[TAHLİL] Abdullah bin Sebe Ebubekir Sifil [Tahlil Hakkında] Gündeme ilişkin hocalarımızın daha önce kaleme almış olduğu yazıları her hafta [Tahlil] dosyasında yayınlıyoruz. Sayı 11 Hafta 12 İbn Sebe’ tarihsel varlığı sabit bir şahsiyettir ve onun fikirleri doğrudan ve/veya dolaylı olarak bütün alt dallarıyla Şia’nın en önemli zeminini oluşturmuştur. EBUBEKİR SİFİL FOTOĞRAF: © SAHN-I SEMÂN MEDYA. Sayfa I | [Tahlil] Sayı: XI, Hafta: XII | sahniseman.org | medya@sahniseman.org [TAHLİL] İçindekiler Sahn-ı Semân İslamî İlimler Eğitim ve Araştırma Merkezi Eyüp Sultan Bulvarı N0:119 +90 212 613 1805 İçindekiler���������������������������������������������������������������������������������������������������������������������������������� I Giriş�������������������������������������������������������������������������������������������������������������������������������������������� II Önce Meselenin Kökenine İnelim������������������������������������������������������������������������������������������� II el-Askerî’nin Beyhude Gayreti������������������������������������������������������������������������������������������������III Tek Kaynak Seyf bin Ömer Mi?����������������������������������������������������������������������������������������������VII Dipnotlar������������������������������������������������������������������������������������������������������������������������������� VIII Eyüp - İstanbul 15 Haziran 2016 Bu yazı; Ebubekir Sifil hocanın RIHLE Dergisi için kaleme almış olduğu yazıdır. Önemli Bilgilendirme: Geçen haftaki aksaklık nedeni ile [TAHLİL]’i yayınlayamamıştık. Tüm okuyucularımızdan, bir haftalık gecikme için, özür diler, hayırlı Ramazanlar ve Kandiller dileriz. Saygılarımızla, [TAHLİL] “dijital mecmua” Sayfa II | [Tahlil] Sayı: XI, Hafta: XII | sahniseman.org | medya@sahniseman.org [TAHLİL] Giriş Hz. Osman (r.a) döneminde Müslüman olmuş görünen bu Yemen yahudisi, üçüncü halifenin şehit edilişiyle başlayan ve İslam tarihinde silinmez izler bırakan “fitne” sürecinin baş aktörlerinden birisi, hatta belki birincisidir. Rafızîlik ideolojisinin temel- lerini, ilk olarak bu zatın propaganda ettiği fikirlerde buluyoruz. Bu bakımdan Abdullah b. Sebe’i tanımadan Râfızîliği tanımak ve anlamak mümkün değildir. Râfızîliğe karakterini veren en temel unsurlar onun temelini attığı binanın yapıtaşlarıdır. Tıpkı Hristiyanlığın kurucusu Pavlus (St. Paul) gibi o da döneminde ortaya çıkan gelişmeleri, yaşanan olayları, çeşitli inanç ve kültür unsurlarıyla ustaca kararak ortaya yeni bir yapı/inanç çıkarmayı ba- şarabilmiş bir isimdir. Râfızîliğin karakteristik inanç unsurlarının birçoğu onun düşünce ve yeteneğinin ürünüdür. Râfıza’daki “vesayet”, “imamet” ve “rec’at” inançları, gulattaki “hulul” inancı.. vs. Abdullah b. Sebe’ patentini taşıyan inançlardan birkaçıdır. 1 Son dönemde Râfızîlerin, tarihte böyle bir kişiliğin hiç yaşamadığı şeklindeki iddiayı yayma gayretiyle çırpındığını görüyoruz. Bunun ne denli beyhude bir çaba olduğunu kısaca da olsa ortaya koymaya çalışacağım. Bunu da mümkün olduğunca Şia’nın kendi kaynaklarından yapmaya çalışacağım ki, onlar için Ehl-i Sünnet’in kaynaklarında yer alan rivayetlerin “uydurma” olduğu tezine sığınma imkânı kalmamış olsun. [TAHLİL] Önce Meselenin Kökenine Gidelim Bu iddianın Leone Caetani, Julius Wellhausen, ilk defa Bernard Lewis, Friedlaender