ENDOKRİN SİSTEM PATOLOJİSİ Ek Ders Notları Yard.Doç.Dr. Gülbin Şennazlı İ.Ü. VETERİNER FAKÜLTESİ PATOLOJİ ANABİLİM DALI 1 ENDOKRİN SİSTEM ORGANLARI Endokrin sistem; amacı vücudun çeşitli organları arasında metabolik denge durumunu korumak ve devam ettirmek olan, birbirleri ile yakından ilişkili ve vücudun çeşitli bölgelerine dağılmış organlar gurubudur. Endokrin bezler bu amaçlarını çeşitli organların aktivitesini düzenleyen kimyasal haberciler(Hormonlar) salgılayarak gerçekleştirirler. Endokrin bezler diğer organlarla kıyaslandıklarında küçüktürler. Tüm vücuda dağılmış olup birbirleriyle kan dolaşımı aracılığı ile bağlantı kurarlar. Çok zengin damarlaşmaya sahiptirler. Endokrin bezler ve ürettikleri hormonlar şöyle sıralanır. Hipotalamus Antidiüretik hormon(ADH, vasopressin) Oksitosin Tyrotropin salgılatıcı hormon(TRH) Somatotropik hormon uyarıcı hormon(ST-RH, GH-RH) Somatotropik hormon inhibe edici faktör(STİF) Gonadotropin salgısını uyaran hormon(GnRH) Prolaktin salgısını uyaran faktör(PRF) Prolaktin salgısını baskılayan faktör(PİF) Adrenocorticotropin salgılatıcı hormon (CRH) Hipofiz Bezi( Pitüiter Bezi): Adenohipofiz: Somatotropik hormon (Somatotropin-STH, Büyüme Hormonu , Growth Hormon-GH Luteotropik hormon (LTH, Prolaktin) Tiroid stimüle edici hormon (TSH , Tirotropin), Follikül stimüle edici hormon (FSH), Luteinize edici hormon (LH), Adrenokortikotropik hormon(ACTH), Melanofor stimüle edici hormon (MSH) 2 Nörohipofiz Antidiüretik hormon(ADH, vasopressin) Oksitosin Tiroid Bezi: T3(Triiodotironin) T4(Tiroksin) Kalsitonin Paratiroid Bezi: Parathormon(PTH) Böbreküstü Bezi(Adren) Adrenal Korteks Mineralokortikoidler(Aldosteron) Glukokortikoid(kortizol ve kortikosteron) Adrenal seks hormonları(progesteron, östrojen ve androjenler) Adrenal Medulla Katekolamin (Epinefrin ve norepinefrin) Pankreas Langerhans Adacıkları İnsülin Glukagon Somatostatin Gonadlar (Testis ve Ovaryum): Ovaryum Östrojen Progesteron Testis Testosteron 3 HİPOTALAMUS Hipotalamus; beyinin etkilerinin hipofize iletilmesi ile görevli önemli bir organdır. Bu nedenlede hipotalamus ve hipofiz çok yakın ilişki içerisindedirler, bu ilişkileride iki ayrı mekanizma ile sağlanır: 1. Hipotalamus-nörohipofiz ilişkisini sağlayan mekanizma: Hipotalamusun paraventriküler ve supraoptik nükleuslarındaki nöronlardan ayrılan sinir uçları, hipotalamus-nörohipofiz ilişkisini sağlıyan nöronlar “antidiüretik en önemli elemanları oluştururlar. Bu hormon-ADH,(vasopressin)” ve “oksitosin” hormon salgılarından sorumludur. 2. Hipotalamus-adenohipofiz ilişkisini sağlayan mekanizma: Diğer bir grup hipotalamus nükleuslarının nöronlarından salınan faktörler ile de Adenohipofiz hormonlarının salgısını uyararak(Releasing hormon-RH) ve baskılayarak(İnhibiting factor-IF) regülasyonunu sağlarlar. HİPOFİZ BEZİ( PİTÜİTER BEZ) Hipofiz(pitüiter bez), kuru fasulye şeklinde, beynin tabanında, sella tursikanın sınırları içinde yerleşmiş bir organdır. Çok yakından ilişkili olduğu hipotalamusa hem hipotalamustan uzanan aksonların oluşturduğu bir “sap”, hem de venöz pleksusla bağlıdır. Hipofiz bezi morfolojik ve fonksiyonel olarak iki özgün komponentden oluşur. Ön hipofiz-ön lop(adenohipofiz) ve arka hipofiz-arka lop(nörohipofiz) olmak üzere. Ön hipofiz(Adenohipofiz): Farinksin Rathke kesesinden kaynaklanan ektodermal bir yapıdır. Buradan salgılanan hormonlar: STH, LTH, FSH, LH, ACTH, TSH, MSH Arka hipofiz(Nörohipofiz): 3. ventrikül tabanından aşağıya doğru göçeden nöral dokudan kaynaklanır; buradan hormon sentezlenmez, hipotalamusta sentezlenen oksitosin ve ADH’yı depolayarak salgılar. 4 NÖROHİPOFİZ: “Pitüisit” denilen modifiye glial hücreler ve hipotalamusun paraventriküler ve supraoptik nükleuslarındaki sinir hücrelerinden uzanan aksonlardan oluşur. Nörohipofiz hormonları olarak da bilinen “Antidiüretik hormon(ADH) (vasopressin) ve Oksitosin”, hipotalamusta bulunan nörosekretorik hücreler tarafından sentezlenir ve bu nöronların aksonları boyunca akarak nörohipofize gelir ve depolanırlar. Uygun uyarıya yanıt olarak da dolaşıma salınırlar. Antidiüretik hormon; böbrekte toplayıcı kanalları etkileyerek serbet suyun resorbsiyonunu sağlar. Eksikliği; böbreklerin idrardan suyu gerektiği şekilde geri ememesine ve buna bağlı olarak da aşırı idrar yapımına (poliüri) yol açar. Oksitosin gebelikte uterus duvarındaki düz kasların ve memede laktiferoz duktusları çevreleyen düz kasların kasılımını uyarır. Nörohipofizin en belli başlı bozukluğu, buradan salgılanan Antidiüretik hormon(ADH, vasopressin) ve oksitosin hormonlarının yeterli miktarlarda çeşitli sebeplere ilgili olarak üretilememesi durumunda vücutta gelişen hastalık halleridir. Bunlardan en önemlisi ise; vücutta Antidiüretik hormonun eksikliğine ilgili olarak gelişen “Diabetes İnsipidus (DI)” adı verilen, polidipsi ve poliüri ile karakterize bir hastalık halidir. DİABETES İNSİPİDUS (DI) ADH’ın yetersiz üretildiği ya da dolaşımdaki bu hormonun yüksek seviyesine ya da normal sekresyonuna karşı böbrekteki hedef hücrelerinde gerekli yanıtın biyokimyasal oluşumundaki eksikliklerine bağlı bir bozukluktur. Nörohipofizdeki akson uçlarından genel dolaşıma salınan ADH böbrekte toplayıcı kanalları etkileyerek serbest suyun resobsiyonunu sağlar. ADH eksikliği böbreklerin idrardan suyu gerektiği şekilde geri ememesine ve aşırı idrar yapımına(poliüri) yol açar. Poliüri ile karakterize bu duruma “Diabetes insibidus” adı verilir. Böbreklerden aşırı su kaybına bağlı olarak serum sodyumu ve ozmolalitesi artmıştır. Bu da susuzluk hissi ve fazla su içmeye(polidipsi) neden olur. Sebeplerine göre diabetes insibidus iki alt gruba ayrılır: Eğer diabetes insibidus; hipotalamusun endokrin kesiminin bozukluğuna ilgili olarak şekillenmiş ise Hipotalamik(hipofizeal) diabetes insibidus, kronik böbrek hastalıklarına ilgili olarak gelişmiş ise Nefrojenik diabetes insibidus olarak adlandırılır. 5 Hipotalamik diabetes insibidus; ADH yapan nöronların harabiyeti veya ADH salınımını kontrol eden mekanizmaların bozukluğu sonucu ortaya çıkan poliürik bir tablodur. ADH’nın sentezlenmesi ya da sekresyonunun engellenmesi; kanamalı kafatası travmaları ve hipotalamus ve hipofiz ile ilgili cerrahi işlemler, hipotalamus ve hipofizin yangısel hastalıkları, tümörleri, kistleri ve otosomal genetik faktörlere ilgili olarak çok çeşitli durumlarda; hipotalamusun supraoptik nükleuslarındaki nörosekretorik nöronlar basınç altında kalır ve yıkımlanır ya da nörohipofizin kapillar pleksuslarında salındığı yere taşınması engellenir. Bunların sonucunda ADH sentezlenmesinde azalma veya tamamen tükenme gerçekleşir. Diabetes insibidus bazen altta yatan hiçbir neden olmaksızın kendiliğinden ortaya çıkabilir(idiyopatik). Hipotalamik diabetes insibidus; köpek, sıçan, at ve nadiren kedilerde bildirilmiştir. Özellikle Boxer ırkı köpeklerde daha sık rastlanır. Kedilerde; yavru ve gençlerde, çoğunlukla erkeklerde bildirilmiştir. Bu hastalık gelişen hayvanlarda hastalık teşhis edilip uygun tedavi uygulandığı takdirde klinik semptomlar bir dereceye kadar düzelebilir. Ancak olayların çoğunluğu ölümle son bulur. Nefrojenik diabetes insibidus: ADH’ın antidiüretik etkisine renal tubuler cevapsızlık sonucu oluşur. Bu durum da kronik böbrek hastalıklarına ilgili olarak gelişir. ADENOHİPOFİZ: Adenohipofiz üç bölümden oluşur. Pars distalis, pars tuberalis, pars intermedia’dır. Adenohipofiz hormonları, nörohipofiz hormonları gibi hipotalamusta sentezlenmez, adenohipofizde bulunan endokrin hücreler tarafından sentezlenir ve salınır. Ancak bu hormonların salınmaları, hipotalamusta bulunan nörosekretorik hücreler tarafından salınan faktörler ve hormonlar tarafından kontrol edilirler. Adenohipofizden salgılanan hormonlar şunlardır: • Somatotropik hormon (Somatotropin -STH, Büyüme Hormonu , Growth Hormon-GH): Uzunlamasına büyümede ve metabolik olayların ayarlanmasında önemli bir yere sahiptir. • Luteotropik hormon (LTH, Prolaktin): Gebelik sırasında östrogen, progesteron ve plasental laktojen ile birlikte meme büyümesini ve süt oluşumunu sağlar. 