Uluslararası İşletmecilik Bölüm II - Uluslararası Ticaretin Ekonomi Teorisi 1 Uluslararası Ticaretin Ekonomik Teorisi 1. Genel Bilgiler Merkantilist görüşe göre uluslararası ticaretin amacı nedir? Merkantilizm XVII. asırda ve XVIII. asrın başlarına kadar dünyada ticaret yapan ülkelerce benimsenen, hazinenin altın ve gümüş mevcutlarını artırmak için ihracata ağırlık veren, müdahaleci bir düşünce akımıdır. Merkantilist düşünceye göre bir ülkenin refahı sahip olduğu değerli madenler, genellikle altın ve gümüş miktarı ile ölçülmektedir. Teoriye göre ülkeler ithal ettiklerinden daha fazla ihracat gerçekleştirmeli ve sahip oldukları altın miktarını arttırmalıdır. Adam Smith tarafından ortaya atılan Mutlak Üstünlük Teorisine göre dış ticaret neden yararlıdır? Mutlak Üstünlük Teorisi (ve bunun dayanağı olan serbest ticaret ve uluslararası işbölümü) ile her iki ülkenin dış ticaretten yarar sağlayacağı, dünya kaynaklarının böylece en optimal biçimde kullanılmış olacağı ortaya konmuştur. Mutlak Üstünlük Teorisi’ne göre, her ülke diğerlerinden daha düşük maliyetle ürettiği mutlak üretim üstünlüğüne sahip olduğu malları üretmeli (bunların üretiminde uzmanlaşmalı) ve bunları ihraç ederek, pahalıya üretebildiklerini dışarıdan ithal etmelidir. Her ülkenin ucuza ürettiği malda uzmanlaşmasına dayanan böyle bir uluslararası işbölümüne gitmesi, ticarete katılan ülkelerin tümünün yararınadır. Çünkü ülkeler dış ticarete kapalı bir ekonomi modeline göre, daha çok mal ve hizmet üretme olanağı elde etmiş olacaklardır. Mutlak Üstünlük Teorisi, modern dış ticaret teorisinin oluşmasına öncülük eden önemli bir kavramdır. Eğer bir ülke tüm ürünlerde mutlak üstünlüğe sahipse dış ticaret gerçekleşmez mi? David Ricardo’ya göre uluslararası ticareti mutlak üstünlüklere dayandırmaya gerek yoktur. Uluslararası ticaret için üzerinde durulması gereken, ülkelerin bazı malları ucuza üretmeleri yani, bu mallarda mutlak üstünlüğe sahip olmaları değildir. Tersine, önemli olan üstünlüklerin derecesidir. Bir ülke, diğerleriyle karşılaştırıldığında, hangi malların üretiminde daha yüksek bir üstünlüğe sahipse o mallarda uzmanlaşmalıdır. Başka bir deyişle, Ricardo’ya göre uluslararası ticaretin temelini mutlak değil, karşılaştırmalı üstünlükler oluşturur. Uluslararası ticareti açıklayan teoriler hangi varsayımlarda bulunurlar? Ekonomi tam istihdamdadır, uluslararası ticaret iki ülke arasında yapılmaktadır, ticarete yalnız iki mal konu olmaktadır, nakliye, sigorta gibi giderler yoktur, ticaret takas yoluyla olur, üretim faktörleri ülke içinde hareketli, ülkeler arasında ise hareketli değildir, teknoloji, faktör arzları ve işgücü yeteneği veri kabul edilmiştir. Üretim maliyetleri ülkeler arasında neden farklıdır? Ricardo bunu emek verimliliğinin uluslararası farklılığına bağlamış, fakat emeğin veriminde farklılık doğuran nedenlere değinmemiştir. 1930′lu yıllarda Eli Heckscher ve Bertil Ohlin ülkelerin üretim faktörlerine dayanan Faktör Oranları Teorisini geliştirmişlerdir. Teoriye göre bir ülke hangi üretim faktörüne zengin olarak sahipse, üretimi o faktörü yoğun biçimde gerektiren mallarda karşılaştırmalı üstünlük elde eder, yani onları daha ucuza üretir ve o alanlarda uzmanlaşır. Eğer bir ülke emeğe göreceli olarak daha yoğun sahipse bu ülkede emek yoğun mallar daha ucuza üretilir. Bunun gibi sermaye faktörüne daha yoğun olarak sahip ülkelerde de sermaye yoğun malların ucuza üretilmesi gerekir. Faktör oranları teorisinden sonra neden yeni teoriler ortaya atılmıştır ve bu yeni teoriler nelerdir? W. Leontief ABD ile ilgili olarak yapmış olduğu çalışmasında, bu ülkeyi sermaye yoğun mallar ihraç eden ülke olarak saptamayı beklerken emek yoğun ülke bulmuştur. Bu bulgu da Heckscher-Ohlin teorisi ile çelişmektedir. Çünkü görünüşte ABD sermaye yoğun bir ülkedir ve teoriye göre sermaye yoğun mallar ihraç etmelidir. Leontief paradoksu olarak bilinen bu durum iktisatçılar arasında şaşkınlık yaratmış ve yoğun tartışmalara yol açmıştır. Leontief paradoksunun Heckscher-Ohlin Teorisi üzerine yarattığı tartışmalardan sonra 1960′lı yıllarda yeni teoriler ortaya atılmıştır. Çünkü uluslararası ticaret gibi büyüklü küçüklü iki yüz ülke arasında gerçekleşen ve binlerce mal ve hizmeti kapsayan geniş bir konunun tek bir teori ile tamamen açıklanabilmesi mümkün değildir. Farklı ticaret türlerinin açıklanması için çeşitli hipotezlerin geliştirilmesi mantıklı bir yaklaşımdır. Bu teoriler şunlardır: Nitelikli İşgücü Teorisi, Teknoloji Açığı Teorisi, Ürün Dönemleri Teorisi, Tercihlerde Benzerlik Teorisi, Ülke Benzerliği Teorisi, Monopolcü Rekabet Teorisi, Ölçek Ekonomileri Teorisi, Endüstri İçi Ticaret, Ürün Farklılaştırması Teorisidir. Stratejik Ticaret Politikası Yaklaşımına göre bir ülke üretim faktörlerini geliştirerek dış ticareti nasıl arttırabilir? İnsanları eğiterek becerilerini arttırabilir, ulaşım iletişim gibi altyapı hizmetlerini kurar, sermaye piyasasının işlemesini sağlar, firmaların kendilerini geliştirebilecekleri rekabet ortamını yaratır, tüketicileri daha iyi mal ve hizmetleri talep etmeleri için bilinçlendirir. Uluslararası rekabetçi gücün belirleyicileri nelerdir? Karşılaştırmalı Üstünlükler Teorisi ya da döviz kuru ve faiz oranı gibi makro ekonomik değişkenler çerçevesinde yapılan açıklamalar global rekabetin oluşumunu tam olarak açıklamakta yetersiz kalmaktadır. Her endüstride uluslararası düzeyde rekabetçi gücü belirleyici ve etkileyici faktörler Porter tarafından bir model şeklinde açıklanmıştır. “elmas” olarak adlandırılan bu modelde 4 özellik bir yandan firmaların faaliyette bulunduğu çevreyi şekillendirmekte, diğer yandan da birbirini desteklemekte ve güçlendirmektedir. Bu dört özellik şöyle Uluslararası İşletmecilik Bölüm II - Uluslararası Ticaretin Ekonomi Teorisi 2 açıklanabilir: Faktör koşulları, ülke içi talep koşulları, ilgili ve destekleyici endüstrilerin varlığı ve gelişmişlik düzeyi, firma yapısı, stratejisi ve rekabet. 2. Uluslararası Ticaret Teorisi İlk önce neden ticaret teorisi ile ilgilendiğimiz sorusunun cevabını bulmaya çalışalım. Mal ve hizmet ticareti ülkeleri ekonomik olarak birbirine bağlayan araçlardan bir tanesidir. Tüm ülkelerdeki yöneticilerin uğraştıkları temel sorunlardan bazıları hangi ülke ile hangi malın ve ne kadar ithalat-ihracat işleminin gerçekleştirileceği sorularıdır. Bu önemli kararlar verildikten sonra istenen sonuçlara ulaşmak için gerekli politikalar uygulamaya konulur. Uygulanan politikalar iş dünyası üzerinde önemli etkilere sahiptir. Çünkü bu kararlar, hangi ülkelerin belirlenen ürünleri daha etkin üretebileceğini belirler. Ayrıca ülkenin yerli üretimle rekabet edecek mal ve hizmet ithaline izin verip vermeyeceği de bu aşamada kararlaştırılır. Dolayısıyla, bir ülkenin uyguladığı politikalar, seçilen ülkelere hangi ürünlerin ihraç edileceğini, firmaların seçilen ülkelere satmak üzere ne üreteceğini ve nerede üreteceğini belirler. Modern teori Klasik İktisat Doktrini ile başlatılır. Klasik ekolün temelleri ise Adam Smith tarafından atılmıştır. Smith’in 1776 yılında yayınlanan “Ulusların Zenginliği” adlı ünlü eseri hem genel ekonomi biliminin hem de uluslararası ticaret teorisinin temel taşı durumundadır. Smith’in Klasik Liberalizm’e yön veren görüşlerine göre devlet kişilerin bireysel girişim haklarını kısıtlamamalıdır. “laissez faire, laissez passer” ifadesi; bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” anlamına gelmektedir. Bazı ülkeler daha serbest bir ticaret politikası uygulayarak pazar koşullarının ticari ilişkileri yönlendirmesini amaçlarlar. Buradaki amaç devlet müdahalesinin ekonomiyi optimumdan uzaklaştırmasını önlemektir. İster müdahaleci, isterse bırakınız yapsınlar (“laissez faire, laissez passer”) yaklaşımları benimsensin, temel dayanak noktası ticaret teorileri olacaktır. Uluslararası ticaret; tanımlayıcı ve zorlayıcı teoriler olmak üzere iki genel ticaret teorisine dayanır. Tanımlayıcı teoriler, daha çok ticaretin doğal yapısıyla ilgilenirler. Ticari ilişkileri laissez-faire (bırakınız yapsınlar) koşullarında inceler ve açıklarlar. Bu tür teoriler, kısıtlamaların olmadığı durumda ne üretileceği, ne kadar üretileceği ve hangi ülkelerle ticaret yapılacağı sorularını yanıtlarlar. Aşağıdaki tabloda tanımlayıcı teorilerle ilgili bölümde (√) işareti teorinin belirtilen soru ile ilgilendiğini (-) işareti de teorinin soru ile ilgilenmediğini göstermektedir. İkinci tür teoriler ise, ticaretin miktarı, yapısı ve yönünü belirlemek üzere devlet müdahalesinin gerekli olup olmadığını sorgular. Devletin ticareti kontrol etmesi gerektiğine inanan ya da kontrol etmemesini savunan teorilerde ise daha sonra hangi ülkelerle, ne kadar ve neyin ticaretinin yapılacağı sorularına cevap aranır. Hem tanımlayıcı, hem de zorlayıcı teoriler uluslararası işlemleri etkilerler. İhracat için uygun cazip pazarlar hakkında öngörüde bulunurken, başarı şansı yüksek potansiyel ihraç ürünlerini de belirlerler. Ayrıca firmalara üretimi nerede gerçekleştireceği konusunda yardımcı olurlar. Bu teoriler aynı zamanda devletin ticaret politikalarını daha iyi anlamamıza ve firmaların rekabet güçlerini nasıl etkileyeceğini tahmin etmemize yardımcı olur. Devletin dış ticareti yönlendirmek için uyguladığı politikalar ne tür etkiler yaratabilir? Devletin dış ticareti etkilemek için uyguladığı politikaların ithalat ve ihracat işlemleri üzerinde çok büyük etkileri vardır. Örneğin ithalat işlemlerini kısıtlamaya çalışan bir devlet ithal ürünlerden yüksek oranlı vergiler alabilir. Ya da uyguladığı kur politikası yoluyla ithalat ürünlerinin fiyatlarını yerli para cinsinden arttırarak bu ürünlerin çekiciliğini azaltmaya çalışabilir. Benzer şekilde ihracatı arttırmaya çalışan bir devlet ise ihracatta vergi iadesi, resim harç istisnası gibi politikalar uygulayabilir. İhracatçılara ucuz krediler sağlayarak ihraç ürünlerinin maliyetini düşürmeye çalışabilir. 3. Merkantilizm Neden bazı ülkeler nihai üründen çok ham maddeye bağımlıdır? Belki de bu sorunun cevabı 1500 ile 1800 yılları arasında ekonomik düşüncenin temel ticaret teorisi olan Merkantilizm’de bulunabilir. Merkantilist düşünceye göre bir ülkenin refahı sahip olduğu değerli madenler, genellikle altın ve gümüş miktarı ile ölçülmektedir. Teoriye göre ülkeler ithal ettiklerinden daha fazla ihracat gerçekleştirmeli ve sahip oldukları altın miktarını arttırmalıdır. 