etmediği de şüphesizdir. Nadolny, bu tespitlerden sonra Almanya açısından bir durum değerlendirmesi yaparak şöyle demektedir: Bence Almanlar tarafından alınan tedbirlere memnun olunmalıdır. Yeniliklerle Türklerin Fransız kültür çevresinden uzaklaştıkları ve Almanya tarafından etkili olan Doğu Avrupa çevresine girdiği görülmektedir. Bu gerçek bizim açımızdan menfaat sağlayabilir ve aynı zamanda ekonomik kazanç temin edebilir. Kabul edilmelidir ki kılık kıyafet, Avrupa kanunlarının kabulü ve alfabe reformu Türkiye'nin batılılaşması yönündeki başarılı adımlarıdır. Yeni alfabenin kabulünün özellikle kültürel ve tarihi bir öneme sahip bir olay olarak ancak birinci sınıf devlet adamlarının başarabileceği bir iştir 169. Nadolny'nin bu raporundaki bilgilerde gerçekten son derece ilgi çekicidir. Alfabe reformunun daha devlet kurulmadan Mustafa Kemal tarafından düşünüldüğünü, hatta 1920'de bu konuda Azerbaycanlılar ilegörüştüğünü, daha sonrada Türk Dünyası’ndaki gelişmelere göre reformun zamanlamasını belirlediğini söylemesi gerçekten önemli ve değerli bilgilerdir. Raporda Mustafa Kemal'in inkılapçı ve kararlı kişiliğinin tarif edilmesi ve bu tariflerde başarılara işaret edilirken onun kişiliğinden övgüyle söz edilmesi, onun yapmak istediklerinin Almanlarca tam anlamıyla anlaşıldığını göstermektedir. Onun muasır medeniyet seviyesini hedef 168 169 Politisches Archiv des Auswartigen Amts, Politik Türkei, Innere Verwaltung, R. 78624. Politisches Archiv des Auswartigen Amts, Politik Türkei, Innere Verwaltung, R. 78624. 68 gösterdiği halkına yol açmak için yaptığı çalışmaları ve bu yoldaki kararlılığı çok açık ve net olarak ortaya konmuştur 170. Büyükelçi 31 Aralık 1928 tarihli bir başka raporda ise, Latin harflerinin kabulüne dair kanunun tüm güçle uygulandığı, 1 Aralık'tan itibaren uygulanacak yüksek para cezalarının etkisiyle bütün kapı levhalarının ve reklam tabelalarının Latin harflerine çevrildiği, aynı kanunun 4. maddesi gereği 1 Aralık’tan itibaren gazetelerin Latin harfleri ile çıktığı bildirilmektedir. Ocak’tan itibaren tüm kitaplar yeni harflerle basılacak, mektup zarflarının üzeri yeni yazı ile yazılacak, memurlar arasında Arap harflerinin kullanımı asgariye indirilecektir. Memurlar Latin harfleri ile ilgili kurs ve imtihanlara sokulacaklar ve halkın en kısa zamanda Latin harflerini öğrenebilmesi için “Halk Okulları” kurulacaktır. Bu okullarda verilecek kurslar Arap harflerini bilenler için iki, hiç okuma yazma bilmeyenler için dört ay sürecek. 16 yaşından küçüklerle, 45 yaşından büyükler bu kurslardan muaf tutulacaklardır171. Büyükelçi, bu kadar kısa sürede, bu kadar büyük başarının ve ilerlemenin kaydedilmesini gerçekten çok dikkat çekici bulmaktadır. Alman elçilik raporlarında harf inkılabının akisleri, inkılabın sıcak günleri sonrasında da devam etmiştir. 4 Nisan 1929 tarihli ve Ankara mahreçli büyükelçi raporu "Türk Dil ve Yazı Reformu”başlığı altında verilmiştir. Raporda, Latin alfabesinin kabulünde ana gerekçenin okuma yazma oranının düşük olduğu gerçeği hatırlatılmakta, Türk hükümetinin bu konudaki mücadelesinin kararlılıkla devam ettiği bildirilmektedir. Yeni alfabenin öğrenilmesi yolunda halkın ilk zamandaki heyecanını kaybettiği görüldüğü için, yetkililer okula gitmekle yükümlü olanların kısmen taltiflerle kısmen de ceza tehdidiyle motive edilmesinin gerekliliğine inanmaktadır 172.Yine, 10 Haziran 1929 tarihli "Türk Yazı ve Dil reformları" başlıklı bir başka raporda, bundan böyle Arap alfabesinde yazılmış hiçbir yazının resmi makamlarca kabul edilmeyeceği, Mısır, Suriye gibi diğer ülkelerden gelen posta ve telgrafların da geri gönderileceği. Arap harfli başlıklı mektupların alınmasından 170 171 172 Politisches Archiv des Auswartigen Amts, Politik Türkei, Innere Verwaltung, R. 78624. Battaloğlu, Çalık, agm., s. 226. Politisches Archiv des Auswartigen Amts, Politik Türkei, Innere Verwaltung, R. 78624. 69 kaçınılacağı bildiriliyor. Ayrıca bu uygulamalarla Latin alfabesinin kabulünün milli çabaların güçlenmesini sağladığı ve her şeyin Türkçeleştiği yorumu yapılmıştır 173. Harf inkılabımız ve onu hazırlayan şartlar Almanlar tarafından çok yakından takip edilmiştir. Gerek diplomatik kaynaklarda, gerek Alman basınında gerekse sair Alman kaynaklarında Harf inkılabımızla ilgili materyal bulmak mümkündür. İncelediğimiz Alman raporlarında, harf inkılabımıza müspet bir yaklaşım olduğunu göstermektedir. Ancak yine aynı raporlar, harf inkılabının yaratacağı sorunları da büyük bir açıklıkla ortaya koymaya çalışmaktadır. Onlar da başarılamayacağından zaman zaman kuşku duydukları bu inkılabın, ancak Atatürk gibi bir lider tarafından başarılabileceğini yaşayarak öğrenmişler ve hakkı teslim etmişlerdir. 2.5.NADOLNY ve TÜRK EKONOMİSİ Türk-Alman ilişkilerinin ağırlık noktasını siyasal ilişkilerden çok ekonomik ilişkiler oluşturmuştur. Savaştan sonra Türkiye, Alman sermayesi açısından büyük imkanlara sahip bir ülke konumundaydı. Türkiye’nin İngiltere ve Fransa ile olan siyasal ilişkilerinin soğukluğu, ekonomik ilişkiler bazında da Almanya’nın yanında yer almasına neden oluyordu. Nitekim Nadolny, 1926 yılında kaleme aldığı raporunda, Almanya’nın Türkiye’deki ekonomik çıkarlarına öncelikle vurgu yapmış ve kültürel alanlardaki etkinliklerin başarısının da nihayet ekonomik ilişkilerin düzeyine bağlı olduğu yazmıştır174. Türkiye’nin ekonomik sorunlarını kısa sürede çözmek istediğini belirten Nadolny, bunun için Avrupa’dan yardım talep edildiğini, ancak ülkenin yeniden ekonomik olarak yabancı etkisine girmek istemediğini; bu 173 Battaloğlu, Çalık, agm., s. 227. 174 Politisches Archiv des Auswartigen Amts, Politik Türkei, Innere Verwaltung, R. 78625. 70 nedenle de, Almanya’nın ekonomik yaklaşımının sömürge anlayışından uzak olması gerektiğinin altını çizmektedir 175. Nadolny anılarında, göreve başlamasından hemen sonra gerekli antlaşmaları yapmak için incelemeler yaptığını belirtmiştir. Türk yetkililerle bir araya geldiğini onlara ne tür ticari antlaşmalar yapmak istediklerini yani, azami destekleyici anlaşma mı, yoksa belirli tarifeye bağlı anlaşmalar mı yapmak istedikleri konusunda görüştüğünü, Türklerin asla azami destekleyici anlaşma istemediklerini yazmaktadır. Türklerin azami destekleyici ticareti yanlış anlamalarından dolayı kabul etmediklerini, kendisinin bu konuyu açıklamasından sonra bu yapıda bir antlaşma yapılması konusunda hem fikir olduklarını belirtmiştir. Nadolny, anılarında, toplantıdan sonra akşamleyin Alman Ticaret Heyeti onuruna Adnan Bey’in bahçesinde yemek verildiğini ve talihsizlikle yağmurlu bir akşam olduğunu nakletmektedir. Bir hamalın kendisini şemsiye ile koruduğunu, ama diğer misafirlerin hepsinin ıslandığını yazmıştır. Nadolny, yağmura rağmen güzel bir gece olduğunu ve güzel dostluklar kurduğunu anılarında kaleme almıştır 176. Yapılan uzun görüşmeler neticesinde, Türk-Alman Ticaret Antlaşması 12 Ocak 1927 tarihinde Ankara’da imzalanmıştır. Antlaşmayı Almanya adına Büyükelçi Nadolny imzalarken, Türkiye adına da Adnan Bey imzalamıştır. Antlaşma iki yıl sürecek ve istenilirse uzatılabilecekti 177. Nadolny, Ticaret Antlaşması’nın imzalanmasını Alman politikasının yeni bir başarısı olarak değerlendirmiş, ayrıca Almanya’nın Türkiye’den bu denli koruma ve yardım görmesinin önemini ve başarısını vurgulamıştır. Nadolny’e göre, Ankara hükümeti de antlaşmadan memnun kalmıştı. Hatta bu memnuniyet Türk basınına da yansımıştır. Türk basını özellikle de antlaşmanın eşit şartlarda imzalanmasının üzerinde durmuş ve Türkiye’nin kazançlı bir antlaşma imzaladığını yazmıştır 178. Elçi Almanya’nın, karşılıklı olarak benzer haklarla, Türkiye ile bu tür antlaşma imzalayan ilk büyük devlet olduğunun atını çizmiştir. 175 Koçak, age., s. 56. Nadolny, age., s.101. 177 Yavuz, age., s. 417-418., BCA., f., 30.18.1.1., y. 24.28.3 178 Cumhuriyet Gazetesi, 5 Mayıs 1927, s.3. 176 71 Türk hükümetinin, ekonomik alanda yapacağı atılımlar için milli bir bankanın varlığına ihtiyaç duymuş ve bu doğrulta da Merkez Bankası kurulması için çeşitli girişimlerde bulunmuştur. Bu konuda sağlam adımlar atmak için yabancı uzmanların da görüşlerinden faydalanılmaya çalışılmıştır. Nadolny, Türk yetkililerin isteği doğrultusunda Reichsbank genel müdürü Hjalmar Schacht’a bu mesele ile ilgili bir rapor hazırlaması için ricada bulunmuştur. Schacht, bu rapor doğrultusunda yerinde durumu araştırması için Türkiye’yeKral Müller’i uzman olarak göndermiştir179. Alman uzman, Ankara’da haftalarca kaldıktan sonra, raporu hazırlamış fakat raporun çok olumsuz olmuştur. Hazırlanan rapor Nadolny’i de üzmüş olacak ki,Alman uzmanın raporunu yumuşatması için çalışmalar yapsa da başarılı olamadığını belirtmektedir. Raporun olumsuz olmasının en büyük nedeni olarak da 1929 Dünya Ekonomik Krizi neden gösterilmiştir. Türkler az kapital olsa bile bir devlet bankası olan Merkez Bankası’nı 3 Ekim 1931 tarihinde faaliyete geçirmeyibaşarmışlardır 180. 2.5.1.Nadolny ve Demiryolu Faaliyetleri Anadolu’daki mevcut demir yollarının çoğunun temelini Osmanlı Döneminde Almanya ile kurulan yakın ilişkiler neticesinde Almanlar atmıştır. Cumhuriyet Türkiye’sinde de bu rolü yine Alman sanayisi ve sermayesi üstlenmiştir. Nadolny, anılarında Türkiye’nin en acil ihtiyacı olan şeyin tren yolları olduğunu ve Alman Büyükelçisi olarak bu konuda Türkiye’ye elinden geldikçe yardımcı olduğunu yazmıştır 181. Türk-Alman Dostluk Antlaşması, 1924 yılında imzalanması neticesinde ilişkiler tekrar başlamış ve bu kapsamda ticari faaliyetler için girişimler olmuştur. Deutsche Bank’ın 1926 yılında girişimlere başlayarak, takriben Mardin’den Bağdat’ta kadar olan 50 km uzunluğa sahip olan demiryolu için girişimde bulunduğunu belirten Nadolny, bu demiryolu daha önce de mevcuttu ama Arap bölgelerinden ayrılması sonucunda Genelkurmayın askeri ve stratejik nedenlerden dolayı bu hattın yapımına veto koyduğunu açıklamaktadır. Bu konunun iptalinden 179 BCA., f. 30.18.1.2., y, 2.17.28. İlhan Tekeli, Selim İlkin, Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası, Ankara 1981, s. 261. 181 Nadolny, age., s.105. 180 72 doğacak zarar konusunda Büyükelçi, İsmet Paşaile görüştüğünü bu imtiyazın basitçe geri alınamayacağını, bilakis Deutsche Bankın başka bir imtiyazla bu zararının tazmin edilmesi gerektiği hususunda İsmet Paşa’yatelkinlerde bulunmuştur. Görüldüğü üzere Büyükelçi Nadolny, ekonomi konusunda ülkesinin çıkarlarını korumak amacıyla zararın bir şekilde giderilmesi için İsmet Paşa’ya ve diğer yetkililerle görüşmüştür. Bunun üzerine İsmet Paşa, Kayseri Ulukışla arasındaki 325 km’lik hattın yapımını Deutsche Bank’a teklif etmiş, ama Deutsche Bank bu teklifi kabul bile etmemiştir. Nadolny, Deutsche Bank yetkilileriyle görüşse de bu katı tavırlarında onları vazgeçirememiştir. Durum çıkmaza girince Nadolny, Dresdener Bankın müdürü olan Jackob Goldschmidt’e görüşmüş ve ondan onay aldıktan sonra, başka bir Alman bankası olan Orientbankın ile de anlaşarak Alman bankalarından oluşan bir Konsorsiyum 182 oluşturarak zararı kapatmayı başardığını ifade etmektedir 183. Büyükelçi Nadolny’nin yapmış olduğu arabuluculuk ve olumlu çalışmalar iki ülke arasındaki ilişkilerin daha da kuvvetlenmesine katkı sağlamıştır. Kayseri Ulukışla hattının yapımında doğan ilişkiler neticesinde, ikinci bir hat olan ve krom madeni nakledilecek Kütahya-Balıkesir hattının yapımı gündeme gelmiştir. Bu, her iki hattın yapımı için 60 milyon lira tutarında bir alman tahvili mülahazaya alınmıştı ve buda 120 milyon Mark demekti. Fakat Bankalar konsorsiyumu Alman Reich hükümetinden garanti imkanı ve kefillik talep etmiş ve bu konuda Nadolny yine iş başına geçerek teklifi kabul ettirmiştir. Bunun neticesinde Türkiye Almanya’dan ilk kez tahvil almıştır. Bunun önemi ise, Türkiye Cumhuriyetinin yabancı bir devletten almış olduğu ilk borç para olmasıdır. Almanya açısında önemi ise, bu ticaret antlaşmasıyla önemli bir kazanç elde edilmiş ve Almanları diğer yabancı devletlere oranla Türkiye’de daha itibarlı hale getirmiştir. Her iki hattın yapımını da Julius Berger Tiefbau firması üstlenmiştir. Türkiye Demiryolları Bakanı Behiç Bey Berlin’e gelerek 15 Haziran 1927 tarihinde sözleşmeyi imzalamıştır 184. Konsorsiyum, iki veya daha fazla işletmenin ortak bir amacı gerçekleştirmek için gerekli olan finansman konusunda geçici olarak yaptıkları işbirliğidir. Projenin gerçekleşmesinden sonra yapılan bu işbirliği geçerliliğini kaybetmektedir. Elde edilen kar ise işletmeler arası bölüşme sistemine denir. 183 Nadolny, age., s. 106. 184 Nadolny, age., s.106-107. 182 73 Mardin hattı bu keyfiyet altında elbette yapılmadı ve Deutsche Bank da konsorsiyuma katıldı. Bu tahvilin bahşedilmiş olması ileride çok fayda sağlamıştır. Bu kredinin 8 Milyon Lirası Alman tekerlekli malzemeleri için ayrılmıştır. Bir müddet sonra, demiryolu yapımı için öngörülen paranın yetmediği anlaşılmış ve yeni Türkiye Demiryolları Bakanı Recep Bey,Nadolny’e bu 8 milyon liranın da demiryolu yapımının finansmanı için kullanılmasını teklif etmiştir. Türkiye’nin elinde tekerlekli malzemeler savaştan dolayı ellerinde yeterince fazla kalmıştır. Onun için bu kredinin demiryolu inşaatında kullanılması daha mantıklıydı. Almanya ise, 8 Milyon Liralık krediyi ihracat yapılması için vermişti ve bu yüzden Deutsche Bank bu teklifi kabul etmemiştir. Nadolny, bundan dolayı Recep Bey’e tekerlekli malzeme için ayrılan krediyi, bir yıllık özel teçhizat için 8 milyon liralık krediyi kullanmasını teklif etmiş ve bu teklif kabul etmiştir. Bunun sonucunda da Almanya’da Krupp Konsorsiyumu oluşturulmuştu. Varılan mutabık neticesinde Türklerle üç yıllığına özel teçhizatla ilgili 10,5 milyon Dolarlık bir sözleşme yapılmıştır. Nadolny anılarında, Alman sanayisinin Türkiye’deki yatırımlarının önemine değinmiş ve Alman basını da bu konuda Büyükelçiyi desteklercesine konuyla alakalı olumlu haberler yapmıştır 185. Antlaşmadan önce Türkiye’de Westinghouse freni kullanılırken antlaşmayla yerine Alman Knorr frenleri kullanılmaya başlanmıştır. Nadolny’e göre, Alman sanayisi yurt dışındaki diğer rakipleri karşısında büyük bir avantaj yakalamış ve gelecek için Türkiye’deki tercih edilme konumunu pekiştirmiştir 186. İlk yıllarda Türkiye’de demiryolları konusunda Almanlar çalıştırılırken, ilerleyen senelerde Almanya’ya demiryolu konusunda staj için 20 kişi 6 aylığına gönderilmiştir. Buradaki amaçta bu alanda nitelikli insan yetiştirmektir 187. Türk hükümeti, Bağdat Demiryolu hattını Almanya’dan satın almak için girişimlerde bulunmuş ve bu konu için yine Alman Büyükelçi Nadolny devreye girmiştir. Elçi 4 Aralık 1926 tarihli raporunda, Türk hükümetinin Bağdat Demiryolu hattını, Deutsche Bank’tan hisse senetlerinin çoğunun satın alınması yoluyla geri almak istediğini yazmaktadır. Deutsche Bank yine bu konuda Türk hükümetine zorluk çıkarmıştır. Başlayan görüşmeler kısa sürede askıya alınmıştır. Çünkü Türkiye 185 Türkische Post, 15 Haziran 1928, s. 3. Nadolny, age., s. 107. 187 BCA., f. 30.18.1.2., y. 84.80.8. 186 74 satın alma işlemi için 30 milyon Fransız Frangı teklif ederken, Deutsche Bank ise 48 milyon Fransız Frangı talep edince görüşmeler çıkmaza girmiştir. Bunun üzerine Elçi Nadolny’nin devreye girmesi ile ortak noktada buluşulmuştur. Yukarıda ki ifadelerden ve raporlardan da anlaşılacağı üzere Büyükelçi Nadolny, Türk-Alman ilişkilerinin sağlam temeller üzerine oturması için bir elçiye oranla üstün hizmetler sunmuştur. Elbette ki bu yapmış olduğu hizmetler, elçinin ülkesinin çıkarlarını ön planda tutmak ve Almanya adına Türkiye’de nüfuz oluşturmak içindir. 2.5.2.Nadolny ve Uçak FabrikasıFaaliyetleri Büyükelçi Nadolny, anılarında Türkiye’de bir uçak fabrikasının kurulması konusunda bilgiler sunmuş ve bu konuda yapmış olduğu faaliyetleri detaylıca yazmıştır. Almanların demiryollarından sonra Türkiye’deki yeni vazifesinin Kayseri’de uçak fabrikasının kurulması konusunda aktif rol oynamak istediklerinin altını çizmektedir. Yapılacak olan uçak fabrikası için Almanya Junkers firmasını görevlendirmiştir. Nadolny’e göre, uçak fabrikasının Kayseri’de yapılamasının nedeni; Kayseri’ye demir yolu bağlantısı olmadığı ve bunun üzerine bütün malzemenin deve kervanları ile nakledilmesi gerektiği için bu çok zahmetli ve yorucu bir iş haline dönüşüyordu. Elçi anılarında, bu işin zorluğunun yanında işi daha zorlaştırıcı duruma sokan şeyin ise, Türklerin taleplerinin yüksek olduğunu ve diğer taraftan, kendilerine mahfuz tuttukları hava hattı imtiyazını Lufthansa’ya vermeye de yanaşmadıklarını yazmaktadır 188. Türk hükümeti, Kayseri’de bir uçak fabrikası kurmak için girişimlerde bulunmuş ve bunun neticesi olarak 1925 yılında Alman uçak fabrikası Junkers şirketi ile Türkiye’de bir uçak ve uçak motoru fabrikası kurulması konusunda taslak oluşturulmuştur 189. Hazırlanan taslağa göre şirketin sermayesi 7 milyon Alman Markıdır. Varılan mutabıka göre fabrikanın hizmete girmesine dek Türk hükümeti, uçak malzemesinin tümünü Almanya’dan satın alacaktı ve fabrikanın ihtiyaçları için gerekli olan alüminyum, demir vb. malzemeleri sadece Junkers firması ile işletecekti. 