6 • Tiroid stimüle edici hormon (TSH, Tirotropin): Tiroid hücre membranındaki reseptörlere bağlanarak, tiroid hiperplazisine ve vaskülarizasyonuna neden olur. Ayrıca tiroid hormon sentezini uyarır. • Follikül stimüle edici hormon (FSH): Overlerde folliküler büyüme ile testislerde büyümeyi ve spermatogenezi uyarır. • Luteinize edici hormon (LH): Ovülasyonu, folliküler luteinizasyonu, testiküler interstisiyel hücre fonksiyonunu ve hem over, hem de testislerde steroid üretimini uyarır. • Adrenokortikotropik hormon(ACTH): Adrenal korteksten glukokortikoid ve mineralokortikoid sekresyonunu uyarır. • Melanofor stimüle edici hormon (MSH): Melanositlerde melanin sentezini arttırır. Melanoforlarda melanin dağılışını düzenler STH, LTH ve MSH’ın etkileri endokrin olmayan dokular üzerinedir. TSH, FSH, LH ve ACTH ise ilgili endokrin bezlerin sekretorik aktivitelerini kontrol ederler. Hipotalamustan salınan hormonlar ve faktörler (ACTH-RH, FSH-RH, LH-RH, TRH, ST-RH, STİF, PRF, PİF); adenohipofiz salınmasını(Releasing-RH) ve hormonlarının (ACTH, engellenmesini(Inhibiting-IF); FSH, adenohipofiz LH, TSH) hormonları da(ACTH, FSH, LH, TSH); adrenal korteks, yumurtalık, testis, tiroid bezi gibi endokrin bezlerin hormonlarının salınmasını kontrol etmektedirler. HİPOFİZ-PİTUİTER(ADENOHİPOFİZ) BEZİNE İLGİLİ BOZUKLUKLAR Aslında adenohipofiz; pitüiter bezin birçok hormonlar üreten önemli bir bölümüdür. Pitüiter bez adı altında burada anlatılan patolojik olaylardan kastedilen, aslında adenohipofiz ve buradan salgılanan hormonlardır. Pitüiter bezde meydana gelen doku harabiyeti, bu bezin ürettiği hormonların birinin veya birkaçının, hatta hepsinin sekresyonunu etkiler yani az veya çok miktarlarda salgılanmasına sebep olur. Pitüiter bezde meydana gelen doku harabiyeti hormonlarının az veya hiç salgılanmamasına neden olur. Bu duruma “hipopitüitarizm” denir. Tam aksine pitüiter bezden köken alan ve salgı üretebilen tümörlerin gelişmesi veya hipotalamik nöyrosekretör uyarının 7 artışı veya pitüiter bezin fonksiyonunu önleyici etkisinin ortadan kalkması da çok miktarda pitüiter hormonun salgılanmasına neden olur. Bu duruma da “hiperpitüitarizm” denir. HİPERPİTÜİTARİZM Hiperpitüitarizm, pituiter bezin aktivitesinin patolojik olarak aşırı derecede artması halidir. Böyle bir durumda da bezi oluşturan asidofilik ve bazofilik hücreler fazla çalışıp, hormon üretir ve aşırı miktarda salgılar. Hormonların fazla yapımının nedeni genellikle pituiter bezin adenomlarıdır. Daha seyrek görülen nedenleri ise hiperplazileri ve karsinomları, bez dışı tümörlerin hormon yapımı ve bazı hipotalamik bozukluklardır. Pituiter adenomları fonksiyonel olmayabilir. Ya da normalde bulunan fonksiyonel pituiter paranşimini yıkıma uğratıp onun yerini almaları sonucu hipopituiterizme yol açabilirler. Fonksiyonel olan pitüiter adenomları genellikle tek bir hücre tipinden oluşurlar ve baskın olarak tek tipte bir hormon yaparlar. Bunun istisnalarıda olabilir. Bazı pituiter adenomları tek bir hücre tipinden oluşurlar, fakat birden fazla hormon salgılarlar(örneğin büyüme hormonu ve prolaktin). Pituiter bezin(adenohipofiz), adenomlarının çeşitli tipleri şunlardır: Somatotropik(STH, Büyüme hormon-GH) hücreli adenom Prolaktin(luteotropik) hücreli adenom ACTH hücreli adenom Gonadotropik(FSH ve LH) hücreli adenom Karışık STH-Prolaktin adenomları TSH hücreli adenomlar Aşırı hormon salınımına ilgili olarak da vücutta bazı değişiklikler ve hastalıklar şekillenir. Gigantism ve Akromegali: Dev cüsselik hali. Gigantizmin sebebi; pituiter bezin salgıladığı STH(GH) hormonun henüz çocukluk çağında iken aşırı miktarda üretilip salgılanmasıdır. Böyle bir durum ise çoğunlukla pituiter bezdeki bazofil hücrelerden köken alan aktif bir adenomun oluşumuna ilgili olur. Adenomlar puberte öncesi dönemde yani kemik epifizlerin kapanmasından önce ortaya çıkarsa aşırı STH düzeyi Gigantism gelişimi ile sonuçlanır. Salgılanan çok miktardaki STH, kıkırdak ve kemik dokulardaki üreyip çoğalmayı, diğer bir deyişle uzamayı hızlandırır ve sürekli kılar. STH aynı zamanda bağ dokuya ve diğer dokulara olan etkisiyle bu organ ve dokularda da büyüme ve 8 gelişmesini sürdürür. Bu durum vücut boyutlarında genel bir artış, kol ve bacakların orantısız uzaması, yüz hatlarının kabalaşması ve viseral organların büyümesi ile karakterizedir. STH düzeyindeki artış ergenlik çağında yani epifizin kapanmasından sonra devam eder ya da bu artış epifizler kapandıktan sonra ortaya çıkarsa hastalarda Akromegali gelişir. Akromegali köpeklerde aynı zamanda progesteron preparatlarının uzun süren uygulamaları sonrasında veya yaşlı, çiftleşmemiş, östrus siklusunun diöstural fazındaki dişi köpeklerde gelişebilir. Uzun ve kısa tüylü evcil, erkek ve 4-17 yaş aralığındaki erişkin kedilerde görülmüş olmakla beraber köpeklerde nadiren bildirilmiştir. Akromegali durumunda ossifikasyon tamamlandığı için uzun ve yassı kemikler kalınlaşıp kabalaşır. Büyüme eller, ayaklar ve yüz kemikleri, yumuşak dokular, deri ve iç organlarda(kalp, karaciğer, böbrekler) çok tipiktir. Yüz hatlarında kabalaşma, küçük ve öne çıkık alt çene, kilo artışı, karında genişleme, deride kalınlaşma ve katlanmalar çok belirgindir. STH fazlalığı ile birlikte glikoz toleransında bozukluk, diabetus mellitus, yaygın kas zayıflığı, hipertansiyon, artrit, osteoforoz ve konjestif kalp yetmezliği gibi birçok diğer bozukluklarda görülür. Diabetes mellitus özellikle kedilerde akromegali ile beraber gözlenen önemli bir klinik bulgudur. Bunun nedeni ise; aşırı STH hormonunun, insüline karşı antigonistik etkiye sahip olmasıdır. Galaktore ve Amenore Halleri: Pituiter bez tarafından salgılanan prolaktin hormonunun aşırı miktarda üretilip salgılanması süt bezlerini etkileyerek memelerin aşırı miktarda süt üretip salgılamasına ve yumurtalıkların faaliyetlerini olumsuz etkileyerek amenoreye neden olur. Bu durum pituiter bezde prolaktin salgılayan hücrelerden gelişen ve aşırı fonksiyon gösteren tümörlere ilgili olur. Cusing Sendrom: Glukokortikoidlerin (kortizolun) kronik, fazla ve uygunsuz salgılanması sonucu ortaya çıkan semptomlar kompleksidir. Olay Pituiter kaynaklı bir adenoma bağlı ise Cushing hastalığı denilmekte, adrenal kaynaklı olanlara veya ekzojen ACTH veya glukokortikoidlerin yüksek dozda ve uzun süre verilmesi ile (iatrojenik cushing) ortaya çıkan tabloya da Cushing sendromu ismi verilmektedir. Ayrıca, küçük hücreli akciğer kanserleri, bronş karsinomları, timus karsinoidleri, pankreatik tümörler, feokromositoma, medüller tiroid kanseri gibi tümörlerde ektopik ACTH salgılayarak Cushing sendromuna yol açarlar. Pituiter bezin ACTH salgılayan tümörlerine daha çok köpeklerde, daha az olarak da diğer hayvanlarda rastlanır. Erişkin ve yaşlı köpeklerde daha sık gelişir, ayrıca Boxer, Boston terrier ve Dachshunds ırkı köpeklerde daha yüksek insidansa sahiptirler. Klinik 9 bulgular ve lezyonlar pituiter tümörlerin uyarımına bağlı olarak hiperplastik hal alan adrenal korteks tarafından uzun süre salgılanan kortizolün etkisi sonucu gelişir. Bu değişiklikler vücudun birçok organ sistemi üzerine glukokortikoid hormonların kombine glukoneojenik, lipolitik, protein katabolik ve antiinflamatuar etkileri sonucunda oluşur. HİPOPİTÜİTARİZİM Pituiter bezin üretip salgıladığı hormonlardan birinin veya birkaçının çeşitli sebeplere ilgili olarak az salgılanması veya hiç salgılanmamasıdır. Sebepler: Pituiter bez içinde yer alan ve onun hormon üretimini olumsuz yönde etkileyerek azaltan herhangi bir lezyon hipopitüitarizme sebep olabilir: 1.Pituiter(hipofiz) bez içinde gelişen herhangi tipten birçok tümörler hipopitüitarizm yapabilir. Bu gibi tümörler primer yani bezin kendi dokusuna ait olabilir. Veya sekonder yani metastazik bir tümör de olabilir. Primer tümörler Rathke yarığının artığından, kraniofaringeal duktusun artığından veya faringial duktusun artığından kök alabilir. Hipofizde gelişen veya yerleşen tümörler hipofiz dokusunu istila ederek ortadan kaldırır ve dolayısı ile gözden silinen bez dokusundan salgılanan hormonlar da giderek azalır ve tamamen durmuş olur. 2. Hipofiz bezi içinde oluşan kistler: En önemlisi Rathke poşundan gelişen kistlerdir. Genellikle Ratke poşunun orofaringeal ektoderminin, pars distalisin tropik hormon salgılayan hücrelerine farklılaşmasındaki yetersizliğe ilgili olarak gelişir. Bu durum sella tursikada prograsif olarak genişleyen çok boşluklu kist oluşumuna ve adenohipofizin yokluğuna yol açar. Diğer kistler kraniofaringeal kistler, faringeal hipofizden gelişen kistlerdir. Hipofizde oluşan bu kistler hipofizin bez dokusunu basınç altına alarak onu atrofiye uğratır. 3. Hipohizde baş gösteren hipoplasi ve aplasi halleri: Bu gibi olaylar çoğunlukla baş bölgesinde yer alan geniş çaptaki anomalilere ilgili olur. Örneğin Vit. A yetersizliği veya veratrum califormicum ve salsola tuberculata gibi bitkiler ile zehirlenme sonucunda oluşan cyclopie (tekgöz anomalisi) ve anencephalia olaylarında gelişir. 10 4. Hipofizi etkileyen kalıtsal hatalar: Bazı genlere ilgili olarak hipofizin kalıtsal olarak noksan gelişmesi sonucu meydana gelir. Jersey ve Guernsey ırkı sığırlarda, uzun gebelik haline sebep olan fötusa ait hipofizdeki hipoplasi veya aplasi durumu gibi. 5. Hipofizde yer alan yangısel veya enfeksiyöz hastalıklar: Viral, bakteriyel, paraziter ve mikotik etkenlere ilgili sistematik enfeksiyonlar seyrek de olsa hipofize yayılabilir. 6. Hipofizin şiddetli hiperemisi, hipofizde yer alan kanamalar ve nekrozlar: Bu gibi lezyonlara köpeklerin viral enfeksiyöz hepatitisinde (Hep. Cont. Can.) ve domuz vebası olaylarında rastlanmıştır. 