1500 ile 1800 yılları arasında ulus devletler ortaya çıkmış ve altın ordu ile ulusal kurumlara yatırım Uluslararası İşletmecilik Bölüm II - Uluslararası Ticaretin Ekonomi Teorisi 3 yapan merkezi hükümetlere güç vermiştir. Ulus devletler insanların yeni ulusa karşı sadakatini ve bağlılığını arttırmaya çalışırken; şehir, din gibi geleneksel bağlılıklarını azaltmaya çalışmışlardır. Merkantilizm işte böyle bir ortamda gelişmiştir. Merkantilizm XVII. asırda ve XVIII. asrın başlarına kadar dünyada ticaret yapan ülkelerce benimsenen, hazinenin altın ve gümüş mevcutlarını artırmak için ihracata ağırlık veren, müdahaleci bir düşünce akımıdır. Kökenleri XV. asırda feodalite’nin yıkılması ve ulusal devletlerin oluşması dönemlerine kadar gider. Siyasal ve ekonomik yönden merkezileşmeye ya da kralın yetkilerini artırmaya yönelik bir akımdır. Ulusal devletin otoritesini destekleyecek biçimde gerek iç gerek dış ekonomik faaliyetlerde aşırı devlet müdahaleciliğini öngörür. Bu düşünce tarzına göre altın ve gümüş gibi değerli madenler hem savaşların finansmanını sağlar, hem de ekonomik ve siyasal gücün kaynağını oluşturur. O bakımdan amaç hazinenin değerli maden stoklarını artırmak olmalıdır. Bunun için de uyguladıkları çeşitli primlerle üretilmiş malların ihracını özendirmişlerdir. Dışarıdan hammadde ithali serbest bırakılırken üretilmiş madde ithalatı yüksek gümrük vergileri ile engellenmiştir. Hammaddenin içerde işlenip ürün olarak dışarıya ihracına çalışılmıştır. Altın stoklarını artırmak için ihracat kadar uluslararası taşımacılık hizmetlerine de büyük önem vermişlerdir. Bu amaçla güçlü deniz ticaret filoları oluşturmaya çaba harcamışlardır. Nüfus artışları teşvik edilmiş, dışa doğru göçler yasaklanmıştır. Merkantilizm, esasında statik bir dünya görüşüne dayanmaktadır. Onlara göre dünya servetleri sabittir. Bunun artırma olanağı yoktur. O bakımdan ticarette bir ülkenin kârı, diğer ülkenin zararı demektir, diğer bir deyişle, iki tarafın birden kâr sağlaması mümkün değildir. Bu görüşler Adam Smith tarafından eleştirilmiş ve dış ticaret ve uluslararası uzmanlaşmanın ticarete katılan bütün tarafların yararına olduğu gösterilmiştir. Böylece klasik liberalizme geçilmesiyle merkantilizm de sona ermiştir. İthal ettiklerinden daha fazlasını ihraç etmek için, hükümetler ithalat işlemlerinin çoğuna kısıtlama koymuşlar, yerel pazarda ya da ihraç pazarında rekabet edemeyecek birçok ürünün üretimine destek vermişlerdir. İngiltere gibi bazı büyük ülkeler bu ticari amaçlarını gerçekleştirmek için sahip oldukları sömürgeleri kullanmışlardır. Sömürgeler, ana ülkenin diğer ülkelerden almak zorunda kalacakları birçok maddeyi temin etmeyi başarmışlardır. Sömürgeler hem bir hammadde ve gıda maddeleri kaynağı, hem de ana ülkenin üretimi için bir pazardı. Bu nedenle ana ülkeler sömürgelerle olan ticareti tekellerine almanın yanı sıra, sömürgelerdeki üretim faaliyetlerini de engellediler. Sömürgeler sadece hammadde ihraç edecek ve değerli işlenmiş ürünleri ana ülkeden ithal edeceklerdi. Merkantilist teori sömürgecilerin işine yarayacak şekilde planlanmıştı. Bu teoriye dayanarak zorla kabul ettirilen düzenlemeler İngiliz sömürgelerinde rahatsızlık yarattı ve Amerikan devriminin bir nedenini oluşturdu. 1800 yılından sonra Merkantilist görüş zayıfladığından, sömürgeleri olan büyük devletlerin hükümetleri nadiren sömürgelerindeki endüstriyel gelişimi engellemeye çalışmışlardır. Fakat bu ülkelerdeki yerel firmalar teknoloji liderliğini ele geçirmiş, ülke dışındaki hammaddelerin mülkiyetini almış ve genellikle dışarıdan gelecek rekabete karşı koruma duvarlarının arkasına sığınmışlardır. Bu oluşumlar da sömürgeleri sadece hammadde çıkaran ve ticari yönden gelişmiş ana ülkeye bağımlı hale getirmiştir. Merkantilist dönemden kalan terminolojinin bir bölümü ise halen kullanılmaktadır. İstenen bir ticaret dengesinden günümüzde de anlaşılan bir ülkenin ithalattan çok ihracat gerçekleştirmesidir. İstenmeyen bir ticaret dengesi ile kastedilen ise bunun tam tersi olan ve dış ticaret açığı olarak adlandırılan durumdur. Fakat gerçekte ticaret fazlası olması yararlı bir durum olmayabilir, ya da dış ticaret açığının olması zararlı bir durum olmasını gerektirmez. Örneğin ticaret fazlası olan bir ülkeyi ele alalım. Böyle bir ülkenin ithal ettiği ürünlerin değeri ihraç ettiği ürünlerin değerinden daha az demektir. Merkantilist dönemde aradaki fark altın transferi ile kapatılırdı, fakat günümüzde açığı olan ülkenin parasının tutulması ya da o para birimi cinsinden yatırım yapılması şeklinde gerçekleşmektedir. Aslında ticaret fazlası olan ülke, açığı olan ülkeye kredi açmaktadır. Fakat açılan kredinin ödemelerinden elde edilen para ülkenin mal ve hizmet alımında işine yaramıyorsa istenen bir denge olarak adlandırılan ticaret fazlası ülke için zararlı hale gelecektir. Son zamanlarda sosyal ve politik amaçları için ticaret fazlası vermeye çalışan ülkeler için neomerkantilist terimi kullanılmaya başlanmıştır. Örneğin bir ülke uyguladığı politikalarla tam istihdam düzeyine ulaşmak için ülke içindeki üretimi talepten daha fazla gerçekleştirip, fazlalığı ülke dışına satabilir. Ya da bir ülke bir bölgede politik güç elde etmek amacıyla satın aldığından daha fazla mal satabilir. Diğer bir örnek ise ülkesindeki üretim fazlasını satabilmek amacıyla diğer ülke hükümetine yardımda bulunmak ya da borç vermektir. Merkantilist düşünceye göre bir ülkenin refahı sahip olduğu değerli madenler ile ölçülmektedir. TCMB’de tutulan döviz rezervleri ülkemizde merkantilist görüşün benimsendiğini mi göstermektedir? Merkantilist görüş 1800′lü yıllarda dünyaya hâkim olan görüştür. Merkez bankasındaki uluslararası rezervlerin ise bu görüşle bir ilgisi yoktur. Ödemeler dengesi içine giren ekonomik faaliyetlerin yabancı para üzerinden yapıldığı varsayılmakta, o nedenle de cari işlemler ve sermaye hareketlerinde oluşan dengelere paralel olarak uluslararası rezervlerde de bir değişme olmaktadır. 4. Mutlak Üstünlük Teorisi Adam Smith’in dış ticaretin yapılış nedenlerini açıklamak için öne sürdüğü teori Mutlak Üstünlük Teorisi’dir. Uluslararası iktisadın bir bilim haline gelmesi Smith’in bu çalışmasıyla başlar. Ondan önce geçerli olan Merkantilist düşünce tarzına göre, dünya servetleri sabittir, dış ticaret yoluyla arttırılamaz ve ticaret yapan ülkelerden birinin kazancı diğerinin kaybını oluşturur. Oysa Mutlak Üstünlük Teorisi (ve bunun dayanağı olan serbest ticaret ve uluslararası işbölümü) ile her iki ülkenin dış ticaretten yarar sağlayacağı, dünya kaynaklarının böylece en optimal biçimde kullanılmış olacağı ortaya konmuştur. Mutlak Üstünlük Teorisi’ne göre, her ülke diğerlerinden daha düşük maliyetle ürettiği mutlak üretim üstünlüğüne sahip olduğu malları üretmeli (bunların üretiminde uzmanlaşmalı) ve bunları ihraç ederek, pahalıya üretebildiklerini dışarıdan ithal etmelidir. Örneğin bu modele göre, Türkiye kumaşı, İngiltere de motoru daha ucuza üretebiliyorsa, Türkiye, motoru İngiltere’den satın almalı, bu ülkeye kumaş ihraç etmelidir. Her ülkenin ucuza ürettiği malda uzmanlaşmasına dayanan böyle bir uluslararası işbölümüne gitmesi, ticarete katılan ülkelerin tümünün yararınadır. Çünkü ülkeler dış ticarete kapalı bir ekonomi modeline göre, daha çok mal ve hizmet üretme olanağı elde etmiş olacaklardır. Mutlak Üstünlük Teorisi, modern dış ticaret teorisinin oluşmasına öncülük eden önemli bir kavramdır. Şimdiye kadar neden ülkelerin birbirleriyle ticaret yaptıkları sorusunu ihmal ettik. Neden bir ülke kendi sınırları içerisinde üretilen mal ve hizmetlerle yetinmez? Gerçekte merkantilist politikaları uygulayan ülkeler yerel üretimleri ile kendi kendine yeten bir konumda olmayı isterler. 1776 yılında Adam Smith ülkelerin servetinin sahip olduğu değerli madenlerle ölçüleceği varsayımını sorgulamıştır. Adam Smith’e göre Uluslararası İşletmecilik Bölüm II - Uluslararası Ticaretin Ekonomi Teorisi 4 ülkelerin gerçek serveti vatandaşlarına sağlayabildiği mal ve hizmetlerle ölçülür. Smith’in oluşturduğu Mutlak Üstünlük Teorisine göre bazı ülkeler belirli malları diğerlerine göre daha etkin üretir ve serbest ticaret sayesinde global etkinlik arttırılabilir. Bu teoriye göre, bir ülke vatandaşları aynı ürünü yurtdışından daha ucuza alabilecekken neden yurt içinden daha pahalıya alsın sorunu tartışılır. Smith’e göre eğer ticarette kısıtlamalar olmazsa, her ülke rekabette kendisine avantaj sağlayan ürünlerin üretiminde uzmanlaşır. Her ülkenin kaynakları etkin endüstrilerde kullanılır çünkü etkin olmayan üretim alanlarında rekabet edemezler. Uzmanlaşma sayesinde ülkeler üç nedenden dolayı etkinliklerini arttırabilirler: Aynı işi tekrar etmek işçilerin becerilerini arttırır ve o alanda ustalaşırlar İşçiler bir üründen diğerinin üretimine geçerken vakit kaybetmezler Uzun üretim aşamaları daha etkin çalışma yöntemleri geliştirerek üretim aşamasını kısaltmaya teşvik eder. Bu nedenlerden dolayı uzmanlaşma sonucunda elde edilen üretim fazlasıyla önceden alınabilenden daha fazla hammadde alınabilir. Fakat bir ülkenin hangi ürünlerin üretiminde uzmanlaşması gerektiği sorusu akla gelebilir. Her ne kadar Smith bu kararı piyasanın vereceğini söylese de, bir ülkenin üstünlüğünün doğal ya da kazanılmış olabileceğini düşünmektedir. Sizce Türkiye hangi ürünlerde mutlak üstünlüğe sahip olabilir? Mutlak Üstünlük Teorisi’ne göre, her ülke diğerlerinden daha düşük maliyetle ürettiği mutlak üretim üstünlüğüne sahip olduğu malları üretmelidir. Türkiye’de emek birçok Avrupa ülkesine göre daha ucuz olduğundan emek yoğun ürünlerde mutlak üstünlüğe sahip olabilir. Örneğin emeğin yoğun olarak kullanıldığı tekstil ürünlerinde ucuz işgücü sayesinde mutlak üstünlük elde edebilir. Oysa sermaye yoğun teknolojik ürünlerde bu üstünlüğe sahip değildir. Doğal Üstünlük Bir ülke bazı ürünlerin üretiminde; uygun iklim koşulları, doğal kaynaklara ulaşım kolaylığı ya da belirli özelliklere sahip işgücünün varlığı dolayısıyla doğal üstünlüğe sahip olabilir. Bir ülkenin iklim koşulları hangi tarımsal ürünlerin etkin şekilde üretilebileceğini belirler. Örneğin; ülkemizde Karadeniz bölgesinin iklimi çay ve fındık yetiştirmek için uygunken Akdeniz bölgesinin iklimi turunçgillerin yetişmesine olanak verir. Bunun yanında iklim koşulları ülkenin turizm yoluyla hizmet ihraç etmesini sağlayabilir. Brezilya’yı ele alalım. Kendi topraklarında kahve yetiştirirken tahılı ithal etmektedir. Eğer, iklim koşulları uygun olmamasına rağmen tahıl üretmeye çalışsaydı bugün kahve ekiminde kullandığı toprakları azaltmak ve dolayısıyla daha az kahve üretmek durumunda kalacaktı. Bunun aksine ülkemizde de seralarda kahve üretimi gerçekleştirilebilir. Fakat bu, kaynakların ülkemizin doğal iklim koşullarına uyan tahıl üretiminden kahve üretimine aktarılması pahasına gerçekleştirilebilir. Türkiye ve Brezilya tahıl ve kahve üretiminde kendi kendilerine yeten konuma gelmektense aralarında bu iki ürünün ticaretini yaparak daha az maliyetli bir çözüme ulaşabilirler. İki ülkenin iklim koşulları ne kadar farklı olursa, aralarındaki ticaretten elde edecekleri kazanç o kadar büyük olacaktır. Birçok ülke maden cevherini, metalleri ve petrolü ithal etmek durumundadır. Hiçbir ülke doğal kaynaklarda uzun süre kendi kendine yetecek kadar zengin değildir. Diğer bir doğal kaynak olan toprak da ülkenin değişik bölgelerinde etkin olarak yetiştirilecek ürün çeşitlerini belirlemede önemli bir etkendir. Ülkeler arasındaki doğal üstünlük farkları hangi ülkelerde nihai mal üretiminin en iyi gerçekleştirildiğini anlamamıza yardımcı olur. Örneğin tarımsal ürünün ya da doğal kaynağın ihracatı gerçekleştirilmeden önce işlenmesinin taşıma maliyetlerini azaltıp azaltmadığına karar verilebilir. Örneğin ülkemizin önemli bir ihraç ürünü olan fındığın işlenerek kabuğundan çıkarılması ve kavrulması hacmini azaltacağından, taşıma maliyetini azaltacaktır. Kazanılmış Üstünlük Günümüzde dünya ticaretinin büyük bir bölümünü tarımsal ürünler ve doğal kaynaklar değil, nihai mal ve hizmetler oluşturmaktadır. Dolayısıyla nihai mal üreten ya da hizmet sektöründe rekabet edebilen ülkeler ürün teknolojisinde kazanılmış bir üstünlüğe sahiptir. Ürün teknolojisinde üstünlük ile kastedilen bir ülkenin, rakiplerinden kolaylıkla ayırdedilebilecek benzersiz bir ürün çıkarmasıdır. Örneğin, Danimarka gümüş çatal kaşık takımları ihraç etmektedir. Fakat bunun nedeni Danimarka’nın zengin gümüş madenlerine sahip olması değil Danimarka firmalarının benzersiz ürünler ortaya çıkarmalarıdır. Ürün teknolojisindeki üstünlük ülkenin homojen ürünler üretebilme becerisi ile kazanılır. Örneğin, çelik üretiminin iki önemli hammaddesi olan demir ve kömürü ithal eden Japonya bir çelik ihracatçısıdır. Japonya’nın bu alandaki başarısının temel nedeni çelik tesislerinde kullandığı emekten ve hammaddeden tasarruf eden ileri teknolojidir. Son zamanlardaki hızlı teknolojik gelişim eskilerin yerini alacak yeni ürünler ortaya