BÜTÜNLüCü

advertisement
BÜTÜNLüCü
Yrd. Doc.
, Dr. Ali CELiK
,
B
ilindiği gibi İslam Dini, Allah katın-
da gerçek din olup<n, O'nun hoşnud
olduğu, eksiksiz ve tam bir mükemmeliyet içinde vaz' ettiği(2), Hz. Peygamber
(s.a.v .)'i de onu tebliğe<3), tebyine<4), ittibaya<5) ve bu konuda kullarını inzar etmeye (uyarmaya)(6) memur ettiği kutlu
bir dindir. Kur'an-ı Kerim, bu yüce dinin
mukaddes kitabıdır. Bu kitap, Cenab-ı
Hakkın yüce katından insanlığa uzanan
sağlam bir iptir (:hablü'l-metin)(7) ki,
ona sarılan dilima aziz olur ve oo-özlerin
görmediği, akılların tasavvur edemediği
nimetlerle mükafatlandırılır(8). Kur' an,
kendisine tabi olanlara dünya ve il.hiret
saadetinin yollarını gösterir. Bu konuda
genel kilideler ve külll prensipler koyar.
Bazı meselelerde de doğrudan düzenleyici normlar getirif(9).
Hz. Peygamber (s.a.v.) ise, Kur'an'ı,
Allah' ın kendisine verdiği görev istikametinde tebliğ etmiş, açıklamış ve bizzat
yaşamıştır. O'nun ahiakından soruldu<Tu
o
zaman Hz. Aişe (r.a): "O'nun ahlakı
Kur'an'dı"(IO) buyurarak, Hz. Peygamber'in Kur'an 'ı hayatında nasıl yaşadığı-
Al-i İmriln 3/19.
Milide 5/3.
Milide 5/6; Şilril42148.
Nahl 16/44.
En'am 6/106; Yunus 10/109.
Şuaril26/214; Müddessir 74/1-3.
Tirmizi, Sevabu'l-Kur'an, 14; Dilriml,
Feziülu'l-Kur'an, 1; Müsned, III, 14, 17, 26.
(8) Buhar!, Bed'ul-Halk, 8; Müslim, İman, 312;
Cennet, 2-5.
(9) Nur 24/30-31; Nisil4/23; Talak 65/1-4; Bakara 2/282.
(lO) Müslim, Müsilfirin, 139.
(1)
(2)
(3)
(4)
(5)
(6)
(7)
27
DIYANET IlMi DERGI • ClLT: 33 • SAYI: 2 • NISAN-MAYIS-HAZIRAN 7997
nı çok açık bir şekilde anlatmıştır. İşte
Hz. Peygamber'in sözleri, fiilieri ve takrirleri demek olan "sünnet" kavramı,
Allah' ın dinini anlama ve hayata tatbik
etmede teorik ve pratik olarak Hz. Peygamber'in getirmiş olduğu nebev! metoddur< 11 l.
Bu
nebev! metod yani sünnet,
Kur'an'ın mücmelini tafsll eder, müphemini açıklar ve pratik örneklerini ortaya
koyar. Hz. Peygamber'in örnek şahsiye­
ti, bizzat Kur'an ayetiyle tasdik edilmiş­
tir02l. Hz. Peygamber (s.a.v)de pek çok
hadislerinde, dinin, kendisinin açıkladığı
ve uyguladığı şekilde aniaşılıp yaşanma­
sını ifade etmişler: "Beni nasıl namaz
kıldığıını görüyor iseniz siz de öylece
namaz kılınız"(I3l, "Bana uyan cennete girmiş, asi olan ise, emrime uymaktan imtina ~tmiştir"( 14) buyurmuşlar­
dır. Kısaca din yani İslamiyet, "Kur'an
ve sünnet bütünlüğü" içinde vaz' edilmiştir. Kur'an'ı, sünnetten ayrı düşün­
mek, Kur'an'ı anlamamaktır. Bu, Peygambersiz bir din hayal etmek demek o
lur ki, o da muhaldir. Kur'an'da bizzat
Hz. Peygamber'e uyulması istenmiş,
Kur'an ve sünnet bütünlüğü tekrar tekrar
vurgulanmıştır. Bu bütünlük, hadislenrde şöyle anlatılmaktadır:
"Şunu
kat! olarak biJiniz ki, bana
Kur'an ve onun bir misli daha verilmiş­
tir. Karnı tok bir halde rahat koltuğuna
oturarak: 'Şu Kur'an'a sarılınız, onda
helal olarak ne bulursanız · onu helal
kabul ediniz, neyi de haram bulursanız onu haram biliniz'. diyecek bazı
kimseler gelmek üzeredir. Şüphesiz ki,
Allah Rasfilünün haram ettiği şey, Allah'ın haram ettiği şey gibidir"(l5l..
28
Dikkatli olun, koltuğuna yaslanmış
bir adama, benden bir hadis ulaştığın­
da, belki de o şöyle diyecektir: 'Aramızda Allah'ın kitabı var. Onda helal
bulduğumuzu helal, haram bulduğu­
muzu da haram sayarız'. Oysa, Allah
Rasfilünün haram kıldığı da tıpkı Allah' ın haram kıldığı gibidir"06l.