188 189 Nadolny, age., s. 108. BCA., f. 30.18.1.1., y. 14.39.11. 75 Hazırlanan taslağın antlaşma metnine dökülmesi için İsmet Paşa, Nadolny’e, eğer bu antlaşma gerçekleşirse Türkiye’nin Almanya’ya olan güveninin mihenk taşı olacağını vurgulamıştır 190. Alman Dışişleri Bakanlığı konuyla alakalı raporunda önemli iki konuya değinmiştir. Bunlardan birincisi Türkiye’nin uçak sanayisi kurma konusunda Almanya’nın destek vermesi gerektiğini ve Başvekil İsmet Paşa’nın bizzat konuyla ilgilenmesidir. Diğer ikinci konu ise Türkiye’de yapılacak uçak fabrikası için girişimlerde bulunan Junkers uçak şirketinin maddi olarak bu yatırımı yapabilecek güçte olmamasıdır. Eğer Junkers firması Türkiye ile olası bir antlaşma yaparsa Alman devleti olarak Türk-Alman iktisadi ilişkilerini korumak için tedbirler alınması gerektiğini vurgulaşmıştır. Yapılan görüşmeler neticesinde ve Nadolny’nin de katkılarıyla, Kayseri’de uçak ve uçak motoru fabrikası kurulmasına ilişkin antlaşma, Türk hükümeti ile Junkers firması arasında 15 Ağustos 1925 tarihinde imzalanmıştır191. Antlaşmaya göre; Junkers firması Kayseri uçak fabrikasını iki aşamada gerçekleştirecekti. Fabrika, 1926 yılının sonunda tamir yapabilecek konuma gelecek ve 1927 yılı içinde ise uçak fabrikasını başlatacaktı. Fabrikasının inşaatı Alman Philipp Holzmann şirketine ihale edilmiştir. Antlaşmayla alakalı ilişkileri iki ülkenin büyükelçileri, ülkeleri adına takip etmişlerdir. Daha önce Alman Dışişleri Bakanlığının bahsettiği gibi Junkers firmasının maddi olanaksızları gün yüzüne çıkmaya başlamıştır. Alman yetkilisi Moltke, 21 Mayıs 1926 tarihli raporunda Junkers firmasının karşılaştığı maddi sıkıntılara değinmiştir. Junkers’in olası iflasının Türk-Alman iktisadi ilişkilerine büyük bir darbe vuracağını belirtilmiştir. Hatta Milli Müdafaa Vekaleti’nin şimdiden Alman firmalarıyla işbirliği yapmaktan çekindiğini ve Türkiye bu durum üzerine 1926-1927 yılları arasında askeri malzeme almayı durdurduğunu rapor etmiştir. Nadolny’nin ve Alman Dışişleri Bakanlığının çalışmaları ve raporları doğrultusunda Almanya, Türk-Alman iktisadi ilişkilerine zarar vermemek için Junkers firmasının iflasını önlemiştir 192. 190 Koçak, age., s. 66-67. Akten zur Deutschen Auswartigen Amt Berlin, Flugzeugfabrik, Ankara, B.753. BCA., F 30.18.1.1., Y 16.64.21. 192 Akten zur Deutschen Auswartigen Amt Berlin, Flugzeugfabrik, Ankara, B.753. 191 76 Nadolny, 18 Eylül 1927 tarihli raporunda, daha iyimser ve ılımlı bir dille de olsa, aynı endişeleri belirtmiştir. Nadolny, Kayseri uçak fabrikasının yakında tamamlanacağını söylemekte, ancak Türk hükümetinin fabrikaya istediği ek binaların yapılmasının olanaksız olduğunu belirtmiştir. Alman Hükümetinin desteği olmadan projenin bitirilemeyeceğinin altını çizen Nadolny, Almanya’nın Türkiye’de Junkers firmasının faaliyetlerine destek olması gerektiğini yoksa ilişkilerin sekteye uğrayacağını vurgulamıştır. Junkers’in mali sorunlarına karşın, Tayyare ve Motor Türk Anonim Şirketi (Tomtaş) adını alan Türk-Alman ortak kuruluşu tarafından yürütülen projenin ilk aşaması kısa sürede, planlandığı gibi tamamlanmış ve Kayseri uçak fabrikası 6 Ekim 1926 tarihinde açılmıştır. Haberlerde, açılaşa Türk hükümetinin çok büyük önem verdiğini ama açılışa Cumhurbaşkanının katılmadığını bunun yerine mektup yolladığına dair haberler çıkmıştır 193. Ayrıca Lufthansa, Türkiye’de hava ulaşımını kurmak için Junkers’ten sonra girişimlerde bulunmuştur. Nadolny bu konuyla alakalı 1927 yılında yazdığı raporunda Lufthansa’nın Türkiye’de hava ulaşım ağı kurulması yolunda bir antlaşma imzalamak istediğini, Lufthansa’nın Müdürü Sachsenberg 19 Şubat tarihinde Başvekil İsmet Paşa’ya konuyla alakalı mektup yollamıştır. Sachsenberg mektubunda, Türkiye’nin uçuş hattını askeri nedenlerle arzu ettiklerini belirterek, bu konun hem ekonomik hem de politik öneminin de göz önüne alınması gerektiğini vurgulamıştır. Lutfhansa yetkilileri yapacağı çalışmalar için Türkiye ile iyi ilişkiler kuran Büyükelçi Nadolny üzerinden yapmıştır. Lutfhansa Türkiye üzerinden, Sofya, İstanbul, Ankara, Kayseri, Sivas, Diyarbakır, Van, Tebriz, Tahran ve Kabil’i de içine alacak büyüklükte bir uçuş sahası için girişimlerde bulunmuştur 194. Almanya’nın ekonomik olarak Türkiye’den çok büyük beklentisi vardı. Bunun için Almanlar, Türk-Alman iktisadi ilişkileri konusunda çok hassas yaklaşımlar sergilemişlerdir. Bu konuda Büyükelçi Nadolny’e büyük görevler düşmüştür. Almanya özellikle de ağır sanayi konusunda Türkiye ile ticari antlaşmalar yapmak istemiştir. Çünkü I. Dünya Savaşından sonra Almanya’nın ticaret pazarları 193 194 Türkische Post, 8 Ekim 1926, s. 1. Koçak, age., s. 72-73. 77 daralmış ve yeni pazarlara ihtiyacı vardı. Bu kapsamda Almanya kendisi gibi ekonomik ilişkiler kurabilecek Türkiye ile yakın ilişkiler kurmuş ve ağır Alman sanayisi için önemli bir merkez haline gelmiştir. İki ülke arasında çoğu zaman Nadolny devreye girerek olumlu işler başarmıştır. 2.6.NADOLNY VE TÜRK DIŞ POLİTİKASI Büyükelçi Nadolny anılarında, Türkiye’nin dış politikasına da kayıtsız kalmayarak önemli bilgiler sunmuştur. Nadolny’e göre, Cumhurbaşkanı Atatürk ’nin dış politikada o vakitler esasen Rusya’ya ve Almanya’ya yakınlaştığını ve bu ülkelerle yoğun ilişkiler içine girildiğini yazmaktadır. Çarlık dönemi emperyalizminden yüz çevirmiş olan Rusya ile 17 Aralık 1925 yılında bir Dostluk ve Saldırmazlık Antlaşması imzalanmıştır195. Nadolny, Türkiye’nin mümkün oldukça komşularıyla ve Avrupalı büyük devletlerle dirsek teması içinde olmaya gayret ettiğini yazmaktadır 196. Nadolny’e göre, Almanya’nın iktisadi ve kültürel yönden diğer devletlere oranla ilk sırada yer aldığını ve Atatürk ’nin, Alman dostu olduğunu belirtmiştir. Hatta Atatürk ’nin, Ankara yakınlarındaki çiftliğini Alman şirketi olan Philipp Holzmann & Co firması tarafından inşa edildiğini ve çiftlik için gerekli olan birçok eşyanın da Almanya’dan getirtilmiştir 197. Nadolny,anılarında Cumhurbaşkanı Atatürk ’nin yaşamış olduğu bir olayı hatıralarında yer vermiştir. Hatta Atatürk ’nin bir keresinde gecenin ilerlemiş saatinde İngiliz ve Fransız askeri ataşelerini yanına çağırttığını ve onlara ülkelerinin Almanya’ya karşı daha iyi davranış sergilemeleri gerektiğini, Almanya günün birinde tekrar güç kazanabilir ve onların bu yaptıkları nahoş sonuçlara sebep olabilir demiştir. Bu iki bey bu izahatlara karşı kendilerini savundular ve kendilerinin diplomat olmadıklarını sadece subay olduklarını beyan ettiler ise de, Atatürk işte bu yüzden kendilerine kendisi de asker olarak böyle konuştuğunu açıkladı” demiştir. Nadolny, Atatürk ’nin muhtemelen o gece alkollü olduğunu en büyük şansın ise bu olayın ataşeler tarafından kendi ülkelerine 195 Çağatay Benhür, Stalin Dönemi Türk-Rus İlişkileri (1924-1953), Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler EnstitüsüBasılmamış Doktora Tezi, Konya 2008. s. 125. 196 Nadolny, age., s. 108. 197 BCA., f. 30.18.1.2., y. 45.38.4. 78 bildirilmemiş olmasıdır. Aksi takdirde Fransa ve İngiltere ile diplomatik krize neden olabileceğini ifade etmiştir 198. Türkiye dış politika olarak her türlü yayılmacı düşünceye karşı olmuş ve yurtta sulh cihanda sulh düşüncesiyle dış politikasına yön vermeye çalışmıştır. Berlin Büyükelçisi Kemaleddin Sami Paşa 1928 yılında Almanya Başbakanı Schubert ile Almanya’nın Avusturya politikası (Anschuluss) hakkında görüşmüştür. Sami Paşa, Almanya’nın Avusturya’ya olan ilgisinin bir ilhak politikası olmadığı inancını taşıdığını Almanya Başbakanı Schubert’e belirtmiştir. Schubert ise, Avusturya ile sadece kültürel yakınlıktan dolayı yakın ilişkiler kurduklarını ifade etmiştir. Buda Türkiye’nin her türlü yayılmacı politikaya karşı olduğunu göstermektedir 199. Nadolny, anılarında ve raporlarında Türk-İtalyan ilişkilerine de yer vermiştir. İki ülke arasındaki soğukluğu gidermek için uğraştığını fakat bunun kolay olmadığını ifade etmektedir. Türkiye ile İtalya’nın arasını bulmak için Nadolny yakın dostu olan İtalya Büyükelçisi Orsini Baroni ile bu konu için çok defa görüştüğünü fakat görüşmelerin olumlu sonuç vermediğini yazmaktadır. Çünkü İtalyanlar, on iki adayı ve hemen Türkiye topraklarının yanı başında bulunan küçük bir ada olan Castellorizo’yu I. Dünya Savaşında ilhak etmişlerdi. Bu adanın ele geçirilmesi anlamına geliyordu ve bu konu Türk kamuoyunu en fazla meşgul eden bir husus olmuştu. Ayrıca Almanya’nın İtalya’nın yayılmacı politikasına açıktan açığa destek vermesi Türk hükümetinin gözünden kaçmamıştır. Konuyla alakalı Hariciye Vekili Tevfik Rüştü, Berlin ziyaretinde 22 Nisan 1930 tarihinde, Almanya Dışişleri Bakanı Steresmann ile görüşmüş ve konunun ehemmiyetini açıkça ifade etmiştir. Yine bu konuyla alakalı bir gün sonra da Almanya Cumhurbaşkanı Hindenburg ile görüşme yaparak, Türkiye’nin her türlü yayılmacı politikaya karşı olduğunu belirtmiştir. Eğer Almanya, İtalya’nın yayılmacı politikasını desteklemeye devam ederse bunun TürkAlman ilişkilerine olumsuz yansıyacağını açık açık Almanya Cumhurbaşkanı Hindenburg’a söylemiştir 200. İtalya Büyükelçisi Orsini Baroni’nin olumlu çalışmaları neticesinde Tevfik Rüştü ile Mussolini görüşme yapmışlar, ama kullanılan dil Türk- 198 Nadolny, age., s. 109. Koçak, age., s. 30-31. 200 Koçak, age., s. 32-33. 199 79 İtalyan ilişkilerine çok az bir katkı sağlamıştır. Çünkü İtalya yayılmacı politika düşüncesinden asla taviz vermemiştir. Nadolny, 13 Nisan 1930 tarihinde Alman Dışişleri Bakanlığı’na Tevfik Rüştü’nün uyguladığı dış politikaya dikkat edilmesi gerektiğine dair rapor yazmıştır. Tevfik Rüştü’nün kendisine güvenen bir yapısının olduğuna ve bu güveni Başvekil İsmet Paşa ile Cumhurbaşkanı Atatürk ’den aldığını rapor etmiştir. Tevfik Rüştü’nün sarf edeceği sözlerin aynı zamanda Cumhurbaşkanı ve Başbakanın sözleri olabileceğini onun için Türk-Alman ilişkileri açısında önemli bir konuma sahip olduğu ifade etmiştir 201. Nadolny, anılarında Almanya Dışişleri Bakanı Stresemann’a bir keresinde Almanya’nın Türkiye, Rusya, İtalya ve Macaristan ile ittifak yapmasını tavsiye ettiğini, bunun için de ilişkilerin yeteri kadar olgunlaştığını yazmıştır. Fakat Nadolny’nin bu teklifi tartışma konusu olmadan gündemden kaldırılmıştır 202. Türkiye Almanya’dan sonra en çok Sovyet Rusya ile yoğun ilişkiler içine girmiştir. Bu yakınlaşma özellikle de Çarlık Rusya yıkılarak yerine Sovyet Rusya’nın iktidara gelmesi ve Kurtuluş Savaşı Döneminde Rusya’nın özellikle de silah yardımıyla Türkiye ile ilişkileri başlamıştır. Cumhuriyet Türkiye’sini tanıyan ilk büyük devletlerden biri olan Rusya Almanya’dan sonra Ankara’da elçilik binası yapan ikinci devlet olmuştur 203. Sovyetler Birliği 19 Nisan 1926 tarihinde Ankara’da yeni büyükelçilik binasını Atatürk, Sovyet Büyükelçi Surits ve diğer devlet adamlarının katıldığı bir resepsiyon ile açmıştır 204. Sovyetler Birliği Dışişleri Bakanı Çiçerin Almaya Başbakanı Schubert’e, Türkiye’deki iç ve dış politika hakkında detaylıca bilgi sunmuştur. Çiçerin’e göre, Kemalizm, eskinin yanlışını düzelterek, karışık ve çok uluslu bir imparatorluğu yıkarak, Türk ulusuna dayanan küçük, fakat güçlü bir ulusal devlet yaratma amacındaydı. Türkiye, ekonomik sıkıntılar içinde olması nedeniyle kredi şeklinde borç almaya hazır olmakla birlikte, sömürge devleti de olmak istemiyordu. Türkiye tıpkı bu konuda Sovyetler Birliği gibi davranıyor ve onu örnek alıyordu. Hatta 201 Akten zur Deutschen Auswartigen Amt Berlin, Türkei Politik, R. 78485. Nadolny, age., s. 109. 203 Akten zur Deutschen Auswartigen Amt Berlin, Deutsche Botschaft Kostantinopel Ankara, B 3, 975. 204 Benhür, age., s. 132. 202 80 ekonomik sistem de Sovyetler Birliğindeki gibi uygulanmaya çalışılıyordu. Bu arada ilk denemeler ve çalışmalar başarılı olmuştu. Oysa Türkiye bunu Sovyetler Birliğindeki siyasal sistemi kabul etmeden uygulamaktaydı. Bu ise Çiçerin’e çok ilginç geliyordu 205. Yukarıdaki ifadelerden de anlaşılacağı üzere Türkiye sistem olarak özellikle de ekonomi alanındaki yapılanması komünist ekonomi sistemine benzemektedir. Çünkü Türkiye ekonomi olarak devletçi politika izlemiştir. Bunun nedeni ise özel teşebbüsü gerçekleştirecek zenginlikle insanların yok denecek kadar az olmasıdır. ÜÇÜNCÜ BÖLÜM 3.ANKARA’NIN İKİNCİ ALMAN BÜYÜKELÇİSİ FREDERİC VON ROSENBERG 3.1.Frederic Von Rosenberg’in Hayatı Frederic von Rosenberg, 26 Aralık 1874 tarihinde Berlin’de doğmuştur. Rosenberg, Prusyalı bir Tümgeneral olan Johann von Rosenberg ile İngiliz vatandaşı olan Amy Emmeline Brook’un oğludur. Rosenberg eğitim hayatına Königsberg’in Preussen kasabasında başlamış ve liseyi Preussen’de bitirmiştir. Yükseköğrenimine hukuk alanında 1894 yılında başlamış ve hukuk eğitimini tamamlamak için Bonn ve Berlin gibi şehirlerde 1897 yılına kadar bulunmuştur. Almanya’nın Jena şehrinde 2 Ağustos 1897 tarihinde İrtifak Hakları (Kamu hukuku) üzerine doktora tezini yazan Rosenberg, staj eğitimine Prusya’nın çeşitli bölge mahkemelerinde başlamış ve daha sonra Berlin’deki Eyalet Mahkemesinde stajını 25 Mart 1903 tarihinde 205 Koçak, age., s. 28. 81 tamamlamıştır. Hakim adaylığı sınavlarından iyi derecede not alarak hakimlik unvanını kazanmıştır 206. Rosenberg, askerlik hizmetine 1 Ekim 1897 tarihinde başlamış 30 Eylül 1898 tarihine kadar bir yıl gönüllü süvari alayında askerliğini yapmıştır. 1900 yılında Alman hükümetinde önce Teğmenliğe, daha sonrada Üsteğmenliğe terfi etmiştir. Rosenberg, Prusyalı Korgeneral Charles Theremin’in kızı Marie Luise Henriette Theremin ile 6 Kasım 1900 tarihinde Kassel’de evlenmiştir 207. Bu evliliğinden 1901 ve 1911 yılları arasında çiftin biri erkek ve dördü kız olmak üzere beş tane çocuğu dünyaya gelmiştir. Rosenberg, İngilizce ve Fransızca dillerini iyi derece de bilmektedir. 3.1.2.Rosenberg’ın Memuriyet ve Siyaset Hayatı Rosenberg, memuriyet hayatına 17 Nisan 1903 tarihinde Alman konsolosluğunun dış hizmetlerinde stajyer memur olarak başlamıştır. Daha sonra ise, konsolosluğun ticaret politikası, personel yönetimi ve hukuk bölümlerinde görev almıştır. Rosenberg, 28 Mart 1905 tarihinden 5 Haziran 1906 tarihine kadar Alman İmparatorluğunun ticaret bölümünde konsolos yardımcısı kimliği ile memuriyet hayatına devam etmiştir. Stajyer memuriyetliğini 30 Ekim 1907 tarihinde tamamlayan Rosenberg, konsolosluk bünyesinde yapmış olduğu başarılı çalışmalar neticesinde 23 Aralık 1907 tarihinde Müşavirlik unvanını kazanmıştır 208. 1910 senesinde hukuk bölümü işlerinden ayrılarak, siyaset alanında yoğunlaşmıştır. Dışişleri Bakanlığı tarafından Arnavutluk, Bulgaristan, Yunanistan ve Osmanlı Devletinde içine alan Doğu Bloğu siyaseti alanında görevlendirilmiştir. Rosenberg dokuz yıldır yapmış olduğu hizmetlerin karşılığı olarak 7 Aralık 1912 tarihinde meclis üyeliğine ve divan başkanlığına seçilmiş ve böylece Dışişleri Bakanlığında en üst mevkilerden birine yükselmiştir 209. Sofya’da ülkesi adına koloni 206 Schöningh, age., L-R, s. 726. Winfried Becker, Frederic von Rosenberg Korrespendenzen und Akten des Deutschen Diplomaten und Aussenministers 1913-1937, Müchen-Oldernburg 2011. s. 7. 208 Akten zur Deutschen Auswartigen Amt Berlin, Persönliche Beldangelegenheiten von Rosenberg, Band. 2, 012596. 209 Akten zur Deutschen Auswartigen Amt Berlin, Persönliche Beldangelegenheiten von Rosenberg, Band. 2, 012596. 