yazmakla iftihar eden” Tâhâ Hüseyin konu hakkında ilk gibi “Müslüman” patentli şüpheyi ortaya atan kişi oldu.6) O, müs- teşrikler tarafından ortaya atıldığını biliyoruz. el-Fitnetu’l-Kübrâ-Alî ve Benûh adlı kitabında İbn Sebe’in Elimizdeki kaynaklar içinde İbn Sebe’den ilk bahse- tarihsel varlığına şüpheyle yaklaşmayı “bilimsellik” den kişinin Seyf b. Ömer olduğu tesbitinden hare adına savunduğunda7) el- bette zeminini müsteşriklerin ketle mezkûr müsteşrikler, bu zatın “tarihi kurgulamak” döşediği bir vasatta hareket ediyordu. 2) 3) 4) gibi bir gayeyle hareket ettiği için güvenilirlik vasfına sahip olmadığını söylerler. Onlara göre Seyf, Hz. Osman (r.a)’ın şehadeti ve Cemel vakası da dahil olmak üzere, döneme damgasını vuran gelişmeleri, Sahabe’yi tebrie etme gayretiyle muhayyel olay ve kişilere bağlamayı tercih etmiş, Abdullah b. Sebe’ ismi de bu çerçevede onun tarafından uydurulmuştur. 5) Mezkûr müsteşriklerin, İslam’a ve Müslümanlara önyargılı Batılı bakışın tipik izlerini taşıyan bu tezi, modern dönemde İslam dünyasında da taraftar bulmakta gecikmedi. Mısır’da, “Fransızca düşünüp Arapça Tâhâ Hüseyin’den sonra İslam Dünyası’nda ve ülkemizde aynı görüşü savunan birçok yazar ve çalışma ortaya çıktı. Ülkemizde konu hakkında yapılan ve sayıları bir elin parmaklarını bulmayan Yüksek Lisans ve Doktora tezlerinde ve DİA’da8) konunun aynı minval üzere ele alındığı dikkat çekerken9), İslam Dünyası’nda da aynı doğrultuda kaleme alınmış birçok kitap ve makale yayımlandı.10) Sayfa III | [Tahlil] Sayı: XI, Hafta: XII | sahniseman.org | medya@sahniseman.org [TAHLİL] el-Askerî’nin Beyhude Gayreti Râfıza’nın, altından kalkamadığı bir töhmeti, Açıktır ki, bu kaynaklar ilgili rivayetleri ya Sünnî daha doğrusu bir “hakikati” savuşturmak için Abdullah veya Şii kaynaklardan almıştır. Bu ihtimallerden hangisini Sebe’ diye birinin hiç yaşamadığı tezini savunan alırsanız alın, bu kaynakların yazarlarının bu rivayetleri çizgideki çalışmalara mal bulmuş mağribi gibi sarılması itimada şayan bulduğu gerçeğine ulaşırsınız. Şu halde elbette şaşırtıcı değildir. Murtazâ el-Askerî, Abdullah el-Askerî ve onun gibi düşünenler nezdinde İbn Sebe’ b. Sebe’ ve Esâtîru Uhrâ adlı kitabında –yukarıda adını rivayetlerine yer vermekte bir beis görmeyen İmâmî andığım müsteşrikler tarafından ortaya atılan– malum Milel-Nihel kaynakları “güvenilmezler” kategorisine tezi, Seyf b. Ömer’i merkeze alarak tekrarlamış, hatta girmektedir! “Merd-i kıpti şecaat arz ederken sirkatin iddialarını, Seyf b. Ömer’in, hiç mevcut olmayan birtakım söyler”miş!! coğrafî bölgeleri, tarihî hadiseleri ve şahısları hayalî senaryolarla mevcutmuş gibi gösterdiğini söyleyecek kadar ileri götürmüştür.11) 2. el-Askerî, el-Keşşî’nin naklettiği rivayetlerin Şii Milel-Nihel kaynaklarında geçtiğini söylerken, o rivayetlerin bu kaynaklardan alındığını ima ediyor. Kitabında, İbn Sebe’in, Hz. Ali (r.a)’ın “ilahlığını” Böylece el-Keşşî’nin söz konusu rivayetleri kendi sened iddia ettiğini anlatan rivayetlere yer veren tek kadim silsilesiyle naklettiği gerçeğini görmezden geliyor İmâmî rivayet kaynağının el-Keşşî’nin Ma’rifetu Ahbâri’r- veya gözden kaçırmaya çalışıyor. el-Keşşî’nin Ma’rifetu Ricâl’i (İhtiyâru Marifetir-Ricâl olarak da anılır) olduğunu Ahbâri’r-Ricâl’inde Abdullah Sebe’e ayrılan bölümde iddia eden el-Askerî, ilgili rivayetlerin bu esere, daha yer alan