ANKARA ÜNĠVERSĠTESĠ ZĠRAAT FAKÜLTESĠ 6. ULUSAL TARIM ÖĞRENCĠ KONRESĠ 4-5-6 Mayıs 2016 ANKARA I Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi 6. Ulusal Tarım Öğrenci Kongresi Düzenleme Kurulu Öğrencilerine, 6. Ulusal Tarım Öğrenci Kongresi’ne Katkılarından Dolayı Teşekkür Ederiz. Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Editörler Prof. Dr. Bülent GÜLÇUBUK Recep Birkan EKĠZ Ġsmail AYDOĞAN Hüseyin Faruk YURTTAġ Hüseyin BĠRCAN Kapak Tasarım Recep Birkan EKĠZ ISBN: 978-605-136-271-7 II ÖNSÖZ: TEġEKKÜR VE HOġGELDĠNĠZ Sevgili öğrenciler; Dünyada giderek artan sağlıklı ve dengeli beslenme kaygısı geçmiĢe yeniden hızlı bir dönüĢ arayıĢını da beraberinde getiriyor. Gıda güvencesi ve gıda güvenliği alarm veriyor. Ġnsanlığın geleceği, gıda üretimi, gıda güvencesi ve de tüm canlıların geleceği için tarım toprakları ile su çok önemli birer doğal varlıktır. Gelecek yüzyıllara toprağına, suyuna sahip çıkan koruyan ülkeler daha güvenli bir ortamda geçeceklerdir. Bu süreçte tüm dünyada giderek “toprağa ve suya hücum” yeniden baĢladı. Ġnsanlık ve dünya arayıĢ içinde; gelecek nasıl olacak ve sağlıklı, güvenilir bir gelecek için ne yapabiliriz, neler yapmamalıyız?, sorularına cevap arıyor. ĠĢte, tam da böyle bir ortamda 6. Ulusal Tarım Öğrenci Kongresini hep birlikte düzenliyoruz. Ġçinde bulunduğumuz durum, Kongre amacının da ötesinde bir anlam yüklemiĢ durumdadır. 6. Ulusal Tarım Öğrenci Kongresi‟ni BaĢkent Ankara‟da ve Türkiye‟nin ilk ve köklü Ziraat Fakültesinin bulunduğu bir Üniversitede gerçekleĢtirmenin onur ve mutluluğunu yaĢıyoruz. Üniversitelerin, fakültelerin varlık nedeni saydığımız sevgili öğrencilerimizin dev buluĢmalarına tanıklık etmenin heyecanı içindeyiz. Aslında Kongre bir araçtır, amacımız ülkemizin hemen her bölgesinden katılım sağlayan sevgili öğrencilerimizi bir araya getirip tanıĢmalarına, kaynaĢmalarına öncülük etmektir. Dünyanın geçirdiği zor bir süreçte tarım, gıda, su, beslenme gibi stratejik konuları ele alan Kongrede öğrencilerimiz çalıĢmalarını, varsayımlarını, çıkarımlarını ortaya koyacak ve farklı bakıĢ açıları ile tartıĢma yaratacaklardır. Bu bizim için son derece önemli olup aynı zamanda büyük bir mutluluk kaynağıdır... Kongre bizlerin kolaylaĢtırıcılığında, Bilim Kurulu‟nun katkıları, paydaĢ sponsorlarımızın her türlü destekleri ile ete-kemiğe bürünmüĢtür. Öğrencilerimizin özverili emekleri, içten paylaĢımları gerçekten görülmeye değerdi. Bir kez daha gördük ki; gelecek gençlerle çok daha iyi olacak. Gençler, ülkemizin sizlerin çalıĢmalarına, görüĢlerinize, değerlendirmelerine çok ihtiyacı olacak. ġimdiden bunu en iyi biçimde ortaya koyacağınızın heyecanı içindeyiz. Sağolun, var olun, gençlik neĢesi ve coĢkusu içinde kalın. Ankara‟ya yani evinize hoĢ geldiniz. Kongrenin gerekleĢmesinde yuğun çaba gösteren baĢta sevgili Hüseyin Faruk YURTTAġ olmak üzere Organizasyon Komitesindeki tüm sevgili öğrencilerime, Kongre ana temasının ve konularının belirlenmesinde ve III bildiri özetlerinin değerlendirmesinde katkı sunan tüm Bilim ve Düzenleme Kurulu üyesi hocalarıma, Kongre Bilim ve Düzenleme Kurulu BaĢkanı ve Sorumlusu Prof. Dr. Bülent GÜLÇUBUK‟a, baĢından beri bütün sorunlarla ilgilenen ve çözüm için gayretlerini esirgemeyen Dekan Yardımcımız Prof. Dr. Hijran YAVUZCAN‟a, Kongre için bizleri cesaretlendiren ve katkılarını sunan Ankara Üniversitesi Rektörümüz Prof. Dr. Sn. Erkan ĠBĠġ‟e, Kongreye ev sahipliği yapan ve her türlü katkıyı ve konukseverliği gösteren Kazan Belediye BaĢkanı Sn. Lokman ERTÜRK‟e, Belediye BaĢkan Yardımcısı Sn.Cengiz GEVREK‟e, OR-KOOP BaĢkanı Sn.Cafer YÜKSEL‟e ve burada sayamadığım fakat Kongreye destek veren tüm kurum, kuruluĢlara, sektör temsilcilerine, kamu yöneticilerine Ģahsım ve Fakültem adına en içten Ģükranlarımı sunuyorum. Sevgili Öğrencilerim; Kongrenin tadını çıkarın. Bilim Ģenliğine heyecanla tanıklık edin. Geleceği okuyun ve Ģimdiden sahiplenin. Ne mutlu bizlere ki sizler gibi değerli genç meslektaĢ adaylarına sahibiz ve geleceğe umutla ve güvenle bakıyoruz. Tarım ve kırsal sizlerle büyüyecek, kalkınacak ve insanlığa hizmet edecek. Gelecek yolunuz açık olsun, baĢarı ve mutluluk hep gölgeniz olsun... Prof.Dr. Gökhan SÖYLEMEZOĞLU, Dekan Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi IV ÖNSÖZ YERĠNE; YAġASIN GENÇLERĠMĠZ……. Dünyada tarım ve gıda giderek daha fazla dikkat çekmeye baĢladı. Küresel iklim değiĢiklikleri, hızlı nüfus artıĢı, yetersiz gıda üretimi ve dengesiz paylaĢımı, artan yoksulluk, bir yanda uluslar arası Ģirketlerin egemenliği diğer yanda azalan küçük iĢletmeler insanoğlunu ve hangi kategoride olursa olsun tüm ülkeleri endiĢelendirmeye baĢladı. Çünkü insanı insan yapan dört temel gereksiniminden en Ģiddetlisi olan beslenme gereksinimi, tarım olmaksızın karĢılanamıyor. ĠĢte böyle bir ortamda “Dünya Tarımı Yeniden Keşfediyor”. Bu tesadüfî değildir. Tarım, gıda güvencesi, çevre, kırdan kente artan göç, içilebilir su kaynaklarının sınırlılığı ve dezavantajlı nüfus grupları her toplumu ve bireyi doğrudan ilgilendirir hale gelmiĢtir. YaĢanan sorunlar yereldeki halkın veya ulusların tek baĢlarına çözebilecekleri boyutta değildir. Küresel bir çalıĢmanın, stratejinin gerektirdiği bu sorunlar, ancak küresel yaklaĢımlar ve ulusal önceliklerle çözülür hale gelmiĢtir. Bu da tarımı yeniden ve yine ele alma zorunluluğunu getirmiĢtir. Ama dünyadaki gidiĢat bu sefer bunun yani tarımsal üretim ve yeterli gıdaya eriĢim sorununun geçici değil kalıcı bir biçimde ele alınması zorunluluğunu ortaya koymaktadır. Çünkü aksi bir durum, baĢta insan olmak üzere tüm canlıları etkileyecektir. ĠĢte, 6.Ulusal Tarım Öğrenci Kongresi böyle bir ortamda ve dünyada gerçekleĢtirilmektedir. Kongrenin ana teması “Tarımda Genç Kuşağın Hedefleri” dir. Dünya tarımı yeniden keĢfederken hiç kimse genç kuĢak gerçeğini göz ardı edemez. Gençlik olmadan hiçbir Ģey hedefine varamayacağı gibi, tarım da hedeflerine varamayacak ve gelecek açısından hep kuĢkuyu içimizde taĢıyacağız. Bu nedenle “genç kuĢağın tarımda hedefleri” önemlidir ve önemli bir biçimde de dikkate alınmak zorundadır. Sevgili genç arkadaĢlarımız Ankara‟ya yani Atatürk‟ün evine ve Cumhuriyet‟in baĢkentine hoĢ geldiniz. Türkiye‟nin ilk ve köklü Ziraat Fakültesine hoĢ geldiniz. Bu kongre genç arkadaĢlarımızın eseridir. Genç ziraat mühendisi adayı arkadaĢlarımızın bilim ziyafetinde bulunacakları ve geleceğe biçim verecek tohumların da atılacağı bir kongredir bu. Kongrede güzel ülkemizin dört bir tarafından gelen sevgili gençlerimiz, bildirileri ile dünyayı ve Türkiye‟yi tarımsal açıdan analize tabi tutacak ve bunlardan geleceğe iliĢkin çıkarımda bulunacak, bizlere ıĢık tutacaklardır. Ġnanıyoruz ki, kongre kapsamında sunulacak bildiriler tarımsal üretimin geleceğine, sürdürülebilirliğine önemli katkılar sağlayacaktır. Kongrenin amacına ulaĢması ve ülkemiz ve dünya tarımına küçücük de olsa bir katkı sunması baĢta geçlerimiz olmak üzere hepimizi sevindirecektir. Gençliğe güveniyoruz, gençlerimiz sadece yarının değil bugünün de sahibidirler. V Kongre verimli ve amacının farkında olan bir ekip ile gerçekleĢtirildi. Gençlerimiz büyük bir sorumluluk üstlendiler ve üstesinden baĢarı ile geldiler. Hepsini kutluyorum, gelecek yıllarının aydınlık ve baĢarı içinde olmasını diliyorum. Kongreye Fakültemiz yönetimi büyük destekler vermiĢ ve sahiplenmiĢtir. BaĢta Sn. Dekanımız Prof. Dr. Gökhan SÖYLEMEZOĞLU ve Dekan Yardımcısı Sn. Prof. Dr. Hijran YAVUZCAN olmak üzere tüm yönetime, Bilim Kurulu üyelerine, destekte bulunan tüm paydaĢlarımıza teĢekkürü borç ve onurlu bir görev bilirim. Genç kardeĢlerimiz üniversite yaĢamında, hayat ve kariyer yolculuğunda yolunuz hep açık olsun. YaĢasın tarım, yaĢasın gençlik, yaĢasın geleceğin genç tarımcıları-ziraat mühendisleri……. Prof. Dr. Bülent GÜLÇUBUK Kongre Bilim ve Düzenleme Kurulu Sorumlusu-BaĢkanı VI ÖNSÖZ ve TEġEKKÜR Tarımsal üretim insanoğlunun varoluĢundan günümüze gelmesi ve bundan sonra da yaĢamını sürdürmesi için zorunlu olan gıda maddelerini içermesi açısından son derece önemli bir unsurdur. Tarım ürünlerinin beslenme ihtiyacını karĢılamadaki alternatifsizliği, gıdaların uzun süre dayanmaları için iĢlenmeleri, beslenme ihtiyacının karĢılanmasında tüketicinin önüne gıdaların üretimden doğrudan değil de pazarlama kanallarından geçerek gelmesi, ticarette uluslararası bir meta haline dönüĢmesi, gıda güvenliğinin geliĢimi, ilaç, enerji, sanayi girdisi olarak kullanımı, ekolojik dengenin ve tarımsal kaynakların korunması, gen kaynaklarına sahip çıkılması gibi geliĢmeler tarımı, stratejik öneme sahip bir sektör haline getirmiĢtir. Günümüzde, üretilenlerin tüketildiği bir yapıdan, farklılık arayıĢıyla büyüyen tüketimin üretimi belirlediği bir yapıya geçilmiĢtir. Tüketim alıĢkanlıklarını geliĢtiren bir gıda yapılanması ile mevsimlere bağımlı gıda tüketim biçimi değiĢmiĢ, ürün ayrımı gözetmeksizin yılın on iki ayına yayılan gıda tüketimi anlayıĢına geçilmiĢtir. ġehirleĢmenin ve değiĢen Ģehir hayatının zorladığı tüketim alıĢkanlıkları, gıdanın bilinçsiz üretim ve sunumundan kaynaklanan olumsuzluklar sağlık sorunlarına sebep olabilmektedir. Bu durum gıda güvenilirliği kavramını doğurmuĢtur. Gıdanın sistematik biçimde güvenilirliğinin sağlanması ve üretimden tüketime kadar sürekli izleme ve kontrollerle sürdürülmesi gerekmektedir. Tarımın önemi kırsalda artmakta; ancak Ģehirlerdeki önemi çok daha büyük bir ivmeyle artmaktadır. Tarım kavramı bugün, üretici ya da köylü ifadelerinin içine sığamayacak kadar nitel ve nicel olarak büyümüĢtür. Yine tarımsal kalkınma, göç, fakir ve ezilen köylü tanımlamalarıyla gündeme gelen sosyal nitelendirmelerle açıklanamayacak kadar derinleĢmiĢtir. KüreselleĢmeyle birlikte dünya ölçeğinde tarım alanında da yeni kavramlar kullanılmaya baĢlanmıĢtır. Modern Tarım yerine Sürdürülebilir Tarım, Ġyi Tarım Uygulamalar, Az ĠĢlemeli Tarım, Tarımsal Pazarlama, Topraksız Tarım, Tüketici Odaklı Tarım, Mikro Klima Alanları, Havza Bazlı Tarım gibi tarıma yaklaĢımı farklılaĢtıran, tarımın konumunu ve tanımlamasını dönüĢtüren kavramlar gündemde yerini almaya baĢlamıĢtır. Dolayısıyla yukarıda bahsi geçen konular ele alınarak tarımı yönetmek; yeni fikirler üretmek ve bu fikirlerin gerektirdiği zihniyeti VII yaĢatacak ve geliĢtirecek organizasyonlarla mümkündür. Her sene ülkemizin farklı üniversitelerinde düzenlenen bu senede Ziraat eğitiminin lokomotifi Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi‟nin gururla ev sahipliği yapacağı 6.ULUSAL TARIM ÖĞRENCĠ KONGRESĠ‟nde “Geleceğin Ziraat Mühendisleri” olarak yeni fikirler üretmek ,değerlendirmek ve çözüme kavuĢturmak için bir araya geleceğiz. Kongremizin ana teması “DÜNYA, TARIMI YENĠDEN KEġFEDĠYOR” olarak belirlenmiĢtir. Çünkü tarım, sadece toprakta ve pazardaki süreçler ve araçlarla yönetilemez. Aynı zamanda bu küresel değiĢimin yakından izlenilerek kontrol edilmesi ve etkin katılım sağlanarak ülkemizin ve dünyanın geleceği için savunulması gerekmektedir. Bu kutsal görev baĢta Ziraat Mühendisleri olmak üzere insanlığın ve dünyanın sürdürülebilirliğini ve geleceğini düĢünen bütün bireylerin sorumluluğudur. Bu sebeplerden dolayı bu temayı seçme kararı aldık. 6.sını gerçekleĢtirdiğimiz öğrenci kongresinin hazırlanmasında emeği geçen baĢta Dekanımız Sayın Prof. Dr. Gökhan SÖYLEMEZOĞLU hocamız olmak üzere, Dekan Yardımcımız Sayın Prof. Dr. Hijran YAVUZCAN hocamıza, Akademik DanıĢmanımız Sayın Prof. Dr. Bülent GÜLÇUBUK hocamıza, Bilim Kurulu‟ndaki hocalarımıza ve Fakültemizin değerli personeline saygılarımı sunar, teĢekkürü borç biliriz. Ekip olarak aile ortamı ve sıcaklığında, uzun süredir beraber çalıĢtığımız, baĢta yardımcılarım olmak üzere, bu kitabın hazırlanmasında emeği geçen Recep Birkan EKĠZ arkadaĢımıza ve kongrenin her aĢamasında aktif görev alan Düzenleme Kurulu‟ndaki çalıĢma arkadaĢlarımıza tüm içtenliğimizle Ģükranlarımızı sunarız. Ayrıca kongre hazırlık aĢamasında ana sponsorumuz olarak bizlerden desteğini esirgemeyen Kazan Belediyesi BaĢkanı Sayın Lokman ERTÜRK‟e saygı ve sevgilerimizle Ģükranlarımızı sunarız. Ziraat Mühendisleri olarak birinci vazifemiz tarıma ve mesleğimize sahip çıkarak, Türkiye‟nin ve dünyanın tarımını ileri götürmektir. Düzenleme Kurulu BaĢkanı Hüseyin Faruk YURTTAġ VIII ONUR KURULU Prof. Dr. Erkan ĠBĠġ, Ankara Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Gökhan SÖYLEMEZOĞLU, Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Hijran YAVUZCAN, Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Dekan Yardımcısı Lokman ERTÜRK, Kazan Belediye BaĢkan DÜZENLEME KURULU Prof. Dr. Bülent GÜLÇUBUK ( AKADEMĠK DANIġMAN ) Hüseyin Faruk YURTTAġ (BAġKAN) Ġsmail AYDOĞAN (BAġKAN YARDIMCISI) Özge UYSAL (BAġKAN YARDIMCISI) Handan CANDEMĠR (SEKRETER) Nursel AKDUT Hatice Hande AKMEġE Furkan ASLAN Nuran AYVA AyĢe Gizem BEKTAġ Hüseyin BĠRCAN Handan CANDEMĠR Hanife CANLI Aslı Nur ÇAĞLAR Binnur ÇETĠN Mert DAĞDELENER Ülkü Nur DEMĠR Recep Birkan EKĠZ Kübra ERDOĞAN Ali IRMAK Ecem Selin KAHRAMAN Meral Eda KARADAVUT Betül Esra KESER IX Osman KIRYAMAN Merve NĠġANCI Aslınur PĠRĠNÇÇĠ Duygu ġEN Hüseyin YARANLI Özgül YILDIRIM Ġclal ZIYPAK Burak ZĠREK Orhan YURT X BĠLĠM KURULU Prof. Dr. Bülent GÜLÇUBUK ( A.Ü.Z.F. Tarım Ekonomisi Bölümü ) (Bilim Kurulu BaĢkanı ) Prof. Dr. Ruhsar YANMAZ ( A.Ü.Z.F. Bahçe Bitkileri Bölümü ) Prof. Dr. F. Sara DOLAR ( A.Ü.Z.F. Bitki Koruma Bölümü ) Prof. Dr. Nilsun DEMĠR ( A.Ü.Z.F. Su Ürünleri Mühendisliği Bölümü ) Prof. Dr. Barbaros ÖZER ( A.Ü.Z.F. Süt Teknolojisi Bölümü ) Prof. Dr. M. Emin BARIġ ( A.Ü.Z.F Peyzaj Mimarlığı Bölümü ) Prof. Dr. Ahmet ÖZÇELĠK ( A.Ü.Z.F. Tarım Ekonomisi Bölümü ) Prof. Dr. Ġbrahim ÇĠLĠNGĠR ( A.Ü.Z.F. Tarım Makinaları ve Teknolojileri Mühendisliği ) Prof. Dr. Fazlı ÖZTÜRK ( A.Ü.Z.F. Tarımsal Yapılar ve Sulama Bölümü ) Prof. Dr. Nilgün BAYRAKTAR ( A.Ü.Z.F. Tarla Bitkileri Bölümü ) Prof. Dr. Abdullah BARAN ( A.Ü.Z.F. Toprak Bilimi ve Bitki Besleme Bölümü ) Prof. Dr. Mesut TÜRKOĞLU ( A.Ü.Z.F. Zootekni Bölümü ) NOT: Kongre kitabında yer alan bildirilerin içeriği ve formatı tamamen yazar/lara aittir. XI ĠÇĠNDEKĠLER ÖNSÖZ: TEġEKKÜR ve HOġGELDĠNĠZ…………………………….III ÖNSÖZ YERĠNE;YAġASIN GENÇLERĠMĠZ…………………….…...V ÖNSÖZ VE TEġEKÜR……………………………………………...….VII ONUR KURULU ve DÜZENLEME KURULU ………………………IX BĠLĠM KURULU…………………………………………………………XI BĠLDĠRĠLER I GENETĠĞĠ DEĞĠġTĠRĠLMĠġ ORGANĠZMALAR(GDO) VE BĠYOGÜVENLĠK………………………………………………………….3 Fatma Nur ABAYLI FASULYE (Phaseolus vulgaris L.) ISLAHINA YÖNELĠK DOKU KÜLTÜRÜ ÇALIġMALARI……………………………………11 Özlem ÜNER, Sevil SAĞLAM DOMATESTE in vitro REJENERASYON ÇALIġMALARI………….21 Pınar AKKELLE MĠNYATÜR SEBZELER………………………………………………...25 Bilge ALTINER KENTLEġMENĠN TARIM TOPRAKLARI ÜZERĠNDEKĠ ETKĠLERĠ: BEYPAZARI ĠLÇESĠ ÖRNEĞĠ…………………………..27 Betül Esra KESER, Ġclal ZIYPAK BASĠT BĠR ZĠRAĠ HESAPLAMA YAZILIMI GELĠġTĠRĠLMESĠ………………………………………………..……...35 Muhammet Ali PEKĠN, Yücel ÇATALPINAR SÜRDÜRÜLEBĠLĠR TARIMSAL ÜRETĠM ĠÇĠN ORTAK MAKĠNE KULLANIMI……………………………………………………………...41 Ahmet Tahsin ÖZTAġ TARIMIN KIRDAN KENTE GÖÇÜ: KENTSEL TARIM…………....55 Övgü YAMAN, Hande VURGUN, Funda MEMĠġOĞLU XII KÖMÜRLÜ TERMĠK SANTRALLERĠN TARIMSAL ÜRETĠME ETKĠ ÖNGÖRÜLERĠ……………………………………………………61 Adem ġükrü TAġKIN PESTĠSĠTLERĠN ĠNSAN ve ÇEVRE ÜZERĠNE ETKĠLERĠ..............69 Mert SAVCI YENĠLĠKÇĠ SÜT ÜRÜNLERĠ TEKNOLOJĠLERĠ(INNOVATOR DAIRY PRODUCTS TECHNOLOGIES)……………………………....79 Mustafa ÖZ, Hamide Gül KAYNAK SANAYĠYE YÖNELĠK BAHÇE BĠTKĠLERĠ TARIMI........................83 Ali Mesut KARSLI, Ġlham MĠRZAYEV MĠKORĠZA UYGULAMALARININ BĠTKĠ HASTALIKLARIYLA MÜCADELEDE KULLANIM ALANLARI……………………….……91 Çağan ÇAVDAROĞLU DĠJĠTAL (AKILLI) TARIM………………………………..……………97 Engin KESKĠNKILIÇ, Berkay YALÇIN KAYISI (Prunus armeniaca)BĠTKĠSĠNDE DOKU KÜLTÜRÜ ÇALIġMALARI………………………………………………………....105 Sultan DEVECĠ PROPOLĠS EKSTRAKTININ ANTĠMĠKROBĠYAL ETKĠSĠNĠN BELĠRLENMESĠ………………………………………………….…….109 Çiğdem ÖZYĠĞĠT, Atilla ÖKSÜZ, Sabriye BELGÜZAR, Yusuf YANAR GAP BÖLGESĠ KARACADAĞ YÖRESĠNDE ÇELTĠK TARIMI….115 Hilal KÜÇÜKÇAY, AyĢe TAġDEMĠR ġANLIURFA'DA MAYINLI ALANLARI BOġ BIRAKMAYIN....…125 Mehmet Emin UÇAR, Adalet BADEM SÜRDÜRÜLEBĠLĠR TOPRAK VERĠMLĠLĠĞĠ……………..……….135 Safiye BÜLBÜL, Seda KILIÇ BAHÇE BĠTKĠLERĠNDE ALTERNATĠF TARIM TEKNĠKLERĠ...145 Nurhan ARSLAN, Nurdan KAZAK, Tuğba BUDO XIII BĠYOYAKITLAR……………………………………..……………...…153 Ġlker HANGÜN YÜZEN SERALAR……………………………………………………...157 Burak ÖZSOY BAL ARILARININ DANS DĠLĠ………………………………………..161 Sultan AKKOÇ, Yakup ÇELĠKPENÇE, Ġsmail KARACA “PÜREN” BALI NEDĠR?........................................................................169 Atiye Püren CEYHAN TARIMDA SANAYĠLEġMENĠN TÜRKĠYE EKONOMĠSĠNE KATKISI…………………………………………………………………173 Osman ARIKAN SEKONDER METABOLĠTLERĠN BĠTKĠLER ĠÇĠN ÖNEMĠ……..175 ġükriye VARDAR TARIM VE ĠKLĠM DEĞĠġĠKLĠĞĠ ĠLĠġKĠSĠ…………….…………..179 Meliha ATUĞ, Nuran ANDIÇ TRAKYA BÖLGESĠNDEKĠ EFSANE ZARARLI GERĠ DÖNDÜ: AYÇĠÇEĞĠ ÇAYIR TIRTILI (Loxostege sticticalis L., LEP: PYRALIDAE)………………………………………………...………….191 Fatih BAHADIR, Nesil IġIK, Ecem BULUT, Veysel ALAGÖZ, Özgür SAĞLAM BĠLDĠRĠLER II TATLANDIRICILARA ALTERNATĠF DOĞAL ÜRÜN STEVYA...201 AyĢenur ÖZDEMĠR ADIYAMAN ĠLĠ BADEM YETĠġTĠRĠCĠLĠĞĠ, GÖRÜLEN SORUNLAR VE ÇÖZÜM ÖNERĠLERĠ…………………………..…..207 Handan YILDIRIM KEÇĠ SÜTÜNÜN ĠNSAN SAĞLIĞI ÜZERĠNDEKĠ ETKĠLERĠ…...215 Burak HALDEN ÇÖREK OTUNUN (Nigella sativa) ĠYĠLEġTĠRĠCĠ ETKĠSĠ………...221 Enes CEYLAN BĠYODĠZEL ve TÜRKĠYE’DE KULLANIMI…………………….….227 Mehmet Ali IġIK XIV BĠTKĠ PARAZĠTĠ NEMATODLARLA BĠYOLOJĠK MÜCADELEDE MĠKORĠZALARIN KULLANIMI………………………………….….233 Zeliha ġAHĠN, Özkan AYDIN, Gülperi YILDIRIM, H. Didem SAĞLAM ÜLKEMĠZDE TARIMIN DURUMU VE GENÇLERĠN TARIMDAKĠ ROLÜ……………………………………..………………………………241 Merve AYKUT, Özlem AYDIN YAġ MEYVE VE SEBZLERDE HASAT SONRASI KAYIPLAR VE MUHAFAZA……………………………………………………………..245 Müge DOĞANER SÜT VE SÜT ÜRÜNLERĠNĠN SAĞLIĞIMIZA KATKILARI…..….251 Gamze MAĞARA, Ġsmigül ÜNLÜEL, Özlem AYDIN SAĞLIK KAYNAĞI BAKLAGĠLLER………………………….…….259 Zeliha ġAHĠN, Özlem ÖZLÜER, Serap Yalçın AZARKAN, Özlem AYDIN BĠTKĠYE DOĞAL DESTEK…………………………………………...265 Sinem ORMAN, Firdevs GÖDÜÇ ÜLKEMĠZDE ÇAYIR VE MERALAR…………………………….….269 Uğur TOPCU DĠJĠTAL (AKILLI) TARIM…………………………………………....273 AyĢe Hümeyra ÜNVER, Fatma Betül KAYA BĠTKĠSEL ÜRETĠMDE VERĠM VE KALĠTE AMACIYLA BĠYOTEKNOLOJĠK YÖNTEMLERĠN KULLANIMI………….…..277 AyĢenur GÜZEL TARIMDA TOPRAK VERĠMLĠLĠĞĠ………………………………....281 Denizhan DOĞAN GENÇLERĠ TARIMDA TUTMANIN SOSYAL VE EKONOMĠK BĠLEġENLERĠ…………………………………………………………..287 Gizem OKUTANSOY CRISPR SĠSTEMĠYLE BĠTKĠ GENOMU DÜZENLENMESĠ…..….291 Hakkı ÖZKAYA DOMATES YETĠġTĠRĠCĠLĠĞĠ………………………………………..297 Sinem BUĞUR XV HAYVAN YETĠġTĠRME VE BESLEMEDE BEKLENEN GELĠġMELER…………………………………………………………..305 Elif Merve AYAS HAYVAN YETĠġTĠRME VE BESLEMEDE BEKLENEN GELĠġMELER…………………………………………...…..………….311 Huriye ARIKOĞLU, Muhammed Ġbrahim MANDĠ ĠKLĠM DEĞĠġĠKLĠĞĠ VE TARIM……………………………………315 Burak ÇAKMAK, Erhan METĠN TÜRKĠYE’NĠN GEN MERKEZĠ OLDUĞU ÖNEMLĠ BAKLAGĠLLER VE BESLENME…………………………………..…321 Mehmet BÜNÜL RUMEN MĠKROORGANĠZMALARI………………………….……..325 Memnune UYANIKÇA PERMAKÜLTÜR (SÜRDÜRÜLEBĠLĠR TARIM)…………………...327 Beritan ARIK SÜRDÜRÜLEBĠLĠR BĠR YAġAM ĠÇĠN PERMAKÜLTÜR………..331 Ali AKIN SÜT VE SAĞLIK……………………………………………….……….335 Pınar KARABUDAK, Kadriye KARATAġ TARIMSAL VE KIRSAL KALKINMADA GENÇLĠK……………...341 BüĢra TOP ALTERNATĠF TIP ARAġTIRMALARINDA KULLANILAN BÖCEKLER…………………………………………..345 Nurseli IġIK, ġükriye YILDIRIM, Funda MEMĠġOĞLU TARIMSAL ÜRETĠMDE HASTALIK VE ZARARLI ROLÜ……………………………………………………351 Buket AYGUT, Nurseli IġIK, Bensu SOBACI BĠYODĠZEL ÜRETĠMĠNDE BÖCEK KULLANIMI ……………….355 Kadir Oğuzhan YIL, Funda MEMĠġOĞLU, Buket AYGUN XVI SUCUL EKOSĠSTEMDE DĠOKSĠN/FURAN VE DĠOKSĠN BENZERĠ POLĠKLORLU BĠFENĠLLER……………………………………………………...….....359 Dursun KIRIġIK ENTEGRE MÜCADELE…………………………………………….…365 Hüseyin BĠRCAN LĠSANSLI DEPOCULUK NEDĠR?.......................................................369 Berat ERDOĞMUġ ĠġLEMESĠZ VEYA AZALTILMIġ TOPRAK UYGULAMALARININ SÜRDÜRÜLEBĠLĠR TARIMDAKĠ ÖNEMĠ………………………….377 Özge DEMĠRTAġ SĠVRĠSĠNEKLERLE BĠYOTEKNĠK SAVAġIM……………….……383 Kadir Oğuzhan YIL, Funda MEMĠġOĞLU, Yurdagül ESERKAYA SU ÜRÜNLERĠ YETĠġTĠRĠCĠLĠĞĠNDE BĠYOTEKNOLOJĠ : MĠKROSATELLĠT UYGULANMASI………………………………...387 Merve NĠġANCI KASTAMONU VE BURDUR ĠLLERĠNDE GENÇLERĠN TARIMSAL ÜRETĠM FAALĠYETĠNE KATILMA EĞĠLĠMLERĠ ÜZERĠNE BĠR ARAġTIRMA…………………………………………………………....391 Begüm SEMERCĠLER, Burak KAPLAN, Emir EMRE, Okan GÜMÜġ, Nazlıgül CEYLAN TARIMSAL MÜCADELEDE DOĞAL DÜġMAN BÖCEKLER.......401 ġükriye YILDIRIM, Oğuzhan Kadir YIL, Bensu SOBACI TEHLĠKE ALTINDAKĠ BĠR KÜLTÜR BĠTKĠSĠ :SAFRAN (Crocus sativus L.)……..405 Berat ERDOĞMUġ, Muhammed ġah DEMĠRBAġ TOPRAKSIZ SERADA ORGANĠK TARIM………………………….411 Hüseyin YARANLI, Ali IRMAK, Selin TÜREMEN TÜRKĠYENĠN GERÇEĞĠ SOKAK SÜTÇÜLÜĞÜ………………..…415 Elif Gizem GÜÇLÜ XVII ZĠKA VĠRÜSÜ.........................................................................................419 Hande VURGUN, Övgü YAMAN, Yurdagül ESERKAYA DOST MU? DÜġMAN MI? DERMAPTERA (KULAĞAKAÇANLAR)………………………………………………..423 Gözdenur ÇAKAR, Nesrin MUTAġ, ġirin GÜRELĠ, Merve BEYTAR, Yüksel ÜSTÜNDAĞ, Emin KAPLAN, Nusret ÖZBAY BOZOK ÜNĠVERSĠTESĠ TARIM VE DOĞA BĠLĠMLERĠ FAKÜLTESĠ ÖĞRENCĠLERĠNĠN SOSYO-EKONOMĠK DÜZEYLERĠNĠN BELĠRLENMESĠ…………………………………..429 Soner ÖZKOÇ, Aysen KOÇ ĠKLĠM DEĞĠġĠKLĠĞĠ VE TARIM…………………………………....441 Cansu AYBACI, Damla Nur ÇETĠN EPĠGENETĠK……………………………………………………...…….449 Muhammed DĠNÇ, BüĢra ĠLBEĞĠ ÖKÜZGÖZÜ VE BOĞAZKERE ÜZÜM ÇEġĠTLERĠNĠN DEMĠR STRESĠNE TEPKĠLERĠNĠN SU KÜLTÜRÜ KOġULLARINDA ĠNCELENMESĠ…………………………………………………….……457 Berivan BĠLGĠÇ, Dilan SÖNMEZ, Nevin ġEKER, Gültekin ÖZDEMĠR ĠNCĠRLERDE DÖLLENME BĠYOLOJĠSĠ……………………….…..463 Eyüp TOLUCAN, Sema Nur KAYA, Hülya GÜMÜġ TOHUMLA TAġINAN PATOJENLERĠN MÜCADELESĠNDE TOHUM UYGULAMALARININ ÖNEMĠ………………………...….467 Okan TOPAL, BarıĢ ÇIBIKÇI SÜRDÜRÜLEBĠLĠR TOPRAK VERĠMLĠLĠĞĠ……………………...475 Esma ORÇAN ĠKLĠM DEĞĠġĠKLĠĞĠ VE TARIM………………………………...….481 Nazlı YAVUZ, Melike ÖNCÜL GENÇLĠK VE TARIM…..……………………………….……………..489 Emrah ĠLHAN, Merve BÜYÜK XVIII SÜRDÜRÜLEBĠLĠR KALKINMA HEDEFLERĠNDE ARAZĠ BOZUNUMU………………………………………………....…497 Tolgahan YUR ANTĠBESĠNSEL MADDELER VE YEMEKLĠK TANE BAKLAGĠLLERĠN BESLEYĠCĠ DEĞERLERĠ…………..………….503 Gülseren BOZATOĞRUL, Mustafa DAĞLI KAYSERĠ ĠLĠNDE TIBBĠ VE AROMATĠK BĠTKĠLERĠN YETĠġTĠRĠLME DURUMLARI…………………………………....….509 Hatice Kübra ZOR MOLEKÜLER MARKÖRLERĠN BĠTKĠ ISLAHINDAKĠ ÖNEMĠ..515 Mehmet SÖNMEZ SÜRDÜRÜLEBĠLĠR TARIMDA SERA BEYAZSĠNEĞĠNĠN (Trialeurades vaporariorum, Westwood) Encarsia formasa) PARAZĠTĠ ĠLE BĠYOLOJĠK MÜCADELESĠ VE ROLÜ……………………...…519 Rafet GÜZEL SÜRDÜRÜLEBĠLĠR TARIMDA DOMATESDE SOLGUNLUK HASTALIĞI(Fusarium oxysporum schl. f.sp. lycopersici)…………….523 DerviĢ Yusuf DEMĠR KANATLI HAYVAN GÜBRESĠ…………………………………...…..529 Abdullah ġEN, Berna KARA ÖLÜMSÜZLÜK MANTARI………………………………..…………..531 Makbule Rumeysa OMAY, AyĢe Hümeyra OMAY TÜRKĠYE’DE HAYVANCILIĞA VERĠLEN DESTEKLERDEKĠ GELĠġMELER………………………………………………….……….537 ġeref KAYALAR, Dursun BOĞA, Tufan BAL TARIMDA ARILARIN ETKĠLERĠ VE ÖNEMĠ……………………..543 Alper CESSUR, Can KARACAN, Yağmur BULUT SARIMSAĞIN ANTĠMĠKROBĠYEL HAZĠNESĠ………………....….547 BüĢra SONKAYA TOPRAKSIZ TARIM KÜLTÜRLERĠ…………………………...……549 Ebrar ALTIKARDEġ XIX TOHUM ÇĠMLENMESĠNDE ETKĠLĠ OLAN ÇEVRESEL FAKTÖRLER VE BAZI ÖN UYGULAMALAR……………..………553 Habibe BĠÇER KÜRESEL ĠKLĠM DEĞĠġĠKLĠĞĠ ĠLE BĠRLĠKTE GELECEKTEKĠ TÜRKĠYE…………………………………………………………..…….559 Remziye TÜRKMEN ORGANĠK YAĞ GÜLÜ (Rosa damascena MĠLL.) YETĠġTĠRĠCĠLĠĞĠNDE BAHÇE TESĠSĠ SORUNU………………....563 Fatma Zehra OK, Özlem ARLI ĠNSANSIZ TARIM…………………………………………….………..569 Ahmet RüĢtü TORUN, Fatma Zehra OFLAZ ISPARTA GÜLÜ (Rosa damascena) VE GÜL ÜRÜNLERĠ ………..573 Özlem ARLI, Ali KULLUK, Hüseyin BAĞMANCI Semih BÜYÜKATEġ, Fatma Zehra OK DOKU KÜLTÜRÜYLE MUZ ÜRETĠMĠ……………………………..577 A.Kerim KOSĠF BĠTKĠ DOKU KÜLTÜRÜNÜN UYGULAMA ALANLARI (TĠCARĠ UYGULAMALAR)……………………………………………….….….579 Sümeyye YILIK TÜRKĠYE’DE ANASON…………………………………………..……583 Akif ÇAKMAK MEYVE AĞAÇLARINDA BUDAMA…………………….……..…….587 Ali KAHRAMAN LAVANTA (Lavandula spp) YETĠġTĠRĠCĠLĠĞĠ VE LAVANTA BALI ÜRETĠMĠ……………………………………...…….591 Ali KULLUK, Hüseyin BAĞMANCI, Özlem ARLI Semih BÜYÜKATEġ TATLI PATATES………………………………………………..……….595 Ali ÖZTUNÇ BURDUR’UN BORSASI SALEP…………………………………...….599 Betül KAYA XX SOLUCAN GÜBRESĠNĠN TARIMDA VE HAYATIMIZDA OLAN ÖNEMĠ………………………………….603 Damla Nur ATAY KĠNOA NEDĠR / NEDEN KĠNOA?......................................................607 Hüseyin BAĞMANCI, Ali KULLUK, ġerife KAV, Özlem ARLI, Semih BÜYÜKATEġ ÇEVRE KĠRLĠLĠĞĠNĠN ÜLKEMĠZDEKĠ DURUMU……………....613 Duygu YAYLA ELMA KARALEKE HASTALIĞI………………………………...…..617 Elif BODUR ZĠRAĠ ĠLAÇ KULLANIMI…………………………………..…………621 Kaan YALÇIN KESME ÇĠÇEK YETĠġTĠRĠCĠLĠĞĠ……………………………….….625 ġerife KAV, Hüseyin BAĞMANCI, Özlem ARLI, Ali KULLUK MEYVE VE SEBZELERĠN ANTĠOKSĠDAN ANALĠZĠ VE SAĞLIKAÇISINDAN DEĞERLENDĠRĠLMESĠ………………….…629 Metin YAĞMUR TÜRKĠYE'DEKĠ ADĠ FINDIK (Corylus Avellana) ÇEġĠTLERĠ VE KULLANIM ALANLARI…………………………………..……….….633 Oğuz KAYA ġEFTALĠDE TUZLULUK STRESĠNDE MELEZLEME ÇALIġMASI…………………………………………...637 Rıdvan AKIN KAKAO (THEOBROMA CACAO) YETĠġTĠRĠCĠLĠĞĠ VE TÜRKĠYE’NĠN KAKAO ĠTHALATI………………………………….641 Semih BÜYÜKATEġ, Ali KULLUK, Hüseyin BAĞMANCI, Özlem ARLI EVSEL ATIKLARIN DEĞERLENDĠRĠLMESĠ VE EKONOMĠYE KAZANDIRILMASI…………………………………………………….645 Süleyman ġefik KURT BOMBUS ARILARI……………………………………………………..651 Gökçe ÇETĠN XXI BOZKIR OTU (Kochia prostrata) (L.), MERA ISLAHI, EROZYON………………………………………………………...……..657 BüĢra GÖNEN, Fatih ATAY, Ramazan ACAR DĠKEY TARIM…………………………………………………...……..663 Selda ZEYREK, Merve TAYTAK GÜNEġ ENERJĠLĠ NEME DUYARLI TOPRAK SULAMA SĠSTEMĠ…………………………………………………………..……..667 Betül ALBAYRAK, Abdullah Okan SEÇER GERGEDAN BÖCEĞĠ (Oryctes nasicornis)………………………...…671 Alperen DURAN, Zülüye DUMAN ĠZLĠ TARIM………………………………………………….………….675 Aybüke ÖRNEK, Mehmet YURT, Hüseyin ÖĞÜT MAġ FASULYESĠNĠN [Vigna radiata (L.) Wilczek] ĠNSAN HAYATINDAKĠ ÖNEMĠ……………………………………...681 Ali KAHRAMAN , Erva HORASAN, Cansu YÜCEL ARAZĠ TOPLULAġTIRMASI………………………………………....689 Nazlı Can SAĞLIK, Resul MUT TOPRAK ISLAHI…………………………………………………….....693 Emre APALAK, Burak YILDIRIM TOPRAK TEMĠZLĠĞĠ………………………………………….………697 Merve ĠLDANLI YEMEKLĠK BAKLAGĠLLER VE BESLENMEDEKĠ ÖNEMĠ…....701 Emre SAĞLAM, Atilla TOPKARA ZĠRAĠ DON…………………………………………………………..…..705 Fırat UZUN, ġahbanu ÇINAR SALĠSĠLĠK ASĠT UYGULAMALARININ MARULDA VERĠM VE KALĠTEYE ETKĠSĠ…………………………………………………….715 Ufuk UÇAN, Atnan UĞUR YOZGAT ĠLĠ BUĞDAY EKĠM ALANLARINDA HERBĠSĠTLERĠN YABANCI OTLARA VE VERĠME ETKĠSĠ……………………....…..723 ġeymanur BAYHAN, Ġzzet KADIOĞLU, Bahadır ġĠN XXII TÜRKĠYE’DE KÜÇÜKBAġ HAYVANCILIĞIN ÖNEMĠ VE SORUNLARI……………………………………………………………730 Dursun BOĞA, ġeref KAYALAR, Tufan BAL XXIII BĠLDĠRĠLER I 1 2 GENETĠĞĠ DEĞĠġTĠRĠLMĠġ ORGANĠZMALAR(GDO) VE BĠYOGÜVENLĠK Fatma Nur ABAYLI Ahi Evran Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarımsal Biyoteknoloji Bölümü ÖZET Rekombinant DNA teknolojisi kullanılarak hayvanlar, bitkiler veya mikroorganizmalar gibi canlı organizmaların genetik materyali değiĢtirilebilir. Bu tür canlılar transgenik veya genetiği değiĢtirilmiĢ organizmalar olarak tanımlanırlar. Genetiği değiĢtirilmiĢ organizma (GDO)‟ların doğada yetiĢen diğer bitkilerden farklı olarak kendi türlerine ait olmayan genleri taĢımaları, son yıllarda bu ürünlerin risklerini gündeme getirmiĢtir. Organizmaların genetik yapısının değiĢtirildiği genetik mühendisliği konusu, bilimsel platformlarda hâlâ tartıĢma konusudur. GDO‟yu destekleyen gruplar, bu teknolojinin besin kalitesinin ve sağlığa yönelik faydalarının artırılmasında, meyve ve sebzelerin raf ömürlerinin ve organoleptik kalitelerinin iyileĢtirilmesinde, bitkisel ve hayvansal ürün veriminin artırılmasında, yenilebilir aĢı ve ilaç üretiminde, insan hastalıklarının tedavisi ve organ nakli için kullanılmasında ve çevresel olarak birçok faydaları olacağı görüĢündedirler. Bu organizmaları destemeyenlere göre ise besin kalitesindeki değiĢiklik, gıda güvenliği, allerjik reaksiyonlar ve bunların toksik etkileri ile ilgili önemli riskleri olabileceği ve genetiği değiĢtirilmiĢ ürünlerin etiketlenmesi, çevresel ve çeĢitli grupların kaygıları ile dini, kültürel ve etik sorunların olduğunu düĢünmektedirler. Bu çalıĢma ile GDO ve Biyogüvenlik konusundaki görüĢler derlenerek sunulmuĢtur. Anahtar Kelimeler: Biyogüvenlik, genetiği değiştirilmiş organizma(GDO) GĠRĠġ Genetik materyali değiĢtirme veya bir türden diğerine transfer etme iĢlemi biyoteknoloji temeli olup klonlama gibi diğer biyoteknolojik iĢlemlerin potansiyeli ile birlikte kamuoyunda ateĢin keĢfi, matbaanın icadı ve atomun parçalanması ile eĢdeğer görülmüĢtür (1). 3 Genetik mühendisliği teknolojisi kullanılarak üretilen organizmalar literatürde genetiği değiĢtirilmiĢ organizmalar (GDO), genetiği değiĢtirilmiĢ ürünler (GD), genetik olarak modifiye edilmiĢ organizmalar (GMO), genetik olarak modifiye edilmiĢ ürünler (GM), gen aktarımlı organizmalar, transgenik organizmalar, bio-mühendislik organizmaları vb. adlarla tanımlanmaktadır (1). Bu organizmalara aktarılan genler ise transgen olarak ifade edilmektedir ( 2). ISAAA (International Service for the Acquisition of AgriBiotechnology Applications) verilerine göre, 2004 yılında GD ürün ekim alanının 81 milyon hektar olduğu, 17 ülkede yaklaĢık olarak 8,25 milyon çiftçinin bu ürünleri yetiĢtirdiği ve bu sayının gelecek 4 yıl içerisinde iki katına çıkacağı tahmin edilmektedir (3, 4). Ancak ticari olarak üretimine 1996 yılında baĢlanmıĢ olmasına rağmen GD ürün üretimi küresel değildir (5, 6, 7, 8). Tarımsal ticari GD ürün üretiminin %96‟sı ABD (%59), Arjantin (%20), Kanada (%7), Brezilya (%6) ve Çin (%4) olmak üzere sadece 5 ülkede yapılmıĢtır. Dünya ticaretinde ise soya, mısır, kanola ve pamuk olmak üzere sadece 4 ürünün üzerinde yoğunlaĢırmıĢtır. Ayrıca GDO‟nun karakteristiği açısından herbisit dayanıklılığı ve böcek direnci uygulamaları yaygındır (3, 4, 5, 6, 7, 8). GD ürünlerin en çok üretildiği ABD‟de özellikle soya ve mısır içeren iĢlenmiĢ gıdaların %60‟ından fazlası GD ürün içermektedir (9, 10). GD ürünlerin ABD‟de yaygın kullanımının, ürünlerin tüketici tarafından kabul edildiğini gösterdiği iddia edilse de gerçekte ABD‟de tüketicilerin büyük çoğunluğu GD ürün yediğini bilmemektedir. GD ürün üreticilerinin ABD‟de yürüttüğü etiketleme karĢıtı lobi, bu ürünler için arzu edilen etiketleme taleplerini bastırmıĢtır. ABD‟de 1997‟den beri yapılan pek çok anket, ABD‟lilerin etiketleme istediğini ve ayrıca eğer etiketleme yapılırsa, halkın büyük çoğunluğunun GD ürün yemeyeceğini göstermiĢtir (11). Avrupa‟da ise Avrupa Birliği ülkelerinin diğer ülkelere göre GDO‟ya karĢı sert tutumuna rağmen 2004 yılında AB üyesi Ġspanya ve AB aday üye Romanya‟da 50.000 hektardan fazla alanda GD ürün üretimi yapılırken yine AB üyesi olan Almanya‟da ise 50.000 hektardan az bir alanda ekim yapılmıĢtır (3, 4). Avrupa Birliği ülkeleri GDO‟ların alan denemeleri ve piyasaya sürülmesi konusunda Avrupa Birliği Komisyon kararına baĢvurmaktadır (6, 7, 8). Komisyon, 1998‟den beri Bt-11 ve NK603 mısırın ithalini onaylarken bu yıl Mon810 mısır ithalini de onaylamıĢtır (4, 12). Ayrıca Avrupalı tüketicilerin bu ürünleri kabullendikleri görülmektedir. GD ürün tüketimi konusunda Greenpeace tarafından daha önceden yapılan bir oylamada Avrupalı tüketicilerin % 70‟i bu ürünlere karĢıyken bu yıl aynı 4 konuda yapılan bir oylamada tüketicilerin sadece % 40.4‟ı bu ürünlerin tüketimine karĢı olduklarını söylemiĢlerdir (13). Türkiye‟de GD ürün üretimi yasak olmasına rağmen 1998 yılından itibaren alan denemeleri yapılmaya baĢlanmıĢtır (11). DeğiĢik firmalar tarafından ithal edilen ürünlerde alan denemeleri Tarım ve Köy ĠĢleri Bakanlığı AraĢtırma Enstitü‟leri tarafından bazı illerde yapılmıĢtır. GD ürünlerin alan denemelerini takiben tescili, üretime sokulması ve gıda zincirinde kullanılması gündeme gelecektir (5, 6, 7). Türkiye‟de iç piyasada iĢlenerek ürün halinde pazara sürülen hammadde veya yurtdıĢından ithal edilen iĢlenmiĢ ürünlerden önemli bir kısmının GDO içeriğine sahip olduğu ileri sürülmektedir. Özellikle mısır ve soyanın büyük bir kısmı ABD ve Arjantin‟den ithal edilmiĢ olup neredeyse tamamının GDO içerikli olduğu iddia edilmektedir. Ayrıca 20‟ye yakın ilin pazarlarından alınan domates ve patateslerin GD ürün olduğu saptanmıĢtır. Bunların hemen hemen tümü, Türkiye‟ye kaçak yollarla giren GD tohumlarının hiçbir denetime tabi tutulmadan tarlalarda veya seralarda ekilmesi sonucunda üretilmektedir (14). Bu derlemede, GDO‟ların dünyadaki ve Türkiye‟deki durumu göz önüne alınarak bu ürünlerin potansiyel fayda ve riskleri ile insan sağlığı açısından etkilerinin irdelenmesi amaçlanmıĢtır. GDO’LARIN ETKĠLERĠ GDO‟ların kontrollü ve akıllı teknolojiler yardımıyla özellikle besinler üzerinde insanların geleceği için getirebileceği yararlarının yanında potansiyel zararları veya risklerinin de bulunabileceği düĢünülmektedir. GDO’ların Potansiyel Yararları Tarımsal Uygulamalar Açısından Önemi: Biyoteknolojinin tarımsal alandaki uygulamalarından en önemlisi, bitkilere zararlılara karĢı dayanıklılık kazandırılmasıdır. Bacillus thuringiensis, böceklerin sindirim sistemlerine zarar vererek ölümlerine neden olan bir protein üretmektedir. Bu bakteri, ürettiği δ-endotoksinler nedeniyle bitkilerin böcek zararından korunmasını sağlamaktadırlar. Bu bakterinin içerdiği endotoksin genlerinin ürünü olan "crystalline" proteinlerinin üretimine neden olan Bt geninin B. thuringiensis‟ten izole edilerek domates, tütün, pamuk ve mısır bitkilerine aktarılması sonucunda böceklere karĢı dayanıklılık sağlanmıĢtır (15, 16). Aynı Ģekilde, börülceden izole edilen "trypsin inhibitör (CpTi)" geninin aktarıldığı tütün bitkileri, tütün sürgün kurdu (Heliothisvirescens) larvalarının saldırılarına karĢı dayanıklılık göstermektedir (17). GDO‟ların 5 tarımdaki uygulamalarına bakıldığında, en büyük payı herbisitlere karĢı dirençli bitkilerin aldığı görülmektedir. Bu konuda en önemli baĢarılardan biri "acetolactate synthase (ALS)" geninin bitkilere aktarılması sonucunda "sulfonyllurea" herbisitine karĢı dayanıklı transgenik bitkilerin üretilmesidir (18, 19). Meyve ve Sebzelerin Raf Ömrü ve Organoleptik Kalitelerinin Artırılması: Calgene ġirketi‟nin ürettiği Flavr Savr domatesleri ABD Gıda ve Ġlaç Ġdaresi (US FDA) tarafından onaylanan ilk genetiği değiĢtirilmiĢ üründür. Bu domatesler olgunlaĢma, yumuĢama ve çürüme iĢlemleri geciktirilerek uzun bir raf ömrüne sahip olan bitkilerdir (20). OlgunlaĢma ve yumuĢama, büyük ölçüde, meyve hücreleri tarafından etilen üretimine bağlıdır (21). Etilen üretiminde rol oynayan genlerin kontrol edilmesi veya farklı bir strateji olarak hücre duvarını bozan bir enzim olan poligalakturonaz enziminin baskılanarak pektin yıkımının ertelenmesi ile meyve ve sebzelerdeki olgunlaĢma geciktirilebilmektedir (21, 20). Böylece koku, lezzet, yumuĢaklık/sertlik derecesi gibi yüksek kalitede organoleptik özellikler ve daha uzun raf ömrü sağlanabilmektedir. OlgunlaĢmanın yavaĢlatılması veya geciktirilmesi, aynı zamanda ahududu, çilek, ananas ve Ģeftali gibi ürünlerde de yapılabilir. Ürünlerin raf ömürlerinin uzatılması üretici ve satıcı için nakliyat, depolama ve iĢlenmeyi kolaylaĢtırmakla birlikte tüketici içinde ürünü uzun süre bozulmadan kullanma imkânı sağlayacaktır. Ürünlerin nakliye ve iĢlenmeye dayanıklı olması, soğutma sistemlerinin güvensiz ve pahalı ve nakliye ağının yetersiz olduğu geliĢmekte olan ülkelerdeki çiftçiler ve tüketiciler için de faydalı olacaktır (20, 22, 23, 24). GDO’ların Potansiyel Zararları Genetiği değiĢtirilmiĢ tarımsal ürünlerin 1996 yılında dünya ticaretine girmesiyle birlikte, bu ürünlerin insan, hayvan, bitki ve çevreye olan etkilerine iliĢkin tartıĢmalar baĢlamıĢtır. GDO‟lu tohumlarda uygulanan patent hakları, çiftçiye tohum alıkoyma imkanı vermeyen sözleĢme ve terminator gen teknolojisi uygulamaları yoluyla dünya çiftçilerinin bütünüyle tohum üreticisi birkaç büyük Ģirkete bağımlı kalmasına neden olabilecektir. Geçtiğimiz on yıl boyunca GDO‟lu bitkilere iliĢkin olarak alınan her dört patentten üçü beĢ firmaya (Dow, Dupont, Syngenta, Aventis ve Monsanto) ait olması ve dünyada ekilen GDO‟lu tohumun %90‟ı tek bir firmanın (Monsanto) tohumu olması, tohum güvenliğini oldukça azaltan bir durumdur (25, 26). 6 SONUÇ Dünyada genetik yapısı değiĢtirilmiĢ canlıların ve bunlardan elde edilen gıdaların dağılımı hızla artmaktadır. Mısır ve soyadan üretilen yağ, un, niĢasta, glikoz Ģurubu, sakkaroz, fruktoz içeren gıdalar; bisküvi, kraker, pudingler, bitkisel yağlar, bebek mamaları, Ģekerlemeler, çikolata ve gofretler, hazır çorbalar, mısır ve soyayı yem olarak tüketen tavuk ve benzeri hayvanlardan elde edilen gıdalar ile pamuk GDO‟lu olma riski taĢıyan tarımsal ürünlerin baĢında gelmektedir . Bu ürünlerin özellikle insan sağlığı üzerinde kısa ve uzun dönemde oluĢturacağı etkiler ise yeterince bilinmemektedir. Ayrıca bu ürünlerin genetik çeĢitliliği tehdit etmesi durumunda geri dönüĢü olmayan bir sürece de girilmiĢ olacaktır. Tüm bu nedenlerle bu tür ürünler yeterli bilimsel araĢtırmalar yapıldıktan sonra tüketime sunulmalı ve ayrıca kullanımları yasal çerçevede sürekli kontrol edilmelidir. KAYNAKÇA 1. Uzogara, S.G., The Impact of Genetic Modification of Human Foods in The 21st Century, Biotechnology Advances, 18, 179-206, 2000. 2. Cellini, F., et al., Unintended Effects and Their Detection in Genetically Modified Crops, Food and Chemical Toxicology, 42, 1089-1125, 2004. 3. International Service for the Acquisition of Agri-Biotechnology Applications , http://www.isaaa.org, July 2005. 4. Study, Strong Growth for Biotech Crops, European Biotechnology Science&Industry News, 4 (1-2), 5, 2005. 5. Kıyak, S., Genetik Olarak DeğiĢtirilmiĢ G ıdalar, Cartagena Biyogüvenlik Protokolü ve Türkiye‟de Durum (1), Çevreye Genç BakıĢ, 4, 14-22, 2004. 6. Kıyak, S., Genetik Olarak DeğiĢtirilmiĢ G ıdalar, Cartagena Biyogüvenlik Protokolü ve Türkiye‟de Durum (2), Çevreye Genç BakıĢ, 5, 1-20, 2004. 7. Kıyak, S., Genetik Olarak DeğiĢtirilmiĢ G ıdalar, Cartagena Biyogüvenlik Protokolü ve Türkiye‟de Durum (3), Çevreye Gesnç BakıĢ, 6, 1-13, 2004 8. Yanaz, S., Genetik Olarak DeğiĢtirilmiĢ Organizmalar (GDO) Konusu ve Cartagene Biyogüvenlik Protokolü, T.C. BaĢbakanlık DıĢ Ticaret 7 MüsteĢarlığı Dergisi, http://www.dtm.gov.tr/ead/DTDERGI/nisan2003/genetik.htm, 2003. 9. Ahmed, F.E., Detection of Genetically Modified Organisms in Foods, Trends in Biotechnology, 20 (5), 215223, 2002. 10. Whitney, S.L., et al., “This Food May Contain…” What Nurses Should Know About Genetically Engineered Foods, Nursing Outlook, 52 (5), 262266, 2004. 11. Tüysüzoğlu, B.B, et al., Türkiye‟de GDO, Bilim ve Teknik, 443, 36-43, 2004. 12. European Comission, European Comission Approves Monsanto‟s GM Maize NK603 for Food Use, European Biotechnology Science&Industry News, 3 (11), 8, 2004. 13. European Union, Study Sheds Light on GM Acceptance, European Biotechnology Science&Industry News, 4 (1-2), 8, 2005. 14. Günaydın, G., GDO: Ne‟dir O?, Popüler Bilim, 130, 32-36, 2004 15. Delannay X, Lavallee BJ, Proksch RK, Fuchs RL, Sims SR, Greenplate JT, Marrone PG, Dodson RB, Augustine JJ, Layton JG, Fischhoff DA (1989): Field performance of transgenic tomoto plants expressing the Bacillus thuringiensis var. kurstaki insect control protein. Bio/Technology, 7: 1265-1269 16. Lee KY, Towsend J, Block M, Churi CF, Majur B, Dunsmuir P, Bedbrook J (1988): The molecular basis of sulfonyl urea herbicide resistance in tobacco. EMBO J, 7: 1241-1248. 17. Koziel MG, Beland GL, Bowman C, Carozzi NB, Crenshaw R, Crossland L, Dawson J, Desai N, Hill M, Kadwell S, Launis K, Lewis K, Maddox D, McPherson K, Meghji MR, Merlin E, Rhodes R, Warren GW, Wright M, Evola SV (1993): Field performance of elite transgenic maize plants expressing an insecticidal protein derived from Bacillus thuringiensis. Bio/Technology, 11: 194-199. 8 18. Haughn GW, Smith J, Mazur B,Somerville C (1988): Transformation with a mutant Arobidopsis acetolactate synthase gene renders tobacco resistant to sulfonylurca herbicides. Mol Gen Genet, 211: 266-271. 19. Losey JE, Raynor LS, Carter ME (1999): Transgenic polen harms monarch larvae [scientific correspondence]. Nature 20. Uzogara, S.G., The Impact of Genetic Modification of Human Foods in The 21st Century, Biotechnology Advances, 18, 179-206, 2000 21. Arda, M., Biyoteknoloji (Bazı Temel Ġlkeler), KÜKEM Derneği Bilimsel Yayınları No:3, Ankara, 1995 22. Kıyak, S., Genetik Olarak DeğiĢtirilmiĢ G ıdalar, Cartagena Biyogüvenlik Protokolü ve Türkiye‟de Durum (2), Çevreye Genç BakıĢ, 5, 1-20, 2004. 23. Kıyak, S., Genetik Olarak DeğiĢtirilmiĢ G ıdalar, Cartagena Biyogüvenlik Protokolü ve Türkiye‟de Durum (3), Çevreye Gesnç BakıĢ, 6, 1-13, 2004 25. Haspolat, I, Özgen Ö (2011): Tüketicilerin Genetik Yapısı DeğiĢtirilmiĢ G ıdalara ĠliĢkin GörüĢleri: Kültürlerarası Bir KarĢılaĢtırma. Üçüncü Sektör Sosyal Ekonomi Derg, 46: 40-60. 26. Wieczorek A (2003): Use of biotechnology in agriculture– benefits and risks. Cooperative Extension Service. Bio, 3: 1-6. 9 10 FASULYE (Phaseolus vulgaris L.) ISLAHINA YÖNELĠK DOKU KÜLTÜRÜ ÇALIġMALARI Özlem ÜNER1 , Sevil SAĞLAM 2 Ahi Evran Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü Tarımsal Biyoteknoloji Bölümü 2 Ahi Evran Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarımsal Biyoteknoloji Bölümü 1 ÖZET Fasulye (Phaseolus vulgaris L.), baklagiller (Fabaceae) familyasının Phaseolus cinsindendir. Dünyada kökeni Orta Amerika‟ya dayanan, günümüzde neredeyse her yerde yetiĢebilen tek yıllık, kendine döllenen, otsu bir bitkidir. Baklagiller içerisinde taze, konserve ve kurutulmuĢ olarak en çok tüketilen bitkilerden olup tohumdan yetiĢtirilmektedir. Dünyada baklagiller arasında üretimi ilk sırada gerçekleĢtirilen fasulye; ortalama %18-22 oranında protein içermekte olup toprağın biyolojik ve fiziksel yapısını iyileĢtirdiğinden iyi bir ön ekim bitkisidir. Klasik bitki ıslahı yöntemlerini içeren seleksiyon, melezleme, poliploidi ve suni mutasyonlar konusunda geliĢmeler olmasına karĢın sitoplazma ile taĢınan plazmotipler arasında transferler mümkün olmamıĢtır. Fasulye bitkisinin ıslahında klasik ıslaha destek olacak biyoteknolojik yöntemlerin kullanılması günümüzde kaçınılmazdır. Fasulye ıslahında embriyo kurtarma tekniği, haploidi tekniği, somaklonal varyasyon, in vitro seleksiyon, in vitro germplazm muhafaza, somatik hücre melezlemesi ve gen transferine yönelik doku kültürü teknikleri çalıĢılmıĢtır. Bu çalıĢmalar henüz yeterli düzeyde olmayıp üzerinde daha fazla çalıĢılması gerekmektedir. Fasulye üretiminde karĢılaĢılan sorunlara bu yöntemlerin geliĢtirilmesi katkı sağlayacaktır. Anahtar Kelimeler: Islah, Biyoteknoloji, doku kültürü, fasulye, Phaseolus vulgaris 1.GĠRĠġ Fasulye (Phaseolus vulgaris) ülkemizde çok eski zamanlardan beri tarımı yapılan, insan ve hayvan beslenmesinde ve toprak ıslahında kullanılan bir baklagil bitkisidir. Günümüzde besinsel değeri ve ekonomik önemi oldukça büyük olan fasulye bitkisi, baklagiller (Fabaceae) familyasının Phaseolus cinsine dâhil olup, hemen hemen her yerde yetiĢebilen, tek yıllık, kendine döllenen, soğuğa duyarlı, otsu bir bitki türüdür. Baklagiller içerisinde taze, konserve ve kurutulmuĢ olarak en çok tüketilen bitkilerden 11 birisi olup tohumdan yetiĢtirilmektedir. Baklagiller arasında üretimi ilk sırada gerçekleĢtirilen fasulye; ortalama % 18-22 oranında protein içermektedir. Türkiye, kiĢi baĢına düĢen yıllık hububat tüketimi yönünden 230 kg ile dünyada birinci sırada yer alırken, ABD‟de ise bu oran 66 kg tahıl Ģeklindedir (Akçin, 1974). Türkiye‟de nüfusun %10‟unun beslenmesinde protein yetersizliği görülmüĢtür. Baklagillerin beslenmedeki öneminin yanı sıra toprağın biyolojik ve fiziksel yapısının iyileĢtirilmesinde sağladığı katkı da dikkate alındığında fasulye iyi bir ön ekim bitkisidir. Fasulye, köklerinde ortak yaĢama özelliğine sahip bakteri türü Rhizobium phaseoli aracılığıyla havanın serbest azotundan istifade ederek kendi azot ihtiyacının büyük bir kısmını toprak havasından karĢıladığı gibi, yetiĢtiği toprakları da azotça nispeten zenginleĢtirmektedir. Bu yolla ortalama olarak yıllık 5 kg/da azot fiske edebilmektedir. (Akçin, 1988). Bahsedilen bu özelliklerinden dolayı fasulye bitkisi gerek kullanım alanı gerekse besinsel değeri göz önüne alındığında ıslah çalıĢmaları için önemli bir baklagil bitkisidir. Phaseolus vulgaris kültürü yapılmakta olan fasulyelerin %90‟ını oluĢturmakta olup Phaseolus cinsinin en önemli üyesidir (Özdemir, 2002). Dünya üzerinde yayılıĢ kökeni Orta Amerika olarak bilinen fasulyenin iki gen havuzu bulunmaktadır. Bunlar Orta Amerika (Mesoamerica) ve Güney Amerika (Andean) bölgeleridir (Gepts, 2008). Dünyada hayvansal kaynaklı proteinlerin bitkisel kökenli proteinlere göre daha pahalı olması sebebi ile ihtiyaç duyulan proteinin bitkisel kaynaklardan ve özellikle baklagillerden sağlandığı bilinmektedir. Dünya Sağlık Örgütü (WHO) verilerine göre; kiĢi baĢı günlük protein tüketiminin % 60‟ı bitkisel, % 40‟ı hayvansal kaynaklı olursa kaliteli ve dengeli bir beslenmeden bahsedilebilir. Türkiye‟de bu oranlar % 80 bitkisel ve % 20 hayvansal kaynaklı Ģeklindedir. Bitkisel proteinlerin % 66‟sını tahıllar, % 18,5‟ini baklagiller ve geri kalan % 15,5‟lik kısmını ise diğer bitkisel kaynaklar sağlamaktadır (Kahraman, 2008). Fasulyenin Dünyada ekim alanı 30 139 041 ha, üretimi 25 093 616 ton, verimi ise 8326 kg/da, ülkemizde ekim alanı 91 110 Ha, üretim 215 000 ton, verimi ise 235 kg/da‟dır (FAO, 2016). Ülkelere göre fasulye üretimine bakıldığında ilk sırada Hindistan 4 110 000.0 ton, Myanmar 3 737 320.0 ton, Brezilya 3 294 586.0 ton ve Çin 1 046 000.0 ton; ekim alanı yönünden ise Hindistan 10 000 000 Ha, Brezilya 3 185 745.0 Ha, Myanmar 2 633 520.0 Ha ve Çin 936 000.0 olduğu görülmektedir (FAO, 2016). Klasik ıslahla çözülemeyen tüm sorunların yaratmıĢ olduğu boĢluğu günümüzde modern ıslah teknolojileri biyoteknolojik yöntemlerle doldurmaktadır. Kullanılan bu yöntem sayesinde klasik ıslahta kaybedilen 12 zaman geri kazanılmakta ve istenilen özellikler bitkilere daha kolay aktarılabilmektedir. Bu çalıĢmada önemli bir besin kaynağı olan fasulye bitkisinin ıslahında son yıllarda öne çıkan biyoteknolojik çalıĢmalardan olan doku kültürü yöntemleri hakkındaki çalıĢmaların irdelenmesi amaçlanmıĢtır. 2.FASULYE (Phaseolus vulgaris L.) ISLAHINA YÖNELĠK DOKU KÜLTÜRÜ UYGULAMALARI Klasik ıslah; geniĢ anlamda bitkinin genetik yapısını, ekonomik faydaları göz önünde bulundurarak değiĢtirme ve geliĢtirme ile ilgili bir bilim dalıdır. Ġnsanların beslenmeleri için kendilerine yarayan bitkileri, yabani formlar arasından seçmeye baĢlamaları ile ortaya çıktığı kabul edilmektedir (Gökçora, 1947). Bitki doku kültürü ise; aseptik Ģartlarda, yapay bir besin ortamında, bütün bir bitki, hücre (meristematik hücreler, süspansiyon veya kallus hücreleri), doku (çeĢitli bitki kısımları: eksplant) veya organ (apikal meristem, kök vb.) gibi bitki kısımlarından yeni doku, bitki veya bitkisel ürünlerin (metabolitler gibi) üretilmesidir (Babaoğlu ve ark., 2002). Bitki doku kültürü uygulama alanları olarak üç ana baĢlık altında incelenmektedir. Uygulama alanı sırasıyla; (Babaoğlu ve ark., 2002) 1. Bitki doku kültürlerinin bitki ıslahındaki uygulama alanları, Türler arası melezlemelerden sonra embriyo kültürü Haploid bitki üretiminde anter (polen) ve yumurtalık (ovül) kültürü Somoklonal varyasyon Ġn vitro seleksiyon Ġn vitro döllenme Ġn vitro germplazm muhafazası Somatik hücre melezlemesi (protoplast füzyonu) Gen transferi 2. Bitki doku kültürünün ticari ve ıslah dıĢı uygulamaları; Hastalıksız bitki elde edilmesinde meristem kültürü Mikroçoğaltım Sentetik tohum üretimi (somatik embriyolar) Sekonder metabolit üretimi (kallus-hücre süspansiyonları) Kimeralar 3. Bitki doku kültürlerinin temel araĢtırmalardaki uygulamaları Doku kültürü 13 Protoplast izolasyonu ve füzyonu Hücre, doku ve bitki beslenmesi Sitogenetik çalıĢmalar Morfogenesis çalıĢmalar Biyolojik azot fiksasyonu Bitki ıslahı programlarında potansiyel kullanım alanına sahip, doku kültürü yöntemleri aĢağıdaki gibi sıralanabilir (Akgün ve ark., 1996). 2.1. Organogenesis Organogenesis; hücrelere ve dokulara baskı uygulanıp bazı değiĢikliklere sebep olunarak sürgün ve kök primordiyumu (taslağı) diye adlandırılan tek kutuplu ve vasküler sistemi kökeni aldığı dokuya bağlı olan bir yapının meydana gelmesine yol açan bir iĢlemdir. Organogenesis tekniğinde in vitro organogenesis üzerine yapılan araĢtırmaların büyük bir kısmında, etkin bir organ oluĢumunun yerine getirilebilmesi için gerekli unsurlar; uygun eksplant seçilmesi, büyümede aktif maddeler içeren uygun bir besin ortamının seçilmesi ve fiziksel çevre koĢullarının kontrolü sayılabilir (Babaoğlu ve ark., 2002). 2.2. Somatik Embriyogenesis Somatik embriyogenesis; bağımsız vasküler sistemi olan ve kök ile sürgün aksisini içeren iki kutuplu bir yapının oluĢmasına yol açan bir süreçtir. Gerek organogenesis gerekse somatik embriyogenesis birçok türde doğal olarak meydana gelebilmektedir. Somatik embriyogenesis hızlı çoğaltımda, sentetik tohum üretiminde ve gen aktarımında önemli bir potansiyele sahiptir (Babaoğlu ve ark., 2002). 2.3. Protoplast Kültürü Bir hücrenin duvarı uzaklaĢtırıldığında geriye kalan kısmına protoplast denir. Protoplastlar izotonik ortamlarda canlılığını sürdürüp, yeni duvar oluĢturup, mitozla bölünebilir, yeni hücre grupları (mikrokallus) ve daha sonra da yeni bitkiler oluĢturabilirler. Ġzole edilen protoplastlar yüksek bitkilerde elde edilebilen yegâne tekli hücre kaynağını oluĢtururlar. Protoplast çalıĢmalarının temel amacı bir adet hücreden bitki elde edebilmektir. Teorik olarak her bitki türünden ve bir türün her dokusundan protoplast elde etmek mümkündür. Fakat izole edilen her protoplasttan bitki elde etmek mümkün olmamakla birlikte bu konudaki bildirimler gün geçtikçe artmaktadır (Akgün ve ark., 1996; Kartal, 2013). 14 2.4. Haploid Bitki Üretimi Somatik hücrelerdeki kromozom sayısı, ait oldukları bitki türünün gamet hücrelerinde bulunan kromozom sayısı kadar olan bitkilere haploid bitki denilmektedir. Erkek gametten haploid uyartımı (androgenesis); anter kültürü, mikrospor kültürü ve androgenesis sonrasında albino bitki sorunu olarak üç baĢlık altında incelenmektedir. DiĢi gametten haploidi uyartımı (ginogenesis ve partenogenesis)‟ında, ovül ve ovaryum kültürleri, kromozom eliminasyonu, eksik veya yetersiz polenler ile tozlanma ve ginogenesisi etkileyen faktörler olmak üzere dört baĢlıkta incelenmektedir (Babaoğlu ve ark., 2002). 2.5. Hastalıksız Bitki Üretimi İn vitro yetiĢtirilen bitkiler fungal, bakteriyel ve viral hastalıklar ile bulaĢık olabilir, zararlı böcek ve nematodlardan zarar görebilirler. Söz konusu bu mikroorganizmalar (virüs, bakteri ve mantarlar) vegetatif çoğaltım yoluyla taĢınmaktadır. Bu nedenle vegetatif çoğaltmada temiz materyallerin elde edilmesi amacıyla da bazı doku kültürü tekniklerinden yararlanılmaktadır (Babaoğlu ve ark., 2002). 2.6. Sekonder Metobolit Üretimi Bitkiler, temel besin gereksinimlerini gidermek için gereken karbonhidrat, protein ve yağların, yani primer metabolitlerin kaynağını oluĢturmaktadır. Besin ve enerji sağlamak gibi yaĢamsal değer taĢımamakla beraber, baĢta ilaç sanayi olmak üzere; kimya, besin, kozmetik ve zirai mücadele sektörlerinde ekonomik açıdan çok önemli ve yeri doldurulamaz bazı kimyasallara sekonder (ikincil) metabolitler adı verilmekte ve genel anlamda bitkisel ürünler bu baĢlık altında değerlendirilmektedir (Babaoğlu ve ark., 2002). 2.7. Mikroçoğaltım Mikroçoğaltım; bir bitkiden alınan ve tam bir bitkiyi oluĢturabilme potansiyeline sahip bitki kısımlarından (embriyo, tohum, gövde, sürgün, kök, kallus, tek hücre yada polen tanesi vb.) yapay besin ortamlarında ve aseptik koĢullar altında yeni bitkilerin elde edilmesi olarak tanımlanabilir. Eğer bitkilerin uygun besin maddeleri ihtiyacı, hormon ve kültür istekleri yeterince biliniyorsa, mikroçoğaltım tekniği kullanılarak tüm bitki türlerinin üretilmesi mümkündür (Babaoğlu ve ark., 2002). 15 2.8. Germplazm Muhafazası Yeni bir organizmanın elde edilebileceği herhangi bir genetik materyal olup tohum, sürgün kültürleri veya rejenerasyon yeteneğine sahip hücre kültürlerine germplazm denilmektedir. Bu yüzden uzun yıllar tohumların canlılığını ve genetik yapılarını bozmadan muhafaza edilmeleri (germplazm muhafazası) her zaman önemli olmuĢtur. Muhafaza Ģekilleri, muhafaza etme ve kullanım amacına uygun olarak; muhafaza yerine, bitki çeĢidine, materyalin yapısına ve genetik kompozisyonuna (saf hat, karıĢık hat, populasyon vs.) göre çeĢitlilik gösterir. (Babaoğlu ve ark., 2002). 2.9. Embriyo Kültürü Embriyo kültür tekniği ilk defa 1904 yılında Hanning tarafından yapılan çalıĢmada kullanılmıĢ ve Raphanus ve Cochlearia‟nın tohumundan izole edilen olgun embriyolar mineral tuz ve Ģeker içeren besi ortamda kültüre almıĢ ve bunlardan bitkicikler elde edilmiĢtir. Embriyo kültürü tekniğinde; belirli bir fizyolojik olgunluğa sahip embriyonun bulunduğu tohum veya kapsüller sterilize edildikten sonra, embriyolar steril koĢullarda kendilerini çevreleyen dokulardan izole edilir. Ġzole edilen embriyolar, uygun besi ortamında ve uygun fiziksel koĢullarda kültüre alınırlar. Burada embriyolar çimlenerek yeni bitkicikleri oluĢturmaktadır (Uysal ve ark., 2007). 2.10. Somaklonal Varyasyon Somaklonal varyasyon bitki doku kültüründe genetik kararsızlık sonucunda ortaya çıkan kalıtımsal değiĢikliklerdir. Bu durum, özellikle doğal varyasyonun çok az ya da varyasyon meydana getirmenin zor olduğu durumlarda (ör. aseksüel olarak üreyen bitkilerde) melezleme yapmaksızın kromozom komplementlerinin değiĢtirilerek verim ve kalite karakterlerinin iyileĢtirilmesinde büyük önem taĢımaktadır (Kartal, 2013). 3.FASULYE BĠTKĠSĠ ÜZERĠNE YAPILMIġ DOKU KÜLTÜRÜ ÇALIġMALARI Top (1999) çalıĢmasında Phaseolus vulgaris L. (Fasulye)‟te protein ve fotosentetik pigment içeriği üzerine salisilik asitin etkilerini incelemiĢtir. Sera ve tarla koĢullarında yetiĢtirilen fasulye bitkilerine uygulanan farklı konsantrasyondaki (50,100 ve 200 ppm) salisilik asitin (SA) yaprak proteinleri, total azot ile klorofil ve karotenoid pigment içeriği üzerine etkisini araĢtırmıĢtır. Elde ettiği sonuçlarda ise; 100 ppm SA uygulamasında, 16 sera bitkilerinin trifoliat yapraklarında, tarla bitkilerinin ise primer ve trifoliat yapraklarındaki protein miktarının artığını gözlemlemiĢtir. Diğer yandan, sera ve tarlada yetiĢtirilen bitkilere uygulanan 100 ppm SA tüm bitkide total azot miktarının artıĢına, 200 ppm SA ise azalmaya neden olduğunu bildirmiĢtir (Çiftçi ve ark., 2012). Dumlupınar (2000) yapmıĢ olduğu Fasulye (Phaseolus vulgaris L. cv. Terzi Baba) bitkisinin soğuğa direnci üzerine bazı bitki büyüme düzenleyicilerinin (AA, BA, GA ve IBA) ve elementlerin (Ca ve K) etkisini araĢtırmıĢtır. Soğuk uygulaması bir büyütme kabininde gerçekleĢtirilmiĢ ve fidelerin kuru ağırlık protein ve prolin miktarlarını tayin etmiĢtir. AraĢtırma sonucunda; yüksek konsantrasyon da (10-3 M) uygulanan GA ve IBA‟nın fasulye fidelerinde soğuğa direnç sağladığını, fakat BA ( 10-3 M)‟nın direnci olumsuz yönde etkilediğini tespit etmiĢtir. Ayrıca Ca ve K elementlerinin de 0.025 M konsantrasyonda soğuğa dirence katkı sağladığını belirtmiĢtir (Çiftçi ve ark., 2012). Sağlam ve ark. (2007)’nın yapmıĢ olduğu fasulye (Phaseolus vulgaris L.) bitkisinde olgunlaĢmıĢ embriyolardan adventif sürgün rejenerasyonu çalıĢmasında; bitki materyali olarak kullanılan KaracaĢehir 90 ve Akman 98 fasulye çeĢitleri EskiĢehir Anadolu Tarımsal AraĢtırma Enstitüsü‟nden temin edilmiĢtir. Kullandıkları ortamlardan en iyi sonucu; 0.10 mg/l, 0.15 mg/l, 0.20 mg/l TDZ‟li MS rejenerasyonu ortamlarından elde etmiĢlerdir. Bitki bünyesinden salgılanan fenolik bileĢiklerin etkisiyle kararma gözlemlemiĢler ve kararmayı önlemek amacıyla ortamlara 0.2 mg/l askorbik asit eklemiĢlerdir. Elde edilen sürgünler 5-10 cm uzunluğa geldiklerinde kesilerek steril magenta kutuları içindeki 2 mg/l IBA köklendirmiĢlerdir (Çiftçi ve ark., 2012). Sağlam ve ark. (2009)’nın in vitro koĢullarda fasulyenin apikal meristem, petiol, kotiledon boğum ve hipokotil eksplantlarından adventif sürgün rejenerasyonu çalıĢmasında; Aras, EskiĢehir-855 ve ġehirali-90 fasulye çeĢitlerini in vitro koĢullarda 9-10 günlük bitkiciklerden aldıkları apikal meristem, petiol, kotiledon boğum ve hipokotil eksplantları kinetin ve 2,4-D‟nın farklı dozlarını içeren MS rejenerasyon ortamlarında kültüre almıĢlardır. Sekiz hafta sonunda her üç çeĢidin bütün eksplantlarında değiĢik oranlarda kallus oluĢumu gözlemlemiĢlerdir. Elde edilen bitkicikler 2mg/l IBA köklendirme ortamında köklendirilerek, iklim odasında dıĢ Ģartlara alıĢtırmıĢlardır (Çiftçi ve ark., 2012). 17 4. SONUÇ VE ÖNERĠLER Fasulye ıslahında embriyo kurtarma tekniği, haploidi tekniği, somaklonal varyasyon, in vitro seleksiyon, in vitro germplazm muhafaza, somatik hücre melezlemesi ve gen transferine yönelik doku kültürü teknikleri çalıĢılmıĢtır. Bu çalıĢmalar henüz yeterli düzeyde olmayıp üzerinde daha fazla çalıĢılması gerekmektedir. Tarımsal alanların geniĢletilmesinin zor, hatta imkânsız olduğu günümüzde, birim alandan daha fazla ürün elde etmek, maliyeti düĢürmek ve kaliteyi yükseltmek, insan beslenmesi yönünden büyük önem taĢımaktadır. Biyoteknolojiden fasulye ıslahında faydalanılması yanında, insan ve hayvan sağlığı, çevre koruma, madencilik, alternatif enerji kaynakları yaratma, kimya ve gıda sanayisinde olmak üzere birçok alanda yararlanılmaktadır (Akgün ve ark., 1996). Fasulye ıslahında uygulanan biyoteknolojik çalıĢmalardan birisi olan doku kültürü yöntemi bu konuda önemli bir yere sahiptir. Klasik bitki ıslahı yöntemlerini içeren seleksiyon, melezleme, poliploidi, suni mutasyonlar ve erkek kısırlığını kapsayan konularda bir hayli yol alınmıĢ olmasına karĢın sitoplazma ile taĢınan plazmotipler arasında transferler mümkün olmamıĢtır. Bitki ıslahında kaydedilen ilerlemelerin son halkalarından birisi olan doku kültürü uygulamaları ile bu tip çalıĢmalar yapılabilmiĢtir. KAYNAKLAR Akçin, A. 1974. Erzurum Şartlarında Yetiştirilen Kuru Tane Fasulye Çeşitlerinde, Ekim Zamanı ve Sıra Aralığının Tane Verimine Etkisi İle Bu Çeşitlerin Bazı Fenolojik Morfolojik ve Teknolojik Karakterleri Üzerinde Bir Araştırma. Atatürk Üniversitesi, Zir. Fak. Y. No:157, Erzurum. Akgün, Ġ.; Tosun, M.; Sağsöz, S. 1996. Biyoteknoloji ve bitki ıslahındaki kullanım alanları. Atatürk Üniv. Zir. Fak. Derg., 27 (2): 312-323. Babaoğlu, M.; Yorgancılar, M;, Akbudak, M., A. 2001. Doku kültürü: Temel laboratuvar teknikleri, Bitki Biyoteknolojisi, Doku Kültürü ve Uygulamaları. Editörler: Babaoğlu, M., Gürel, E., Özcan, S. Konya Çiftçi, C.; Khawar, K.; Sağlam, S. 2012. Türkiye’de Tarla Bitkileri Biyoteknolojisi: Doktora tez çalışmaları, Yüksek lisans tez çalışmaları, Araştırma makaleleri ve Özetleri (1966-2011), Yemeklik tane baklagiller. Editörler: Çiftçi, C.; Khawar, K.; Sağlam, S. Kırşehir Faostat. 2016. FAO verileri. http://faostat3.fao.org/compare/E. EriĢim Tarihi: 01.02.2016 18 Gepts P. 2008. Tropical environments, biodiversity, and the origin of crops. Pp. 1–20 in P Moore and R Ming (eds.) Genomics of Tropical Crop Plants. Germany. Gökçora, H. 1947. Bitki Islahı. Ankara Üniversitesi, Ziraat Fakültesi Yayınları. No:870. Ankara Kahraman, A. 2008. Konya Bölgesinde Yetiştirilen Bodur Kuru Fasulye (Phaseolus vulgaris L.) Populasyonlarının Genetik Farklılıklarının ve Bazı Kalite Özelliklerinin Belirlenmesi. Yüksek Lisans Tezi, Selçuk Üniversitesi-Fen Bilimleri Enstitüsü. Konya. Kartal, N. 2013. Bitkisel Kökenli Biyoteknolojik Ürünler. Farmasötik Biyoteknoloji Anabilim Dalı, Bitirme Tezi. Erciyes Üniversitesi-Eczacılık Fakültesi. KAYSERİ. Özdemir, S. 2002. Yemeklik Baklagiller. Hasat Yayıncılık, İstanbul. Uysal, H.; Seyis, F.; Kurt, O. 2007. Tarla Bitkilerinde Melezleme Bariyerlerinin Aşılmasında Alternatif Bir Yöntem: Embriyo Kültürü. OMÜ Zir. Fak. Dergisi 22(1): 98-104. 19 20 DOMATESTE in vitro REJENERASYON ÇALIġMALARI Pınar AKKELLE Akdeniz Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bahçe Bitkileri Bölümü ÖZET Domates, sağlıklı beslenme yönünden vazgeçilmezimizdir. Dünya‟ da ve Türkiye‟ de taze ve iĢlenerek tüketimi en fazla olan sebzeler arasında yer almaktadır. YetiĢtiriciliği yapılan bölgelerde çiftçilerimizin önemli gelir kaynaklarından birini oluĢturmaktadır. Ucuz ve bol vitamin kaynağı olan domates lezzetli ve besleyici özelliğinden dolayı dünyanın birçok ülkesinde en çok yetiĢtirilen sebzelerdendir. Günümüzde yaklaĢık 7 milyar olan dünya nüfusunun ilerleyen yıllarda hızla artması beklenmektedir. Bu kadar yüksek nüfusu besleyebilmek için de, Ģu anda yapılan tarımsal üretimin çok daha fazlası yapılmalıdır. Tarımsal üretimin arttırılması ise iki farklı yöntemin birlikte kullanılması ile gerçekleĢtirilebilir. Bu yöntemlerden birisi tarımsal üretim yapılabilecek yeni araziler oluĢturma, diğeri ise farklı üretim metotları geliĢtirerek tarımsal üretimin arttırılmasıdır. Uygulanabilecek farklı üretim metotlarından birisi de asıl konumuz olan doku kültürü teknikleridir. Bitki doku kültürlerinin temel amacı yeni çeĢit geliĢtirme veya var olan çeĢitlerde genetik varyabilite sağlamaktır. Bunların yanında doku kültürlerinde çevre koĢullarından etkilenilmediği için bitki çoğaltımı daha kısa süreli ve kolaydır. Dolayısıyla da domateste, doku kültürü teknikleri kullanılarak yapılan üretim büyük önem taĢımaktadır. Bununla ilgili de domateste yapılan birçok in vitro rejenerasyon çalıĢmaları bulunmaktadır. Anahtar Kelimeler: domatesin çoğaltımı, in vitro, doku kültürü 1.GĠRĠġ Domates içerdiği A, B ve C grubu vitaminleri ile lifler ve likopen açısından oldukça zengindir. Bu sebeple kandaki serbest radikalleri temizlemekte ve böylece kalp ve damar hastalıklarını engellemektedir. Bunun yanı sıra antikanserojen etkiye sahiptir. 21 Solanaceae familyasına ait olan domates, sebze olarak tüketimi yüksek olan önemli kültür bitkilerinden biridir. Bilindiği gibi bitkilerin in vitro çoğaltımında ve ıslahında farklı bitki doku kültürü tekniklerinden yararlanılmaktadır. Doku kültürü teknikleri, domates bitkisinin geliĢtirilmesinde üstün bitki materyallerinin kısa sürede elde edilmesini sağlar. Dolayısıyla in vitro teknikler uygun çeĢitlerin geliĢtirilmesi için modern ıslah programları açısından önemli araçlardır. 2.IN VITRO TEKNĠKLERĠN KULLANIM ALANLARI Bitki doku kültürleri alanında 1970‟lerden sonra olan geliĢmeler, bu teknikten ıslahta yararlanma Ģansını doğurmuĢtur. Bitki doku kültürlerinin ıslahta doğrudan veya dolaylı olarak kullanılması çeĢitli Ģekilde olmaktadır. 2.1.Üretim Genelikle kök, kotiledon, hipokotil, gövde, yaprak, sürgün, meristem, tomurcuk, boğum ve boğum arası parçalar ve embriyolar besin ortamında kültüre alınarak kısa sürede bitkicik elde edilmektedir. Mikro besin elementleri, vitaminler, hormonlar, karbon kaynakları, nitrojen kaynakları, aminoasitler kullanılan besin ortamının önemli bileĢimlerini oluĢturmaktadır. Üretimdeki baĢarı kullanılan eksplantın yaĢı, fotoperiyot, sıcaklık, ıĢık yoğunluğu ile besin ortamının bileĢimine bağlıdır. Bu nedenle araĢtırıcılar çoğaltım için sebze türü ve kullanılan eksplanta göre farklı besin ortamı geliĢtirmiĢlerdir. Sebze türlerinin bu teknikle üretilmesinde baĢarılı sonuçlar elde edilmiĢtir. 3.SONUÇ Kültüre alınan domateslerin in vitro rejenerasyon çalıĢmalarının yapılmasında bu bitkinin ticari açıdan çok önemli olmasının yanı sıra genetik çalıĢmalar aracılığıyla daha ileriki çalıĢmalara yön göstermesi gelmektedir. Bununla birlikte, domates bitkilerinde doku kültürü teknikleri kullanılarak yapılan sürgün rejenerasyonu çalıĢmaları hala önemini korumaktadır. Bu durumun ön plana çıkmasında farklı genotiplerin sahip oldukları çok çeĢitli morfogenik potansiyelleri oldukça önemli rol oynamaktadır. Bazı bitki türlerinde veya bir türün belli genotiplerinde, in vitro sürgün ve bitki oluĢumunu baĢarmak zor olabilmektedir. Bugüne kadar doku kültürü çalıĢmaları ile domateste organogenezis ve sürgün rejenerasyonu üzerine çok sayıda araĢtırma yapılmıĢtır. Rejenerasyonu, kullanılan genotip ve eksplant tipi, bitki büyüme düzenleyicilerin farklı kombinasyon ve konsantrasyonları, besin ortamının pH‟sı ve inkübasyon koĢulları, temel ortam kompozisyonunun yanı sıra, jelleĢtirici ajan, ıĢık 22 yoğunluğu ve kalitesi, fotoperiyot, sıcaklık ve kullanılan kültür kabı gibi bir çok faktörün etkilediği çok sayıdaki araĢtırma ile belirlenmiĢtir. KAYNAKLAR http://batem.gov.tr/yayinlar/bilimsel_makaleler/sebzecilik/filiz_boyaci/sebze _islahinda_invitro.pdf http://www.bilgiustam.com/tarimda-altenatif-retim-bitki-doku-kltr/ Süleyman Demirel Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü Dergisi, 18(3), 105113, 2014 Emel YILMAZ, Betül BÜRÜN, İn Vitro KoĢullarda Domates (Lycopersicon esculentum Mill.) Bitkisinde Hipokotil ve Kotiledon Eksplantlarından Kallus ve Sürgün OluĢumu Plant Cell, Tissue and Organ Culture 78: 1–21, 2004. 2004 Kluwer Academic Publishers. Printed in the Netherlands. Poonam Bhatia1, Nanjappa Ashwath1, Tissa Senaratna & David Midmore1, Tissue culture studies of tomato (Lycopersicon esculentum) 23 24 MĠNYATÜR SEBZELER Bilge ALTINER Akdeniz Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bahçe Bitkileri Bölümü ÖZET Alternatif ürünler içinde yer alan mini sebze yetiĢtiriciliği, artan üretici ve tüketici talepleri ile birlikte market rafları ve manavlarda yerini almaktadır Minyatür sebzelere tüketicilerin talep göstermesinin ana sebepleri arasında; tüketicinin satın almak istediği sebze ile aynı görünümde ancak henüz olgunlaĢmamıĢ, küçük ve taze ürünlermiĢ gibi görünmeleri olmuĢtur. Minyatür sebzelere olan talep hızlı bir Ģekilde yayılıĢ göstermiĢ ve pek çok minyatür ürün özellikle özel ürün satan marketlerde, salata menülerinde ve süper market raflarında yerini almıĢtır. Minyatür sebzeler, normal sebze türleri ile hemen hemen aynı özelliklere sahip olmakla birlikte normal boyuttaki sebzelere kıyasla oldukça küçüktürler. Minyatür veya mini sebzeler tüketim zincirinde özel ürünler içerisinde yeni bir sınıf olarak kabul edilmektedir. Sebzelerin salatalarda veya yemeklerde kullanıma hazırlanmasında kolaylık sağlaması, birçok ürünün doğranmadan bütünlüğünün korunarak servis edilmesi ve sunum güzelliği yaratması yönünden tüketiciler için farklı bir seçenek oluĢturmaktadır. Anahtar Kelimeler: Minyatür, Sebze, Alternatif Ürün, Taze 1.GĠRĠġ Minyatür sebzelerin kullanımı, 1990‟lı yıllarda Amerika BirleĢik Devletleri‟nde özel ürün satan marketlerden alıĢ-veriĢ yapan tüketicilerin talepleri doğrultusunda ortaya çıktığını ve bu eğilimin benzer marketlerde çok hızlı bir artıĢ gösterdiğini görmekteyiz. Ülkemizde, ilk minyatür sebze yetiĢtiriciliği denemelerine 1996 yılında baĢlanmıĢtır. Minyatür sebze üretimi, özellikle son yıllarda insanların farklı tüketim istekleri ve değiĢen tüketim alıĢkanlıkları nedeniyle üreticiler ve tüketiciler için cazip bir sektör haline gelmiĢtir. 25 2.MĠNYATÜR SEBZELERĠN KULLANIMI Minyatür sebzelere tüketicilerin talep göstermesinin ana sebepleri arasında; tüketicinin satın almak istediği sebze ile aynı görünümde ancak henüz olgunlaĢmamıĢ, küçük ve taze ürünlermiĢ gibi görünmeleri olmuĢtur. Minyatür sebzelerin normal ürünlere göre daha kısa süre dalında kaldığı ve bu sayede zirai ilaç kullanımı yok denecek kadar az olması ile birlikte; daha taze ve minyatür boyutta oldukları için albenileri daha yüksek olan bu sebzelerin aynı zamanda daha sağlıklı oldukları da belirtilmektedir. Bu nedenle tercih sebebidir. Ülkemizde özellikle turizmin yaygın olduğu bölgelerde minyatür sebzelere olan ilgi daha fazladır. Bu ürünler özellikle Ġstanbul, Ankara, Ġzmir, Antalya ve tatil yörelerindeki büyük süpermarketler ile bazı restoranlarda tüketiliyor. Taze olmasından dolayı minyatür sebzeler çok beğeniliyor. 3.SONUÇ Normal boyuttaki sebzeler ile minyatür sebze yetiĢtiriciliğinde uygulanan kültürel iĢlemler aynı olmasına rağmen, elde edilen toplam verimin düĢük olması ve ürün yönetiminin zorluğu nedeniyle minyatür sebze maliyetleri yüksek. Dolayısıyla da normal sebzelerden daha yüksek fiyatlara satılıyor. Genelde tüm üretim yapılan yerlerde, minyatür sebzelerin boyut ve kalite özellikleriyle ilgili pazarlama açısından çok önemli standartlar bulunmasa da, ürünün olabildiğince tek tip olması, temiz, zedelenmemiĢ ve düzgün olması gerekiyor. Bu konu üzerine fazla araĢtırma yapılmamasına rağmen günümüzün artan tüketici talepleri ile birlikte minyatür sebze üretimi ülkemiz açısından da gelecek vaat eden bir tarım trendi olarak karĢımıza çıkmaktadır. KAYNAKLAR http://www.dunyagida.com.tr/haber.php?nid=1816 http://www.bizimantalya.com/haber-62379Minyatur_sebzelere_ilgi_buyuyor#.VvxFodKLSt8 Tarla Sera Dergisi (Aralık 2015) 26 KENTLEġMENĠN TARIM TOPRAKLARI ÜZERĠNDEKĠ ETKĠLERĠ: BEYPAZARI ĠLÇESĠ ÖRNEĞĠ Betül Esra KESER, Ġclal ZIYPAK Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Peyzaj Mimarlığı Bölümü ÖZET Bugün büyümekte olan kentlerde kent içi ve kent çeperinde bulunan tarımsal peyzajlar hızlı bir Ģekilde kentsel peyzaja dönüĢme sorunuyla karĢı karĢıyadır. Ortaya çıkan bu sorunun temel nedenlerinden biri kırsal alanların ve tarımsal peyzajların, kentsel alanlara göre daha hassas özellikler taĢımasıdır. Bu hassasiyet kensel alanlara verilen önemin artması ve kırsal alanın geri plana atılması sonucu peyzajların karakterini değiĢtirmektedir. Peyzajı değiĢtiren önemli itici güçleri ekolojik, ekonomik, politik, sosyo-kültürel süreçler olarak ele alabiliriz. Tarımsal peyzajların dönüĢümünde ekonomik ve politik güçlerin etkisi diğer faktörlere göre daha ağır basmaktadır. Bu bağlamda tarımsal peyzaj, kent ve kır arasındaki geçiĢi sağlayan kentin ekolojik fonksiyonuna ve ekonomisine katkıda bulunan peyzaj birimleri olmaktan çıkıp kentsel alanlara dönüĢmektedir. Bu araĢtırmada Ankara ilinin Beypazarı ilçesinde kentsel geliĢim yönü ve bu geliĢimin tarımsal peyzaj üzerindeki yoğun baskısı, tarım alanlarının farklı kullanımlara dönüĢümü kapsamında irdelenmiĢtir. Anahtar Kelimeler: Beypazarı, Kentsel Gelişim, Tarımsal Peyzaj 1. GĠRĠġ Tarım, insanın geliĢtirdiği yaĢamsal aktiviteler içerisinde hiç Ģüphesiz en fazla yere ve öneme sahip faaliyetlerden birisidir. Tarihsel süreç incelendiğinde tarımsal alanlarda , doğa ve insan arasında bir dengenin varlığı söz konusudur. Ancak bu denge özellikle Sanayi Devrimi‟nden sonra ortaya çıkan teknolojik değiĢim, nüfus yoğunluğundaki artıĢ ve kentlerdeki hızlı geliĢmeler sonucu bozulmuĢtur. Dengenin bozulmasıyla doğal kaynakların hızla yok olması süreci baĢlamıĢtır. Toprak en fazla yok edilen doğal kaynaklardan birisidir. Yenilenebilir olmamasına ve insanın temel gereksinimlerini karĢılayan tarımsal üretimin kaynağı olmasına rağmen yok 27 edilen toprak, sahip olduğu doğal değerin dıĢında yapay değerleri olan uygarlıklarıda barındırmaktadır. “İnsan açısından toprağın önemi, toprağın ekonomik ve toplumsal işlevinden kaynaklanmaktadır. Toprak, bir üretim faktörü olarak tarım ve sanayi için yadsınamaz bir değere sahiptir. Bunun yanı sıra, toprağın mekansal yerleşime olanak vermesi, yerleşim sorunlarının temel nesnesini de toprak yapmıştır” [KeleĢ ve Hamamcı, 2005]. ÇeĢitli süreçler sonucu ortaya çıkan her kentsel iĢlev için belirli bir kentsel toprağa gereksinim vardır. Kentlere gelen nüfus, barınma, dinlenme, çalıĢma ve ulaĢım gibi kentsel faaliyetleri karĢılayabilmek için kentsel alanın fiziksel kapasitesini zorlamakta, kentlerse bu süreci yapı yoğunluğunu artırarak karĢılamaya çalıĢmaktadır. Ancak zamanla dikey büyümesini tamamlayan taĢıma kapasitesini aĢan kentler yatay olarak büyüme ve geliĢme eğilimi göstermektedir. Kentsel saçaklanma olarak adlandırılan bu geliĢme sürecinde kır karakterli alanların kentsel alan içerisine alınması ile çeperde bir takım yapısal değiĢimler ve geliĢmeler görülmektedir. KentleĢen alandaki önemli sorunlardan biri ise, kentsel geliĢim için kullanılmak istenen alanın oldukça büyük bir kısmının verimli tarım toprağı olmasıdır. Tarımsal alanların kısa vadedeki ekonomik katkısının geliĢen diğer sektörlere göre düĢük kalması tarım toprağı kaybını hızlandırmıĢtır. Tarımsal alanların farklı kullanımlara dönüĢümü tarım topraklarının kaybının yanısıra, kentsel yeĢil ağın bir parçası olan tarımsal peyzajların da yok olması sonucunu doğurmaktadır. 2. MATERYAL VE YÖNTEM AraĢtırmanın ana materyalini, Beypazarı ilçesindeki kentleĢme baskısı altındaki ilçe tarım toprakları ve değiĢen alan kullanımları oluĢturmaktadır. Konu ile ilgili kaynaklar, ilgili belge, harita ve planlar, konu ile ilgili kurum ve kuruluĢlardan elde edilen veriler, arazide yapılan gözlemler, çekilen fotoğraflar yardımcı materyal olarak değerlendirilmiĢtir. AraĢtırma yöntemi; konu ile ilgili literatür taraması,arazi gözlemleri, DPSIR analizi ile elde edilen verilerin değerlendirilmesine yönelik analiz ve sentez çalıĢmalarını içeren aĢamalardan oluĢmaktadır. 3. BULGULAR 3.1. Beypazarı Ġlçesinin Genel Özellikleri Beypazarı ilçesi Ankara‟nın 100 km kuzeybatısında, eski AnkaraĠstanbul yolu üzerinde bulunmaktadır. Ġlçe alanının büyük bir kısmı Ġç 28 Anadolu bölgesinin Yukarı Sakarya bölümünde, bir kısmı ise Karadeniz bölgesinin Batı Karadeniz bölümünde yer almaktadır. Konumundan dolayı her iki bölgeninde iklim özelliklerini taĢımaktadır. GeçiĢ kuĢağında yer alması, yörenin özellikle arazi kullanımı açısından oldukça çeĢitli bir yapı göstermesine neden olmaktadır. Beypazarı‟nda en fazla yağıĢ Aralık ve Ocak ayında (56.1 mm ve 48.7 mm), en az yağıĢ Ağustos ve Eylül ayındadır (13.6 mayında4.1 mm). Beypazarı‟nda hâkim rüzgârlar batı ve güneybatıdan, en hızlı esen rüzgar ise güneydoğudan 32.4 mm/saniye Ģiddetiyle esmektedir. Ortalama maksimum sıcaklık Temmuz ayında 31.20 C ve ortalama minimum sıcaklık Ocak ayında 180 C olarak ölçülmüĢtür. Yıllık ortalama nispi nem % 61.2‟dir. Ortalama nispi nemin en yüksek olduğu aylar, Aralık ve Ocak ayları olup ortalama nispi nemin en düĢük olduğu aylar, Temmuz ve Ağustostur (Anonim, 1999). Beypazarı ilçesinin güneyinde yapısal özellikli KırbaĢı Platosu yer alır. Ġlçe idari allananın orta kesimleri de güney kesimde olduğu gibi düzlüklerle kaplı olup ortalama yükseltisi 800 m civarındadır. Ancak ilçenin kuzeyi oldukça engebeli bir yapıya sahiptir. Bu kesimde Köroğlu Dağlarının güneyinde uzanan yer yer yükseltileri 1800 m‟yi aĢan tepelere sahip, Beypazarı ilçe alanı bütünüyle Sakarya Irmağı havzası içinde yer almaktadır. Alanı içindeki Kirmir Çayı, Süvari Çayı, Aladağ Çayı, Ġnözü Deresi Sakarya Irmağını besleyen baĢlıca akarsulardır. Alanda yer alan büyük toprak grupları, alüviyal topraklar, kahverengi topraklar, kahverengi orman toprakları ve kalkersiz kahverengi orman topraklarından oluĢmaktadır. Beypazarı‟nda I., II., III., IV., VI. ve VII. sınıf araziler mevcut olmasına rağmen tarımsal potansiyeli yüksek veya yükseğe yakın araziler kısıtlıdır (Anonim, 1992). Ġklimde görülen iki coğrafi bölge arasındaki geçiĢ özeliği vejetasyona da yansımıĢtır. AraĢtırma alanında hem Ġç Anadolu hem de Batı Karadeniz Bölgeleri‟nin bitki örtüsüne rastlanmaktadır. ÇalıĢma alanında orman vejetasyonu, seyrek orman ve çalı vejetasyonu ile step vejetasyonu olmak üzere üç tip vejetasyon Ģekli görülmektedir (Güner, 2000). Beypazarı‟nın coğrafi yapısı ve ekolojik koĢulları, burada Avrupa‟da rastlanan dört akbaba türünün birlikte görülmesine yol açmıĢtır. Ġnözü Vadisi, karaleylek ve bıyıklı doğan sayesinde Önemli KuĢ Alanı statüsüne sahiptir. Aynı zamanda Ġnözü Vadisi yapılan sınıflamaya göre B2 (Avrupa ölçeğinde korunmada öncelikli türler-SPEC) kriterine sahiptir. Vadide 29 üreyen diğer önemli kuĢlar arasında angıt kuĢu, küçük akbaba ve kuzgun yer almaktadır (Magnin ve Yarar, 1997). Beypazarı ilçesinde doğal çevre koĢulları, ekonomik faaliyetler üzerinde önemli bir etkiye sahiptir. Ġlçede hâkim ekonomik faaliyet tarımdır. Dağlık kesimlere doğru tarımsal faaliyetler, yerini hayvancılık ve ormancılık faaliyetlerine bırakmaya baĢlar. Dağlık kesimlerde tarım, ancak aĢınım yüzeyi durumundaki düz kesimlerde ve ormandan açılan tarım alanlarında yapılabilmektedir. Bu kesimlerde yükseltinin artması neticesinde iklim koĢullarının elveriĢsizliği nedeniyle tarımsal ürün çeĢitliliği azalmakta, çoğunlukla hayvancılık temel uğraĢ halini almaktadır. Kirmir Çayı, Ġnözü Deresi, Süvari Çayı vadisinde sulu tarım yapılırken, dağlık kesimlerde ve aĢınım yüzeyi durumundaki düzlük alanlarda su kaynaklarının kısıtlı olması nedeniyle genellikle kuru tarım yapılmaktadır. 3.2.Beypazarı Kentsel GeliĢiminin Genel Değerlendirmesi Beypazarı ilçesinin imara açılmıĢ alanlarının hepsi bu aĢamada yerleĢilmiĢ alanlar değildir. Bununla birlikte imara açılmıĢ alanların yerleĢime açılmıĢ alanlar olması nedeniyle bu alanlar için değerlendirme yapılmıĢtır. Ġlçenin ilk kuruluĢundan günümüze kadarki geliĢiminde bazı doğal ve idari sınırlayıcı öğeler bulunmaktadır. Bu öğeler kent için hazırlanan planları da etkilemektedir. Beypazarı ilçesinin geliĢimini kontrol eden sınırlayıcı etmenlerin baĢında topografik yapısı yer almaktadır. Gerek ilçenin morfolojik yapısının çanak Ģeklinde olmasından gerekse ilçenin orta ve güney kesimlerinin düzlüklerle kuzeyinin ise engebeli yerĢekillerine sahip olması nedeniyle yerleĢim alanları güney yönüne doğru yayılmaktadır. Beypazarı ilçesi alansal geliĢimi yanında, nüfus ve diğer sosyal özellikler açısından da önemli değiĢikliklerin meydana geldiği dönemler yaĢamıĢtır. Bütün bunlardan hareketle Beypazarı ilçesinin çok geliĢmemiĢ, henüz tam ĢehirleĢmemiĢ, ekonomik olarak tarım sektörünün ön plana çıktığı bir yerleĢme olduğu ifade edilebilir. 30 ġekil 1. Beypazarı Ġlçesi Ġmar Planı 3.3. DPSIR Analizi: DPSIR analizi; elde edilen verilerin itici güçler, baskılar, durum, etkiler, tepkiler (Driving forces, Pressures, States, Impacts, Responses) anahtar kelimelerinin irdelenmesi ile yapılan toplum ve çevre arasındaki etkileĢimleri tanımlayan nedensel çerçevedir. DPSIR, çevre sorunlarının ve sosyo ekonomik etki alanı ile arasındaki iliĢkileri inceler. 31 ĠTĠCĠ GÜÇLER TEPKĠLER • • • • Ekolojik Ekonomik Politik Sosyo-kültürel Kentin plansız bir Ģekilde büyümesinin önüne geçilmesi. Tarım arazilerinin kentsel arazilere dönüĢümünü engellemek. YerleĢim alanlarının tarımsal nitelik taĢımayan yönde geliĢmesi sağlanmalı. ETKĠLER BASKILAR KentleĢme ve sanayinin tarım toprakrakarı üzerine baskısı Kentsel ve endüstriyel faaliyetlerden kaynaklanan kirlenmenin tarım ürünleri üzerine baskısı. DURUM Tarım arazilerinin imara açılıyor olması. Kırsal alanlar kırsal bir görünüm sergilese de fonksiyonel olarak kentleĢmektedir. ġekil 2. DPSIR analizi ile alanın kavramsal değerlendirilmesi. Tarımsal peyzaj alanlarının ketsel alanlara dönüĢmesi. Hava kirliliğinin, tarımsal ürünler üzerinde olumsuz etki oluĢturması. 3.4. KentleĢmenin Tarım Toprakları Üzerindeki Etkileri Kentsel geliĢim süreciyle kentsel alanlarda oluĢan rantın tarımsal getiriye göre daha yüksek ve riskin az olması nedeniyle tarımsal peyzajlar hızla kentsel alanlara dönüĢmektedir. Kırsal alandaki toprak varlığına arsa stoku gözüyle bakılmaktadır. “Yerleşim alanlarının ve sanayinin tarım alanında gelişmesi, tarım bakımından da önemli sorunlar ortaya çıkarmaktadır. Sanayileşme ve kentleşme, sadece üzerinde bulunduğu arazileri tarım dışına atmakla 32 kalmamakta ve aynı zamanda tarım arazisinin bütünlüğünü bozmakta, fiyatları aşırı yükseltmekte, tarımsal faaliyetleri sınırlamakta ve tarım ürünleri kentsel ve endüstriyel kirlenmeden olumsuz yönde etkilenmektedir” [Erbaş, 1989]. Kent ve geliĢmekte olan küçük yerleĢimler arasında durumunu koruyan kırsal alanlar kalabilmektedir. Ancak arazi ne kadar kırsal görünüm sergilese de, fonksiyonel olarak kentleĢmektedir. Kentsel geliĢimin tarım alanlarına doğrudan etkileri çeĢitlidir. Dikey geliĢimini tamamlayarak yatayda geniĢleyen kentler, tarım alanlarının parçalanmasına sebep olmaktadır. Trafik, hava kirliliği oluĢturarak ürünlerin zarar görmesine neden olmaktadır. KentleĢme, arazi fiyatlarının artmasına ve kentsel alanda vergilerin yükselmesine, dolayısıyla tarımsal üretimin yürütülebilmesinin zorlaĢmasına neden olmaktadır. 4. SONUÇ VE ÖNERĠLER Kentsel geliĢim sonucu büyük miktarda alan tüketiminin yanında kent ekolojisi açısından önemli olan su kaynakları, doğal peyzajlar, orman alanları ve tarım toprakları yapılaĢmaktadır. Dünyada olduğu gibi ülkemizde de toprak kaynaklar sınırlı olup, sanıldığı kadar fazla değildir. Oysa hazırlıksız yatay ve dikey yayılımlar, çevre üzerindeki baskılar en fazla toprak ve özellikle verimli tarım toprakları üzerinde olmaktadır. Artan nüfusun beslenme gereksinimlerinin karĢılanmasının yegane kaynağı olan toprak en iyi Ģekilde korunması bir zorunluluk haline gelmiĢtir. Eğer Ģimdiden geleceğe dönük akılcı çözüm yolları bulunamaz ve kentlerin plansız bir Ģekilde büyümesinin önüne geçilemezse, kentlerin doğurduğu çevre sorunları önlenemeyeceği gibi, kaybedilen verimli tarım toprakları giderek daha da artacak ve yöre tarımı giderilmesi olanaksız çok büyük kayba uğrayacaktır. Kaybolan tarım toprakları, Beypazarı ilçesi için önemli bir ekonomik sektör olan tarım sektörünü de olumsuz yönde etkilemektedir. Nüfus artıĢına bağlı olarak giderek artan besin talebini karĢılama adına tarım toprakları yetersiz kalmaktadır Kentlerin hızla nüfuslarının artması, arazi kullanılırken arazinin özelliklerine dikkat edilmemesi, çevresindeki verimli tarım arazilerinin yerleĢim alanı haline dönüĢtürülmesi tarımsal peyzaj faaliyetlerini de giderek daraltmaktadır. 33 Kentsel ve kırsal alanlar arasında sürdürülebilir, yaĢanılabilir ve sağlıklı bir bütününün oluĢturulabilmesi için; Sosyo-ekonomik, kültürel ve ekolojik araĢtırmalar yapılmalı, elde edilecek veriler çerçevesinde uzun vadeli fiziksel geliĢme stratejileri belirlenmelidir. Yerel yönetim, planlamacılar ve halkın ortak katılımıyla uygulamalar gerçekleĢtirilmelidir. Yerel yönetim, imar planlarının yapılmasında esas alınacak ilkelerin belirlenmesinde meslek odalarının katılımını da sağlamalıdır. Büyük ölçekli kamusal yatırımlar, verimli tarım arazilerinden uzakta gerçekleĢtirilmelidir. ÇeĢitli sektörler açısından alternatif alanlar belirlenmelidir. Tarım dıĢı alanlara alt yapı götürülerek bu alanlarda yapılaĢma özendirilmelidir. Tarım toraklarının kullanım planlamalarının doğa, çevre ve insan bütününde ele alınması gerekliliğinden hareketle, toprakların amaç dıĢı kullanımını engelleyici yasal düzenlemeler gerçekleĢtirilmelidir. 5. KAYNAKÇA Anonim, 1992. Ankara Ġli Arazi Varlığı Raporu. Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü Yayınları, Rapor No: 06, Ankara. Anonim, 1998. Ankara Ġlinin Çevre Jeolojisi ve Doğal Kaynakları, MTA, Ankara. Anonim, 1999. Meteorolojik Ġstatistikî Bilgiler-Uzun Yıllar Değerleri, Beypazarı Meteoroloji Ġstasyonu Müdürlüğü, Beypazarı. Güner, B., 2000. Doğandede Tepe ve Çevresi Florası (Beypazarı-Ankara). Gazi Üniversitesi F.B.E. Yüksek Lisan Tezi, Ankara. Magnin, G. ve Yarar, M., 1997. Türkiye‟nin Önemli KuĢ Alanları. Doğal Hayatı Koruma Derneği, Ġstanbul. ġener, Y., 1997. Tarihte ve Bugün Beypazarı, Ankara. Türker, H., 1990. AyaĢ, Güdül, Beypazarı ve Polatlı Arasında Kalan Bölgenin Florası. Gazi Üniversitesi F.B.E. Yüksek Lisans Tezi, Ankara. TURKAN, O.(2012), Beypazarı Ġlçesinde Arazi Varlığının Tespiti ve Arazi Kullanım Planlamasına Yönelik Öneriler, A.Ü.Sos. Bil. Enst. Coğ. Ana Bil. Dalı, Doktora Tezi, Ankara. 34 BASĠT BĠR ZĠRAĠ HESAPLAMA YAZILIMI GELĠġTĠRĠLMESĠ Muhammet Ali PEKĠN, Yücel ÇATALPINAR Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarla Bitkileri Bölümü ÖZET Günümüzde bilgisayarlar baĢta bilim dünyası olmak üzere hayatımızın hemen hemen her alanına girmiĢtir. Bilgisayar teknolojisinin temel amacı hesaplama iĢlemleri için kolaylık sağlamaktır. Ziraat mühendisliğinde de mühendisliğin doğası gereği pek çok hesaplama iĢlemi vardır. Bu çalıĢmada zirai bir hesaplama yazılımı geliĢtirilmiĢ ve tanıtılmıĢtır. Anahtar Kelimeler: Zirai yazılım, porozite, javascript, html 1.GĠRĠġ Elle veya klasik hesap makineleri ile yapılması mümkün olmayan pek çok iĢlem bilgisayarlar yardımıyla çok kısa sürede yapılabilmektedir. Ayrıca doğru geliĢtirilmiĢ yazılımlar elle yapılan iĢlemlerde yaĢanan pek çok hatalı hesaplamayı önler. Ziraat mühendisinin ihtiyaçlarına göre uygulama geliĢtirebilmesi kendisine pek çok ayrıcalık ve avantaj sağlayacaktır. Bitkisel ürün üretmede toprak ve su faktörleri verimi yüksek miktarda etkilemektedir. Bu faktörler bir takım matematiksel denklemlerle açıklanabilmektedir. Elle veya hesap makinesi ile bu iĢlemleri tek tek yapmak vakit alıcı bir iĢtir ve hata yapma olasılığı vardır. Bu çalıĢmada toprağın özgül ağırlığı(Gs ), hacim ağırlığı(γ t ), porozitesi(n), gözenek oranı(e) ve doyma derecesini (S) hesaplayan ve internet ortamında çalıĢabilen bir yazılım geliĢtirilmiĢtir. 2.GEREÇ-YÖNTEM Uygulama internet tarayıcısı üzerinde istemci tarafında çalıĢacak Ģekilde geliĢtirilmiĢtir. Bunun için javascript ve html programlama dilleri kullanılmıĢtır. 35 2.1. Javascript Javascript daha çok internet tarayıcılarında kullanılan dinamik bir programlama dilidir. Javascript‟le yazılan kodlar sayesinde tarayıcı ekranını etkileĢimli olarak kullanmak mümkündür. Aralık 1995 tarihinde piyasaya sürülmüĢtür(wikipedia(2016)). ÇalıĢmada hesaplama iĢlemleri bu dille yapılmıĢtır. 2.2. Html Html (Hypertext Markup Language) web sayfalarını oluĢturmamıza yarayan standart bir metin iĢleme dilidir ve en temel internet yazılımıdır. 1990 yılında geliĢtirilmiĢtir(wikipedia(2016)). ÇalıĢmada arayüz bu dille tasarlanıĢtır. 2.3. Formüller Birim hacimdeki toprağın katı tanelerinin ağırlığına toprağın özgül ağırlığı( ) denir. Topraktaki hava ve su miktarı hesaba katılmamaktadır. Ve Ģu formülle hesaplanır: :özgül ağırlık :katı kısmının kütlesi :katı kısmının hacmi Ġçerisindeki hava ve su henüz ayrılmamıĢ birim hacimdeki toprağın katı tanelerinin ağırlığına toprağın hacim ağırlığı( ) denir. Ve Ģu formülle hesaplanır: :hacim ağırlık :katı kısım kütlesi :toplam hacmi Toprağın boĢluk hacminin, toplam hacme oranının yüzde cinsinden ifadesine porozite( ) denir. Ve Ģu formülle hesaplanır: :porozite :boĢlukların hacmi :toplam hacmi 36 Toprağın boĢluk hacminin, katı hacme oranının yüzde cinsinden ifadesine gözenek oranı(e) denir. Ve Ģu formülle hesaplanır: :gözenek oranı :boĢlukların hacmi :katı kısım hacmi Toprak içerisinde bulunan su hacminin, boĢluk hacmine oranının yüzde cinsinden ifadesine doyma derecesi( ) denir. Ve Ģu formülle hesaplanır: :doyma derecesi :su hacmi : boĢluk hacmi(Güngör ve ark.(2012)). 3.UYGULAMA GeliĢtirilen javascript kodu ġekil.1‟de ve html kodu ġekil.2‟de gösterilmiĢtir. ġekil.1 Javascript kodu ġekil.2 Html kodu Yazılımın internet tarayıcısın da genel görünüĢü ġekil.3‟de gösterilmiĢtir. 37 ġekil.3 Tarayıcıda genel görünüĢ Yazılım kullanıcıdan dört tane değer istemektedir. Bunlar; toprağın kurutulmadan önceki kütlesi, hacmi ve kurutulduktan sonraki kütlesi ve hacmidir. Değerler girildikten sonra hesapla butonuna tıklanarak iĢlem gerçekleĢtirilir. Bu uygulama internet üzerinden çalıĢtırılabilineceği gibi kiĢisel bilgisayar, tablet ve internet tarayıcısına sahip telefonlara yüklenmesi sureti ile internet bağlantısına ihtiyaç duymadan da kullanılabilinir. 