207 82 çalışması yaptıktan sonra, Bulgaristan’ın doğusunda ortaya çıkan iç karışıklığın biran evvel bitmesi girişimlerde bulunarak iç karışıklığı 6 Eylül 1915 tarihinde bitirtmiştir. Bu başarısından sonra 1916 senesinde gizli meclis üyeliğine seçilen Rosenberg, 1916 senesinde Brest-Litovsk’daSovyet Rusya ilebarış görüşmelerindeAlmanheyetine başkanlık yapmıştır. Brest-Litovsk’da ki barış görüşmelerine kadar doğu cephesinde bulunmuş ve görüşmelerde olumlu işler yapmıştır. Bu başarısından dolayı 8 Aralık 1917 tarihinde Başbakan tarafından olağanüstü elçi unvanıyla takdir edilmiştir 210. Başarılarından ötürü Dışişleri Bakanlığına üst düzey daimi memur olarak atanmıştır. Bakanlık Müsteşarı Richard Kühlmann’ın vekaleti ile 1917 yılının Aralık ayı sonu, barış görüşmelerinden 3 Mart 1918 tarihindeki Brest-LitovskAntlaşmasına kadar görevini Alman İmparatorluğunun resmi emriyle yürütmüştür. Daha sonra, 7 Mayıs 1918 tarihinde Romanya ile yapılan barış antlaşmasında Osmanlı Devletiyle Balkan Devletleri arasında ki anlaşmazlıkları çözmek için arabuluculuk görevini üstlenmiştir. Dışişleri Bakanlığı tarafından Rosenberg, 23 Kasım 1918 tarihinde Bern’e maslahatgüzar olarak tayin edilmiş, fakat İsviçre’nin samimi olmayan tavrı nedeniyle görevini tam olarak yapamamıştır. Dışişleri Bakanı Herrmann Müller (SPD) Rosenberg’i 18 Temmuz 1919 tarihinde sürpriz bir şekilde Dışişleri Bakanlığının politika bölümüne atamıştır 211. Fakat Rosenberg kendi sınırlarını aşarak İmparator ile Papa arasındaki ilişkiye müdahil olunca 5 Ağustos 1919 tarihinde geçici olarak emekliye ayrılmak zorunda kalmıştır 212. Kısa süren emekliliğinden sonra Rosenberg 19 Ocak 1920 tarihinde Viyana’daki Alman Büyükelçiliğinde Almanya’nın politikasını geliştirmek ve nüfuzunu artırmak için yetkilendirilmiştir. Rosenberg, 2 Şubat 1921 tarihinde Kopenhag’a Alman Büyükelçisi olarak atanmıştır. Kopenhag’daki başarılı çalışmaları neticesinde Başbakan Wilhelm Cuno Hükümetinin Bakanlar Kabinesi tarafından yapılan seçimle 22 Kasım 1922 tarihinde Rosenberg Alman İmparatorluğunun Dışişleri Bakanlığına seçilmiştir. Rosenberg, kendisini bu makama layık gören Cumhurbaşkanına, Başbakana ve çalışma 210 Schöningh, age., s. 726. Akten zur Deutschen Auswartigen Amt Berlin, Persönliche Beldangelegenheiten von Rosenberg, Band. 2, 012596. 212 Becker, age., s. 8. 211 83 arkadaşlarına sonsuz teşekkür etmiş ve bu göreve layık olacağına dair söz vermiştir 213. BaşbakanWilhelmCunoHükümetininDışişleri Bakanı olan Rosenberg, genç AlmanCumhuriyetinin ensıkıntılıdönemlerinden birinde Kasım 1922ve Ağustos1923 yılları arasında görevini yapmıştır. BaşbakanWilhelmCuno, Rosenberg’den Fransız işgalcilere karşı hem “Dizanteri Savaşını’’ başarılı bir şekilde yönetmesini hem de cumhuriyetin neredeyse parçalanmasına neden olan siyasi krizlere karşı diplomatik bir çözüm bulmasını istemiştir. Aslında çözülmesi güç olan bu krizlere karşı bireysel küçük başarılar elde etse de genel olarak Dışişleri Bakanı olarak başarısız olmuştur. Dışişleri Bakanı Frederic von Rosenberg, 1923 yılı yazında Dışişleri Bakanlığı görevinden istifa etmiştir 214. Rosenberg, diplomatik hizmete geri döndükten sonra politikadan tamamen geri çekilmiştir. Dışişleri Bakanlığı görevinde başarısız olsa da, ona diplomatik camiada kazanmış olduğu saygınlıktan hiçbir şey kaybettirmemiştir. Rosenberg, Dışişleri Bakanlığındaki görevinden istifa ettikten sonra, Fürstenzell’deki Niederbayern’deki aile konutunda bir müddet dinlenmeye çekilmiştir. Dış politika alanında önemli tecrübeleri olan Rosenberg bir yıllık aradan sonra 30 Mayıs 1924 tarihinde Almanya’nın Stokholm Büyükelçisi olarak Stokholm’a tayin edilmiştir. Weimar Cumhuriyeti döneminde önce, üst düzey Alman askeri yetkilisi olan Hermann Göring uyguladığı kötü politika yüzünden sürgün ülke olan İsveç’de Almanya’nın çıkarları büyük oranda zarara uğramıştır. Rosenberg, İsveç’de ülkesinin kötü imajını ortadan kaldırmak ve Almanya’nın itibarını İsveç’de tekrardan kazandırmak için üstün çalışmalar yapmıştır. İsveç’deki büyükelçilik görevinden 28 Ekim 1933 tarihinde sağlık sorunları sebebiyle ayrılmak zorunda kalmıştır 215. Rosenberg ilk memuriyet yıllarında birlikte olduğu ve sıkı ilişkiler kurduğu, Dışişleri Bakanı Neurath vesilesiyle 1 Aralık 1933 tarihinde, Nadolny’den boşalan Ankara Büyükelçiliğine atanmıştır 216. Rosenberg 59 yaşında Ankara’nın ikinci 213 Akten zur Deutschen Auswartigen Amt Berlin, Persönliche Beldangelegenheiten von Rosenberg, Band. 2, 012596. 214 Becker, age., s.8. 215 Schöningh, age., s. 727. 216 Akten zur Deutschen Auswartigen Amt Berlin, Persönliche Beldangelegenheiten von Rosenberg, Band. 2, 012596. 84 Alman Büyükelçisi olmuştur. Yaşlı Büyükelçi ağır kalp rahatsızlığı olmasına rağmen bu görevinde bir buçuk yıl kadar devam etmiştir. Yorgun ve yaşlı bedeni artık onun bu görevi yapmasına engel olunca 9 Haziran 1935 tarihinde Büyükelçilik görevinden ayrılmak zorunda kalmıştır. Kendi isteği ile 24 Temmuz 1935 tarihinde aktif memuriyet hayatına son vererek emekliye ayrılmıştır. Rosenberg’in ilk yurtdışı durağı olan Antwerp’te yakalandığı sıtma enfeksiyonundan dolayı her zaman sağlık sorunlarıyla yaşamıştır. Rosenberg, Fürstenzell’de 30 Temmuz 1937 tarihinde kalp krizinden dolayı 63 yaşında vefat etmiştir 217. Rosenberg, memuriyet ve siyaset hayatında önemli görevlerde bulunmuş, bir diplomat, bir siyaset adamı, bir hukukçu ve Almanya için önemli başarılara imza atmış bir Büyükelçi olarak ülkesine 32 yıl hizmet etmiş bir devlet adamı kimliği ile tarih sayfalarında kendisine önemli bir yer edinmiştir. 3.2.ROSENBERG’İN TÜRKİYE’YE GELİŞİ ve BÜYÜKELÇİLİĞİ Nadolny’den sonra Almanya’nın Ankara büyükelçiliği iki yıla yakın boş kalması Türk hükümetinin gözünden kaçmamış ve durum hakkında Berlin’e rapor yollanmıştır. Bunun üzerine Almanya, F. Hans von Rosenberg’i Ankara’ya Büyükelçi olarak atamıştır 218. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesinde öğretim görevlisi olarak Türkiye’de yaşayan Alman Frizt Neumark, Rosenberg hakkında anılarında Rosenberg’in son derece silik bir kişiliğe sahip olduğunu ve yaşlı Büyükelçinin Ankara Büyükelçiliğine atanmasını Hitler’in Türkiye’ye verdiği önemi gözler önüne serdiğini ifade etmiştir 219. Rosenberg, 11 Aralık 1933 tarihinde Çankaya’da Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras’ın da katıldığı bir törenle Atatürk’e güven mektubu ile birlikte Hindenburg’un imzalanmış bir fotoğrafını takdim etmiştir 220. Atatürk de o günlerde Berlin’e 217 dönmekte olan Berlin Büyükelçisi Kemaleddin Sami Paşa’yla Becker, age., s.9. Akten zur Deutschen Auswartigen Amt Berlin, Akten von Rosenberg und Türkei, Band.3, R.28590. 219 Frizt Neumark, Boğaziçine Sığınanlar 1933-1953, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Çev. Şefik Alp Bahadır, İstanbul 1982, s.74. 220 Hakimiyet-i Milliye Gazetesi, 12 Aralık 1933, s.3. 218 85 Cumhuriyet’in Onuncu Yıldönümü dolayısıyla gerek şahsı gerekse Alman milleti tarafından samimi ilgi ve tebriklere teşekkür mektubu ile birlikte imzalı bir fotoğrafını göndererek mukabele etmiştir. Kemaleddin Sami Paşa 21 Şubat 1934 tarihinde Cumhurbaşkanı von Hindenburg’u Berlin’deki sarayında ziyaret ederek Atatürk’ün mektubunu ve imzalı fotoğrafını Hinderburg’a sunmuştur 221. Rosenberg, güven mektubunu sunduktan sonra Nadolny’den kalan yarım işleri tamamlamak için çalışmalarına başlamıştır. Rosenberg’in önemli bir özelliği ise Almanya lideri Hitler’in Türkiye’ye atadığı ilk büyükelçi olmasıdır. Rosenberg, İsveç’teki büyükelçilik görevinden sağlık sorunları sebebiyle ayrılmıştır. Onun için ikinci Alman Büyükelçisi olan Rosenberg sağlık sorunları yüzünden gerektiği kadar Ankara’daki görev yerinde bulunamamış daha çok İstanbul’da görevini yürütmeye çalışmıştır. Rosenberg’in yaş haddi ve sağlık sorunları yüzünden 24 Mayıs 1935 tarihinde emekliye ayrılması gündeme gelmiş ve bu nedenle de Türkiye’den ayrılmak durumunda kalmıştır. Almanya’nın Ankara Büyükelçiliği, aradan yaklaşık bir bucuk yıl geçtikten sonra, yeniden boş kalacaktır 222. Rosenberg, 7 Haziran 1935 tarihinde Ankara’dan ayrılmadan bir gün evvel, 6 Haziranda Cumhurbaşkanı Atatürk ile son bir kez görüşme yapmıştır. Büyükelçinin aynı gün kaleme aldığı raporunda, önde gelen Türk yöneticilerin Almanya için sıcak dostluk duyguları içeren konuşmalar yaptıklarını, fakat bunun bir ölçü sayılmayacağını, doğu kültüründe bu tarz ayrılıkların geleneksel ayrılış törenleri her zaman birbirine benzediğini yazmaktadır. Rosenberg, Türkiye’de görev yaptığı süre içinde gözlemlerine dayanarak, Atatürk ile İnönü’nün “Yeni Almanya”ya ve lideri Hitler’e gerçekten sempati duyduklarını, bunun nezaketten öte bir samimiyet olduğunu ifade etmektedir. Başbakan İsmet İnönü’nün, Almanya ile ilgili haberleri her gün takip ettiğini belirten Rosenberg, gerçekten de Cumhurbaşkanı ile Başvekilin 221 222 Hakimiyet-i Milliye Gazetesi, 23 Şubat 1934, s. 1-2. Akten zur Deutschen Auswartigen Amt Berlin, Akten von Rosenberg und Türkei, Band.3, R. 28590. 86 düşüncelerinin hükümetin ve kamuoyunun düşüncelerini yansıttığını rapor etmiştir 223. Tevfik Rüştü Aras’ında düşüncelerinin de kamuoyunu yansıttığını ve onun için dikkate alınması gereken birisi olarak Aras’ı açıklamıştır. Aras’ı soğuk ve gerçekçi olarak tanımlayan Rosenberg, Aras’ın asla rol yapmayacağını açıklayarak, onun Almanya karşıtı olarak değerlendirmenin yanlış olacağına dikkat çekmektedir. Büyükelçinin Türk Dışişleri Bakanı Aras hakkında ki gözlemleri gerçekten önemlidir. Çünkü Alman Dışişleri Bakanı Neurath’ın aksine, Aras’ın Almanya karşıtı olmadığını aksine iki ülke arasındaki olumlu ilişkileri devam ettirmek için uğraşan iyi niyetli bir Dışişleri Bakanı olarak tasvir etmesi, Aras’ın iyi bir Dışişleri Bakanı olduğunun göstergesidir. Birinci Alman Büyükelçi Nadolyn’i de Aras için takdire şayan sözler etmesi Türk diplomasisi açısından çok değerlidir 224. 3.2.1.Rosenberg’in Türk İç PolitikasınaBakışı Rosenberg, Türkiye’de görev yaptığı bir buçuk yıl içinde gözlemlerini kaleme almıştır. Rosenberg’e göre, özellikle İstanbul’un hala eski güzelliğini ve ihtişamını korumaktadır.Türk hükümeti elinde daha da güzelleştirildiğini ifade etmiştir. Kendisi de hala İstanbul gibi her şeyiyle mükemmel bir şehrin başkentlikten arındırılıp yerine Ankara’nın başkent ilan edilmesine anlam veremediğini yazmaktadır. Rosenberg, güven mektubunu sunmak ve görev yeri olan Ankara’ya gitmek için İstanbul’dan ayrılmıştır. İstanbul’dan tren yoluyla Ankara’ya yolculuk yapan Rosenberg, yol boyunca gördüklerinden ötürü, Anadolu’nun hala çok kırsal olduğunu ve İstanbul ile Anadolu arasındaki farkın çok olduğunu belirtmiştir. Aralık ayı içinde Ankara’da olan Rosenberg, Ankara’nın gelişmekte olan bir şehir olduğunu yazmakta ve bu konuda daha önceden öğrendiği bilgilerden ziyade yaşanabilir bir başkent yolunda önemli gelişmelerin olduğunu raporlarında yazmaktadır. Anadolu coğrafyasını iyi 223 Akten zur Deutschen Auswartigen Amt Berlin, Akten von Rosenberg und Türkei, Band.4, R. 012592. 224 Akten zur Deutschen Auswartigen Amt Berlin, Akten von Rosenberg und Türkei, Band.4, R. 012594. 87 bilen Rosenberg, Türk hükümetinin kısa sürede önemli başarılara imza attığını, kısa sürede yapılan başarıların önemine dikkat çekmiştir 225. Ankara’da mevcut olan bataklıkların artık kalmadığını modern şehir olma yönünde Türk hükümetinin önemli çalışmalar yaptığını yazan Rosenberg, ama hala da çok yapılması gereken çalışmanın olduğunun önemini belirtmiştir. Rosenberg, eşine Ankara’dan yolladığı mektubunda, Türkiye’nin özellikle de İstanbul’un tarihsel ve kültürel olarak çok zengin olduğunu özelliklede deniz kenarında ki yalıların ve Osmanlıdan kalma sarayların şahane olduklarını yazmıştır. Ankara’nın ise gelişmekte olan bir kasaba olduğunu ve burada yaşamın kolay olmadığını ama alışmakta zorluk çekmediğini ifade eden Rosenberg, en kısa zamanda eşinin de Türkiye’ye gelmesini mektubunda yazmaktadır 226. Rosenberg, Türkiye’nin ekonomik, sosyal ve kültürel alanlarda yapmış olduğu inkılaplar sayesinde modernleşme yolunda büyük adımlar attığını, bunu da Atatürk ve yakın arkadaşlarının başardığının altını çizmektedir. Türkiye’nin bu denli gelişmesinde Almanya’nın etkin şekilde rol oynamasının gurur verici olduğunu ifade etmiştir. Türkiye’de yapılan yenilik adımlarının altında Almanların imzasının olmasından dolayı mutlu olduğunu ve kendisinin de her alanda Türkiye’ye destek olacağını raporlarında belirtmiştir227. Yukarıdaki ifadelerden de anlaşılacağı üzere Türkiye’nin hala gelişmeye ve kalkınmaya ihtiyacı olduğudur. Nadolny’e göre, Rosenberg Türkiye hakkında özellikle de Ankara hakkında daha olumlu düşünceler içinde olmuştur. Çünkü Nadolny Ankara’ya geldiğinde büyük hayal kırıklığına uğramıştı. Buna sebep olarak da Ankara’nın bir köyden farkının olmaması o zamanın şartlarında tek odalı bir otelin dahi olmaması, her yerin bataklık olması, iki katlı bir binanın olmaması, her yerin çamurlu yollardan ve evlerinde kerpiçten olması gibi daha bir sürü nedenden dolayı hayal kırıklığı yaşamıştır. Rosenberg, Nadolny’e göre daha şanlı olmuştur. Çünkü Türk hükümeti Ankara’nın gelişmesi ve imarlaşması için yoğun çalışmalar 225 Akten zur Deutschen Auswartigen Amt Berlin, Persönliche Beldangelegenheiten von Rosenberg, Band. 4, 012591. 226 Akten zur Deutschen Auswartigen Amt Berlin, Persönliche Beldangelegenheiten von Rosenberg, Band. 4, 012593. 227 Akten zur Deutschen Auswartigen Amt Berlin, Persönliche Beldangelegenheiten von Rosenberg, Band. 4, 012593. 88 içine girmiş ve Ankara’yı daha yaşanabilir hale getirmek için bayındırlık hizmetleri yapmıştır. 3.2.2.Rosenberg’in Türkiye Hakkındaki Görüşleri Yabancı devlet adamları yanı diplomatlar, elçiler ya da büyükelçiler görev aldıkları ülkelerde, kendi ülkelerinin birer ajanı gibi görev yapmışlardır. Görev yaptıkları ülkelerde ne oluyor ne bitiyor en ince ayrıntısına kadar raporlar tutarak ülkelerine yollamışlardır. Ankara’nın ikinci Alman Büyükelçisi Rosenberg’de Türkiye’de olup biten her şeyi tek tek rapor ederek ülkesine yollamış ve ülkesinin çıkarlarını korumak için gerekli çalışmaları yapmıştır. Rosenberg’in yollamış olduğu raporlara baktığımız zaman en ufak olayları bile nasıl rapor ettiğini göreceğiz. Rosenberg, 4 Kasım 1934 tarihinde Dışişleri Bakanlığına yazdığı raporunda 29 Ekim’de Türkiye Cumhuriyetinin 11. Kuruluş Yıl Dönümü kutlamaları hakkında bilgi sunmuştur. Rapora göre, Cumhurbaşkanı tebrikleri kabul etmek için öğleyin Büyük Millet Meclisi binasında, kabine üyelerini, yetkili başkanları, Ankara’da bulunan diplomatik misyonerleri, Balkan toplantısı için Ankara’da toplanan Balkanlar Birliğinin Temsilcileri olan, Bakan Titulescu, Maximos, Pesmazoglu ve Yugoslavya Dışişleri Bakan Yardımcısı Puritschi’i karşılamıştır. Raporda da anlaşılacağı üzere, kutlamalara birçok yabancı ülkenin temsilcileri katılarak Türkiye Cumhuriyetine verdikleri önemi göstermişlerdir. Türkiye Cumhuriyetinin 11. Kuruluş Yıl Dönümü kutlamaları için İran ve Irak pilotları gösteri uçuşları yapmıştır. Halkın aktif katılımı ile geleneksel resmigeçit yapılmış ve sadece Ankara ile Polatlı topçu birliklerinde konuşlu garnizonlar geçit töreni sunmuşlardır. Kara birliklerinin harika bir gösterisi ile festival için 1000 den fazla pilot uçuş gerçekleştirmiştir 228. Rosenberg raporunda, Türk hükümetinin resmi baloyu Yugoslavya Kralı Aleksander’in cenazesi nedeniyle iptal ettiğini bu davranışın nezaket kuralları 228 Akten zur Deutschen Auswartigen Amt Berlin, Politische Beziehungen der Türkei zu Fremden Staaten,R. 78530. 89 açısından son derece önemli olduğunun altını çizmiştir. Gayri resmi balonun ise her sene olduğu gibi, Cumhuriyet Halk Partisi tarafından halk evinde organize edildiğini yazmaktadır. Ayrıca Ulusal Bayram vesilesiyle İçişleri Bakanlığına ait yeni büyük binanın da açılışının yapıldığını rapor etmiştir 229. Cumhurbaşkanı Atatürk, Balkan ülkelerinin ve diplomatik kolordunun230 huzurunda Türkiye Büyük Millet Meclisini açmış ve açılışta önemli noktalara değinmiştir. Cumhurbaşkanı, sanayi programının uygulanmasındaki ilerleme hakkında yaptığı konuşmada, demiryolu ağının genişlemesinin memnuniyetinden bahsederek ve Türk dış ticaretinde ihracatın gelişmesinden memnun olduğunu, ayrıca parlamentonun ihtiyatlı yaklaşımını, sağlam ekonomi politikası sayesinde Türk para biriminin istikrarlı olduğunun altını çizmiştir. Atatürk iç politika alanında, Sağlık Bakanının çalışmasından övgüyle bahsettikten sonra, Cumhurbaşkanı, kültürel soruları cevaplamaya başlamış ve bu bağlamda, tarih biliminin çalışmalarına, özellikle kalpten desteklediği Türk dilinin yenilenmesi çalışmalarına kısaca değindikten sonra, Türk müziğinin yeniden yapılanmasının acilliğine vurgu yapmıştır. Basının da belirttiği gibi, Atatürk konuşmasını, Arap ve Farsçadan arınmış Türkçe sözlerle sürdürmek için gayret ettiğini ifade etmiştir. Rosenberg raporunda, Atatürk ’ün yapmış olduğu inkılapların aynı zamanda ilk uygulayıcısı olduğunu da ifade etmiştir 231. Rosenberg, 22 Mart 1934 tarihli raporunda yine iç politika konularına değinmiştir. Başbakan İsmet Paşa’nın Türk inkılabının anlamı ve amacı üzerine, yerel halk evinde yapmış olduğu konuşması hakkında Paşa’nın düşüncelerine yer vermiştir. Rapora göre, İsmet Paşa’nın bu konuşması hoparlör aracılığıyla halka duyurulmuştur. İsmet Paşa,Türk inkılabını iki cephede birden sürdürülen bir savaş olarak tanımlayarak, Türk halkının sadece ülkedeki dış düşmanın istilasına karşı değil, daha çok eski Osmanlı saltanatının çürük sistemine karşı mücadele etmek durumunda kaldığını belirtmiştir. 