Hadiste geçen "onun bir misli" ifadesinde anlatılan şeyin, Hz. Peygamber'in sünneti olduğu ve bunun da
Kur' an' da "Hikmet" olarak anlatıldığı
pek çok kaynakta ifade edilmiştir< 17).
Kur'an ve sünnet bütünlüğü derken
kasdettiğimiz husus, Kur'an'ın, sünnet
olmadan aniaşılamayacağı ve pratik olarak yaşanmayacağı hususudur. Bunun
içindir ki Kur'an ve sünnet bütünlüğü,
onbeş asırdır İslam ümmeti tarafından
özenle korunmuş, inanmış gönüllerde
bütün kudsiyetiyle yerleşmiştir. Ne var
ki insan faktörünün bulunduğu her toplumda, cumhilra muhalefet eden, değişik
görüşleriyle ortaya çıkan ve böylece zihinleri teşviş eden kimseler bulunabilmektedir. Aynı şekilde, İslam toplumu
(ll) Kardavl, Sünneti Anlamada Yöntem, Tre.
Blinyamiıı Erul, s. 23.
( 12) Ahziib 33/2 ı; Nisa 4/.80; Al-i İmran 3/31:
Haşr 5917.
(!3) Buhar!, Ezan, 18.
(!4) Buhar!, İ'tisam, ı: Ahkiim, ı.
(!5) İbn Miice. Mukaddime; 2, Ha. no: 12; Diirimf,
Mukaddime, 49; Ebfi Davud, Sünne, 6, Ha.
no: 4604; Suyfitf, Miftiihu'l- Cenne, s. 7-8.
(16) Tirmizi, ilim, lO Ha. no: 2664; Ebfi Davud,
Sünne, 6. ha. no: 4605: İbn Mace, Mukaddime, 2, Ha. no: !3.
(!7) Şam, er-Risale, 9!-93; Gazziill', ei-Mustasffi, I, 83; Serahsf, UsUl, ll, 90-96; İbn Hazm,
ei-İhkam, I, 97-!05.
ALi ÇELIK • KUR'AN VE SÜNNET BÜTÜNLÜGÜ
içinde de çoğunluğun görüşüne muhillefet ederek ortaya çıkan ve zaman zaman
gündemi işgal ederek düşüncelerini ifade
eden kişi ya da gruplar olmuştur. Bireysel faaliyetler ya da küçük gruplar olmaktan öte geçmeyen bu tür farklı düşünceler, Kur'an ve sünnet bütünlüğünü
zedeleme, hatta sünneti yok kabul ederek, sünnet malzemelerinin ya sonradan
uydurulduğu veya sayıları çok cüz'! olduğu ifadesiyle, Kur'an ve sünnet arası­
nı ayırmak ve dolayısıyla İsHim'ın ana
kaynaklarından birini yıkacak zemini
oluşturma istikametindedir.
Konunun menşeini araştırdığımız zaman, tarihi geçmişinin ilk deviriere kadar vardığına şahit oluyoruz. Bu konuda,
gerek sünnet üzerine yaptığı çalışmala­
rıyla gerekse müsteşriklere -sünneti savunma sadedinde- verdiği cevaplar ve
yazdığı reddiye08) ile tanıdığımız M.
Mustafa el-Azam!, sünneti inkar ya da
sünnet üzerine atılan şüpheler konusunda, bir takım aykırı düşüncelerin ilk örneklerinin daha sahabe döneminde görülmeye başlandığını ifade ederek şöyle
der< 19).,
nisbetlerini söyler misin? Fakat sen,
Peygamber' e şeh§.det ettiğin halde şimdi
O'nun sünnetini kabul etmiyorsun, dedikten sonra Rasfillüllah (s.a.v.) bize zekat mevzuunda şunları farz kılmıştır, diye açıklamalarda bulundu. Bunun üzerine o adam: Beni ihya ettin, Allah da seni
ihya etsin, dedi." Hasan Basr! diyor ki,
bu zat vefatından önce müslüman fak!hlerden birisi olmuştur<20).
Böyle bir problem (yani her meselenin hükmünü sadece Kur'an'da arama),
Ümeyye bin Halid'in karışsına çıkar ve
Abdullah bin Ömer'e şöyle der:
"Kur'an'da mukim namazı ve korku
namazı hakkında bilgi buluyoruz,
ama onda misafir narnazına dair bir
malumat göremiyoruz." Bunun üzerine
Abdullah bin Ömer:
"- Yeğenim, biz hiç bir şey bilmezken Allah bize Muhammed (s.a.v.)'i
göndermiştir. Bu itibarla biz, sadece
Hz. Peygamber'den gördüğümüz tatbikata göre hareket ediyoruz" diyerek
cevap vermiştir(21 l.
Daha sonraki dönemlerde, bu şekilde
her meselede Kur' an' dan delil arama
gayreti içine girip, sünneti dikkate almama düşüncesinde olanlarda belli bir art-
"Nitekim sahabe devrinde sünnetin
İslam dinindeki yerini anlayamamış
olanlar vardı. Hasan el-Basri' nin rivayetine göre, İmran bin Husayn, Hz. Peygamber'in hadislerinden bahsederken bir
adam ona dedi ki:
(18) M. Mustafa Azami, İslfun Fıkhı ve Sünnet,
- Ey Ebu Nüceyd, bize Kur'an'dan
bahset. İmran:
(19)
- Sen ve arkadaşların Kur'an'ı okuyorsunuz. Sen bana namazın şartların­
dan, kılmış şeklinden bahseder misin?