rivayetlerin tamamı el-Keşşî’nin kendi sened evvel kaleme alınmış İmâmî Milel-Nihel kaynaklarından silsilesiyle ilk mahrecine kadar ulaşmaktadır. Calib-i geçtiğini söylemektedir. dikkat olansa, Seyf b. Ömer isminin bu silsilelerin 12) Daha sonra İmamiyye’nin 4 temel eserinden13) hiç birinde bu rivayetlerin geçmediğini14), kaynaklarını “problemli” İbn Sebe’den sözüm ona tebrie etmektedir!15) Ancak hemen belirtelim ki burada el-Askerî’nin, bir kısmından hiç bahsetmediği, bir kısmını ise “mış gibi yaparak” geçiştirmeye çalıştığı önemli noktalar mevcut. Maddeler halinde sıralayacak olursak: 1. el-Askerî, İmâmiyye’yi İbn Sebe’den ve onunla ilgili rivayetlerden tebrie etmek isterken el-Keşşî’nin, bu rivayetleri kendilerinden aldığını söylediği İmâmî Milel-Nihel kaynaklarının güvenilirliği problemini de gündeme getirmiş olmakta, ancak kendisi bu noktadan hiç bahsetmemektedir. Bu kaynaklar Şia açısından güvenilir midir, değil midir? hiçbirisinde yer almamasıdır! Dolasıyla el-Askerî’nin, eserinin neredeyse yarısını Seyf b. Ömer’in taz’ifine ayırmışken, el- Keşşî’nin sened silsilelerinde yer alan ravilerden hiç bahsetmemesi, ya da “Ricâlu’l-Keşşî’deki rivayetlerin güvenilmez olduğu” şeklinde genel ve yuvarlak bir ifade kullanması “telbis”in güzel bir örneğini oluş- turmaktadır!!16) 3. el-Askerî’nin, el-Keşşî’nin İmâmiyye nezdinde güvenilmez olduğu izlenimini veren ifadeleri17) İmâmiyye’nin ileri gelen alimlerinin el-Keşşî hakkındaki kanaatiyle taban tabana zıttır. Söz gelimi onun hakkında et-Tûsî şöyle der: “Sika (güvenilir) Rivayetler ve raviler konusunda basiret (ihtisas) el-Keşşî’nin bu eserinin ise Şia nezdinde muteber kabul edilmediğini, bir de İmâmî kaynaklarda –biri sahibidir. İtikadı sağlamdır.” Sayfa IV | [Tahlil] Sayı: XI, Hafta: XII | sahniseman.org | medya@sahniseman.org [TAHLİL] el-Askerî’nin Beyhude Gayreti Ricâl’inde de görüyoruz.18) Benzer ifadeleri onun Hz. Ali (r.a)’ın ilahlığını iddia eden, diğeri ise son derece makul ve “zararsız” bir kişilik gösteren farklı İbn Sebe’ portresi bulunduğunu ifade ederek Keza en-Necâşî de onun “güvenilir” ve “ilim sahibi” olduğunu söyler. Bununla birlikte zayıf ravilerden rivayette bulunduğunu ve rivayetlerinde çok hatalar olduğunu da ekler.19) el-Keşşî hakkında bize bilgi veren bir diğer kaynak Muhammed Takî el-Meclisî (el-Meclisî elEvvel)’dir. O, yukarıda naklettiğim bilgileri özetledikten sonra el-Keşşî’nin rivayetleriyle ilgili olarak enNecâşî’nin ifadelerinde geçen taz’ifin nasıl anlaşılması gerektiğini açıklar: “Açıktır ki, burada geçen “rivayetlerinde çok hatalar vardır” ifadesi, aralarında zahiren tearuz/ çatışma bulunan rivayetleri anlatmaktadır.”20) dönük olmaktan ziyade, eserinin bir hususiyetine dikkat çekmeye matuf olduğunu söylemek durumundayız. Eğer içerdiği rivayetler arasında zahiren tearuz olduğu için herhangi bir eserin taz’if edilmesi normal ve gerekli ise, İmâmiler –Kütüb-i Erba’a da dahil olmak üzere– hiçbir kaynaklarına güvenmemelidirler.21) Tearuz, “rivayet” sahasının en temel konularından biridir ve esasen içerdiği rivayetler arasında zahiren tearuz bulunmayan bir rivayet kaynağından bahsetmek neredeyse mümkün değildir. rivayet kaynağının el-Keşşî’ye ait olduğunu söylerken de dürüst davranmıyor. el-Keşşî’nin vefatının 300/912350/961 arası bir tarihte vuku bulduğu23) tahmin edildiğine göre İbn Sebe’ adını ondan daha önce vefat etmiş