229 Akten zur Deutschen Auswartigen Amt Berlin, Politische Beziehungen der Türkei zu Fremden Staaten, R. 78530. 230 Devlet adamlarının bir araya gelmesine denir. 231 Akten zur Deutschen Auswartigen Amt Berlin, Politische Beziehungen der Türkei zu Fremden Staaten,R. 78530. 90 Raporda önemli nokta ise, Türk hükümetinin dış düşmanlardan daha çok Osmanlı döneminden kalma çürük sistemin ülkenin ilerleyişinde en büyük engel olduğuna dikkat etmek gerekir. Çünkü yabancı düşmanları bir şekilde saf dışı edebilirsiniz ama kendi içinizdeki tabulaşmış kuralları kolay kolay söküp atamazsınız. Türk inkılabı en çok kökleşmiş bu sistemden dolayı uygulamada zorluk çekmiştir. İsmet Paşa konuşmasında, Türk inkılabının, Osmanlı rejimi zamanında yapılan reform girişimlerinin devamı olarak algılanmasının gerçekleri yansıtmadığını ve Türk devrimi sayesinde, Türk halkı özgürlüğünü yüzyıllardır Osmanlı yönetimindeki tıpkı kalın duvarlarla hapseden yönetim sisteminden kurtardığını söylemiştir. Türk devrimi ilk anından itibaren gücünü halktan alarak beslenmiş, halkın desteği ve isteğiyle halk kendi devrimini yapmıştır. Türk devriminin nihai amacı ise, herhangi bir dogmaya karşı körü körüne bağlanmak ve diğer insan topluluklarına karşı herhangi bir saldırı isteği bulunmayan, Türk halkına mümkün olan en iyi gelişimi sağlamak ve toplumsal ilerlemeyi aktarmaktır ve bunun için yapılmıştır. İsmet Paşa konuşmasını şu cümlelerle sonlandırmıştır; “Türk devrimini anlamak, sevmek ve tamamen teslim olmak, Cumhurbaşkanımız Mustafa Kemal’i anlamak, sevmek ve onun tarafından gerçekleştirilen ideallere kendini adamakta, aynı anlamı taşır’’ demiştir 232. Rosenberg, 4 Aralık 1934 tarihinde Alman Dışişleri Bakanlığına gönderdiği raporunda ise, İktisat Vekaletinin dokuz yabancı uzmanı davet etmek istediğini ve bu amaçla da Zürih’teki “Notgemeinschaft Deustcher Wissenschaftler im Aussland” ile ilişki kurulduğunun doğruluğunu onaylamaktadır. İktisat Vekaleti Ticaret Dairesi Müdürü bizzat Zürih’e giderek çoğu mülteci olan 35 profesör ve bilim adamıyla görüşmeler yapmıştır. Türkiye’ye davet edilen bilim adamları beş yıllık ekonomik kalkınma projesi kapsamında görev alacaklardı. Türkiye, bu arada Alman uzman Dr. Rahn ile de görüşmeler yapılmış ve daha kesin anlaşmaya varılamamıştır. Ayrıca ekonomi uzmanı Dr. Porten ise Türkiye’deki görevine devam etmekteydi. Ankara Ziraat Yüksek Okulu Rektörü Alman Falke, Almanya’dan Prof. Dr. Gustav 232 Akten zur Deutschen Auswartigen Amt Berlin, Politische Beziehungen der Türkei zu Fremden Staaten,R. 78530. 91 Gassner’ide Türkiye’ye davet etmiştir. Rosenberg, raporunda diğer yandan İstanbul Ticaret Yüksek Okulunda üç İsviçreli öğretmene görev verildiğini yazmaktaydı 233. İsveç’ten öğretmen çağırılmasının nedeni olarak da o okulun müdürünün İsveç’te eğitim görmesine bağladığını yazmaktadır 234. Rosenberg raporunda, Türk hükümetinin artık önceliği Alman bilim adamlarına vermediğini ve diğer ülkelerdeki bilim adamlarına ve hocalara yöneldiğini, bunun da zamanla Türkiye’nin Alman etkisinden çıkacağının altını çizmektedir. Cumhurbaşkanı Atatürk, Türkiye Cumhuriyetinin 10.Kuruluş Yıl Dönümünde yapmış olduğu konuşmasında Türk müziğinin de reform edilmesi gerektiğini vurgulamıştı. Alman Büyükelçi Rosenberg de bu konuyla alakalı 2 Mayıs 1935 tarihinde Alman Dışişleri Bakanlığına yolladığı raporda, Türk hükümetinin, Müzisyen Prof. Dr. Paul Hindemith’in izin süresini Mayıs ayı sonuna kadar uzatılması gerektiğini talep etmektedir 235. Hindemith’in, bu sayede reform programını tamamlayacağını vurgulamaktadır. Rosenberg raporunda, Alman kültür propagandası için büyük önemini vurguladığı Hindemith’in çalışmalarının Sovyet sanatçıların ziyaretiyle gözden düştüğünü bildirmektedir. Rosenberg konuyla alakalı 8 Mayısta yine Alman Dışişleri Bakanlığına rapor yollamıştır. Raporda, Hindemith’in Türkiye’deki başarılı çalışmalarını detaylıca anlatan Rosenberg, yine Sovyet misafir sanatçıların Türkiye’ye gelmesiyle Hindemith’in Alman kültürünü yaymakta zorluk çektiğini ve gözden düştüğünü bir kez daha vurgulamıştır. Sovyet misafir sanatçıların kısa sürede müzik konusunda Türkiye’deki yapılanma reformunda öncü olduklarını, onun için Hindemith’in bir müddet daha Türkiye’de Alman kültür propagandası yapması için kalması gerektiğini yazmıştır 236. Yukarıda ki raporda dikkat edilmesi gereken nokta ise, Almanya’nın kültürel olarak Türkiye’de etkin rol almak istediğini göstermektedir. Ayrıca Sovyet Rusya’nın siyasi olaylardan sonra Türkiye’deki kültürel konularla da ilgilendiğini ve bu çerçevede Nisan ayının sonları ve Mayıs ayının ilk günlerinde Sovyet Kemancı 233 Akten zur Deutschen Auswartigen Amt Berlin, Politische Beziehungen der Türkei zu Fremden Staaten,R. 78488. 234 Akten zur Deutschen Auswartigen Amt Berlin, Politische Beziehungen der Türkei zu Fremden Staaten,R. 78488. 235 BCA., f. 30.12. 1.2., y. 45.36.16. 236 Akten zur Deutschen Auswartigen Amt Berlin, Politische Beziehungen der Türkei zu Fremden Staaten,R. 78530. BCA., f. 30.12. 1.2., y. 45.36.16. 92 Blinder Ankara ve İstanbul’da çeşitli konserler vermiştir. Blinder’in konserleri her iki şehirde de önemli ilgi uyandırmış ve büyük katılım sağlanmıştır B durum Sovyet sanatçıların Türkiye’de etkin rol oynadığını gözler önüne sermektedir 237. Rosenberg, Türkiye’deki Alman nüfuzunu korumak için yaşanan her türlü gelişmeyi ülkesine rapor etmiştir. Almanya, Türkiye’nin zamanla Sovyet etkisi altında kalmasından açıkça çekinmektedir. Rosenberg, Dahiliye Vekaletinden Türk-Alman ilişkilerini zor durumda bırakacak bir rapor aldığını ifade etmiştir. Franz Werfel adında bir Çek yazar “Musa Dağında 40 Gün” başlığı altında, Ermeni olaylarını hikaye eden bir eser yayınladığını yazmıştır. Bu kitabın Almanya’da satışının en kısa zamanda engellenmesi gerektiği Rosenberg’e bildirilmiştir. Rosenberg ise, Almanya Propaganda Bakanı Goebbels’e konuyla alakalı detaylıca rapor yollamıştır. Propaganda Bakanı Goebbels’de, Rosenberg’in raporuna karşılık adı geçen kitabın 3 gün içinde bütün Almanya’da toplatıldığına dair mektup yollamış ve mektubunda ayrıca şu ifadeleri kullanmıştır; “Türkiye ile dostluğumuza en ufak bir gölge düşmemesine o kadar özenliyiz ki, bu hususta her şeyi yapmaya hazırız” demiştir 238. Bu ifadelerden de anlaşılacağı üzere Almanya, Türkiye için hassas olan konularda da özen göstermeye çalışmıştır. Burada dikkat edilmesi gereken diğer husus ise Almanya’da bir Propaganda Bakanlığının olmasıdır. Çünkü Almanya başka ülkelerde kendi politikasını yaymak ve Alman nüfuzunu geliştirmek için verdiği önem neticesinde Propaganda Bakanlığı’nı oluşturmuştur. Türk Basını, Alman Propaganda Bakanı Goebbels tarafından Almanya’ya davet edilmiştir. Türk basın heyeti, 23 Nisan-8 Mayıs 1935 tarihileri arasında Almanya’ya ziyareti gerçekleştirmiştir. Roseneberg’de bu konuyla alakalı hazırlık yapılması gerektiğine dair Goebbels’e rapor yollamıştır. Türk basın heyetinde Milliyet gazetesinden Ahmet Şükrü Esmer, Cumhuriyet gazetesinden Abidin Daver, Vakit gazetesinden Asım Us ve Matbuat Umum Müdürlüğünden Burhan Belge yer almıştır. Ziyaret 23 Nisanda başlamış ve Almanya’nın sırayla Breslau, Dresden, Münih, Koblenz, Berlin ve Hamburg şehirleri ziyaret edilmiştir. Türk basın heyeti, 237 Benhür, age., s. 596. Akten zur Deutschen Auswartigen Amt Berlin, Politische Beziehungen der Türkei zu Fremden Staaten,R. 78530. 238 93 Hitler’in iş kamplarını ziyaret etmiş ve Propaganda Bakanı Goebbels’in konuşmasını dinlemişlerdir. Daha sonra da, 2 Mayıs da Hitler tarafından kabul edilmişlerdir 239. Yukarıda ifadelerden de anlaşılacağı üzere Başbakan Hitler ve Propaganda Bakanı Goebbels, Türk basın heyetine gerektiğinden fazla ilgi göstermişlerdir. Buradaki amaç ise, basının halk üzerindeki etkisini ve önemini bilen Almanların Türk basın heyetini etkileyerek Almanya yanlısı yazılar yazmalarını umut etmişlerdir. 3.3.ROSENBERG ve TÜRK DIŞ POLİTİKASI Türk dış politikası Atatürk’ün ünlü sözüyle “Yurtta Sulh Cihanda Sulh” çerçevesinde uygulanmıştır. Türkiye dünya barışı için yapılmış her türlü politikanın içinde yer alacağını gösterircesine her türlü uluslararası cemiyetlerde yer almıştır. Cumhurbaşkanı, dış politika açısından Türkiye’nin bilinen genel sözleşmelere uyacağını, gelecekte de uluslararası işbirliği gücüne ve dünya barışına kendisini adamış olacağını ifade etmiştir. Dünya kamuoyunda artan milli savunma adına yapılan silahlanma yarışına dikkat edilmesi gerektiğinin önemini vurgulayan Atatürk, ayrıca her türlü yayılmacı politikaya karşı olduklarını ve dünya barışının korunması için ne yapılması gerekiyorsa Türkiye olarak hazır olduklarını ifade etmiştir. Ayrıca Atatürk, Türkiye’nin etkin rol oynadığı Balkan Paktının da yayılmacı güçlere karşı oluşturulan bir güvenlik duvarı olduğunun önemini vurgulamıştır 240. Almanya Hitler önderliğinde yeni yola girerek dünya barışını tehlikeye atacak adımlar atmaya başlamıştır. Nitekim 16 Mart 1935 tarihinde Versay Antlaşmasının yasakladığı zorunlu askerlik hizmetini yeniden kurduğunu dünya kamuoyuna ilan etmiştir. Almanya’nın Ankara Büyükelçisi Rosenberg, 21 Nisan 1926 tarihli raporunda Türkiye’nin bu konuya yaklaşımına değinmiştir 241. Rosenberg, Türk hükümetinin Almanya’nın Cenevre’de devam eden Silahsızlanma Konferansından çekilmesini üzüntüyle karşılandığını elçiye belirtmiştir. Fakat Türkiye, Alman ordusunun yeniden kurulmasını hiçbir kötü gözle görmemekte ve bu konuda olumsuz bir değerlendirme yapmamıştır. Hatta Türkiye genel siyasi duruma göre bu Asım Us, Asım Us’un Hatıra Notları 1930-1950, Kitapevi Yay., Ankara 1996, s. 99-106. Akten zur Deutschen Auswartigen Amt Berlin, Politische Beziehungen der Türkei zu Fremden Staaten,R. 78530. 241 Akten zur Deutschen Auswartigen Amt Berlin, Politische Beziehungen der Türkei zu Fremden Staaten,R. 012595. 239 240 94 gelişmeden memnunluk duymuştur. Çünkü Türk ordusu Alman savaş sanayinden ve deneyiminden fazlasıyla yararlanmak istemekteydi. Bu raporda dikkat çeken nokta ise, Almanya’nın çekilmesi üzerine Cenevre Silahsızlanma Konferansı’nın başarısızlıkla sonuçlanmasıdır. Bunun sonucunda da Milletler Cemiyeti, Avrupa’da barış ve güvenliğin tehlikeye düşmesinden tedirgin olduklarını açıkça ifade etmişlerdir. Milletler Cemiyeti, Almanya’nın kararını tekrar gözden geçirmesini bir kez daha talep ederken, diğer yandan da, Almanya’nın yeniden silahlanmasından aynı derece endişe duymuştur. Türk hükümeti ise bunu fırsata çevirmek için Boğazların Lozan Antlaşmasıyla silahtan arındırılmış statüsünü tam bu sırada uluslararası politika gündemine taşımak istemiştir. Bununla birlikte Türkiye’de, Milletler Cemiyetinin Almanya’yı kınama politikasına, onun hemen antlaşmalara saygı göstermesini ve hemen Milletler Cemiyetine geri dönmesi için yapılan çağrıya katılma kararı almıştır 242. Cenevre Silahsızlanma Konferansında Türk ve Sovyet heyetlerinin askeri konularda ortak hareket etme kararı almışlardır. Buna göre Türkiye ve SSCB genel ve tam silahsızlanma ilkesini savunmuşlardır 243. Rosenberg, 17 Nisan 1934 tarihli raporundaTevfik Rüştü Bey’in dün kendisini ziyaret ettiğini ve görüşmenin ağırlık konusunun Almanya’nın silahsızlanma konusu oluşturmuştur. Aras, Büyükelçi Rosenberg’e Almanya’nın silahsızlanma konusunun dünya barışı için sorun teşkil edip etmeyeceği sorusu üzerine, Rosenberg Almanya’nın kendi güvenliği için her türlü adımı atmaya hakkının olduğunu savunmuştur. Aras’ın daha sonra, bu konuda hem İngiltere hem de Fransa’nın tepkisinin ne olacağı konusundaki sorusuna ise Büyükelçi bunun Dışişleri Bakanlığınca cevaplanması gerektiğini Aras’a belirtmiştir. Ayrıca Rosenberg Almanya’nın tekrardan silaha sarılmasının savaş için olmadığını daha çok güvenlik amaçlı olduğunu ifade etmiştir. Elçiye göre, İngiltere ve Fransa Avrupa’da silah sanayisi alanında çok güçlü olduklarına ve Almanya olarak buna kayıtsız kalınamayacağını savunmuştur. Aras göre, eğer Almanya silahlanma kararından vazgeçmez ise, Fransa ve İngiltere’nin de tekrardan silaha sarılacağını ve buda dünya barışı için atılan adımların boşa çıkacağını söylemiştir. Rosenberg, 242 Akten zur Deutschen Auswartigen Amt Berlin, Politische Beziehungen der Türkei zu Fremden Staaten,R. 012591. 243 Benhür, age., s. 570. 95 raporunda Tevfik Rüştü Bey’in, Almanya’nın dileğini çok anlaşılabilir ve çok ümit verici bulduğunu, askeri politik ayrımcılığın Avrupa’nın kalbinde bir son olması gerektiğini ifade etmiştir 244. Türkiye aynı zamanda İtalya’yı da yakinen takip etmiştir. İtalya’nın saldırgan politikasına en büyük desteği ise Almanya vermekteydi. Nitekim İtalya, 3 Ekim 1935 tarihinde Habeşistan'a saldırmış ve birkaç ay sonra da ülkeyi ilhak ettiğini açıklamıştır. Türkiye Milletler Cemiyeti'nin kararına uyarak, İtalya'ya karşı alınan ekonomik önlemlere katılmıştır. Ayrıca Habeşistan olayı, Türk-Alman ilişkilerini doğrudan etkilemiştir; çünkü İtalya'nın Akdeniz üzerinde egemenlik kurma yolunda attığı bu ilk ve önemli adım, sonuçta Almanya tarafından da destekleniyordu. Bu destek Türk hükümetinin gözünden kaçmamıştı. Nihayet Almanya ile İtalya arasında kurulacak yakın işbirliği, Avrupa, Balkanlar ve Akdeniz'de güç dengesini önemli ölçüde değiştirebilecek önemli askeri ve siyasi gelişmelere neden olabilirdi. Almanya'nın İtalya’nın yanında açıkça yer alması, İtalya'dan çekinen Ankara'nın güzünde, bu ülkeyi karşı tarafta yer almış bir ülke görünümüne sokuyor ve sonuçta Türk-Alman ilişkilerini olumsuz yönde etkilemiştir 245. 3.3.1.Rosenberg ve Balkan Paktı Meselesi Balkan Paktının kurulmasına yönelik çalışmalar 1930’lu yılların başında yoğunlaşmış ve Türkiye’nin de aktif rol almasıyla 1933 yılında önemli noktaya gelmiştir. Türkiye, Yunanistan Yugoslavya ve Romanya’dan oluşan Balkan Paktı; Türkiye’nin açısından, Balkanlar üzerinden yönelebilecek herhangi dış kaynaklı saldırılara karşı, özellikle de İtalya’nın saldırısına karşı önemli bir güvenlik duvarı oluşturacağı düşüncesini ortaya çıkarmıştır. Balkan Antantı 9 Şubat 1934 tarihinde Balkan Devletleri arasında imzalanmıştır 246. Fabricius, daha Balkan Paktı imzalanmadan birkaç ay önce kaleme aldığı raporunda, Almanya’nın Türkiye’nin Balkanlarda etkin rol oynayarak, Balkan 244 Akten zur Deutschen Auswartigen Amt Berlin, Politische Beziehungen der Türkei zu Fremden Staaten,R. 78488. 245 Akten zur Deutschen Auswartigen Amt Berlin, Politische Beziehungen der Türkei zu Fremden Staaten,R. 012591. 246 Armaoğlu, agm., s. 319. 96 Devletleri’nin siyasi ve az da olsa askeri işbirliğini sağlamaya yönelik olan çalışmaları desteklemediklerini, Balkan Paktının kurulmasını hiçbir şekilde arzu etmediklerini ve bunun gerçekleşmemesi için gerekli çalışmaların yapılacağını yazmıştır 247. Çünkü Almanya iktisadi ve siyasi nüfuz kurmak istediği Balkanların bir paktla güçlü olmasını istememekteydi. Nitekim Almanya, Balkan Paktına karşı olduğunun ilk resmi göstergesini Dışişleri Bakanı Neurath’ın Ankara’yı 1934 yılının ilkbaharında ziyaretini ertelemesi ile göstermiştir. Hatta 30 Ekim’de bu ziyaretin ilkbahar aylarında yapılacağı Türk ve Alman basınında yer almasına rağmen ziyaret gerçekleşmemiştir. Almanya, Balkan Paktı’nı kendisine karşı yapılmış bir hareket olarak kabul etmiş ve antlaşmaya karşı olumsuz tutumunu bu yolla adeta bir protesto mahiyetinde göstermiştir. Çünkü Neurath’ın 7 Mart 1934 tarihinde Rosenberg’e yolladığı raporunda; 1934 yılının ilkbaharında Ankara’da toplanacak olan Balkan Devletleri Dışişleri Bakanlarının toplantısı nedeniyle, söz konusu ülke temsilcileriyle görüşmek istemediğini ve bu yüzden Türk hükümetine gerekçeli uygun bir açıklama yapılması gerektiğini yazmıştır 248. Almanya’nın Türkiye’nin oluşumunda etkin rol oynadığı Balkan Paktının 9 Şubat 1934 tarihinde kuruluşuna karşı takındığı olumsuz tavır ve bu tavrın Alman Dışişleri Bakanı Neurath’ın ziyaretini bu gerekçe ile ertelemiş olmasına, Türk hükümeti sert bir şekilde tepki vermiş ve iki ülke arasında diplomatik olarak gerginlik yaşanmasına neden olmuştur 249. Bu sırada Almanya’nın izlemiş olduğu iç ve dış politikaya ilişkin Türk basınında haberler çıkmıştır. Falih Rıfkı Atay’ın kaleme aldığı “Zamanımız” başlıklı yazısında; Almanya’nın yapmış olduğu dış politikanın kendi güvenliği için gerek olduğunu özelliklede yeniden zorunlu askerlik hizmetini uygulamasını olumlu bir adım olarak göstermektedir 250. Burhan Bey’in kaleme aldığı “Almanya ve Avrupa” başlıklı yazıda ise, Almanya’nın Versay zincirlerini bir bir kırdığını ve Avrupa 247 Akten zur Deutschen Auswartigen Amt Berlin, Politische Beziehungen der Türkei zu Fremden Staaten, R.78492. 