Altın, deve, sığır ve çeşitli malların zekat
Oryantalist J. Sehaeht'a Eleştiri (Tre. Mustafa Ertürk), İstanbul, 1966.
M. Mustafa Azami, Dirasat fi'l-Hadisi'nNebevi ve Tarihi Tedvinihi, s. 21-41 (Tre.
Nuri Topaloğlu, Sünneti İnkar Edenler, Dokuz Eylül Ün i. ilah. Fak. Derg. lV, 433 vd.,
İzmir
1987 .)
(20) Müstedrek, 1, 109-110;
(21)
Bağdadl,
s. 30-31; Suyilti', a.g.e., s.
Müstedrek, 1, 258.
el-Kiffiye,
5-6.
29
DIYANET ILMI DERGi • CİLT: 33 • SAYI: 2 • NISAN-MAYIS-HAZIRAN 7997
manın olduğunu Bağdildi şu
sözlerle ifa-
de etmektedir:
"Ebu Eyyub es-Sahtiyfuıl (131/749)
diyor ki: Birisine sünnetten bahsettiğim zaman şöyle derdi: 'Onu bırak bize Kur'an'dan bahset.' Biliniz ki böyle söyleyen kişi kendisi sapmış ve baş­
kasını da saptırmıştır<22).
Sahiibe döneminden itibaren, böyle
ferdi bir takım hareketler olarak çıkan
sünnete karşı koyma, genellikle sünnetin
dindeki konumunun ne olduğu konusunda fazla bilgisi olmayan kimselerden
kaynaklandığına, yukarıda zikrettiğimiz
Hasan Basri'nin rivayeti işaret etmektedir. Ancak sahabe asrının sonlarına doğ­
ru, sünnete karşı çıkma, bilinçli bir şekil­
de olmaya başlamış, sünnete ya şüphe ile
bakılınaya veya tamamen inkar cihetine
gidilmeye çalışılmıştır. Bunun temelinde
yatan asıl unsur ise, kanaatimizce, hızla
gelişen İslam fütfihatına, İslami şuurlan­
manın yetişernemiş olması
halidir. Şüp­
hesiz bu konuda büyük gayretler sarfedilmiş olmasına rağmen, bu iki hareketin
atbaşı gidememiş olması, İslam' a yeni
giren milletlerin, kendilerini inanç bazında İslam'ın istediği şekilde yenileyememiş olmaları, ya da kendi inanç ve kabullerini Kur'an ve sünnetle uzlaştırma
gayreti içine girmeleri ve bunun için de
evvela Kur'an'a bakmak suretiyle o
inanç ve kabulün yerini aramaları, eğer
Kur'an o konuya temas etmemiş, meskfitün anh olarak geçmişse, sanki kendi lehlerine bir hüküm kabul ederek "Kur'an
bundan söz etmemişse öyleyse bu düzdir, çünkü eşyanın aslı ibahedir" gibi
bir kanaate vararak hüküm vermişler, o
konuda sünnette bir açıklama olsa dahi,
onu görmek istememişlerdir. Yani böyle
30
bir anlayış onlara, gerek eskiden getirdikleri inancı koruma, gerekse kendi
zanlarınca müslüman olarak yaşama açı­
sından bir problem çıkarmayacağı gerekçesiyle daha cazip gelmektedir. Bu sebeple, sünnete karşı çıkmada, onu gözardı etmede kötü niyet, siyasi beklenti ve
benzer bazı faktörler bulunabileceği gibi, onları gönül rahatlığı içinde böyle bir
anlayışa sürükleyen asıl unsurun, şuur
altında beslenen inanç ·ve kabullerin bir
türlü silinip atılamayışı olduğu, bize daha makul gelmektedir. İster şuur altı
inanç ve kabullerin devamını sağlamak,
isterse siyasi beklenti ve daha başka
emellerine ulaşmak için olsun, sünnete
karşı koyma hicrf 2. asırda bir takım fır­
ka ve gruplarca açıkca seslendirilmiş,
sünnete karşı tavır alınmış, Kur'an-sünnet bütünlüğü parçalanmaya çalışılmış­
tır. Bu dönemde sünnete karşı tavırlarıy­
la bilinen üç fırka dikkat çekmektedir.
Bunlar: Haric!ler, Mu'tezile ve Şia(23)_
Haridier, "mürtekib-i keblre" (: büyük günah işleyen tekfir edilir) görüşüne
sahip olduklarından, Hz. Ali (r.a)'ı, Hz.
Osman (r.a)'ı,Cemel Vak'ası'nakatılan­
ları, Sıffin savaşı sırasında gerçekleşen
hakem olayındaki (Tahkim meselesi) hakemleri, tahkime razı olanları ve bu hakemlerin birini veya ikisini kabul edenleri tekfir etmeye başladılar. Bununla
birlikte, tahkime -razı oldukları, zalim
önderiere uyup kendilerince güvene layık olmadıkları gerekçesiyle sahabenin
büyük çoğunluğunun rivayet ettikleri hadisleri kabul etmemişlerdi.<24)
(22)
(23)
(24)
Bağdiidl,
a.g.e., s. 3 ı.
Şatıbi, İ'tisam,
n, 220.
Mustafa Sıbiil, es-Sünnetü ve Mekanetüha
fi Teşrii'I-İslam, s. ı 49.