7. Hipofizde yer alan septik emboliler ve bunların nedbeleri: Daha ziyade ruminantlarda ve de özellikle sığırlarda septik metritislere ilgili olur. 8. Seyrek de olsa kuşların ve yılanların hipofiz bezlerinde artiküler ve visseral ürikozisin bir parçası olarak ürat kristallerine ait düğümcükleri(tofi) yer alır. Hipopitüitarizm sonucunda vücut doku ve organlarında bazı aksaklıklar, bozukluklar ve hastalıklar meydana gelir. Pitüiter Cücelik Hali (Pitüiter Dwarfism-Juvenil Panhipopitüitarizm) Somatotropin hormonun eksikliği sonucu hayvanlarda cücelik hali gelişir. Köpeklerde pitütier cücelik hali genellikle hipofiz kistlerine bağlı olarak gelişir. Hipofiz kistleri ya normalde doğumla kaybolan distal kraniofaringeal duktusun kalıntılarından(Kraniofaringeal duktus kistleri) gelişebilir ya Ratke poşunun orofaringeal ektoderminin farklılaşma yetersizliği sonu gelişebilir(Ratke poşundan gelişen kistler) veya pars distalisin tropik hormon salgılayan hücrelerine farklılaşmasındaki yetersizliğe ilgili(Faringeal hipofizden gelişen kistler) olarak gelişebilir Bu tür kistler hipofizin portal sistemi üzerine basınç yaparak dolaşımını engeller ve bu organda atrofiye neden olur. Ayrıca geniş kistik yapıların yırtılmasına bağlı olarak ortaya 11 çıkan proteinli içerik yangıya neden olabilir. Klinik bulgular arasında optik alanlara basınç nedeniyle görme güçlükleri, diabetes insipidus, şişmanlık ve adenohipofisin hipofonksiyonuna bağlı olarak gonad atrofisi, bazal metabolizmada azalma ve hipoglisemi gelişir. Köpeklerde pituiter drawfizm (hipofiz cüceliği) genellikle rathke poşunun orofaringeal ektoderminin pars distalisi’nin tropik hormon salgılayan hücrelerine farklılaşma yetersizliği ile ilgilidir. Bu durum sella tursikada progresiv olarak genişleyen çok boşluklu kist oluşumuna ve adonohipofisin yok olmasına neden olur. Juvenil panhipopituitarizm; çoğunlukla Alman çoban köpeklerinde görülür. Cüce doğan yavrular 2 aylığa kadar normal görülür. Diğerlerine oranla daha yavaş gelişirler. Kıl örtüsü düzgün değildir. Tüylerin düzensizliğimden ötürü tilki benzeri bir görünüş alırlar. İki taraflı simetrik alopesi gelişir. Kalıcı dişler gecikir yada hiç çıkmaz. Epifiz plaklarının kapanması, hormonal yetersizliğin şiddetine bağlı olarak 4 yaşına kadar sürebilir. Genital organlar gelişmez, ovaryum korteksi gelişmez veya hiç yoktur. Troid hormanları düşüktür. Hipofiz cüceliği tanısında yararlı olan kriterler arasında; diğer yavrularla karşılaştırmalı olarak hayvanın boyu, açık epifizeal hatların radiografileri, tiroid fonksiyon testleri ve deri biopsileri yer alır. Deri lezyonları; epidermiste hiperkeratozis, folliküler keratozis, hiperpigmentasyon, eklenti bezlerinde atrofisi ve elastin ipliklerin kaybı ile dermisde kollagen iplik ağının gevşekliği vardır, ayrıca kıl gövdesi yoktur ve kıl follikülleri özellikle gelişme siklusunun telogen fazındadır. TİROİD BEZİ Tiroid bezi endokrin bezlerden biri olup tiroid hormonları olarak bilinen üç çeşit hormon üretir. Hayvanların çoğunda traheanın iki yanında sağlı sollu iki lop olarak bulunur. Domuzlarda, yan loplar ile beraber median hatta da büyük bir lop yer alır. Tiroid bezi değişik büyüklükte çok sayıda folliküllerden oluşur. Bu folliküller, tiroid bezinin görev yapan ana birimleridir. Follikülleri, silindirik, kübik veya yassılaşmış epitel hücreleri döşer. Hücrelerdeki bu şekil değişikliği salgı üretme faaliyetlerine bağlıdır. Folliküllerin 12 lümenleri kolloid ile doludur. Kolloid tiroid follikül hücreleri tarafından salgılanan troglobülin deposudur ve tiroid fonksiyonundaki aktivite düzeyine göre 3 aylık tiroid hormonu ihtiyacını karşılar. Folliküller arasındaki bağ doku kapillarlardan zengindir, ayrıca bu bölgelerde kalsitonin hormonu sentezleyen “Parafolliküler ya da C” hücreleri adı verilen hücreler gruplar halinde yer alır. Tiroid bezi; Tiroksin(T4), Triiyodotironin(T3) ve Kalsitonin(calcitonin) hormonlarını hipotalamus ve hipofiz etkileşimi ile salgılamaktadır. Hipotalamustan salgılanan Tirotropin Releasing Hormon(TRH) tarafından uyarılan ve adenohipofizden salgılanan Tiroid Stimulan Hormonu(TSH) tiroid bezinin iyot alımını uyarmaktadır. Folliküler hücreler genel dolaşım kanından iyon halindeki iyodu diffuzuyon yolu ile alırlar. İyod follikül hücre stoplazmalarında peroksidaz enzim aracılığı ile oksitlenerek aktif elementer iyoda dönüştürülür. Sonra iyod follikül lümeninde bulunan tiroglobülinin tirozin ucuna bağlanır ve monoiyodotirozin(MİT) ve diiyodotirozini(DİT) oluştururlar. Tiroid hücresinin kollid yüzünde iki DİT birleşerek T4’ü oluşturur, bir DİT ile bir MİT birleşerek veya T4’ün deiyodinasyonu ile T3 oluşur. Bu evre TSH tarafından uyarılır ve bu uyarıma yanıt olarak tiroid follikül epitel hücreleri kolloidi pinositoz yolu ile içlerine alırlar. Hücre içinde tiroglobulin molekülü hidrolize tabi tutulur ve tiroid hormonları serbest bırakılır. T3 ve T4 sistemik dolaşıma salınırlar ve burada periferal dokulara taşınmak üzere ya plazma proteinlerine bağlanırlar ya da serbest halde bulunurlar. Toplam plazma T4’ünün yaklaşık % 0.04’ü, T3’ün % 0.4’ü serbest olarak dolaşır ve biyolojik olarak aktiftirler. Plazma proteinlerine bağlanan tiroid hormonları biyolojik olarak inaktiftir. Bezin en fazla sentezlenen hormonu T4, en etkin hormonu ise T3’dür. Kandaki tiroid hormon miktarının ayarlanması “negatif geri bildirim” mekanizması ile olmaktadır. Kanda tiroid hormonları belirli bir düzeyi aşınca TSH salınması inhibe edilir. Tiroid hormonları genel olarak tüm vücut hücrelerinin büyüme ve gelişmesi ile enerji metabolizmasını düzenleyen hormonlardır. Bu hormonların en belirgin etkisi; dokuların metabolizma hızını ve oksijen kullanma hızını artırmasıdır. Tiroid hormon yetersizliğinde bazal metabolik hız normal değerden %30-40 kadar azalırken, aşırı salgılanmalarında %50100 kadar artmaktadır. Aynı şekilde proteinlerin anabolizma ve katabolizmaları da tiroid hormonları ile artırılır. Lidip ve lipoprotein metabolizmasında büyük rol oynarlar. Onların sentezini, mobilizasyonunu ve katabolizmasını etkilerler. Karbonhidrat metabolizmasını her 13 yönüyle uyarmaktadır. Bunlar; glikozun hücreler tarafından tutulmasında artma, glikolizde artma, glikoneojenezde artma, sindirim sisteminde emilim hızının artması, hatta karbonhidrat metabolizmasında sekunder etkiler oluşturan insülin salgılanmasında artması şeklindedir. Tiroid hormonlarının azlığında metabolik olayların yavaşlaması, kemik iliği fonksiyonlarına da yansımakta, eritrosit yapım hızı azalmaktadır. Tiroid hormonlarının eksikliği B12 vitamini, folik asit, demir gibi hemopoietik maddelerin yetersizliğine neden olmakta ve anemi oluşturmaktadır. Tiroid hormonları, normal büyüme için hipofizden salgılanan büyüme hormonu kadar gereklidir. Eksikliklerinde kemik gelişimi yavaşlar. Tiroid bezinin en önemli bozukluğu; üretip salgıladığı tiroid hormonlarının çokluğu yani “hipertiroidism”, azlığı veya hiç salgılanmaması yani “hipotiroidismdir”. Ve dolayısıyla da bunlara ilgili olarak vücutta baş gösteren hastalıklarıdır. Hipotiroidism köpeklerde, hipertiroidism de kedilerde sık rastlanan tiroid bezine ilgili endokrin hastalıktır. HİPOTİROİDİSM Tiroid hormonlarının eksikliğine bağlı olarak şekillenen bir sendromdur. Köpeklerin yaygın bir endokrin hastalığıdır, kedilerde ve diğer hayvanlarda nadir olarak görülür. Orta yaş(4-8) grubundaki köpeklerde daha sıklıkla ortaya çıkar. Hastalık genellikle orta ve büyük, saf ırk köpekleri etkilemekte olup, özellikle; Doberman pincher, Golden retriever, İrish seter, Dachshund, Shetland çoban köpeği, minyatür Schnauzer, Cocker spaniel, Boxer, Buldog, Chow chow, Labrador retriever ırkı köpeklerde daha sıklıkla rastlanmaktadır, Alman kurdu ve melezler daha az duyarlıdırlar. Cinsiyetin önemli olmadığı belirtilmekle birlikte kısırlaştırılmış dişi, kastre edilmiş erkeklerde hastalığın gelişme riskinin yüksek olduğu belirtilmektedir. Hiptiroidism etyolojilerine göre primer, sekunder ve tersiyer olarak 3 gruba ayrılır. Bunlardan en sık görüleni primer hipotroidisimdir ve köpeklerde daha çok tiroid bezinin idiopatik folliküler atrofisi ve lenfositik tiroiditise bağlı olarak gelişir. Köpeklerde hipotiroidizme yol açan diğer nedenler arasında nadir gelişen iki taraflı fonksiyonel olmayan tiroid tümörleri, iyot yetersizliği sonu oluşan guatr ve cerrahi olarak tiroid bezinin çıkarılması, antitiroidal ilaçlar ile tedavi ve radyoaktif iyot ile tedavi gibi iatrojenik nedenler yer alır. Kedilerde de sebep hipertiroidismi tedavi etmek amacıyla tiroidin tamamının cerrahi olarak çıkarılması veya tedavi amacı ile kullanılan radyoaktif iyodla tiroid bezinin yıkımlanmasıdır. 14 Sekunder hipotiroidisim hipofiz bezi tarafından yetersiz TSH hormonu salgılanmasına bağlı olarak gelişir. Tersiyer hipotiroidisim ise hipotalamustan TRH salgılanmasındaki eksikliğe ilgili olarak gelişir. İdiopatik Folliküler Atrofi: Tiroid bezinin idiopatik atrofisi, tiroid paranşim dokusunun mikroskobik olarak kaybolması ve yerini yağ dokunun almasıdır. Sebebi bilinmemektedir. Köpeklerde hafif hipotirodism bulgularının ortaya çıktığı follikül atrofisinde tiroid bezinin bir kısmı etkilenir. Bu kısımda uzun prizmatik hücreler ile döşeli küçük folliküllere rastlanır. Bu folliküllerde çok az kolloid bulunur. Follikül duvarında, kolloidde ve interstitiumda tek ya da küçük gruplar halinde dejenerasyona uğramış follikül hücreleri görülür. İlerlemiş formlarında ise hipotiroidizmin klinik bulguları ortaya çıkar ve tiroid hormonlarının kandaki düzeyleri de düşük olur. Tiroid bezi çoğunlukla yağ dokusu görünüşünde olur ve küçük follikül kümeleri gözlenir. İdiopatik follikül atrofisinde ara sıra tiroid bezinde kapsüllenmiş bir mikroadenom ya da follikül hücrelerinin nodüler hiperplazili alanları görülür. Lenfositik Tiroiditis: Lenfositik tiroiditis immun aracılı bir hastalıktır. Hasta hayvanların dolaşımlarındaki tiroglobülin, T3, T4’ü içeren tiroid antijenlerine karşı otoantikorların yoğunluğunun artmış olması hastalığın humoral immun mekanizma ile olan ilişkisini ortaya koymaktadır. Her ne kadar köpeklerde gerçek mekanizma bilinmemekte ise de insanlarda olduğu gibi poligenik özellikte kalıtsallığın söz konusu olduğu sanılmaktadır. Lenfositik tiroiditisli köpeklerde, tiroid bezi hafif büyür ve kahverengi-beyaz renkte olur. Tiroid bezi normal ya da küçülmüş de olabilir. Histolojik olarak; multifokalden diffuza değişen lenfosit, plazma hücresi ve makrofaj infiltrasyonları görülür. Folliküller arasında yeryer lenfoid nodüllere rastlanır. Sağlam kalan folliküller küçüktür. Vakuollu görünüşteki kolloid içinde sıksık lenfositler, makrofajlar ve dejenere follikül hücreleri yer alır. Lenfositik tiroiditiste follikül lezyonlarının çoğu tiroid follikül hücreleri arasında göç eden lenfositlerin ve plazma hücrelerinin etkisiyle oluşur. Bu göç follikül hücrelerinin bazal membrandan ayrılmasına ve dökülmesine, lenfoid hücrelerin lümene göçlerine ve sonunda folliküllerin dejenerasyonuna neden olur. Tiroid follikül hücrelerinin yangısel hücreler ile prograsif yıkımlanmasını ve tiroid hormonları üretiminin azalmasını kompanze edebilmek için, geride kalan folliküllerdeki hücreler, olasılıkla TSH salgılanmasındaki artışa bağlı olarak hipertrofiye uğrar. Lenfositik tiroiditiste lezyonlar tiroid bezinin fibröz bağ dokuya dönüşmesine kadar ilerler. 