çıkarmış, ticari ortaklık ilişkilerini değiştirmiştir. Değişimin en belirgin göstergesi dünya ticaretinin büyük bir bölümünü oluşturan bilgisayar ve yan ürünlerinin ticaretidir. Daha önce de var olan ürünler ise üretim yöntemlerindeki ve teknolojideki gelişim sonucunda dünya ticaretindeki paylarını arttırmışlardır. Örneğin daha önce el yapımı olduğu için sadece seçkinlerin alabildiği otomobiller bugün üretimin robotlarla yapılması sonucunda geniş halk kitlelerine ulaşabilmektedir. Bazı doğal ürünlerin yerine ise yapay ikameleri kullanılmaya başlanmıştır. Örneğin doğal pamuk ve yünün yerine yapay fiberlerin kullanılması gibi. Daha önce temel ihraç maddesi olan bazı doğal ürünlerin yerini mekanik olarak yapılan ürünler almıştır. Örneğin, daha önce ABD firmaları Jamaika’ya doğal buz ihraç ederken, bugün mekanik olarak üretilen yapay buz ihraç etmektedir. Yeni ürünler ve üretim teknikleri geliştiren ülkelere ticari üstünlükler getirmektedir. Çünkü teknolojik gelişimin çoğu endüstrileşmiş zengin ülkeler tarafından gerçekleştirilmektedir ve bu ülkelerin firmaları dünya ticaretinin büyük bölümünü ellerinde tutan ve yatırım yapabilen büyük şirketlerdir. Sonuç olarak fakir ülkelerin dünya ticaretinden aldıkları pay her geçen gün azalmaktadır. Mutlak Üstünlük Teorisi İçin Sayısal Bir Örnek Uluslararası İşletmecilik Bölüm II - Uluslararası Ticaretin Ekonomi Teorisi 5 Mutlak üstünlüğü incelemek için iki ülke ve iki ürünün yer aldığı bir örnek düşünelim. Bu örneğe göre incelediğimiz ülkeler Türkiye ve Almanya, ürünler ise çay ve buğday olsun. Olayları daha basite indirgemek için para ve kur işlemlerini devre dışı bırakıp üretim maliyetini çay ve buğday üretimi için gerekli kaynaklar cinsinden hesaplayacağız. Bu basit modelimizdeki varsayımımıza göre dünyada Türkiye ve Almanya dışında ülke yoktur ve her iki ülke de çay ve buğday üre timi için gerekli kaynaklara (toprak, emek, sermaye) eşit miktarlarda sahiptir. Her iki ülkenin de başlangıçta 100 birim kaynağı olduğunu varsayalım. Türkiye’de bir ton çay üretimi için 4 birim kaynağa ihtiyaç varken, bir ton buğday üretimi için 10 birim kaynak gerekmektedir. Bu durum Türkiye’nin üretim imkânları eğrisi üzerinde hiç buğday üretmeden 25 ton çay üretebileceği, hiç çay üretmeden 10 ton buğday üretebileceği ya da iki ürünün değişik kombinasyonlarını üretebileceği şeklinde gösterilebilir. Almanya’da ise bir ton çay üretimi için 20 birim kaynağa, bir ton buğday üretimi için ise 5 birim kaynağa ihtiyaç vardır. Bu durum da Almanya’nın üretim imkânları eğrisi üzerinde hiç buğday üretmeden 5 ton çay, hiç çay üretmeden 20 ton buğday ya da iki ürünün değişik miktar kombinasyonları şeklinde gösterilebilir. Örneğimize göre Türkiye çay üretiminde daha etkindir. Çünkü 1 ton çay üretmek için Türkiye’ de Almanya’ya göre daha az kaynağa ihtiyaç vardır. Almanya ise buğday üretiminde etkindir. Çünkü 1 ton buğday üretmek için Almanya’da Türkiye’ye göre daha az kaynağa ihtiyaç vardır. Şimdi de belli bir üründe uzmanlaşma ve ticaret sayesinde üretimin nasıl arttırılabildiğini inceleyelim. İlk önce iki ülkenin de ticari ilişkiye girmediği durumu ele alalım. Bunun için iki ülkenin üretim imkânları eğrisi üzerindeki herhangi bir noktadan başlayabiliriz. Fakat daha açıklayıcı olabilmek için iki ülkenin de kaynaklarının yarısını çay üretimine, diğer yarısını da buğday üretimine ayırdığını varsayalım. Bu durumda Türkiye 12,5 ton çay (50/4) ve 5 ton buğday (50/10) üretebilir (Şekil 2. 1 üzerinde A noktası). Almanya ise 2,5 ton çay (50/20) ve 10 ton buğday (50/5) üretebilir (Şekil 2. 1 üzerinde B noktası). Her iki ülkenin elinde de 100 birim kaynak olduğundan çay üretimini azaltmadan buğday üretimini arttırmanın imkânı yoktur. Aynı şekilde çay üretimlerini arttırabilmek için de buğday üretimlerini azaltmaları gerekmektedir. İki ülke arasında ticaretin olmadığı durumda iki ülkenin üretebilecekleri çay miktarı 15 ton (12,5+2,5) ve buğday miktarı 15 tondur (5+10). Eğer her iki ülke mutlak üstünlüğü olan üründe uzmanlaşırsa Türkiye 25 ton çay üretebilecek ve Almanya’da 20 ton buğday üretebilecektir (Şekil 2. 1′de C ve D noktaları). Burada uzmanlaşmanın her iki ürünün de toplam üretim miktarını arttırdığını görüyoruz. Çay üretimi 15 ten 25 tona çıkarken buğday üretimi 15′ten 20 tona çıkmaktadır. Ticaret sayesinde global etkinlikte optimuma ulaşılmakta ve iki ülke ticaret olmadan elde ettiğinden daha fazla çay ve buğday elde etmektedir. 5. Karşılaştırmalı Üstünlük Teorisi Şimdi de eğer bir ülke tüm ürünlerde mutlak üstünlüğe sahipse ne olur sorusu akla gelebilir. 1817 yılında David Ricardo bu soru üzerinde durmuş ve Adam Smith’in mutlak üstünlük teorisini geliştirerek Karşılaştırmalı Üstünlük Teorisini ortaya atmıştır. Karşılaştırmalı üstünlük bir ülkenin bir mal ya da hizmeti öteki mal ve hizmetlere göre daha düşük maliyetle üretebilmesi halidir. Ricardo’ya göre eğer bir ülke diğer ürünlerden daha fazla verim aldığı bir ürünün üretiminde uzmanlaşırsa (diğer ülkelerin aynı ürünü daha etkin üretip üretmediğine bakılmaksızın) ticaretten elde edilen toplam verim artacaktır. Serbest ticaret, ticarete katılan tüm taraflar için yarar sağlayacaktır. Uluslararası İşletmecilik Bölüm II - Uluslararası Ticaretin Ekonomi Teorisi 6 Ricardo’ya göre uluslararası ticareti mutlak üstünlüklere dayandırmaya gerek yoktur. Böyle bir yaklaşım ayrıca teorinin kapsamını daraltır. Uluslararası ticaret için üzerinde durulması gereken, ülkelerin bazı malları ucuza üretmeleri yani, bu mallarda mutlak üstünlüğe sahip olmaları değildir. Tersine, önemli olan üstünlüklerin derecesidir. Bir ülke, diğerleriyle karşılaştırıldığında, hangi malların üretiminde daha yüksek bir üstünlüğe sahipse o mallarda uzmanlaşmalıdır. Başka bir deyişle, Ricardo’ya göre uluslararası ticaretin temelini mutlak değil, karşılaştırmalı üstünlükler oluşturur. Uluslararası ticaretin dışından bir örnek vererek konuyu daha anlaşılır hale getirebiliriz. Şehirdeki en iyi doktorun sekreterlik işlerinden de çok iyi anladığını düşünelim. Doktorun hem hastaları kabul edip hem de telefonları cevaplaması ve randevuları düzenlemesi ekonomik olarak anlamlı mıdır? Elbette değildir. Doktor sadece kendi mesleğini yaparak daha çok para kazanabilir ve ofisin işlerini yürütmek için kendisinden daha az yetenekli bir sekreteri işe alabilir. Benzer bir mantıkla bir ülke de kaynaklarını üretimini en etkin şekilde gerçekleştirdiği ürünlerde kullanmalıdır. Üretiminden vazgeçtiği ürünleri de diğer ülkelerden satın alabilir. Karşılaştırmalı Üstünlük Teorisi İçin Sayısal Bir Örnek Ricardo’nun karşılaştırmalı üstünlükler modelinde ülkelerin ticaretten nasıl kazanç sağladıklarını ispatlamanın en kolay yolu durumu sayısal bir örnek ile açıklamaktır. Karşılaştırmalı üstünlüklere dayalı bir ticaret ilişkisinden ülkelerin nasıl kazançlı çıktıklarını aşağıdaki örnekten yararlanarak açıklayabiliriz. Ricardo’nun teorisini açıklamak için İngiltere ve Portekiz arasındaki buğday şarap ticaretini örnek olarak verebiliriz. Örnekte, Portekiz her iki malı İngiltere’ye göre daha az emek ve maliyetle üretmektedir. Yani, Portekiz her iki malda da mutlak üstünlüğe sahiptir. Buna karşın, bu ticari ilişkiden her iki ülke de yarar sağlayacaktır. Çünkü Portekiz şarap üretiminde, İngiltere ise buğday üretiminde karşılaştırmalı üstünlüğe sahiptir. Şarap ve kumaşın iki ülkedeki maliyetleri şöyledir: Tablodan da görüleceği gibi İngiltere’de 1 birim şarap üretmenin maliyeti 2 birim buğday üretmenin maliyetine eşittir. Yani 1 birim fazla şarap üretmek demek 2 birim buğdaydan vazgeçmek demektir. Daha açık bir ifade ile 1 birim şarabın fırsat maliyeti 2 birim buğdaya eşittir. Durumu Portekiz açısından değerlendirirsek, 1 birim şarabın maliyeti 1,5 birim buğdaya eşittir. Diğer bir ifadeyle bir birim şarabın fırsat maliyeti 1,5 birim buğdaya eşittir. Karşılaştırmalı maliyetler farklı olduğundan, Portekiz her iki üründe de mutlak üstünlüğe sahip olmasına rağmen ticaret her iki ülkenin yararına olacaktır. Portekiz’de şarap üretiminin fırsat maliyeti daha düşük olduğundan Portekiz’in şarap üretiminde karşılaştırmalı üstünlüğe sahip olduğunu söyleyebiliriz. İngiltere ise buğday üretiminde aynı üstünlüğe sahiptir. Yani, İngiltere buğday üretiminde karşılaştırmalı üstünlüğe sahiptir. Karşılaştırmalı maliyetler yönünden şarap üretiminde Portekiz; buğday üretiminde de İngiltere üstünlüğe sahiptir. Böylece Ricardo uluslararası ticaretin varlığı için gerekli olan koşulu ülkeler arasındaki karşılaştırmalı maliyetlerin farklı olması biçiminde vermektedir. Karşılaştırmalı maliyetler iki ülkede farklı olduğundan, bu ülkeler arasında şarap buğday ticareti gelişebilir ve bu ticaretten her iki ülke de yarar sağlar. İngiltere buğday üretiminde uzmanlaşır ve ihraç edeceği buğdayla ihtiyacı olan şarabı Portekiz’den karşılarsa ya da Portekiz şarapta uzmanlaşır ve buğdayı İngiltere’den ithal ederse her iki ülke de dış ticaretten kazançlı çıkar. Karşılaştırmalı Üstünlük Teorisine göre ülkeler arasında kârlı dış ticaret için zorunlu koşul bu ülkelerde iç üretim maliyetlerinin birbirinden farklı olmasıdır. Yukarıdaki iki ülke ve iki ürünün kullanıldığı örneğimizde Portekiz’in her iki üründe mutlak üstünlüğe sahip olduğunu gördük. Bunun yerine Portekiz bir üründe, İngiltere ise diğer üründe mutlak üstünlüğe sahip olsa idi karşılaştırmalı üstünlükleri incelemeye gerek olur muydu? Evet, karşılaştırmalı üstünlükleri incelemek gerekir. Uluslararası ticaret için üzerinde durulması gereken, ülkelerin bazı malları ucuza üretmeleri yani, bu mallarda mutlak üstünlüğe sahip olmaları değildir. Tersine, önemli olan üstünlüklerin derecesidir. Bir ülke, diğerleriyle karşılaştırıldığında, hangi malların üretiminde daha yüksek bir üstünlüğe sahipse o mallarda uzmanlaşmalıdır. Başka bir deyişle, uluslararası ticaretin temelini mutlak değil, karşılaştırmalı üstünlükler oluşturur. Ricardo Modelinde Dış Ticaret Kazançları Şimdi de ticaretin toplam üretim miktarını nasıl değiştirdiğini inceleyelim. Her iki ülkedeki üretim maliyetleri yukarıdaki tabloda verilmişti. İngiltere’nin üretimde kullanabileceği 270 birim emek faktörü olduğunu varsayalım. Ticaret gerçekleşmeden önce 8 birim buğday ve 5 birim şarap üretebilir. Portekiz’ de ise emek faktörünün daha az; 180 birim olduğunu varsayalım. Portekiz’ de ticaret olmadan 9 birim buğday ve 6 birim şarap üretebilir. İki ülkenin gerçekleştirdikleri toplam üretim ise 17 birim buğday ve 11 birim şarap olmaktadır. Eğer her iki ülke de üstünlüğe sahip olduğu ürünlerde uzmanlaşır; Portekiz sadece şarap ve İngiltere sadece buğday üretirse, toplam üretim 18 birim buğday ve 12 birim şarap olarak gerçekleşecektir. Ticaret sayesinde toplam üretimin nasıl arttığını aşağıdaki tablodan da inceleyebiliriz. Uluslararası İşletmecilik Bölüm II - Uluslararası Ticaretin Ekonomi Teorisi 7 6. Ticaret Teorileri Hakkında Bazı Varsayımlar Hem Mutlak hem de Karşılaştırmalı Üstünlük Teorileri uzmanlaşmaya dayanır. Bu teorilerin ortaya koyduğu varsayım, üretimin uzmanlaşma sayesinde artacağı ve kendi uzmanlaştıkları ürünleri satıp karşılığında diğer ülkelerin uzmanlaştıkları ürünleri satın alarak ülkelerin en iyi duruma gelecekleridir. Fakat bu teoriler her zaman geçerli olmayan bazı varsayımlarda bulunurlar. Bu varsayımların zamanla geçerliliğini yitirmesi dolayısıyla çeşitli eleştiriler yapılmıştır. Fakat bu eleştiriler teorilerin ana düşüncesini zayıflatmaz, çünkü bunlar daha çok ayrıntılarla ilgilidir. Nitekim daha sonra gelen iktisatçılar bu aksak varsayımların yerine daha gerçekçi olanlarını koyarak, modeli genelleştirmiş ve geliştirmişlerdir. Ticaret teorilerinin dayandığı temel varsayımlar şunlardır: - Ekonomi tam istihdamdadır. - Uluslararası ticaret iki ülke arasında yapılmaktadır. - Ticarete yalnız iki mal konu olmaktadır. - Nakliye, sigorta gibi giderler yoktur. - Ticaret takas yoluyla olur. - Üretim faktörleri ülke içinde hareketli, ülkeler arasında ise hareketli değildir. - Teknoloji, faktör arzları ve işgücü yeteneği veri kabul edilmiştir. Ticaret teorisinin dayandığı bu temel varsayımları aşağıdaki başlıklarla incelemek mümkündür: 1. Tam İstihdam: Daha önce verdiğimiz doktor-sekreter örneğinde kişinin doktorluk mesleğini yaparak tüm gününü doldurduğunu varsaydık. Eğer bu varsayımı biraz daha daraltırsak uzmanlaşmanın yararları beklediğimizden daha az olabilir. Eğer doktor tüm zamanını doktorluk yaparak dolduramıyorsa, mesleğinin yüksek gelirinden fedakârlık etmeksizin arta kalan zamanında sekreterlik işlerini de yürütebilir. Mutlak ve karşılaştırmalı üstünlük teorilerinin her ikisi de tam istihdam varsayımına dayanır. Eğer ülkelerin kullanılmayan kaynakları varsa kendi kullanılmayan kaynaklarını üretime dâhil etmek için ithalatı kısıtlamaya çalışabilirler. 