Ulusların Düşüşü Hiç düşündünüz mü? Kimi devletler vatandaşlarına yüksek yaşam standartlarını daha doğrusu iktisadi tabirle yüksek kişi başına düşen milli geliri vaad ederken kimi devletler neden bunu sağlayamıyor? Üstelik bu ayırıma benzer coğrafyada yer alan ve benzer yer altı kaynaklarına sahip ülkeler arasında da sıklıkla rastlanabiliyor. Günümüz dünyasının en büyük sorunlarından biri haline gelen mülteci krizinde mülteciler neden ülkemizi ya da Mısır gibi savaştan kaçarak sığındıkları ülkeleri bırakıp Avrupa ülkelerine özellikle Almanya‟ya gitmek için canı pahasına çaba harcıyorlar? Eğer tarihe ilgiliyseniz, Dünya düzeninde önemli bir değişikliğe yol açan Sanayi Devrimi neden Fransa ya da İspanya yerine İngiltere‟de başladı diye hiç sorguladınız mı? Kısaca, gelişmiş ekonomilere sahip ülkelerin bu zenginlikleri nereden geliyor? İktisat bölümü son sınıf öğrencisi olarak uzunca bir süredir bu tür sorulara mantıklı bir cevap arıyordum. Açıkçası, kendimce bir sonuca varamamıştım. Ancak, şuan en mantıklı cevabı elimde tutuyorum! MIT‟de iktisat profesörü Daron Acemoğlu ve Harvard Üniversitesi‟nde siyaset bilimi profesörü James Robinson‟un yazdığı “Ulusların Düşüşü”, milletlerin sahip olduğu zenginliğin ve yoksulluğun kökenleri hakkında önemli bir kaynak. Kitap, ilk yayınlandığı günden beri Dünya çapında ses getiren bir yapıt olmayı başardı. Yazarların savunduğu düşünceler tarihsel bir süreç içerisinde ele alınıyor. Sadece tek bir olaydan ya da tek bir dönem veya bölgeden değil bilinen tüm iktisadi tarih boyunca Dünya‟nın her kıtasından milletlerin ekonomik kökenleri gözler önüne seriliyor ve tüm bunları, ekonomi ile ilgili kitapların genel sorunu olan, rakamlara boğulmadan gerçekleştiriyor. Bu sayede, „Ulusların Düşüşü‟ ekonomiden hiç anlamayan bir insan için bile gayet anlaşılır ve ilgi çekici bir dile sahip olabilmiş. Zira, kitap ekonomik gelişmelerden bahsetse bile sonuçta vardığı noktada ekonomik değişimlerden ziyade siyasal değişimlerin kimi milletlere bu zenginlikleri sağladığı tezini savunuyor. Kitabın tarihsel olaylardan yola çıktığından bahsetmiştim, ancak yazarlar bunları bir tarih kitabı edasında sadece tarih hakkında bilgi verme amacıyla değil savundukları teze kanıt olarak kullanmışlar. Acemoğlu ve Robinson, kitabın başından itibaren siyasal kurumların ekonomik gelişmeleri sağladığı görüşünü savunuyorlar. Bu anlamda devlet kurumlarını kapsayıcı ve sömürücü kurumlar olarak ikiye ayırıyorlar. Kapsayıcı kurumlar, tam demokrasiyi sağlayarak kalkınmayı teşvik eden kurumları, sömürücü kurumlar ise mevcut sistemin oluşturduğu oligarşinin veya zümrenin hakkını savunan kurumları simgeliyor. Bu sömürücü kurumlar, temelde bu kurumları yönetenlerin iktidarını sarsma ihtimali olan her türlü toplumsal değişmeyi engellemeye çalışıyor. Bu sebepten ötürü tarih boyunca teknolojik gelişmeleri ve dolayısıyla ekonomik gelişmelerin önünü tıkamış. Günümüzde hala pek çok ülkede devam eden sömürücü kurumlara kitapta örnekler veriliyor. Ayrıca, kitapta bu sömürücü kurumların dayatmalarına karşı koyan ve bunu başaran toplumların tarihte zenginliğe ulaştığı açıklanıyor. Yazarlar teknolojik gelişmelerin kalkınmanın temeli olduğuna dikkat çekerken, her yeniliğin eski yapıyı ortadan kaldırmak anlamına geldiğini de vurguluyor. Bu durum yazarlar tarafından „yaratıcı yıkım‟ olarak adlandırılmış. Bahsedilen yıkım sömürücü kurumların da sonunu getiriyor. Acemoğlu, aynı zamanda, Türkiye vatandaşı. Geçtiğimiz yaz Bilkent Üniversitesi kendisine fahri doktora ünvanı verdi. Acemoğlu‟nun bu törendeki konuşmasında, kendisine defaatle, kitapta Türk ekonomisi ile ilgili görüşlerinnal neden yer almadığının sorulduğunu söylemişti. “Çünkü sistemi eleştirmenin gayet zor olduğu bir ülke Türkiye” demişti Acemoğlu. Aslında kitapta yer alan sömürcü kurumarında yaptığı tam olarak da bu. Sistemin değişmesi, aynı zamanda mevcut yapının sayesinde zenginlemiş kimselerin zenginliklerinin de sonunun gelmesi demek. Sömürücü kurumların değişim kelimesinin kullanılmasını dahi güçleştirmesinin altında yatan temel sebep de işte budur. Bu durumun bir örneği olarak ülkemizde, “daha güçlü bir ekonomi için inşaat sektörüne değil tüm dünyaya rahatlıkla pazarlanabilecek sektörlere yönelmek gerek” cümlesini kurmak bir hayli zor. Halbuki, „Ulusların Düşüşü‟ kitabında bahsedildiği gibi siyasi kurumlar üzerinde yapılacak reformlarla bu durum tersine döndürülebilirse, ekonomimizdeki pek çok sorun da kolayca aşılmış olacak. Özellikle de ülkemizin son yıllarda içine düştüğü orta gelir tuzağından kurtuluşunun sırrı bu kitapta yer alıyor. Türk ekonomisi daha öncesinde hızlı büyüyebiliyordu. Ancak, bu oran son yıllarda, potensiyelimizin de altında kalarak, en çok %3‟ü görebildi. Pek çok gelişmekte olan ülkenin başına gelen bu durum ekonomistler tarafından orta gelir tuzağı olarak adlandırılmış. Yani, artık ihracatı arttıralım veya yatırım çekelim diyerek büyüyemeyen, hatta eskiye oranla çok daha kırılganlaşmış bir ekonomiye sahibiz. Ancak, Acemoğlu ve Robinson‟un yazdığı bu kitapta yer alan kapsayıcı kurumları oluşturabilecek reformlar ülkemizin ihtiyaç duyduğu ekonomik gelişmeyi sağlayabilir. Tarih boyunca kimi kitaplar kitlelerin fikirlerini önemli ölçüde değiştirerek büyük değişikliklere yol açmıştır. Benim tahminim, bu kitabın önümüzdeki 50 – 100 yıla damgasını vurması yönünde. Okuyanın ufkunu açan „Ulusların Düşüşü‟ sadece geçmişi anlamak için değil gelecek hakkında da görüş sahibi olunması açısından dikkatle okunmalı. Kemal Kaan KESİM 21002152