3.1. Örnek Hesaplama ĠĢlemi Tarladan alınan 100 cm3 hacmindeki toprak örneği tartılmıĢ ve yaĢ ağırlığı 160 g bulunmuĢtur. Toprak örneği kurutma fırınında 105 o C ta 24 saat bekletildikten sonra tekrar tartılmıĢ ve kuru ağırlığı 137 g bulunmuĢtur. Toprak tanelerinin hacmi 52 cm3 olarak ölçülmüĢtür. Bu verilere göre toprak örneğinin özgül ağırlığı, hacim ağırlığı, porozitesi, boĢluk oranı ve doyma derecesi hesaplanmak istenmektedir. Verilenler: • • • • Ġstenenler: • • • • • Toplam hacim; V = 100 cm3 Toplam ağırlık (yaĢ ağırlık); W = 160 g Toprak taneleri ağırlığı (kuru ağırlık); Ws = 137 g Toprak taneleri hacmi; Vs = 52 cm3 Özgül ağırlık (Gs) Hacim Ağırlığı (t ) Porozite (n) Gözenek oranı(e) Doyma derecesi (S) 38 ġekil.4‟de sonuçlar gösterilmiĢtir. ġekil.4 Örnek hesaplama iĢlemi sonucu 4.TARTIġMA VE SONUÇ Ziraat mühendisliğinde pek çok hesaplama iĢlemi vardır. Bunları bilgisayar yazılımları ile yapmak çok avantajlıdır. Yazılımlar bir defa kodlandıktan sonra her zaman kullanılabilinir. Elle yapılacak hesaplamalarda yaĢanması muhtemel pek çok yanlıĢ iĢlemin önüne bu Ģekilde kolaylıkla geçilebilinir. Ziraat mühendisinin ihtiyaçlarına göre uygulamalar geliĢtirebilmesi kendisine pek çok avantaj sağlayacaktır. KAYNAKLAR wikipedia (2016). Javascript. https://tr.wikipedia.org/wiki/JavaScript (EriĢim tarihi:12.03.2016) wikipedia (2016). tarihi:12.03.2016) HTML. https://tr.wikipedia.org/wiki/HTML (EriĢim Güngör Y, Erözel A.Z & Yıldırım O (2012). Sulama. Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Yayınları: 1592, Ankara 39 40 SÜRDÜRÜLEBĠLĠR TARIMSAL ÜRETĠM ĠÇĠN ORTAK MAKĠNE KULLANIMI Ahmet Tahsin ÖZTAġ Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarım Makineleri ve Teknolojileri Mühendisliği Bölümü ÖZET Tarımsal üretimde verimlilik ve karlılığın artırılmasında yapılması gerekenlerin baĢında makine kullanımı yer almaktadır. Makine kullanımı verimlilik ve karlılık yanında, tarım kesiminde iĢlerin kolaylaĢmasını, zamandan tasarruf edilmesini de sağlamaktadır. Ülkemiz tarımında makine kullanımında istenilen düzeye ulaĢılmama sorunu bulunmaktadır. Bunun nedenleri; çiftçilerin satın alma güçlerinin yetersiz olması, tarımsal iĢletme ve parsel büyüklüklerinin küçük olması ve buna uygun makine büyüklüklerinin olmaması ve makine kullanıcılarının yeterli teknik bilgiye sahip olmamasıdır. Ülkemizde tarımsal makineleĢme düzeyinin arttırılması ve olumsuz özelliklerin azaltılmasında önerilebilecek uygulama ortak makine kullanımıdır. Tarımda ortak makine kullanımı; sınırlı iĢletme büyüklüğü ve sermaye yetersizliği nedeniyle ihtiyaç duyduğu tarım alet ve makinelerini satın alamayan iĢletmelerin makine ihtiyacını karĢılamak ve makine sahibi olan iĢletmelerin sahip oldukları makinelerin atıl mekanizasyon kapasitelerini değerlendirmek amacıyla, tarım alet ve makinelerini diğer iĢletmelerin hizmetine sunmasını veya kullandırmasını içeren bir yöntemdir. Ortak makine kullanımı aynı zamanda tarım kesiminde üretimde enerji verimliliğinin artmasını da sağlayacak bir uygulamadır. Ortak makine kullanımı devlet aracılığıyla yapılabileceği gibi kooperatifler gibi sivil örgütleĢme Ģeklinde de gerçekleĢtirilebilmektedir. Bu çalıĢmada ortak makine kullanımın Türkiye ve Dünya uygulamaları, üreticiye ve ekonomiye olumlu etkileri incelenecektir. Anahtar Kelimeler: Tarımsal makineleşme, Ortak makine kullanımı, Makine kooperatifleri 41 1.GĠRĠġ Tarımsal üretimde makine kullanımı verimlilik ve karlılığın artmasını, iĢlerin kolaylaĢmasını, zamandan tasarruf edilmesini, teknolojik ve kontrol edilebilir üretim yapılmasına olanak sağlamasının yanında en önemli amacı az sayıda insan gücü ile modern üretim teknolojileri kullanarak, daha kaliteli ve daha ucuz ürün elde etmeyi amaçlamaktadır. Türkiye'de tarımsal girdilere bakıldığında payının %40 ile % 60 arasında olduğu bilinmektedir. tarım makinelerinin Türkiye‟de, tarım makinelerindeki geliĢmeye rağmen, mevcut makinelerin ekonomik kapasitede çalıĢtırılamadığı ve makine parklarının ekonomik süreler içerisinde yenilenemediği görülmektedir (Zeren vd., 1995). Türkiye Ģartlarında tarımsal iĢletmelerin sahip oldukları arazilerin sınırlı olması, yeni bir makine almak için yeterli sermayelerinin bulunmaması, makinenin kullanımı için yeterli teknik bilgiye ve eğitime, makinenin rutin bakım ve onarımını yapmak için yeterli atölye donanımına sahip olmamaları nedeniyle, iĢletmelerin tek baĢlarına pahalı ve karmaĢık yapılı bir tarım makinesini satın alması zor görülmektedir (Sabancı ve Özgüven, 1988). Ülkemizde tarımsal makineleĢme düzeyinin arttırılması ve olumsuz özelliklerin azaltılmasında önerilebilecek uygulama ortak makine kullanımıdır. 2. ORTAK MAKĠNE KULLANIMI Tarımda ortak makine kullanımı; sınırlı iĢletme büyüklüğü ve sermaye yetersizliği nedeniyle ihtiyaç duyduğu tarım alet ve makinelerini satın alamayan iĢletmelerin makine ihtiyacını karĢılamak ve makine sahibi olan iĢletmelerin sahip oldukları makinelerin atıl mekanizasyon kapasitelerini değerlendirmek amacıyla, tarım alet ve makinelerini diğer iĢletmelerin hizmetine sunmasını veya kullandırmasını içeren bir yöntemdir. Ortak makine kullanımı aynı zamanda tarım kesiminde üretimde enerji verimliliğinin artmasını da sağlayacak bir uygulamadır. Ortak makine kullanımından beklenen sonuçların alınması için makine kullanımına iliĢkin bazı özeliklere dikkat edilmesi gerekmektedir. 42 Makinenin ekonomik kullanım sınırı, ile maliyetinin en asgari seviyede tutulması anlaĢılmaktadır. ekonomik olabilmesi; makinenin ilk yatırım maliyetine, yaptığı iĢ miktarına, iĢ ile arasındaki uyuma, ayarlarının olması gibi faktörlere bağlıdır. yapılacak iĢin Bir makinenin birim zamanda doğru yapılmıĢ Makine kullanım derecesi, yılda yapılan iĢ ünitesi miktarı (h,ha,t) anlaĢılmaktadır. Makinenin kullanma derecesi ne kadar büyük olursa, iĢ ünitesine düĢen sabit masraf payı o kadar azalır. Fakat tarımsal iĢlerin yapılmasında süre, yapılan iĢin özelliğine ve doğa koĢullarına göre sınırlanmaktadır. Yani iĢin optimal periyot içerisinde yapılıp yapılmadığı sorunu ortaya çıkmaktadır. O halde bir makinenin yıl içerisindeki optimal kullanılma derecesinin belirlenmesinde, makine masraflarındaki değiĢme yanında, sürenin uzamasıyla, verimin azalması veya hasat kaybının artması da dikkate alınmalıdır(Dinçer,1981). Makine kapasitesi, iĢ hacmine uygun olmalıdır. Eğer makine kapasitesi iĢ hacmine göre normalden küçük ise; iĢin zamanında tamamlanmaması sonucu ortaya çıkan kayıp ve fazla iĢçi ücreti nedeniyle birim alana düĢen masraf artacaktır. Öte yandan makine kapasitesinin normalden büyük olması halinde, ürün kaybında ve iĢçi ücretinde azalma olmasına karĢılık, makine masraflarının artması sonucu, yine çalıĢma ekonomik olmayacaktır(Dinçer,1981). 2.1. Makinelerin Ortak Makine Kullanımına Uygunluğu Tarımda kullanılan bütün makineler aynı seviyede ortak makine kullanımına uygun değildir. Dinçer (1981)'e göre, tohum temizleme ve ilaçlama tesisleri, tarımsal mücadele vasıtaları, biçerdöver ve traktör'ün ortak makine kullanımına uygunluğu incelenmiĢtir; Tohum temizleme ve ilaçlama tesisleri; Tohumluğun temiz ve ilaçlı olması verimi etkilemektedir. ġu halde iyi tohumluğun anlamı, verimin artması demektir. Büyük yatırım gerektiren ve kapasitesi büyük olan böyle bir tesis, ortaklaĢa kullanılmaya çok uygundur. Çok sayıda çiftçi, böyle bir tesisten önemli bir sorun olmaksızın yararlanabilir. Buna benzer olarak soğuk hava depoları da ortak kullanıma çok uygundur. Bu tesisler sayesinde çiftçi ürünü iyi bir Ģekilde değerlendire bilmektedir. 43 Tarımsal Mücadele vasıtaları; Bugün tarımsal üretimde mücadele çok önemli bir yer tutmaktadır. Fakat ilaçlamanın baĢarılı olabilmesi için kısa zamanda tamamlanması ve yörede bir bütün olarak ele alınması gerekir. Bu da ancak büyük kapasiteli makinelerle gerçekleĢtirilebilir. O halde, mücadele araçlarının ortak kullanılması, ekonomiklik yanında teknolojik yönden de önemlidir ve bu nedenle ortak kullanım özendirilmelidir. Biçerdöver; Birçok iĢlemleri en uygun Ģekilde birleĢtirilerek gerçekleĢtiren modern bir makinedir. Pahalı olan makinelerin bireysel iĢletmeler tarafından ekonomik olarak kullanabilmeleri çok sınırlıdır. Biçerdöver kapasitesinin büyük olmasına karĢılık, çalıĢma süresinin sınırlı olması nedeniyle ortak kullanılmasında anlaĢma zorlaĢmaktadır. Bunun sonucu olarak da biçerdöverin ortak kullanılması ancak yeterli güç yedeği ile olasıdır. Ülkemizde 3-4 ortağın biçerdöver aldığı ve çiftçi-müteahhit modeli en yaygın uygulamalardır. Traktör; ÇeĢitli tarımsal iĢlemlerin yapılmasında kullanılan üniversal bir kuvvet makinesidir. Traktörde ortak sayısı arttıkça anlaĢma zorluğu büyük bir hızla artmaktadır. Bu nedenle traktör için ortak sayısı sınırlı olmalıdır. Ayrıca, ortakların yeterli teknik ve muhasebe bilgisine sahip olmamaları ve insan faktörünün kiĢisel sorunları, bu ortaklığın uzun süreli olmasını sınırlamaktadır. Toprak ĠĢleme Alet ve Makineleri; Toprağın mekanik etkiler ile tarımsal üretim yapmak için uygun koĢuların hazırlanması toprak iĢleme olarak tanımlanır. Toprağın iĢleme aralığı geniĢ bir zaman dilimine yayıldığından dolayı toprak iĢleme alet ve makineleri ortak makine kullanımına uygundur ve özendirilmelidir. 3. ORTAK MAKĠNE KULLANIMININ MODELLERĠ 3.1.Devlet Makine Parkı GeliĢmekte olan ülkelerde veya geri kalmıĢ bölgelerde, makineleri tanıtıcı, alıĢkanlık kazandırıcı ve bu konuda eğitimi geliĢtirmek amacıyla devlet eliyle kurulmaktadır. Böyle bir uygulama, geliĢmekte olan ülkelerde makine kullanımını teĢvik etmesi ve geliĢen teknoloji ile üreticinin buluĢmasını sağlaması bakımından önemlidir (Çıkın, 1977). Çiftçiler devlet makine parkından belirli kurallar çerçevesinde operatörlü veya operatör olmadan, akaryakıtı kiralayan çiftçiye ait olmak üzere belirli bir ücret karĢılığında yararlanabilmektedir. 44 Tarımsal faaliyetlerin en kısa bir zaman içerisinde bitirilmesi girdi maliyetlerini düĢürmektedir. Ancak devlet iĢlerindeki prosedürlerin fazlalığı ve idari zihniyet nedeniyle iĢler istenilen zamanda ve hızda yapılamamaktadır. Zamanında yapılmadığı takdirde, verimde düĢüklüğe neden olan tarımsal faaliyetler, yavaĢ iĢleyen bu model nedeniyle çoğu zaman beklenen faydayı sağlayamamıĢtır(BaĢarık, 2015). 3.2.KomĢu YardımlaĢması Ortak makine kullanımın en eski Ģeklidir. Burada makineler çiftçilerin öz malıdır. Alet ve makineler karĢılıklı olarak ödünç verilmektedir. Akrabalar ve yakın iliĢkiler içerisinde bulunan komĢular arasında uygulanan, kiĢisel iliĢkilerin ön plana çıktığı, karĢılıklı veya karĢılıksız yapılan, herhangi bir organizasyonun olmadığı bir ortak makine kullanım Ģeklidir. Genelde yapılan hizmetlerden bir karĢılık beklenmemekte, yardımlaĢmanın kurallarını yörenin örf ve adetleri belirlenmektedir(Kurt, 1974; Dinçer, 1981; Sındır, 1999). 3.3.Tarım Makineleri Kooperatifleri Kooperatifler yasasına göre kurulmuĢ olan bu ortaklıklarda, maddi kaynak olarak banka ve devlet kredileri ile üyelerin kooperatife katılım payları kullanılmaktadır. Makinelerin alınıĢ masrafları üyelere eĢit olarak veya iĢletme büyüklüğü esas alınarak paylaĢtırılmakta, basit yapılı makineler iĢletme sahipleri tarafından, kompleks yapılı makineler ise tecrübeli bir operatör tarafından kullanılmaktadır (Sabancı ve Özgüven, 1988). Makine parkından yararlanma karĢılığı olarak iĢletme sahibinden, ya yapılan iĢin kapsamına göre ya da makinenin o iĢletmenin kontrolünde kaldığı süreye göre ücret talep edilmektedir. Bölge insanının kooperatif anlayıĢına bağlı olarak bu iki alternatiften birini tercih edilebilir. ġayet ücret talebi, zaman birimi esasına göre yapılırsa iĢletme sahibi, makineyi kontrolünde bulundurduğu her saat için para ödeyeceğinden, makineyi mümkün olan en kısa süre içerisinde geri vermek için, iĢini o oranda çabuk bitirmeye gayret etmektedir(Kurt, 1974). Kooperatiflerin iyi bir organizasyona kavuĢabilmesi; bilgili tecrübeli ve dürüst idarecilerin varlığına bağlıdır. Özellikle zamana bağlı olan ve çok değiĢik koĢullarda çeĢitli faktörlerin etkisi altında çalıĢan tarım makinelerinin ortak kullanılmasının organizasyonu; iyi bir makine iĢletmeciliği bilgisine bağlıdır(Dinçer,1981). 45 ÇalıĢma Ģartlarının ağır olması durumunda, zaman esasına göre değil de, yapılan iĢin kapsamına göre ücret belirlenmesi kooperatifin zarara uğramaması için isabetli bir davranıĢ olacaktır(Yıldız ve Erkmen, 2003). 3.4.Makine Ortaklığı Bir veya birçok çiftçi bir araya gelerek makineyi satın almakta ve bu makineleri kendi iĢletmelerinde kullanmaktadırlar. Bu makinelerin alımı ve kullanılması ortaklık kuralları içerisinde olmaktadır. Eğer aynı büyüklükteki iĢletmeler bir araya gelerek ortaklık kurmuĢ iseler, alım fiyatı ortaklar arasında eĢit olarak dağıtılmaktadır. Büyüklükleri aynı olmayan iĢletmelerde ise makinenin alım fiyatı, kullanılan tarım alanları oranında dağıtılmakta, ortaya çıkan masraflar ise her iĢletmede iĢlenen alan veya çalıĢılan saat esasına göre hesaplanmaktadır. Burada, alınan makineler, bütün ortakların iĢlerini görmektedir. Makinenin bakım ve koruma iĢini, genellikle ortaklardan biri üzerine alır. Bu ortağa yaptığı hizmet karĢılığı belirli bir ücret ödenir. Makine ortaklığında, alınan makineler bütün ortakların iĢini görmekte, fakat makine kapasitesinin bulunması halinde, kirayla da iĢ yapılabilmektedir(Dinçer,1981). 3.5.Tarım Makineleri Müteahhitliği Traktörü veya makinesi olan iĢletmelerin, kendi iĢlerini bitirdikten sonra, atıl kalan kapasitelerini, belirli bir ücret karĢılığında diğer iĢletmelerin hizmetine sunmasına dayanan ortak makine kullanım modelidir. Ortak makine kullanım modelleri içerisinde ticari özelliği olan, özellikle geliĢmekte olan ülkelerde oldukça rağbet gören bir organizasyon Ģeklidir (Wald, 1987; Sındır, 1999).En çok kullanılan müteahhitlik Ģekli çiftçimüteahhit modelidir. Çiftçi kendi iĢini bitirdikten sonra arta kalan makine kapasitesini ücret karĢılığı baĢka çiftçilere kiraya vererek ek kazanç sağlamaktadır. 3.6.Makine Birlikleri Makineye ihtiyaç duyup satın alamayan küçük iĢletmelerin ve makine sahibi olup makine kapasitesini yeterince değerlendiremeyen iĢletmelerin oluĢturduğu bir ortak makine kullanım modelidir. Makine birliklerinin esas görevi, iĢletmede az kullanılan makinelerin boĢta kalan saatlerini, birlik aracılığı ile kiraya vermektir. Diğer bir deyiĢle boĢ kalan makine kapasiteleri, birlikler tarafından değerlendirilmektedir (Kurt, 1974; Pınar ve Yıldız, 1995; Sındır, 1999). 46 Makine birlikleri bir organizasyon çatısı olup, makine değiĢimine ihtiyaç duyan üreticileri belirleyip, iĢ konusunda arz ve talep saptanmakta, buna göre sevk ve idare yapılmaktadır. Üye sayısı diğer ortak makine kullanım modellerine göre daha fazla olmaktadır. Üye sayısının fazla olması ile karĢılıklı yardımlaĢma olanakları artmakta, daha geniĢ ve geliĢmiĢ bir makine parkı ortaya çıkmakta, çalıĢmada anlaĢabilecek üreticileri karĢılıklı olarak seçme olanağı doğmaktadır (Sabancı ve Özgüven, 1988). Makine ringleri olarak da adlandırılan makine birliklerinin temel prensipleri Ģunlardır: Makine birliklerinde, birliğin alet ve makinesi yoktur, makineler üyelerin kendilerine aittir, Üyeler kendi makinelerini kendileri kullanarak, önceden belirlenen fiyat tarifeleri üzerinden ücret karĢılığında, birliğe üye diğer iĢletmelere hizmet götürürler, Makine birliklerinin temel prensibi "mutlak gönüllülüktür". Birliğe üye olmak veya ayrılmak serbesttir, Zorunlu koĢul, Birliğe üye iĢletmeler arasından, hizmet talebinde bulunanlar isteklerini doğrudan birlik yöneticisine bildirmeleridir. Aynı Ģekilde hizmet sunanlar da birlik yöneticisini haberdar etmelidirler, Makine birliği kuruluĢunun baĢından itibaren, tam zamanlı çalıĢan ve özellikle tarım eğitimi almıĢ bir yönetici tarafından idare edilmelidir (Yıldız ve Erkmen 2003). 4.ORTAK MAKĠNE UYGULAMALARI KULLANIMI TÜRKĠYE VE DÜNYA 4.1.Türkiye'de Uygulanan Ortak Makine Kullanımı Modelleri Ülkemizde bir kısmı geçmiĢte uygulanmıĢ, bir kısmı da günümüzde halen uygulamaya devam eden, ortak makine kullanım modelleri Ģu Ģekilde sıralanabilir(Anonim 2002, Yıldız ve Erkmen 2003); 1937 yılında kurulan Zirai Makineler Ġdaresi bünyesinde oluĢturulan makine parkları, üç yıllık bir faaliyet sonunda Devlet Üretme Çiftliklerine devredilmiĢtir. Tarım Bakanlığı kanalıyla yurt dıĢından tarım alet ve makinelerinin ithal edilerek devlet makine parklarının oluĢturulması Türkiye'de tarımda makineleĢme giriĢimlerinin en ciddisi ve baĢlangıcı olmuĢtur. 1956 yılında bazı Ģehirlerimizde Ģeker fabrikalarının kurulması ile özellikle küçük iĢletmelerin mekanizasyon konusundaki yetersizliğini gidermek amacıyla çeĢitli tip ve 47 kapasitede tarım makineleri alınıp, üreticilere maliyetine kiralanmıĢtır. Günümüzde ise pancar kooperatifleri yeni makineler satın alıp üreticiye kiralamak yerine, makinesi olan çiftçilere ihale ile makinesi olmayan iĢletmelerin makine ihtiyacını karĢılaması için imkan tanımaktadır. Daha önceleri TOPRAKSU ve halen Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü'nün makine parkında bulunan toprak tesviye makineleri ile ücret karĢılığı çiftçilerin arazi tesviyeleri yapılmaktadır. Bu model de tipik bir devlet makine parkı modelidir. Tarım Ġl Müdürlükleri, sahip oldukları makine parkına bağlı olarak daha ziyade; balya makinesi, hassas ekim makinesi, tam otomatik patates dikim makinesi, pülverizatör ve mısır silaj makinesi gibi makineleri, ferdi olarak baĢvuran çiftçilere 2 günlüğüne, köy adına baĢvuran köy muhtarlarına 7 günlüğüne, belirli bir ücret ve depozito karĢılığında kiraya vermektedir. Biçerdöverler dıĢında balya makineleri, sap döver harman makineleri, sap toplamalı saman yapma makineleri ve pnömatik ekim makineleri (mibzer) müteahhitliklerinin de yaygınlaĢmakta olduğu görülmektedir. Türkiye'de tarım arazileri bölünmüĢ, parseller dağınık ve küçüktür. Ortalama iĢletme büyüklüğü 65 dekardır. Bu koĢullarda ortalama 54 BG olan parktaki traktörlerin tek iĢletmede çalıĢtırılmasının ekonomik olmadığı Ģüphesizdir. Traktör ve ekipmanlarına sahip çiftçilerimiz boĢ kapasitelerini değerlendirmek amacı ile kendi iĢ güçleriyle beraber makinelerini komĢularına kiralamaktadır. KomĢular arasında karĢılıklı yardımlaĢma modelinin en tipik bir Ģekli olan bu uygulama Türkiye'de en yaygın bir modeldir. Türkiye'nin ekolojik koĢullarının uygunluğu biçerdöverlerin tahıl hasadında yılda üç ay süre ile çalıĢtırılabilmesine imkan tanımaktadır. Bu nedenle karlı bir meslek olarak biçerdöver müteahhitliği yaygınlaĢmıĢ bulunmaktadır. Tahıl hasadının büyük çoğunluğu müteahhitlerce çalıĢtırılan biçerdöverlerle yapılmaktadır. Ancak biçerdöver müteahhitliği ile ilgili konuya iliĢkin direk etkili bir yasal müeyyide bulunmadığından, çiftçi ve müteahhitler arasında ihtilaflar olmakta, sonuç olarak hep çiftçiler kaybetmektedir. Tarım Bakanlığının 1979 yılında bu konuda baĢlattığı, günümüzde de devam eden özverili uygulamalardan oldukça yararlar sağlanmıĢtır. 48 4.1.Dünya'da Uygulanan Ortak Makine Kullanımı Modelleri Dünyada ortak makine kullanımı çok eski yıllara dayanmaktadır. En yaygın modeller arasında Almanya da makine birlikleri ve Fransa da makine kooperatifleri kullanılan modellerdendir(BaĢarık, 2015); Almanya Örneği-Makine Birliği; Ġlk makine birlikleri 1958 yılında Bavyera‟da kurulmuĢ ve daha sonra Avusturya ve Almanya‟nın geri kalanına yayılmıĢtır. 25 yıl öncede makine birlikleri fikri Ġsveç ve Ġskoçya'da kabul edilmiĢtir ve bunu diğer Avrupa ülkeleri takip etmiĢtir. Makine birlikleri son zamanlarda Ġtalya ve Ġsviçre kurulmuĢ ve Letonya da teknik destek için yardım istemiĢtir. Makine birlikleri sadece Avrupa'da değil aynı zamanda Japonya ve Brezilya'da faaliyet göstermektedir. Avusturya ve Almanya hala makine birliği iĢletmelerin en yüksek yoğunluğa sahip ülkelerdir. Nitekim tüm Alman çiftçilerin % 50'den fazlası bir makine birliği üyesidir ve Lüksemburg'da bu rakam % 80 ile daha yüksektir. Diğer ülkelerdeki üyelik taahhüdü ve ciro, daha fazla çiftçi ve iĢletmelerin yönetim aracı olarak diğer seçeneklere nazaran makine birliklerini kullandığını göstermektedir. Tarımsal ve kırsal endüstriler değiĢime uyum sağladığı için, makine birlikleri kırsal iĢ sürdürülebilirliğine giderek daha önemli bir katkı yapmaktadır. Makine birlikleri üyelerinin iĢgücü ve makine kullanımını koordine eden bir tarımsal kooperatiftir. Diğer üyeler ile sözleĢmeler yaparak üyelerine, iĢgücü ve makine varlıklarını daha iyi kullanmaları için fırsatlar sağlamaktadır. Örneğin; çiftçi A‟nın pulluğunun olmadığını farz edelim. Çiftliğinde pulluğa ihtiyacı olduğunda makine birlikleri ile iletiĢime geçer, birlikte pulluğunu diğer üyelerle paylaĢmak isteyen çiftçi „B‟ ile çiftçi A‟yı belirli bir fiyat çerçevesinde bir araya getirir. ĠĢ tamamlandıktan sonra birlik, A‟dan ödemeyi alır ve B‟ye transfer eder. Makine birlikleri (MR), Almanya genelinde 12 eyalette 193.000 çiftçiye 263 birlikte 2423 çalıĢan ile hizmet vermektedir. Desteklerle birlikte yıllık ciroları 1 milyar €‟yu geçmektedir ve çiftçilerin ihtiyaç duydukları makine ve ekipmanları makine birliklerinden temin etme oranı % 52‟dir. Tarım ve ormancılık, arazi kullanımı, kırsal alanlardaki doğal kaynakların yönetiminde ve kırsal peyzajın belirlenmesinde önemli bir rol oynamaktadır. Tarım, kırsal alanların sosyo-ekonomik kalkınmasına çok önemli katkı sağlamaktadır. Makine birlikleri, kırsal kalkınmaya yardımcı olan sosyal, ekonomik ve ayrıca yönetimi sağlayan bir kavramdır. Fırsatları maksimize etmek için, makine ringleri, yeni istihdam olanakları oluĢturması, kırsal çeĢitliliği ve sürdürülebilirliği teĢvik etmesi ve geleceğe yatırım yapması 49 gerekmektedir. Makine birlikleri olmadan, birçok kırsal alan ekonomik, sosyal ve çevresel sorunlarla karĢı karĢıya kalabilmektedir. Fransa Örneği - Ortak Tarım Makineleri Kullanımı Kooperatifi; Ġlk Ortak Tarım Makineleri Kullanımı Kooperatifi (OTMKK) 2. Dünya savaĢından sonra Marshall Planı sayesinde Fransa‟da ortaya çıkmıĢtır. Küçümsenemeyecek bir baĢarı sağlayarak Fransa‟da tarım ve mekanizasyonun geliĢmesinde büyük katkılar sağlamıĢtır. Bugün Fransa ortak tarım makineleri kullanımı kooperatifleri 236.000 üyesi olan bir topluluktur. 2.450 daimi ve 4.100 geçici iĢçi olmak üzere toplam 6 550 kiĢi istihdam etmektedir. 2010 yılında ortalama 460 milyon € ciro elde edilmiĢ ve bunun 287 milyon €‟su ile yatırım yapılmıĢtır. Ortak tarım makineleri kullanımı kooperatifleri çiftçilerin ortak ekonomik ve sosyal ihtiyaçlarının karĢılanması için bir araya gelmiĢ çiftçiler grubudur. Ortak tarım makineleri kullanımı kooperatiflerinin oluĢumunun altında ki temel etken üreticinin hizmet alabileceği tarım makine ve ekipmanlarını kiralamaktır. Bu sayede üreticiler kendi sermaye yatırımını ve üretim maliyetlerini azaltmakta ve beraberinde verimliliği artırmaktadır. Ortak tarım makineleri kullanımı kooperatifleri tarım üreticisi olan en az beĢ üyeden oluĢmak zorundadır. Kooperatif, Fransa yasalarına göre tüzel kiĢiliğe sahip özerk yapıdadır. Diğer bir deyiĢle üyelerin sorumluluğu yatırım miktarı ile sınırlıdır. Ortak tarım makineleri kullanımı kooperatifleri tüm makine ve ekipmanların tek sahibi olduğunu ve yazılı kurallarına göre çalıĢtığını, kooperatifin üyeleri ile hukuken bağlayıcı sözleĢmeler yaptığını açık olarak her üyesine bildirmektedir. 5.ORTAK MAKĠNE KULLANIMININ OLUMLU VE OLUMSUZ ETKĠLERĠ Ortak makine kullanımının büyük ölçekli ve küçük ölçekli bir çok iĢletme ve çiftçiye olumlu etkisi bulunmaktadır. Bu etkiler Ģu Ģekilde sıralanabilir (Kurt, 1974; Smith and Wilkes, 1976; Çıkın, 1977; Sabancı ve Özgüven, 1986; Sındır, 1997; VatandaĢ, 2016): Makine sahibi iĢletmeler kendi iĢlerini bitirdikten sonra atıl kalan mekanizasyon kapasitelerini, diğer iĢletmelere ücret karĢılığı kullandırarak maddi bir kazanç sağlamaktadır, Arazi ya da sermaye yetersizliği nedeniyle makine satın alamayan iĢletmeler de, makine kullanım olanağına kavuĢmaktadır, Ortak makine kullanımı sayesinde, makinenin iĢleyeceği alan artmakta ve böylece birim alana düĢen makine masrafları azalmaktadır, 50 Aynı makinenin kullanımı sürekli aynı operatörün kontrolünde olduğu için, operatör daha verimli bir Ģekilde çalıĢmaktadır, Makinelerin satın alınması aĢamasında satın alma giderlerini birden fazla kiĢiye bölüĢtürerek, kiĢi baĢına yapılacak harcamaları azaltmak, Sınırlı iĢletme büyüklüğü ve/veya sermaye yetersizliğinin olumsuz etkilerini azaltmak, Makineler daha hızlı hizmet dıĢı kalacağı için teknolojik yenilenmeyi artırmak, imalat sektörünün geliĢimine katkıda bulunmaktadır. Tarımda ortak makine kullanımının yararlarının yanı sıra bazı durumlarda ortaya çıkabilecek muhtemel sakıncaları da Ģu Ģekilde özetlenebilir (Kurt, 1974; Smith and Wilkes, 1976; Çıkın, 1977; Sabancı ve Özgüven, 1986; Sındır, 1997; VatandaĢ, 2016): Belirli bir bölgede aynı zamanda, aynı özellikteki iĢler yapıldığından, iĢ zamanında makine her an hazır olmayabilir, Makine parkının yeterli olmaması ya da ortak sayısının makine kapasitesinin üzerinde olması durumunda, makine kullanımında sıra sıkıntısı yaĢanabilir, Makinelerin bilinçsiz ve sorumsuz kiĢilerce kullanılması durumunda, makinelerin arıza yapma riski yükselir, Bazı ortaklar ödeme vb. yükümlerini yerine getirmeye bilirler, Makine talebinin arzın üzerinde olması durumda, öncelikte sıkıntılar yaĢanabilir. 6.SONUÇ Ülkemizde tarımsal üretimin en büyük sorunlarının baĢında yüksek maliyetten dolayı makineyle tarımın yeterince yapılmadığı görülmektedir. Farklı tip ve büyüklükteki iĢletmelerin kendi ihtiyaçlarını ve küçük iĢletmelerin ihtiyaçlarını karĢılayacak Ģekilde oluĢturulacakları makine parkları sayesinde hem daha kaliteli hem de daha fazla üretim yapmak için uygulanacak olan ortak makine kullanımı çok önemlidir. ĠĢletmeler yüksek maliyetlerle makine sahibi olmak yerine kendi ihtiyaçları doğrultusunda, sosyal yapılarına uygun ortak makine kullanım modellerinden bir tanesini devlet eliyle veya sivil örgütlenmeyle oluĢturarak makine ihtiyaçlarını daha az masrafla karĢılayabilirler. 51 Atıl kalan mekanizasyon seviyelerinin çok yüksek olduğunu göz önünde bulundurursak bu mekanizasyon seviyesinin kullanıma yönelik ortak makine kullanımı modellerinin geliĢtirilmesi ve mevcut modellerin özendirilmesi, üzerinde durulması gereken bir konudur. Mekanizasyon seviyesi hızla artsa da iĢletme büyüklüğünün küçük olması nedeni ile istenilen düzeyde olmadığı ülkemizde iĢin uzmanı ve eğitimli kiĢilerce iĢletmelerin bilinçlendirilmesi ve ortak makine kullanımına özendirilmesi gerekmektedir. KAYNAKLAR Dinçer, H., 1981. OrtaklaĢa Makine Kullanmanın Temel Esasları. Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Yayınları: 770, Ders Derlemeler: 33, Ankara. Smith, H.P., Wilkes L.H., 1976. Economics and Management of Farm Equipment Farm Machinery and Equipment. P.433-452, McGraw-Hill Book Company, New York. Tarımda Ortak Makina Kullanımı. Y. Pınar ve T. Yıldız (Der), Ondokuz Mayıs Üniversitesi Ziraat Fakültesi Yardımcı Ders Notu No:9, Samsun. Sabancı, A., Özgüven F., 1986. Tarım Makinaları ĠĢletme ve Bakım Tekniği. Çukurova Üniversitesi Ziraat Fakültesi Yayınları, No:117, Adana. Sabancı, A., Özgüven F., 1988. Tarımsal Mekanizasyon ĠĢletmeciliği. Çukurova Üniversitesi Ziraat Fakültesi Ders Kitabı No:67, Adana. Sındır, K.O., 1997. OrtaklaĢa Makina Kullanımı ve Makina Ringleri. Tarımsal Mekanizasyon 17. Ulusal Kongresi Bildiri Kitabı, s 120-129, Tokat. Sındır, K.O., 1999. Tarımda Makina Seçimi ve Ortak Makina Kullanım Modelleri. T.C. BaĢbakanlık Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü APK Dairesi BaĢkanlığı, Toprak ve Su Kaynakları AraĢtırma ġube Müdürlüğü, Yayın No: 110, s 1-89, Ankara. Zeren, Y., Tezer E., Tuncer Ġ.K., Evcim Ü., Güzel E., Sındır K.O., 1995. Tarım Alet-Makina ve Ekipman Kullanım ve Üretim Sorunları. Ziraat Mühendisliği Teknik Kongresi, Ankara. Wald, H.J., 1987. Multi-Farm Use of Agricultural Machinery in Jordan. Deutsche Gesellschaft Für Technische Zusammenarbiet (GTZ) Gmbh. DagHhammarskjöld-Weg, Eschborn, Almanya, 1987.Tarımda Makina Seçimi ve Ortak Makina Kullanım Modelleri, K. O. Sındır (Der). T.C. BaĢbakanlık 52 Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü APK Dairesi BaĢkanlığı, Toprak ve Su Kaynakları AraĢtırma ġube Müdürlüğü, Yayın No: 110, s 1-89, Ankara. Çıkın, A., 1977. Tarımda Ortak Makina Mekanizasyon Semineri Bildiri Kitabı, Ġzmir. Kullanımı. 2.Tarımsal Kurt, B., 1974. DıĢ Ülkelerde ve Türkiye'de Tarım Makinaları Kalkınma Örgütleri. Milli Prodüktivite Merkezi Yayınları, No:181, s 1-150, Ankara. VatandaĢ, M., 2016. Tarım Makineleri ĠĢletmeciliği Ders Notları. Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarım Makineleri ve Teknolojileri Mühendisliği Bölümü, Ankara. Pınar, Y., Yıldız T., 1995. Tarımda Ortak Makina Kullanımı. Ondokuz Mayıs Üniversitesi Ziraat Fakültesi Yardımcı Ders Notu No:9, Samsun. Yıldız, C., ve Erkmen Y., 2003. Tarımda Ortak Makine Kullanımı ve Türkiye‟deki Uygulamaları. Atatürk Üniversitesi. Ziraat Fakültesi Dergisi, 34 (4), 395-401, Erzurum. Anonim, 2002. Gap Bölgesinde Tarımsal Mekanizasyon Gereksinimleri Etüdü 2.AĢama Ortak Makine Kullanımı (OMAK)Pilot Uygulama Projesi,Sonuç Raporu, Ankara. BaĢarık, A., 2015. Türkiye ve Avrupa Birliğinde Ortak Makine Kullanımı Sistemlerinin KarĢılaĢtırılmalı Analizi. Yüksek lisans Tezi, Adnan Menderes Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü Tarım Makineleri Anabilim Dalı, Aydın. 53 54 TARIMIN KIRDAN KENTE GÖÇÜ: KENTSEL TARIM Övgü YAMAN, Hande VURGUN, Funda MEMĠġOĞLU Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bitki Koruma Bölümü ÖZET Birçok ülkede olduğu gibi Türkiye‟de 1950‟li yıllarda baĢlayan köyden kente göç, köylerdeki tarım alanlarını ve tarımsal faaliyetleri olumsuz etkilemiĢtir. Hızla artan kent nüfusu, verimli tarım arazilerinin yapılaĢmasına neden olmuĢtur. Diğer taraftan kentlerde artan yapılaĢma ülkelerin kendi kendini doyurma potansiyelini azaltarak, ülkeleri dıĢa bağımlı hale getirmektedir. Bugün birçok ülkede kentsel tarım büyük oranlara ulaĢmıĢ ve kırsal tarıma rakip haline gelmiĢtir. Artılarıyla ve eksileriyle kentsel tarım günümüzün bir gerçeğidir. Ülkemiz sahip olduğu iklim ve toprak yapısıyla çok önemli bir potansiyele sahiptir. Ülkemizdeki göç kırsak tarımı çok olumsuz etkilemektedir. Ülkemizde kentsel tarımın bir çare olarak düĢünülmesi ise mantıklı görünmemektedir. Ülkemizde yapılacak sağlıklı Ģehir planlamaları hem göç sorunlarını hem de tarımın sorunlarını önemli ölçüde çözebilecektir. Anahtar Kelimeler: Kentsel tarım, göç, gıda, şehir planlama 1.GĠRĠġ Göç, dini, iktisadi, siyasi, sosyal ve diğer sebeplerden dolayı insan topluluklarının hayatlarının tamamını veya bir bölümünü geçirmek üzere yaptıkları coğrafi yer değiĢtirme hareketidir. Ülkemizde 1950 yıllında baĢlayan köyden kente göç, köylerdeki tarım alanlarını ve tarımsal faaliyetleri olumsuz etkilemiĢtir. SanayileĢme ile birlikte toplumsal yapıda ciddi bir çözülme meydana gelmekte ve bu durum; köyden kente, tarımdan sanayiye ve az geliĢmiĢ bölgelerden daha geliĢmiĢ bölgelere doğru nüfus hareketliliğine neden olmaktadır. Kırdan kente göçlerin en önemli sebebi ekonomik nedenlerdir. Daralan topraklar artık çok fazla kiĢinin yaĢamasına yetmez olunca yaĢam Ģartlarının kırdan daha iyi olduğu kentlere göç baĢlamaktadır. Çiftçi yapmıĢ olduğu iĢin karĢılığını alamayınca veya o iĢi yaparken karĢılaĢtığı sorunlar nedeniyle yapmıĢ olduğu iĢi ve toprağını bırakıp kente göç etmeyi tercih etmektedir. Türkiye‟de sayıları yaklaĢık 40 55 000 olan ve nüfusun %24,46‟sını oluĢturan köylerden kentlere doğru göçün baĢlangıcının 1950‟ler olduğu söylenebilir. 2. TÜRKĠYE’DE KIRDAN KENTE GÖÇ Kırdan kente göç Türkiye‟de yaĢanan hızlı değiĢim sürecinin en temel göstergelerinden biridir. Bu anlamda göçe bir sonuç olarak bakılabilir. Ġlk nüfus sayımının yapıldığı 1927 yılında toplam nüfusun %84‟ü kırsal alanda yaĢarken, 1950‟lilerle birlikte hızlanan ekonomik ve toplumsal dönüĢüm süreci kırdan kente göçü teĢvik etmiĢ, 1950‟de nüfusun ancak yüzde 19‟u kentsel alanda yaĢarken bu oran 1970‟de yüzde 36‟ya, 1990‟da yüzde 56‟ya ve 2006‟da da yüzde 62,7‟ye yükselmiĢtir (Devlet Planlama TeĢkilatı, 2008). Tablo1. Dönemler, Nüfus Yoğunluğu ve Göç (GüreĢçi, 2010 ) 3.KÖYDEN UZAKLAġTIRAN VE KENTE YAKINLAġTIRAN UNSURLAR Kırsal bölgelerde hızlı nüfus artıĢından dolayı tarım alanlarının küçük parçalara ayrılması, kırsal kesimlerdeki eğitim ve sağlık hizmetlerinin yeterince geliĢmemiĢ olması, tarım alanlarında makine kullanımının artması ile birçok insanın iĢsiz kalması, genellikle kırsal kesimdeki ekonomik yetersizlikler insanların göç etmesine neden olmaktadır. Kentlerde geliĢmiĢ olan sanayi ve ticaret sayesinde iĢ imkânlarının daha fazla olması, kentlerdeki eğitim ve sağlık hizmetlerinin oldukça geliĢmiĢ olması, bu nedenlerden dolayı ülkemizde kırsal bölgelerden büyük kentlere hızlı bir göç meydana gelmektedir. Ülkemizdeki kentleĢme hızı sanayileĢme hızını geçmiĢtir. Bu yüzden kentlerde birçok sorunlar ortaya çıkmıĢtır (Anonim 2010). Köylerden kentlere göç olduğunda kentlerde fiziksel olarak çarpık kentleĢmeye sebep olmuĢtur. Kentlerde köy ve köyler topluluğu meydana gelmiĢtir. Bununla beraber köylülerin yaĢadığı en büyük sıkıntı kuĢak çatıĢması, kültür farklılıkları olmuĢtur. Köyden kente göçenlerde özellikle 56 orta ve yaĢlılarda ruhsal çöküntü, yabancılaĢma, köy hayatına karĢı özlem gibi birçok sorunu da beraberinde getirmiĢtir. Ruhsal sıkıntı karĢısında ekonomik yönden rahata kavuĢmuĢlardır. Köylüler kentleĢtiği gibi kentlilerde köylüleĢmeye baĢlamıĢlardır. Ekonomik yönden paylaĢımcı olmaları kentlileri ne kadar rahatsız etse de köylülerle çok sıkı dostluklar kurmuĢlar hatta akrabalık iliĢkilerine kadar uzanmıĢ. Köylülerin kente göçünden sonra köylerde terk edilmiĢ yıkık dökük evlerin kalması, ortamların sessizleĢmesi, köylerin yayla mezra havasına bürünmesine neden olmuĢtur. Azalan kamu yatırımlarının köyleri modernleĢtirememesidir. Köylerde iĢlenmeyen tarlalar zamanla bol bitki örtüsüne dönüĢmüĢtür. Köyden kente sonunda köyde kalanlar için yalnızlık ve sahipsizlik psikolojisi yaratmıĢtır. Tablo2. Köyden kente göçün,Sorun,Hedef,Çözüm ve Sonuç ĠliĢkisi(GüreĢçi, 2010 ) Fiziksel tasarlama ve yeniden yapılanma çalıĢmalarında bir yöredeki binaların, sokakların, kanalizasyon sisteminin düzeltilmesi, onarımı ya da yeni baĢtan yapılanmasından sorumlu planlamacının kenti tümüyle sağlıklı bir yapıya kavuĢturabilmesinin araçlarından biri kentsel yenilemedir. Yenileme çabaları çerçevesinde planlamacının sorunu salt yöredeki çürümekte olan yapıların düzeltilip, onarımından ibaret değildir. Aynı derecede önemli olan, değer kaybına uğramıĢ kentsel yörelerde toplumsal yozlaĢmayla çürüme sonucu artan toplumsal sorunların önüne geçebilmektir. Bu durumda göçün sebep olduğu çevresel ve toplumsal maliyeti göstermektedir. Bu maliyetin sonucu olarak, aslında, kentlerimiz birer ĢehirlileĢemeyen Ģehirler haline gelmiĢtir (Anonim 2015a, Anonim, 2015b). 3.KENTSEL TARIM GERÇEĞĠ Kentsel alan; teknoloji alanındaki üstünlüğü elinde bulundurması nedeniyle her alanda uzmanlaĢmanın ve iĢbölümünün geliĢtiği, gerek sosyal gerek fiziksel açıdan heterojen yapının hakim olduğu, sosyolojik olarak iliĢkilerde kopukluğun kendini gösterip süreksizliğin yaĢandığı, toplumsal 57 hareketliliğin hız kazandığı ve sahip olduğu nüfusun karĢısında ihtiyaçların karĢılanma mekanizmasının oldukça geliĢmiĢ olduğu yerleĢim modülüdür. Kırsal alan ise, gerek sosyal olarak gerek fiziksel olarak daha homojen yapıya sahiptir. Teknolojik olanakların yetersizliği nedeni ile daha çok imece usulü çalıĢmaların kendini gösterdiği bir yerleĢim birimidir. Kırsal alan ve kentsel alan arasındaki farklılıkların temeli üretim iliĢkilerine dayanmaktadır. Kırsal alanda emek yoğun bir üretim süreci yaĢanırken günümüz kentlerinde özellikle de geliĢmesini tamamlamıĢ dünya kentlerinde bilgi ve biliĢim sektörünün kullanıldığı, hizmet sektörünün ağırlıklı olduğu üretim iliĢkileri görülmektedir. Kırsal ve kentsel alanın sürekli bir etkileĢim içinde olduğunu ve ikisinin de birbirlerinin geliĢiminde pay sahibi olduğunu belirtmek gerekir (Kara, 2004). Kentsel tarımcılık küresel gıda güvenliği üzerinde giderek daha önemli bir rol oynuyor. AraĢtırmacılar uydudan elde ettikleri verileri kullanarak kentlerin çevresindeki 20 kilometreye kadar yayılan alana baktı ve buralarda yer alan tarımcılık faaliyetlerinin toplamının 28 Avrupa Birliği ülkesi büyüklüğünde olduğu sonucuna vardı. Uluslararası bilim insanları grubu bu sonucun kırsal alanlara yoğunlaĢan tarımcılık araĢtırma ve geliĢtirme çalıĢmalarını etkilemesi gerektiğini gösteriyor (Koçak, 2014). Kentsel tarımcılık faaliyetinin diğer tarımcılık sistemleriyle karĢılaĢtırıldığında ĢaĢırtıcı sonuçlar ortaya çıkmaktadır. Örneğin Güney Asya‟da pirinç üretiminin yapıldığı toplam arazi, dünyadaki kentsel alanlarda tarım yapılan alandan daha küçüktür. Büyüyen kentsel tarımcılık sektörü sürdürülebilir su yönetimiyle ilgili soruları da beraberinde getiriyor. Aynı Ģekilde, sahra-altı Afrika‟da mısır üretiminin yapıldığı toplam alan dünyanın diğer bölgelerindeki kentsel üretim alanlarından daha geniĢ değildir. BirleĢmiĢ Milletler verilerine göre dünya nüfusunun %50‟si artık kentsel alanlarda yaĢıyor, bu da dünyadaki tarımın değiĢen manzarasını açıklıyor. Gana‟da sebze üreticilerinin çoğunun mahsullerini kirlenmiĢ su ile suladığını, Akra‟da ise ev su atıklarının %10‟unun dolaylı olarak kentsel tarımda yeniden kullanıldığını biliniyor. Artık tarım ve kentsel geliĢim politikaları arasındaki uyumu teĢvik etmenin önemli olduğunu söyleniyor. Ancak bunun geliĢmekte olan ülkelerin çoğunda olmadığını, çünkü kentsel dağılmanın bu ülkelerde çok daha hızlı oluĢtuğunu; yasal ve idari altyapının kentsel geliĢim politikalarına ayak uydurabilecek durumda bulunmadığını vurguluyor. 58 Türkiye‟de 1995-2013 döneminde toplam tarım alanlarının yüzde 11,3 azalarak 26,83 milyon hektardan 23,81 milyon hektara gerilediği bilinmektedir. GgeçmiĢte hızlı nüfus artıĢının yanı sıra, kırsaldan kente olan göçler, yerleĢimlerin içinden veya yakınından geçen karayolları, otobanlar ile otobanlar çevresinde kurulan sanayi, turizm, madencilik, kamu yatırımları ve yerleĢim alanları, tarım arazilerinin geri dönüĢümü olmayan Ģekilde elden çıkmasına yol açmaktadır. Türkiye‟nin, 76,96 milyon hektar karasal alanıyla Avrupa‟da Rusya‟nın ardından en geniĢ karasal alana sahip ülkesi olmasına karĢın, birinci ve ikinci sınıf tarım toprağının yetersiz olduğunu, 5,1 milyon hektar her türlü tarıma ve iĢlemeye elveriĢli birinci sınıf, 6,7 milyon hektar da iĢlemeli tarıma orta elveriĢli ikinci sınıf tarım toprağı bulunduğunu bilmekteyiz. Ülkemizde verimli bazı tarım arazileri tarım dıĢı amaçlarla kullanılırken, orman ve mera olarak kullanılması gereken 6 milyon hektar kadar arazide ise iĢlemeli tarım yapılıyor. Tarım alanlarının ĢehirleĢmeye ve sanayi tesislerine dönüĢtürülmesi tarım alanlarının azalmasındaki en büyük sebeptir. Çok uzun yıllardır birinci sınıf sulamaya uygun tarım arazilerinin imara açılarak, sanayi ve yerleĢim yerleri yapıldı. ġehir, ilçe ve beldelerde tarım arazileri imara açıldı, konutlar yapılmaktadır. Türkiye‟de kentsel yapılaĢmanın, kaliteli tarım arazileri üzerinde yoğunlaĢması, tarım yapılan alanların ise daha düĢük nitelikli arazilere doğru kaymasına neden olmuĢtur. Tarım alanlarının amaç dıĢı kullanımında ilk sırayı sanayi alıyor. Sanayiyi, konut, turizm, madencilik ve ulaĢtırma amaçlı kullanımlar izliyor. Sanayi, çoğunlukla verimli araziler üzerinde kurulmuĢtur. Endüstriyel kuruluĢların çevresindeki ĢehirleĢme, üstün vasıflı tarım arazilerini niteliklerinin bozulmasına neden olmuĢtur. Hızlı nüfus artıĢının konut ihtiyacını artırması, mirasla arazilerin çok küçük parçalara bölünmesine ve atıl hale gelmesine sebep olması, verimli araziler üzerinde kurulu kentlerde sanayileĢmenin artması üzerine bu kentlere ve verimli kıyı bölgelerine yönelik yoğun iç göç, verimli tarım arazilerinin geri dönüĢümü olmayan bir Ģekilde elde çıkmasına sebep olmaktadır. Verimli tarım alanlarından geçirilen yollar da çevresinde sanayileĢme ve yerleĢim alanları yarattığı için tarım arazilerini hedef haline getirmektedir. Yine verimli kıyı ovalarında geliĢen turizm sonucu meydana gelen yapılaĢma tarım arazilerinin elde çıkmasına neden olmaktadır. Kıyılarda, meyve bahçeleri kesilmekte, erlerine yazlıklar inĢa edilmektedir. Alternatif marjinal tarım arazileri mevcutken verimli tarım arazilerinin tarım dıĢı amaçlarla kullanılması, kuĢkusuz büyük bir 59 savurganlıktır. Kentlerde sanayi, turizm gibi ekonomik faaliyetlerin arazi kullanım biçimlerini belirlemesi, dolayısıyla tarım dıĢı kullanımının özellikle Çukurova, Gediz, Menderes, Tarsus ovaları, Ġzmir, Bursa, Antalya, Mersin, Kocaeli, Sakarya, Düzce, Trakya gibi verimli tarım arazilerinin bulunduğu yerlerde yoğunlaĢması, konunun ciddiyetini daha da artırmaktadır. 5.SONUÇ Köyden kente göçlerin beraberinde hem köydeki yaĢam hem de kente ki yaĢam farklılık göstermektedir. Göç, köylünün kentliden kentlinin köylüden etkilenme durumu meydana gelmiĢtir. Gıda ihtiyacının büyük bir kısmının kentlerden karĢılanması trendi gündeme gelmiĢtir. Bu yaklaĢım bazı ülkeler için geçerli görünse de ülkemiz için çok dezavantajlı görünmektedir. Ülkemiz, büyük bir tarımsal potansiyele sahiptir. Ülke tarımsal topraklarının önemli bir kısmı atıl olarak dururken uygun olmayan kent koĢullarında tarımın yapılması mantıklı görünmemektedir. Bu nedenle Ģehir planlarının, ülke tarımının geleceği düĢünülerek yapılması gerekmektedir. KAYNAKLAR Anonim,2010.http://www.frmartuklu.org/konu/k%C4%B1rsalyerle%C5%9Fmelerden-kentlere-g%C3%B6%C3%A7%C3%BCnnedenleri-ve-sonu%C3%A7lar%C4%B1-hakk%C4%B1nda-bilgi.175810/ GüreĢçi E.. 2010. Köyden Kente GeçiĢ Olgusu. DoğuĢ Üniversitesi Dergisi, syf.77-76 Anonim,2015a. http://www.frmartuklu.org/konu/%C3%9Clkemizdek%C4%B1rdan-kente-g%C3%B6%C3%A7%C3%BCn-en-%C3%B6nemlinedeni-nedir.234462/ Anonim,2015b. http://www.frmartuklu.org/konu/k%C3%B6yden-kenteg%C3%B6%C3%A7%C3%BCn-sonu%C3%A7lar%C4%B1nelerdir.237662/ DPT, 2008.http://www.kalkinma.gov.tr/Pages/EkonomikSosyalGostergeler.aspx Kara, E. MSGSÜ Mimarlık Fakültesi ġehir ve Bölge Planlama Bölümü Lisans Bitirme Tezi, Ġstanbul, 2004 http://akademikperspektif.com/2014/08/11/koyden-kente-gocun-sebeplerive-sonuclari/ https://prezi.com/4wltchuts4pp/kentsel-tarim/ Koçak, A. Kentsel Tarım alanı dünya ölçeğinde 28 Avrupa Birliği ülkesi büyüklüğünde YeĢil Gazete Çeviri: Mark Kinver‟den 02/12/2014) 60 KÖMÜRLÜ TERMĠK SANTRALLERĠN TARIMSAL ÜRETĠME ETKĠ ÖNGÖRÜLERĠ Adem ġükrü TAġKIN Çukurova Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bitki Koruma Bölümü ÖZET Ülkemizde 38 adet aktif, her geçen gün artmakla beraber yaklaĢık 80 adet yeni planlanan kömürlü termik santral vardır. Kömürlü termik santrallerin kömür kullanım kapasitesi ve su kullanım kapasitesi göz önüne alınarak uçucu kül ve asit yağmurları ile direk olarak bölge ekosistemini etkilemektedir. Aktif olarak 38 adet kömürlü termik santrallerin tarımsal üretimdeki etkileri farklı çalıĢmalarla ortaya konmuĢtur. Planlanan 80‟den fazla termik santrallerin bu etkileri arttıracağı da kesindir. ÇalıĢmada; Kömürlü termik santrallerin tarıma etkileri konusunda genel bir yargıya sahip olmak için spesifik konulardaki farklı bilimsel çalıĢmalar ve raporlar incelenerek konu bir bütün halinde ele alınmıĢtır. Asit yağmurları ve uçucu küller ile oluĢan zararlar; YetiĢtirici yani insanda, yetiĢtiricilikte, tarımsal mekanizasyonda, toprakta, sulama sularında ve bitki korumada kısa vadede masrafları arttıracak uzun vadede ise geri dönüĢü zor yaralar açacaktır. Kömürlü termik santrallerin tüm etkileri göz önüne alınarak tarımsal havza yakınlarında tüm santrallerin acil olarak çözüme ihtiyacı olduğu belirgin bir Ģekilde görünmektedir. Tarım havzalarındaki santrallere çözüm bulanamaz ise; geçmiĢte kendi kendine yetebilen Ģimdilerde ise desteklemelerle ayakta duran ülke tarım ve hayvancılığını büyük sıkıntılar beklemektedir. Anahtar Kelimeler: Termik Santral, Kömür, Asit Yağmuru, Tarım, GĠRĠġ Ülkemizde 38 adet aktif, her geçen gün artmakla beraber yaklaĢık 80 adet yeni planlanan kömürlü termik santral vardır. Santraller kullandığı yakıt nedeniyle; GeçmiĢte kendi kendine yetebilen Ģimdilerde ise desteklemelerle ayakta duran ülke tarım ve hayvancılığına büyük sıkıntılar doğurabilirler. Bilindiği üzere kömür yaması sonucu kükürt ve azot oksitler ortaya çıkmaktadır. Bu bileĢikler asit yağmurlarının birinci derece sorumlularıdır. Asit yağmurlarının ise tarımsal üretimde sorunlar çıkardığı bilinmektedir. Kömürlü termik santraller ile ilgili birçok çalıĢma mevcuttur fakat çalıĢmalar belirli konularda yapılıp hiç biri genel anlamda kömürlü termik santrallerin tarımsal etkileri ile ilgili kesin bir bakıĢ açısı kazandıracak kapsamda 61 değildir. Konu hakkındaki birçok veri ve çarpıcı bilgiler çalıĢmada birleĢtirilmiĢtir. Genel bir bakıĢ açısına sahip olacak düzeydeki kapsamlı çalıĢmalar değerlendirilerek, kömürlü termik santrallerin tarımsal üretim ve insan sağlığında oluĢturacağı sorunlar çok net fark edilebilir. MATERYAL ve YÖNTEM Mevcut Durum Toplamda 38 adet termik santral kurulu olan ülkemizde bu santrallere ek onlarca termik santral planı yapılmaktadır. ĠnĢa edilmesi planlanan 80‟in üzerinde kömürlü termik santral ile Türkiye, Avrupa çapında en fazla yeni santral planı olan ülke konumuna gelmiĢtir. Dünya‟da ilk termik santralin 1882‟de inĢa edildiği BirleĢik Krallık, 2025 yılına kadar tüm termik santrallerini kapatma kararı almıĢtır. Kömür, BirleĢik Kralık‟ın elektriğinin yüzde 30‟un karĢılamakta ve bu miktar giderek düĢmektedir. New York eyaleti de Paris AnlaĢması‟ndan sonra Ocak 2016‟da eyaletteki tüm kömür santrallerini 2020 yılına kadar kapatacağını açıklamıĢtır. Planlanan santraller belirli bölgelerde yoğunluk göstermektedir bunlardan bazıları; Ġskenderun Körfezi çevresinde 20 adet bu bölgede 3 adet aktif termik santral bulunmaktadır. Çanakkale Boğazı çevresinde 12 adet bu bölgede 4 adet aktif termik santral bulunmaktadır. Zonguldak Ġli çevresinde 9 adet bu bölgede 4 adet aktif termik santral bulunmaktadır. Yoğunluk kurulacak santrallerin ithal kömür kullanılacak olması ve limanları yakınlıktır. Santrallerin yapılıĢ nedeni olarak sunulan enerji açığını kapatma durumu ile ithal kömür kullanmak zıtlık oluĢturmaktadır. Su Kullanımı Termik santrallerde soğutma, temizleme vb. iĢlemler için önemli miktarda su kullanılmaktadır. Kullanılan bu suyun alıcı ortama deĢarjı sonucu ortamdaki sıcaklık dengesi bozulmaktadır. Sıcaklık canlılar için hayati önem taĢıyan bir kavramdır ve sıcaklık değiĢimlerinin canlı faaliyetleri üzerinde kısıtlayıcı hatta öldürücü etkisi vardır. TÜĠK‟e göre (2010) termik santrallerin soğutma suyu ihtiyacı 4,2 milyar m3 olmuĢtur. Ayrıca kömürlü termik santraller uçucu küllerin hâkim rüzgâr ile taĢınması sonucunda yakınlarındaki su havzalarına da etki ederler. Uçucu küllerde bulunan Fe, Zn, Cu, Pb vb. ağır metaller yağmur sularıyla yıkanma gibi durumlarla yer altı suyuna ve içme suyu kaynaklarına ulaĢabilmektedir. Uçucu küller kapalı göllere veya içme suyu havzalarına ulaĢması halinde bu sularda önce bulanıklaĢma artacak ve su altı bitkilerde fotosentez azalacaktır ayrıca suyun mineral dengesi ve pH değiĢeceği için buradaki canlılık hem balıklar hem de su altı bitkiler için sorunlar oluĢturmaktadır. 62 Çiftçi Sağlığı Kömürlü termik santrallerin oluĢturduğu hava kirliği nedeniyle çiftçi yani insan sağlığı üzerine de etkileri mevcuttur. Uluslararası Kanser AraĢtırmaları Ajansı 2013 yılında hava kirliliğini 1. grup kanser risk etkeni olarak sınıflandırmıĢtır ve bu hastalığın çevresel nedenleri arasında ilk sırada geldiği konusunu da uyarıda bulunmuĢtur. Türkiye‟de tüm ölümlerin %20,7‟ sinden sorumlu kanser, bu oranla ölüm neden sırlamasında ikinci konumdayken; solunum sistemi kanserleri ise tüm kanser tipleri içinde en yüksek sayıda ölüme neden olmaktadır(Ödenmeyen Sağlık Faturası, HEAL – 2015). Sadece 2010‟da, çalıĢmakta olan 19 tane kömürlü termik santralden kaynaklanan hava kirliliği 7900 erken ölüme yol açmıĢtır. Santrallerden kaynaklı hava kirliliğine maruz kalan insanların ömrü yaklaĢık 10 yıl kısaldığından, toplamda yaklaĢık 79 bin yaĢam yıl çalınmıĢ olmuĢtur. 2010 yılında Türkiye‟de kömürden kaynaklı ölümlerin, trafik kazalarında yaĢanan can kayıplarının neredeyse iki katı olduğunu gösteriyor.(Sessiz Katil, GREENPEACE-2014). Uçucu Küller Kömürlü termik santrallerde öğütülmüĢ kömürün yüksek sıcaklıklarda yakılması sonucu baca gazlarıyla sürüklenen çok ince parçacıklara "uçucu kül" denmektedir. Bu küller ve filtrelerde biriken tozların oluĢturduğu yığınlar, termik santralların yarattığı en önemli sorunlardan biridir. Eğer herhangi bir filtre kullanılmazsa 100 MW gücünde kömürle çalıĢan bir termik santralin yılda 5,660 ton kül açığa çıkarır. Toz ve kül tutmaya yarayan elektrostatik filtreler % 95 - 99 oranında iĢe yarasa da, bir termik santralin en sık arızalanan üniteleri elektrostatik filtreler olduğundan ve arıza süresince üretimin durdurulup durdurulmayacağı belirsiz olduğundan bu ünitelerin iĢlevselliği kuĢkuludur. Elektrostatik filtreler sadece SO2 ve PM‟nin yarattığı kirliliği önlemeye yöneliktir ve kömürle çalıĢan termik santralların diğer atıklarını (NOx, CO, O3gibi) filtre etmez. Türkiye deki termik santralde 2010 yılında 18,75 milyon ton atık oluĢturmuĢtur. Atık içindeki en büyük pay,% 98,7 ile zehirli mineral atıklardır. TÜĠK‟in resmi rakamlarına göre termik santrallerde oluĢan atığın ancak %65 kadarı kül barajlarında depolanırken geri kalanı rüzgâr ile uçuĢarak toprağa, suya ve gıda zinciri ile birlikte insan sağlığına zarar verir. Kütahya Seyit Ömer termik santralinden elde edilen uçucu külleri üzerine yapılan çalıĢmada; DüĢük dozlarda yapılan uçucu kül uygulaması bitkilerin geliĢimlerini önemli derecede artırmıĢ, uygulama dozlarının artmasıyla kuru ağırlık değerleri düĢmüĢtür. Baca külü uygulamasıyla bitkilerin K, Fe, Cu, Zn ve Mn içerikleri artmıĢtır(Erdal ve diğerleri 2012). Yatağan Termik Santralin çevresinde yapılan araĢtırmada uçucu külün dezavantajı, yeraltı 63 suyu kirlenmesi, bitkilerin ağır metal alımlarında artıĢ ve radyoaktif bulaĢma gösterilmiĢtir(Tuna ve Girgin 2005).Uçucu küllerdeki toz halindeki katı maddeler çökerek bitki stomalarını tıkar ve fotosentezi engeller. Uçucu külün kimyasal özellikleri toprakta elementel dengesizlik, toprağın sıkıĢması ve betonlaĢmaya yol açar. Toprakta sıkıĢma ve çimentolaĢma nedeni ile suyun süzülüĢ hızını ve kök büyümesini yavaĢlar. Asit Yağmurları Kömürlü termik santrallerin kömür kullanımı nedeniyle doğuracağı en temel ve doğrudan sorun asit yağmurlarıdır. Kömürün yanması sonucu oluĢan kirletici maddeler bacalardan çıktıktan sonra iki ile yedi gün havada asılı kalabildikleri gibi reaksiyonlara girebilir ve rüzgârlarla yüzlerce kilometre uzağa taĢınabilirler. ÇeĢitli yanma olayları sonucu havaya karıĢan SO2, SO3, NOX gibi gazlar atmosferdeki su molekülleri ile birleĢerek sülfürüz asit, sülfürik asit ve nitrik asit gibi asitleri oluĢtururlar. Bu asitleri içeren ve yeryüzüne inen yağıĢlara asit yağmurları denir. Asit yağmurları, toprağın kimyasal ve biyolojik özelliklerini etkilemektedir. Atmosferde biriken kükürt ve azot bileĢikleri yağıĢlarla toprağa geçerek toprak pH sının düĢmesine neden olmaktadırlar. Asit yağmurları baĢta pH olmak üzere su özelliklerini de etkilemektedir. Yerüstü ve yer altı sularında pH‟nın düĢmesi suların kullanım değerlerini, dolayısıyla sulardaki hayatı olumsuz yönde etkilemektedir. Asit yağmurları, toprakta ağır metallerin konsantrasyonunu arttırır. Artan ağır metal konsantrasyonu bitkilere toksitite etkisi yapar. Ağır metal toksititesi, bitkiler için kurak mevsimlerde daha etkilidir. Çünkü kurak mevsimlerde suyun buharlaĢmasına bağlı olarak toprakta ağır metal konsantrasyonu artmaktadır. Asit yağmurlarının bitkiler üzerine etkisi, ağır metallerin toksitite etkisi, toprakta besin elementleri dengesizliğine bağlı beslenme bozuklukları bitki yapraklarında asit yağmurlara bağlı yanmalar ve birikimler Ģeklinde görülmektedir. Asit yağmurları yaprakların stomalarından girerek yaprağın su dengesini sağlayan stoplazmanın asitleĢmesine neden olurlar. Ispanak gibi yaprağı yenilen sebzelerde SO2, yaprak yüzeyini plastik bir örtü halinde kapatır ve fotosentez faaliyetini engeller. Bunun sonucunda su kaybeden yaprak kısa sürede ölür. Ayrıca zamanla zayıflayan ve yaprak kaybeden ağacın üst kısımları seyrekleĢerek rüzgâr perdesi görevini yapamaz ve ağaç rüzgârdan devrilebilir. Böylece ağaçların yeĢil sürgünleri geliĢmeyip kurumakta, yaprakları dökülmekte, çiçek ve meyve vermemektedir. Asit yağmurları, toprağın kimyasal ve biyolojik özelliklerini etkilemektedir. Atmosferde biriken kükürt ve azot bileĢikleri yağıĢlarla toprağa geçerek toprak pH sının düĢmesine neden olmaktadırlar. DüĢük toprak pH‟sında Ca, Mg ve K gibi elementler yıkanarak topraktan uzaklaĢmaktadır. Toprak pH‟sı düĢtükçe topraktaki ağır metallerin (Fe, Mn, Zn, Cu, Al vs.) çözünürlükleri ve dolayısıyla toprak 64 çözeltisindeki Al, Fe ve Mn konsantrasyonu hızla artmaktadır. Bu unsurlar, toprağın verimliliğinin azalmasına dolayısıyla tarımsal üretimin düĢmesine sebep olmaktadır(Kant ve Kızıloğlu 2002). Genel Zararlar Kömürlü termik santrallerin zararları üzerine yapılan çalıĢmalarda Yatağan‟da kuruyan orman, sebze ve meyve bahçelerinin bozulması; Soma'da suların zehirlenmesi toprağın enerji sanayi tarafından kirletilmesinin en çarpıcı örnekleridir. Soma termik santralinin dört ünitesi, 78 km uzaktaki bitki türlerini öldürmüĢtür. Yatağan termik santralinin olumsuz etkilerinin 37 km. çapında bir alana yayıldığı 1986 yılındaki çalıĢmalarla tespit edilmiĢtir. Karbondioksit, kükürt ve azot bileĢikleri içeren gazlar atmosfere yayılmakta ve yağıĢlarla tekrar toprağa dönmektedir. Bu ise toprağı zehirlemekte ve verimsizleĢtirmektedir. Sanayi atıkları ile akarsulara karıĢan organik ve inorganik maddelerle ağır metaller sulamayla birlikte toprağa geçmektedir. Bu elementler toprağın fiziksel ve kimyasal yapısını bozmakta bitkiler ve diğer canlılar yoluyla insan sağlığına zarar vermektedir.(Ceritli 1997) AfĢin Elbistan Termik Santrali çevresi hafriyat dökülmüĢ alanlarda toprak erozyonunu önlemek amacıyla çoğunluğu çam ve yalancı akasyanın oluĢturduğu 907 hektarlık alandaki fidanlarda kurumalar üzerine yapılan çalıĢmada; Toprak, kül-cüruf karıĢımından oluĢmakla, bu karıĢımın da yüksek miktarda Ni, Zn, Pb vs. gibi elementler kaydedilmiĢtir. Ayrıca kontrol arazilerle kıyaslandığında toprak sıcaklığının 1,5-1,7 ºC yüksek, nemliliğin ise % 5-7 oranında düĢük olduğu gözlenmiĢtir. Santral bacalarından çıkan emisyonların bileĢiminde CO2, NO ve SO2 içeren zehirli tozların bitki yapraklarında yanıklara neden olduğu, böyle yaprakların kuruyarak döküldüğü ve sonuçta ağaçların kuruduğu gözlenmiĢtir(Özcan ve diğerleri 2014). SONUÇ ve TARTIġMA Aktif durumdaki 38 kömürlü termik santrallerin asit yağmurları ve uçucu küller nedeniyle tarımsal üretimde oluĢturdukları zararları yapılan çalıĢmalar ile sabitlenmiĢtir. Genel zararlar; toprakta fiziksel ve kimyasal değiĢimler, toprakta betonlaĢma, tohum çimlenme gücü ve hızı, kök büyümesi, yetiĢtirilen bitkilerin zayıflayarak hastalık ve zararlılara karĢı dayanıksız hale gelmesi, topraktaki betonlaĢma nedeniyle toprak iĢlemenin zorlaĢması, sulama sularındaki fiziksel ve kimyasal değiĢikler, bitkilerde ağır metal birikimleri, bazı türlerin kaybolması ve besin zinciri ile ağır metallerin aktarılması Ģeklinde sıralanabilir. Yaprakları yenen veya çiçekçilik gibi 65 görünümün önemli olduğu üretimlerde direkt olarak satıĢı etkileyecek asit yağmuru kaynaklı lekelenmeler oluĢturmaktadır. Toprakta, havada ve sularda yaĢayan mikroorganizma faaliyetleri ve bu mikroorganizma türlerine oluĢturacağı zararlarda göz ardı edilmemelidir. Planlanan 80‟i aĢkın kömürlü termik santraller ise bu etkileri daha fazla arttıracaktır. Planlanan santrallerin tarım havzalarına yakınlığı da konuyu daha da ciddileĢtirip tarım politikalarını etkileyecek düzeydedir. Santrallerin kurulum aĢamasındaki çevresel etki değerlendirme raporları hazırlanırken bölge tarımı göz önüne alınmadan yapılmaktadır. Bu raporların Ziraat Mühendisi bilgisine sunulmadığını ve bu konuda herhangi bir dünya standart yönetmeliğimiz olmaması durumun kamusal sorunlarındandır. Tarım havzalarına yapılacak santraller için Ziraat Mühendisi onayı alınması hem ülke tarıma katkı sunacak hem de bu iĢ alanı Ziraat Mühendisleri için istihdam oluĢturacaktır. Tarım havzalarındaki santrallere çözüm bulanamaz ise; geçmiĢte kendi kendine yetebilen Ģimdilerde ise desteklemelerle ayakta duran ülke tarım ve hayvancılığını büyük sıkıntılar beklemektedir. KAYNAKLAR Ceritli, Ġ., (1997). Türkiye‟nin Toprak Sorunu. Ekoloji. Sayı: 22 Enerji Atlası(2016). Kömür ve Linyit Santralleri. http://www.enerjiatlasi.com/komur/ (EriĢim tarihi:26.03.2016) Erdal, Ġ., ve ark. (2012). Kireçli Bir Toprakta YetiĢtirilen Nohut ve Buğdayın GeliĢimi ve Mineral Beslenmesi Üzerine Termik Santral Uçucu Külünün Etkisi. Süleyman Demirel Üniversitesi Ziraat Fakültesi Dergisi 7 (2):65-72, 2012 ISSN 1304-9984, AraĢtırma Makalesi Greenpeace (2014). Sessiz Katil http://www.greenpeace.org/turkey/Global/turkey/image/2014/05/Sessiz%20 Katil%20Raporu.pdf (EriĢim tarihi:26.03.2016) HEAL(2016). Ġskenderun Körfezi‟nde Kömürden Elektrik Üretimi ve Sağlık.http://envhealth.org/IMG/pdf/heal_tr_iskenderunkorfezi_iletisimkiti_ sub2016_final.pdf (EriĢim tarihi:26.03.2016) HEAL(2015). Ödenmeyen Sağlık Faturası http://envhealth.org/IMG/pdf/03072015_heal_odenmeyensaglikfaturasi_tr_2015_final .pdf (EriĢim tarihi:26.03.2016) HEAL(2015). Türkiye'de Hava Kirliliği ve Sağlık. http://envhealth.org/IMG/pdf/150220_factsheet_air_and_health_turkey_tr_final.pdf (EriĢim tarihi:26.03.2016) 66 Kant, C., Kızıloğlı. T.,(2003) Asit Yağmurlarının Canlılar Üzerine Etkileri. Atatürk Üniv. Ziraat Fak. Derg.34 (2), 217-221, Kara Atlas(2016). Kara Atlas Harita. http://www.karaatlas.org/harita (EriĢim tarihi:26.03.2016) Özcan, Ġ., ve ark.,(2014) AfĢin-Elbistan Termik Santrali Çevresi Hafriyat Döküm Alanlarında Dikili Fidanların Kuruma Nedenleri Üzerine AraĢtırma. NevĢehir Bilim ve Teknoloji Dergisi Cilt 3(1) 8-16 Tuna, A.L., ve Girgin. A.R.,(2005). Mısırda (Zea mays L.) GeliĢme, Mineral Beslenme ve Ağır Metal Ġçeriği Üzerine Termik Santral Uçucu Küllerinin Etkisi. Ekoloji 14, 57: 7-15 No: 57, 2005 Yeryüzü Derneği(2016) Kömürün BaĢının Dertte Olduğu Gösteren 7 Küresel GeliĢme. http://www.yeryuzudernegi.org/haberdetay.php?id=254 (EriĢim tarihi:26.03.2016) 67 68 PESTĠSĠTLERĠN ĠNSAN VE ÇEVRE ÜZERĠNE ETKĠLERĠ Mert SAVCI Çukurova Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bitki Koruma Bölümü ÖZET Ġnsan yaĢamını kolaylaĢtırmak için üretilen birçok kimyasal, üretim aĢamasından tüketim aĢamasına kadar, insan sağlığı ve çevre açısından bir tehdit oluĢturmaktadır. Dünyadaki kimyasal sanayi üreticileri para kazanma içgüdüsüyle ve çoğunlukla insan sağlığı ve çevreye olan etkilerini ciddi boyutlarda araĢtırmadan her yıl binlerce kimyasal bileĢiği üretip piyasaya sürmektedir. Ġnsan yararına kullanılmakta olan kimyasallar ve özellikle tarımsal üretimde kullanılan pestisitler; kontrolsüz, bilinçsiz ve gereksiz yere kullanılmaları sonucunda bireyin yaĢamını ve yaĢadığı çevreyi çok ciddi anlamda tehdit eder konuma gelmiĢtir. Mevcut sorun, sadece ülkemizin bir sorunu olmayıp, küresel bir problem olarak karĢımıza çıkmaktadır. Kimyasallar insanlarda doğrudan veya dolaylı olarak, akut ve kronik zehirlenmelere yol açabilir. Tarımda kullanılan pestisitler, ayrıca kalıntılarıyla soframıza kadar sebze ve meyve olarak gelmekte, dolayısı ile kanser, karaciğer ve böbrek yetmezliği, genetik bozukluklar, üreme bozuklukları gibi pek çok hastalığa neden olabilmektedir. Bir zamanlar DDT‟nin anne sütünden bebeğe geçtiğini de unutmamak gerekir. Tarımsal alanlara, orman veya bahçelere uygulanan pestisitler havaya, su ve toprağa, oradan da bu ortamlarda yaĢayan diğer canlılara geçmekte ve ölmelerine sebep olmaktadır. Bu derleme, kimyasalların ve özellikle tarımsal alanlarda kullanılan pestisitlerin insan ve çevre sağlığına olan olumsuz etkilerini içermektedir. Anahtar Kelimeler: Kimyasallar, pestistler, insan ve çevre sağlığı 1.GĠRĠġ Tarımsal üretimde ürünlerin verim, kalite ve kantitesini koruyup arttırmak için modern tarım teknikleri ve girdilerin kullanılması gerekmektedir. Pestisitler de bu girdilerden biridir. Tarımsal ürünü hastalık, zararlı ve yabancı otların zararından koruyabilmek, kaliteli üretimi güvence altına alabilmek için kullanılan bir tarımsal mücadele Ģekli olup, 1940‟lı 69 yıllardan beri üretimi arttıran en önemli bileĢendir. Pestisitler, bazı durumlarda girdi maliyetlerinin yarısını bile geçebilmektedir. Kısa sürede etki göstermesi ve kullanımının kolay olması nedeniyle, pestisit kullanımı en çok tercih edilen mücadele Ģeklidir. Hastalık, zararlı ve yabancı otlara karĢı mücadele yöntemleri arasında, % 95‟in üzerinde bir paya sahip olan kimyasal mücadele günümüzde de geçerliliğini korumaktadır. Pestisitlerin kullanılmadığı durumlarda ürünlerde %60 lara ve hatta %100 lere varan oranlarda kalite ve verim düĢüklüğü olduğu bilinmektedir(Turabi ve ark., 2007). Bu nedenle, ürün kaybına sebep olan zararlı organizmaları kontrol etmek amacıyla tüm dünya ülkelerinde olduğu gibi, ülkemizde de bitki koruma ürünlerinin kullanılması kaçınılmazdır. Bugün dünyada pestisitlerin üretimini yapan birçok firma vardır. Bu firmaların çoğu patent koruması kalkmıĢ olan maddeleri üretmektedir. Çok azı yeni sentez çalıĢmaları yapmakta olup, aktif maddeler geliĢtirmek için binlerce sentez yapıp piyasaya sürmektedir. Pestisitler doğrudan hedefe etki etmedikleri, çevreye yayıldıkları, doğada kalıntı oluĢturdukları ve yok olmadıkları için hedef organizma dıĢındaki organizmalar üzerinde de etkili olabiliyor. Yapılan araĢtırmalara göre pestisitlerin sadece % 0.015-% 6.0‟ sı hedef alınan canlı üzerine ulaĢmakta ve yeterli etki alınmakta, geri kalan % 94-99.9‟luk kısım ise hedef olmayan organizmalara ve toprağa ulaĢmakta ya da çevredeki doğal ekosistemlere sürüklenme ve akıntı nedeniyle kimyasal kirleticiler olarak bilinmektedir. Tarımsal ilaçların kullanımı bir taraftan tarımsal üretimi artırırken diğer taraftan bilinçsiz ve hatalı kullanım sonucu doğrudan ya da dolaylı yollardan insan ve çevre sağlığı problemlerini de beraberinde getirirler. Pestisitler tavsiye edilen dozların üzerinde kullanıldıklarında, gereğinden fazla sayıda ilaçlama yapıldığında, gerekmediği halde birden fazla ilaç karıĢtırılarak kullanıldığında veya son ilaçlama ile hasat dönemi arasında bırakılması gereken süreye riayet edilmediği durumlarda zararlı olurlar. Ġnsanlarda akut(Âni; baĢ dönmesi, mide bulantısı, nefes darlığı) veya kronik(uzun süreli; vücut yağlarında birikerek, kanser, beyin ve sinir hastalıkları, deri ve cilt rahatsızlıkları) etkilere neden olabilirler. Hatta ölmelerine sebep de olabilirler. Diğer canlılara da etkisi bu Ģekildedir. Havada sürüklenip baĢka alanlara taĢınabilir, sıcaklıkla buharlaĢıp atmosfere yayılabilir, hava kirliliğine neden olabilir, taban suyuna karıĢıp deniz, göl, ırmaklara dökülebilir, toprakta yaĢayan mikroorganizların ölmesine dolayısı ile toprağın da verimsizleĢmesine sebep olabilirler. Pestisit kullanmanın 70 tartıĢılmaz faydalarına rağmen, özellikle gıdalar vasıtasıyla insan vücudunda akümüle olması ve çevre kirliliği üzerine olumsuz etkisi bu bileĢiklerin zararları konusunda insanoğlunu gün geçtikçe daha fazla endiĢeye götürmektedir. 2. PESTĠSĠT NEDĠR? Pestisit, “pest” zararlı “cid” öldürücü yani zararlı öldüren madde anlamına gelmektedir. Dolayısıyla sadece sentetik kimyasallar değil bazı bitkisel kökenli hatta mikroorganizma kökenli preparatlar dâhil pek çok madde tarımda zararlı organizmaları öldürmek veya zararlarını engellenmek amacıyla pestisit adı altında ruhsatlandırılmakta ve kullanılmaktadır. Pestisit, herhangi bir istenmeyen canlının (pest) yayılmasını engelleyen, uzaklaĢtıran ya da ondan koruyan her türlü bileĢik ya da bileĢiklerin karıĢımıdır. 2.1 Pestisitlerin Sınıflandırılması Pestisitler pek çok Ģekilde sınıflandırılırlar, en çok kullanılan sınıflandırma Ģekilleri ise kullanıldıkları zararlı gruplarına göre yapılan sınıflandırmadır. 3. DÜNYADA VE TÜRKĠYEDE PESTĠSĠT KULLANIMI 3.1 Dünya’da Pestisit Kullanımı Dünyada tarım ilacı üretimi 3 milyon ton, yıllık satıĢ tutarı ise 25-30 milyar $ arasında değiĢmektedir. Dünya pestisit pazarında tonaj olarak her yıl % 1 civarında bir büyüme beklenmektedir. GeliĢmiĢ ülkelerde pestisit kullanımı çok fazladır(Tiryaki ve ark., 2010). 71 %2 Afrika %12 Japonya %13 Latin Amerika %30 Kuzey Amerika %16 Asya %2 Doğu Avrupa %25 Batı Avrupa ġekil 2. Dünya Ülkeleri‟nin Pestisit Kullanım Oranları Herbisitler tarım ilaçları içinde % 47'lik bir payla birinci sırayı almaktadır. Bunu % 29 ile insektisitler izlemekte, fungisitlerin ise % 19'luk bir payı bulunmaktadır. Herbisitler ve insektisitler, kullanımın % 70'den fazla bir bölümünü kapsamaktadır. Diğer pestisit grupları ise % 5'lik bir paya sahiptir. 5% 19% (%47) Herbisitler (%29)Ġnsektisitler 47% (%19)Fungusitler (% 5 )Diğer 29% ġekil 3. Dünya‟da Pestisit Kullanımı 3.2 Türkiye’de Pestisit Kullanımı Türkiye‟de tarım ilacı tüketimi ortalama 33.000 tondur. Bu miktarın % 47‟sini insektisitler, % 24‟ünü herbisitler, % 16‟sını fungisitler, % 13‟ ünü de diğer gruplar oluĢturmaktadır. Bu pestisitlerin yıllık satıĢ tutarı da 72 yaklaĢık 230-250 milyon dolardır. Türkiye‟de 2014 yılı sonu itibariyle 5239 adet ruhsatlı bitki koruma ürünü bulunmaktadır. Ülkemizde ruhsatlı etkili madde sayısı ise 902 adettir(GTHB, 2015) Ülkemizde tarım ilacı kullanımı daha çok polikültür tarımın yapıldığı Akdeniz ve Ege bölgelerinde yoğunlaĢmaktadır. Özellikle Adana, Mersin, Antalya illerinde yıllık pestisit kullanım miktarı, ülkenin %40 ına ulaĢmaktadır. Ege bölgesinde ise Ġzmir en fazla kullanım ile bölgede birinci sırada yer almaktadır. Pestisit kullanımına ürün bazında bakıldığına %40 Pamuk ve hububat, %27 turunçgil ve üzümünde yer aldığı meyvelerde, %16 oranında sebzeler gelmektedir(Dağ, S., et. al., 2000). 13% (%47)Ġnsektisitler 16% 47% (%24)Herbisitler (%16)Fungusitler (%13)Diğer 24% ġekil 4. Türkiye'de Pestisit Kullanımı 4. PESTĠSĠTLERĠN ĠNSAN VE ÇEVRE ÜZERĠNE ETKĠLERĠ 4.1 Pestisitlerin Ġnsan Üzerine Etkileri Dünya sağlık örgütünün (WHO) 1995 yılında yayınlanan raporuna göre, her yıl dünyada kabaca 1 milyon insan pestisit sebebiyle zehirlenmekte, 20.000 kadarı da ölmektedir(Tok, 1997) Pestisitlerle insanların teması, ilaç üretimi, taĢıma, depolama, kullanma ve ilaç kalıntısı içeren ürünlerin tüketimi sırasında olmaktadır. Bu etkileĢim sonunda insan vücuduna girmeleri ise ağız, deri ve solunum yoluyla olmaktadır. Pestisitlerin yanı sıra, parçalanma ürünleri olan metabolitleri de insanlara zehir etkili olabilmektedir. Bu maddelerin bir kısmı birikime uğradığı, bir kısmı da birikmediği halde sinir hücrelerinde tahribat yaptığı için tehlikeli 73 sonuçlar doğurabilmektedir(Zeren ve ark,. 1989) Pestisitlerin çoğu kanserojenik, mutajenik, alerjik, irritasyon bir baĢka deyiĢle tahriĢ edici etkiler gösterebilir.(Kaygısız, 2003) DDT Nedir? Ġlk defa 1847'de Alman kimyageri Othmar Zeidler tarafından bulunan DDT‟ nin, kimyadaki adı dicloro–diphenyl-trichloroethane‟ dır. Suda eriyen, toz haline gelebilen, renksiz ve kokusuz bir maddedir. Üstün nitelikle bir böcek öldürücü (insektisit) olduğu 1939‟da Ġsviçreli Paul Müller tarafından belirlenmiĢ ve kendisine 1948‟de Nobel Tıp Bilim Ödülü kazandırmıĢtır. II. Dünya SavaĢı‟nın sonrasında sivrisinek, sıtma, bit, pire ve birçok böcek kökenli hastalığın tedavisinde kullanılmıĢtır. Uzun yıllar tarımsal savaĢımda kullanılan DDT‟nin böceklere etkisi değme ve mide yoluyladır. Tesiri yavaĢ yavaĢ fakat kesindir. 75 kg‟lık bir insanı 37 gram veya yağda erimiĢ olarak 15 gram DDT öldürmeye yeter(Sessiz Bahar, Recheal Carson). DDT, kullandıktan sonra bozulmayıp çevrede, toprakta ve hatta hayvanların bünyesinde birikir. Birçok ülkede yapılan araĢtırmalarda insanların vücut yağında da (gıdalardan alınan) sanılandan çok fazla DDT kalıntısının bulunduğu görülmüĢtür. Ayrıca anne sütünden bebeğe geçtiği bile bilinmektedir. Balıklar ve kuĢlar için çok öldürücü olduğu anlaĢıldı. KuĢların yumurtalarının kabuklarını zayıflattığı ve üremelerini sonuçsuz bıraktığı için az kalan birçok türün soyunun tükenmesine yol açacaktı. 1970'li yıllarda ABD ve Avrupa'da yasaklandı. DDT'nin zararlı olduğu Rachel Carson tarafından bulunmuĢtur. DDT kullanıldığı zamanlar canlıların (insanlar, hayvanlar, bitkiler ve diğer canlılar) büyük bir bölümü hasar görmüĢtür. DDT çok etkileyici bir ilaçtır ve bütün canlıları öldürebilecek bir etkisi vardır. Bu yüzden kullanımdan kalkmıĢtır. Ayrıca Türkiye'de de yasaklanmıĢtır.(Recheal Carson, Sessiz Bahar) 4.2 Pestisitlerin Çevre Üzerine Etkileri Arılara Etkisi Gerek ülkemizde ve gerekse dünyada bal arıları pestisitlerden etkilenen en önemli böcek türlerini oluĢturmakta, her yıl binlerce kovan zarara uğramaktadır. Arı olmazsa tarım da olmaz. Arılara değme yoluyla, küçük zerrelerin oluĢturduğu sis tabakalarıyla ve vücutlarında birikerek kalıntı yoluyla ölmelerine sebep olmaktadır. 74 Toprak Solucanlarına Etkisi Toprak faunasını oluĢturan organizmalardan biri olan toprak solucanları toprağın fiziksel özelliklerini düzeltir, toprakta organik madde ayrıĢmasına ve humus oluĢmasına hizmet eder, toprağı havalandırır. Toprak solucanlarının ilaç uygulamalarına maruz kalması esas olarak toprak gözeneklerinde bulunan ilaçla bulaĢık su vasıtasıyla olmaktadır. Pestisitlerin baĢka olumsuz etkisi olarak toprak solucanlarının vucütlarında birikerek ölmelerine, ardıç kuĢlarının daha çok zehirli toprak solucanı tüketerek zehirlenmesine ve doğal beslenme zincirine etkisi olabilmesi tahmin edilmektedir. KuĢlar Ve Yaban Hayvanlarına Olan Etkileri KuĢ ve yaban hayvanları üzerinde biriken pestisit kalıntıları, kalıntı miktarın bağlı olarak öldürücü olabileceği gibi üreme organları ve diğer organlara zarar verebilmekte ve organların fonksiyonunu veya üreme potansiyelini azaltmaktadır. Birçok pestisitin kuĢlarda kanser, erkek hayvanların diĢileĢmesi, gagalarının deforme olması ve tiroit bezlerinin büyümesi gibi olumsuz etkilerinin görülmesinden dolayı günümüzde pestisitler endokrin sistem bozucu olarak da tanımlanmaktadırlar(Yücel Ü., 2004). Doğal DüĢmanlara Olan Etkisi Bir ekosisteme pestisit uygulandığında, pestisit sadece zararlıları değil, ekosistemdeki zararlıların popülasyonlarını kısmen baskı altında tutan faydalıları doğrudan ve dolaylı etkileyebilmektedir. Böylece doğal denge bozulmakta, tür çeĢitliliği azalmakta ve daha önceden problem olmayan yeni bazı zararlılar ortaya çıkabilmektedir. Bu durumda yeni zararlılara karĢı ek ilaçlamalar yapma zorunluluğu ortaya çıkmaktadır. Pestisitlerin Havaya, Suya ve Toprağa Etkileri Toprağa karıĢan pestisitler, yağmur suları veya sulama sularıyla, toprak içinde aĢağı doğru taĢınarak taban suyu veya diğer su kaynaklarına karıĢabilirler. Yapılan araĢtırmalarda ülkemizdeki yer altı sularında pestisit kalıntılarına rastlanılmıĢtır(Turgut ve ark,. 2009). Ayrıca toprak içerisine geçen pestisitler, kapiller su aracılığı ile tekrar toprak yüzeyine taĢınabilir, buradan da buharlaĢarak atmosfere karıĢabilmektedir. BuharlaĢmanın çok olduğu yerlerde pestisitlerin %70 inin buharlaĢtığı, sonucunda hava kirliliği ve yağıĢlarla gelen kirliliğin sebebi olduğu bilinmektedir(Turgut ve ark., 2007) Topraktaki mikroorganizmaları yok ederek toprağın verimsizleĢmesine sebep olabilirler(Barlas, 2007). Yapılan araĢtırmalarda 75 bazı herbisitlerin toprağı kullanılmaz kanıtlanmıĢtır.(KıĢlalıoğlu ve ark., 1985) hale getirdiği 5. SONUÇ Her yıl pestisit firmaları binlerce kimyasal maddeyi piyasaya sürmektedir. Bunların çoğunluğu üretilirken ve ruhsatlandırılırken toksikolojik ve çevresel risk kontrollerine dikkat edilmemekte ve çevreye etki kontrolleri maliyetli olduğundan çok az yapılmaktadır. Herhangi bir hasta olan bir insan reçete almadan eczaneden ilaç alamadığını düĢünürsek, zirai ilaç bayilerinden herhangi bir ilacı kolayca alabilmekteyiz. Çoğu insan pestisitlerin etkilerini hâlen bilmemektedir. Pestisitleri normal bir deterjan gibi görüp kullanmaktadır. Bilindiği üzere geliĢmiĢ ülkelerin pestisit kullanımları, geliĢmemiĢ ve geliĢmekte olan ülkelere nazaran kat kat daha fazladır. Ancak pestisit etkileri geliĢmemiĢ ve geliĢmekte olan ülkerde daha çoktur. Demek ki bazı ülkelerde pestisitlerin kullanım sırasında ve daha sonrasında çıkan problemleri aĢılamamıĢ durumdadır. Ne yazıktır ki ülkemizde Ģimdilik bu tip ülkeler arasında yer almakta. Pestisitlerin etkileri tahmin edilemeyecek kadar çoktur. Bazı Ģeyleri yasalar koyarak kontrol altına almak o kadar da kolay değildir. Yasal düzenlemelere eğitimin de eklenmesi gerekmektedir. Üzerinde yaĢadığımız Dünya‟yı insan ve çevre açısından düĢürsek doğanın dengesini altüst etmek ve insan dıĢındaki canlıların doğru ve dolaylı olarak yok edilmesi, besin zincirinin yok olmasına sebep olabilir. Bu da besin zincirinin belki de en üst noktasındaki insanoğlunun sonunu getirebilir. Kimyasalları doğru zamanda, doğru dozda, bilinçli kullanmak ve çevreye verdiği zararı kontrol altında tutmak gereklidir. Bilindiği üzere Kimyasallar masum değildir… KAYNAKÇA 1. Turabi, M.S., Bitki Koruma Ürünlerinin Ruhsatlandırılması. Tarım Ġlaçları Kongre ve Sergisi, TMMOB Zir. Müh Odası ve TMMOB Kimya Müh Odası, Bildiriler Kitabı, s:50-61, 25-26 Ekim 2007. 2. Tiryaki ve ark., 2010 Erciyes Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü Dergisi 26(2): 154-169 (2010). 3. Dağ, S., et. al., Türkiye' de Tarım Ġlaçları Endüstrisi ve Geleceği, V. Türkiye Ziraat Mühendisliği Teknik Kongresi Bildirileri 2. Cilt, TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası, Ankara, s. 933-958, 17-21 Ocak 2000. 76 4. Gıda Tarım Hayvancılık bakanlığı Websitesi (GTHB 2015). “Türkiye‟de Pestisit Kullanımı“ http://www.tarim.gov.tr/. (EriĢim Tarihi 2015) 5. Tok, H.H., 1997, Çevre Kirliliği. Trakya Üniversitesi, Tekirdağ Ziraat Fakültesi, Toprak Bölümü,29. 6. Zeren, O.M., YaĢarbaĢ, M. 1989. Tarım Ġlaçlarının Ġnsan Sağlığı üzerindeki Etkisi. II. Ulusal Ergonomi Kongresi. 268-277 s. 7. Recheal Carson, Sessiz Bahar kitabı 2002 8. Yücel,Ü. 2004 “Pestisitlerin Ġnsan Ve Çevre Üzerine Etkileri” Ankara Nükleer AraĢtırma ve Eğitim Merkezi, Nükleer Kimya Bölümü http://www.zmo.org.tr/resimler/ekler/afd8346a677af9d_ek.doc?tipi=40. (EriĢim: 27.02.16) 9. Turgut, Cafer, Cengiz Gokbulut, and Teresa J. Cutright. "Contents and sources of DDT impurities in dicofol formulations in Turkey." Environmental Science and Pollution Research 16.2 (2009): 214217. 10. Turgut C, Örnek H, AteĢ D, „‟Tarım Ġlaçlarının Çevreye KarıĢma Yolları ve Çevresel Riskleri‟‟ Tarım Ġlaçları Kongre ve Sergisi, TMMOB Zir. Müh Odası ve TMMOB Kimya Müh Odası, Bildiriler Kitabı, s:245-25, 25-26 Ekim 2007. 11. Barlas N,. „‟ Tarım ilaçlarının Çevreye Olan Etkileri- Türkiye‟durum‟‟ Tarım Ġlaçları Kongre ve Sergisi, TMMOB Zir. Müh Odası ve TMMOB Kimya Müh Odası, Bildiriler Kitabı, s: 277-293, 25-26 Ekim 2007. 12. KıĢlalıoğlu, M., Berkes, F, Ekoloji ve Çevre Bilimleri, Türkiye Çevre Sorunları Vakfı, Kavaklıdere, Ankara 1985, 361 s. 13. Kaygısız, H., „‟Tarımda Ġlaçlı Mücadelenin Temel Prensipleri‟‟ Hasad Yayıncılık, Ġstanbul 2003. 77 78 INNOVATOR DAIRY PRODUCTS TECHNOLOGIES Mustafa ÖZ, Hamide Gül KAYNAK Çukurova Üniversitesi Ziraat Fakültesi Gıda Mühendisliği Bölümü ABSTRACT Dairy products are one of the most important foods in the world and In our rapidly developing global world , dairy products have unique part of life to require daily consumption. Day by day with the developing technology , innovative dairy products are arising such as Lactose-free milk, probiotic products , kefir etc INTRODUCTION In Turkey most common beverages are ; 1) Water 2)Tea 3)Milk 4)Coffe etc. Every people meet their water need. 2ndly, traditional Turkish beverage , Tea and 3rdly milk . There are many ways to consume beverages. For us ( food engineers) We should ask ourselves a few of the dozens of this questions 1)How can we innovate the beverages ? 2) how can we present the people those beverages ? today we will discuss about a few types of innovative dairy products. one of the main raw material about the dairy is MILK MAIN TITLE The fractionation of milk now is economically and technically feasible because of recent research advances.As we continue to explore this area , we're looking to discover new processing technologies and applications to expand its use . Research on the use of different processes and indigrients helped advance the manufacturing of popular products such as lactose-free milk, kefir , probiotic yoghurts etc. 79 LACTOSE-FREE MILK Regular milk contains the milk sugar lactase, while lactose-free milk does not. Lactase, an enzyme produced by the stomach, breaks down the milk sugar galactose so you can absorb it. People who have lactose intolerance, a lactase deficiency, have gastrointestinal symptoms when they consume dairy products containing lactose. Commercial milk producers add lactase to lactose-free milk so that you can drink it without experiencing gastrointestinal symptoms. For the food engineer , one of the work area is taking very important place for us such as probiotic microorganisms . Take a look and get answer these questions , 1)what is probiotics ? 2)why the probiotics are important for human health ? PROBIOTICS Probiotics are microorganisms that are believed to provide health benefits when consumed. Commonly claimed benefits of probiotics include the decrease of potentially pathogenic gastrointestinal microorganisms, the reduction of gastrointestinal discomfort, the strengthening of the immune system, the improvement of the skin's function, the improvement of bowel regularity, the strengthening of the resistance to cedar pollen allergens , the decrease in body pathogens the reduction of flatulence and bloating, the protection of DNA, the protection of proteins and lipids from oxidative damage , and the maintaining of individual intestinal microflora in subjects receiving antibiotic treatment. Among the main tasks of probiotics ; -to strengthen the immune system -to facilitate the digestion of food -vitamins to do synthesis -To protect the Intestinal wall it from harmful substances and reduce intestinal permeability -To prevent harmful substances into the bloodstream 80 -To prevent the chronic diseases -prevent cancer -Delaying Aging -Alleviate Depression -To alleviate the symptoms of autism -To prevent urinary tract infections -to treat constipation -to reduce the formation of kidney stones So how can we consume these probiotics microorganisms ? Probiotics are used by adding to various foods such as Milk , Yoghurt , Cheese , Ice cream , Kefir etc. KEFIR Kefir , Keefir or Kephir is a fermented milk drink made with kefir grains. it s prepared by inoculating cow , goat or sheep milk with kefir grains. Kefir Probiotics ; Several varieties of probiotic bacteria are found in kefir products such as Lactobacillus acidophilus, Bifidobacterium bifidum, Streptococcus thermophilus, Lactobacillus delbrueckii subsp. bulgaricus, Lactobacillus helveticus, Lactobacillus kefiranofaciens, Lactococcus lactis,. The significance of probiotic content to nutrition or health remains unproven. RESULTS We have many example about beverages which contain probiotics such as functional food. A functional food is a food given an additional function by adding new ingredients or more of existing ingredients. Functional food is a naturally or processed food that contains known biologically-active compounds which in defined quantitive and qualitive amounds provides a clinically proven and documented health benefit, 81 and an important source in the prevention, management and treatment of cronic diseases of the modern age. Day by day this research and innovations are still going and we have some responsible as a food engineer to carry this research on. Trust engineers, Stay healty . . ARTICLE Laboratory of Microbiology, Istituto Sperimentale Lattiero Caseario, Via A. Lombardo 11, 20075 Lodi, Italy International Journal of Food Microbiology Volume 81 , issue 1 , February 2003 Pages 1-10 Food Mıcrobıology Volume 19 , issue 5 , october 2002 , pages 537-544 82 SANAYĠYE YÖNELĠK BAHÇE BĠTKĠLERĠ TARIMI *Ali Mesut KARSLI, Ġlham MĠRZAYEV Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bahçe Bitkileri Bölümü ÖZET Anadoluda tarımın günümüzden 12 bin yıl önce baĢladığı ve tüm dünyaya yayıldığı arkeolojik kazılar sayesinde belirlenmiĢtir. Günümüzde artan nüfus ile birlikte besin ihtiyacı da artmaktadır. Bu yüksek besin ihtiyacını karĢılamakta insan gücünün yetersiz kaldığı durumlarda makineler görev almaktadır. GeliĢen teknoloji sayesinde daha küçük alanlarda daha yüksek verim elde etmek, ekim ve hasatta harcanan sürenin azalmasıyla ürün kaybının en aza indirgenmesi mümkündür. Bu sayede üretim kapasitesi de arttırılabilmektir. Tarımda elde edilen besin maddelerinin taze tüketim ihtiyacından fazlası sanayide ham madde olarak kullanılmaktadır. Hatta ham madde üretim amacıyla sanayiye yönelik tarım yapılmaktadır. Dünyada bir çok ülkede insanlar besin materyallerini ya çok dar zaman diliminde yetiĢtirebilmekte ya da hiç yetiĢtirememektedir. Bundan dolayı da insanlar besleneceği materyali daha uzun sürede bozulmadan kullanması için gıda sanayide iĢleyerek, o zaman dilimlerinde yetiĢtirerek taze olarak elde edemediği besinleri daha ileride rahatça karĢılayabilmeyi tercih etmektedir. Bu türlü geliĢmelerin olduğu günümüzde insanlar besinleri taze olarak elde edebildikleri dönemlerde bile alıĢkanlık haline getirerek iĢlenmiĢ gıdaları tercih etme yoluna gitmektedirler. ĠĢte bu iĢlenmiĢ gıdalar arasında da bahçe bitkileri türleri, özellikle meyve ve sebzeler önemli bir yer edinmiĢ durumdadır. Bu nedenledir ki insanlardan gelen talep doğrultusunda sürekli geliĢen sanayiye yönelik bahçe bitkileri tarımı yenilikler ve büyük yatırımlar ile her geçen gün büyük geliĢme göstermektedir. Anahtar Kelimeler: Sanayi, bahçe bitkileri, işlenmiş gıda, meyve, sebze 1.GĠRĠġ Dünya nüfusundaki hızlı artıĢ, beslenme ve gıda yetersizliği sorunlarını beraberinde getirmektedir. Bu sorunların çözümü için üretim artıĢı, kalitenin yükseltilmesi, çevre ve tüketici sağlığına uygun ürün üretimi ile birlikte, üretim ve tüketim aĢamalarında ürün ve kalite kayıplarının en aza 83 indirilmesine yönelik çalıĢmalar yapılmaktadır. Sebze ve meyvelerin olgunlaĢması ve hasadı belirli bir mevsimde olmaktadır. Buna karĢın bu ürünlere yıl boyunca gereksinim duyulmaktadır. Sebzeler ve meyveler insan beslenmesinde önemli bir yere sahiptir. Ġnsanlar, çeĢitli sebzelerden bütün yıl boyunca faydalanabilmek için bir taraftan taze olarak tükettikleri gibi, diğer taraftan tazesini bulamadıkları zamanlarda farklı Ģekillerde (kuru, konserve, reçel, turĢu, salça v.b.) faydalanabilmenin yollarını bulmuĢlardır. Bugün birçok ülkede sebze ve meyvelerin endüstride değerlendirilip pazarlarda geniĢ ölçüde yer aldığı görülmektedir. Ayrıca sanayide iĢlenerek tüketime sunulan gıda ürünleri daha çok katma değer sağlayarak ekonomik kalkınmaya yardımcı olmaktadır. 2. GÜNÜMÜZ SANAYĠ SEBZECĠLĠĞĠ VE MEYVECĠLĠĞĠ 2.1 SANAYĠYE YÖNELĠK SEBZECĠLĠK Sebzelerin, içerdikleri vitamin, karbonhidrat, yağ, protein ve mineral zenginliği açısından insan beslenmesindeki öneminin keĢfi ile birlikte bu ürünlere sofralarda daha çok yer verilmeye baĢlanmıĢtır. Ġnsanlar mevsiminde ürettikleri sebzelerden tüm yıl boyunca faydalanabilmek için kendi imkânlarıyla değerlendirerek muhafaza etmektedir. Son yüzyılda gıda endüstrisi de sebzelerin muhafaza edilmesinde daha sağlığa uygun Ģartlarda insanlara hizmet vermektedir. Bugün birçok ülkede senenin her gününde piyasada taze sebze yanında sebzelerin endüstride farklı Ģekillerde değerlendirilip pazarlarda geniĢ ölçüde yer aldığı görülmektedir. 2.1.1 Sebzelerin Sanayide ĠĢlenme ġekilleri Günümüz gıda sanayisi çok sayıda kültüre alınmıĢ sebzeleri; ısıl iĢlemlerden geçirilerek piĢmiĢ veya piĢirilmeye hazır konserveler halinde iĢlemektedir. Kurutarak saklama en eski muhafaza yöntemlerindendir. Günümüzde kurutma tabii, yapay ve liyofilizasyon olmak üzere üç Ģekilde yapılmaktadır ve sanayide en düĢük maliyetlerle çok kısa sürelerde kurutularak, sebze kurusu ve sebze tozu olarak evlerde ve endüstriyel mutfaklarda yerini almaktadır. DondurulmuĢ gıdaların endüstrideki taze tüketime en yakın olan ve en çok tercih edilen Ģekli ise derin dondurulmuĢ olanlarıdır. Son yıllarda endüstriyel mutfaklarda kullanımı artan ve market raflarında yer kazanan yıkanmıĢ, doğranmıĢ veya birkaç ürünle karıĢtırılmıĢ olarak endüstride iĢlenerek yemeğe hazır ürün kategorisinde ambalajlı ürün olarak tüketime sunulmaktadır. Ülkemizde talebin düĢük olmasına rağmen gıda sanayisinde değerlendirilen ve katma değeri olan iĢlenmiĢ sebze suları da pazar değerini korumaktadır. Sebzeler bütün veya doğranmıĢ bir halde salamura edilerek sanayide ve ev koĢullarında iĢlenerek uzun süre muhafaza 84 edilir, yüksek talep ve katma değere sahiptir, ayrıca kırmızı pancarın renk verme özelliği ve dereotunun ise aroma özellikleri kullanılarak olarak turĢu endüstrisinde yerini almaktadır. Nane ise aroması ve yağı ile bir çok endüstride kullanılmaktadır. Üretilen domates ve biberin büyük bir kısmı salça olarak iĢlenir. Katma değeri yüksek olan salça dünya pazarına ihraç ettiğimiz baĢlıca iĢlenmiĢ gıdalardan biridir. Ev koĢullarındaki üretimi günler sürerken, günümüz teknolojisinde salça endüstrisine giren yıkanmıĢ domatesler 15 dakika içinde sistemden salça olarak çıkmakta ve ambalajlanmaktadır. Sebzeler günümüz sanayisinde çoğunlukla bu yöntemler kullanılarak muhafaza edilmekte, besin değerlerinin bir kısmı veya tamamına yakını korunarak mevsiminde ve mevsim dıĢında tüketilebilmektedir. Sebzelerin tamamı sanayide iĢlenebilme potansiyeline sahiptir. Ancak pazar talebi doğrultusunda değerlendirilme Ģekilleri belirlenmektedir. Sebzelerin değerlendirilme Ģekilleri çizelge 2.1 de verilmiĢtir. TAZE BÖRÜLCE TAZE FASULYE MARUL NANE DEREOTU KAVUN KARPUZ ġALGAM HIYAR LAHANA K. PANCAR HAVUÇ ENGĠNAR BAMYA MANTAR KABAK PATLICAN ** BĠBER KONSERVE * * * * * ** ** * ** ** SEBZE SUYU * * ** ** ** TOZ * * * KURUTULMUġ * * ** * * * TURġU * * * * ** ** ** ** ** DONDURULARAK * * * * * * * * * * * * * SALÇA ** ** AROMA VE YAĞ * ** YEMEĞE HAZIR * * ** * * * * * ** * * ÇEREZ ** *Sebzelerin sanayideki değerlendirilme Ģekilleri **Sebzelerin en çok tercih edilen iĢlenme Ģekli DOMATES TAZE BEZELYE Çizelge 2.1 Bazı sebze türlerinin sanayideki iĢlenme ve değerlendirilme Ģekilleri. * * 2.1.2 Türkiye’de Son 10 Yıldaki Sebze Üretim Miktarlarının KarĢılaĢtırılması Toplam domates üretimi son 10 yılda 1,25 kat artarak 12.615.000 tona, endüstride salçalık olarak değerlendirilen domates üretimi ise 1,49 kat artarak 4.445.000 tona yükselmiĢtir. Biber salçası olarak değerlendirmek üzere yetiĢtirilen kapya üretimi ise 1,28 kat artarak 879.775 tona yükselmiĢtir. Toplam hıyar üretimi 1.07 kat artarak 1 822 636 tona, turĢuluk olarak yetiĢtirilen hıyar üretimi ise 1.04 kat artarak 135.335 tona çıkmıĢtır. 85 Çerez endüstrisine yönelik yetiĢtirilen kabak üretimi 3.61 kat artarak 41.612 tona yükselmiĢtir. YetiĢtirilen sebzelerin neredeyse tümü sanayide iĢlenmesine rağmen, domates, biber, hıyar ve çekirdeklik kabak dıĢındaki sebzelerin sanayi kullanıma yönelik resmi istatistikler henüz yayınlanmamıĢtır. (TÜĠK 2016) 2.2. SANAYĠYE YÖNELĠK MEYVECĠLĠK Meyveler, içerdikleri yüksek vitamin değerleri sayesinde sağlıklı beslenmede son derece önemlidir. Ülkemizin tüm bölgelerinde farklı türler yetiĢtirilmektedir ve taze tüketimi ile birlikte sanayide bir çok Ģekilde iĢlenmektedir. ĠĢlenen ürünler gıda endüstrilerinde ve mutfaklarda yoğun olarak kullanılmaktadır. Türkiye, dünyanın en büyük kurutulmuĢ meyve üreticilerinin ve ihracatçılarının arasında yer almaktadır. Kuru meyveler içerisinde yer alan kuru üzüm, kuru kayısı ve kuru incir Türkiye‟nin geleneksel ihraç ürünlerindendir. Bu ürünler ihracatımızın baĢı çeken sektörlerinden biri durumundadır. 