15 Hipotiroidismde ortaya çıkan birçok fonksiyon bozukluğu bazal metabolizmanın yavaşlamasından kaynaklanır. Hipotiroidismde çoğunlukla deri ve kıllarda önemli lezyonlar şekillenir. Tiroksin(T4) hormonu fizyolojik olarak kıl büyümesinin anagen(etkin) dönemini uyarır, oysa tiroid hormonlarının kandaki düzeyleri düştüğünde telogen(inlenme) dönemi uyarılır. Telogen kıllar da kıl folliküllerinden kolaylıkla kopar; sonuçta hayvanda kıl örtüsü incelir ve sık sık iki taraflı simetrik alopesi şekillenir. Kıl dökülmesi özellikle derinin kuyruk ya da boyun bölgesi gibi sürtünen kısımlarında başlar, uzun süren hipotirodism olgularında kuyruk tamamen çıplak kalır. Deride hiperkeratozis hipotiroidizmde her zaman görülen bir lezyondur. Yuvarlak pullu odaklar şeklinde görülür. Hiperpigmentasyon da özellikle burnun dorsal yüzü ve kuyrukların distal kısmı gibi yersel alopesi bölgelerinde şekillenir. Uzun süren ya da şiddetli hipotiroidism olgularında Miksödem şekillenir ve klinik olarak hipotiroidism için karakteristik bir görünüşte olur. Miksödemde dermis ve subkutiste musin maddesi toplanır. Musin oldukça fazla miktarda su tutar ve deride belirgin kalınlaşmaya ve hamur kıvamı almasına neden olur. Alın, göz kapakları, dudaklar ve distal ekstremitelerde deride kalınlaşmalar şekillenir. Bu durum özellikle yüzde çok belirgindir. Alında temporal bölgede yuvarlaklaşma, yüzün kıvrımlarında kalınlaşma, dudaklar ve alt göz kapaklarında şişkinlik ile karakterize “üzüntülü yüz ifadesi” tipik bir görüntü oluşturur. Hipotiroidismde üreme bozukluklarına yaygın şekilde rastlanır. Erkek hayvanlarda cinsel isteksizlik, testis atrofisi ve spermatozoon yoğunluğunda azalma vardır. Dişi hayvanlarda östrus siklusları düzensiz olur ya da şekillenmez ve böyle hayvanlar döl tutmaz. Uzun süren ve şiddetli hipotiroidismde oluşan hiperkolesterolemi; aterosklerozis(koroner, serebral ve diğer damarlarda) ve karaciğerde büyüme ile glomerulus ve kornea lipidozisine yol açar. Hipotiroidismde hiperkolesteroleminin nedeni lipid metabolizma hızında yavaşlama, kolesterolün bağırsaktan atılmasında azalma ve lipidlerin safra asitlerine ve diğer bileşenlere dönüştürülmesidir. Kimi hipotiroidili köpeklerde iştahta bir değişiklik olmadan vücut ağırlığında artış gözlenir. HİPERTİROİDİSM(Tirotoksikozis) Tiroid bezi fonksiyonlarının çeşitli sebeplere ilgili olarak artması sonucu fazla miktarda tiroid hormonları üretip salgılanması ve buna bağlı olarak meydana gelen multisistemik bir hastalık halidir. Daha sıklıkla orta yaş ve üstü kedilerde görülmekle beraber köpeklerde nadirdir. 16 Cinsiyet ve ırk yatkınlığı yoktur. Ancak Siyam ve Himalayan ırkı kedilerin genetik olarak daha düşük bir risk altında oldukları bildirilmiştir. Sebepleri: • Tiroid bezini uyaran maddelerin alınması o Ticari kedi mamalarına katılan bazı kimyasallar(Polyfenol ve türevleri) o Soya fasulyesinin kedi mamalarında yüksek kaliteli bitkisel protein kaynağı olarak dikkatsizce kullanılması o Konserve gıdalar, pire spreyleri, insektisitler, herbisitler hipertiroidism riskini arttırdığı bildirilmiş. • Tiroid bezinde bilateral multinodüler adenomatöz hiperplaziler(Guatr) • Tiroid bezi tümörleri • Hipofizin TSH salgılayan tümörleri Hipertiroidismde ortaya çıkan birçok klinik bulgu bazal metabolizma hızının artmasından kaynaklanır. Kedilerde hipertroidismin en yaygın görülen klinik bulguları; kilo kaybı, artmış iştah, kusma, poliüri, polidipsi, diare ve hiperaktivite, aşırı huzursuzluk ve sinirliliktir. Kıl örtüsü dağınık ve cansızdır. Kalp seslerinde sistolik murmurlar, taşikardi ve aritmiler, hatta sekonder kardiomyopatiler bile gelişebilir. Hayvanların aşırı iştahlarına rağmen kilo almadıkları gözlenir. Hipertiroidili kedilerin yaklaşık % 80’inde tiroid bezlerinin bir veya her iki lobunda büyüme görülür. TİROİD BEZİNİN HİPERPLAZİSİ - GUATR Tiroid bezinin yangısel ve neoplastik olmayan büyümesine “Guatr” denir. Tiroid bezinin hiperplazisine • İyot miktarı yetersiz gıdalar ile beslenme, • Tiroid hormon sentezini engelleyen antitiroidal(guatrojenik) ilaçlar ve kimyasal maddeler, • Gıdalar ile iyodürün fazla miktarda alınması, • Tiroid hormonlarının sentezinde etkin olan enzimlerin genetik defektleri neden olmaktadır. 17 Hayvan yemlerinde iyotlu tuzların yaygın şekilde kullanılmasından önce dünyanın birçok guatrojenik bölgesinde iyot yetersizliğinin neden olduğu tiroid hiperplazilerine sıklıkla rastlanılmaktaydı. Bazı guatrojenik bileşikleri içeren iyottan yetersiz besinlerin yenilmesiyle de şiddetli tiroid bezi hiperplazisi görülmektedir. Besinlerle yeterli miktarda iyot alınamadığında bezde yeteri kadar hormon sentezlenemez. Dolayısıyla kanda T4 düzeyi düşük olunca, negatif geri bildirim yolu ile hipofiz bezinden bol miktarda ve devamlı TSH salgılanır. TSH tiroid bezini öylesine uyarır ki, tiroid bezi hücreleri bol miktarda tiroglobülin salgılar, follikül içinde kolloid madde artar ve bez gittikçe büyür. Gebelikleri sırasında iyottan yetersiz yemlerle beslenen hayvanlardan doğan yavrularda da şiddetli tiroid hiperplazisi ile hipotiroidismin klinik bulguları şekillenir. Hayvanlarda ve insanlarda besinlerde iyodürün fazlalığı da tiroid hiperplazisi ile sonuçlanabilmektedir. Fazla iyodür tiroid bezinin iyot alımını engeller, iyodürün iyoda peroksitlenmesi bloke edilir, tiroglobülinin endositozu ve TSH’ın uyarısı engellenir, tiroglobülinden T3 ve T4 hormonlarının çözülmesi engellenir dolayısıyla folliküllerden hormon salgılanmasını durdurur. Erişkin hayvanlarda guatırın klinik önemi azdır, yersel basınca yol açar, genel sağlık durumunda bozulma olmaz, bazen gebelik önemli derecede uzar, tiroid bezinin büyük olması güç doğuma yol açabilir ve plasenta retensiyonu görülebilir.Guatr yeni doğan yavruların bir hastalığı olarak önemini korumaktadır. Evcil hayvanlarda kongenital hipotiroidismde hiperplastik guatr şekillenir. Etkilenen taylar çok halsiz olurlar ve doğumdan sonraki birkaç gün içinde ölürler. Buzağılar hipotiroidizmin etkilerine daha dirençli olurlar. Bazı hayvanlar kısmen veya tamamen kılsız olur, ancak bu hayvanlar ya ölü doğarlar ya da kısa sürede ölürler. Yeni doğmuş, guatrlı domuz, oğlak ve kuzularda da miks ödem ve alopesi şekillenir, ölüm oranı yüksek olur. Evcil etçillerde kongenital hiperplastik guatra pek rastlanmaz. Köpek yavrularında bazen tiroid bezi güç doğuma ya da asfeksiye yol açacak dercede büyüyebilir. Çok şiddetli olgularda hayvanlar doğduktan kısa süre sonra ölür. Bu gibi hayvanlarda anemi, hatalı kemik kireçlenmesi ve yetersiz gelişme vardır. Daha az şiddetli formlarına daha yaygın şekilde rastlanır ve ekilenen hayvanlar çoğunlukla iyileşir. Guatr histolojik yapılarına göre genellikle 5 grupta incelenir. 1.Hiperplastik guatr 2.Kolloid guatr 3.Adenomatöz guatr 4.Ekzoftalmik guatr 5.İyot zehirlenmesine ilgili at guatırları. 18 Hiperplastik guatr: Diffuz hiperplastik guatrda tiroid bezinin her iki lobu uniform şekilde büyür. Büyüme yaygın olabilir ve kranial boyun bölgesinde palpe edilebilen şişliklere yol açar. Etkilenen loplar sert ve koyu kırmızı renktedir. Uzun süren TSH uyarımının etkisiyle folliküller arasında yaygın kapillar ağ şekillenir. Folliküller silindirik hücreler ile kaplıdır. Aşırı derecede üreyen bu hücreler lümene doğru üremeler yapar. Bazı sahalarda üreyen bez epitelyumleri hücre yığınları veya şeritleri oluşturur ve follikülleri tamamen doldurabilir. Folliküllerde kolloid maddesi azdır veya hiç yoktur. Kolloid guatr: Hiperplastik guatırın involüsyon aşamasını oluşturur. Kolloid guatr ya iyot yetersizliğine bağlı oluşan hiperplastik guatırlı hayvanlara yeterli miktarda iyodür verilmesinden sonra ortaya çıkar ya da yaşlı hayvanlarda T4 ihtiyacı azaldığında bunlara iyodür verilmesi sonrasında görülür. Her iki tiroid bezi lobu diffuz olarak büyür, ancak hiperplastik guatıra göre daha saydam ve daha açık renkte olur. Makrofollikülleri döşeyen follikül hücreleri yassı ve atrofiktir. İçlerinde hafif boyanmış ve granüllü bol bir kolloid bulunur. Follikül duvarları gerilmiş durumdadır. Hatta fazla miktarda koloidin yaptığı basınca ilgili olarak yeryer follikül duvarlarının yırtılmasıyla, içleri kolloidle dolu kistik folliküller meydana gelir. Adenomatöz guatr: Yaşlılığa ilgili olarak tiroid bezinde bölgesel bir hiperplazi olayı söz konusudur. Verim düşüklüğünü kompanze etmek girişimi sonucunda tiroid bezi nodüler hiperplaziye uğrar. Bu gibi durumlarda tiroid bezinin bir veya iki lobunda, az çok yuvarlak biçimde, yumruk büyüklüğüne varan, bir veya birkaç sayıda, düğüm ve yumrular şekillenir. Söz konusu nodüllerin histolojik yapısı hiçbir zaman biri diğerine benzemez. Kolloid guatr ile hiperplastik guatr arasında değişen tablolar gösterir. Ekzoftalmik guatr: Bu çeşit guatr insanlara(Basedow-Graves) mahsus bir guatrdır. İyod yetersizliğine ilgili olan at guatırı: Atlar için hazırlanan günlük yemlere fazla miktarda iyodür içeren kurutulmuş deniz yosunu katılmış yem yedirilen kısrakların taylarında tiroid hiperplazisi ve guatırın klinik bulguları gelişmektedir. Taylar çoğunlukla ölü olarak doğar. Canlı olarak doğanlar çok zayıftır ve kısa sürede ölür. Kısraklardaki hastalık rasyonlardan deniz yosununun kaldırılmasıyla iyileşir. PARATİROİD Paratiroid bezler 4 adet olup tiroid bezine bitişik veya gömülü olarak bulunur. Bez iki tip hücre taşır: 1.Prensipal hücreler (Esas hücreler); parathormon üretip salgılayan ana hücrelerdir. 