İmâmî müelliflerin zikretmiş olduğu gerçeği elAskerî’yi açık şekilde tekzip ediyor. Onlardan birisi el-İstinfâr ve’l-Ğârât sahibi İbn Hilâl es-Sekafî’dir. esSekafî, el-Keşşî’den uzun yıllar önce yaşamış bulunan bir müellif olarak24) İbn Sebe’ adını Hz. Ali (r.a)’ın taraftarları arasında zikreder.25) Onun rivayet ettiğine göre, aralarında Amr b. el-Hamık ve Hucr b. Adiyy (r.anhuma) gibi sahabîlerin de bulunduğu bir grup Hz. Ali (r.a)’a giderek, “Ebû Bekr ve Ömer hakkındaki görüşünü bize açıkla” demiş, Hz. Ali (r.a) bu soru üzerine sitem dolu bir risale kaleme almıştır. Ona o soruyu soranlar arasında Abdullah b. Sebe’ de bulunmaktadır.26) Dolayısıyla en-Necâşî’nin taz’ifinin, el-Keşşî’nin adaletine 4. el-Askerî, İbn Sebe’ adını zikreden en kadim en-Nemâzî de onun hakkında önce, “Büyük üstat, güvenilir seçkin insan (eş-şeyhu’l-celîl es-sikatu’n-nebîl)” dedikten sonra, “bilâ hilâf” (bu vasıflara sahip olduğunda ihtilaf yoktur) ifadesini kullanır ki22) bu ifadenin ancak el-Meclisî’nin mezkûr tevcihiyle anlamlı olacağı açıktır. el-Askerî, el-Keşşî tarafından nakledilen ve İbn Sebe’in Hz. Ali (r.a)’a ilahlık atfettiğini anlatan rivayetlerin Kütüb-i Erba’a’da geçmediğini söyler- ken de telbis yapıyor. Râfızîlerin en klasik metodunu burada da müşahede etmek elbette şaşırtıcı değil… Zira zikrettiği rivayetlerin Kütüb-i Erba’a’da geçmemesi, İbn Sebe’in bu eserlerde anılmadığı ve ondan bahseden başka rivayetlerin bulunmadığı anlamına gelmiyor. A. İmâmiyye Şiası’nın 4 temel kaynağından birisi olan Men Lâ Yahduruhu’l-Fakîh’te Şeyh es-Sadûk şöyle bir rivayet zikreder: “Emîru’l-Mü’minîn aleyhisselâm27) şöyle dedi: “Biriniz namazını bitirdiği zaman ellerini semaya kaldırsın ve tam bir tevec-cühle dua etsin. “ (Bunun üzerine orada bulunan) İbn Sebe’, “Ey Mü’minlerin Emiri! Allah azze ve celle her yerde değil mi? diye sordu (ve konuşma şu minval üzere Sayfa V | [Tahlil] Sayı: XI, Hafta: XII | sahniseman.org | medya@sahniseman.org [TAHLİL] el-Askerî’nin Beyhude Gayreti devam etti:) O halde kişi dua ederken ellerini niçin semaya kaldırır? İmâmî Milel-Nihel kaynaklarının bahse konu rivayetleri senedsiz olarak el-Keşşî’nin “güvenilmez” biri olduğu ayetini28) okumuyor musun? Rızık, bulunduğu yerden başka Başka İmâmî kaynaklarda Hz. Ali (r.a)’a ilahlık bir yerden mi istenir? Rızık da, Allah azze ve cellenin vaat atfetmeyen bir İbn Sebe’ portresinin yer alması. “Rızkınız ve size vaat edilen (diğer) şeyler göktedir” ettiği diğer şeyler de semadadır.” B. Aynı rivayeti et-Tûsî de -Kütüb-i Erba’a’dan- “problem” olarak takdim ettiği bütün bu noktaların makul bir izahının pekala mevcut olduğunu ortaya Tehzîbu’l-Ahkâm’da nakletmiştir. 29) Oysa meseleye şöyle bakılması, el-Askerî’nin C. Men Lâ Yahduruhu’l-Fakîh isimli eserinde yukarıdaki olayı nakleden es-Sadûk, bir diğer eseri el-İ’tikâdât’da şöyle bir rivayet nakleder: “Rivayet edildiğine göre Zürâre30) şöyle demiştir: “(İmam Ca’fer) koyar: Abdullah b. Sebe’, önceleri Hz. Ali (r.a)’ın etrafında bulunan “Ali Şiası”ndan bir fert olarak bulunmuş, ancak bilahare ayağı yer tutunca Râfıza’ya vücut verecek olan fikirlerini tedricen izhar etmeye başlamış, nihayet işi, Hz. es-Sâdık’a, Abdullah Sebe’in oğullarından birisi “tefvîd” Ali (r.a)’ın ilahlığını iddia edecek raddeye vardırmıştır. inancını benimsemiş” dedim. tavırla bakmayan İmâmî müelliflerin de benimsediği bir “Tefvîd