2.2.1 Meyvelerin Sanayide ĠĢlenme ve Değerlendirilme ġekilleri Tarihteki ürün depolama sürecine bakıldığında, büyük miktarda depolamaya izin veren kurutulmuĢ meyvelerin yüksek Ģeker içeriği nedeniyle uzun süre depolanması ve tatlarının yoğunlaĢtırılması sağlanmıĢtır. Meyve suyu fabrikaları üreticilerinden taze tüketim fazlası ürünleri satın alıp iĢleyerek tüm yıl boyunca tüketilmesini sağlarlar. Meyveler fermente edilerek sirke ve alkollü içecek olarak değerlendirilmiĢ ve depolanmıĢtır. Reçel ve marmelat gibi ürünlerde ise meyvelerin değerlendirilmesi ve korunmasındaki esas, Ģeker ilavesi ve ısıl iĢlemdir. Meyvelerin korunmasında ısının kullanılması 19. Yy teknolojisidir. Hızlı dondurma ve kuru buz tekniği ise 20. Yy teknolojisidir. Derin dondurma endüstrisi günümüzde oldukça yaygın olup, ürünleri taze haline en yakın Ģekilde muhafaza eden bir sistemdir. Özellikle taze olarak bir çok endüstriye hammadde olabilecek meyvelerin, ileride kullanılması amacıyla en çok baĢvurulan yöntemdir. Ayrıca derin dondurulan meyvelerin satıĢı da yapılmaktadır. Günümüzde yetiĢtiriciliği yapılan meyve grupları ve bu gruptaki baĢlıca meyve türleri ve temel iĢleme Ģekilleri Ģöyle açıklanabilir: YumuĢak Çekirdekli Meyveler: (Elma, Armut, Ayva) Sanayide çoğunlukla meyve suyu ve konserve olarak iĢlenir ve konserveleri pasta ve Ģekerleme endüstrisinde sıkça kullanılır. Ayrıca elma sirke endüstrisinde de iĢlenir. (çizelge 2.2) 86 Sert Çekirdekli Meyveler: (ġeftali, Kiraz, ViĢne, Kayısı, Erik, Zeytin) Sanayide Ģeftali, kayısı ve viĢne, meyve suyu endüstrisinde en çok iĢlenen meyvelerdendir ve konserve olarak değerlendirilebilir özellikle viĢne konservesi pasta ve Ģekerleme endüstrisinde sıkça kullanılır. Kiraz ve erik reçel ve konserve olarak değerlendirilebilir. Kayısı, kuru meyve olarak iĢlenerek tarım ekonomisine önemli bir katkı sağlar. Ülkemiz kuru kayısı ihracatında ilk sıradadır. Zeytin, yağ endüstrisinde iĢlenerek ve salamura edilerek tüketilir. Bu iĢlemler sırasında zarar gören ürünler ezme olarak değerlendirilerek tüketilir. Zeytin üretimi yüksek katma değeriyle tarım ekonomimiz için ciddi önem taĢımaktadır. (çizelge 2.2) Sert Kabuklu Meyveler: (Fındık, Ceviz, Kestane, Badem, Antepfıstığı) Pasta ve Ģekerleme endüstrisinde kuru meyve olarak en çok kullanılan meyvelerdir. Ayrıca yağ endüstrisinde iĢlenmektedir. Ülkemizde çerez olarak tüketimi de yaygındır. (çizelge 2.2) Çizelge 2.2 bazı meyve türleri ve sanayi alanındaki değerlendirilme Ģekilleri. YUMUġAK ÇEKĠRDEKLĠ KAYISI ZEYTĠN + + + + + + + + + + + + + + + + + ANTEP FISTIĞI VĠġNE + + + + + BADEM KĠRAZ + + + + + KESTANE ġEFTALĠ + + + + + CEVĠZ AYVA + + + + + FINDIK ARMUT SERT KABUKLU ELMA KONSERVE MEYVE SUYU REÇEL/MARMELAT KURUTULMUġ DONDURULARAK YAĞ ÇEREZ SERT ÇEKĠRDEKLĠ + + + + + + + + + + Üzümsü Meyveler: (Üzüm, Çilek, Dut, Yabanmersini, KuĢburnu, Ahududu, Böğürtlen) Genel olarak kuru meyve, reçel, konserve ve aroma olarak iĢlenir. Üzüm sofralık, kurutmalık ve Ģaraplık olmak üzere üç ana grupta yetiĢtirilir. Üzüm üretimimiz ülkemiz ekonomisinde önemli yer tutmaktadır ve Türkiye kuru üzüm ihracatında dünyada ilk sıradadır. Sultaniye Çekirdeksiz çeĢidi ege bölgesinde sanayiye yönelik olarak en çok yetiĢtirilen çeĢittir ve kuru üzüm olarak değerlendirilmektedir. Üzüm dünyada alkollü içki endüstrisinde yoğun olarak kullanılmaktadır ancak alkollü içki endüstrisine yönelik üretimimiz üzüm üreticisi ülkelerle rekabete girememiĢtir. Aynı zamanda üzüm, endüstride sirke, pekmez, pestil ve köfter olarak iĢlenmektedir. Ayrıca asma yaprakları salamura edilerek 87 değerlendirilmektedir. Pekmez endüstrisi için üzüm ile birlikte dut‟ta önemli bir yer tutmaktadır. Ahududu ve böğürtlen pasta ve Ģekerleme endüstrisinde kullanımı oldukça yaygındır.(çizelge 2.3) Turunçgiller: (Portakal, Mandarin, Limon, Bergamot, Altıntop) Portakal meyve suyu endüstrisinde yoğun olarak kullanılmaktadır ve tüketimi ülkemizde çok yaygındır. Portakal, mandarin ve limon aroma olarak içecek ve Ģekerleme endüstrisinde iĢlenir. Ayrıca limon sanayide kullanıma hazır sos olarak iĢlenir ve sofralarda sıkça kullanılır. Bergamot iĢlenerek aroma olarak kullanılmaktadır. Altıntop, taze olarak tüketilir, az da olsa meyve suyu endüstrisinde değerlendirilmesine rağmen ekonomik olarak sanayiye yönelik üretimi yapılmamaktadır. (çizelge 2.3) Akdeniz, Tropik ve Subtropik Meyveler: (Ġncir, Nar, Muz, Kivi) Ülkemizin kuru incir ihracatı dünyada ilk sıradadır. Reçel endüstrisinde en çok kullanılan meyvelerden biri olan incir ayrıca taze tüketimi olmayan erkek meyveler reçel olarak değerlendirilerek ekonomik değer kazanmaktadır. Nar, meyve suyu endüstrisinde iĢlenmektedir ayrıca nar ekĢisi sosu olarak iĢlenerek pazara sunulmakta ve Türk Mutfağı‟nda önemli yer tutmaktadır. Muz ve kivi pasta ve Ģekerleme endüstrisinde kullanılmaktadır. (çizelge 2.3) Çizelge 2.3 bazı meyve türleri ve sanayi alanındaki değerlendirilme Ģekilleri. PORTAKAL MANDARĠN LĠMON ĠNCĠR + + + + + + + + + + + + + + + + + + + + + + + + + + + + + + AVAKADO BÖĞÜRTLEN + NAR AHUDUDU + + + AKDENĠZ MEYVELERĠ KUġBURNU + + + + + TRUNÇGĠLLER YABAN MERSĠNĠ + + + + DUT ÇĠLEK KONSERVE MEYVE SUYU REÇEL/MARMELAT KURUTULMUġ DONDURULARAK YAĞ ÜZÜM ÜZÜMSÜ MEYVELER + + + + + 2.2.2 Türkiye’de Son 10 Yıldaki Meyve Üretim Miktarlarının KarĢılaĢtırılması Son 10 yılın üretim istatistikleri değerlendirildiğinde artıĢ ve azalmalar görülmektedir. Genel üzüm üretimi 0.95 kat düĢerek 3.850.000 tondan 3.650.000 tona gerilemiĢtir. Sofralık ve kurutmalık üretim 0.95 kat 88 düĢerken Ģaraplık üretim 0.94 kat düĢmüĢtür. Genel zeytin üretimine baktığımızda 1.42 kat arttığını ve 1.700.000 tona ulaĢmıĢtır. Sofralık zeytin üretimi son 10 yılda kayda değer bir artma ve azalma göstermemiĢtir, yağık zeytin üretimi 1.63 kat artarak 1.300.000 tona ulaĢmıĢtır.Portakal 1.26 kat, limon 1.25 kat, ceviz 1.27 kat, antep fıstığı 2.4 kat, badem 1.78 kat, fındık 1.22 kat, Ģeftali 1.26 kat artmıĢtır. (TÜĠK2016) 2.3 SANAYĠYE YÖNELĠK SEBZE VE MEYVE YETĠġTĠRĠCĠLĠĞĠNDE TÜRKĠYE’DE YAġANAN SORUNLAR Ülkemizde sanayiye yönelik bahçe bitkileri tarımında ürün yetiĢtirme, hasat ve ürün iĢleme aĢamalarında sorunlar yaĢanmaktadır; üretimde kullanılan tür ve çeĢitlerin sanayiye uyguluğunun belirlenmemiĢ olması, üretimde kullanılan tür ve çeĢitlerin sanayi üretimi bölgelerine adaptasyon özelliklerinin belirlenmemiĢ olması, yurt dıĢından ithal edilen yeni çeĢitlerin sanayi özelliklerinin belirlenmemiĢ olması, üreticilerin yeterli donanıma ulaĢamaması, üreticilere gereken desteğin verilmemesi, ürün alım piyasasının esnek olması, birim alan üretim girdilerinin yüksek olması, sözleĢmeli tarıma gereken önemin verilmemesi, hasat iĢlemlerinin uygun Ģekillerde ve zamanlarda yapılmaması, genel olarak iĢletmelerin ve bahçelerin küçük olmasından dolayı hasatta mekanizasyona geçilememesi, hasat edilen ürünün ambalajlamasının yetersiz olması ve iĢletmelere nakli sırasında ürünlerin zarar görmesi, bilinçsiz bir Ģekilde kullanılan tarım ilacı ve gübrelerin sebze ve meyvelerde oluĢturduğu kalıntı sanayiye yönelik üretimimizde yaĢanan temel sorunlardandır. 3. SONUÇ VE ÖNERĠLER Ülkemizde sanayi sektöründe kullanılan sebzelerin ve meyvelerin genel değerlendirilmesi yapıldığında sebze ve meyve taze tüketim yanında konserve, kurutulmuĢ, dondurulmuĢ, turĢu, reçel, hazır yemek ve salça gibi bir çok endüstride iĢlenmektedir. Ancak ürün yetiĢtirme, ana hasat ve ürün iĢleme aĢamalarında günümüzde halen önemli sorunlar yaĢanmaktadır. Bu sorunların hızla giderilmesi ile ürünlerin sanayide kullanım oranı arttırılır, ihracat miktarı yükseltilir. Böylece hem üretici hem de ülkemiz ekonomisi kazanacaktır. Sanayiye yönelik bahçe bitkileri üretiminde kaliteli ürün üretilmesi, iĢlenmesi ve ihracat yapılması için; tohumların ve yeni çeĢitlerin özellikleri ve sanayi bölgelerine uyumluluğunun belirlenmesi için araĢtırmalar yapılmalı, yerli tohum üretimi teĢvik edilmeli ve ıslah çalıĢmaları baĢlatılmalı, üretime ve gıda sanayisine devlet desteği verilmeli, ürün 89 girdilerinin birim fiyatının düĢürülmesi, sözleĢmeli tarıma gereken önemin verilmesi, ortak makine kullanın teĢvik edilmesi ana hedef olmalıdır. 4. KAYNAKLAR TÜĠK, 2015. Bitkisel Üretim http://www.tuik.gov.tr/PreTablo.do?alt_id=1001), Ġstatistikleri.( https://www.researchgate.net/profile/Ahmet_Balkaya3/publication/2721997 85_Sebze_retiminde_Deiimler/links/54df634c0cf2953c22b210f3 , Vural, H., D. EĢiyok ve Ġ. Duman(2000) KÜLTÜR SEBZELERĠ E.Ü. Basımevi EĢiyok, D. KIġLIK VE YAZLIK SEBZE YETĠġTĠRĠCĠLĠĞĠ 2012 Erkel, Ġ. KÜLTÜR MANTAR YETĠġTĠRĠCĠLĠĞĠ 2.BASKI sayfa(141-145), Akbulut, N., C. Karagözlü GIDA BĠLĠM VE TEKNOLOJĠSĠ sidas yayınevi 2. Baskı Gıda Bilim ve Teknolojisi dersi 2. Sınıf ders notları Doç. Dr. Cem Karagözlü Özçağıran, R., A. Ünal, E:. Özeker, M. Ġsfendiyaroğlu Ilıman iklim meyve türleri 2011 (cilt 1) Özçağıran, R., A. Ünal, E:. Özeker, M. Ġsfendiyaroğlu Ilıman iklim meyve türleri 2011 (cilt 2) Özçağıran, R., A. Ünal, E:. Özeker, M. Ġsfendiyaroğlu Ilıman iklim meyve türleri 2014 (cilt 3) Genel Meyvecilik 2. ve 3. Sınıf ders notları, Bayraktar, K., Sebze yetiĢtirme Bülbül, E., Her yönüyle Zeytincilik 2008 Türkiyede Üzümsü Meyvelerin Bugünkü Durumu ve Geleceği Prof Dr Sabit Ağaoğlu, Türkiyede zeytinciliğin genel durumu Dr. Ranan Tunalıoğlu, Tarım ve köyiĢleri bakanlığı yaygın çiftçi projesi “BAĞCILIK” , Gıda sanayindeki önde gelen endüstrilerin iĢlenmiĢ ürünleri dikkate alınmıĢtır, Bu bildiri, Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ġbrahim DUMAN tarafından incelenmiĢtir ve düzeltmeleri dikkate alınmıĢtır. 90 MĠKORĠZA UYGULAMALARININ BĠTKĠ HASTALIKLARIYLA MÜCADELEDE KULLANIM ALANLARI Çağan ÇAVDAROĞLU Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bitki Koruma Bölümü ÖZET Mikoriza, bazı bitkilerin kökleriyle ortak yaĢam iliĢkisi geliĢtirmiĢ olan mantarlara verilen isimdir. Bitkilerin büyük bir kısmında mikorizal funguslarla birliktelik mevcuttur. Mikorizal funguslar konukçu bitki köklerinin içinde ve dıĢında kurdukları iliĢkilerden dolayı ekolojik olarak büyük öneme sahiptirler. Mikoriza ile bitkiler arasındaki bu iliĢki karĢılıklı yararlanmaya dayalı bir ortaklıktır. Mikorizal funguslar, “Endomikoriza, Ektomikoriza, Erikoid, Monotropoid ve Orkide mikoriza” gibi baĢlıklar altında incelenebilir. Bu sınıflandırma konukçu bitki türlerine, toprak yapısına ve fiziksel çevreye bağlı olarak yapılır. Mikoriza tiplerinin dağılımı, yükseklik ve enlem farklılıkları ile azot ve fosfor bulunabilirliğine bağlıdır. Mikorizal funguslar bazı patojenleri baskı altında tutar. Bitkinin patojenlere karĢı savunulmasındaki mekanizmalar oluĢturulan mikro flora etkisi ve beslenme etkisidir. Fosfor ve diğer besin maddelerinin alınımının artırması bitkilerin patojenlere karĢı daha dayanıklı olmasını sağlamaktadır. Konukçuda, topraktan mineral maddelerin alınımına tepki olarak ortaya çıkan hücre zarı geçirgenliğinde ve kök hücrelerinin biyokimyasal yapısında değiĢimler kök salgılarının kalitesini, rizosfer toprağındaki mikroorganizmaların kompozisyonundaki çeĢitliliğini artırır. Bitki dokularındaki kimyasal bileĢiklerde bağlı olarak fizyolojik değiĢimler kök patojenleri üzerinde etkiler meydana getirmektedir. Mikorizal bitkilerdeki arginin ve antifungal kitinaz enziminin konsantrasyonlarının artıĢı patojenlerin sporulasyonunu engellemektedir. Anahtar Kelimeler: fungus, mikoriza, bitki korumada mikoriza 91 1. GĠRĠġ Mikoriza kelime anlamı olarak bitki kökleri ile toprak funguslarının ortak yaĢam biçimine denir. Bu tip ortak yaĢamda mantarlar bitkinin asalağı değil, destekçisi rolündedirler. Kelime olarak mantar-kök anlamına gelir. Bitkiler arasında mikorizal durum istisna değil, bir kuraldır. Mikorizal mantar bitki kökünün korteksine yerleĢtikten sonra korteks içine hiflerini salarak iç ortamın bir parçası olmaktadır. Ġçeride ve dıĢarıda hızla geliĢen hifler dıĢardan içeriye su ve mineral madde, içerden dıĢarıya da organik madde sağlamaktadırlar. Bu ortak yaĢam, doğası gereği çok aktif olup ekosistemde besin döngüsü ve bitki canlılığının devamını sağlamaktadır. Ektomikorizal funguslar bitki köklerini misel örtüsü ile sarar ve hücreler arasında yayılır, endomikorizalar ise kortikal hücreleri penetre eder. Erikoid, monotropoid ve orkidede bulunan mikorizal funguslar ise belirli konukçulara özelleĢmiĢlerdir ve isimlerini konukçularından almıĢlardır. Arbusküler mikorizal funguslar (AMF), mikorizal funguslar içinde en büyük grubu oluĢtururlar ve birçok kültür bitkisi ile ortak yaĢam içindedir. Yapılan çalıĢmalarla AM fungus üyesi yaklaĢık 150 fungal tür tanılanmıĢ ve yaklaĢık 200000 kadar türde aktif olduğu belirlenmiĢtir. (Yıldız, 2009) Bu tip ortak yaĢamda mantarlar bitkinin asalağı değil, destekçisi rolündedirler. Mikorizal mantar bitki köküne yerleĢtikten sonra iç ortamın bir parçası olmaktadır ve hifleri aracılığıyla dıĢardan içeriye su ve mineral madde, içerden dıĢarıya da organik madde sağlamaktadır. Konukçu bitki fungusa karbon kaynaklarını sunarken, fungus bitkinin topraktan su ve besin alımını artırır. Mikorizal faaliyet için çevresel ısı ve nem, havalanma, ıĢıktan korunma, organik madde varlığı gibi faktörler önemlidir. Mikorizal iliĢkide, fungus konakçı bitkinin köklerinde hücre içi ya da hücre dıĢı Ģeklinde koloniler kurarak yerleĢir. Bu iliĢki toprak ve toprak kimyasındaki önemli bileĢenlerdendir. Bu tür iliĢkiler genellikle mutualisttir ancak çok nadiren patojenik iliĢkiler de görülmektedir. Mikorizal funguslar, pek çok bitki türünün kökleri ile mutualist bir iliĢki içerisindedir. Ġncelenen bitki türlerinin %95‟inin kök sistemlerinde mikorizal iliĢkiye yatkın oldukları saptanmıĢtır. Yakın zamanda yürütülen çalıĢmalarda ise hücre dıĢında kolonileĢmiĢ mikorizal iliĢkilerin mutualist iliĢkiden daha karmaĢık olabileceği görülmüĢtür. Toprakta azot kıtlığının olduğu bazı durumlarda mikorizada depolanmıĢ azota rastlanmıĢtır. Bu mutualist iliĢki fungusa glikoz ve sakaroz gibi karbonhidrat kaynaklarına doğrudan ulaĢma imkanı vermektedir. Bu karbonhidratlar genellikle yapraklarda sentezlendikten sonra köklere iletilirler, burada da 92 funguslara geçiĢleri gerçekleĢir. Bunun karĢılığında ise bitkinin topraktan su ve mineral emilimindeki verimliliği artar. Bitki korumasında AM funguslar çeĢitli görevler alırlar. Bunlar geliĢmiĢ bitki beslenmesi, hasar giderilmesi, kolonileĢilecek alanlar için rekabet, kök sistemindeki değiĢiklikler, rizosfer mikrobiyal popülasyonlardaki değiĢiklikler, bitki savunma mekanizmasının aktifleĢtirilmesidir. Birkaç mekanizma çevresel koĢullara, etkileĢimin zamanlamasına ve etkileĢime dahil olan organizmalara göre aynı anda devrede olabilir. GeliĢmiĢ bitki beslenmesi mikoriza uyarılmıĢ dayanıklılığın ana mekanizması olsa da besin destek kontrollü çalıĢmalar mikorizal etkinin sadece fosfor alımındaki artıĢa bağlanamayacağını göstermektedir. Mikoriza ile iliĢkili bitki savunma bileĢenleri birikiminin olduğuna dair kanıtlar bulunmaktadır. Reaktif oksijen bileĢenleri, polipropanoid metabolizmasının aktivasyonu ve kitinaz ve glukanaz gibi hidrolitik enzimlerin birikimi mikorizal köklerde rapor edilmiĢtir. Buna karĢın, bu reaksiyonlar genellikle simbiyotik iliĢkinin olduğu yerlerde lokalize olmuĢtur. Bu özelliklerine ek olarak AM fungus barındıran bitkiler tarafından salgılanan uçucu bileĢiklerden oluĢan bir grup salgı yaprak biti parazitine karĢı savunma sağlamaktadır. Ancak belirtilen bileĢenlerin, salisilik asidin ya da koruyucu proteinlerin sistemsel dokularda birikimi rapor edilmemiĢtir (Pozo & AzconAguilar, 2007). Mikorizal funguslar bitkinin patojenlere karĢı savunulmasında mikroflora oluĢturma ve besin alımında rol oynar. Fosfor ve diğer besin maddelerinin alınımının artırması bitkilerin patojenlere karĢı daha dayanıklı olmasını sağlamaktadır. Rizosfer toprağındaki mikroorganizmaların kompozisyonundaki çeĢitliliğin artması patojenlere karĢı rekabet unsurunu oluĢturur. Bitki dokularındaki poliamin üretimi gibi kimyasal bileĢiklerin birikimine bağlı olarak fizyolojik değiĢimler kök patojenleri üzerinde etkiler meydana getirmektedir. 2. LĠTERATÜR TARAMASI Literatürde bu konuda 1980 yılından günümüze hazırlanan çok sayıda çalıĢma bulunmaktadır. Yapılan araĢtırmalarda araĢtırmacılar patojenin türüne, hedef aldığı organa ve mikorizal fungusların kullanım yöntemlerine odaklanmıĢlardır. 2.1. Toprak Altı Organları Hedef Alan Patojenlere Yönelik ÇalıĢmalar 1994 yılında yapılan çalıĢmada AM mikorizal fungusların bitkinin savunma reaksiyonlarını tetiklemesi araĢtırılmıĢtır. ÇalıĢmalar in vitro sistemlerde yürütülmüĢtür. Havuç kökleri Fusarium oxysporum sp. 93 chrysanthemi ile enfekte edilmiĢtir. Kök örneklerinin hücrebilimsel araĢtırma sonuçları, mikorizal ve mikorizal olmayan havuç köklerinin fungal patojenler ile karĢılaĢtıklarında bitki savunma reaksiyonlarında önemli değiĢiklikler yarattığını göstermektedir. Mikorizal olmayan köklerde dokunun büyük kısmında patojen fungus çoğalmak için uygun ortamı bulmuĢtur. Ġletim demetleri de buna dahildir. Öte yandan mikorizal kökler patojen fungus çoğalması epidermis ve dıĢ kabuk ile sınırlı kalmıĢtır. Mikorizal havuç köklerinde patojen çoğalmasına karĢı baskılama sağlayan etkenlerin hiflerdeki değiĢiklikler ve dokularda çeĢitli hücresel sentezlenen ürünlerin birikmesi olduğu sonucuna varılmıĢtır. Bu sonuca ulaĢılmasının sebebi ise mikorizal olmayan köklerde bu değiĢikliklerin ve birikmenin görülememesidir. Bu değiĢikliklerin sorumlusu direkt olarak mikorizal iliĢki olmasa da çeĢitli aĢamalarında rol aldığı düĢünülmektedir. Sonucunda bitki savunma sisteminin aktifleĢtirilerek patojen saldırılara karĢı güçlendirilmiĢ koruma sağlanmıĢtır. (Benhamou et al., 1994) 2012 yılında mikoriza uyarılmıĢ dayanıklılık ve bitki bağıĢıklığı üzerine yapılan bir çalıĢmada bitkilerin ve faydalı toprak mikroorganizmalarının simbiyotik birlikteliğinin bitkilere olan faydalarından bahsedilmektedir. AM fungusların köklerde kolonileĢmesi bitkinin biyotik ve abiyotik streslere karĢı daha dirençli olmasına katkıda bulunur. Bu birlikteliğin patojenlere, böcek ve parazitlere karĢı olumlu etkileri pek çok bitki türü için tanımlanmıĢtır. Bu koruma bitkinin besin alımının geliĢtirilmesi ve kolonileĢerek patojenlerle rekabet içerisinde olunması Ģeklinde gerçekleĢmektedir. Mikoriza oluĢumu sırasında bitkinin savunma karĢılıklarında modülasyon olur böylece iĢlevsel simbiyotik yaĢam seviyesine ulaĢılır. Bu uyarıların sonucunda bitkinin bağıĢıklık sistemi aĢırıya kaçmadan ancak etkin biçimde aktifleĢir. Bu aktifleĢme sadece yerel olarak değil tüm bitki genelinde sistematik Ģekilde gerçekleĢir. Bu aktifleĢme ise bitkinin her an patojen saldırılara karĢı hazır bulunmasını ve saldırı durumunda en hızlı karĢılığı vermesini sağlar. (Jung et al., 2012) 2.2. Toprak Üstü Organları Hedef Alan Patojenlere Yönelik ÇalıĢmalar 2013 yılında yayımlanan çalıĢmada ise bitkilerin AM funguslar ile enfekte edilerek savunma sistemlerinin geliĢtirilebileceğine vurgu yapılmıĢtır. Mikoriza ile uyarılmıĢ direncin (MIR) geniĢ bir yelpazedeki patojenlere karĢı sistemik koruma sağladığı belirtilmiĢtir. Bitki savunmasındaki mikorizal uyarıların mikoriza ile uyarılmıĢ direncin birincil sebebi olduğu konusundaki varsayım üzerinden çalıĢmalar sürdürülmüĢtür. (Cameron et al, 2013) 94 BaĢka bir çalıĢmada, domates yaprak patojeni olan Alternaria solani‟nin mikorizal ve mikorizal olmayan domateslerin yapraklarını incelemiĢtir. 2006 yılında yapılan bu çalıĢmada ise mikorizal olan domateslerin önemli seviyede daha az Alternaria solani semptomu gösterdiği belirlenmiĢtir. Buna karĢın topraktaki farklı fosfor seviyelerinde yetiĢtirilen domateslerde ne fosfor alımında ne de bitki büyümesinde bir farklılık gözlemlenmemiĢtir. (Fritz et al., 2006) Mikorizal funguslar ile bitkilerin birlikteliği fitoplazmalara karĢı da etkilidir. 2002 yılında yapılan çalıĢmada AM fungusları tarafından kolonize edilen domates bitkilerinde Stolbur grubundan bir fitoplazma semptomlarının daha az Ģiddetli görüldüğü not edilmiĢtir. AM fungusların bulunduğu bitkilerde filiz uzunluğu, kök ağırlığı, internodül uzunluğu, yaprak sayısı ve kök çapı gibi morfolojik parametreler sağlıklı bitkilerde olan değerlere yakın olduğu görülmüĢtür. (Lingua et al., 2002) Egzojen poliamin uygulaması yapraktaki fitoplazma hücrelerine yöneliktir. Poliaminler ve etilenin öncülleri ortaktır ve AM fungusların da bazı hormonların üretiminde etkili oldukları bilinmektedir. Buradan yola çıkarak fitohormonların fitoplazmaların bozulmasında ve mikorizal bitkilerin enfeksiyonlara karĢı direncinde rol alıyor oluĢu mümkün görünmektedir. (Benhamou et al., 1994) Topraktan kaynaklanan patojenlerin biyolojik kontrolünde AM fungusların rolü derinlemesine araĢtırılmıĢ olmasına karĢın yer üstündeki hemibiyotrofik patojenler yeterince anlaĢılamamıĢtır. 2011 yılında yapılan çalıĢmada Phytophthora infestans mikroorganizmasının patates bitkisi üzerindeki etkisi incelenmiĢtir. Yaprak enfeksiyonu seviyesinin mikorizal bitkilerde gerilediği görülmüĢtür. Real-Time Kantitatif PCR ile patojenik aktivite ile iliĢkilendirilen iki gene bakılmıĢ ve sonucunda mikorizal bitkilerde sistemik direnç görülmüĢtür. (Gallou et al., 2011) 2.3. Mikorizal Fungusların Kullanım Yöntemlerine Yönelik ÇalıĢmalar AM fungusların baĢka mikroorganizmalarla ortak kullanılması da mümkündür. ÇeĢitli çalıĢmalarda rizobakter türleri ile kombinlenerek denenen AM funguslardan yüksek verim alınmıĢtır. 2008 yılında yapılan çalıĢmalarda bir AM fungus olan Glomus mossea ve rizobakter olan Pseudomonas fluorescens çeĢitli Ģekillerde bitkiye enfekte edilerek patojen Gaeumannomyces graminis‟in geliĢimi gözlemlenmiĢtir. Yapılan çalıĢmaların sonucunda ayrı ayır Glomus mossea ve Pseudomonas fluorescens uygulanan bitkilerde herhangi bir uygulamaya maruz kalmayan bitkilere göre daha az Ģiddetli hastalık görülmüĢtür. Buna karĢın bu iki 95 mikroorganizmanın kombinlenerek enfekte edilmesi ile patojenin etkisini azaltma konusunda en baĢarılı sonuçlar elde edilmiĢtir. (Behn, 2008) 3. SONUÇLAR Sonuç olarak mikorizal fungusların farklı bitki türlerinde farklı mekanizmalarla bitki direncini artırdıkları görülmektedir. Bu durum, besin alımını artırması ile, kolonileĢmenin sonucunda patojen mikroorganizmalarla rekabet Ģeklinde ya da bitki bağıĢıklık sistemini sürekli hazırlıklı olmaya zorlamak yolu ile gerçekleĢebilmektedir. ÇalıĢmalardan mikorizal fungusların toprak altındaki ya da üstündeki çeĢitli organlara etki eden patojenlere karĢı etkili olduğu sonucu çıkartılmıĢtır. Ayrıca literatürde AM fungusların çeĢitli mikroorganizma türleri ile kombinlenerek kullanılabileceği ve bu kullanımın hastalıklara karĢı direnci daha da üst bir seviyeye taĢıyabileceği bilgisine rastlanmıĢtır. 4. KAYNAKÇA Behn, O. (2008). Influence of Pseudomonas fluorescens and arbuscular mycorrhiza on the growth, yield, quality and resistance of wheat infected with Gaeumannomyces graminis. Journal of Plant Diseases and Protection, 115(1), 4–8. Benhamou, N., Fortin, J. A., Hamel, C., St-Arnaud, M., & Shatilla, A. (1994). Resistance Responses of Mycorrhizal Ri T-DNA-Transformed Carrot Roots to Infection by Fusarium oxysporum f.sp. chrysanthemi. Phytopathology, 85(17), 958– 968. Cameron, D. D., Neal, A. L., van Wees, S. C. M., & Ton, J. (2013). Mycorrhizainduced resistance: More than the sum of its parts? Trends in Plant Science. http://doi.org/10.1016/j.tplants.2013.06.004 Fritz, M., Jakobsen, I., Lyngkj??r, M. F., Thordal-Christensen, H., & Pons K??hnemann, J. (2006). Arbuscular mycorrhiza reduces susceptibility of tomato to Alternaria solani. Mycorrhiza, 16(6), 413–419. http://doi.org/10.1007/s00572-0060051-z Gallou, A., Lucero Mosquera, H. P., Cranenbrouck, S., Su??rez, J. P., & Declerck, S. (2011). Mycorrhiza induced resistance in potato plantlets challenged by Phytophthora infestans. Physiological and Molecular Plant Pathology, 76(1), 20– 26. http://doi.org/10.1016/j.pmpp.2011.06.005 Lingua, G., D‟Agostino, G., Massa, N., Antosiano, M., & Berta, G. (2002). Mycorrhiza-induced differential response to a yellows disease in tomato . Mycorrhiza, 12(4), 191–198. http://doi.org/10.1007/s00572-002-0171-z Yıldız, A. (2009). MĠKORĠZA VE ARBUSKÜLER MĠKORĠZA BĠTKĠ SAĞLIĞI ĠLĠġKĠLERĠ. Retrieved March 29, 2016, from http://adudspace.adu.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/handle/11607/2553/ContentServer. pdf?sequence=1&isAllowed=y Pozo, M. J., & Azcon-Aguilar, C. (2007). Unraveling mycorrhiza-induced resistance. Current Opinion in Plant Biology(10), 393–398. June 19, 2007 96 DĠJĠTAL (AKILLI) TARIM Engin KESKĠNKILIÇ, Berkay YALÇIN Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarım Makinaları bölümü ÖZET Geleneksel tarımda, doğanın homojen olduğu kabul edilerek üretim iĢlemleri yürütülürken, doğanın heterojenliği göz ardı edilmektedir. Doğanın heterojenliği gözlemlenen/bilinen bir gerçektir. Ayrıca, geleneksel tarımda üreticiler daha kaliteli ve fazla ürün alabilmek için bol su, gübre veya ilaç kullanımına baĢvurmaktadır. Agronomik, ekonomik ve çevresel açıdan doğru olmayan bu yaklaĢım bırakılarak heterojenliğin yönetilmesi gereklidir. Heterojenliğin yönetimi ile doğru yere, doğru zamanda, doğru miktarda girdi uygulanması hedeflenmektedir. Bu sayede, düĢük maliyetli ve azami geliri hedefleyen ve çevre koruma ilkelerini göz önünde tutan tarımsal uygulamalar yapılabilmektedir. Akıllı tarım teknolojileri ile optimum tarımsal girdi tüketilirken ürün kalitesi ve verimi de artmaktadır. Ayrıca tarımsal üretim faaliyetlerinde kullanılan iĢçi sayısı ve iĢgücü ihtiyacı önemli ölçüde azalmaktadır. Günümüzde düĢük maliyetle daha bol mahsul almak ve kaliteli ürün elde etmek, tarım iĢletmesinin kar sağlaması için zorunludur. “Akıllı tarım”, tarıma bir bütün olarak yaklaĢarak, toprak, bitki, su ve iklim bileĢenlerinin detaylı analiz edilmesi, en uygun koĢulların oluĢturulması, gübre ve ilacın etkin ve doğru kullanılması, bu sayede iĢi Ģansa bırakmadan en yüksek verimi ve kazancı sağlamak için biliĢim teknolojilerinin kullanıldığı yeni bir dönemdir. Bu makalede, tarımsal üretim alanlarını yöneten üreticinin konumunu kökten değiĢtirecek potansiyele sahip “akıllı tarım” ve ilgili teknolojileri tartıĢılmaktadır. Anahtar Kelimeler: Geleneksel tarım, Akıllı tarım, hassas tarım, dijital tarım 1.GĠRĠġ Günümüzün teknoloji çağı olması sebebiyle geleneksel tarım yöntemlerini bırakıp, yerine çağdaĢ üretim tekniklerini kullanmamız gerekmektedir. Dünyada yaygın olarak kullanılan biliĢim teknolojilerinden 97 faydalanarak akıllı (dijital) tarım adı verilen üretim tekniğini kullanarak tarımsal üretimde maliyet ve zamandan tasarruf ile ürün kalitesi ve verimlilik arttırılmaktadır. Akıllı tarımın uygulanabildiği yerlerden birisi ise akıllı köylerdir. Akıllı köylerin amacı o çevrede yaĢayan insanların refah düzeyini arttırmak ve daha kaliteli ürün elde etmektir. Günümüzde tarımsal üretimde kayıpların önüne geçmek ve sürdürülebilir kazancı arttırmak, bilgi ve teknoloji kullanımı ile mümkün hale gelmektedir. Üreticiler akıllı köyün baĢarıya ulaĢması için ayrılmaz bir parçasıdır. GeliĢmiĢ ülkeler ve büyük çiftlikler bunu yaparak sürdürülebilir bir kazancı sağlarken, ülkemizdeki küçük çaplı üreticiler dağınık yapısı ve teknolojinin yüksek maliyetleri yüzünden teknolojiye uzak kalmaktadır. Üreticilerin verimlilikleri, kazançları, sosyal yaĢamları, köyden kente göç oranı, askere ve okul için kente gidenlerin geri dönüĢ sayıları önemlidir. Bu veriler ile akıllı köy uygulamasının üreticiye ve o çevrede yaĢayan insanlara faydası gözlemlenir (Anonim, 2016). Akıllı tarım 3 temel bileĢenden oluĢmaktadır; 1. 2. 3. Hassas Tarım Robotik Büyük Veri 1.HASSAS TARIM Geleneksel tarımda tarlaların yapısıyla ilgili veriler bir bütün olarak ele alınmakta ve bu nedenle bir bütün olarak ele alınan arazide yetiĢtirilecek ürünlere aynı miktarda ilaç ve gübre uygulanmaktadır. Bu durum, ürünlerin verimliliğinin düĢmesini sebep olmakla beraber doğanın zarar görmesine de sebep olmaktadır. Çünkü doğa homojen değil heterojen bir yapıya sahiptir. Bu durum bize yeni çözüm arayıĢında bulunulmasını sağlamıĢ ve sonuç olarak hassas tarım kavramı karĢımıza çıkmıĢtır. Hassas Tarım; geliĢen teknolojilerin tarımsal üretimle bütünleĢtirilerek kullanılması çerçevesinde düĢük maliyet, değiĢken girdi kullanımı, ürün verimliğini arttıran ve çevre koruma ilkelerini göz önünde bulunduran uygulamalar bütünüdür. Hassas uygulamalı tarıma geçiĢle, geleneksel uygulamalara göre edilecek kazanımlar Ģu Ģekilde özetlenebilir (KiriĢçi ve ark., 1999). 98 Tarımsal üretim alanıyla ilgili, üretimin nitelik ve niceliğini doğrudan etkileyen tüm ayrıntılar kayıt altına alınabilir, Noktasal bazda ürün verimleri saptanabilir ve yıllara göre bu verim değerleri karĢılaĢtırılabilir, Üretimi arttırmaya yönelik olarak gübre ve ilaç gibi kimyasalların, gereksinim duyulan yere gereksinildiği kadar uygulanması sağlanabilir, Kimyasalların etkin kullanımı ile çevreye daha az zarar verilebilir ve Üretim girdilerinin, birim alanın gereksinimine göre düzenlenmesiyle etkin bir iĢletmecilik gerçekleĢtirilebilir. Hassas tarımda yapılan en önemli iĢlem veri toplama iĢlemidir. Tarımsal üretim ile ilgili kayıt altına aldığımız verileri dijital ortamda saklayarak gelecekle ilgili doğru yönetimsel ve taktiksel karar vermemiz olanaklıdır. Bu sayede sürdürülebilir tarımsal üretim yapılabilir. Küresel konum belirleme sistemi (GPS) destekli dümenleme sistemleri hassas tarımda kullanılan önemli teknolojiler arasında yer almaktadır. Bu teknolojileri kullanarak aracın (traktör, biçerdöver gibi) istenilen güzergâhta hareketinin kontrol ve izlenmesini sağlamaktadır. Bu sistemler iĢ verimliliğinin artmasına yardımcı olmaktadır. Traktör ve ekipmanların dümenlemesinde 3 farklı sistem kullanılmaktadır. Manuel sistemlerde direksiyonun kontrolü aracı kullanan kiĢidedir. Aracın belirlenen güzergâhtan sapmaması için yönlendirme bilgisi görsel ve iĢitsel olarak Lightbar veya LCD ekran tarafından verilmektedir. Sürücüsüz sistemlerde ise GPS alıcısı, kullanıcı ekranı, yönlendirme için gerekli olan elektronik kontrol ünitesi, direksiyon motoru, direksiyon ve tekerlek açı ölçüm sensörleri, elektohidrolik valfler ve manifoldlar gibi donanımlar yardımıyla araç bir kiĢinin kullanmasına gerek kalmadan kontrol edilebilir. 99 ġekil 1. Otomatik dümenleme ve yönlendirme sistemi 1. ROBOTĠK Tarım robotları, tarımın birçok alanında yapılması gereken iĢi bir makine yardımıyla yaparak üreticinin iĢini kolaylaĢtırmaktadır. Tarımsal robotlar, ekin ve toprak örnekleri toplama yeteneğine sahiptir. Tarımda otomasyon uygulanarak üreticiye büyük kolaylık sağlanmaktadır. Otomasyon üreticiye aynı zamanda, zamandan ve paradan tasarruf sağlarken, sanayi sektöründe çeĢitli geliĢmelere yardımcı olmaktadır. Boyutlarının küçük olması nedeni ile bitki verilerini de rahatlıkla toplayabilirler. Tarımsal robotlar yabani otları ve diğer formları tespit etmek için kullanılan kameralar ve sensörler ile donatılmıĢtır. ġekil 2. Robotürk (http://robofarm.unibo.it/) 100 Örnek vermek gerekirse, tarımsal robotlarda sensörler yardımıyla, mahsulün parazitten zarar gören kısımları tespit edilmektedir. Sadece parazitten etkilenen mahsul için sprey kullanılmaktadır. Bu olay havada salınan kimyasalların miktarını azaltarak çevremizi korumak için yardımcı olmaktadır. Hassas tarımda insansız hava araçları da (ĠHA) kullanılmaktadır. ĠHA‟lar üzerinde bulunan multispektral ve hipekspektral kameralarla arazide yetiĢtirilen ürünün sağlık durumunu, su ihtiyacını, gübre ihtiyacını, herhangi bir (fare böcek gibi) hayvanın ürüne zarar verip vermediği gibi durumları öğrenmemize yardımcı olmaktadır. Tarımda kullanımı yaygınlaĢan bulut altı uçuĢ yapabilen ĠHA‟lardır. Özelliklerine göre 300 metre yükseklikten görüntü alabilmekte istenilen rotalarda uçması GPS sistemi sayesinde mümkün olmaktadır. 2.5 kg kadar değiĢik kameraları taĢıyabilmekte ve yaklaĢık 30 dk havada kalarak görüntü alabilmektedir. ġekil 3. ĠHA (techinasia.com) 1.BÜYÜK VERĠ Mevcut bilgi sistemlerinin iĢleyemeyeceği yani bilinen veri tabanı yönetim sistemlerinin ve yazılım araçlarının verileri toplama, saklama, yönetme ve çözümleme yeteneklerini aĢan büyüklükteki verilere büyük veri denir. Büyük verilerin toplanmasının sebepleri ve toplanma sebepleri Ģunlardır; Üreticiler arazileri ve ürünleriyle ilgili trilyonlarca baytlık veri toplamakta, Sensörler, hızla girmekte olduğumuz “eĢyaların interneti” çağında ürettikleri verileri çeĢitli uygulamalara aktarmakta. ĠletiĢim araçları ile, tüm dünyada çiftçilerin ürettiği her çeĢit veri toplanarak depolanmakta, 101 Sahip olunan verileri iliĢkisel veri tabanlarında yapısal bir Ģekilde sınıflandırarak ve aralarında iliĢkiler kurarak saklanmaktadır. Bu veriler yardımıyla rapor hazırlanır ve bu raporlar değerlendirilip karara bağlanır. Verilerin düzgün bir Ģekilde analiz edilmesi bilgi çöplüğü denilen kavramın ortadan kalkmasına neden olmuĢtur. Büyük verinin oluĢumunda 5V diye bilinen 5 kavram vardır. Bu kavramlarım isimleri ve tanımları aĢağıdaki gibidir (GökĢen, 2016); Variety: Üretilen verinin %80‟ i yapısal veri değildir. Her veri kaynağının ürettiği veri farklı teknolojiler içerecektir. Dolayısıyla, «veri tipi» problemleri ile uğraĢılması gerekmektedir. Velocity (hız): Hızlı üreyen veri, o veriye muhtaç olan iĢlem sayısının ve çeĢitliliğinin de aynı hızda artması sonucunu doğurmaktadır. Volume (veri büyüklüğü): IDC istatistiklerine göre, 2020‟ de ulaĢılacak veri miktarı 2009‟ un 44 katı olacak. Kurumun veri arĢivleme, iĢleme, bütünleĢtirme, saklama vb. teknolojilerinin bu büyüklükteki veri hacmiyle nasıl baĢa çıkacağının kurgulanması gerekmektedir, Verification (doğrulama): Verinin akıĢı sırasında, doğru katmandan, olması gerektiği güvenlik seviyesinde izlenmesi, doğru kiĢiler tarafından görünebilir veya gizli kalması gerekmektedir. Value (değer): En önemli bileĢen ise değer yaratmasıdır. Büyük veri‟ nin, veri üretim ve iĢeme katmanlarınızdan sonra kurum içi bir artı değer yaratıyor olması gerek. Karar veriĢ süreçlerine anlık olarak etki etmesi, doğru kararın verilmesinde hemen el altında olması gerekmektedir. SONUÇ Geleneksel tarımda üreticiler daha fazla ürün alabilmek için bol su, gübre ve ilaç kullanmaktadırlar. Bu yaklaĢım ile üretim maliyeti artarken, verimlik istenilen düzeyde artmamakta ve aynı zamanda doğanın ciddi zarar görmesine sebep olunmaktadır. Akıllı tarım yaklaĢımı ve kullanılan teknolojiler bu olumsuz durumunun üstesinden gelinmesine büyük katkıda bulunmaktadır. Akıllı tarım, bilim ve teknolojiyi etkin kullanarak maliyetin düĢmesine, üretimde verimliliğin artmasına ve doğanın daha az zarar görmesini sağlamaktadır. 102 Akıllı tarımın yaklaĢımı ile tarım arazilerinde yetiĢtirilen ürünlere optimum düzeyde gübre ve ilaç verilmekte, arazilerdeki değiĢkenlikler ve ürünlerin sağlık durumları izlenerek yönetilmekte ve ürünlerimizle ilgili kayıtlar tutularak gelecekle ilgili stratejiler geliĢtirilmektedir. Bu özellikleri ile akıllı tarım hem günümüz hem de gelecek tarım sektörü için çok önemli bir yere sahiptir. KAYNAKÇA Anonim, 2016. http://www.tabider.org/Sayfa/52/Akilli-Koy-TarimsalTeknoloji-Uygulama-Koyu.aspx (EriĢim tarihi 16.03.2016) Anonim, 2016. https://www.used-robots.com/articles/viewing/addingautomation-to-farming-with-agricultural-robots (EriĢim tarihi: 19.03.2016) Anonim, 2016. Integrated robotic and software platform as a support system for farm level business decisions. http://robofarm.unibo.it/. (EriĢim tarihi: 15.03.2016) GökĢen, Y., 2016. “Big Data Ders Notları”. Dokuz Eylül Üniversitesi, ĠĠBF Yönetim BiliĢim Sistemleri. Ġzmir. www.deu.edu.tr/yilmaz.goksen/BigData (EriĢim tarihi: 12.03.2016) KiriĢçi, V., Keskin, M., Say, M., Görücü Keskin, S., Hassas Uygulamalı Tarım Teknolojisi Türker, U., Akdemir, B., Topakçı, M., Tekin, A.B., Ünal, Ġ., Aydın, A., Özoğul, G., Evrenosoğlu, M., Hassas Tarım Teknolojilerindeki GeliĢmeler. VIII. Türkiye Ziraat Mühendisliği Teknik Kongresi. 12 – 16 Ocak 2015. Ankara 103 104 KAYISI (Prunus armeniaca)BĠTKĠSĠNDE DOKU KÜLTÜRÜ ÇALIġMALARI Sultan DEVECĠ Erciyes Üniversitesi Seyrani Ziraat Fakültesi Tarımsal Biyoteknoloji Bölümü ÖZET Kayısı (Prunus armeniaca) sosyal ve ekonomik açıdan Türkiye‟de oldukça önemli bir meyve türüdür. Dünyada yılda toplam yaklaĢık 3.500.000 ton taze kayısı(prunus armeniaca) üretilmekte olup bu miktarın yaklaĢık 700.000 tonu Türkiye tarafından üretilmektedir. Bu üretim miktarıyla Türkiye, dünya kayısı üretiminde yaklaĢık %20‟lik payla 1.sıradadır. Ülkemiz kayısı üretimi ve ihracatında dünyada lider konumdadır. Kayısıda doku kültürü ile çoğaltım makaleleri olsa bile pratikde yayınlarda rapor edilen yöntemler tekrar edildiğinde sonuç alınamamaktadır. Bu nedenle kayısıda doku kültürü çoğaltımının oturtulması gerekmektedir. Mayıs-Haziran ayında doğal Ģartlardan alınan kayısı sürgünleri, in vitro koĢullarda sterilizasyonu yapıldıktan sonra içerisinde BA ve GA3 eklenen MS besi ortamında kültüre alınıp, explantlar 3-4 hafta sonra boyları 2-3 cm olduğu zaman sürgünlerin yapraklarından diskler alınarak rejenerasyon ortamlarında kültüre alınacaktır . 4 haftada bir ortam değiĢtirilerek, sürgün oluĢumu gözlenecektir. Anahtar Kelimeler: Rejenerasyon , mikroçoğaltım , doku kültürü , kayısı GĠRĠġ Kayısı taksonomik olarak Rosaceaesınıfında, Prunus L, taksonunun altında yer alır. Dört kayısı türü mevcuttur; Bütün dünyada kültürü yapılan P. armeniaca L., Sibirya kayısısı, P. sibirica L., Mancurya kayısısı P. mandshurica (Maxim.), Japon kaysısı, P mume (Sieb.) Sieb. Et Zucc. Kültür 105 kayısısı P. armeniaca çeĢitleri dünyada yayılmıĢ olup ekonomik olarak kayısı üretiminin yapıldığı türdür. Diğer türler anavatanlarında doğal alanlarda yaygındır. (Mehlenbacher ve ark, 1991). Kayısıda diploit kromozom sayısı 16 olup, türler arası melezleme mevcuttur (Mehlenbacher ve ark, 1991). Kaysılar ayrıca ekolojik adaptasyonlarına göre coğrafi altı alt grupta toplanır; Orta Asya, Doğu Çin, Kuzey Çin, Dzungar-Zailij, Ġran-Kafkasya, ve Avrupa (Layne ve ark. 1996). Orta Asya kaysıları en eski kaysılar olup zengin çeĢitlilik gösterir. Avrupa çeĢitleri dar varyasyon gösterir ve birçoğunun Ġran-Kafkasya grubundan alındığı tahmin edilmektedir. Amerikan ve Afrika çeĢitleri Avrupa grubundan filizlenmiĢtir. ĠranKafkasya, kayısının ikinci genetik merkezi olarak kabul edilir (Vavilov, 1951; Pedryc et al., 2009) ve çeĢitliliğin en yüksek oranda gözlendiği bölgedir (Mehlenbacher ve ark., 1991). Kayısıları genelde kendine uyuĢmaz olup, kıĢ soğuklama istekleri Asya çeĢitlerine göre düĢüktür. Ġran, Türkiye, Suriye, Ermenistan Ġran-Kafkasya grubundaki baĢlıca ülkelerdir. Türkiye‟de kayısı özellikle Orta Anadolu Ģehirlerinde (Malatya, Erzincan, Kayseri, Aksaray, NevĢehir vd.) en az 2000 yıldır yetiĢmekte olup bu bölgelerde çekirdekten yetiĢme kayısı varlığı çok yoğundur. Kayseri ili ve çevresinde kayısı, Karadeniz bölgesindeki fındığa benzer yoğunlukta olup, hepsi de çekirdekten çıkmadır. Üzüm bağlarının yanı sıra kayısı ağaçları bölge ağaç florasının temel ağacıdır.. Kayısı sert çekirdekli bir meyve olduğu için kayısı fidanı çoğaltımı aĢı ile yapılmaktadır. Anaç çoğaltımında genelde çöğür (generatif) anaçlar kullanılmaktadır. Çöğür anaçlarda genetik açılma, klonal anaçlarda aĢı uyuĢmazlığı ve aĢı tutmama gibi biyotik ve abiyotik zorluklardan dolayı sağlıklı ve kaliteli kayısı fidanı üretimi yapılamamaktadır. Bu da sağlıklı ve kaliteli kayısı üretimini engellemekte ve kayısı verimini düĢürmektedir. Doku kültürü teknikleri kullanılarak genetik açılmanın olmadığı ve klonal anaçlarda aĢı uyuĢmazlığı ve aĢı tutmama, zamana ya da mevsime bağlı kalmadan sağlıklı ve kaliteli, az alanda kısa sürede fazla sayıda bitki üretmek mümkündür. Doku kültürü tekniklerinden olan in vitro mikroçoğaltımla kayısı bitkisi ekspantlarından, in vitro koĢullarda kayısı fidanı kısa zamanda üretimi yapılabildiği için doğal Ģartlarda fidan üretiminden üstünlük sağlamaktadır. MATERYAL VE METHOD Bu araĢtırma, Erciyes Üniversitesi Betül - Ziya EREN Genom ve Kök Hücre Merkezi‟nin Bitki Biyoteknolojisi Bölümü‟nün doku kültürü laboratuarında gerçekleĢtirilecektir. 106 AraĢtırmada Kayseri‟de Erciyes Üniversitesi Ziraat Fakültesü uygulama bahçesinde bulunan kayısı çeĢitlerinden genç ve taze sürgün uçları alınacak.Bitki explantları uygun bir Ģekilde 1.5-2 cm uzunluğunda kesilip steril cam kavanoz içinde in vitro koĢullarda strilizasyon yapılıp, farklı konsatrasyonda oksin , sitokinin ve giberellin içeren ortamlarda steril koĢullarda kültüre alınacaktır. Bu çalıĢmada kullanacağımız yerli kayısı çeĢitlerimizi in vitro mikroçoğaltım koĢullarında sürgünlerin uzaması, yaprak disklerinde rejenerasyon oluĢumu sürgünlerin köklenmesi ve doğal Ģartlara adaptasyonu çalıĢılacaktır. SONUÇ Mayıs-Haziran ayında doğal Ģartlardan alınan kayısı sürgünleri, in vitro koĢullarda sterilizasyonu yapıldıktan sonra içerisinde BA ve GA3 eklenen MS besi ortamında kültüre alınıp, explantlar 3-4 hafta sonra boyları 2-3 cm olduğu zaman sürgünlerin yapraklarından diskler alınarak rejenerasyon ortamlarında kültüre alınacaktır . 4 haftada bir ortam değiĢtirilerek, sürgün oluĢumu gözlenecektir. KAYNAKLAR MEHLENBACHER, S. A.,Cociu, V., Hough, L. F., 1991. Apricots (Prunus). In: Moore N.J.,Balington R.J. (eds), Genetic Resources of Temperate Fruitand Nut CropsI. Wageningen, ISHS: 65–107. MURASHĠGE, T., SKOOG, F., 1962. A resived medium for rapid growth and bioassays with tobacco tissue cultures. Physiologia Plantarium, 84 (15): 473–497. PEDRYC, A.,Ruthner, S., Herman, R., Krska, B., et al., 2009. Geneticdiversity of apricotrevealedby a set of SSR markers from linkage group G1. Sci. Horti., 121: 19-26. VAVĠLOV, N. I., 1951. Phytogeographicalbasis of plantbreeding. In: Chester, K. S. (trans): Theorigin, variation, immunityandbreeding of cultivatedplants. ChronicalBotany 13: 13–54. 107 108 PROPOLĠS EKSTRAKTININ ANTĠMĠKROBĠYAL ETKĠSĠNĠN BELĠRLENMESĠ Çiğdem ÖZYĠĞĠT, Atilla ÖKSÜZ, Sabriye BELGÜZAR, Yusuf YANAR GaziosmanpaĢa Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bitki Koruma Bölümü ÖZET Bu çalıĢma, propolisten elde edilen eksraktların Pseudomonas syringae pv. tomato (Pst), Pseudomonas savastonoi pv. phaseolicola (Psp), Macrophomina phaseolina ve Cylindrocarpon destructans üzerindeki antimikrobiyal etkilerinin belirlenmesi amacı ile yürütülmüĢtür. Kullanılan propolis, Tokat ve Sivas‟tan temin edilmiĢtir. Hazırlanan Tokat ve Sivas propolis ethanol ekstraktı son konsantrasyon %0,5, 1, 3 ve 5 Ģeklinde, otoklav edilen King B ve Potato Dextrose Agar (PDA) besi yerlerine eklenmiĢtir. KatılaĢan PDA besi yerine, patojenlere ait 5 mm miselyum disklerin ekimi yapılarak 25ºC‟de, King B besi yerine ise, 10-6 hücre/ml konsantrasyonunda hazırlanan bakteri süspaniyonlarının ekimi yapılarak 28ºC‟de inkübasyona bırakılmıĢtır. Uygulamalar 3 tekerrürlü olarak yürütülmüĢtür. 7 günlük inkübasyondan sonra fungus miselyum çapları, 2 günlük inkübasyondan sonra bakteri koloni yoğunlukları ölçülmüĢtür. Kontrol grubu olarak ekstraktsız besi yerleri kullanılmıĢtır. ÇalıĢmada elde edilen verilere göre %0,5, 1, 3 ve 5‟lik Tokat propolis ekstraktı Psp‟nin geliĢimini sırasıyla %45,54, 42,75, 95,9 ve 98,87, Pst’nin geliĢimini ise %44,53, 48,08, 99,57 ve 99,74 oranında engellemiĢtir. Sivas‟tan elde edilen ekstraktın tüm dozları Pst ve Psp geliĢimini %99 oranında engellemiĢtir. Tokat propolis ekstraktının %1, 3 ve 5‟lik dozları, Sivas propolis ekstraktının %5 ve %3‟lük dozları M. phaseolina ve C. destructans’ın geliĢimini durdurmuĢtur. Sonuç olarak, çalıĢmada kullanılan propolisin patojenler üzerinde antimikrobiyal ve biyopestisit olarak kullanılma potansiyeline sahip olduğu belirlenmiĢtir. Anahtar Kelimeler: Propolis, Pseudomonas syringae pv. tomato, Pseudomonas savastanoi pv. phaseolicola, Macrophomina phaseolina, Cylindrocarpon destructans, antimikrobiyal. GĠRĠġ Bitkisel üretim tohum, fide ve fidan seçimi, ekim-dikim, sulama, gübreleme, hastalık etmenleri ve zararlılarla mücadele gibi iĢlemlerle devam 109 eden bir süreçtir. Bu üretim döneminde bitkilerde ortaya çıkan en önemli sorunlardan birisi bitki hastalıklarının yol açtığı kayıplardır. Günümüzde tarım sistemlerinde bu kayıpları önlemek dolayısıyla birim alandan daha fazla ve daha kaliteli ürün elde etmek için kimyasal savaĢ (pestisit kullanımı) vazgeçilmez bir hal almıĢtır. Son yıllarda çevre kirlenmesi ve doğal dengenin bozulmasında pestisitlerin bilinçsizce ve aĢırı kullanımının rolü büyüktür. Ayrıca, insan sağlığına ve diğer canlılara olan etkisi, uzun süreli kullanımlarda hedef organizmanın direnç kazanması tarım alanlarında pestisit uygulamalarına alternatif mücadele yöntemleri geliĢtirmeye yöneltmiĢtir. Bitki hastalıkları ile mücadelede alternatif metotlardan biri olarak bitkilerden ve bazı organik maddelerden elde edilen ekstraktların kullanımı günümüzde araĢtırmacıların ilgisini çekmeye baĢlamıĢ olup, hastalıkların mücadelesinde kullanılabilirliği araĢtırılmaktadır. Bu çalıĢmada kullanılan organik madde, bal arılarının taze bitkilerden toplayıp mum ile karıĢtırdıkları ve kovanların onarımında ve çevre koĢullarına adaptasyonda kullandıkları reçinemsi, koyu renkli bir materyal olan propolistir. Propolis, fungal hastalıkların tedavisinde, viral enfeksiyonlara karĢı, bakteriyel hastalıkların tedavisinde, çimlenme engelleyici özelliği ile yumrulu bitkilerin saklanmasında, kozmetik ve mobilya sanayide kullanılmaktadır (Kumova ve ark. 2002). Ham propolis genel olarak %50 reçine, %30 balmumu, %10 esansiyel yağlar, %5 polen ve çeĢitli organik, inorganik içeriğe sahip olabilir. Biyolojik aktivitesi fenolik parçalar, flavonoidler, aromatik asitler, fenolik asit esterleri, triterpenler, lignin vb. maddelerden oluĢur. Bu grupların bakteri, mantar, virüs ve protozoa öldürücü, aynı zamanda antioksidan, antiinflamatuar ve immünomodülatör etkisi olduğu bilinmektedir. Propolisin antibakteriyel ve antifungal özelliği flavonoidler ve kafeik asit türevlerinin varlığı ile iliĢkili bulunmuĢtur (Ertürk ve Güler, 2013). Bu çalıĢmada, propolisten elde edilen eksraktların Pseudomonas syringae pv. tomato, Pseudomonas savastonoi pv. phaseolicola, Macrophomina phaseolina ve Cylindrocarpon destructans üzerindeki antimikrobiyal etkilerinin belirlenmesi amaçlanmıĢtır. MATERYAL VE METOT Kullanılan organik materyal Kullanılan propolis, 2015 yılında Tokat ve Sivas illerinden temin edilmiĢtir. 100 g propolis tartılarak 1000 ml‟erlanmayer içerisine konulmuĢ, daha sonra üzerine 400 ml ethanol eklenerek orbital çalkalayıcıda 24 saat 110 çalkalanmıĢtır. Bir tülbent yardımıyla süzülen ekstrakt santrifüj edildikten sonra Rötary evaporatöründe ekstrakte edilmiĢtir. Kullanılan mikroorganizmalar ÇalıĢmada kullanılan Pseudomonas syringae pv. tomato (Pst), Pseudomonas savastonoi pv. phaseolicola (Psp), Macrophomina phaseolina ve Cylindrocarpon destructans GaziosmanpaĢa Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Fitopatoloji Laboratuarı stok kültürlerinden temin edilmiĢtir. Propolis eksraktının antifungal etkisinin saptanması Ġn vitro deneme Ģeklinde yürütülen çalıĢmada, besi yeri olarak Potato Dekstrose Agar (PDA) kullanılmıĢtır. Hazırlanan Tokat ve Sivas propolis ethanol ekstraktı son konsantrasyon %0,5, 1, 3 ve 5 Ģeklinde, otoklav edilen PDA besi yerlerine eklenmiĢtir. KatılaĢan PDA besi yerine, M. phaseolina ve C. destructans patojenlerine ait 5 mm miselyum disklerin ekimi yapılarak 25ºC‟de inkübasyona bırakılmıĢtır. Uygulamalar 3 tekerrürlü olarak yürütülmüĢtür. 7 günlük inkübasyondan sonra fungus miselyum çapları ölçülmüĢtür. Kontrol grubu olarak ekstraktsız besi yerleri kullanılmıĢtır. Propolis eksraktının antibakteriyal etkisinin saptanması Ġn vitro deneme Ģeklinde yürütülen çalıĢmada, besi yeri olarak King B kullanılmıĢtır. Hazırlanan Tokat ve Sivas propolis ethanol ekstraktı son konsantrasyon %0,5, 1, 3 ve 5 Ģeklinde, otoklav edilen King B besi yerlerine eklenmiĢtir. KatılaĢan King B besi yerine, 10-6 hücre/ml konsantrasyonunda hazırlanan bakteri süspaniyonlarının ekimi yapılarak 28ºC‟de inkübasyona bırakılmıĢtır. Uygulamalar 3 tekerrürlü olarak yürütülmüĢtür. 2 günlük inkübasyondan sonra bakteri koloni yoğunlukları ölçülmüĢtür. Kontrol grubu olarak ekstraktsız besi yerleri kullanılmıĢtır. Antimikrobiyal Etkinin Değerlendirilmesi Antifungal çalıĢmada, patojenlerin miselyum radyal geliĢimleri, antibakteriyal çalıĢmada bakteri yoğunlukları kontrol ile kıyaslanarak % engelleme oranları belirlenmiĢtir. Engelleme oranı Deans ve Soboda (1990)‟nın belirttiği formüle göre hesaplanmıĢtır. MGI (%) = [(dc – dt) / dc] × 100 MGI = Engelleme (%) dc= Kontrol petrisindeki radial büyüme (mm) veya bakteri yoğunluğu 111 dt= Muameleli petrideki radial büyüme (mm) veya bakteri yoğunluğu Denemeler süresince petrilerde geliĢme göstermeyen fungusların misel parçaları, ekstrakttan ari steril PDA besi yerlerine alınıp 1 hafta süreyle gözlenmiĢtir. Bu süre sonunda aktarma yapılan besi yerlerinde fungal koloni geliĢimi gözlenmemiĢse, bu durumda gözlenen etki fungisidal, geliĢim gözlenmiĢse fungistatik etki olarak kaydedilmiĢtir (Thompson 1989, Tripathi et al. 2004). Ġstatistik Analizler Elde edilen veriler SBSS paket programı kullanılarak varyans analizine (ANOVA) tabi tutulmuĢ ve muameleler arasındaki farklılıklar %5 önem seviyesinde çoklu karĢılaĢtırma testi (Duncan) ile karĢılaĢtırılmıĢtır. SONUÇLAR Propolis ekstraktının antifungal etkisi ÇalıĢma sonucunda, propolis etanol ekstratının doz artıĢına paralel olarak fungusların miselyum geliĢimi üzerinde engelleyici etkisinin arttığı belirlenmiĢtir. Sivas propolis etanol ekstratının %3 ve 5‟lik dozları, Tokat propolis ethanol ekstratının %1, 3 ve 5 lik dozları testlenen her iki fungusun miselyum geliĢimini %100 oranında engellemiĢtir (Çizelge 1). Etmenlerin miselyum geliĢimini %100 oranında engelleyen dozların fungusidal etkiye sahip oldukları ortaya konmuĢtur. Çizelge 1. Propolis ethanol ekstratının Macrophomina phaseolina ve Cylindrocarpon destructans üzerindeki engelleme oranları Engelleme oranı (%) Dozlar Macrophamina destructans Cylindrocarpon destructans (%) Tokat Sivas Tokat Sivas Ethanol Ethanol Ethanol Ethanol 100** 100** 100** 100** 5 100** 100** 100** 100** 3 100** 81,59 100** 68,75 1 81,77 46,18 27,53 27,53 0,5 *fungusitatik **fungusidal 112 Propolis ekstraktının antibakteriyel etkisi Antifungal çalıĢmada olduğu gibi, doz artıĢına paralel olarak bakterilerin yoğunluğu üzerinde olan engelleyici etkinin arttığı belirlenmiĢtir (Çizelge 2). ÇalıĢmada elde edilen verilere göre %0,5, 1, 3 ve 5‟lik Tokat propolis ekstraktı Psp‟nin geliĢimini sırasıyla %45,54, 42,75, 95,9 ve 98,87, Pst’nin geliĢimini ise %44,53, 48,08, 99,57 ve 99,74 oranında engellemiĢtir. Sivas‟tan elde edilen ekstraktın tüm dozları Pst ve Psp’nin geliĢimini %99 oranında engellemiĢtir. Çizelge 2. Propolis ethanol ekstratının Pst oranları Engelleme oranı % Pseudomonas savastonoi Dozlar pv. phaseolicola Tokat Sivas Ethanol Ethanol 98,87 99,78 5 95,9 99,7 3 42,75 99,61 1 45,54 99,39 0,5 ve Psp üzerindeki engelleme Pseudomonas syringae pv. Tomato Tokat Sivas Ethanol Ethanol 99,74 99,73 99,57 99,1 48,08 98,39 44,53 98,35 Sonuç olarak, çalıĢmada kullanılan propolis etanol ekstraktının patojenler üzerinde antimikrobiyal etkiye sahip olduğu ve biyopestisit olarak kullanılma potansiyeline sahip olduğu belirlenmiĢtir. KAYNAKLAR Deans S G.,Sobada K P. (1990). Antimicrobial Properties of Marjoram (Origanum marjorana L.) Volatile Oil, Flavour Fragr. J. S. 187-190. Ertürk Ö., Güler, N. (2013). Halk ilaçlarında Propolisin Tarihi Kullanımı ile Onun Biyolojik Aktivitesi ve Kimyasal Kompozisyonu. Uludağ Arıcılık Dergisi. 13 (1): 33-40. Kumova U., Korkmaz A., Avcı B C., Ceyran G. (2002). Önemli Bir Arı Ürünü: Propolis. Uludağ Arıcılık Dergisi. Thompson D P. (1989). Fungitoxic activity of essential oil components on food storage fungi. Mycologia 81: 151-153. Tripathi P, Dubey N K., Banerji R. and Chansouria J P N. (2004). Evaluation of some essential oils as botanical fungi toxicants in management of postharvest rotting of citrus fruits. World Journal of Microbiology and Biotechnology 20: 317-321. 113 114 GAP BÖLGESĠ KARACADAĞ YÖRESĠNDE ÇELTĠK TARIMI Hilal KÜÇÜKÇAY, AyĢe TAġDEMĠR Harran Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarım Ekonomisi Bölümü ÖZET Ġnsanoğlunun yemek kültüründe bakliyat ve hububat, vazgeçilmez besinlerdir. Dünyanın hangi kıtasında bulunursanız bulunun buğday ve pirinç, sofraların doyuruculuk açısından baĢta gelen tahıl ürünleridir. ġanlıurfa da ismi volkanik Karacadağ ile bütünleĢmiĢ olan pirinç, yüzyıllardır “Karacadağ Pirinci” olarak yemek geleneğinde yerini almıĢtır. Karacadağ Pirinci‟nin bu denli ünlenmesinin sebebi, yörenin su kaynaklarının çokluğu, toprağın münbitliğine dayanmaktadır. Karacadağ Pirinci‟nin lezzeti, diğer pirinç çeĢitlerine göre suyu fazla çekmesi, tanelerinin dolgunluğu, piĢirim sonrasında lapalaĢmaması, tanelerinin birbirine yapıĢmaması, diri oluĢu, sayılabilecek oranda birbirinden ayrılması, sunî gübreye ihtiyaç duymayıĢından kaynaklanmaktadır. Yörede ve ġanlıurfa genelinde talep görmesi de lezzetinden ve kullanıĢlılığından kaynaklanmaktadır. Karacadağ pirincinin kaynağından gelen soğuk sularla sulanmıĢ olması yanında gözden kaçırılmaması gereken en önemli hususlardan biri de Ģudur: Çeltik ekilmeden çok önce küçükbaĢ hayvan sürülerinin sağım alanı, çeltiğin yapılacağı toprak üzerindedir. Haftalarca süren sağım ve sürülerin dinlenme noktaları, çeltiğin ekileceği alanlar olduğu için, hayvan gübresinin toprağa karıĢması kolaylaĢmaktadır. Bilerek yapılan süt sağımı ve hayvanın dinlenme alanı olarak çeltiğin ekileceği toprak alanları, bu sebeple kendiliğinden gübrelenmiĢ olur. Hayvancılıkla geçinen Karacadağ yöresinde hayvanın bolluğu, ekim zamanında tohumun toprağa karıĢmasını kolaylaĢtırmaktadır. Ġyice su verilen araziden hayvan sürülerinin geçirilmesi, hem suyla gübrenin iyi biçimde kaynaĢmasını, hem tohumun ilk aĢamada ekiminde önemlidir. Karacadağ pirincinin tarihî seyir içinde hükümdarların yemek ziyafetlerinde, aĢiretlerin düğün, barıĢma, bayram etkinliklerinde yemeklerde et ile baĢ sırada yer alması göz önünde bulundurulduğunda diğer pirinç çeĢitlerine göre daha fazla talep edilmesinin bir göstergesidir. Buna bağlı olarak karacadağ pirinci yetiĢtirme tarzı,sulama biçimi ve yetiĢtirildiği toprak yapısı bakımından büyük farklılıklar taĢımaktadır. Anahtar Kelimeler: çeltik, tarım 115 GĠRĠġ 21. yüzyılda insanoğlunun karĢılaĢtığı ve karĢılaĢacağı en önemli sorunlar; nüfustaki artıĢ, yeterli gıda ve enerji temini ile çevrenin sürdürülebilirliğidir. Nüfustaki artıĢ yeterli ve sağlıklı beslenme için tarımsal üretimin arttırılmasını zorunlu kılmaktadır. Günümüz dünyasında insan beslenmesinin temel kaynağını oluĢturan buğdaydan sonra pirinç gelmektedir. Ġnsan yaĢam kalitesinin artmasıyla birlikte pirinç tüketim oranı her geçen yıl artmaktadır. Türkiye‟de en çok çeltik üreten iller arasında Edirne ilk sırayı alırken onu Samsun, Balıkesir, Çanakkale, Çorum, ġanlıurfa, Tekirdağ ve Diyarbakır illeri izlemektedir. Ülkemizin çoğu bölgesinde çeltik yetiĢtirilmesine rağmen Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesinde çeltik yetiĢtiriciliğinin yapıldığı tek yer GAP Projesi kapsamında yer alan Karacadağ yöresidir (ġanlıurfa, Diyarbakır ve Mardin üçgeni). Bu üç ilin toplam tahıl üretim alanı, üretim miktarı verim değerleri ve çeltiğin tahıl üretimi içerisindeki payı Çizelge 1.1‟de verilmiĢtir. ÇĠZELGE 1.1 ġanlıurfa Ġlinin Tahıl Üretim Durumu ĠL EKĠLEN EKĠLEN ÜRETĠM ÜRÜN ALAN (da (Ton) VERĠM (kg/da) Arpa (biralık) 126.391 17.679 140 Arpa (diğer) 2.155.206 468.172 217 Buğday (diğer) 1.973.985 488.898 248 Buğday (durum) 1.853.193 485.714 26 2 Çeltik 33.445 17.885 535 708.981 453.006 639 ġANLIURFA Mısır (Dane) 116 Türkiye Ġstatistik Kurumu verilerine göre 2010 yılında Güneydoğu Anadolu Bölgesinde çeltik ekim alanı yaklaĢık 58.986 da (%6.1), pirinç üretimi 30.608 ton (%3.6) verim ise 455 kg/da civarındadır. Bölgede çeltik ekim alanlarının ve üretiminin %95‟i ,Karacadağ yöresinde gerçekleĢmektedir. Ġller bazında ise ġanlıurfa ili 33.445 dekarlık üretim alanıyla ilk sırada yer almaktadır.Yörede üretilen pirinç ülkemizin diğer bölgelerinde yetiĢtirilen pirinçten farklı özelliklere sahiptir. Bu farklılık, üretimin önemli bir kısmının mekanizasyon araçlarının giremediği taĢlık ve meyilli arazilerde yapılmasındandır. Bu durum diğer bölgelere göre kimyasal ilaç ve gübrelerin kullanımının sınırlı olması nedeniyle daha sağlıklı bir ürünün üretimini sağlamaktadır. Dolayısıyla yörede çok önemli bir ürün ve üretim potansiyeli olmasına rağmen üretimin tüm aĢamalarında verim artırıcı tarımsal üretim teknolojilerinin kullanımının yetersiz ve etkin kullanılmaması, üretim Ģeklinin geleneksel yöntem ve makinalara göre yapılması nedeniyle ürün verimi ve üretim miktarı oldukça düĢük kalmaktadır. Bu verim değeri ülke ortalamasından yaklaĢık iki kat daha azdır. Örneğin ülkemizde çeltik üretiminin yoğunluklu yapıldığı Marmara, Karadeniz ve Çukurova bölgesinde hemen hemen üretimin bütün aĢamalarında mekanizasyon araçlarının kullanımı yaygın iken, bunun aksineGüneydoğu Anadolu Bölgesi içinde yer alan Karacadağ ve yöresinde ise üretimin önemli bir kısmı insan iĢgücüne dayalı olarak gerçekleĢmektedir. Bölgedeki Çeltiğin Önemi Çeltiğin yörede bazı ailelerin geçim kaynağı olmasının yanı sıra, insanların yaĢam standartlarının artması, kaliteli ve doğal ürünleri tüketme arayıĢlarına girmesi, bölgede organik denebilecek Ģekilde yetiĢtirilen bu ürünün önemini daha da artırmaktadır. Çeltik kalitesine aroma, renk, Ģekil, görünüm, piĢirme ve besin kalitesi gibi faktörler etkilidir. Bu faktörler hasat zamanına bağlıdır. Bunun için çeltik hasadında biçerdöverin kullanımı kalitenin korunması bakımından esastır. Biçerdöver kullanımı hasat zamanını azaltır. Bu da gecikmeden dolayı ürün kayıplarını azaltmaktadır. Çeltik üreticisi tüm ülkelerde olduğu gibi ülkemizde ve bölgemizde hasat döneminde ortaya çıkan kalifiye iĢgücü yetersizliği de dikkate alınırsa çeltikte biçerdöver kullanımının ne kadar önemli olduğu ortaya çıkmaktadır. Çeltik tarımında hasat mekanizasyonunun artmasıyla ayrıca artan üretim maliyeti de azalmaktadır. Kayıpların azaltılması, maliyetin azaltılması ve kalitenin korunması tarımsal üretimde temel amaçları oluĢturmaktadır. Verimliliğin artırılması, kayıpların azaltılması ve kalitenin korunmasıyla üreticinin refah düzeyi artırılabilir ve sosyal olanaklardan yoksun olan bu kesimde tarımsal istihdam sağlanarak kırsalda hayat mutlu ve yaĢanabilir hale getirilebilir. Bunlar kırsal alanlarda mekanizasyon araçlarının 117 kullanımının yaygınlaĢtırılması ve geliĢtirilmesiyle olanaklı hale gelebilecektir. Burada makinaların kullanımı sadece fiziksel bir araç olarak değil aynı zamanda yenilik ve adaptasyon tekniklerinin geliĢmesine de katkı sunmaktadır. Özellikle Karacadağ ve çevresinde çeltik üretimi yapılan alanlarda diğer ürünlerin üretimi oldukça sınırlı olduğu ve temel geçim kaynaklarının çeltiğe dayalı olduğu dikkate alınırsa bunun önemi daha da artmaktadır. Bölgede Çeltik YetiĢtiriciliğinde Yapılan Temel ĠĢlemler 1-)Toprak ĠĢleme ve Tavaların OluĢturulması Bölgede çeltik ekimi yapılan bütün alanlarda (düz alanlar, taĢlık alanlar ve eğimli alanlarda) herhangi bir toprak iĢleme yapılmamaktadır (ġekil 1.1 ve ġekil 1.2). ġekillerden de görüldüğü gibi bir önceki yıldan tarla yüzeyinde kalan bitki artıklarına hiçbir müdahale yapılmaz, sadece suyun mevcut alanlarda düzgün bir Ģekilde toprak yüzeyinde dağıtımının yapılması için su dağıtım arkları açılmakta ve tavalar oluĢturulmaktadır. TaĢlık alanlarda ekim için oluĢturulan tavaların yapımında bel ve kürekler kullanılmaktadır. Açılan bu arklar ile toprak yüzeyi bir hafta boyunca ıslatılarak tarlanın suya doyması sağlanır (ġekil 1.5). Islatma iĢlemi düĢük su seviyesi ile yapılır. Tarla yüzeyi bitki artıkları ile örtülü olduğu için tarla yüzeyinde toprak erozyonu sorunu da bu Ģekilde önlenmiĢ olmaktadır. ġekil 1.4‟de Ekim öncesi yapılan bir toprak iĢleme görülmektedir. ġekil 1.1. TaĢlık alanlarda toprak yüzeyi 118 ġekil 1.2. Düz alanlarda çeltik ekim öncesi yapılan toprak hazırlığından genel görünüm ġekil 1.3 OluĢturulan tavalara suyun verilmesi ve dağıtılması 119 2-)Çeltik Ekimi Su ile doyuma ulaĢan tarla yüzeyine ekimden 3-4 gün önce torbalar içerisinde ıslatılan çeltik tohumları elle serpme yöntemi ile tarla yüzeyine yaklaĢık 12-15 kg/da tohum atılır. Atılan tohumların suda sürüklenmesini önlemek ve tarlada filiz çıkıĢını sağlamak amacıyla su miktarı düĢük tutulur (ġekil 1.6) ġekil 1.4. Tarlaya ekilmiĢ çeltik tohumları, çimlenme ve filiz çıkıĢı 3-)Gübreleme ve Bakım Bölgede çeltik ekiminde ve toprak iĢlemesinde yapılan değiĢik uygulamalar gübreleme ve bakım iĢlerinde de yapılmaktadır. Çeltik ekiminde toprak iĢleme yapılmadığı için taban gübresi uygulaması da yapılmamaktadır. Ġlkbaharda sadece dekara 15 kg azotlu gübre uygulaması yapılmaktadır. Bitki boyunun 20–25 cm olduğu dönemlerde tarla içinde varsa geniĢ yapraklı yabancı otlara karĢı bir ilaçlama yapılmakta diğer dar yapraklı yabancı otların bakımı ise iĢçiler tarafından orak veya tırpanla biçilerek yapılmaktadır. 120 4-) Hasat ve Harmanlama Çeltik hasadı düz alanlarda biçerdöver ile doğrudan yapılmaktadır (ġekil 1.5). Ancak, biçerdöverin giremediği taĢlık ve eğimi fazla olan alanlarda çeltik hasadı iĢçiler tarafından oraklarla yapılmaktadır (ġekil 1.6). ĠĢçiler tarafından orakla biçilen çeltik desteler haline getirilerek tarlada nemin düĢürülmesi için bir süre bırakılmaktadır. ĠĢ bitiminden sonra çeltik desteleri iĢçiler tarafından biçerdöverin ulaĢabileceği bir yerde yere serilen büyük bir brandanın üzerine yığın haline getirilir (ġekil 1.7). Daha sonra iĢçiler tarafından elle veya dirgenle biçerdöverin tablasına atılarak harmanlama iĢlemi gerçekleĢmektedir (ġekil 1.8.). ġekil 1.5. Biçerdöver ile yapılan doğrudan hasat iĢlemlerinden genel bir görünüm ġekil 1.6. Orak ile yapılan hasat iĢleminden genel görünüm 121 ġekil 1.7. Desteleme iĢlemi ve destelerin harman yerine taĢınması ġekil 1.8. Biçerdöverle yapılan harmanlama ve iĢçiler tarafından biçerdöver tablasına yediriliĢ 122 5-)Kurutma iĢlemi ve depolama Çeltik tarımının mekanizasyonunda diğer önemli bir sorun da ürünün kurutulmasıdır. Yörede, hasat ve harmanı yapılan çeltik taĢıma araçları ile harman yerine getirilerek geniĢ brandalar üzerine serilerek kurutma iĢlemi gerçekleĢtirilmektedir. Kurutma iĢleminden sonra çeltik iĢleme fabrikalarına götürülerek pirince iĢlenir ve torbalanarak tüketim için pazara sunulur. KARACADAĞ YÖRESĠNDE ÇELTĠK ÜRETĠMĠ VE SORUNLARI Ülkemizde, Güneydoğu Anadolu Bölgesi hariç diğer tüm bölgelerde toprak hazırlığından, hasat sonrası aĢamalarına kadar mekanizasyon araçları kullanılabilir duruma gelmiĢtir. Söz konusu çeltik üretim Bölgelerinde makinanın girebildiği tarlalarda hasat doğrudan biçerdöverlerle yapılmaktadır. Buna karĢın GAP yöresinde çeltik üretiminin yapıldığı alanlarda halen yoğun insan iĢgücü kullanımı söz konusudur. Bu nedenle çeltik üretiminin tüm aĢamaları zor ve yorucu olmaktadır. Ürün verimi ise Türkiye ortalamasının çok altında kalmaktadır. Bölgede çeltik üretiminin ve veriminin düĢük olmasının sebeplerinden biri de çeltik üretiminin düz alanlardan daha çok taĢlık, diğer tarımsal ürünlerin ekimine uygun olmayan alanlarda gerçekleĢtirilmesidir. Bu da, özellikle üretim zinciri içerisinde hasat döneminin sonbahar yağmurlarına denk gelmesi çalıĢma koĢullarını zorlaĢtırmakta ve verimliliği olumsuz etkilemektedir. Elle hasat + taĢıma iĢleminde bir kiĢinin günlük ortalama çalıĢma kapasitesi oldukça düĢük olup ortalama 0.5 da civarındadır. Yörede çeltik hasadının pamuk hasadına denk gelmesi nedeniyle iĢçi temininde yaĢanan sorunlar hasadı geciktirmektedir. Geciken hasattan dolayı ürün kayıpları ve kalitesi de önemli oranda düĢmektedir. Gerek elle ve gerek makinayla yapılan hasatta ürün kayıplarının oldukça fazla olduğu ve bu oranın tüketiciye ulaĢana kadar % 30‟ları aĢtığı üreticiler tarafından ifade edilmektedir. Bu rakam oldukça yüksek bir değerdir ve mutlaka düĢürülmesi gerekmektedir. En azından verimin ülke ortalamasına getirilmesi gerekmektedir. Ürün kayıplarının azaltılması aynı zamanda üreticinin cebine girecek paranın ve buna bağlı olarak yaĢam standartlarının artması anlamına gelmektedir. Karacadağ Pirincinin Diğer Pirinçlerden Farkı Diyarbakır‟da ismi volkanik Karacadağ ile bütünleĢmiĢ olan pirinç, yüzyıllardır “Karacadağ Pirinci” olarak yemek geleneğinde yerini almıĢtır. Karacadağ Pirinci‟nin bu denli ünlenmesinin sebebi, yörenin su kaynaklarının çokluğu, toprağın münbitliğine dayanmaktadır. 123 Karacadağ Pirinci‟nin lezzeti, diğer pirinç çeĢitlerine göre suyu fazla çekmesi, tanelerinin dolgunluğu, piĢirim sonrasında lapalaĢmaması, tanelerinin birbirine yapıĢmaması, diri oluĢu, sayılabilecek oranda birbirinden ayrılması, sunî gübreye ihtiyaç duymayıĢından kaynaklanmaktadır. Yörede ve Diyarbakır genelinde talep görmesi de lezzetinden ve kullanıĢlılığından kaynaklanmaktadır. Karacadağ pirincinin tarihî seyir içinde hükümdarların yemek ziyafetlerinde, aĢiretlerin düğün, barıĢma, bayram etkinliklerinde yemeklerde et ile baĢ sırada yer alması göz önünde bulundurulduğunda diğer pirinç çeĢitlerine göre daha fazla talep edilmesinin bir göstergesidir. Karacadağ pirincinin kaynağından gelen soğuk sularla sulanmıĢ olması yanında gözden kaçırılmaması gereken en önemli hususlardan biri de Ģudur: Çeltik ekilmeden çok önce küçükbaĢ hayvan sürülerinin sağım alanı, çeltiğin yapılacağı toprak üzerindedir. Haftalarca süren sağım ve sürülerin dinlenme noktaları, çeltiğin ekileceği alanlar olduğu için, hayvan gübresinin toprağa karıĢması kolaylaĢmaktadır. Bilerek yapılan süt sağımı ve hayvanın dinlenme alanı olarak çeltiğin ekileceği toprak alanları, bu sebeple kendiliğinden gübrelenmiĢ olur. Hayvancılıkla geçinen Karacadağ yöresinde hayvanın bolluğu, ekim zamanında tohumun toprağa karıĢmasını kolaylaĢtırmaktadır. Ġyice su verilen araziden hayvan sürülerinin geçirilmesi, hem suyla gübrenin iyi biçimde kaynaĢmasını, hem tohumun ilk aĢamada ekiminde önemlidir. KAYNAKLAR ÇUKUROVA ÜNĠVERSĠTESĠ FEN BĠLĠMLERĠ ENSTĠTÜSÜ ( REġAT ESGĠCĠ DOKTORA TEZĠ) https://www.google.com.tr/url?sa=t&rct=j&q=&esrc=s&source=web&cd=8 &cad=rja&uact=8&ved=0ahUKEwj_xuGpxuXKAhUMFSwKHVyVBIQFghEMAc&url=http%3A%2F%2Ftraglor.cu.edu.tr%2Fobjects%2Fobject File%2F3nmYAqo4-49201357.pdf&usg=AFQjCNEWkac_ns06Q0CctxmLeAv8TI8zzQ KARACADAĞ PĠRĠNCĠ- ÇINAR KAYMAKAMLIĞI https://www.google.com.tr/url?sa=t&rct=j&q=&esrc=s&source=web&cd=5 &cad=rja&uact=8&ved=0ahUKEwj_xuGpxuXKAhUMFSwKHVyVBIQFggwMAQ&url=http%3A%2F%2Fcinar.gov.tr%2Fmeshur%2Fkaracadag -pirinci&usg=AFQjCNFPJGV73SJ1piovSGNUzL07GwxxuQ 124 ġANLIURFA'DA MAYINLI ALANLARI BOġ BIRAKMAYIN... Mehmet Emin UÇAR1 , 1 Adalet BADEM 2 Harran Üniversitesi Ziraat Fakültesi Toprak Bilimi ve Bitki Besleme Bölümü 2 Harran Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bahçe Bitkileri Bölümü ÖZET Türkiye‟nin güney–güneydoğusundaki komĢularımız Irak ve Suriye sınırında yer alan, 1956 yılında mayınlanmaya baĢlanılan alan 300 ile 750 metre geniĢliğinde yaklaĢık 780 kilometre uzunluğundaki bölgede iki Kıbrıs adası büyüklüğünde yani 508.000 dekarlık mayınlı arazi olduğu bilinmektedir. YaklaĢık 53 yıllık geçmiĢ olan bu mayınlı araziler Suriye sınırında ġanlıurfa, Mardin, Kilis, Hatay illerini kapsamaktadır. YaklaĢık 53 yıldır ekilmeyen mayınlı arazilerdeki topraklarda organik madde miktarları bakımından ekilen arazilere göre, en az yüzde 30-40 arasında daha yüksek verime sahiptir. Ayrıca, mayınlı araziler gen kaynaklarımızın korunduğu alanlardır. Arazinin mayınlardan temizlenmesine yönelik tartıĢmalar son birkaç yıldır sürmektedir. YaklaĢık 53 yıldır kullanılmayan bu arazilerin 'birinci sınıf tarım arazisi' olduğu bir gerçektir. Topraklar uzun bir süre tarımda kullanılmadığından, verimliliklerinin ve kalitelerinin arttığı varsayılmaktadır. Sınırdaki bu alanlarda bakir ve sulanabilir arazilerin çokluğu, iklim yapısı, limanlara yakınlığı, pamuk, mısır, buğday, nohut gibi ürünlerin üretim merkezi olması, gelecek yıllarda organik tarım ürünleri ihracatının da merkezi olacak gibi gözükmektedir. Tabidir ki, organik tarıma yönelik desteklerin verilmesi, çiftçilerimizin bilinçlendirilmesi, yönlendirilmesi bu süreci hızlandıracak ve bölgedeki kırsal nüfusu da bölgede tutacaktır. Bu alanların organik tarıma açılması bile baĢlı baĢına bölge için bir potansiyeldir. Tamamına yakını düz ve verimlidir. Öte yandan Bölgemizde organik tarım uygulamaları Ģu anda Adıyaman, Gaziantep, Mardin ve ġanlıurfa‟da yapılmaktadır. Bu anlamda ġanlıurfa ili organik tarımda ön plana çıkmaktadır. Organik tarım ve hayvancılık, toprakların sürdürülebilir tarım açısından korunmasında büyük önem taĢımaktadır. Bu yönde atılacak adımlar tarım ve hayvancılığın geleceğini garanti altına alacak, gelecek nesillere kirlenmemiĢ verimli topraklar bırakacaktır. Anahtar Kelimeler: Mayın, Şanlıurfa, Organik Tarım, Toprak Verimlilik 125 MAYINLI ARAZĠLER Türkiye‟nin güney – güneydoğusundaki komĢularımız Irak ve Suriye sınırında yer alan, 1956 yılında mayınlanmaya baĢlanılan alan 300 ile 750 metre geniĢliğinde (ġekil 2.) yaklaĢık 780 kilometre uzunluğundaki bölgede iki Kıbrıs adası büyüklüğünde yani 508.000 dekarlık mayınlı arazi olduğu bilinmektedir. YaklaĢık 53 yıllık geçmiĢ olan bu mayınlı araziler Suriye sınırında ġanlıurfa, Mardin, Kilis, Hatay illerini kapsamaktadır (ġekil 1.). ġekil 1. Suriye sınırında ġanlıurfa, Mardin, Kilis, Hatay illerini kapsayan mayınlı alan bölgesi. ġekil 2. Mayınlı Arazinin yaklaĢık kesiti (Kanatlı ve Ark., 2004). 126 Ziraat Mühendisleri Odasının yapmıĢ olduğu tespit çok güzel bir Ģekilde aĢağıda verilmiĢtir. Bu manada, mayınlı alana sahip iller itibariyle yapılan tespitler aĢağıdaki gibidir; ĠLLER Mayınlı Alan (da) ĠĢlenebilir Tarım Alanı (da) Hatay 36.000 25.000 Kilis 33.000 25.000 Gaziantep 15.000 15.000 ġanlıurfa 54.000 45.000 Mardin 48.000 43.000 ġırnak 30.000 17.000 TOPLAM 216.000 170.000 *(TMMOB ZMO BaĢkanlığı, Basın Açıklaması) Sözü edilen mayınlı alanların(216.000 dekar), büyük oranı yaklaĢık olarak % 80„e yakın bir kısmının (170.000 dekar) I. ve II. AKK Sınıfı iĢlemeli tarıma uygun tarım arazilerinden oluĢmaktadır. Bu arazinin % 70„inin sulanabilir özellikler taĢıdığı değerlendirilmektedir. Tablodan da görüldüğü gibi 54.000 da mayınlı araziye sahip olan ġanlıurfa‟da iĢlenilebilir tarım alanı 45.000 da olup iller bazında en fazla alanı kapsamaktadır. MAYINLI ARAZĠLERĠN TOPRAK YAPISI VE VERĠMLĠLĠĞĠ YaklaĢık 53 yıldır ekilmeyen mayınlı arazilerdeki topraklarda organik madde miktarları bakımından ekilen arazilere göre, en az yüzde 3040 arasında daha yüksek verime sahiptir. Ayrıca, mayınlı araziler gen kaynaklarımızın korunduğu alanlardır. 127 Arazinin mayınlardan temizlenmesine yönelik tartıĢmalar son birkaç yıldır sürmektedir. YaklaĢık 53 yıldır kullanılmayan bu arazilerin 'birinci sınıf tarım arazisi' olduğu bir gerçektir. Topraklar uzun bir süre tarımda kullanılmadığından, verimliliklerinin ve kalitelerinin arttığı varsayılmaktadır. Bu kuĢaktaki toprakların tarımsal kullanılmaları açısından özellikleri henüz ciddi bir biçimde incelenmediğinden, Harran Ovasında yapılan bir çalıĢmadan yararlanarak toprak özellikleri üzerinde bazı tahminlerde bulunmak, bu toprakların ideal olarak nasıl kullanılması gerektiği düĢüncesi ile yapılan çalıĢmalarda Harran Ovası; Güneyde Suriye sınırı, Kuzeyde GermüĢ ve ġanlıurfa dağları, Batısında Fatik dağları Doğusunda ise Tektek dağları bulunmaktadır. Ovanın güneyinde bulunan topraklarında yaklaĢık yüzde 25 civarında kireç bulunmaktadır ve ovanın güneyine doğru kireç düzeyinin düĢtüğü görülmektedir. Toprakta yüksek oranda kirecin varlığı bu kesimde tuzluluğun etkisini azaltmaktadır. Eğim dolayısıyla ovanın güney bölgesine taĢınan malzeme daha ince yapıdadır. Ovaya çevre tepelerden daimi olarak kireçli yeni malzemeler taĢınmaktadır. Ovanın Güneyini temsil eden ve Suriye sınırına en yakın profiller olan Profil 14 (Ekinyazı serisi), Profil 15 (Akçakale serisi) ve Profil 16. (Gürgelen serisidir). Bu profiller mayınlı arazilere en yakın bulgu ve değerleri temsil etmektedirler. Belirlenen kil yüzdesi değerleri yüzey topraklarda çoğunlukla yüzde 40-65 arasındadır. Profillerin yüzde kil değerleri profil boyunca derinliğin artmasıyla düzensiz bir görünümde olması düĢük kodlara çevreden daimi olarak yeni toprak malzemelerin sularla taĢındığını göstermektedir. Ayrıca bir Profilde 150 cm'de taban suyu görülmüĢtür. Görülen taban suyu seviyesinin sınır bölgesinde de dikkate alınması gerekmektedir. Toprak örneklerinde organik madde miktarları ve verimlilikleri genelde beklenenden daha az bulunmuĢtur. Organik madde miktarlarının yaklaĢık 150 cm'ye kadar homojen sonraki derinliklerde azaldığı tespit edilmiĢtir. Organik madde değerleri ovanın kuzeyinde ortalama yüzde 1.76 iken, orta kesimlerine doğru ortalama yüzde 1.54'e ve güney bölgesine doğru azalarak ortalama yüzde 0.87'ye düĢmektedir. YaklaĢık 53 yıldır ekilmeyen mayınlı arazilerdeki topraklarda organik madde miktarlarının ekilen arazilere göre en az yüzde 30-40 arasında daha yüksek olduğu tahmin edilmektedir. Ayrıca, mayınlı toprakların verimliliklerinde de büyük artıĢların olduğu sanılmaktadır. Bu kadar değerli ve dünyada da benzeri az olan toprakların kullanılmasında büyük özen gösterilmesi Ģarttır (Çakmak, 2009). MAYINLI ARAZĠLERĠN TARIM POTANSĠYELĠ Sınırdaki bu alanlarda bakir ve sulanabilir arazilerin çokluğu, iklim yapısı, limanlara yakınlığı, pamuk, mısır, buğday, nohut gibi ürünlerin 128 üretim merkezi olması, gelecek yıllarda organik tarım ürünleri ihracatının da merkezi olacak gibi gözükmektedir. Tabidir ki, organik tarıma yönelik desteklerin verilmesi, çiftçilerimizin bilinçlendirilmesi, yönlendirilmesi bu süreci hızlandıracak ve bölgedeki kırsal nüfusu da bölgede tutacaktır. Bu alanların organik tarıma açılması bile baĢlı baĢına bölge için bir potansiyeldir. Tamamına yakını düz ve verimlidir. Öte yandan Bölgemizde organik tarım uygulamaları Ģu anda Adıyaman, Gaziantep, Mardin ve ġanlıurfa‟da yapılmaktadır ( ġekil 1.) Bu anlamda ġanlıurfa ili organik tarımda ön plana çıkmaktadır. ġirket bazında üretim yapan firma sayısı 3‟ü ġanlıurfa, 8‟i ise Gaziantep‟te olmak üzere toplam 11‟dir. ĠLLER Mayınlı ĠĢlenebilir Tarım Üretim Deseni Önerisi Alan (da) Alanı (da) Hatay 36.000 25.000 Pamuk, Buğday, Mısır, Sebze-meyve, Bağcılık Kilis 33.000 25.000 Antepfıstığı, Badem, Zeytin, Fiğ, Sebze-meyve, Bağcılık, hayvancılık Gaziant 15.000 ep 15.000 Buğday, Arpa, Mercimek, Nohut, Antepfıstığı, Zeytin, Sebze-meyve, Bağcılık ġanlıurf 54.000 a 45.000 Pamuk, Buğday, Arpa, Mısır, Mercimek Mardin 48.000 43.000 Pamuk, Buğday, Arpa, Mısır ġırnak 30.000 17.000 Buğday, Arpa, Mercimek, Bostan Zeytin, TOPLA 216.000 170.000 M Sözü edilen mayınlı alanlarda, birinci ve ikinci sınıf tarım arazileri en büyük oranı oluĢturmaktadır. ĠĢlenebilir tarım arazilerinin yanında, daha düĢük miktarlarda olmak üzere mera alanları, orman ve makilik alanlar ve volkanik kayalarla kaplı alanlar bulunmaktadır. Mayınlı arazilerin iĢlemeli tarıma elveriĢli bölümünün, illere göre değiĢmekle birlikte, % 80„e yakın bir oranda, yaklaĢık 170 bin dekar olduğu hesaplanmıĢtır. Bu arazinin % 70„inin sulanabilir özellikler taĢıdığı değerlendirilmektedir. 129 ġanlıurfa‟daki diğer illere oranla daha geniĢ bir alana sahip, üretim deseni önerileri yetiĢen ürünler antep fıstığı, zeytin, pamuk, mısır, buğday, arpa, mercimektir. YILLIK GELĠR Mayınlı arazilerin tarıma açılması durumunda elde edilecek yıllık net gelirin 20 milyon doların üzerinde olacağını ortaya koyan araĢtırmalar, dekar baĢına net gelir ortalaması 180 lira olarak kabul ediliyor.AraĢtırmalara göre, Güneydoğu Anadolu Bölgesi‟nde üretim deseni önerilerinde yer alan ürünlerin verim değerleri, mevcut üretim maliyetleri ve piyasa fiyatları yanında destekleme ödemeleriyle birlikte değerlendirildiğinde, bir dekar alandan elde edilen net gelirin mercimekte 100, mısırda 150, buğdayda 174, pamukta 190, zeytinde 640 ve Antep fıstığında 650 TL olduğu görülüyor. Sebze, meyve, bağcılık, seracılık, hayvancılık ve organik tarım gibi faaliyetler yaratılacak katma değeri daha da artırıyor. Üretim gücünü örneklendirebilmek açısından, tümüyle monokültür tarım yapılması varsayımıyla, sözkonusu alandan yılda 85 bin ton pamuk veya 102 bin ton buğday veya 212 bin ton mısır elde etmek mümkündür. ĠLLER Hatay Kilis Gaziantep ġanlıurfa Mardin ġırnak Yılık Net gelir Ġstihdam (hane / kiĢi) (iĢlenebilir alan*180lira) 424 4.500.000 2.120 424 4.500.000 2.120 254 2.700.000 1.270 763 8.100.000 3.815 729 7.740.000 3.645 288 3.060.000 1.440 30.6 milyon lira 2.881 hane TOPLAM 14.405 kiĢi 20.1 milyon $ Güneydoğu Anadolu Bölgesi„nin Türkiye„nin geliĢmiĢlik düzeyi en düĢük bölgelerinden olması bağlamında; mayınlı arazilerin temizleme 130 sonrasında yöre çiftçisine tahsis edilmesi durumunda yaratacağı istihdam, Türkiye„nin sosyal dengeleri açısından çok önemlidir. MAYINLI ARAZĠ 15 BĠN KĠġĠLĠK ĠSTĠHDAM YARATIR Güneydoğu Anadolu Bölgesi‟nin Türkiye‟nin geliĢmiĢlik düzeyi en düĢük bölgelerinden olmasına dikkat çekilerek, mayınlı arazilerin temizleme sonrasında yöre çiftçisine tahsis edilmesi durumunda yaratacağı istihdamın, Türkiye‟nin sosyal dengeleri açısından çok önemli olduğu açık ve net olarak görülmektedir. Buna göre 170 bin dekar iĢlenebilir tarım alanı, Türkiye ortalaması iĢletme ölçeği olan 59 hektarlık iĢletmelere bölündüğünde, 2 bin 881 adet tarım iĢletmesini doğuruyor. Her bir hanenin en iyimser tahminle tarım iĢinde çalıĢabilecek yaĢta olan 5 kiĢiden oluĢtuğu düĢünüldüğünde, 14 bin 405 kiĢilik bir istihdam kapasitesi ortaya çıkıyor. ĠĢletme baĢına net gelir ise 10 bin 621 lira olarak gerçekleĢiyor. Kooperatif yapısı altında örgütlenen köylü üreticinin, her iĢletmede ziraat mühendisleri önderliğinde gerçekleĢtirecekleri üretimin, Türkiye‟nin gıda güvenliği ve gıda güvencesine önemli katkı sağlaması bekleniyor. AĢağıda, Hazine MüsteĢarlığı tarafından yayımlanan Ocak - Aralık 2008 dönemine iliĢkin teĢvik belgeleri, yatırım, istihdam verileri ve bir kiĢilik iĢ yaratma maliyeti, tarım sektörü açısından verilmektedir; Belge Sayısı 73 Tarım Toplam 2.448 Toplam Yatırım Ġstihdam (TL) (kiĢi) 359.937.219 28.230.289.151 2.590 98.377 Ortalama Maliyet (TL) 138.972 286.960 Yatırım BaĢına Ort. Ġstihdam 35 40 Görüldüğü gibi, 2008 yılında kiĢi baĢına istihdam maliyeti ortalaması 287 bin lira, tarım sektöründe bir kiĢilik istihdam maliyeti ise 139 bin liradır. Buna karĢılık; mayınlı arazilerin temizlenerek yöre çiftçisine dağıtılması durumunda, kiĢi baĢına istihdam maliyeti, tarımdan elde edilebilecek 30.6 milyon lira / 14405 kiĢi = 2 bin 124 lira olmaktadır. MAYINLI ARAZĠLERĠN TEMĠZLENMESĠ -Mayın temizleme masrafının geri dönüĢ hızı, yıllık 20 milyon dolarlık net tarımsal gelir bazında hesaplanıyor. Örneğin 100 milyon dolarlık bir mayın temizleme finansmanı, 5 yıl içinde geri dönüyor. Bu çerçevede mayın temizleme iĢi, finansmanı sağlanarak denetimli bir Ģekilde gerçekleĢtirilmeli. 131 -Kooperatif yapısı altında ziraat mühendisleri ve köylü üreticilerin birlikte çalıĢması sağlanmalı. -Arazinin Yasa Tasarısı‟nda olduğu gibi, 5 yıl içinde mayını temizleyen yabancı Ģirketlere 49 yıllığına tahsisi durumunda, Ģirketin 2059 yılına kadar elde edeceği toplam tarımsal gelir 880 milyon dolardır. Böylesine stratejik bölgede, hiçbir yabancı Ģirketin yarım yüzyılda 880 milyon dolar kazanmak, baĢka bir deyiĢle yalnızca tarım yapmak peĢinde olmayacağı açıktır. -Orta Doğu‟nun en zengin su kaynaklarına sahip olan bölge, bu yönüyle de iĢtah kabartmaktadır. Avrupa Birliği tarafından 2004 yılında yayımlanan ve kamuoyunda Etki Değerlendirme Raporu olarak bilinen Türkiye‟nin Üyeliği Perspektifinden Kaynaklanan Hususlar Belgesinde, Dicle ve Fırat sularının, Ġsrail‟e özel atıf yapılarak, uluslararası bir su yönetimine devredilmesi gerektiği önerisi, yukarıdaki ifadenin uluslararası politika alanındaki izdüĢümü olarak değerlendirilmelidir. -Bölgenin jeo-stratejik konumu 510 km‟lik bir hat boyunca yabancıların en az yarım yüzyıl için yerleĢmesi ne denli tehdit ve tehlikeler doğurabileceği düĢünülmelidir. SONUÇ VE ÖNERĠLERĠ 1- Mayınlardan temizlenen arazi yöre çiftçisine tahsis edilmeli, kooperatif yapısı ile ziraat mühendisleri ve köylü üreticilerin birlikte çalıĢması sağlanmalıdır. Böyle olursa, hem 15 binin üzerinde üretici ve mühendis istihdamı sağlanacak; hem de gerçekleĢtirilecek yüz binlerce tonluk üretimle, giderek artan tarım ürünü ithalatı için harcanan kaynak azaltılabilecektir. 2- Bu alanda yetiĢtirilecek yem bitkileri ekolojik, biyolojik ve botanik özellikleri nedeniyle münavebe bitkisi olarak her zaman tercih edilir durumda olmalıdırlar. Ġyi planlamıĢ sağlıklı bir ekim nöbeti ile toprağın organik madde ihtiyacı karĢılanmalıdır. Bu amaçla baklagil bitkileri gibi C/N oranı düĢük olan ürünlere mutlaka ekim nöbetinde yer verilmelidir Yem bitkileri aynı zamanda toprağın yağıĢ ve rüzgar nedeni ile aĢınmasını (Erozyon) önlemektedirler. 3- Bu alanda bitkisel ve hayvansal üretimde bio-güvenliğin sağlanması için koĢulların oluĢturulması gereklidir. 4- Organik hayvancılığa geçiĢ aĢamasında özellikle organik yem üretimine yönelik T.K.B ce destek ve teĢvikler gereklidir. Türkiye de hayvancılığın yoğun olduğu bölgeler de, doğal mera ve yaylalardan yararlanılarak, organik sığır, koyun ve keçi üretimi teĢvik edilmeli ve organik hayvancılık yapmaya 132 gönüllü çiftçilerden örnek, pilot iĢletmeler krediyle desteklenmelidir. Organik hayvancılığın geliĢmesi için kaliteli ve sağlıklı ürünlere yönelik tüketici talebi arttırılmalıdır. 5- Toprak yapısını iyileĢtiren ve topraktaki biyolojik yaĢamı destekleyen yöntemleri izlemelidirler. Toprağın üst kısmını bozan ve verimliliği düĢüren anız yakma iĢleminden vazgeçmelidirler. 6- Her Ģeyden önce organik tarım ve hayvancılık, toprakların sürdürülebilir tarım açısından korunmasında büyük önem taĢımaktadır. Bu yönde atılacak adımlar tarım ve hayvancılığın geleceğini garanti altına alacak, gelecek nesillere kirlenmemiĢ verimli topraklar bırakacaktır. 7- Hayvan yetiĢtiricilerinin organik üretimi benimsemesi yönünden, üretilecek organik ürünlerin maliyet ve kârlılıkları araĢtırmalarla ortaya konulmalıdır. 8- Son olarak mayınlardan temizlenen arazi yöre çiftçisine tahsis edilmeli, kooperatif yapısı ile ziraat mühendisleri ve köylü üreticilerin birlikte çalıĢması sağlanmalıdır. 1952 yılında güvenliği sağlamak ve kaçakçılığı önlemek için mayınlanan 3.5 milyon dönümlük alanda, bugüne kadar yaklaĢık 3.000 kiĢi mayınlara bastığı için ya sakat kaldı ya da hayatını kaybetti. KAYNAKLAR Anonim, 2009. TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası BaĢkanlığı Basın Açıklaması, Ankara. 2009. Beek. K. L., 1978. Land Evaluation for Agricultural Development. Int. Institute for Land Reclamation and Improvement/ ILRI. Publ. 23. Wageningen. The Netherlands, 333 S. Çakmak, M., 2009. Mayınlı Araziler Ne Kadar Verimli? 11 Haziran 2009 tarihli www.63haber.com haber portalı. http://www.63haber.com/haber_detay.asp?haberID=5081, ġanlıurfa. Dinç, U., 1980. Landsat-1 ERST-1 Görüntülerinin Toprak Etüd ve Haritalama ÇalıĢmalarında Kullanılma Olanakları Üzerine Bir ÇalıĢma. Ç. Ü. Ziraat Fakültesi Yayınları No:136, Adana. Kanatlı M., Öztürkmen A.R., Doğan Ġ., Özel N., 2004. Türkiye Cumhuriyeti ile Suriye Arap Cumhuriyeti Sınırında Bulunan Mayınlı Alanların “Arazi Kullanım Kabiliyetlerinin Belirlenmesi” ÇalıĢmaları, ġırnak (Silopi)- 133 ġanlıurfa (Final Raporu), Mayınlı Alanların Tarıma Kazandırılması Projesi, T.C. BAġBAKANLIK GAP Bölge Kalkınma Ġdaresi BaĢkanlığı Bölge Müdürlüğü, ġanlıurfa. Saner. G, Engindeniz,S.2001. Hayvancılıkta organik üretime geçiĢ olanakları ve Türkiye üzerine bir değerlendirme. Türkiye 2.Ekolojik Tarım Sempozyumu. 14-16 Kasım 2001. Antalya,s.124-133. Soyergin, S., 2003. Organik Tarımda Toprak Verimliliğinin Korunması, Gübreler ve Organik Toprak ĠyileĢtiricileri. http://www.bahce.biz/organik/toprak_iyileĢtirme.htm. Atatürk Bahçe Kültürleri Merkez AraĢtırma Enstitüsü. 134 SÜRDÜRÜLEBĠLĠR TOPRAK VERĠMLĠLĠĞĠ Safiye BÜLBÜL, Seda KILIÇ Harran Üniversitesi Ziraat Fakültesi Toprak Bilimi ve Bitki Besleme Bölümü ÖZET Sürdürülebilir tarım; hızla artan nüfus artıĢına bağlı olarak doğal kaynakların korunması ve çevreye zarar vermeyen tarımsal teknolojilerin kullnıldığı, yeterli ve kalitel imaddelerin üretimini sağlayıp geliĢtirilen uygulamalardır. Toprakverimliliği; toprağın gerek besinelementleri gerekse organic maddelerce zengin olması verimlilik bakımından önemlidir. Kullanılan sistemler; PDO, PGI, TSG gibi birimlerdir. Tarımda toprak sürekli kullanılan bir meteryal olduğu için,elde edilecek olan ürünü takiben toprak verimliliğinin devamlılığını da baĢarabilmek tarımın esas amaçlarından biridir. Toprak verimliliğininin sürdürülebilirliğ iaçısından yalnız besinmaddesi dengesi yeterli değildir. Tamamlayıcı diğer uygulamalar ve önlemler de bu açıdan yönlendirici etkiye sahip olup, iklim ve bitki faktörleri, yalnıĢ amenajman uygulamaları gibi faktörler verimliliği sınırlandırılabilir ve hatta toprak bozulması meydana gelir. Doğal kaynakların bilinçsiz kullanımları nedeniyle tükenmeleri tür ve biyo çeĢitliliğin azalması ve yaĢam ortamlarının yok olması, kirliliğin artması gibi sorunlara çözüm olarak doğanın korunmasına ve sürdürülebilir kullanımına yönelik ekolojik planlama yöntemi veteknikleri geliĢtirilmiĢtir. Earles toprakta iyi biryapı ve verimliliğinin sürekliliği için aĢağıdaki öneriler sunmaktadır; -Tarımsalalandaki doğal besin elementi döngüsünün arttırılması, kimysal gübre kullanılmasının azaltılması, gübreleme programının azaltılması.(Etkili gübre kullanımı) -Minimum toprak iĢlemesi(ya da diğerkorumalı toprak sürüm yöntemleri) -Toprağın yalnız fiziksel ve kimyasal bir yapıdan ibaret olmayıp, canlı bir varlık olduğunu da göz önünde bulundurarak, toprak organizmalarının sağlıklı çeĢitliliğini koruyucu amenajmanlarının uygulanması. Bu konuda çeĢitli öneriler sunulmaktadır. 