19 2.Oksifil hücreler. Paratiroid bezin aktivitesi kandaki kalsiyum tarafından kontrol edilir. Kanda kalsiyum iyonu azalırsa parathormon salınması artar. Parathormon kemik, böbrek ve bağırsak üzerine etki yaparak kanda kalsiyum miktarını artırır; kalsiyum miktarı belli bir düzeyi aşarsa, negatif geri bildirim yolu ile parathormon salınmasını inhibe eder. Bu şekilde kontrolle kanda kalsiyum miktarı çok dar sınırlar içinde değişmez tutulur. Parathormonun görevi kan plazmasında iyonize kalsiyum düzeyini belirli bir seviyede muhafaza etmektir. Parathormon; ekstraselüler sıvıda kalsiyum düzeyi düştüğünde, kemik üzerine etki yapar ve osteoklastları aktive ederek kemikten kalsiyumu mobilize eder ve kana geçirir. Parathormon böbrektende kalsiyumun geri emilerek kana geçmesini sağlar, fosfatın geri emilmesini azaltır. Gene böbrekte α 1 -hidroksilaz enzim aktivitesini artırarak D-hormon sentezini artırır. D-hormon ise bağırsakları doğrudan etkileyerek besinlerle alınan kalsiyumun emilmesini artırır. Böylece kan kalsiyum miktarı belirli düzeyde kalır. Kısacası; kan plazmasındaki iyonize kalsiyum miktarı; parathormonun salınmasını geri bildirim yolu ile kontrol eder. Plazma kalsiyum düzeyi yüksek ise, parathormon salgılanması önlenir, kalsiyum kemikte çökerek kemikleşme olur. Plazma kalsiyum düzeyi düşük ise, parathormon salgılanması artar, kalsiyum kemikten çözülerek kana geçer. Paratiroid bezine ilgili patolojik durumlar; buradan salgılanan parathormonun azlığı veya fazlalığına bağlı olarak gelişen hastalık halleridir. HİPOPARATİROİDİSM Hipoparatiroidism, paratiroid bezden yetersiz miktarlarda parathormon salgılanması veya salgılanan hormonun hedef hücreleri etkilemelerindeki yetersizlikler sonucu gelişir. Hipoparatiroidism, köpeklerde gözlenilmekle beraber, diğer hayvanlarda nadirdir. Özellikle Schnauzers ve Terrier gibi küçük ırk köpeklerde görülür. Erişkin köpeklerde genellikle diffuz lenfositik paratiroiditisler idiopatik hipoparatiroidisme neden olurlar. Nadir görülen diğer sebepler ise: Primer veya metastasik tümörler tarafından paratiroid bezin yıkımlanması veya invazyonu, tiroid bezinde oluşan medullar adenom veya adenokarsinomların çok miktarda kalsitonin üretip salgılaması, uzun süreli hiperkalsemiden kaynaklanan bez atrofisi, aşırı 20 miktarda D vitamini alınması ve tiroid bez operasyonları sırasında yanlışlıkla paratiroid bezinin çıkartılması veya hasarlanmasıdır. Hipoparatiroidism durumunda kandaki kalsiyum düzeyi düşer. Bunun üzerine nöromuskuler uyarımda artış ve tetanik kasılmalar şekillenir. Etkilenen hayvanlarda huzursuzluk, sinirlilik, ataksiler, bazı kas gruplarında aralıklı tremorlar gözlenir. Tremorlar generalize tetanilere ve konvülsiv nöbetlere ilerleyebilir. HİPERPARATİROİDİSM Parathormonun fazlalığına ilgili olan hastalık halidir. Primer ve sekonder olmak üzere iki ana formda ortaya çıkar. Primer hiperparatiroidism: Paratiroid bezin adenom ya da karsinomlarına ilgili olarak parathormonun aşırı salgılanması durumunda meydana gelir. Paratiroid bezin adenomları özellikle zaman zaman yaşlı köpeklerde gözlenir. Karsinomları nadirdir. Kedilerde daha az sıklıkla görülür. Yaşlı ve dişi Siyam kedilerinde bildirilmiştir. Hiperparatiroidismde en belirgin patolojik değişimler kemik doku da olmaktadır. Parathormon tarafından aşırı derecede uyarılarak aktif hale geçen osteoklastlar özellikle uzun tubuler kemiklerin metafizlerinde kemik matrikslerini erezyona uğratırlar ve kalsiyum tuzlarını mobilize ederler. Ayrıca kemik doku bir yandan osteositler tarafından rezorbe edilirken, diğer yandan olgunlaşmamış fibröz bağ doku ile yer değiştirir. Şekillenen fibröz osteodistrofik lezyonlar özellikle mandibula, maksilla ve uzun kemiklerin subperiostal bölgelerinde gözlenir. Kemik dokudaki bu morfolojik değişimlere bağlı olarak hafif fiziksel travmalar kırıklara neden olabilmektedir. Ayrıca etkilenen hayvanlarda; hiperkalsemiye bağlı anoreksi, kusma, konstipasyon, depresyon, polyüri, polydipsi ve nöromuskuler uyarımdaki azalmaya bağlı olarak bütün kaslarda güçsüzlük gözlenir. Sekonder hiperparatiroidism: Kronik böbrek yetmezlikleri ve ilerlemiş böbrek hastalıkları(Renal hiperparatiroidism) ile dengesiz beslenme(Nutrisyonel hiperparatiroidism) durumlarında serum kalsiyum düzeyi uzun süreli olarak düşer ve sekonder hiperparatiroidism gelişir. Kronik böbrek yetmezliğinde glomeruluslardaki kanın süzülme işi aksar. İdrardan fosfat atılımı azalır giderek kanda birikir. Bu da hiperfosfatemi ile sonuçlanır. Yüksek düzeydeki serum fosfatı, serum kalsiyum düzeyini direkt olarak baskılar ve böylece bezlerinin 21 aktivitesini uyarmış olur. Buna ek olarak kronik böbrek hastalığında böbrek paranşimi hasarlanmıştır ve vitamin D’nin aktif formunun sentezi için gerekli olan α 1 -hidroksilazı yeterli miktarda sağlayamaz. Bu da kalsiyumun barsaklardan emilimini azaltır. Renal hiperparatiroidismden etkilenen hayvanlarda paratiroid bezin esas hücrelerinde belirgin bir hiperplazi, kemik dokuda sonradan gelişen ve özellikle kafatasında şekillenen genellikle osteoporotik bir fibröz osteodistrofi şekillenir. Özellikle bu hastalığa sahip köpekler, “Lastik çene” olarak bilinen esnek mandibula ve maksillaya sahiptirler. Ayrıca akciğer, kalp, mide ve kan damarlarında gelişen hiperkalsemiye ilgili olarak metastatik kalsifikasyon görülebilir. Nutrisyonel sebepler ise; Kalsiyum ve D vitamini yönünden eksik, fosfordan zengin gıdalarla beslenmedir. Böyle bir durumda; kanda azalmış olan kalsiyum düzeyi, paratiroid bezin aşırı çalışmasına ve dolayısıyla hiperparatiroidisme yol açar. Nutrisyonel hiperparatiroidism atlarda genellikle düşük kaliteli kaba yemli tahıl ile beslenmeye bağlı olarak gelişir. Bu hastalık atlarda kafa kemiklerindeki deformasyon nedeniyle “büyük kafa hastalığı” olarak bilinir. ADRENAL BEZLER-BÖBREK ÜSTÜ BEZİ Böbrek üstü bezi morfoloji ve fonksiyon bakımından birbirinden farklı iki bölümden oluşur. Bunlar; bezin orta kısmında bulunan ve ektodermden gelişen “adrenal medulla” ve adrenal medullayı çevreleyen ve mezodermden gelişen adrenal korteks”tir. Adrenal bezler damarlardan çok zengindir. Adrenal korteks: Üç tabakadan yapılmıştır. Zona glomeruloza(mutiformis, arkuata): Korteksin yaklaşık %15’ini kaplayan ve mineralokortikoid hormonların salgılandığı yerdir. Kapsülün hemen altında yer alan bu bölge hücreler bir kemer ya da yumak oluştururlar. Zona fasikülata: Korteksin yaklaşık % 70’ini oluşturan bu bölge glukokortikoid hormonlar üretilir. Birbirlerine paralel uzanan ve anostomozlaşan hücre kordonlarından oluşurlar. Bu bölgedeki hücreler fazla miktarda lipid kapsar. Zona retikülaris: Korteksin medullaya yakın bölgesinde yer alır ve korteksin %15’ini oluşturur. Hücreler küçük gruplar halinde dizilirler ve kapillarlar ile kuşatılmışlardır. Buradan seks steroid hormonlar salgılanır. 