248 Akten zur Deutschen Auswartigen Amt Berlin, Politische Beziehungen der Türkei zu Fremden Staaten, R.78492. 249 Feridun Cemal Erkin, Dışişlerinde 34 Yıl Anılar-Yorumlar, C. II, TTK. Yay., Ankara 1980, s. 58. 250 Hakimiyeti Milliye, “Zamanımız”, 26 Şubat 1934, s. 2. 97 siyasetinde hak ettiği yeri almak istediğini yazmaktadır 251. Vakit gazetesinde ise yine “Almanya’nın Silahsızlanma Meselesi” hakkında detaylıca haber yapılmış ve Almanya’nın bu yolda attığı adımların haklı olduğu yazılmıştır. Türk basınında da bu tarz Almanya yanlısı haberlerin çıkması, Almanya’ya karşı olumlu bakış açısını göstermektedir 252. Aslında bu olumlu havanın da en büyük nedeni Almanya’nın Milli Mücadelen sonra Türkiye’nin yanında madden ve manen yer alması ve dostane ilişkiler içinde olmasından kaynaklanmaktadır. Rosenberg, 5 Ekim 1934 tarihli raporunda Dışişleri Bakanı Neurath’ın Ankara ziyaretinin ertelenmesi üzerine ziyaretin en kısa zamanda gerçekleşmesi gerektiğini ifade etmiştir. Rosenberg’e göre, Balkan toplantısının Türkiye ayağı Ocak ayında gerçekleşecektir ve bu ziyaretin Ocak ayından önce Kasım ya da Aralık aylarında uygun olacağını belirtmiştir. Rosenberg raporunda, ertelenen ziyaretin Türkiye ile olan ilişkilere zarar verdiğini yazmıştır. Rosenberg, Dışişleri Bakanı Aras’ın ve Türkiye’nin ruh halinin Almanya’ya karşı tekrardan onarılması için etkili bir yolduğunu savunmaktadır. Çünkü dün sona eren İsveç Kraliyet çiftinin üst düzey ziyareti, ulusların meclisinde tamamen eşdeğerli olabilme duygusunun sağlanması hususunda Türklerin ne kadar hassas olduklarını bir kez daha göstermiştir. Türklerin bu tarz ziyaretlere büyük önem verdiğini onun için yapılacak yeni ziyaretin Almanya Dışişleri Bakanı Neurath’ın yapmasının çok etkili olacağının altını çizmektedir. Ayrıca raporda, Rusya’nın Türkleri Almanlara karşı kışkırttığını ve Türkiye’nin Rusya etkisinde kaldığını ifade etmiş, bu ziyaretle hem Rusların kışkırtmaları engellenecek hem de oluşan buzların eriyeceğini savunmuştur. Rosenberg raporunda, Dışişleri Bakanı Neurath’ın Türkiye’ye gelirken, Cumhurbaşkanına ve Başbakana herhangi güzel bir hediyenin sunulmasının Türkleri mutlu edeceğini de belirtmiştir. Ayrıca Dışişleri Bakanı Aras’a da bir hediye takdim edilmesinin çok yerinde olacağını, çünkü Aras’ın duygusal bir yapıya sahip olduğunu ve Neurath’a karşı önceki kırgınlığının ortadan kalkacağını savunmuştur. Hediye olarak, Osmanlı öncesi geçmişi olan, Türk halkıyla ilişkili orijinal veya kopyası olan herhangi bir müze parçası söz konusu olabileceğini ya da modern Alman teknikli, daha önce birkaç kez 251 252 Hakimiyeti Milliye, “Almanya ve Avrupa”, 6 Şubat 1934, s. 3. Vakit, “Almanya’nın Silahsızlanma Meselesi”, 30 Şubat 1934, s. 1. 98 hediye edilen radyo veya araba gibi yüksek kaliteli hediyelerin de etkili olacağının önemine vurgu yapmıştır 253. Rosenberg, ziyaretin iptal edilmesi üzerine oluşan hayal kırıklığının Tevfik Rüştü Bey’i çok etkilediğini ve yeni bir ziyaretin en kısa zamanda gerçekleşmemesi durumunda Türk-Alman ilişkilerine büyük zarar vereceği sözleriyle raporunu Dışişleri Bakanı Neurath’a yollamıştır. Rosenber’in, raporunda da anlaşılacağı üzere Dışişleri Bakanı Neurath’ın ilk ziyaretinin ertelenmesi Türk hükümetini huzursuz ve mutsuz ettiğini göstermektedir. Nazi dönemi Alman politika anlayışı iki ülke arasında kurulan güzel ilişkilere ne yazık ki zarar vermeye başlamıştır. Ayrıca raporda dikkat edilmesi gereken nokta ise, Rusya’nın Türkiye’yi Almanya’ya karşı kışkırttığı ifadesidir. Buradan da anlaşılacağı üzere Türkiye eskisi kadar Almanya’ya güvenmemekte ve Nazi Almanya’sına karşı diğer devletlerle yakınlaşma politikası içine girmeye çalışmıştır. DÖRDÜNCÜ BÖLÜM 4.ANKARA’NIN ÜÇÜNCÜ ALMAN BÜYÜKELÇİSİ FREİDRİCH VON KELLER 4.1.Freidrich von Keller’in Hayatı Freidrich von Keller, 7 Kasım 1873 tarihinde Münih’in Tutzing kasabasında dünyaya gelmiştir. Keller, kralın süvari birliği ordusunda üst düzey komutan olan Hassold’li Eugen Keller ile Berta Keller’in oğludur. Keller, 12 Ekim 1905 tarihinde İrena von Landmann ile evlenmiştir. Bu evliliğinden dört tane çocuğu dünyaya gelmiştir. Eşi İrana, Bavyera’nın asilzade ailelerinden olduğu için kendisi de Bavyera’nın asilzadelerinden sayılmıştır. Keller eğitim hayatına doğum yeri olan Tutzing’de başlamıştır. Lise öğrenimine 1888 yılında Ausburg’da başlayan Keller, Münih ve Würzburg’ta lise 253 Akten zur Deutschen Auswartigen Amt Berlin, Politische Beziehungen der Türkei zu Fremden Staaten, R.78488. 99 öğrenimini 30 Eylül 1892 tarihinde tamamlamıştır. Keller, üniversite hayatına 1892 yılında hukuk alanında Würzburg Üniversitesinde başlamış ve daha sonra, Münih ile Berlin şehirlerinde okuyarak 18 Temmuz 1895 tarihinde hukuk bölümünden iyi dereceyle mezun olmuştur. Girmiş olduğu hukuk sınavlarında başarılı olması neticesiyle 1896 yılında hukuk alanında doktor unvanını almıştır. Keller, hukuk eğitimini bitirdikten sonra, mecburi iki yıl olan staj eğitimine Berlin Adliye Mahkemesinde başlamış ve stajını tamamlamıştır. 1 Kasım 1905 tarihinde gönüllü olarak orduda üsteğmen olarak görev yapmıştır. Daha sonra ise, yüzbaşı rütbesine yükselmiş ve Temmuz 1918 tarihinde binbaşı rütbesini olarak askerlik hizmetini tamamlamıştır. Keller, iyi derecede İngilizce ve Fransızca dillerine hakimdir 254. 4.1.2.Keller’in Memuriyet Hayatı Keller, memuriyet hayatına 30 Eylül 1899 tarihinde Dışişleri Bakanlığı bünyesinde stajyer memur olarak konsolosluk biriminde başlamış ve bir yıl sonra ise, Mayıs 1900 tarihinde Dışişleri Bakanlığının personel ve idare dairesinde görevine devam etmiştir. Hukuk eğitimini başarıyla bitirip doktor unvanını aldığı için aynı yıl içinde Bakanlığın hukuk bürosunda görev yapmıştır. Keller, 18 Ağustos 1901 tarihinde ilk yurt dışı görevini Kahire Konsolosluğu’nda memur olarak sürdürmüş ve daha sonra yetkili vize konsolosluğu biriminde çalışmıştır. Kahire’deki görevini tamamladıktan sonra, 14 Temmuz 1902 tarihinde Güney Afrika’da genel konsolosluk biriminde 1904 yılına kadar bulunmuştur. Güney Afrika’dan dönünce Konsolos Lourenço Margues bünyesinde komiserlik görevini yürütmüştür. Dışişleri Bakanlığı tarafından Keller, 19 Aralık 1904 tarihinde başkonsolos olarak Hindistan’ın Kalkuta şehrine tayin edilmiş ve Hindistan’da dört yıla yakın kalarak görevini icra etmiştir 255. Keller, Hindistan’da başkonsolosluk görevinin yanında, aynı zamanda ülkesinin çıkarlarını korumak için koloni çalışmaları da yapmıştır. Keller uzun yıllar yurt dışında görev yaptıktan sonra, 1 Mayıs 1908 tarihinden itibaren Dışişleri Bakanlığının adalet işleri dairesinin başına müdür olarak atmış ve daha sonra sırayla Dışişleri Bakanlığına bağlı vatandaşlık hukuku bölümü ve 254 Schöningh, age., G-K, s. 498-499. Akten zur Deutschen Auswartigen Amt Berlin, Persönliche Beldangelegenheiten Dr. von Keller, No. 253, A. 007139. 255 100 yabancılar dairesi şube amirliğini yapmıştır. Yapmış olduğu görevlerde başarılı olması neticesinde Kasım 1908 tarihinde daimi memur unvanıyla memuriyet hayatına devam etmiştir. Keller’in, on üç yıllık memuriyet kariyeri 14 Ağustos 1912 tarihinde asıl meclis üyeliğine seçilmesiyle onurlandırılmıştır 256. Meclis üyeliğinin yanında aynı zamanda icra kurulu sözcülüğü görevinde de bulunmuştur. Dışişleri Bakanlığı bünyesinde 1915 yılında Keller, gizli görevlerde bulunmak üzere yabancı ülkelerde görevlendirilmiştir. Keller, yurt dışında görev yaparken eşine yazdığı mektuplarda ülkesinin çıkarlarını korumak için yoğun bir çalışma temposu içine girdiğini yazmış ve bu yoğunluk yüzünden çocuklarıyla eşine yeterince zaman ayıramadığından dolayı dert yanmıştır. Gerçekten de baktığımız da Keller, Dışişleri bünyesinde çok yoğun bir çalışma içine girmiş ve kendisine verilen görevleri eksiksiz şekilde yapmaya çalışmıştır. Hukuk doktoru olan Keller, bir yanda da hukuk alanında kendini geliştirerek profesör olmak için hukuk sınavlarına hazırlanmıştır. Başka bir yurt dışı görevi için 8 Mart 1916 tarihinde Viyana’da pasaport şube dairesinde bulunmuştur. Aynı yıl içinde Keller gizli meclis üyeliğine seçilerek memuriyet hayatında önemli bir noktaya yükselmiştir. Ağustos 1920 tarihinde Belgrad’da dışişleri bakanlığı adına özel görevler için yetkilendirilmiştir 257. Keller, Almanya’nın en sancılı dönemleri olan 1921 yılında I. Dünya Savaşı yıllarında Batı ve Güney Avrupa bölgelerinin delege başkanlığını yapmıştır 258. Keller, Weimar Cumhuriyeti kurulduktan sonra, ilk görevine Şubat 1924 tarihinde Bürüksel Büyükelçisi olarak tayin edilmesiyle başlamıştır. Keller, ülkesinin kaybetmiş olduğu itibarını Brüksel’de tekrardan inşa etmek için büyükelçi sıfatıyla yine yoğun bir çalışma temposuna girmiştir. Brüksel’de dört yıla yakın büyükelçilik yaptıktan sonra, Mart 1928 tarihinde büyükelçi olarak Arjantin’in başkenti Buenos Aires’e tayin edilmiştir. Keller, güven mektubunu Arjantin Devlet Başkanına ancak 9 Aralık 1928 tarihinde sunmuştur. Çünkü o dönemin şartlarında Arjantin’e zor ulaşan Keller dokuz ay gecikmeli olarak resmen görevine başlayabilmiştir. Buenos Aires’te 256 Akten zur Deutschen Auswartigen Amt Berlin, Persönliche Beldangelegenheiten Dr. von Keller, No. 253, A. 007139. 257 Akten zur Deutschen Auswartigen Amt Berlin, Persönliche Beldangelegenheiten Dr. von Keller, No. 253, A. 007139. 258 Schöningh, age., s. 499. 101 beş yıla yakın büyükelçilik yapmış olan Keller, 24 Aralık 1932 tarihinde görevinden alınarak geçici süreliğine emekliye ayrılmıştır. Keller, bu zaman zarfında hukuk sınavlarında başarılı olarak 1932 yılında hukuk profesörü unvanını kazanmıştır 259. Çok kısa süren emeklilik sürecinden sonra Keller, 1933 yılında Elçi kimliğiyle Almanya’nın geçici temsilcisi olarak Milletler Cemiyetinde görev almıştır. Daha sonra bu görevinden ayrılarak Şubat 1934 tarihinde Büyükelçi unvanıyla Belçika Kralı I. Albert’in ve Yugoslavya Kralı I. Alexander’ın cenaze merasimlerinde Almanya’nın temsilcisi olarak katılmıştır. Hitler iktidara geldikten sonra dış politika alanında artık Keller’i genel olarak üst düzey görevlerde yetkilendirmemiştir. Rosenberg’ten boşalan Ankara Büyükelçiliğine 19 Şubat 1935 tarihinde Türkiye’nin Başkenti Ankara’ya Büyükelçi olarak Friedrich von Keller, atanmış ve güven mektubunu Cumhurbaşkanı Atatürk’e 28 Ekim 1935’de sunmuştur. Almanya’nın Ankara Büyükelçisi Keller 1935’de Belgrad Kralı Astrid’in cenaze merasimine Almanya adına katılmıştır. 10 Kasım 1938 tarihinde Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk’ün vefatı dolayısıyla Büyükelçi sıfatıyla cenaze merasimlerinde bulunmuştur. Atatürk döneminin son Alman Büyükelçisi olan Keller, 65 yaşına geldiği için yaş haddinden dolayı 21 Kasım 1938 tarihinde emekliye ayrılmıştır 260. Keller, emekliye ayrıldıktan sonra doğum yeri olan Tutzing’e taşınmıştır. Emeklilik yıllarında hayat deneyimlerini paylaşmak için çeşitli konferanslara ve panellere katılan Keller, aynı zamanda da bilgi ve tecrübelerini dışişleri bakanlığındaki genç memur adaylarıyla paylaşarak gayri resmi çalışma hayatına devam etmiştir. Artık iyice yaşlanan Keller solunum yetmezliğinden 87 yaşında, 8 Mayıs 1960 tarihinde Tutzing’de vefat etmiştir 261. 259 Akten zur Deutschen Auswartigen Amt Berlin, Persönliche Beldangelegenheiten Dr. von Keller, No. 253, A. 007139. 260 Akten zur Deutschen Auswartigen Amt Berlin, Persönliche Beldangelegenheiten Dr. von Keller, No. 253, A. 007139. 261 Schöningh, age., s. 499. 102 4.2.KELLER’İN TÜRKİYE’YE GELİŞİ ve BÜYÜKELÇİLİĞİ Friedrich von Keller, Arjantin Büyükelçiliğinden sonra, Türkiye Büyükelçiliği görevine 19 Şubat 1935 tarihinde atanmıştır. Hitler’in iktidara gelmesinden sonra önemli görevlerde bulunmayan Keller’in, Türkiye gibi ekonomik, sosyal, kültürel, askeri ve politik olarak önemli bir göreve getirilmesine Ankara elçiliğindeki görevli Kroll, bu atamaya bir anlam verememiştir. Çünkü Kroll’a göre, Türkiye’nin artık Almanya’dan uzaklaştığını ve Almanya’ya karşı politika izlemeye başladığını ifade etmektedir. Bu denli hassas ve önemli bir göreve Keller gibi aktif olmayan ve yaşça da emekliliğine yaklaşmış bir diplomatın atanmasını çok büyük bir hata olarak belirtmiştir. Kroll, Rosenberg’ten sonra, dışişlerine yazdığı raporlarında ilişkileri tekrar canlı tutabilecek ve Türkiye’yi yeniden Almanya’ya yakınlaştırabilecek bir diplomatın gönderilmesi konusunda raporlar yollamasına rağmen, Hitler’in bunun tam tersini uyguladığını ve bununda Türk-Alman ilişkilerine büyük zarar verdiğini yazmıştır 262. Atatürk dönemi son Alman Büyükelçisi Keller, güven mektubunu bile tam sekiz ay sonra, Cumhurbaşkanına 28 Ekim 1935’de sunabilmiştir. Buradaki amaç ise Hitler’in Türkiye ile ilişkileri ağırdan almasıdır. Buradan da anlaşılacağı üzere Hitler, politik olarak Türkiye’yi önemsememekte ve ilişkileri memur düzeyindeki elçilik yetkilileriyle sürdürterek Türkiye’ye verdiği önemi gözler önüne sermiştir. Bu durum ise Türk hükümetinin gözünden kaçmamış ve Almanya’ya karşı izlenecek politikada yeni önlemler alınması için girişimlerde bulunmuştur. Keller’de ilk önce İstanbul’a gelmiş ve kısa süre sonra Ankara’ya gelmiş ve sekiz ay gecikmeli olarak Türkiye’deki elçilik görevine fiilen başlamıştır. Güven mektubunu Cumhurbaşkanına sunduktan sonra, yaptığı konuşmasına Türk-Alman ilişkilerini en iyi şekilde yürüteceğini ve Türkiye’ye gereken her türlü yardımla desteği sunacağını ifade etmiştir. Türkiye’de yaklaşık iki yıla yakın görev yapan Keller, raporlarında Türkiye ve Türk insanı hakkında çeşitli bilgiler sunmuştur. Keller özellikle Türk insanının çok sıcakkanlı olduğunu ve misafirperver olduklarını, aynı zamanda da çok duygusal bir millet olduklarını eşine yazdığı mektuplarda 262 Akten zur Deutschen Auswartigen Amt Berlin, Persönliche Beldangelegenheiten Dr. von Keller, No. 253, G. 007140. 103 görmekteyiz. İstanbul’dan Ankara’ya yaptığı yolculuk esnasında bir köylünün kendisine yediği şeylerden ikram ettiğini ve buna çok şaşırdığını yine eşine yazdığı mektupta ifade etmiştir 263. 4.2.1.Keller’in Türkiye Hakkındaki Görüşleri Keller 16 Haziran 1936 tarihinde Almanya Dışişleri Bakanlığına yolladığı raporunda, Türkiye’nin gelişmişlik düzeyi hakkında bilgiler sunmuştur. Keller de, diğer iki büyükelçi gibi İstanbul Ankara yolculuğu sırasında gördüklerini yazmıştır. Yolculuk esnasında Anadolu’nun bozkır olduğunun ve gelişmeye ihtiyaç duyduğunu yazmıştır. Ankara’nın bir başkent olma yolunda çok hızlı adımlar attığını belirtmektedir. Keller Ankara için sarf edilen daha önceki olumsuz düşüncelere oranla daha olumlu yaklaşımlarda bulunmuştur. Bu gelişmelerin temelinde Almanya’nın etkin rol oynamasından dolayı bir Alman olarak mutluluk duyduğunu rapor etmiştir 264. Özellikle de Nadolny ve onun yapmış olduğu çalışmaların çok köklü olduğunu, Almanya adına önemli işler başardığını beyan etmiştir. Keller 1936 yılının sonlarında yazdığı raporunda Türkiye’nin diğer şehirlerini de görmek ve incelemek istediğini dışişlerine yazmıştır. Fakat bu talebinin şuan için mümkün olmayacağını ve Ankara’da kalıp Türk-Alman ilişkilerini sağlıklı şekilde yürütmesi gerektiğine dair kendisine bildirilmiştir265. Keller’in göreve geldiği zamanlar Türk dış politikası Almanya’ya karşı önemli bir konumdaydı. Çünkü Türkiye artık eskisi gibi dış politika da Almanya yanlısı olmaktan çok Sovyet Rusya ve İngiltere’ye yakınlaşmaya başlamıştır. Bunu da Türkiye’nin Sovyet Rusya ve İngiltere ile olan yoğun ilişkilerinde anlayabiliriz. Boğazlar konusunda Almanya, Türkiye’ye çok olumsuz baskılar yapmış ve Almanya’nın yayılmacı politika düşüncesi içinde olması Türk hükümeti için endişe uyandırmıştır. Ayrıca Türk hükümeti Almanya ile ilişkilerinde Dışişleri Bakanı 263 Akten zur Deutschen Auswartigen Amt Berlin, Persönliche Beldangelegenheiten Dr. von Keller, No. 253, G. 007145. 