ALl ÇELIK • KUR'AN VE SÜNNET BÜTÜNLÜGÜ
Mu' tezile ise, hadisler karşısında çok
farklı görüşlere sahiptir. Mu'tezile alimlerinden Nazzam (231/845), icmayı reddetınesi hasebiyle, mütevatir olarak bir hadisin rivayetinin mümkün olamayacağını
savunmakta ve böylece mütevatir hadisi
reddetmektedirC25). Ca.hız (160/775) ise,
hadis ehlini alaylı bir üslGp içinde eleşti­
rerek, hadise karşı tutumunu ortaya koymaktadır<26). Yine bir Mu'tezill olan Ebu
Huzeyl el-Allaf (235/850), "Havass-ı selime ile bilinmesi mümkün olmayan
geçmiş peygamberlerin haberleri ile
ilgili konular, (ravileri) arasında bir
veya daha fazla cennet ehlinden birisinin bulunmasıyla ancak hüccet olarak
kabul edilir"(27) diyerek, ileri sürdüğü
bu şart bulunroadıkça haberin, ister §.had
ister mütevatir olsun kabul edilmeyeceğini belirtmektedir. Bununla beraber, bu
tür görüşlerin Mu' tezile mensuplarının
tamamına teşmil edileceğini söyleyenierin yanında(28), aksini ifade eden ilim
adamları da vardırC29).
Ş!a
da, "Hz. Peygamber'in sağlı­
ğında saf ve temiz bir çok sahabi,
O'nun ölümünden sonra bu hallerini
muhafaza edememişlerdir. Gadir-i
Hum günü Hz. Aliye bey'at ettikleri
halde Hz. Peygamber'in ölümünden
sonra bu bey'atlerine uymamışlar, irtidat etmişlerdir. İrtidat etmeyen ancak bir kaç sahabi vardır"(30).
Dalaylı
sünnete karşı
olan bu tırkalardan özellikle Haridierin
ve Şianın tutumunun siyası, Mu'tezilenin ise, akılcılığı öne çıkararak sünnet
üzerinde yaptıkları farklı yorumlar, onları böyle bir tutum içine itmiştir. Şurasını
açıkca belirtmeliyiz ki, Kur'an da Sünveya
doğrudan
net de, Allah 'ın insanoğluna verdiği en
büyük nimet olan akıl nimetiyle anlaşıla­
caktır. Ne var ki akıl, dış dünyadan almış
olduğu bilgileri, çevre şartları, kültürel
miras, geçirdiği tecrübeler gibi bir çok
faktörün sonucu oluşan zihn! meleke ve
idrak gücü istikametinde değerlendirir.
B u sebepten aklın tek başına mutlak hakikati bulması bazen eksik kalabilir.
Onun içindir ki akıl, fonksiyonunu icra
ederken kullandığı verileri iyi seçmek
zorundadır. Zira öncüllerin farklılığı,
farklı sonuçlara götürür. İs!a.m bilginleri,
bilgi edinme yolları olarak üç yol kabul
etmişlerdir. Bunlar: Akıl, haber-i sadık
ve havass-ı sellme (duyu organları)
dırC3 ı). Bunları kısaca açıklayalım.
Akıl,
insana mahsus bir kuvvet olup,
kişi o sayede ilim öğrenme ve idrak etme
kaabiliyetine sahip olur, diye tarif edilmiştir(32). Aklın verdiği hükümler ise, vacib, mümten! ve caiz olmak üzere üçtür.
(25) Ebu Mansur Bağdiidl, el-Fark Beyne'lFırak, 87; İbn Kuteybe, Te'vilü Muhtelifi'lHadis, s. 24, Tre. M.H.Kırbaşoğlu, s. 30.
(26) İbn Kuteybe, a.g.e., s. 71-72 (krş. Tre. M.H.
Kırbaşoğlu, s. 82-84).
27) Ebu Lübiibe Hüseyin, Mevkıfu'l-Mu'tezile
ınine's-Sünneti'n-Nebeviyye, s. 90-92,Talat
Koçyiğit, Hadisçilerle Kelarncılar Arasın­
daki Münakaşalar, s. 245.
(28) M. Mustafa Azami, bu kanaatini Dirilsat fi'IHadisi'n-Nebeviyye isimli eserinde beyan
etmektedir. (Topaloğlu, a.g.m., s. 437.
(29) Mustafa Sı bal, a.g.e., s. 202.
(30) Sofuoğlu, M.C., "Şii İınamiyye'nin Hadis Anlayışı", Milletler Arası Tarihte ve Günümüzde
Şiilik Sempozyumu, Tebliğ, 6, s. 258-286.
(3 1) Taftaziini, Şerhu'I-Akilid Kestelli Haşiyesi
ile birlikte, s. 25, İst. 1320.
(32) Taftazani, a.g.e., s. 29, krş. Uludağ, S., Kelam
İlmi ve İslam Akaidi Şerhu'I-Akilid, s. ı 15.