2. Ekonomik Etkinlik Hedefi: Doktor-sekreter örneğimizde varsayılan hem sekreterlik hem de doktorluğu yapabilen kişinin temel ilgi alanının kârı maksimum yapmak ya da maksimum ekonomik etkinliğe ulaşmak olduğudur. Yine de doktorun tüm zamanını tıbbi işlere ayırmamasının birçok nedeni olabilir. Yöneticilik işlerini daha rahatlatıcı bulabilir ya da bu tür işleri yapmanın kendisini daha çok tatmin ettiğini düşünebilir. İşe yeni alınacak bir sekretere güvenmeyebilir. Gelecekte yöneticilik işlerinin tıptan daha fazla gelir getireceğini düşünerek kendisinde var olan yöneticilik becerilerini korumak için ofis işlerini kendisi yürütebilir. Ülkelerin de üretimde etkinliğin dışında takip ettikleri başka çıkarlar vardır. Teknolojik değişimden ve fiyat değişimlerinden çok etkilenmemek için aşırı uzmanlaşmayı istemeyebilirler. Örneğin Portekiz şaraptaki fiyat değişimlerinden endişe duyabilir ya da iktisadi hedeflerin dışında hedefleri vardır. Bir politikacı çıkıp bu ülke ile ticaret yapmak bizim kültürel değerlerimize uymaz diyebilir. Ya da politik olarak daha yakın gördüğü bir ülke ile ekonomik çıkarları ikinci plana iterek ticari ilişkileri geliştirmeye çalışabilir. Yani ekonomik etkinliğe ulaşmak her zaman ilk hedef olmayabilir. Ekonomik etkinliğin dışında amaçlar gözetilerek gerçekleştirilen ya da gerçekleştirilmeyen dış ticaret işlemlerine yakın tarihimizden örnekler nelerdir? rak’ın Kuveyt’i işgali sonrasında Irak’a uygulanan ambargo nedeniyle bu ülke ile olan ticaretimiz durdurulmuştur. Ekonomik olarak kârlı bir ticaret olmasına rağmen diğer faktörler göz önüne alınarak bu karar uygulanmıştır. 3. Kârların Bölüşümü: Uzmanlaşma sayesinde ticaret yapan ülkelerin tümü bu işten kazançlı çıksa da, daha önce tartışılan konularda artan üretimin ülkeler arasında nasıl paylaşılacağına değinilmemiştir. Buğday ve şarap örneğimizde eğer hem İngiltere hem de Portekiz artan üretimden pay alırlarsa, her ikisi de uzmanlaşma ve ticaret sayesinde ekonomik olarak daha iyi bir duruma gelebilirler. Fakat politikaları uygulayan devlet görevlileri de dâhil olmak üzere birçok kişi mutlak büyümenin yanı sıra nispi ekonomik büyüme ile de ilgilenirler. Burada nispi ekonomik büyüme ile anlatılmaya çalışılan ticari ortaklarla karşılaştırıldığında ortaya çıkacak durumdur. Eğer ticari ortağın artan kazancın büyük bir bölümünü aldığını düşünürlerse, nispi kayıpları önlemek için mutlak kazançtan vazgeçebilirler. 4. İki Ülke, İki Ürün: Basitlik açısından Smith ve Ricardo sadece iki ülke ve iki üründen oluşan küçük bir dünya varsaymışlardır. Daha önce verilen örneklerde biz de aynı varsayımı sürdürdük. Gerçekçi görünmemekle birlikte bu varsayım teorinin yararlılığını azaltmaz. Ekonomistler çok ürün ve çok ülkenin dâhil olduğu ticari ilişkilerde verimlilik üstünlüğünü göstermek için aynı mantığı kullanırlar. 5. Taşıma Giderleri: Uluslararası ticaret teorisi analizlerinde genellikle taşıma giderleri sıfır kabul edilir. Oysa malların ihracatçıdan ithalatçıya ulaştırılması için taşıma giderleri adı altında bir bedel ödemek gerekir. Özellikle uzak ülkeler arasındaki taşıma bedellerinin yüksek olması önemli bir ticari engeldir. Taşıma giderleri önce ithalatçı ve ihracatçı ülkelerde malların fiyatlarını etkiler. Yani ilk aşamada uluslararası ticarete doğrudan etkisi vardır. Daha sonra ise üretimin ve endüstrilerin kuruluş yerini belirleyerek dolaylı bir etkide bulunur. Taşıma giderleri malları bir yerden başka bir yere taşımak için yapılması gereken giderlerin tümünü kapsar. Bunlar arasında navlun, yükleme boşaltma giderleri, sigorta giderleri ve benzerleri yer alır. Taşıma giderlerinin de analize katılması durumunda dış ticaretin gerçekleşebilmesi için ticaret öncesi iki ülke arasındaki fiyat farkının, malı bir ülkeden diğerine ulaştırmak için gerekli olan gider tutarından büyük olması gerekir. Bu koşulu yerine getiren mallar ticarete konu olan yani ticari mallardır. Birçok mal ve hizmetin uluslararası ticarete konu olamamasının nedeni taşıma giderlerinin çok yüksek olmasıdır. Başka bir deyişle bu malların taşıma giderleri, ülkeler arasında ticaret öncesi fiyat farkını aşmaktadır. Bu tür mallara da ticaret dışı mallar adı verilir. Örneğin çimentonun ağırlığı değerine göre çok yüksek olduğundan uzak ülkeler arasında bu malın ticareti yapılamaz. Genel olarak, ticaret dışı malların fiyatı ülke içi arz ve talebe, ticari olanların fiyatı ise dünya piyasalarının arz ve talep koşullarına bağlıdır. Taşıma giderleri bazen önemli bir maliyet kalemi olduğundan endüstrilerin kuruluş yerlerinin belirlenmesinde de etkili olabilir. Buna göre endüstriler kaynağa yönelimli, pazara yönelimli ve serbest endüstriler olmak üzere üç grupta incelenebilir: Uluslararası İşletmecilik Bölüm II - Uluslararası Ticaretin Ekonomi Teorisi 8 1. Kaynağa Yönelimli Endüstriler: Üretim sürecinde hacmini yitiren ya da ağırlığı azalan ürünlerden oluşur. Bu tür endüstriler kaynağa yakın yerlere kurulur. Böylelikle ağır girdilerin üretim tesisine taşınmasına gerek kalmaz. 2. Pazara Yönelimli Endüstriler: Üretim sürecinde ağırlığı artan ürünleri kapsar. Bu tür endüstriler üretimin tamamlanmasından sonra taşıma giderlerinden tasarruf sağlamak için pazara yakın yerlere kurulur. Çünkü girdileri pazarın bulunduğu bölgeye taşımanın maliyeti üretilmiş malı taşımanın maliyetinden daha düşüktür. 3. Serbest Endüstriler: Bazı ürünlerde ise üretimin kaynağa yakın ya da pazara yakın yerde yapılması taşıma maliyetleri açısından önemli bir üstünlük sağlamaz. Bunlar, iki uçtan herhangi birisinde kurulabilirler. Kaynağa yönelimli ve pazara yönelimli endüstrilere örnek verebilir misiniz? Şeker sanayi, demir çelik sanayi kaynağa yönelimli endüstrilere örnek olarak gösterilebilir. Otomobil montajı ise pazara yönelimli endüstrilere güzel bir örnektir. 6. Üretim Faktörlerinin Hareketliliği: Mutlak ve karşılaştırmalı üstünlük teorileri, kaynakların bir üründen diğer ürüne gider yapmadan aktarılabildiğini varsayarlar. Fakat bu varsayım her zaman geçerli olmayabilir. Örneğin Hindistan’daki bir demir çelik işçisi, Kaliforniya’daki bir yazılım geliştirme işine kolayca aktarılamaz. İşçinin böyle değişik bir işkolunda çalışacak becerisi yoktur ya da düzenini değiştirip yeni bir yere taşınmak istemeyebilir. Ya da daha önce verdiğimiz örneklere dönersek Portekiz’de buğday üretilen topraklar şarap üretimi için uygun değildir. Bu teorilerde aynı zamanda kaynakların uluslararası hareket edemeyecekleri varsayılmıştır. Fakat kaynaklar dünyanın herhangi bir yerine gidebilmekte ve bu hareket kabiliyeti her geçen gün artmaktadır. Örneğin binlerce Sri Lanka’lı çalışmak için orta doğuya gitmektedir. Fakat gene de kaynakların yurt içinde hareketi uluslararası hareketinden daha kolaydır. 7. Hizmetler: Mutlak ve karşılaştırmalı üstünlük teorileri hizmetlerle değil mallarla ilgilenir. Fakat dünya ticaretinde hizmetlerin payı her geçen gün artmaktadır. Bu gerçek teorileri tamamen kullanım dışı bırakmaz çünkü kaynaklar hizmetlerin üretimine de gitmek zorundadır. Örneğin ABD’nin yabancı ülkelere en fazla sattığı hizmet eğitim hizmetidir. Birçok yabancı öğrenci ABD üniversitelerine kabul için başvurur. Fakat ABD’liler dışarıdan yabancıların ABD’den aldığından daha fazla taşıma hizmeti almaktadır. Uluslararası taşımacılıkta ABD’nin kendi kendine yetebilmesi için, ABD’nin kaynaklarını daha etkin kullanım alanları olan yüksek öğretim ya da rekabet edebilen sektörlerden çekip taşıma işine yöneltmesi gerekir. Bu ise çok mantıklı bir hareket olmaz. 7. Ülke Büyüklüğü Teorisi Mutlak ve karşılaştırmalı üstünlük teorileri ülkeden ülkeye farklılıklara değinmez ve uzmanlaşma sonrasında hangi ürünlerin ne kadar ticaretinin yapılacağını açıklamaz. Fakat ülke büyüklüğüne dayanan araştırmalar bu farklılıkları açıklamaya yardımcı olur. Kaynakların Çeşitliliği Ülke büyüklüğü teorisinin söylediğine göre geniş toprakları olan ülkelerde değişik iklim çeşitleri ve çeşitli doğal kaynaklar bulunur. Bu da ülkeleri küçük ülkelere göre daha kendine yeterli hale getirir. Brezilya, Çin, Hindistan, ABD gibi birçok büyük ülke, küçük ülkelere göre tüketimlerinin daha az bir bölümünü ithal ederken, üretimlerinin de daha az bölümünü ihraç ederler. Uruguay, Hollanda ve İzlanda bu tür küçük ülkelere örnek verilebilir. Taşıma Giderleri Her ne kadar Mutlak Üstünlük Teorisi ticarette taşıma maliyetlerini dikkate almasa da, bu maliyetler küçük ve büyük ülkeleri farklı etkilemektedir. Normal olarak aradaki mesafe arttıkça taşıma maliyetleri artmaktadır. Üretim yeri ile pazar arasındaki ortalama uzaklık büyük ülkelerin uluslararası ticaretinde daha fazladır. Örneğin varsayalım ki belirli bir ürünün taşınacağı en uzak yer 100 km mesafede olsun, çünkü daha uzak mesafelerde fiyatlar çok yüksektir. ABD’de birçok üretim bölgesi ile pazar arasındaki mesafe 100 km’den daha uzaktır. Fakat Hollanda’da hemen hemen tüm üretim bölgesi ve pazar arasındaki uzaklıklar sınırdan sonra 100 km’lik bölge içindedir. Taşıma maliyetlerindeki üstünlükleri nedeniyle küçük ülkeler uluslararası ticarete daha yatkındır, çünkü ürünlerini sınır dışına çıkartmalarının maliyeti düşük olacağından harcadıkları çabaya değecektir. Ekonominin Büyüklüğü ve Üretim Ölçeği Her ne kadar topraklarının genişliği bir ülkenin büyüklüğünü belirlemede en belirgin ölçüt olsa da ülkeler ekonomik büyüklük açısından da karşılaştırılabilir. Kişi başına düşen geliri yüksek olan büyük ekonomiler teknoloji yoğun malların üretimine daha yatkındır. Bunun nedeni bu ülkelerin ilk önce kalabalık nüfuslarına yetebilmek için teknolojilerini geliştirmeleridir. Daha sonra, bu kendileri için ürettikleri mallar ihraç pazarında diğer ülke ürünleri ile rekabet edebilmektedir. Karşılaştırmalı üstünlük kazanmak için uzun üretim süreçlerinin önemli olduğu endüstrilerde, firmalar üretimlerini birkaç ülkede gerçekleştirirler ve bu ülkeleri ihracatları için üs olarak kullanırlar. Uzun üretim süreçlerinin önemi olmaması durumunda ise firmalar ihracatlarını azaltmaya çalışırlar. Bunun yerine sadece üretimi gerçekleştirdikleri ülkede satış yapmayı tercih ederler. Buna ek olarak araştırma ve geliştirmeye yapılan yüksek harcamalar firmalar için yüksek sabit maliyetlerdir. Bu nedenle küçük bir ülkenin teknoloji yoğun şirketi yurtdışına satış yapmaya büyük bir yerel pazarı olan firmadan daha çok ihtiyaç duyar. 