264 Akten zur Deutschen Auswartigen Amt Berlin, Persönliche Beldangelegenheiten Dr. von Keller, No. 253, G. 007143. 265 Akten zur Deutschen Auswartigen Amt Berlin, Persönliche Beldangelegenheiten Dr. von Keller, No. 253, G. 007142. 104 Aras’ın yerine daha alt konumdaki memurlarla ilişkileri yürütmeye çalışmıştır. Aras’ın işlerini daha çok Numan Menemencioğlu yürütmüştür. Buda Hitler’in Türkiye’ye karşı uyguladığı politikaya karşılık Almanya’ya gösterilen tepki olarak algılanmıştır. Keller, her raporunda Türkiye’nin durumu hakkında detaylıca bilgiler sunmuştur. Görevi süresinde gördüğü en ufak durumları detaylarına kadar rapor etmiştir. İstanbul’daki Alman konsolosluğuna yaptığı ziyaret sırasında İstanbul’u tanıma imkanı bulan Keller, İstanbul’un büyüleyici bir şehir olduğunu özellikle de stratejik öneme sahip olan boğaz için Türkiye’nin değerine değer kattığını ifade etmiştir. İstanbul’un tarihsel kültürel önemine değinen Keller, Ankara ile İstanbul’u kıyaslama yoluna girmemiştir. Keller’e göre, Ankara’nın başkent yapılmasının güvenlik açısından önemli olduğunu savunmuş ve Ankara’ya ulaşımın zor olduğu için alınan kararın mantıklı olduğunu belirtmiştir. Keller de eşine yazdığı mektuplarda İstanbul’un çok güzel bir şehir olduğunu ve Anadolu’daki diğer şehirler arasında dağlar kadar fark olduğunu yazmıştır. Yapmış olduğu tarihsel araştırmalarda Osmanlı’nın Anadolu’ya kayıtsız kaldığını ve ağırlık olarak İstanbul’a yatırım yaptığını yazan Keller, Mustafa Kemal ve arkadaşlarının ise daha çok Anadolu’ya yatırım yaptığını ifade etmiştir 266. Büyükelçi Keller, Cumhurbaşkanı Atatürk için, samimi bir insan olduğunu fakat iki ülke arasında yaşanan gerginliklerden çok etkilenen bir yapısı olduğu için kendisine soğuk davrandığını ve Atatürk ile fazla görüşme imkanı bulamadığı için üzgün olduğunu yazmıştır. İsmet Paşa’nın ise, kendisine daha yakın olduğunu ve kendisiyle Almanca konuştuğu için mutluluk duyduğunu belirtmiştir 267. Keller, Dışişleri Bakanı Aras’ı fazla tanıma fırsatı bulamadığı için hakkında çok fazla bir şey diyemese de, Aras’ın işini bir kuyumcu hassasiyetiyle yaptığını ve soğukkanlı bir yapıya sahip olduğunu rapor etmiştir 268. 266 Akten zur Deutschen Auswartigen Amt Berlin, Persönliche Beldangelegenheiten Dr. von Keller, No. 253, G. 007141. 267 Akten zur Deutschen Auswartigen Amt Berlin, Persönliche Beldangelegenheiten Dr. von Keller, No. 253, G. 007141. 268 Akten zur Deutschen Auswartigen Amt Berlin, Persönliche Beldangelegenheiten Dr. von Keller, No. 253, G. 007145. 105 Büyükelçi sosyal konulardan ziyade daha çok siyasi konular üzerinde çalışmak durumunda kalmıştır. Diğer iki büyükelçi gibi her konu hakkında fazla rapor yazamamıştır. Buna da Türk-Alman ilişkilerindeki gerginliğin yol açtığı aşikardır. Hitler öncesi Almanya ile hem dostane hem de çıkar ilişkileri önem planda olurken, Hitler iktidarıyla samimi dostane ilişkiler yerine,daha çok çıkar ilişkileri temel alınmıştır. 4.3.KELLER ve TÜRK DIŞ POLİTİKASI Daha öncede belirttiğimiz üzere Keller, Türk dış politikasına dair raporlar yazmıştır. Çünkü Almanya’nın yayılmacı politikası Türkiye’yi rahatsız etmiş ve bu rahatsızlığı gidermek için Keller yoğun çalışma içine girmiştir. Türkiye’nin Almanya’ya karşı bakış açısını kelime kelime ülkesine rapor etmiştir. Almanya, Versay Antlaşması gereğince askerden arındırılmış Ren Bölgesinin statüsünü 7 Mart 1936 tarihinden geçerli olmak üzere tanımadığını ve Alman askerlerinin bölgeye gireceğini ilan etmiştir 269. Bunun üzerine yine aynı gün, 7 Martta, Hariciye Vekaleti Genel Sekreteri Numan Menemencioğlu, Almanya'nın Ankara Büyükelçisi Keller ile görüşme yapmıştır. Menemencioğlu, bu görüşmede öncelikle son gelişmelerin Türkiye'yi doğrudan ilgilendirmediğini vurgulayarak, Türkiye'nin yegane endişe kaynağının dünya barışının tehlikeye düşmesi olduğunu açıklamıştır. Türkiye için mevcut antlaşmaların geçerli kalması önem taşımaktaydı. Keller ise, Almanya'nın son eylemine Türk basınının anlayış göstereceğini umduğunu söylemiştir. Bunun üzerine Menemencioğlu, basının Almanya'ya karşı bir tutum almayacağını bildirmiştir. Menemencioğlu'nun da açıkladığı gibi, Türk basınının Almanya'ya karşı tavır almamasının ne kadar süreceğinin ise, Sovyetler Birliği ile İngiltere'nin Ankara üzerindeki baskılarının derecesine bağlı olacağını bildirmiştir270. 269 Sosyal, agm., s. 185. Akten zur Deutschen Auswartigen Amt Berlin, Persönliche Beldangelegenheiten Dr. von Keller, No. 253, G. 007140. 270 106 Almanya'nın Ankara Büyükelçisi Keller 11 Mart 1936 tarihinde Almanya Dışişleri Bakanlığına yazdığı raporda, aynı gün Cenevre'den dönen Aras ile yapılan görüşmeye değinilmiş ve Türkiye'nin, Almanya'nın Ren'deki eyleminin barışı tehlikeye düşürmemesini arzu ettiğini bir kez daha vurgulamıştır. Türkiye, mevcut statükonun korunmasını istediğini, ancak statükonun en sonunda değişikliğe uğramasının da kaçınılmaz olduğunu ve ne var ki Türkiye’nin, bu konuda somut bir öneride de bulunamadığını yazmıştır 271. Yukarda ki ifadelerden de anlaşılacağı üzere, Türkiye Almanya’nın iç politikalarına karışmak ve müdahale etmek istememiş daha çok dünya barışının tehlikeye girmesinden korktuğunu Keller’e belirtmiştir. Türkiye Almanya’nın gelişmesini desteklemede fakat yayılmacı politikasına tamamen karşı olmuştur. Keller’in, 13 Mart 1936 tarihli raporunda, Türkiye'nin Ren sorununda tarafsız kaldığını, arzusunun barışın tehlikeye düşmemesi olduğunu açıklamıştır. Bununla birlikte, Türkiye, Milletler Cemiyetinin bu konuda Almanya'yı kınayan kararına katılmaktan geri kalamadığını yazmıştır 272. 4.3.1.Keller ve Boğazlar Sorunu-Montrö Antlaşması "Boğazlar" genel deyimiyle belirtilen Çanakkale Boğazı, Marmara Denizi ve İstanbul Boğazı'ndan geçişi ve gemilerin-gidiş gelişini (ulaşımı), Lozan'da, 24 Temmuz 1923 tarihinde imzalanmıştır. Barış Antlaşmasının 23. maddesiyle saptanmış ilkeyi Türkiye'nin güvenliği ve Karadeniz'de, kıyıdaş devletlerin güvenliği çerçevesinde koruyacak biçimde, düzenlemek isteğiyle için İşbu Sözleşmeyi, 24 Temmuz 1923 de Lozan'da imzalanmış olan Sözleşmenin yerine koymayı kararlaştırmışlar ve tam yetkili temsilcilerin onayı ile karara bağlanmıştır 273. Lozan Konferansı'nda Türkiye ile İtilaf Devletleri arasında genel barış görüşmeleri sürerken Boğazlar rejiminin genel çerçevesini ortaya koyan bir Boğazlar 271 Akten zur Deutschen Auswartigen Amt Berlin, Persönliche Beldangelegenheiten Dr. von Keller, No. 253, G. 007140. 272 Akten zur Deutschen Auswartigen Amt Berlin, Persönliche Beldangelegenheiten Dr. von Keller, No. 253, G. 007141. 273 Lozan Barış Konferansı, Tutanaklar-Belgeler (çeviren Seha L.MERAY), Takım II, cilt 2, Ankara, 1973, s.8. 107 Sözleşmesi imzalanmıştı. 1923 Boğazlar Sözleşmesi İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya, Bulgaristan, Yunanistan, Romanya, Yugoslavya(Sırp, Hırvat, Sloven Krallığı), Sovyetler Birliği ve Türkiye tarafından imzalandı. Bu sözleşme ile barış ve savaş zamanlarında ticaret ve savaş gemilerinin Boğazlardan geçmesi serbest bırakılmıştı.1936 senesine kadar Boğazların uluslararası idaresi Türkiye için bir tehlike teşkil etmiyordu. Fakat İkinci Dünya Savaşı arifesinde Avrupa'da birçok siyasi değişiklikler oldu. Boğazların herhangi bir tecavüze karşı korunmasını üzerine alan devletlerden İtalya, Habeşistan'a saldırdı. Japonya ise kendiliğinden Milletler Cemiyetinden çekildi. Hitler önderliğinde Almaya saldırgan politikalarına devam etmiş ve bundan başka dünya barışının korunması için toplanan konferanslar da bir neticeye varmadan dağılmış, bütün devletler yeniden silahlanmaya başlamışlardı.Siyasi havanın bozulduğunu gören Atatürk, Boğazlar meselesini kesin olarak halletmeye karar verdi. Türk Hükümeti, Milletler Cemiyetine müracaat ederek Lozan Antlaşması'ndaki Boğazlara ait hükümlerin değiştirilmesini istedi. Bunun üzerine İsviçre'de Montreux şehrinde bir konferans toplandı ve 20 Temmuz 1936'da Montreux Boğazlar Sözleşmesi Türkiye, İngiltere, Fransa, Bulgaristan, Romanya, Yugoslavya, Yunanistan, Japonya ve Sovyetler Birliği arasında imzalanmıştır 274. Türkiye, Almanya’nın Ren Bölgesine asker çıkarmasına olumlu yaklaşarak Versay Antlaşması hükümlerinin öneminin kalmadığını yaklaşımlarıyla belli etmiştir. Ayrıca İtalya ve Almanya’nın yayılmacı ve saldırgan politikalarına değinerek Boğazların güvenlik sorununu gündeme getirerek konuyu uluslararası arenaya taşımak için fırsat kollamıştır. Nitekim Hariciye Vekaleti Genel Sekreteri Numan Menemencioğlu, Lozan Antlaşmasının imzacı ülkelerine, antlaşmanın Boğazlar ile ilgili hükümlerinin değiştirilmesi talebini içeren bir notayı 1 Nisan 1936 tarihinde sunmuştur. Lozan Antlaşmasının imzacısı olmamakla birlikte, nota aynı gün Türkiye'nin Berlin Büyükelçisi Hamdi Argap aracılığıyla Almanya'ya da iletilmiştir 275. Buda, Türkiye’nin Almanya’ya verdiği önemi gözler önüne sermiştir. 274 http://www.tsk.tr/8_tarihten_kesitler/8_4_turk_tarihinde_onemli_gunler/montreux_bogazlar_sozles mesi/montreux_bogazlar_sozlesmesi.htm. 10.03.2013. 275 Akten zur Deutschen Auswartigen Amt Berlin, Persönliche Beldangelegenheiten Dr. von Keller, No. 253, G. 007142. 108 Keller, 6 Aralık 1935 tarihinde yazdığı raporda; 5 Aralık'ta İstanbul'da Başvekil İsmet İnönü, Hariciye Vekili Tevfik Rüştü Aras, Dahiliye Vekili Şükrü Kaya, bazı yüksek rütbeli Türk subayları ile bir Alman donanma uzmanının katıldığı toplantının askeri açıdan olduğu kadar siyasi açıdan da önem taşıdığına dikkat çekmiştir. Türk hükümeti, bu vesileyle, gerekli gördüğü zaman, tek yanlı irade Boğazları yeniden askerileştirip, tahkim etmenin mümkün olup olmadığını sınamak ve tartmak istediğini rapor etmiştir 276. Alman Elçinin söz konusu duyurusu, 1935 yılı sonunda Türkiye Hükümeti’nin“Boğazlar Sorununda” İngiltere ile ne zaman uzlaşmaya varılacağından hala daha emin olmadığını söylemiştir. Nitekim Keller, söz konusu raporunda; İngiltere’nin Ankara Büyükelçisinin kendisine bu görüşmeden haberdar olduğunu ilettiğini, İngiltere'nin rızası olmadan Boğazların statüsünde bir değişiklik olmayacağının ve İngiltere’nin bu değişikliğe ilke olarak reddettiğini söylediğini yazmıştır 277. Diğer yandan Ankara'da Alman Büyükelçiliğinde görevli Kroll, anılarında, 1936 yılı sonbaharında yeni bir Türk-İngiliz dostluğu işaretinin Ankara'da var olduğunu belirtmiştir. Ayrıca İtalya'nın 3 Ekim 1935 tarihinde Habeşistan’ı işgaletmiştir 278. Bu olay, Türkiye'de İtalya'nın Akdeniz'deki yayılma hedefinin başlangıcı olarak kabul edilmiş ve Akdeniz’deki güç dengesinin bozulmaması konusundaki çıkar ortaklığı iki devleti yakın hale getirdiğini anılarında yazmıştır279. Gerçekten de Türkiye, İtalya’nın yayılmacı politikasına ve Almanya’nın İtalya’ya destek vermesi sonucu İngiltere ile yakınlaşması kaçınılmaz olmuştur. Yayılmacı bu iki devlete karşı Türkiye savaşma yerine denge politikası izleyerek diğer devletlere yakınlaşmıştır. Almanya’nın Dışişleri Bakanlığında görevli Dieckhoff ise, hemen ertesi gün, 21 Haziran 1936 tarihinde Keller’e bu konu üzerine rapor yollamıştır. Raporda, 276 Akten zur Deutschen Auswartigen Amt Berlin, Persönliche Beldangelegenheiten Dr. von Keller, No. 253, G. 007141. 277 Akten zur Deutschen Auswartigen Amt Berlin, Persönliche Beldangelegenheiten Dr. von Keller, No. 253, G. 007142. 278 Fahir Armaoğlu, 20. Y.y. Siyasi Tarihi (1789-1960),Sevinç Matbaası, Ankara 1973, s. 341. 279 Akten zur Deutschen Auswartigen Amt Berlin, Persönliche Beldangelegenheiten Dr. von Keller, No. 253, G. 007142. 109 Almanya'nın Türkiye'nin Boğazlar konusundaki taleplerini takdir ettiğini, Türkiye'nin tarafsız kaldığı bir savaş durumunda Almanya açısından sorunun sadece akademik düzeyde kalacağını bildirmiştir. Almanya'nın Boğazlar sorununa kayıtsız kaldığı gibi bir izlenim ortaya koyan Dieckhoff, ancak ardından Alman kamuoyunda Montrö Konferansının hiç de hoşnut edici bir etki yaratmadığına işaret etmiştir. Asıl can alıcı soruna gelmekte ve Almanya'nın konferans sonunda oluşacak antlaşmaya katılmayı talep etmediğini, fakat oluşumuna katılmadığı kurallar için haklarını saklı tuttuğunu özellikle vurgulamaktadır. Keller’den de, Türk hükümetine bu tutumu gayet dikkatli bir üslupla yansıtması istenilmiştir 280. Raporda dikkat çeken nokta ise Almanya’nın imza yetkisi olmasa da Boğazlar konusunda bir takım kendi çıkarları için talepler içinde olabileceğinin sinyallerini vermiştir. Türkiye’nin bu konuda en büyük destekçisi gibi görünen Almanya bir takım taleplerden de bulunmaktan geri durmamıştır. Keller, Montrö Konferansının toplanmasından iki gün sonra, 24 Haziran 1936 tarihinde Alman Dışişleri Bakanlığına yolladığı raporunda, bir durum değerlendirmesi yapmıştır. Keller raporunda, Ankara'da yaygın, adeta sınırsız ölçüdeki iyimser görüşlere bakılırsa, Türkiye'nin talepleri ve istekleri doğrultusunda Montrö'de kısa zamanda bir antlaşma imzalanmasının büyük olasılık olduğu izlenimini bildirmiştir. Oysa Keller'e göre, durum farklıydı; ortada ciddi güçlükler ve sorunlar vardı. Öncelikle İtalya konferansa katılmıyor ve Türkiye'nin taleplerine tamamen ve kesinlikle karşı çıkıyordu. Diğer yandan, İngiltere ile Sovyetler Birliği arasında çatışma vardı ve Kellere göre, bu çatışmada Boğazların güvenliği açısından Türkiye'nin çıkarları ve politikası hiçbir devlete tam yanaşmamak, ikisinin ortasında bulunmaktı. İngiltere ile Sovyetler Birliği arasındaki çatışma Türkiye açısından üzüntü verici olarak kabul ediliyordu. Ankara, iki ülke arasında bir uzlaşmaya varılmasını istiyordu. Türkiye için ideal çözüm ise, ne İngiltere'nin ne de Sovyetler Birliği'nin ortaya koyduğu önerilerin tam anlamıyla gerçekleşmesi, buna karşılık önerilerin bir orta noktada buluşmasıydı. Keller, İngiltere'nin Türkiye'yi İngiliz önerileri ile Sovyet önerileri arasında bir seçime zorlayabileceğine işaret ediyor; 280 Akten zur Deutschen Auswartigen Amt Berlin, Persönliche Beldangelegenheiten Dr. von Keller, No. 253, G. 007144, s. 1. 110 ayrıca, Türk ve Sovyet önerilerinin birbirine yakın değilmiş gibi göründüğüne raporunda dikkat çekmiştir 281. Bu ifadelerden de anlaşılacağı üzere Türkiye’nin işinin çok zor olduğunu hem İngiltere’yi hem de Rusya’yı ikna etmesi gerektiğini görmekteyiz. Keller, iki hafta sonra, bu görüşünü destekler biçimde, Türk basınının Montrö görüşmelerinden ve Sovyet basınının da Türkiye'nin konferansta aldığı tutumdan şikayetçi olduğunu haber vermiştir. Diğer yandan Keller raporunda, Türkiye ile Sovyetler Birliği arasında bu konuda halen gizli görüşmeler sürdüğünü ifade etmiştir. Buna göre iki tarafın da katılmadığı bir savaşta Sovyetler Birliği, Boğazların kapatılmasını talep edebilecek, ancak bu talebin yerine getirilmesi Türkiye'nin isteğine bağlı olacaktı. Sovyetler Birliği'nin katıldığı bir savaşta ise, Türkiye Boğazlan kapatacaktı. Türkiye'nin katıldığı bir savaşta da, Sovyetler Birliği Türkiye'ye askeri yardımda bulunacağını rapor etmiştir 282. İki ülke arasında boğazlar üzerinden çıkarları ön planla tutulacak şekilde bir görüşme yapılmış ve bu olay hem İngiltere’nin hem de Almanya’nın tepkisine neden olmuştur. Montrö Konferansının toplanması öncesinde ve konferans sırasında soğuk tutumunu açıkça sergilemekten çekinmeyen Almanya, Montrö Antlaşmasının imzalanmasından hemen sonra, antlaşmaya ilişkin olumsuz tutumunu ortaya koymuştur 283.Montrö Antlaşmasının imzalanmasından iki gün sonra, 22 Temmuzda 1936 tarihinde, Almanya'nın antlaşmaya karşı alması gereken tutumu değerlendiren Neurath; Almanya'nın antlaşmaya karşı resmi protestoda bulunmasının ya da çekince koymasının uygun bir davranış olmayacağım savunmuş; fakat aynı zamanda antlaşmanın Almanya tarafından dostça görülmediğinin ve değerlendirilmediğini de fırsat oldukça Türkiye'ye açıklamıştır. Antlaşmanın, Almanya'ya karşı dostça bir tutum olmadığını vurgulayan Neurath, Almanya'nın bir süre sonra antlaşmaya ilişkin taleplerini ortaya koyacağını da bildirmiştir 284. 