31
DIYANET ILMI DERGI • ClLT: 33 • SAYI: 2 • NISAN-MAYIS-HAZiRAN 1997
Haber-i Sadık: Vakıaya mutabık olan
habere haber-i sadık denir. Bu da Haberi mütevatir ve Haber-i rasfil diye iki kıs­
ma ayrılır. Haber-i mütevatir: Yalan söylemek üzerine birleşmelerini aklın almayacağı bir çok kimselerden mürekkep bir
cemaatin, bir çok insanların söylemiş oldukları şeydir. Mütevatir haber, zarfiri
ve kesin bilgi ifade eder. Haber-i Rasfil
ise, kendisinin peygamber olduğu sabit
ve mucizelerle destektenmiş olan bir
peygamber' in verdiği haberler, söylediği
şeylerdir. Gerek Hz. Peygamberin tebliğ
edip haber verdiği Kur'an-ı Kerim, gerekse O'nun bize ulaşan müteviitir sünneti zarfiri ve kesin bilgi ifade eder.
Havass-ı
sellme (:duyu organları)
ise, işitme, görme, koklama, tatma ve
dokunma duygusu olup, bu duyu organlarından her biri ne için yaratılmışsa onu
yapar, o fonksiyonu icra eder.
İşte biz insanlar, bu üç bilgi edinme
yollanndan birisiyle, bir şeyin varlığını
ve hakikatini anlayabiliriz. İslam akiiidinin önerdiği bilgi edinme yollan kısaca
böyledir. Tabiki aslolan bu üç yolla gelen bilgileri dengeli bir şekilde yorumlamaktır. Birini çok fazla öne çıkarıp diğer
yollar ile gelen bilgileri görmemek, sağ­
lıklı bilgiye götürmez. En azından diğer
bilgi edinme yollarıyla elde edilen verileri inkara götürür. İşte pozitivist düşün­
cedeki adeta duyu organlanyla bilgi
edinme esasının, diğerleri üzerine kurduğu hakimiyet (gözlem ve deney yönteminin esas alınması), bu dengeyi bozmanın
en tipik ifiidesidir. Mu'tezilenin aklı ön
plana çıkararak farklı yorumlar geliştir­
mesi de bir başka yönden dengenin bo32
zulmasına
sebebiyet vermiş, haber-i sadık olarak bilinen bilgi verilerini fazla
dikkate alınama ya da zorlama te'villere
gitme gibi bir pozisyona girerek,
Kur'an-sünnet çatışması gibi suni ayrı­
lıklara sebep olmuştur. Halbuki Kur'an'la
.sahih sünnet hiç bir zaman çatışmaz.
Bununla beraber, İslam bilginleri
özellikle muhaddisler, sünnetin Hz. Peygamber' e iiidiyetini tesbit etmek konusunda ciddi çalışmalar yaprruşlar, kilide
ve prensipler vazetmişlerdir. Sünnet
malzemesi yani hadisler, gerek kaynak
açısından -kutsi, nebevi gibi-; gerek ravı
sayısı ıtibariyle -mütevatir, iihad gibi-;
gerekse makbul olup olmaması ve teşri
değeri açısından ayrıntı denilebilecek inceliklere varıncaya kadar çok ciddi tenkid süzgecinden geçirilmiştir. Geçiriimeyenler var ise, böyle bir tenklde tabi
tutulması, hatta Kur' an' a arzedilmesi istenmiştir. Yapılan bu çalışmalar sırasın­
da şüphesiz ihtilaflar, farklı bakış açıları
olacaktır. Hakikati n ortaya çıkması da
ancak böyle mümkündür. Bu bir anlamda rahmettir. İslam dünyasında sünnet
üzerine yapılan bu tür tartışmalar,
Kur'an-Sünnet bütünlüğü açısından herhangi bir zarar vermediği gibi, bilakis bu
iki kaynağın daha iyi anlaşılınasını temin
edecek bir dinamizm getirmektedir. Ancak tartışmanın niteliği, bu iki kaynağın
bütünliiğünü bozacak ve sünnetin reeldedilmesini gerektirecek düzeyde ise bu tür
tartışmalan tasvip etmemiz imkansızdır.
Çünkü ortada, yüce dinimizin asli kaynaklannelan birini yoketme, yahut onun
üzerine şüphe ve tereddütler atarak, bu
asıllar üzerine bina eelilen hükümleri geçersiz kılma gibi bir art niyet olduğu düşünülebilir. Nitekim bunu batılı araştır-
Ali ÇELiK • KUR'AN VE SÜNNET BÜTÜNLÜGÜ
macıların
(oryantalistlerin) çalışmaların­
da çok açık olarak görmekteyiz. Zira batılı bilim adamları, sünnet üzerine yaptıkları çalışmalarında, onu anlamaktan
ve yorumlamaktan ziyade, sünnetin, İs­
lam' ın asli kaynakları arasında bulunamayacağı, bulunmaması gerektiği düşüncesinden hareketle, ulaştıkları bilgileri, ya saptırarak veya tahrif ederek arzu
ettikleri sonuçlara ulaşınaya çalışmakta­
dırlar. Bazen de bu görüşlerini bir takım
sosyolojik ve antropolojik verilerle desteklemek suretiyle onlara bilimsellik
kazandırma gayreti içine girmişler­
di(33). Nitekim, J. Schacht'ın sünnet
hakkında ileri sürdüğü "Yaşayan gelenek"(: Living tradition) tezi, böyle bir
gayretin mahsulüdür.