8. Faktör Oranları Teorisi Uluslararası İşletmecilik Bölüm II - Uluslararası Ticaretin Ekonomi Teorisi 9 Mutlak ve Karşılaştırmalı Üstünlük Teorilerinin varsayımına göre pazar mekanizması üreticileri en etkin ürettikleri ürünlere yönlendirirken üretimde etkinlik sağlayamadıkları ürünlerden uzak tutar. Karşılaştırmalı Üstünlük Teorisine göre, aralarındaki üretim maliyetleri farklı olduğu sürece, ülkeler karlı dış ticaret yapabilirler. Fakat bu analizde eksik kalan önemli bir nokta vardır. Bu nokta uluslararası ticaretin asıl nedeninin yani üretim maliyetlerinin neden farklı olduğunun açıklanmamasıdır. Ricardo bunu emek verimliliğinin uluslararası farklılığına bağlamış, fakat emeğin veriminde farklılık doğuran nedenlere değinmemiştir. Oysa bu soru açık bir şekilde cevaplanmadıkça Karşılaştırmalı Üstünlükler Teorisinin yeterli bir çözüme kavuştuğu söylenemez. 1930′lu yıllarda karşılaştırmalı üstünlükler teorisinin bu eksikliğini gidermek üzere Eli Heckscher ve Bertil Ohlin ülkelerin üretim faktörlerine dayanan Faktör Oranları Teorisini geliştirmişlerdir. Bu iktisatçıların isimlerinden dolayı teoriye Heckscher-Ohlin Teorisi de denmektedir. Faktör Oranları Teorisi oldukça basit ve rasyonel bir düşünceye dayanır. Teoride savunulan ana düşünce şu şekilde özetlenebilir: Heckscher-Ohlin Teorisine göre, bir ülke hangi üretim faktörüne zengin olarak sahipse, üretimi o faktörü yoğun biçimde gerektiren mallarda karşılaştırmalı üstünlük elde eder, yani onları daha ucuza üretir ve o alanlarda uzmanlaşır. Eğer bir ülke emeğe göreceli olarak daha yoğun sahipse bu ülkede emek yoğun mallar daha ucuza üretilir. Bunun gibi sermaye faktörüne daha yoğun olarak sahip ülkelerde de sermaye yoğun malların ucuza üretilmesi gerekir. Faktör Oranları Teorisine dayanarak, Portekiz yöneticileri ülkelerinin, bol bulunan emeğin yoğun olarak kullanıldığı ürünlerde karşılaştırmalı üstünlüğe sahip olduğunu söyleyebilirler. Hong Kong ve Hollanda gibi toprakların büyüklüğüne göre nüfusun fazla olduğu ülkelerde toprak fiyatları çok yüksektir. İklim veya toprak çeşidine bakılmaksızın Hong Kong ve Hollanda gibi ülkeler yün veya buğday gibi üretiminde geniş araziler gereken ürünlerle ilgilenmezler. Avusturya ve Kanada gibi toprağın nüfusa göre bol olduğu ülkelerdeki şirketler bu tür ürünlerle ilgilenirler. Üretim tesislerinin büyüklükleri de bu teoriyi destekler niteliktedir. Örneğin Hong Kong’da en başarılı endüstriler, teknoloji sayesinde, çalışan işçi sayısına göre minimum çalışma alanına sığabilen şirketlerdir. Giyim endüstrisi buna güzel bir örnektir. Fakat Hong Kong geniş alanlar gerektiren otomobil endüstrisinde rekabet edemez. Yatırım için sermayenin kıt olduğu ülkelerde ve işçi başına yatırımın düşük olduğu yerlerde, yöneticiler işçi maaşlarının düşük olmasını beklerler ve ihraç ürünlerini üretiminde sermayeden çok işçi gerektiren ürünlerin arasından seçerler. Örneğin sermayeye göre emeğin bol olduğu İran’da el yapımı halı üretimi yaygındır. Hem görünüşleri hem de üretim teknikleri açısından farklı olan bu halılar endüstrileşmiş ülkelerde makineler tarafından ucuz sermaye ile dokunan halılardan kolaylıkla ayrılabilir. Fakat Faktör Oranları Teorisi üretim faktörlerinin homojen olduğunu varsayar. İşçilerin becerileri aslında ülkeler arasında farklılık göstermektedir. Çünkü herkes farklı eğitimler almış ve farklı tecrübeler edinmiştir. Alıştırmalar ve eğitim geleneksel sermaye ölçütleri olmayan sermaye harcamaları gerektirir. Eğer Faktör Oranları teorisi değişik işçi gruplarını ve bu grupları eğitmek için yapılan sermaye yatırımını hesaba katarsa geçerliliğini sürdürür. Örneğin bir sanayi ülkesinin ihracatı bilim adamları ve mühendisler gibi eğitimli kadrolarını gelişmekte olan ülkelere ihraç ediyorsa bu ülkeler bol olan üretim faktörlerini kullanıyor diyebiliriz. Gelişmekte olan ülkelerin ihracatı ise yeteneksiz işçileri kapsar. Değişik ülkelerde işçilerin yetenekleri arasındaki bu farklılıklar belirli bir malın üretilmesinde daha fazla uluslararası uzmanlaşmayı gerektirir. Örneğin bir firma araştırma işlerini ve yönetim faaliyetlerini nüfusun yüksek eğitimli olduğu ülkelerde sürdürürken, üretim faaliyetlerini vasıfsız ve ucuz işçilerin bulunduğu ülkelerde gerçekleştirebilir. Aynı ürün emek yoğun ya da sermaye yoğun gibi değişik yöntemlerle üretildiğinde faktör oranları analizi daha karmaşık hale gelmektedir. Örneğin Kanada’da emeğe oranla düşük maliyetli sermaye daha bol olduğundan Kanada buğdayı sermaye yoğun yöntemlerle üretebilir. Bunun aksine Hindistan ucuz işgücünün bol olması nedeniyle buğday üretimini daha az makine kullanarak emek yoğun yöntemlerle gerçekleştirmeyi tercih eder. Sonuç olarak yöneticiler her bölgedeki maliyetleri karşılaştırarak, maliyeti en aza indiren üretim yöntemini belirlemelidirler. Ülkemizde buğday üretiminin yaygın olmasını Heckscher-Ohlin teorisine göre açıklayabilir misiniz? Heckscher-Ohlin teorisine göre bir ülke hangi üretim faktörüne zengin olarak sahipse, üretimi o faktörü yoğun biçimde gerektiren mallarda karşılaştırmalı üstünlük elde eder. Buğday üretimi geniş topraklar gerektiren bir üründür. Ülkemizde de özellikle İç Anadolu’da tarıma ayrılabilen büyük arazilerin varlığı nedeniyle buğdayda karşılaştırmalı üstünlük elde edebilir. Heckscher-Ohlin modelinden türetilen üç tane teorem daha vardır. Bunlar Faktör fiyatları eşitliği teorisi, Stolper Samuelson gelir Dağılımı Teori ve Rybczynski teorisidir: 1. Faktör Fiyatları Eşitliği Teorisi: Bu teoriye göre eğer ticaret yapan iki ülke aynı sabit getirili üretim fonksiyonuna sahipseler ve uzmanlaşma olmadan her iki malı da üretiyorlarsa, her iki ülkede de hem mutlak hem de nisbi faktör fiyatları eşitlenecektir. Bu teoriye göre serbest ticaret ülkeler arasında faktör fiyatlarını eşitler ve bu bakımdan uluslararası serbest faktör hareketliliği ile aynı sonucu doğurur. 2. Stolper Samuelson Teorisi: Bu teori ile serbest ticaretin, ülkenin bol olarak sahip olduğu faktörün reel gelirini yükselteceği, kıt faktörün gelirini ise düşüreceği ortaya konmaktadır. 3. Rybczynski Teorisi: İki mallı ve iki faktörlü bir modelde, tam istihdam durumunda, eğer tek bir faktörün arzı artırılacak olursa, o faktörü yoğun olarak kullanan malda üretim genişler, diğer malda ise üretim daralır. Leontief Paradoksu Ülkelerin ihracatlarının sahip oldukları faktör yoğunluklarının etkisi altında geliştiğini ortaya koyan Faktör Donatımı Teorisi birçok ülke tarafından değişik veriler kullanılarak test edilmiştir. Bu testlerin çoğu teoriyi doğrularken bazı çalışmalarda ise paradoksal durumlar ortaya konmuştur. Bu paradoksların en ünlüsü Leontief paradoksudur. W. Leontief ABD ile ilgili olarak yapmış olduğu çalışmasında, bu ülkeyi sermaye yoğun mallar ihraç eden ülke olarak tespit etmeyi beklerken emek yoğun ülke bulmuştur. Bu bulgu da Heckscher-Ohlin Teorisi ile çelişmektedir. Çünkü görünüşte ABD sermaye yoğun bir ülkedir ve teoriye göre sermaye yoğun mallar ihraç etmelidir. Leonfief’in input-output tekniğiyle yaptığı ve ABD’nin ihracatı ile ithalat yerine ithalata rakip endüstrilerini kullandığı çalışmasında ABD’nin emek yoğun mallar ihraç edip sermaye yoğun mallar ithal ettiğini göstermiştir. Oysa ABD’nin o dönemde dünyanın en zengin sermaye Uluslararası İşletmecilik Bölüm II - Uluslararası Ticaretin Ekonomi Teorisi 10 stokuna sahip ülkesi olduğu düşünülürse Heckscher-Ohlin Modeline göre sermaye yoğun mallar ihraç edip emek yoğun mallar ithal etmesi gerekirdi. Leontief paradoksu diye bilinen bu sonuç iktisatçılar arasında şaşkınlık yaratmış ve yoğun tartışmalara yol açmıştır. 9. Uluslararası Ticarette Yeni Teoriler Leontief paradoksunun Heckscher-Ohlin Teorisi üzerine yarattığı tartışmalardan sonra 1960′lı yıllarda yeni teoriler ortaya atılmıştır. Bunların geliştirilmesi uluslararası iktisat teorisinin gelişimi açısından önemli bir adımdır. Çünkü uluslararası ticaret gibi büyüklü küçüklü iki yüz ülke arasında gerçekleşen ve binlerce mal ve hizmeti kapsayan geniş bir konunun tek bir teori ile tamamen açıklanabilmesi mümkün değildir. Farklı ticaret türlerinin açıklanması için çeşitli hipotezlerin geliştirilmesi mantıklı bir yaklaşımdır. Aşağıda bu yeni teorilerden bazılarına yer verilmiştir. Nitelikli İşgücü Teorisi Keessing ve Kenen’e göre sanayi ülkeleri arasındaki dış ticaretin büyük bir bölümü nitelikli işgücü farklılıkları ile açıklanabilir. Bu görüşe göre belli türlerdeki mesleki veya nitelikli işgücü bakımından zengin ülkeler, üretimi büyük ölçüde bu faktörlere bağlı mallarda uzmanlaşırlar. Diğer tarafta, niteliksiz emeğe bol olarak sahip ülkeler ise niteliksiz emek faktörünü içeren malların üretiminde üstünlüğe sahip olurlar. Buradan da anlaşılacağı gibi Nitelikli İşgücü Teorisi ile faktör donatımı teorisi arasında büyük bir benzerlik vardır. İşgücünün eğitilmesi ve sermayenin yaratılması tasarrufu gerektirir. Gerçekte nitelikli emek yoğun mallarla sermaye yoğun mallar genellikle birbirinin aynısıdırlar. Bu nedenle bazı iktisatçılara göre ikisi türetilmiş kaynaklar adı altında birleştirilebilir. Heckscher-Ohlin teorisinin bu yönde değiştirilmiş şekline Neo-Faktör Donatımı Teorisi (yeni faktör) denmektedir. Teknoloji Açığı Teorisi Bu teori Posner tarafından ortaya atılmıştır. Teoriye göre sanayileşmiş ülkeler arasındaki ticaretin büyük bir bölümü yeni mal ve üretim süreçlerine dayalıdır. Bunlar sanayileşmiş ülkelerde kurulan yeni teknolojiye sahip üretim tesislerinde gerçekleştirilir. Yenilikler patent ve fikri hak yasaları ile korunur. Diğer bir deyişle bir yeniliği ilk kez bulan firma onun monopolcüsü olur. Başkalarının o buluşu izinsiz kullanması yasalarla önlenir. Dolayısıyla teknoloji açığı hipotezine göre, yeni bir mal geliştiren sanayileşmiş ülkeler bu malın ilk ihracatçısı olurlar. Ancak daha sonra teknolojik taklit yoluyla ya da malın serbest mal durumuna gelmesinden sonra bazı ülkeler ucuz emek yoluyla ya da doğal kaynak üstünlükleri sayesinde bu malı geliştiren ülkeden daha ucuza üretebilirler. Böylece söz konusu mal daha az gelişmiş ülkeler tarafından ihraç edilmeye başlanır. Malı ilk icat edenler bu ülkelerle rekabet edemedikleri için az gelişmiş ülkelerden ithal etmeye başlarlar. İngiltere’nin tekstil ürünleri ithal etmesi teknoloji açığı teorisiyle açıklanabilir mi? Bir zamanlar İngiltere dünyanın en büyük tekstil ihracatçısı idi. Fakat az gelişmiş ülkelerin ellerindeki ucuz emeği kullanarak tekstil üretimine başlamasından sonra İngiltere’nin üretimi azaldı hatta bu ürünleri ithal etmeye başladı. Diğer sektörlere de bakıldığında çoğu üretim teknolojisinin ileri sanayi ülkelerinde geliştirildiği ve kısa bir gecikmeden sonra kitlesel üretime az gelişmiş ülkelerde geçildiği görülür. Ürün Dönemleri Teorisi Ürün dönemleri hipotezi teknoloji açığı hipotezinin genelleştirilmiş ve geliştirilmiş bir şeklidir. Vernon tarafından ortaya atılmıştır. Vernon’a göre her ürünün piyasaya giriş, büyüme, olgunluk ve düşüş dönemleri vardır. Dünya piyasalarında ticareti yapılan ürünün nerede üretileceği, ürünün hangi dönemde olduğuna bağlıdır. 