135 . Sonuç olarak toprak verimliliğinin sürdürülebilirliği, çok sayıda faktörün ortak etkisine ve aralarındaki etkileĢime bağlı olup, çok yönlü planlamaların yapılmasını gereklikılar. Anahtar Kelimeler: Sürdürülebilir tarım, organic tarım, verimlilik, PDO, PGI, TSG 1)GĠRĠġ Toprak: Toprak yeryüzünü ince bir tabaka halinde saran,içerisinde ve üzerinde geniĢ bir canlı alemi barındıran,bitkilere durak yeri ve besin kanağı olan,topografyanın ve zamanın iklime,organizmalara ve anametaryela yapmıĢ olduğu etki ile üç fazlı,üç boyutlu dinamik bir yapıya sahiptir. Tarım; bir bakıma bitkiyi aracı kullanarak topraktan en yüksek verimi ve ürün kalitesini sağlamak sanatı denebilir. Tarımda toprak sürekli kullanılan bir materyal olduğu için, elde edilecek olan ürünü takiben toprak verimliliğinin devamlılığını da baĢarabilmek tarımın esas amaçlarından biridir. Sürdürülebilir tarım, uzun dönemde dogal kaynakların korunmasının yanı sıra çevreye zarar vermeyen tarımsal teknolojilerin kullanıldıgı bir tarımsal yapının olusturulmasıdır. Toprağın gerek besin elementleri gerekse organik maddelerce zengin olması verimlilik bakımından önemlidir. Fakat, toprağın fiziksel özellikleri de bitkinin geliĢimini desteklemesi açısından toprak üretkenliği önem kazanır. Yani, toprağın üretkenliği için bitkilerin ihtiyaç duyduğu besin elementlerine optimal düzeyde sahip olması yanı sıra, bitki kök geliĢmesine mekaniksel direnç göstermemesi ve iyi derecede su ve hava iliĢkilerine de sahip olması gerekir. Türkiye'de, tarım tammen endüstriyel karakter kazanmamakla birlikte dünyanın gelismis ülkelerinde oldugu gibi, bir yandan sentetik üretim girdileridenetimsizce kullanılmamakta, diger yandan da günümüzde olumsuz isleme teknik ve teknolojilerin olusturdukları sonuçları düsünmeden oldukça yogun bir tarımsal üretim yapılmaktadır. Günümüzde bu uygulamalar dogal dengenin bozulmasına olan etkileri ve besin zinciri yoluyla insanın yanı sıra tüm canlılara ulasabilen yasamsal tehlike yaratma özellikleri ile sanayi ya da kentsel kirlilikler kadar dikkat çekmeye baslamıstır. Sürdürülebilir tarım anlayısı içerisinde su ve toprak kaynaklarının korunması, entegre ilaç yönetimi gibi birçok uygulamalar yer almakla beraber, ilaç, sentetik gübre gibi dogal olmayan girdilerin kullanılmasından kaçınılarak kalite, saglık ve çevresel standartlarla bulusan organik tarımteknikleri anahtar rol oynamaktadır. Bu çalısmada, sürdürülebilir tarım, gerekleri ve bu alandaki gelismeler ortaya konularak, sürdürülebilir tarım için gerekli olduguna 136 inandıgımız organik tarım ve bu konuda dünyada ve ülkemizde yapılan uygulamalar vurgulanmaya çalısılacaktır. 2. Sürdürülebilir Toprak Verimliliğinin Materyal ve Metotları Sürdürülebilir tarım kavramı, tarımsal üretimde agronomik, çevresel, sosyal ve ekonomik boyutları dengelemeyi hedefleyen bir yaklasım seklidir. Amaçları, bir yandan tarımda verimliligi korurken diger yandan da çevreye verilen zararı azaltarak, kısa ve uzun dönemde ekonomiyi canlı tutmak, tarımla ugrasanların yasam kalitesini yükseltmek ve bu amaçla uygulamaları geliĢtirmektir. Sürdürülebilir tarım kavramı aslında endüstriyel tarımın yarattıgı sorunları çözebilmekiçin ortaya atılmıs çözüm önerilerinin altında toplandıgı bir baslık olarak düsünülebilir. Burada öncelikle kabul edilmesi gereken temel kurallar; tarımsal üretim için dünyada gerekli olan kaynakların sınırsız olmadıgı ve dogal dengeyi bozarak istenilen ölçüde ve sürekli bir gelismenin saglanamayacagıdır. Bu açıklamaların ısıgı altında sürdürülebilir tarımı saglamak için gerekli temel göstergeler. Çizelge 1‟ de verilmistir. Çizelge 1:Sürdürülebilir Tarımın Genel Göstergeleri Göstergeler Üreticinin uzun dönemdeki geliri Diğer kaynaklar Çevre Yönetimci özellikler Sosyo ekonomik etkiler Belirleyiciler *Üreticilerin elde ettikleri gelirin uzun dönemli olması. *Üreticilerin pazarlama güçlerinin arttırılması ve dıĢ üretim geliĢtirlmesi *Kaynakların etkin kılan üretim verimliliğinin sağlanması *Gıda kalitesi ve güvenliği *Toprağın durumu *Ürün çeĢitliliği *Su kaynakları *Kimyasal atıklar *Sulamadaki tuzluluk *Doğal kaynaklr üzerine tarımın etkisi *Sürdürülebilir tarım uygulamalarının yerine getirilmesi için eğitim çalıĢmalarının yaygınlaĢtırılması *Tarımdaki insan odaklı bir geliĢmenin sağlanması ve iĢgücü eğitimi için çalıĢmaların geliĢtirilmesi. 137 Özellikle topragın korunması sürdürülebilir tarım anlayısında büyük önem tasımaktadır. Örnegin bu konuyla ilgili 1950'li yıllarda Avusturalya'da Tarım Planlaması çalısmaları baslatılmıstır. Daha sonra 1980 yılında Victoria hükümeti tarafından toprak koruma programları hazırlanmıs ve programlar gelistirilmistir. Farklı bölgelerde de bu tür programlar hazırlanarak Dogal Üreticilerm Federasyonu ve Avusturalya Koruma Kurulusu tarafından destek alınmıstır. Avrupa Birligi ülkelerinde ise özellikle bazı tarımsal ürünleri korumak, dogal özelliklerini kaybetmeden üretim devamlılıgını saglamak amacıyla PDO, PGI, TSG sistemleri gelistirilmistir. Bu sistemler aracılıgıyla aynı zamanda tüketicilerin korunmasını ve satın aldıkları ürünleri tanımalarını ve bu ürünlerin güvenilirliginden emin olmalarını saglamak amaçlanmaktadır. Bu düsüncelerin ısıgı altında bazı tarımsal ürünleri tüketicilere daha iyi tanıtabilmek amacıyla EC No331/2000 nolu yasa ile PDO, PGI, TSG sistemleri adı altında logolar olusturulmus ve bu logoyu tasıyan hem bitkisel hem de hayvansal ürünlerde gıda güvenligi ve gıda kalitesi açısından tüketicilere garanti saglanmıstır. Bu sistemler asagıda açıklanmaktadır: PDO (Protected Designation of Origin): Orjinaline en uygun sekilde yetistirilmis ürünlerin sahip oldugu bir logodur. PDO sınıflandırmasında yer alan ürünler hem üretim hem isleme ve hem de hazırlanması asamasında cografik özelliklerini korumaktadır. PGI (Protected Geographical Indication): Bu logoya sahip olan ürünlerde hazırlama, isleme veya üretim asamalarından en az birinde cografik özelliklerinin korumus olması istenmektedir. TSG (Traditional Speciality Guaranteed): Bu logoya sahip olan ürünler yetistirildikleri bölgedeki geleneksel özelliklerini koruyan ürünlerdir. Avrupa Birligi ülkelerinde PDI/PGI/TSG logosunu içeren ürünler arasında; taze et, peynir çesitleri, diger hayvansal ürünler (yumurta,bal, süt ürünleri, tereyagı v.b.), yaglar, meyve ve sebzeler, tahıllar, balık, bira, bitki ekstarktlarından yapılan çesitli içecekler, ekmek, pasta, kek, bisküvi, çikolata ve sekerlemeler yer almaktadır. Bu sistemler sayesinde ürün tanıtımı güvenli bir sekilde gerçeklestirilmekte tüketiciye bu konuda garanti saglanmıs olmaktadır (Rundgren,2000). Ülkemiz açısından sürdürülebilir tarım kavramı degerlendirildiginde ise önemli konular; erozyon, fazla girdi kullanımı, çevre kirliligi, sulama, sanayilesme, kentlesme ve turizmin yarattıgı etkiler, mer'a ve çayırların bozulması ve giderek azalmasıdır. Ülkemiz topraklarının yaklasık %80'inde orta siddetli ve çok siddetli erozyon görülmekte olup tarımın sürdürülebilirliğini etkileyecek boyuttadır (Günaydın, 2005). Yine ülkemizde tarımın entansif olarak yapılmıs oldugu alanlarda sürdürülebilir tarım yapılmasının önemli oldugu ortaya çıkmaktadır. Kullanım miktarları yüksek düzeylere çıkan, buna karsılık uygun gübreleme teknikleri uygulanmadan kullanılan kimyasal gübreler topragı kirletmektedir 138 Aynı sekilde bir yandan gereginden fazla miktarlarda uygulanan bir yandan da kullanılmaması gereken maddeleri içeren mücadele ilaçları dogal çevre üzerinde önemli olumsuzlukların ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Özellikle fazla azotlu ve fosforlu gübre kullanımı toprakların fiziksel ve kimyasal yapısını etkilemekte dolayısıyla kirlilige yol açmaktadır. Benzer sekilde pestisit kullanımından dolayı topraklarda mikrofloranın degismesi nedeniyle organik madde birikimi zor olmakta ve verimlilik düsmektedir. Bazı ülkelerin deneyimleri de dikkate alınırsa genetik olarak degistirilmis (GMO) tohum kullanımı nedeniyle tarım yapılan alanlardaki dogal ortamın, degismesi riski bulunmaktadır. Organik Tarım ve Organik Tarım Ürünü Tanımı ve Kapsamı Organik tarım; hatalı uygulamalar sonucu kaybolan doğal dengeyi yeniden kurmaya yönelik, insana ve çevreye dost üretim sistemlerini içermekte olup, esas olarak sentetik kimyasal tarım ilaçları, hormonlar ve mineral gübrelerin kullanımının yasaklanmasının yanında, organik ve yeĢil gübreleme, münavebe, toprağın muhafazası, bitkinin direncini artırma, doğal düĢmanlardan yararlanmayı tavsiye eden, bütün bu olanakların kapalı bir sistemde oluĢturulmasını öneren, üretimde sadece miktar artıĢının değil aynı zamanda ürün kalitesinin de yükselmesini amaçlayan bir üretim Ģeklidir (Ġlter ve AltındiĢli, 1996). Organik tarımda esas amaç, insanın kullandığı her türlü gıda ve besin maddeleriyle barınma ve giyinme maddelerinin insan sağlığına zarar vermeyecek ya da en az zarar verecek Ģekilde ve devamlı olarak üretilmesidir (Gündüz ve Kaya, 2007). Çizelge 2.Türkiye‟de organik tarımsal üretimin genel görüntüsü. Yıllar Ürün sayısı Üretici Üretim Üretim sayısı alanı(ha) miktarı 1997 53 7.414 15.906 47.612 1998 67 8.199 24.042 99.300 1999 92 12.275 46.523 168.306 2000 95 18.385 59.985 237.210 2001 98 15.795 11.324 280.328 2002 145 12.428 89.827 310.125 2003 170 13.016 103.500 359.131 2004 174 12.806 209.573 378.803 2005 205 14.401 203.811 421.934 2006 203 14.256 192.789 458.095 DeğiĢim(kat) 5 7 28 44 Kaynak: Tarım ve KöyiĢleri Bakanlığından yararlanılarak düzenlenilmiĢtir. 139 SONUÇ VE ÖNERĠLER Sürdürülebilir toprak verimliliği; sürdürülebilir tarımın en önemli koĢullarındandır. Doğal bir ekosistemde, bitkiler mevcut koĢullarla yıllarca süren adaptasyon sürecinden sonra uyum göstermiĢlerdir. Buna karĢılık yoğun tarımın baĢlaması ile birlikte toprağın doğal özellikleri de hızla değiĢmeye baĢlamıĢ, organik maddesi giderek azalmıĢ, fiziksel, kimyasal ve biyolojik yapısı bozulmaya uğramıĢtır. Yapılan arastırmaların pek çogunun sonucu gösteriyorki uygulanan yogun tarımsal üretim programlarıyla sürdürülemeyecek bir gelismenin esigine yaklasılmıstır. Sonuçta, artık tarımsal üretimin dogaya zarar vermeden artması geregi karsımıza çıkmaktadır. Bunu saglayabilmek için erozyonu, topragın tuzlulasmasını, su kaynaklarının kirlenmesini ve diger zararları en aza indirgeyen sürdürülebilir tarım tekniklerinin gelistirilmesinin gerekli oldugudur. Hem gelismis hem de geliĢmekte olan ülkeler besin üretimini arttırmanın yollarını ararken, tarımda kullanılan doğal kaynakları da güvence altına alacak yeni yöntemler gelistirme zorunluluguyla karsı karsıyadırlar. Özellikle, uygulanan yanlıs ve yogun girdili yetistirme teknikleri tarımsal alanlarımızda geri getiremeyeceğimiz mikroorganizma kayıplarına neden olmaktadır. Kusaklardır süren tarımsal mücadele ilaçlarının da kontrol altına alınmadıgı gözlenmektedir. Bu uygulama, insan saglıgında yarattıgı tehlike, diğer türleri tehdit etmesi ve tarımsal mücadele ilacına direncin artması nedeniyle kontrol altına alınması gereklidir. Dünyada ve ülkemizde sürdürülebilir yasamın bir gereği olarak önlemler alınmadıgı takdirde ileride aç insanların sayısı artacak, hatta felaket boyutuna ulasacaktır. Bu sorunlarla karsı karsıya olan dünyamızda üretim için dogal kaynaklar açısından tehlike olusturmayan organik tarım sistemi insan, çevre ve ekonomik olarak sürdürülebilir tarımsal üretimi gerçeklestiren bir yaklasımdır. Dogalkaynakların korunmasını, gelistirilmesini, çevrenin korunmasını ve gıda kalite ve sağlık kosullarına uygunlugu amaçlayan organik tarım sürdürülebilir bir tarım için uygun bir yöntem olarak görülmektedir. Gelismis batılı ülkelerde, gelisen çevre bilinciyle birlikte organik tarımda son yıllarda arastırma ve uygulama çalısmaları yogunlasmıstır. Gelecekte de özellile hükümet politikalarının bu geçisi hızlandıracagı gibi tüketicilerin daha dogal kosullarda yetiĢmiĢ ürünleri talep edecegi de konunun gelismesine katkıda bulunacaktır. Ülkemiz gibi gelismekte olan ülkelerde de girdi kullanımına yapılan iliĢki degerlendirmelerde kimyasal gübre kullanımı ve bitki koruma ilaçlarının kullanımının gelismis batılı ülkelere göre henüz daha düsük düzeylerde olması organik tarıma geçiste önemli bir avantaj olarak görülmektedir. Organik tarımın en önemli hedefi insan saglıgının korunması oldugundan; üretimin gerçek anlamda organik yöntemlerle yapılıp yapılmadıgının 140 bilinmesi gerekmektedir. Bunun için kontrol islemleri organik tarımın en önemli konusunu olusturur. Kontrol islemleri ürünün üretilmesi, islenmesi ve depolanması gibi her asamada yetkili sertifikalandırma kurulusları tarafından yapılmalıdır. Gelismekte olan ülkelerin çogunda sertifikasyon kurulusları yoktur ve bu konuda potansiyel olarak çalısan çeĢitli kuruluslar organik tarım yapan üreticilere üretim, toplama, isleme ve pazarlama asamalarında yardım amacıyla faaliyetlerini sürdüren cı olmaktadır. Ancak bu iĢlemin çesitli ülkelerde farklı standartlar ve kurallar çerçevesinde gerçekleĢtirilmesi karısıklıga yol açmakta ve hem ithalatçılar hem de tüketiciler açısından sorun yaratmaktadır. Bu karısıklıkların ortadan kaldırılması IFOAM ve 1992 yılından sonra uygulamaya geçirdigi akreditasyon çalısmaları henüz tam olarak etkinliğini kuramamıstır. Sonuç olarak günümüzde, gelecek nesilleri tehlikeye atmadan gereksinimlerini karsılayan bir toplum yaratmak açısından sürdürülebilir tarım son derece önemli bir kavramdır. Toprak ve su kaynaklarının korunması, dogal kaynakların korunması, erozyon ve orman yangınları ile mücadele, biyolojik çesitliligin saglanması, entegre ilaç yönetimi tarımda uygun yetiĢtirme tekniklerinin kullanılarak tarımsal arazilerimizin verimliliginin arttırılması ve son yıllarda önemini gittikçe arttıran organik tarım, sürdürülebilir yasam ve sürdürülebilir bir tarım için önemli bir gerek olarak karsımıza çıkmaktadır. KAYNAKLAR Atıs, E., 2004, Çevre ve Sürdürülebilir Boyutlarıyla Organik Tarım, Bugday Dergisi, 2004-2005, Istabul. Buttel, G.A., G. B. Gıllesple, R. Janke, B. Günaydın, G., 2005, Türkiye Tarımı ve Degisme Egilimleri, TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası,Ankara. Gündüz, M., 1994, Organik Ürün Pazarları ve Türkiye Açısından Degerlendirilmesi, Dünyada ve Türkiye'de Organik Tarım, IGEME,Ankara. 141 Lohr, L., 2001, Factor Affecting International Demand and Trade in Organik Food Products; Changing Structure of Global Food Consumption and Trade AER/USDA, 2001. Rehber, E., 1991, Alternatif Tarım Üzerine Bir Tartısma, U.Ü. Ziraat Fakültesi Dergisi, Cilt: 8, s.153-160, Bursa. Rehber E., 1998,Vertical Integration in Agriculture and Contract Farming, Working Center, University of California, USA. Rehber E., B. Çetin, 1999, Organic Farming in EU and Turkey, Proceedings XXVII Denmark, June 14-17, 1999. Rehber E. , 2000, Vertical Coordination in the Anonim, 2004, Organic Agriculture Worldwide, Statistics and Future Prospects, February 2004 (http://www.soel.de) Rehber, E., 1991, Alternatif Tarım Üzerine Bir TartıĢma, U.Ü. Ziraat Fakültesi Dergisi, Cilt: 8, s.153-160, Bursa. Rehber E., 1998,Vertical Integration in Agriculture and Contract Farming, Working Paper,46, May 1998, A Joint USDA Land 142 Grant University Research Project, Food Marketing Policy Center, University Research Project, Food Marketing Policy Center, University of California, USA. Rehber E., B. Çetin, 1999, Organic Farming in EU and Turkey, Proceedings XXVII COASTA-CIGR V Congress; Work Science Sustainable Agriculture, HorsensDemiralay Ý (1993) Toprak Fiziksel Analizleri. Atatürk Üniversitesi Ziraat Fakültesi Yayýnlarý No: 143, Erzurum. Feleafel MN, El-Araby SM (2003) Effects of Irrigation Regime, Organic Manure and Phosphorus Fertilizer on Tomato Plants. 2. Yield and Fruit Quality. Alexandria Journal of Agricultural Research 48, 127-136. Günay A (2005) Sebze Yetiþtiriciliði Cilt II. Meta Basýmevi, Ýzmir. Kacar B (1994) Gübre Bilgisi. Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Yayýnlarý No: 1383, Ders Kitabý: 397, Ankara. Kalloo G (1993) Tomato (Lycopersicon esculentum Miller). Genetic Improvement of Vegetable Crops. G. Kalloo and B. O. Bergh (eds). Pergamon Press Ltd., USA, 645-668. Karaçalý Ý (1993) Bahçe Ürünlerinin Muhafaza ve Pazarlanmasý. Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi Yayýnlarý No:494, Ege Üniversitesi Basýmevi, Ýzmir 143 144 BAHÇE BĠTKĠLERĠNDE ALTERNATĠF TARIM TEKNĠKLERĠ Nurhan ARSLAN, Nurdan KAZAK, Tuğba BUDO Ġnönü Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bahçe Bitkileri Bölümü ÖZET Bahçe Bitkileri üretimi çevreye zararlı olduğu bilinen kimyasal girdilerin yoğun olarak kullanıldığı bir bitkisel üretim dalıdır. Bu nedenle artan kronik hastalık vakaları ve küresel ısınma tehditleri ile bahçe bitkileri üretiminde alternatif tarım teknikleri arayıĢları geliĢmiĢtir. Bu arayıĢların temelinde doğanın suyuna gitme prensibi yatmaktadır. Buna göre doğa ile iliĢkin bir iĢ yaparken onu kendimize uydurmaktan çok kendimizi ona uydurmaya çalıĢmamız gerekmektedir. Dolayısıyla alternatif tarım teknikleri toprağı, bitki çeĢitliliğini, insan sağlığını koruma odaklıdır. Türkiye‟deki tarım arazileri varlığının (38.56 milyon hektar) %10.6‟sı Bahçe Bitkilerine (4.09 milyon hektar) ayrıldığını göz önüne aldığımızda belirtilen hedeflerin ne denli büyük önem taĢıdığı ortaya çıkmaktadır. Bahçe bitkilerinde alternatif tarım teknikleri topraksız tarım ve organik tarım ile son yıllarda büyük önem kazanmıĢ ve yaygın olarak uygulanmaya baĢlanmıĢtır. Özellikle organik tarımın önemi kamuoyunda anlaĢılmıĢ ve bu sayede organik tarım ürünleri pazarda özel bir talep ve yüksek fiyatlardan alıcı bulabilmiĢtir. Topraksız tarım teknikleri de kontrollü tarımın önünü açarak girdilerin optimum düzeyde kullanılmasını bu sayede yüksek verim ve kalitenin elde edilmesine olanak tanımıĢtır. Bu çalıĢmada bu iki ana baĢlık altında geliĢen alternatif tarım tekniklerinin bahçe bitkilerindeki kullanım alanları incelenecek olup, sağladığı faydalar, geliĢen ve değiĢen yeni yaklaĢımlar ve gelecekteki durum hakkında bilgiler derlenerek rapor edilecektir. Anahtar Kelimeler: Alternatif tarım; topraksız tarım; organik tarım 1.GĠRĠġ Son yüzyılda hızla artan nüfus dolayısıyla artan gıda ve ham madde ihtiyacı alternatif tarım tekniklerinin öneminin yükselmesinde lokomotif görevi görmüĢtür. Ġhtiyaç duyulan besinlerin hem kalitesinin iyi olması hem de üretiminin daha iyi Ģekilde yapılabilmesi için alternatif tarım teknikleri arayıĢına girilmiĢtir. Bunun sonucunda da substrat kültürü, su kültürü ve 145 organik tarım gibi alternatif tarım teknikleri geliĢtirilmiĢtir. Organik tarım Avrupa‟da 1910 yıllarında uygulanmaya baĢlamıĢ olup kontrollü üretimler 1930‟lu yıllarda yaygınlaĢmıĢtır. 1970‟li yıllarda ticari olarak önem kazanmaya baĢlayan organik tarım, 5 Kasım 1972‟de Fransa‟da Uluslararası Organik Tarım Hareketleri Federasyonu‟nun kurulmasıyla daha düzenli bir halde yapıya kavuĢmuĢtur (Zengin 2007). Diğer bir alternatif tarım tekniği olarak bilinen topraksız tarım ise M.Ö. Eski Romalı ve Yunanlıların Mısır, Çin, Babil ve Hindistan‟da; hıyar, karpuz ve diğer sebzeleri kumlu nehir yatağında yetiĢtirmek için çözülmüĢ gübre kullanmasıyla baĢlamıĢtır. 1452 yılında bitkiler için gerekli mineraller tespit edildi. 1666 yılından cam viyollerde su içinde bitki yetiĢtiriciliği yapıldı. 1699 iyon değiĢimi ile besin absorbsiyonu, 1804 bitki besleme çalıĢmaları, 1850 kum, kuartz, aktif kömür kültürü, 1860 su/çözelti kültürü, 1920 besin çözeltisi formülasyonları, 1945 besi kültürü çalıĢmaları, 1965 damla sulama tekniği, 1975 akıcı hidroponik, 1980 dünyada çok sayıda hidroponik çiftliklerinin kurulması, 1992 hidroponik tekniklerinin sınıflandırılması gibi bir çok çalıĢma gerçekleĢtirilmiĢ ve günümüze kadar geliĢtirilmiĢtir. 1950'lerden bu yana teknolojik geliĢmelerle desteklenen mevcut tarım sistemi gübre ve pestisit gibi maddelere, bol verimli yeni bitki çeĢitlerine ve iĢgücü tasarrufu sağlayan yoğun enerji kullanan makinalı tarıma dayanmaktadır. Bu tarım sistemi istenmeyen yan tesirlere sahip olduğundan bütün dünyada bir alternatif tarım sistemine ihtiyaç vardır. Alternatif tarım, endüstri devrimi öncesine dönüĢü ifade etmez. Bu sistem daha ziyade modern teknolojilerle koruyuculuğa önem veren tarım sisteminin bir kombinasyonu olmaktadır. Yüksek miktarda ve uzun süreli gerçekleĢtirilen ilaçlama, gübreleme ve pestisit kullanımı toprak yapısına belirli bir süreden sonra zarar verdiğinden ve üretimi yapılan ürün üzerinde ilaçlama sonucunda kalan kalıntılardan ötürü insanlar alternatif tarım tekniklerine baĢvurmuĢ, topraksız ve organik tarım alanında çalıĢmalar yapmıĢtır (Gül 2008). 2. MATERYAL VE YÖNTEM 2.1 Materyal Yürütülen bu çalıĢmada elde edilen bulgular konu ile ilgili hazırlanmıĢ ders kitapları, genel bilgilendirme kitapları, internet ortamında ve basılı olarak yayınlanan bilimsel ve diğer teknik dergiler, ulusal ve 146 uluslararası resmi veri tabanları ve uzun yıllar kayıtlarını içeren istatistik kayıtlardan derlenerek hazırlanmıĢtır. 2.2 Yöntem ÇalıĢmada derlenen ve sunulan bilgi ve belgelerin elde edilmesi iĢlemi hususunda üniversite ve devlet kütüphanelerinde yer alan literatürün taranması, internet ortamında ve basılı olarak yayınlanan dergilerin taranması yöntemleri ile sürdürülerek tamamlanmıĢtır. 3. BULGULAR Bahçe bitkilerinde tarımında konvansiyonel tarım tekniklerine alternatif olarak düĢünülerek yaygın olarak uygulamaya geçirilen baĢlıca tarım teknikleri topraksız tarım teknikleri ve organik tarımdır. 3.1 Topraksız Tarım Topraksız tarım, ticari anlamda yaklaĢık 40-50 yıllık geçmiĢe sahip oldukça yeni bir yetiĢtiricilik Ģeklidir. Bununla birlikte, topraksız yetiĢtiricilik ile ilgili denemelere, bitki geliĢini sağlayan maddeleri ve bitkilerin bileĢimini saptamak üzere 1600lü yıllarda baĢlandığı bilinmektedir. Diğer yandan topraksız bitki yetiĢtiriciliğinin bu tarihten çok öncesinde yapıldığına, Babil‟in asma bahçeleri ile Aztekler ve Çinlilerin yüzen bahçelerinin topraksız yetiĢtiriciliğe örnek olduğuna dikkat çekilmektedir. Mısırlıların milattan birkaç yüzyıl öncesine ait kayıtları suda bitki yetiĢtiriciliğini anlatmaktadır. Topraksız tarım, bitki geliĢimi için gerekli olan su ve besin elementlerinin kök ortamına verilmesi esasına dayalıdır. Örtü altında yürütülen bu teknik su kültürü ve katı ortam kültürü olarak ikiye ayrılır. Sözü edilen tarımsal uygulamalar her geçen gün daha fazla üretim alanı bulmakta ve önemi hızla artmaktadır. Seracılığın yoğun olduğu koĢullarda daha da fazla ön plana çıkmaktadır. Topraksız tarımın su kullanım etkinliğini artırması, bitkilerin kontrollü bir Ģekilde beslenmesi gibi etkenler ile verim ve kaliteyi artırması gibi avantajlarının yanında, konvansiyonel üretime göre ilk yatırım ve iĢletme maliyetlerinin yüksek olması ve yüksek seviyede geliĢmiĢ teknik bilgi gerektirmesi gibi dezavantajları bulunmaktadır (Yıldız 2010). 147 3.1.1 Dünya ve Türkiye’de Topraksız Tarım 2004 verilerine göre dünyada toplam 31,000 hektar topraksız tarım alanın bulunduğu bilinmektedir. Hollanda‟da 6000, Ġspanya‟ da 5000, Ġtalya‟da 1000, Çin‟de 1000 hektar alanda topraksız tarım yapılmaktadır. Türkiye‟de topraksız tarımın ticari üretimde kullanımına 1995yılında yılında Antalya‟da kurulan modern sera iĢletmelerinde baĢlanmıĢtır. Topraksız tarım yapılan alan 2000 yılında 20 hektar, 2004 yılında 75 hektar olarak bildirilmektedir. 2008 yılında yürütülen bir çalıĢmada Türkiye‟de toplam 1848 dekar alanda topraksız tarım yapmakta olan 61 iĢletmenin mevcut olduğu saptanmıĢtır (Gül 2008). 3.1.2 Topraksız Tarım Teknikleri Topraksız tarım teknikleri su kültürü ve substrat kültürü olarak iki bölümde incelenmektedir. 3.1.2.1 Su Kültürü Su kültürleri sınıflandırılmaktadır. besin çözeltisinin uygulanıĢına bağlı Durgun Su Kültürü: Bitkilerin 30 cm derinlikteki tekne, tank ve benzeri yapılara konulan besin eriyiklerinden sadece kökleri temas ettirilerek beslenmesi ve bu besin eriyiğinin türlere göre değiĢmekle birlikte 7-14 gün aralıklarla değiĢtirilmesi esasına dayanan yetiĢtiricilik sistemidir. Durgun su kültürü, bir havalandırma tüpü kullanılarak havalandırmalı durgun su kültürü Ģeklinde de yapılabilir. Akan Su Kültürü: Bitki köklerinin, değiĢik kanallar içerisinden sürekli veya aralıklı olarak birkaç mm den 4-5 cm‟e kadar derinlikte geçirilen besin eriyikleri içerinde tutularak beslenmesi Ģeklindeki üretim metodudur. Sistemde bitkiler verilen besin eriyiği eğimli bir kanaldan geçirilerek besin tanklarında depolanır ve eksiklikleri tamamlandıktan sonra tekrar ortama motorlar aracılığı ile pompalanır. Aeroponik Kültür: Bitkilerin köklerine besin eriyiklerinin sürekli veya aralıklı bir Ģekilde sis veya buhar halinde püskürtülmesi Ģeklinde uygulanan bir topraksız kültür yöntemidir. Diğer sistemlere göre su ve gübre tasarrufu sağlayan bu sistemde besin çözeltisini atmaya yarayan baĢlıklar ve sistemi basınçlı bir Ģekilde çalıĢtıran motor düzeneği bulunmaktadır. 148 3.1.2.2 Substrat Kültürü Substrat kültür tekniği bitkilerin organik, inorganik ve sentetik materyaller içerisinde yetiĢtirilmesi esasına dayanmaktadır. YetiĢtirme ortamları kapsamında organik ortamlar olarak torf, hindistan cevizi lifleri, talaĢ, ağaç kabuğu, çeltik kavuzu, yer fıstığı kabuğu, inorganik ortamlar olarak kum, çakıl, volkan tüfü gibi doğal maddeler ve perlit, vermikülit, genleĢtirilmiĢ kil, kayayünü gibi iĢlem görmüĢ maddeler, sentetik ortamlar olarak da poliüretan köpük kullanılmaktadır. Bitkilerin su ve besin gereksinimleri, bazı istisnalar olmakla birlikte, genellikle damla sulama sistemi ile verilen besin çözeltisi ile karĢılanmaktadır. 3.1.3 Topraksız Tarımın Geleceği Ġle Ġlgili Öngörüler Ulusal ve uluslararası platformda izlenebilirlik, sağlık ve çevre açısından tüketici güveninin sağlanmasına yönelik olarak geliĢtirilen standartlar; suyun kısıtlı bir kaynak haline gelmesi ve geleneksel tekniklerle bitki yetiĢtiriciliğinin mümkün olmadığı yerlerde tarım yapma zorunluluğu gelecekte topraksız tarım alanlarının artacağının iĢaretidir. Günümüz topraksız tarım ticari olarak seracılıkta baĢarılı bir Ģekilde sürdürülebilmektedir. Deneysel olarak topraksız tarım sistemlerinin çoğunda baĢarılı bir yetiĢtiricilik mümkündür. Ayrıca hobi amaçlı yapılan balkonda ev de topraksız tarım çalıĢmaları daha çok ilgi duyulmasını sağlamaktadır. Topraksız tarımla birlikte gelecekte gıda ihtiyacı karĢılanabilecek. Ürünlerimizi kendimiz yetiĢtirip daha kaliteli verimli ürünler elde edeceğiz . Sağlıklı gdo‟suz ürünlerle kanserin önünü bir nebze geçilebilecek. Gelecekte uzay yolculuklarında oldukça faydalı olabilir ve yıllar sürecek uzay yolculuklarında aç kalmamalarını sağlanabilir. Denizaltında haftalarca kalacak personelin taze sebze ihtiyacını bu yolla karĢılanabilir (Gül 2008). 3.2 Organik Tarım Organik tarım, ekolojik sistemde hatalı uygulamalar sonucu kaybolan doğal dengeyi yeniden kurmaya yönelik, insan ve çevreye dost üretim sistemlerini içermekte olup, esas olarak sentetik kimyasal tarım ilaçları, hormonlar ve mineral gübrelerin kullanımının yasaklanması yanında, organik ve yeĢil gübreleme, münavebe, toprağın muhafazası, bitki direncini artırma, doğal düĢmanlardan faydalanmayı tavsiye eden, bütün bu imkânların kapalı bir sistemde oluĢturulmasını öneren, üretimde sadece miktar artıĢının değil aynı zamanda ürün kalitesinin de yükselmesini amaçlayan alternatif bir üretim Ģeklidir (Zengin 2007). 149 3.2.1 Dünya ve Türkiye’de Organik Tarımın Yeri ve Ekonomik Yönü 1930‟lardan itibaren sürdürülebilir biyolojik tarım modeli birçok ülkede uygulanmaya baĢlamıĢtır. Danimarka, Ġngiltere ve Ġsviçre Avrupa‟da biyolojik tarımın temellerini atan ülkeler olmuĢlardır. Ülkemizde organik tarıma 1980‟li yılların ortalarından itibaren Avrupalı organik tarım firmalarının öncülüğünde sözleĢmeli tarım sistemi ile ihracata yönelik olarak kuru üzüm, kuru incir, kuru kayısı ve fındık gibi bahçe bitkileri ürünleri ile baĢlanmıĢtır. Elde edilen verilere göre dünya toplam tarımsal alanın yaklaĢık %0.7‟sini organik tarıma ayrılan alanlar oluĢturmaktadır. Okyanusya (Büyük Okyanus‟a dağılmıĢ adaları içine alan ülkelerden be Avustralya‟dan oluĢan kıta), dünyadaki organik tarım yapılan arazilerin %39‟luk payına sahiptir ve ardından %23‟lük payla Avrupa ile %19‟luk payla Latin Amerika gelmektedir. Avrupa üyesi olan 27 ülkede organik tarıma ayrılan alan 2001 yılında 5.236.218 ha iken 2007 yılında 7.010.407 ha ulaĢmıĢtır. Tabloda görüldüğü gibi, organik tarım ürünleri üretmek amacıyla ayırdıkları alanlar bakımından Ġtalya baĢta gelmekte, bunu Ġspanya, Almanya, Ġngiltere, Fransa izlemektedir. 2001‟den 2006 yılına kadar ekim alanlarında gerçekleĢen değiĢiklik en fazla Ġspanya‟da olmuĢtur (Anonim 2016). 3.2.2 Organik Tarımın Genel Ġlkeleri, Ülkemiz Açısından Avantaj ve Dezavantajları Organik tarım kavramı genel anlamda; doğa ile uyumlu üretim, kapalı sistem (kendine yeterli tarım) ve ekim nöbeti ilkelerine dayanmaktadır. Bu ilkeler altında ülkesel ve yöresel koĢullar dikkate alınarak organik tarım aktiviteleri değiĢkenlikler kazanabilirler. Ancak genel olarak; genetik değiĢikliğe uğratılmamıĢ tohumları kullanma, toprakta zararlı etki bırakabilecek kimyasal gübre kullanmama, zararlı ve hastalıklarla mücadelede kalıcı, doğaya zarar veren ve parçalanmayan kimyasalları kullanmama, ürünün sertifikasyon ve etiketlenmesini yaptırma faaliyetlerini içerir (Aksoy ve AltındiĢli, 1998). Ülkemizin organik tarım açısından en önemli avantajlarından birisi çiftçilerimizin büyük bir kısmının sentetik kimyasalları ya çok az, ya da hiç kullanmamasıdır. Bu nedenle organik tarıma geçiĢin kolay olması beklenebilir. Üretici geliri ürüne bağlı olarak artmaktadır. Ortalama %10 artıĢ olduğu tahmin edilmektedir. Fiyatı hızla artan kimyasal gübre, pestisit ve enerji girdilerinden tasarruf edilmektedir. SözleĢmeli tarımla üreticinin tüm ürününün alınması garanti edilmektedir. 150 Öte yandan ülkemizde tarımsal ürün arzında yıldan yıla önemli dalgalanmaların görülmesi, organik tarım metoduyla bitkisel üretimde ortaya çıkan bir soru, arazilerin çok küçük, parçalı ve birbirine yakın olmasıdır. Bu durum organik üretimi olumsuz yönde etkilemektedir. Organik tarım sisteminde yetiĢtirilen ürünlerin pazarlanması özellikle iç piyasa için yeni ve belirsiz bir konudur. Konunun yeni olması nedeniyle yeterli tarımsal yayım çalıĢmaları ve eleman bulunmaması organik tarımın diğer bir olumsuz yanıdır (Zengin 2007). 4. TARTIġMA VE SONUÇ Beslenme insan hayatının devamlılığı için en temel ihtiyaç olduğundan dolayı yeryüzünde yaĢayan ilk insandan bu yana tarım farklı yöntemlerle yapılmıĢtır. YerleĢik hayata geçmeden önce avcılık-toplayıcılık yöntemi ile sürdürülen tarımsal faaliyetlere alternatif olarak yerleĢik hayata geçilmesi ile birlikte modern tarım tekniklerinin temelleri atılmıĢtır. Bundan sonra üretim materyali ekim-dikimi, toprak iĢleme, sulama, gübreleme gibi kültürel iĢlemler geliĢmeye baĢlamıĢtır. Bu durum insanların değiĢen koĢullara adapte olma çabası ile paralel olarak gerçekleĢmektedir. Nüfus artıĢı, insanları alternatif tarım teknikleri arayıĢına sürükleyen söz konusu değiĢen koĢullardan en önemlilerinden biridir. Nitekim son yüzyıldaki nüfus artıĢı geliĢen bilgi birikimi ve teknoloji ile birlikte ortaya çıkan modern alternatif tarım tekniklerinin en önemli tetikleyicisi olmuĢtur. Kökenleri milattan önce atılan su kültürü ve substrat kültürü yöntemleri çağımızda etkin bir Ģekilde uygulama alanı bulmuĢ ve giderek yaygınlaĢmaktadır. Bilimsel anlamda da büyük önem verilen topraksız tarımın geliĢmeye ve dünya nüfusunun beslenme ihtiyacına önemli katkılar sunmaya devam edeceğini söylemek mümkündür. Öte yandan yaklaĢık bir asır önce kavramlaĢan organik tarım da kısa zaman içinde dünya çapında önem kazanarak günümüzde çok geniĢ alanlarda uygulanmaya baĢlanmıĢtır. Artan tüketici bilinci ile birlikte organik ürünlere artan talebin organik tarımın uygulama alanlarının artacağı öngörülmektedir. Bu çalıĢmada insanoğlunun öteden beridir süre gelen değiĢen ve geliĢen koĢullara adapte olmak için sürdürdüğü alternatif tarım teknikleri arayıĢının devam edeceği ve konunun gittikçe daha büyük önem kazanacağı sonucuna varılmıĢtır. KAYNAKLAR Aksoy, U. ve AltındiĢli, A., (1998). Ekolojik (Organik, Biyolojik) Tarım. Ekolojik Tarım Organizasyonu Derneği, Bornova, Ġzmir, 125 s. 151 Anaç, D., (2016). Topraksız Tarım ve Bitki Besleme Teknikleri. Nobel Yayıncılık, Ankara. Anonim, (2016). Eko-Turizm ve Eko-Tarım http://www.kurucasile.org.tr/?Syf=26&Syz=299328 (EriĢim 02.04.2016). Derneği. Tarihi: Gül, A., (2008). Topraksız Tarım. Hasad Yayıncılık, Ġstanbul. TÜĠK (2016). Temel http://www.tuik.gov.tr/UstMenu.do?metod=temelist 02.04.2016). (EriĢim Ġstatistikler. Tarihi: Zengin, M., (2007). Organik Tarım. Hasad Yayıncılık, Ġstanbul. Anonim, http://canerylmz.blogspot.com.tr/2010/03/topraksiz-kultur_04.html Tarihi: 31.03.2016 ). (2010). (EriĢim Anonim, (2015) . http://www.agaclar.net/forum/topraksiz-tarim/ (EriĢim Tarihi: 28.03.2016) Anonim, (2016). (EriĢim Tarihi: 30.03.2016) https://tr.wikipedia.org/wiki/Organik_tarım 152 BĠYOYAKITLAR Ġlker HANGÜN Selçuk Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarla Bitkileri Bölümü ÖZET Biyokütle yenilenebilir, çevre dostu, ülkelerin sosyo-ekonomik geliĢimi için önemli, ısı, güç ve alternatif motor yakıtı üretimi için uygun, stratejik bir enerji kaynağıdır. Enerji teknolojisinde en büyük kaynak teknik potansiyeline sahip sıvı-katı-gaz biyoyakıtlar, giderek artan bir geliĢim profili göstermektedir. Bu çalıĢmada biyoyakıt teknolojisi genel bir bakıĢla tanıtılmaktadır. Anahtar Kelimeler: Biyokütle, biyoyakıt, biyodizel, biyoetanol, biyogaz, biyo-oil, odun kömürü, biyobiriket, esterifikasyon, piroliz GĠRĠġ Günlük yaĢam ve endüstri dünyası için temel girdilerden biri enerjidir. Ġnsanoğlu varlığından bu yana enerji ihtiyacını karĢılamak üzere yeryüzü kaynaklarını kullanmıĢtır. Ġlk çağlarda insanoğlu, kendi bedeninde ve hayvanlarda beslenme ile edinilen kimyasal enerjiyi ısı ve mekanik enerji olarak kullandı. Kölelik döneminde insan bedeni, ardından odun (ısınma, piĢirme ve aydınlatma için), rüzgar-su (değirmenler) enerji kaynağı olarak kullanıldı. Odun kömürü ve odundan çeĢitli kimyasalların üretimi uzun süre önemini korudu. Kömürün Kraliçe I. Elizabeth zamanında Küçük Britanya Adaların'da keĢfinin ardından yoğun kullanımı oldu ve "Endüstri Devrimi" sonrasında doğrudan ve dönüĢüm ürünleri ile yakıt ve kimyasal madde üretimi için ilkel madde olarak kullanımı arttı. Amerika'da 1800'lerde petrol keĢfedildi ve petrol rafînasyon teknolojisi geliĢimi ile endüstri çağmda kömür ve petrol rekabet içinde kullanıldı. Ġçten yanmalı motorların keĢfi petrol kökenli yakıtları öne çıkarırken doğalgaz da önemli bir yer kazandı. Bu geliĢim paralelinde, enerji devirleri "Odun, Kömür, Petrol-Gaz Devirleri" olarak sınıflanmakta, ancak bu devirler arasında çok kesin ayrımların olmadığı kabul görmektedir. Enerji kullanımında nükleer enerji 70'li yıllarda öne çıktı; 9O'lı yıllarda ise, yeni enerji kaynaklan giderek artan uygulamaları ile önem kazandı. Günümüzde 2000'li yılların yakıtları olarak mevcut fosil 153 kaynaklan ve alternatif enerji kaynaklarını etkin-temiz teknolojilerle kullanım enerji teknolojisinin temel amacıdır (Karaosmanoğlu 2006). Yenilenebilir (Yeni-Temiz-Tükenmez-Alternatif) Enerji Kaynaklan: • GüneĢ • Rüzgar • Biyokütle • Su Gücü (hidrolik enerji, jeotermal enerji, deniz enerjisi (dalga enerjisi, sıcaklık gradyent enerjisi, akıntı enerjisi ve gel-git enerjisi)) Ģeklinde sınıflandırılmaktadır. GELĠġME Ana bileĢenleri karbonhidrat bileĢikleri olan bitkisel ve hayvansal kökenli tüm maddeler "Biyokütle Enerji Kaynağı", bu kaynaklardan üretilen enerji ise "Biyokütle Enerjisi" olarak tanımlanmaktadır. Bitkisel biyokütle, yeĢil bitkilerin güneĢ enerjisini fotosentez yoluyla doğrudan kimyasal enerjiye dönüĢtürerek depolanması sonucu oluĢmaktadır. Fotosentez ile enerji içeriği yaklaĢık olarak 3x10 21 J/yıl olan organik madde oluĢmaktadır. Bu değer dünya enerji tüketiminin 10 katı enerjiye karĢılık gelmektedir. Biyokütle enerji teknolojisi kapsamında; odun (enerji ormanları, ağaç artıkları), yağlı tohum bitkileri (ayçiçek, kolza, soya, aspir, pamuk, v.b), karbonhidrat bitkileri (patates, buğday, mısır, pancar, v.b), elyaf bitkileri (keten, kenaf, kenevir, sorgum, vb.), bitkisel artıklar (dal, sap, saman, kök, kabuk, vb.), hayvansal atıklar ile Ģehirsel ve endüstriyel atıklar değerlendirilmektedir. Biyokütle yenilenebilir, her yerde yetiĢtirilebilen, sosyo-ekonomik geliĢme sağlayan, çevre dostu, elektrik üretilebilen, taĢıtlar için yakıt elde edilebilen stratejik bir enerji kaynağıdır. Biyokütle doğrudan yakılarak veya çeĢitli süreçlerle yakıt kalitesi arttırılıp, mevcut yakıtlara eĢdeğer özelliklerde alternatif biyoyakıtlar (kolay taĢınabilir, depolanabilir ve kullanılabilir yakıtlar) üretilerek enerji teknolojisinde değerlendirilmektedir. Biyokütleden; fiziksel süreçler (boyut küçültmekırma ve öğütme, kurutma, filtrasyon, ekstraksiyon ve biriketleme) ve dönüĢüm süreçleri (biyokimyasal ve termokimyasal süreçler) ile pek çok sıvı, katı veya gaz biyoyakıt elde edilmektedir (Karaosmanoğlu,2006). SONUÇ Günlük ve endüstriyel yaĢamın temel unsuru enerji stratejik özelliği ile de ülkelerin itici gücüdür. Yüzyılımızda ulaĢılan nokta, her ülkenin baĢta öz kaynaklarına dayanmak üzere enerji plan- programlannın düzenlemesi ve enerji-çevre iliĢkisinin göz ardı edilmemesidir. Enerji kullanımında alternatif enerji kaynaklan giderek artan oranda kullanımda olacak ve teknolojileri geliĢecektir.Alternatif enerji teknolojisinde biyoyakıtlar önemli bir yere sahiptir. 2004 yılındaki, büyük hidroelektrik santrallar dıĢındaki yenilenebilir enerji yatırımı yaklaĢık 30 Milyar ABD Dolan'dır. 2002-2004 arasında, 154 Avrupa Yatırım Bankası yenilenebilir enerjilere 630 Milyar ABD Dolar/yıl yatırım yapmıĢtır. Yatırımlardaki %3 (2003) yenilenebilir enerji payının 2007'de %15'e çıkarılması planlanmaktadır.Yenilenebilir enerji sektör büyüme hızı içinde biyodizel ikinci, biyoetanol altıncı, diğer biyokütle teknolojileri yedinci sıradadır: Rüzgar :%28 Biyodizel :%25 GüneĢle Sıcak Su Isıtma :% 17 ġebeke DıĢı GüneĢ Elektriği :% 17 Jeotermallsı :%13 Biyoetanol :%11 Biyokütle :%2-4 Jeotermal Elektrik :%2-4 Küçük Hidroelektrik Santralar :%2-4 (Karaosmanoğlu, 2006) Bu iki biyoyakıt için ülkemizde de hızlı bir büyüme mevcuttur. Biyoyakıtların ülkemizde uygulanır olması için gerekli potansiyel, bilgi birikimi ve altyapı mevcuttur. Türkiye sadece odun, bitki ve hayvan atıkartıklarından yakacak olarak ısınma ve piĢirmede yararlanmakta ve maalesef dünyadaki modern biyokütle kullanım eğiliminin dıĢında kalmaktadır. Türkiye hayvansal ve bitkisel artık miktarı 10.3 Mtep değerinde olup; bu değer, ülkemiz enerji tüketiminin % 13'üne karĢılık gelmektedir. Ülkemiz enerji ormancılığına uygun (kavak, söğüt, kızılağaç, okaliptüs, akasya gibi hızlı büyüyen ağaçlar) 4 Milyar Hektar devlet orman alanına sahiptir. Söz konusu alan uygun planlamalar dahilinde, enerji ormancılığında değerlendirilmeli, kıymetli ağaçların yakacak olarak kesimi önlenmelidir. Türkiye'de toplam arazinin sadece %33.1'i iĢlenmektedir. ĠĢlenmeyen arazi içinde tanma uygun % 3'hık bir alan mevcuttur. Bu alanın enerji tarımında kullanılması, kota kapsamından çıkarılan ürünler (tütün, Ģeker pancarı gibi) yerine de enerji amaçlı tarım (sorgum, miskantus, kanola, aspir v.b) yapılması, tarım kesimine yön verecek, istihdam yaratacak ve ulusal gelir artacaktır. GAP, YeĢilırmak Havza Projesi gibi projeler kapsamında biyokütle enerji teknolojisi plan ve uygulamaları mutlaka yer almalıdır. Konuya iliĢkin uluslararası fonlar ve özellikle hibelerin yerel yönetimler ve sivil toplum kuruluĢlarınca kullanımına geçilmesi Ģarttır. Ülkemizde 65 000 ton/gün miktarında çöp çıkmaktadır. Çöplerin düzenli depolama ile elektrik eldesinde değerlendirilmesi ve baĢta hayvansal atıklardan olmak üzere biyogaz üretiminin arttırılması dikkate alınmalıdır. BirleĢmiĢ Milletler Ġklim DeğiĢikliği Çerçeve SözleĢmesi'ni imzalayan ve Kyoto Protokolü öncesinde, Sera Gazı Envanterini hazırlayan ve Ġklim DeğiĢikliği Ulusal Eylem Planı çalıĢmalarım yürüten Türkiye için, çevre dostu biyoyakıtlar vazgeçilemez alternatiflerdir. Biyoyakıtların kaynak çeĢitliliği sağlama, enerji arz güvenliğinde artıĢa neden olma, ekonomiye katkı ve ulusal-stratejik nitelikleri de unutulmamalıdır. KAYNAKLAR Aksoy, H.A., Kahraman, Ġ., Karaosmanoğlu, F. ve Civelekoğlu, H.,(1988). Evaluation of sulphur olive oil as an alternative diesel fuel, Journal of the 155 American Oil Chemists' Society, 65,6,936-938. Cığızoğlu, K.B.,ÖzaktaĢ,T. ve Karaosmanoğlu, F., (1997). Used sunflower oil as a biofiiel for diesel engines. Energy Sources, 19, 6, 559-566. Çetinkaya, M.ve Karaosmanoğlu, F., (2004). Optimization of base catalyzed transesterification reaction of used cooking oil, Energy & Fuels, 18,1888-1895. Çetinkaya, M., Ulusoy, Y., Tekin, Y.ve Karaosmanoğlu, F., (2005).Engine and winter road test performances of used cooking oil originated biodiesel, Energy Conversion and Management, 46, 1279-1291. Çetinkaya, M.ve Karaosmanoğlu,F.,(2005). A new application area for used cooking oil originated biodiesel: generators, Energy & Fuels, 19, 645-652. Çulcuoğlu, E., Ünay, E., Angin, D., ġensöz, S. ve Karaosmanoğlu, F.,(2005).Characterization of the bio-oil of rapeseed cake, Energy Sources, 27, 1217-1223. Dandik, L. ve Aksoy, H.A.,(1998). Pyrolysis of used sunflower oil in the presence of sodium carbonate by using fractionating pyrolysis reactor, Fuel Processing Technology, 57,2, 81-92. Dandik, L. ve Aksoy, H. A. ,(1999). Effect of catayst on the pyrolysis of used oil carried out in a fractionating pyrolysis reactor, Renewable Energy, 16, 1-4, 10071010. Ergeneman, M., ÖzaktaĢ, T. ve Karaosmanoğlu, F., ve Arslan, E., (1997). Ignition delay characteristics of some turkish vegetable oil-diesel fuel blends. Petroleum Science and Technology, 13, 7-8, 667-683. HaykinAcma, H.,(2003).Combustion characteristics of different biomass materials, Energy Conversion and Management, 44, 1, 155-162. Haykın-Açma, H., Yaman, S. ve Küçükbayrak S., (2006a). Effect of heating rate on the pyrolysis yields of rapeseed, Renewable Energy, 31, 6, 803-810. 156 YÜZEN SERALAR Burak ÖZSOY Selçuk Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bahçe Bitkileri Bölümü ÖZET Tarım alanlarına ek olarak yeni alanlar, yeni bölgeler yapmak için suyun üzerinde çevre dostu seralar tasarlandı. Çevre dostu olan bu seralar kendi enerjisini ve temiz suyunu kendisinden sağlamasından geliyor. Ġçerisinde her türlü sebze meyve üretimine uygun olan bu seralar su ihtiyacını üzerinde bulunduğu su kaynağından sağlıyor. GüneĢ enerjisi panelleri ile elektriğini kendi sağlıyor . Gelecekte dünya çapında yükselmesi beklenen su seviyelerini krizden avantaja çevirebilmek için bu sera kompleksleri ideal bir çözüm yoludur. Anahtar Kelimeler: Yer tasarrufu, çevre dostu, elektirik ve sudan kazanç GĠRĠġ Tarım alanlarının yeterli olmadığı bölgeler için suyun üzerine kurulan çevre dostu seralar tasarlandı. Seralar, ahĢap veya geri dönüĢtürülmüĢ malzemelerden üretiliyor. Çevre dostu olması ise kendi enerjisini ve temiz suyunu kendisinin sağlamasından geliyor. Ġçerisinde her türlü sebze ve meyve üretimine uygun yeterli alan bulunan seralar, temiz su ihtiyacını üzerinde bulunduğu su kaynağından sağlıyor. Su arıtma ve pompalama iĢlemlerini ise güneĢ enerji panelleri sayesinde sağladığı elektrikle çalıĢtırıyor. Su üzerinde yüzebilmesi, farklı bölgelere su yoluyla taĢınabilmesi avantajı yaratıyor. Bu nedenle gerekli yerlerde yiyecek kaynağı olarak kullanılabilmesi hedefleniyor. Seranın içindeki sulama sistemi otomatik hale getirilebiliyor. Birden fazla yüzen sera birbirine monte edilebilirken, bu sayede üretim miktarı da artırılabiliyor. Ayrıca çoklu birimler sayesinde küçük bir pazaryeri veya kendi yiyeceğini kendisi üretebilen yüzen bir restorana dönüĢebiliyor. Dünya 157 Bankası‟nın bir raporuna göre gelecek 40 yıl içinde dünya nüfusu 10 milyar kiĢiye yaklaĢacak. 2050‟de küresel yiyecek ihtiyacı Ģimdikinin %60-70‟i kadar artacak. Su kaynaklarının ve tarım alanlarının azalması, yaratıcı beyinleri farklı uygulamalara yönlendiriyor. ĠĢte “Jellyfish Barge” ismindeki çevre dostu sera da böyle bir yaratıcı ekipten çıkmıĢ bir proje. Bu yüzen sera ahĢap ve geri dönüĢtürülmüĢ malzemelerden imal ediliyor. Ġçinde her türlü sebze ve meyve yetiĢtirmeye müsait yeterli alana sahip ve temiz suyu, üzerinde bulunduğu su kaynağından (deniz suyu veya her çeĢit kirli su) çekip arıtabiliyor. Su arıtma ve pompalama iĢlemleri için ise güneĢ panellerinden gelen elektriği kullanıyor. GELĠġME Üretimi kolay ve eldeki malzemelerle inĢa edilebilecek olan bu sera, özellikle bölgeden bölgeye su yolu ile taĢınabilir ve gerekli yerde yiyecek kaynağı olarak kullanılabilir. Ġçindeki sulama sistemi tamamen otomatik hale getirilebiliyor. Birden fazla yüzen sera birbirine monte edilip üretim miktarı artırılabilir Ģekilde düĢünülmüĢ. Ayrıca çoklu birimler sayesinde minik bir organik pazaryeri veya kendi yiyecek malzemesini üretebilen yüzen bir restorana dönüĢebiliyor. Gelecekte dünya çapında yükselmesi beklenen su seviyelerini krizden avantaja çevirmek için bu sera konsepti ideal bir çözüm diyebiliriz. SONUÇ Mimarların söylediklerine göre, kemerlerin ve kabloların eĢit ağırlıklarda dağıtılması sayesinde Ark‟ın istiridye Ģeklindeki yapımı, depremlerde de zarar görmez. Yapı, güneĢ paneli ve yağmur suyu toplama özellikleri ile elektrik ve su sağlamaktadır, yükselen deniz seviyesinden dolayı oluĢacak sellere, büyük dalgalara ve diğer doğal afetlere karĢı dizayn edilmiĢ bir yapı olucaktır. Ġçi görünen yapısı sayesinde, aydınlanma ihtiyacını azaltmak için, içindeki odalardan yeterli günıĢığı süzülür. IĢığın kalitesini sağlamak için, çerçeve, kendi kendini temizleyen bir tabakayla korunmaktadır. Günümüzün zorluklarına karĢılık vermek için yapılan bir giriĢimdir. Bağımsız bir hayat desteği için yapılmıĢ bir destek sistemidir. Bütün bitkiler uyumluluğa, aydınlamaya ve oksijen üretiminin verimliliğine uygun olarak, etkileyici ve rahat bir ortam sunmak amacıyla seçilmiĢtir. ġeffaf çatısı sayesinde, bitkiler ve içerideki odalar için yeterli ıĢık bulunur. 158 Gelecekte dünya çapında yükselmesi beklenen su seviyelerini krizden avantaja çevirmek için bu sera konsepti ideal bir çözüm diyebiliriz. GüneĢ paneli nedir? GüneĢ paneliyle nasıl çalıĢır? GüneĢ paneli, üzerinde güneĢ enerjisini soğurmaya yarayan birçok güneĢ hücresi bulunduran bir enerji kaynağıdır. 6-30 (100 Watt) panellik bir sistem, ihtiyaç olan yerlerde bir evin tüm elektrik ihtiyacını karĢılayabilir. Endüstri uygulamaları veya elektrik santralleri için binlerce güneĢ panelinin kullanıldığı büyük sistemler kurulmaktadır. Bir güneĢ hücresinin performansı verimi ile ölçülür. Aldığı enerjinin yüzde kaçını kullanılabilir elektriğe dönüĢtürdüğü verimi belirler. Sadece belli dalga boylarındaki ıĢık elektriğe dönüĢtürülebilir, geri kalan büyük miktar hücreyi oluĢturan madde tarafından ya emilmekte ya da yansıtılmaktadır. Paneller, mevsimlere bağlı olarak farklı açılarla güneĢe doğru yönlendirilerek her mevsimde azami verim alınması mümkün olmaktadır. GüneĢ panelleri, barındırdığı silikon hücreler sayesinde üzerine düĢen güneĢ ıĢığını doğrudan elektrik enerjisine çeviren modüler yapılardır. Fotovoltaikprensibine göre çalıĢan güneĢ panellerinin üzerine güneĢ ıĢığı düĢtüğünde panel uçlarında doğru akım üretilir. Monokristal, Polikristal yada Amorf yapıda olabilen güneĢ panellerinin verimleri %5 ile %20 arasında değiĢmekte olup, en yüksek verime sahip olan türü Monokristaldir. GüneĢ panelleri istenilen güce bağlı olarak seri yada paralel olarak bağlanabilmektedir. GüneĢ panelleri, Ģarj regülatörleri vasıtasıyla her mevsim en ideal Ģarj alınmasına olanak sağlarlar. KAYNAKÇA NEN 3859, 1996. Greenhouse-structural requirements, NMI ,DELFT, the netherlands,2nd edition pp.20. NEN 5996,1996.concrete-determination of aggressivess of aqueous solutions soils and gasses. NMI DELF THE NETHERLANDIS pp 8. Spliet A 2001 horticulture under glass in the netherlands theiss about floating greenhouses , technical university delf the netherlands 84 pp 159 Waaijenberg d., hemming, s and campen , j.2004 the solar greenhouse :a hiğhly insulated greenhouses desing with an inflated roof system with PCDF or ETFE membranes. Paper on the ISHS greensys conference ,leuven, belguim ,september 2004,8pp. 160 BAL ARILARININ DANS DĠLĠ Sultan AKKOÇ*, Yakup ÇELĠKPENÇE, Ġsmail KARACA Süleyman Demirel Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bitki Koruma Bölümü ÖZET Bal arısı (Apis mellifera L.) yeryüzünde yaĢayan tüm canlı türleri arasında büyük öneme sahip olan böcek türünü oluĢturmaktadır. Arılar bitkilerin çoğalmasını sağlamanın yanında, insanlık için önemli gereksinimleri de karĢılamaktadır. Arı kovanında bulunan larvaların beslenmeleri, büyümeleri, dokuların ve kasların geliĢmesi, ana arının düzenli yumurta vermesi için besin zorunlu bir ihtiyaçtır. Ġnsan yaĢamında önemli bir yere sahip olan arılar, besinin bulunduğu yeri kovandaki diğer arılara iletirken ilginç davranıĢlar sergilerler. Birçok araĢtırıcının hem fikir olduğu bu davranıĢların baĢında, bal arılarının birbirleriyle dans aracılığıyla iletiĢim kurması gelmektedir. Kovanda belli bir yaĢa ulaĢan bazı arılar doğadan buldukları besinlerin yerlerini kovandaki diğer arılara değiĢik Ģekillerde dans ederek bildirmektedirler. Bu dansların Ģekline bağlı olarak haberci arı kovandaki diğer arılara besinin yönünü ve kovandan uzaklığını aktarmaktadır. Hatta arılar bu dans esnasında dünyanın dönme hızını ve güneĢin yönünü de dikkate alarak besinin tam yerini belirlerler. Arılar besinin bu yerini, kovan ile besin arasında; 0-50 m mesafe varsa halka dansı, 50-150 m mesafe varsa hilal dansı, 300 m‟den daha fazla mesafe varsa sallanma dansı ile ifade ederler. Albert Einstein arıların önemini “Eğer arılar yeryüzünden kaybolursa insanın sadece 4 yıl ömrü kalır. Arı olmazsa döllenme, bitki, hayvan, insan olmaz” sözüyle vurgulamıĢtır. Bu sözle insan besini olan bitkilerin oluĢmasında arıların önemi yadsınamaz. Anahtar Kelimeler: Bal arısı, halka dansı, hilal dansı, sallanma dansı, tozlaşma 1. GĠRĠġ Bal arısı (Apis mellifera L.) Hymenoptera takımına ait Apoidea üst familyası içerisinde yer alan, en geliĢmiĢ yuva yapımına ve karmaĢık yaĢam tarzına sahip böcek türünü oluĢturmaktadır (Brothers, 1975). Apis cinsine ait olan bal arıları önceleri sadece paleartic bölgenin bir kısmında yer alırken, günümüzde insanoğlunun da desteği ile dünyanın hemen hemen her yerine 161 yayılmıĢtır (Özbek, 2010). Bal arıları ile Bombus arıları sosyal yaĢayıĢlı böcekler sınıfına girerken, diğer arı türleri ise bireysel ya da yarı sosyal olarak yaĢayan böcekler olarak bilinmektedir. Apis cinsine ait türler büyük ve uzun yıllık koloniler oluĢturken, Bombus cinsine ait türler ise küçük ve genellikle tek yıllık koloniler oluĢturmaktadırlar (O‟Toole ve Raw, 1991; Michener, 2007). Bal arılarının oluĢturmuĢ oldukları kolonilerde kraliçe arı, erkek arılar ve iĢçi arılar olmak üzere üç sınıf bulunmaktadır. Normal bir kolonide 1 kraliçe arı, yaklaĢık 200-3000 erkek arı ile yaklaĢık 20,000 ile 80,000 arasında değiĢen iĢçi arı bulunmaktadır. Kraliçe arı yaĢamı boyunca erkek arı ile bir kez çiftleĢmekte ve çiftleĢme sonunda döllenen yumurtalardan diĢi kraliçe arı ya da iĢçi arılar meydana gelmektedir (Visscher, 1989). ĠĢçi arılar kraliçe arının meydana getirdiği yavrulara yaĢamları boyunca bakmakta olup, bunun için çeĢitli bitkilerden nektar toplamak zorundadırlar. Bitki nektarının yerini belirlemek için keĢif uçuĢu yapan iĢçi arılar, besinin yerini kovandaki diğer iĢçi arılara bildirmek için bir takım dans vari hareketler sergilerler. Bu davranıĢ hareketi sayesinde kovanda bulunan diğer iĢçi arılar besinin yerini tam olarak bulmakta ve fazla enerji harcamadan kovana geri dönmektedirler (Yüce, 2011). 2. BAL ARILARININ YAPTIĞI DANS HAREKETLERĠ Sosyal yaĢayıĢlı böcekler içinde büyük bir öneme sahip olan bal arılarının en önemli özelliklerinden biri, besin keĢifi için çıkan iĢçi arının kovanda bulunan diğer iĢçi arıları besin kaynağına yöneltmeyi sağlayan haberleĢme biçimidir. Peteğe polen ve nektar getirmek için çıkan iĢçi arılar, kovana geri döndükleri zaman kovanda bulunan diğer iĢçi arılara besinin nerede olduğunu özel bir dille anlatırlar. YapmıĢ oldukları bu özel hareketlerle besinin hem mesafesini hem de hangi yönde olduğunu iĢaret ederek anlatırlar. Avusturyalı Zoolog Karl von Frisch tarafından ilk kez belirlenen bu sistem, Arılarda Dans Dili ve Yön Tayini adlı kitabı ile 1973 yılında Nobel Fizyoloji ve Tıp Ödülü‟nü kazanmıĢtır. O ve öğrencileri, dikkatle yürüttükleri bir araĢtırmayla her dansın farklı bir anlamı ifade ettiğini açıklamıĢlardır. Denemelerinde genellikle cam duvarlı gözlem kovanları ve boya ile iĢaretlenmiĢ arıları kullanmıĢlardır. Öncelikle, belirli mesafelere yerleĢtirilen kaynaklar için koloni, yiyecek bulmak için eğitilmiĢtir. Arılar bu kaynaklardan besin toplamaya gittiğinde araĢtırıcılar dikkatle diğer besin toplamaya yardımcı arıların yaptığı dansın hem süresini hem de açısını ölçmüĢlerdir. Elde ettikleri bulgular bunun bir dans dili olduğuna götürmüĢtür (Tarpy, 2011). Besinin kaynağını bulan iĢçi arı besinin görünüĢünü, kokusunu resmeder ve besinden bir parça alarak kovana 162 döner. Kovana döndükten sonra kovanda bulunan diğer arılara bulduğu besinin tam koordinatlarını kendine özgü bir dans hareketiyle anlatarak, diğer iĢçi arıların o besini bulmasını sağlar. Kovanda yapılan bu dans hareketi dikey düzlemde gerçekleĢirek, besinin mesafe ve yön bilgileri diğer iĢçi arılara aktarılır (Frisch, 1967). 2.1. Halka (Dairesel) Dansı Besinin yerini bulmak için çıkan iĢçi arı, bulduğu besinin kaynağı kovana 0-50 m mesafede ise, düzlemde aynı yöne giderek daire çizer ve daha sonra aniden diğer yöne dönüp halka dansı yapar (ġekil 1). Bu dans kovanın en yoğun olduğu yerde yapılır ve daha çok göze çarpar. Diğer arılar önce dans eden arıyı seyrederler daha sonra da onun yaptıklarını tekrarlarlar. Dansçı arı birden bire durur ve diğer arılar da birer birer ayrılırlar (Frisch, 1946). Dans anlaĢılınca iĢçi arılar kovanın yakınındaki besin kaynağını bulurlar. Bu nedenle halka dansı yönle değil mesafeyle ilgilidir (Tarpy, 2011). ġekil 1. ĠĢçi arının kovanda yaptığı halka dansı (Frisch, 1967). 2.2. Hilal Dansı Besinin yerini 50 ile 150 metre arasında tespit eden iĢçi arı, kovana döndükten sonra, kovanda bulunan diğer iĢçi arılara bu yeri hilal dansı yaparak ifade eder (ġekil 2). Bu dans hareketi halka dansından biraz farklı olup, sallanma dansı arasında geçiĢ dansı olarak kabul edilir. Besin kaynağının yeri kavandan uzaklaĢtıkça yapmıĢ oldukları hilal hareketinin uçları birbirine yakınlaĢmaktadır. Bu sayede kovanda bulunan diğer iĢçi 163 arılar besinin yerini tam olarak belirlerler. Yapılan bu dans hareketi de sadece mesafe ile ilgilidir (Frisch, 1946). ġekil 2. ĠĢçi arının kovanda yaptığı hilal dansı (Frisch, 1967). 2.3. Sallanma Dansı Kovanda bulunan yavru arılara besin elde etmek için keĢif yapan iĢçi arı, 300 m‟den daha uzak bir yerde bulduğu besinin yerini kovandaki diğer iĢçi arılara sallanma dansı ile anlatır (ġekil 3). KeĢif yapan iĢçi arı kovana döndükten sonra önce yarım daire çizer ve aynı doğru üzerinde vücudunun arka kısmını sağa sola sallayarak, sağa veya sola ani bir Ģekilde döner. Vücudunu sallamadan yarım daire Ģeklinde bir eğriyi takip ederek, baĢladığı noktaya geri döner. Son olarak da yarım dairenin diğer yarısında bir yarım daire daha çizer. Vücudun bu titreĢimi kuyruk sallama hareketini meydana getirir. Aynı zamanda, arılar kanat çırpma hareketi ya da her saniyede dönerek 250-300 hertzlik düĢük bir radyo frekansında uğultu sesi çıkarırlar. Bu dans hareketini izleyen iĢçi arılar besinin yerini tam olarak belirler (Frisch, 1946). 164 ġekil 3. ĠĢçi arının kovanda yaptığı sallanma dansı (Frisch, 1967). Bu dansın bir diğer özelliği de, dansçı arının 13 saniyede 1 aniden dönmesi ile anlaĢılan dans temposu, danstaki sallanma hareketi ve vızıldamalardır. Dansın temposu da besin kaynağına olan uzaklıkla ilgilidir. Daha uzaktaki besinlerde tempo düĢük, yakındaki besinlerde yüksektir. Aynı Ģekilde kaynak uzak bir mesafedeyse dansta düz ilerleme süresi artmaktadır. Bu dans hareketi diğer danslarda görülen mesafenin yanı sıra yön ile de ilgilidir. Kovanda bulunan petekler yer çekimi esas alınarak yerleĢtirilmiĢ ve keĢif için çıkan iĢçi arı besinin yönünü kovandaki diğer iĢçi arılara aktarırken bu parametreyi esas alarak hareketini yapar. Dansın bu kısmında doğru hat ile dikey hat arasında kalan açı, balarılarının uçuĢ yönü ile güneĢ yönü arasındaki açıya eĢittir (ġekil 4). ġekil 4. ĠĢçi arının besinin yönünü belirlemek için yaptığı dans (Riley ve ark., 2005). Besinin kovana ne kadar uzaklıkta olduğuna ait bilgiler sallanma dansındaki özel davranıĢlarla diğer iĢçi arılara aktarılır. Dansla verilen 165 bilgide dağ, tepe gibi engeller de hesap edilerek keĢif için çıkan arı tarafından anlatılır. Gün içinde değiĢen güneĢ yönü, havanın kapalı olması gibi durumlar da ayarlanarak yapılır. ĠĢçi arı besin aramak için dakikada 216 metre yol alarak arama yapmaktadır. ĠĢçi arı bulduğu besinin yerini kovandaki diğer iĢçi arılara aktarmak için güneĢi baz alarak hesaplar. GüneĢ her 4 dakikada bir 1 derece döndüğüne göre keĢif yapan iĢçi arı bu durumu da baz alarak besinin açısını diğer iĢçi arılara tam olarak aktarır (Winston, 1991; Demirsoy, 2014). Yani bu dansta besinin yönü temel olarak güneĢ yönü rehber alınır. Eğer bir balarısı düzlemde yukarı doğru hareket ederse, besin güneĢ yönünde demektir. Dolayısıyla hangi yönden nereye, ne kadar saptığı ilerlenecek doğrultu belirlenmiĢ olur (Frisch, 1946). Arılar bu açı bilgisiyle, dansçı arının düĢeye göre ne kadar döndüğüne bakarak, güneĢten o kadar dönerler. Uzaklık bilgisi ise dansın sallanma olan kısmının ne kadar sürdüğüyle ilgilidir. Genel itibariyle 1 saniyelik sallanma 1000 metre mesafedeki bir besini iĢaret eder. Bu nedenle, arı dansının içerdiği yön bilgilerini anlayabilmek için, sallanma açısı, güneĢin yönü, konumu, tarihi ve günün saatinin bilinmesi gerekmektedir. Havanın bulutlu olduğu zamanlarda bile arılar güneĢi esas alarak tarif yaparlar. Bu olay ultraviyole ıĢık dalgaları ile olmaktadır. Hava bulutlu olsa bile insanlar tarafından görülemeyen ıĢık dalgalarının titreĢim yönünden arılar güneĢin olması gereken yerini hesaplayıp ona göre danslarını yaparlar (Winston, 1991). 3. BAL ARILARININ DANS ETMEDĠĞĠ DURUMLAR ĠĢçi arı tarafından bulunan besinin değeri az ya da alımı zor ise, kovanda bulunan diğer iĢçi arılara besinin yeri dans ile anlatılmaz. Her hangi bir dans hareketi olmayınca baĢka bir iĢçi arı tekrar besin keĢfi için arama yapmaya gider. ĠĢçi arılar besin keĢifleri sırsında güneĢe göre zigzag hareketleriyle besin ararlar ve besini bulduklarında kovan en kısa mesafeden gelirler. Bu sayede de buldukları besinin yönünü belirlemiĢ olurlar. Goult ve Goult (1994), hayvan aklı üzerine yaptıkları bir çalıĢmada, arı kovanı yakınlarındaki bir gölün ortasına bir kayık bırakılmıĢ ve içine Ģekerli su konulmuĢtur. Bir süre sonra bu besin, iĢçi arılar tarafından fark edilmiĢ ve iĢçi arılar hemen gidip kovandaki diğer iĢçi arılara besinin yönünü ve yerini bildiren danslarını yapmıĢlardır. Ancak uzun süre dans etmelerine rağmen hiçbir arı onlara itibar etmemiĢ ve kovandan ayrılmamıĢtır. Daha sonra kayık kıyıya çekilmiĢ ve yine bazı arılar besini bulup geri dönerek dansa baĢlamıĢlardır. Bu sefer iĢçi arılar kovandan ayrılarak kayığa doğru yönelmiĢler ve besine ulaĢmıĢlardır. Bu durum iĢçi arıların çevreyi tanıdığını dans eden arının aktardığı mesafede bir göl olduğunu ve orada herhangi bir besin olamayacağını anlamıĢlardır. ĠĢçi arıların yapmıĢ oldukları danslar ile ilgili bir ilginç bulgu ise, dansın asla öğle vakti gerçekleĢtirilmediğidir. 166 Bunun nedeni olarak da öğle vakti güneĢin daha hızlı hareket etmesi gösterilebilmektedir. Ayrıca iĢçi arılar karanlıkta ve farklı bir düzlemde olmasına rağmen yapılan tarifi tam olarak anlamakta ve hedefi her zaman doğru olarak bulmaktadırlar. Tarifi yapan arının belirlediği bir dikey çizgiye göre yaptığı hareketler, açı hesaplaması yapmayı bilen diğer arılar tarafından tam olarak anlaĢılmaktadır. Arıların bunu doğru olarak yapmaları, birbirlerine gerçekten bilgi aktardıklarının bir göstergesidir. 4. SONUÇ Sosyal yaĢayıĢlı böcekler içerisinde büyük bir yere sahip olan bal arıları hem sergiledikleri davranıĢlar hem de onları diğer bireylerine aktarırken oldukça özenli ve ustaca davranırlar. YaklaĢık 90 yıl önce Avusturyalı Zoolog Karl von Frisch tarafından temeli atılan bal arılarının yapmıĢ olduğu dans dili hakkında öğreneceğimiz birçok Ģeyin olduğu bir gerçektir. Arıların hep birlikte ve planlı Ģekilde yaptıkları diğer tüm iĢler gibi dansları da her düzeyde hayvan sınıflarına iletiĢim modeli olarak hizmet vermektedir. Ayrıca arılar besin toplarken insan beslenmesinde büyük bir yere sahip olan meyve ve sebzelerin de tozlaĢmasını sağlayarak olgunlaĢmasına yardımcı olurlar. Bu nedenden dolayı meyve sebzeler üzerindeki zararlı etmenler ile mücadele yapılırken özellikle bal arılarına dikkat edilmesi kaçınılmaz derece önem arz etmektedir. Albert Einstein‟in da dediği gibi „Eğer arılar yeryüzünden kaybolursa, insanın sadece 4 yıl ömrü kalır. Arı olmazsa döllenme, bitki, hayvan, insan olmaz‟ sözü arılara olan önemin artması gerektiğini göstermektedir. KAYNAKLAR Brothers, D.J. (1975). Phylogeny and classification of the aculeate Hymenoptera, with special reference to the Mutillidae. University of Kansas Science Bulletin 50: 483-648. Demirsoy, A., (2014). YaĢamın Temel Kuralları, Omurgasızlar/Böcekler, Entomoloji Cilt II / Kısım II. Hacettepe Yayınları, 960s, Ankara. Frisch, K., (1946). Arıların Hayatı, Ayaydın Matbaası, 224s, Ġstanbul. Frisch, K., (1967). The Dance Language and Orientation of Bees, Cambridge, Mass., The Belknap Press of Harvard University Press, 556p, Cambridge. 167 Gould, J.L., Gould, C.G., (1994). The Animal Mind. Scientific American Library, 236p, New York. Michener, C.D., (2007). The Bees of the World. The Johns Hopkins University Press, 992p, Baltimore. O'Toole, C., Raw, A., (1991). Bees of the World. London: Blandford Publishing, 191p, London. Özbek, H., 2010. Arilar ve insektisitler. Uludağ Arıcılık Dergisi, 10 (3): 8595. Riley, J.R., Greggers, U., Smith, A.D., Reynolds, D.R., Menzel, R., (2005). The flight paths of honeybees recruited by the waggle dance. Nature, 435: 205-207. Tarpy, R., (2011). The honey bee dance language. NC State University A&T State University, 1-5, North Carolina. Visscher, P.K., (1989). A quantitative study of worker reproduction in honey bee colonies. Behavioral Ecology and Sociobiology, 25(4): 247-254. Winston, M.L., (1991). The Biology of the Honey Bee. Harvard University Press, 1991, 404p, Cambridge. Yüce, R., (2011). Bal arısı (Apis mellifera L. 1758)‟nın üremesi ve sosyal yaĢantısı. 1(1): 109-117. 168 “PÜREN” BALI NEDĠR? Atiye Püren CEYHAN Süleyman Demirel Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bahçe Bitkileri Bölümü ÖZET Latince adı „Erica manipuliflora‟ olan Süpürge tohumu, fundagiller familyasındandır. Anavatanı Güney Afrika‟dır. Ülkemizde Trakya bölgesinde yetiĢir. Püren, Çalımsı funda, Sonbahar fundası ve Süpürge çiçeği isimleriyle de bilinir. Her mevsim yemyeĢildir. Afrika kökenli bir bitki olmasına rağmen yaygın olarak Avrupa‟da yetiĢtirilir. Eski çağlardan beri çeĢitli kültürler tarafından bitkinin çiçekleri, tohumu, kökü Ģifa amaçlı kullanılmıĢtır. Halk arasında özellikle kurdeĢen hastalığının tedavisinde merhem olarak kullanımıyla ün salmıĢtır. Arıların bu bitkiden yaptıkları bal hafif acımtırak olur. ÇalıĢmalar sonucunda püren balınında kestane balı gibi kıymetli pek çok türden biri olduğu görülmüĢtür. Anahtar Kelimeler: Püren , Çalımsı funda , Sonbahar fundası , Süpürge çiçeği , Püren balı PÜREN BĠTKĠSĠNĠN BOTANĠK SINIFLANDIRMA VE ÖZELLĠKLERĠ Türkçe Adı: Püren otu Latince Adı: Erica Çiçeklenme Zamanı: Temmuz-kasım Çiçek Rengi: Pembe ve Mor Çiçeklilik Süresi: Birkaç Ay Rakım (En DüĢük): 0 m. Rakım (En Yüksek):1500 m. YaĢam Süresi: Çok Yıllık Yöresel Adları: Püren,Çalımsı piren,Sonbahar püreni,Süpürge çiçeği Genel Görünüm: Herdem yeĢil, 4 m''ye kadar büyüyebilen çalılardır. Boy (en uzun): 80 cm Ortalama Boy: 0,5- 1,5 m 169 Yaprak: Yapraklar dairesel diziliĢli, her halkada 4 tane iğnemsi ve küçüktür. Yaprak DiziliĢi: Çevrel (Vertisillat) Çiçek: Çiçek durumu salkıma benzeyen bileĢim salkım, 1-5 çiçeklidir. Sepaller serbest, 1-3 mm boyundadır. korolla çıngırak Ģeklinde, beyaz veya pembe renkli, 3-3.3 mm boyunda, tüysüzdür. Bitki YetiĢme Alanları: Maki elemanı olan bu Püren otu türü,deniz seviyesinden baĢlayarak 1530 m yüksekliğe kadar yayılıĢ gösterir.Özellikle maki içinde yetiĢen bu tür,maki dıĢında kızılçam altındaki açık alanları,kireçtaĢı,serpantin ve Ģistli kayalıkları yetiĢme ortamı olarak tercih eder.Temmuz-kasım ayları arasında çiçeklenen bu tür,ülkemizde Marmara, Ege ve Akdeniz Bölgelerinde,ülkemiz dıĢında ise Akdeniz havzasının doğu kesimlerinde yayılıĢ gösterir. PÜREN BALI Diğer bitkiler kıĢ uykusuna yatarken, püren uyanır ve kasım baĢlarında açık pembe çiçek açar. Polence zengin, iyi bir nektar kaynağı olduğu için, arılar onu çok sever. Topladıkları öz, bala viĢne suyu tadı verir. Püren balı hafif acımtıraktır. Kendine has bir kokusu vardır ve kıymetli bir baldır. DeğiĢik ve hoĢ bir tat ihtiva eder. MeĢhur Anzer balından sonra, en değerli ve üretimi az olan bir baldır. Avrupa besin sektöründe önemli bir yer tutar. 170 PÜREN BALININ FAYDALARI Tansiyonu dengeler,Ģekeri dengeler,sindirimi kolaylaĢtırır,kolestrolü düĢürür. Özellikle karaciğer yağlanmasında çok yararlı olduğu bilinmekte ve tavsiye edilmekte. Yüksek enerji de veren bir baldır. Balın barındırdığı özelliklerden dolayı çeĢitli bakteri, virüs, mantar gibi mikroorganizmalar üzerinde inhibe edici fonksiyonu bulunuyor. Antioksidan özellikleri de savunma sisteminin güçlenmesine katkı sağlıyor. Yanıklar, enfekte ve cerrahi yaralar ile çeĢitli ülserler üzerinde tedavi edici rolü bulunduğu görülmektedir. SONUÇ KTÜ Fen Fakültesi Biyokimya Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Sevgi Kolaylı hocamızın dediği gibi „Üreticiler ve tüketiciler tarafından fazla bilinmeyen püren balının mutlaka tanıtımına yönelik çalıĢmalar yapılması gerektiğine dikkati çekerek Bal ve arı ürünleri, çeĢitli hastalıkların oluĢumunu önleme ve oluĢan hastalıkları tedavi edebilme özelliğine sahiptir.‟ 171 ĠĢte kasım geldi, açtı pürenler. Aydıncık‟ın pürencik deresi mis gibi kokuyor. Ama üzerlerinde yalnızca üç beĢ dağ arısı vızıldıyor. Karacaoğlan‟ın dediği gibi: “Arılar da konmaz oldu pürene ġükür olsun bu sevdayı verene.” KAYNAK h http://www.misbahcem.com/puren-balittp://blog.milliyet.com.tr/toroslarin-aykiri-ciceklerinden-puren/Blog/?BlogNo=273355 http://floracay.net/erika-puren-otu http://www.ilaclikbal.com/ilaclik-ballar/bolumu/Oku/puren-bali-9 https://www.google.com.tr/search?q=PÜREN+BĠTKĠSĠ&espv=2&biw=102 4&bih=472&source=lnms&tbm=isch&sa=X&ved=0ahUKEwiz25jR1_DLA hU 172 TARIMDA SANAYĠLEġMENĠN TÜRKĠYE EKONOMĠSĠNE KATKISI Osman ARIKAN Süleyman Demirel Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarım Ekonomisi Bölümü ÖZET Ekonomik geliĢmeler bir bütün olduğu için tek baĢına tarım, sanayi veya hizmet sektörlerinin geliĢmesi düĢünmek mümkün değildir. Çünkü bir sektörün geliĢmesi diğer sektörlerin de geliĢmesine tesir etmektedir. Tarım kesimi sanayi sektörüne hammadde sağlar ve sanayi ürünleri için önemli pazar oluĢturur. Ancak tarımın, sanayi sektöründen sağladığı oluĢumlardan bağımsız olarak geliĢmesi imkânsızdır. Tarım ve sanayi sektörleri, birbirini destekleyen ve karĢılıklı etki alanı oluĢturan sektörlerdir. Ekonomik geliĢme süresi boyunca tarıma mı, sanayiye mi öncelik vermek gerekir? Yoksa geliĢen ilk sektör sanayi mi olmalı veya sanayideki geliĢme tarımdaki geliĢmelerin bir sonucu olarak mı ortaya çıkmalıdır? Bunlar gibi sorular üzerinde birçok kez tartıĢılmıĢtır (Cahit ve Murat, 2008, 129-130). Anahtar Kelimeler: sanayileşme, tarım, ekonomi GĠRĠġ Ekonomik GeliĢme Sürecinde Tarım-Sanayi ĠliĢkileri Tarımın dünya üzerindeki toplumlarda hayati bir ekonomik faaliyet alanı olmasının iki temel nedeni bulunmaktadır. Birincisi, insanların temel sorunu olan beslenme ihtiyacını direkt karĢılayan bir sektör olması; ikincisi ise, günümüz toplumları için zorunlu bir amaç haline gelen ekonomik kalkınmayı destekleyici imkânları sağlamasıdır. Diğer taraftan tarım sektörü, geliĢmekte olan ülkelerin ihracatlarına göre önemli bir döviz kaynağı oluĢturması, gıda maddeleri ithalinden doğacak olan döviz kayıplarından tasarruf sağlaması, önemli bir istihdam alanı olması gibi sebeplerden dolayı önemli olan ekonomik bir sektördür (Cahit ve Murat, 2008, 130). Tarıma Destek Veren Sanayi Tarımsal üretim birçok girdileri olan bir üretim fonksiyonudur. Bu girdiler içerisinde önemli olan kaynakların bir kısmı sanayi kökenli olup bunlar arasında tarımsal gübreler, tarımsal mekanizasyon araç ve gereçleri, 173 bitkisel üretim için tohum ve fidanlar, tarım ilaçları, hayvansal üretim için yemler vb. sayılabilir (ZMO, 2016). Tarıma Dayalı Sanayi Üretilen her madde gibi tarımsal ürünlerin de değerlendirilmesi dolaylı ya da dolaysız yoldan baĢka bir ürüne dönüĢtürülebilmektedir. Tarıma dayalı sanayi; tüketici isteklerine göre, öncelikle insanın yaĢamı için gerekli olan ürünleri temin etmek, elde edilen ürünlerden bir bölümünün formatlarını değiĢtirerek tüketici beğenisine sunarak bir tarımsal üretim zinciri değil, aynı zamanda sanayi ve pazarlama sektörünün önemli bir gerekçesi olarak kabul edilmektedir. Ayrıca sağladığı istihdam boyutuyla sosyal ve ekonomik açıdan büyük bir önem taĢıdığı da gerçektir (ZMO, 2016). SONUÇ VE ÖNERĠLER Ekonomik geliĢme, mutlaka sanayinin geliĢmesiyle büyümeye devam edecektir. DeğiĢim ve geliĢim sağlanabilmesi için gerekli olan sanayinin geliĢmesidir. Ancak bu olay tarım sektörünün önemsiz olduğu anlamını taĢımaz. GeliĢme sürecinde tarım ve sanayi sektörleri birbirini tamamlamaktadır bunun için yalnız baĢına hiçbir sektör, en azından dünya piyasalarındaki iktisadi dalgalanmalar karĢısında bir anlam ifade edemez. Tarım ve sanayi sektörleri birbirlerine neden sonuç iliĢkileri ile bağımlıdır. Dünyada hiçbir ülkede tarımsal faaliyetlerin sanayi sektöründen ayrı olarak modern yöntemlerle uygulanması ve geliĢtirilmesi mümkün değildir. KAYNAKÇA Cahit Aydemir ve Murat Pıçak (2008). D.Ü.Ziya Gökalp Eğitim Fakültesi Dergisi 10, 129-130 Cahit Aydemir ve Murat Pıçak (2008). D.Ü.Ziya Gökalp Eğitim Fakültesi Dergisi 10, 130 ZMO (2016). Tarım Sanayi EtkileĢimleri. http://www.zmo.org.tr/resimler/ekler/58e130476290221_ek.pdf (EriĢim tarihi:05.01.2016) ZMO (2016). Tarım Sanayi EtkileĢimleri. http://www.zmo.org.tr/resimler/ekler/58e130476290221_ek.pdf (EriĢim tarihi:05.01.2016) 174 SEKONDER METABOLĠTLERĠN BĠTKĠLER ĠÇĠN ÖNEMĠ ġükriye VARDAR Süleyman Demirel Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarımsal Biyoteknoloji Bölümü ÖZET Bitkilerde bulunan iki doğal bileĢik vardır, bunlar primer ve sekonder metabolitlerdir. Primer metabolitler; lipidler, karbonhidratlar, proteinler, mineraller ve hormonlar gibi esansiyel metabolitlerdir ve yapısal büyüme, geliĢme ve çoğalmalar için gerekli moleküllerdir. Sekonder metabolitler ise; alkaloitler, uçucu yağlar, glikozitler, heterozitler, steroitler, flavanoitler, tanenler, fenoller, renk maddeleri ve reçineler gibi küçük moleküllerdir ve bitkinin çevreyle uyumunu sağlamak, savunma, koruma, hayatta kalma, üreme gibi faaliyetler için gerekli moleküllerdir. Sekonder metabolitler bitki tarafından üretilir. Birçok sektörün hammaddesidir, primer metabolitler gibi yaĢamsal faaliyetlerle iliĢkisi olmasa da primer metabolitler kadar önemlidir. Sekonder metabolitlerin bitkideki fonksiyonları; herbivor, bakteriyal ve fungal patojenlere karĢı korur, diğer bitkilere karĢı rekabet gücünü arttırır. Kuraklık, tuzluluk, UV ıĢınları, su, ıĢık, mineral madde gibi stres faktörlerine karĢı korur. Tozlanmada faydalı olabilecek bazı organizmaları cezbederek kendine çeker. Bitki büyüme düzenleyicileri, gen ekspresyon düzenleyicileri ve transdüksiyon mekanizmasında görevlidir. Her sekonder ürünün bitkilerdeki görevi farklılık gösterir. Sekonder metabolitlerin hızlı üretimi, hücre doku ve organ kültürü yöntemleriyle yapılmaktadır. Anahtar Kelimeler: Sekonder Metobolitler, Hücre Kültürü, Steroid, alkaloidler, terpenoidler, fenolik bileşikler GĠRĠġ Sekonder Metabolitler; bitkiler tarafından üretilen ve günümüzde birçok sektörde hammadde olarak kullanılan bitkinin temel yaĢamsal iĢlevleri ile doğrudan iliĢkisi olmayan, buna karĢılık en az bitkinin yaĢamsal iĢlevleri ile doğrudan iliĢkili primer metabolitler (protein, yağ, karbonhidrat) kadar önemli olan kimyasal maddelerdir. Sekonder metabolitler genelde tozlaĢmada, çevresel koĢullara uyum, mikroorganizma, böcek ve diğer 175 predatörlere (avcılara) karĢı kimyasal savunma, diğer bitkilerle yarıĢma gibi rollere sahip oldukları düĢünülmektedir. Bitki bünyesinde oldukça az miktarlarda biriktirilirler. ÖzelleĢmiĢ hücre tiplerinde ve bitkinin farklı büyüme evrelerinde sentezlendiklerinden dolayı ekstraksiyonları ile saflaĢtırılmaları zordur Önceleri hiçbir iĢe yaramadığı bitkiler tarafından üretilen atık madde olduğu varsayılan sekonder metabolitlerinin bitkideki fonksiyonları tartıĢmalı olsa da bu konuda bilim adamlarını birleĢtiren ortak görüĢler Ģöyledir. -Bitkiyi herbivor, bakteriyal ve fungal patojen saldırılarına karĢı korur, aynı ortamdaki diğer bitkilerle rekabet güçlerini artırır, -Tozlanmada faydalı organizmaları (özellikle böcekleri) çeker, simbiyotik iliĢkilerde görev alır, -Bitkiyi sıcaklık değiĢimleri, su, ıĢık, ultraviyole ve mineral madde gibi abiotik stress faktörlerine karĢı korur, -Hücre düzeyinde bitki büyüme düzenleyicileri, gen ekspresyon düzenleyicileri ve transdüksiyon mekanizmalarında görevlidirler. Her ne kadar, sekonder ürünlerin bitkideki görevleri farklılık gösterse de mikrobiyal patojenlere karĢı sitotoksik etkili olanlar tıpta “antimikrobiyal madde” olarak kullanılmaktadır. Günümüzde en fazla çalıĢılan bitki sekonder metabolitleri alkaloidler, terpenoidler ve fenolik bileĢikler, resinler, antosiyaninler, taninler, saponinler ve uçucu yağlardır. Bu bileĢikler, tıbbi uygulamalarda, endüstride (sabun, parfüm, bitkisel yağ, boya, yapıĢkan, doğal plastik) ve pestisit üretiminde kullanılmaktadır. Ticari olarak üretilen bitki sekonder metabolitlerinden düĢük miktarlarda pestisitlerin bileĢimine girenler, nikotin, pyretrinler ve rotenonlardır. Herbivorlara karĢı etkileri merkezi sinir sistemi üzerine nörotoksik Ģekilde olup, bunlardan “anti-depresant”, sakinleĢtirici, kas gevĢetici olarak ya da anestetik ilaçların eldesinde yararlanılmakta, ayrıca bazılarının yapıca ligandlara, hormonlara, signal transdüksiyon molekülleri veya nörotransmitlere benzerlik göstermesinden dolayı, merkezi sinir sistemi ile endokrin sisteme karĢı etkili ilaçların elde edilmesinde kullanılmaktadır. Ticari olarak üretilen bitki sekonder metabolitlerinden nikotin, pyretrinler ve rotenon düĢük miktarlarda pestisitlerin bileĢimine girmektedir. 176 Steroid ve alkaloidler genellikle ilaç endüstrisinde kullanılmaktadır. Diğer bitki sekonder maddelerinden düĢük miktarlarda ilaç araĢtırmalarında, biyokimyasal proseslerde yararlanılmaktadır. Sekonder metabolitlerinin bitki bünyesinde oldukça az miktarlarda biriktirilirler. ÖzelleĢmiĢ hücre tiplerinde ve bitkinin farklı büyüme evrelerinde sentezlendiklerinden dolayı ekstraksiyonları ile saflaĢtırılmaları zordur. Günümüzde sekonder metabolitlerin hızlı üretimi, hücre kültürü yöntemleriyle gerçekleĢtirilmektedir. Bitki ya da embriyonun katı besiyerinde büyütülmesi, uygun dokulardan kallus oluĢması, oluĢan kallusların sıvı besiyerinde geliĢmesi sonucu hücre süspansiyon kültürlerinin elde edilmesi Ģeklinde sekonder metabolitlerin üretimi sağlanmaktadır. SONUÇ Sekonder metabolitlerin, bitkinin primer metabolizmasındaki fonksiyonları tartıĢmalı olup, genelde tozlaĢmada, çevresel koĢullara uyum, mikroorganizma, böcek ve diğer predatörlere (avcılara) karĢı kimyasal savunma, diğer bitkilerle yarıĢma gibi rollere sahip oldukları düĢünülmektedir. Sekonder metabolitlerin günlük hayattaki önemine gelince bu kimyasallar baĢta ilaç sanayisinin hammaddesi olup kozmetik, besin katkı maddesi, zirai ilaç sanayiinde ve birçok kimya sektöründe kullanılmaktadır. Sekonder metabolitlerin bu kadar yararlı yönlerinin olmasına ve ülkemizdeki bitki florasının geniĢliğine rağmen bu konuda yeterli çalıĢmalar yapılmamaktadır. KAYNAKLAR -Anonymous, (2009). Plant Secondary Metabolites. http://www.novafeel.com/nutrition/plant-secondarymetabolites.htm (EriĢim tarihi: 04/02/2009). -Anonymous, (2009). Plant Secondary Metabolism. http://dreampharm.com/ginger/psm.asp(EriĢim tarihi: 04/02/2009). -Anonymous, (2003). Analysis of Secondary Metabolites in Plant and Cell Culture Tissue of Hypericum perforatum L. and Rhodiola rosea L. http://herkules.oulu.fi/isbn9514271610/isbn9514271610.pdf(EriĢim tarihi: 04/02/2009). 177 -Canan Yağcı Tüzün, Mehmet Cihat Toker, Gülnur Toker; Gentiana Olivieri Griseb.’Ġn Kallus Kültürlerinin Kurulması Ve Sekonder Metabolitlerin AraĢtırılması. -Dilek Oskay, Mustafa Biyoteknolojik Önemi. Oskay; Bitki Sekonder Metabolitlerinin Emine Sema Çetin, Fatma Uzunla, Nilgün Göktürk Baydar; UV-C Uygulamasının Gamay Üzüm ÇeĢidine Ait Kalluslarda Sekonder Metabolit Üretimi Üzerine Etkileri. - Goossens, A., Hakkinen, S.T., Laakso, I., Seppanen-Laakso, T., Biondi, S., Sutter, V.D., Lammertyn, F., Nuutila, A.M., Soderlund, H., Zabeau, M., Inze, D., and Oksman-Caldentey, K.M., (2003). A functional genomics approach toward the understanding of secondary metabolism in plant cells PNAS, 100: 8595–8600. -Waterman, P.G., (2001). Evolution of Secondary Plant Metabolism. Encyclopedia of Life Sciences, Nature Publishing Group. University of Strathclyde, Glasgow, United Kingdom, 9 pg. 178 TARIM VE ĠKLĠM DEĞĠġĠKLĠĞĠ ĠLĠġKĠSĠ Meliha ATUĞ, Nuran ANDIÇ Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi Toprak Bilimi ve Bitki Besleme Bölümü ÖZET Her jeolojik dönem, kendine özgü doğa olaylarını içinde barındıran doğal bir süreçtir. Ancak, insanoğlunun süreç içinde aktif rol almasıyla birlikte bu doğal dengeler geri dönüĢümü zor bir Ģekilde bozulmaya baĢlamıĢtır. Fosil yakıtların aĢırı kullanımı, ormanların tahrip edilmesi, yanlıĢ arazi kullanımı, doğal kaynakların bilinçsizce tüketilmesi sonucu atmosfere salınan gazlarda artıĢ göstermiĢtir. Çok yıllık veriler ile ortaya koyulan bu artıĢın devam etmesi neticesinde günümüzde kuraklık, çölleĢme, yağıĢlardaki dengesizlikler ve sapmalar, su baskınları, tayfun, fırtına, hortum vb. gibi normal olmayan iklim koĢullarının yaĢanması Küresel Ġklim DeğiĢikliği olarak adlandırılmaktadır. Antropojenik faaliyetler sonucunda Karbondioksit (CO2 ), Metan (CH4), Nitroz Oksit (N2 O), Hidroflorürkarbonlar (HFCs), Perflorokarbonlar (PFCs), Sülfürhekzaflorid (SF6) gibi birçok sera gazı ortaya çıkmaktadır. Sera gazları; yeryüzü üzerindeki atmosfer tabakasında bulunan ve dünyaya gelen zararlı ıĢınların tutulumunu sağlayan ozon tabakasında, birikme yaparak radyasyon dengesini bozmakta ve yerkürede yüzey sıcaklıklarını arttırma eğilimine sebep olan 'Sera Etkisini' oluĢturmaktadır. Tarımsal faaliyetler insan etkeni sonucunda sera gazlarından Karbondioksit (CO2 ), Metan (CH4) ve Nitroz Oksit (N2 O)'e kaynak konumundadır. Buna karĢılık tarım toprakları ise tutulan C'un biyokütle ürünlerine ve toprak organik maddesine dönüĢmesiyle CO 2 açısından aslında bir yutak durumunda bulunmaktadır. Tarım sektörünün küresel ısınma içerisindeki payı diğer sektörler ile kıyaslandığında düĢük olsa bile, global sera gazı bütçesine azaltıcı yöndeki etkinliğini arttırmak olasıdır. Ürünün tarladan tüketicinin sofrasına gelme serüveni içerisinde meydana gelebilecek sera gazı salınımlarını azaltmak ancak yeni stratejilerin geliĢtirilip uygulanmasıyla mümkün olabilecektir. 179 Sonuç olarak iklim değiĢikliğine bağlı olumsuzlukların giderilebilmesi için öncelikle iklim değiĢikliği senaryoları ile durumun tarım özelinde daha net tespit edilmesi gerekmektedir. Sonrasında uyum ve azaltım stratejileri etkin bir Ģekilde uygulanarak, yukarıda bahsedilen etkiler asgari düzeye indirilebilir. ANAHTAR KELĠMELER: Ġklim değiĢikliği, Sera gazı, Ġnsan, Toprak karbon tutulumu, Tarımsal yönetim uygulamaları GĠRĠġ Her jeolojik dönem kendine özgü doğa olaylarını içinde barındıran doğal bir süreçtir. Ancak insanoğlunun süreç içinde aktif rol almasıyla birlikte bu doğal dengeler geri dönüĢümü zor bir Ģekilde bozulmaya baĢlamıĢtır. Fosil yakıtlarının aĢırı kullanımı, ormanların tahrip edilmesi, yanlıĢ arazi kullanımı, doğal kaynakların bilinçsizce tüketilmesi sonucu atmosfere salınan gazlarda artıĢ göstermiĢtir. 1896 yılında Ġsveçli kimyager Svante Arhenius, sanayi devriminin oluĢturduğu karbon dioksitin yeryüzünün ısınmasına yol açacağını söylediğinde hiç kimse inanmamıĢtı. Ancak gelinen noktalar ve çok yıllık verilerle ortaya konulan reddedilemeyecek düzeydeki bu artıĢın devam etmesi neticesinde günümüzde normal olmayan hava koĢulları olarak adlandırılan kuraklık, çölleĢme, yağıĢlardaki dengesizlikler ve sapmalar, su baskınları, tayfun, fırtına, hortum gibi koĢulların yaĢanması Küresel Ġklim DeğiĢikliği olarak adlandırılmaktadır. BirleĢmiĢ Milletler Çerçeve SözleĢmesi'nde ''Ġklim DeğiĢikliği'', karĢılaĢtırılabilir bir zaman periyodunda gözlenen doğal iklim değiĢiklikleri ile doğrudan ya da dolaylı olarak küresel atmosferin doğal yapısını bozan insan etkinlikleri sonucunda, iklimde oluĢan değiĢikliklerin bütünü olarak tanımlanmaktadır. Tüm bu olaylar sonucunda Karbon dioksit (CO2), Metan (CH4), Nitroz Oksit (N2 O), Hidroflorürkarbonlar (HFCs), Perflorokarbonlar (PFCs), Sülfürhekzaflorid (SF6) gibi birçok sera gazı ortaya çıkmaktadır. 180 Sera Gazları Sera gazları; yeryüzü üzerindeki atmosfer tabakası üzerinde bulunan ve dünyaya gelen zararlı ıĢınların tutumunu sağlayan ozon tabakasında, birikme yaparak radyasyon dengesini bozmakta yüzey sıcaklıklarını arttırma veya azaltma eğilimine sebep olan ''Sera Etkisini'' oluĢturmaktadır. Tarımsal faaliyetler ile iliĢkilendiriliğinde ise iklim değiĢikliği sonucunda oluĢan sera etkisine üç sera gazı baĢ etmen olarak göze çarpar. Bunlara iliĢkin her ne kadar baĢat olarak Karbon dioksit (CO2), gösterilse de Metan (CH4) ve Nitrözoksitin (N2 O) de antropojenik olarak payı vardır. 181 Gazlar KAYNAK (DOĞAL) SU BUHARI KAYNAK (ĠNSAN) Okyanuslarda olan buharlaĢma Evapotransprasyon KARBON DĠOKSĠT METAN Tarıma elveriĢli olmayan sulak (bataklık) alanlardaki vejetatif çürüme NĠTRÖZ OKSĠT Nitrifikasyon Denitrifikasyon Bitki vejetasyon periyodunun baĢında salınım HALOKARBON Gıda, yem, lif ve yakıt olarak kullanılan tüm bitkisel ürünlerin çürüme ve tüketilmesi Tarımsal faaliyetler Tarım ürünlerinin iĢlenmesi Tarım ürünlerinin nakliyesi Çeltik tarımı Hayvancılık ĠĢlenmeyen toprak TaĢıt eksozları Gübre kullanımı Kimya sanayi Halokarbon soğutucular ġekil 1.1. Sera gazlarının doğal ve insani kaynak konumu (BBC, 2006) Tarımın Küresel Isınmaya Katkısı Küresel Ġklim değiĢikliğinin tarım üzerine etkisi, yağmur rejiminin değiĢmesi ve düĢen yağmur miktarında yaĢanacak azalmalarla kendini göstermektedir. Küresel ısınma suyun miktarını azaltıp toprak verimliliğini ve ürün çeĢitlerinin değiĢmesine neden olmaktadır. Bu da yaĢamlarını doğrudan toprağa bağlı olarak sürdürmek zorunda olan ülkeleri büyük ölçüde etkileyecektir(Bozoğlu 2012). Türkiye gibi ekonomisinin %24.5'ini tarımsal faaliyetler oluĢturan ülkeler Kuzey Afrika'da egemen olan daha sıcak ve kurak iklim kuĢağının etkisinde kalacak ve dolayısıyla iklim 182 kuĢaklarında meydana gelecek bu değiĢmeye uyum gösteremeyen Fauna ve Flora yok olacak, topraklarda çölleĢme, tuzlulaĢma ve erozyon yoğunluğu artarak insani faaliyetler aksamaya uğrayacaktır. Ġstatistiksel olarak düĢünüldüğünde Hükümetlerarası Ġklim DeğiĢikliği Paneli (IPMC, 1995) rehberi kullanılarak Türkiye Ġstatistik Kurumu tarafından 2015 yılı için hesaplanan toplam sera gazı salınımının %8.7 (BBC, 2015, COP 21, Paris, Fransa) tarımsal faaliyetler sonucu oluĢmuĢtur. Sera gazı bazında değerlendirmeye alındığında 2015 yılı toplamında CO2 salınımının %3'ü, CH4' ün %28' i ve N2 O ' nun ise %74' ü tarımsal kaynaklı olarak gerçekleĢmiĢtir. Sektörel bazda ele alındığında en önemli sera gazını CO2 oluĢtursa da tarımsal açıdan bakılacak olduğunda CH4 hayvansal üretimde, N2 O ise bitkisel üretimde dikkatleri üzerine çekmektedir. ġekil 2.1.Tarım temelli sera gazlarının kaynak yüzdeleri Hükümetlerarası Ġklim DeğiĢikliği Paneli [UNIPCC], 2001) Tarım Alanlarında NitrözOksit Salınımları 183 (BM N2 O gözlemlenen küresel ısınmanın % 6' sını gerçekleĢtirmektedir. (Dalal ve ark., 2005). En çok N2 O salınımı azotlu gübre topraklarında meydana gelmektedir. Toprakta sınırlı oksijen varlığından topraklardaki organik karbonun fazlalığı nedeniyle yüksek oksijen talebi olduğunda, mikroorganizmaları oksijen yerine NO3 ve NO2 'i kullanmaktadırlar. Bu substratın kullanıldığı denitrifikasyon süreci sonunda uygulanan azotlu gübreler, N2 O olarak atmosfere salınmaktadır. Dünya çapında 1436 milyon ha büyüklüğündeki tarım arazilerinden 1995 yılı tarımsal alanda gerçekleĢtirilen yıllık küresel N20-N salınım miktarı 3.2 milyon ton olup bunun % 34'ü geliĢmiĢ ülkelerde, %66'sı geliĢmekte olan ülkelerden kaynaklanmaktadır. Tarım Alanlarında Karbondioksit Salınımları Karbondioksit salınımı açısından tarımsal faaliyetlerin ve toprakların önemli bir yeri vardır. Çünkü tarım sektörü, bir sera gazı olan CO2 'nin salınımı gerçekleĢtirmesinin (havuz, kaynak) yanında aynı zamanda bir tutucu (yutak) fonksiyonunu da gerçekleĢtirmektedir. Son yapılan çalıĢmalar, CO2 salınım oranının azaltılması ve aynı zamanda C-tutulum oranının arttırılması amacına dönük olmaktadır. Karasal ekosistemlerin C-tutma potansiyellerinin arttırılması ayrıca tarım dıĢı sektörlerin oluĢturduğu CO2 'in de tarım topraklarına, sulak alanlarda veya ormanlarda tutulabilmesi adına çok büyük önem taĢımaktadır. CH4 ve N2 O ile karĢılaĢtırıldığında, aslında yüksek miktarda CO2 tarım faaliyetleri açısından döngüye uğratılır. Bitkiler, fotosentez yoluyla yüksek miktarlarda CO2 'i tüketirlerken, gıda, yem, lif ve yakıt olarak kullanılan tüm bitkisel ürünler en sonunda çürümeyle veya tüketilmeyle tekrar CO2 'e geri çevrilirler. Tarımdaki C-döngüsünün büyüklüğü düĢünüldüğünde; tarımsal faaliyetler sonucu oluĢan net CO2 salınım miktarı düĢüktür ve bu salınımın ana kaynağı tarımsal faaliyetler ile nakliyesi sırasındaki enerji kullanımıdır. 184 ġekil 2.2. BaĢlıca küresel karbon havuzları Dünya üzerinde beĢ temel karbon havuzundan bahsedilebilir. En büyük C rezervini içeren okyanuslar, fosil yakıtlar, pedolojik (topraklar), biyotik (canlılar) ve atmosferik havuzlar takip etmektedir. Tüm bu havuzlar birbiri ile bağlantılıdır ve aralarında C değiĢimleri gerçekleĢmektedir. Tarım Alanlarında Metan Salınımları Metan, büyük oranda çeltik tarımı ile hayvancılıktan kaynaklanan bir SG' dır. Organik gübrelerin anaerobik ayrıĢmasından ortaya çıkan yakalanabilir ve böylece metan salınımı azaltılabilir. Çeltik tarımı yapılmayan tarım toprakları atmosferik metan havuzu olarak görülebilse de, CH4 doğal durumda iĢlenmeyen topraklarda daha az oranlarda bulunmaktadır. Türkiye ve Ġklim DeğiĢikliği Türkiye' de iklim değiĢikliğinin tarım üzerine etkisi konusunda çalıĢmalar sınırlı olsa da sera gazı açığa çıkarması bakımından önemli etkilere sahiptir. 2009 yılı toplam sera gazı emisyonu değerlerine bakıldığında (Arazi Kullanımı, Arazi Kullanım DeğiĢikliği ve Ormancılık-AKAKDO hariç) CO2 eĢ değeri cinsinden 369,65 milyon ton‟dur. Toplam emisyonların %75,3‟ü enerji, %9,2‟si atık, %8,6‟sı endüstriyel iĢlemler ve %7‟si tarım sektöründen kaynaklanmaktadır (ġekil 4.1). 185 Yıllar itibarı ile değiĢiklik gözlenmekle birlikte, genel olarak tarım sektörü dıĢında tüm sektörlerde artan bir emisyon eğilimi gözlenmektedir (ġekil 4.2). 1990 yılı verileri ile karĢılaĢtırıldığında 2009 yılında en yüksek artıĢ %250 ile atık sektöründe gözlenmekte olup, azalmanın gözlendiği tek sektör olan tarımda azalma oranı %14‟tür. Diğer sektörlerde gözlenen artıĢ değerleri %84 - %111 aralığındadır. ġekil 4.1. 