M. Mustafa Azami, "sünneti inkar
hareketi"nin tarihçesinden bahsederken
şöyle der: " ... Tarih bize, ikinci asırdan
sonra müslüman olan ve sünneti terketmeye davet eden şahıs ve gruplardan
bahsetmiyor. İkinci asırda bunu iddia
edenler ise, sünnete bağlı müslümanların
gözetimi altındaydılar. Bundan sonra durum takriben onbir asır böylece devam
etti. Nihayet zaman değişti ve müslümanların gücü zayıfladığı, sömürge ve
esaret devri geldi. Sömürgeciler, İsHim
esaslarını yıkmak için kötü fikirlerini
yaymaya başladılar"(34). Azami' nin bu
tesbitine göre, ilk dönemlerde bireysel
ya da küçük gruplar halinde görülen sünnet karşıtı düşünceler, hicrl ikinci asır­
dan sonra onbir asır müddetle ciddi bir
problem olarak görülmemektedir. Ne zaman ki sömürge devri başladı, benzer
görüşler tekrar tarih sahnesinde görülmeye başlamıştır.
Müsteşriklerin
Sünnetle ilgilenmelerı, 1800'lü yıllarda başlamıştır. Bunlar
arasında Reinhart Dozy (1833), Alfred
Von Kremcr (1889), Alyos Sprenger
(1893), Ignaz Goldziher (1921), Deodor
Nöldeke (1930), Leone Caetani (1935),
Joseph Schacht (1969) ve Montgomary
Watt gibi daha pek çoklarını saymak
mümkündür. Eski-yeni bütün müsteşrik­
ler -aralarında insaflıları bulunmakla beraber- araştırmalarında hep aynı temayı
işlemişler ve Sünneti hedef almışlardır.
Müsteşriklerin sünnet üzerinde yaptıkla­
rı çalışmalar genellikle:
a. Sünnetin mahiyeti meselesi,
b. Sünnetin sübfitu ve isnad meselesi,
c. Sünnetin teşri değeri, delil olup olmaması meselesi,
d. Sünnetin
kaynağı
meselesi,
e. İlk devir sünnet malzemesinin değeri meselesive bu genel konuların muhtevasına giren diğer alt başlıklardır.
Batıdaki bu tür çalışmalar, İslam
dünyasındaki bazı
ilim ve fikir adamları­
nı da etkilemiştir. Mustafa Sıbru, Muhammed Tahir Hekim gibi müellifler,
yazdıkları eserlerinde bu İslam bilginleri
(33) Bu konuya örnek olması açısından J.
Schacht'ın (ö. 1969) "The Origins of Muhammadan Jurisprudence" Oxford, 1950.
isimli eseriyle, M. Mustafa Azami'nin bu
esere yazdığı reddiye niteliğindeki ''İsliiın
Fıkhı ve Sünnet" Tre., Mustafa Ertürk, İst.
l 966. isimli eserin okunmasını tavsiye ediyoruz.
(34) M. Mustafa Azami', a.g.m., s. 438.
33
DiYANET ILMI DERGI • ClLT: 33 • SAYI: 2 • NISAN-MAYIS-HAZIRAN 1997
hakkında geniş
bilgiler vermektedir- . mektedirler. "Hüküm ancak Allah'ın­
ler(35)_ Bunlar arasında Dr. Ali Hasan
dır" ayetinden sonra "Hz. Muhammed' e itaat şirktir" demektedirler(37).
Abdülkadir, "İsHim Fıkıh Tarihine Genel Bir Bakış" isimli eserinde çoğunluk­
Hadisler konusunda tenkidci bir
la I. Goldziher' den alıntılar yaparak
yaklaşım içinde olan ve "Ben az çok
"Hadislerin büyük bir çoğunluğunun saPervizle aynı görüşteyim"(38) diyerek,
hih olmadığını, bunların İslam' ın ilk döhadis kaynaklarına ihtiyatla yaklaşan
neminden kalan vesikalar olduğunun da
Fazlurrahman (ö. 1988)'ın Joseph
söylenemeyeceğini, bunların ancak olSchacht'ın tesirinde kaldığı, ortaya attı­
gunlaşma dönemindeki müslümanların
ğı "Yaşayan Gelenek (: Living Sunçalışmalarının eserlerinden bir eser olanah)" anlayışı ile J. Schacht'ın iddia etbileceğini ..." ileri sürmektedir. Dr. Tevtiği "Yaşayan Gelenek (:Living Tradifik Sıdd!kl, "ei-Menar" dergisinde ''İs­
tion) anlaşıyı arasında paralellikten anlam Yalnız Kur'an'dır" başlığı altında
laşılmaktadır<39).
yayınlanan (9. yayın yılında 7 ve 12' nolu sayılarında) makalesinde, sünnetin
Bütün bu bilgilerden, gerek
Kur' an' da ve gerekse sahih hadislerde
Hz. Peygamber döneminde yazılmadı­
Kur'an-Sünnet bütünlüğü ifade edilğından bahisle, bunun, oluşan fesada ve
miş ve korunması emredilmiş olması­
hadislerle aynanmasına sebep teşkil ettina rağmen bu bütünlüğü bozma yoğini belirterek, hadislerin /sünnetin sülunda bir takım faaliyetlerin geçmişte
butu hakkındaki müs~eşriklerin iddiasına
olduğu gibi zamanımızda da olduğu,
o da katılmaktadır. Benzer iddiaları, Ahbelki de gelecekte de devam edeceği­
med Emin "Fecrü'l-İslam"ında, Mahni anlıyoruz. Konuyu özetleyerek ifamud Ebu Reyye "Advaun ale's-Sünneti'l-Muhammediyye"sinde, Dr. Ahmed
Zeki Ebu Ş adi 'nin "Servetü'l-İslam"ın­
da görmek müınkündür(36).