1. Aşama: Piyasaya Giriş Birçok yeni ürün, gelir düzeyi yüksek, gelişmiş ülkelerde üretilerek dünya pazarlarına buradan ihraç edilir. Bunun nedeni bu ülkelerdeki sermayenin bolluğu, nitelikli işgücü ve satınalma gücü de yüksek olan halkın yeni ürün talebidir. İlk önce ürün geliştirilir, üretilir ve ülke içinde satışa sunulur. Yeni malın üretimi önce ufak çapta yapılır. Üretim sürdürüldükçe üretime ilişkin sorunlar çözümlenir ve ürün geliştirilir. Firmalar yeni ürün geliştirirler çünkü bunu talep eden ve ihtiyaç duyan hazır pazarları vardır. Örneğin bir Fransız firması önce Fransa pazarı için yeni ürün geliştirir ve pazara sürer. Teorik olarak firma bir ürünü geliştirdikten sonra dünya pazarında herhangi bir yerde de satabilir. Fakat uygulamada üretimin ve satışın ilk aşaması yerel pazarda gerçekleşmektedir. Çünkü malın geliştirilmesinde destek sağlayan onlardır. Böylece firma hem geribildirimi daha çabuk alabilir hem de taşıma maliyetlerinden kurtulmuş olur. Firmalar teknolojiyi ya yeni bir ürünün yaratılmasında kullanırlar ya da eski ürünlerin değişik yöntemlerle üretilmesinde kullanırlar. Bunu yaparken de hangisi kendilerine üstünlük sağlayacaksa onu tercih ederler. Teknolojik yenilikler ve yeni malların geliştirilmesi ileri sanayileşmiş ülkelerde olur. Bu durum yüksek derecede eğitilmiş işgücünün ve AR-GE’ ye yapılan göreceli yüksek harcamaların bir sonucudur. Örneğin dünyada en fazla AR-GE harcaması yapan ilk 50 şirketin tamamı gelişmiş ülkelerde yer almaktadır. Ürünün başlangıç döneminde ülkeler üretimlerinin küçük bir bölümünü, ürünü duyan ve ısrarla arayan müşterileri için ülke dışına satabilirler. Sattıkları ülkeler de genelde diğer gelişmiş ülkelerdir. Çünkü yeni ürünler için harcayacak parası olan ve yeni ürünler talep eden müşteri kitlesi bu ülkelerde bulunur. Bu aşamada gerçekleştirilen üretim diğer dönemlere göre daha emek yoğun olur. Çünkü üretim süreci henüz standart hale getirilmemiştir ve pazardan gelen geribildirime göre ürünün özelliklerinde hızlı değişiklikler yapmak gerekebilir. Bu da sermaye yoğun otomasyon üretime göre daha emek yoğun bir üretim şeklidir. Buna ek olarak ürünün büyük ölçekte üretilmesi için gerekli olan makineler daha sonra kurulur. Çünkü ilk önce ürünün satışından elde edilecek gelirin makinelerin yüksek maliyetini karşılayabilecek düzeyde Uluslararası İşletmecilik Bölüm II - Uluslararası Ticaretin Ekonomi Teorisi 11 olup olmadığının denenmesi gerekir. Ürünün ilk üretimi emek maliyetinin yüksek olduğu gelişmiş ülkelerde gerçekleştirilir. Bir görüşe göre maliyeti yüksek emek ile üretimin gerçekleştirilebilmesi üreticinin tekelci gücünden kaynaklanır. Çünkü üreticinin başlangıçta rakibi yoktur ve bu da ilerideki fiyat düşüşlerini bekleyemeyecek kadar sabırsız ve varlıklı müşterilere maliyetlerin yansıtılabilmesini sağlar. Diğer bir görüş ise gelişmiş ülkelerin eğitilmiş ve nitelikli işgücü sayesinde üretim aşamasındaki sorunların giderildiği şeklindedir. Üretimde otomasyona geçildikten sonra nitelikli işgücüne ihtiyaç kalmaz çünkü vasıfsız işçiler de sürekli aynı işleri tekrarlayacaklarından kolayca eğitilebilirler. 2. Aşama: Büyüme Dönemi Yeni ürünün satışları artınca rakipler piyasaya girmeye başlar. Aynı zamanda dünya pazarlarında ve özellikle gelişmiş ülkelerde talep artmaya başlar. Aslında dışarıdan gelen talep orada üretim yapmayı ve taşıma maliyetlerinden kurtulmayı gerektirecek kadar yüksektir. Fakat yabancı ülkede kurulan üretim tesisinin çıktısının tamamı o ülkede kalır. Örneğin ürünü geliştiren ABD’de ve ek üretim tesisi de Japonya’da olsun. Japonya’daki üretici sadece Japonya’da satış yapar. Bunun birkaç nedeni vardır. 1. Japon pazarında ürün için her geçen gün artan bir talep vardır. 2. Üretici Japon tüketicisinin zevklerine göre üründe bazı değişiklikler gerçekleştirmiştir. 3. Japonya’da üretimin başlangıç maliyetleri hala çok yüksek olabilir. Ülke içinde ve dışında satışlar hızla arttığı için, firmaların üretim teknolojilerini arttırmaları için teşvikler vardır. Fakat pazardan pay kapmaya çalışan rakiplerin üründe yaptıkları değişikliklerden dolayı üretim teknolojisi yeterince geliştirilemeyebilir. Yani bu aşamada da üretim gittikçe azalsa da hala emek yoğun olabilir. Ürünü geliştiren ülke bu aşamada ihracatını arttırır fakat bazı önemli ihraç pazarlarını da bu ülkelerdeki yerel üreticilere kaptırabilir. 3. Aşama: Olgunluk Dönemi Ürünün olgunluk aşamasında bazı ülkelerde ürüne talep artarken bazılarında da azalır. Bu aşamada ürün büyük ölçüde standart hale geldiğinden maliyet unsuru önemli bir silah haline gelir. Üretim tesislerinin kapasiteleri arttırılarak ölçek ekonomileri sayesinde birim maliyetler azaltılır. Birim maliyetlerin düşmesi ürüne gelişmekte olan ülkelerden de talep yaratır. Standart üretimin maliyetini düşürmek için üretim, örneğin işçi ücretlerinin düşük olduğu öteki ülkelere kaydırılır. Çünkü ürünü geliştiren ülkede yüksek derecede yetenekli işgücü dolayısıyla üretim maliyetleri göreceli olarak yüksektir. Artık AR-GE harcamalarına ve yüksek mühendislik becerilerine sahip emeğe gerek kalmayan bu aşamada, üretimin başka ülkelere kaydırılması daha ekonomik duruma gelir. Yenilikçi ülkede hala bir kısım mal üretilir. Ancak malın lisansını alan düşük maliyetli yeni üreticilerin ihracat piyasalarını ele geçirmeleri ile yenilikçi ülkenin ihracat hızı kesilir. 4. Aşama: Düşüş Dönemi Ürün düşüş dönemine girdiğinde olgunluk aşamasında başlayan gelişmeler hızlanarak devam eder. Tüketiciler devamlı yeni ürünler talep ettiklerinden gelişmiş ülkelerdeki talep azalması daha hızlı olur. Bu dönemde çok önemli hale gelen pazar ve maliyet unsurları üretimin tamamının gelişmekte olan ülkelerde yapılmasını gerektirir. Başka bir deyişle ürünü geliştiren ve başlangıçta diğer ülkelere ihraç eden ülke ithalatçı konumuna gelmiş olur. Artık sıra yeni teknolojik buluşların aranmasına gelir. Aslında bir yandan bu süreç oluşurken, diğer yandan da başka yenilikler peşinde koşulmaktadır. Dolayısıyla yeniliklerin ortaya çıkması kesintisiz bir süreçtir. Tercihlerde Benzerlik Teorisi Şimdiye kadar incelediğimiz teorilerin tümünde ortak bir özellik vardır: Bir ülke hangi üretim gücüne zengin olarak sahipse bu faktöre yoğun biçimde ihtiyaç gösteren malları ihraç etmelidir. Aralarındaki fark hangi etkene daha fazla ağırlık verileceğiyle ilgilidir. Bazı teoriler faktör oranları üzerinde dururken, bazıları da nitelikli işgücü, işletme yönetimi, piyasa hacmi, ya da teknolojik üstünlük gibi faktörlerin üzerinde durmuştur. İsveçli iktisatçı Brunstam Linder ise tamamen farklı bir yaklaşımla yeni bir teori oluşturmuştur. Tercihlerde Benzerlik adı verilen bu teoriye göre homojen nitelikte olmayan ürünlerin ticareti üretim maliyetlerinden çok ülkeler arasındaki zevk ve tercihlerin benzerliğine bağlıdır. Diğer bir deyişle, sanayi malları üzerindeki ticareti belirleyen asıl faktör arz koşullarından çok talep koşullarıdır. Bir ülkede firmalar, halkın çoğunluğu tarafından talep edilen malları üretirler. Bunlar aynı zamanda ülkenin ihraç edeceği ürünleri oluşturur. Ülkenin iç piyasası için ürettiği ürünleri ihraç edebileceği en uygun dış pazarlar ise tercihleri kendisininkine benzeyen öteki ülkelerdir. Ülkemizden salyangoz ihraç edilmesi Tercihlerde Benzerlik Teorisi ile açıklanabilir mi? Hayır açıklanamaz. Her tür dış ticaret işleminin tek bir teori ile açıklanması mümkün değildir. Salyangoz ihraç etmemiz ülkemizde salyangoza olan talebin çok yüksek olmasını gerektirmez. Ülkemizde talebi olmayan ve kullanılmayan bir mal da eğer ülke dışından talebi varsa ihraç edilebilir. Ülke Benzerliği Teorisi Şimdiye kadar incelediğimiz ve neden ülkelerarası ticaretin gerçekleştiğini açıklamaya çalışan teoriler ülkeler arasındaki farklılıklar üzerinde durmuşlardı. Bu teoriler birbirine benzemeyen ülkeler arasındaki ticareti, örneğin gelişmiş bir ülke ile gelişmekte olan bir ülke arasında ya da iklim koşulları birbirinden tamamen farklı iki ülke arasındaki ticareti açıklamaya çalışmışlardı. Bu teorilerin ortaya koyduğu mantığa göre iki ülke arasında farklılıklar ne kadar fazla ise aralarında ticaret gerçekleşmesi olasılığı o kadar yüksektir. Örneğin, ülkelerin iklim koşullarındaki büyük değişiklikler bu ülkelerde çok farklı tarımsal ürünlerin yetişmesine neden olacaktır. Ülkelerin emek ve sermaye bakımından yoğunlukları etkin üretimini gerçekleştirecekleri ürünleri belirleyecektir. Ülkelerin yeni ürün yaratma kapasiteleri ürünün dönemleri boyunca hangi ülkede üretileceği konusunda önemli bir belirleyicidir. Uluslararası İşletmecilik Bölüm II - Uluslararası Ticaretin Ekonomi Teorisi 12 Gelişmiş ülkelerin iktisadi benzerlikleri, ülkeler arasındaki ticari ilişkiler incelendiğinde dünya ticaretinin çoğunun benzer özellikler taşıyan ülkeler arasında gerçekleştiği görülür. Örneğin, sanayileşmiş ya da gelişmiş ülkelerin birbirleriyle gerçekleştirdikleri ticaret gibi. Örneğin, ABD dünya ticaretinde önemli bir yere sahiptir ve en büyük 10 ticari ortağından 8 tanesi sanayileşmiş ya da yeni sanayileşen ülkelerdir. Global olarak bakarsak dünya ticaretinde en büyük paya sahip 12 ülkeden 11 tanesi sanayileşmiş ya da yeni sanayileşen ülkelerdir. Yani günümüzdeki ticari ilişkiler, ticaretin olması için ülkeler arasında farklılığın olması gerektiğini savunan geleneksel teorilere pek uymamaktadır. Günümüzde sanayileşmiş ülkeler arasındaki ticaretin artmasının nedeni tarımsal ürünler ve hammadde gibi doğal üstünlüklerin yerini ürün teknolojisi gibi kazanılmış üstünlüklerin almasıdır. Ülke benzerliği teorisine göre bir firma ulusal pazardaki şartlara göre yeni bir ürün geliştirdiğinde, daha sonra bu ürünü ülke dışında satmak istediğinde kendi yerel pazarına en çok benzeyen ülkeyi tercih edecektir. Sanayileşmiş ülke pazarları yeni ürün çeşitlerine açıktır. Değişik ülkelerden firmalar farklı ürün çeşitleri getirirler ve her biri pazarda pay sahibi olabilir. Bu teori neden otomobillerin hem ABD’nin en büyük ithalat kategorisinde hem de en büyük ikinci ihracat kategorisinde olduğunu açıklamamıza yardımcı olur. Her ne kadar sanayileşmiş ülke pazarları benzer talep koşullarına sahip olsa da, ülkeler araştırmalarını ve kaynaklarını belli sektörlerde yoğunlaştırarak bazı alanlarda kazanılmış üstünlük elde etmeye çalışırlar. Örneğin Almanya geleneksel olarak makinelerde ve parçalarında üstünken İsviçre ise eczacılık alanında güçlüdür. Dünya ticaretinde sanayileşmiş ülkelerin önemi uzmanlaşmanın yanında bu ülkelerin ekonomik büyüklüklerinin sonucudur. Diğer bir deyişle, bu ülkeler hem ulusal hem de uluslararası düzeyde çok sattıklarından üretimleri de çok fazladır. Buna ek olarak çok fazla üretim sonucunda gelirler artar ve ülke vatandaşları hem ulusal pazardan hem de yabancı ülkelerden daha fazla ürün satın alabilirler. Gelişmekte olan ülkelerin ticaretlerinin çok küçük bir bölümü diğer gelişmekte olan ülkelerle olmaktadır. Bunun yerine sanayileşmiş ülkelere hammadde ve emek yoğun yöntemlerle üretilmiş mamul ürün satıp karşılığında yeni ve gelişmiş teknoloji ürünlerini satın alırlar. Her ne kadar ülke farklılıklarını ve benzerliklerini kullanan teoriler sanayileşmiş ülkeler ve gelişmekte olan ülkeler arasındaki ticari ilişkileri açıklasa da seçilen iki ülke arasındaki ticareti açıklamakta yetersiz kalmaktadırlar. Neden örneğin bir sanayileşmiş ülke gelişmekte olan bir ülkeden diğerlerinden daha çok mal satın almaktadır? Her ne kadar ticari ilişkilerin tümünü açıklamak için tek bir cevap veremesek de iki ülke arasındaki uzaklık dünya ticaretine yön veren önemli bir unsurdur. Örneğin Finlandiya Rusya’ya ihracat yapar çünkü Rusya’ya gönderilen mallar hem daha hızlı hem de daha ucuza ulaşır. Taiwan’ın bir bilgisayar firması olan Acer, Rus pazarına girmek için Finlandiya’da bir üretim tesisi kurmuştur. Çünkü ürünlerin Asya’dan gelmesi yüksek taşıma maliyetleri gerektirir. Burada neden üretim tesisini doğrudan Rusya’da kurmadığı sorusu akla gelebilir. Bunun cevabı ise Finlandiya’da bürokratik işlemlerin çok kolay halledilebilmesi ve ürünlerini Rusya’ya göre daha güvenli depolama koşullarıdır. Dil ve din gibi kültürel benzerlikler de ticaretin yönünü belirlemekte etken olabilir. İthalatçılar ve ihracatçılar kendilerine daha yakın hissettikleri kişilerle ticaret yapmak isteyebilirler. Birbirleri ile tarihi bağlantıları olan ülkeler arasında ticaret daha kolaydır. Geçmişte büyük imparatorluklar döneminde fethedilen ülkelerde