nedir?” diye sordu. “Allah Teala Muhammed ve Ali’yi yarattıktan sonra işi onlara havale etti; onlar yaratır, onlar rızık verir, onlar diriltir ve onlar öldürür” “Allah’ın Bu düşmanı rivayet, izah tarzıdır. Onlardan biri, el-Bahrânî’nin el- Hadâiku’nNâdıra’sına ta’lik yazan Muhammed Takî el-Eyrevânî’dir. O, bir önceki maddede Kütüb-i Erba’a’ya dahil iki eserden naklettiğim rivayeti aktaran el-Bahrânî’nin,“Bu yalan söylemiş! Onunla karşılaşırsan kendisine Ra’d suresindeki şu ayeti oku…” Bu, aynı zamanda meseleye “peşin redci” bir el-Askerî nezdinde 31) Kütüb-i Erba’a’nın mevsukiyetini de tartışma konusu kılar mı, İbn Sebe’, Emîru’l-Mü’minîn’in ilah olduğunu iddia eden kişidir. Emîru’l-Mü’minîn kendisini 3 gün süre tanıyarak tevbeye davet etmiş, tevbe etmeyince yakmıştır” tarzındaki ifadelerine düştüğü notta şunları söyler: bilinmez; ama şu bir hakikat ki Râfızîler İbn Sebe’ iblisini kapıdan kovsalar bacadan girecektir! Zira ideolojilerinin ve Şia’nın ileri gelenlerinden aktarılan sözler, Şia’nın kurucu atasıdır o! imamlarının ve ileri gelenlerinin bu adama duyduğu Abdullah Sebe’in Hz. Ali (r.a)’a ilahlık atfettiğini anlatan rivayetler canını sıktığı için el-Askerî, İmâmî Milel-Nihel kaynaklarını, el-Keşşî’yi ve ilgili rivayetleri ondan alarak nakletmekte bir beis görmeyen diğer İmâmî kaynakları gözden düşürmek için hayli gayret sarf ediyor. Hareket noktaları şunlar: “(…) Ehl-i Beyt imamlarından nakledilen rivayetler öfkenin ve bu –küfrü ve aşırılığı sebebiyle– adamdan teberri ettiklerinin en kesin delili, en susturucu bürhanıdır. Hatta –el-Keşşî’nin ifadelerin- de de geçtiği gibi– Ali aleyhisselamın kendisi hakkında bu görüşleri ileri süren 70 kişiyi ateşe atarak yaktığını anlatan bazı rivayetler, ona da, görüşlerini benimseyenlere de ölüm cezası uygulandığını gösteren delillerdendir. Sayfa VI | [Tahlil] Sayı: XI, Hafta: XII | sahniseman.org | medya@sahniseman.org [TAHLİL] el-Askerî’nin Beyhude Gayreti “Açıktır ki buradaki rivayetlerle daha önce geçen32) 5 rivayet33) arasında yapılacak bir karşılaştırma, İbn Sebe’in bu sapmasının, İmam aleyhisselam ile aralarında geçen –ve sadedinde bulunduğumuz rivayetin anlattığı– konuşmadan daha sonraki bir zamanda vuku bulduğunu söylemeyi gerektirmektedir…”34) Evet, işin aslı budur. İbn Sebe’, önce Hz. Osman (r.a)’ın şehadetiyle neticelenen fitnenin içinde aktif olarak yer almış, Şam, Kahire, Bağdat, Kûfe… gibi İslam merkezlerini dolaşarak “emr-i ma’ruf” yapmış ve halkı Hz. Osman (r.a)’a karşı ayaklandırmış, burada amacına ulaştıktan sonra Hz. Ali (r.a)’ı yanına sokulmuş, onun “şiası” arasında yer almış ve buradaki yerini iyice pekiştirdikten sonra zehrini kusmuştur. Onun Hz. Ali (r.a) tarafından “yakılarak” öldürüldüğü kesin değildir. Hatta bizzat İmâmî kaynaklar da bu konuda ihtilaf halindedir. Bir kısmı yakılarak öldürüldüğünü söylerken, bir kısmı sadece sürgün edildiğini söylemektedir… Sayfa VII | [Tahlil] Sayı: XI, Hafta: XII | sahniseman.org | medya@sahniseman.org [TAHLİL] Tek Kaynak Seyf b. Ömer mi? Gelelim yukarıda adı geçen müsteşriklerle olanlar bulunduğu gibi, sahih olanlar da vardır. Fazla –başta el-Askerî olmak üzere– onların yolundan yer tutmaması için burada bu rivayetlerin tahliline gidenlerin, İbn Sebe’ adını zikreden tek Sünnî kaynağın girmeyeceğim.39) Seyf b. Ömer olduğu yolundaki iddiasına: Evet, Seyf b. Ömer Hadis İmamları tarafından B. Ebû