(35) Mustafa Sıblil, "es-Sünnetü ve Mekanetüha
fi Teşrii'I~İslam" isimli eseri; M. Tahir
XIX. yüzyıl sonlarında Hind yarıma­
Hekim, "Sünnetin Etrafındaki Şüpheler"
(Tre.
H. Aslan, İstanbul, 1985) eseri.
dasında gelişen "Ehl-i Kur'an" ekolü
(36) M. Tahir Hekim, a.g.e., s. 41-83 (özetle).
ise, sünneti tamamen inkar etmektedir.
(37) Zaferullalı Daudl, Pakistan ve Hindistan'da
Bu sebepten mezkur ekole sahip kişilere,
Hadis Çalışmalan, s. 275-280, İst.1995.
Hind yarımadasında "Ehlü'l-Kur'an,
(38) Zaferullalı Daudl, a.g.e., s. 286 (FazlurrahMünkirin-i Hadis", ya da ekolün önde
man, Some İslanıic İssues in the Eyyub Han
gelen isimlerine nisbet edilerek ÇakraleEra, s. 2S7'den naklen).
v!, Perv!z! gibi muhtelif isimler veril(39) i. H. Ünal, "Fazlurrahman' ın Sünnet Anlayı­
mektedir. Temel akldelerinin arasında
şı ve Yaşayan Sünnet Kavramı Üzerine", İs­
en belirgini "şirk" hakkında olup, sünlami Araştırmalar- Fazlurrahman Özel
net ve hadisle amel etmeyi şirk kabul etSayısı, c. 4, sayı, 4, s. 285-294, Ankara, 1990.
34
All ÇELIK • KUR'AN VE SÜNNET BÜTÜNLÜGÜ
de edecek olursak, Sünnet üzerine yapılan araştırma ve tartışmaların genel
olarak iki temel noktada odaklaştığını
tesbit ediyoruz:
1. Sünnetin daha iyi aniaşılıp yorumlanması için yapılan çalışmalar ve bu
çerçevede ileri sürülen görüşler. Bunlar,
masumane görüşler olup Kur'an ve
Sünnet bütünlüğü içinde İslam 'ın yorumu için açıklanmış görüşlerdir. Bu tür
tartışmalar, ister ltikadl, isterse fıkhl
olsun Sünnetin delaleti üzerinde Ehl-i
Sünnet mezhepleri arasında yapılan tartışmalardır. Bu da İslam'ın temel esaslarını yorumlamada bir dinamizm getirmiştir.
2. Sünneti, İslam'ın ikinci ana kaynağı olma özelliğini reddetmeyi esas
alan tartışmalardır. Bunun yansıması
da İslam tarihi içinde üç şekilde olmuş­
tur:
a) Siyası düşüncelerin öne çıkarı­
larak sünnetin tamamını veya bir kıs­
mını reddetmeye yönelik tartışmalar.
Haridierin ve Şia'nın sünnet karşısın­
daki tutumunu bu çerçevede düşüne­
biliriz.
düşüncelerin
ve !tikad!
gruplaşmaların taassubu altında sünnete karşı alınan tavır. Bunu da bazı Miltezili imamların görüşlerinde net olarak
görmek mümkündür.
b) Felsefi
c) Batılı ilim adamlarının İslam' a
karşı saldırılarını, sünnete karşı saldı­
rıyla somutlaştırmaları ve bunun için
görüşlerini
destekleyecek ilm! faaliyetlerde bulunmaları. Bu çalışmalar, tamamensünneti reddetmeye yöneliktir. İs­
lam dünyasındaki bazı bilim adamları­
nın, batılı bilim adamlarının yolunu takip etmeleri ise,. sömürgeciliğin getirmiş olduğu kültürel baskının sonucu olması muhtemeldir. Her ne kadar bazı
bilginierin görüşleri müsteşriklerle paralellik gösterse de, bunlar müslüman
bilim adamlarıdır ve İslam! kaygılarla,
Sünnetin daha iyi aniaşılıp yorumlanmasını, İslam' ın ana kaynaklarının aktualitesini daima muhafaza etmesini
amaçlayan çalışmalar olarak düşünüyo­
ruz. Ne var ki, içlerinde hata edenler de
yok değildir.
Bunların dışında
bir de Kur'an-Sünnet bütünlüğüne hale! getirecek görüş­
ler olarak ileri sürülen ve tamamen
kavram kargaşasından meydana gelen
tartışmalar vardır ki, bunlar ya kelimelerin ve kavramların manalarını tahrif
etmekteler ya da onlara farklı manalar
yükleyerek Kur'an ve Sünnet terminolojisinin dışında değişik yorumlara gitmektedirler. Rasilllük, nebllik ve mehdilik iddiaları, bu konuda ileri sürülen
gerekçeler, vahy kelimesinin lügat manasını dikkate alarak vanlmaya çalışı­
lan sonuçlar hep bu kavram kargaşası­
nın meydana getirdiği yorumlamalardan başka bir şey değildir. Bu ise,
Kur'an ve Sünnet bütünlüğü içinde tasvip görmesi mümkün olmayan bir anlayıştır.