281 Koçak, age., s. 114. Akten zur Deutschen Auswartigen Amt Berlin, Persönliche Beldangelegenheiten Dr. von Keller, No. 253, G. 007144, s. 1. 283 Kamuran Gürün, Savaşan Dünya ve Türkiye, İnkılap Kitapevi, İstanbul 1987, s. 468. 284 Akten zur Deutschen Auswartigen Amt Berlin, Persönliche Beldangelegenheiten Dr. von Keller, No. 253, G. 007144, s. 2. 282 111 Almanya’nın mutsuzluğunu göz önünde bulunduran Türk hükümeti, Tevfik Rüştü Aras ve Şükrü Saraçoğlu, Keller ile Montrö Antlaşmasının imzalanmasından çok kısa bir süre sonra konuya ilişkin bir görüşme yapmışlardır. Görüşme sırasında Aras, Türkiye'nin hiçbir zaman Almanya'ya karşı bir grubun içinde yer almayacağını açıklamış ve Keller ise bu sırada İngiltere'nin Montrö'de İtalya'nın çıkardığı güçlüklere karşı Türkiye'ye yardımcı olacağını açıklamış ve Türk İngiliz ilişkilerinin bu sırada çok olumlu göründüğünü ifade etmiştir. Boğazlar meselesi ve Türkiye’nin giderek İngiltere’nin yanında yer almasından dolayıSovyetler Birliği ile Türkiye arasındaki ilişkilerin son zamanlarda sıcaklığını yitirmiştir. Montrö Antlaşmasının da bu soğuma sürecini hızlandırıp, soğumayı artırdığını, iki dost ülke arasında bu yanlış anlaşmalardan söz edildiğini, resmi diplomatik ilişkilerde görünüşte her şeyin eskisi gibi ve normal göründüğünü, oysa gerçekte Sovyetler Birliği'nin son gelişmelerden hoşnut kalmadığını vurgulamaktadır. Sovyetler Birliği, Türkiye’nin İngiltere ile yakınlaşması sonucunda Türk Sovyet ilişkilerinde önemli derece soğumaya neden olmuştur 285. Ancak söz konusu soğumanın bir ayrılık anlamına gelmediğine işaret eden Keller, Atatürk ile İnönü'nün Sovyet ittifakından ayrılmayı hiç istemediklerini ve istemeyeceklerini anımsatmıştır. Bununla birlikte, Türkiye artık Sovyetler Birliği'ne karşı bir denge sağlamak amacıyla İngiltere ile yakınlaşmaya başladığını, çünkü İtalya'ya karşı Türkiye'nin bir Sovyet askeri desteği beklememesi ve Türk-İtalyan ilişkilerinin son derece olumsuz olmasıydı. Diğer neden de, İtalya’nın Akdeniz'deki yayılmacı eğilimlerine karşı İngiltere'nin Türkiye'nin desteğine şiddetle ihtiyacı olmasıydı. Ancak İngiltere, Türkiye ile kurulacak ilişkilerin derecesi konusunda henüz kararsızdı. Diğer yandan İngiltere, İtalya'ya karşı Türkiye'ye tek yanlı güvence vermekten de çekinmekteydi. Keller raporunda, Türkiye'nin Montrö Antlaşmasındaki başarısını tamamen İngiltere’ye borçlu olduğunu; Türk basınında ise, bir süre öncesine dek devam eden İngiliz aleyhtarı yazı ve görüşlerin tamamen ortadan kalktığını ve yerini Türk-İngiliz dostluğuna bıraktığını belirtmiştir. Bu sırada Türk dış politikasındaki yeni gelişmelere işaret eden Keller, Türkiye'nin İtalya'nın Habeşistan'ı işgali ve ilhakı karşısında Milletler Cemiyetince alınan önlemlere 285 Gürün, age., s. 480. 112 olumlu oy kullandığını ve bu önlemleri desteklediğini, ancak Almanya'ya karşı bir Türk-Fransız Paktı imzalanması için Türkiye'nin bir girişiminin olmadığını ifade etmiştir. Keller, Atatürk ve İnönü'nün bundan sonra Türk dış politikasında bir rota değişikliği yaparak, artık Türkiye'nin bir Avrupa gücü olarak kendisini ortaya koyması için çaba harcayacakları görüşünde olduğunu rapor etmiştir 286. Keller, Alman Dışişleri Bakanlığının ısrarlı talebi üzerine 27 Ağustos 1936 tarihinde Aras ile görüşme yapmıştır. Alman hükümetinin konuya ilişkin görüşlerini bu vesile ile Aras'a aktarmıştır. Bunun üzerine Aras, 9 Mart tarihli Türk notasının Türk hükümetinin konuya ilişkin görüşlerini içerdiğini, ayrıca bu notanın Montrö Antlaşmasının uygulanmasında Almanya ile ilişkilerde her türlü güvenceyi içinde barındırdığını belirtmiştir. Aras, Almanya'nın mevcut antlaşmayı kabul etmek için, iki ülke arasında bir antlaşma yapılması önerisini ise onaylamadığını ifade etmiştir. Ayrıca iki ülke arasında bu türden bir antlaşma için diğer imzacı güçlerin de onayının alınıp alınmaması gerektiği bir soru olarak ortada durmaktaydı. Keller, buna karşılık bu konunun bir sorun oluşturmadığını, çünkü Almanya'ya göre, böyle bir antlaşmanın sadece imzacı iki ülkeyi ilgilendireceğini belirtmiştir. Aras ise, sorunun daha geniş kapsamlı olarak incelenmesi gerektiğini yinelemiştir 287. Aras, Türkiye'nin antlaşmanın uygulanmasını diğer devletlere bu arada Amerika Birleşik Devletleri ile Polonya'ya da tek taraflı bir açıklamayla duyuracağını, hatta TBMM'de de hükümetin açıklamada bulunacağını bildirerek; Türkiye'nin Almanya'ya, Amerika Birleşik Devletleri'ne ve Polonya'ya tanıdığından daha az hak tanımayacağına ilişkin güvence vermiştir. Keller’in sorunu bütün açıklığıyla ortaya koyması üzerine Aras, ortaya konulan bütün sorunları kapsamlı biçimde incelemek istediğini bildirmiştir. Ayrıca Aras, halen çeşitli ziyaretleri nedeniyle programının çok dolu olduğunu, bu konuların ancak Kasım ayı başlarında gündeme alabileceğini belirtmiştir. Aras, bu tür görüşmelerden kamuoyuna bilgi verilmemesini de rica etmiştir 288. 286 Akten zur Deutschen Auswartigen Amt Berlin, Persönliche Beldangelegenheiten Dr. von Keller, No. 253, G. 007144, s. 3. 287 Akten zur Deutschen Auswartigen Amt Berlin, Persönliche Beldangelegenheiten Dr. von Keller, No. 253, G. 007144, s. 3. 288 Akten zur Deutschen Auswartigen Amt Berlin, Persönliche Beldangelegenheiten Dr. von Keller, No. 253, G. 007144, s. 4. 113 Almanya, Boğazlar konusunda Türkiye’yi imza yetkisi olmamasına rağmen İtalya’ya oranla daha çok uğraştırmıştır. Raporlar incelendiğinde Almanya, diğer imza gücü olmayan Polonya ve Amerika gibi devletlerden daha çok haklar talep etmiştir. Almanya’nın bu tutumu ise Türkiye’nin dostane bakış açısına gölge düşürmüştür. Keller, Montrö Antlaşmasına karşı Almanya'nın İtalya ile birlikte işbirliği içinde ortak bir politika izlemesi önerisi üzerinde önemle durmaktaydı. Türkiye'de egemen olan kanı, İtalya'nın Habeşistan'daki varlığı ve talepleri tanındığı takdirde, İtalya'nın Montrö Antlaşmasına katılacağı yolundaydı. Keller, İtalyan Dışişleri Bakanı Ciano'nun Ankara'yı ziyaretini de, bu çerçevede değerlendiriyordu. Ayrıca Keller, Ankara'nın da İtalya'nın bu konudaki önerisini olumlu karşıladığını haber vermekteydi. Keller, raporunun son kısmında, yeniden Almanya'nın Montrö Antlaşmasına karşı politikasına değiniyor ve bu politikayı ılımlı biçimde eleştiriyordu. Almanya’nın Montrö Antlaşmasına katılmak, Türkiye tarafından bir imzacı güç gibi işlem görmek, hatta bazı çekinceler koymak yolundaki görüş, öneri ve taleplerinin vurgulanmasının artık gereksizliğine işaret etmiştir. Keller; Türkiye'nin, Almanya'nın Lozan Antlaşmasının imzacı gücü olmadığı gerekçesi ile bu tür görüşmelere yanaşmadığını, ancak Aras'ın Alman çıkarlarına dikkat edileceği yolunda güvence verdiğini anımsatmış ve ayrıca Keller'e göre, Alman taleplerinin gündeme gelmesi gibi, kabul edilmesi de olanaksız olduğunu rapor etmiştir 289. Bu rapora bakıldığında, Almanya'nın İtalya ile Montrö politikasında ortaklık ve işbirliği içinde olunmasını istemesine karşın İtalya'nın tek başına davranmasından ve kendisini bu konuda yalnız bırakmasından çekindiğini göstermektedir. Almanya'nın İtalya'nın bu davranışından endişe duyması ise, Montrö Antlaşması konusunda, Ankara'ya karşı öne sürdüğü taleplerinde, daha çok İtalya'nın desteğine güvendiği biçiminde yorumlanabilir. Sonuçta, Ankara üzerindeki asıl baskı gücü İtalya'ydı. Almanya bu güçten yararlanarak, kendi lehine girişimlerde bulunmaya çalışmaktaydı, İtalya, bir uzlaşma sonucunda, Ankara ile anlaşıp, Montrö 289 Akten zur Deutschen Auswartigen Amt Berlin, Persönliche Beldangelegenheiten Dr. von Keller, No. 253, G. 007144, s. 5. 114 Antlaşmasına katılsa, Almanya Türkiye'ye karşı tek başına kalacak ve zaten kendisine karşı olumsuz bir tutum alan Türk hükümetini, kendisiyle ilişki kurması ve görüşmelere başlaması konusunda ikna edemeyecekti. İtalya'nın 2 Mayıs 1938 tarihinde Montrö Antlaşmasına katılması, Almanya'nın bu alandaki tedirginliğinin nedensiz olmadığını da gösteriyordu 290. Bununla birlikte, Almanya'nın Türk hükümetine karşı yalnız kalması, Berlin'in görüşlerini değiştirmesine neden olmuştur. Almanya artık boğazlar konusunda Türkiye’ye İtalya üzerinden baskı kuramayacağı kesin olarak netlik kazanmıştır. Almanya’nın bu şekildeki tutumu yüzünden ilişkilere çok farklı boyutlar kazandırmıştır. 4.4.ATATÜRK’ÜN VEFATI VE KELLER’İN BÜYÜKELÇİLİKTEN AYRILIŞI Atatürk’ün 10 Kasım 1938 tarihinde vefat etmesi üzerine, Alman basınında Atatürk’ü övücü yazılar yazılmıştır. Atatürk’ün cenazesi için Türkiye’ye gelen Alman heyette, Almanya’nın eski Dışişleri Bakanı Neurath, Korgeneral List ve Yarbay von Rost katılmışlardır. Ayrıca, Ankara Büyükelçisi Keller’de cenaze merasimde bulunmuştur 291. Ata’nın ölüm haberleri, 10-15 Kasım 1918 tarihleri arasında Alman basınında geniş yer bulmuştur. Alman gazeteleri, Atatürk’ün hayat hikayesi ve icraatı üzerine bilgi vererek, Türk ve Alman halkının, ölümden duyduğu üzüntüden bahsetmiştir292. Atatürk’ün ölümü üzerine Führer’in ifade ettiği taziyeler, Alman gazetelerinin hemen hemen tamamında yer almıştır: “Türkiye Büyük Meclisi’ne ve Türk halkına, Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı Atatürk’ün ölümü üzerine en derin üzüntülerini bildirmiştir. Büyük bir asker, dahi devlet adamı ve tarihi bir şahsiyet kayboldu. Yeni Türkiye Cumhuriyeti ile nesilden nesile devam edecek büyük bir anıt oluşturdu” 290 http://www.tsk.tr/8_tarihten_kesitler/8_4_turk_tarihinde_onemli_gunler/montreux_bogazlar_sozles mesi/montreux_bogazlar_sozlesmesi.htm. 10.03.2013. 291 Koçak, age., s. 131. 292 Neue Freie Presse, 11 Kasım 1938, s. 2. 115 demiştir 293. Türk halkı, bu anıtı iyi muhafaza edip, onu çağın şartlarına göre restore etmek zorundadır. Anıtın inşası esnasında içerde ve dışarıda ilgi ile takip edilen çalışmaların, Atatürk’ün ölümüyle sona ermediğini ama yeterlide olmadığı görülmektedir. Tarihe ve tarihi eserlere büyük önem veren Atatürk zamanında Türkiye’de kazı yapmakta olan Alman Arkelog Prof. Dr. Friedrich Kari Dörner, “Abschied von Atatürk” (Atatürk’e veda) adlı makale yazmıştır. Makalede, Atatürk’ün İstanbul Dolmabahçe Sarayı’ndaki tabutu önünden binlerce kişinin derin hüzün içerisinde, sarayın o muhteşem görünümüne hiç dikkat etmeden ve bakmadan, gözleri sadece Atatürk’ün tabutuna bakarak geçtiğini” yazmıştır. Dörner, bu sessizlik ve derin üzüntü üzerine hayretini gizlememektedir 294. Diğer bir Alman Kari Viererbl’in, 11 Kasım 1938 tarihinde Völkischer Beobachter gazetesinde, “Atatürk, Soldat und Staatsmann” (Asker ve Devlet Adamı Atatürk), adlı köşe yazısında en dikkat çeken cümlesi şöyledir: “Türk halkı büyük oğlunu kaybetti. Atatürk, bir milletin kader anında verdiği emirle halkının kaderini değiştiren insanlara aittir” diye yazmıştır. Aynı zamanda yazısında Atatürk’e hayranlığını ve büyüklüğünü de dile getirmiştir 295. Almanya’nın önde gelen gazetelerinden biri olan Frankfurter Zeitung da, “Türk Halkı, Mustafa Kemal’in ölümüyle, bugün sahip olduğu her şeye minnettar olduğu adamı kaybetti. Anadolu’nun milli bilincinden ve merkezinden doğan yeni dinamik devlet ve “Boğazın Hasta Adamının” yerine içerde ve dışarıda istikrar kazanmış olan cumhuriyet onun eseridir. O, her yönüyle yeni bir Türkiye ortaya çıkardı” diye haber yapmıştır 296. Rheinisch Westfaelische Zeitung da, “Kemal Atatürk” adlı başlıkla verdiği haberinde şöyle bahsetmektedir: “Boğazdaki hasta adam yerine, sağlıklı ve güçlü bir adamın doğması, Kemal Atatürk’ün büyük bir eseridir. O, Türkiye’yi yeniledi, sınırları küçültmekle yeni devlete ve hedeflere istikrar ve kuvvet verdi. Kemalist Gotthard Jaeschke, “Büyük İnkılapçı ve Diplomat Atatürk”,V. Türk Tarih Kongresi, Ankara 1962, s. 14. 294 Friedrich Kari Dörner, “Abschied von Atatürk”, Mustafa Kemal Atatürk 1881-1981, Vortraege und Aufsaetze zu seinem 100. Geburtstag, Heidelberg 1982, s. 172-173. 295 Völkischer Beobachter, 11 Kasım 1938, s. 1. 296 Frankfurter Zeitung, 11 Kasım 1938, s. 1-2. 293 116 Türkiye bir güç faktörü oldu, Atatürk’ün zeki ve realist dış politikası, Türkiye’yi saygılı bir devlet yaptı. Aynı zamanda Mustafa Kemal, ülkesinin soyutlanmasına engel olduğu gibi, paktlardan doğabilecek tehlikeleri birer birer aştı. O, bütün imkanların gerçekçi politikalarından faydalandı ve ülkesine yarar sağladı” yazmıştır 297. Reichoffizierblatt, 25 Kasım 1938 tarihli nüshasında “Kemal Atatürk” adlı haberinde şöyle bahseder: “Türk tarihinin dönüm noktasına tesir eden Türk devlet adamı Kemal Atatürk hayattan ayrıldı. Mustafa Kemal, bütün milletlerin tarihinde çok ender gelen mümtaz şahsiyetlerinden bir tanesidir. O, on beş yıl süreyle Türk halkının kaderini elinde tuttu” diye yazmıştır 298. Atatürk’ün defnedilmesi üzerine de haberlerin Alman basınında yer aldığı görülmektedir. Völkischer Beobachter gazetesi, “Atatürk’ün Son Yolculuğu” adlı yazısında şu bilgilere yer vermektedir: “Türk devlet başkanının cenazesi, resmi törenle İstanbul’dan Ankara’ya doğru yola çıktı. Binlerce vatandaş, ülkenin kurtarıcısıyla vedalaştı. On binlerce insan, ağlayarak konvoyu takip etti. Saraydan Galata Köprüsüne kadar olan yolda binlerce insan bulunmaktaydı. Cenaze, İstanbul’dan Yavuz savaş gemisiyle Alman “Emden”,Rus, İngiliz, Fransız ve Rumen savaş gemilerinin eşliğinde İzmit Körfezi’ne getirildi” diye yazmıştır 299. İstanbul’dan Ankara yolculuğuna parlamento üyeleri de eşlik ettiler. Aşırı soğuğa ve yorucu yolculuğa rağmen, çevrede bulunan şehir ve yerleşim merkezlerinden gelen halk, yol boyunca saatlerce bekledi. Atatürk’ün vefatından sonra, Büyükelçi Keller de yaş haddinden dolayı 22 Kasım 1938 tarihinde Türkiye’den ayrılmıştır. Atatürk döneminin son Alman Büyükelçisi olarak aktif memuriyet hayatına son veren Keller, Atatürk’ün vefatı üzerine Türk halkında meydana gelen üzüntüyü, acıyı ve o dönemi yaşayan birisi olarak Almanya’ya gitmiştir 300. Atatürk’ün vefatı ve Keller’in Büyükelçilikten ayrılması sonucu Ankara’daki Alman Büyükelçiliğinin beş aydır boş kalması Türk-Alman ilişkilerine büyük zarar Rheinisch Westfaelische Zeitung, 10 Kasım 1938, s. 2. Neue Züricher Zeitung, 17 Kasım 1938, s. 4. 299 Völkischer Beobachter, 20 Kasın 1938, s. 7. 300 Koçak, age., s. 133. 297 298 117 vermekteydi. Menemencioğlu durum hakkında Alman yetkililere gerekli şikayetlerde bulunmuştur. Alman Dışişleri Bakanı Ribbentrop, Franz von Papen’i İtalya’nın Arnavutluk’u işgal ettiği 7 Nisan 1939 tarihinde Ankara’ya Büyükelçi olarak atamıştır 301. Atatürk’ten sonra Türkiye’nin ilk Alman Büyükelçisi Von Papen olmuştur. SONUÇ I. Dünya Savaşından önce Osmanlı İmparatorluğu'nun gerek siyasal yalnızlıktan kurtulabilmek gerekse ekonomik ve askeri alanda hissettiği eksikliği kapatmak için, 19. yüzyılın sonlarından itibaren Almanya'ya gereğinden fazla verdiği tavizler 20. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğunu zor durumda bırakmıştır. I. Dünya Savaşı öncesi, Almanya, Osmanlı İmparatorluğu ile geliştirdiği ilişkiler doğrultusunda endüstrisi için gerekli olan maddeleri hemen hemen bedavaya getirmiş, çok kar getiren bir pazar kazanmış; hem de Osmanlı İmparatorluğu'nu ekonomik açıdan kendi güdümüne sokmuştur. Aynı zamanda gönderdiği askeri heyetler Osmanlı ordusunu etkileyerek kontrolü ele geçirmeye çalışmıştır. Türk Alman ilişkilerinde görülen bu olumsuzluk Türkiye'yi siyasi, askeri ve ekonomik bakımdan Almanya'ya yaklaştırmakla beraber, iradesi dışında, bir savaşa da sürüklemişti. Türkiye neredeyse tek taraflı olarak yürütülen bu ilişkilerden olabildiğince zararlı çıkmış ve belki de imparatorluğun yıkılma sürecini hızlandırmıştı. Türkiye, önceden bedelini çok ağır ödediği Almanya ilişkilerini 1924'den itibaren yeniden başlatmıştı; ama geçmişte yapılan yanlışları bir daha yapmamakta kararlıydı. 301 Nitekim Koçak, age., s. 139. Türkiye, diplomatik ve ekonomik alanda imzaladığı 118 antlaşmalarda, sağlam hukuki temelleri göz önünde tutmuştu. Bu tutum, hiçbir tarafa ayrıcalık tanıtmamış ve karşılıklı çıkar ilişkisi gözetmiş, dengeli ve bağımlılığa yol açmayan siyasi ve ekonomik ilişkiler güdülmesinde yardımcı olmuştur. Bundan her iki ülkede faydalı çıkmış ve 1923-1933 yılları arasında ikili iyi ilişkiler yaşanmıştır. 