Nu’aym, Hilyetu’l-Evliyâ’da Ebû İshâk el- Fezârî’nin tercemesinde –İbn Asâkir’in senedlerin- den ancak bu farklı bir senedle– Hz. Ali (r.a)’ın, kendisinin Hz. Ebû durum, İbn Sebe’in onun hayalinin mahsulü olduğu Bekr ve Hz. Ömer (r.a)’dan daha üstün olduğunu iddia ve böyle bir şahsiyetin hiç yaşamadığı iddiasına delil eden İbn Sebe’i öldürmeye azmettiğini, ancak yakın kılınamaz. Zira Abdullah b. Sebe’, Seyf b. Ömer adının arkadaşlarının bunu yanlış bulduklarını söylemeleri hiçbir şekilde yer almadığı sened silsileleri ile bize üzerine vazgeçip, kendisini Medain’e sürgün ettiğini kadar gelen nakillerde de yer almaktadır: nakletmiştir.40) Öncelikle İmâmî kaynakların rivayetlerini zikredelim: ağır ifadelerle taz’îf edilmiş bir kişidir; 35) Bunların başında el-Keşşî’nin kendi sened silsilesiyle naklettiği rivayetler gelmektedir. Bunları el-Askerî kendi kaynaklarından naklen topluca vermektedir.36) Bunlar dışında İmâmî Milel-Nıhel kaynaklarında yer alan nakiller de önemli bir yekün tutmaktadır. Bu kaynaklarda gerek İbn Sebe’/İbnu’s-Sevdâ adı tasrih edilmek suretiyle, gerekse onun adıyla anılan “Sebeiyye” fırkası hakkında detaylı bilgiler bulunmaktadır.37) Yine bu kaynaklar arasında en kadim olanla- rından biri İbn Hilâl es-Sekafî’nin el-İstinfâr ve’lĞârât’ıdır ve daha önce de naklettiğim gibi bu eserde es-Sekafî, kendi sened silsilesiyle Abdullah Sebe’i Hz. Ali (r.a) taraftarları arasında zikretmektedir.38) Sünnî kaynaklar içinde de İbn Sebe’ hakkında bize bilgi veren –ve Seyf Ömer’in yer almadığı senedlerle gelen– rivayetler mevcuttur: A. Bu rivayetlerden 8 adedi İbn Asâkir tarafından Târîhu Dimaşk’da “Abdullah Sebe” adıyla açılan hususi bir başlık altında zikredilmiştir. Bunlar arasında zayıf C. Ehl-i Sünnet’in Fırak ve Milel kaynaklarının tamamı İbn Sebe’ adına ve Sebeiyye fırkasına açık bir şekilde yer vermektedir.41) Bütün bunlar açıkça ortaya koymaktadır ki, Râfıza, varlığını inkâr etmek için kendi kaynaklarını bile tezyif etmiş olsa, İbn Sebe’ tarihsel varlığı sabit bir şahsiyettir ve onun fikirleri doğrudan ve/veya dolaylı olarak bütün alt dallarıyla Şia’nın en önemli zeminini oluşturmuştur. Sayfa VIII | [Tahlil] Sayı: XI, Hafta: XII | sahniseman.org | medya@sahniseman.org [DİPNOTLAR] 1. el-Keşşî, İhtiyâru Marifetir-Ricâl, 103; en-Nevbahtî/el-Kummî,Fıraku’ş-Şî’a, 32-3; Neşvân el-Hımyerî, el-Hûru’l-Iyn, 206, 22. en-Nemâzî, Müstedreku Sefîneti’l-Bihâr, IX, 119. 3. Lewis, Usûlu’l-İsmâ’îliyyîn ve’l-İsmâ’îliyye, 86-7. 23. Bkz. İhtiyâru Ma›rifeti›r-Ricâl (muhakkıkın mukaddimesi), 9. İmâmî rivayet literatüründe böylesi temel bir yere sahip olan el- Keşşî’nin ölüm tarihinin böylesi bir muğlaklık içinde kaybolması, özelde İmâmî rivayet eserlerinin ve genelde bütünüyle İmâmî li- teratürün hayli muahhar bir tarihte oluşmaya başladığının en açık delilidir. 4. Friedlaender, Abdullâh b. Sebe’ ve’ş-Şî’a. 24. 283/896 yılında öldüğü konusunda neredeyse ittifak vardır. 5. Wellhausen, İslam’ın En Eski Tarihine Giriş, 121 vd.Ancak hemen belirtelim ki, bu müsteşriklerin, çağdaş rafızîlerin can simidi gibi yapıştığı bu iddiası, bizzat başka müsteşrikler tarafından dikkate değer bulunmamış, mesela R. A. Nicholson (Târîhu’lArabi’l-Edebî fi’l-Câhiliyye ve Sadri’l-İslâm, 325) ve İslam Ansiklopedisi’ndeki “Abd Allah b. Saba” maddesinin (I, 40) yazarı M. Th. Houtsma bu tezi dikkate değer bulmamış ve İbn Sebe’in tarihsel bir kişilik olarak varlığını onaylamışlardır. 