2009 Yılı Türkiye Sektörel Sera Gazı Emisyonları ġekil 4.2.Türkiye sektörel Sera Gazı Emisyonları 1990-2009 186 Türkiye ve Ġklim DeğiĢikliği Senaryoları Mevsimsel olarak; mesela Adana veya Mersin‟deki hava olayları Ġç Anadolu bölgemizde yaĢanılmaya baĢlayacaktır. Beslenme ve kıyı erozyonu kötüleĢecek. Tatlı su kaynaklarına tuzlu su karıĢımı nedeniyle azalma olacaktır. Deniz seviyesinin yükselmesi ekonomik sektörlere zarar verecektir. Beslenme ile ilgili olarak kıyı bölgelerindeki balıkçılık ve tarım üretimi özellikle risk altındadır. Deniz seviyesindeki yükselme sonucu düz alanlar sular altında kalarak kıyı üretim alanları zarar görecektir. Ormanların oranında önemli bir azalıĢ meydana gelmeye baĢladı ve önlem alınmadıkça daha da hızlanacaktır. 187 SONUÇ Küresel iklim değiĢikliği kuĢkusuz tüm insanlığın geleceğinin en büyük sorunlarından olacaktır. Paleocene döneminden sonra havanın ve suyun eski haline dönmesi için tam 100,000 yıl geçmesi gerekmiĢtir. Buna göre atmosferdeki insan kaynaklı karbondioksitin, sanayi çağı öncesi seviyelerine düĢmesi için, etkenlerin kullanımının durdurulmasından sonra bile on binlerce yıl gerekecektir. UNIPCC' ın 2001 kapanıĢ bildirisinin son sözü olarak ''Tehlike, Ģu ana kadar düĢünüldüğünden çok daha yakındır.'' kelimeleri aslında her Ģeyi açıklayıcı düzeydedir. ancak ciddiye alınmadığı takdirde gelecek kuĢaklarımızı çok zor günler beklediği açıktır. Bu sebepten dünyada yaĢayan tüm insanlara büyük görev düĢmektedir. Özellikle; Küresel ısınma konusunda medya organları aracılığıyla halk bilinçlendirilmeli Evlerde, iĢyerlerinde, okullarda; suyun, enerjinin tasarruflu kullanılması Ġlkokul, lise ve üniversitelerde küresel iklim değiĢikliğinin etkileri konu baĢlıklı bildiriler, dersler verilmeli, çevresine karĢı duyarlı nesil yetiĢtirmek amaçlanmalı Fosil yakıtların zararları ve yerine kullanılabilecek alternatif seçenekler türetilmeli Küresel ısınmaya etki eden faktörlerin kavratılması 188 Doğru tarım uygulamaları konusunda çiftçiler eğitilmeli ve denetlemeler düzenlemelidir Yukarda belirtilen önlemler Ģuan alınmaya baĢlanılmazsa insan ırkının bugün hala gün geçtikçe süregelen bencilce ve tutarsızca harcamaları düĢünüldüğünde akıllarda Ģu soru yankılanmalıdır; Kıyamet günlerine hazır mısın insanoğlu? Kaynakça: Albek M ve M Albek, 2008. Türkiye‟de Nehir Sıcaklıklarındaki Eğilimler, CLEAN, Toprak-Hava-Su, Cilt 36, Sayı 12. Albek M, 2008. Ġklim DeğiĢikliği‟nin Akdeniz bölgesindeki Nehirlere Etkisi, MESAEP-2007 sempozyumu Asan Ü, Özkan, U Y, Sağlam S, 2008. Küresel Ġklim DeğiĢiminin Tanımı ve Karasal Ekosistemler Üzerindeki Olası Etkileri. Küresel Ġklim DeğiĢimi ve Su Sorunlarının Çözümünde Ormanlar Sempozyum Bildirileri, s.20-31. Çepel N., 2010. Küresel Isınma, Ġklim DeğiĢikliği ve Otuz Yıllık GeçmiĢi, TEMA Vakfı Yayın No.56. ÇOB, 2008: Ġklim DeğiĢikliği ve Yapılan ÇalıĢmalar. 103 sayfa Ankara TürkeĢ, M. 1995b. „Toronto 1988'den Berlin 1995'e Ġklim DeğiĢikliği SözleĢmesi‟, TÜBĠTAK Bilim ve Teknik Dergisi, 331, 46-49, Ankara. TürkeĢ, M., Sümer, U. M. ve Çetiner, G. 1999a. „Ġklim değiĢikliğinin bilimsel değerlendirilmesi‟, BirleĢmiĢ Milletler Ġklim DeğiĢikliği Çerçeve SözleĢmesi Seminer Notları (7 Nisan 1999, Ankara), Çevre Bakanlığı, Çevre Kirliliğini Önleme ve Kontrol Genel Müdürlüğü, 52-66, Ankara. [18] Sarıkaya, M.A., Türkiye‟nin güncel buzulları, Fiziki Coğrafya AraĢtırmaları: Sistematik ve Bölgesel (içinde), Türk Coğrafya Kurumu Yayınları, Sayı: 6, 527-544, Ġstanbul 2011. 189 190 TRAKYA BÖLGESĠNDEKĠ EFSANE ZARARLI GERĠ DÖNDÜ: AYÇĠÇEĞĠ ÇAYIR TIRTILI (Loxostege sticticalis L., LEP: PYRALIDAE) Fatih BAHADIR1* Nesil IġIK 1 Ecem BULUT1 Veysel ALAGÖZ1 Özgür SAĞLAM 1 1 Namık Kemal Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Bitki Koruma Bölümü ÖZET Günümüzün en önemli yağ bitkilerinden birisi olan Ayçiçeği (Helianthus annuus L.), yağı yemeklik kalitesi yönünden tercih edilen bitkisel yağlar arasında ilk sırayı almaktadır. Yurdumuzda da yıllara göre değiĢmekle beraber yaklaĢık 550-600 bin hektar alanda ayçiçeği yetiĢtirilmekte olup üretimin % 47,2‟si Marmara, % 29,2‟si Ġç Anadolu, % 12‟si Karadeniz bölgelerinde yapılmaktadır. YetiĢtirme esnasında önemli zararlılarından olan Çayır tırtılı Loxostege sticticalis L. (Lepidoptera: Pyralidae) zaman zaman salgın yapabilmektedir. Çayır tırtılı ergin kelebeği kanatları üzerinde beyaz sarı renkli çizgi ve lekeler olan, açık kahverenginde bir kelebektir. Ergin vücut uzunluğu 10-12 mm, kanat açıklığı 19-26 mm‟dir. Kayıtlara göre Trakya bölgesinde yaklaĢık 35- 40 yıl önce salgın yapan çayır tırtılı, 2012 yılı Temmuz ayı içerisinde Trakya Bölgesinde Malkara, KeĢan, Hayrabolu, Uzunköprü, Gelibolu‟da salgın yaptığı tespit edilmiĢtir. Salgın yaptığı yıldan bu yana her yıl bölgesel olarak görülmeye baĢlayan zararlı larvaları bitkilerin yaprak, tomurcuk, çiçek ve tablalarına zarar vermektedirler. Beslenme sonucunda larvalar % 20- 60 oranında zarar yapabilmekte, salgın dönemlerinde bitkileri tamamen yapraksız bırakabilmektedir. ANAHTAR KELĠMELER: Ayçiçeği, çayır tırtılı, Loxostege sticticalis, Trakya GĠRĠġ Ayçiçeği dünyada ve ülkemizde en önemli yağ bitkilerinden biri olup, ülkemizde çoğunlukla yağlık olarak yetiĢtirilir. Hemen her bölgemizde yetiĢebilen ve tanelerinde yüksek oranda ve kaliteli yağ içeren ayçiçeği, ülkemizde yağ bitkileri ekim alanında pamuktan sonra ikinci sırayı almaktadır (Anonim 2015a). Ülkemizin hemen her bölgesinde kuru veya sulu Ģartlarda yetiĢebilen ayçiçeğinin adaptasyon alanları da oldukça geniĢ olmasına rağmen TÜĠK verilerine göre yıllarla değiĢmekle beraber yaklaĢık 530-690 bin hektar 191 alanda ayçiçeği ekimi yapılmaktadır. Yine TÜĠK verilerine göre 2015 yılında 1 milyon 680 bin ton üretim yapılmıĢtır (Anonim, 2016b). Yağlık ayçiçeği en fazla % 47,2 ile Trakya-Marmara Bölgesinde üretimi yapılmaktadır. Diğer bölgelerimizde ise Orta Anadolu Bölgesinde % 29,2, Karadeniz bölgesinde % 12, Akdeniz % 8,7, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinde ise % 2,8‟lik bir üretim gerçekleĢtirilmektedir. Ülkemizde il bazında ise en yüksen üretim Trakya illerinde (Tekirdağ % 17,8, Edirne % 14,9, Kırklareli % 11,4) gerçekleĢmektedir (Anonim, 2015a). Ayçiçeği, tohumunda içerdiği yüksek orandaki (%22-50) yağ miktarı nedeniyle bitkisel ham yağ üretimi bakımından önemli bir yağ bitkisidir. Ayçiçeği yağı beslenme değeri en yüksek olan yağlardan biri olup yemeklik kalitesi yönünden tercih edilen bitkisel yağlar arasında ilk sırayı almaktadır. Dünya bitkisel ham yağ üretiminin % 11‟i ayçiçeğinden karĢılanmaktadır. Türkiye‟de ise bitkisel ham yağ üretiminin % 47‟si ayçiçeğinden karĢılanmaktadır. Ancak ülke mahsulünden elde edilen ayçiçeği yağı ise yıllık yaklaĢık olarak 400-450 bin ton olmaktadır Ayçiçeği % 40-45 oranında elde edilen küspesi, % 30-40 oranında protein içermekte olup, değerli bir yem olarak hayvan beslenmesinde de kullanılmaktadır. Ayrıca yağ, sabun ve boya sanayinde değerlendirilmekte, sapları da yakacak olarak kullanılmaktadır. Ayrıca ayçiçeği çerezlik olarak da tüketilmekte olup, ayçiçeği üretiminin % 2,6‟sı çerezlik olarak tüketilmektedir(Anonim 2015a). 1. AYÇĠÇEĞĠNĠN TARĠHÇESĠ VE ÜRETĠMĠ Yunanca‟da helios-güneĢ ve anthos-çiçek sözcüklerinden oluĢturulan Helianthus, Compositae ( Asteraceae) familyasına ait bir cinse verilen isimdir (Tosun A., Özkal N.,2000). Yeryüzünde l000'e yakın cins ve 20 000 kadar tür ile temsil edilen Compositae familyası, çiçekli bitkilerin en zengin familyalarındandır. Bu familyadan olan Helianthus cinsi, bir kısmı çok yıllık, bir kısmı yıllık olmak üzere 50'nin üzerinde tür içermektedir (Tosun ve Özkal, 2000). Bunlardan ikisi H. annuus L. (Ayçiçeği, günebakan, gündoğdu) ve H. tuberosus L. (Yer elması) ülkemizde yetiĢtirilmekte olup, ekonomik değere de sahip olan türlerdir (Davis, 1975; Seiler, and Brothers, 1999). Ayçiçeğinin tarihi çok eskilere kadar dayanmaktadır. Ayçiçeğinin ilk olarak Meksika'da görülmesi ve yerliler tarafından yenilebilir olmasının keĢfedilmesi 2000 yıl kadar öncelere uzanmaktadır. Bu bitki, kısa sürede yetiĢmesi ve kolayca depolanabilmesi ile göçebe hayatına uygun olmuĢtur. Böylece, bu bitki göçlerle kolayca yayılmıĢ, mevsim Ģartları, doğal seleksiyon ile farklı tipleri geliĢmiĢtir. Ayçiçeği, ilk olarak 1510 yılında Ġspanya'dan Meksika'ya gelmiĢtir. Daha sonra oradan da Kanada'ya yayılmıĢtır. Daha sonra Doğu Avrupa ve Rusya için önemli bir ürün halini 192 almıĢtır (Langer and Hill, 1982; Eckey and Miller, 1954; Brown, et al.,1993). Amerika'da Virginia'da yaĢayan yerliler ayçiçeği yağını keĢfederek 1590'lı yıllarda ekmek yapımında kullanmıĢlardır (Brown, et al.,1993). Rusya'da, 18. yüzyılın sonlarına kadar tanınmamıĢ olmasına rağmen, Rusya'ya ulaĢır ulaĢmaz hemen halk tarafından benimsenmiĢtir. Bunun nedeni, Rus Ortodoks Kilisesinin, kutsal günlerde yenmesini yasakladığı yağlı yiyeceklerin listesinde henüz yeni bulunan ayçiçeğinin yer almamasıdır. Daha sonra yağ içeriğini arttırmak için hibritler geliĢtirilmiĢ ve Rusya ayçiçek yağının en büyük üreticilerinden biri olmuĢtur. Bunun yanında bir kaç Balkan Ülkesi ve Türkiye de Dünya ticaretinde önemli rolleri ile göze çarpmıĢlardır. Ayçiçeği tohumlarının içerdiği yağdan dolayı önem kazanması, 18. yüzyılın sonlarında tohumdan yağ elde etme tekniklerinin geliĢtirilmesiyle ortaya çıkmıĢtır. 19. yüzyılda, ayçiçeği tohumunun iĢlenerek yağ elde edilmesi, Rusya'da bu alanda endüstrinin geliĢmesine yol açmıĢtır. II. Dünya SavaĢı'nın hemen öncesindeki yıllarda, Rusya'daki yıllık ayçiçeği tohumu üretimi 2,3 milyon tonu bulmuĢtur. Bunu izleyen dönemlerde Macaristan, Bulgaristan ve Romanya da önemli üreticiler arasına girmiĢtir. Diğer üretici ülkeler arasında da Güney Afrika, Tanzanya, Uruguay ve Avustralya yer almıĢtır. Ġspanya'daki iç savaĢlar sırasında Ġspanya'dan zeytinyağı ihracatı yapılamadığından buradan zeytinyağı alımı yapan baĢta Arjantin gibi ülkeler için ayçiçeği ayrı bir önem kazanmıĢtır. Arjantin'de ayçiçeği ekimlerinin, 1900'lü yılların baĢında Rusya'dan gelen göçlerle baĢladığı söylenebilir. Üretim 1930'ların ortalarına kadar önemli bir artıĢ göstermemiĢtir. Önceleri Amerika'da ayçiçeği üretimi çok küçük bir alanla sınırlanmıĢ ve pratikte ayçiçeği tohumları yağ elde etmek amacı ile iĢlenmemiĢ olmasına karĢın, varyetelerin ve metotların geliĢtirilmesi ile bu durum değiĢmiĢtir. Kanada'da son yıllarda ayçiçeği üretimi artmıĢ ve yağ elde etmede pazar bulabilmiĢtir (Eckey and Miller, 1954). Yurdumuzda, tohumundan yağ üretilen ayçiçeği bitkisinin ekimine, 1918 yılından sonra baĢlanmıĢ ve Ege, Trakya-Marmara bölgelerinin en çok yetiĢtirilen bitkisi olmuĢtur. Ancak Orobanche (Verem otu) türleri ve çayır tırtılı ayçiçeği için tehlikeli olmuĢ, verimi azaltmıĢtır (Baytop,1963; Anonim, 1993). Ayçiçeği kuraklığa dayanıklı bir bitki olmasına rağmen, yazları kurak geçen yerlerde sulamadan da yetiĢtirilemez. Tuzlu, çorak topraklar dıĢında her türlü toprakta yetiĢebilir. Potasyum ve kireç yönünden zengin toprakları sever. Çapa bitkileri ve baklagillerden sonra ekildiğinde yüksek verim elde edilir. 193 2. AYÇĠÇEĞĠNDE KAYIPLARA NEDEN OLAN ETMENLER VE ÇAYIR TIRTILI Ayçiçeğinin ülkemizde ve ayçiçeği tarımı yapılan Avrupa ve Balkan ülkelerinde en önemli sorunu Canavar otu ya da orobanĢ olarak bilinen (Orobanche spp.) parazit yabancı otudur. Ancak bu parazite dayanıklı hibritler ayçiçeği çeĢitlerinin geliĢtirilmesiyle bu tür büyük oranda sorun olmaktan çıkmıĢtır. Bunun yanında ülkemizde bazı yıllarda ve bölgelerde problem olan diğer hastalıklar ise, Ayçiçeği mildiyösü (Plasmopara halstedii), sap, kök ve yaz ayı yağmurlu geçen yıllarda tabla çürüklükleri (Rhizopus sp., Botrytis sp.) yoğun olarak görülmektedir (Süzer, 2005). Ayçiçeğinin zararlılarında Makaslı Böcek (Lethrus brachiicollis Fairm), Danaburnu (Gryllotolpa gryllotolpa L.), Bozkurt (Agrotes spp. ) fide döneminde ve tohumun çimlenme dönemlerinde zarar yapmaktadır. Çizgili yaprak kurdu (Spodoptera exigua) ise toprak üstü aksamda zarar yapmaktadır (Süzer, 2005). Çayır tırtılı bölgemizde bilinen ilk salgınını Ünal (1979), 1975 yılında komĢu ülkelerden göç ile kısa sürede artan populasyon ayçiçeği tabla ve yapraklarında zarar yaptığını bildirmiĢtir. Son salgının ise 2012 yılı temmuz ayı içerisinde Tekirdağ ili SüleymanpaĢa, Malkara, Hayrabolu ilçeleri, Edirne ili Uzunköprü ve KeĢan ilçeleri ile Çanakkale ili Gelibolu ilçelerinde salgın yaptığı bildirilmiĢtir. YaĢanan son salgınında zarar gören tarlalarda zarar oranın %20-60 arasında değiĢtiği ifade edilmiĢtir (Anonim, 2016c). Tekirdağ ili Merkez SüleymanpaĢa ilçesinde yapılan tespitlere iliĢkin fotoğraflar ġekil 1.‟de gösterilmektedir. ġekil 1. 2012 yılında ortaya çıkan Çayır Tırtılı salgınında zarar gören bitkilerin görünüĢü 194 Son yıllarda Trakya bölgesinde zarara neden olan çayır tırtılı (Loxostege sticticalis L.) bazı yıllarda salgınlar yaparak ayçiçeğinin takip edilmesi gereken önemli bir zararlısı konumuna gelmiĢtir. 2.1. Ayçiçeği Çayır Tırtılı (Loxostege sticticalis L.) 2.1.1 Tanımı ve Biyolojisi Çayır tırtılı (Loxostege sticticalis L.) Lepidoptera takımında, Pyralidae familyasında yer almaktadır. Çayır tırtılı ergini, kanatları üzerinde beyaz sarı renkli çizgi ve lekeler olan, açık kahverenginde bir kelebektir. Vücut uzunluğu 10-12 mm, kanat açıklığı 19-26 mm‟dir. Dinlenme anında abdomen ucu diĢilerde kanatlar altında kalmakta, erkeklerde ise açıkça görülmektedir (Anonim, 2008). ġekil 1. Ayçiçeği Çayır Tırtılının Ergin kelebeği ve Tırtılı (Anonim,2016d:2016e) Oval Ģekilli ve parlak olan yumurta önce Ģeffaf ve renksiz olup, daha sonra portakal sarısına, larvanın çıkıĢına yakın ise griye dönmektedir. Yumurtalar 0.8-1.0 mm boyunda olup, 2-20‟li gruplar halinde bir arada bulunmaktadır. Çayır tırtılı 5 larva dönemi geçirmektedir. Birinci dönem larva boyu 1.5-2.5 mm olup son larva döneminde ise boyu 18-25 mm boyunda olmaktadır. Olgun larva siyaha yakın yeĢil renkli olup, sırt ve yanlarında boydan boya uzanan açık ve koyu renkli çizgiler vardır(Anonim, 2008). Pupa 8-13 mm uzunluğunda ve 3-4 mm geniĢliğindedir. Toprakta silindirik ve içi ağ ile örtülü bir kokon içinde pupa dönemini geçirir. KıĢı pupa kokonu içinde olgun larva olarak toprağın 5-7cm derinliğinde geçiren çayır tırtılı ilkbahara girerken pupa olmaktadır. Pupa süresi 14-18 gün olup bunun ilk 45 günü prepupa süresidir. Ġlk erginler nisan ayı ortalarında uçmaya baĢlayıp geceleri aktif olup gündüzleri hareketsizdirler. Erginler polen tozu ve 195 nektarla beslenerek iki hafta kadar yaĢarlar. Bir diĢi ömrü boyunca 60-400 adet yumurta bırakmaktadır. Yumurtaları özellikle sirken (Chenopodium spp) ve diğer yabancı ot yapraklarının alt yüzeyine bırakır. Yumurtalardan 210 gün içerisinde çıkan larvalar bitkilerin yeĢil aksamlarında beslenmeye baĢlamaktadır. Larva 1-2 gömlek değiĢtirdikten sonra kültür bitkisine geçer ve burada oburca beslenerek yaprakların sadece damar kısmını bırakır. Popülasyonun yüksek olduğu dönem ve yerlerde bütün yeĢil aksam zarar görmektedir. OlgunlaĢan larva pupa dönemini geçirmek üzere toprağa iner. Besin ve iklim Ģartlarına göre larva dönemi 14-22 gün sürmektedir. Bir yılda Türkiye Ģartlarında 2-5 döl vermektedir(Anonim 2008). 2.1.2. Zarar ġekli ve Konukçuları Bitkilerin yaprak, tomurcuk ve çiçek yapraklarını yiyen larvalar salgınlarında bitkileri tamamen yapraksız bırakabilirler. Zararlı Marmara, Karadeniz ve Ege bölgelerinde saptanmıĢ olup zarar yapmaktadır(Anonim 2008). Polifag bir zararlı olup 40 familyaya ait 150‟den fazla bitki türü konukçusu arasındadır. Ekonomik olarak ayçiçeğinde zararlı olup mücadele yapılmasını gerektirmektedir(Anonim 2008). 3. SONUÇ Bitkisel yağ ihtiyacımızın büyük bir kısmını karĢıladığımız ayçiçeğinin ülkemizdeki verimli ekim alanları büyük bölümü Trakya bölgesinde bulunmaktadır. Trakya bölgesinde genellikle buğday ile ekim nöbetine girerek üreticilere ekonomik bir gelir sağlamaktadır. Son salgının görüldüğü 1975 yılından (Ünal,1979) günümüze yaklaĢık 37 yıl geçmiĢ olup bu süreçte önemli bir zarar bildirilmemiĢtir. Ancak aradan yıllar geçmesine rağmen konukçusunu unutmayan çayır tırtılı uygun iklim koĢullarını yakaladığında önemli kayıplar meydana getirme potansiyeline sahip olduğunu üreticilere hatırlatmıĢtır. Polifa bir zararlı olan ve 40 familyaya ait 150‟den fazla bitki türü üzerinde beslenebilen zararlının mücadelesinde, ayçiçeği tarlasının içinde yapılan yabancı ot kontrolünün, tarla kenarları ve anızlarda da yapılmasının ve çayır tırtılı konukçusu olan yabancı otların yaygın türlerini tespit edilerek üreticilerin bunlara karĢı bilgilendirilmesinin yararlı olacağı düĢünülmektedir. Ayçiçeği tarımında takip edilmesi gereken ve fark edildiğinde önemli oranda yaprak ve dolayısıyla ürün kaybı meydan getiren zararlı üreticiler tarafından takip listesine alınmalısı ve mücadele döneminde tozlanma ve döllenmede önemli bir yer tutan arılar baĢta olmak üzere faydalılara toksik olmayan insektisitlerin kullanılması önerilmektedir. 196 4. KAYNAKÇA Anonim, (1993).,T. C. Sanayi ve TeĢkilatlandırma Genel Müdürlüğü, Ayçiçeği Ekonomik Raporu. Anonim, (2008), T.C. Gıda,Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı, Zirai Mücadele Teknik Talimatları Kitabı Cilt II S:70-72 Anonim, (2016a). T.C. Gümrük Ve Ticaret Bakanlığı, Kooperatifçilik Genel Müdürlüğü 2014 Yılı Ayçiçeği raporu. Anonim, (2016b). T.C. Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı, Bitkisel Üretim Genel Müdürlüğü, BUGEM Faaliyetleri, ġubat 2016 Ankara. Anonim, (2016c). Ayçiçeği tarlaları "tırtıl" tehdidi altında, http://www.edirnehaber.org/haber/ 4950/aycicegi-tarlalari-tirtil-tehdidialtinda.html (EriĢim Tarihi: 26.03.2016). Anonim, (2016d). Ayçiçeği Çayır Tırtılı (Loxostege sticticalis L) Ergini. https://en.wikipedia.org/wiki/Loxostege_sticticalis (EriĢim Tarihi: 27.03.2016) Anonim, (2016e). Ayçiçeği Çayır Tırtılı (Loxostege sticticalis L) Larvası. http://www.forestryimages.org/browse/detail.cfm?imgnum=5360504, (EriĢim T: 27.03.2016) Baytop, T, (1963). Türkiye'nin Tıbbi ve Zehirli Bitkileri, Ġst. Ün. Yayınları No: 1039, Tıp Fakültesi No: 59, Ġsmail Akgün Matbaası, Ġstanbul, s.418-419. Brown, J. H., Arquette J. D & Dwyer K. (1993). A New Hybrid, Sunflower Seed Oil, for Cosmetics. Drug Cosmet. Ind.; 152 (5):32-34, 37-40. Davis, P.H., (1975). Flora of Turkey and The East Aegean Islands, Vol.5, University Press, Edinburgh, p.1,44-45. Eckey, E.W and Miller, L.P. (1954). Vegetable Fats and Oils, The Maple Press Co., New York, p.772-777. Langer, R. H. M and Hill, G. D. (1982). Agricultural Plants, Cambridge University Press, Cambridge, p: 153-157. Seiler, G. J and Brothers, M. E., (1999). Oil Concentration and Fatty Acid Composition of Achenes of Helianthus Species (Asteraceae) from Canada. Economic Botany, 53(3):273-280. Süzer S., (2005). Ayçiçeği YetiĢtiriciliği, Trakya Tarımsal AraĢtırma Enstitüsü Müdürlüğü, Edirne. 197 Tosun A., Özkal N., (2000). Helianthus Türlerinin Kimyasal Ġçeriği ve Biyolojik Etkileri. Ankara üniversitesi Eczacılık Fakültesi Dergisi 20(2)4974,2000 Ankara Ünal, E., (1979). Marmara Bölgesinde Ayçiçeklerinde Zarar Yapan Çayır Tırtılı(Loxostege sticticolis L.)‟nın Tanınmasında, Biyo-ekolojisi ve SavaĢım Yöntemleri Üzerinde AraĢtırmalar. A107.017 No.lu Proje ÇalıĢma Raporu. Bölge Zirai Mücadele AraĢtırma Enstitüsü-Ġstanbul. 198 BĠLDĠRĠLER II 199 200 TATLANDIRICILARA ALTERNATĠF DOĞAL ÜRÜN: STEVYA *AyĢenur ÖZDEMĠR Ahi Evran Üniversitesi Ziraat Fakültesi ÖZET ġeker Otu binlerce yıldır Güney Amerika yerlileri tarafından ballı yaprak ismiyle tatlandırıcı olarak kullanılan, Chrysanthemum familyasından küçük vahĢi bir çalı türüdür. Son 20-30 yıldan beri dünya genelinde üretimi ve kullanımı konusunda çok hızlı bir geliĢim göstermiĢtir. Ülkemizde tanınması ve kullanılmaya baĢlaması ise henüz çok yenidir. Stevia, yapraklarındaki tatlı mucize keĢfedildiğinden beri dünyanın birçok ülkesinde, 100‟den fazla çeĢit yiyecek ve içeceğin tatlandırılmasında kullanılmaktadır. Stevia‟nın tatlandırıcı etkisi, yapraklarındaki doğal özlerde (Rebaduosid A, RebA) gizlidir. Bu özler sayesinde Stevia yaprakları Ģekerden 300 kat daha tatlıdır. Stevia bitkisinin özünü oluĢturan, kendiliğinden tatlı Reb A; kalori ve karbonhidrat içermemektedir. Bu bitkiyi diğerlerinden farklı kılan baĢlıca özellikler ısıya dayanıklı, kimyasal içermeyen, ağızda acı tat bırakmayan, lif içeriği yüksek olmasıdır. Türkiye de yeni yeni konuĢulmaya baĢlanan bu konuyla ilgili olarak çok somut değerlendirmeler yapmak güçtür. Ülkemiz için de ĢiĢmanlık (obezite) ve Ģeker hastalığı (diyabet) gibi konularda geliĢmiĢ ülkelerdekine benzer kaygıların artmaya baĢladığı günümüzde, ulusal sağlık harcamalarının maliyetini yükselten etkenlerin etkisini azaltmak üzere ġeker Otu‟nun bir seçenek olarak üretiminin ve pazarının artırılması yararlı olacağı düĢünülmektedir. Bu çalıĢma ile Stevia bitkisinin kullanımı ve üretim amaçları hakkında bilgiler verilmesi amaçlanmıĢtır. Anahtar kelimeler: Tatlandırıcılar, stevya, şeker otu, stevia GĠRĠġ Günümüzde Ģeker yerine kullanılan birçok tatlandırıcılar mevcuttur (1). Bununla birlikte yiyecek ve içecek endüstrisi, özellikle Ziraat ve Gıda Mühendisleri daha güvenli ürün geliĢtirmek ve tüketicilerin beklentilerine cevap vermek için üretilen gıda ürünlerinin kalitesini iyileĢtirme çalıĢmalarına devam etmektedirler (2, 3). 201 Acesulfame-K, aspartam, neotame, sakkarin ve sukraloz FDA‟nın güvenli olarak kabul ettiği yapay tatlandırıcılardır (5). Fakat yapay tatlandırıcıların belli bir kısmının da ağızda farklı tatlar bıraktığı bilinmektedir (6). Birçok yapay tatlandırıcılar mevcut gıdalarda bulunmakta ve toksikolojik çalıĢmalar henüz tam olarak yapılmamaktadır (8). Diğer yandan birçok tatlı ve düĢük kalorili bileĢikler doğada bulunmaktadır. Thaumatin, glycyrhizin, xylitol, phyllodulcin, mogroside ve stevioside bu doğal ürünlerden bazılarıdır (9). Stevya bitkisinden elde edilen ürünler Japonya ve Paraguay gibi bazı ülkelerde uzun yıllardan beri gıda ve ilaç gibi çeĢitli alanlarda kullanılmaktaydı. Günümüzde de ticari önemi devam etmektedir(10). STEVYA BĠTKĠSĠNĠN ORĠJĠNĠ Stevia Güney Amerika‟ya özgü bir bitki olup; kökeni Brezilya, Arjantin ve Paraguay‟dır. Stevia bitkisinin yetiĢebilmesi için 500-1500 metre arası rakım, ortalama 25 derecelik hava sıcaklığı ve kumlu topraklar gerekmektedir. Günümüzde bu iklim Ģartları sağlayabilen Çin ve Güney Kore gibi birçok ülkede Stevia üretimi yapılmaktadır. (11-13). Tatlı BileĢiklerin (Steviol Glikosid) Biyosentezi ve Kimyasal Yapıları Stevya yapraklarında bulunan tatlı bileĢikler diterpen glikozit (steviol glikozit) bileĢiklerdir. Önemli bir bitki hormonu olan gibberellik asidin baĢlangıç aĢamasına çok benzeyen bir oluĢum mekanizması kullanılarak sentez edilirler. Steviol glikozit ve gibberellin mekanizmaları ara bileĢik kauren sentezinden sonra ayrılır. Stevyadaki lauren steviol‟a (tatlı glikozidin temel yapısı) dönüĢtürülür, daha sonra esas tatlandırıcıları oluĢturmak için glikolize veya rhaminoz edilirler (15). Bitkinin yetiĢtirme Ģartları ve cinsine bağlı olarak kuru yapraklardaki ağırlıkları % 4-20 arasında değiĢmektedir (16). Reb A NEDĠR? Reb A (Rebaudioside A); Stevia bitkisinin yapraklarında bulunan, doğal bir özdür. Bu tatlı öz kalori içermediğinden insan vücudu tarafından emilmez. Bu yüzden besin değerine sahip değildir. 202 Reb A Nasıl Üretiliyor? Kurutma ve Mikrofiltreleme: Kurutulan Stevia yaprakları suyla iĢlenir. Bu iĢlem çayın demlenmesi iĢlemiyle hemen hemen aynı olup, yapraklardaki Reb A özünün ortaya çıkarılmasını sağlar. Arıtma ve KristalleĢme: Demleme tamamlandığında, Reb A dıĢında kalan maddelerin arıtılması için su boĢaltılır. Böylece geriye %95 oranında kristalleĢmiĢ saf Reb A kalır(23). Stevia Nasıl YetiĢtiriliyor? Stevia bitkisinin ekimi ciddi bir el emeği ve özen gerektirmektedir. Ayrıca bitkinin yetiĢebilmesi için güneĢ ve yağmur en önemli unsurlardır. Stevia bitkisinden yılda 2 ya da 3 kez hasat alınabilir. Stevia bitkisi yerden 5 cm yüksekliğe ulaĢtığında gövdesinden kesilerek toplanır. Gövde ve yapraklar temizlenir. Reb A özü ayrıĢtırılmadan önce yapraklar, güneĢ veya sıcak hava kurutucuları yardımıyla kurutulur. (14). STEVYA ÜRETĠMĠ Stevya üretimi üç Ģekilde gerçekleĢmektedir; birincisi direkt stevya yapraklarının kurutulup öğütülmesi ve paketlenmesi ile elde edilen toz stevyadır, diğer ikisi konsantre stevya ekstraktı ve toz stevya ekstraktıdır. Bugün stevya ekstrakt üretimi için birçok patentli metotlar mevcut olmakla birlikte üretimin akıĢ diyagramları temel olarak birbirlerine çok yakındır. Filtrasyon ve saflaĢtırma aĢamalarındaki farklılıklar metotlar arasındaki farkları oluĢturmaktadır. Genel olarak ekstraksiyon aĢamaları; stevya yapraklarının ön-kurutma iĢlemi, öğütme, ekstraksiyon, filtrasyon veya saflaĢtırma birlikte renk maddelerinin eliminasyonu, sıvı ya da toz ürün isteğine bağlı olarak konsantre etme yada kurutmadır. Önkurutma iĢlemi 5085 C°‟ler arasında yapılmaktadır. KurutulmuĢ stevya yaprakları yaklaĢık 2 mm çapına küçültmek için öğütme iĢlemi gerçekleĢtirilir. Ekstraksiyon iĢlemi için kazan veya kolon tipi aletler kullanılmaktadır. Her iki metot için alkol veya su çözgen madde olarak kullanılabilmektedir. Kazan içerisinde stevya ile çözgen madde sürekli karıĢtırılarak iĢlem 24 saatte tamamlanır. Kolon ekstraksiyonunda ortam sıcaklığı 0-25 C° arasında tutulmalı, yaprak/çözgen madde oranı 0.02-0.1 (g/g) olmalı, sistemin akıĢ hızı 20-35 mL/min aralığında olmalı ve eğer su çözgen madde olarak kullanılıyorsa pH‟sının H3PO4 ile 2-4 arasına ayarlanması gerekmektedir. Filtrasyon iĢleminde ultrafiltrasyon ve nanofiltrasyon teknikleri kullanılabilir. 203 Filtrasyon sıcaklığı 30-85 C°‟de tutulurken uygulanan basınç değerleri 2001300 kpa olmalıdır. Bu aĢamada protein gibi yüksek molekül ağırlığına sahip bileĢikler ham stevya ekstraktından uzaklaĢtırılır. Ġyon-değiĢtirme reçineleri, elektrolitik teknikler ya da çöktürme ajanları ile de saflaĢtırma iĢlemi yapılabilmektedir. Ekstra renk ağartma iĢlemi yapılmasa bile filtrasyon veya saflaĢtırma aĢamalarında renk maddeleri belirli düzeyde uzaklaĢtırılabilmektedir. Bu aĢamadan sonra istenen ürün Ģekline göre ya konsantre edilerek konsantre stevya üretimine geçilir ya da kurutularak toz stevya elde edilir. Kurutma sisteminde püskürtme kurutucular kullanılmaktadır (17-19). Stevya’nın Özellikleri, Kullanım Alanları, Güvenliği ve Sağlık Açısından Değerlendirilmesi Stevya tatlandırıcısı; sakkaroza göre 250-300 kat daha fazla tatlı olması, ısı ve pH stabilitesinin yüksek olması, piĢirme ve fırın stabilitesinin olması, alkol içerisinde çözünmesi, ağızda metalimsi tadın olmaması gibi özelliklerinin yanında en büyük özelliği doğal elde ediliĢidir (20). Bugün tüm sıcak-soğuk içeceklerde, reçel, komposto, muhallebi vb gibi kaynatılarak piĢirilen yiyeceklerde, pasta, kek, kurabiye gibi fırında yüksek ısıda piĢirilen tüm unlu gıdaların içerisinde (21), deniz ürünlerinde, Ģekerleme sanayinde, bazı sebzelerde, çay Ģekeri yerine (11) ve suĢi, soya sosu, yoğurt (22) gibi birçok gıda üretiminde kullanılmaktadır. ABD‟de resmi bir kuruluĢ olan Gıda ve Ġlaç Organizasyonu (FDA) 23/02/2008 tarihinde stevya hakkında bir uyarı raporu yayınlamıĢtır. Stevya ile ilgili olarak daha önceki raporları yeniden düzenleyen bu rapora göre stevyanın kabul edilebilir bir gıda katkı maddesi olmadığı ve ABD içerisinde “GRAS (güvenli)” olarak kabul edilmediği bildirilmiĢ, gerekçe olarak ta bir gıda katkı maddesi olarak ya da GRAS statüsünde olması için stevya üzerinde yeterli toksikolojik bilginin mevcut olmadığını gösterilmiĢtir. Fakat bir gıda maddesinin bileĢenlerinden biri olmasının herhangi bir sakınca yaratmayacağı da rapor edilmiĢtir (23). Stevya ekstraktlarının insan sağlığı üzerine olumlu etki yaptığı tahmin edilmektedir (12). Bazı araĢtırmacılara göre antihipertansiyon, antihiperglisemik ve anti-human rotavirus hastalıkları iyileĢtirici özelliği bulunduğu bildirilmiĢtir (24-28). Tadhani vd (12) yaptıkları çalıĢmada stevya yapraklarının ve stevyadan elde edilen bir ürünün kuvvetli bir antioksidant özelliği olduğu belirlenmiĢtir. Stevioside‟nin toksikolojisi üzerine yapılan önceki çalıĢmalarda stevioside‟nin mutajenik olmadığı bildirilmiĢ (29-32) ve kanserojenik olabileceği ile ilgili bir bulguya rastlanmamıĢtır (33-35). Aze ve ark. (36) 204 steviosideyle besledikleri farelerin ciğerlerindeki histopatolojik değiĢimleri gözlemlemiĢler, bu değiĢimlerin doz-cevap iliĢkisinden kaynaklanmadığını dolayısıyla spesifik olmayan bir etki olduğunu düĢünmüĢler. Fakat diğer bir çok araĢtırmada ise steviosidenin fare, sıçan ve hamsterlerde düĢük bir oral toksitesiye sebep olduğunu bildirilmiĢtir (37-40). Nunes vd (11) steviosidenin memeli canlı hücrelerindeki kromozonal DNA‟larında lezyonlar oluĢturabileceğini tespit etmiĢlerdir. Geuns‟un (16) bildirdiğine göre günde 250 mg/kg vücut ağırlığı kadarki dozlarda steviol ile beslenen hamster‟larda kandaki maksimum steviol konsantrasyonunun toksik olma ihtimalinin olmadığı belirtilmiĢtir. SONUÇ Paraguay, Brezilya, Kolombiya, Meksiko, Uruguay, Guatemala, Peru, Japonya ve Güney Kore gibi Güney Amerika‟nın birçok ülkesinde yetiĢtirilen bu stevya bitkisi ve budan elde edilen ürünler bu bölgede yıllardır kullanılmaktadır. Doğal bir tatlandırıcı olması bilim adamların ilgisini çekmiĢ ve yapılan araĢtırmalar neticesinde dünyada kullanımı yaygınlaĢmıĢtır. Çay Ģekerine göre stevya ekstraktının 250-300 kat daha fazla tatlandırıcı özelliği ve doğal olması ile birlikte Ģeker hastaları ile diğer insanlarında normal dozda stevya ekstraktını sınırlama olmaksızın kullanılabileceği sonucuna varılmakla birlikte (41), hala kullanımı ile ilgili bazı Ģüpheler bulunmaktadır. Bazı araĢtırmacılar stevya bitkisinin ve çeĢitlerinin içerisindeki mesela flavonoit gibi bazı bileĢiklerin antioksidant, antimikrobiyel, anti fungal, antikarsinojenik, antiinflamatori ve antiradikal aktivitelerinin bulunduğunu (42, 43) bildirmelerine rağmen FDA bunların gıda katkı maddesi (gıda koruyucu maddesi) olarak kullanılamayacağı çünkü henüz üzerinde yeterli bulguların olmadığını beyan etmiĢ ama gıda bileĢenlerinden biri olarak güvenle kullanılabileceği de ifade edilmiĢtir. KAYNAKLAR 1. Nabor LO. 2002. Sweet choices: sugar replacements for foods and beverages. Food Tech, 56(7) 28-35. 2. Cardoso JMP, Bolini HMA. 2007. Different sweeeteners in peach nectar: ideal an equivalent sweetness. Food Res Int, 40(2007):1249-1253. 3. Portmann MO, Kilcast D. 1998. Descriptive profiles of synergistic mixture of bulk and intense sweetners. Food Quality and Preference, 9(4): 221-229. 4. Nabors LO, Lemieux R. 1993. History of the commercial development of low-calorie foods. In A M Altschul (ed). Low Calorie Foods Hanbook. Marcel Dekker Inc, New York. 205 5. FDA. 2006. Sweeterners. http://www.fda.gov/fdac/features/2006/406_sweeteners.html (01.12.2008). 6. Pol J, Hohnova B, Hyötylainen T. 2007. Characterisation of stevia rebaundiana by comprehensive twodimensional liquid chromatography timeof-flight mass spectrometry. J of Chromatogr A, 1150(1-2): 85-92. 7. Grenby TH. 1991. Trends. Food Sci Tech, 2(1991):2. 8. Weihrauch MR, Diehl-Ann V. 2004. Artificial sweeteners-do they bear a carcinogenic risk? Ann Oncology, 15(10):1460-1465. 9. Nabor OL, Gelardi RC. 1986. Alternative sweeteners. Marcel Dekker, New York. 10. Cortes R, Hernandez-Ceruelos A, Torres-Valencia JM, Gonzalez-Avila M, Arriaga-Alba, M, MmadrigalBujaidar E. 2007. Antimutagenicity of stevia pilosa and stevia eupatoria evaluated with the ames test. Toxicology in vitro, 21(4): 691-697. 11. Nunes APM, Ferreira-Machado SC, Nunes RM, Nantas FJS, de Mattas JCP, Caldeira-de-Araujo A. 2007. Analysis of genotoxic potentiality of stevioside by comet assay. Food and Chem Toxicol, 45(2007): 662-666. 12. Tadhani MB, Patel VH, Subhash R. 2007. In vitro antioxidant activities of stevia rebaudiana leaves and callus. J Food Compos Anal, 20(2007):323329. 13. Richard D. 2009. Questions and answers about stevia www.stevia.com/ SteviaArticle.asp?Id=2269 (eriĢim tarihi 25.01.2009). 206 ADIYAMAN ĠLĠ BADEM YETĠġTĠRĠCĠLĠĞĠ, GÖRÜLEN SORUNLAR VE ÇÖZÜM ÖNERĠLERĠ *Handan YILDIRIM *Ahi Evran Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Bahçe Bitkileri Bölümü ÖZET Adıyaman, sahip olduğu coğrafi konum ve iklim açısından tarıma müsait bir ildir. Günümüzde bu bölgede zeytin, antepfıstığı, nar, ceviz, badem gibi meyve türleri yoğun olarak yetiĢtirilmekte ve oldukça kaliteli ürünler elde edilmektedir. Badem yetiĢtiriciliği kapsamında Adıyaman, 26.120 da alanla 1.sırada yer alıp Türkiye‟de en önemli üretim merkezi konumundadır. Yörede badem yetiĢtiriciliği baĢta Kâhta ilçesi olmak üzere Merkez, Besni ve GölbaĢı ilçelerinde yoğunlaĢmaktadır. Bölgede yıllık badem üretim miktarı 1000 tonun üzerinde olup „Ferragnes‟ ve „Ferraduel‟ çeĢitleri en çok yetiĢtirilen çeĢitlerdir. Adıyaman‟da badem yetiĢtiriciliğinde en sık karĢılaĢılan sorunlar; hastalık ve zararlılarla mücadele, yetersiz su kaynakları, tarımsal girdilerin yüksek olması ve tarımsal desteklemelerin yetersiz olması Ģeklinde sıralanmaktadır. Ayrıca badem üreticilerinin sosyo ekonomik özellikleri, iĢletmelerin yapısal durumu, üretim ve pazarlama aĢamasında karĢılaĢtığı sorunlar üretim potansiyelini etkilemektedir. Bu çalıĢma ile Adıyaman ili badem yetiĢtiriciliğinin ana sorunları değerlendirilmiĢ ve çözüm önerileri sunulmuĢtur. Anahtar Kelimeler: Adıyaman, badem yetiştiriciliği, üretim, pazarlama 1.GĠRĠġ Badem, kuzey yarım kürede 30-44, güney yarım kürede ise 20-40 enlem dereceleri arasında yayılıĢ göstermektedir. Badem üretiminde önemli konumda olan ülkeler sırasıyla A.B.D., Ġspanya, Avustralya, Ġran, Fas, Suriye ve Türkiye‟dir (Anonim, 2010). Dünya badem üretimi 2014 yılında 1.077.00 ton olmakla birlikte bunun en büyük payı 834.000 tonla ABD‟ye aittir. Diğer önemli üretici ülkeler arasında Avustralya (65.000ton) ve Ġspanya (48.000 ton) gelmektedir (Anonim, 2016a) Bademin tarihinin Babil‟de baĢladığı ve en eski kültürü yapılan ürünler arasında yer aldığı tarihçiler tarafından kabul edilmektedir. Mısır‟da Ġskenderiye yakınlarındaki Faros adasında bulunan ganimetler arasında 207 bademe rastlanmıĢtır. Bademin anavatanının Çin ve Orta Asya olduğu bilinmektedir. Asya ile Avrupa arasındaki Ġpek Yolunda, bademin seyyahlar aracılığıyla Yunanistan, Türkiye ve Orta Doğuya taĢındığı ve uzun yıllar Akdeniz kıyılarında özellikle Ġspanya ve Ġtalya‟da yetiĢtiriciliği yapıldığı bilinmektedir (Anonim, 2016). Dünyada önemli bir konumda olan badem yetiĢtiriciliği, ülkemizde de uzun yıllardan beridir yapılmaktadır. Badem yetiĢtiriciliği ülkemizde son yıllarda büyük oranda artıĢ göstermektedir. Türkiye‟de yıllara göre badem üretim miktarına bakıldığında; son 10 yılda meyve veren ağaç sayısında ve üretiminde önemli bir artıĢ görülmektedir. Son 10 yılda badem üretiminde %100 oranında bir artıĢ gözlenmektedir. Ağaç baĢı verim ise 2000‟li yılların baĢlarında 11,7 kg civarında iken 2013 yılında 15,8 kg‟a yükselmiĢtir (Çizelge1). Ülkemizde ağaç baĢına düĢen verim gerek bölgeler açısından gerekse ülkeler açısından değerlendirildiğinde düĢük kalmaktadır. Ülkemizde badem yetiĢtiriciliği geçmiĢine bakıldığında sadece Ege bölgesi, Akdeniz bölgesi ve Güneydoğu Anadolu bölgesi ile sınırlı kalan yetiĢtiricilik alanlarına yeni plantasyonların da eklenmesiyle büyük oranda yayılıĢ göstermiĢtir. Bademi üreticiye çekici kılan en önemli unsurlar; düĢük verimli topraklara adaptasyon yeteneğinin yüksek olması, besin içeriği bakımından zengin olması ve bu yüzden ekonomik gelirinin yüksek olmasıdır. Badem ilkbaharda erkenci bir çeĢit olup ilk çiçek açan meyve türüdür. Bu özelliğinden dolayı ilkbahar geç donlarından etkilenir. Ġlkbahar genç donlarından korunmak için özellikle geç çiçeklenen çeĢitlerin üretimi her geçen gün daha da artmaktadır. Ülkemiz badem ağaçlarının çok büyük bir çoğunluğunun tohumdan yetiĢtirilmiĢ olmasından kaynaklanan kalitatif karakter ve kantitatif karakterlerde önemli oranlarda farklar ortaya çıkmaktadır (YaĢar, 2014). Dünyada ve ülkemizde altın değerinde görülen badem gerek sahip olduğu zengin besin içeriği gerekse yüksek ticari potansiyeli bakımından önemli bir sert kabuklu meyve türüdür. Kuru iklim koĢullarına iyi adapte olabilmesi, 3.ve 4. sınıf tarım arazilerinde dahi ekonomik olarak yetiĢebilmesi, gençlik kısırlık döneminin kısa olması ve iyi gelir getiren bir ürün olması nedenleri ile üreticiler tarafından talep edilen bademin yetiĢtirilme alanlarını sınırlandıran en önemli faktör erken çiçeklenmesi nedeniyle ilkbahar geç donlarından zarar görmesidir (Yılmaz ve ark., 2015). GAP Bölgesi sahip olduğu iklim koĢulları dolayısıyla badem yetiĢtiriciliği açısından uygun koĢulları sağlayıp önemli bir bölge halini almıĢtır. Bölgede hüküm süren yüksek yaz sıcaklıkları taze sofralık meyveler için sorun teĢkil ederken kurutularak değerlendirilen badem içi açısından bu 208 sıcaklıklar çok önemli bir avantajdır. Badem GAP bölgesinin gerek sulanan gerek kurak koĢulları bakımından geleceği parlak olan bir meyve türüdür. Bölgedeki üretici kitlesi tarafından bademe olan yoğun talep dolayısıyla da yeni plantasyonların alanı her geçen gün artıĢ göstermektedir. Hem ağaç sayısı bakımından hem de üretim miktarı bakımından en önemli bölgelerimiz Ege ve Akdeniz bölgeleridir. Ülkemizde badem üretim alanlarının ve buna bağlı olarak üretim miktarının artmasında Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı ile Orman Su iĢleri Bakanlığı tarafından geliĢtirilen ulusal destekleme politikaları etkili olmaktadır. Badem yetiĢtirilme alanlarındaki bu hızlı artıĢın diğer önemli sebepleri ise; elveriĢsiz topraklara kolay adapte olabilmesi, yetiĢtiriciliğinin fazla isteklerinin olmaması, besin içeriğinin zengin olması ve buna ilaveten ekonomik değerinin yüksek olması, fidan teminin kolay olması ve erken yaĢta verime yatmasıdır. Badem üretimi, 2015 yılı verilerine göre 296.714 da alanda yapılmakta ve bu alanlardan 80.000 ton verim alınmaktadır. Ülkemizde badem yetiĢtiriciliği bölgeler bazında incelendiğinde; 84.164 da alanla Ege bölgesi birinci sırada yer almaktadır. Bunu sırasıyla Güneydoğu Anadolu bölgesi (77.569 da) ve Akdeniz bölgesi (52.746 da) izlemektedir. Üretim miktarları ele alındığında ise Akdeniz bölgesinin 22.992 ton, Ege bölgesinin 18.021 ton ve Güneydoğu Anadolu bölgesinin 15.370 ton badem ürettiği görülmektedir (TUĠK, 2015) Güneydoğu Anadolu bölgesinin üretim alanı ve üretim miktarı bakımından diğer üretici bölgelerin dıĢında olmasının sebebi, bölgede badem yetiĢtiriciliğine yeni geçilmiĢ olması, birçok bahçenin yeni tesis edilmesi ve kurulan bahçelerin henüz verime yatmamıĢ olmasıdır (Anonim, 2015; TUĠK, 2015). Öte yandan Adıyaman ilinin, özellikle, badem üretimi bakımından önemli bir potansiyele sahip olduğu bildirilmektedir (Yılmaz ve ark., 2015). Ġlde badem üretim alanının artıĢ göstermesine rağmen üretim teknikleri açısından (anaç kullanımı, fidan kalitesi, yetiĢtiricilik teknikleri vb.) yetersizlikler bulunmaktadır. Genel anlamda Adıyaman ili üreticileri badem üretim alanlarından düĢük verim almaktadırlar. 209 2.ADIYAMAN ĠLĠ BADEM ÜRETĠMĠNĠN GENEL GÖRÜNÜMÜ Adıyaman ilinde Torosların güneydoğu uzantıları üzerinde yer alan, toprakları kuzeyde Malatya, doğuda Diyarbakır ve ġanlıurfa, güneyde ġanlıurfa ve Gaziantep ve batıda ise KahramanmaraĢ illeriyle sınırlıdır. 37º45º kuzey enlemi ile 38º-17º doğu boylamı arasında yer almaktadır. Tarım ili olan Adıyaman, GAP projesinin de hayata geçmesiyle de önemli ataklar yapmıĢtır. Günümüzde bölgede antepfıstığı, üzüm, zeytin, badem ve elma gibi meyve türleri yoğun olarak yetiĢtirilmekte ve kaliteli ürünler elde edilmektedir (Anonim, 2016a). Adıyaman ilinin toplam iĢlenebilir tarım arazi alanı 2.386.563 de olup bu alanın %78‟tarla bitkileri, %1‟i nadas alanı, %2,4‟ü sebzecilik, % 19‟unda da meyvecilik alanı olarak kullanılmaktadır. Adıyaman‟da üzüm, badem, nar, zeytin, elma, antepfıstığı ve ceviz en çok yetiĢtirilen ürünlerdir (Anonim, 2016a). 210 Adıyaman‟da badem üretimi 2015 yılı verilerine göre; il genelinde toplam badem üretilen alan 25.342 da ve toplam üretim miktarı ise 1.800 tondur. Bölgedeki badem üretim alanı ilçeler bazında değerlendirildiğinde; 1. sırada Kâhta (12.968 da) yer almaktadır. Bunu Besni (3.772 da) ve GölbaĢı (2.620 da) ilçeleri takip etmektedir. Üretim miktarlarında ise; Kâhta 588 ton ile 1. sıradadır. Kâhta‟yı GölbaĢı (512 ton) ve il merkezi (267 ton) takip etmektedir (Anonim, 2015; TUĠK, 2015). Adıyaman‟a ilinde badem üretimine iliĢkin veriler Çizelge 2‟de ayrıntılı olarak verilmiĢtir. Adıyaman il genelinde badem üretim miktarı en fazla olan bölgeler; Kâhta, GölbaĢı ve il merkezidir. Çelikhan, Sincik ve Samsat ilçelerinde ise badem üretimi yok denilecek kadar azdır. Badem yetiĢtiriciliğinin bölge iklimine ve toprak yapısına uygun olduğunun anlaĢılmasıyla birlikte son 5 yılda özellikle Kâhta ve GölbaĢı‟nda yetiĢtiricilik büyük oranda artmıĢtır (YaĢar, 2014). Adıyaman ilinde badem yetiĢtiriciliği yapılan alanların coğrafi dağılımı ġekil 1‟de verilmiĢtir. 211 ġekil 2.1. Badem üretim miktarının Adıyaman il haritası üzerinde gösterimi ( =50 tonluk üretim miktarı) 3. ADIYAMAN BADEM YETĠġTĠRĠCĠLĠĞĠNDE SORUNLAR VE ÇÖZÜM ÖNERĠLERĠ GÖRÜLEN Adıyaman, badem yetiĢtiriciliği bakımından potansiyeli yüksek bir ilimizdir. Adıyaman ilinde mevcut verim çağındaki ağaçların büyük bir oranını tohumdan yetiĢmiĢ tatlı badem ağaçlarından oluĢtuğu için ve kapama bahçelerinde büyük bir kısmının verime yatmamıĢ olması sebebiyle üretimde üniform kalite söz konusu değildir. Kurulan bahçelerin büyük bir kısmında kuru koĢullarda yetiĢtiricilik gerçekleĢtirildiği için ağaçların geliĢim kuvveti, verim ve meyvelerin kalite kriterleri düĢük olmaktadır. Adıyaman ilin badem üretiminde etkin bir il olması için badem üretim alanlarında sulamanın yapılması gerekmektedir. Fakat tarımsal sulama maliyetleri yüksek olduğundan dolayı üreticiler yeterli sulamayı yapamamaktadırlar. Tarımsal sulama maliyetleri düĢürülerek üreticiye destek olunmalıdır. Adıyaman ili genelinde badem yetiĢtiriciliği yapan tüm üreticiler yetiĢtiriciliğin ilk yıllarında yapılan toprak analizi sonuçlarına göre gübreleme yapmaktadırlar. Diğer yıllarda toprak analizi ve yaprak analizi yapılmamaktadır. Etkin gübreleme yapmak için üreticinin belli aralıklarla toprak analizi yapması gerekmektedir. Aynı zamanda da gübre ilaç fiyatlarının yüksek olmasından kaynaklanan yetersiz gübreleme ve ilaçlama da yapılmaktadır. Fiyatların devlet tarafından kontrol altına alınması ile gübreleme konusunda üreticiye destek verilmelidir (Yılmaz ve ark., 2015). 212 Adıyaman ilinde badem anacı olarak büyük oranda tohum anaçları kullanılmaktadır. Bu anaçlar killi topraklarda iyi geliĢme göstermektedir. Fakat bu anaçların en önemli sorunları Rosellina necatrix (kök çürüklüğü), Agrobacterium tumafaciens (kök kanseri) ve Meloidogyne spp (kök ur nematodları) olan toprak kökenli hastalıklara karĢı hassas olmalarıdır (Yılmaz ve ark., 2015). Ülkemizde badem yetiĢtiriciliğine uygun anaçlar geliĢtirilmemiĢtir. YurtdıĢından ithal edilen klon anaçlar üretim alanlarında kullanılmaya baĢlanmıĢtır. Bu durum ise ülkemizi dıĢa bağımlı duruma getirmektedir. Bu durumu önlemek için klon anaç ıslahı çalıĢmalarına destek verilmesi gerektiği bildirilmektedir (Yılmaz ve ark., 2015). Üretimde yeteri kadar hastalık ve zararlılarla mücadele yapılmamaktadır. Mücadele yapılan alanlarda ise yoğun kimyasal kullanılmaktadır. Bu durum ise hem kiĢisel sağlığı olumsuz etkilemekte hem de çevre kirliliğine neden olmaktadır. Entegre mücadelelerde gerekli kurum ve kuruluĢlarının gereken bilgilendirmeyi yaparak üreticilerin etkin mücadeleyi uygulamaları sağlanmalıdır (YaĢar, 2014). Adıyaman ilinde yetiĢtiricilik yapan üreticilerin badem budaması hakkında yeterli eğitim düzeyine sahip değillerdir. Son dönemlerde eğitime tabii tutulan üreticiler, tesis yılından itibaren her yıl budama yapmaktadırlar. Badem hasadının zamanında yapılmaması ve hasadın genellikle sopa yardımı ile dallara vurma Ģeklinde uygulanması; hem mevcut yılda hem de bir sonraki yıllarda ürün kayıplarına neden olmaktadır. ÇeĢitlerin hasat zamanları dikkate alınarak hasadın zamanında ve hasat esnasında mekanik araçlar ile gerçekleĢtirilmesi ile verim ve kalitede oluĢan kayıplar minimum seviyelere inecektir (YaĢar, 2014). 4.SONUÇ Adıyaman ili sahip olduğu ekolojik konum nedeniyle badem üretiminde önemli bir potansiyele sahiptir. Ġldeki üreticiler, mevcut sorunlarına rağmen, badem üretiminin diğer tarımsal üretimlerden daha karlı olması sebebiyle badem yetiĢtiriciliğine rağbet göstermektedirler. Badem üretiminde geliĢmiĢ ülkeler incelendiğinde, üretimde doğru anaç ve çeĢit kullanımının, üretim tekniklerinin etkin ve zamanında yapılmasının ve mekanizasyon kullanım düzeyinin artırılmasının verimliliği ve dolayısıyla karlılığı etkileyen önemli faktörler olduğu görülebilmektedir. Bölgede badem yetiĢtiriciliğinin geliĢtirilmesi için tarımda faaliyet gösteren ilgili kuruluĢlar (Ġl/Ġlçe Müdürlükleri, Üniversiteler, AraĢtırma Enstitüleri) tarafından verilen eğitimlerin artırılması ve içerik olarak geliĢtirilmesi 213 gerekmektedir. Böylece ilde daha bilinçli badem yetiĢtiriciliği yapılabilir hale gelebilir. Yeterli sulama kaynaklarının olmamasından kaynaklanan yetersiz sulama verim ve kaliteyi düĢürmektedir. Tarımsal sulamaya sağlanan desteklerin arttırılması da bölge ve il badem yetiĢtiriciliğine önemli katkı sağlayacaktır. KAYNAKÇA Anonim, 2015. Gıda Tarım ve Hayvancılık Ġl Müdürlüğü Kayıtları, Adıyaman. Yılmaz ve arkadaĢları 2015. Kahta Ġlçesinde Badem YetiĢtiriciliği, GAP VI. Tarım Kongresi, 28 Nisan-1 Mayıs 2015, ġanlıurfa YaĢar, B.E. 2014. Adıyaman‟da Badem YetiĢtiriciliği, Uludağ Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bitirme ÇalıĢması, Bursa Anonim, 2016. Bademin Tarihçesi ve http://www.ziraattelevizyonu.com/bademin-tarihcesi-ve-onemi/, tarihi: 25.03.2016) Önemi, (EriĢim Anonymous, 2016. https://www.nutfruit.org/wpcontinguts/uploads/2015/11/global-statistical-review-2014-2015_101779.pdf , (EriĢim tarihi: 28.03.2016) 214 KEÇĠ SÜTÜNÜN ĠNSAN SAĞLIĞI ÜZERĠNDEKĠ ETKĠLERĠ Burak HALDEN* Ahi Evran Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Tarımsal Biyoteknoloji Bölümü, ÖZET Hayvansal kökenli gıdalar arasında önemli bir yere sahip olan süt, insan beslenmesinde gerekli olan besin maddelerinin önemli bir kısmını en yeterli ve dengeli oranda içeren besindir. Keçi sütü inek sütü gibi içimlik süt olarak tüketilebilme özelliğine sahiptir. Homojenize özelliğine sahip olduğu ve içinde çok sayıda küçük yağ molekülü bulunduğu için kolay sindirilir. Bu sebeple yaĢlı ve çocukların beslenmesinde önemle role sahiptir. Proteinleri diğer sütlerdeki esansiyel yani dıĢarıdan alınması gereken proteinlerden daha fazla bulunmaktadır. Bu durum inek sütü kullanması sakıncalı olan bebeklerde alternatif sağlar. Fosfor elementi kayda değer derecede bulundurmaktadır. Bu durum et ve balık tüketmeyen kiĢilerde önem taĢımaktadır. Ġnek sütüne nazaran anne sütüne daha yakın benzerlik gösterir. Kalsiyum oranı anne sütünden 4 kat fazladır. Bakteri oranı diğer sütlere göre daha azdır. Tüberküloz ve brusellos gibi patojenler de görülmemektedir. Sonuç olarak ülkemizde süt inek, koyun, keçi ve mandadan elde edilmesinin yanı sıra diğer ülkelerde olduğu gibi inek sütü, üretimde ilk sırayı almaktadır. Genel anlamda sütün bildiğimiz yararlarının yanında keçi sütünün bilimsel araĢtırma ve gerçeklerle belirlenmiĢ üstünlükleri bulunmaktadır. Anahtar sözcükler: keçi sütü, insan sağlığı GĠRĠġ Ġnsanların sağlıklı ve daha kaliteli bir hayat sürdürebilmesi için temel anlamda yeterli ve dengeli beslenmesi gerekmektedir. Yeterli miktarda ve dengeli bir Ģekilde beslenme de günlük ihtiyaç duyulan enerjinin alınması ile gerçekleĢebilir. Günlük ihtiyaç duyulan bu enerji ise beslenme yoluyla vücuda alınmaktadır. ÇeĢitli besin grupları ile bu ihtiyacımızı karĢılamaktayız. Süt ve süt ürünleri grubu ise protein, kalsiyum, fosfor, B₂ ve B₁₂ vitaminlerini bünyesinde barındırmaktadır (Ünal, R.N. ve Besler, H. T. 2006). 215 Hızla artan dünya nüfusu beraberinde artan bir üretimi de getirmek zorundadır. Buda tarımsal ve hayvansal üretime önem verilmesi ile sağlanacaktır. Ġnsanların beslenme ihtiyacı hiçbir zaman kısıtlanamayacağı için besin üretiminin sürekliliği gerekmektedir. Ülkemizde en önemli sorunlardan birisinin insanların yetersiz ve dengesiz beslenmesi olduğu bilinmektedir. Özellikle beslenme sorunlarının baĢında toplam protein tüketimi gelmektedir ve toplam protein tüketiminin içerisinde de hayvansal protein tüketiminin az oluĢudur. FAO raporlarında; 70 kg ağırlığında yetiĢkin bir insanın günlük alması gereken hayvansal protein ihtiyacı 35 g kadardır. Ġnsanların bedensel ve zihinsel faaliyetlerini sağlıklı bir Ģekilde sürdürebilmeleri için protein yapısında aminoasitleri almaları gerekmektedir. Bu aminoasitlerin bir kısmını vücut sentezliyor olsa dahi bir kısmının dıĢarıdan alınması gerekmektedir (Parmaksız, K. ve ark.,). Hayvansal proteinlerin baĢında ise süt gelmektedir. Süt tüketimimiz 5000 yıl öncelere kadar dayanmaktadır. Bu konuda ki ilk deliller Dicle ve Fırat nehirleri arasında kurulmuĢ olan Sümerler de görülmüĢtür. Hayatın mucizesi olarak nitelendirilen sütün kullanımı insanlığın ilk var oluĢundan beri vardır. M.Ö. 26. Yüzyıla ait olan Babil kabartmalarında ve yine M.Ö. 8. yüzyıla ait olan Homer‟in yazılarında süt ve süt ürünlerine rastlanmaktadır (Jain, 1998). Süt diğer gıdalara oranla daha fazla besin maddesi içermektedir. Bir gıdanın besinsel değeri, vücudun sürdürülebilirliği açısından gerekli olan besin maddelerini bünyesinde bulundurması ile ölçülmektedir. Sütte vücudun ihtiyaç duyduğu hemen hemen bütün besin maddelerinin yeterli ve dengeli bir Ģekilde olduğu görülmektedir ve bu sebeple üstün özelliklere sahip bir gıda maddesidir(Bilgin, 2014). KEÇĠ SÜTÜ BileĢim bakımından inek sütüne yakın değerler taĢımaktadır. Yapısındaki proteinli maddelerin yaklaĢık %75‟i kazeinden oluĢtuğu için kazeinli sütler grubuna girmektedir. Yapısındaki karoten miktarı inek sütüne oranla daha az olduğu için renk olarak daha beyazdır ve bu özelliği gözle ayırt edilebilmektedir. Keçi sütü; histidin, metiyonin, treonin ve prolin aminoasit bakımından zengin; valin, trozin, serin, izolosin, glutamik asit ve arjinin ise aminoasit bakımından ise fakirdir(Bilgin, 2014). 216 Ġnek sütüne oranla toplam solüt yükü, yağ, protein, laktoz ve kül içerikleri benzer olmasına rağmen sindirim ve emilim bakımından daha rahat ve kolaydır (Özdemir, 2015). Keçi sütü A vitamini bakımından diğer sütlere göre 2-3 kat daha zengindir. Bunun baĢlıca sebebi ise kıĢ aylarında yapısal olarak dayanıklılıklarından dolayı daha fazla yeĢil yem tüketebilmeleridir. Bir diğer sebebi ise keçilerde yeĢil yemlerin A vitaminine çevrilmesinde rol oynayan tiroid bezlerinin keçilerde daha büyük ve daha aktif olmasıdır (Bilgin, 2014). Keçi sütünün viskozitesi inek sütüne oranla daha fazladır. Yağ globüllerinin çapı küçük olduğundan yağın sütten ayrılması zor gerçekleĢmektedir ve kaymak tabakasının bağlanması da zaman almaktadır. Genellikle kötü bakım koĢulları sebebiyle sütte kötü koku alınımı söz konusudur ve çoğu zaman teke kokusu alındığı belirtilmektedir. Aynı durum keçi sütünden iĢlenmiĢ ürünlerde de söz konusu olmaktadır. Fakat besleme ve bakım koĢulları iyileĢtirildiğinde oluĢan bu koku ve tat ortadan kaybolmaktadır (CoĢkun ve Öndül, 2014). Ülkemizde de diğer ülkelerde olduğu gibi keçi sütü genellikle peynir üretiminde kullanılmaktadır ve genellikle inek ve koyun sütüne karıĢtırılarak kullanılmaktadır. Beslenme fizyolojisi bakımından; yağ globüllerinin küçük olması, yağ ve protein dağılımının daha homojen olması keçi sütünü kolay sindirilebilir kılmaktadır (Bilgin, 2014). Keçi Sütünün Ġnsan Sağlığındaki Yeri Kuvvetli asidin etkisiyle homojen yapıya sahip keçi sütünden oluĢan pıhtı kolay çözünebilir özellik gösterirken, inek sütünden oluĢan pıhtı büyük yapıdadır ve asit içerisinde çok zor çözünme özelliği gösterirler. Bu özelliği dikkate alınarak sindirim zorluğu çeken hastalar ve bebeklerin beslenmesinde keçi sütü tercih edilmektedir (Zeng ve ark., 2007). Keçi sütü yoğun olarak fosfat içermektedir. Et ve balık tüketimi olmayan kiĢilerde fosfat eksikliğinden kaynaklı sorunların giderilmesinde keçi sütü en iyi alternatiftir. Mide asitliğini kontrol edebilmesi açısından mide rahatsızlığı yaĢayan kiĢilere keçi sütü tüketmeleri önerilmektedir. Fakat keçi sütü yapısal olarak mangan ve bazı vitaminlerce fakir olduğu için uzun süre keçi sütü tüketimi yapan kiĢilerde anemik rahatsızlıklar görülebilmektedir(Haenlein, 2004). 217 Keçi sütü bünyesinde laktoz barındırma açısından inek sütüne oranla daha düĢük miktardadır ve dolayısıyla laktoza alerjisi olan kiĢiler için kaçınılmaz bir tercihtir. Keçi sütü tüketimi ile obezite, kanser, hipertansiyon gibi bazı kronik hastalıkların önlenmesi ya da en aza indirilmesi açısından bir iliĢki olduğuna dair çalıĢmalar mevcuttur. Yenidoğan döneminde büyüme ve geliĢmesi açısından da hayati öneme sahiptir. Anne sütünün yetersiz olduğu durumlarda bebeklerin beslenebilmesinde destekleyici gıda olarak keçi sütü ilk sırada kullanılmaktadır. Keçi sütü diğer sütlerle kıyaslandığında besin madde içeriği ve yapısal olarak en faydalı ve anne sütüne en yakın süt olarak değerlendirilmektedir (TaĢkın ve ark.,2010). Keçi sütü sağıldıktan sonra 48 saat boyunca tazeliğini muhafaza edebilme özelliğine sahiptir. Taze keçi sütü biraz acımsı tada sahiptir, bunun sebebi ise yapısında kısa zincirli yağ asitleri bulundurmasıdır. Keçi sütü genelde büyüme hormonları, antibiyotik kalıntıları ve diğer kalıntı etmenleri barındırmaz. Keçi sütü sığır sütüne göre çok daha az miktarda ksantin oksidaz enzimi içermektedir. Bu enzim kan dolaĢımına girdiğinde kalp dokusunda sorunlar oluĢturabilmekte, keçi sütü ise oluĢabilecek bu sorunları en aza indirmektedir. Keçi sütünün alkalin özelliğe saip olması kanda ve bağırsaklarda asit üretimini düĢük seviyede tutmaktadır. Kanda ve bağırsaktaki asitliğin artması yorgunluk, baĢ ağrısı, aĢırı kilo ve kan Ģekerindeki düzensizlere neden olduğundan keçi sütü tüketimi dahilinde bu sorunlar ortadan kalkacaktır (TaĢkın ve ark., 2010). SONUÇ Ġnsanlar için hayati önem taĢıyan, hayvansal protein ihtiyacını karĢılayan ve beslemede büyük role sahip olan süt ve süt ürünleri kullanımı oldukça aktif bir Ģekildedir. Süt ve süt ürünleri elde etmede hayvansal protein bakımından, sindirilebilir olması ve bünyesinde homojen yapıda besin maddesi barındırması açısından keçi sütü açık ara önde gelmektedir. Söz konusu durum böyle olunca hem dünya da hem ülkemiz de keçi sütü tüketimine birinci dereceden önem verilmelidir. Dünya geneli göz önüne alındığında her ülke için farklı miktarlarda süt tüketim miktarı farklı boyutlardadır. Ülkemizde ise süt tüketme alıĢkanlığının çok az olması dikkat çekmektedir (Baysal,2014). 218 Her ne kadar tüketim açısından yetersiz miktarlarda olsa dahi faydaları bakımından göz ardı edilemeyecek kadar önemli bir yere sahiptir. Gerek sindirilebilir olması gerek asit ortamında çabuk çözünebilmesi gerekse de A vitamini açısından zengin bir yapıya sahip olması onu vazgeçilmez kılmaktadır. Günümüzde özellikle yeni doğanlarda besin değeri açısından anne sütüne en yakın özelliğe sahip olması keçi sütünü piyasada cazip kılmaktadır. Kronik hastalıkların bile ortaya çıkma durumunu en aza indirebilme özelliği açısından da son zamanlarda çalıĢmaların gözde konusu halindedir. KAYNAKLAR Baysal A. Beslenme. 10.baskı. Ankara, Hatiboğlu Yayınları, Bölüm II Besinler, Süt. 2004; s: 268-275. Bilgin, Ö. (2014). Ġnek, Koyun Ve Keçi Sütlerinde Yaz Ve KıĢ Mevsimlerinde Aflatoksin M1 Düzeyinin Belirlenmesi. CoĢkun H, Öndül E. Keçi Sütü ve Ġnsan Beslenmesindeki Önemi. Gıda 2004;29(6):411-418. Haenlein GFW. Goat Milk Ġn Human Nutrition. Small Ruminant Research 2004;51(2):155-163. Jain M. Dairy Foods, Dairy Fats, and Cancer: A Review Of Epidemiological Evidence. Nutrition Research 1998;18(5):905-937. Özdemir, M. B., Tek, N. A. BileĢimi ve Sağlık Üzerine Etkileri Açısından; EĢek ve Keçi Sütü. Acıbadem Üniversitesi Sağlık Bilimleri Dergisi Cilt: 6 , Sayı: 4, Ekim 2015 Parmaksız K., Mevliyaoğılları E., Bingöl S., Türkiye Keçi Eti Üretimi ve Keçi Eti Özellikleri Kevser Parmaksız Ercan Mevliyaoğulları Saadet Bingöl ÇÜ ZF Zootekni Bölümü, Balcalı, Adana TaĢkın T., Özdoğan M., Önenç S.S., Keçi YetiĢtirme Ve Besleme , Hasad Yayıncılık,2010 Ünal, R. N., Besler, H. T. (2006). Beslenmede Sütün Önemi. Hacettepe Üniversitesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü. Ankara. Zeng SS, Soryal K, Fekadu B, Bah B, Popham T. Predictive Formulae For Goat Cheese Yield Based On Milk Composition. Small Ruminant Research 2007;69:180-186. 219 220 ÇÖREK OTUNUN (NİGELLA SATİVA) ĠYĠLEġTĠRĠCĠ ETKĠSĠ *Enes CEYLAN *Ahi Evran Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Tarla Bitkileri Bölümü, AĢıkpaĢa Kampüsü, KırĢehir ÖZET Çörek otu (Nigella sativa) asırlar boyunca, tohumu ve tohumundan elde edilen yağı ile birlikte, Afrika‟da, Asya‟da ve Ortadoğu‟da, günümüzde ise Amerika ve Avrupa‟da milyonlarca insan tarafından insan sağlığını desteklemek amacıyla kullanılmaktadır. Çörek otu, Türkiye‟nin hemen hemen her bölgesinde ve dünyanın birçok ülkesinde yetiĢebilen ince yapraklı, 35-70 cm boylanan tek yıllık otsu ve tüylü yapıda bir bitkidir. Çörek otu diye kullanılan siyah küçük tohumlar; bitkinin dallarında yer alan kapsül içinde bulunur. Çörek otu, birçok vitamini ve vücuda faydalı molekülü içeriğinde barındırmaktadır. Bunların içinde thymoquinone ve nigellonetil bağıĢıklık sistemi üzerinde etkili olduğu bilinmekte ve bağıĢık sistemini güçlendiren bazı ilaçlarda ham madde olarak kullanılmaktadır. Günümüzde ağrı kesici (analgesic), iltihap önleyici (anti-inflammatory), yüksek tansiyon, Ģeker hastalığı, yüksek kolesterol, fazla kilo, romatizma, astım, alerji ve diğer kronik hastalıklarda çörek otu baĢarı ile kullanılmaktadır. Tıbbi kullanımı yanında börek, çörek ve pide yapımında yaygın olarak kullanılmaktadır. Günümüzün modern tıbbı, çörek otunun uyarıcı etkisinden faydalanarak farklı grup hastalıkların tedavisinde çalıĢmaktadır. Kullanım yöntemi etkinliği açısından çörek otu tohumları ve çörek otu yağının hem pek çok sağlıktan sapma durumunda iyileĢtirici olarak hem de çeĢitli hastalıkların önlenmesindeki koruyucu etkisi nedeniyle alternatif tıpta vazgeçilmez bir kaynak olacağı varsayılmaktadır. Anahtar kelimeler: Çörek Otu, Nigella sativa, Thymoquinone, Nigellonetil, Tedavi GĠRĠġ Modern tıptaki pek çok göz alıcı geliĢmeye rağmen geleneksel (folklorik) tıp uygulamaları hala devam etmektedir. Modern tıbbın yöntemi bilimseldir ve uygulamalarında teknolojiden yararlanılmaktadır. Folklorik tıp (halk tıbbı) ise temel bir düĢünce dayanağı olduğunu ileri sürmeksizin ve çağdaĢ bilimsel tıbba bir seçenek olma amacı gütmeksizin, varlığını çağlar boyu sürdürüp gelmiĢ kültürel bir kalıttır. Yöntem olarak denetimsel gözlemleri benimseyen folklorik tıpta teknoloji kullanımı en alt düzeyde olduğundan uygulamalar oldukça ekonomiktir. Ancak sürekliliğin 221 amaçlanması nedeniyle bilgi ve becerilerin aktarımı da oldukça sınırlı kalmaktadır. Folklorik tıpta, pek çok bitkinin iyileĢtirici etkisinden yararlanılarak yapılan tedavilere sıkça rastlanmaktadır. Baharatlar yüzyıllardır insanoğlu tarafından birçok hastalığın tedavisinde, dini törenlerde, lezzet ve koku maddelerinde kullanılmıĢtır. Günümüzde de baharatlardan ya da onlardan elde edilen ürünlerin antioksidan etkilerinden eczacılık, gıda endüstrisi ve kozmetik teknolojisi gibi farklı alanlarda yaygın bir biçimde yararlanılmaktadır. Son yıllarda hem ülkemizde hem de Ortadoğu'da alternatif tıbbın gözde baharatlarından olan çörek otu'nun etken maddesi thymoquinone olup dünyanın farklı yerlerinde değiĢik isimlerle bilinmektedir. Bunlardan bazıları, Black Cumin (Nigella Sativa L.) Seeds, Black Seed, Le Cumin Noir (Graine de Nigelle), Der Schwarzkümmel (Nigella Sativa), Habba Sawda, Habbatul Braka, Shonaiz'dir. Çörek otu bitkisi ve çörek otu yağı, çağlar boyunca dünyada özellikle Asya, Orta Asya ve Afrika'da folklorik tıp uygulamalarında sıklıkla kullanıldığı gibi günümüzde Amerika ve Avrupa'da da kullanılmaktadır. YaklaĢık olarak 35-70 cm yüksekliğe eriĢebilen, otsu, yaz aylarında (Haziran, Temmuz) mavi, yeĢil renkli çiçekler açan, güzel kokulu bir bitkidir. Yol kenarlarında ve buğday tarlalarında yetiĢmektedir. Nigella Sativa, Ortadoğu ülkeleri arasında birçok hastalığın Ģifası olduğu için “HabbatAl Barakah” ya da “KutsanmıĢ Tohum” olarak da bilinir. Çörek otunun Tutankamon‟un mezar buluntuları arasında olması bir yana Hipokrat, Dioskorides ve Ġbni Sina tarafından tedavi amacıyla kullanıldığı bilinmektedir. Günümüzün modern tıbbı, çörek otu bitkisinin uyarıcı etkisinden faydalanarak farklı grup hastalıkların tedavisine çalıĢmaktadır. Kullanım yöntemi etkinliği açısından önemlidir. Çörek otu tohumları ve çörek otu yağının hem pek çok sağlıktan sapma durumunda iyileĢtirici olarak hem de çeĢitli hastalıkların önlenmesindeki koruyucu etkisi nedeniyle alternatif tıpta vazgeçilmez bir kaynak olacağı varsayılmaktadır. Bu metinde esas olarak bir dizi bilimsel çalıĢma sonucunda farklı farmakolojik etkileri olduğu kanıtlanan çörek otunun hem doğal antioksidan olarak hem de sahip olduğu öteki özellikleri nedeniyle önemi ve kullanımından söz edilecektir. TARĠHSEL SÜREÇTE ÇÖREK OTU VE ÇÖREK OTU YAĞI Ranuncula bitki ailesinden Nigella cinsinin üç türünden biri olarak bilinen çörek otu, tıpta kullanılan bitkiler içinde zengin tarihsel ve mistik bir geçmiĢe sahiptir. Uzun yıllar yiyecekleri koruyucu ve lezzeti arttırmak amacıyla kullanılmıĢtır. Çörek otu bitkisi dünyada genellikle Batı Asya, 222 Ortadoğuve Avrupa‟da Türkiye‟de Konya yöresinde yetiĢmektedir.( Nigella Sativa) çörek otu bitkisinin tohumları bitkinin aktif bileĢenlerini içermektedir. Çörek otunun tarihsel süreçte kullanımına değinmek konunun anlaĢılmasını daha da kolaylaĢtıracaktır. Nigella sativa tohumlarına MÖ 1333 - 1323 yılları arasında hüküm süren Mısır‟ın 18. hanedan firavunu (19 yaĢında ölen) Tutankamon‟un krallar vadisinde bulunan mezarında rastlanmıĢtır. Bu tohumların Tutankamon‟un ölümünden sonraki yaĢamında iyi ve sağlıklı bir yaĢam dilemek amacıyla konulduğu düĢünülmektedir. Ancak bu mezar buluntularına karĢılık Eski Mısır‟da çörek otunun etkisinin bilindiğine ve kullanıldığına iliĢkin baĢka bir bulgu henüz elimizde yoktur. Ayrıca bu bitkiden elde edilen yağın, Mısır Kraliçesi Kleopatra tarafından da sağlık ve güzellik sağlaması amacıyla kullanıldığı bilinmektedir. Modern tıbbın kurucusu olarak kabul edilen Hipokrat (MÖ 460-370) tarafından karaciğerin güçlendirilmesi ve sindirim sistemi Ģikâyetlerinin giderilmesi amacıyla kullanılmıĢtır. Ayrıca bitkinin tohumlarının Hipokrat tarafından yılan ve akrep sokmaları, eski tümörler, apse tedavisi ve cilt döküntülerinde, baĢ bölgesi iltihaplarında ve soğuk algınlığında kullanıldığından da söz edilmektedir. Modern bitkibilimin kurucusu kabul edilen ve MS 40-90 yıllarında yaĢamıĢ olan Penedius Dioskorides (Anavarzalı/Adana-Kozan) baĢ ağrısını ve diĢ ağrısını dindirmede, burun tıkanıklarını açmada, barsak parazitlerini düĢürmede çörek otu yağını kullanmıĢtır. De Materia Medica (Tıbbî Maddeler) adıyla tanınan meĢhur yapıtında, bitkilerin hangi yörelerde yetiĢtiğinden ve yararlarından söz etmiĢtir. Ayrıca çörek otu tohumlarının adet düzensizliğini iyileĢtirici ve süt üretimini arttırıcı etkisinden ve idrar söktürücü özelliklerinden de söz etmektedir. Çörek otunun çeĢitli özellikleri dini söylemlerde de vurgulanmaktadır. Hz. Muhammed‟in Tıbb-ı Nebevi‟sinde (Nebevi tıp, peygamber tıbbı; Ġslam peygamberinin tıp ile ilgili hadislerini kaynak alan Ġslami tıp bilimi) çörek otu tohumlarından genel bir ilaç olarak tüm dünyada geniĢ kullanım alanı olduğundan söz edilmektedir. Bu konuda bilinen en eski yazılı belge Eski Ahit'tir. Ġslam Peygamberi Hz Muhammed‟in (SAV) “ ġu kara taneyi (çörek otu) kullanın, ölümden baĢka her Ģeye devadır” hadisi çörek otunun inançlı bir biçimde ve kitlesel olarak kullanılmasını etkilemesi açısından anlamlıdır. Arap/Yunan tıbbında da çörek otu tohumları ve yağı; sağlığı yükseltmede, yüksek ateĢi düĢürmede, soğuk algınlığında, baĢ ağrısını gidermede, romatizmal ve çeĢitli mikrobik enfeksiyonlarda, barsak parazitlerini düĢürmede kullanılmıĢtır. 223 Ġbni Sina‟nın tıp tarihi açısından önemli bir kaynak olarak kabul gören eseri “Kanun” da çörek otunun metabolizmayı uyaran ve halsizlikuyuĢukluk giderici etkisi vurgulanmaktadır. Ayrıca çörek otunun akciğerleri güçlendirdiğinden, iç arınma ve detoks etkisi yarattığından, ateĢi düĢürdüğünden, soğuk algınlığı, baĢ ve diĢ ağrısını giderdiğinden, cilt hastalıklarını iyileĢtirdiğinden ve yara tedavisindeki etkisinden, barsak parazitlerini düĢürmede ve haĢere sokmalarında ilaç olarak kullanıldığından bahsedilen “Kanun”da zengin besin ve enerji değeriyle çörek otu vurgulanmakta ve çörek otu yağının vücut ısısını dengelediğinden söz edilmektedir. DüĢük metabolizma hızı ise birçok hastalığın etkeni olarak görülmektedir. ÇÖREK OTUNUN FOLKLORĠK TIPTA KULLANIMI Günümüzde modern tıbbın olanakları ne kadar geniĢlemiĢ olursa olsun geleneksel uygulamalar varlığını sürdürmektedir. Bir folklorik tıp uygulama bitkisi olarak çörek otunun insanda gözlemlenen etkileri Ģöyledir: Antikanserojen, antidiyabetik, antihipertansif, antiallerjen, antiastmatik, antidiaretik, antienflamatuvar, mide hastalıklarında tedavi edici, AĠDS‟i önleyici, böbrek hastalıklarını tedavi edici, kalp ve damarları koruyucu, kolesterol düĢürücü, antiromatizmal, antikoagulan, antimikrobiyal, antimotik etkisi vb. Görüldüğü gibi çok yaygın bir alanda kullanım olanağı olan çörek otunun tedavi edici etkilerinin bilimsel kanıtlarla da desteklenmesi gerekmektedir. Çörek otunun günümüzde tedavi amaçlı olarak kullanıldığı alanlardan bazılarını Ģöyle sıralayabiliriz: Çörek otunun hem tane hem de yağ formu antimikrobik amaçla kullanılmakta; yağı, mantar hastalıklarında antifungal olarak etki göstermektedir. Sitotoksik etkisi nedeniyle zehirlenmelerde sıklıkla antidot olarak kullanılmakta, idrar yolları ve böbrek hastalıklarında ise diüretik etkisinden yararlanılmaktadır. Mide barsak Ģikâyetlerini gidermede etkili olduğu, çörek otu yağının düz kasları gevĢetici özelliği nedeniyle pek çok durumda antispazmodik olarak etki gösterdiği bilinmektedir. Fransa ve Almanya‟da yapılan araĢtırmalar genç eriĢkinlerde çörek otu tanelerinin antispazmotik etki gösterdiğini ortaya koymuĢtur. Antitümoral etkisinden dolayı kanser hastalıklarında, antiastmatik etkisinden dolayı da göğüs hastalıklarında tedavi amaçlı kullanılmaktadır. Arap-Yunan tıbbında sık kullanıldığı alanlardan biri de kadın hastalıkları ve doğumdur. Genç kadınlarda çörek otu tohumları ağızdan alındığında adet kanamasını uyarmaktadır. Menstrual siklusu düzenlemek ve doğum sırasında da uterus kasılmalarını artırmak için de yararlanılmaktadır. Hindistan‟da emzikli genç kadınlar tarafından çörek otu tohumları süt salınımını arttırdığı için 224 kullanılmaktadır. Çörek otu tohumu taneleri hipertansif/hipotansif etkileri iyi bilindiğinden tansiyonun düzenlenmesinde, yağ metabolizması üzerine olan etkileri nedeniyle kan lipid seviyesinin düzenlenmesinde etkili olmaktadır. Çocuklarda cilt hastalıklarının tedavisinde, küçük çocuklarda ve genç yetiĢkinlerde antidiyaretik ve antiemetik olarak kullanılmasının yanı sıra iyi bir iĢtah açıcı olduğu bilinmektedir. Çörek otunun genç eriĢkinlerde antihelmintik olarak kullanıldığı da bilinmektedir. Çörek otu taneleri ayrıca farenjit, grip, paralizi, karın ağrısı ve birçok hastalığın tedavisinde kullanılmaktadır. Çörek otu tohumlarının ya da yağının yukarda bahsedilen olumlu ve tedavi edici etkisinin yanında, uygunsuz ve özensiz kullanımına bağlı olarak istenmeyen hatta beklenenin aksi etkilerinin görülebileceği dikkate alınmalıdır. SONUÇ Oldukça geniĢ bir hastalık grubunda ve yaygın olarak kullanılan bir folklorik tıp bitkisi olarak Nigellan Sativa, etkisi en iyi bilinen bitkilerden biridir. Ülkemizde çörek otu ve yağının tedavide kullanımına iliĢkin çalıĢmalar yok denecek kadar azdır. Kanter ve ark., çalıĢmasında çörek otu tohumlarının farelerde karaciğer koruyucu etkisini vurgulamıĢtır. Bitkinin tohumları veya yağının Ģifa verici olması için hem yöntem hem de miktar olarak uygun alınmasına özen gösterilmelidir. Çörek otunun ve yağının iyileĢtirici ve koruyucu etkileri nedeniyle folklorik tıptaki var olan konumu ve gelecekteki etkisi önemlidir. Yine de çörek otu bitkisinin tedavi edici etkileri ayrıntılarıyla araĢtırılmalı ve sonuçlar modern tıbbın bilimsel verileriyle desteklendiği oranda Ģifa amaçlı kullanımı sürdürülmelidir. KAYNAKLAR 1. http://www.gidaraporu.com EriĢim Tarihi: 03.02.2016 2. http://iyigelenyiyecekler.com EriĢim Tarihi: 08.02.2016 3. http://lokmanhekim.mersin.edu.tr EriĢim Tarihi: 06.03.2016 4. http://www.iyibilgi.com EriĢim Tarihi: 13.03.2016 225 226 BĠYODĠZEL ve TÜRKĠYE’DE KULLANIMI *Mehmet Ali IġIK Ahi Evran Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarla bitkileri Bölümü ÖZET GeliĢen teknoloji ve sanayi ile dizel yakıtlar bir çok alanda kullanılmaktadır ve ekonomide büyük bir bütçe teĢkil etmektedir. Petrol kaynaklı dizel yakıt kullanımı petrol stoklarının her geçen gün azalması ve çevre kirliliğine bağlı olarak iklim değiĢikliğini önlemek için alternatif yenilenebilir enerji kaynaklarını ve biyo-yakıtları önemli kılmaktadır. En önemli biyo-yakıtlardan biri olan biyodizel ağır yük taĢıyan tarım ve sanayinin en önemli temel kısımlarını teĢkil eden makine ve motorlarında tüketilmektedir. Avrupa Birliği (AB) çevresel yaklaĢımları ve iklim değiĢikliğinin önlenmesi için yapılan anlaĢmalarda 2020 yılına kadar %20 düzeyinde biyoyakıt kullanımı amaçlanmaktadır. Ülkemizde ise benzer yaklaĢımla Biyo yakıt kullanım oranının arttırılması çalıĢması ve düzenlemeleri yapmaktadır. Biyodizel dizel motorlar için, bitkisel ve hayvansal yağlar gibi yenilenebilir kaynaklardan üretilebilen alternatif bir yakıttır. Biyodizel toksin olmayan ve doğada kolay bozulabilen çevreci bir yakıttır. Bu çalıĢmada, biyodizelin önemi, dünyada biyodizel kullanımı ve Türkiye‟deki durumundan bahsedilmektedir. Anahtar kelime:Hava kirliliği, Petrol, Biyodizel GĠRĠġ Yenilenebilir eneri kaynakları: güneĢ, rüzgar, biyokütle, su gücü Ģeklinde sınıflandırılmaktadır. Uluslararası Enerji Ajansı tarafından yapılan çalıĢmaya göre, 2000-2300 yılları arası fosil enerji kaynaklarının payının %85, petrol ve doğalgazın payının ise %60 seviyelerinde olacağı ön görülmektedir. Yenilenebilir enerji payı %15 düzeyinde olacaktır. Bir baĢka deyiĢle fosil-yenilenebilir enerji birlikte, fosil enerji büyük payı ile yan yana bulunacaktır. Yenilenebilir enerjinin payı, kaynakları zengin ve hızla programlarını uygulamaya alan ülkelerde daha yüksek oranlara ulaĢabilir. Yenilenebilir enerji kaynakları içinde en büyük teknik potansiyele, biyokütle sahiptir ve biyoyakıt teknoloisi kapsamında, bu kaynaklar doğrudan veya dönüĢüm ürünleri ile değerlendirilebilmektedir. 227 Biyoyakıt teknolojisi Ham maddeleri bitkisel ve hayvansal kökenli, yenilenebilen kaynaklar olan; bazı istisnalar hariç genellikle sentetikleri, toksinleri ya da diğer bir değiĢle çevreye zarar veren maddeleri içermeyen, gıda ve yem dıĢındaki ürünler, „‟Biyo kökenli Endüstriyel Ürünler‟‟ olarak tanımlanmaktadır. Biyokökenli ürün fotosentez kaynaklıdır; bitkiler fotosentez ile yaĢayan-canlı karbonu depolarlar. Canlı karbondan biyoteknoloji ile yeĢil ürünlerin eldesi, endüstrinin üzerinde en çok aratırma ve teknoloji geliĢtirme çalıĢmaları yapılan, hızla büyüyen alanıdır. Ġnsan oğlunun kullandığı en eski biyokökenli ürün hint tohumu yağı (castorbean) olup, Mısırlılar bu bitkisel yağı lambalarda aydınlatma yakıtı olarak kullanmıĢlardır. Bir baĢka deyiĢle, bilinen en eski alternatif sıvı yakıt hint tohumu yağıdır. Biyokökenli endüstriyel ürünler; Biyomalzemeler, Biyoyakıtlar ve Biyokimyasallar olarak sınıflandırılmaktadır. Biyoürünler yakıt ve ilgili sektörlerine girdi sağlıyacak niteliktedir. 21. Yüzyıl „‟Biyoteknoloji Yüzyılı‟‟ olarak çeĢitli çevrelerce tanımlanmakta ve biyorafine uygulamaları kapsamında biyoürünlerin ve böylece biyoyakıtların giderek artan oranlarda yaĢamamızda yer alacağı ön görülmektedir. Biyokütle enerji teknoloisi kapsamında; odun, yağlı tohum bitkileri, karbonhidrat bitkileri, elyaf bitkileri, bitkisel artıklar, hayvansal artıklar ile Ģehirsel ve endüstriyel artıklar değerlendirilmektedir. Biyokütle yenilenebilir, her yerde yetiĢtirilebilen, sosyo-ekonomik geliĢme sağlayan, çevre dostu, elektirik üretebilen, taĢıtlar için yakıt elde edilebilen stratejik bir enerji kaynağıdır. Biyokütle doğrudan yakılarak veya çeĢitli süreçlerle yakıt kalitesi arttırılıp, mevcut yakıtlara eĢdeğer özelliklerde alternatif biyoyakıtlar (kolay taĢınabilir, depolanabilir ve kullanılabilir yakıtlar) üretilerek enerji teknolojisinde değerlendirilmektedir. Biyokütleden; fiziksel süreçler (boyut küçültme-kırma ve öğütme, kurutma, filtrasyon, ekstraksiyon, ve biriketleme) ve dönüĢüm süreçleri (biyokimyasal ve termokimyasal süreçler) ile pek çok sıvı, katı veya gaz biyoyakıt elde edilmektedir MOTOR BĠYOYAKITLARI Motor biyoyakıtları otomotiv endüstrisi için büyük önem taĢımaktadır. Motor biyoyakıtları iki sınıfa ayrılmaktadır: • Birinci Nesil Biyoyakıtlar • Ġkinci Nesil Biyoyakıtlar Ġçten yanmalı motorlarda mevcut tasarımlarında değiĢiklik gerekmeksizin AB uygulamalarında 2005-2010 döneminde uygulamada kullanılan Birinci Nesil Biyoyakıtlar biyodizel, biyoetanol olarak belirlenmiĢtir. Biyoyakıt endüstriyel üretiminin geliĢiminin ardından, 2010 sonrasında, esnek yakıtlı taĢıtlarda kullanılabilecek, Ġkinci Nesil Biyoyakıtlar 228 uygulamada olacaktır. Ġkinci nesil biyoyakıtlar: bitkisel yağlar ile biyokütleden termokimyasal ve biyokimyasal dönüĢüm teknolojileri ile elde edilen; biyometanol, biyoetanol, biyobutanol, biyodimetileter, biyometan, biyohidrojen ve 8 biyokütleden sıvı yakıt teknolojisi ürünleri (BTL Ürünleri:Fischer-Tropsch Motorini ve Fischer-Tropsch Benzini) olup, bu ürünler giderek artan oranlarda, zorunlu kullanımları ile akaryakıt sektöründe yer bulacaklardır. AB YeĢil Kitap Yönergesi kapsamında 2020 yılında kara taĢımacılığında %20 oranında alternatif motor yakıtlarının kullanımı hedefi strateji olarak verilmektedir. Biyodizel yağlardan üretilen, monoalkil esterlerinin karıĢımı olan alternatif Diesel motoru yakıtıdır. Biyodizel üretiminde; bitkisel yağlar (ayçiçek, soya,kolza, aspir, pamuk, palm), hayvansal yağlar(don yağları, balık yağları, kanatlı yağları), geri kazanım yağları (soapstock, hurda yağı), Ģehirsel ve endüstriyel atık kökenli geri kazanım yağları, kullanılmıĢ yemeklik yağlar hammaddedir. Biyodizel üretiminde EsterleĢme Teknolojisi kullanılmaktadır. Kimya endüstrisi 1853 yılından beri ester üretimini bilmektedir. Önemli olan motor biyoyakıtı standart kalitesine uygun ürün eldesini gerçekleĢtirmektir. Biyodizel önemli bir yağ kimyasalıdır. Kimya endüstrisinin pek çok alanında olduğu gibi, biyodizel üretimi için küçük veya büyük kapasiteli tesisler, uygun teknoloji seçimi, yerli veya yabancı projelendirme ile kolaylıkla iĢletmeye alınabilir. Biyodizel; motorin, jet yakıtı, gaz yağı, fuel oil içindeki hacim yüzdesi miktarına (X) göre; BX Ģeklindeki adlandırılma ile yakıt pazarında bulunmaktadır. Biyodizel alternatif motorin olarak: • Motorin katkı maddesi (B1, B2, B5) • Motorin ile harmanlanarak (B20, B50, B80, vb) • Doğrudan motor biyoyakıtı (B100) Ģeklinde kara ve deniz taĢıtlarında, iĢ makinalarında, türbinlerde, jeneratörlerde ve ısıtma sistemlerinde kullanılabilir. Standart özelliklere sahip biyodizel bir taĢıtta ancak, taĢıt kullanım kılavuzundaki yakıt yönergelerine ve garanti kapsamlarına uyularak kullanılabilir. Biyodizel için ASTM D 6751 Amerikan ile EN 14213 ve EN 14214 Avrupa Birliği standartları yürürlüktedir. Ülkemizde de EN standardına göre hazırlanan TS standartları (TS EN 14214 ve TS EN 14213) yürürlüktedir. 2005 yılı dünya biyoetanol üretimi 41.8 Milyar Litre/ Yıl olup, lider ülkeler ABD ve Breziya‟dır. 2005 yılı dünya biyodizel üretimi 4.6 Milyon Ton iken, AB biyodizel üretim kapasitesi 2005‟te 4.228, 2006‟da 6.069 Milyon Ton‟a büyümüĢtür. AB 2005 yılında motorine %2 oranında biyodizel katılması hedefini gerçekleĢtirememiĢ ve motorin pazarında biyodizel %1.5 oranında yer bulmuĢtur. Lider üretici Almanya‟dır. Türkiye‟nin ilk ticari motor biyoyakıtı uygulaması 2005 yılında baĢlamıĢtır.Yerli kaynaklardan üretilen biyoetanol (Tarkim ürünü; 229 Kapasite:30 Milyon Litre/Yıl) kurĢunsuz benzine % 2 oranında katılarak piyasaya (POAġ Ürünü BioBenzin) sunulmuĢtur. Pankobirlik (Kapasite:84 Milyon Litre/Yıl), 2006 sonunda üretime geçeçek olan, ülkemizin ikinci yakıt alkolü fabrikasını kurmaktadır. TAPDK (Tütün, Tütün Mamülleri ve Alkollü Ġçkiler Piyasası Düzenleme Kurumu) verilerine göre, tesis kurma izni aĢamasındaki olası yakıt alkolü kapasitesi 102 Milyon Litre/Yıl‟dır. Türkiye‟de küçük ve orta kapasiteli fabrikalarda biyodizel üretimi yapılmakta ve büyük kapasiteli tesis kurulum çalıĢmaları da sürdürülmektedir.EPDK (Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu) verilerine göre: biyodizel üretim lisansı baĢvurusu yapan firma sayısı 205, toplam kapasite 2 Milyon Ton/Yıl, uygun baĢvuru sayısı 27 Ģeklindedir; lisans verme iĢlemleri halen sürmektedir. Türkiye‟de baĢarılı motor biyoyakıtı uygulaması için gerekli olan, eĢdeğer baĢarıdaki enerji tarımıdır. ġeker pancarı tarımının yakıt alkolü üretimi, biyodizel üreticilerinin de, yağlı tohum bitkileri tarımının arttırılması yönünden desteklenmesi önemli olacaktır. PANKOBĠRLĠK rakamlarına göre, ülkemizde biyoetanol üretimine yönelik Ģeker pancarı ekilebilecek alan 4.5 Milyon Dekar (2-2.5 Milyon Ton Alkol) olup, bu güç iyi bir planlama ile ihracat gücüne dönüĢebilir. Biyoetanol üretiminde, üretim fazlası buğday, niĢasta ve selülozik atıkların da kullanımı gereklidir. 2006-2007 sezonu dünya bitkisel yağ üretimi 119.88 Milyon Ton olup, son verilere göre, yılda 3-4 Milyon Ton fazla yağ gıda, 4-5 Milyon Ton fazla yağ biyodizel için gerekmektedir.Yağ üretimi artıĢı ise 4-6 Milyon Ton Ģeklindedir. Açık ortadadır ve bu açık giderek artacaktır. Bir baĢka deyiĢle, biyodizel üretimi hem ekonomik, hem de etik açıdan değerlendirilmektedir. Biyodizel üretimi için, bol ve ucuz bulunur hammaddelere (ikincil hammaddeler) ilgi giderek artmakta hatta, özel uygulamalar için özel tanımlı biyodizel standartlarından da söz edilmektedir. Ülkemizin bitkisel yağ dengesinde ciddi bir açık ve ekonomiyi zorlama söz konusudur. 2004-2005 döneminde, bitkisel yağ üretimimizin ancak %30‟a yakın kısmı yurtiçi üretim ile karĢılanabilmiĢtir(www.bysd.org.tr). Biyodizel üretimi için, kanola, soya ve aspir baĢta olmak üzere yağlı tohum bitkileri enerji tarımı yapılması ve atık bitkisel yağların değerlendirilmesi gerekmektedir. Türkiye‟de toplam arazinin sadece %33.1‟i iĢlenmektedir. ĠĢlenmeyen arazi içinde tarıma uygun % 3‟lük bir alan mevcuttur. Bu alanın enerji tarımında, özellikle C4 bitkileri (Ģeker kamıĢı, tatlı darı, mısır gibi) ve yağlı tohum bitkileri tarımında kullanılması tarım kesimine yön verecek, istihdam yaratacak ve ulusal gelir artacaktır. Biyodizel ve biyoetanol üretiminin yan ürün olarak, ülkemiz için önemli oranda yem potansiyeli oluĢturacağı da unutulmamalıdır. GAP, YeĢilırmak Havza Projesi gibi projeler kapsamında biyokütle enerji teknolojisi plan ve uygulamaları 230 mutlaka yer almalıdır.Enerji tarımı için, tarım birlik ve kooperatiflerine öncü rol almaları için gerekli teĢvik ve destekler verilmelidir. SONUÇ ve DEĞERLENDĠRME Biyoyakıtlar, karbohidrat ekonomisi ve biyoyaĢam içinde biyorafineri ürünleri olarak yer bulmaktadır. Ülkemiz iklim ve tarım gücü ile, biyoyakıtlar için önemli bir potansiyele iç pazar ve ihracat açısından sahiptir. Biyoyakıtlar konusunda ilgili devlet 13 bürokrat ve teknokratlarında bilgi, yerli ve yabancı giriĢimcilerde yatırım ilgisi mevcuttur. Dokuzuncu Kalkınma Planı‟nda “üretim sistemi içinde yerli ve yenilenebilir enerji kaynaklarının payının azami ölçüde yükseltilmesi hedefi” bulunmaktadır. Bu hedef için biyoyakıtların yaratacağı istihdama ülkemizin ihtiyacı vardır.Türkiye enerji üretim-tüketim dengesi içinde, uygun bir yelpazede biyoyakıtlar giderek artan oranlarda yer bulmalıdır. Türkiye biyoyakıt yol haritası temel gereklilikleri Ģunlardır: • Ulusal enerji stratejisi içinde özellikle yerinde yenilenebilir enerji üretimi için biyoyakıtların öncelikle yer alması • Ulusal tarım stratejisi içinde, enerji tarımı planlamasının yapılması ve hızla uygulamaya alınması • Kanola ve aspir tarımının arttırılması • Atıktan enerji eldesi kapsamında biyoyakıtların öncelikle yer alması • Enerji ormancılığının geliĢtirilmesi • Doğrudan ve dolaylı biyoelektrik üretiminin arttırılması • Biyoelektrik üretiminde biyokütlenin Türk kömürleri ile birlikte kullanımının teĢvik edilerek hızla uygulamaya alınması • Biyogaz üretiminin teĢviki ve arttırılması • AB‟ye biyoyakıt ve biyoelektrik ihracatının teĢvik edilmesi • Biyoyakıt üreticilerinin vergi indirimi, hibe, uluslar arası fonlar ve düĢük faizli kredilerle desteklenmesi • Ġleri biyoyakıt teknololojileri ar-ge çalıĢmalarının yürütülmesi • Motor biyoyakıtlarının akaryakıt sektörü içindeki; üreticiden satıĢ, taĢınım, depolama, harmanlama, dağıtım ve satıĢ aĢamalarındaki ticaretleri ile kalitelerinin denetlenmesi KAYNAKLAR 1- Karaosmanoğlu, F., “Biyoyakıt Teknolojisi ve ĠTÜ araĢtırmaları”, ENKÜS 2006- ĠTÜ Enerji ÇalıĢtayı ve Sergisi, Ġstanbul, 22-23 Haziran 2006. 2- http://www.enerji.gov.tr 3- http://www.dektmk.org.tr 4- Karaosmanoğlu, F., “Enerjinin Önemi, Sınıflandırılması Ġle Kaynak Ġhtiyaç Dengesi ve Gelecekteki Enerji Kaynakları”, Dünya ve 231 Türkiye‟deki Enerji ve Su Kaynaklarının Ulusal ve Uluslararası Güvenliğe Etkileri Sempozyumu, Ġstanbul, 15-16 Ocak 2004. 5- Çetinkaya, M., Karaosmanoğlu, F., “Biyogaz, Türkiye ve Seçenekler”, V. Ulusal Temiz Enerji Sempozyumu, Ġstanbul, 26-28 Mayıs 2004. 232 BĠTKĠ PARAZĠTĠ NEMATODLARLA BĠYOLOJĠK MÜCADELEDE MĠKORĠZALARIN KULLANIMI Zeliha ġAHĠN*1 , Özkan AYDIN 2 , Gülperi YILDIRIM 3 , H. Didem SAĞLAM 4 1,2 Ahi Evran Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarımsal Biyoteknoloji Bölümü 3 Ahi Evran Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bahçe Bitkileri Bölümü 4 Ahi Evran Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bitki Koruma Bölümü ÖZET Bitki paraziti nematodlar tarımsal üretimde önemli verim kayıplarına neden olmaktadırlar. GeliĢimlerini toprakta geçirmeleri sebebiyle mücadeleleri oldukça zordur. Kimyasal mücadele bu zararlılar için her ne kadar kolay gözükse de çevreye ve insan sağlığına toksik etkileri nedeniyle son yıllarda kimyasal mücadeleye alternatif; biyopestisitler, dayanıklı bitki çeĢitleri, entomopatojen fungus ve bakterilerin yanında predatör kullanımı üzerine çalıĢmalarda hız kazanmıĢtır. Bu zararlılarla mücadelede alternatif yöntemlerden biride mikoriza kullanımıdır. Mikorizalar bitkilerde geliĢim düzenleyicisi ve bitki besin elementlerinin alımını arttırması ile hastalıklara ve zararlılara karĢı dayanıklılık kazandırması bakımından önemlidir. Bitki köklerinin mikorizalarla karĢılıklı simbiyotik yaĢam içinde olmasından dolayı bitkide dayanıklılık mekanizmalarının uyarılmasıyla, mikorizalar bitki paraziti nematodları baskılayabilmektedirler. Bu çalıĢmada bitki paraziti nematodların mikoriza türleri ile iliĢkileri ve baskılama Ģekilleri hakkındaki bilgiler derlenerek sunulmaktadır. Anahtar Kelimeler: nematod, biyolojik mücadele, mikoriza, endomikoriza, ekzomikoriza GĠRĠġ Nematodlar, Nematoda Ģubesinde yer alan, toprak, su ve çürümüĢ organik maddelerde yaĢayan canlılardır. Renksiz ve saydam görünüĢlü olup ipliksi solucan olarak adlandırılırlar. Bitki paraziti nematodlar, bitkilerin bulunduğu bütün ortamlarda yaĢama kabiliyetine sahiptirler (Kepenekçi, 2012). Bitkilerde endoparazit, ektoparazit veya yarı endo-ekto parazit Ģekilde beslenebilen nematodlar, solgunluk, saçak köklülük, köklerde lezyonlara veya urlanmalara, yumrulu bitkilerde deformasyonlara ve çürümelere, yapraklarda sararmalara ve uçtan kurumalara, tohum deformasyonuna ve gübre uygulamasından etkin faydanın alınamaması gibi belirtilerle tarımsal üretimde önemli verim kayıplarına neden olmaktadırlar (Kepenekçi, 2012). Bitki paraziti nematod zararından dolayı verim kaybının her sene ortalama 78 milyon dolar civarı olduğu tahmin edilmektedir (Barker 233 et al., 1994). Toprak kökenli zararlılar olmaları ve bitkilerde oluĢturdukları simptomların baĢka hastalık simptomları veya bitki besin elementi eksikliği gibi sorunlarla karıĢtırılması dolayısıyla bunların tanımlanması ve mücadelesi oldukça zordur. En yaygın mücadele yöntemlerinden biri olan kimyasal mücadele çevre ve insan sağlığına etkilerinden dolayı kullanımı sınırlandırılmakta, yüksek maliyetli olması ve sık kullanımı nedeniyle azalan etkinliği gibi nedenlerden dolayı bunlarla mücadelede alternatif mücadele yöntemleri araĢtırılmaktadır. Bitki paraziti nematodlarla mücadelede kimyasal mücadeleye alternatif biyopestisitler, organik – inorganik iyileĢtiriciler, sıcak su uygulaması, bitki rotasyonu ve dayanıklı çeĢit kullanımı gibi yöntemler yanında son yıllarda mikorizalarında nematodlarla mücadelede kullanım olanakları üzerine çalıĢmalar yapılmaktadır (Singh et al., 1990, Asai and Futai, 2001, Vos et al., 2014). Mikorizalar, bitkilerle simbiyotik bir yaĢam Ģekline sahiptirler. Bitkide yetersiz olan ve zor alınan fosfor gibi besin elementlerinin alımında önemli rol oynamaktadır (Marschner, 1995, George,2000, Smith et al., 2011). Bundan dolayı mikoriza ile simbiyotik iliĢki içinde olan bitkiler daha iyi geliĢmekte, mikorizalar kök yenilenmesini teĢvik etmekte böylece bitki büyümesini hızlandırarak bitkilerdeki dayanıklılığı uyararak veya toleranslık sağlayarak toprak kökenli hastalık ve zararlıların zararını baskılayabilmektedir (Kara ve Tilki, 2001). Bu çalıĢma ile mikorizaların genel özellikleri ve bitki paraziti nematodlarla biyolojik mücadelede mikorizaların kullanım olanakları hakkında bilgiler verilecektir. *Mikorizaların Genel Özellikleri Mikoriza kelimesi ilk kez Frank (1885) tarafından, bitki kökleri ile simbiyotik iliĢkide bulunan fungusları tanımlamak amacıyla kullanılmıĢtır (Moser and Haselwandter, 1975, Hayman, 1981). Mikorizalar ormanlık alanlardaki bitkilerde, çayır-mera bitkilerinde, tarla ve bahçe bitkilerinin %95„inde bulunması nedeniyle ekolojik denge için önemlidir (Mehrotra, 2005). Bitkiler, mikorizalar sayesinde topraktan besin elementleri ve suyu daha etkin bir Ģekilde alırken bunun karĢılığında ise mikorizalar bitkilerden karbon (C) ve organik maddeleri almaktadır. Dikotiledon bitkilerin %83‟ü, monokotiledon bitkilerin %79‟u ve Gymnospermlerin ise hepsinde mikorizal yaĢam görüldüğü belirtilmektedir (Palta. ve ark., 2010). Fabacae, Brassicaceae, Crusiferae, Caryophyllaceae ve Chenopodiceae familyalarına ait bazı bitkilerde ise mikorizal kolonizasyonu engelleyecek düzeyde salgılar salgıladıklarından mikorizalar ile birliktelik kurulamamaktadır (Dalpe and Monreal, 2004, Brundrett, 1991, Marschner, 1995). Mikorizal funguslar bitkilerdeki enfeksiyon Ģekilleri, kök içindeki morfolojik fizyolojik yapıları bakımından endomikorizal funguslar ve ekzomikorizal funguslar olmak 234 üzere 2 temel gruba ayrılırlar. Bunun yanında her iki grup özelliği gösteren ektendomikoriza grubuda bulunmaktadır (Plett and Martin, 2012). *Endomikorizal Funguslar Bu funguslar kökteki korteks hücreleri içinde yaĢar ve interselüler veya intraselüler olarak geliĢirler. Endomikorizalar, kortekste hem hücreler arası boĢlukta hem de hücre içi boĢluklarda bulunmaktadır (Harley and Smith, 1983). En bilinen türleri; Erikoid mikorizalar, Orkide mikorizalar ve Arbüsküler Mikorizalar (AM) dır (Marschner, 1995, Palta. ve ark., 2010). Erikoid mikorizalar daha çok açelyalar, yabanmersini ve orman gülleri gibi bitkilerle birlikte bulunurlar. Orkide mikorizalar, Orkide bitkileri ile birlikte yaĢamaktadırlar. Orkidenin ihtiyacı olan besin elementlerini sağlarlar (Siddiqui and Mahmood 1995). Endo-mikorizanın bilinen birçok türü olmasına karĢın en yaygın olanları vesiküler arbüsküler oluĢturmasından dolayı artık bu grup mikorizalar arbüsküler mikoriza (AMF) olarak bilinmektedir (OrtaĢ,1996). Arbüsküler mikorizal funguslar bitkinin kök kabuk hücrelerine penetrasyonundan yaklaĢık olarak iki gün sonra fungus hiflerinin çatallara ayrılmasıyla arbüsküller oluĢmakta, bu oluĢan arbüsküller konukçu ile fungus arasında madde alıĢveriĢi sağlamaktadır. Artan besin alımı ile bitki iyi bir Ģekilde geliĢir ve konukçusundan kendisi için gerekli fotosentetik karbon ihtiyacını karĢılar (Smith et. al., 2010). Bitkide ayrıca abiyotik ve biyotik stresi azaltır. Arbüsküler mikorizal funguslar, taksonomik olarak Zygomycetes sınıfı, Glomerales takımı, Glomeraceae familyasına bağlı olup, Glomus spp., Acaulospora spp., Entrophospora spp., Gigaspora spp., Syclerocystis spp.ve Scutellospora spp. türlerini kapsarlar (Günay, 2005). *Ektomikorizal Funguslar Ektomikorizal funguslar genellikle odunsu dokularda, çok yıllık yabancıotlar ve buğdaygillerde görülmektedirler (Kibar ve PekĢen, 2007). Kök yüzeyinin etrafında bulunan ve “Hartig ağı” olarak tanımlanan fungal miselyum ağı ve fungal miselyum ağından kök korteksinin yüzeyine uzanan “hif yapısı” ile tanımlanırlar (Palta. ve ark., 2010). Bu funguslar, toprak içlerine doğru uzanıp, kökün etrafına hifler ve rizomorflar oluĢturmaktadırlar (Wilcox, 1971, Peterson and Farquhar, 1994, Marschner, 1995). Birçok ektomikorizal fungus, oksin, gibberellin, sitokinin ve etilen gibi büyümeyi teĢvik eden hormonlar üreterek bitki kılcal köklerinin dallanmasını teĢvik ederler. Böylece kök sisteminin absorbe etme kapasitesi ve kök ile fungus dokusu arasında temas alanı artmıĢ olmaktadır (Çetinkaya, 2008). Ektomikoriza oluĢturdukları bilinen, 4000‟nin üzerinde fungus türü esas olarak Basidiomycotina sınıfına ve çok az bir kısmı da Ascomycotina sınıfına dahildir (Bolat, 2006). 