22 Mineralokortikoidler(Aldosteron): Adrenal korteksin zona glomeruloza bölgesinde sentezlenen ve salgılanan mineralokortikoid aldesterondur. Aldesteron hormonu vücudun elektrolit ve su dengesinin muhafazasında mutlak lüzumlu bir hormondur. Aldesteron sodyumun aktif taşınmasını artırır. Böbreklerde tubul sıvısından sodyumun emilerek kana geçirilmesini sağlar. Mineralokrtikoidlerin salgılanmaması(Ör. köpeklerde idiopatik adrenal atrofi) potasyumun tutulmasına ve sodyumun kaybına yol açar ve ölümle sonuçlanır. Fazla salgılanması durumunda ise kan plazmasında sodyum miktarı artar, potasyum miktarı azalır. Fazla sodyum dokuda fazla su tutulmasına sebep olduğundan ödem meydana gelir. Adrenal korteksin zona glomeruloza bölgesinden aldesteronun sentez ve salgılanması Reninangiotensin sistemi tarafından kontrol edilmektedir. Renin böbrekte jukstaglomeruler aygıt hücreleri tarafından sentezlenen ve kana verilen bir enzimdir. Renin plazmada birtakım biyokimyasal reaksiyonlar ile anjiotensinojeni önce anjiotensin I’e dönüştürür, sonra anjiotensin I, anjiotensin II’ye çevrilir. Anjiotensin II çok güçlü bir damar daraltıcı etkiye sahip, hem de aldesteronun sentezini ve salgılanmasını düzenler. Glukokortikoidler: Adrenal korteksin zona fasikülata bölgesinde sentezlenir ve salgılanırlar. Glukozun ara metabolizmasında etkindirler. Başlıca glukokortikoid hormonlar; kortizol ve kortikosterondur. Genel olarak, glukokortikoidlerin karbonhidrat, protein ve yağ metabolizması üzerine etkileri sonucu amino asitlerden glukoz sentezi artar(glukoneogenezis) ve glukozun hücrelere girişi azalır. Bu durum hiperglisemiye ve glikojen sentezinin hızlanmasına yol açar. Glukokortikoidler ayrıca, yangısel ve immunolojik reaksiyonları da baskılar, dolayısıyla doku yıkımlanmasının ve fibroplazinin etkisi hafif olur. Bunun yanısıra, yüksek dozda glukokortikoidlerin etkisiyle enfeksiyonların yayılması kolaylaşır ve bazı bakteriyel, viral ve mikotik enfeksiyonlara karşı vücudun direnci azalır. Glukokortikoidler immunolojik tepkiler üzerine de olumsuz etki yapar. Monosit-makrofaj sistemi antijenlere zayıf biçimde yanıt verir, immunokompetan lenfositlerin oluşumu ve proliferasyonu ile antikor üretimi azalır. Glukokortikoidler yangıların başlangıcında görülen sıcaklık, şişkinlik ve ağrı gibi semptomların etkisiz olmasına yol açar. Ayrıca yara iyileşmesini geciktirir. Fibroblast proliferasyonunun ve kollagen sentezinin azalması nedbe dokusu oluşumunda geçikmeye yol açar. Adrenal seks hormonları: Bu hormonlar az miktarlarda salgılanır ve fizyolojik olarak da pek fazla öneme sahip değillerdir. Zona retikülaristeki hücreler tarafından progesteron, östrojen ve 23 androjenler sentezlenir. Burada gelişen tümörlerde adrenal seks hormonlarında salgı artışı olabilir. Fazla salgılanan hormon tipine, hastanın cinsiyetine, çıkış yaşına bağlı olarak klinikte virilizm ve feminizasyon gözlenir. Adrenokortikotropik Hormon (ACTH, Kortikotropin) Adenohipofiz tarafından salgılanır. Adrenal korteksin gelişimini ve özellikle zona fasikülata ve retikülaristeki hücrelerin salgılama etkinliğini düzenler. Adrenal korteks, ACTH uyarımına bağlı olarak kortizol salgılar. Bu hormon salınımının kontrolu şu şekilde olmaktadır. Vücuda gelen sinirsel uyarımlara ilgili olarak; Hipotalamusun hipofiz bezi ile ilgili bölgesinden adrenokortikotropik hormon salgılatıcı hormon (ACTH-RH) salınır, portal kan yolu ile hipofiz bezine gelen ACTH-RH, buradan adrenokortikotropik hormon(ACTH) salgılatır. Hipofiz bezinden salınan ACTH kan yolu ile adrenal kortekse gelerek glukokortikoitlerin(kortizol) sentezini ve salınmasını uyarır. Kana giren kortizol belli bir düzeye ulaşınca, negatif geri bildirim yoluyla, hipotalamustan ACTH-RH salınmasını ve dolayısıylada hipofizden ACTH salınmasını önler. Adrenal medulla: Adrenal medulladaki hücreler katekolaminlerin(Epinefrin, norepinefrin) biyosentezini yapar. Hormon salgılayan bu hücreler değişikliğe uğramış sinir hücreleridir ve pregangliyonik simpatik sinirlerle bağlantı kurmuşlardır. Medullada epinefrin ve norepinefrin salgılayan hücreler olmak üzere iki tür hücre gözlenir. Medulladan salgılanan katekolaminlerin % 80’i epinefrin, geri kalanı norepinefrindir. Epinefrine “adrenalin”, norepinefrine “noradrenalin” de denir. Katekolaminlerin biyosentezi besinlerle alınan ya da karaciğerde fenilalaninin hidroksilasyonu ile oluşan tirozin ile başlar. Simpatik sinir uçlarından salınan katekolaminlerin ise çoğu norepinefrindir. Norepinefrin beyinin çeşitli bölgelerinde de sentezlenir. Nörotransmitter olarak görev yapar. ADRENAL BEZLERİN PATOLOJİSİ Adrenal bezlerde de vücudun diğer doku ve organlarında olduğu gibi bir çok sebebe ilgili olarak dejeneratif ve yangısel olaylar gelişir. Ancak önemli patolojik bozukluklar diğer endokrin bezlerdeki gibi bunların salgıladığı hormonların azlığı veya çokluğuna ilgili olan hastalık durumlarıdır. Bu konudaki önemli hastalıklar: 24 1.Hipoadrenokortisizm(Addison hastalığı) 2.Hiperadrenokortisizm( Cushing hastalığı) 3.Adrenal medullanın hipofonksiyonu 4. Adrenal medullanın hiperfonksiyonu Hipoadrenokortisizm(Addison hastalığı) Adrenal korteks hormonlarının azlığı veya tamamen yokluğuna ilgili hastalık halidir. Esas olarak Addison hastalığı insanlara özgü bir hastalık olarak bildirilmiş olmakla beraber hayvanlarda da hipoadrenokortisizme ilgili olarak bu hastalık tanımlaması kullanılmaktadır. Köpeklerde hipoadrenokortisizme neden olan ve en çok rastlanan lezyon iki taraflı idiopatik adrenal korteks atrofisidir. Burada korteksin tüm tabakaları belirgin şekilde atrofiye uğrar. Tüm kortikosteroidler(mineralokortikoidler, glukokortikoidler ve adrenal seks steroidleri) yetersiz olarak sentezlenir. Adrenal kortekslerin kalınlığı normalin onda biri kadar olur ya da daha azdır. Adrenal medulla nispeten daha belirgindir. Hastalığın immun aracılı bir hastalık olduğu düşünülmektedir. Köpeklerde adrenal korteks yetersizliğinin diğer nedenleri şunlardır; histoplazmozis, blastomikozis ya da tüberküloz gibi granülomatöz yangılar; dissemine damar içi koagülopatiler ile ilişkili olarak adrenal damarlarda trombozis ve bezde gelişen infarktüsler; metastatik tümörlerle adrenal korteksin invazyonu ve yıkımlanması; kanama nekroz ve sonrasında fibröz bağ doku oluşumu; adrenal sinüzoidler boyunca yaygın amiloid birikimi sayılabilir. Ayrıca hipofizden salgılanan ACTH’ın yetersizliği de hipoadrenokortisizme neden olur. Foksiyonel bozuklukların çoğu spesifik değildir ve tekrarlayan gastroenteritis nöbetleri, hayvanın yavaş bir şekilde giderek zayıflaması ve hafif bir hastalık ya da operasyon gibi stresli durumlara dirençsizliği görülebilir. Ara sıra daha önceden herhangi bir hastalık belirtisi göstermeden hayvanlarda şok benzeri koma hali şekillenebilir. Hipoadrenokortisizm her yaşta ve her ırktan köpeklerde görülürse de daha sıklıkla genç erişkin köpeklerde ortaya çıkar. Hipoadrenokortikosizm durumlarında; özellikle aldesteronun sentez ve salınmasındaki azalma; serum potasyum, sodyum ve klorid düzeylerinde belirgin değişikliklere yol açar. Böbrekten daha az potasyum atılır, kanda potasyum düzeyi giderek yükselir ve şiddetli 25 hiperkalemi oluşur. Böbrek tubuluslarından sodyum ve kloridin az geri emilmesi değişen derecelerde hipernatriüriye ve hiperklorüriye neden olur, sodyumun ve kloridin serumdaki düzeyleri azalır. Şiddetli hiperkalemi belirgin kardiovaskuler bozukluklara yol açar. Akut dolaşım kollapsı ve böbrek yetersizlikleri gelişir. Kan volümünde azalma hipotansiyona, halsizliğe ve mikrokardiaya neden olur. Ayrıca su atılımının artmasına bağlı olarak progresif dehidrasyona gelişir. Kan değerleride; dehidrasyon ve damar içi sıvı kaybına bağlı olarak hemotokrit ve hemoglobinde artış şekillenir. Adrenal kortekste başlangıçta zona glomeruloza hücrelerinde hidropik dejenerasyon şekillenir, daha sonra atrofi, diffuz fibrozis ve mononüklear hücre infiltrasyonları ve kapsülünde fibrozis oluşur. Böbreklerde, medullada toplayıcı tubuluslarda ve pelvis epitelyuminde dejenerasyon ve dökülmeler şekillenir. Hiperadrenokortisizm (Cushing Sendrom / Hastalığı) Hiperadrenokortisizm adrenokortikal hormonların çok miktarlarda üretilip salgılanmasına ilgili hastalık halidir. Hiperadrenokortisizm yani glukokortikoidlerin (kortizolun) kronik, fazla ve uygunsuz salgılanması iki patolojik durumda gelişir: Birincisi: Hipofiz bezinde gelişen fonksiyonel bir tümör(adenom veya adenokarsinom) aşırı miktarda ACTH salgılar. Aşırı salgılanan ACTH adrenal korteksi sürekli uyararak bezi hipertrofi ve hiperplaziye uğratır. Hiperplaziye olan adrenal korteks aşırı miktarlarda hormon üretip salgılamaya başlar ve böylece hiperadrenokortisizm hali oluşmuş olur. Bu sebeplerden kaynaklanan hastalık haline de Cushing hastalığı denir. Pituiter bezin ACTH salgılayan tümörlerine daha çok köpeklerde, daha az olarak da diğer hayvanlarda rastlanır. Erişkin ve yaşlı köpeklerde daha sık gelişir, ayrıca Boxer, Boston terrier ve Dachshunds ırkı köpeklerde daha yüksek insidansa sahiptirler. Klinik ve fonksiyonel bozukluklar hipofiz tümörlerinin uyarımına bağlı olarak hiperplastik hal alan adrenal korteks tarafından uzun süre salgılanan kortizolün etkisi sonucu gelişir. İkincisi: Adrenal bez kaynaklı veya ekzojen ACTH veya glukokortikoidlerin yüksek dozda ve uzun süre verilmesi ile (iatrojenik cushing) ortaya çıkan hiperkortikosizm halidir. Buna da Cushing sendromu ismi verilmektedir Ayrıca, küçük hücreli akciğer kanserleri, bronş karsinomları, timus karsinoidleri, pankreatik tümörler, feokromositoma, medüller tiroid 26 kanseri gibi tümörler de ektopik ACTH salgılayarak cushing sendromuna yol açarlar. Yani bu hastalıkta görülen adrenal kortikal hiperplazi ve hipertrofinin hipofiz tümörleri ile ilişkisi yoktur. Adrenal bezde ya 1-2cm büyüklüğünde nodüler hiperplazilere yaygın şekilde rastlanır ki bunlar çok sayıda, sarı renkte olurlar ve iki taraflı yerleşirler; ya da, diffuz olurlar ve çoğunlukla iki taraflı, uniform bir genişlemeye yol açar. Hiperplastik nodüllere yaşlı atlarda, köpeklerde ve kedilerde yaygın şekilde rastlanmaktadır. Çoğunlukla orta yaşlı köpeklerde görülür. Boxer, Boston terrier, Dachshund ve Poodle ırkı köpekler yatkındır. Etkilenen hayvanlarda iştah ve gıda alımı artar. Ekstremite ve abdomen kasları zayıflamış olup atrofiktir. Karın bölgesinde şişlik, lordozis, kas titremeleri ve gergin bacaklar üzerinde duran vücut şeklinde kendini belli eder. Temporal kaslarda kolayca palpe edilebilen şiddetli atrofi şekillenir. Artmış yağ ve glikojen depolanmasına ilgili olarak karaciğer epitelyum hücrelerinde vakuolizasyonlar ve hepatomegali, deri, akciğer, kas ve diğer organlarda fonksiyonel bozukluklar gelişir. Hiperkortisizmli