25. İbn Hilâl es-Sekafî, el-İstinfâr vel-Ğârât, 199. 2. Bir sonraki dipnot. 6. Meşhur haham Haim Nahum’un Mısır’da Mecma’u’l-Luğati’l- Arabiyye’ye üye olarak atanması, tamamı İslam’a karşı önyargılarıyla tanınan akademisyen ve araştırmacıların Edebiyat Fakültesi’ne öğretim üyesi olarak davet edilmesi gibi icraatların altında da onun imzasını görmek şaşırtıcı olmasa gerek! 7. Bkz. Tâhâ Hüseyin, el-Fitnetu’l-Kübrâ Alî ve Benûh, 91-4. 8. DİA, “Abdullah b. Sebe” maddesi, I, 133-4. 9. Örnek olarak bkz. Sıddık Korkmaz, Tarihin Tahrifi-İbn Sebe Meselesi, 21 vd; Nejdet Akay, Hz. Osman Dönemi Fitne Olayları ve Temel Sebepleri, (yayımlanmamış YL Tezi), 161 vd.Bu ikinci çalışmada“Abdullah b. Sebe’in aslında Ammâr b. Yâsir (r.a)olabileceği, zira bu iki şahsiyetin fikirlerinin ilgi çekici biçimde örtüştüğü” gibi tam anlamıyla “akla ziyan” bir fikir savunulabilmiştir! 10. Bu kitap ve makalelerin bir dökümü için bkz. Murtazâ el-Askerî,Abdullah b. Sebe’ ve Esâtîru Uhrâ, 58 vd.; Korkmaz, A.g.e., 20-1. 11. Bkz. el-Askerî, A.g.e., II, 101 vd. el-Askerî’nin bu eseri, Abdülbakî Gölpınarlı tarafından Abdullah b. Sabâ Masalı-Bir Yalancının Düzmeleri adıyla dilimize de çevrilmiştir. Abdullah b. Sebe’in tarihsel varlığını inkâr eden tek rafızî el-Askerî değildir. Onun dışında bu doğrultuda kalem oynatan rafızî müellifler arasında Muhammed Cevâd Mağniye, Ali el-Verdî, Kâmil eş- Şeybî, Abdullah Feyyâd, Tâlib er-Rıfâ’î… gibi isimler de bulunmaktadır. Bkz. Sa’dî el-Hâşimî, İbn Sebe› Hakîkatun Lâ Hayâl, 16 vd. 12. el-Askerî, g.e., II, 176 vd. 13. Bu 4 eser (Kütüb-i Erba’a) şunlardır: el-Kuleynî’nin el-Kâfî’si, es- Sadûk’un Men Lâ Yahduruhu’l-Fakîh’i ve et-Tûsî’nin et-Tehzîb ve el-İstibsâr’ı. 14. el-Askerî, A.g.e., II,179. 15. el-Askerî, g.e., II, 180 vd. 16. Söz konusu rivayetler ve sened silsileleri için bkz. el-Keşşî, İhtiyâru Marifetir-Ricâl, 101 vd. Bu kitabın aslı, el-Keşşî’nin Ma’rifetu’n-Nâkılîn ani’l-Eimmeti’s- Sâdıkîn isimli eseridir. Elde mevcut nüsha ise, et-Tûsî tarafından bu eserden seçmeler yapılarak oluşturulmuştur. 17. el-Askerî, A.g.e., II, 180. 18. 22 Bkz. Ricâlu’t-Tûsî, II, 440. 26. Bu uzun risalede dikkatimizi çeken birkaç nokta var: 1. Hz. Ali (r.a), kendisine Hz. Ebû Bekr ve Hz. Ömer (r.anhuma)’yı soranlara sitem yüklü bir tavır içinde cevap vermektedir. 2. Bu risalede Efendimiz (s.a.v)’in vefatından sonra Hz. Ebû Bekr, Hz. Ömer ve Hz. Osman (r.anhum)’un hilafete gelişlerinden bahsederken, hilafetin öncelikli olarak kendisinin ve Ehl-i Beyt’in hakkı olduğunu düşündüğünü ifade etmekte, ancak Rafızîlerin iddia ettiği gibi “nass” ve “tayin”den kesinlikle bahsetmemektedir. 3. Hz. Ebû Bekr (r.a)’ın hilafetinde ona itaat ettiğini, onun da görevini layıkı veçhile yerine getirdiğini ifade etmektedir. Ondan sonra hilafetin kendisine tevdi edileceğini umduğunu, ancak kesin bir beklenti içinde de olmadığını belirtmektedir. 4. Ondan sonra hilafete gelen Hz. Ömer (r.a)’ın idaresinden ve tutumundan razı olduğunu açık bir şekilde söylemektedir. 5. Hz. Osman (r.a)’dan sonra halkın kendisine bey’at etmek için geldiğini, ancak kendisinin bunu arzu etmediğini yine açık bir şekilde ifade etmektedir… Bütün bu hususlar Rafızîlerin daha sonraki tarihlerde Hz. Ali (r.a) ve Âl-i Beyt etrafında oluşturduğu mitik anlatımlarla taban tabana zıtlık teşkil ettiği açıktır. 