235 *Mikorizaların Bitkiye Sağladığı Yararlar Mikorizal fungusların bitki tarafından topraktan alımının zor olduğu fosfor gibi makro ve çinko gibi mikro besin elementlerinin alımında etkin rol oynadığı bilinmektedir (Smith and Smith, 2011, Baum et al., 2015). Mikorizalar bitkide kuraklık, soğuk ve ağır metal toksisitesi gibi abiyotik faktörler ile hastalık ve zararlılar gibi biyotik faktörlere karĢı bitkide dayanıklılık oluĢturmaktadır (Bodker et al., 1998, Çetinkaya ve Dursun, 2010, Singh et al., 2011). Bu funguslar toprakta bitkiye elveriĢli olmayan organik fosfor bileĢiklerini, bitki köklerinin hemen çevresinde pH‟ı düĢürücü bazı enzim ve asitli sıvılar salgılayarak yarayıĢlı hale getirip kendi besin maddesi gereksinimi olarak bünyelerine almakta ve daha sonra bitki köklerine taĢımaktadır. Mikorizal funguslar, kökteki, rizosferdeki ve topraktaki mikroorganizmalar ile temas halindedir. Bu iliĢkiler engelleyici veya teĢvik edici olabilmekte, bazen aralarında rekabet olurken bazen de karĢılıklı olarak birbirlerini etkilemektedirler. Sonuç olarak bu tip interaksiyonlar, mikorizal fungusun yaĢam çemberindeki spor popülasyonu dinamiğinden dıĢsal hiflerin kök kolonizasyonuna kadar bütün geliĢim devrelerinde görülebilmektedir (Fitter and Garbaye, 1994).Mikorizal fungusların önemli diğer özellikleri ise; toprak yapısını iyileĢtirerek bitkisel üretimi kuvvetlendirir ve bitkilerde kuru madde üretimini arttırıcı yönde etkisi bulunmaktadır (Çetinkaya ve Dursun, 2010). Mikorizalar, toprak agregatlarını bir yumak gibi sararak toprağın strüktürünü düzeltip erozyon ile toprak kayıplarını önlediği de bilinmektedir (Palta. ve ark., 2010). *Mikorizaların Nematod Mücadelesinde Kullanım Olanakları Bitki paraziti nematodlar ve mikoriza fungusları genellikle toprakta bitki kök çevresinde kolonize olarak yaĢamaktadırlar. Mikoriza-nematod iliĢkisi, topraktaki bitki besin elementi seviyesine, fungus ve nematod türüne, bitki türüne bağlı olarak değiĢiklik göstermektedir (Ingham, 1988). Ancak her mikoriza türü nematod üremesini engelleyememektedir. Burada bazı özel durumlar söz konusu olduğu çeĢitli araĢtırıcılar tarafından belirtilmiĢtir (Siddiqui and Mahmood 1995, Hol and Cook 2005). Bitki paraziti nematodlar ile mikorizal funguslar arasında bitki besin elementi, yaĢam ve enfeksiyon alanı gibi nedenlerden dolayı bir rekabet söz konusudur (Vos et al., 2014). Endoparazit nematodların enfeksiyon yaptığı bölgelerde vesikülar arbüskülar fungusların koloni oluĢturamadıkları, fungusların geliĢtiği alanlarda ise nadiren nematodların geliĢtiği gözlenmiĢtir (Ingham, 1988). Arbüskülar mikorizal fungusların bitkide kolonize olmasıyla bitki hücrelerinde biyokimyasal değiĢiklikler gözlenmiĢtir. Mikorizal koloniler oluĢtuktan sonra bitki hücrelerinde Ģeker, aminoasit, lignin ve fenolik bileĢiklerin arttığı bununda nematod popülasyonunun düĢüĢünde önemli rol oynadığı farklı araĢtırıcılar tarafından belirtilmiĢtir (Sikora, 1978, Umesh et 236 al., 1988, Singh et al., 1990). Özellikle Meloidogyne gibi endoparazitik nematodlarla arbüskülar funguslar arasında giriĢ yaptıkları alan olan kortekste beslenmeleri bakımından bir rekabet söz konusudur (Schouteden et al, 2015). Mikoriza uygulanmasıyla konukçu bitkide dayanıklılık geliĢmesi sonucu Meloidogyne türlerinin köklerde beslenmesi ile oluĢturduğu dev hücrelerin ve Heterodera türlerinin beslenmesi sonucu oluĢturduğu syncytiaların küçüldüğü, nematod larvalarının geliĢiminin yavaĢladığı (Trudgill and Parrott, 1969, Fassuliotis, 1970), turunçgil ağaçlarında ise Tylenchulus semipenetrans‟ın zararını azalttığı (O‟Bannon et al., 1979) belirlenmiĢtir. Ektomikorizaların, orman alanlarında çok önemli zararlara neden olan Bursaphelenchus xylophilus türüne karĢı laboratuvar koĢullarında çam fidelerine uygulanması ile nematoda karĢı dayanıklılık kazandığı ayrıca çam fidelerinin asit yağmurları gibi olumsuz çevre koĢullarına toleranslı hale geldiği belirlenmiĢtir (Asai and Futai, 2001). SONUÇ Bitki paraziti nematodlar tarımsal üretimde önemli ürün kayıplarına neden olmaktadır. Ülkemiz de gün geçtikçe ciddi zararlara sebep olan bitki paraziti nematodlarla mücadelede kullanılan kimyasallardan dolayı tarım alanları ve doğal kaynaklar kirlenmektedir. Yoğunlukları gittikçe artan bu zararlılarla mücadelede kimyasal mücadeleye alternatif yöntemlerin arayıĢına gidilmektedir. Son yıllarda mikorizalarda bu alternatif mücadele yöntemleri içinde yer almaktadır. Mikorizalar ile ilgili yapılan çalıĢmalarda bütün nematod türlerinde ciddi baskılama sonuçları alınamasa da önemli ekonomik zarar oluĢturan türleri baskıladığı gözlemlenmiĢtir. Mikorizal funguslar, toprakta bitkinin alabileceği besin elementini arttırıp, suyu absorbe ederek bitki ile simbiyotik bir iliĢki içinde bulunmaktadır. Ayrıca bitkilerde, geliĢtirilmiĢ toleranslık, geliĢme alanlarındaki rekabet ve uyarılmıĢ dayanıklılık gibi çeĢitli mekanizmalarla bitkinin toprak zararlıları ve patojenlerine karĢı korunmasını sağlayan doğal bir üründür. Mikorizaların biyolojik mücadelede kullanımları ile ilgili çalıĢmalar uzun yıllardır yapılmasına karĢın teknolojik ilerlemelerin ıĢığında son yıllarda etki mekanizmaları daha da iyi anlaĢılmaya baĢlanmıĢtır. Mikorizalar halen tarımsal üretimde yoğun olarak kullanılmasa da yapılan son çalıĢmalar ıĢığında tarımsal alanlarda bitki paraziti nematodlarla mücadelede kullanım alanları yaygınlaĢtırılmalıdır. Çiftçileri mikoriza kullanım ve biyolojik mücadelenin önemi konularında bilinçlendirecek çalıĢmalar yapılmalı ve IPM programlarına konulması gerekmektedir. 237 KAYNAKLAR Asai, E. and Futai, K. (2001). The effects of long-term exposure to simulated acid rain on the development of pine wilt disease caused by Bursaphelenchus xylophilus. For. Pathol. 31(4) :241-253. Barker, J.S., Starmeri W.T., Fogleman J.C. (1994). Genotype-specific habitat selection for oviposition sites in the cactophilic species Drosophila buzzatii .Heredity. 72(4):384-395 Baum, C., El-Tohamy,W., and Gruda, N. (2015). Increasing the productivity and product quality of vegetable crops using arbuscular mycorrhizal fungi:areview. Sci. Hortic. (Amsterdam).187:131–141 Biçici, M. (2011). Bitki Hastalık Etmenleri Ġle Biyolojik Mücadelenin BaĢarısını Arttırmada Mikoriza‟nın Rolü. Türkiye Biyolojik Mücadele Dergisi, 2 (2): 139-174 Bodker, L., Kjoller, R., and Rosendahl, S. (1998). Effect of phosphate and the arbuscular mycorrhizal fungus Glomus intraradices on disease severity of root rot of peas (Pisum sativum) caused by Aphanomyces euteiches. Mycorrhiza 8 :169–174 Bolat, N.Y. (2006) Doğal Ekosistemde Bulunan Mikoriza Türlerinin Kültür Bitkilerine Adaptasyonunun Sağlanması. Yüksek Lisans Tezi, Çukurova Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü (BasılmıĢ), Adana 64s. Brundrett, M. (1991). Mycorrhizas in Natural Ecosystem. Advance in Ecological Research, (21): 171 -313. Çetinkaya, N. (2008). Mikoriza ve Organik Tarım. Erciyes Üniversitesi Ziraat Fakültesi, Bitki Koruma Bölümü, Fitopatoloji Bilim Dalı. Kayseri Çetinkaya, N. ve Dursun. S. (2010). Mısır Vejetatif GeliĢimi ve Verimi Üzerinde Bir Endomikorizal Preparatın Etkileri. Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi Dergisi,7(1):5359. Dalpe, Y. and Monreal, M. (2004). Arbuscular mycorrhiza inoculum to support sustainable cropping systems. Cited Online. Crop Management 10.1094. Fassuliotis, G. (1970) Resistance of Cucumis spp. to the root-knot nematode, Meloidogyne incognita acrita. Journal of Nematology. 2.(2):174–178. Fitter, A.H. and Garbaye J. (1994). Interactions between mycorrhizal fungi and other soil organisms. Plant Soil 159: 123–132 Günay, Ġ. (2005). Tarsus Karabucak Ormanlarındaki Okaliptüs ve Fıstık Çamlarının Köklerinde Mutualistik Olarak YaĢayan Ektomikorizal Fungusların Belirlenmesi. Yüksek Lisans Tezi, Çukurova Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, Adana, 41 s. Harley. J.L. and Smith. S.E. (1983). Mycorrhizal Symbiosis. Academic Press. London 238 Hayman, D.(1982). Influence of Soils and Fertility on Activity and Survival Vesicular – Arbuscular Mycorrhizal Fungi. Phytopathology, 72: 1119 1126. Hol, W.H.G. and Cook, R. (2005). An overview of arbuscular mycorrhizal fungi-nematode interactions. Basic and Applied Ecology,6 (6) :489-503. Ingham, R.E.(1988). Interactions between nematodes and vesiculararbuscular mycorrhizae. Agriculture, Ecosystems and Environment, 24:169 - 182. Kara, Ö. ve Tilki, F. (2001). Mikoriza ve Ormancılıkta Kullanımı. Ġstanbul Üniversitesi Orman Fakültesi Dergisi, 51(1): 127-139. Kepenekci, Ġ. (2012). Nematoloji (Bitki Paraziti ve Entomopatojen Nematodlar)[Genel Nematoloji (Cilt-I), ISBN 978-605-4672-110, Yayım ve Yayımlar Dairesi BaĢkanlığı, Tarım Bilim Serisi Yayın :3, 458 s. Kibar, B. ve PekĢen, A. (2007). Ektomikorizanın Tarım ve Ormancılık Bakımından Önemi. Ondokuz Mayıs Üniversitesi Ziraat Fakültesi Dergisi, 22(2):232-238. Marschner, H.(1995). Mineral Nutrition Of High Plants. Second Edition. Academic Press London. Marschner, H.(1995). Mycorrhizae. Mineral Nutrition of Higher Plants (Second Edition), Academic Press. 566 - 595. Mehrotra, V.S. (2005). Mycorrhizal: (E:Mehrotra, V.S) Role and Applications. Allied Publishers. Moser, M. and Haselwandter, K. (1975). Ecophysiology of Mycorrhizal Symbiosis. Encylopedia of Plant Physiology.(12):391 - 421. O‟Bannon. J.H., Inserra. R.N., Nemec. S. and Vovlas. N., (1979). The influence of Glomus mosseae on Tylenchulus semipenetrans- infeeted and uninlected Citrus lemon seedlings. J. Nematol. 11(3) :247-250 OrtaĢ, Ġ., Harris, P.J., Rowell, D.L. (1996). Enhanced Uptake Of phosphorus By Mycorrhizal Sorghum Plants As Influenced By forms Of Nitrogen. Plant Soil 184:255-264. OrtaĢ. Ġ. (1996). The influence of use of different rates of inoculum on root infection plant growth and phosphorus uptake. Communication Soil Science and Plant Analyses. 27(18-20). 2935-2946. Palta ġ., Demir, S., ġengönül, K., Kara, Ö. ve ġensoy, H., (2010). Arbüsküler Mikorizal Funguslar (AMF) Bitki ve Toprakla ĠliĢkileri, Mera Islahındaki Önemleri. Bartın Orman Fakültesi Dergisi, 12(18): 87-98 Peterson, R.L. and Farquhar, M.L. (1994). Mycorrhizae - Integrated Development Between Root and Fungi . Mycologia, 86 (3) 311-326 239 Plett , J.M. and Martin, F. (2012). Molecular Interactions in Mycorrhizal Development Biocomplexity of Plant–Fungal Interactions. (E: Southworth, D.) 2958 pp. Schouteden, N., De Waele, D., Panis, B. and Vos, C.M. (2015). Arbuscular mycorrhizal fungi for the biocontrol of plant parasitic nematodes: a review of the mechanisms involved. Plant biotic interactions. Vol(5). Article 1280. 12pp. Siddiqui, Z.A and Mahmood, I.. (1995) Role of plant symbionts in nematode management: a review. Bioresour Technol 54(3):217–226 Sikora, R.A. (1978). Effect of the endotrophic mycorrhizal fungus, Glomus mosseae, on the host-parasite relationship of Meloidogyne incognita in tomato. J. Plant Dis. Protect., 85:197-20 Singh, L.P., Gill, S.S., and Tuteja, N. (2011). Unraveling the role of fungal symbionts in plant abiotic stress tolerance. Plant Signal. Behav.6(2), 175– 191. Singh, Y.P., Singh, R.A. and Sitaramaiah, K. (1990). Effect of the mycorrhizal fungus Glomus fasciculatus on the host- parasite relationship of Rotylenchulus reniformis in tomato. Nematologica. 28: 412-419. Smith, S.E. and Smith, F.A. (2011). Roles of arbuscular mycorrhizae in plant nutrition and growth: new paradigms from cellular to ecosystem scales. Annu. Rev.PlantBiol. 62: 227 -250. Smith, S.E., Facelli, E., Pope, S. and Smith, F.A. (2010) .Plant performance in stressful environments: interpreting new and established knowledge of the roles of arbuscular mycorrhizae. PlantSoil 326, 3–20. Trudgill, D.L. and Parott, D.M. (1969). The behavior of the population of potato cyst nematode Heterodera rostochinesis towards three resistant potato hybrids. Nematologica 15(3):381-388 Umesh, K.C., Krishnappa, K. and Bagyaraj, D.J. (1988). Interaction of burrowing nematode, Radopholus similis (Cobb, 1893) Thorne 1949, and VA mycorrhiza, Glomus fasciculatum (Thxt.) Gerd. and Trappe, in banana (Musa acuminata Colla.). Indian Journal of Nematology, 18(1): 6–11 Vos, C.M., Yang, Y., De Coninck, B. and Cammue ,B.P.A. (2014). Fungal(like) biocontrol organisms in tomato disease control. Biol. Control 74, 65–81. Wilcox, H.E. (1971). Morphology of Ectomycorrhizae in Pinus resinosa. E: Hacskaylo E, Mycorrhizas 54- 68. U.S. D.A. Misc. Publ. 1189, 225. 240 ÜLKEMĠZDE TARIMIN DURUMU VE GENÇLERĠN TARIMDAKĠ ROLÜ Merve AYKUT1 *, Özlem AYDIN2 1 Ahi Evran Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Tarımsal Biyoteknoloji Bolümü, AĢıkpaĢa YerleĢkesi, KırĢehir 2 Ahi Evran Üniversitesi Mühendislik-Mimarlık Fakültesi Gıda Mühendisliği Bölümü BağbaĢı YerleĢkesi, KırĢehir ÖZET Türkiye‟miz üç tarafı denizlerle çevrili, dört mevsimin yaĢanabildiği, verimli topraklara sahip bir ülkedir. Kıyı bölgeleri ile iç kesimlerde farklı iklim koĢulları hâkim olduğundan ürün çeĢitliliği de fazladır. Bu çeĢitliliği etkileyen faktörler, toprak ve bakımı, sulama, gübreleme, ilaçlama, tohum ıslahı, makineleĢme ve ürünlerin pazarlanmasıdır. Ülkemizde tarım 1980‟li yıllara kadar halkımızı yeterince beslemiĢ, böylece ithalata gerek duyulmamıĢtır. Ancak, 80‟lerden itibaren serbest piyasa ekonomisi inĢaat sektörünü geliĢtirmiĢtir. Tarımdaki en önemli sorun girdi maliyetlerinin yüksekliğidir. Gübre, mazot, yem, ilaç ve tohum ithal edilmektedir. Girdi maliyetlerinin yüksekliği tarımı arka plana itmiĢtir. Ġzlenen yanlıĢ politikalar da Anadolu toprağının çölleĢmesine neden olmuĢtur. Artan nüfusla miras yoluyla bölünen tarım arazileri köyden kente göçü tetikleyen diğer bir faktör olmuĢtur. Bu da tarımla geçinen nüfusun gittikçe azalmasına neden olduğu gibi genç nüfusun tarımdan uzaklaĢmasına sebebiyet vermiĢtir. Genç nüfusun tarımdan uzaklaĢması demek yakın gelecekte tarımla uğraĢan kimselerin kalmayacağını, verimli arazilerimizin de zaman içinde boĢ bırakılmaktan erozyona uğrayacağını ve sonuç olarak tarım arazilerimizin tamamının yok olacağını göstermektedir. Bu gidiĢata son verebilmek amacıyla gereken önlemler alınmalıdır. Öncelikle Ziraat Fakültelerinde okuyan gençler bilinçlendirilmeli, dersin dıĢında eğitim seminerleri verilerek gençlerin ilgisinin bu yöne çekilmesi sağlanmalıdır. Gençlerin birebir çiftçilerle bir araya gelip tarımdaki zorlukları görmeleri sağlanmalıdır. Böylece çiftçi-öğrenci-akademisyen üçlüsü birleĢerek sorunlara en kökten çözüm yolları geliĢtirebileceklerdir. Anahtar Sözcükler: Tarım, gençlik, girdi maliyetleri, çözüm yolları 1.GĠRĠġ Köyden kente göç olgusu 1950li yıllara dayanmaktadır. Ġlk etapta sorun olarak algılanmamıĢtır ancak sonrasında kent yaĢamı açısından sorunlar ortaya çıktığı görülmüĢtür. Göç eden ailelerin kentteki yaĢam standardının düĢüklüğü dikkat çekmiĢtir. Kentin gerçek nüfusunu oluĢturan 241 “kentli” olarak adlandırabileceğimiz kesim de bu göç dalgasından olumsuz olarak etkilenmiĢtir (GüreĢçi 2010a). Ancak bizim asıl ilgilendiğimiz de köyden kente olan göç dalgasının olumsuz etkilerine maruz kalmıĢ olan tüm ülkemiz halkıdır. Burada anlatmak istediklerimiz kentli kesimi, göç eden kesimi ve köyde kalan kesimi beraberce ilgilendirmektedir. Vurgulamak istediğimiz ise kısaca geleceğimizdir. Bu çalıĢmada sorunlarımıza ana hatlarıyla değindik. Burada gençlerin tarıma bakıĢ açısını ve tarımsal eğitime bakıĢ açılarını sorgulayarak sorunların çözümü için neler yapılabilir diye genç beyinlerin fikirlerini almak istedik. Bu sayede sorunlara bir de bu pencereden bakalım istedik. Göçlerin ana nedeni gibi görünen öncelikle kırsal kesimdeki iĢsizlik oranının hızla yükselmesidir. Bu iĢsizlik artan nüfusla birlikte ekim-dikim yapılabilecek arazilerin azalmasına sebep olmuĢtur. Coğrafi nedenler de ekim-dikim yapılabilecek arazilerin azalmasında etkili olmuĢtur. Aslında sebep çoktur. Ama sebepten çok sonuca ve de etkilere odaklanmak daha doğru bir yaklaĢım olacaktır. ĠĢsizlik profilinde göze çarpan ise genç nüfusun olmasıdır. Bu genç nüfus aynı zamanda tarımı cazip bir istihdam alanı olarak görmemektedir. Kentin cazibesi de bunda etkili olmuĢtur. Dolayısıyla genç köy dıĢında bir hayatı istemektedir artık. Kentlerdeki hizmet ve sanayi sektörlerinin, düĢük vasıflı iĢ gücü talebi de genç nüfusun köyden kente göçünü tetiklemektedir. Genç nüfusun kente göç etmesi ile çiftçiliğe ilgisinin hızla düĢmesi ise dinamik bir kırsal ekonomi için ihtiyaç duyulan üretken iĢ gücünün kaybı ve sürdürülebilirlik için tehdit oluĢturmaktadır (Arlı ve ark., 2014; GüreĢçi 2010a; GüreĢçi 2010b). Her ülkede sanayileĢme sürecinde iç nüfus hareketleri yani göçler ile karĢılaĢılmaktadır. Bu olayın sonucunda kırsal alanlar genç ve dinamik nüfus kaybına uğrarken kentler de suni olarak büyümektedir (Arlı ve ark., 2014). Birçok kentte kırsaldan gelenlere yetecek alt yapı ve istihdam olanakları mevcut değildir. Bunlara ilaveten bir yandan kırsal kesimde üretim ve gelirin azalması, diğer yandan kent yaĢamının kalitesinin düĢmesi gibi iki yönlü olumsuzluk ortaya çıkmaktadır. 2.ÜLKEMĠZDEKĠ TARIMIN DURUMU Anadolu insanının yüzyıllar boyunca en önemli geçim kaynağı tarım olmuĢtur. Cumhuriyetin kurulmasından itibaren 1980‟li yıllara kadar ithalata gerek duyulmamıĢtır. Seksenlerden baĢlayarak birçok alanda geliĢmeler kaydedilirken tarım alanında gerileme olmuĢtur (Ulusoy 2010). Türkiye‟de köyden kente göç 1950‟li yıllarda baĢlamıĢtır. BaĢlangıçta bu durum bir sorun olarak algılanmamıĢ, tam aksine artan sanayi kolları sebebiyle iĢgücü ihtiyacını karĢıladığından dolayı cazip hale gelmiĢtir. Fakat sonrasında birçok sorun ve sıkıntı baĢ göstermiĢtir. En baĢta tarımın 242 gerilemesine sebep olmuĢtur. Sonrasında göç dalgaları kentsel yaĢamı olumsuz etkilemiĢtir. Köyden kente göç eden nüfusun köyde yaĢadıkları hayattan daha düĢük standartlarda yaĢamalarına sebep olmuĢtur (Ulusoy 2010; GüreĢçi 2010a). Tarımdaki en önemli sorun aslında girdi maliyetlerinin yüksekliğidir. Tarımı baltalayan en önemli faktördür. Gübre, mazot, yem, ilaç ve tohum ithal edilmektedir. Bu durum tarımı arka plana itmiĢtir. Anadolu toprağının çölleĢmesine neden olan hatalı uygulamalar da tarımı geriletmiĢtir. Doğal kaynaklar bilinçli bir Ģekilde kullanılmadığından tarım uygulamaları yer altı kaynaklarını tüketmekte ve hatta tarım toprakları büyük oranda yok olmaktadır (Ulusoy 2010). Artan nüfusla miras yoluyla bölünen tarım arazileri köyden kente göçü tetikleyen en önemli faktördür. Bu da tarımla geçinen nüfusun gittikçe azalmasına neden olduğu gibi genç nüfusun tarımdan uzaklaĢmasına sebebiyet vermiĢtir. (GüreĢçi 2010a; GüreĢçi 2010b). 3.GENÇLERĠN TARIMDAKĠ ROLÜ Ülkemizde köyden kente göçün tetikleyicisi birçok neden vardır. Hızlı nüfus artıĢı, tarım alanlarının miras yoluyla küçük parçalara ayrılması, eğitim hizmetlerinin, alt yapı, sağlık hizmetlerinin yetersizliği, kan davaları ve terör olayları, iklim ve yer Ģekillerin olumsuz etkileri, iĢ imkânlarının sınırlı olması, kentlerde sanayinin geliĢmiĢ olması köyden kentte göçü etkileyen faktörler olmuĢtur (GüreĢçi 2010a, GüreĢçi 2010b). Göç sebebiyle genç nüfus tarımdan uzaklaĢmıĢtır. Bu da yakın gelecekte tarımla uğraĢan kimselerin kalmayacağını, verimli arazilerimizin de zaman içinde boĢ bırakılmaktan erozyona uğrayacağını ve sonuç olarak tarım arazilerimizin tamamının yok olacağını göstermektedir. Dolayısıyla bir an önce gerekli önlemlerin alınması gerekmektedir (Ulusoy 2010). 3.1.Gençlerin Tarıma ve Tarımsal Eğitime BakıĢı Gençlerin tarıma olan ilgisi hakkında bilgi sahibi olmak ve bu Ģekilde tarımı canlandırmak gerekmektedir. Ziraat Fakültesi öğrencilerine ziraat eğitimi hakkında görüĢleri ve tarım hakkındaki, tarımın geleceği hakkındaki fikirlerine baĢvurulmuĢtur. Onlardan gelen geri dönüĢlerin çok değerli olduğu açıktır. Öğrencilere okudukları fakülteye bilinçli olarak mı geldikleri yoksa tesadüfen mi kazandıkları sorulmuĢtur. Öğrencilerin bir kısmı tesadüfen geldiklerini söylemiĢlerdir. Bu kısım düĢük bir oran olup, öğrencilerin bilinçli bir Ģekilde tarım eğitimini seçtiklerini göstermiĢtir. Ailesi çiftçi olup da gelenler de vardır. Ancak bunlar tahmin edileceği üzere düĢük bir orana 243 sahiptir. Buradan da tarımla uğraĢan kesimin azaldığını görebilmekteyiz. Öğrencilerin ülkemizdeki tarım politikaları hakkındaki görüĢlerine de baĢvurulmuĢtur. Öğrenciler de mevcut tarım politikalarının güncellenmesi gerektiğini savunmuĢlardır. 4.SONUÇLAR ve ÖNERĠLER Tarımdaki sorunlar sadece ülkemizde değil dünyada da mevcuttur. Bunu tetikleyen en önemli faktör ise aĢırı nüfus artıĢıdır. Artan nüfus nedeniyle toprak ve su baĢta olmak üzere doğal kaynaklar aĢırı miktarda tüketilmektedir. Özellikle kuru toprak alanlarında sulamanın yaygınlaĢtırılması ve çoğalması için çalıĢılmalıdır. Örneğin baraj sayısı arttırılmalıdır. Toprağın yapısını bilerek hareket etmeliyiz. Islah, sulama, gübreleme, makineleĢme ve en son olarak tarım ürünlerinin pazarlanması aĢamalarına gereken önem verilmelidir. Suni gübre kullanımı dıĢarıya bağlı olduğundan maliyeti yüksektir. Bu nedenle yerli üretimi arttırmak gereklidir. Her alanda yerli üretimi arttırmak girdi maliyetlerinin düĢmesini sağlayacaktır. Modern tarım yöntemleri bir ülkenin ekonomisini ve geleceğini tayin eder, iĢ alanlarını açar. Bilimsel yöntemlere açık olmak tarımı geliĢtirir. Bu sayede iĢçilere, toprak sahibine, sanayicisinden, ihracatçısına tarımla geçinen her insan grubuna eĢit oranda fayda sağlar. Böylece ülke ekonomisine de katkı sağlar. Bu da genç nüfusun göç etmesinin önüne geçecektir. Genç nüfusun göç etmemesi demek, tarım sektörünün yeniden canlanması demektir. Sonuç olarak, çiftçi öğrenci, akademisyen üçlüsünün bir araya gelmesi gerekmektedir. Tarımın taze kana ihtiyacı vardır. Tarımsal sorunlara bilimden güç alarak çözümler üretilmelidir. Bunun için ise anahtar gençliktedir. KAYNAKLAR Arlı, R., Balcı, M., Abay, C. (2014). Gençlerin Kırsalda Çiftçilik Yapma Eğilimleri: Akhisar Ġlçesi Örneği. Ulusal Aile Çiftçiliği Sempozyumu. 30-31 Ekim 2014, Ankara, s. 27-32 GüreĢçi, E. (2010)a. Türkiye‟de Kentten-Köye Göç Olgusu. DoğuĢ Üniversitesi Dergisi, 11 (1):77-86. GüreĢçi, E. (2010)b. Köyden Kente Göçün Köydeki ve Kentteki Yansımaları: Akpınar Köyü Üzerine Bir Değerlendirme. Sosyal ve BeĢeri Bilimler Dergisi. 2(2):42-55 Ulusoy, Y. (2010). Üvey http://www.yilmazulusoy.com/tr/makaleler/uvey-evlat-tarim 28.03.2016) 244 Evlat (EriĢim Tarım. tarihi: YAġ MEYVE VE SEBZLERDE HASAT SONRASI KAYIPLAR VE MUHAFAZA *Müge DOĞANER Ahi Evran Üniversitesi Ziraat Fakültesi ÖZET YaĢ meyve ve sebzeler insan beslenmesinde oldukça önemli olan ürün gruplarıdır. Sağlığımız için gerekli olan çok sayıda vitamini ve besin maddesini meyve ve sebzelerden karĢılarız. Ancak bu ürünlerin yüksek oranda su içermeleri ve hasattan sonra da solunumlarına devam etmeleri çabuk bozulmalarına neden olmaktadır. Tarımsal üretimde amaç; ürünlerin yıl boyunca yeterli ve en yüksek kalitede tüketiciye sunulmasıdır.Ülkemizin önemli miktarlarda yaĢ meyve ve sebze üretimine karĢın, dıĢsatımın istenilen seviyede olmaması ülkemizin üretim açısından sahip olduğu avantajları dıĢ satımda aynı Ģekilde kullanamadığını, yetiĢtiricilik, ürünün pazara hazırlanması ve pazarlama aĢamalarında bir takım sorunları olduğunu göstermektedir. Bahçe ürünlerinde hasat ve hasat sonrası aĢamalarda önemli miktarlarda ürün kayıpları meydana gelmektedir.Hasat sonrası kayıpları azaltmak amacıyla günümüzde değiĢik hasat sonrası teknikleri geliĢtirilmiĢ olup, bunlar arasında en yaygın kullanılan teknolojiler; ürünlerin soğukta, modifiye atmosferde (MA), kontrollü atmosferde (KA), ultra düĢük oksijende (Ultra Low Oxygen - ULO) ve dinamik kontrollü atmosfer (DKA) koĢullarında muhafazasıdır. Bu derleme çalıĢmasında yaĢ meyve ve sebzelerin hasat sonrası depolama koĢullarının önemi ve hasat sonrası kayıpların azaltılması yönünde yapılan araĢtırmalar incelenmiĢ, ülkemizde ve dünyada kullanılan teknikler ve yöntemler ele alınmıĢtır. Anahtar kelime : hasat, muhafaza, kalite GĠRĠġ Dünya tarımında yaĢ sebze meyve üretimi ve ticareti önemli bir yere sahiptir. Elde edilen bu ürünlerin muhafazası ve bakım koĢulları da ticari önem kazanmasında büyük ölçüde etkilidir. YaĢ meyve ve sebzeler insan beslenmesinde de oldukça önemli olan ürün gruplarıdır. Bitkisel üretimde ürünlerin yüksek miktarda içerdikleri su nedeni ile birlikte hasattan sonrada solunumlarına devam etmeleri ürünlerin bozulmalarına ve depo ömürlerinin kısalmasına sebep olmaktadır. GeliĢmekte olan ülkelerde, hasat sonrası ürün kayıpları genellikle uygun olmayan depolama Ģartları ve taĢıma yöntemlerine bağlı olarak ciddi oranlarda gerçekleĢmektedir. Ülkemizde de soğuk zincirin çeĢitli aĢamalarında gerçekleĢen kayıplar önemli boyutlara 245 ulaĢmaktadır. (Süfer ,2012) Yapılarında yaklaĢık olarak %95 oranında su bulunan meyve ve sebzelerin tüketim aĢamasına kadar geçen süreçte çeĢitli yöntemlerle dayanıklı hale getirilmeleri gerekir. Bozulmaya neden olan biyokimyasal reaksiyonlar ile mikrobiyolojik faaliyetler yüksek su aktivitesi değerlerinde daha kolay gerçekleĢir. Bu nedenle, meyve ve sebzelerin bozulmalarını önlemek için su aktivitesini düĢürecek iĢlemler uygulanmalıdır (Demiray, 2010). Bahçe ürünlerinde hasat ve hasat sonrası aĢamalarda önemli miktarlarda ürün kayıpları meydana gelmektedir. Bu kayıpların oranı, geliĢmiĢ ülkelerde ürüne ve hasat sonrası iĢlemlere bağlı olarak %5-20, ülkemiz gibi geliĢmekte olan olan ülkelerde ise %20-50 arasında değiĢmektedir.(Kader, 2002). DÜNYADA VE TÜRKĠYEDE MEYVE ÜRETĠMĠ Türkiye, dünya üzerinde bulunduğu coğrafi konumu nedeniyle tropik bahçe bitkileri dıĢında tüm meyve türleri için oldukça elveriĢli bir iklime sahiptir. Türkiye‟de yetiĢtirilmekte olan meyve türlerinin önemli bir kısmını ılıman iklim meyveleri oluĢturmaktadır. Bunlar içerisinde üzüm, elma, fındık, armut, Ģeftali, kayısı, erik, kiraz, ceviz, kestane, ayva, badem, antepfıstığı gibi türler yaygın olarak yetiĢtirilmektedir. (Ağaoğlu ve ark.,1997). Dünya meyve üretiminde söz sahibi ülkeler sırasıyla; Çin, Hindistan, Brezilya,ABD, Ġtalya, Ġspanya, Meksika, Endonezya,Ġran, Filipinler, Fransa, Türkiye‟dir. DÜNYADA VE TÜRKĠYEDE SEBZE ÜRETĠMĠ Sebze tarımı birim alanda yarattığı yüksek verim ve sağladığı net gelir nedeniyle, her geçen gün daha fazla dikkat çekmekte; geleneksel sebze üreticilerine ek olarak, tarım alanında faaliyet gösteren diger üreticilerin ve hatta sanayi, inĢaat, turizm, ulaĢım gibi tamamen baĢka sektörlerde iĢ yapan kiĢilerin ve Ģirketlerin ilgi odağı haline gelmektedir. Yıllık 26 milyon ton sebze üretimi gerçekleĢtiren Türkiye; Çin, Hindistan ve ABD‟den sonra dünyanın en çok sebze üreten dördüncü ülkesidir. Türkiye‟de en yüksek verim, iklim avantajının ve seracılık bölgesi olmasının doğal sonucu olarak Akdeniz Bölgesi‟nde alınmaktadır (Abak ve ark., 2008) MUHAFAZA NEDEN GEREKLĠDĠR ? YaĢ meyve ve sebzeler insan beslenmesinde oldukça önemli olan ürün gruplarıdır. Sağlığımız için gerekli olan çok sayıda vitamini ve besin maddesini meyve ve sebzelerden karĢılarız. Ancak bu ürünlerin yüksek oranda su içermeleri ve hasattan sonra da solunumlarına devam etmeleri 246 çabuk bozulmalarına neden olmaktadır. Bu nedenle, bahçe ürünlerinin kalitelerinin korunması ve bozulmaların önlenmesi için hasat sonrası çok hızlı bir Ģekilde soğuk zincire dahil edilmeleri gereklidir. Kiraz, çilek, brokoli, marul ve üzüm gibi çabuk bozulan meyve ve sebzelerde bu olay daha da önemlidir. Bu nedenle, bahçe ürünlerinde kalitenin korunması için meyve ve sebzelerin bahçeden sofraya ulaĢıncaya kadar soğuk zincirin kırılmadan uygulanması ve tüketiciye kadar ürüne özgü sıcaklık ve nemde muhafaza edilmesi gerekir (Ekinci ve Yapar, 2004; Bogataj vd., 2005; Yahia, 2010). DEPOLAMA VE MUHAFAZA SĠSTEMLERĠ 1. Basit Depolama Sistemleri Önceleri, meyve ve sebzelerin saklanmasında kullanılan depolar; kiler, samanlık ve toprak altında bulunan doğal veya yapay mağaralardır. Bunlar, ürünü çeĢitli dıĢ etkenlerden, sıcaklık ve dondan korur. Ayrıca, dıĢ soğuk havadan daha etkili ve kontrollü olarak yararlanılacak Ģekilde geliĢtirilmiĢtir. BaĢka bir soğutma sistemi yoktur ve “adi depolar” olarak isimlendirilir. Örneğin; havalandırma düzeninin çalıĢtırılması elle, yarı veya tam otomatik olarak sağlanır. Orta Anadolu‟da NevĢehir çevresinde bulunan bu tip depolar bugün bile baĢarı ile kullanılmaktadır. Buna rağmen depolama süresi; su kaybı, hastalık ve bozukluklar ve hızlı olgunlaĢma nedeni ile oldukça kısalır. Elma ve armut çeĢitleri, turunçgil meyveleri, kavun, patates, soğan ve benzeri kök sebzeler saklanabilir. 2. Soğuk Hava Depoları Her türlü soğutma donanımı bulunan, dıĢ koĢullardan etkilenmeyecek Ģekilde izole edilmiĢ, ısı ve nem koĢulları depolanan ürünlerin türlerine göre ayarlanabilen, bozulabilir nitelikteki gıdaların depolanması amacıyla kurulu tesisler olup, kardan ziyade kalitenin korunmasını temel almaktadırlar. Hasat edilmiĢ meyve ve sebzeler uygun koĢullarda depolanınca, taze haldeki niteliklerini bir süre, önemli ölçüde korurlar. Uygun koĢullar, sıcaklık derecesi ve bağıl nemin ayarlanması ile sağlanır. Her türlü meyve ve sebzenin, en iyi Ģekilde depolanabildiği belli sıcaklık derecesi ve bağıl nem söz konusudur. 3.Kontrollü Atmosferde (KA) Muhafaza 247 Kontrollü atmosferde (KA) depolama sistemi, taze meyve ve sebzelerin dalından koparıldığı tazelikte, firesiz, daha uzun süreli depolama ve nakliyesi için geliĢtirilen muhafaza yöntemlerinden biridir. Yöntemin temel prensibi ortamdaki oksijen oranını azaltarak aerobik Ģartlarda ürünün metabolik faaliyetlerini yavaĢlatıp olgunlaĢma ve yaĢlanmayı geciktirmek, aynı zamanda çeĢitli mikroorganizma, böcek, fare gibi tüm zararlıların faaliyetlerini durdurmak, bozulma ve çürümeleri önlemektir. 4. Modifiye Atmosferde Muhafaza Modifiye atmosferde; gaza geçirimsiz veya amaca göre belirli bir düzeyde gaz geçirgenliğine sahip bir ambalaj içindeki hava vakum yoluyla uzaklaĢtırılır (vakum paketleme) ya da ambalaj içindeki hava uzaklaĢtırıldıktan sonra ambalaj; azot, karbondioksit veya bu iki gazın belirli orandaki karıĢımları ile doldurulur. Oksijen gıda ürünlerinin en büyük düĢmanıdır. Oksijen açısından zengin bir ortam, çok sayıda bakteri ve küfün üremesine veya oksidatif reaksiyonlara yol açarak gıda ürünlerinin kalitesini düĢürmektedir. Bu nedenle, kontrollü ve modifiye atmosferde ambalajlama, depolama ve nakliye biçimleri ürünün raf ömrünü artırmakta, birçok gıda ürünü ilk günkü tazelikte uzun süre saklanabilmektedir. BAHÇE ÜRÜNLERĠNDE HASAT SONRASI ÜRÜN KAYIPLARI VE NEDENLERĠ Toplumlarda ekonomik koĢulların iyileĢtirilmesiyle birlikte yüksek kaliteli sebze ve meyveye olan talep artmaktadır. Bahçe ürünlerinin sadece ülke içerisine değil diğer ülkelere de pazarlanabilmesi amacıyla uygun koĢullarda uzun mesafelere taĢınabilmesi gerekmektedir. Ancak, iĢleme ve depolamaya gereken dikkat gösterilmediği takdirde uzun mesafeli taĢıma esnasında ağır kayıpların yanı sıra sebze ve meyvelerin bozulması, çevre problemlerinin oluĢumu görülmektedir(Liu,1999). Hasat sonrası ürün kayıpları birçok Ģekilde meydana gelebilmektedir. Bu kayıpların en önemlisi ağırlık kaybı, çürüme, soğuklama zararları nedeniyle oluĢan bozulmalardan dolayı meydana gelen niceliksel ürün kayıplardır. Az miktarda besin değeri, tad, lezzet gibi niteliksel kayıplar da oluĢabilmektedir. Bu kayıplar ürünün pazar değerinin azalmasına ve dolayısıyla üreticinin parasal kayıplara uğramasına neden olmaktadır (Anonymous, 2000). 248 HASAT KAYIPLARINDA GÖRÜLEN ÖNEMLĠ HASTALIK VE ZARARLILAR NELERDĠR? Hasat sonrası yaĢ meyve sebzelerde meydana gelen bozulmalar, büyük ekonomik kayıplara sebep olmaktadır. Hasat sonrası ürünlerde görülen hastalık ve bozulmaların büyük kısmını fungal hastalıklar oluĢturmaktadır. Bunlar meyve ve sebzelerde önemli zararlar yapan, kaliteyi düĢüren ve genellikle raf ömrünü bitiren hastalık etmenleridir. Abiyotik Kaynaklı Faktörler Metabolitlerin eksikliği veya fazlalığı, ürünün bulunduğu ortamın nemi ve sıcaklığı, kimyasal ve fiziksel yaralanmalar hasattan sonra ürünlerin bozulmasına neden olan abiyotik faktörlerdir. Biyolojik Kaynaklı Faktörler Bu bölümün en büyük kısmını funguslar ve bakteriler oluĢturmaktadır. Bunlar depolarda yaygın olarak görülürler ve büyük kayıplara neden olurlar. Virüsler, viroidler, böcekler ve nematodlar daha az öneme sahiptirler, fakat özel bazı ürünlerde önemli kayıplara sebep olabilirler. SEBZE VE MEYVELERDE HASAT SONRASI KAYIPLARIN ÖNLENMESĠ Hasat sonrası kayıplar bahçede, paketleme alanında, depolama, taĢıma esnasında, perakendeci veya toptancıda meydana gelebilmektedir. Kayıplar kötü tesis, bilgi eksikliği, zayıf yönetim, pazarlama eksikliği, üretici veya çalıĢanların dikkatsizliği gibi nedenlerden dolayı ortaya çıkabilmektedir. Ayrıca, evlerde tüketicinin neden olduğu kayıplarda bulunmaktadır. Tüm bu Kayıpları dikkate alındığında Hasat sonrası kayıpları genel olarak 4 kategoride incelemek mümkündür (Fallik ve Ahroni, 1996; Liu,1999; Panhwar, 2006). Bunlar ; 1.) Mekanik Zedelenmeler 2.) Fizyolojik Bozulmalar 3.) Hastalıklar 4.) Pazar Talep Eksikliği KAYNAKÇA Demiray, E., & Tülek, Y. (2010). DonmuĢ Muhafaza Sırasında Meyve ve Sebzelerde OluĢan Kalite DeğiĢimleri. Akademik Gıda, 8(2), 36-44. Öz, A. T., & Süfer, Ö. (2013). Taze Meyve ve Sebzelerin Muhafazasında Modifiye Atmosfer Paketlemenin Doğal BileĢiklerle Birlikte Kullanımı.Academic Food Journal/Akademik GIDA, 11(2). Anonymous. 2000c. Postharvest Handling of Citrus Fruit. The International Course on Research and Development In Postharvest Biology and Technology 249 Liu, F.W., 1999. Postharvest Handling in Asia 2. Horticultural Crops. Food & Fertilizer Technology Center. http://www.fftc.agnet.org/library/eb/465b/ Kader AA, 2002. Postharvest Biology and Tech-nology: an overview in Postharvest Technology of Horticultural Crops. University of California, Agriculture and Natural Resources, Publication number: 3311, 535pp, USA Abak, K., Düzyaman, E., ġeniz, V., Gülen, H., PekĢen, A., & Kaymak, H. Ç. (2010). Sebze Üretimini GeliĢtirme Yöntem ve Hedefleri. VII. Ziraat Kongresi, 11-15. Ekinci R, Yapar A, 2004. Alabalıkların Donma ve Çözünme Süreleri Üzerine Dondurma Sıcak-lığı ve Hava Sirkülasyonunun Etkileri. F. Ü. Fen ve Mühendislik Bilimleri Dergisi 16 (1): 61- 68. Fallik, E., Y. Aharoni. 1996. Postharvest Physiology and Handling of Fresh Commodities. Sumerry of Lectures on Postharvest Technology and Preservation of Horticultural Commidities. Israel. Panhwa, F. 2006.Post Harvest Technology of Fruits and Vegetables North Carolina State University. 250 SÜT VE SÜT ÜRÜNLERĠNĠN SAĞLIĞIMIZA KATKILARI Gamze MAĞARA1 *, Ġsmigül ÜNLÜEL2 , Özlem AYDIN 2 1 Ahi Evran Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Tarımsal Biyoteknoloji Bolümü, AĢıkpaĢa YerleĢkesi, KırĢehir 2 Ahi Evran Üniversitesi Mühendislik-Mimarlık Fakültesi Gıda Mühendisliği Bölümü BağbaĢı YerleĢkesi, KırĢehir ÖZET Sağlığımızı koruyabilmek ve yaĢam faaliyetlerimizi devam ettirebilmek için vücudun ihtiyacı olan enerji, vitamin ve mineralleri besin öğeleri aracılığıyla sağlamaktayız. Besin öğeleri, et ve et ürünleri, süt ve süt ürünleri, sebzeler ve meyveler ile tahıl ve tahıl ürünleri olarak dört gruba ayrılmaktadır. Bu ürün gruplarından vücudun ihtiyacı olacak oranda almakla yeterli ve dengeli beslenmiĢ oluruz. Bu besin gruplarından süt ürünleri grubunda yoğurt, ayran, peynir, kefir, tereyağı ve süt tozu vb. sütten yapılan besinler yer almaktadır. Bu besinler kalsiyum, magnezyum, fosfor, A, D, B2 ve B12 vitaminleri olmak üzere birçok besin öğesinin önemli kaynağıdırlar. Süt; memeli hayvanların meme bezlerinden salgılanan kendine özgü tadı, kokusu ve kıvamı olan yaklaĢık olarak tüm besin ögelerini yeterli ve dengeli bir Ģekilde bünyesinde bulunduran gıda maddesi olarak tanımlanmaktadır. Sütün bileĢimi memeliden memeliye farklılık göstermekle birlikte ağırlıklı olarak su, protein, yağ, karbonhidrat, mineraller ve vitaminlerden oluĢmaktadır. Sütteki proteinler, yaĢamımızı sürdürebilmek için büyük bir önem taĢıyan esansiyel aminoasitlerin tümünü içerdiğinden yüksek biyolojik değere sahiptirler. Birçok vitamin ve mineral içeren süt, içinde bulundurduğu kalsiyum ve fosfor tuzları ile kemiklerin oluĢum ve geliĢimine önemli katkılar sağlamaktadır. Ayrıca sütün osteoporoz, hipertansiyon, obezite ve kanserle olan iliĢkisini konu alan birçok araĢtırma yapılmıĢ ve çoğunda olumlu sonuçlar elde edilmiĢtir. Anahtar Sözcükler: Süt, Süt Ürünleri, Sütün Önemi, Sağlık 251 1.GĠRĠġ Süt çok eski zamanlardan beri tüketilen gıda maddelerindendir (MEB 2011). Her memeli canlının salgıladığı süt, yavrusunun büyümesi ve geliĢmesi için gerekli tüm besin öğelerini yeterli oranda bulunduran en uygun besindir (Altun ve diğerleri., 2002). Süt; Türk Gıda Kodeksi‟nde; bir veya daha fazla inek, keçi, koyun veya mandanın sağılmasıyla elde edilen, 40 ºC‟ nin üzerine ısıtılmamıĢ veya eĢdeğer etkiye sahip herhangi iĢlem görmemiĢ kolostrum dıĢındaki meme bezi salgısı olarak tanımlanmaktadır (Besler ve Ünal 2008). Süt ve süt ürünleri, aromaları ve fonksiyonel özellikleri sayesinde sıklıkla tüketilen, yüksek besin değerli gıda maddeleridir. Süt teknolojisi de gıda endüstrisinde önemli bir paya sahiptir (MEB 2011). Toplumun süt tercihleri kültürel yapılarına göre farklılık göstermektedir. Ülkemizde süt denildiğinde akla ilk olarak inek sütü gelmektedir. Ancak tüketilen sütler inek, keçi, koyun ve manda sütü olmak üzere 4 çeĢittir (Besler ve Ünal 2008). Süt ürünleri çok çeĢitli olup bunlardan bazıları tereyağı, krema, kaymak, dondurma ve süt tozudur. Bunlardan baĢka yoğurt, ayran, peynir ve kefir bulunmaktadır ve fermente süt ürünleri olarak adlandırılmaktadırlar. Ayrıca probiyotik ve prebiyotik olarak adlandırılan ve gastrointestinal bölge üzerine olumlu etkileri olan diğer fermente süt ürünleri de bulunmaktadır ki bunların sağlıklı beslenmek ve formda kalmak isteyenler için özel olarak üretildiği öne sürülmektedir (Sezen ve Koçak 2006). 2. SÜTÜN YAPISI VE ÖZELLĠKLERĠ Genel olarak su, protein, yağ, karbonhidrat, mineraller ve vitaminlerden oluĢan çiğ sütün bileĢimi memeliden memeliye farklılık göstermektedir. BaĢlıca süt Ģekeri (laktoz), yağ, azotlu maddeler ve mineral maddelerden oluĢan süt kuru maddesi, genel olarak sütün % 12,6‟sını oluĢturmaktadır (MEB 2011). Çizelge 1‟de bazı sütlerin besin öğeleri görülmektedir (Altun ve diğerleri., 2002). Çizelge 1. ÇeĢitli Sütlerin Temel Besin Öğelerinin Ortalama Miktarları(%) (Altun ve diğerleri., 2002). Süt Türü İnsan İnek Koyun Keçi Manda Kuru Madde 12,4 12,6 19,3 13,2 17,2 Yağ Protein Laktoz Kül 3,8 3,7 7,4 4,5 7,4 1,0 3,4 5,5 3,2 3,5 7,0 4,7 4,8 4,1 5,4 0,2 0,7 1,0 0,8 0,8 252 2.1 Sütün Fiziksel Özellikleri Sütün rengi, ıĢığı geçirmeyen kalsiyum kazeinat ve yağ taneciklerinden oluĢmaktadır. Hayvanın beslenmesine göre değiĢiklik gösterebilen bu renk genellikle sarımsı beyaz/porselen renginde olmaktadır (MEB 2011). Ancak kazein ayrıldıktan sonra kalan peynir altı suyu yeĢilimsi sarı renkte, yağı alınmıĢ süt ise hafif maviye dönük beyaz renkte olmaktadır (Besler ve Ünal 2008). Sütün tadında laktoz, mineral maddeler, yağ asitleri gibi faktörler etkili olmaktadır. Kuru maddesi yüksek olan sütlerin tat ve kokusu daha yoğun olmaktadır. Sütteki tat ve koku, aroma maddeleri yardımıyla açığa çıkar ve algılanabilir (Besler ve Ünal 2008). Kokusu kendine hastır ancak yemler, ilaçlar ve mikroorganizmalar sütün kokusu üzerine etkili olmaktadır (MEB 2011). Süt yağının koku maddelerini absorbe etme özelliği ile sütün çevrenin kokusunu çabuk alan ve muhafaza eden bir sıvı olduğu net olarak anlaĢılmaktadır (Besler ve Ünal 2008). Yoğunluğu 1,030-1,033 arasındadır (MEB 2011). Sudan daha yoğun olmasının sebebi içerdiği laktoz, protein ve minerallerdir (Besler ve Ünal 2008).Vizkozitesi ise 20 ˚C‟de 2,127 cp‟dir. Kaynama noktası 100,1 ˚C iken donma noktası -0,545 ˚C‟dir (MEB 2011). 2.2 Sütün Kimyasal Özellikleri Sütün lipid, protein, karbonhidrat, vitamin ve mineral içeren bir yapısı vardır. Sütte mineral maddeler, süt Ģekeri, peynir altı suyu ve suda çözünen vitaminlerin tam olarak homojen bir dağılım gösterebilmesi için su gerekmektedir. Hayvan ırkı, beslenme Ģekli ve süt verme dönemi gibi etmenlere göre değiĢmekle birlikte sütün yaklaĢık olarak % 86-88‟i sudur (MEB 2011). Sütün yaklaĢık olarak % 3-3,5 „lik kısmının da süt yağı olduğu bilinmektedir. Ancak bu oran mevsimler, laktasyon süresi, hayvanın yaĢı, ırkı ve beslenme Ģekline göre değiĢiklik göstermektedir. Sütteki yağ oranı sütün kalitesinin ve fiyatının belirlenmesinde etkili olmaktadır. Yapısında kapron, kapril, kaprin, laurin, meristin, palmitin, stearin, archin, palmitoolein, olein, linol, linolein gibi organik asitler bulunan süt yağı, yüzlerce farklı yağ asidinin gliserolle oluĢturdukları esterlerdir (MEB 2011). Laktoz sadece sütte bulunan bir disakkarittir (MEB 2011). Beyin ve sinir hücrelerinin oluĢumunda etkili olan laktoz, sütün enerji kaynağıdır. Ayrıca bağırsakta yararlı bakterilerin geliĢimi için uygun ortamı sağlayarak bağırsak hareketlerinin düzenlenmesine yardımcı olmaktadır (ESK 2016). Ancak laktoz intoleransı bulunan bireyler için laktozu azaltılmıĢ veya laktozsuz sütler de üretilebilmektedir (Besler ve Ünal 2008). 253 Kazein, globülin, laktoalbümin ve imminoglobülin sütteki önemli proteinlerdir. Bu proteinlerin sütlerdeki miktarları farklılık göstermektedir. Ġnek sütündeki protein oranı yaklaĢık olarak % 3-3,5 iken koyun sütlerinde bu oran % 5-5,1 olabilmektedir (MEB 2011). Süt vücudun genel yapısının oluĢumunda ve dokuların tamirinde gerekli olan, organizmada sentezi yapılamayan ancak gıdalarla alınması zorunlu olan elzem aminoasitleri (izolösin, lösin, metiyonin, fenilalanin, treonin, triptofan, valin, histidin, arginin) içerdiğinden dolayı insan beslenmesinde fizyolojik bir öneme sahiptir. Çizelge 2 „de elzem amino asitler ve yaĢa göre ihtiyaç miktarları verilmektedir (MEB 2011). Çizelge 2. YaĢ gruplarına göre elzem amino asit gereksinimi ve sütün elzem amino asit içeriği (Besler ve Ünal 2008) Sütün amino asit içeriği (mg/g YetiĢkin protein) 16 27 13 47 19 95 Amino asit gereksinimi (mg/g protein) Amino asit Histidin Ġzolösin Lösin Lisin Metiyonin ve sistin Fenilalanin ve tirozin Treonin Triptofan Valin Toplam Ġnfant Okul öncesi Okul çağı 26 46 93 19 28 66 19 28 44 66 58 44 16 78 42 25 22 17 33 72 63 22 19 102 43 17 55 434 34 11 35 320 28 8 25 222 9 5 13 111 44 14 64 504 Süt insanların ihtiyaç duyduğu hemen hemen bütün vitaminleri içermektedir. Çizelge 3‟te sütlerde bulunan bazı vitaminler ve miktarları verilmiĢtir (Besler ve Ünal 2008). A ve D vitaminlerini bol miktarda içeren az sayıdaki besin maddelerinden olan süt, bu vitaminlerin yanı sıra B6 ve B12 vitaminlerini de önemli miktarda bulundurmaktadır (Aydın 2012) 254 Sütte kalsiyum, potasyum, magnezyum, sodyum, fosfor gibi mineral maddelerin yanı sıra demir, bakır, molibden, çinko, manganez, iyot, flor, silisyum gibi iz elementler de bulunmaktadır. Sütteki oranı % 0,7-0,9 arasında olan mineral maddeler beslenme, fiziksel yapı ve bazı reaksiyonlarda katalitik etki göstermeleri açısından önemlidir (MEB 2011). 2.3 Sütün Mikrobiyolojik Özellikleri Süt, zararlı mikroorganizmaların üreyebilmesi için son derece elveriĢli bir gıda maddesidir (ESK 2016). Sütün memede bulunduğu esnada steril olduğu bilinmektedir. Ancak sağım ve daha sonraki aĢamalarda çeĢitli yollarla mikroorganizma bulaĢabilmektedir. Küf mantarları ve mayalar süt ürünlerinde üreyip çoğalabilen mikroorganizmalardan bazılarıdır. Bu mikroorganizmalar sütte optimum koĢullar sağlandığında çoğalarak insan sağlığı açısından tehlike oluĢturabilmektedirler (MEB 2011). Son zamanlarda yapılan araĢtırmalara göre de sütün memede bulunduğu esnada insanda hastalığa sebep olmayan mikroorganizmalar da içerdiğini göstermektedir (Altun ve diğerleri., 2002). 3. SÜTÜN ĠNSAN SAĞLIĞINDAKĠ YERĠ VE ÖNEMĠ Günlük diyetimizde bulunan 4 besin grubundan birisi olan süt ve süt ürünleri özellikle içerdikleri protein ve kalsiyum açısından tüketimine özen gösterilen bir gruptur. Özellikle yetiĢkin kadınlar, çocuklar ve gençler baĢta olmak üzere tüm yaĢ gruplarının tüketmesi gereken süt; B2 vitamini 255 (riboflavin), B12 vitamini, A vitamini, tiamin, niasin, fosfor ve magnezyum gibi birçok besin öğesi içermektedir (Besler ve Ünal 2008). Süt; kemik ve diĢ oluĢumunda etkili olmasının yanı sıra kalp ritminin düzenlenmesinde de önemli rol oynamaktadır. Ayrıca kolestrol düzeyini düĢürmekte ve kilo kontrolünü sağlamaktadır. Sütteki laktoz; kalsiyum, magnezyum, baryum, fosfor gibi mineralleri emiliminde etkilidir. Bunların yanı sıra mide, bağırsak, karaciğer, böbrek ve dolaĢım sistemi ile ilgili hastalıklarda uygulanan diyet listelerinde de sütler büyük oranda yer almaktadır (Aydın 2012). 3.1 Süt ve Hipertansiyon 1980‟li yıllarda beslenme açısından süt ve süt ürünleri tüketiminin kan basıncı üzerine etkileri hakkında birçok araĢtırma yapılmıĢtır. Yapılan bu araĢtırmalar sonucunda kalsiyum, magnezyum ve fosforun az tüketimi kan basıncı artıĢı ve hipertansiyon ile iliĢkili olduğu tespit edilmiĢtir. Bu minerallerin alınımın artırılması ile kan basıncında azalma sağlanabileceği yapılan araĢtırmalarda görülmüĢtür (Besler ve Ünal 2008). Süt ve ürünlerinin tüketiminin insan için en uygun kan basıncının sağlanmasında oldukça önemli olduğu bildirilmekte ve günde 3-4 porsiyon süt ve ürününün tüketilmesi önerilmektedir. Yapılan bir araĢtırmada ise kalsiyum alımının 800 mg/gün‟e çıkarılmasıyla kan basıncının azaldığı tespit edilmiĢtir (Besler ve Ünal 2008). 3.2 Süt ve Kanser Sütün karsinojenez etkisinin içerisinde yer alan kalsiyum ve D vitamini ile iliĢkili olduğu düĢünülmektedir. Yapılan araĢtırmalar süt ve süt ürünlerinin tüketiminin prostat kanseri riskini artırdığını göstermiĢtir. Ayrıca süt ve süt ürünlerinin meme kanserini artırdığı konusunda da Ģüpheler bulunmaktadır. Laboratuvar sonuçları meme karsinogenezini azalttığını göstermekte ancak epidemiyolojik çalıĢmalara bakıldığında ise aralarında çeliĢki olduğu görülmektedir. Ancak diğer taraftan; yapılan baĢka araĢtırmalar sütün kolon kanserine karĢı koruyucu olduğunu bildirmektedir. Sonuç olarak, süt ve kanser iliĢkisinin tam olarak açıklanabilmesi için daha iyi planlanmıĢ, daha kontrollü ve sağlam araĢtırmalara ihtiyaç duyulmaktadır (Besler ve Ünal 2008). 3.3 Süt ve Obezite Obezite beraberinde hipertansiyon, hiperlipidemi ve diyabet gibi hastalıklara neden olan kronik bir sorundur. Obezite tedavisinde kalsiyum desteği verilerek kilo kaybının sağlandığı görülmüĢtür. Bu durum iki Ģekilde 256 açıklanmıĢtır; kalsiyum yağ asitleri ile sabun oluĢturarak lipit sindirimi sırasında yağ asitlerinin emiliminde etkili olmakta ya da kalsiyum safra asitlerini bağlayarak sindirilen yağ miktarını azaltmaktadır. Yapılan bu çalıĢmalar sonucunda dıĢkıda yağ artıĢı tespit edilmiĢtir (Besler ve Ünal 2008). 3.4 Süt ve Osteoporoz Kemik yoğunluğunda genetik, hormonlar, beslenme ve fiziksel aktivite gibi faktörlerin hepsi etkilidir. Bu açıdan kemik sağlığı için beslenme çok önemlidir. Süt ve süt ürünleri kemik yoğunluğu için elzem olan kalsiyum, fosfor ve D vitamini kaynağı açısından zengin gıda maddeleridir. Bu nedenle kemik yoğunluğundaki azalma olarak bilinen osteoporozu önlemede süt tüketimi oldukça önem kazanmaktadır (Besler ve Ünal 2008). 4.SONUÇLAR Yeterli ve dengeli beslenebilmek, sağlıklı bir yaĢam sürebilmek için süt tüketimi oldukça önemlidir. Süt ve ürünleri vücudumuz için gerekli olan protein, mineral maddeler ve vitaminler gibi birçok besin grubunu bünyesinde bulundurmaktadır. Yapılan araĢtırmalar sütün ülserden kansere kadar birçok hastalığın tedavisinde etkili olduğunu göstermektedir. Bu açıdan toplumumuza, özellikle geleceğimiz olan çocuklarımıza küçük yaĢlardan itibaren süt içme alıĢkanlığı kazandırma çalıĢmaları büyük önem arz etmektedir. Bu amaçla sütün vücudumuz üzerindeki olumlu etkileri iyi bir Ģekilde açıklanmalı gerekli eğitimlerin verilmeli sütü sevmeleri için gerekli çabanın sarf edilmesi gerekmektedir. Bu derleme sütün önemini bir kez daha vurgulamak amacıyla hazırlanmıĢtır. KAYNAKLAR 1) Sezen F. Koçak C. (2006). Fonksiyonel Süt Ürünleri Teknolojisindeki GeliĢmeler Türkiye 9. Gıda Kongresi. 24-26 Mayıs, Bolu, s.89-92 2) Besler, H., Ünal, S., (2008). Beslenmede Sütün Önemi, Klasmat Matbaacılık, Ankara 3) Milli Eğitim Bakanlığı (MEB), (2011). Süt ve Süt ürünleri 4) Aydın, G., (2012). Sütün Beslenmedeki Yeri ve Önemi. III. Süt ve Süt Hayvancılığı Öğrenci Kongresi. 20-23 Mayıs, Aksaray, s. 128-131 5) Altun, B., Besler, T., Ünal, S., (2002). Ankara‟da Satılan Sütlerin Değerlendirilmesi. Sürekli Tıp Eğitimi Dergisi 11(2): 51-55. 6) Et ve Süt Kurumu (ESK) (2016). Süt ve Süt Ürünleri. http://www.esk.gov.tr/tr/10872/Sut (EriĢim Tarihi: 28.03.2016) 257 258 SAĞLIK KAYNAĞI BAKLAGĠLLER Zeliha ġAHĠN 1 *, Özlem ÖZLÜER 2 , Serap YALÇIN AZARKAN 2 , Özlem AYDIN 2 Ahi Evran Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Tarımsal Biyoteknoloji Bolümü, AĢıkpaĢa YerleĢkesi, KırĢehir 2 Ahi Evran Üniversitesi Mühendislik-Mimarlık Fakültesi Gıda Mühendisliği Bölümü BağbaĢı YerleĢkesi, KırĢehir 1 ÖZET Dünyanın değiĢik yerlerinde ilk tarım toplumlarının çoğu tahıl ve baklagilleri ekip biçmiĢlerdir. Tahıllar ve baklagillerin tercih edilme sebebi yüksek besin değerleri ve depolanabilme özellikleridir. Leguminous bitkilerinin olgunlaĢmıĢ tohumlarına kuru baklagiller denilmektedir. Baklagiller (Fabaceae) dünyanın en geniĢ üç familyasından biridir. Ġçerisinde yaklaĢık 700 cins ve 18.000–20.000 civarında türü bulunur. Genellikle tek veya çok yıllık ot, çalı ve ağaç formunda bitkileri içerirler. Kutuplar hariç dünyanın her tarafına yayılmıĢ bir familyadır. Baklagillerin bizde en yaygın bilinen türleri; kuru fasulye, taze fasulye, nohut, barbunya, bezelye, mercimekler ve bakladır. Baklagiller mevsim dıĢı tüketim için konserve yapılır veya dondurulabilir. Baklagiller, uzun yıllar boyunca toplumların her kesimi tarafından çok tüketilmiĢtir. Et tüketiminin artıĢı ile birlikte arka plana itilmiĢtir. Ancak son yıllarda baklagillerin yararları yeniden keĢfedilmiĢtir. FAO‟nun 68. Toplantısında alınan kararla da 2016 yılı “Bakliyat Yılı” olarak ilan edilmiĢtir. Bakliyatlar bitkisel kaynaklı protein kaynağı oldukları için koroner kalp hastalıkları ve damar sertliğine sebebiyet veren kolesterolü içermezler. Karbonhidrat içermelerine rağmen lif içerdikleri için yavaĢ sindirilirler. Böylece hem bağırsak hareketlerini düzenleyip, kalın bağırsak ve mide kanserlerini, kabızlığı ve mide tembelliğini önler hem de kan Ģekerini hızlı yükseltmeden enerji sağlarlar. Baklagillerin obezite, Tip-2 diyabet, kalp ve damar hastalıkları ve de kanseri önlemede etkin rol oynadıklarını gösteren pek çok araĢtırma bulunmaktadır. Anahtar kelimeler: Baklagiller, “Bakliyat Yılı”, bitkisel kaynaklı protein, sağlık 1.BAKLAGĠLLER Dünyanın değiĢik yerlerinde ilk tarım toplumlarının çoğunun hem tahıl hem de baklagil bitkilerini ekip biçtikleri görülmektedir. Bunun sebebi tahıllar ve baklagillerin yüksek besin değerleri ve depolanabilme özelliklerinden ileri gelmektedir. (Graham, ve diğerleri 2008). 259 Tahıl veya diğer adıyla hububat mısır, pirinç, buğday, arpa, darı, yulaf, çavdar, karabuğday, kinoa ve sorgumdur. Bakliyat veya baklagiller ise oldukça geniĢ bir familyadır. Bizde yaygın bilinen türleri; kuru fasulye, soya fasulyesi, benekli fasulye, taze fasulye, maĢ fasulyesi, lima fasulyesi, nohut, barbunya, kuru börülce, bezelye, mercimekler ve bakla‟dır (Graham, ve diğerleri 2008). Baklagiller (Leguminosae) dünyanın en geniĢ üç familyasından biridir. YaklaĢık olarak 700 cins ve 18.000 – 20.000 civarında tür bulunan bu grup genellikle tek veya çok yıllık ot, çalı ve ağaç formunda bitkilerden oluĢmaktadır. Bu familya kutuplar hariç dünyanın hemen her tarafındadır. Ġnsan yiyeceği ve hayvan yeminin yanı sıra, çok sayıda süs bitkisi cinslerini de içerdiğinden bu kadar geniĢtir. Baklagiller tanelerindeki yüksek protein ve vitaminler nedeniyle oldukça sağlıklı bir insan gıdasıdır. Taneleri gibi meyveleri de sebze olarak tüketilmektedir. Aynı zamanda yağ bitkisi olarak da kullanılır. Buna örnek olarak soya fasulyesi verilebilir (Ceyhan 2007). Baklagiller hayvan yemi olarak da kullanılırlar. Baklagiller köklerinde oluĢan nodüller içerisindeki Rhizobium bakterileri sayesinde havadaki azotu fiske edebilme özelliğine sahiptirler. Genelde gereksinim duydukları azotun yaklaĢık %70‟ini bu yolla karĢılarlar. (Ceyhan 2007). 1.1.Baklagillerin Besin Değeri Hayvansal kaynaklı ürünlere göre daha ucuz olan kuru baklagiller, proteinin yetersiz olduğu toplumlarda protein ihtiyacının karĢılanmasında önemlidir. Et, yumurta bulunmadığı zaman, kuru baklagiller diyette artırılarak protein gereksinimi karĢılanabilir. Ancak proteinin kalitesi düĢüktür. Bunun nedeni, kükürtlü aminoasitlerden sınırlı oluĢu ve içerdiği posa sebebiyle sindirimlerinin güçlüğüdür. Bu nedenle proteinin biyolojik değeri %70 „in altındadır. BileĢimlerinin önemli kısmını karbonhidratlar oluĢturur. Kuru baklagillerin besin değerleri Tablo 1‟de verilmiĢtir(MEB 2011). 260 1.2.Sağlık Ġçin Baklagil Kuru baklagiller yağ, doymuĢ yağ ve kolesterolden fakir karbonhidratlar ile posadan zengin bitkisel protein kaynağı besinlerdir. Bu özellikleri nedeni ile kan kolesterolünü düĢürücü etkileri vardır. Buda kolestrolün neden olduğu koroner kalp hastalıklarını ve damar sertliğini önleyici etki gösterir (Samur 2008). Karbonhidrat içermelerine rağmen lif içerdikleri için yavaĢ sindirilirler. Böylece hem bağırsak hareketlerini düzenleyip, kalın bağırsak ve mide kanserlerini, kabızlığı ve mide tembelliğini önler hem de kan Ģekerini hızlı yükseltmeden enerji sağlarlar (MEB 2011). Baklagillerin obezite, Tip-2 diyabet, kalp ve damar hastalıkları ve de kanseri önlemede etkin rol oynadıklarını gösteren pek çok araĢtırma bulunmaktadır. Yapılan çalıĢmalar kuru baklagillerde de kanserden koruyucu maddelerin bol miktarda bulunduğunu göstermektedir(Gençtürk 2007). 261 2.BAKLAGĠL ÇEġĠTLERĠ 2.1.Kuru Fasulye Türkiye'de üretimi yapılan fasulyelerin hepsi Phaseolus vulgaris'tir. Bu çeĢide giren kuru fasulyelerin renkleri beyaz, Ģekilleri dolgunca yassı, genel olarak danelerin bir ucu düz, diğer uçları yuvarlak ve iricedir. Protein bakımından zengin olup çok lezzetlidirler. Kuru fasulyelerin protein, çeĢitli vitamin, diğer besin maddeleri ile beslenme ve sağlık üzerinde pek çok yeri vardır (Ceyhan 2007). Fasülyelerde mevcut bulunan vitaminler besin değeri Tablo 1‟de verilmiĢtir. 2.2.Barbunya Memleketimizde sırık ve yer çeĢitleri olarak geniĢ ölçüde yetiĢtirilen ve tüketilen barbunya, yaĢ meyvesi, taze ve kuru tanesi yenilen çok lezzetli bir çeĢittir. Ġçindeki tohumları henüz geliĢmeye baĢladığı devrelerde bakla rengi yeĢil ve üzerinde çok hafif çeĢitli renk tonlarında kırmızı lekeler bulunur. Taneler irileĢtikçe bakla rengi yeĢilden sarıya döner ve üzerindeki kırmızı-mor lekeler daha farklı bir hale gelir. Bakla 10-15 cm. uzunluğunda ve ortalama 1 cm. geniĢliktedir. Bu çeĢide giren kuru dane renkleri koyu kirli sarı veya düz bej zemin üzerine çizgili, serpme lekeli, alacalı açık viĢne çürüğü rengindedir. Dane Ģekilleri yuvarlak veya yuvarlağa yakın ovaldir. Uygun Ģartlarda 50-60 günde taze olgunluğuna, 120 -150 günde kuru olgunluğuna gelmektedir. Kılçıklı bir çeĢittir. (Ceyhan 2007). Besin değeri Tablo 1‟de verilmektedir. 2.3.Nohut Nohut (Cicer arietinum L ) içerdiği zengin ham protein oranı (% 16,4-31,12) ve karbonhidrat değerleri bakımından önemli bir baklagil bitkisidir. Yemeklik, leblebilik ve hatta geliĢmiĢ ülkelerde hayvansal gıda olarak kullanılabilen bir bakliyattır. Ayrıca baklagiller içerisinde düĢük ve yüksek sıcaklığa dayanıklıdır (Uzun ve ark., 2012 ). Kuru Nohut (PiĢmiĢ), karbonhidrat, protein, B grubu vitaminleri, potasyum, fosfor, demir, çinko ve lif içeriği yüksek bir besindir. Besin değeri Tablo 1‟de verilmektedir. 2.4.Bakla Bakla baĢta Akdeniz olmak üzere Hindistan, Pakistan ve Çin‟de önemli bir gıda maddesidir. Hayvan beslenmesi amacıyla yaygın olarak kullanılan 262 tarımsal bir üründür. Tanelerinde yüksek oranda protein içerir. Hem taze hem de kuru olarak tüketilebilen değerli bir bitkisel protein kaynağıdır. Karbonhidrat içeriğinin yanı sıra lif ve mineral açısından da zengin olan bakla kolesterol düĢürücü bir etkiye de sahiptir. Bakla yemeklik tane baklagiller içinde mercimek, nohut ve kuru fasulyeden sonra 4. sırada yer alır. Diğer tüm tarımsal ürünler gibi, ıĢığa sıcaklığa ve neme duyarlı olan bakla hasat iĢleminden hemen sonra her hangi bir iĢlem görmez ise hızlı bir Ģekilde bozulmaktadır. Bakla, karbonhidrat, protein, potasyum, fosfor, magnezyum, demir içeriği yüksek bir besindir. Yüksek lif içeriği sayesinde oldukça doyurucudur (AlibaĢ ve Okursoy., 2012). 2.5.Bezelye Bezelye (Pisum sativum), baklagillerden (Fabaceae) taze, yeĢil kabuğu ile taneleri ya da yalnız taneleri yenilen bir bitki türüdür. Meyvesi bakla veya fasulyeye benzer, tohumları bir kılıf içerisinde dizilmiĢtir. Dünyada yaygın bir Ģekilde yetiĢtirilmektedir. Türkiye'de ise diğer sebzeler ve fasülye kadar değilse bile yine de bol miktarda yetiĢtirilir. NiĢasta, lif, antioksidan, karoten ve de protein oranı oldukça yüksek bir sebzedir. C vitamini yönünden diğer baklagillere göre daha zengindir. Ġçeriğinde ayrıca A vitamini, B vitamini, demir, fosfor ve potasyum gibi mineralleri barındırır. Bezelye, içerdikleri protein oranının yüksek olması, konserve ve dondurulmuĢ gıda sanayinde kullanılması nedeniyle, insan beslenmesinde önemli bir yere sahiptir (Ceyhan 2007). 2.6.Mercimek Neolitik dönemden beri bilinen en eski kültür bitkilerinden olan mercimek toprak seçiciliğinin az olması, kıĢa ve kurağa daha fazla dayanması yönünden özel bir öneme sahiptir. Proteinini oluĢturan amino asitlerin kaliteli olması yanında içerdiği önemli vitamin ve mineraller insan beslenmesi, samanı ise hayvan beslenmesi için önem arz etmektedir. Karbonhidrat, protein, demir, potasyum içeriği yüksek bir besindir. Kırmızı, yeĢil veya yöresine göre kara mercimek olarak da bulunur. 3.SONUÇLAR Baklagiller, uzun yıllar boyunca toplumların her kesimi tarafından çok tüketilmiĢtir. Baklagiller tanelerindeki yüksek protein ve vitaminler nedeniyle iyi bir insan yiyeceğidir. Yalnız taneleri değil, aynı zamanda meyveleri de sebze olarak tüketilmektedir. Konserve olarak, dondurularak, kurutularak veya tanelerinden un elde edilerek de değerlendirilebilirler. Soya 263 fasulyesi ve yerfıstığı gibi baklagiller yağ bitkisi olarak da kullanılır. Bakliyatlar bitkisel kaynaklı protein kaynağı oldukları için koroner kalp hastalıkları ve damar sertliğine sebebiyet veren kolesterolü içermezler. Karbonhidrat içermelerine rağmen lif içerdikleri için yavaĢ sindirilirler. Böylece hem bağırsak hareketlerini düzenleyip, kalın bağırsak ve mide kanserlerini, kabızlığı ve mide tembelliğini önler, hem de kan Ģekerini hızlı yükseltmeden enerji sağlarlar. Baklagillerin obezite, Tip-2 diyabet, kalp ve damar hastalıkları ve de kanseri önlemede etkin rol oynadıklarını gösteren pek çok araĢtırma bulunmaktadır. 4.KAYNAKLAR AlibaĢ, Ġ., Okursoy,R.,(2012). Baklanın Vakum, Su ve Havayla Soğutulması Sırasındaki Bazı ĠĢletim Parametreleri ve Depolanması Sırasındaki Kalite Parametrelerinin Belirlenmesine Yönelik KarĢılaĢtırılmalı Bir ÇalıĢma.Tarım Makinaları Bilimi Dergisi (Journal of Agricultural Machinery Science) 8(2), 185-197. Ceyhan, E.,(2007). Yemeklik Tane Baklagiller Ders Notları . Selçuk Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarla Bitkileri Bölümü, Konya. Gençtürk, N.,(2007). Meme Kanserinden Korunma. Atatürk Üniversitesi HemĢirelik Yüksekokulu Dergisi, 10: 4, Erzurum. Graham, E.L., Graham,M.J. and Wilcox, W.L., (2008). Bitki Biyolojisi . Palme yayıncılık, Ankara. MEB.(2011).Yiyecek Ġçecek Hizmetleri Besin Grupları 541GI0003, Ankara. Samur, G.,(2008). Kalp Damar Hastalıklarında Beslenme. Sağlık Bakanlığı Yayın No: 728 , Ankara. Uzun, A., Özçelik, H., Yılmaz, S. (2012). SeçilmiĢ bazı nohut (Cicer arietinum L. ) hatlarının agronomik ve kalite özellikleri bakımından değerlendirilmesi Akademik Ziraat Dergisi (1):29-36, Samsun. 264 BĠTKĠYE DOĞAL DESTEK Firdevs GÖDÜÇ Sinem ORMAN Akdeniz Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bitki Koruma Bölümü Akdeniz Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bitki Koruma Bölümü ÖZET Günümüzde sanayileĢmiĢ bazı ülkelerde her elli kiĢiden sadece birisi tarımla uğraĢıyor. Tarımda etkili yöntemlerin geliĢmesiyle ve artan insan nüfusuna yetebilmek daha fazla verimli ve kaliteli ürünler elde edebilmek için biyoteknolojik uygulamaları ve ilaçlı mücadeleye baĢvurduk. Örneğin kullanılan yanlıĢ tarım tekniğinin gübreleme, hormon, büyüme düzenleyicileri ve antibiyotik gibi yapay kimyasal maddelerin oluĢturduğu çevre ve sağlık sorunlarım bizlere yeni kapılar aratmıĢtır. Ġzlenme kadar ilaçlı tarımı minimum hale getirmeye ÇalıĢsak da herhangi bir zirai ilaç dükkanına girdiğimizde gözünüze en çok organik ibaresi çarpıyor. Tamamen göz boyama ve pazarlama stratejisi altında geliĢtirildiğinden dünyanın her tarafında böyledir. Kimyasal tarım organik tarıma oranla daha ucuz ve daha fazla ürün elde etmemiz de yardımcı olur. Fakat bizler bitkiye hastalıktan korumak için ilaç atmak yerine kültürel ve fiziksel yöntemlere baĢvururken bitki hastalıktan sonra yararlı olabileceğini bildiğimiz doğal yöntemler kullanmalıyız. Örneğin faydalı böcekler, tuzak bitkiler, ev yapımı doğal tarım ilaçları ve ev yapımı kompostlar örnek verilebilir. Bizim üstünde duracağımız doğallık ise ev yapımı tarımsal ürünler olacaktır. Anahtar kelimeler: Organik ilaç, modern tarım, doğal mücadele GĠRĠġ Neden ev yapımı bitki ilaçları YetiĢtirdiğimiz bitkiler sık sık zararlı varlıkların saldırısına uğrarlar. Bu da bize çevreye ve insan sağlığına zararlı olduğunu bildiğiniz bir takım zirai ilaç kullanmaya mecbur bırakır. Zirai ilaç kullanımı zararlı olduğu gibi zamanında ve dozunda kullanılmazsa verdiği zarar daha da artabilir. “Bu maddeleri kullanmamak en iyisi” diye düĢünsek de mecburen kullanıyoruz. Bu ilaçlar sağlığımıza tahmin edemeyeceğiniz kadar zarar veriyor. Neyse ki zararlılarla mücadelede baĢka bir yöntemimiz daha var:‟ Ev yapımı bitki ilaçları.‟ Uygulamada önemli husus lar - Öncelikle küçük bir alanda döneme yapılmalı 24 saat içerisinde zararı olmazsa bütün alana kaplama yapılmalıdır. 265 - GüneĢ altında yapılmamalıdır. -Gecede yapılmamalı Mümkünse bitki geceyi kuru girmeli. -Ev yapımı bitki ilaçları yağmurda yıkanacağı unutulmamalı ve uygulama tekrarlanmalıdır. -Bazı karıĢımlar cildi tahriĢ edebilir. Gübre ġerbeti Nedir? Uygun bir kova veya teneke içine birkaç kürek gübre konur ve üzerine su doldurulur. Ağzı kapatılır. 3-4 gün bekletilir. Sebzeler toplandıktan sonra su verilir. Bu sırada evlekler su doluyken gübre Ģerbeti karıkların arasına dökülür. Evlerde saksılara bir çay bardağı vermek yeterlidir. KuĢ gübreleri her zaman böyle kullanılmalıdır.Yalnız bunların bekleme süresi 8-10 gün olmalıdır. Bitkileri yakmamak için daha az kullanmalı ve dikkatli olunmalıdır. Kompost (Doğal Gübre) Nedir? Kompost bitkisel mutfak atıklarının, otların, dal, yaprak parçalarının kısacası tüm bitkisel artıkların ve hayvan gübrelerinin bir yere yığılarak çürütülmesinden meydana gelen, doğal bir gübredir. Ev yapımı ilaç örnekleri Alkol Spreyi 1-2 fincan %70′lik isoprophyl alkol 1/4 su ile karıĢtırılarak kullanılır. SeyreltilmemiĢ alkol kullanımı bitki için risklidir. Afitler, beyaz sinek, tripsler ve unlu bite karĢı uygulanmaktadır. Sarımsak Spreyi 1 baĢ (bütün diĢleriyle) sarımsak,1 litre su, 1 orta boy soğan, 1 çorba kaĢığı kırmızıbiber, 1 çorba kaĢığı sıvı sabun karıĢtırılarak hazırlanır. Sarımsak ve soğan küçük küçük kesilerek karıĢtırılır. Su içerisine konularak bir saat beklenir. Bir saat sonra sıvı sabun ilave edilir. KarıĢım dolapta bir hafta bekletilebilir. Sümüklü böceklere karĢı kullanılabilir. 266 Kırmızı Tozlar Karabiber, kırmızıbiber, dereotu, zencefilin hepsi capsaicin içerir. Böcekler üzerinde repellent etki yapmaktadır. Sentetik capsaicin arazide kullanılmak üzere üretilebilir. Yapılan bir çalıĢmada capsaicin‟in 28 gramının 1/25′i soğan bitkisi etrafına serpildiğinde delia antiqua‟nın koyduğu yumurta sayısını azalttığı belirlenmiĢtir. Delia radicum‟un lahanada ve havuçta zararını da engellemektedir. Ancak hazır paketlenmiĢ biber tozlarının kullanımı ekonomik olmayabilir. Eğer yetiĢtirici üretimini de kendi yapıyorsa maliyet azaltıldığı için ev yapımı ilaç kullanımı daha uygun olacaktır. Uygulama sırasında hassas ciltlerde tahriĢlere neden olabilmektedir.Uygulamada havuç, lahana veya soğan sıralarına serpilerek uygulanabilir. Yağmur veya sulama sonrası uygulama tekrar edilmelidir. Bu gibi birçok malzeme ilaç olarak değerlendirilebilir. SONUÇ Az hasılat veren arazilerimizde kimyasal ilaçlı yöntemlere baĢvurmak yerine ev yapımı daha ucuz tarımsal ilaç ve kompostlarla mücadele edebiliriz. Bu bizim ve çevre sağılığı için en uygun yoldur. Unutmamalıyız ki kendimiz kadar geleceğimiz içinde sorumluyuz. KAYNAKÇA ĠlbaĢ, A.Ġ.,(2009),Organik Tarım,Eflatun Yayınları, Ankara Sümer,S.,(2008),Bitki koruma Bilimi Nobel Yayınları,Ankara asaskan.net modern tarım ziraatyapma.blogspot.com.tr 267 268 ÜLKEMĠZDE ÇAYIR VE MERALAR Uğur TOPCU Akdeniz Üniversitesi Ziraat Fakültesi Zootekni Bölümü ÖZET Ülkemizin en önemli doğal kaynaklarından birisi olan çayır-meralar hayvancılığa yem üretimi açısından büyük önem taĢıdığı, dolayısıyla hayvancılığımızın esas itibariyle doğal çayır ve meralara dayalı bir hayvancılık olduğu ortaya çıkmaktadır. Hayvancılığımızın yem ihtiyacının önemli bir kısmını karĢılayan bu doğal kaynaklarımız, yıllardan beri sürdürülen her türlü teknikten uzak bir kullanım sonucu bozulmuĢ ve verim kapasiteleri oldukça azalmıĢtır. Meraların iyileĢtirilmesinde en öncelikli konu tarla tarımı yapılan alanlarda yem bitkileri yetiĢtiriciliğin önemli bir kazanç yolu olarak benimsetilmesi gerekir. Tarlada arazisinde yem üretimi yapılırken meralara daha az hayvan çıkarılacağından mera ıslah çalıĢmaları daha baĢarılı bir Ģekilde yapılabilecektir. Anahtar kelime : çayır, mera, yem bitkileri, hayvancılık 1. GĠRĠġ: Tüm dünya ülkelerinde olduğu gibi, ülkemizin de gündemindeki en önemli sorunu, sınırlı doğal kaynaklardan en iyi Ģekilde yararlanarak, hızla artan nüfusun yeterli ve dengeli beslenme Ģartlarına kavuĢturulmasıdır. Ġnsan beslenmesinde hayvansal proteinlerin yeri ve önemi çok büyüktür. Bu yüzden, yurdumuzda ve dünyanın pek çok ülkesinde, hayvansal protein yetersizliği, güncelliğini koruyan konuların baĢında gelmektedir. Yurdumuzda sayı olarak bugün oldukça büyük bir hayvan varlığı olmasına karĢın, bu hayvanların verimleri Avrupa ülkelerinin elde etmekte olduğu verim düzeylerinin çok altında kalmaktadır. Ülkemizde hayvansal üretimi etkileyen faktörler çok çeĢitli olup, yem üretimi bütün bu faktörlerin yanında hayvancılığın esas sorununu oluĢturmaktadır. 2. ÜLKEMĠZ’DE MERALAR Son 50 yılda %70 oranında daralan mera varlığımız konusundaki istatistikler çeliĢmekte ve kullanılan kaynaklara göre çok önemli farklılıklar gözlenmektedir. Ancak hiç kuĢkusuz mera varlığındaki azalıĢ, 67 yılda 41 mil ha‟dan 12.3 mil ha kadar ulaĢmıĢtır. Özellikle 4753 sayılı Çiftçiyi 269 Topraklandırma Yasası kapsamında 650.000 aileye 1928-1965 yılları arasında 10 milyon ha arazi dağıtılmıĢ ve bu tahsis daha çok kamusal alan olan verimli çayır-mera alanlarından gerçekleĢtirilmiĢtir. Tarımsal mekanizasyonun ülke düzeyinde hızla geliĢmesi ve bazı ileri teknoloji kullanımının yaygınlaĢması, meraların tarla tarımına dönüĢtürülmesi sürecini hızlandırmıĢtır. Anılan süreçte mera alanları hızla azalırken, orman alanları 10.4 milyon ha‟dan 21.2 milyon ha yükselmiĢ,mera olarak kullanılan yaklaĢık 10 milyon ha‟lık alan orman alanına eklenmiĢtir. 1998 çıkarılan ve uygulanması olmadığından, yılında çıkarılabilen mera kanununa karĢılık,çok daha önce ormanların korunması ve kullanımını düzenleyen yasaların sonucu, anılan dönemde meralarla ilgili yasal koruma mera alanları koruluk ve orman arazisine çevrilmiĢtir. Bu kapsamda,yaklaĢık 1.5 milyon ha. orman içi mera arazisi ağaçlandırma çalıĢmalarıyla otlatma amacıyla kullanılamaz konuma getirilmiĢtir. Otlatma alanlarımızdaki bu daralmalar sonucu, meraları değerlendirmede en önemli çiftlik hayvan varlığımızı simgeleyen Küçük BaĢ Hayvanlar da sayıca yarıya inmiĢtir. 2.1. Mera ve Hayvan Varlığı ĠliĢkileri Kurak ve yarı kurak iklim kuĢağında yer alan ülkemizde; değiĢen iklim ve toprak özelliklerine bağlı olarak, bölgelerdeki mera alanları ile bu meraların verimliliklerinde faklılıklar bulunmaktadır. Mera alanı ve verimlerindeki farklılıklar bunların üzerinde otlayan bölge hayvanlarının sayısını ve ırk kompozisyonlarını da değiĢtirmektedir. Meralarımızın %75‟inin bulunduğu Doğu, Güneydoğu ve Orta Anadolu bölgelerinde koyun varlığı ön plana çıkarken, meraların toplam arazi miktarı içinde daha az yer kapladığı Karadeniz, Marmara ve Ege bölgelerinde ise sığır varlığı ön plana çıkmaktadır. Ayrıca, engebeli alanlarda keçi ırkı yoğunlaĢırken nispeten düz ova kesimlerde sığır sayısı artmaktadır. Ülkemizde mera alanı ile hayvan sayısı arasındaki en önemli konu, hayvan sayımız ile mera alanlarındaki değiĢimin farklı düzeylerde gerçekleĢmesidir. 2.2. Çayır ve meraların etkisi Çayır ve meralarda bulunan bitki ve hayvan türleri bu alanların biyolojik değerini arttırmakta, üzerinde ve içinde yaĢadıkları toprağın oluĢmasına, geliĢmesine, olgunlaĢmasına katkıda bulunmaktadırlar. Bu Ģekilde topraklar çayır mera kültürü sayesinde korunmakta, birçok canlı türü için daha elveriĢli bir yaĢama ortamı haline gelmektedir. 270 Çayır meralar bir yandan bitki besin maddelerinin kaynağını teĢkil ederek, diğer yandan da erozyon kontrolü ve toprak ıslahında, hatta ekim nöbetinde rol oynayarak toprak verimliliğini arttırırlar. Çayır mera bitki örtüsünü oluĢturan bitki türleri çok sayıda olmalarının yanında, değiĢik özelliklere sahip olduklarından toprak ıslahında oldukça önemlidir. Çayır ve mera alanları doğal bir ekosistem olarak sayısız bitki ve hayvan için yaĢam ortamıdırlar. Günümüzde bu alanların doğal hayata sağladıkları katkının daha iyi anlaĢılması ile özellikle geliĢmiĢ ülkelerde çayır ve meralara özel bir değer verilemeye baĢlanmıĢtır. Binlerce bitki ve hayvan türünün bu alanlarda besin ve yaĢama ortamı bularak hayatlarını devam ettirmesi ile ekosistem kendi döngüsünü sürdürmektedir. Böyle bir ekosistemin sağlıklı olarak devam ettirilmesi modern insanın birçok ihtiyacını da karĢılamaktadır. Buraları, Ģehir hayatından sıkılan insana, doğa ile baĢ baĢa olabileceği rekreasyonel amaçlı alanlar olarak ta öne çıkmakta ayrıca kontrollü koĢullarda avcılık imkanı vermektedir. 3.SONUÇLAR Yurdumuzda hayvancılığın ana yem kaynağını doğal çayır ve meralar meydana getirmektedir. Bu alanların otlatılması, bakımı, korunması ile ilgili Mera Kanunu daha düzenli bir Ģelilde çıkartılarak uygulamaya konulmalıdır. Zaman içinde kanunun öngördüğü çalıĢmalar yapılarak, meraların sınırlarının belirlenmesi, otlatma kapasitelerinin saptanması, köy ve belediyelere tahsisinin yapılması ve daha sonra bu alanların ıslahının yapılarak tekniğine uygun bir Ģekilde kullanılması Ģartıyla Mera Yönetim Birliklerine teslim edilmesi ile yüzyıllardır düzensiz otlatma Ģartları altında, baĢıboĢ bir Ģekilde kullanılan doğal kaynaklarımız içinde bulunduğu çıkmazdan kurtarılmalıdır. Yem bitkileri tarımının geliĢtirilmesinin yanında, mera kullanım bilincinin çiftçilerimize aĢılanması ile bu alanlardan kamu yararı çerçevesinde daha iyi faydalanılabilecektir. KAYNAKÇA http://www.fao.org Çayır Mera ve Yem Bitkileri Tarımı Kitabı Nejdet ERGÜN http://www.tarimsal.com 271 272 DĠJĠTAL (AKILLI) TARIM AyĢe Hümeyra ÜNVER Fatma Betül KAYA Akdeniz Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bahçe Bitkileri Bölümü Akdeniz Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bahçe Bitkileri Bölümü ÖZET Teknolojinin giderek daha büyük bir pay aldığı tarım sektöründe, özellikle GSM teknolojisine dayalı çözümler dikkat çekiyor. Bu hizmetlerle bitkisel ve hayvansal ürünlerin üretilmesi, kalite ve verimliliklerinin yükseltilmesi, uygun koĢullarda korunması, iĢlenip değerlendirilmesi ve pazarlaması süreçlerinde üretici destekleniyor. Tarımda M2M (makineler arası iletiĢim) çözümlerinin kullanılması dünyada da büyük ilgi gören ve hızla yaygınlaĢan bir uygulama. Tarımsal sulama, sera ve tarım alanlarının uzaktan yönetimi ve hayvancılık/kümes çözümlerini kapsayan akıllı tarım çözümleri, üreticiler dıĢında sera ve fide firmalarından, yumurta üreticileri ve sulama konusundaki yetkili kurum ve kuruluĢlara kadar geniĢ bir yelpazeye hitap eden servislerle zenginleĢiyor. ANAHTAR SÖZCÜKLER: M2M, teknoloji, tarım, ekonomi 1.GĠRĠġ Türk tarımı son yıllarda yüzde 16 oranında verimlilik artıĢı sağladı. Bakanlığımızın desteklerinin, teknolojik geliĢmelerle bağlantılı olarak ve artırılarak devam ettirilmesi, tarımsal verimliliği ve sektörün sürdürülebilirliğini sağlayacak; üretim masraflarını azaltarak çiftçilerin gelirlerini artırmasına ve ülke ekonomisine daha büyük katkılar yapmasına yardımcı olacaktır. Fiyat istikrarı bakımından dengesiz bir ortama sahip olan tarım sektöründe ithal teknolojilerin, kullanılması faktör maliyetlerini de arttıracak ve dolayısıyla üretimin pahalıya elde edilmesine sebep olacaktır. Üretimdeki gelir ve fiyat dengesizliğini gidermek amacıyla yapılan devlet müdahaleleri zamanla ekonomi için önemli yük oluĢturmaktadır.GeliĢmekte olan ülkelerde emeğin toprağa göre bol ve ucuz olmazı biyolojik teknoloji talebini uyarmakta ve kullanımını da mümkün hale getirmektedir.Tarımdaki verimlilik artıĢını, sanayileĢme durumu ile paralel olarak ele almak gerekir. Çünkü tarımda teknoloji kullanımı ile verimlilik aynı anlama gelmektedir. Tarımsal eğitim düzeyinin geliĢtirilmesine paralel olarak ortaya çıkan en önemli sorun da tarımsal yayım faaliyetidir. Tarımsal yayım, tarımla ilgili araĢtırmacılar teknoloji üretenler ile tarımda üretim faaliyetlerine katılanlar arasındaki iliĢkiyi ortaya koyan ve geliĢtiren önemli bir faktördür. 273 Ülkemizde tarımda teknolojiden yararlanma eğilimleri 1850‟li yıllarda baĢlar. Tarımsal üretimde azalan insan gücü nedeniyle, traktör baĢta olmak üzere, çeĢitli tarım alet ve makineleri, baĢta Almanya olmak üzere, çeĢitli Avrupa ülkelerinden ithal edilmiĢtir. 2.TARIMDA TEKNOLOJĠYĠ DESTEKLEYEN PROJELER 2.1.TARSEY Tarsey projesi; 2008 yılında “Tarımsal Rekolte Tahmin ve Kuraklık Ġzleme(TARĠT)” ismiyle pilot proje olarak faaliyetlerine baĢlamıĢ, 2011 yılında “Tarımsal Üretim Kayıt Sistemi (TARBĠL)” olarak çalıĢmalarını geliĢtirmiĢtir. Son olarak 25 ġubat 2015 tarihinde projenin tanıtımı Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanı Mehdi EKER tarafından BaĢbakan Ahmet Davutoğlu'nun da katılımlarıyla, yeni ismi “Entegre Yönetim Bilgi Sistemi (TARSEY)” ismiyle basına tanıtılmıĢtır. TARSEY, iki ana temel üzerine oturtulmuĢtur. Birincisi ülke genelinde kurulacak zirai ve meteorolojik istasyonlar vasıtasıyla atmosferden toplanacak iklimsel parametrelerin, toprak sıcaklığı, nemi gibi topraktan alınacak verilerin, fenolojik gözlemlere yönelik görsel kayıtların sağlanacağı, çeĢitli ürünler için, toprak- topografya-iklimsel veriler, verim iliĢkisinin çıkarılacağı, ülkesel meteorolojik ağın kurulmasına katkı sağlanacağı, iklim değiĢikliği ve kuraklığın izlenmesinin gerçekleĢtirileceği, uydu görüntüleri ve yersel ölçümlerden (meteorolojik ve zirai istasyonlar) elde edilen verilerin iĢlenmesi suretiyle, ulusal ürün rekolte tahmini‟nin yapılacağı tarım alanlarının ve yıllık ekim alanlarının belirleneceği bir projedir. TARSEY'in diğer temeli ise Tarım Bilgi Sistemi (TBS) ve Mobil uygulama çalıĢmalarıdır. Tarım Bilgi Sistemi (TBS), Türkiye genelinde tüm tarımsal aktivitelere ait bilgi, belge ve süreçlerin faaliyet türlerine göre gruplandığı, takibinin sağlandığı, tüm kurumsal yetkilendirme ve denetleme süreçlerinin yapılabildiği, ilgili tüm süreçlere ait veri envanterinin entegre bir Ģekilde takip edilebildiği bir bilgi sistemidir. 2.2.Turkcell Akıllı Tarım Turkcellli çiftçiler akıllı tarım uygulamalarını kullanarak üretimden pazarlamaya tasarruf sağlıyor. Çiftçiler seralardaki ısı ve nem oranlarından hayvanların kızgınlık dönemlerine kadar tüm süreçleri Turkcell sayesinde takip edebiliyor. Teknolojinin giderek daha büyük bir pay aldığı tarım 274 sektöründe, özellikle GSM teknolojisine dayalı çözümler dikkat çekiyor. Bu hizmetlerle bitkisel ve hayvansal ürünlerin üretilmesi, kalite ve verimliliklerinin yükseltilmesi, uygun koĢullarda korunması, iĢlenip değerlendirilmesi ve pazarlaması süreçlerinde üretici destekleniyor. Tarımda M2M (makineler arası iletiĢim) çözümlerinin kullanılması dünyada da büyük ilgi gören ve hızla yaygınlaĢan bir uygulama. Tarımsal sulama, sera ve tarım alanlarının uzaktan yönetimi ve hayvancılık/kümes çözümlerini kapsayan Turkcell Akıllı Tarım çözümleri, üreticiler dıĢında sera ve fide firmalarından, yumurta üreticileri ve sulama konusundaki yetkili kurum ve kuruluĢlara kadar geniĢ bir yelpazeye hitap eden servislerle zenginleĢiyor. 3.TARIMDA MUCĠZE ÜLKE:HOLLANDA Avrupa‟nın en küçük ve en yoğun nüfusuna sahip olan Hollanda‟nın tarım alanları Türkiye yüzölçümünün yedide biri kadar ama 2014‟te gerçekleĢtirdiği tarımsal ihracat 80.7 milyar Euro (90 milyar Dolar) seviyesinde. Belki de ABD‟den sonra dünyanın en büyük ikinci tarım ihracatçısı olması, Hollanda‟nın tarım konusu açıldığında gündeme gelmesinin ana sebeplerinden birisi. Peki, biyoçeĢitliliğin Avrupa'da en az olduğu ülke konumundaki Hollanda nasıl oldu da kıt kaynak ve zor Ģartlara rağmen tarımda böyle bir ekonomik güce, kapasiteye ulaĢtı? Hollanda‟nın baĢarısı doğru destekleme politikaları ile yön verilen üretim, pazarlama ve dağıtım ağı sisteminin birlikte iĢleyiĢinden geliyor. Ancak bu sistemin en önemli ayaklarından biri de eğitim ve Ar-Ge çalıĢmalarının temelinin atıldığı üniversiteler. Hollanda‟da üniversitelerin tarımda odaklandığı ana konuların baĢında, gıda üretimi, gıda tüketim artıĢı, yaĢam alanı, gıda sağlığı ve geçim var. Üniversitelerin gıda üretimi konusunda asıl odak noktası az girdi ile iki katı ürün alarak verimi artırmak. Buna “24‟üncü Yüzyıl” tarımı deniyor. Üniversitelerde araĢtırma amacıyla oluĢturulan tarla ve seralar, tarımdaki yeni geliĢmeler hakkında bilgi almak isteyen bütün üreticilere açık. Üniversitelerdeki araĢtırmalar, üretici-devlet-özel sektör ortaklığı ile destekleniyor. Hollandalılar bu iĢbirliğine, “BaĢarıyı sağlayan altın üçgen” adını veriyor. 275 BaĢarının ana unsuru 'Bir Ģey üzerine odaklanıp beraber çalıĢmak' olarak tanımlanıyor. Bu da sektörü daha güçlü ve ekonomik açıdan daha mücadele edilebilir hale getiriyor. 4.SONUÇ Teknoloji ürün verimini artırmaz, doğru ve bilinçli bir Ģekilde kullanıldığında üretim maliyetlerini azaltarak karlılığın artırılmasında etkili olur. 5.KAYNAK http://www.otomasyondergisi.com.tr/arsiv/yazi/77-turkcellden-13-milyonciftciye-akilli-tarim-cozumleri#sthash.hiQq47GR.dpuf http://www.tzob.org.tr/Bas%C4%B1n-Odas%C4%B1/G%C3%BCncelHaberler/ArtMID/649/ArticleID/63/tar%C4%B1mda-verimlili%C4%9Finmotoru-teknoloji http://haber.star.com.tr/teknoloji/turkcell-akilli-tarim-cozumleri-ile-ciftcininyaninda/haber-1022452 http://www.ekodialog.com/konular/tarim_eko/tarim_verim1.html http://www.turkishtimedergi.com/tarim/tarima-yon-veren-10-yeni-teknoloji/ http://haber.star.com.tr/teknoloji/turkcell-akilli-tarim-cozumleri-ile-ciftcininyaninda/haber-1022452 http://www.businessht.com.tr/haber/haber/1072193-tarimda-hollandamucizesi https://gezimanya.com/GeziNotlari/tarimda-mucize-yaratan-ulke-hollanda http://www.gencziraat.com/Haberler/Turk-tarimi-icin-cikis-yolu-Hollandamodeli-4.html 276 BĠTKĠSEL ÜRETĠMDE VERĠM VE KALĠTE AMACIYLA BĠYOTEKNOLOJĠK YÖNTEMLERĠN KULLANIMI AyĢenur GÜZEL Akdeniz Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarım Ekonomisi Bölümü ÖZET Günümüz dünyasında yüksek nüfus problemi gerçekten önemli bir sorundur. Ġlerleyen zamanlarda hızla azalması beklenen tarım alanları beslenme sorununu da ortaya çıkaracaktır. Ekilebilir alanları artırmak mümkün olmayacağı gibi tarım alanında kullanılacak su kaynakları da aynı problemler nedeniyle oldukça azalmaktadır. Çözüm ise birim alandan alınan ürün miktarının artırılmasında yatmaktadır. Klasik ıslah yöntemleriyle verim artıĢında sınıra gelindiği göz önünde bulundurulduğunda bitki ıslah çalıĢmalarında modern biyoteknolojik yöntemlerin kullanılması kaçınılmazdır. Günümüzde Genetik Mühendisliğinden faydalanılarak transgenik ürünlere yapılan değiĢikliklerin büyük çoğunluğunun; böceklere dayanıklılık, virüslere dayanıklılık ve en yaygını olan herbisitlere dayanıklılık gibi yetenekler olduğunu görebiliriz. Bunlar çiftçilerin üretim maliyetlerini önemli ölçüde azaltmaktadır. Özet olarak söylemek gerekirse modern gen teknolojileri (biyoteknoloji) tarımsal üretimin yükseltilmesine önemli imkânlar sağlamaktadır. Burada öncelikli olan sürdürülebilir tarım tekniklerinin uygulanmasında biyotik ve abiyotik stres koĢullarına dayanıklı, yüksek verimli ve kaliteli bitki çeĢitlerinin geliĢtirilmesidir. Türkiye gibi zengin gen kaynaklarına sahip geliĢmekte olan ülkelerin, öncelikli alanlarını saptayarak moleküler biyoloji çalıĢmaları için yeterli altyapıyı oluĢturmaları ve kritik kitleyi oluĢturacak sayıda yetkin araĢtırmacı yetiĢtirmeleri, ellerindeki potansiyeli en iyi Ģekilde değerlendirmelerine yardımcı olacaktır. ANAHTAR KELĠMELER : Tarım, Üretim, Biyoteknoloji, Verim 1.GĠRĠġ Öncelikli olarak biyoteknolojinin ne olduğunu bilmemiz gerekir. Biyoteknoloji; belirli bir amaca hizmet etmek üzere ürün üretildiği ya da değiĢikliğe uğratıldığı, bunlar yapılırken de biyolojik sistemlerin, canlı organizmaların veya türevlerinin kullanıldığı teknolojik uygulamalar olarak tanımlanır. 277 Tarım; canlı yaĢamının var olmasından beri süregelen ve insanın en temel ihtiyacı olan beslenmeyi karĢılayan tek üretim biçimidir. Tarımsal faaliyetler çok eski zamanlara dayanmasına rağmen; dünya nüfusunun artması, endüstriyel ve teknolojik geliĢmeler ve dünyanın küresel düzene geçmesi gibi etkenlerle en büyük üretim artıĢı geçtiğimiz yüzyıllarda olmuĢtur. 2.TARIMSAL BĠYOTEKNOLOJĠ Günümüzde yeryüzündeki toprak sayısı sınırlı durumdadır. Ayrıca giderek artan çevre faktörleri de dikkate alındığında artan nüfus ile beraber önümüzdeki yıllarda yetersiz besin alımı, hatta açlık sorunu ile karĢı karĢıya kalınması bir gerçektir. Dünyada ekim alanlarını artırmak mümkün olmayacağı için ürün verimini arttırmak ve marjinal alanlar olarak bilinen tuzlu, kurak ve soğuk alanların da kullanılması gerekmektedir. Ancak, bitkisel üretimi sınırlayan birçok fiziksel ve kimyasal problemler bulunmaktadır. Ayrıca, dünyanın büyük bir kısmında özellikle geliĢmekte olan ülkelerde vitamin eksikliği ve bu eksikliklere bağlı sağlık sorunları bulunmaktadır. Ġnsanlar tarım yapmaya baĢladığından beri tarım ürünlerini ve hayvanları bir çeĢit seçilime tabi tutarak bunların belli özellikleri kazanmasını sağlamaktadır. Geleneksel bitki ya da hayvan ıslahı olarak bilinen bu yöntemle, istenen özellikleri bir arada taĢıyan bitki ve hayvan soyları elde edilmeye çalıĢılmaktadır. Ancak bu yöntem doğal yollarla yapıldığı için sonuç çok uzun zamanda almaktadır. Genetik mühendisliğiyle yapılan değiĢiklikler ise çok daha kısa sürelerde gerçekleĢtirilmektedir. Bu nedenle modern biyoteknoloji özellikle tarımda geniĢ bir kullanım alanı bulmuĢtur. Yüksek miktarda ve kalitede ürün almak amacıyla bitkilerin genetik yapıları değiĢtirilebilmektedir. En çok üzerinde çalıĢılan özellikler, virüs ve böceklerin neden olduğu hastalıklara, kuraklık, tuzluluk, soğuk gibi çevresel koĢullara ve yabani ot ilaçlarına karĢı dayanıklılık, meyve olgunlaĢma sürecinin değiĢtirilmesi, raf ve depolama ömrünün uzatılması ile lezzet ve besin değerinin artırılmasıdır Biyoteknoloji, baĢta genetik olarak değiĢtirilmiĢ tohumların geliĢtirilmesi olmak üzere değiĢik yöntemler ile tarımsal verimin artırılması, ürün elde etmek için gereken su ve gübre gibi girdilerin azaltılması, çevreye uyumlu ve daha etkili tarım zararlıları mücadele edilmesi gibi alanlarda kullanılmaktadır. Bütün bunlar bitkilere istenen özellikleri taĢımaları için çeĢitli gen transferleri yapılarak elde edilmektedir. 