karşılıklı etkileşimle ortak zevk ve tercihler geliştirilmiş olabilir. Ya da geçmişteki ticari ilişkiler günümüzün modern şartlarına göre yeniden canlandırılabilir. Ülkeler arasındaki politik ilişkiler ve ticari anlaşmalar ticareti hem olumlu hem de olumsuz yönde etkileyebilir. Örneğin, ABD ve Küba arasındaki politik anlaşmazlık iki ülke arasındaki ticaretin neredeyse yok olmasına neden olmuştur. ABD şeker ithalatını Küba yerine Meksika ve Dominik Cumhuriyeti’nden gerçekleştirmektedir. Ticareti olumlu yönde etkileyen anlaşmaya ise Avrupa Birliği’ne üye ülkelerin aralarındaki ticari engelleri kaldırmalarını örnek verebiliriz. Bu anlaşma ile üye ülkelerin toplam ticaretinin daha büyük bir bölümü grup içinde gerçekleşmeye başlamıştır. Askeri çatışmalar da ülkeler arasındaki geleneksel ticari ilişkileri bozar. Çünkü ülkeler taşıma sistemlerini ve üretim kapasitelerinin çoğunu savaş için ayırırlar. Buna ilave olarak politik olarak gerilen ortam ve savaş olan bölgelerdeki taşıma zorlukları ticareti engeller. Örneğin, 1990 yılında Irak’ın Kuveyt’e girmesinden sonra Irak’a uygulanan ambargo sonucunda Irak’ın ticari ilişkileri bitme noktasına gelmiştir. Ölçek Ekonomileri Teorisi Günümüz ticaretinde teknoloji, yapım ve mühendislik ürünlerinin payı gittikçe artarken ölçek ekonomilerinde gelişme de buna bağlı olarak artmaktadır. Ölçek ekonomisi bütün girdilerde meydana gelen artışa bağlı olarak ortalama maliyetlerde meydana gelen düşme olarak tanımlanabilir. Bunun da sermaye yoğun sektörlerde ortaya çıkması daha muhtemeldir. Bu alanda ilk ortaya çıkan rekabet şartlarında pazara girişlerin sağladığı dışsal ekonomilerdir. Büyüyen bir firma bilginin ve teknolojinin firmalar arasında yayılmasına yol açar. Bilgi yoğun sanayilerde, firmalar arası temas ne kadar yoğunsa, bilgi o kadar hızlı yayılır. Bu da firmalara maliyetine katlanamadıkları bilgi ve teknolojiyi girdi olarak kullanma ve maliyet düşüklüğü imkânı vermektedir. Bunu şu şekilde söylememiz de mümkündür. Bir firmanın ortalama ve marjinal maliyeti onun üretimi genişledikçe artar. Fakat rakiplerinin üretimi genişledikçe düşer. Endüstrinin genişlemesi maliyetleri düşürdüğü için ticaretin artmasını sağlar. Ancak maliyetler bir noktadan sonra artmaya başlayacağı için birim maliyetlerde düşüş bir noktadan sonra duracaktır. Monopolcü Rekabet Teorisi Dünya ticaretinin önemli bir bölümü aynı mallar üzerindeki iki yönlü ticaretten oluşur. Monopolcü Rekabet Teorisi, sanayi malları üzerindeki iki yönlü ticaret olayını, yani bir ülkenin aynı malın değişik türlerini neden hem ihraç hem de ithal etmekte olduğunu açıklamak üzere ortaya atılmıştır. Sanayi kesiminde firmalar genelde ölçeğe göre artan verim şartları altında çalışırlar. Bunun doğal sonucunda ise monopolcü rekabet piyasaları ortaya çıkar. Pazarda az çok birbirinden farklılaştırılmış mallar satan birçok firma vardır. Aynı endüstride faaliyette bulunan firmaların ürettiği mallar, kalite, paketleme, kullanım, dış görünüş, satış sonrası servis gibi yönlerden farklılık gösterirler. Bir ülke dış ticarete açılınca onun hangi sektörlerde uzmanlaşacağını yani endüstriler arası nitelikli ticaretini, karşılaştırmalı üstünlüklerinin yapısı belirler. Fakat ölçek ekonomileri özelliği dolayısıyla, uzmanlaşmaya gidilen sanayi dallarında yalnızca belirli mal türleri üretilir ve bunlar ihraç edilerek dışarıdan değişik mal türleri satın alınır. Böylece endüstri içi ticaret ortaya çıkar. Bir ülke karşılaştırmalı üstünlüğe sahip olduğu endüstri dallarında net olarak bir ihracatçı durumundadır. Fakat bu endüstrilerin ürünlerinden bazılarını da dışarıdan ithal eder. Benzer biçimde, ülkenin karşılaştırmalı üstünlüğe sahip olmadığı endüstrilerdeki ürünleri yurt dışına ihraç etmesi de söz konusu olabilir. Uluslararası İşletmecilik Bölüm II - Uluslararası Ticaretin Ekonomi Teorisi 13 Endüstri İçi Ticaret Teorisi Bir ülkenin aynı endüstriye ait malları hem ihraç, hem de ithal etmesi biçimindeki ticarete verilen genel isimdir. Özellikle sanayileşmiş ülkeler arasındaki dünya ticaretinin önemli bir bölümü bu niteliktedir. Endüstri içi ticaret, neden ticaret yapıldığının cevabını aramaktan çok mevcut ticaretin yapısı ve işleyişine yönelik bir analizdir. Yapılan çalışmalarda endüstri içi ticaretin gelişmişlik düzeyi yüksek, birbirine komşu, gümrük duvarları aşağı çekilmiş veya bütünleşmeye gitmiş, iç pazarı geniş, kişi başına gelir düzeyi yüksek ülkeler arasında olduğu tespit edilmiştir. Bu malların üretimi ise, monopollü rekabet şartlarında, ölçek ekonomisine tabi, mal farklılaştırmasına uygun mallardır. Endüstri içi ticaret (T), bu amaçla geliştirilen bir indeks yardımıyla ölçülebilir. Endüstri içi ticaretin formülü aşağıdaki gibidir: Formülde X belli bir mal grubunun ihracatını M ise ithalatını göstermektedir. Pay kısmındaki ifade mutlak değer olduğunu göstermektedir. Buna göre indeks değeri 0 ile 1 arasında değişir. Eğer ülke söz konusu malı yalnızca ithal veya yalnızca ihraç ediyorsa; yani endüstri içi ticaret yoksa indeks değeri 0 olur. Eğer aynı malın ithali ve ihracı birbirine eşitse indeks 1 olur ve bu durumda endüstri içi ticaret en yüksek seviyeye ulaşmıştır. Endüstri içi ticaretin temel nedenlerinden birisi ölçek ekonomileri, diğeri de mal farklılaştırmasıdır. Ayrıca taşıma giderleri ve çevre standartları da bu konuda etkili olmaktadır. Endüstri içi ticaret genelde hangi özelliklere sahip ülkeler arasında gerçekleşir? Endüstri içi ticaret gelişmişlik düzeyi yüksek, birbirine komşu, gümrük duvarları aşağı çekilmiş veya entegrasyona gitmiş, iç pazarı geniş, kişi başına gelir düzeyi yüksek ülkeler arasında gerçekleşir. Ürün Farklılaştırması Teorisi Standart Ticaret Teorisinde ticarete konu olan malların homojen oldukları kabul edilir. Bu aslında tam rekabetin varsayımlarından bir tanesidir. Malların homojen olması ise ülkeler arasında hem ihracatının hem de ithalatının yapılmasına engel olur. Gerçekte ise sanayi mallarının çoğu homojenlik varsayımına uymaz. Çünkü bu mallar içerik, kullanım, ambalaj veya en azından markaları bakımından farklıdırlar. Aralarında kalite yönünden hiçbir fark olmasa da tüketici gözünde farklıymış imajı yaratılarak bir üstünlük sağlanabilir. Uluslararası ticarette mal farklılaştırması konusunda verilen klasik örnek otomobildir. Araba dünyada birçok ülkede üretilmektedir. Fakat ABD arabaları, Japon arabalarından, onlar da Alman arabalarından farklıdır. Her sanayi ülkesi hem otomobil ihraç etmekte hem de otomobil ithal etmektedir. Yani otomobil üzerinde endüstri içi ticaret gerçekleştirirler. Endüstri içi ticaretin yapılmasının temel nedeni tüketicilerin tercihlerinin farklılığı ve çeşitli tipteki arabaların birbirlerinin yerini tam olarak ikame edememesidir. Kısacası, sanayi malları üzerindeki ticaretin başarılı bir açıklamasını yapabilmek için mal farklılaştırması ile onun doğurduğu endüstri içi ticareti dikkate almak gerekir. 10. Ülkeler Arasındaki Bağımlılığın Derecesi Bağımsızlık, karşılıklı bağımlılık ve bağımlılık ülkelerin ticari politikalarını ve ticari ilişkileri açıklamamıza yardımcı olur. Bu durumu bir uçta bağımsızlık, diğer uçta bağımlılık ve ortalarda bir yerde de karşılıklı bağımlılığın yer aldığı bir çizgi olarak düşünebiliriz. Hiçbir ülke bu çizginin uçlarında yer alamaz fakat bazı ülkeler uçlara daha yakın olabilirler. Bağımsızlık Bağımsızlık durumunda bir ülke hiçbir mal, hizmet veya teknoloji konusunda diğer ülkelere ihtiyaç duymaz. Fakat gerçekte her ülkenin ticarete ihtiyacı olduğundan hiçbir ülke ekonomik olarak diğer ülkelerden bağımsız değildir. Diğer toplumlardan kendini ayırması bazı üstünlükler getirir. Örneğin diğer ülkelerden gelen gerekli gıda maddelerinin ve eşyaların kesilmesi gibi bir korkuları yoktur. Tabi ki bağımsızlığın bir bedeli de olacaktır. Kendi ülkelerinde üretilmeyen ürünlere sahip olamazlar. Bağımsızlığın diğer bir sakıncası da diğer ülkelerde var olan teknoloji ve bilgi birikimini alıp kendi ülkelerinde uygulayamamaktır. Böyle bir teknoloji transferi gerçekleşebilirse ülkenin ekonomik büyümesine önemli katkılar sağlar. Karşılıklı Bağımlılık Diğer ülkelerdeki değişikliklerden ülkenin en az etkilenmesinin bir yolu karşılıklı bağımlılık yaratmaktan geçer. Yani karşılıklı ihtiyaçlar doğrultusunda ticari ilişkilerin geliştirilmesi. Örneğin Fransa ve Almanya büyük ölçüde birbirine bağımlı ekonomilerdir. Her ikisi de ticari ortak olarak diğerine aynı derecede bağımlıdır. Dolayısıyla diğerinin misilleme yapacağı korkusuyla karşı taraf için önemli bir ürünün ticaretini durduramaz. Böyle bir karşılıklı bağımlılık bazen uluslararası şirketleri ticari ilişkilerin geliştirmeleri için hükümetlerine baskı yapmaya iter. Dünya ticaretinin yaklaşık üçte birlik bölümü şirketlerin diğer ülkelerdeki şubeleri ile aralarındaki ithalat ihracat işlemidir. Bu ticari ilişkideki herhangi bir aksaklık şirketi zor duruma sokar. Örneğin Ford otomobilin değişik parçalarını değişik ülkelerde üretir. Bu ülkelerle ABD arasındaki herhangi bir ticari anlaşmazlık olması durumunda parçaların gelmesi durursa otomobil imalatı da durmak zorunda kalır. Bağımlılık Uluslararası İşletmecilik Bölüm II - Uluslararası Ticaretin Ekonomi Teorisi 14 Birçok gelişmekte olan ülke bağımlı durumdadır; çünkü ihracatları bir temel ürünle sınırlıdır ya da müşterileri sadece tek bir ülkedir. Çoğu gelişmekte ülkenin toplam ihracat kazancının %25′ i tek bir ürüne bağlıyken, İzlanda ihracat gelirlerinin %25 inden fazlası bir ürüne (balık) bağlı olan tek sanayileşmiş ülkedir. Gelişmekte olan ülkelerin çoğu ihracat gelirlerinin yarıdan fazlasını tek bir sanayileşmiş ülkeye yaptıkları satışlardan elde ederler. Kanada ise sanayileşmiş ülkeler arasında ABD’ye olan yüksek bağımlılığı ile bir istisnadır. Gelişmekte olan ülkelerin üretim seviyeleri düşük olduğundan, sanayileşmiş ülkeye daha çok bağımlıdır. Örneğin Meksika ithalat ve ihracatının %60′ından fazlasını ABD ile gerçekleştirirken ABD ithalat ve ihracatının sadece %10′unu Meksika ile gerçekleştirmektedir. ABD’nin uygulayacağı politikalar Meksika’yı çok daha fazla etkiler. Gelişmekte olan ülkeler uyguladıkları düşük ücretler sayesinde rekabet edebilecekleri üretimi gerçekleştirirler. Birçok iktisatçının görüşüne göre bu tür bir bağımlılık gelişmekte olan ülkelerin gelişimini engeller. Her ne kadar teorisyenler bağımlılığı azaltmak için çeşitli öneriler sunsa da, hepsinin birleştikleri nokta gelişmekte olan ülkelerin uluslararası pazarlara açılmaları gerektiğidir. Geleneksel olarak ürettikleri ürünleri bırakıp dünya pazarlarında rekabet edebilecek ürünlerin üretimine geçmelidirler. Fakat bu aşamada karşılaşabilecekleri sorun üretimini düşündükleri üründe dünya çapında aşırı arz olmasıdır. Bu durumda verebilecekleri en doğru ekonomik karar ise ürünlerini satın alan sanayileşmiş bir ülkeye bağımlılığını sürdürmektir. 