27. Hz. Ali (r.a) kastediliyor. 28. 32 51/ez-Zâriyât, 22. 29. Bkz. et-Tûsî, Tehzîbu’l-Ahkâm, II, 282. 30. Zürâre b. A’yen: İmam Ca’fer es-Sâdık (rh.a)’in etrafında bulunan Hişâm b. Hakem, Hişâm b. Sâlim gibi birkaç isimle birlikte, Ehl-i Beyt imamlarının adını istismar ederek Râfızîlik inancını sistemleştirenlerdendir. İleride bunlarla ilgili bilgi verilecektir. 31. es-Sadûk, İ›tikâdât, 100. 32. Burada kast edilen, İbn Sebe’in Hz. Ali (r.a) hakkında aşırıya kaçmayan görüşlerini anlatan rivayetlerdir 33. Bunlar da el-Askerî’nin tezyif etmeye çalıştığı –İbn Sebe’in Hz. Ali (r.a) hakkında ilahlık iddia ettiğini anlatan– rivayetlerdir. 34. Muhammed Takî el-Eyrevânî, el-Bahrânî’nin el-Hadâiku’n-Nâdıra’sına yazdığı ta’likler meyanında, VIII, 511 vd. 35. Bkz. İbn Hacer, Tehzîbu’t-Tehzîb, IV, 259-60. 36. el-Askerî, A.g.e., II, 173 vd. 19. en-Necâşî, Ricâlu’n-Necâşî, 356-7. 37. Sa’d b. Abdillah el-Eş’arî, el-Makâlât ve’l-Fırak, 20-1; en-Nevbahtî/ el-Kummî, Fıraku’ş-Şî’a, 32 vd. 20. Muhammed Takî el-Meclisî, Ravdatu’l-Müttakîn, XIV, 38. İbn Hilâl es-Sekafî, el-İstinfâr ve’l-Ğârât, 199. 21. et-Tabersî’nin naklettiğine göre el-Hasen b. el-Cehm, İmam Ali er-Rıdâ (rh.a)’e, “Bazan güvenilir iki ravi bize ihtilaflı rivayetler naklediyor; hangisinin hak olduğunu bilemiyoruz (böyle durumlarda ne yapalım)?” diye sormuş, o da cevaben, “Hangisinin hak olduğunu bilmiyorsan, istediğin rivayeti almakta serbestsin.” Bkz. el-İhticâc, II, 95. Yine aynı eserde nakledildiğine göre Semâ’a b. Mihrân ile İmam Ca’fer (rh.a) ile arasında şöyle bir konuşma geçer: – “Birisi bir konuda amel etmemizi emreden, diğeri amelden sakındıran iki hadise rastladığımızda ne yapalım?” 39. Bkz. Süleymân el-Avde, el-İnkâz mi De’âva’l-İnkâz li’t-Târîh, 9 vd. –“İmamınla bir araya gelip kendisine sormadıkça onlardan hiç biriyle amel etme.”–“Eğer amel etmekten başka çarem yoksa?” – “O zaman âmmenin (Ehl-i Sünnet) ameline aykırı düşenle amel et.” (A.g.e., II, 95-6) – Ve nihayet aynı eserde “İmamlardan” şöyle dedikleri nakledilir: “Bizden gelen rivayetler arasında tearuz görürseniz, şiamızın üzerinde birleştiği rivayeti alın. Zira onda şüphe yoktur.” (A.g.e., II, 96) Birçok alimin reddiyesine konu olan (ama her ne hikmetse sadece İbn Teymiyye’nin Minhâcu’s-Sünne’siyle anılır hale gelmiş bulunan!) Minhâcu’l-Kerâme adlı eserin sahibi İbnu’l-Mutahher el-Hıllî, Muhtelefu’ş-Şî’a fî Ahkâmi’ş-Şerî’a adlı eserini, İmâmîyye’nin kaynaklarında bulunan mütearız görüşleri ve bunların delillerini zikretmek ve aralarında tercihte bulunmak amacıyla yazmıştır. Keza İmâmîlerin “Ayetullah” dediği Abdullah Şübber, Mesâbîhu’lEnvâr adıını verdiği iki ciltlik eseri, kendi kaynaklarında bulunan mütearız ve müşkil rivayetlerin halli amacıyla kaleme almıştır. Hatta Râfıza’nın 4 temel kaynağından dördüncüsü olan el-İstibsâr’ın en temel özelliği, Tehzîbu’l-Ahkâm’daki mütearız rivayetlerin arasını bulmak amacıyla kaleme alınmasıyla öne çıkar (her iki eser de Ebû Ca’fer et-Tûsî’ye aittir). Dolayısıyla sırf muhtevasında mütearız rivayetler var diye elKeşşî’nin eserine yöneltilen bu tenkit “tutarlılık” noktasında Râfıza’nın içine düştüğü sıkıntılı durumun bir göstergesidir. 40. Ebû Nu’aym, Hilyetu’l-Evliyâ, VIII, 253. 41. Bkz. İmam el-Eş’arî, Makâlâtu’l-İslâmiyyîn, 15; İbn Hazm, el-Fısal, V, 36, 46…; elBağdâdî, el-Fark Beyne’l-Fırak, 18, 143-4; eş-Şehristânî, el-Milel ve’n-Nıhel, I, 204 vd.