1923-1933 dönemi Türk-Alman ilişkileri hukuki temeller üzerine oturtulmuş, dünya ve bölge barışını olumlu etkileyen iki taraf için de karlı bir ekonomik ilişkidir. Siyasi alanda ise, diploması kuralları içinde bir ilişki güdülmüştür. Askeri alanda, resmi düzeyde yürütülen (harp akademilerinde görevli emekli alman subaylar hariç) neredeyse hiçbir ilişki yoktur. Bu dönem Türk-Alman ilişkilerinin Türkiye açısından en başarılı en karlı, en huzurlu dönemi olarak bilinir. Türkiye’nin Cumhuriyetinin ilk Alman Büyükelçisi Rudolf Nadolny, 1924 yılında elçilik görevine başlamış ve ilişkilerin olumlu havada geçmesi için önemli çalışmalar yapmıştır. Nadolny, ülkesinin çıkarlarını korumak için hem sosyal hem ekonomik hem de siyasal alanda Türkiye ile dostane ilişkiler kurmuştur. Görev yaptığı dokuz yıl boyunca iki ülke arasında bir köprü olmuş bazen vazifenin dışına çıkarak ülkesi adına önemli çalışmalar yapmıştır. Nadolny, Türkiye’de yapılan yeniliklerin Almanya ayağının temelini oluşturmuştur. Ülkesinin çıkarları doğrultusunda görev yapan Nadolny aynı zaman da Türkiye’de çok güzel dostluklar kurmuştur. Büyükelçi anılarında her zaman Türkiye’de görev yapmış olduğu için çok mutlu olduğunu her zaman vurgulamıştır. Türk-Alman ilişkilerindeki bu güzel hava, 1933'den sonra giderek Almanya lehine bozulacaktır. Nasyonal Sosyalist Partisinin Almanya da hükümet olması TürkAlman ilişkilerinde değişim ve gelişimi ortaya koyacaktır. Hitler Almanya'sı hayat alanı teorisi ile Kayzer II. Wilhelm gibi dünyayı ele geçirme politikası benimsiyordu. Dolayısıyla Türkiye'yi göz ardı edemezdi. Hammadde kaynakları zengin, stratejik öneme haiz, sağlık ve askeri potansiyeli olan Türkiye'yi ele geçirebilmek ve kendi yanlarına çekebilmek için her yolu denemiştir. Almanya, Türkiye'nin % 50'lere varan kendi payına ve ekonomik bağımlılığına güveniyordu dolayısıyla Türkiye'nin 1. Dünya Savaşı öncesi gibi siyasi ve askeri açıdan kendisinden ayrı bir yol izleyemeyeceğinden emindi. 1939 yılı başında imzalanan ticaret ve kredi anlaşmaları 119 ile Türkiye'nin ekonomik açıdan kendilerine bağımlı hale getirildiği inancı Nazi Almanya'sında yaygındı. Nazi Almanya’sının birinci, Ankara’nın ikinci Alman Büyükelçisi Frederich von Rosenberg, görev yaptığı bir bucuk yıllık zamanda pek aktif işler yapamamıştır. Çünkü Rosenberg artık emeklilik çağı diyebileceğimiz bir dönemde Türkiye’ye gelmiş ve tam faaliyetlerine başlarken yaş haddinden dolayı emekliye ayrılmıştır. Nazi Almanya’sının ikinci Türkiye’nin ve Atatürk döneminin son Alman Büyükelçisi Freidrich von Keller, Türkiye’de iki bucuk yıla yakın görev yapmıştır. Keller’de emeklilik çağı olabilecek bir dönemde elçilik görevinde bulunmuştur. Keller tam Türk-Alman ilişkilerinin en gergin olduğu bir dönemde görevini yapmaya çalışmış fakat istenilen düzeyde Türk-Alman ilişkilerine olumlu katkıda bulunamamıştır. Türkiye, Almanya'nın yayılmacı siyasetinden, dünya barışı ve topraklarının güvenliği politikasından alabildiğine rahatsızdı. Savaşın çok yaklaştığı 1939 yılı ortalarında Türkiye tavrını ortaya koymuştu Almanya 1936-1938 döneminde ekonomik ilişkileri kendi lehine geliştirerek ülkesinde tek el yaratıyordu ve bundan endişe duyan Türkiye 1939'da Almanya'dan koparak, İngiltere ve Fransa ile ekonomik ve siyasi ilişkileri geliştirme ihtiyacı duymuştur. Atatürk dönemi Alman Büyükelçilerine baktığımızda, üç Büyükelçinin ortak noktası ise, hepsinin de hukukçu olmasıdır. Nadolny ve Rosenberg hem Osmanlı döneminde hem de Türkiye Cumhuriyeti döneminde Anadolu coğrafyasında ülkeleri adına önemli görevlerde bulunmuşlardır. Üç büyükelçi de ülkeleri için birçok yabancı ülkede görevde bulunmuşlar ve üçü de meclis üyeliğinde bulunmuşlardır. Nadolny’nin yapmış olduğu faaliyetlere baktığımız zaman, diğer ikinci ve üçüncü elçilere oranla daha çok hizmette bulunmuştur. Nadolny nitelik ve aktiflik olarak daha başarılı işler başarmış fakat Rosenberg ile Keller Türkiye’de büyükelçilik görevlerini yapmaktan ziyade emeklilik zamanlarının dolmasını beklemişlerdir. Rosenberg ile Keller’in bu kadar aktif olmamasında, Hitler’in Türkiye’ye karşı uyguladığı dış politikanın da önemi belirtmek gerekir. Çünkü Hitler, Weimar Cumhuriyetinin samimi ve iyi niyet politikasından uzak saldırgan politika 120 benimsemesi ilişkileri olumsuz etkilemiştir. Hitler’in hegomanyasından kurtulamayan Rosenberg ve Keller Türkiye’de aktif görevlerde bulunamamışlardır. Sonuç olarak baktığımızda Türk-Alman ilişkilerini iki evre de incelememiz daha doğru olacaktır. Çünkü Weimar Cumhuriyeti ile Hitler Almanya’sı arasında dağlar kadar fark vardır. Nadolny Weimar Cumhuriyetinin de desteği ve esnekliğiyle ülkesi adına önemli işler başarırken, Hitler Almanya’sındaki Rosenberg ve Keller elçilik vazifesini Nadolny’e göre rahat yapamamışlardır. Nadolny’nin hayatını incelediğimizde gerçekten de aktif görevlerde bulunmuş ve bir şeyler yapma arzusu üst düzeyde olan bir diplomat kimliğine sahip olduğunu görebilmek mümkündür. Rosenberg Cuno Hükümetinde Dışişleri Bakanlığı görevine kadar yükselse de, Türkiye’de önemli işlere imza atamamıştır. Keller ise, Hitler’in iktidara gelmesiyle resmen kızağa çekilmiş ve geçici görevlerde bulunmuştur. Nadolny Türkiye’den sonra Moskova Büyükelçiliğinde bulunmuş fakat Hitler ile anlayamayarak görevinden istifa etmiştir. Rosenberg ve Keller Türkiye’deki görevlerinden sonra aktif memuriyet hayatlarına son vermişlerdir. KAYNAKÇA A- ARŞİVLER 1.BAŞBAKANLIK CUMHURİYET ARŞİVİ (BCA) BCA., f.30.18.1.1. y. 9.18.20. BCA., f. 30.18.1.1., y. 9.15.12. BCA., y. 30.18.1.1., y. 10.41.4. BCA., f. 30.18.1.1., y. 22.87.17. BCA., f. 30.18.1.1., y. 10. 42. 4. BCA., f. 30.18.1.1, y. 23.7.9. BCA., f. 30.18.1.1., y. 15.60.13. BCA., f. 30.18.1.1., y. 10.42.4. BCA., f. 30.18.1.1., y. 14.42.10. BCA., f. 30.18.1.1., y. 15.60.2. 121 BCA., f. 30.18.1.2. y. 11.39.1. BCA., 30.18. 1.2., y. 66.59.3. BCA., f. 30.18.1.2. , y. 79.82.19. BCA., f. 30.18.1.2., y. 48.66.6. BCA., f. 30.18.1.1., y. 10.41.4. BCA., f. 30.18.1.1., y. 11.54.9. BCA., f. 30.18.1.1., y 16.66.17. BCA., f. 30.18.1.2., y, 2.17.28. BCA., f., 30.18.1.1., y. 24.28.3 BCA., f. 30.18.1.2., y. 84.80.8. BCA., f. 30.18.1.1., y. 14.39.11. BCA., f. 30.18.1.2., y. 45.38.4. BCA., f. 30.12. 1.2., y. 45.36.16. BCA., f. 30.12. 1.2., y. 45.36.16. 2. BERLİN DIŞİŞLERİ BAKANLIĞI ARŞİV BELGELERİ Akten, Politisches Archiv des Auswartigen Amts Berlin, Rudolf Nadolny Amtliche Korrespondenzen 1912-1948, Bd. 19. Akten, Politisches Archiv des Auswartigen Amts Berlin, Nachlass Rudolf und Anny Nadolny Bd. 24. Akten, Politisches Archiv des Auswartigen Amts Berlin, Nachlass Rudolf und Anny Nadolny Bd. 27. Akten, Politisches Archiv des Auswartigen Amts Berlin, Nachlass Rudolf und Anny Nadolny Bd. 30. Akten, Politisches Archiv des Auswartigen Amts Berlin, Nachlass Rudolf und Anny Nadolny Bd. 31. Akten, Politisches Archiv des Auswartigen Amts Berlin, Nachlass Rudolf und Anny Nadolny Bd. 38. Akten, Politisches Archiv des Auswartigen Amts Berlin, Nachlass Rudolf und Anny Nadolny Bd. 82. 122 Akten, Politisches Archiv des Auswartigen Amts Berlin, Nachlass Rudolf und Anny Nadolny Bd. 82. Akten, Politisches Archiv des Auswartigen Amts Berlin, Nachlass Rudolf und Anny Nadolny Bd. 104. Akten, Politisches Archiv des Auswartigen Amts Berlin, Nachlass Rudolf und Anny Nadolny Bd. 110. Akten, Politisches Archiv des Auswartigen Amts Berlin, R. 78485. Akten, Politisches Archiv des Auswartigen Amts Berlin, R. 78486. Akten, Politisches Archiv des Auswartigen Amts Berlin, R. 78487. Akten, Politisches Archiv des Auswartigen Amts Berlin, R 2,78487. Akten, Politisches Archiv des Auswartigen Amts Berlin, R. 78488. Akten, Politisches Archiv des Auswartigen Amts Berlin, R. 78544. Akten, Politisches Archiv des Auswartigen Amts Berlin, R. 78545. Akten, Politisches Archiv des Auswartigen Amts Berlin, Deutsche Botschaft Kostantinopel Ankara, 974. Akten, Politisches Archiv des Auswartigen Amts Berlin, Deutsche Botschaft Kostantinopel Ankara, 753. Akten, Politisches Archiv des Auswartigen Amts Berlin, Deutsche Botschaft Kostantinopel Ankara, 974. Akten, Politisches Archiv des Auswartigen Amts Berlin, Politische Beziehungen der Türkei zu Frendem Staaten, Politik Türkei, R. 28590. Akten, Politisches Archiv des Auswartigen Amts Berlin, Politische Beziehungen der Türkei zu Frendem Staaten, Politik Türkei, R. 78492. Akten, Politisches Archiv des Geldangelegenheiten, N. 012591. Auswartigen Amts Berlin, Persönlichen Akten, Politisches Archiv des Auswartigen Geldangelegenheiten, N. 012591, I-H. Amts Berlin, Persönlichen Akten, Politisches Archiv des Geldangelegenheiten, N. 012592. Auswartigen Amts Berlin, Persönlichen Akten, Politisches Archiv des Auswartigen Geldangelegenheiten, N. 012592, I-H. Amts Berlin, Persönlichen Akten, Politisches Archiv des Geldangelegenheiten, N. 012593. Auswartigen Amts Berlin, Persönlichen Akten, Politisches Archiv des Geldangelegenheiten, N. 012594. Auswartigen Amts Berlin, Persönlichen 123 Akten, Politisches Archiv des Geldangelegenheiten, N. 012595. Auswartigen Amts Berlin, Persönlichen Akten, Politisches Archiv des Geldangelegenheiten, N. 012596. Auswartigen Amts Berlin, Persönlichen Akten, Politisches Archiv des Geldangelegenheiten, N. 012597. Auswartigen Amts Berlin, Persönlichen Akten, Politisches Archiv des Geldangelegenheiten, N.007139. Auswartigen Amts Berlin, Persönlichen Akten, Politisches Archiv des Geldangelegenheiten, N. 007140. Auswartigen Amts Berlin, Persönlichen Akten, Politisches Archiv des Geldangelegenheiten, N. 007141 Auswartigen Amts Berlin, Persönlichen Akten, Politisches Archiv des Geldangelegenheiten, N. 007142. Auswartigen Amts Berlin, Persönlichen Akten, Politisches Archiv des Geldangelegenheiten, N. 007143. Auswartigen Amts Berlin, Persönlichen Akten, Politisches Archiv des Geldangelegenheiten, N. 007145. Auswartigen Amts Berlin, Persönlichen B- SÜRELİ YAYINLAR: Akşam Cumhuriyet Frankfurter Zeitung, Hakimiyeti Milliye Neue Züricher Zeitung Tan Türkische Post Ulus Vakit Völkischer Beobachter 124 C- KİTAPLAR: Atatürk’ün Milli Dış Politikası, 2 Cilt Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1981. ALANTAR, Zeynep Özden, Türk Dış Politikasında Milletler Cemiyeti Dönemi, Der Yayınları, İstanbul 1994. ARMAOĞLU, Fahir, Siyasi Tarih (1789-1960), Sevinç Matbaası, Ankara 1973. AYDEMİR, Şevket Süreyya, İkinci Adam, C. II, Remzi Kitapevi, İstanbul1967. BAYUR, Yusuf Hikmet, Türk İnkılap Tarihi, S. II-III, TTK, Ankara 1983. BECKER, Winfried, Frederic von Rosenberg Korrespendenzen und Akten des Deutschen Diplomaten und Aussenministers 1913-1937, Müchen, Oldernburg 2011. BENHÜR, Çağatay, Stalin Dönemi Türk-Rus İlişkileri (1924-1953), Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Basılmamış Doktora Tezi, Konya 2008. Cumhuriyetin İlk On Yılı, Dışişleri Bakanlığı Yayınları, Ankara 1973. ÇALIK, Ramazan Alman Basınında Milli Mücadele ve Mustafa Kemal Paşa 1919-1923, Ankara 2004. ------------ Türkisch-DeutscheBenzeiehungen Perspektiven aus Vergangenheitund Gegenwart, İslamkunde, Klaus Schwarz Verlag, Berlin 2012. ERKİN, C. Feridun, Dışişlerinde 34 Yıl Anılar-Yorumlar, Cilt II, TTK Yayınları,Ankara 1890. HİRSCH, Ernst E. Anılarım Kayzer Dönemi Wiermar Cumhuriyeti Atatürk Dönemi, Çev. Fatma Suphi, Tübitak Yayınları, Ankara 2008. GLASNECK, Johannes,Türkiye'de Faşist Alman Propagandası, çev. Arif Gelen, Onur Yayınları, İstanbul 1978. GÖNLÜBOL, Mehmet, 1919-1939 Dönemi Olaylarla Türk Dış Politikası, Siyasal Kitabevi, Ankara 1993. 125 GÜRÜN, Kamuran,Dış İlişkiler ve Türk Politikası, SBF Yayınları, Ankara 1983. --------------Savaşan Dünya ve Türkiye, İnkılap Kitapevi, İstanbul 1987. JAESCHKE, Gotthard, Die Türkei seit dem Weltkriege II. Türkischer Geschichteskalender für 1929 mit neuem Nachtrag zu 1918-1928, Deutsche Geselschaft für İslamkunde, Berlin 1930. JİNKOVA, Ludmila, Türk İngiliz İlişkileri (1933-1939), Çev. F. Muharrem, F. Erdinç, Habora Kitapevi Yayınları, İstanbul 1978. KOÇAK, Cemil, Türkiye'de Milli Şef Dönemi (1938-1945), Yurt Yayınevi, Ankara 1986. ---------Türk- Alman İlişkileri (1923-1939), TTK, Ankara 1991. KURAT, Yuluğ Tekin, Elli Yıllık Cumhuriyetin Dış Politikası (1923-1973), TTK, Ankara 1975. Lozan Barış Konferansı, Tutanaklar-Belgeler (çeviren Seha L.MERAY), Takım II, Cilt 2, Ankara, 1973. NADOLNY, Rudolf, Mein Beitrag, Limes Verlag, Wiesbaden 1955. NEUMARK, Frizt, Boğaziçine Sığınanlar 1933-1953, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Çev. Şefik Alp Bahadır, İstanbul 1982. ÖKÇİN, A. Gündüz, ÖKÇÜN, Ahmet R, Türk Antlaşmaları Rehberleri (1920-1973), SBF Yayınları, Ankara 1974. ---------1920-1930 Yılları Arasında Kurulan Türk Anonim Şirketlerin Yabancı Sermaye, SBF Yayınları, Ankara 1971. ÖZGÜLDÜR,Yavuz, Türk-Alman İlişkileri (1923-1945), Genelkurmay Basımevi, Ankara 1933. SCHÖNİNGH, Ferdinand, Biographisches Handbuch des Deutschen Auswartigen Dienstes 1871-1945, Wien-Zürich 2008. SOSYAL, İsmail, Türkiye’nin Siyasal Antlaşmaları (1920-1945), Cilt: I TTK. Yayınları, Ankara 1983. 126 ŞİMŞİR, N. Bilal, Atatürk ile Yazışmalar I (1920-1923), Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1981. TEKELİ, ilhan, İLKİN, Selim, Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası, Ankara 1981. UZUNÇARŞILI, İsmail Hakkı,Osmanlı Tarihi, Cilt IV, TTK, Ankara 1982. US, Asım, Asım Us’un Hatıra Notları (1930-1950), Atatürk, İnönü, İkinci Dünya Harbi ve Demokrasi Rejimine Giriş Hatırları, İstanbul 1966. YAVUZ, Ahmet, Türkiye Cumhuriyeti'nin Akdettiği Milletlerarası Antlaşmalar, Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı Yayını, Ankara 1976. YERASİMOS,Stefanos, Az Gelişmişlik Sürecinde Türkiye,Çev. B. Kuzucu, Gözlem Yay., İstanbul 1974. D- MAKALELER: ARMAOĞLU, Fahir, "İkinci Dünya Harbinde Türkiye", A. Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, Cilt: XIII, S. 2, s. 51-77, Ankara 1958. ÇALIK, Ramazan, “Türk Alman İlişkileri 1918-1945” Türkler Ansiklopedisi, Yeni Türkiye Yayınları. s.813-822,Ankara 2002. GÖNLÜBOL, Mehmet, KÜRKÇÜOĞLU Mehmet, “Atatürk Dönemi Türk Dış Politikasına Genel Bir Bakış”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Cilt: I, Sayı: 2, s. 20-49, Ankara 1958. KOÇAK, Gülayşe, “Almanya’nın İlk Ankara Büyükelçisi Rudolf Nadolny’nin Gözüyle Başkent”, Tarih ve Toplum, Sayı: 42, s. 54-77, Ankara 1987. --------“Almanya’nın İlk Ankara Büyükelçisi Rudolf Nadolny’nin Gözüyle Türkiye’nin Avrupalılaşması”, Tarih ve Toplum, Sayı: 40, 1987. s. 9-23, Ankara 1987. KOÇAK, Cemil,Almanya’nın İlk Alman Büyükelçisi Rudolf Nadolny’nin Türkiye Anıları”, Tarih ve Toplum, Sayı: 40, s. 10-37, Ankara 1987. 127 NADOLNY, Rudolf, “Türk Alman Münasebetleri”, IIustrierte Zeitung, Yeni Türkiye 1923-1933, Cilt: 181, Numara: 4624, s. 50-61, Leipzig 1943. ----------“Die Türkische İnnenpolitik”, Die Neue Türkei, Süddeutsche Monatshefte,s. 23-36, Berlin 1936. MENEMENCİOĞLU,Turgut, "Atatürk'ün Dış Politikası ve Bunun İkinci Dünya Savaşı'ndaki Uygulaması", İ. Ü. Sosyal Bilgiler Fakültesi Dergisi,Cilt: I, S. I, s. 44-63. İstanbul 1983. ÖZGÜLDÜR, Yavuz, "İkinci Dünya Savaşında Türk Dış Politikasını Belirleyen İki Antlaşma ve Sonuçları", Altıncı Askeri Tarih Semineri Bildirileri II,Genelkurmay Basımevi, s. 59-73, Ankara 1999. SOYSAL, İsmail, “Balkan Paktı (1934-1941)”, Ord. Prof. Yusuf Hikmet Bayur’a Armağan, TTK. Yayınları, s. 16-39, Ankara 1985. ---------- “Türkiye’nin Siyasal Antlaşmaları (1920-1918)”, Prof Dr. Ahmet Şükür Esmer’e Armağan, SBF. Yayınları, s. 78-89, Ankara 1981. ----------- “Atatürk’ün Barışçıl Politikası ve Dünyadaki Etkileri”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Cilt: II, Sayı: 4, s.53-69, Ankara 1985. TORGAY, Osman Zeki, “Almanya’nın Son 10 Yıl İçinde Harici Vekaleti”, 10. Yıl Almanya’da Türk Ticaret Odası,s. 33-42, Berlin 1938. E- İNTERNET ADRESLERİ http://www.ankara.diplo.de/ http://www.tsk.tr 128 T.C. SELÇUK ÜNİVERSİTESİ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü ÖZGEÇMİŞ Adı Soyadı: ERKAN DAĞLI Doğum Yeri: GAZİANTEP Doğum Tarihi: 05.03.1985 Medeni Durumu: BEKAR Öğrenim Durumu Derece Okulun Adı İlköğretim ATATÜRK İLKÖĞRETİM OKULU Ortaöğretim ATATÜRK İLKÖĞRETİM OKULU Lise MANAVGAT LİSESİ 2004 Lisans SELÇUK ÜNİVERSİTESİ TARİH BÖLÜMÜ 2006 Yüksek Lisans SELÇUK ÜNİVERSİTESİ TARİH BÖLÜMÜ, A.İ.İ.T. 2010 129 YABANCI DİLLERE HAKİM OLMAK Becerileri: İlgi Alanları: Hakkımda bilgi almak için önerebileceğim şahıslar: Tel: KİTAP OKUMAK, ARAŞTIRMA YAPMAK, SPOR YAPMAK Prof. Dr. Ramazan Çalık Yrd Doç Dr. Çağatay Benhür Arş. Gör. Mehmet Önder Duran 0543 726 21 95 Bahçeli Evler Mah. 5054 Sok. No: 10 Zafer Aprt. Manavgat/Antalya Adres Adres: Alaaddin Keykubat Kampüsü 42079 KONYA Tel: 0 332 241 05 21-22 Fax: 0 332 241 05 24 İmza