278 3.SONUÇLAR Dünya nüfusunun hızlı artıĢına paralel olarak beslenme, barınma ve ısınma gibi temel sayılabilecek ihtiyaçlar da artmaktadır. Buna karĢılık dünyada bitki ve hayvan tarımı yapılabilecek alanlar da sınırlıdır. Bu durum özellikle doğrudan toprağa bağlı olan bitki tarımını daha ciddi boyutlarda kısıtlamaktadır. Dünyanın pek çok yerindeki uygulamalar ve erozyon gibi sebeplerden dolayı tarım alanları geri dönülemez Ģekilde kullanılamaz hale gelmektedir. Dünya nüfusuna yetecek kadar üretim yapılabilmesi için birim alandan elde edilen verimin artırılması gerekmektedir. Bütün bunların çözümü olarak tarımsal biyoteknoloji görülmektedir. BaĢka bir değiĢle biyoteknoloji; genleri değiĢtirilmiĢ organizmalarla yapılan modern tarım yoluyla gıda kıtlığının ortadan kaldırılacağı, adaletli bir Ģekilde güvenilir ve ucuz gıdaya eriĢileceği, bütün bunların yoksul insanların ve yoksul ülkelerin lehine olacağı düĢünülmektedir. Tarımsal biyoteknoloji uygulamaları da, doğru organize edilmiĢ geleneksel ıslah ve yetiĢtirme teknikleri konusundaki araĢtırmalara entegre edildiklerinde etkili teknolojilerdir. Tarımsal, çevresel ve endüstriyel biyoteknoloji ve geliĢmiĢ besin ve yem teknolojilerinin geliĢmesi için Türkiye‟nin yerel biyoçeĢitliliği, geniĢ ekilebilir alanları ve kendine yetebilen tarımsal kaynakları uygun zemin oluĢturmaktadır. KAYNAKÇA http://biotek.ankara.edu.tr http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/11/1614/17387.pdf 279 280 TARIMDA TOPRAK VERĠMLĠLĠĞĠ Denizhan DOĞAN Akdeniz Üniversitesi Ziraat Fakültesi Toprak Bilimi Ve Bitki Besleme Bölümü ÖZET Verimlilik, toprak ile bitkinin karĢılıklı uyumu ile süre gelen kavramdır. Bir döngü içinde olan bu iliĢki birbirini tamamlayan olgunun birer halkasıdır. Toprağın oluĢumu ile baĢlayan, ana kayanın parçalanmaya baĢladığı ilk an, ve bitkinin yaprağını ölü örtüye eklediği ve o yaprağın çürümesi ile devam eden verimlilik toprağın oluĢum ana materyali ana etkendir. Toprak türünün etkilemesinin yanında toprağın içindeki inorganik madde miktarı da etkilemektedir. Verimlilik kıstasında toprağa uygun türü belirlerken toprak su tutma kapasitesi, toprak altı su durumu ve yüzey akıĢ durumu göz önüne alınarak verimlilik indeksine eklenir. Verimliliğin yeterli olmadığı ya da toprağın limitlere takıldığı yerler de ek müdahalelerde, gübreleme ve/veya drenaj sistemleri, bulunulur. Örneğin;. Bitkisel materyal olarak Karnıkara börülce çeĢidinin kullanıldığı çalıĢmada; taze börülcede toplam verim, bakla uzunluğu, bakla eni ve bakladaki protein oranı tespit edilmiĢtir. Kuru börülcede ise toplam verim, bitkide tane verimi, baklada tane sayısı ve tanede protein oranı belirlenmiĢtir. Toprağın verimliliğinin devamı için ölü örtü oluĢumunun kesilmemesi ve erozyon ile kaybın en aza hatta mümkün ise tamamen önlenmesi gerekmektedir.Toprak; organik ve inorganik materyallerin ayrıĢıp parçalanması ile oluĢan, içerisinde belirli oranlarda hava ve su bulunduran, bitkilerin ihtiyaç duyduğu besin maddelerini içeren ve onlara durak yeri olan, yeryüzünün parçalanmıĢ üst tabakasıdır. Katı (kil, silt, kum, humus) ve boĢluk (hava, su) kısımlardan oluĢur. Toprak verimliliği ise bitkilerin iyi bir Ģekilde geliĢip ürün vermeleri için ihtiyaç duydukları makro (N, P, K, Ca, Mg, S) ve mikro (Fe, Zn, Mn, B, Cu, Mo, Cl) besin elementlerinin yeterli ve uygun oranlarda kök bölgesinde bulunması halidir. Verimlilik ile mahsuldarlık farklı Ģeyler olup her toprak temelde verimli olabilir, ama mahsuldar olamaz. Besin elementleri yeterli ve dengeli olan ve fiziksel, kimyasal ve biyolojik özellikleri düzgün olan topraklar verimli olabilir, ancak o toprağı yöneten çiftçiler uygun yönetemezlerse yeterli ürün alamayabilirler. Bitkiler bir ototrof canlı olarak kılcal kökleri ile mikro porlardaki çözeltide alınabilir vaziyetteki makro ve mikro besin 281 elementlerini alarak su ile birlikte ksilem boruları ile yapraklara taĢır. Bu ham su ve besin elementleri yapraklardaki stomalardan emilen karbondioksit ile yapraktaki kloroplast hücrelerinde fotosentez ile birleĢtirilerek karbonhidratlar üretilir. Bu karbonhidratlar heterotrof canlılar olan insan ve hayvanları besler. Fotosentez kapasitesi ne kadar yüksek, gece karanlık fazda solunum ne kadar düĢükse ürün verimi ve kalitesi o kadar yüksek olur. ANAHTAR KELĠMELER: toprak verimliliği, gübre , bitki besleme .bitki besin elementleri .toprakta su kapasitesi Toprak; organik ve inorganik materyallerin ayrıĢıp parçalanması ile oluĢan, içerisinde belirli oranlarda hava ve su bulunduran, bitkilerin ihtiyaç duyduğu besin maddelerini içeren ve onlara durak yeri olan, yeryüzünün parçalanmıĢ üst tabakasıdır. Katı (kil, silt, kum, humus) ve boĢluk (hava, su) kısımlardan oluĢur. Toprakta bilimsel anlamda en yüksek verimin elde edilmesinde en önemli koĢul,toprak özelliklerinin iyi bilinmesi,yeteneklerine ve sürdürülebilirlik esasına göre kullanılmasıdır.Global nufüs artıĢı ile birlikte toprakların bozulması,verimde daha fazla artıĢ beklentisi ayrıca elde edilen gıdalarda güvenilirliğin aranması koloik tarıma yönelmede büyük rol oynamaktadır. Verimli bir toprak denildiğinde,organik madde ve biyolojık aktıvıtede yüksek düzeyin,ufalanabilir sitabil agregatların, bitki köklerinin kolaylıkla hareket edebildiği bir ortamın ve yüzeyde suyun kolaylıkla infiltre olabildiği bir toprak yapısı akla gelmektedir.ayrıca bunların yanında toprağın istediği besin elementlerini toprak için sağlayabilmektir.Toprakta yeterli düzeyde besin maddesi olması bitkinin bu besinlerden tam olarak yararlanacağını ifade etmez.Yeterli besin maddeleri yanında toprağın çeĢitli özelliklerinin de (özellikle pH ve EC değerinin) uygun olması gerekir.Whalen ve Chang (2002) tarafından tarımsal uygulamalarda toprak organik madde içeriğinin arttırılmasının topraklarda ki agregatlaĢma ve agregat stabilitesini arttırdığı bildirilmiĢtir.Gagnon vd( 2001) tarafından, insentif patates yetiĢtiriciliği yapılan tarım topraklarının organik madde içeriklerinin ve mikrobiyal aktivitelerinin düĢük olduğu ve bu toprakların kalite ve verimlilik düzeylerinin arttırılabileceği bildirilmiĢtir. Toprak kalitesi ve verimliliği sağlıklı bitkisel üretimde optımal yetiĢticilik için toprağın zengin besin elementi kaynağı olması,kirlilik ve besin elementi kaybını azaltmada toprağın kapasitesi ile bitkiler üzerinde ki çevresel streslerin en aza indirgenmesinde toprağın uygunluğudur. VERĠMLĠ BĠR TOPRAK NELER ĠSTER? -Toprağın Fiziksel yapısı(strüktürü) 282 -Toprağın Organik Madde Düzeyi -Toprağın pH Değeri -Toprağın EC Değeri -Bitki Besin Elementleri ve Düzeyleri 1-TOPRAĞIN FĠZĠKSEL YAPISI Toprağın fiziksel özellikleri; toprağın derinliği, taneliliği, iç yapısı (strüktürü) ve gözenekliliği, sıkılığı, taĢlılığı ve bunlara bağlı olarak toprak suyu, toprak havası, toprağın sıcaklığı ve rengi gibi konuları kapsar. Toprak verimliliğinin ilk basamağıdır,bir toprağın ana kayasının yapısı ne kadar iyi ise bu da toprak fiziğine yansıyacaktır.zamanla toprak yorulacağından biz toprakçılar da toprağın iyileĢmesine ,direnmesine yardımcı olacağız. 2-TOPRAĞIN ORGANĠK MADDE DÜZEYĠ Ülkemizin coğrafyasının engebeli bir topoğrafyaya sahip olması ve buna hatalı tarım tekniklerinin de eklenmesiyle topraklar kolaylıkla bozulmakta ve içerisinde ki organik madde miktarı da azalmaktadır. Ġdeal bir tarla toprağında % 5 oranında organik madde bulunması gerekir. Oysa Türkiye genelinde olduğu gibi, bölgemiz topraklarında da organik madde % 1‟in altına düĢmüĢtür. Organik madde yetersizliği, toprağın küme yapıdan teksel yapıya geçiĢini hızlandırmakta, havalanma, ısınma, su emme kapasitesi baĢta olmak üzere birçok özelliğini olumsuz yönde etkilemektedir. Sulanan alanlarda organik madde yetersizliği daha belirgindir. TABĠAT ANANIN GĠZEMLĠ HEDĠYESĠ HUMĠK MADDELER Toprak organik maddesicanlı,cansız yada çürümüĢ olan tüm organik maddeleri içeren bir terimdir.Tamamen çürümüĢ organik yapılar HUMUS olarak adlandırılır humik maddeler; HUMİN MADDELER FÜLVİK ASİT HÜMİK ASİT -Açık sarı -Koyu kahverengi -sarı,kahverengi -Gri,siyah 283 HÜMİN -Siyah Humus:Toprağın %65-70 „ini oluĢturan temel maddesidir.tamamen çürümüĢ organik maddelerden oluĢur.toprak verimliliğinde önemli rol oynar Toprağın su tutma kapasitesini arttırır,bitkiler susuzluğa daha dayanıklı olur,toprakta metallerle bileĢikler oluĢturur ve bitkiye daha iyi beslenme ortamı hazırlar, verimi düĢük killi toprak zerreleri arasına girerek daha uygun ve verimli bir geliĢme ortamı sağlar. 3- TOPRAĞIN pH DEĞERĠ Ülkemiz topraklarının Ph değerleri genellikle alkali sınırlar içindedir. Ġdeal tarım topraklarında Ph sınırı 6.5-6.8 arasında olması gerekirken ülkemiz topraklarında bu sınır genellikle 7.2-8.5 arasındadır. ĠĢte bu alkali ortam sınırları bazı besin maddelerinin bitkiler tarafından alımını ciddi biçimde sınırlamaktadır ve besin elemtlerinin noksanlığı gizli veya açık biçimde bitkilere yansımaktadır.bu duruma ait bazı örnekler aĢağıda ki tablo da belirtilmiĢtir.Topraklarda adı geçen elementlerin eksikliği görülebilir böyle durumda yaprak gübrelemesi ile kazandırılabilir. BĠTKĠ BESĠN ELEMENTLERĠ Fosfor (P) Çinko(Zn) Demir(Fe) Bor(B) Mangan (Mn) Bakır(Cu) OPTIMUM PH SINIRLARI 6.5-7.2 5.0-7.0 4.0-7.0 5.0-7.5 5.0-6.5 5.0-7.5 4-TOPRAĞIN EC DEĞERĠ EC, elektriksel iletkenlik anlamına gelir. Kimyasal gübreler tuzlardan oluĢmaktadır. Tuzlar suyun içerisinde iyonlarına ayrılıp, pozitif veya negatif yük kazanarak elektriği iletirler. Saf su elektriği iletmez. Ġçerisine tuz karıĢtırıldıkça elektrik iletkenliği artar. Elektriksel iletkenlik ölçümü yapılarak sulama suyuna karıĢtırılan gübrelerin yoğunluğu ayarlanabilir. Tuzluluk dünya topraklarının önemli sorunlarından biridir. Tarımsal ya da peyzaj sulama uygulamalarının yanlıĢ yapılması, özellikle doğal drenaj koĢullarının kötü olduğu kurak ve yarı kurak yerlerde tuzluluk sorununun ortaya çıkmasına neden olabilmektedir. Sulamada kullanılan yerüstü ve yer altı sularının tamamı da bünyelerinde erimiĢ olarak tuzları bulundururlar. Topraktaki su buharlaĢma ve bitki kullanımıyla tüketildiğinde geride bu tuzlar kalarak birikmektedir. Toprakta biriken tuzlar, toprağın fiziksel ve kimyasal özelliklerini bozmakta ve bitki geliĢimini de olumsuz yönde etkilemektedir. YetiĢtirilen bitkinin veriminde görülecek azalmalar, 284 toprak çözeltisinin konsantrasyonuna bağlı olduğu kadar, bitkinin tuza dayanımı ile de ilgilidir 5-TOPRAĞIN TEMEL BESĠN ELEMENTLERĠ ELEMENT BĠTKĠDEKĠ GÖREVĠ KAYNAĞI Karbon Hava Magnezyum Karbonhidratların yapısında bulunur,fotosentez için önemlidir Osmotik dengeyi sağlar,biyokimyasalların yapısına katılır,karbonhidratların yapısında bulunur. Karbonhidratlaın yapısında bulunur;solunum için gereklidir. Proteinlerin,klorofil ve nükleik asitlerin yapısında bulunur. Birçok protein,koenzim,nükleik asit ve metabolik maddelerin yapısında bulunur,enerji transferini sağlar Fotosentezi,karbonhidratların yerleĢimini,protein sentezini sağlar. Hücre duvarının bir parçasıdır,zar geçirgenliği ve yapısında görev yapar. Enzim aktivatörü,kloroflin yapısında bulunur. Kükürt Bitki proteinleri için önemlidir. Toprak Bor Toprak Klor ġeker taĢınımı ve karbonhidrat metabolizmasında önemli olduğu düĢünülmektedir Fotosentezde oksijen üretimi için önemlidir BAKIR Solunum için bir katalizördür Toprak Demir Klorofil sentezi ve enzimlerde elektron transferi için önemlidir. Birçok oksidasyon ve redüksiyon sistemini kontrol eder. Azot fiksasyonunu ve nitratın amonyuma dönüĢümünü sağlar. Enzim,üreaz fonksiyonları için önemidir.tohum çimlenmesi için önemlidir ÇeĢitli metabolik aktiviteleri düzenleyen enzimlere yardım Toprak Hidrojen Oksijen Azot Fosfor Potasyum Kalsiyum Mangan Molibden Nikel Çinko Su Hava/Su Hava/Su Toprak Toprak Toprak Toprak Toprak Toprak Toprak Toprak Toprak Yıllardan beri tarımda en çok istenen husus verimli toprak ,kaliteli üründür. Kaliteli ürünün yanında ekonomik olarak da uygunluğu da 285 önemlidir.Hem üretici hem de tüketici için bu 3 unsur büyük önem taĢır.Modern tarımın geliĢmesiyle, hava kirliliği,toprakların erozyana uğraması, nufüs artıĢı gibi ve daha bir çok sebep nedeniyle istenen verim elde edilemiyor. Modern tarımın belki de en büyük dezavantajı toprağın strüktürel yapısının bozulmasına, toprağın nitelik ve niceliklerini bozmasıdır. Toprakta ki verim artıĢını gözlemleyebilmek için seçilen toprak yönetim metodları tarafından toprakların dinamik özelliklerinin etkilenmesi dikkate alındığı için önceki tartıĢmalardan farklılık göstermektedir. Buradaki farklılık yalnızca azot,fosfor, potasyum ve toplam organik madde düzeyi gibi toprak karakteristiklerinden ortaya çıkmamakta ayrıca toprakların biyolojik aktıvıteleri,organik madde fraksiyonları, suyun infiltrasyonu ve strüktürel agregasyon gibi birçok karakteriskleri de içermektedir. Günümüzde bir çok gübreleme yöntemi uygulanmaktadır. Bunlardan uzun süreli toprakta kalabilen ve zaman içinde yavaĢ yavaĢ parçalanabilen humik asitlerdir.humik asit kullanımında toprakta verimin artacağı,doğal bir denge oluĢacağı ve çevre kirliliği için endiĢelenmeye gerek kalmayacağıdır.Yapılan çalıĢmalarda organik gübrelemenin toprağın verimlilik düzeyini arttırdığını ve inorganik gübrelere olan ihtiyacı bildirmiĢtir. KAYNAKLAR -Bitkisel Üretimde Besin Elementleri kitabından Zir. Yük. Müh. Canan YILMAZ -Tarım.gen.tr -Harunbaytekin.blonger.com -Dergipark.ulakbim.gov.tr -DeğiĢik kökene sahip organik materyallerin Toprakların Bazı Verimlilik Özellikleri Üzerine Etkileri(2002 Erdem Yılmaz Doktora Tezi) -orfeteknik.com.tr 286 GENÇLERĠ TARIMDA TUTMANIN SOSYAL VE EKONOMĠK BĠLEġENLERĠ Gizem OKUTANSOY Akdeniz Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarım Ekonomisi Bölümü ÖZET Kalkınma kavramı, genel olarak ekonomik, kültürel, sosyal ve çevresel açıdan toplumların arzulanan yaĢam standartlarına kavuĢması ve toplumda olumlu değiĢimlere yol açması olarak tanımlanmaktadır. Kırsal kalkınmayı ise kırsalın her alanında eĢit ve dengeli bir biçimde kırsalda yaĢayan bireylerin refah düzeylerinin arttırılmasına olanak tanıyan destekleyici faaliyetlerin tümü olarak tanımlayabiliriz. Ülkeler tarım sektörünü desteklemek amacıyla kırsal alanda geliĢmeye özel önem vermektedirler. Bu nedenle ülkeler kırsal kalkınmaya yönelik, kırsalın en önemli ekonomik faaliyeti olarak tarımı ön plana çıkarmaktadır. Fakat kırsal kesimde yaĢayan gençler tarımla iç içe olmak istiyorlar mı? Bu sorunun yanıtı ne yazık ki olumsuz. Peki, durumun nedeni nedir? ve Bu Cevabın değiĢmesi için neler yapılmalıdır? Bu çalıĢmada ülkemizdeki gençleri tarımda tutmanın sosyal ve ekonomik bileĢenleri irdelenecektir. Anahtar kelimeler:Kırsal kalkınma, tarım, gençlik, gelecek. GĠRĠġ Ben konuma ülkemizin büyük sorunlarından olan kırsal kalkınmayı ele alarak baĢlamak istiyorum.. Bölgelerarası geliĢmiĢlik farklılıkları, ülkeden ülkeye Ģiddeti değiĢse de, tüm ülkelerin yapısında görülmektedir. Çoğu ülke dengeli bir kalkınmayı sağlayamamıĢ ve bölgesel dengesizliklerin ortaya çıkardığı sosyo-ekonomik sorunlarla mücadele etmek zorunda kalmıĢlardır. Ülkeler bu bölgesel dengesizlikleri gidermek ve sürdürülebilir dengeli bir kalkınma süreci yakalayabilmek için günümüzde yeni arayıĢlar içerisine girmiĢlerdir. Türkiye‟de de bölgesel dengesizlikler uzun yıllardır kalkınma politikalarında belirleyici olmuĢtur. Diğer bölgelere oranla; milli gelirden aldıkları pay, istihdam oranı, eğitim düzeyi, sağlık harcamaları gibi birçok ekonomik ve sosyal göstergeler bakımından daha ileri bir geliĢmiĢlik düzeyine sahip olan batı bölgeleri, 2001 yılı gayri safi yurtiçi hasılanın yaklaĢık yüzde 85‟lik bir kısmını almaktadır. Durum bu Ģekildeyken neyi atlıyor olabiliriz, nerede hata yapıyoruz ? 287 Kırsal kalkınma konusu ile birçok proje geliĢtirilmiĢtir fakat bu projelerin bir kısmı ilerleme gösterirken bir diğer kısmı yerinde saymaktadır. GeliĢtirilen bu projelerden bir tanesi de KÖY-KENT PROJESĠ‟ dir. Bu projenin amacı: sanayileĢmesi için zorunlu altyapı ve hizmetleri, Köy- Kent Projesi ile kırsal bölge insanlarına daha kısa sürede ve daha düĢük maliyetle sunabilecektir. Aynı zamanda, tarımsal sanayileĢmenin altyapısı da hazırlanacaktır. Bu proje, kırsal yerleĢim biriminin daha etken ve akılcı bir yapıya kavuĢturulması, dağınıklığın topluluğa dönüĢtürülmesi, köye götürülen hizmetlerde etkinliğin ve artırımın sağlanması, sanayileĢmeyi kırsal alanlara yayarak iĢsiz ve gizli iĢsizler için Köy- Kentler‟ de iĢ olanaklarının sunulması, anakentlerdeki plansız ve dengesiz kentleĢmenin sakıncalarını bertaraf etmek, tarımsal düzeni değiĢtirmek gibi amaçları kapsamaktadır.Köy- Kent Projesi, köylülükten Ģehirliliğe yumuĢak bir geçiĢ projesidir. Bizim asıl ihtiyacımız köylülükten Ģehirliliğe geçiĢ mi köylerin sosyalleĢtirilip cazip hala getirilmesi mi? Köylerde kırsal alanlarda tarımla, üreticilikle uğraĢan insanların birçoğu yaĢlı-orta yaĢlı kategorisine girmektedir. Bana kalırsa asıl sorun burada. Gençler tarımla uğraĢmak istemiyor ya da isteyen gençler engelleniyor bunun sebebi köylerimizde baĢta gençler olmak üzere hiçbir yaĢ grubu için yapabilecekleri aktivite imkanı, eğlence alanı ya da kentlerde yaptıkları aktivitelerin %80-%90 ı bulunmamaktadır ve bu durum insanların köylerden kentlere kaçmasına doğal yaĢamdan, tarımdan uzaklaĢmasına sebep oluyor. Tek sebep ne yazık ki bunlar değil. Bütün bunların yanında dünyada birçok ülkede tarıma gösterilen değer ve ilgi Türkiye de aynı oranda gösterilmiyor. Bu meslekle geçimini sağlayan köy halkıyla yapılan röportajlar da halk maddi açıdan çok fazla sorun yaĢadıklarını, gece-gündüz çalıĢtıklarını, emeklerinin karĢılığını alamadıklarını ve bu yüzden çocuklarının kendi izlerinden gitmelerini istemediklerini söylüyorlar. Bu durum bizleri gerçekten çok üzüyor. Yapılan en büyük hatalardan biri halkımızın enselerini karartmaları bence. Ġnsanlık devam ettiği sürece temel ihtiyaçlar da devam edecek ve tarımsal üretim bitmeyecektir. YaĢanan sorunlar geçicidir. Bunu insanlara kanıtlamak gençlerin elindedir. Eğer gençler Ziraat Fakültelerinde eğitimlerini alıp kendilerini geliĢtirirlerse yürekten isteyerek bu iĢin içine girerlerse bence tarımsal anlamda çok büyük adımlar atılacaktır. Fakat asıl sorun daha önce de söylediğim gibi gençleri tarıma yöneltmekte. SONUÇ Bunun için neler yapılmalı diye düĢündüm ve bir çok PROF. ların yazılarını gözden geçirdim. Elde ettiğim öneriler ve projeler Ģunlar ; - Yapılan bir toplantıda Mehdi Eker, "Hükümet olarak geliĢmekte olan, daha önce kamu yatırım ve hizmetlerinden maalesef yeteri kadar destek almayan bölgelerde, getirdiğimiz ilave teĢvik ve 288 imkanlarla gıda, hayvancılık ve tarıma dayalı sanayi üretimini geliĢtirmeye çalıĢıyoruz. Kimse, 'benim param yok ben destek görmüyorum' diyemeyecek. Neden? Çünkü biz burada bir koordinatörlük kurduk. 7 milyon liraya kadar yapılacak yatırımların en az yarısını hibe yolu ile destekliyoruz.‟‟ DemiĢtir. Tarımsal Nüfus GençleĢiyor - - - - Projenin Öncelik Alanı: Kırsal kesimde yaĢayan ve ziraatle uğraĢan genç çiftçilere mesleki eğitim verilmesi. Proje Süresi: 3 yıl Proje Ortaklarının Adları: Türkiye Ziraat Odaları Birliği Türkiye ĠĢ Kurumu Beklenen Sonuçlar: 2013 yılında 200 genç, takip eden yıllarda eğitimlere katılan genç çiftçiler ziraat ile ilgili konularda kendilerini geliĢtirip farkındalıklarını artırdilar, -Eğitim sonunda yapılacak sınavda baĢarılı olan kursiyerlere katıldığı eğitimi ifade eden geçerli bir kurs bitirme belgesi verilecektir. -Genç çiftçiler aldığı eğitim konusuna uygun alanlarda ve iĢlerde istihdam edilme imkânı bulabilecektir -Belgeli ve baĢarılı kursiyerler AB kaynaklı hibe destekli projelerden yararlanma imkanı bulabileceklerdir. -Eğitim verilen alanlarda üretilen ürünlerin pazara ulaĢtırılmasını sağlamak üzere ilgili sektör temsilcileriyle gençlerin bağlantı kurmalarını temin yoluyla ürün arz ve talebinin eĢleĢtirilmesine yardımcı olunacaktır. -Eğitime katılanların aldıkları eğitime uygun alanlarda faaliyet gösteren üretim, iĢleme, ambalajlama, pazarlama vb. tarıma dayalı sanayi tesisleri konularında bilgilendirilmeleri, söz konusu kuruluĢ ve tesislere götürülmeleri sayesinde bilgilerin pratiğe aktarılması, bu kurum ve kuruluĢların düzenlenen eğitimlerden haberdar olması, pazarlama olanakları konusunda bağlantılar kurmaları için giriĢimlerde bulunulması sağlanmıĢ olacaktır. BaĢlıca Aktiviteler Kırsaldaki gençlerin kırsal alanların geliĢmesine aktif olarak katılımlarının gerçekleĢmesinde yapılabilecek baĢlıca aktiviteleri Ģu Ģekilde sıralayabiliriz : Kırsalda tarımsal faaliyetlerde bulunacak olan gençlerin ihtiyaçları olan ve hayati öneme sahip olan doğru bilgiye ulaĢmalarının sağlanması, Modern tarım sektörünün ihtiyaçlarına cevap verebilecek olan entegre eğitim yaklaĢımlarının geliĢtirilmesi, Kırsalda elde edilen tarımsal ürünlerin katma değerini arttırmaya yönelik gıda iĢleme ve paketleme gibi alanlarda gençlerin eğitilmesi, 289 Kırsaldaki genç giriĢimciler tarafından üretilen ve katma değeri yüksek olan tarımsal ürünlerin pazar imkânlarının araĢtırılması ve bu pazarlara ulaĢımın kolaylaĢtırılması, Kırsaldaki gençlerin tarım sektörüne aktif olarak katılmalarını teĢvik edecek biliĢim teknolojileri, gençlik projeleri ve programlarının oluĢturulması, Kırsaldaki gençliğin tarımsal üretimde kendilerini geliĢtirebilmeleri için teknik ve iĢ eğitim merkezlerinin oluĢturulması, Kırsal alanların kalkınmasında gençlerin aktif olarak katılımlarının sağlanması için, tarımsal örgütlerin ve diğer sivil toplum kuruluĢlarının rollerinin güçlendirilmesine yönelik adımların atılması, Kırsaldaki gençliğin tarımsal örgütlenmeye aktif olarak katılmalarının ve özellikle yönetimde söz sahibi olmalarının teĢvik edilmesi, Kırsalda özellikle tarımsal üretici örgütleri aracılığı ile tarım sektöründe genç giriĢimciliğin teĢvik edilmesi, Kırsaldaki gençler arasında tarımsal aktivitelerle ilgili iĢbirliği ve iliĢkileri güçlendirecek bir internet ağının oluĢturulması, Devletlerin, yerel yönetimlerin ve özel sektörün gençlerin de dahil olacağı tarım sektörünün kalkınma ve sürdürülebilirlik sürecine katılımlarının sağlanması, Devletlerin gençlerin kırsal alandan Ģehirlere göç etmelerini azaltacak ve tarım sektörüne ilgilerini arttıracak uygun gençlik kalkındırma programlarının hazırlanarak gençlerin güçlendirilmesi yönündeki çalıĢmalara ağırlık verilmelidir. Kırsaldaki gençliğe yönelik olarak yukarıda sıralanan çalıĢmaların hayata geçirilmesiyle, gençler tarım sektörü ile ilgili politikaların ve programların hazırlanmasında, uygulanmasında, izlenmesinde ve değerlendirmesinde aktif olarak yer alacaklardır. Böylece, dünyadaki artan küresel nüfus ve azalan tarımsal üretime karĢı, kırsaldaki gençlik gelecek kuĢakların gıdaya daha kolay eriĢimlerinde ve kırsal alandaki yaĢam standartlarının sosyoekonomik açıdan yükselmesinde hayati rol oynayacaklardır. Eğer bu yapılanmalar hayata geçirilirse ve gençler ellerinin altındaki imkanlardan faydalanabilirler ise ülkemizde tarım Ģu an bulunduğu konumundan çok daha iyi bir yerde olacaktır.. KAYNAKÇA www.tarimdanhaber.com www.acarindex.com www.todaie.gov.tr www.tzob.org.tr 290 CRISPR SĠSTEMĠYLE BĠTKĠ GENOMU DÜZENLENMESĠ 1 Hakkı ÖZKAYA1 Akdeniz Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bitki koruma Bölümü ÖZET Bakteri ve arkeaların adaptif immün sisteminin bir parçası olan CRISPR Cas9 modifiye edilerek; bakteri, bitki ve hayvan hücrelerinde genom düzenleme için kullanılabileceği gösterilmiĢtir. CRISPR (Kısa Aralıklarla BölünmüĢ Polindromik Tekrar Kümesi) olarak adlandırılan bu sistem, DNA‟yı kesebilen Cas9 (CRISPR ĠliĢkili Protein) ve DNA‟yı tanıyan bir rehber RNA‟dan oluĢmuĢ bir RNA-Protein kompleksidir. Bu komplekste Cas9 proteini DNA‟yı kesebilen endonükleaz aktivitesine, Rehber RNA ise Cas9 proteininin genomda nereye hedefleyeceğini belirleyen nükleotid bilgisine sahiptir. Aynı zamanda nükleaz aktivitesi olmayan Cas9 proteini (d Cas9) modifiye edilerek; bu sistem aktivatör ve represör gibi gen aktivitesini düzenleyen bir protein olarak tasarlanabilir. CRISPR Cas9 Sistemi kullanılarak bitkilerde gen susturma, gen ekleme; d Cas9 kullanılarak gen ifadesi kontrolü yapılmaktadır. Bitki hücreleri totipotent karakterdedir. Hücrelerin bu özelliğinden dolayı doku kültürü teknolojisi kullanılarak bir hücrede yapılan genom düzenlemesi bütün bir organizmayı etkilemektedir. CRISPR Cas9 Sistemiyle bitkilerin genom karakterizasyonu yapılabilirken; pestisitlere dirençli ve çevre Ģartlarına dayanıklı bitkiler üretilmektedir. Bu sistem kullanılarak saf bitki ırkları elde edilmekte, bu Ģekilde bitkilerin ıslah süresi kısalmaktadır. Sonuç olarak istenilen özellikte genom bilgisine sahip olan transgenik ya da transgenik olmayan bitkiler üretilmektedir. Anahtar Sözcükler: Genom Düzenleme, CRISPR Cas9 Sistemi, Bitki 1.CRISPR CAS9 SĠSTEMĠ VE GELĠġĠMĠ CRISPR (Kısa Aralıklarla BölünmüĢ Polindromik Tekrar Kümesi) CRISPR teknik anlamda canlının DNA dizisi üzerinde, CRISPR lokusunu tanımlayan gen dizileridir. Bunlar; Cas genleri, sonrasında gelen tekrar (repeat) ve aralık (spacer) dizileridir. Tekrar dizileri değiĢmemekle birlikte bu tekrarların arasındaki aralık dizileri birbirinden farklılık göstermektedir. Cas ise bu bağıĢıklık sisteminde görev alan proteinlerin genel adıdır. CRISPR kümelerinin varlığı 1980‟lerden beri bilinse de canlının savunma mekanizmasındaki rolü görece yeni kanıtlanmıĢ durumda. Bu 291 çıkarıma giden araĢtırmalar ise 2005 yılında CRISPR genleri üzerine çalıĢan 3 farklı grubun keĢfi ile baĢladı. 2012 yılında Jennifer Doudna ve ekibinin de önemli bulgularıyla geliĢim gösterdi. Bu sistem bakterilerin kendilerini patojenlerden korumak için geliĢtirdiği doğal bir prosesin incelenmesi sırasında keĢfedilmiĢtir. Yine bakteriler üzerinden konuyu açıklayacak olursak; doğal olarak tek hücreli canlıların da virüslere karĢı bir savunma mekanizmasına sahip olmasını zorunlu kılmaktadır. Virüslerin etki mekanizmasını kısaca Ģöyle özetlersek; Virüslerin yüzey proteinlerini kullanarak hücreye tutunması, kendi genetik materyalini konak hücrenin içine aktarması, bu genetik materyalin, hücrenin ribozomal protein sistemini kullanarak kendini eĢlemesi ve sonunda oluĢan çok sayıda yeni virüs sebebi ile konak hücrenin patlaması ve virüslerin yeni konaklar bulmak üzere dağılması Ģeklinde gerçekleĢmektedir. Bakterilerin bağıĢıklık sistemi genellikle virüslerin tutunduğu reseptörlerin yapısını değiĢtirmek ve restriksiyon – modifikasyon enzimleri yardımı ile hücrenin DNA‟sına girmiĢ virüs DNA‟sını kesmek Ģeklinde iĢlemektedir. Ancak yapılan çalıĢmalar ile bu canlıların bir de adaptif bağıĢıklık mekanizmasına sahip olduğu ortaya çıktı. Bakterilerin yaklaĢık olarak yarısında bulunan bu sistem CRISPR-Cas sistemi olarak adlandırılıyor. CRISPR‟ın açılımı (clustered regularly interspaced palindromic repeats ) Türkçe; düzenli aralıklarla bölünmüĢ palindromik tekrar kümeleri olarak açıklanmaktadır. CRISPR denildiğinde kastedilen teknik anlamda canlının DNA dizisi üzerinde, CRISPR lokusunu tanımlayan gen dizileridir. Bunlar Cas genleri, sonrasında gelen tekrar (repeat) ve aralık (spacer) dizileridir. Tekrar dizileri bir canlı için tamamen aynı olmakla birlikte bu tekrarların arasındaki aralık dizileri birbirinden farklılık göstermektedir. Cas ise bu bağıĢıklık sisteminde görev alan proteinlerin genel adıdır. 292 Resim-1: Bakterideki CRISPR immün sistemi Genel hatları ile sistemin çalıĢma mekanizmasını özetleyecek olursak; Öncelikle organizma bir virüs tarafından enfekte edilir. Ardından bu virüsün DNA‟sı hücre tarafından parçalanır ve bu parçalar arasından bir önaralık (protospacer) geni seçilir. Seçilen bu gen çeĢitli proteinler tarafından iĢlendikten sonra CRISPR lokusunda lider genin hemen sonrasına, yeni bir tekrar geni ile birlikte eklenir ve aralık geni adını alır. Buradaki olaydan neden aralık genlerinin birbirinden farklı olduğunu gösteriyor; çünkü her biri farklı bir virüsten alınmıĢ. Daha sonra bu tekrar ve aralık bölgelerinden sentezlenen CRISPR RNA‟lar (crRNA) belirli Cas proteinlerinin de yardımı ile kesilir ve iĢlenir. ĠĢlenmiĢ crRNA‟lar baĢka Cas proteinleri ile birleĢerek CRISPR ribonükleoprotein komplekslerini (crRNP) oluĢturur. Hücrenin aynı virüs ile tekrar enfekte edilmesi durumunda ise virüsün DNA‟sına karĢılık gelen aralık dizisini taĢıyan crRNP‟ler virüs DNA‟sını tanır ve Cas proteinlerinin nükleaz aktivitesi ile yabancı DNA parçalanır.( Cardi ve ark.2016) 2. CRISPR SĠSTEM ĠLE GENETĠK MANĠPULASĠYON Genetik manupulasyon için kullanılan Tip 2. CRISPR Sistem, kodon optimize edilmiĢ bir Cas proteini ve crRNA-tracrRNA füzyonuyla oluĢturulmuĢ bir Rehber RNA‟dan (gRNA) oluĢmaktadır. Cas proteini DNA‟yı kesebilen nükelaz aktivitesine sahip iken, gRNA ise bu Cas proteinini istenilen DNA dizisine hedefleyebilen bir araçtır. 293 Cas proteinini ve bu gRNA‟ları kodlayan vektörler hücre içerisine katyonik ajan, elektroporasyon, viral vektör vb. transfeksiyon araçlarıyla hücre içerisine gönderilir. Hücre içerisine transfeksiyondan sonra hedeflenen genetik manipulasyon baĢlar. (Kungulovski ve ark. 2016 ) Nükleaz aktivitesine sahip olan Cas9 proteini istenilen nükleotit dizilerinden keserek Gen-Knockout iĢlemi gerçekleĢtirilebilir. Bu sistem kullanılarak yapılan genetik manipulasyonlar transgenik özellik taĢımamaktadır. Fakat kesim sonrasında hücre içerisine donör bir DNA aktarıldığında bu DNA homolog rekombinasyonla konakçı DNA yapısına katılarak Gen-Knockin iĢlemi yapılabilmektedir. Bu sistemle transgenik canlılar üretilebilmektedir. Özellikle transgenik hayvan ve bitki üretme alanında en verimli kullanım aracı olarak görülmektedir. (Jinek ve ark,. 2012) Nükelaz aktivitesi denatüre edilen Cas proteinine trans aktive edici domain ya da represör domain eklenebilmektedir. Bu yöntemle hazırlanmıĢ Cas proteini istenilen gen bölgesine yönlendirilerek transkripsiyonel aktivasyon ya da baskılama yapılabilmektedir. Bu sistem tıpkı mikroRNAlar gibi çalıĢtığından dolayı CRISPRi olarak adlandırılmaktadır. CRISPR sistemle yapılan bu gen baskılama iĢlemiyle Gen-Knockdown yapılabilmektedir. (Mandegar ve ark.2016. ) Nükleaz aktivitesi olmayan Cas proteinine GFP gibi iĢaretleyici proteinler eklenerek moleküler markır sistemi geliĢtirilebilmiĢtir. Bu sistemle Cas-GFP füzyon proteini gRNA yardımıyla istenilen DNA dizisine hedeflenerek o dizilerin genomdaki varlığı GFP ıĢımasıyla test edilebilmektedir. (Kamiyama ve ark.2016) 3.SONUÇLAR CRISPR sistem kullanılarak bitkilerde; -Herbisitelere dayanıklı bitkilerin eldesi -Hastalıklara dayanıklı bitkilerin eldesi -Kalite (yağ/protein oranı – renk – raf ömrü vb.) ve verim ıslahı -Erkek kısır bitkilerin eldesi gibi genetik uygulamalar yapılabilmektedir. Tütün (Nicotiana tabacum) bitkisindeki NtPDS ve NtPDR6 genlerinde; rehber RNA ve cas9 proteinin transfeksiyonundan sonra % 16.220.3 oranında mutasyon oluĢumunun arttığı tespit edilmiĢtir(Gao ve ark. 2015). Transgenik pirinç bitkisinde istenilen spesifik genlerde CRISPR/cas9 sistemi ile genom düzenleme yapmıĢlardır. Böylece daha kaliteli ve verimi yüksek olan pirinç bitkisi oluĢturulmuĢtur(Qu ve ark., 2013). 294 KAYNAKLAR; Resim1:http://www.spring8.or.jp/en/news_publications/press_release/2013/1 31011_fig/fig2.png Cardi T, Neal Stewart C Jr,(2016) Progress of targeted genome modification approaches in higher plants. Plant Cell Rep. Mar 29. Gao J., Wang G.,CRISPR/Cas9-mediated targeted mutagenesis in Nicotiana tabacum, Plant Mol Biol. 2015 Jan;87(1-2):99-110 Jinek M, Chylinski K, Fonfare I, et al.(2012) Science ; 337:816-821. Kamiyama D, Sekine S. (2016) Versatile protein tagging in cells with split fluorescent protein. Nat Commun. Mar 18;7:11046. Kungulovski G, Jeltsch A.(2016) Epigenome Editing: State of the Art, Concepts, and Perspectives. Trends Genet.Feb;32(2):101-13. Mandegar MA, Huebsch N. (2016) CRISPR Interference Efficiently Induces Specific and Reversible Gene Silencing in Human iPSCs. Cell Stem Cell. Mar 8. pii: S1934-5909(16)00023-0. Qu, L., ,Miao, J.; (2013)Targeted mutagenesis in rice using CRISPR-Cas system, Cell Res.Oct; 23(10): 1233–1236 295 296 DOMATES YETĠġTĠRĠCĠLĠĞĠ Sinem BUĞUR Akdeniz Üniversitesi Ziraat Fakültesi Toprak Bilimi ve Bitki Besleme Bölümü ÖZET Domates Peru civarında çıkarak yaklaĢık 1900 yıllarında Adana‟da yetiĢtirilmeye baĢlanmıĢtır. Ucuz, bol vitamin kaynağıdır. Turfanda olarak yetiĢtirilebilir, her mevsimde tüketilebilmektedir. A, B1, B2, C, K vitaminleri, protein, yağ, karbonhidrat, potasyum, kalsiyum ve demir bulunur. Taze olarak yenildiği gibi salça, domates suyu, konserve turĢu, reçel, ketçap, Ģeklinde de tüketilebilir. Tek yıllık bitkidir. Bölgemizde en uygun pearson ve Sc 2121çeĢitlerinin yetiĢtirilmesi önerilebilir. Pearson: Yuvarlak düzgün Ģekilli kırmızı renkli eti dolgun, çok lezzetli, Ģartlara kolaylıkla adapte olabilen çeĢittir. Sc.2121: Geçci, erkenci çeĢitlerinin olması üretimde devamlılığı sağlaması bakımından avantajlıdır. Ilık ve sıcak iklim meyvesidir. GeliĢme sıcaklığı 16-19 C olabilir. Sıcaklık 13 C‟nin altında olmamalı en iyi 27 C civarında istenilen Ģekilde çimlenerek döllenme yapabilmektedir. Toprak isteği; kumludan killiye kadar her tür toprakta yetiĢebilir. Kumlu tınlıda erken ürün verir. En uygun toprak reaksiyonu pH 6.5 Toprağın derin sürülerek, dikkatle hazırlanması gerekir. Solgunluk, Antroknoz, Mildiyö. Bunlar için etkili madde maneb olan ilaçlar kullanılmalıdır. Dana Burnu, Kırmızı örümcek, Yaprak bitleri, kök ur nematodu domates için zararlıdır. Ġlaçla mücadelesi yapılabilir. Açıkta domates üretiminden 3600-4000 kg/da ürün alınmaktadır. Domates bol vitamin içeriği yüksek anlamda ekonomiye katkısından dolayı en fazla üretimi gerçekleĢen tür olması nedeniyle Ģartlar göz önünde tutularak yetiĢtirilmesi yapılmalı. Hem kuru madde olarak hem de suyu sıkılmasıyla tüketimi sonucu birçok hastalığı önler. ANAHTAR KELĠMELER: vitaminler, domates çeşitleri, sıcaklık, toprak pH’sı, zararlılar GĠRĠġ Domates (Solanum lycopersicum), patlıcangiller (Solanaceae) ailesinden, anavatanı Güney ve Orta Amerika olan meyvesi yenebilen otsu bir bitki türü. 1900‟lü yıllardan itibaren Adana da yetiĢtiriciliği yapılmaya baĢlanmıĢtır. ABD‟de 1893 yılında mahkeme sebzelerle birlikte saklanıp 297 yenildiğinden onu sebze diye sınıflandırmıĢtır fakat gerçekte meyvedir. Domatesin ilginç bir tarihi vardır. Bolivya ve Peru‟da yabani sarı renkli bir domates türü bulunmuĢ ve sonra Meksika‟da yetiĢtirilip, Kristof Kolomb‟un Amerika‟yı keĢfinden sonra Avrupa‟ya gemilerle gönderilmiĢtir. Ġtalyanlar sarı renginden ötürü onu altın elma olarak adlandırdı, ama çok geçmeden kırmızı türleri ortaya çıktı. Domates adı Ġspanyolca tomateden gelmektedir, bu isim de Nahuatl dilinde tomatotldan alınmıĢtır. Ülkemiz, dünya sebze üretimindeki % 3,2‟lik payı ve açıkta ve örtü altında her mevsim sebze yetiĢtirme özelliği ile dünya sebze üreticisi ülkeler arasında ilk sıralarda yer almaktadır ve domates bitkisi de üretilen sebzeler içerisinde lider durumdadır (Anonim a,2006). 10 veya 15 cm boya sahip olan domates bitkisinin hafif odunsu bir gövdesi vardır. 10-25 cm uzunluğunda olan yapraklarının üzerinde 5-9 yaprakçık bulunur. Yaprakları tüylüdür. 1-2 cm uzunluğunda ve sarı olan domates çiçekleri bir sap üzerinde 3-12 adettir. Genellikle kırmızı, yenilebilen meyvesi yabani bitkilerde 1-2 cm çapında iken kültür bitkilerinde daha büyüktür. Çoğu vitamin bu meyve de bulunur ve kanseri önleyici yapısı vardır. Bu vitamin ve önleyici mineraller domatesin kabuğunda bulunur. Domates ılık ve sıcak iklim meyvesidir. Soğuklardan çok zarar görür. Sıcaklık -2,-3 ° C düĢtüğünde bitki tamamen ölebilir. Gereğinden fazla sıcaklık ve nem ise bitkide hastalıkların meydana çıkmasına, sıcak ve kuru rüzgârlarda, fazla miktarda çiçek dökülmesine sebep olur. Domateslerde normal bir geliĢmenin meydana gelebilmesi için, sıcaklığın en az 16-19 ° C‟lerde olması denemelerden anlaĢılmıĢtır. Sıcaklık 13 ° C‟nin altına düĢtüğünde olgunlaĢmanın geciktiği ve mahsul miktarının çok azaldığı görülmüĢtür. Domates çiçek tozları 10 ve daha yukarı derecelerde, en iyi olarak 27 ° C civarında istenilen Ģekilde çimlenerek döllenme yapabilmektedir. Yüksek sıcaklıklarda bitki döllenme yeteneğini ve geliĢmesini kaybetmektedir. Ancak kök çevresinin düzenli su alması bitkinin mükemmel geliĢmesini sağlar ve yüksek verim yapmasını sağlar. Domatesin toprak isteği; kumludan killiye kadar her tür toprakta yetiĢebilir. Derin, geçirgen su tutma kabiliyeti iyi humus ve besin maddelerince zengin tınlı toprakları sever. Kumlu tınlı topraklarda erken ürün verir. Çorağa oldukça dayanıklıdır. En uygun toprak reaksiyonu pH 6.5 civarındadır. Ekim Nöbeti Çorağa oldukça dayanıklıdır. En uygun toprak reaksiyonu pH 6,5 civarındadır. Domates dikilen bir yere, en az 5 yıl domates dikilmemelidir. En iyi ekim nöbeti; Buğday+2.ürün+Domates Ģeklinde uygulanabilir. Toprak Hazırlığı Domates çok kuvvetli bir kök yapısına sahiptir. Köklerinin 1m3 hacimde bir toprak içinde yayıldığı 298 düĢünüldüğünde topraktan ne derece faydalandığı açıkça ortadadır. Ana kazık kök ĢaĢırtma nedeniyle koparılmazsa 125-140cm derinliğe kadar uzayabilir. Domates kökleri su içerisinde uzun süre kaldıklarında (4-5 saat) bitki boğulur, pörsür, geliĢmesi durur ve bir daha kendini toparlayamaz. Saçak kökleri ise 0-25cm derinliğe kadar uzayabilir. Domates bitkisi derin köklü bir bitki olduğu için, toprağın derin sürülerek, dikkatle hazırlanması gerekir. Sonbaharda pullukla derince sürülen tarla ilkbaharda ve uygun tavda yine pullukla sürülür. Sürümle birlikte 2-4 ton yanmıĢ ahır gübresi atmak yararlı olur. Toprak hazırlığı yapılırken bahçe karık Ģeklinde bölünür ve su akıĢının bu karıklardan geçmesi sağlanır. Sonra tırmık, tapan veya diskaro çekilerek kesekler kırılır. Serada toprak hazırlığı iĢlemleri tamamlandıktan sonra toprak analizleri yapılıp gerekli taban gübreleri verildikten sonra son kez sulama yapılır ve toprak tava geldiğinde dikim yerleri hazırlanır. Dikim tek sıralı düĢünülüyorsa 100*50 veya 70*40 ölçülerinde, çift sıralı düĢünülüyorsa 90*50*45 ölçülerinde ve kuzey- güney istikametinde yapılır. Bölgemizde dikimden 2-3 gün önce dikim çukurları açılıp çukurların ısınması temin edilmelidir. Dikim yerleri hazırlanırken dikim sırtlar üzerine yapıldığında toprağın daha iyi ısınması temin edilir. Dikim zamanı toprak ısısının 10-15 cm derinlikte 14 derecenin altında olmaması gerekir. Hazırlanan fide çukurlarına fideler toprakları dağıtılmadan yerleĢtirilir ve etrafında 30-35 cm çapında çanak oluĢturulacak Ģekilde toprakla doldurulur. Dikimden bir hafta sonra fidelerin çapalanması gerekir. Domates yetiĢtiriciliğinde sıra arası ve sıra üzeri mesafesi çeĢidin yer ve sırık olmasına göre değiĢmektedir. Yer (bodur) çeĢitlerde büyüme belli bir aĢamadan sonra durur. Sırık çeĢitlerde ise çiçek salkımı oluĢtuktan sonra büyüme ucundan geliĢme devam ederken yaprak koltuklarından da sürgün ve çiçeklenme devam eder. Domates bitkisinde 3-4 yaprakta bir çiçek salkımı oluĢur. Bu salkımlar basit ya da çift salkım Ģeklinde olur. Bu durum bir çiçek özelliği olmakla birlikte beraber sere iç sıcaklık da basit veya çift salkım oluĢumunu etkiler. Yüksek sıcaklıklarda basit salkım, düĢük sıcaklıklarda çift salkım oluĢumu yaygındır. Domates açıkta ve serada(örtü altında) olmak üzere 2 Ģekilde yetiĢtirilir. Açıkta yetiĢtiricilik aynı zamanda tarla domatesi olarak da bilinir. Domates bitkisi, sürgün büyümesinin geliĢme durumuna göre sırık ve bodur çeĢitler olmak üzere iki gruba ayrılır. Sırık çeĢitler pazarın istediği yola dayanıklı, raf ömrü uzun ve daha kaliteli ürünlerin üretilebilmesi nedeniyle, ilimizde sırık domates yetiĢtiriciliği her geçen gün daha da artmaktadır. ÇeĢit seçiminde ilk dikkat edilmesi gereken Pazar ve çevre Ģartlarına uygun nitelikte çeĢit seçimidir. Ġyi ve amaca uygun çeĢit seçilmelidir. ÇeĢit 299 seçiminde sera Ģartlarına uygunluk, hastalık ve haĢere zararlılarına mukavim, yüksek verimli, erkenci, iri meyveli, düĢük sıcaklıklarda da meyve bağlayabilen ve pazarın taleplerine uygun çeĢitler tercih edilmelidir. Bu özellikleri de büyük oranda hibrit (melez) tohumlar karĢılayabilmektedir. Bölgemize önerilebilecek bazı sırık domates çeĢitleri Ģunlardır: Elif 190 F1, gökçe 191 F1, gülle F1, target F1, Opera F1, polaris F1, astone F1, MOG F1. Tohum ekimi, ĢaĢırtma, gübreleme, dikim, sulama vs. gibi iĢlemlerden sonra sıra hasada gelir. Hasat bitki çeĢit özelliği ve pazarlama koĢullarına göre yapılır. Yakın pazarlar için tam olum devresinde uzak ve nakliye gerektiren pazarlar için pembe olum devresinde hasat edilir. Serada yetiĢtiricilik(örtü altında) cam ve plastik örtülerde domates üretimi yapılabilir. Üretim üç dönemde yapılır: sonbahar dönemi, kıĢ dönemi(tek mahsul) dönemi, ilkbahar dönemi. Plastik seralarda yılda 2 mahsul yetiĢtirilmesi ısıtma masraflarından kaçınmak açısından önemlidir. Ancak cam seralarda genellikle tek mahsul yetiĢtiriciliği yapılmaktadır. Cam ve plastik seralarda baĢarılı bir domates yetiĢtiriciliği için, öncelikle çeĢit ve yetiĢtirme zamanı iyi bilinmelidir. YetiĢtirme döneminde uygun kuvvetli geliĢen yüksek verimli, kaliteli, hastalıklara dayanıklı, raf ömrü uzun olan çeĢitleri tercih etmeliyiz. Tohum ekimi sonbahar döneminde TemmuzAğustosun ilk haftası, Tek mahsul döneminde Eylül sonrası Ekim‟in ilk haftası, Ġlkbahar döneminde Kasım sonu- Aralığın ilk haftasında tohum ekimi yapılır. En uygun fide harçları da yapılmalıdır. 2 kısım çiftlik gübresi + 2 kısım orman toprağı + 1 kısım diĢli dere kumu veya 4 kısım çiftlik gübresi + 2 kısım orman toprağı + 1 kısım diĢli dere kumu Ģeklindedir. YetiĢtiricilikte harç kullanılacak ise hazırlanan karıĢım mutlaka ilaçlanmalı ve kullanılmadan önce birkaç kez aktarılıp havalandırılmalıdır. Torf kullanılacak ise kullanılmadan önce mutlaka içerisine ticari gübre karıĢtırılmalıdır. 1 M3 torf içine konacak ticari gübreler Ģunlardır; 1 kg Triple Süper Fosfat, 1 kg Amonyum Sülfat (suda eritilecek), 1 kg Potasyum Sülfat (suda eritilecek), 0.5 kg Magnezyum Sülfat. Kasalara tohum ekimi yapılır, sonrasında da ĢaĢırtma yapılması gerekir. Ġlkbahar döneminde ekilen tohumlar 10-12 günde ĢaĢırtma zamanına gelirler. En uygun ĢaĢırtma zamanı domates fidelerinin kotiledon yaprakların tam teĢekkül ettiği ve yere tam paralel olduğu dönemdir. ġaĢırtma 45‟lik viyollere veya 15*15‟lik poĢetlere yapılır. Fidelerin ĢaĢırtılması esnasında fideler sadece kotiledon yapraklardan tutulmalı ve asla gövdeden tutulmamalıdır. ġaĢırtılan fidelerin konacağı yer önceden sulanmalı ve fide döneminde ortam rutubeti zemin sulamaları ile temin edilmelidir. Kotiledon yaprakların oluĢumundan iki gerçek yaprağın oluĢumunun tamamlandığı zamana kadar süren duyarlı dönemde düĢük sıcaklık ve düĢük aydınlatma seviyeleri bitkide çiçeklenmeyi olumlu yönde etkiler. Bu dönemde tavsiye edilen uygun 300 sıcaklıklar güneĢli ve kısmen bulutlu günlerde gündüz 13-16 derece, gece 11-13 derecedir. Fide dikimi yapılırken fide hazırlanırken bir yandan da serada dikim hazırlıkları yapılır. Gerekli ilaçlama ve gübreleme iĢlemleri yapılır. Dikim kuzey-güney yönünde çift sıralı yapılır. Böylece bitkiler ıĢıktan en iyi Ģekilde faydalanır ve meyveler daha erken olgunlaĢır. DOMATES YETĠġTĠRĠCĠLĠĞĠNDE DĠKKAT EDĠLMESĠ GEREKEN HUSUSLAR Domates toprak bakımından pek seçici değildir. Kumlu topraklardan hafif killi topraklara kadar her tip toprakta yetiĢtirilmesine rağmen; en iyi netice organik maddelerce zengin hafif topraklardan alınmaktadır. YetiĢme periyodu çok kısa olan yerlerde erkencilik çok önemlidir. Bu nedenle erken mahsul almada kumlu-tınlı topraklar ideal kabul edilmektedir. Domates yetiĢtirilecek toprakların drenajının iyi olması gerekir. Domates toprak asitliğine oldukça dayanıklıdır. Toprak pH‟sı 5 ile 5‟in altına düĢmedikçe kireç verilmesi tavsiye edilmez. Domates yetiĢtiriciliğinde pH‟nın 6-6,5 olması tavsiye edilir (Anonimb, 2006). Güler ve Güzel (1998) tarafından yapılan bir çalıĢmada domates bitkisine azot ve potasyum uygulamalarının verim, kalite, yaprak ve toprak özelliklerine etkisi incelenmiĢ ve denemede azotun 0, 125, 250 ve 375 ppm, potasyumun 0, 150, 300 ve 450 ppm dozları kullanılmıĢtır. ÇalıĢma sonucunda en yüksek verim 16.7 ton/da ile 250 ppm N ve 300 ppm K dozundan alınmıĢtır. Subba ve ark. (1987) tarafından yapılan bir çalıĢmada domates bitkisinde tuzlu sulama suyunun etkisi kumlu tın bünyeli toprakta gözlemlenmiĢtir. Tuzluluk seviyesinin artıĢı üründe önemli oranda azalmaya sebep olmuĢtur. Sulama suyunun EC değeri 6.0 mmhos/cm‟yi geçtiği zaman domates meyvesindeki azalma oranı % 50 olarak dikkat çekmektedir. Sulama suyundaki artan tuz seviyesi toprakta tuz birikiminin artmasına neden olmuĢtur. Tuz birikimi toprağın üst kısmında alt kısmına oranla daha fazladır ve bu seviyede baskın katyon Na+, anyon ise Cl- olarak bulunmuĢtur. Yazgan ve Sağlam (1998) tarafından yapılan bir çalıĢmada domates bitkisinde ekim zamanı ile hasat zamanının arasındaki etkileĢimlerin belirlenmesi amaçlanmıĢtır. ÇalıĢmada ekim zamanının gecikmesi ile 1.hasat zamanının da geciktiği belirtilmiĢtir. Ekim zamanı erkene alındıkça ve bitki baĢına salkım sayısı arttıkça verim de artmıĢtır. Yaprak gübresi domates verimliliğini de arttırmaktadır. DOMATESDEN DAHA YÜKSEK KALĠTE ELDESĠ VE VERĠM ALABĠLMEK ĠÇĠN NELER YAPILMALIDIR Sera yetiĢtiriciliği açıkta yetiĢtiriciliğe göre daha uzun sürmektedir bu nedenle temel girdiler sera da daha fazladır ve masraflıdır. Temel girdiler: ilaç, gübre vs. Birçok bitki de olduğu gibi sera da yetiĢtirilen domateste de 301 çeĢitli faktörler yüzünden hastalıklar zararlı olabilir bu da verim ve kaliteyi etkilemektedir. Islah çalıĢmaları sonucunda çeĢit ve verimde artıĢ olmuĢ birim alandan yüklü bir miktar ürün kaldırılmıĢtır. Verim ve kalite için dengeli ve programlı gübreleme uygulanmalıdır. Sebzelerde tat ve aromayı değiĢik organik bileĢikler sağlamaktadır. Bu bileĢikler ile bitkilerin beslenmeleri arasında çok önemli iliĢkiler bulunmaktadır. AĢırı veya yetersiz gübreleme verimi düĢürdüğü gibi, meyve özelliklerini de etkiler (Çopur ve ark., 1992; Karaman, 1995). Dengesiz beslenme ayrıca bitkilerin hastalık ve zararlılara karĢı duyarlılığını da önemli ölçüde etkiler. Yapılan çok sayıdaki araĢtırmalarda bitkilerin beslenmesi ile bitki hastalık ve zararlıları arasında önemli iliĢkiler saptanmıĢtır (GüneĢ ve ark., 2000). Dengeli bir gübreleme için toprak bitki ve yaprak analizlerinden yararlanılması faydalıdır. Yetersiz, noksan olan bitki besin elementleri belirlenir belli miktar takviyesi yapılır sağlıklı hale getirilir. Aksi takdir de besin ihtiyacı çok olan bitki zayıf dirençsiz kalır hastalığa yakalanma olasılığı kaçınılmazdır. SONUÇ Hızlı nüfus artıĢı nedeniyle yiyecek tüketimi günden güne artmaktadır. Bu da üretimde bir artıĢın gerekliliğini zorunlu kılmaktadır. Üretimde artıĢı sağlamak ancak mevcut tarım alanlarında entansif tarım tekniklerinin uygulanmasıyla mümkün olacaktır. Entansif tarım; toprak, su, iklim, gübre, ilaç vs. gibi etmenleri yoğun miktarlarda kullanmayı gerektiren bir tarım tekniğidir. Entansif tarımda yetiĢtirme koĢulları kontrol altına alınarak yetiĢtirilen bitkiden maksimum ürün eldesi sağlamak esastır. YetiĢtirme koĢullarının kontrolü ancak kapalı alanda (örtüaltı) yetiĢtiricilikle mümkün olabilmektedir. AraĢtırmalara göre Antalya ilinde, toplam örtüaltı yetiĢtiricilik içindeki en büyük payı domates almaktadır. Bu bakımdan gerek Türkiye‟de gerek Antalya‟da en fazla yetiĢtiriciliği yapılan sebze olan domatesin doğru ve bilinçli gübrelenmesi hem verim hem kaliteyi arttıracak hem de bu üretimin çevre kirliliğine olan katkısını azaltacaktır. Domates yetiĢtiriciliğinde de bölgemizde dahil daha çok örtüaltı tercih edilmektedir. Hem kullanılan ilaç ve gübrelemenin programlı Ģekilde uygulanması hem de ekonomik anlamda erkencilik çeĢitlerin yetiĢtirilmesi bakımından örtüaltı domates yetiĢtiriciliği tarımda en çok tercih edilen üründür. 302 KAYNAKLAR AKDENİZ ÜNİVERSİTESİ ZİRAAT FAKÜLTESİ DERGİSİ, 2007, 20(1),2935 29 ANTALYA-DEMRE YÖRESİNDE DOMATES YETİŞTİRİLEN SERA TOPRAKLARININ BAZI VERİMLİLİK ÖZELLİKLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ* Ġlker SÖNMEZ Mustafa KAPLAN Akdeniz Üniversitesi Ziraat Fakültesi Toprak Bölümü Antalya-TÜRKĠYE Kabul tarihi: 30 Ocak 2007 http://aytekinbek.blogcu.com/ortu-alti-yetistiriciligi-biber-domatesyetistiriciligi/2688470 (29.03.2016 23.53) http://www.bahcenet.com/domates-yetistiriciligi-lycopersiconesculentum.html (22.03.2016 00.11) Tarım danıĢmanı ziraat mühendisi zooteknist OĞUZHAN ÜNLÜ‟nün çalıĢması unluoguzhan@gmail.com msn: oguzhan_unlu@hotmail.com (bilgiler TARIM BAKANLIĞI internet sitesinden alınmıĢtır). (11.04.1016 22.30) http://www.tarimkutuphanesi.com/Domates_yetistiriciligi_Mustafa_DEMIR EL_Ziraat_Muhendisi_01684.html (29.03.2016 23.50) http://www.tarimkutuphanesi.com/TARLADA_SIRIK_DOMATES_YETIS TIRICILIGI_00588.html (27.03.2016 20.53) Derim.17(2):84.97.(2000) ÖRTÜALTINDA YETĠġTĠRĠLEN DOMATES BĠTKĠSĠNĠN BĠTKĠ BESĠN MADDESĠ GEREKSĠNĠMĠ (Dr. Mehmet Ali DEMĠRAL(1) 303 304 HAYVAN YETĠġTĠRME VE BESLEMEDE BEKLENEN GELĠġMELER Elif Merve AYAS1 1 Akdeniz Üniversitesi Ziraat Fakültesi Zootekni Bölümü ÖZET Ülkemizde köylerden kentlere göç oranının artmakta olmasına rağmen ziraat faaliyetleri önemini yitirmemektedir. Daha çok verim almak amacıyla geliĢtirilen teknolojiler de ziraatin önemini koruduğuna hatta arttırdığına iĢarettir. Ülke nüfusunun neredeyse yarısının geçimini hala hayvancılık ve diğer zirai faaliyetlerle sağladığını göz önünde bulundurursak tamamen geleneksel yöntemler yerine iĢ gücünü azaltıp alınan verimi arttıracak teknolojilere daha çok ihtiyacımız olduğunu anlarız. BüyükbaĢ hayvan yetiĢtirme yöntemlerinde teknolojinin ileri seviyede kullanılmasına rağmen küçükbaĢ ve kanatlı hayvan yetiĢtiriciliğinde büyük oranda geleneksel yöntemlerle devam edilmektedir. BüyükbaĢ, küçükbaĢ ve kanatlı hayvanların yetiĢtirilmesinde ve beslenmesinde kullanılabilecek daha kapsamlı teknolojik yöntemleri araĢtırmalı ve geliĢtirmeliyiz. Daha az emekle daha verimli üretim amacıyla kullanılabilecek teknolojik yöntemleri uygulamaya dökmek, alandaki geliĢmeleri yakından takip etmek hem iĢlerimizi kolaylaĢtıracak hem de güncel yollarla üretim yapmayı sağlayacaktır. Anahtar Kelimeler: Teknoloji, Ziraat, Hayvancılık, Besleme 1.GĠRĠġ Ülkemizde kullanımı yaygın olan hayvan besleme yöntemi elle yemlemedir. Büyük çaplı hayvan çiftliklerinin çoğunda bile hala yemlemede mekanizasyon kullanımı oldukça azdır. Süt sağım ve saklamada teknolojiden yararlanılmasına rağmen hayvan beslemede teknolojiden geniĢ çapta faydalanılamaması büyük eksikliktir. Bilgisayar kontrollü yemleme sistemlerinin kullanımı yurt dıĢında yaygınlaĢmaya devam ederken Türkiye‟de hala bu konuyla ilgili çok fazla araĢtırma ve çalıĢma yapılmamasıyla birlikte, son 15 yıl içerisinde orta ve küçük çapta hayvancılık iĢletmelerinde bilgisayar destekli yemleme kabinlerinin kullanımının arttığı da gözlenmektedir. Lakin bu sistemlerin ülkemizde üretimi yapılamamakta, bazı firmalar 305 yurt dıĢından ithal etmektedir. Bu ve bunun gibi sistemlerin ülkemizde imal edilebilmesi için gerekli araĢtırmaların yapılmasıyla hayvancılık sektörümüzde büyük adımlar atılabilir. 2.HAYVAN YETĠġTĠRME VE BESLEME 2.1.Hayvan YetiĢtirme Hayvan yetiĢtirmek zor ve zahmetli olmasına rağmen çok keyifli bir iĢtir. Ülkemizde hala geleneksel yollarla hayvan yetiĢtiriciliğine devam edilmektedir. BüyükbaĢ ve küçükbaĢ hayvan yetiĢtirmede teknolojik yöntemler her geçen gün ilerlemekte, geliĢmektedir. Özellikle büyükbaĢta hayvanların her Ģeyiyle bireysel ilgilenmeye gerek bırakmayacak makineler ve teknikler geliĢtirilmekte olup, bunların kullanımı da günden güne yaygınlaĢmaktadır. Hayvanın süt üretimi ve meme sağlığını kontrol eden, vücut ağırlığını geçerken otomatik ölçen, kızgınlık teĢhisini yapan, çiftliğin içinde normal hareket halindeyken hayvanın sorunlarını tespit edip iĢaretleyen sistemlerin (Afifarm bilgisayarlı sürü yönetim sistemleri, computerızed daıry management systems) kullanım oranı artmaktadır. Fakat geleneksel yöntemlerin de hala etkisini yitirdiği söylenemez. Küçük çaplı iĢletmelerde düĢük maliyet adına geleneksel yöntemler daha mantıklı görünse de orta ve büyük çaplı iĢletmelerde bu tip sistemlerin kullanımı hem mali açıdan hem iĢgücünden fayda sağlayacaktır. Örneğin; AFIACT– OTOMATĠK KIZGINLIK TEġHĠSĠ Artan adım sayısı (hareketlilik) hayvanın kızgınlığı ile olan doğrudan iliĢkilidir, sistem buna dayanır. En kesin teĢhisi sağlar, %99'un üzerinde kızgınlık tespit oranına sahiptir. DüĢük maliyetli bağımsız çalıĢan bir sistemdir. Çok dayanıklıdır. Adım sayısındaki ani azalma (kızgınlığın tersi) ile düĢkünlük gösteren hayvanın hemen saptanması mümkündür. AFISORT – GEÇERKEN AYIRMA KAPISI Belirtilen sorunlara (sütte azalma, ayak problemi, kızgınlık, meme sorunu, ketoza yakalanma, yem tüketimi eksikliği, vb.) hayvanları teĢhis ederek otomatik olarak ayırır ve yapılacak uygulamaları raporlar 306 Gerçek zamanlı çiftlik uygulaması Özel tedavi uygulama imkanı Tohumlama için ineklerin ayrılması Grup değiĢikliği Boya ile iĢaretleme olanağı AFIWEIGHT– GEÇERKEN OTOMATĠK AĞIRLIK ÖLÇÜMÜ Fiziksel kondisyon parametrelerinin izlenmesi Besleme stratejilerinin uygulanması için gereken bilgilerin sağlanması Enerji dengesi ve iyileĢmenin izlenmesi 2.2.Hayvan Besleme Ülkemizde hala geleneksel yöntemlerle hayvan yetiĢtiriciliği büyük oranda devam ettiğinden yemleme de genel olarak geleneksel yöntemlerle yapılmaktadır. Yani ferdi yemleme yöntemleri mekanik sistemlerden daha çok kullanılmaktadır. Küçük çapta iĢletmelerde ferdi yemleme ya da grup yemlemesi yapılmakta, büyük çapta iĢletmelerde ise mekanik sistemler ve teknolojik yöntemler büyük oranda kullanılmaktadır. 2.2.1.Ferdi Yemleme Genellikle küçük iĢletmelerde veya çeĢitli hayvanların özel durumlarına göre rasyon hazırlanarak yemleme yapılır. Bu yemlemenin yapılması için sürekli süt kontrollerinin yapılması ve hayvanların tükettikleri yemlerin her birinin miktar ve kalitesinin bilinmesi gerekir. Küçük süt sığırcılığı iĢletmelerinde hayvan sayısının az olduğu zamanlarda kolaylıkla uygulanabilir. Bu iĢletmelerde hayvanlar bireysel olarak kaba ve kesif yem alabilirler. Bu yöntemin bazı sakıncaları olabilir. Düzenli olarak süt kontrolleri yapılmalıdır. Rasyon hazırlamada ve sürü yönetiminde hassas olmayı gerektirir. ĠĢçilerin ilgi ve becerisine bağlı olarak yemleme hataları ortaya çıkabilir. 2.2.2. Grup Yemlemesi Büyük iĢletmelerde çok sayıda laktasyon döneminde inek olabilmektedir. Bu iĢletmelerde hayvanların bireysel olarak yemlemeleri oldukça zor olacağından iĢ gücü ve bir çok açıdan 307 maliyeti azaltan grup yemlemesi uygulanmaktadır. Her hayvana ayrı yemleme uygulamak zordur Grup yemlemesi yapmadan önce; Sürünün büyüklüğü, Kullanacağımız yemlerin özellikleri ve maliyeti, Mevcut barınak, yemleme ve sağım sistemlerinin özellikleri, Uygulanacak metodun ekonomik durumu gözden geçirilmelidir. Gruplar oluĢturulurken hayvanların süt verim durumları kayıtlardan bakılarak çıkarılır ve süt verimine göre aĢağıdaki Ģekilde gruplandırma yapılır; Yüksek verimli inekler (günlük süt verimi yaklaĢık 35-45 litre olanlar) Orta düzeyde verimli olanlar (günlük süt verimi yaklaĢık 25-35 litre olanlar) DüĢük verimli inekler (günlük süt verimi yaklaĢık 20-25 litre olanlar) Kuruya çıkmak üzere olanlar (10-20 kg süt verimi olanlar) Ġlk doğumu yapacak olan düveler ve kurudaki inekler Gruplara göre hayvanlara verilen yemin kalitesi de değiĢir. ĠĢletmedeki hayvan sayısına göre gruplarda en fazla 50 adet hayvan olmalıdır. Grup yemlemesinde genellikle komple karıĢım yedirilmektedir. Yani kesif yemler ve kaba yemlerin tamamı bir mikser ile karıĢtırılarak aynı anda yemliklere dökülmektedir. Bu uygulama ile iĢçilikten tasarruf sağlanmakta ve hayvanların iĢkembe fonksiyonları bakımından daha sağlıklı bir kompozisyon oluĢturulmaktadır. Grup yemlemesinde ortalama 30 kg süt verenlerin rasyonları 5-7 kg daha fazla süt veriyormuĢ gibi (yani 35-37 kg süt veriyormuĢ gibi), ortalama 20 kg süt verenlerinki ise; 2.5-3.0 kg daha fazla süt verimine göre (22.5-23 kg), ortalama 10 kg civarında verenlerinki ise; 10 kg süt verimine göre hesaplanır. Ġneklerin içerisinde ortalamadan biraz daha yüksek verenlerin yem tüketimi de biraz daha fazla olduğundan yem tüketimi grup içerisinde düzenlenmiĢ olur. Bir diğer yemleme yöntemi ise yine bilgisayarlı sürü yönetim sistemine(Afifarm) bağlı bireysel beslenmedir. Bireysel beslenme; Bilgisayar kontrollü besleme 308 Ġneğin potansiyeline, fiziksel durumuna ve laktasyon dönemine göre bireysel besleme modeli tayini Tüketim izlencesi Sağlık izlencesi Verim düzeyine göre otomatik olarak ek yem verilmesi Aynı hayvana üç değiĢik konsantre yem (veya katkı maddesi) verme imkanı Son kuru dönemde 60 g aralıklarla kademeli yem artırma olanağı sağlar. 3.BEKLENEN GELĠġMELER Hayvan yetiĢtirme ve beslemede kullanımı yaygınlaĢmıĢ teknolojilerin yanı sıra tamamen bilgisayar odaklı, iĢgücünden ve vakitten tasarruf sağlayan sistemlerin geliĢtirilmesi söz konusudur. Dahası bu teknolojileri sürekli dıĢardan almak yerine yurdumuzda imal edilebilmesi, yerli üretim yapılması için atılması gereken ve beklenen adımlar vardır. Ülkemizdeki mevcut potansiyelle ve bilim insanlarıyla bunun mümkün olduğu açıktır. Bu sistemler yurt dıĢından alındığında çok yüksek fiyatlarla ülkemize giriĢ yapıp her kademeden üreticimize ulaĢamadığından iĢletmelerde büyük oranda geleneksel yöntemlerle devam edilmektedir. Bu yüzden yerli imalat için harekete geçilmesi beklenmektedir. 4.SONUÇLAR Ziraat faaliyetlerinin büyük bir bölümünü kapsayan hayvan yetiĢtirme ve besleme alanında her gün çok daha faydalı yenilikler ortaya çıkmaktadır. Bu yenilikler farklı yöntemleri de beraberinde getirmekte, üreticinin iĢini kolaylaĢtırmaktadır. Geleneksel yöntemlerle yapılan üreticilik ve teknolojik yöntemlerle yapılan üreticilik arasında büyük farklar vardır. Geleneksel yöntemler iĢ gücü odaklıyken, teknolojik yöntemler büyük çoğunlukla bilgisayar odaklı olup iĢ gücünden ve vakitten tasarruf sağlamaktadır. Günden güne yaygınlaĢan bu sistemlerin ülkemizde de her çaptaki iĢletmede kullanılmasını kolaylaĢtırmak amacıyla bu sistemleri ithal etmek yerine kendimiz üretmeyi denemeliyiz. KAYNAKLAR http://megep.meb.gov.tr/ http://www.te-ta.com.tr/ 309 310 HAYVAN YETĠġTĠRME VE BESLEMEDE BEKLENEN GELĠġMELER *Huriye ARIKOĞLU, *Muhammed Ġbrahim MANDĠ Akdeniz Üniversitesi Ziraat Fakültesi Zootekni Bölümü ÖZET Hayvan yetiĢtiriciliği geçmiĢten günümüze hayatımızda önemli bir yer etmiĢ ve insanlığa büyük faydalar sağlamıĢtır.Ġnsanoğlunun hem sosyal hemde ekonomik alanda geliĢimine büyük etkisi olan hayvan yetiĢtirmenin önemi,daha tarihin ilk dönemlerinde anlaĢılmıĢtır. Tarım ve hayvancılık, insanların göçebe hayattan yerleĢik hayata geçmesindeki en büyük etkenlerdendir. Ġnsanların eğitim ve kültür düzeyleri geliĢtikçe ve dünya üzerindeki insan varlığı arttıkça, tarım ve hayvancılık alanında yaĢanan geliĢim daha da artmıĢ, bu da hayvancılığın zamanla endüstri haline gelmesine neden olmuĢtur. Tarım ve hayvancılık birbirinin ayrılmaz parçalarıdır. Tarım iĢletmeleri açısından bakıldığında, hayvanlar bu iĢletmelerin güvenilir gelir kaynağı durumundadır. Birçok ülkede tarıma elveriĢli olmayan araziler hayvancılık alanında değerlendirilmektedir. Hayvanlar tarım iĢletmelerindeki ucuz tarla ürünlerini, doğrudan insan besini olmayan tarım ürünlerini ve bunların artıklarını değerli ürünlere dönüĢtürürler. Hayvanlar insanlara; gıda, giyim, iĢ gücü vb. alanlarda sayısız faydalar sağlamıĢlardır. Bilim ve teknolojideki ilerlemeyle de faydaları artarak devam etmektedir. Hayvancılık; bölgelerin tabiat Ģartları ve iklim yapısına göre farklılık gösterir. Türkiye‟de yaygın olan, aile tipi tarım iĢletmelerinde hayvancılığın önemli bir yeri vardır. Fakat günümüzde klasik aile iĢletmeciliğinden, hayvan yetiĢtiriciliğine profesyonel anlayıĢla bakan modern tarım ve hayvancılık iĢletmelerine bir geçiĢ söz konusudur. Bu modern iĢletmelerde de hayvan beslemeye yenilikçi bir bakıĢ açısıyla yaklaĢılmaktadır. Hayvan besleme artık bilimsel ve teknolojik alanda yapılan çalıĢmalar göz önünde bulundurularak bilinçli bir Ģekilde yapılmaktadır. ANAHTAR KELĠMELER: tarım, hayvancılık, işletmecilik GĠRĠġ Hayvansal üretim ya da yaygın adı ile hayvancılık; ürünleri ve güçleri ile insanlara yararlı evcil hayvanların bakımı, beslenmesi, üretimi ve yetiĢtirilmesini kapsayan tarım koludur. 311 BüyükbaĢ hayvancılık: Sığırcılık ,mandacılık ,at, eĢek ve katır yetiĢtiriciliğini kapsayan hayvancılık dalı. KüçükbaĢ hayvancılık: Koyunculuk ,keçicilik , tavĢan ve kürk hayvanı yetiĢtiriciliğini kapsayan hayvancılık dalıdır. Su ürünleri yetiĢtiriciliği: Avcılık faaliyetinden ayrı olarak, tatlı ve tuzlu suların ayrılmıĢ bir bölümünde veya oluĢturulan gölet ve havuzlarında, balık ve diğer deniz hayvanlarının yetiĢtiriciliğini kapsayan hayvancılık dalı. Kümes hayvancılığı: Tavukçuluk, hindicilik , kaz ve yetiĢtiriciliği, bıldırcın yetiĢtiriciliği, deve kuĢu yetiĢtiriciliği gibi hayvanların yetiĢtiriciliğini kapsayan hayvancılık dalı ördek kanatlı Etçi kümes hayvancılığı: Kanatlı hayvanlardan et üretmek amacı ile yapılan faaliyetlerin tümüdür. Arıcılık: Bal arısının, bal mumu gibi ürünlerini elde etmek için yapılan yetiĢtiricilik. Ġpek böcekçiliği: Ġpek ipliği üretmek amacı ile yapılan yetiĢtiriciliğe denir. Anahtar Sözcükler: Beslenme, üretim , yetiĢtirme , hayvancılık HAYVAN BESLEME 1.Hayvan Besleme Nedir: Beslenme, canlılığın gereklerini yerine getirmek için gerekli olan maddeleri, canlı dıĢı ortamdan edinme faaliyetine verilen isimdir. Canlılar beslenme Ģekillerine göre 2'ye ayrılırlar. Bunlar : Ototrof canlılar (kendibeslek) Heterotrof canlılar (ardı beslek, ıĢ beslek) Bu ayrımda temel kriter , canlının yaĢamını sürdürmek, diğer deyiĢle metabolizma faaliyetlerini sürdürebilmek için gereken enerjinin kaynağıdır. Ototrof canlılar bu enerjiyi doğal çevreden alırlar, heterotrof canlılar ise, baĢka canlıların biyokütlelerinde depolanmıĢ enerjiyi kullanırlar. 1.2 Besin Maddeleri: Yemlerin bünyesinde bulunan ve sindirim, absorbsiyon ve metabolik olaylar sonucunda hayvanların ihtiyacını karĢılayarak hayatın devamını sağlayan bileĢiklerdir. Uygun 6 temel besin maddesi bulunmakta olup, bunlar; 1) Su 2) Karbonhidratlar 3) Yağlar 4) Proteinler 312 5) Vitaminler 6) Mineraller Hayvan Beslemede Proteinlerin Önemi: Proteinler ,dokularının büyümesi, geliĢmesi ve onarımı için hayat boyunca devamlı olarak hayvana sağlanmak zorundadır. Organizmanın yaĢamsal faaliyetlerinin devamı için gerekli olduğu kadar et, süt, yumurta, tüy veya yapağı oluĢumu içinde hayvana verilmesi zorunludur. Vitaminlerin Önemi : Vitaminler, çiftlik hayvanlarının, büyümesi, geliĢmesi ,üremesi kısaca yaĢaması ve verim vermesi için gerekli metabolik faaliyetlerin normal seyri için esansiyel maddelerdir. YETĠġTĠRME METODLARI Saf YetiĢtirme: Aynı ırktan oluĢan bir sürüden damızlıkları birbirleri ile çiftleĢtirerek döl almaya denir. Sürüde yeterli varyasyon varsa saf yetiĢtirme en uygun yetiĢtirme metodudur. Saf yetiĢtirme uzun süre devam ettirilmemelidir. Sakıncaları; akrabalık artar, iyi bir yetiĢtirici sürüdeki verimi artırmak ister fakat kendi sürüsündeki hayvanlar arasında diğerlerinden üstün hayvanların sayısı azalmıĢtır. Kan Tazeleme: Aynı ırktan farklı çevre Ģartlarından yetiĢtirilmiĢ ve eldeki sürüden daha verimli olan sürülerden erkek damızlık getirip sürüye katmaktır. Melezleme: Farklı ırkların çiftleĢtirilmesi denir.Yerli hayvanların verimlerini melezleme ile yükseltmek isterken, bu ırkların (yerli) memleket Ģartlarına (havasına, suyuna ,toprağına,merasına ) uyum kabiliyetlerinden mümkün olduğu kadar yararlanmak unutulmaması gereken bir husustur. Islah Melezlemesi Kombinasyon Melezlemesi Çevirme Melezlemesi Kullanma Melezlemesi (Heterosis) Akrabalar Arası YetiĢtirme 313 SONUÇ Hayvan YetiĢtirme Ve Beslemede Beklenen GeliĢmeler(Organik Hayvancılık) Konvansiyonel hayvancılığın yol açtığı sorunlar nedeniyle, son yıllarda, toplumlarda hem çevre koruma bilincini arttırmıĢ, hem de hayvan haklarına gösterilen ilgiyle birlikte, hayvan refahı giderek önem kazanmıĢtır. Sonuçta, sorunlara çare olarak organik hayvansal üretim önerilmektedir. Organik (ekolojik, biyolojik) hayvansal üretim, ürün miktarı yanında, ürün kalitesinde sağlık kriterlerinin de dikkate alındığı bir üretim sistemidir. Bu nedenle organik ürünlerde insan sağlığına zarar veren hastalık etmeni mikroorganizmalarla, zararlı etkileri uzun sürede görülen çeĢitli sentetik kimyasal kalıntıların hiç veya zarar vermeyecek düzeylerde bulunması amaçlanmıĢ olup, ayrıca, çevre koruma ve hayvan refahı da dikkate alınmaktadır. Organik hayvan yetiĢtirmede üremenin doğal olması öncelikli olmakla beraber, yapay tohumlamaya da izin verilir. Ancak, damızlık hayvanlardan tamamen doğal yöntemlerle ile elde edilerek saklanan sperma kullanılmalıdır. Embriyo transferi gibi müdahalelere izin verilmez. Üremenin kontrolü için (kızgınlıkların düzenlenmesi gibi) hormon vb. maddelerin kullanımı da yasaktır. Organik hayvan beslemede, su ve yemlerin kalite ve miktarı ile veriliĢ Ģekillerine ve kullanılan katkı maddelerine özen gösterilmesi zorunludur. Su kalitesi, miktarı, veriliĢ Ģekli: Hayvanların içme suyu hijyenik bakımdan insanların içme suyu ile aynı niteliklere sahip olmalı; özellikle nitrat içeriğine dikkat edilmelidir. Hayvanların tüketebildikleri kadar ve istedikleri zaman su içmelerine imkan sağlanmalıdır. KAYNAKÇA: http://www.zmo.org.tr/resimler/ekler/e98410c45ea98ad_ek.pdf ZMO GENEL HAYVAN YETĠġTĠRME(GENEL ZOOTEKNĠ) Prof. Dr. Saim BOZTEPE Yrd. Doç Dr. Ali KARABACAK Doç. Dr. Yusuf CUFADAR Prof. Dr. Ġskender YILDIRIM Dr.Ġbrahim AYTEKĠN https://tr.wikipedia.org/wiki/Hayvanc%C4%B1l%C4%B1k 314 ĠKLĠM DEĞĠġĠKLĠĞĠ VE TARIM Burak ÇAKMAK Erhan METĠN Akdeniz Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bahçe Bitkileri Bölümü Akdeniz Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bitki Koruma Bölümü ÖZET Ġklim değiĢikliği; sıcaklık, yağıĢ, nem, rüzgâr gibi iklim öğelerinde zamansal değiĢimleri ifade etmektedir. GeçmiĢte küresel iklim birçok kez değiĢikliğe uğramıĢtır. Halen yaĢamakta olduğumuz iklim değiĢikliğinin diğerlerinden farkı insan etkisiyle gerçekleĢmesidir. Son iki yüzyıldır fosil yakıtların aĢırı kullanımı ile atmosfere verilen sera gazı miktarında büyük artıĢ olmuĢtur. Sera gazları ile sıcaklık arasında doğrusal bir iliĢki olması küresel ısınmanın nedeninin sera etkisindeki artıĢı iĢaret etmektedir. Sera etkisi yeryüzünde yaĢamın kaynağı olmasına karĢın, artması küresel iklim değiĢikliğine yol açmaktadır. Ġklim değiĢikliği meteorolojik bir sorun gibi görünse de ekosistemler, besin ve su döngüsü gibi birçok çevresel öğe yanında toplumların sosyal ve kültürel yapılarına kadar yaĢamı etkileyebilmektedir. Tarım, iklim değiĢikliğini etkileyen ve ondan etkilenen önemli bir sektördür. Tarımsal sistemlerin değiĢen iklim koĢullarına nasıl tepki vereceği en baĢta ortaya konulması gereken bir konudur. DeğiĢen iklime karĢı tarımsal uygulamalar yanında değiĢen dünyaya karĢı yeni tarım teknolojileri geliĢtirilmelidir. Öte yandan, sera gazı salımını azaltıcı tarımsal uygulamalar geliĢtirilmesi konusu iklim değiĢikliği ile mücadelede ciddi bir azaltıcı etkendir. Korumacı tarım veya yeĢil tarım bu bakımdan hızla önemi artan tarımsal çalıĢmalardır. Tarım sektörü Ġklim değiĢikliği ile mücadelede baĢlıca adaptasyon ve azaltım olmak üzere 2 yönden ele alınmaktadır. Tarım Reformu Genel Müdürlüğü her iki yönde de çalıĢmalar yürütmektedir. ANAHTAR KELĠMELER: İklim, Sıcaklık, Tarım, Sera gazı 1.GĠRĠġ Ġklim değiĢikliği; KarĢılaĢtırılabilir bir zaman periyodunda gözlenen doğal iklim değiĢkenlikleri ile doğrudan ya da dolaylı olarak küresel 315 atmosferin doğal yapısını bozan insan etkinlikleri sonucunda, iklimde oluĢan değiĢikliklerin bütünü olarak tanımlanmıĢtır. Tanımdan da anlaĢılacağı gibi, doğanın evrimi gereği iklim sistemini oluĢturan unsurlar arasındaki iliĢkilerin doğal yollarla bozulması kaçınılmazdır. Zaten insanların doğa üzerinde etkili olduğunu veya onu yönlendirebileceğini sandığı zamana kadar olan dönemde iklim, daha önce de açıklandığı gibi, doğrudan doğal olaylar sonucu değiĢmiĢtir. Ancak yine tanımda insan etkinliklerinden kaynaklanan olaylar sonucunda da iklimde değiĢmelerin olabildiği vurgulanmaktadır. Nitekim geçtiğimiz yüzyılda görülen iklim değiĢikliği üzerinde insan etkinliklerinin büyük etkisi olduğu aĢikârdır. Bu sebeple iklim değiĢikliğinin nedenleri esas olarak doğal ve insan kaynaklı etkenler olmak üzere iki baĢlık altında toplanabilir. 2. ĠKLĠM DEĞĠġĠKLĠĞĠNĠN NEDENLERĠ 2.1. Doğal Etkenler Doğal etkenler, iklim sistemini oluĢturan, atmosfer, hidrosfer ve yer küre ile bu kürelerin yaĢam alanlarından oluĢan biyosferin doğal yapısını bozarak bunların arasındaki doğal dengeyi etkileyen bütün doğal olaylardır. GüneĢ'ten atmosferin üst sınırına gelen enerji miktarındaki değiĢme, volkanizma, depremler, doğal orman yangınları gibi daha birçok olay, hassas bir denge üzerine oturmuĢ olan iklim sisteminde bozulmalara neden olan doğal olaylardır. 2.2. Atmosferin Doğal Sera Etkisinin DeğiĢmesi Ġklim sistemi içinde atmosferin ve yeryüzünün ısınması, atmosferin doğal sera etkisi özelliği nedeniyle olmaktadır. Atmosferi oluĢturan gazların oranlarının değiĢmesi küresel ölçekte sıcaklığın artmasına veya azalmasına neden olacaktır. Bu denge ise atmosferin doğal sera özelliğiyle korunmaktadır. 2.2.1. Sera Etkisi: Atmosferde bulunan ve doğal sera gazları olarak adlandırılan su buharı, karbondioksit, metan, azotoksit ve ozon gibi gazlar, GüneĢ'ten doğrudan gelen kısa dalgalı ıĢınların büyük bir kısmının yeryüzüne ulaĢmasını sağlarken, yerin ısınmasından sonra atmosfere geri verilen uzun dalgalı radyasyonun da büyük bir kısmını tutmaktadır. Atmosferin bu özelliğine atmosferin doğal sera özelliği denir. Yeryüzü ve atmosferin ısınması bu yolla tutulan enerjiyle olmaktadır. 2.3. Ġnsan Etkinliklerinden Kaynaklanan Sera Gazı Birikimlerindeki DeğiĢmeler Atmosferdeki insan kaynaklı sera gazı birikimlerinde sanayi devriminden beri bir artıĢ gözlenmektedir. Sera gazları içinde ayrı bir özellik taĢıyan karbondioksit, o günden bu güne %30 oranında artmıĢtır. Bunun 316 yanında, metan %145 ve Azotoksit %15 oranında artıĢ göstermiĢtir. Önümüzdeki yıllarda da bu artıĢın devam edeceği, örneğin atmosferdeki karbondioksit miktarının 21. yüzyılın sonuna kadar Ģimdiki miktarının 1.5 katı kadar daha fazla olacağı hesap edilmektedir (IPCC, 1996). Bunun sonucunda sera etkisinden kaynaklanabilecek küresel ısınmanın büyüklüğünü düĢünmek bile ürkütücüdür. 2.4. Atmosfere Salınan Partiküllerin Etkileri Ġnsanların çeĢitli etkinlikleri (tarım, sanayi vb.) sonucu atmosfere verilen partiküller ve özellikle de fosil yakıtların yanması sonucu açığa çıkan kükürt dioksit kaynaklı sülfat parçacıkları troposfer içinde dağılır. Bunlar güneĢ ıĢınlarını yeryüzüne ulaĢamadan tuttuklarından yeryüzü dolayısıyla atmosfer fazla ısınamaz ve atmosferde genel bir soğuma görülebilir. 2.5. YanlıĢ Arazi Kullanımı ve Doğal Çevrenin Bozulması Doğal olaylar yanında insanlar da çeĢitli amaçlarla doğal çevreyi hızlı bir biçimde tahrip etmekte ormanlar baĢta olmak üzere, tükenmez kabul ettikleri bütün doğal kaynaklan hızlı ve bilinçsiz olarak tüketmektedir. Ayrıca hızla artan nüfusun ihtiyacını karĢılayabilmek için, baĢka amaçlar için daha uygun olabilecek yerler, çarpık yerleĢme ve kentleĢmeyle tahrip edilmektedir. Bu durumda iklimi oluĢturan unsurlar doğal özelliklerini kaybetmekte, aralarındaki karĢılıklı iliĢkiye bağlı olan dengeler de hızla bozulmaktadır. Bunun sonucu, bu unsurların bir bileĢkesi olan iklimde bozulmalar hatta değiĢmeler kaçınılmaz olmaktadır. 2.7. Ozon Tabakasındaki Ġncelme Atmosferde çok az bulunan ve üç oksijen atomundan oluĢan Ozon' un %90'ı stratosferin 19 ile 45. kilometreleri arasında, ozonosfer denilen bölümde toplanmıĢtır. Ozon, yeryüzündeki yaĢam için çok tehlikeli olan çok kısa dalgalı güneĢ ıĢınlan (morötesi=ultraviyole) için doğal bir süzgeç görevi yapmakta ve büyük bir kısmını da tutmaktadır. Ayrıca tutulan bu enerji nedeniyle de atmosferin daha fazla ısınması önlenmektedir. Yani Ozon tabakası, atmosferdeki doğal dengenin çok önemli bir öğesidir. Ancak doğal mekanizmalar sonucu oluĢan ve atmosferde belirli bir miktarda bulunması gereken ozon' un son zamanlarda hızla azaldığı görülmüĢtür. Ġnsanların çeĢitli etkinlikleri sonucu atmosfere verilen bazı gazlar (karbondioksit, metan, kloroflorokarbon, azot oksitler vb.) bu azalmanın temel nedenlerindendir. Ozondaki azalma ozon tabakasının incelmesi olarak adlandırılır. Son yıllarda küresel boyutta bir incelme gözlenmekle beraber, Antarktika üzerindeki incelme, tehlikeli boyutlara ulaĢmıĢtır. Bu incelme sonucunda atmosferde yeterli derecede tutulamayan kısa dalgalı güneĢ radyasyonu, 317 canlılar üzerinde kanserojen etki gösterirken, yere daha fazla ulaĢması nedeniyle de, küresel ısınmaya katkıda bulunmaktadır. 3. ĠKLĠM DEĞĠġĠKLĠĞĠNĠN TARIMSAL ÜRETĠME ETKĠLERĠ Ġklim değiĢikliği tarımsal üretimi olumlu yönden etkilediği gibi olumsuz yönden de etkiler. Ġklim değiĢikliğinin tarımsal üretimi etkileyen temel faktörleri atmosferdeki karbon dioksit oranın oranının ve atmosferden geçen radyasyonun artması, sera etkisinin sonucunda sıcaklığın artması ve üretimi yapılan bitkilerin karakteristikleridir. Bu temel faktörlerin yanında su, azot ve fosfor oranlarındaki değiĢimler sınırlayıcı; zararlıların, hastalıkların, yabancı ot geliĢiminin ve kirletici maddelerin (ozon vb.) artması azaltıcı faktörler olarak yer alır. Üretimi yapılan bitkiler artan yağıĢların ve karbon dioksitin etkisiyle daha uzun ve verimli bir büyüme süreci geçirir. Artan karbon dioksit, bitkilerin daha az su kullanarak daha fazla karbonhidrat üretmesini sağlar. Bu etki ürünün biokütlesi ile kullanılan su miktarı arasındaki oran (kg/mm) olarak ifade edilen su veriminin artmasına sebep olur. Böylece fotosentez mekanizması daha verimli hale gelir, ancak bu etki her bitkide aynı seviyede etki gözlenmez. Örneğin C4 bitkileri olan mısır, sorgum ve ĢekerkamıĢında, C3 bitikleri olan buğday, pirinç ve soyadaki fotosentez artıĢına oranla daha az artıĢ görülür. Bu karbon dioksit etkisi sıcaklık, yağıĢ, toprak, su içeriği, bitki türlerine ve ekstrem meteorolojik olaylara da bağlıdır. Ancak yağıĢların artmasının yanında yağıĢ rejiminin düzensizleĢmesi sebebiyle artan tuzluluk, kuraklık ve sel olayları, üretim süreçlerinde de hızlı büyüme ve kısa hayat döngüsü gibi düzensizliklere de neden olur. 4. SONUÇLAR 4.1. Koruyucu Toprak ĠĢleme Herhangi bir toprak iĢleme ve ekim sistemi toprak yüzeyinde ekimden sonra %30 ve daha fazla bitki artığı bırakıyorsa koruyucu toprak iĢleme olarak isimlendirilmektedir. Bu sistem toprak erozyonunu kontrol etmek amacıyla geliĢtirilmiĢtir. Yüzeyde çok az miktarda bitki örtüsü bulunmasının bile erozyonu büyük ölçüde önlediği yapılan araĢtırmalar ile saptanmıĢtır. Koruyucu toprak iĢleme sisteminde iki temel düĢüncenin gerçekleĢmesi hedeflenir; • Ön bitki veya ikinci ürün artıklarının tarla yüzeyine veya yüzeye yakın katmanlara yerleĢtirilmesi • Toprak iĢleme yoğunluğunun azaltılması 318 Korumalı toprak iĢleme sistemi olarak uygulamada değiĢik alt sistemlere rastlamak mümkündür. Bunlardan bazıları aĢağıda belirtilmektedir: • AzaltılmıĢ toprak iĢleme (reduced tillage) • Toprak iĢlemesiz (sıfır toprak iĢleme, çiziye ekim veya dikim) (notill, zero-tillage, slot-plant) 4.1.1. AzaltılmıĢ Toprak ĠĢlemesi AzaltılmıĢ veya sınırlı toprak iĢleme olarak da tanımlanan bu yöntemde, adından da anlaĢılacağı gibi geleneksel toprak iĢleme yönteminde yapılan bazı sürüm iĢlemleri yer almamaktadır. Daha çok soklu pulluğun yer almadığı sürümler, azaltılmıĢ toprak iĢleme olarak kabul edilmektedir. AzaltılmıĢ Toprak iĢleme Geleneksel toprak iĢlemeye göre daha az enerji gerektiren iĢlemlerden oluĢan sistemlerdir. AzaltılmıĢ toprak iĢleme koruyucu toprak iĢlemenin alt grubunu oluĢturur. Bu sistemde genellikle birincil toprak iĢlemede çizel veya diskli aletler, ikincil toprak iĢleme ve tohum yatağı hazırlamada diskli aletler veya kültivatör kullanılır. Geleneksel toprak iĢlemeye göre önemli ölçüde enerji tasarrufu sağlanır. 4.1.2. Toprak ĠĢlemesiz Tarım veya Doğrudan Ekim Toprağı iĢlemeksizin, doğrudan ekim makinesi ile tarlaya ekim yapıldığı tarım sistemine toprak iĢlemesiz tarım denilmektedir. 4.1.2.1. Toprak iĢlemesiz-doğrudan ekim yönteminin avantajları • Toprak iĢlemesiz doğrudan ekim erozyon riskini azaltır, • Yağmurun toprağa infiltrasyonunu artırır ve buharlaĢmayı azaltarak rutubetin toprakta tutulmasını sağlar. • Üst toprakta organik madde miktarını artırarak toprak strüktürünü iyileĢtirir. • Topraktaki biyolojik yaĢamı ve aktiviteyi teĢvik eder. Gerekli makine sayısını, traktörün güç ihtiyacını ve yakıt tüketimini azaltır. • Sıfır toprak iĢlemede verim özellikle nem kısıtlı olan bölgelerde daha yüksektir. YağıĢın toprakta daha fazla depolanması sağlar. • Yüksek sıcaklığa ve tohum civarındaki sıcaklık değiĢimini engeller. • Yakıt tüketimini mekanizasyon iĢlemlerini sadece bir geçiĢte ekimle sınırladığı için %40–50 azaltır. • Atmosfere karbon dioksit salınımı azaltır. • Bitki çıkıĢını güçleĢtiren ve yüzey akıĢın neden olan kaymak tabakası oluĢumunu engeller. 4.2. Çayır ve Meralar 319 Biyolojik çeĢitliliği ve bitkisel gen kaynaklarının en önemli kaynağını oluĢturmakta olan çayır ve meraların bünyesinde barındırdığı sürekli bitki örtüsü ile yeryüzü ısınması ve sera etkisinin azaltılmasında etkin rol oynar. Buna ek olarak erozyona elveriĢli eğimli arazilerde çayır ve mera oluĢturulması erozyonun engellenmesinde alınabilecek önlemlerin baĢında gelir. 4.3. Ekim Nöbeti Ekim nöbeti; aynı tarla üzerinde farklı kültür bitkilerinin belirli sıra dâhilinde birbirini takip edecek Ģekilde yetiĢtirilmesidir. Ekim nöbetinde amaç toprağın üretkenliğinin sürdürülebilmesi ve birim alandan elde edilen verimin artırılmasıdır. Erozyona uğrayan topraklarda bitkiler için gerekli besin maddeleri azaldığından verimlilik düĢer, tarım arazisi çoraklaĢır. Ekim nöbeti, suyun toprağa sızma derecesini arttırır. Bu durum, yüzey akıĢından doğan erozyonu önlediği gibi, suyun toprakta depolanmasına neden olur. 4.4. Uygulanabilecek Diğer Mücadele Yöntemleri • Hayvansal atıklardan ortaya çıkan kirletici gazların kontrolü sağlanarak hem iklim değiĢikliğine etkileri azaltılabilir, hem de bu gazlardan enerji üretilebilir. • Tarımsal alanların korunmasıyla kentleĢmenin ve sanayileĢmenin önüne geçilebilir. • Örtücü bitkilerin etkin kullanımıyla toprak su kapasitesinin arttırılması, yüzey erozyonun engellenmesi ve toprağın ısı kaybını önlemesiyle sera etkisinin azaltılması sağlanabilir. • Kullanılan pestisitlerin kontrolünün sağlanmasıyla su ve toprak kirliliğinin önlenmesiyle birlikte, atmosfere zararlı gaz salınımının önüne geçilebilir. KAYNAKLAR TürkeĢ, M. Sümer, U. M. ve Çetiner, G. 2000. „Küresel iklim değiĢikliği ve olası etkileri‟, Çevre Bakanlığı, BirleĢmiĢ Milletler Ġklim DeğiĢikliği Çerçeve SözleĢmesi Seminer Notları (13 Nisan 2000, Ġstanbul Sanayi Odası), 7-24 Prof. Dr. Necmi ĠġLER, Mustafa Kemal Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Tarla Bitkileri Bölümü, Ekim Nöbeti Sunusu, Toprak ĠĢleme Sunusu Rıza Kanber, Çukurova Üniversitesi Ziraat Fakültesi, Ġklim DeğiĢikliği ve Sivil Toplum KuruluĢları Adana BuluĢması (20 Aralık 2006, Adana) Doç. Dr. Taner AKAR, Akdeniz Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Tarla Bitkileri Bölümü 320 TÜRKĠYE’NĠN GEN MERKEZĠ OLDUĞU ÖNEMLĠ BAKLAGĠLLER VE BESLENME MEHMET BÜNÜL1 Akdeniz Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarla Bitkileri Bölümü ÖZET Ülkemizde yetiĢtirilen yemeklik tane baklagiller insan beslenmesinde önem taĢıyan bitkisel kaynaklı besinlerden birisidir. Diğer bitkisel kaynaklı besinler ile karĢılaĢtırıldığında besin değeri bakımından birçok üstünlüğe sahiptirler. Bu çalıĢmada gen merkezi olduğumuz önemli baklagillerin ( mercimek–nohut-bakla ) üretim miktarlarının ve beslenme açısından öneminin belirlenmesi amaçlanmıĢtır. Gen merkezi olmamızın olumlu ve olumsuz yönlerinin değerlendirilmesi yapılmıĢtır. ANAHTAR SÖZCÜKLER:Gen merkezi, baklagiller, beslenme, üretim miktarı 1.GĠRĠġ Türkiye‟nin gen merkezi olduğu nohut, mercimek ve bakla‟yı içine alan yemeklik tane baklagiller binlerce yıldır insan beslenmesinde önemli bir yer tutmuĢlardır. Ġnsan beslenmesindeki ; Bitkisel proteinlerin %22‟si, karbonhidratların %7‟si yemeklik baklagillerden sağlanmaktadır. Besleme değerleri dikkate alındığında yemeklik tane baklagillerin genel olarak Ģu özellikleri gösterdikleri söylenebilir; Yüksek oranda protein içerirler, yüksek oranda mutlak gerekli lizin (lysine) aminoasidi içerirler, mutlak gerekli metionin (methionine) ve sistin (cystine) aminoasidi bakımından fakirdirler, tahıl taneleri için mükemmel bir tamamlayıcı protein kaynağıdırlar, kolesterol seviyeleri çok düĢüktür, içerdikleri bazı anti besinsel maddeler nedeniyle sindirimleri biraz zordur. Ülkemizde kiĢi basına yıllık ortalama 45 kg mercimek ve 5-6 kg nohut tüketildiği dikkate alındığında, yemeklik tane baklagillerin ülkemiz insanları açısından önemi büyüktür (TÜĠK, 2009). Türkiye, baklagillerin gen merkezi olarak kabul edilen “verimli hilalin” en önemli parçasıdır. Türkiye, tüketim oranları açısından dünyada önemli bir yeri olduğu gibi tarihsel olarak ihracatçı konumunda olmuĢtur. Baklagil üretimi ülke geneline yayılmıĢ olmakla beraber Güneydoğu Anadolu, Orta Anadolu ve geçit bölgeleri ile Marmara Bölgesinin güneyi üretimin en 321 yoğun olduğu bölgelerdir. Genel olarak; kırmızı mercimek Güneydoğu‟da, yeĢil mercimek, nohut ve kuru fasulye Orta Anadolu ve geçit bölgelerinde, bakla ve bezelye ise Ege ve Güney Marmara‟da yetiĢmektedir. 2.GEN MERKEZĠ OLDUĞUMUZ ÖNEMLĠ BAKLAGĠLLER VE ĠNSAN BESLENMESĠNDEKĠ ÖNEMLERĠ Genel olarak sağlıklı yetiĢkin bir insanın günlük protein ihtiyacı; vücut ağırlığının gram cinsinden değeri kadardır. Dünya sağlık Örgütü (WHO) verilerine göre; kiĢi baĢı günlük protein tüketiminin % 60‟ı bitkisel, % 40‟ı hayvansal kaynaklı olursa kaliteli ve dengeli bir beslenmeden bahsedilebilir. Türkiye‟de bu oranlar % 80 bitkisel ve % 20 hayvansal kaynaklı Ģeklindedir. Türkiye‟de bitkisel kaynaklı proteinlerin büyük bölümü fasulye, nohut ve mercimek gibi yemeklik tane baklagillerden sağlanmaktadır. Yemeklik tane baklagiller, kuru tanelerinde bulunan yüksek oranda protein bakımından diğer besin gruplarına göre önemli bir üstünlük gösterir. Kalsiyum, demir, fosfor gibi elementlerle B1, B2 ve niasin gibi vitaminler bakımından diğer besinlere göre belirgin bir üstünlüğü vardır. Ancak, içerdikleri bazı antibesinsel maddeler nedeniyle sindirimleri biraz zordur. 2.1 Gen Merkezi Olduğumuz Önemli Baklagiller Ve Üretim Miktarları 322 SONUÇLAR Baklagil ekim alanlarında ciddi bir düĢüĢ söz konusudur. Üretim ve dıĢsatım azalırken, özellikle kırmızı mercimek dıĢalımında hızlı bir artıĢ meydana gelmiĢtir. Ġç piyasada özellikle kırmızı mercimek fiyatında son yıllarda büyük bir artıĢ yaĢanmaktadır. Türkiye‟de yeĢil mercimek üretimi giderek azalmaktadır. Nohut ve mercimek ekim alanlarında da gerileme gözlenmektedir. Baklagil Üretimi ve Kalitesinin Artırılmasına Yönelik Öneriler i) Yemeklik baklagillerin alımının protein oranına göre yapılması ii) Ürün desteğinin protein bitkileri destekleme ödemesi altında desteklemelerin verilmesi iii) Desteklemelerle baklagillerin münavebeye alınmasının sağlanması iiii) Sertifikalı tohumluk üretiminin desteklenmesi ve artırılması önerilir. Türkiye, baklagil gen merkezi olarak kabul edilen “verimli hilal”in en önemli parçasıdır. Fasulye ve börülce dıĢındaki önemli yemeklik baklagillerin gen merkezi olması, çeĢit geliĢtirmede, üretilen çeĢitlerin sorunlarını gidermede baĢka bir ifadeyle ıslah çalıĢmalarında materyal sağlamada avantaj sağlamaktadır. Nitekim yürütülen ıslah çalıĢmalarında bu materyalden yararlanılmaktadır. KAYNAKLAR http://www.tarim.gov.tr/BUGEM/Belgeler/ YEMKLĠKBAKLAGĠLLERÇALIġTAYI (2014 KONYA) http://www.zmo.org.tr/ (YEMEKLĠK BAKLAGĠLLERĠN ÜRETĠMĠNĠ ARTIRMA OLANAKLARI M. Sait ADAK1 Mustafa GÜLER2 Nihal KAYAN3) http://www.ubk.org.tr/ziraat_rapor.pdf http://arastirma.tarim.gov.tr/ http://www.tuik.gov.tr/ 323 324 RUMEN MĠKROORGANĠZMALARI Memnune UYANIKÇA Akdeniz Üniversitesi Ziraat Fakültesi Zootekni Bölümü ÖZET Ruminantlar doğduklarında sindirim organlarının kapasite vefonksiyonları tam olarak geliĢmemiĢtir.EriĢkin ruminantlarda sindirim ve sentez olaylarında önemli görev yüklenen rumen, buzağılarda yaĢamın ilk haftalarında çok yava geliĢim gösterir. Rumen içeriği bakteri ve protozoa populasyonu tarafından oluĢturulan fermantasyon nedeniyle asidik niteliktedir.Retikulorumende değiĢik tipte mikroorganizmalar bulunmakla birlikte en çok bakteriler ve silli protozoalar bulunmaktadır.Mikroorganizmaların tamamına yakın kısmı anaerobik yada fakultatif anaerobiktir.Selüloz sindiren en önemli selülolitik bakteri türleri Fibrobacter succinogenes,Ruminococcus albus ve Ruminococcus flavegacienstir.Protozoa türleri içinde ise en fazla Entodinium,Diplodinium ve Ġsotricha türleri bulunmakla birlikte bunlarda daha çok selüloz ve niĢasta sindirimine katkıda bulunmaktadır. Rumen mikroorganizmalarının en önemli özelliği selülozu parçalayabilmesidir.Bu özelliğiyle hayvan beslemede çok önemli bir yere sahiptir.Rumen mikroorganizmalarının araĢtırılmasına gereken hassasiyetin gösterilmesi ve daha ayrıntılı bilgi sahibi akademisyenler yetiĢtirilmelidir. ANAHTAR KELĠME: Mikroorganizma ,Rumen,Ruminant,Bakteri .Protozo GĠRĠġ Rumen Mikroorganizmaları Nerede Bulunur ? Ruminantlar; büyük çapta geniĢlemiĢ rumen, retikulum, omasum ve abomasum adı verilen dört adet bölmeye ayrılmıĢ bir mideye sahiptirler. Bu özellikleri ile diğer canlılardan önemli derecede farklılık gösterirler.Bu bölümlerin en büyüğü rumendir ve bedenin sol tarafında,karnın büyük bir kısmını oluĢturur. Rumen içi sıcaklığı 39-41 C,Ph ise 5,5-7,0 arasında değiĢmektedir. Ruminantlar doğduklarında sindirim organlarının kapasite ve fonksiyonları tam olarak geliĢmemiĢtir. EriĢkin ruminantların sindirim ve sentez olaylarında önemli görev alan rumen, buzağılarda yaĢamın ilk haftalarında çok yavaĢ geliĢim gösterir. EriĢkin ruminantların rumeninde en çok bakteri, protozoa ve mantar gibi mikroorganizmalar bulunur. Rumen Mikroorganizmalarının Özellikleri Rumen mikroorganizmalarının en önemli özelliği bitkilerdeki karbonhidratı (selüloz) parçalamasıdır.Selüloz sindiren en önemli selülotik bakteri türleri; Fibrobacter succinogenes, 325 Ruminococcus albus ve Ruminococcus flavegaciensti Protozoa türleri içerisinde ise en fazla Entodinium, Diplodinium ve Isotricha türleri bulunmakla birlikte bunlar daha çok selüloz ve niĢasta sindirimine katkıda bulunmaktadır.Mayalar da oksijeni çoğaltarak karbondioksit ürettikleri için rumendeki anaerobik ortamı hazırlarlar. Ayrıca B vitaminlerinin sentezlenmesinde önemli rolleri vardır. Mikrobik Sindirimin Önemi Gelişmiş ruminantların rumeninde cereyan eden mikrobik sindirimin önemi; sindirilebilen kuru maddenin %70-85‟nin burada cereyan eden mikroorganizmalar tarafından parçalanarak, uçucu yağ asitlerine, karbondiokside, metana, amonyağa ve mikrobik hücrelere dönüĢtürülmesinden anlaĢılabilir Mikroorganizmalar Arasındaki ĠliĢki Rumende bulunan mikroorganizmalar arasında birçok interaksiyon mevcuttur. Genel anlamda bu ilişkiler; Mutualizm (her iki organizmanında yararına olan iliĢki), Commensalizm (bir organizmanın diğer organizmayı etkilemeden kendi lehine yarar sağlaması), Parasitizm (bir organizma diğer organizmaya katlanmak zorundadır). Rumen Mikroorganizmalarının Besinsel Gereksinimleri Karbondioksit,Enerji,Azot,Mineraller,Vitaminler SONUÇ Ruminantlar ile tek mideli hayvanlar arasındaki en önemli sindirim sistemi farklılığı rumen ve rumende bulunan anaerobik mikroorganizma populasyonudur.Rumendeki mikroorganizmalar ile hayvanlar arasındaki simbiyotik iliĢkileri bilmek; hayvan beslemenin temelini oluĢturur. Rumen mikroorganizma populasyonunu dolaylı ya da direkt olarak etkileyecek her faktör; hayvandan elde edilecek verimi ve yenden etkin yararlanmayı da etkileyeceğinden, rumen mikroorganizmaları üzerine daha detaylı çalıĢmalara ve bilgilere olan ihtiyacı da arttırmaktadır. KAYNAKÇALAR Prof.Dr.Murat GÖRGÜLÜ „Sindirim Sistemi ve Besleme‟ 2004,Adana Prof.Dr.Arif ALTINTAġ „Rumen Biyokimyası ve Rumen Bozuklukları Fizyopatolojisi‟ 2001,Ankara Mustafa Selçuk ALATAġ,Huzur Derya UMUCALILAR „Rumenin Mikrobiyal Ekosistemindeki Bakteriler ve Rolleri,Atatürk Üniversitesi Veteriner Bilimleri Dergisi,2011,Ankara O.Tolga ÖZEL,B.Zehra SARIÇĠÇEK „Ruminantlarda Rumen Mikroorganizmalarının Varlığı ve Önemi‟TUBAV Bilim Dergisi,Sayı:3,2009,Cilt :2,Sayfa:277-285,Samsun Prof.Dr.Ayhan AKSOY,Yrd.Doç.Dr.Muhlis MACĠT,Yrd.Doç.Dr.Mevlüt KARAOĞLU „Hayvan Besleme‟Erzuru m,2000 326 PERMAKÜLTÜR (SÜRDÜRÜLEBĠLĠR TARIM) Beritan ARIK Akdeniz Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bahçe Bitkileri Bölümü ÖZET GeçmiĢten günümüze nüfusun hızla artmasıyla gıda ihtiyacımız da a rtmaktadır. Ne yazık ki bu gıdayı karĢılamak için yeterli tarım arazilerimiz b ulunmamaktadır. Nüfus sürekli artıyorken tarım toprakları yanlıĢ uygulamala rla azalıyor. Topraklarımız kirleniyor, geleceğimiz yok oluyor. Kullanılan ki myasal miktarı artıyor ve yeni sorunlar ortaya çıkıyor. Yediğimiz gıdaların r af ömrü uzun olacak diye bizim ömrümüz kısalıyor. Hep bir baĢkasına olanı n bize olmayacağını düĢünemeyiz. Ben size göre baĢkası, siz de bana göre bi r baĢkası değil misiniz? Artık buna bir dur demenin zamanı geldi de geçiyor. Tüm bunları permakültür ile yok edip sağlıklı topraklar, gıdalar ve sağlıklı bi r gelecek kurabiliriz. ANAHTAR KELĠMELER : Gelecek, Tarım, Permakültür, Sağlık 1.PERMAKÜLTÜR Permakültür 1970‟lerde Avustralya‟da Bill Mollison ve David Holm egren tarafından geliĢtirildi. Latincede “ sürdürmek” devam etmek anlamına gelmektedir. Cultüre ise “tarım” manasını taĢır. Bu iki kelime birleĢerek per makültür kavramını oluĢturmuĢtur. Permakültür bilinçli olarak, doğal ekosistemlerdeki gibi çeĢitliliğe, denge ve dirence sahip tarımsal anlamda bereketli ekosistemler tasarlama ve sürdürülebilme çalıĢmalarıdır. Arazide insanların ahenk içinde varolması; gı da, enerji, barınma gibi insan temel ihtiyaçlarının sürdürülebilir bir Ģekilde k arĢılanması hedeflenir. Böylece insanların ihtiyaçlarını karĢılayan verimli ek osstemler geliĢtirmek, sistem dahilindeki her nesne diğerlerini destekler ve b esler. Böylece kendi kendine geliĢebilen gıda zinciri kurulur. Çok daha az e mekle daha fazla verim elde edilir. Aslında permakültür sadece tarım veya b ahçeyle ilgili değildir. Permakültür bir yaĢam felsefesidir. 