11. Stratejik Ticaret Politikası Kazanılmış üstünlüğün dünya ticaretindeki önemini anlayan hükümetler, sınırları içinde kazanılmış üstünlüklerini arttırmanın yollarını aramaya başlamışlardır. Her ne kadar hükümet kararları ve politikaları dünya ticaretini çok fazla etkileyemese de kendi sınırları içinde bu tür bir etkiye sahiptir. Örneğin ABD hükümetinin tarımsal verimi arttırma çabaları ABD’nin tarım ürünleri ihracatını arttırmıştır. Fakat hükümetin bazı endüstrilere yardım etme kararı diğerlerine zarar verebilir. Örneğin Avrupa’daki havayolu şirketleri, hükümetlerin hızlı tren projelerine verdiği desteğin kendilerinin ABD havayolu şirketleri ile olan rekabetine zarar verdiğini söylemişlerdir. ABD havayollarının hızlı tren gibi bir rakibi olmadığını, kendilerinin ise hem hızlı tren hem de ABD havayolları ile rekabet etmek durumunda kalacaklarını belirtmişlerdir. Ulusal rekabet açısından önemli olan nokta başarılı endüstrilerin gelişimidir. Hızlı gelişen endüstriler ise özel bir öneme sahiptir. Çünkü sağladıkları yüksek kârlar ve ücretlerle tüm sanayiinin gelişimine katkıda bulunurlar. İlk olmanın getirdiği maliyet ve pazarlama üstünlükleri rekabette diğer ülkelerin önüne geçmeyi sağlar. Fakat uluslararası rekabet için hükümetin ve şirketlerin hedeflenen endüstri için gerekli olan doğru kaynaklara sahip olmaları gerekir. Hükümetler mutlak ve karşılaştırmalı üstünlüklerini arttırmak için gerekli becerileri kazanabilirler. Hükümet politikaları için iki temel yaklaşım vardır. Bunlardan ilki sanayiinin tümünü genel olarak etkileyecek şartları değiştirmek, diğeri hedeflenen endüstriyi etkileyecek şartları değiştirmektir. Bir hükümet bu iki yaklaşımdan hangisini seçerse seçsin, belirli firmaların rekabetteki durumlarını ve üretim yerlerini değiştirebilir. Birinci yaklaşımın anlamı faktör oranlarını, etkinliği ve buluşları etkileyen şartları değiştirmektir. Bir ülke üretim faktörlerini nasıl geliştirebilir? İnsanları eğiterek becerilerini arttırabilir, ulaşım iletişim gibi altyapı hizmetlerini kurar, sermaye piyasasının işlemesini sağlar, firmaların kendilerini geliştirebilecekleri rekabet ortamını yaratır, tüketicileri daha iyi mal ve hizmetleri talep etmeleri için bilinçlendirir. Bu yaklaşım birçok endüstriyi etkileyen şartları yarattığı için genel bir yaklaşımdır. İkinci yaklaşım ise özel bir endüstriyi hedeflemektir. Bu yaklaşım çoğu zaman küçük teşviklerden ileri gidemez; çünkü hedeflenen endüstrileri ayırdetmek hükümetler için zordur. Örneğin hükümetin seçtiği endüstride global talep beklenen düzeye gelmeyebilir (Fransa’nın süpersonik yolcu uçaklarına verdiği destek gibi). Ya da hedeflenen endüstrideki firmalar yeteneksiz yöneticiler ve artan emek maliyetleri nedeniyle komşu ülkelerle rekabet edemezler. Dahası birçok ülkede hedef olarak aynı endüstrileri seçme yönünde bir eğilim vardır. Bunun sonucunda oluşan aşırı rekabet istenen sonuçlara ulaşılamamasına neden olur. Sonuç olarak şartlar değiştiği zaman karşılaştırmalı üstünlükler de değişmektedir. Örneğin, Singapur verimine göre maliyeti düşük olan emek sayesinde birçok elektronik üreticisi firma için cazibe merkezi olmuştur. Fakat son zamanlarda artan emek maliyetleri nedeniyle cazibesini kaybetmiştir. Birçok şirket üretim tesislerini Malezya gibi ülkelere taşımıştır. Singapur şimdi kâr marjı yüksek yeni ürünler bulmak için ARGE faaliyetlerini ülkeye çekmeye çalışmaktadır. Bu konuda dikkat çekici hükümet başarıları da vardır. Örneğin Hint Okyanusunda bir ülke olan Mauritius yetişkinlerde okuma yazma oranını 3 yılda %60′tan %100′e çıkarmayı başarmıştır. Hedef olarak tekstil sektörü ile turizm bankacılık gibi servis sektörünü seçmiş, bu alanların gelişiminde başarılı olarak sadece şeker üretimine olan bağımlılığından kurtulmuştur. Bu sayede 1990′lı yıllarda dünyada en yüksek büyüme hızına ulaşan ülkelerden birisi olmuştur. 12. Uluslararası Rekabetçi Gücün Belirleyicileri Karşılaştırmalı Üstünlükler Teorisi ya da döviz kuru ve faiz oranı gibi makro ekonomik değişkenler çerçevesinde yapılan açıklamalar global rekabetin oluşumunu tam olarak açıklamakta yetersiz kalmaktadır. Her endüstride uluslararası düzeyde rekabetçi gücü belirleyici ve etkileyici faktörler 4 yıl süren ve 10 ülkeyi kapsayan çalışmalar sonucu sistemli ve kapsamlı bir model şeklinde açıklanmıştır. Porter tarafından elmas modeli olarak adlandırılan bu modelde 4 özellik bir yandan firmaların faaliyette bulunduğu çevreyi şekillendirmekte, diğer yandan da birbirini desteklemekte ve güçlendirmektedir. Bu dört özellik şöyle açıklanabilir: 1. Faktör Koşulları: İnsan kaynakları, fiziksel kaynaklar, bilimsel bilgi, teknik bilgi ve pazar bilgisi konularında birikim, sermayenin maliyeti ve bulunabilirliği, ulaştırma, iletişim, dağıtım sistemleri ve altyapı gibi faktörler ülkenin üretim konumunu belirlemektedir. Hatta ülkenin coğrafi konumu onun dünya ticaretinde belli bir rolü üstlenmesini olanaklı kılan bir faktör olarak görülebilir. Örneğin Singapur’un Japonya ve Orta Doğu arasındaki ana ticaret hattında bulunması bu ülkenin gemi tamir ve bakımında merkez olmasını kolaylaştırmıştır. İsviçre’de farklı dillerin konuşulması bu ülkenin bankacılık, ticaret ve lojistik alanlarında üstünlük sağlamasına yol açan bir faktör olarak görülmektedir. Ancak, uluslararası rekabet gücüne erişmede yalnızca bu faktörlere sahip olmak yeterli değildir. Önemli olan, etkili ve verimli bir şekilde kullanmaktır. Ulusların belirli endüstrilerde başarılı olması onların ihtiyaç duyulan faktörleri biraraya getirme ve iyileştirmede gösterecekleri performansa bağlıdır. Uluslararası İşletmecilik Bölüm II - Uluslararası Ticaretin Ekonomi Teorisi 15 2. Ülke İçi Talep Koşulları: Üç pazardaki talebin varlığı, bu talebin niteliği ve miktarı pazardaki rekabetin oluşumunda etkili olmaktadır. Ulusal pazarda alıcılar, kalite, tasarım ve servis konularında ne kadar titiz davranırlarsa, firmalar da rekabetçi üstünlük elde etmek için o derece çaba harcayacaklardır. Örneğin bir İtalyan hanım ayakkabı alırken ortalama 200 değişik ayakkabı dener. İşte bu çeşitliliği arzu eden talep ve bunu sağlayabilen üretim gücü, doğal olarak dünyanın en güçlü ayakkabı üretici endüstrisini ortaya çıkarmıştır. “Ulusal tutkular” da uluslararası rekabet gücüne sahip endüstriler yaratabilmektedir. Örneğin, ABD tüketicisinin spor, sinema, TV ve müziğe olan ilgisi bu ülkeyi ilgili konularda lider yaparken, İngilizlerin bahçeciliğe olan tutkuları bu ülkedeki firmaların bahçe araçlarında dünya çapında söz sahibi olmalarını sağlamıştır. 3. İlgili ve Destekleyici Endüstrilerin Varlığı ve Gelişmişlik Düzeyi: İlgili endüstrilerin varlığı ve belli bir endüstriyi destekleyen yan endüstrilerin bulunması, o endüstride rekabetçi gücün sağlanmasına yardımcı olmakta ve uluslararası düzeyde başarısını güçlendirmektedir. Buna kısaca küme kavramı diyebiliriz ve ürün ya da hizmetin üretilmesi ile ilgili bütün tarafların coğrafi olarak bir arada bulunmaları diye tarif edebiliriz. Yani bir turizm kümesinden bahsediyorsak; acente, halı satıcısı, otel, müze, restoran, banka, seyahat şirketi vs. Bu kümenin üyeleridir. Kümelerin oluşum seviyeleri, sektörlerin rekabet üstünlüğüne sahip olup olmadıklarının en önemli göstergelerindendir. 4. Firma Yapısı, Stratejisi ve Rekabet: Firma hedefleri, stratejileri, organize olma şekilleri ve iç pazarın yapısı ulusal rekabette üstünlüğü belirleyici öğelerdendir. Organizasyon becerileri ve yönetimin tutumları (örneğin seyahate, yeni dillere, yeni yönetim şekillerine karşı ilgi ve tutum gibi) firmanın ulusal ve uluslararası pazarda rekabet gücüne kavuşmasında etkili olmaktadır. Nitekim iç rekabetin yoğunluğu, daha iyiyi bulma ve rekabet üstünlüğü elde etmede firma için bir baskı unsuru oluşturmaktadır. İç pazarda ölçek ekonomisi avantajlarını yakalamak, kaliteyi geliştirmek, yeni ürün ve proses yaratmak için firmalar arasında görülen mücadele, rekabetçi güce sahip firmaların ortaya çıkmasına olumlu katkıda bulunmaktadır. Son olarak şans, devletin politikaları ve girişimci potansiyeli rekabetçi gücün elde edilmesinde etkili olan faktörlerdir. Örneğin gemilere olan talebin artması Güney Kore’nin gemi inşa alanına girmesine, batılı ülkelerin Hong Kong’dan ithal edilen tekstil ürünlerine kota koymaları, Singapur ve Japonya’nın bu alana girmesine neden olmuştur. Porter geliştirdiği modelin daha çok endüstriyel devrimini tamamlamış ve gelişmiş ülkelerin rekabetçi gücünü açıklamada kullanılabileceğini iddia ederek 9 faktör içeren bir model geliştirmiştir. Bu faktörler fiziki faktörler, insan kaynakları faktörleri ve harici faktör başlıkları altında toplamak mümkündür. Fiziki faktörler; doğal kaynaklar, iş çevresi, iç talep, ilgili ve destekleyici endüstrileri kapsar. İnsan kaynakları çalışanlar, politikacı ve teknokratlar, girişimciler, profesyonel yönetici ve mühendislerdir. Harici faktör ise şans faktörüdür. Sonuç olarak, uluslararası düzeyde rekabetçi güç elde etmek isteyen gelişmekte olan ülkelerde fiziki faktörlerin ve insan kaynağının hazır olması ön koşuldur. 13. Ölçme ve Değerlendirme 1. Merkantilist düşünceye göre aşağıdaki ifadelerden hangisi doğrudur? a. Ticari ilişkileri devletler değil tüccarlar yürütmelidir b. İthalatlarından daha çok ihracat gerçekleştirmelidir. c. Sömürgeler kendi kendilerine yetebilecek düzeye gelmelidir. d. Üretim sömürgelerde gerçekleştirilmelidir. e. Hiç dış ticaret yapılmamalıdır. 2. Mutlak üstünlük teorisi kim tarafından geliştirilmiştir? a. David Ricardo b. Adam Smith c. Karl Marx d. Eli Heckscher ve Bertil Ohlin e. Paul Samuelson 3. David Ricardo tarafından geliştirilen karşılaştırmalı üstünlük teorisine göre aşağıdaki ifadelerden hangisi doğrudur? a. Bir ülke, hangi malların üretiminde daha yüksek bir üstünlüğe sahipse o mallarda uzmanlaşmalıdır. b. Ülkeler üretecekleri mallarda mutlak üstünlüğe sahip olmalıdır. c. Kendi kendine yetebilmek ülkeye üstünlük sağlar d. Üretim hammaddenin bulunduğu yerde yapılmalıdır. e. Ticaret devlet kontrolünde olmalıdır. Uluslararası İşletmecilik Bölüm II - Uluslararası Ticaretin Ekonomi Teorisi 16 4. Aşağıdakilerden hangisi mutlak ve karşılaştırmalı üstünlük teorilerinin dayandığı varsayımlardan biri değildir? a. Ekonomi tam istihdamdadır b. Uluslararası ticaret iki ülke arasında yapılmaktadır c. Ticarete yalnız iki mal konu olmaktadır d. Nakliye, sigorta gibi giderler yoktur e. Ticaret yapan ülkeler komşu olmalıdır. 5. Aşağıdakilerden hangisi Heckscher-Ohlin teorisine göre zengin emeğe sahip olan ülkelerin özelliklerinden biridir? a. Emek yoğun malları daha ucuza üretmesi b. Sermaye yoğun mallarda uzmanlaşmış olması c. Emeğin maliyetini düşürmeye çalışması d. Teknoloji yoğun ürünlere ağırlık vermesi e. Geniş arazilere sahip olması 6. Leontief tarafından yapılan çalışmada iktisatçılar arasında şaşkınlık yaratan ve yoğun tartışmalara yol açan paradoksal durum aşağıdakilerden hangisidir? a. ABD’nin emek yoğun mallar ihraç edip sermaye yoğun mallar ithal ettiğinin görülmesi b. ABD’nin dış ticaret işlemlerinden zarar etmesi c. ABD’de sermayenin yetersiz olması d. ABD’nin dışarıya bağımlı bir ülke olması e. ABD’nin iyi bir ticari ortak olmaması 7. Vernon tarafından ortaya atılan ve teknoloji açığı hipotezinin genelleştirilmiş ve geliştirilmiş bir şekli olan teori aşağıdakilerden hangisidir? a. Ürün Dönemleri Teorisi b. Ülke Benzerliği Teorisi c. Ölçek Ekonomileri Teorisi d. Tercihlerde Benzerlik Teorisi e. Monopolcü Rekabet Teorisi 8. Endüstri içi ticaret (T), geliştirilen bir indeks yardımıyla ölçülebilir. Eğer aynı malın ithali ve ihracı birbirine eşitse indeks değeri kaç olur? a. 0 b. 1 c. ∞ d. ihracat değerine eşit e. ithalat değerine eşit 9. Porter tarafından elmas olarak adlandırılan modele göre aşağıdakilerden hangisi uluslararası rekabetçi gücün belirleyicilerinden biri değildir? a. Ölçek ekonomileri b. Faktör koşulları c. Ülke içi talep koşulları d. İlgili ve destekleyici endüstrilerin varlığı ve gelişmişlik düzeyi e. Firma yapısı, stratejisi ve rekabet 10. Ürünün büyük ölçüde standart hale gelmesiyle maliyet unsurunun önemli bir silah haline geldiği, üretim tesislerinin kapasitelerinin artırılmasıyla birlikte ölçek ekonomileri sayesinde birim maliyetlerin azaltıldığı ve birim maliyetlerin düşmesiyle gelişmekte olan ülkelerde ürüne olan talebin arttığı ürün dönemi aşağıdakilerden hangisidir? a. Olgunluk dönemi b. Piyasaya giriş dönemi c. Büyüme dönemi d. Düşüş dönemi e. Piyasada çekilme dönemi