köpeklerin çoğunluğunda deri lezyonları şekillenmiştir. genellikle baş, boyun, göğüs, kulakların gerisinde ve ekstremitelerde deride kalılaşma, komedonlar, yaraberelerde artış, yara iyileşmesinde gecikme, enfeksiyona yatkınlıkta artış ve kalsifikasyon(Kalsinozis kutis) gelişir. Kalsifiye alanlar sırt, inguinal ve axillar bölgelerde görülür. Kalsifikasyon bu hastalık için oldukça önemli bir deri lezyonudur, köpeklerde gözlenir. Kedilerde rastlanmamıştır. Adrenal Medullanın Hipofonksiyonu Adrenal medulla, tüberküloz gibi generalize hastalıkların tahribata uğratması, yine buna benzer yangısel hastalıkların tahribatına ilgili olarak, ayrıca malign tümör metastazlarının istilası sonucu tamamen atrofiye olabilir. Bu gibi durumlarda bezden artık yeterli miktarda hormon salgılanmaması vücut için önemli bir değişikliğe neden olmaz. Gerek insanlar gerekse hayvanlar açısından klinik önemi yoktur. Adrenal Medullanın Hiperfonksiyonu Adrenal medullanın hiperfonksiyonuna neden olan ve hayvanlarda en yaygın görülen tümörler “Feokromositomlar”dır. 27 FEOKROMOSİTOM Feokromositomlar, hayvanlarda adrenal medullada görülen en yaygın ve klinik öneme sahip tümörlerdir. Çoğunlukla sığılarda ve köpeklerde görülür, diğer hayvan türlerinde enderdir. Boğalarda ve insanlarda, feokromositomlara tiroid bezinin kalsitonin salgılayan C hücre tümörleriyle beraber rastlanır. Feokromositomlar kromafin hücrelerinin tümörleri olup daima adrenal bezde yerleşirler. Tümörler tek ya da iki taraflı olabilirler. Büyüklükleri farklı olmakla beraber genellikle 10cm’den büyük ve adrenal bezin büyük bir kısmını kaplayabilirler. Büyük tümörler multilobuler olurlar, kanama ve nekroz odaklarına bağlı olarak esmerden sarı-kırmızıya kadar değişen renktedirler. Küçük tümörlerin çevresi tümüyle adrenal korteks tarafından kuşatılır. Feokromositomlar ya epinefrin salgılayan ya da norepinefrin salgılyana hücrelerden oluşur bazen her iki hücre tipi de bulunabilir. Tümörlerde bu iki hücre tipinin ayrımı ultrastürüktürel olarak salgı granüllerine bakılmak suretiyle yapılır. Küçük tümörler kapsüllenir ve adrenal bez içinde sınırlı kalır. Büyük mailgn feokromositomlar ise çevre dokulara baskı yapar ve infiltre olurlar; özellikle vena kava kaudalise ve aortaya invazyon görülür. İnvazif formlarda vena kava kaudalis lümeninde obstruksiyona yol açabilen büyük tümör trombüsleri şekillenir. Köpeklerde olguların yaklaşık %50’sinde karaciğerde, bölge lenf düğümlerinde, dalakta ve akciğerde metastazlar görülmektedir. Hayvanlarda fonksiyonel feokromositomlara ara sıra rastlanır. Köpek ve atlarda, katekolamin salgılanmasının artmasına ilgili olarak taşikardi, ödem ve kalp hipertrofisi görülür. Köpeklerde arteriolar sklerozis ve arteriollerde yaygın medial hiperplaziler gelişir. Damarlarda meydana gelen lezyonlara ilgili olarak da kan basıncı artar ve hipertansiyon şekillenir. PANKREAS ADACIKLARI-LANGERHANS ADACIKLARI Pankreas, ekzokrin ve endokrin pankreas olmak üzere iki değişik histoloji ve fonksiyonu olan bir organdır. Pankreasın yaklaşık %80-90’ı gıdaları sindirmek için gerekli olan enzimleri salgılayan ekzokrin bir bezdir. Geri kalan %10-15’lik kısmı ise adacıklar halinde bezin içerisine dağılmış halde bulunan, hormon yapan ve salgılayan endokrin bezlerdir. Bu doku 28 adacıklarına “Langerhans adacıkları” denir. Langerhans adacıklarında; boyanma özellikleri, granüllerinin ultrastrüktürel yapıları ve hormon içerikleri sayesinde ayırd edilebilen birkaç çeşit hücre vardır. Bunlar arasında, en yoğun 4 hücre tipi; Beta, Alfa, Delta ve PP(pankreatik polipeptid) hücreleridir. Beta hücreleri insülin sentezler ve adacık hücre popülasyonunun %70’ini meydana getirirler. Alfa hücreleri, glukagon üretiler ve adacık hücre popülasyonunun %5-20’sini oluştururlar. İnsülin ve glukagonun en bariz etkileri kan glukoz düzeyi üzerinedir ve bibirinin aksi(antigonistik) etki yaparlar. İnsülin kan glukoz düzeyini düşürür; glukagon ise yükseltir. Delta hücreleri, somatostatin içermektedirler. Somatostatin de; glukagon ve insülin salımını inhibe eder. Delta hücreleri adacık hücre popülasyonunun %5-10’unu meydana getirirler. PP hücreleri ise sadece adacıklarda lokalize olmayıp, pankreasın eksokrin bölümünde de dağınık olarak bulunurlar. Adacıklar içerisinde, bütün hücrelerin %1-2’sini oluştururlar. Ürettikleri polipeptidin gastrik ve intestinal enzim sekresyonunun uyarılması ve intestinal hareketin inhibisyonu gibi etkileri vardır. Pankreas adacıklarına ilgili olan hastalıklar da diğer iç salgı bezlerinde olduğu gibi bu adacıkların ürettiği hormonların azlığı veya çokluğuna ilgili olur. Bu hususta özellikle insülinin azlığı veya çokluğu en önemli bir konudur. Endokrin pankreas adacıklarının salgıladığı hormonların azlığına veya çokluğuna göre meydana gelen bozukluklar da şöyledir: 1. Hipopankreatism-Hipoinsülinism 2. Hiperpankreatism-Hiperinsülinism 1.Hipopankreatism-Hipoinsülinism Bu tanımlama pankreas adacıklarının salgıladığı hormonların azlığına ilgili olan bozuklukları içerir. Bu konudaki en önemli hastalık ise halk arasında “Şeker hastalığı” olarak bilinen “Diabetes mellitus”dur. DİABETES MELLİTUS (Şeker Hastalığı) Kelime anlamı diabetes = akıp giden; mellitus= ballı idrar anlamındadır. Diabetes mellitus, pankreastan salgılanarak kan şekerinin kullanımını düzenleyen insülin hormonu yetersizliği sonucunda karbonhidrat, protein ve yağ metabolizmasındaki bozukluklarla seyreden kronik metabolik bir hastalıkdır. Günümüzde sıklığı ve önemi giderek artmakta olan 29 bu hastalık aslında 2.yy'da ülkemizin Kapadokya bölgesinde Arateus isimli bilim adamı tarafından tanımlanmış; ancak tedavisinde başarı 1921'de insülinin keşfiyle sağlanmış; Diabetes mellitusta; esas olan: kandaki şeker düzeyini dengeleyen insülin hormonunun üretilememesi veya yeterli salgılanmasına rağmen vücut tarafından kullanılamamasıdır. Şimdi hastalığı anlamak için öncelikle canlı vücudunun normal çalışma düzenini bilmemiz gerekir. Tıpkı bir otomobilin harekete geçmesi için lazım olan benzin gibi günlük yaşamın sağlıklı sürdürülmesi için de enerjiye ihtiyacımız vardır. Her canlının enerji ihtiyacı farklı olup, vücut ağırlığı, yaş, cinsiyet ve fiziksel aktivite ile ilgilidir ve yenilen gıdalardan sağlanır. Yiyecekler, Karbonhidrat (Şeker), Protein ve Yağ olmak üzere 3 ana besin öğesi içerir. Her birinin belirli ölçülerde enerji verme özelliği olmakla birlikte, asıl görevi vücuda enerji sağlamak olan besinler karbonhidratlardır. Yiyecekler sindirim enzimleri sayesinde ağızdan başlayarak aşama aşama sindirilir ve en küçük birimleri olan "glukoz = şeker" biçiminde emilmeye hazır hale gelirler. Bağırsaklardan emilerek kana karışan şekerin bir bölümü enerji kaynağı olarak hücrelere giriş yapacak, fazlası ise yemek arasındaki açlık dönemlerinde ve uykuda kullanılmak üzere kas ve karaciğerde depolanacaktır. Kan akımı sayesinde hücrelere ulaşan şeker bazı hücrelere (örneğin beyin) aracısız kabul edilirken; kas ve yağ hücrelerine girişte hücre kapısını açan bir anahtara muhtaçtır. Bu anahtar da insülin hormonudur. Yenilen gıdalardan enerji sağlanabilmesi için insülinin yeterli üretilmesi ve hücreler tarafından etkili kullanılması gerekir. Oluşum Mekanizması: Diyabet şekillendiğinde: pankreastan insülin hormonu üretilememekte ya da vücutta insülin varolduğu halde hedef hücrelerde kullanılamamaktadır. Yani vücutta ya anahtar yoktur, ya da genetik olarak programlanmış kilit bozukluğu mevcuttur. Sonuçta: Glukoz hücrelere giremez; kanda artmaya başlar ve böbrek tarafından tutulamaz hale gelir, idrarda şeker çıkmaya başlar. Kütlesi olan şeker beraberinde suyu sürükler. İdrar miktarı artar, hasta çok idrara çıkmaya başlar. Vücut su kaybeder. Ağız kuruluğu ve çok su içme meydana gelir. Öte yandan aç olan hücreler enerji kaynağı olarak vücudun depolardaki enerjisini; yağlarını kullanmaya başlar, hasta zayıflar. Hatta yağların kullanılmasıyla vücut için sakıncalı ürünler (keton cisimcikleri) meydana gelir, bunların birikmesi ile oluşan belirtiler fark edilememiş ise şeker komasına yol açar. 30 Diabetes mellitus insanlarda TipI, Tip II ve sekunder diabetes olarak üçe ayrılmaktadır. Bu sınflandırma evcil hayvanlara direkt olarak uygulanabilir nitelikte değildir. Tip I diabet : İnsüline bağımlıdır ve genç yaşlarda ortaya çıkar, beta hücrelerinin azalması nedeniyle insülinin ağır derecede veya tam olarak eksikliğimden kaynaklanır. Burada beta hücre harabiyetinden birbirine bağımlı üç mekanizma sorumludur: genetik eğilim, otoimmünite ve çevresel faktörler. Evcil hayvanlarda bu patogenezis ile oluşan diabete rastlanmamıştır. Ancak köpeklerde erken yaşta ortaya çıkan diabet olguları izlenmiştir. Birkaç aylık köpek yavrularında klinik bulgular saptanmıştır; ancak bu gibi olgularda beta hücre yıkımlanmasına rastlanmamış, adacık hipoplazisi izlenmiştir. Adacık hipoplazisi erişkin köpeklerde de görülmüştür. Erişkin köpeklerde insüline yanıt veren diabetes olgularının yaygın bir nedeni de pankreas nekrozu sendromunda pankreasın diğer dokuları ile birlikte adacıkların da yıkımlanmasıdır. Etkilenen hayvanlarda kronik tekrarlayan pankreas nekrozu vardır ve eksokrin pankreas yetersizliği bulgularına da rastlanır. Tip II diabet: İnsülin gerektirmeyen ve erişkinlerde ortaya çıkan, çok daha sık rastlanan diabet tipidir. Diyabetlilerin %90'ı