35
'
DiYANET iLMi DERGI • ClLT: 33 • SAYI: 2 • NISAN-MAYIS-HAZIRAN 7997
BİBLİYOGRAFYA
Kur'an-ı
Kerim.
BUHARİ.
Muhammed bin İsmail bin İbrahim (256/869). el-Camiu's-sahih, I-VIll.,
Çağrı Yay. İstanbul 1982.
MÜSLİM.
Ebu'I-Huseyn Müslim bin Haccac
V, Thk. M. F. Abdülbaki, Mısır 1955.
ei-Kuşeyrl
(261/874). el-Camius'Sahih I-
EBU DA VUD, Süleyman bin Eş'as es-Sicistanl (276/888) Sünen, I-V, Çağrı Yay. İstan­
bul 1982.
TiRMiZi. Ebu İsa Muhammed bin İsa. (279/892), Sünen, I-V, Çağrı Yay. İstanbu11982.
DAiMi. Ebu Muhammed Abdullah bin Abdirrahman (255/868), Sünen, I-ll, Çağrı Yay.
İstanbul 1982.
KARDA Yİ. Yusuf, Sünneti Anlamada Yöntem (TRC. Biinyamin Erul), Kayseri 1993.
SUYÜTİ. Celaluddin Abdirrahman bin Ebi Bekir (911 /1606), Miftahu'l-Cenne fi'l-İhti­
caci's-Sünne, 1402.
ŞAFii, Muhammed bin İdris, (204/8 ı 9), er-Risale, Mısır, ( 1358/1940), Thk. A. Muham-
med
Şakir.
GAZZALİ, Ebu Hami d Muhammed bin Muhammed (505/111 ı). el-Mustasra min İlmi'l­
Usul,
Mısır
1356/1937,1-11.
SERAHSİ,
Ebu Bekir Muhammed bin Ebi Sehl Ahmed (483/1090), Usfilu'
re ı 373, Ebu'!-Vefa el-Efganl neşri, 1-11.
1-Fıkh,
Kahi-
İBN HAZM, Muhammed bin Ali bin Hazm. (456/1063). el-İhkam fi Usuli'l-Ahkam.
SUPHİ SALiH. Hadis İliınieri ve Istılahları (Tre. M.Y.Kandemir), Ankara 1986.
MUSTAFA AZAMi, İslam Fıkhı ve Sünnet (Tre. Mustafa Ertürk), İstanbul, ı996.
HAKiM NEYSABÜRI, Ebu Abdiilah Muhammed bin Abdiilah (405/1014), -el-Müstedrek, I-IV, Haydarabad, Trs.
HATİB BAGDADi. Ebu Bekir bin Ahmed bin Ali (463/1070). el-Kif1iye fi İlmi'r-Riva­
ye, Thk. Ahmed Ömer Haşim, İkinci Baskı, ( 1406/ 1986), Beyrut.
ŞATIBİ, Ebu İshak İbrahim bin Musa ei-Lahml, (790/1388), -el-İ'tisam, I-ll.
EBU MANSUR, Abdulkahir el-Bağdi.idl, (429/1037) el-Fark Beyne'l-Fırak, Mısır 1367,
(Tre: E.R. Fığıalı), Ankara 1991).
36
Ali ÇEliK • KUR'AN VE SÜNNET BÜTÜNLÜGÜ
İBN
KUTEYBE. Ebu Muhammed Abdiilah bin Müslim. (276/889). Te'vilu Muhtelifı'l­
Hadis, ı 326 Mısır. (Tre. M.H.Kırbaşoğıu).
EB U LÜB6JiE Huseyn. Mevkıfu 'I-Mu' tezile mine's-Sünneti 'n-Nebeviyye, (ı 399/1 979),
. Riyad.
KOÇYİGİT. T., Kelamcılarla Hadisçiler Arasındaki Münakaşalar, Ankara 1984.
SOFUOGLU, M. C., "Şii İmamiyye'nin Hadis Anlayışı", Milletler Arası Tarihte ve Günümüzde Şiilik Sempozyumu.
TAFT AZA Nİ. Sa'düddin Mesud bin Ömer (79 ı /1389), Haşiyetü Kestelli ala Şerhi'l­
Akaid, 1320 İstanbul, Tre. Süleyman Uludağ. ikinci baskı, l 982.
KOÇKUZU, A. 0., Rivayet İlimlerinde Haber-i Vahitlerin İtikat ve Teşri Değeri, Ankara 1988.
MUHAMMED TAHiR HEKiM, Sünnetin Etrafındaki Şüpheler, Tre. Hüseyin Aslan,
İstanbul 1985.
ZAFERULLAH DAUDL Şah Veliyyullah Devlevi'den Günümüze Pakistan ve Hindistanda Hadis Çalışmaları, İstanbul, 1995.
ÜNAL i. HAKKI, ''Fazlurrahman'ın Sünnet Anlayışı ve Yaşayan Sünnet Kavramı
Üzerine", İslami Araştırmalar, Fazlurı·ahman Özel Sayısı. c. 4, sayı, 4. Ank. 1990.
MUSTAFA SIBAİ, es-Sünnetü ve Mekanetüha fi Teşrii'I-İslam, Kahire 1380/1960.
37
Download