bu tiptendir. Genellikle 35 - 40 yaştan sonra, şişman, tansiyonu ve kan yağları yüksek, hareketsiz bir yaşam tarzı olan kişilerde görülür. Burada asıl problem var olan insülinin kullanılamamasıdır. Ancak bu duruma sonradan insülin eksikliği de eklenebilir. Bu kişilerde emilen şekerin hücre içine girişini sağlayan anahtar düzeyi (insülin) yeterli olmasına rağmen hücrelerin kilit sistemi bozuktur. Bunun nedenleri ise: insülinin beta hücrelerinden düzensiz sekresyonu ve periferdeki dokuların insüline cevapsızlığıdır(insülin direnci). Bu nedenle yediklerimizden sindirilip, emilerek kan yoluyla hücrelerin kapısına gelen şeker hücre içine giremez; kanda birikir. Fazlası idrarla atılmaya başlar. Kütlesi olan şeker beraberinde suyu da sürüklediğinden kişi çok idrara çıkmaya ve su kaybettiğinden çok su içmeye başlar. Öte yandan aç olan hücreler glukozu içeriye davet için daha fazla anahtar gerektiğini beyine aktarırlar; beyin de pankreasa daha fazla insülin salgılaması emrini gönderir. Daha fazla üretilen, ancak hücrelerin bozuk kilidi nedeniyle kullanılamayan insülinin kandaki düzeyi artar, bu da kişide iştahı arttırır. Gıdayla alınan, ancak kullanılamayıp hücre kapısında ve kanda artan şeker kısır bir döngüye yol açacak, devamlı uyarılan pankreas yorularak iflas edecektir. Öte yandan enerji temin edemeyen hücreler yaşamsal faaliyetlerini sürdürmek için diğer enerji depolarını (kas ve yağ) tüketecek ve kişi zayıflayacaktır. Belirtiler yıllar içinde yavaş gelişir. 31 Hayvanlarda diabetes mellitusun patogenezisinde insülinin az miktarda salınmasını etkileyen bir çok faktör vardır. Ciddi pankreatitler veya adacık hücrelerinin seçici dejenerasyonu nedeniyle adacıkların yıkımlanması hayvanlarda en çok rastlanan nedenlerdendir. Köpeklerde pankreas adacıkları genellikle, ekzokrin pankreasın yangısı nedeniyle yıkımlanır. Hem endokrin, hemde eksonrin hücrelerin yok olmasına neden olan kronik tekrarlı pankreatit olguları ve fibröz bağ dokunun bu alanların yerini alması diabetes mellitusun sıkça rastlanan nedenleridir. Diabetes mellitusta belirtiler; oluşum mekanizmasında anlatıldığı gibi, şekerin hücreler tarafından kullanılamayıp kanda birikmesine ya da enerji temininde yağların kullanılmasına bağlı olarak meydana gelecektir. Diabet hayvanlarda sinsice zarar vererek başlar ve kronik bir dönemden sonra klinik belirtiler ile ortaya çıkar. Klinik olarak diabetes mellituslu köpeklerde polidipsi, poliüri, aşırı yemeye rağmen kilo kaybı, amfizemli sistitis ve halsizlik gözlenir. İnatçı bir hiperglisemi ve glikozüri vardır. Diabetik hayvanlarda bakteriyel ve mantar sebepli supuratif sistit, prostatit, bronkopnömoni ve dermatit gibi enfeksiyonlara karşı direçlerinde azalma ve bu enfeksiyonlarda kronikleşme ve tekrarlama görülür. Hasta hayvanların enfeksiyona yatkınlıklarının sebebi kısmen polimorfnükleer lökositlerin kemotaktik, fagositik, mikrobiyal fonksiyonlarının yetersizliklerinden ve yapışmalarının azalması ile ilişkilendirilmiştir. Karaciğerde yağ dejenerasyonunun bir sonucu olarak hepatomegali görülür. Karaciğerde yağ birikimi; yağ mobilizasyonunun artışı ve ketoneminin yapmış olduğu hepatosit hasarının bir sonucu olarak lipid kullanımı azalır. Eğer karaciğerde lipid birikimi aşırı miktarda ve uzun süre olursa siroz gelişir. Ayrıca sirozla beraber ikterus ve bilirubinüri gelişebilir. Köpeklerde erken ve yaygın bir komplikasyon çift taraflı kataraktın şekillenmesidir. Diabetik kataraktta lens fibrillerinde şişme ve dejenerasyon oluşur. Katarakta kedilerde rastlanmaz. Diabetin vaskuler sistem üzerine de ağır etkileri vardır. Aorttan en küçük arterlere ve kapillarlara kadar her boyuttan damar etkilenir. Aortta, büyük ve orta büyüklükteki arterlerde hızlı ve şiddetli ateroskleroz görülür. Koroner arterlerin aterosklerozu nedeniyle meydana gelen myokardial enfarktüs, diyabetiklerde en sık ölüm nedenidir. Ayrıca deri, iskelet kası, retina, böbrek glomerülleri ve böbrek medulla kapillar bazal membranlarının diffuz kalınlaşması ile karakterize mikroanjiopatiler gelişebilir ve bunun bir sonucu olarak da kronik böbrek hastalıkları, körlük ve ekstremitelerde gangren şekillenir. 32 NEKROPSİ BULGULARI Kedi ve köpeklerde diabetes lezyonları birbirine benzer. İleri derecede zayıflama ve dehidrasyon dışında nekropside gözlenen önemli lezyon karaciğerin sarı renkte ve yağlı olmasıdır. Pankreas normal görülebilir ya da postnekrotik nedbeleşmeye ve pankreatitise ilgili lezyonlara rastlanır. Lipemi görülebilir ve serum süt benzeri görünüşte olur. ORGANLARDAKİ MİKROSKOBİK BULGULAR Pankreas: Mikroskobik lezyonlara çoğunlukla pankreasta rastlanır, ancak her zaman da görülmeyebilir. Langerhans adacıklarındaki beta hücrelerinin sayısı azalmış ve arta kalan hücrelerde stoplazmalarında vakuolleşme (hidropik dejenerasyon) görülür. Vakuolleşme stoplazmalarında çok miktarda glikojen partiküllerinin toplanmasından ileri gelir ve diabetes mellitus için spesifik bir değişikliktir, ancak akut olarak gelişen olgularda vardır. Hastalık kronikleşirse adacıkları bulmak zorlaşır. Eğer immun aracılı bir diabet(Tip I) söz konusu ise ki insanlarda ve genellikle köpeklerde progresif lenfoplazmasitik infiltrasyon ve özellikle beta hücrelerinde hasar vardır. Kedilerde diabet olgularının büyük çoğunluğunda ise; alfa ve beta hücrelerinin dejenerasyonu ile sonuçlanan amiloid birikimleri adacıklarda gözlenir. Bu şekliyle insanlardaki tip II diabete benzerlik gösterir. Ancak bu amiloid birikiminin diabetes mellitusun nedeni mi yoksa sonucu mu olduğu bilinmemektedir. Amiloid endokrin kökenli olup sistemik ya da sekonder amiloidozis ile ilişkili değildir. Adacıkların çoğu etkilenir. Karaciğer: Yağ dejenerasyonu şekillenmiş karaciğerin hepatositlerde; stoplazmalarında birleşik yağ damlacıkları, çekirdeklerinde perifere doğru yer değişiklikleri ve stoplazmik organellerinin sıkışmış oldukları gözlenir. Ayrıca uzun süre devam eden hastalık durumlarında hepatositlerde rejeneratif nodüler hiperplazi ve interlobüler fibrozis şekillenir. Böbrekler: Böbrek epitellerinde özellikle henle kulbu(intrastoplazmik) ve distal tubuluslarda(intranükleer) glikojen birikimleri diabetes mellitus için oldukça spesifik bir lezyondur. Köpeklerde uzun süren diabet durumlarında nodüler veya diffuz glomerulosklerozis şekillenir. Bu lezyon; glomerular kapillar yumaklarda; genellikle küresel nodüller şeklinde glikoprotein fibrillerinin birikimleri ile karakterizedir. Proksimal tubulus epitellerinde yağ dejenerasyonu görülür. Ayrıca Glomerulus kapillarlarında yağ emboluslarına rastlanır. Hastalık köpeklerde oldukça kısa sürer, ancak kimi doğal veya deneysel hastalıklarda hayvanlar diffuz glomerulosklerozis ve retina kapillar anörizmalara karşın 2 yıl ya da daha fazla yaşar. 33 2.Hiperpankreatism-Hiperinsülinism Hiperinsülinism adı altında langerhans adacıklarının salgıladığı insülin hormonunun fazlalığından söz edilir. Vücuttaki insülin fazlalığı yani hiperinsülinemi hali hipoglisemiye yol açar. Hiperinsülinism hali, pankreas adacıklarının oluşumuna katılan beta hücrelerinin primer tümörlerinde baş gösterir ve tümör “İnsülinom” olarak adlandırılır. Bu tümörler endokrinolojik olarak aktiftirler ve çarpıcı fonksiyonel bir harabiyet ortaya koyarlar. İnsülinomlar köpeklerde daha sıklıkla 5-12 yaş arasındakilerde görülür. Bu tümörler yaşlı sığırlarda da gelişir ve periyodik konvülsiyonlara neden olur. Köpeklerde karsinomlar adenomlardan daha yaygındır ve sıklıkla pankreasın duedenal lobunda gelişir. Fonksiyonel beta hücre tümörlerinde gelişen klinik değişimler; aşırı salgılanan insülin ve şiddetli gelişen hipogliseminin bir sonucudur. İlk işaretler; halsizlik, enerjik haraketlerden sonra aşırı yorgunluk, yaygın kas seyirmeleri, ataksi, davranış bozuklukları gibi semptomlardır. Köpekler kolaylıkla ajite olurlar, aralıklı periyotlarda husursuzlanırlar ve yerinde duramazlar. Ayrıca şiddeti ve sıklığı gittikçe artan periyodik kasılma nöbetleri gözlenir. Nörolojik bozuklukların ortaya çıkması hipoglisemi nöbetleri sonu olur. Sentral sinir sistemine ilişkin klinik işaretlerin baskın olması; beyinin enerji için glikoz metabolizmasına öncelikle bağımlılığını ortaya koyar. Beta hücreleri dışındaki adacık hücre tümörleri, yani alfa ve delta hücrelerinden köken alan tümörler “Gastrin hormonu” salgılama özelliğine sahiptirler. Bu gibi tümörlere “non-beta adacık hücre tümörleri” denir. İnsanlarda, köpeklerde ve kedilerde bildirilmiştir. Bu durum köpeklerde insanların aşırı gastrin salınması ile sonuçlanan “Zollinger Ellison sendromu” ile büyük benzerlik gösterir. Gastrin hormonu normal olarak langerhans adacıklarında üretilmez; mide ve duedenum mukoza hücreleri tarafından üretilir ve glandüler salgılamayı uyarır. Gastrin fazlalığı midede salgı artışına yol açar; sonuçta mide de hiperasidite, antrum bölgesinde mukoza hiperplazisi ile mide ve doedenum ülserleri gelişir. Kaynaklar: Alibaşoğlu M., Yeşildere T.:Veteriner Sistemik Patoloji cilt I, İstanbul 1989. Milli Ü.H., Hazıroğlu R. Veteriner Patoloji cilt I, İkinci bask. Ankara 2000 McGavin D., Zachary J.F. Pathologic Basis of Veterinary Disease. 4th edit. Mosby Elsever 2007 Guyton A.C., Hall J.E.: Tıbbi Fizyoloji, Dokuzuncu bask. Nobel Tıp Kitapevi Ltd.Şti.1996 Kumar V., Cotran R.S., Robbins S.L.: Temel Patoloji, Altıncı bask. Saunders 2000. 34 35