327 Permakültürde suni gübre yok, böcek ilacı yok, tarla sürmek yok, ha stalıklara, kuraklığa, iklim değiĢikliğini dirençli, faydalı böcek ve hayvanlar için barınma oranı, küçük bir alanda bol verim sağlayan yöntemler varken bi zler neden hem sağlıklı hem verimli hem de maliyeti az bu uygulamayı kulla nmıyoruz? 2. PERMAKÜLTÜR ĠLKE VE YÖNTEMLERĠ 2.1 Sağlıklı Toprak Hepimizin bildiği gibi sağlıklı bitkiler sağlıklı toprağa ihtiyaç duyar. Sağlıklı toprakta içinde canlılığı barındırmasıyla sağlanır. Verimli üst toprağı n pulluklarla iĢleme sonucu erozyona açık hale gelmesi, suyla ve rüzgarla aĢı nıp taĢınması ve yok olması, çıplak toprağın güneĢ ıĢığına doğrudan maruz k alması, kalan toprağın ise aĢırı ilaçlama ve gübreleme sonucu hayatını kaybe tmesi, anızın yakılmasıyla organik maddenin yok olması toprağımızın ölmesi ne sebep oluyor. Permakültür pulluksuz tarımla tüm bunlara engel oluyor. T oprak üstündeki bitki malç olarak kullanıldığında toprak neminin korunması nı sağlıyor. Bu demek oluyor ki kullanılan su miktarı azalıyor. Toprak soluca nlarının miktarı artıyor ve bu canlılar bizler için toprağın havalanmasını sağlı yor. 2.2 Su Hasadı Permakültür için önemli olan bir konu da gelecek nesillere su bıraka bilmektir. Suyun akıp gitmesindense suyun toplanmasını öneriyor bizlere. B unu da yağmur sularının hasadıyla, su toplayan kanallar oluĢturarak ihtiyacı mız olan suyu karĢılamıĢ oluruz ve bunun için de ek bir ücret ödemeyiz. 2.3 Zararlı ve HaĢerelerle Mücadele Doğru zamanda doğru aralıklarla ekim yapmalıyız. Tek çeĢit ekim y erine birden çok çeĢidi bir arada ekmeliyiz. Balık-Pirinç yetiĢtiricilik kültürü nde balıklar gübre üretip böcekleri yabancı otları yer,ayrıca kök bölgesinin o ksijen sirkülasyonuna destek olur, verim artar. KardeĢ bitkiler yetiĢtiriciliğin de örneğin mısır, fasulye, kabak gibi birbirine fayda sağlayan bitkiler aynı or tamda yetiĢtirilmelidir. Mısır fasulye için sırık görevi görür, fasulye azotu to ptakta biriktirir ve besin sağlar. Kabak yapraklarıyla gölge yapar su kaybını önler. Aromatik bitkilerle yetiĢtirmemiz gereken ürünleri bir arada dikimini yaparsak tat oranının artmasına zararlıların uzaklaĢtırılmasına fayda sağlar. 328 Ayrıca kimyasal olmayan ilaçlar yerine doğal yollarla mücadele etmiĢ oluruz . Ġlaç kullanmamız gerekiyorsa doğal yollarla oluĢturulmuĢ ilaçlar kullanmalı yız. Bu bizim için hem sağlıklı hemde daha ekonomiktir. Örneğin; pulbiber, yağ ve su karıĢımı yaprak bitleri için mükemmel bir ilaçtır. Bize faydalı olan arı, uğur böceği gibi canlılara da zarar vermez. Su, süt karıĢımı mantar hastaı kları, tırtıl yumurtaları örümcek ve akarların yok olmasını sağlar. Ayrıca süt tüketiminde ülkemizde satılmayan süt sorununa da bir çözüm yolu bulmuĢ ol uruz. 2.4 Atıkları Değerlendirmeliyiz Mutfak atıkları, otlar, dallar, yapraklar, kısaca tüm bitkisel atıkların ve hayvansal gübrelerin belli bir miktar su ve kuru madde (kuru yaprak vb.) kullanarak kendi organik gübremizi kendimiz yapabileceğimiz kompost oluĢ turabiliriz. Böylece gübreye para vermemiĢ, atıkları değerlendirmiĢ ve çevre ye zarar vermemiĢ oluruz. 2.5 Geleceğe Yatırım Tüm bunları yaparken çevremizi gözlemlemeli kimyasal kullanılıyor ise b una önlem almalı bu yüzden de komĢularımızla iliĢkilerimizi korumalıyız. B öylece topraklarımıza ve bitkilerimize kimyasalların bulaĢmasını önlemiĢ olu ruz. Son olarak gelecek yıllar için tohum saklamayı unutmamalıyız. SONUÇ Günden güne azalan topraklarımızın ve buna bağlı olarak da verimin azalmasına çözüm yolu olarak permakültür önerilmiĢken bunu neden denem eyelim? Tarımın ülke ekonomisine milyarlarca dolar katkı sağlayan bu sektö rü taĢıyan çiftçi, tarım arazilerinin her geçen gün azalmasının farkında değil sanırım. Ki hala süldürülebilir tarımın insanları doyurup doyuramayacağı tart ıĢılıyor. Aktivist Michael Polon‟un da dediği gibi “mesele sürdürülebilir tarı mın dünyayı besleyip beslememesi değil; sürdürülebilir tarım dıĢında hiçbirĢ eyin dünyayı besleyemeyeceğidir.” Tarım ve geleceğin uyumlu bir ikili olabi lmesi için permakültürü benimsememiz gerekmektedir. Zarar görmüĢ ekosist emler koruma altına alınmalı ve bu alanlarda iyileĢtirme çalıĢmaları yapılmal ıdır. Büyük tarım Ģirketleri bu konuda bilinçlendirilmeli ve permakültür uyg ulamalarına teĢvik edilmelidir. Bu çalıĢmalar yaygınlaĢtığı takdirde yaĢam sü rdürülebilirliğe ulaĢacak ve bunu da ancak bizlerin çabasıyla gerçekleĢtirebil 329 iriz. Bugün permakültür beni kazandıysa yarın sizleri neden kazanmasın? Ve bizler neden sağlıklı bir gelecek kazanmayalım? KAYNAKÇA http://www.tagari.com/?p=158 http://permacultureturkey.org/ http://permakulturplatformu.org/?p=928 http://www.erzurumgazetesi.com.tr (Yıldız‟dan toprak uyarısı) www.yildiz.edu.tr Tarım Ekonomisi Dergisi 2005 ;11(1):13-24 Buğday Dergisi 2004-2005 Ġstanbul AtıĢ, E., 2004 Çevre ve Sürdürülebilir Boyutlarıyla Organik Tarım www.organiktarimantalya.com> ilaçlama 330 SÜRDÜRÜLEBĠLĠR BĠR YAġAM ĠÇĠN PERMAKÜLTÜR Ali AKIN Akdeniz Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarla Bitkileri Bölümü ÖZET Permakültür, doğal ekosistemlerin çeĢitliğine, istikrarına ve esnekliğine sahip olan tarımsal olarak üretken ekosistemlerin bilinçli tasarımı ve bakımların sağlanmasıdır. Üzerinde yaĢayan insanlar ile arazinin, insanların gıda, enerji barınak ve diğer maddi ve manevi ihtiyaçlarını sürdürebilir bir Ģekilde sağlayan ahenkli bütünleĢmeleridir. Permakültür olmaksızın istikrarlı bir sosyal düzen mümkün değildir. Permakültür sadece yeni bir bahçıvanlık yöntemi değil, Dünya gezegeni üzerinde yaĢamın sürdürülebilir yoludur. Permakültürün bir tasarım sistemi olarak öne çıkmasını sağlayan nokta, bilinç ile etiği bütünleĢtirme kabiliyetidir. Permakültürün etiği; Dünyayı gözet insanı gözet ve üretim fazlasını da bu ikisine yönlendir biçiminde açıklanabilir. Yereldeki çoğulkültürlü eylem, biyobölgenizdeki kaynakların, temel üretiminiz, temel hizmetleriniz ve sanatlarınızın nasıl iĢleyeceğinin tanımlanmasıdır. Permakültürle yeryüzüne ve insanlara özen göstermeli , nüfusa ve tüketime sınırlar getirerek ihtiyaçlarımızı kontrol altına almalıyız. ANAHTAR SÖZCÜKLER: Permakültür, sürdürülebilir, ekosistem, doğal yaşam 1.GĠRĠġ Permakültür Ġngilizce „permanent‟ (kalıcı) ve „agriculture‟ (tarım) kelimelerinin birleĢiminden oluĢur. "Permanent Agriculture" kavramı ilk olarak Franklin Hiram King'in 1911 yılında yazdığı "Farmers of Forty Centuries: Or Permanent Agriculture in China, Korea and Japan" adlı kitapta kullanıldı. "Permakültür" (permaculture) kelimesi ise 1970‟lerde Avustralyalı Bill Mollison ve David Holmgren tarafından, endüstriyel ve tarımsal sistemler tarafından yaratılan toprak, hava ve su kirlenmesine, kaybolan bitki ve hayvan türlerine, doğal olarak yenilenemeyen kaynakları yok edici ekonomik sisteme tepki olarak geliĢtirildi ve eski deneyimlerden oluĢan bitki, hayvan ve sosyal sistemlerin bilgisine yeni fikirlerin eklenmesiyle, "kalıcı tarım" ve "kalıcı kültür" inĢa etmek manasında kullanıldı. Kavram zamanla değiĢik manalarda kullanılmıĢ olmakla birlikte, günümüzde artık; gıda üretimi, arazi kullanımı ve topluluk inĢa etmede sürdürülebilir ve etik bir tasarım usulü kullanmak olarak tanımlanabilir. 331 Permakültür‟ün diğer bir tanımı da "sürdürülebilir yerleĢimler tasarlamak"tır. Bu bir felsefe ve toprak kullanımı yaklaĢımının mikroklima, yıllık ve çok yıllık bitkiler, hayvanlar, toprak ve su yönetimi ve insan ihtiyaçlarının birlikte ve bağlantılı olarak içiçe geçtiği üretken topluluklar bütünüdür. 2. PERMAKÜLTÜRÜN ETĠK ĠLKELERĠ * Yeryüzüne özen gösterme; bütün yaĢam sistemlerinin, bütün varlıkların devamlılığının ve çoğalmasının sağlanması için gerekli koĢullar insanlar tarafından oluĢturulmalıdır. * Ġnsanlara özen gösterme; insanların gıda, barınak, eğitim, tatmin edici iĢ ve keyifli insan iliĢkilerine sahip olarak sağlıklı bir Ģekilde var olmaları için gerekli kaynaklara ulaĢılması sağlanmalıdır. * Nüfus ve tüketime sınır getirme; kendi ihtiyaçlarımızı kontrol altına alarak kaynak yaratılmasına katkı sağlamamız gerekmektedir. Zaman, Para ve enerji cinsinden olabilecek bu kaynakları birinci ve ikinci ilkelerin gerçekleĢmesinde kullanmalıdır. 2.1 PERMAKÜLTÜRÜN GENEL PRENSĠPLERĠ * Gözlemle ve etkileĢim kur. * Enerjiyi yakala ve depola. *Ürün al. *Kendin kurallarını uygula, geri beslemeleri dikkate al. 332 *Yenilenebilir kaynak ve hizmetlere değer ver, kullan. *Atık üretme. *Örüntülerden detaya doğru tasarla. *AyrıĢtırma bütünleĢtir. *Küçük ve yavaĢ çözümler üret. *ÇeĢitliliğe değer ver ve kullan. *Uçları kullan ve marjinal olana değer ver. *DeğiĢime tepki ver ve yaratıcı bir Ģekilde kullan. 3. SĠSTEMDE GELĠġĠM VE ARDILLIK Doğal sistemler, aĢama aĢama daha üretken durumlara evrilir. Bu ardıllık süreci, çıplak kalmıĢ ya da yangın, kuraklık, sel veya lav akıĢı gibi etmenlerle zarar görmüĢ arazilerde doğal Ģekilde baĢlar. Böylesi verimsizleĢmiĢ araziler, ilk önce dirençli, dayanıklı “öncü” bitkiler tarafından kolonize edilir. Kısa ömürlü azot bağlayıcı çalılar ve otları kapsayan bu türler, doğal yara bandı görevi görür. Otların ve diğer öncülerin rolü, daha üretken ve biyoçeĢitliliğe sahip sistemler için gereken uygun koĢulları yeniden oluĢturmaktır. Birçok öncü tür, kurak Ģartlar altında bile dayanıklı, üretken ve güçlüdür. Baklagil ağaçlar çok özenli bakıcılardır; meyve, yemiĢ ve kerestelik ağaçlara küçükken koruma ve besin sağlarlar. Bu öncü türleri, kademeli uygulamalarınızda erkenden dikmek önemlidir, çünkü toprak yapısını ve mikroiklimi, sonradan ekilecek bitkiler için uygun hale getirirler. Birçoğu yangın bariyeri ve çalı çit olarak da kullanılabilir, aynı zamanda yüksek proteinli hayvan yemi ve kovan balı üretiminde polen kaynağı ve çeĢitliliği sağlarlar SONUÇ VE ÖNERĠLER Permakültür‟e ve Permakültür Tasarımına katkı sağlanması için; zarar görmüĢ ekosistemler koruma altına alınmalı ve bu alanlarda iyileĢtirme çalıĢmaları yapılmalıdır. Hayatsal döngünün sağlanması için kiĢi baĢına asgari alan kullanılarak maksimum verimlilik sağlanmaya çalıĢılmalıdır.Nadir rastlanan, nesli tükenen türler ve vahĢi türler için bitki ve hayvan sığınakları oluĢturulmalıdır.Günümüzde yeni bir kavramsallık taĢımamasına rağmen Permakültür‟e gereken önem verilmemektedir. Permakültür uygulamaları bireysel olarak devam ettirilmeye çalıĢılmaktadır. Oysaki büyük tarım Ģirketleri bu konuda bilinçlendirilmeli ve Permakültür uygulamalarına teĢvik edilmelidir. Bu çalıĢmalar yaygınlaĢtığı taktirde sürdürülebilirlik ve kalkınma sağlanır. 333 KAYNAKÇA Bill Mollison, Permakültüre GiriĢ Bill Mollison, Permaculture: A Designers‟ Manual. Tagari Publications, 1988. Bill Mollison ve Reny Mia Slay, Introduction to Permaculture. Tagari Publications, 1991. Pemakültür El Kitabı ve Marmariç Örneği, Marmariç Ekolojik YaĢam Derneği BaĢka Bir Organik Tarım Mümkün Mü? ÇALIġTAY NOTLARI 16 Mayıs 2011 Permaculture AUSTRĠA , Nr. 55 – Jänner bis Mai 2015 Permaculture II, Bill Mollison, sf. 142-144. http://www.permaculture.co.uk/articles/why-permaculture-needs-design http://www.small-farm-permaculture-and-sustainableliving.com/succession_in_permaculture_landscape_design.html http://permacultureturkey.org/ http://permakulturplatformu.org/?p=928 334 SÜT VE SAĞLIK PINAR KARABUDAK1 - KADRĠYE KARATAġ2 1 Akdeniz Üniversitesi Ziraat Fakültesi Zootekni Bölümü 2 Akdeniz Üniversitesi Ziraat Fakültesi Zootekni Bölümü ÖZET Yeterli ve dengeli beslenme organizmanın sağlığının korunması ve geliĢmesi adına önemlidir. Vücudun her gün ihtiyacı olan enerjiyi karĢılayabilmesi için belirli gruplardaki besinleri tüketmesi gerekmektedir. Besinler dört gruba ayrılmıĢtır. Bu besin grupları; et ve et ürünleri, süt ve süt ürünleri, sebzeler ve meyveler ile ekmek ve tahıllardır. Süt ve süt ürünleri grubunda baĢlıca sütten yapılan besinler yer almaktadır. Bu besinler kalsiyum, fosfor, protein, B2 vitamini ve B12 vitamini olmak üzere birçok besin öğesinin kaynağıdır. BaĢta bebekler ve anneleri olmak üzere tüm yaĢ grupları günde en az iki su bardağı süt ve süt ürünleri tüketmelidir. Özellikle çocukluk ve gençlik döneminde olan bireylerin süt ve süt ürünleri tüketmesi alıĢkanlık haline gelmelidir. Bugün bilindiği üzere sahip olduğumuz alıĢkanlıkların temelinde çocukluk ve gençlik dönemlerimiz vardır. Sağlıklı alıĢkanlıklarla ilerideki yaĢantımızı daha kolay hale getirebiliriz. Osteoporoz gibi kemik hastalıklarından süt ve süt ürünlerinin tüketimi sayesinde korunabiliriz. T.C. GIDA TARIM VE HAYVANCILIK BAKANLIĞI ‟nın baĢta geliĢmekte olan çocuklarımızın süt ve süt ürünleri tüketimi ile ilgili belirli çalıĢmaları vardır. Bizde alıĢkanlıklarımızı belirli düzeyde planlayarak ilerideki yaĢantımızı koruma altına alabiliriz. Hayata bir adım önde baĢlamak adına sağlığımıza ve alıĢkanlıklarımıza dikkat etmeliyiz. ANAHTAR KELĠMELER: Sağlık, Süt ve süt ürünleri, Alışkanlık GĠRĠġ Organizmaların yaĢamının her evresinde gerekli olan süt, makro ve mikro besin ögeleri için iyi bir kaynaktır. Özellikle çocukluk, gebelikemziklilik ve yaĢlılık dönemlerinde kemik sağlığı açısından önemi bilinen sütün; kronik hastalıklarla iliĢkisini gösteren çalıĢmalar mevcuttur. Dünya geneline bakıldığında her ülke için farklı miktarlarda süt ve süt ürünleri tüketimi söz konusudur. Türkiye genelinde ise süt içme alıĢkanlığının çok az olduğu dikkat çekmektedir. Süt ve süt ürünlerine özellikle kalsiyum ve fosfor baĢta olmak üzere bazı önemli mineraller, protein ve riboflavin gibi bazı B grubu vitaminlerin 335 kaynağı olarak bakıldığında halk sağlığı açısından önemli bir besin grubu olduğu hemen anlaĢılmaktadır. Süt proteinlerinin vücutta büyüme ve geliĢmeye katkısı, doku farklılaĢtırmalarındaki etkinliğinin yanı sıra; kalsiyum emilimi ve immün fonksiyonlar üzerine olumlu etkilerinin olduğu, kan basıncını ve kanser riskini azalttığı, vücut ağırlığının kontrolünde etkin rol aldığı, diĢ çürüklerine karĢı koruyucu olduğu bilinmektedir. Süt ve süt ürünleri memelilerin neonatal dönemle beraber büyüme ve geliĢmeleri için elzemdir. Protein ve peptid yapılı öğeler ile yağ asitleri, vitamin ve minerallerden dolayı yaĢam döngüsü içerisinde birçok önemli özelliğe sahiptir. SÜTÜN TANIMI VE ÖZELLĠKLERĠ SÜT: inek, koyun, keçi ve mandaların meme bezlerinden salgılanan, kendine özgü tat ve kıvamda olan, içine baĢka maddeler karıĢtırılmıĢtır, içinden herhangi bir maddesi alınmamıĢ, beyaz veya krem renkli sıvıdır. ÇĠĞ SÜT: Memelilerin diĢilerinden elde edilen 40 °C üzerinde ısıtılmamıĢ veya eĢdeğer etkiye sahip herhangi iĢlem görmemiĢ kolostrum dıĢındaki meme bezi salgısıdır. ORGANOLEPTĠK ÖZELLĠKLERĠ: Süt ve süt ürünlerinin kalitesi hakkında önemli bilgiler veren, koku, tat, gibi duyusal özelliklerine organoleptik özellikler denir. Duyusal muayeneler, sütün rengine, kokusuna, tadına, görünüĢ ve kıvamına bakılarak yapılmaktadır. Süt ürünlerinin çeĢidine göre duyusal muayene yapılıĢ amacı farklılıklar göstermektedir ve sağladığı yararlar Ģunlardır; Ham madde kaynağını saptamak (inek sütü, koyun sütü v.b.), Anormal sütü normal sütten ayırmak, Üretim tekniğine bağlı istenmeyen değiĢiklikleri tespit etmek, Ürünün kalitesi hakkında fikir edinmek ve mevcut ürünü iyileĢtirmek, Ürünün piyasada kalma süresini tespit etmek, Fiziksel, kimyasal ve mikrobiyolojik analizler için ön bilgi elde etmek veya neticeleri ile birlikte değerlendirmek, Tüketici isteklerini saptamak, Yeni bir ürünü tanıtmak, Standarda ve tüzüğe uygunluğu tespit etmektir. Süt ve süt ürünleri; protein, kalsiyum, fosfor, A vitamini, bazı B vitaminleri (özellikle riboflavin, B12) için iyi bir kaynaktır. Mevsimsel değiĢim, fizyolojik etkenler, hastalık durumu gibi birçok etken besi ögesi içeriğini etkilemektedir. Yapılan araĢtırmalarda ilkbahar ve 336 sonbahar arasındaki değerlerin istatistiksel olarak anlamlılık gösterdiği bildirilmiĢtir. Protein, yağsız kuru madde ve kül içeriklerinin sonbahar döneminde, yağ miktarının ise ilkbahar döneminde daha yüksek olduğu gösterilmiĢtir. ORGANĠK VE ĠNORGANĠK MADDELER AÇISINDAN SÜT KARBONHĠDRAT; Meme dokusunda sentezlenen laktoz, sütün temel karbonhidratıdır. YAĞ; Süt yağlı, sütün görünüm, tat, lezzet ve dayanıklılığını etkilemektedir. Ayrıca elzem yağ asitleri, yağda eriyen vitaminler ve enerji için kaynak oluĢturmaktadır. Süt yağı %5 oranında doymuĢ yağ içermesine rağmen kronik hastalıklar için olumlu etkinlikleri olan konjuge linoleik asit, sifingomiyelin, bütirik asit, miristik asit gibi özel bileĢenler içerdiği için sağlık açısından önemlidir. PROTEĠN VE AMĠNO ASĠTLER Yüksek kalite protein içeren inek sütünün ortalama %3-3.5‟i proteindir. Protein yapısını oluĢturan aminoasitler süt ve süt ürünlerinde önemli miktarlarda bulunmaktadır. Elzem ve elzem olmayan aminoasitler dengeli olarak sütte bulunmaktadır. VĠTAMĠNLER Ġnsan için elzem vitaminlerin neredeyse hepsi sütte bulunmaktadır. A, D, E, K vitaminleri süt yağı ile iliĢkili olarak yer almaktadır. Süt yağına sarımsı rengi veren içerisindeki karotenoidler ve floresan rengini veren riboflavindir. Süt yağı azaldıkça yağda eriyen vitamin içeriği de azalmaktadır. ZenginleĢtirilmemiĢ sütte D ve K vitamini oldukça azdır. Süt, suda eriyen vitaminleri de içermektedir. Ancak yüksek içeriğine karĢın kontrollü kontrolsüz uygulanan ısıl iĢlemler vitamin içeriğini azaltabilmektedir. MĠNERALLER Süt kalsiyum, fosfor, magnezyum, çinko, potasyum gibi mineraller için iyi bir kaynaktır. Ancak demir içeriği ve demir biyoyararlılığı düĢük olan süt, çocukluk döneminde demir gereksinimine önemli bir katkı sağlayamamaktadır. Sütün mineral içeriği hayvanın fizyolojik durumu, laktasyon durumu, çevresel faktörler ve genetik faktörler, süte uygulanan bazı iĢlemler gibi birçok durumdan etkilenmektedir. YETERLĠ VE DENGELĠ BESLENMEDE SÜTÜN YERĠ Sağlığın yaĢam boyu korunması için yeterli ve dengeli beslenmede süt ve süt ürünleri tüketimi büyük önem taĢımaktadır. Besin ögesi içeriği açısından dengeli olan süt ve süt ürünleri hem çocukluk hem de yetiĢkinlik döneminde elzemdir. Birçok çalıĢmada kronik hastalıklar ile süt tüketimi arasında iliĢkiler gösterilmiĢ olsa da konu ile ilgili yoğun çalıĢmalar yapılmaktadır. 337 Kalsiyum gibi spesifik besin ögesi desteği almak yerine besin olarak süt tüketmenin hastalık ve sağlık açısından daha etkin olduğu dikkatleri çekmiĢtir. SÜT TÜKETĠMĠ ĠÇĠN ÖNERĠLER Sağlıklı bireylerin yeterli ve dengeli beslenmesi için tüketilmesi önerilen süt miktarı yaĢ, cinsiyet ve fizyolojik durumu (büyüme ve geliĢme dönemi, gebelik, emziklilik, yaĢlılık) göre değiĢiklik göstermektedir. USDA Besin Piramidi‟nde yetiĢkin sağlıklı bir birey için süt ve süt ürünleri grubundan günde 2-3 porsiyon (200-300 ml) tüketilmesi önerilirken; Ulusal Süt ve Süt Ürünleri Konseyi‟nin yayınladığı Beslenme Rehberi‟nde 2-4 (400-800 ml) porsiyon ve Türkiye‟ye Özgü Beslenme Rehberi‟nde yetiĢkin bireylerin 2 porsiyon (bir porsiyon: bir orta boy su bardağı (200 ml), çocuklar, adolesan dönemi gençler, gebe ve emzikli kadınlarla menopoz sonrası kadınların 3-4 (600-800ml) porsiyon tüketmeleri önerilmektedir. SÜTÜN KRONĠK HASTALIKLAR ĠLE ĠLĠġKĠSĠ OSTEOPOROZ: kemik yoğunluğunda azalma ile karakterize, özellikle verdebra ve femur kırıklarında yüksek insidans nedeni olan, sistemik kemik hastalığıdır. Kemik yoğunluğu endojen (genetik hormonal) ve ekzojen (beslenme ve fiziksel aktivite) faktörlerin bütününden etkilenmektedir. HĠPERTANSĠYON: Yapılan çalıĢmalarda, kan basıncı ve hipertansiyon insidansı ile süt ve süt ürünleri iliĢkisinin, sütün içerisinde bulunan kalsiyum ve potasyum ile ilgili olduğu bildirilmektedir. Azalan kalsiyum alımı artiyel kan basıncını arttırmaktadır. Bu minerallerin alımı arttırılarak kan basıncında azalma sağlanabilmektedir. Günde 3-4 porsiyon süt ve süt ürünleri tüketimi optimal kan basıncının sağlanmasında ve sağlığın devam ettirilmesinde önerilmektedir. KANSER: Sütün karsinojenez etkisi, içerisinde yer alan kalsiyum ve D vitamini ile iliĢkilidir. Süt ve süt ürünlerinin tüketiminin bazı epidemiyolojik çalıĢmalar prospektif ve vaka kontrol çalıĢmalarında prostat kanseri riskinin artıĢı ile iliĢkili olduğu gözlemlenmiĢtir. Diğer açıdan; sütün kolon kanserine karĢı koruyucu olduğu da bildirilmektedir. Yüksek kalsiyum tüketimi prostat hücrelerinin proliferasyonunu artırabilen 1,25-dihidroksi D vitamini downregüle etmektedir. Sonuç olarak, süt ve kanser açıklanabilmesi için iyi planlanmıĢ ve daha kontrollü çalıĢmalara gereksinim duyulmalıdır. KAYNAKÇA 1.Hacettepe Üniversitesi-Sağlık Bilimleri Fakültesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü ġubat, ANKARA,2008. 2. Tönük, B., Gültük, H., Güneyli, U., Arıkan, R., ve ark. Gıda Tüketimi ve Beslenme AraĢtırması, Tarım Orman ve KöyiĢleri Bakanlığı/UNICEF, Ankara, 1987. 338 3. Arabacıoğlu Özbilen, Z. Ġçme Sütü Tüketiminin Arttırılması ve Okul Sütü Programları. 5. Türkiye Sütçülük Kongrasi. 20-21 Mayıs. Ankara, 1993. 4. Baysal A. Beslenme. 10.baskı. Ankara, Hatiboğlu Yayınları, Bölüm II Besinler, Süt. 2004. s: 268-275. 5. Köksal, O, ve diğ. Türkiye Ulusal Beslenme AraĢtırması, 1974. 6. Besler H, Ünal S. Ankara‟da Satılan Sokak Sütlerinin Bazı Vitaminler Açısından değerlendirilmesi ve Ev KoĢullarında Uygulanan Kaynatmanın Süreye Bağlı Olarak Vitaminlere Olan Etkisi. IV Uluslararası Beslenme ve Diyetetik Kongresi Bildiri Kitabı. 2006. 7. Ed: Saldamlı, Ġ. Gıda Kimyası. Aminoasitler, Peptidler ve Proteinler. 1. Baskı, Hacettepe Üniversitesi Yayınları, Ankara, 2005, s: 195-256. 8. Metin, M. Süt Teknolojisi. Sütün BileĢimi ve ĠĢlenmesi. 4. Baskı, Ege Üniversitesi Basımevi, Ġzmir, 2001, s: 1-21. 9. Söylemez, MS. Optimum heat pump in milk pasteurizing for dairy. Journal of Food Engineering. 2005; Article in press. 10. Hacettepe Üniversitesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü, T.C Sağlık Bakanlığı. Türkiye‟ye Özgü Beslenme Rehberi, Ankara, 2004; 16-18. 339 340 TARIMSAL VE KIRSAL KALKINMADA GENÇLĠK BüĢra TOP1 1 Akdeniz Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarım Ekonomisi ÖZET Günümüzde birçok çalıĢma alanı ve bu alanlarda çalıĢan insanlar bulunmaktadır. Sayısı az olmakla birlikte kadınlar, çocuklar ve gençler de çalıĢma hayatında yer almaktadır. Bunlar literatürde dezavantajlı gruplar olarak ele alınmaktadır. Gerçekte bulunan sayıdan daha fazla çocuk ve gencin çalıĢtığı bilinmektedir, ancak bu yaĢ grubunda çalıĢanlarla ilgili herhangi bir kayıt olmadığı için gerçek sayıyı bilme olanağı yoktur. ÇalıĢanların büyük bölümü kırsal alandadır ve çoğunlukla tarımda çalıĢmaktadır. Türkiye‟de kırsal alan nüfusu giderek yaĢlanmakta ve kente göç özellikle genç nüfusta daha sık görülmektedir. Halbuki uzmanlaĢmıĢ genç üreticiler gelecekte kırsal alanın refahı ve tarımsal üretimin geliĢimi ve sürdürebilir bir kalkınma için önemli bir yere sahiptir. Kırsal alandaki gençlerin yerinde geliĢimine ve uzmanlaĢmasına odaklanan program ve projelere rastlanmamaktadır. Türkiye geçmiĢte kalkınma çabasına çok etkileyici çalıĢmalarda bulunmuĢ ancak devamlılık ve çeĢitlilik sağlanamamıĢtır. “Köy Enstitüleri Modeli” kırdaki gençlere yönelik yapılmıĢ en baĢarılı ve en etkin tarımsal ve kırsal kalkınma uğraĢı olmuĢtu. Lider gençlerin yetiĢtirilmesine odaklanan bu modelin günümüz koĢullarına uyarlanacak daha sürdürülebilir Ģekilde uygulanması gereklidir. Kırsal alanda yaĢayan gençlerin gelecekte mevcut kaynakların yöneticisi olacağı unutulmamalıdır. Bu nedenle kırsal kalkınmaya ulaĢılmasında gençleri odağa alan politika ve projeler geliĢtirilmelidir. Genç üreticilerle çalıĢmanın ya da kırsal alanda yaĢayan gençlerin tarımsal üretime motive edilmesi gereklidir. ANAHTAR KELĠMELER : Tarımsal, Kırsal, Kalkınma, Gençlik, Dezavantaj GĠRĠġ Gençlik, kuĢkusuz her ülkede nüfusun önemli bir bölümünü oluĢturmaktadır. Bu durum ülkemizde de geçerliliğini korumaktadır. Kırsal alanda yaĢayan birçok genç bulunduğu yeri terk etme isteği içerisindedir. Terk etme nedenleri arasında en önemlisi yaĢam standartlarının 341 düĢüklüğüdür. Kırsal gençler geliĢen teknoloji ile kent yaĢamına özenmektedirler. Artan göçlerle birlikte kırsal genç nüfusu giderek azalmıĢtır. Kırsal gençlerinden kızlar, toplumsal etkinliklerden tamamıyla engellenmiĢtir. Genç kızlar genelikle üretime katılmakta fakat sosyal hayatta hep arka planda kalmaktadırlar. Türkiye kırsal kalkınma için birçok yaklaĢım deneyen ve uygulayan bir ülkedir. Bu uygulamalara genellikle siyasi yaklaĢımlar ve uluslararası kuruluĢların etkisiyle uygulamaya konulmuĢtur. Fakat bu uygulamalarda istenilen sonuçlara varılamamıĢtır. Türkiye‟de kırsal kalkınma yaklaĢımları Cumhuriyetin hemen sonrasında baĢlamıĢtır. Cumhuriyetin kuruluĢundan sonra baĢlayan modernleĢme hareketleri tarımda ve kırsal alanda da etkisini göstermiĢtir. Bu dönemde nüfus yoğunluğu kırsal kesimde fazla ve tarım ile uğraĢmaktadır. Bu nedenlerle ulusal kalkınma da tarım ve kırsal kesim özel bir öneme sahiptir. Kırsal alanda yaĢayan gençlerin bilgi ve teknoloji düzeylerinin geliĢmesiyle ve tarımda makineleĢmenin artmasıyla hızlı bir göç ve kentselleĢme baĢlamıĢtır. Göçlerle birlikte kırsal alan nüfusu giderek yaĢlanmaktadır ve kente göç özellikle genç nüfuslarda görülmektedir. Hâlbuki uzmanlaĢmıĢ genç üreticiler gelecekte kırsal kalkınma alanının refahı ve tarımsal üretimin geliĢimi ve sürdürülebilir bir kalkınma için önemlidir. Dünya nüfusunun bakıldığı zaman yaklaĢık olarak 3 milyar nüfusunun kırsal kesimde yaĢadığı görülmektedir. Bu nüfus çoğunluğunu ise kırsal gençlik oluĢturmaktadır. GeliĢmekte olan ülkelerde kırsal gençlik nüfusu gerek eğitim hayatında gerek ekonomik hayata katılımda çeĢitli sorunlar yaĢamaktadır. Kırsal gençlerin hayat standartlarını artırmaya yönelik tüm dünya genelinde bir takım faaliyetler gerçekleĢtirilmektedir. Ulusal gençlik politikası her ülkenin kendisine özgüdür. Avrupa‟nın hükümetler arası kuruluĢları olan Avrupa Konseyi ve Avrupa Birliği gençlere yönelik politikalar geliĢtirmek üzere bir takım çalıĢmalar yapmıĢ ve sonucunda gençlere yönelik yasal düzenlemeler ortaya çıkarılmıĢtır. Bu belgeler ulusal gençlik politikası için bir Ģablon oluĢturmasa da, böyle bir politikanın kapsaması gereken belirli alanları iĢaret etmektedir. Uluslararası düzeyde ise, BirleĢmiĢ Milletler Sistemi içerisindeki kurumların geliĢtirdiği ve kabul ettiği bir takım belgeler bulunmaktadır. 1931 yılında gerçekleĢtirilen I. Ziraat Kongresi, tarımın modernleĢmesi, çiftçi ihtiyaçlarını karĢılayacak yenilikler sunulması ve kalkınma hareketinin baĢlatılması üzerine olumlu bir baĢlangıç olmuĢtur (ÖzçatalbaĢ, 1998). I. Ziraat Kongresinde, kırsal kesimde yaĢayan nüfus özellikle de kırsal gençlik konularına önem verilmiĢtir. Hatta ülkemizde kırsal gençlik 342 konusu ilk olarak bu kongrede ele alınmıĢtır. Kırsal gençlik açısından bu kongre kararlarını incelemek gerekirse Ģu Ģekilde yazılabilir; Çiftlik okulları kurulması ve bu okullarda çiftçilere ve çocuklara tarım tekniklerinin öğretilmesi Tarım okullarına özellikle çiftçi çocuklarının alınması ve bu okulların özel bir düzenle yönetilmesi Kurulan çiftlik okullarında yetenekli çocuklara özel eğitimle usta ziraat iĢçisi belgesi verilmesi Köy gençlerinin boĢ zamanlarını değerlendirmek amacıyla uygun yerlerde kıĢ okullarının açılması Yukarıdaki dört madde 1930‟lu yıllarda kırsal gençliğin ne denli önemli olduğunu açıklar. Türkiye‟de yaygın eğitim kapsamında 1930‟lu yılların sonunda bir proje daha meydana gelmiĢtir. Bu uygulamada örnek olarak 100 yıldan daha fazla süredir ABD‟de etkin olarak gençlik eğitimi üzerinde duran 4-H Kırsal Gençlik Kulüpleri dikkate alınmıĢtır. ABD‟de 1862 yılında tarım kolejleri açılmıĢ ve tarımsal kalkınmanın ilk adımları atılmıĢtır. Bu kolejlerin amacı, tarım ile ilgili tüm konularda teorik ve pratik yeterli seviyede bilgiler verebilmektedir. 1890‟lı yılların sonunda tarım sektöründe geliĢimi sağlayabilmek açısından Çiftçi Enstitüleri kurulmuĢtur. Aynı zamanda Amerikan Tarım Bakanlığı çiftçilerin teorik ve pratik bilgilerine ek yarar sağlayabilmek için demonstrasyonlara baĢlamıĢtır. 1920‟li yıllara gelindiğinde çiftçi çocuklarını bir araya getirerek bir organizasyon oluĢturulmuĢtur. Bu organizasyona 4-H (hands, health, head, heart) adında kulüplerdir. Bu kulüplerin çıkmasında iki etmen vardı. Bunlardan ilki kırsal alandaki eğitim düzeyinin yetersizliği ve 4-H‟in pratikte ilk olarak kentlerde baĢlamasıdır. Ġkincisi ise; tarımsal teknolojilerin kullanım düzeyini arttırmaktır. Bu organizasyon sayesinde gençlerin soruları ele alınır ve düĢüncelerini özgürce ifade etmeleri sağlanır. Sadece zorunlu eğitim değil, gönüllü organizasyonlarda da gençliğe yönelik önemli uygulamalar söz konusudur. SONUÇ Günümüzde her geçen gün kırsal kesimin kentlere göç etme isteği genellikle genç kesimde artmaktadır. Ġmkanı olan gençlerin ve ailelerinin kırsalda kaldığının ama hâlâ kente göç etme isteğini devam ettiği görülmektedir. Ülkenin kalkınması için kırsalda çalıĢan genç kesimin arttırılması gerekmektedir. Kırsal kesimin her geçen gün azalması bunu imkansızlaĢtırmaktadır. Çözüm yolu olarak kırsal kesimdeki gençlerin bizler 343 için ne kadar değerli olduklarını göstermek için kırsal kesime eğitimler düzenlemektedir. Gençlerin kırsal kesimde kalmaları için teĢvik edilmelidir. KAYNAKÇA Gülçubuk B., Yıldırak N., Kızılaslan N., Özer D., Kan M., Kepoğlu A. (2009). Kırsal Kalkınma YaklaĢımları ve Politika DeğiĢimleri. ZMO, 1-19. Geray, C. (1979). Kırsal Alanda Kalkınma ve Gençlik. I. Ulusal Gençlik Sorunları Sempozyumu: 14-17 Mayıs 1979-Ankara: Bildiriler (s.11-22). ÖzçatalbaĢ, O. (2002). Kırsal Gençlik Eğitiminin Önemi ve Türkiye Ġçin Öneriler. TZOB Çiftçi ve Köy Dünyası Dergisi, Sayı 211, Antalya. ÖzçatalbaĢ, O., Gürgen Y. (2002). Türkiye‟de Köy Gençliğine Yönelik ÇalıĢmaların Yayım Açısından Değerlendirilmesi. Antalya. 344 ALTERNATĠF TIP ARAġTIRMALARINDA KULLANILAN BÖCEKLER Nurseli IġIK1 , ġükriye YILDIRIM 1 , Funda MEMĠġOĞLU1 1 Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bitki Koruma Bölümü ÖZET Evrende bizimle birlikte yaĢayan en büyük canlı grubu böceklerdir. Böcek denildiğinde aklımıza küçük, Ģekilsiz ve önemsiz haĢereler gelse de aslında onlar hakkında bilmediğimiz pek çok gerçek vardır. Böcekler her ne kadar zararlı canlılar olarak düĢünülse de, yararlarının daha fazla olduğu bilimsel bir gerçektir. Böcekler tozlaĢmaya %25lik bir katkı ile besin eldemizi sağlamasının yanında, atık ve ölüleri ayrıĢtırarak mineral madde dönüĢümünü sağlayarak dünyamızı temizliyor ve ekolojik dengeyi koruyor. Böceklerin sağladığı katkılardan birini de tıp alanında görüyoruz. Böcekler özellikle ilaç yapımında sıklıkla kullanılmaktadır. Örneğin Lucilia sericata halk arasında yeĢil sinek olarak bilinen bir böcektir ve yara tedavisinde kullanılmaktadır. Özellikle savaĢ zamanlarında bu böcekler yaralanan askerin yarasına yumurtalarını bırakmaktadır ve yumurtalar larva haline gelirken salgıladıkları salgılarla yaraları iyileĢtirdiği bilinmektedir. Böceklerden adli entomoloji alanında, özellikle cinayetlerin aydınlatılması yönünde yararlanılmaktadır. Cinayete kurban giden kiĢinin üzerinden alınan böcekler sayesinde ölüm zamanı ve yara hakkında çok daha detaylı bilgiler elde edilebilmektedir. Bu uygulamalarla cinayetler çok daha kısa süreler içerisinde aydınlatılabilmektedir. Bu çalıĢmada alternatif tıp alanında kullanılan böceklerin hakkında detaylı bilgi verilmektedir. Anahtar kelimeler: Böceklerin faydaları, alternatif tıp, adli entomoloji GĠRĠġ Günümüzde tanımlanmıĢ hayvanların %90'ı böceklerdir. Böcekler, dünyada en çok çeĢitliliğe (tür sayısına) sahip olan hayvanlar olarak da bilinmektedir. YaklaĢık 1.000.000 kadar yaĢayan türü vardır ve her yıl birkaç bin tür buna eklenmektedir. Toplam tür sayısının yaklaĢık 2.000.000 olduğu kabul edilmektedir. Böcekler, hayatta kalmamızla yakından iliĢkilidirler. Bazıları sağlığı tehlikeye sokacak hastalıklar taĢıyabilirler veya tarımsal üretimde zararları 345 olabilmektedir. Bazı böcekler ise direkt besin olarak veya besin üretimine yardımcı olan basamak olarak insanlara faydalı böcekler grubuna dahil olabilir. Doğada var olan tüm canlı türlerin olduğu gibi böceklerin de değiĢik faydaları vardır. Böceklerin tarımsal faaliyetler üzerinde birçok olumlu etkileri vardır. Böcekler olmasa, tükettiğimiz birçok tarımsal üründen yoksun kalırdık. Türlerin çoğunluğunun erginleri ve larvaları, bize yiyecek vazifesi gören kuĢlarla balıkların yiyeceğidir. Doğal yöntemler ile hormon sağlamak amacı ile bombus arıları kullanılmaktadır. Böylece kimyasal ilaçlar yerine doğal ilaçlar ile besleme yapılmaktadır. Bu sayede de çok daha sağlıklı ürünler elde edilebilmektedir. Ayrıca böcekler mobilya cilası olarak da kullanılabilmektedir. Normalde cila kimyasal bileĢenlerden oluĢmaktadır. Buda insanların sağlığını kötü yönde etkileyebilmektedir. Böceklerden elde edilen cila doğal olduğu için herhangi bir zararı yoktur. Bu yüzden özellikle çocuklu aileler için çok daha iyi bir tercihtir. Böceklerin yararları arasında ön plana çıkan konulardan birisi kuĢkusuz tıptır. Böcekler özellikle ilaç yapımında sıklıkla kullanılmaktadır. Örneğin yeĢil sinek olarak bilinen bir böcek yara tedavisinde kullanılmaktadır. Özellikle savaĢ zamanlarında bu böcekler yaralanan askerin yarasına yumurtalarını bırakmaktadır ve yumurtalar larva haline gelirken yarayı da iyileĢtirmektedir. Adli tıp alanında da böceklerden faydalanılmaktadır. Cinayete kurban giden kiĢinin üzerinden alınan böcekler sayesinde ölüm zamanı ve yara hakkında çok daha detaylı bilgiler elde edilebilmektedir. Bunlardan birincisi çürümeye baĢlayan bir cesede ilk gelen canlıların böcekler olmasıdır. Genelde sinekler eğer cesede giden bir yol varsa ilk birkaç saat içinde burada yoğunlaĢmaktadırlar. Bu olayda biyolojik saati baĢlatıp ölüm zamanının tespiti için temel oluĢturmaktadır. Ġkincisi çürüme devam ettikçe belirli bir sırayla arthropod faunasının cesedin üzerinde ve etrafında oluĢmaya baĢlamasıdır. Böcek ve diğer artropodlar için geçici bir kaynak olan ceset mikroplardan omurgalılara kadar değiĢen organizma grupları tarafından iĢgal edilmektedir. Artropotlar bu faunanın ana elemanlarıdır ve böcekler denizle ilgili vakalar haricinde en sabit, en yaygın ve en dikkat çeken grubu oluĢturmaktadır. Ölüm keĢiflerinde böceklerin kullanılmasının üçüncü nedeni ise arthropotların kanıt olarak cesedin etrafında oluĢan ilk canlı grubu olmasıdır. Örneğin cesetten akan sıvılar nedeniyle cesedin etrafında biriken böcekler incelenmektedir. Çünkü bunar ölüm mekanı ve otopsi sırasında kanıt oluĢturabilmektedir. Böceklere alternatif tıpda da büyük önem verilmektedir. Alternatif tıp, tamamlayıcı tıp olarak ta bilinmektedir. Genellikle kronik hastalığa sahip olan insanlar modern tıbbın haricinde farklı tedavi yolları aramaya baĢlamıĢtır. Alternatif tıp tedavisi genellikle bitki kaynaklı ürünlerle 346 yapılmaya çalıĢılmaktadır. Özellikle geliĢmiĢ ülkelerde bitki kaynaklı ilaçların satıĢı ile alternatif tıp ön plana çıkmıĢtır. Ülkeler alternatif tıp alanında milyar dolarlık harcamalar yapmıĢtır. Birçok böcek türünün hayatımızı büyük ölçüde etkilediği görülmüĢtür. Makroskobik biyoçeĢitliliğin en büyük bileĢimi olan böcekleri bu yüzden daha iyi anlamamız gerektiği göze çarpar. 2. Alternatif Tıpta Kullanılan Böcekler 2.1 Hamam Böceği Alternatif tıbbın bin yıllar öncesine dayandığı Çin‟de hamam böceklerinin sarılık, mide ülseri, kalp hastalıkları ve çeĢitli yanıklara karĢı iyileĢtirici özelliği olduğuna inanılıyor. Modern tıbbın bu geleneği destekleyici bulgularıysa hamam böceğine olan talebi yükseltmiĢtir. Hamam böceği tozunun bazı hastanelerde yanıklara karĢı kullanıldığı ülkede yeni araĢtırmalar böcek içindeki maddelerin kanser tümörlerini küçültmede de baĢarılı olduğunu göstermektedir. Kore‟de bir firma tarafından aynı madde kullanılarak üretilen güzellik maskesi de büyük talep görmüĢtür. Öte yandan Çin‟in Siçuan bölgesinde faaliyet gösteren bir baĢka firma, hamam böceği kullanarak ürettiği ilacı mide iltihabı, ülser ve verem gibi hastalıklara çare olarak pazarlanmaktadır. Ülkedeki böcek çiftliklerinin gıda ve alternatif tıp sektöründe kullanmak amacıyla çeĢitli türde böcekler ürettikleri bilinmektedir, ancak modern ilaç firmalarının alana girmesiyle beraber üretim genel olarak Amerikan hamam böceği (Periplaneta americana) türüne kaymıĢ durumdadır. KurutulmuĢ Amerikan hamam böceğinin kilosu oldukça pahalıdır. Bu fiyat bu günlerde 45-50 dolar kadardır. Türkiye de hamam böceği yetiĢtiriciliğine yabancı değildir. Antalya‟da bir çiftlik iki yıldır hamamböceği üretmektedir. Ancak Ģirket besin ve ilaç amacından çok, hayvanat bahçesi vb. iĢletmelerdeki canlı hayvan yemi talebini karĢılamak üzerine böcek yetiĢtirmektedir. 2.2 Ġpek Böceği ABD‟nin saygın üniversitelerinden Tufts Üniversitesi biyomedikal mühendisliği bölümü ipekten elde ettikleri ince tüplerin tıkanmıĢ damarların yerine kullanılmasını planlamaktadır. Singapur Ulusal Üniversitesi‟nden Dr. James Goh ve ekibi ipeği kullanarak bir domuzun dizindeki ön çarpraz bağları bu yöntemle onarmayı baĢarmıĢtır. Tufts Üniversitesi‟nden bir grup mühendis de elektronik ve fotonik materyalleri ipeğin yüzeyinde kullanmıĢlardır. Bu sayede üretilen filmlerin, bir gün doktorlar tarafından beyne nakledilerek epilepsi ve omurilik zedenlenmelerinde tedavi amaçlı kullanılması beklenmektedir. Bu Ģekilde ipek nakledilmiĢ hayvanlarda epilepsi nöbetlerini kontrol etmek için ilaç tedavisine gereken ihtiyacın azaldığı görülmüĢtür. ABD‟nin saygın 347 laboratuvarlarından Kraig Biocraft Laboratuvarı ise ipek böceklerinin genetik yapısına müdahale ederek çok daha güçlü olan bir ağ üretmelerini sağlamıĢtır. Bu sayede savunma sanayiinde çok daha dayanıklı ve hafif kurĢungeçirmez yeleklerin üretilmesinin ve tekstil sektöründe yeni bir devrimin baĢlamasının önü açılmıĢtır. 2.3 Kurtçuk Tıbbi amaçlarla en yaygın olarak kullanılan böceklerden birisi sinek larvasıdır. Ġlk kayıtlı kullanımı 2. Dünya SavaĢı sırasında olmuĢtur. Askerî doktorlar, birkaç günlük tedavi edilmemiĢ ve sinek larvaları tarafından istila edilmiĢ yaraların, larvalar tarafından istila edilmemiĢ yaralara göre daha çabuk iyileĢtiğinin farkına varmıĢlardır. Daha sonra, larvaların allantoin adı verilen ve iyileĢtirici etkiye sahip olan bir kimyasal madde salgıladığı keĢfedilmiĢtir. Allantoin günümüzde bulaĢıcı bir kemik hastalığı olan osteomiyelitin tedavisinde kullanılmaktadır. Kurtçuk debridman tedavisi, insanlarda veya hayvanlardaki iyileĢmemiĢ veya ölü deriye ve yumuĢak dokuya sahip yaralara, yaranın iyileĢmesini sağlayacak Ģekilde içeride sadece çürüyen dokunun temizlenmesi amacıyla canlı ve dezenfekte edilmiĢ sinek larvalarının bilerek yerleĢtirilmesi iĢlemidir. Ayrıca larvalar enfeksiyonu önlemek ve iyileĢme sürecini hızlandırmak için de kullanılmaktadır. 2.4 Kabarcık Böceği ve Kuduz Böceği ÇeĢitli böcek familyalarında bulunan ve bir kabarcığa yol açıcı yağ olan kantaridin, Amerikan Gıda ve Ġlaç Dairesi tarafından 2004 yılında siğillerin ve diğer deri problemlerinin tedavisi olarak kabul edilmiĢtir. Ayrıca Yunanlılar ve Romalılar tarafından tarihsel kullanımı da söz konusudur ve bazı topluluklarda afrodizyak olarak kullanılmaktadır. Hücre kültürü ve hayvan modelleri üzerine yapılan çalıĢmalar, kantaridinin tümörle mücadelede güçlü özelliklere sahip olduğunu ortaya koymuĢtur. 2.5 Lucilia Sericata Lucilia sericata, larvaları koyunlarda deri miyazisine neden olan sinek türüdür. Bu sineğin larvaları insanlarda yalnızca nekrotik dokularla beslendiği için osteomiyelit, suppuratif lezyonlar ve enfekte deri apselerinin tedavisinde ölü doku artıklarını uzaklaĢtırmak ve salgıladıkları allantoin maddesinden dolayı iyileĢme sürecini hızlandırmak amacıyla kullanılmaktadır. Sadece nekrotik dokulara saldıran Lucilia sericata'nın genellikle I. veya II. evre steril larvaları kullanılmaktadır. Ġlk kez Baer tarafından 1931 yılında Calliphora türüne ait sinek larvaları ile Cerahatlı cilt enfeksiyonlarının tedavisinde uygulanmıĢtır. Larva tedavisi Amerika'da; cerrahlar tarafından kronik yaraların temizlenmesinde 1930 yılında uygulanmaya baĢlanmıĢ ve 1940 yılının ortalarına kadar sürmüĢtür. Larva tedavisi 1995 yılında tekrardan uygulanmaya baĢlamıĢ, 348 Ocak 2004‟de FDA onayı almıĢtır. ġubat 2004‟de Ġngiltere Ulusal Sağlık Örgütü (NHS) Larva tedavisi, 2009‟da State of Israel Ministry of Health Doktorların larva tedavisini uygulamasına izin verilmiĢtir. 2006 yılında yaklaĢık olarak 50.000 yaraya larva tedavisi uygulanmıĢtır. Günümüzde Amerika, Ġngiltere, Almanya ve Ġsrail‟de doktorlar larva tedavisi için reçete yazabilmektedir. 20 ülkede 4.000 üzerinde doktor larva tedavisi uygulamaktadır. Larvalar yara üzerindeki ölü dokuyu salgıladıkları enzimler ile eriterek çıkartmaktadırlar. Dokuyu granülasyon oluĢturması için uyararak, yarayı dezenfekte etmektedirler. Dokuların granülasyonu Lucilia sericata larva salgılarının % 10‟u allantoin, % 90‟ı amonyaktan oluĢmaktadır. Larvalar ile tedavi edilen yaralar; diyabetik yaralar, basınç ülserleri, venöz staz ülserleri, temporal mastoidit, fournier gangreni, nekroze tümör kitleleri ve diğer yumuĢak doku yaralarıdır. SONUÇ Sonuç olarak böcekler, günümüzde gittikçe artan bir öneme sahip olmaktadır. Böceklerin öneminin anlaĢıldığı alanlardan bir de tıp alanıdır. Birçok ülkede böcekler tıp alanında değerlendirilerek ekonomik bir değer olarak kullanılmaktadır. Bu bakıĢ açısı ülkemizde yeni yeni tartıĢılır ve uygulanır durumdadır. Ülkemizde de bu alanın gerektiği gibi değerlendirilmesiyle alternatif tıpta önemli geliĢmeler sağlanabilir ve önemli sağlık sorunları aĢılabilir. KAYNAK http://www.klimik.org.tr/wp-content/uploads/2012/11/Dr.-ErdalPOLAT_UDAIS2012.pdf http://www.hurriyet.com.tr/care-hamambocegi-25027292 349 350 TARIMSAL ÜRETĠMDE HASTALIK VE ZARARLI ROLÜ Buket AYGUT1 , Nurseli IġIK1 , Bensu SOBACI2 1 Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bitki Koruma Bölümü 2 Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Zootekni Bölümü ÖZET Tarımsal üretimde bitki koruma uygulamaları, ürün kalitesi ve ürün kayıplarını önleme açısından oldukça önemlidir. Üreticilerimiz bitkisel üretimde karĢılaĢtıkları hastalık, zararlı ve yabancı ot problemlerine karĢı olarak kolay uygulanabilmesi, ucuz olması ve etkisinin çabuk alınmasından dolayı öncelikle kimyasal mücadeleyi tercih etmektedir. Bitki koruma alanında yapılan bütün önlem ve çabalara rağmen, hastalık, zararlı ve yabancı otların tarımsal üretimde neden olduğu kayıpların önüne geçilemiyor. Hastalıkların her yıl dünya genelinde pirinç, buğday, mısır ve patates gibi temel ekinlere verdiği zarar, toplam üretimin yaklaĢık %15‟ine denk düĢmektedir. Hastalıklardan kurtulan ürünlerde ise bir zararlı problemi ortaya çıkmaktadır. Tüm dünyada zararlıların yol açtığı üretim kaybının her yıl %9 ila %21 arasında değiĢtiği öngörülüyor. Yabancı otlarda da benzer sonuçlar yaĢanmaktadır. Ülkemizde yetiĢtirilen kültür bitkilerini tehdit eden 500‟den fazla hastalık ve zararlı bulunuyor. Bunların toplam tarım üretimine zararı, yıllık üretimin neredeyse %40‟ına ulaĢmaktadır. BulaĢma riskini azaltmak için ekilebilir arazilerin bir kısmının her yıl nadasa bırakıldığı da düĢünüldüğünde, mevcut üretim potansiyelinin önemli bir kısmından verimli bir Ģekilde yararlanılamadığı ortaya çıkmaktadır. Genel olarak hastalık ve zararlılarla mücadelede ilk akla gelen kimyasal ilaçlama yöntemi ise dikkatli uygulanmadığında yarardan çok zarar getiren bir uygulama olarak karĢımıza çıkmaktadır. 1940‟lı yıllardan beri tüm dünyada yaygın olarak kullanılan kimyasallar, yoğun bilinçsiz kullanım sonucu çok önemli bazı olumsuzlukları da beraberinde getirmiĢtir. Çözüm olarak ise bitki koruma alanında modern ve çevreci yaklaĢımları kullanarak hem olası ürün kayıplarını azaltmak hem de tarım ilaçlarının neden olduğu olumsuzlukları azaltmak mümkün olabilmektedir. ANAHTAR KELĠMELER: Tarımsal üretim, bitki koruma, hastalık, zararlı, yabancı ot 351 1.GĠRĠġ Ülkemizde tarıma dayalı ekonomik yapının önemli olması olması yanında, nüfusun sürekli ve hızlı bir artıĢ göstermesi, tarıma daha fazla önem verilmesinin gerekliliğini ortaya koymaktadır. Tarımın genel prensibi elimizdeki kıt kaynaklardan elde edebileceğimiz en yüksek verimi sağlamaktır. Günümüzde tarımsal üretimi artırmak için yüksek verimli tohum kullanılması, sulama ve gübreleme gibi tekniklerin yanında tarımsal mücadele tedbirlerinin çok önemli bir yeri vardır. Tarımsal üretimde ürüne zarar verecek hastalık, zararlı ve yabancı otlara karĢı, bunların zarar yapmayacak bir düzeyde tutulmasını ya da yoğunluğunun azaltılmasını amaçlayan faaliyetlere Zirai Mücadele, uygulanacak ve izlenecek yolların her birine Zirai Mücadele Yöntemleri denilmektedir (Anonim, 2008). Bir üründeki zarar, böceklerden, mantarı, bakteriyel ve virüs gibi hastalık etmenlerinden, yabancı otlardan ya da cansız sebeplerden (olumsuz çevre koĢulları, hava kirliliği, besin yetersizliği, zehirli maddeler) meydana gelmektedir. Bu etkenlerin oluĢturduğu ürün kayıpları ise az bir zarardan %100‟e varan oranlarda olabilmektedir. Dünya genelinde hastalık, zararlı ve yabancı otlar nedeniyle toplam üründe hububatta %35‟lik, patateste %32‟lik, Ģeker pancarı ve Ģeker kamıĢında %45‟lik, sebzede %28‟lik, meyvelerde %29‟luk, kahve, kakao ve tütün gibi ürünlerde %37‟lik, lif bitkileri ve kauçukta %32‟lik kayıp meydana gelmektedir (Anonim, 2008). Günümüzde bitkisel üretimde sorun olan etmenlerle mücadelede birçok yöntem (Karantina Önlemleri, Kültürel Önlemler, Mekaniksel Mücadele, Fiziksel Mücadele, Biyoteknik Mücadele, Biyolojik Mücadele) kullanılmaktadır. Bunlar arasında en çok tercih edilen yöntem, daha az iĢgücü ve masrafla gerçekleĢmesi, uygulanmasının daha kolay olması ve kısa zamanda sonuç alınması gibi avantajları ile kimyasal mücadele yöntemidir. Pestisitler kullanılarak gerçekleĢtirilen kimyasal mücadele yönteminin bu avantajları yanında; bitkisel ürünlerde kalıntı bırakmaları, hedef organizmalarda dayanıklılık oluĢması, hedef dıĢı organizmalar, çevre ve insan sağlığı üzerindeki olumsuz etkileri bu mücadele yönteminin dezavantajları arasında görülmektedir (Öncüer ve DurmuĢoğlu, 2008). 2.TARIMDA HASTALIK ROLÜ Tarımda bitki hastalıkları, fitopatoloji içerisinde incelenmektedir. Tarımda hastalık etmenleri, canlı (biyotik) ve cansız (abiyotik) olmak üzere ikiye ayrılır. Biyotik faktörler içinde en fazla hastalığa sebep olan etmenler; funguslar, virüsler, bakteriler ve diğer mikroorganizmalar olarak sıralanabilir. Yabancı otlar çoğu zaman fitopatoloji içinde yer alan önemli diğer biyotik etmenlerdir ve tarımda önemli zararlara neden olurlar. 352 Hastalığa neden olan bu canlılara patojen denir. Patojenlerin yaptığı hastalıklar sonucu tarımsal üründe morfolojik değiĢimler ya da normal geliĢiminden sapmalar görülmektedir. Bu değiĢim ve sapmalar ürünün verim ve kalitesini düĢürür. Bu düĢüĢ üreticiye mali yönden zarar verir (Anonim, 2016a). Abiyotik faktörler enfeksiyonel olmayan, paraziter olmayan hastalıklar olarak bilinmektedir. Bu hastalıkların nedeni genelde olumsuz çevre faktörleridir. Bu hastalıklar geri dönüĢümlü olabilir. Bu gruptaki hastalıkların bitkiden bitkiye bulaĢarak yayılmaları söz konusu değildir. Sadece olumsuz çevre koĢullarının etkilediği (Yetersiz veya aĢırı su, uygun olmayan fiziksel yapı, oksijen noksanlığı, yüksek ve düĢük sıcaklıklar, gıda maddeleri noksanlığı, mineral madde toksisiteleri, uygun olmayan toprak reaksiyonu [pH] ) bitkilerde hastalık oluĢur. Olumsuz meteorolojik koĢulların neden olduğu hastalıklar (ıĢık noksanlığı, uygun olmayan atmosferik sıcaklıklar, düĢük orantılı nem, yağıĢ noksanlığı, Ģiddetli rüzgar veya fırtına, dolu, kar, yıldırım), endüstriyel ve diğer kimyasal atıklar, hava kirliliği, pestisit toksisitesi, hatalı tarımsal uygulamalar önemli abiyotik faktörleri oluĢtmaktadırlar. 3.TARIMDA ZARARLI ROLÜ Bitki koruma dar anlamda zararlı dendiğinde sadece entomolojik etmenler, özellikle de böcekler anlaĢılırken geniĢ anlamda bitkilerde sorun olan birçok canlı grubu mevcuttur. Bu canlı grupları; solucanlar, nematotlar, yumuĢakçalar, akarlar, böcekler, kemirgenler, kuĢlar (Anonim, 2016b). Bu zararlı guruplara domuz, sincap gibi diğer birçok memelileri de dahil etmek mümkündür. Üreticiler bu zararlı gruplarıyla mücadeleye önem vermezler ise %100‟e kadar kayıp kayıpları ile karĢılaĢabilirler 4.SONUÇ Bitkisel üretimde entomolojik ve fitopatolojik birçok etmenle mücadelede edilmesi zorunluluğu vardır. Bu etmenlerle mücadelede genelde kimyasal mücadele tercih edilmektedir. Ancak kimyasal mücadelenin birçok olumsuz yönü mevcuttur. Bir taraftan bitki koruma etmenleri ile mücadelede ekonomiklik diğer yandan da çevre ve insan sağlığının önemsendiği bir mücadele algısı da mevcuttur. Bu algı, entegre mücadele yöntemi uygulamalarıdır. Bu uygulamalarda farklı bitki koruma sorunları için birçok mücadele yöntemi birlikte ele alınmaktadır. Ülkemizde entegre mücadele uygulamaları, tarımsal mücadele politikası olarak benimsenmiĢtir. Ancak bu uygulamalar üreticilerimiz tarafından tam olarak benimsenmiĢ değildir. Bu uygulamaların üreticilerimize benimsetilmesiyle insan sağlığı korunabilir, doğal kaynaklardaki kirlilik önlenebilir, daha ekonomik ve sürdürülebilir tarımsal üretim gerçekleĢtirilebilir. 353 KAYNAKLAR Anonim, 2008. http://www.bahcesel.net/forumsel/temel-tarimsalbilgiler/21528-tarimsal-mucadele-yontemleri/ Öncüer C., DurmuĢoğlu E., 2008. Tarımsal Zararlılarla SavaĢ Yöntemleri ve Ġlaçları. Adnan Menderes Üniversitesi Yayınları No: 28, Aydın. s:25-108 Anonim, 2016a. http://www.cine-tarim.com.tr/dergi/arastirma02.htm Anonim, 2016b. Prof.Dr. Cem ÖZKAN. Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi. Tarımsal Zararlılarla SavaĢım Yöntem ve Ġlaçları Ders Notları. 354 BĠYODĠZEL ÜRETĠMĠNDE BÖCEK KULLANIMI Kadir Oğuzhan YIL1 * Funda MEMĠġOĞLU2 Buket AYGUN 2 1 Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarım Makinaları Bölümü 2 Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bitki Koruma Bölümü ÖZET Biyodizel, bitkisel ve hayvansal yağların baz ve alkolle karıĢtırılarak dizel yakıta çevrilmesi sonucu elde edilir. Biyodizel yakıtı bitkisel ve hayvansal yağların bir katalizör eĢliğinde kısa zincirli alkoller ile (metanol, etanol veya bütanol ) reaksiyonu ile oluĢur. 1970 li yıllarda yaĢanan petrol sıkıntısı alternatif yakıt arayıĢına yol açtı. Bu arayıĢ akıllara 1900 lü yıllarda Rudolf DĠESEL'in fıstık yağıyla çalıĢtırdığı motoru getirdi. Bu gün de bitkisel kaynaklı biyodizel yakıtlar önem kazanıyor. Setan sayısı, yağlayıcılık özelliği, viskozitesi, ısıl değeri, parlama noktası, oksidasyon kararlılığı özellikleri yönünden incelendiğinde dizel yakıtın yerini alabilcek potansiyele sahip olduğu ortaya çıktı. Fakat bitkisel yağları günümüz teknolojisiyle biyodizel yakıta dönüĢtürmek henüz çok maliyetli. Hayvansal yağlar ise maliyeti neredeyse yarı yarıya düĢürmekle birlikte setan sayısındaki artıĢ kullanılabilirliği arttırıyor. Böceklerin bünyelerindeki yüksek yağ oranları hayvansal yağ kaynağı noktasında önemli bir yere sahip. ANAHTAR KELĠMELER:Hayvansal yağ, biyodizel, böcek 1.GĠRĠġ Enerji yaĢamın temelini oluĢturur. Günlük yaĢantımızın her anında enerji kullanıyoruz. Enerjiye bu kadar ihtiyaç varken hızla artan insan nüfusu bu ihtiyacı kritik seviyelere taĢıyor. GeçmiĢten günümüze insanlar birçok enerji kaynağı kullandılar. Önce kendi kas gücünü, sonraları evcilleĢtirdikleri hayvanların gücünü kullanarak enerji elde etti. Sonraları su gücünden ulaĢımda yararlanıldı, giderek rüzgâr da bazı alanlarda enerji kaynağı olarak kullanıldı. Bunların dıĢında özellikle ısı enerjisi kaynağı olarak ateĢin bulunmasıyla odun insan için vazgeçilmez oldu. Buhar gücünden yararlanma, rüzgâr ve su gücünün önemini azalttı. Ġnsanlar her türden makineyi çalıĢtırmak için buhardan yararlanınca odunun yerine fosil kaynaklı kömür denendi. Suyun hidroelektrik santralleri aracılığıyla enerji üretiminde kullanılması, petrolün enerji kaynağı olarak ortaya çıkmasıyla kömür üretiminde yavaĢlama görüldü. Buna karĢın petrolde artıĢ gözlendi (1). 355 2. Biyodizel Üretiminde Böcek Kullanımı Dr. Rudolf Diesel, mineral yağ ve bitkisel yağ gibi farklı yakıtlarla çalıĢabilecek dizel motoru icat etmiĢtir. Dr. Diesel‟in ilk deneyleri ciddi hatalarla sonuçlandı. Fakat 1900 yılında Paris‟teki Dünya Sergisinde icat ettiği motoru gösterdiği zaman bu motor % 100 yerfıstığı yağıyla çalıĢmaktadır. Biyodizel, konvensiyonel fosil dizellerine eĢdeğer, alternatif bir yakıttır. Biyodizel, hayvansal ve bitkisel yağlardan, mum yağından ve evsel atık yağlardan üretilebilir. Bu yağların biyodizele dönüĢtürülmesini sağlayan sürece transesterifikasyon denilmektedir. Biyodizelin faydaları Ģu Ģekilde sıralanabilir; Biyodizel tüm geleneksel, modifiye edilmemiĢ dizel motorlarda çalıĢır. Biyodizeli kullanmak için herhangi bir motor modifikasyonuna ve “motoru dönüĢtürmeye” gerek yoktur. BaĢka bir deyiĢle “biyodizeli yakıt tankına dökmeniz yeterlidir”. Biyodizel petrol dizelinin depolandığı her yerde depolanabilir. Pompalar, depolar ve taĢıma araçları dahil tüm dizel yakıtlı altyapılar herhangi bir değiĢikliğe gerek kalmadan biyodizel kullanabilir. Biyodizel Sera Etkisinin asıl nedeni olan Karbon Dioksit emisyonlarını % 100 azaltır. Biyodizel bitkilerden geldiği için ve bitkiler de karbon dioksit solunumu yaptığından biyodizel kullanılarak karbon dioksit etkisi azaltılır. Biyodizel tek baĢına yada istediğiniz miktarda petrol dizel yakıtı ile karıĢtırılarak kullanılabilir. Biyodizelin % 20 dizel yakıtı ile karıĢımına “B20,” % 5 karıĢımına da “B5” adı verilir ve buna göre adlandırılır. Biyodizel normal dizel yakıtından daha da yağlayıcıdır ve motorun ömrünü arttırır, ayrıca yandığında – asit yağmurlarının ana bileĢeni olan- sülfür dioksiti üreten sülfürü -yağlı bir üniteyi- değiĢtirmek için de kullanılabilir. Fransa‟da satılan tüm dizel yakıtlarda sülfürün yerine % 5 biyodizel kullanılır. Biyolojik olarak parçalanabildiği ve zehirsiz olduğu için biyodizelin kullanımı güvenlidir. Uluslararası Biyodizel Kuruluna göre “temiz biyodizel, Ģeker kadar kolay ayrıĢır, tuzdan daha az zehir içerir.” 356 Biyodizeli taĢımak daha güvenlidir. Biyodizelde yaklaĢık 300 F derecelik yüksek alevlenme noktası veya tutuĢma sıcaklığı vardır. Petrol dizelde ise bu alevlenme noktası 125 F derecedir. Biyodizelle çalıĢan motorlar sorunsuz çalıĢır ve kilometrede tükettiği yakıt dizel yakıtta çalıĢan motorlara benzer. Araç baĢlatma, ateĢleme, güç çıktısı, motor torku de biyodizelden fazla etkilenmez. Petrol dizelli yakıtların hepsinden çıkan pis kokunun yerine biyodizelde patlamıĢ mısır kokusuna benzer hoĢ bir koku vardır. Günümüzde yağlardan biyodizel üretimi için üç temel yol izlenmektedir. Bunlar; baz katalizi ile yağın transestreifikasyonu, doğrudan asit katalizi ile yağın transesterifikasyonu ve yağın, yağ asitlerine çevrilmesiyle biyodizele dönüĢtürülmesi yöntemleridir. Neredeyse tüm biyodizeller, en ekonomik yöntem olan ve sadece düĢük sıcaklık ve basınç gerektirip yaklaĢık % 98 verim elde edilebilen, baz katalizli transesterifikasyon yöntemi ile üretilmektedir. Bitkisel rafine yağların asit değerleri genellikle 1‟in altındadır. Hayvansal yağlar ise ucuz olmasına rağmen yüksek serbest yağ asidi (SYA) içerebilmektedir. Eğer yağın asit değeri 1 (mg KOH/g) ise, SYA yaklaĢık olarak %0,5‟tir. Yüksek SYA içeren bir yağ alkali katalizörlerle reaksiyona sokulduğunda sabun oluĢumu meydana gelmektedir. SYA ester dönüĢümünü azaltırken, reaksiyon esnasında oluĢan sabun, reaksiyon sonunda ester, gliserin ve yıkama suyunun ayrıĢmasına engel olur (2). Bu yüzden SYA miktarı yüksek olan yağlar doğrudan alkali katalizör ile reaksiyona sokulmaz. Dolayısıyla, atık bitkisel yağlar ile transesterifikasyon reaksiyonuna geçilmeden önce yapılacak iĢlem, yağın SYA miktarını belirlemek olacaktır. SYA miktarı %1‟in üzerinde ise, alkali katalizörler yerine asit katalizörler kullanılmalıdır. Böylelikle SYA monoesterlere dönüĢtürülür. Ön iyileĢtirme olarak adlandırılan bu adımla birlikte, yağın SYA miktarı düĢürülmüĢ olur. Ön iyileĢtirme reaksiyonu için, alkol ve katalizör miktarı yağın içerdiği SYA miktarına göre belirlenir. Yağın SYA miktarı istenilen değere düĢürüldükten sonra transesterifikasyon reaksiyonuna geçilir. Fakat transesterifikasyon reaksiyonunda alkol ve katalizör miktarı reaksiyona girmemiĢ trigliserit miktarı göz önüne alınarak belirlenir. Asit katalizörler baz katalizörlere göre çok daha yavaĢtır, fakat SYAlerini estere dönüĢtürmek için yeterince hızlı sayılabilir. SYA miktarını düĢürmek için asit katalizör kullanıldığında diğer bir dezavantaj reaksiyon sırasındaki su oluĢumudur. Su oluĢumu reaksiyonun tamlığını engelleyecektir (3). 357 Asit katalizör kullanılan bir ön iyileĢtirme reaksiyonu görülmektedir. ġekilden de görüleceği gibi SYA, bir asit katalizör ve alkol eĢliğinde reaksiyona sokulur. Reaksiyon sonunda serbest yağ asitleri monoesterlere dönüĢürken, bunun yanında su oluĢur. Bazı böcekler tam baĢkalaĢım gösterdiğinden bu dönüĢüm içi bünyelerinde yoğun enerji sağlayan yağ depolarlar. Özellikle larva döneminde yükselen bu yağ oranı böcekleri yağ kaynakları arasında üst sıralara taĢımaktadır. 3.SONUÇ Geleneksel enerji kaynaklarının sınırlı olması, alternatif yakıt arayıĢlarını h ızlandırmıĢtır. Biyodizel, özellikle taĢımacılık sektörünün vazgeçilmezi olan dizel yakıtlarına alternatif bir yakıttır. Biyodizelin hammaddesinin genel olarak bitkisel yağlar olması dolayısıyla, maliyeti motorinin maliyetinin üzerine çıkmaktadır. Bu nedenle daha düĢük maliyetli hammadde ihtiyacı ortaya çıkmaktadır. Hayvansal yağlar biyodizel üretiminde kullanılabilecek düĢük maliyetli hammaddelerdir. Hayvansal atıkların biyodizel üretiminde kullanılması, hem biyodizelin dezavantajlarından biri olan yüksek maliyetinin azaltılması hem de bu atıklardan kaynaklanan çevre kirliliğinin önüne geçmesi açısından oldukça yararlı olacaktır. Bunun yanında biyodizel üretimi petrol açısından dıĢ ülkelere bağımlılığı azaltacaktır(4). KAYNAKLAR (1) https://yasarnorman.wordpress.com/2013/03/22/gecmisten-gunumuzeenerji-kaynaklari/ (2) Canakci, M., Van Gerpen J. H., “Biodiesel Production Via Acid Catalysis”, Trans. of ASAE, 42 (5), 1203-1210 (1999). (3) Canakci, M., Van Gerpen J., “Biodiesel Production from Oils and Fats with High Free Fatty Acids”, Trans. of ASAE, 44 (6), 1429-1436 (2001). (4) ÇANAKÇI,M.2011., HAYVANSAL KÖKENLĠ YAĞLARDAN BĠYODĠZEL ÜRETĠMĠ 358 SUCUL EKOSĠSTEMDE DĠOKSĠN/FURAN VE DĠOKSĠN BENZERĠ POLĠKLORLU BĠFENĠLLER Dursun KIRIġIK Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Su Ürünleri Bölümü ÖZET Dioksinler, furanlar ve bifeniller iki benzen halkası içeren klorlu aromatik bileĢiklerdir. Dioksin ve furanların su, toprak, sediment ve bitkilerdeki oranı, bu bileĢiklerin moleküler ağırlığı, buhar basıncı ve sudaki çözünürlükleri ile tahmin edilebilir. Bu bileĢikler emisyon salınımları ile çevreye bir kez girdiği zaman fiziksel ve biyolojik proseslerin sonucu olarak çevrede dağılırlar. Dioksin/furan ve diğer kalıcı organik bileĢikler, suda çözünmeyen, yarı uçucu bileĢikler olarak sınıflandırılır ve vücutta yağ dokuda birikme eğilimi gösterirler. Ġnsanlarda maruziyetin % 95‟i gıdalar yoluyla olan dioksinlerin LD50 değeri aflatoksinden 600 kat fazla tespit edilmiĢtir. Dioksinlerin tolere edilebilir günlük alım değerini 1-4 pg/kg TEQ olarak belirlemiĢtir. Dioksin analizleri izotop dilüsyon yöntemi ve miktar tayini GC-HRMS sistemleri ile yapılabilmektedir. Suya geçen dioksin, toplam dioksin kirliliğinin % 1‟ini oluĢturmasına rağmen, insan sağlığı için son derece önemlidir. Çünkü dioksin, su ortamındaki besin zincirinde birikerek, yediğimiz balıklarda sakıncalı boyutlara ulaĢabilmektedir. Dioksinler, sudan kolaylıkla buharlaĢmadığı ve sudaki parçalanmaları yavaĢ olduğu için tıpkı toprakta olduğu gibi, su ortamında da uzun süre kalabilirler. Sudaki partiküllere ve organik maddelere bağlanan dioksin, sonuçta dibe çöker. Bu durumdaki dioksin, sedimentlerin hareketleriyle daha geniĢ ortamlara yayılır. Türkiye‟de farklı çevresel ve biyolojik örneklerde dioksinlere iliĢkin araĢtırmalar yapılmıĢ ve elde edilen değerlerin su ve sediment örnekleri için uluslararası kabul görmüĢ kriterlerin altında değerler olduğu tespit edilmiĢtir. ANAHTAR KELĠMELER: Sucul ekosistem, Dioksinler, GCHRMS. 1.GĠRĠġ Poliklorludibenzo-para-dioksinler furanlar (PCDF) ve poliklorlu (PCDD), bifeniller 359 (PCB) poliklorludibenzo suda çok az çözündüklerinden metabolik ve çevresel yıkımlanmalara dayanıklı ve doğada kararlı durumda bulunan yüksek derecede zehirli, geniĢ yayılım alanına sahip çevresel kirleticilerdir [1]. Bu bileĢikler toprak, su ve havanın yanı sıra özellikle canlıların yağ dokularında birikim gösterirler. Yağ dokuda birikme nedenler yapılarındaki klor varlığıdır. Endüstrinin geliĢmesiyle beraber çevreye yayılan dioksin miktarlarının insan ve hayvan sağlığı üzerinde kanser oluĢumu, immun sistem bozuklukları, kloroakne oluĢumu, hormon ve üreme sistemi fonksiyon bozuklukları oluĢturmak gibi birçok olumsuz etkileri mevcuttur. Bu nedenle özellikle suda kararlı durumda kalabilen ve su canlılarında birikim yapma özelliği gösteren dioksin ve benzeri bileĢiklerin kaynakları, toksikokinetiği, etki Ģekli, kabul edilebilir günlük alım miktarları ve oluĢturduğu sağlık risklerinin belirlenmesi oldukça önemlidir [2]. ġekil.1. 2,3,7,8-tetrakloro dibenzo p-dioksin Bugüne kadar 75 PCDD, 135 PCDF ve 209 PCB üyesi bileĢik tanımlanmıĢtır. Bunlardan sadece 2,3,7,8 pozisyonuna klor bağlanan 7 PCDD, 10 PCDF ve 12 PCB üyesinin karakteristik olarak dioksin benzeri zehirlenmelere neden olduğu bildirilmiĢtir [3]. Kalıcı olan dioksin/furan bileĢikleri, sadece hayvanların vücudunda birikmekle kalmayıp, hayvansal gıdalarla beslenen insanların yağ dokularında da birikmektedir. Bu bileĢikler insanların ve hayvanların yağ dokularında uzun yıllar kalmakta, ancak stres ve açlık neticesinde kana geçip, uzun yıllar sonra bile toksik etkilerini sürdürmektedirler. Bu gün sadece atık yakma tesisleri değil termal–endüstriyel proses kategorisinde bütün yanma proseslerinde 180°C‟nin üzerindeki sıcaklıkta yanma sırasında, klorun karbon kaynakları ile kombinasyonu PCDD/F‟in potansiyel kaynağıdır [4]. Dioksin ve benzeri bileĢikler en fazla yanma 360 sistemlerinde oluĢmaktadır. BaĢlıca; atık yakma (kentsel katı atıklar, lağım pisliği, tıbbi atıklar ve tehlikeli atıklar gibi); yakıt yakma (kömür, odun, petrol gibi) ve diğer yüksek ısı kaynakları (çimento ocakları, bina yangınları, herhangi bir klorlu bileĢiğin yanması gibi) sırasında dioksinler ortaya çıkmaktadır [5-6-7]. ġekil.2. Ukrayna BaĢkanı Viktor Yushchenko‟nun dioksin zehirlenmesi öncesi ve zehirlenme sonrası görüntüsü Dioksinler ve dioksin benzeri PCB‟ler için insan sağlığı risk tayinleri sağlık kriterlerini göz önünde bulundurarak maruziyet limitlerini 1-4 pg WHOTEQ/kg vücut ağırlığı/gün olarak açıklamıĢtır [8]. 1. DĠOKSĠNLERĠN SUCUL EKOSĠSTEMDEKĠ YERĠ Dioksin/furan ve benzeri bileĢikler suya, depolama (ıslak-kuru), deĢarj ve erozyon ile girerler. Dioksin/furan ve benzeri bileĢiklerin Kow ve Koc değerleri yüksek olduğu için, suda çok az çözünürler. Suda az çözünmelerine rağmen, suda çözünmüĢ (karbonhidrat, yağ asidi, aminoasit, peptit) ve partiküler (canlı ve ölü organizmalar, çevreden deĢarj ya da erozyon ile gelen organik maddeler) halde bulunan organik maddeler üzerinde, ya da sedimentteki organik madde üzerinde adsorbe olurlar. Suda yaĢayan ve bu organik maddelerle beslenen canlıların (fitoplankton, zooplankton ve balıklar ve diğer deniz ürünleri) vücudunda konsantre olurlar [4]. Göller, nehirler ve okyanusların dibindeki sedimentler, dioksin için bir önemli depolanma ortamı konumundadır. Dioksin, havadan yağmur ile erozyon veya kağıt endüstrisinde, klorun beyazlatıcı olarak kullanılması sonucunda, su sistemlerine geçebilir. Ayrıca lağım arıtma üniteleri, kimyasal üreticileri ve metal rafinerileri de önemli boyutlarda, suya dioksin verirler. Suya geçen dioksin, toplam dioksin kirliliğinin % 1‟ini oluĢturmasına 361 rağmen, insan sağlığı için son derece önemlidir. Çünkü dioksin, su ortamındaki besin zincirinde birikerek, yediğimiz balıklarda sakıncalı boyutlara ulaĢabilmektedir. Dioksinler, sudan kolaylıkla buharlaĢmadığı ve organik çözücüler olmadıkça, sudaki ıĢınla parçalanmaları da yavaĢ olduğu için tıpkı toprakta olduğu gibi, su ortamında da uzun süre kalabilirler. Sudaki partiküllere ve organik maddelere bağlanan dioksin, sonuçta dibe çöker. Bu durumdaki dioksin, sedimentlerin hareketleriyle daha geniĢ ortamlara yayılır. Suda bulunan dioksinin en büyük kaynağı, kağıt endüstrisinde ortaya çıkan atık sulardır [9]. ġekil.3. Ġnsanların dioksinlere maruziyeti PCDD/F, kimyasal oksidasyon ve hidroksilleme için oldukça dirençlidir ve bu prosesler akuatik ortamda etkisizdir. Fotodegradasyon ve mikrobiyal dönüĢüm sediment ve su yüzeyinde önemli parçalanma yolu olabilir. Su yüzeyinde TCDD‟nin fotolizi, kıĢın 1-225 gün, yazın 0.4-68 gün olarak belirtilmiĢtir. Sediment suyunda ise, 2,3,3,7-TCDD‟nin yarılanma süresi 550 gün olarak gözlenmiĢtir. WHO, PCDD/F‟in içme suyu ile günlük alımını, ihmal edilir seviyede bulmuĢtur. Elde edilen oran 0.003pgTEQ/litre‟dir [4]. Dioksin analizleri çeĢitli metotlarla yapılabilmektedir. Bunlarda en çok kullanılanlardan biri konjener bazında kantitatif sonucun alınabildiği GCHRMS yöntemidir. Metot bazında ise en çok kullanılan EPA metodudur. BileĢenlerin miktarsal tespitinde kullanılan yöntem izotop dilüsyon tekniğine dayanır. Bu konu ile ilgili ulusal mevzuatımız; Türk Gıda Kodeksi, Gıda Maddelerindeki BulaĢanların Maksimum Limitleri hakkında tebliğ, 17.05.2008-26879 ve Tebliğ no: 2008/26 olup, bu kapsamında belirtilen maksimum kalıntı limitleri tebliğde yer almaktadır [10]. 362 Türkiye‟de farklı çevresel ve biyolojik örneklerde dioksinlere iliĢkin araĢtırmalar yapılmıĢ ve elde edilen değerlerin su ve sediment örnekleri için uluslararası kabul görmüĢ kriterlerin altında değerler olduğu tespit edilmiĢtir [11]. KAYNAKLAR 1. Çiftçi, O. Elazığ ve Çevresinde Tüketilen Tereyağlarında, Dioksin ve Benzeri BileĢik Düzeylerinin AraĢtırılması. Fırat Ün. Sağlık Bilimleri Dergisi, 2008: 2. Çiftçi, B., Fırat Nehir Sisteminde YaĢayan Dikenli Yılan Balığı (Mastacembelus Mastacembelus, Banks And Solander, 1794)‟nın Kas Dokusunda Dioksin Miktarının AraĢtırılması, Yüksek Lisans Tezi, Fırat Üniversitesi, Elazığ, 2008. 3. Sakin, F., Farklı Dozlarda 2,3,7,8-Tetraklorodibenzo-p-dioksin Tarafından Ratlarda Beyin, Karaciğer, Böbrek ve Kalp Gibi Dokularda OluĢturulan Oksidatif Stres Üzerine Likopen‟in Koruyuculuğu, Doktora Tezi, Fırat Üniversitesi, Elazığ, 2008. 4. GüneĢ, G., Dioksin ve Furan‟ın OluĢum Mekanizmaları ve Giderilme Teknolojileri, Yüksek Lisans Tezi, Yıldız Teknik Üniveristesi, Ġstanbul, 2007. 5. McKay, G., Dioxin Characterisation, Formation and Minimisation During Municipal Solid Waste (MSW) Ġncineration: Review. Chem Eng J 86(3): 343-368, 2002. 6. Chan, C. Y. Y, Kim, C. P., Winn, L. M., TCDD-Induced Homologous Recombination: The Role of the Ah Receptor Versus Oxidative DNA Damage. Mutat Res 563(1): 71-79, 2004. 7. Coutinho, M., Pereira, M., Rodrigues, R., Borrego, C., Impact of Medical Waste Ġncineration in the Atmospheric PCDD/F Levels of Porto. Portugal Science Total Environmental, 362: 157-165, 2006. 8. Compilation of EU Dioxin Exposure and Health Data, 1999. 9. Hismiogullari S., E., Hismiogullari A., A., Askar S., E. Dioksin ve Dioksin Benzeri Kimyasalların Toksik Etkileri. Balikesir Sağlık Bilimler Dergisi Cilt:1 Sayı:1 2012. 363 10. Cakirogullari, G., Uçar Y., Kiliç D. 2010. Dioksin ve Dioksin Benzeri PCB‟lerin risk yönetimi ve Türkiye‟de su ürünleri ve çevre örneklerinde yapılan çalıĢmalar. Sümder Dergisi. Sayfa:52-56. 11. Cakirogullari, G., Secer S., Poliklorlu Bifeniller ve Sucul YaĢam. Ankara Üniversitesi Çevrebilimleri Dergisi Cilt: 3, Sayı: 1, Haziran 2011. 364 ENTEGRE MÜCADELE Hüseyin BĠRCAN Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bitki Koruma Bölümü ÖZET Entegre mücadele, hastalık, zararlı ve yabancı otların çevre ile iliĢkilerini dikkate alarak tüm mücadele metotlarının birbiriyle uyumlu bir Ģekilde kullanılması ile popülasyon yoğunluklarını ekonomik zarar seviyesinin altında tutan zararlı yönetim sistemidir. Entegre mücadele de mekanik ve fiziksel mücadeleyi de içeren kültürel tedbirler, biyolojik mücadele, biyoteknik yöntemler, dayanıklı çeĢitlerin kullanımı, genetik mücadele gibi kimyasal mücadeleye alternatif yöntemlere öncelik verilmelidir. Alternetif mücadele yöntemleri ile kontrol altına alınabilen hastalık, zararlı ve yabancı otlara karĢı, kimyasal mücadele tavsiye edilmemelidir. Eğer kimyasal mücadele yapılması zorunlu ise; doğal düĢmanlara, insanlara ve çevreye yan etkisi düĢük olan, çevre dostu ve spesifik ilaçlar önerilmelidir. Bu durumda, ilaçların etkili en düĢük dozda ve doğal düĢmanların en az zarar göreceği zamanlarda kullanılması, ilaçların uygun alet ve ilaçlama tekniği kullanılarak yapılması esas alınmalıdır. Sonuç olarak; her bitkiye uygun entegre mücadele programları hazırlanmalı ve çevreye en az zarar veren ve en fazla ürün artıĢına imkan sağlayan programların hazırlanması ile mücadelede daha olumlu sonuçlar alınması sağlanabilir. ANAHTAR KELĠMELER: Entegre mücadele, ilaç, fiziksel, mekanik 1. GĠRĠġ ÇeĢitli ekolojik bölgelere sahip olan ülkemizde birçok kültür bitkisi yetiĢtirilmekte ve bu bitkilere arız olan birçok zararlı ve hastalık bulunmaktadır. Ayrıca bu hastalık ve zararlılara karĢı birçok mücadele yöntemi uygulanmaktadır. GeliĢmiĢ ülkelerde dahi en çok kullanılan mücadele yöntemlerinden biri kimyasal mücadeledir. Kimyasal mücadele ise birçok çevresel sorunlara neden olmakta ve insan sağlığını olumsuz yönde etkilemektedir. Bu durum aynı zamanda hastalık ve zararlıların ilaçlara karĢı dayanıklılık sağlamasını, dayanıklı ırkların meydana gelmesini ve ikincil zararlıların ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Bu durumu ortadan kaldırmanın en önemli yollarından biri Entegre Mücadele Yöntemi‟ dir. 365 2. ENTEGRE MÜCADELENĠN TANIMI Entegre mücadele, ingilizcesi “Ġntegrated or Ġnsect Pest Management” kısaca IPM diye bilinmektedir ve Türkçeye Entegre Mücadele Yöntemi veya Entegre Mücadele Yönetimi olarak geçmiĢtir. Entegre mücadele, Zararlı türlerin popülasyon dinamikleri ve çevre ile iliĢkilerini dikkate alarak, uygun olan tüm mücadele yöntem ve tekniklerini uyumlu bir Ģekilde kullanarak, zararlıların popülasyon yoğunluklarını ekonomik zarar seviyesinin altında tutan bir zararlı yönetim sistemidir (Anonim, 2011). 3. ENTEGRE MÜCADELENĠN HEDELERĠ Bitkisel üretimin arttırılası, Doğal düĢmanların korunması ve desteklenmesi, Tarla, bahçe ve bağların düzenli periyotlarla kontrol edilmesi, Çiftçilerin kendi baĢına doğru kararlar verme düzeyine getirilmesi, Ġlaçların çevreye verdiği zararı en az düzeye indirme 4. ENTEGRE MÜCADELENĠN YARARLARI Sürdürülebilir tarımsal üretimi sağlar, Pestisit kalıntısı bulunmayan ve kaliteli ürün almayı sağlar, Hastalık ve zararlıların pestisitlere karĢı direnç kazanmasını önler veya geciktirir, Entegre mücadele, ilaç kullanımını azalttığı için insan ve çevre dostu bir yöntemdir, Ġlaç kullanımı azaldığı için mücadele masrafı da azalır, Doğal dengenin korunmasına büyük katkı sağlar, Biyolojik mücadele ajanlarının ve doğal düĢmanların pestisitlerden zarar görmesini engeller, Üretimde çalıĢan kiĢilerin güvenliğini ve sağlığına önem verir. 5. ENTEGRE MÜCADELENĠN ĠLKELERĠ Entegre mücadele, belirli bir agro-ekosistemde bulunan hastalıklar, zararlılar ve yabancı otların mücadelesinin ayrı ayrı değil, hepsinin birlikte yapılmasını ve uygun mücadele yöntemleri ve tekniklerinin, birbirini tamamlayacak Ģekilde entegre edilmesini öngörmektedir. Entegre mücadelede; hastalık etmenleri, zararlılar ve yabancı otların tamamen ortadan kaldırılması değil; bunların popülasyon yoğunluklarının ekonomik zarar seviyesinin altında tutulması esastır. Entegre mücadele programları, kültür alanlarında en çok zarar yapan ana (veya anahtar) zararlı, hastalık ve yabancı otun 366 mücadelesi esas alınarak uygulanır. Ancak potansiyel zararlılar da dikkate alınır. Entegre mücadelede, doğada mevcut doğal düĢmanların korunması ve desteklenmesi esastır. Bunların kitle halinde üretilerek veya dıĢarıdan ithal edilerek salınması, zorunlu hallerde düĢünülmesi gereken bir husustur. Kimyasal mücadele, Entegre mücadele programlarında en son baĢvurulması gereken bir mücadele yöntemidir. Hatta ekonomik ve ekolojik olarak bir zorunluluk bulunmadığı sürece, kimyasal mücadeleye yer verilmemesi gerekir. Ancak kimyasal mücadele uygulama zorunluluğu var ise, çevre dostu ve spesifik ilaçlar kullanılmalı, bunlar etkili en düĢük dozda ve en uygun zamanda uygulanmalıdır (Anonim, 2011). 6. ENTEGRE MÜCADELE PROGRAMINDA KULLANILACAK TARIM ĠLAÇLRININ SEÇĠMĠ Yapılan araĢtırmalara göre tarım ilaçlarının risk değerleri aĢağıda verilen tabloda ki gibidir (Anonim, 2011). Risk Değeri Sınıf Değeri Açıklama 3,0-5,9 1 Güvenli olarak tavsiye edilen tarım ilaçları 6,0-7,0 2 Kontrollü olarak tavsiye edilen tarım ilaçları 7,1-10,0 3 Geçici olarak tavsiye edilen tarım ilaçları ›10,0 4 Entegre mücadele programı için uygun değil 7. SONUÇ Sonuç olarak hastalık ve zararlıların verdiği ürün kayıplarını en aza indiren uygun mücadele yöntemlerinin uygulanması, bu uygulamalarda ilaç kullanımını azaltarak çevreye ve insana verdiği zararı en az düzeye indirilmesi, her bitkiye uygun entegre mücadele programı uygulanması ile en fazla ürün artıĢına imkan sağlayan programların hazırlanması ülke tarımına olumlu yönde katkı sağlayacaktır. Tarımın sürdürülebilirliğinde büyük katkısı olan entegre mücadele yönteminin çiftçiler tarafından ugulanması için bilinçlendirme çalıĢmalarının yapılması gereklidir. KAYNAKLAR Anonim, 2011 Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı, Zeytin Entegre Mücadele Teknik Talimatı, Ankara 367 Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı, Buğday Entegre Mücadele Teknik Talimatı, 2011, Ankara www.sorhocam.com/etiket.asp?sid=723&entegre-mucadeleninhedefleri/ (EriĢim tarihi:12.04.2016) Kutlar, Ġ., Ceylan, Ġ.Ç., Antalya Ġli Merkez Ġlçesinde Entegre Mücadele Yönteminin Yayılması ve benimsenmesi www.tarimkutuphanesi.com/Entegre_mucadele_nedir?_01291.html (EriĢim tarihi:12.04.2016) 368 LĠSANSLI DEPOCULUK NEDĠR? Berat ERDOĞMUġ* Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarla Bitkileri Bölüm ÖZET Ülkemizde lisanslı depo faaliyetleri, 5300 sayılı Tarım Ürünleri Lisanslı Depoculuk Kanunu ve bu Kanun hükümleri doğrultusunda yürürlüğe konulmuĢ Yönetmelikler düzenlenlemektedir.Lisanslı depoculuk, ürünün varlığına ve kalitesine güvence verecek sistemdir. Ürün Bankacılığı olarak da tabir edilen sistemde, güvenin tahsis edilmesi için, kamuoyunda güveni temsil eden ortaklarla Ģirketin kurulması, standartlara uygun depoların kurulması, yasalar çerçevesinde iĢletilmesi, Sanayi ve Ticaret Bakanlığı‟nca çok iyi izlenerek, takip edilmesi, aksamalarda anında müdahale edilmesi ve müeyyidelerin titizlikle iĢletilmesi gerekmektedir. Bu kanun tarım ürünleri ticaretini kolaylaĢtırmak, depolanması için yaygın bir istem oluĢturmak, ürün sahiplerinin mallarının emniyetini sağlamak ve kalitesini korumak, ürünlerin sınıf ve derecelerinin yetkili sınıflandırıcılar tarafından saptanmasını sağlamak, tarım ürünleri lisanslı depo iĢleticilerinin kiĢiler arasında ayrım yapmaksızın tarım ürünlerini kabul etmelerini temin etmek, ürünlerin mülkiyetini temsil eden ve finansmanını, satıĢını ve teslimini sağlayan ürün senedi çıkartmak ve standartları belirlenmiĢ tarım ürünlerinin ticaretini geliĢtirmek üzere, tarım ürünleri lisanslı depoculuk sisteminin kuruluĢ, iĢleyiĢ ve denetimine iliĢkin usul ve esasları düzenlemektir. ANAHTAR KELĠMELER: Ürün bankacılığı,müeyyide,lisans,depo 1.LĠSANSLI DEPOCULUK Lisans; hukuki anlamda herhangi bir iĢin veya ticari bir iĢlemin gerçekleĢtirilmesi için devlet makamları tarafından verilen izindir (Anonim 1991). Tarım ürünlerinde lisanslı depoculuk denildiğinde, tarım ürünlerinin depolanması için kurulan birimlerin ve bu birimler tarafından gerçekleĢtirilecek ticari iĢlemlerin devlet tarafından belirlenen mevzuata uygun olduğu ve devlet tarafından izin verildiği anlamına gelmektedir. Lisanslı depolar, tarım ürünlerinin belli bir kira bedeli karĢılığında sağlıklı koĢullarda depolanmasını sağlayan, anonim Ģirket statüsünde kurulmuĢ ve çalıĢma usulleri devlet tarafından belirlenmiĢ olan büyük kapasiteli depolardır. Ülkemizde lisanslı depoculuk ile ilgili usul ve esaslar 17 ġubat 2005 tarih ve 25730 sayılı Resmi Gazete‟de yayınlanarak yürürlüğe giren 10 ġubat 2005 tarih ve 5300 sayılı Kanun ile belirlenmiĢtir. Lisanslı Depolar 5300 sayılı Kanun‟da “tarım ürünlerinin sağlıklı koĢullarda muhafaza ve ticari amaçla depolanması hizmetlerini sağlayan tesisler” olarak 369 tanımlanmaktadır. Lisanslı depoculuğun esası lisanslı depoculuğa elveriĢli ürünlerin uygun yöntemlerle, sağlıklı koĢullarda ve kalite sınıflarına göre depolanmasını sağlamak ve söz konusu ürünlerin ticaretini daha sistemli ve güvenilir hale getirmektir. Tarım ürünleri değiĢik Ģekillerde depolanmakta ve bu depoların da pek çoğu ne yazık ki uygunsuz koĢullara sahip olmaktadır. Oysaki tarım ürünleri organik karakterli ürünler olup, bu ürünlerin depolanması organik özelliğe sahip olmayan herhangi bir malın depolanmasına benzememektedir. Tarım ürünleri yapıları dolayısıyla kolay bozulabilen ve depolanması esnasında ısı, ıĢık, nem, havalandırma vb. özel koĢullar gerektiren ürünlerdir. Bu bağlamda lisanslı olmayan depolar “adi depo” olarak adlandırılmaktadır. Söz konusu büyük kapasiteli lisanslı depoların artması halinde piyasada oluĢabilecek olan arz fazlası ürünlerin depolanması ile kontrol altına alınabilecek ve arz fazlalığından kaynaklanan fiyat dalgalanmalarını bir dereceye kadar engellemek mümkün olacaktır. Lisanslı depolar ürünlerin kalite sınıflarına göre depolandığı yerlerdir. Lisanslı depoculuk sistemi ilerleyen bölümlerde de açıklanacağı üzere ticaret borsaları ve yetkili sınıflandırıcı olarak adlandırılan ve ürünlerin kalitelerini belirleyen kuruluĢlarla entegre olarak çalıĢmaktadır. Lisanslı depolara giren her ürünün kalite sınıfı bellidir ve fiyatlandırma da borsalarda kaliteye göre serbest piyasa koĢullarında oluĢmaktadır. Buna göre, kaliteli ve standartlara uygun üretim yapan üreticiler daha iyi gelir elde ederken, diğer üreticiler de kaliteli üretime teĢvik edilmektedir (Niyaz ve ark. 2012). Depolanan ürünlerin sigortalanması zorunludur. Sigorta ile ürünlerin depoda sigorta kapsamındaki herhangi bir riskten dolayı zarar görmesi halinde bu zararın tazmin edilmesi söz konusudur. Lisanslı depolarda muhafaza edilen ürünlerin adi depolarda muhafaza edilen ürünlerden en önemli farkı, lisanslı depolardaki ürünler için ürün senedinin düzenlenmesi ve depolama esnasında oluĢabilecek sigorta kapsamı dıĢındaki zararların lisanslı depoculuk tanzim fonu tarafından tanzim edilmesinin garanti altında olmasıdır.Ürün senetlerini ellerinde bulunduranlar, bu senetler karĢılığında kredi çekebilmekte, senetleri teminat gösterebilmekte ve bu senetler aracılığıyla ticaret yapabilmektedir. Lisanslı depolar sayesinde sanayiciler, tüccarlar ve ihracatçılar istedikleri miktar ve istedikleri kalitede hammaddeye zamanında ve güvenli bir Ģekilde ulaĢabilmektedir. Lisanslı depoculuk sistemi fiyat dalgalanmalarını da azalttığı için tarım sektöründeki tüm ilgili kesimler için daha istikrarlı bir piyasa yaratmaktadır 1.1.Lisanslı Depoculuk ile Ġlgili Tanımlar Lisanslı Depoculuk ile ilgili düzenlemelerden Gümrük ve Ticaret Bakanlığı sorumludur. ÇalıĢmada zaman zaman“Bakanlık” ifadesi kullanılmaktadır, bu durumda Gümrük ve Ticaret Bakanlığı‟ndan bahsedilmektedir. Lisanslı Depoculuğun çalıĢma prensiplerinin açıklanmasından önce konu ile ilgili terimlerin açıklanmasında fayda vardır. 370 Lisanslı depoculuk konusundaki tanımların açıklanmasında 5300 sayılı Tarım Ürünleri Lisanslı Depoculuk Kanunu esas alınmıĢtır. a-)Tarım Ürünleri: Depolanmaya uygun nitelikteki hububat, bakliyat, pamuk, tütün, fındık, yağlı tohumlar, bitkisel yağlar, Ģeker gibi standardize edilebilen temel ve iĢlenmiĢ tarım ürünlerini ifade etmektedir. b-)Lisanslı depo: Tarım ürünlerinin sağlıklı koĢullarda muhafazası ve ticarî amaçla depolanması hizmetlerini sağlayan tesislerdir. c-)Lisans: Gümrük ve Ticaret Bakanlığı tarafından verilen faaliyet iznini gösterir belgedir. d-)Mudi: Depolama hizmetleri için ürününü lisanslı depoya teslim eden veya lisanslı depo iĢletmesince düzenlenen ürün senedini mevzuata uygun olarak elinde bulunduran gerçek veya tüzel kiĢidir. Mudi, üreticinin bizzat kendisi olabileceği gibi, ürün senedini baĢka bir Ģahıs ya da Ģirkete devretmesi halinde mudi, ürün senedini elinde bulunduran gerçek ya da tüzel kiĢi olmaktadır. e-)Ürün senedi: Ürünlerin mülkiyetini temsil ve rehnini temin eden, lisanslı depo iĢleticisince nama veya emre düzenlenmiĢ, teminat olarak verilebilen, ciro edilebilen veya edilemeyen ve 5300 sayılı Kanun‟da öngörülmeyen durumlarda Türk Ticaret Kanunu‟nda düzenlenen makbuz senedi hükümlerine tâbi, basılı veya elektronik ortamda bulunan kıymetli evraklardır. f-)Borsa: Aralarındaki sözleĢme çerçevesinde lisanslı depo iĢletmesince düzenlenen ürün senetlerinin kota ettirildiği, alım satımının yapıldığı ve hareketlerinin kontrol ve takip edildiği ürün ihtisas borsasını veya Gümrük ve Ticaret Bakanlığı‟ndan ürün senedi alım satımı konusunda izin alan ticaret borsasını ifade etmektedir. g-)Elektronik Kayıt KuruluĢu (EKK): Ġlgili Yönetmelik hükümleri çerçevesinde elektronik ürün senetlerinin Sistem üzerinden oluĢturulmasını sağlamak, bu senetlere bağlı tüm hak ve yükümlülükler ile iĢlemleri ilgili taraflar itibariyle kayden izlemek amacıyla Gümrük ve Ticaret Bakanlığı‟ndan lisans almıĢ anonim Ģirkettir. 1.2. Lisanslı Depoların KuruluĢu Lisanslı depo iĢletmesi kurmak için öncelikle Gümrük ve Ticaret Bakanlığı‟nın iziyle bir anonim Ģirket kurulması gerekmektedir. Pay senetlerinin tamamının nama yazılı olması Ģartı aranmaktadır. Kurulacak Ģirketin unvanında mutlaka “Tarım Ürünleri Lisanslı Depo ĠĢletmesi” ibaresi bulunmalıdır. Lisanslı Depoların kuruluĢ ve iĢleyiĢinden Gümrük ve Ticaret Bakanlığı, Ġç Ticaret Genel Müdürlüğü sorumludur. Lisanslı depoların kurulabilmesi için ödenmiĢ sermayelerinin en az 1.000.000 TL olması gerekmektedir. Söz konusu tutar lisanslı depodaki ürünün cinsi ve miktarına göre değiĢmektedir. 371 Lisanslı depo kurucu, ortak ve yöneticilerinin Tarım Ürünleri Lisanslı Depoculuk Yönetmeliği‟nde belirtilen ticarete engel durumlarının olmaması da önemlidir. KuruluĢ izni ve faaliyet izni ayrı kavramlar olup, bu iki izin Gümrük ve Ticaret Bakanlığı tarafından ayrı ayrı verilmektedir. KuruluĢ izni aldığı halde faaliyet izni almamıĢ olan lisanslı depoculuk iĢletmeleri mal kabul edemezler ve ürün senedi düzenleyemezler. KuruluĢ izni alan Ģirket, kuruluĢ tescilinin Türkiye Ticaret Sicili Gazetesi‟nde ilan edilmesinden sonra en geç bir yıl içinde faaliyet izni almak üzere Bakanlığa baĢvurmak zorundadır. Ancak, iĢlemlerde meydana gelecek bir uzama durumunda Bakanlık tarafından 1 yıl ek süre verilebilmektedir. Lisanslı depoculuk iĢletmelerinin kuruluĢu ve faaliyet izni alınması için izlenmesi gereken prosedürler uzun sürmektedir. Ġstenen belgeler ve koĢullar Tarım Ürünleri Lisanslı Depoculuk Yönetmeliği‟nde belirtilmiĢtir.1 Gümrük ve Ticaret Bakanlığı uzmanları ve/veya dıĢarıdan sayısı üçten az olmamak üzere teknik ve uzman kiĢilerden bir komisyon oluĢturulmakta ve ġirket, lisanslı depoculuk mevzuatına uygun olarak hazırlıklarını tamamladığı zaman söz konusu komisyon Ģirketi ve depoları denetlenmektedir. Komisyon tarafından herhangi bir eksiklik bulunmadığı zaman kısa bir süre içerisinde Lisanslı Depo faaliyet izni (lisans) alınabilmektedir. KuruluĢu tamamlanan bir lisanslı deponun faaliyet izni alabilmesi için; • KuruluĢ izni Türkiye Ticaret Sicil Gazetesi‟nde yayınlandıktan sonra 1 yıl içerisinde baĢvuruda bulunması • KuruluĢta aranılan Ģartları kaybetmemiĢ olması • Depoların Gümrük ve Ticaret Bakanlığı tarafından belirtilen Ģartları taĢıması • Yönetmeliğe uygun yeterli tartım, alet, cihaz ve kantarların bulunması • Borsa ve yetkili sınıflandırıcı ile sözleĢme yapılması • Bilgi iĢlem alt yapısının oluĢturulması • Yönetmelikte öngörülen defter ve kayıtlara iliĢkin yükümlülükleri yerine getirmesi • Lisanslı depo teminatının verilmesi • Depolama kapasitesine göre belirlenen sermayenin tamamının ödenmiĢ olması Ġki ya da daha fazla çeĢit ürünün depolanması için bir lisans düzenlenebilmektedir. Lisans belgesinde, hangi ürünlerin depolanabileceği ve bunların maksimum kapasiteleri ile lisans kapsamında faaliyet gösteren tüm Ģubeler gösterilmelidir. Lisanslar iki yıl süre için geçerlidir, devredilemez ve Türkiye Ticaret Sicili Gazetesi‟nde ilân edilir. 2 yıllık süre bitince lisansın uzatılması gerekmektedir. Lisanslı deponun depolama kapasitesinin ya da depolanacak ürün çeĢitlerinin değiĢmesi durumunda lisansın da değiĢmesi gerekmektedir. Lisanslı depo iĢletmesinin mevzuata aykırı davranması ya da Bakanlık tarafından bir eksiklik görülmesi halinde, fiilin ağırlığına göre lisanslı depo iĢletmesine uyarı verilebilir, lisansı askıya 372 alınabilir ya da iptal edilebilir. 5300 sayılı Tarım Ürünleri Lisanslı Depoculuk Kanunu‟nun 14. Maddesine göre, 2013 yılı içinde lisanslı depo iĢletmeleri, yetkili ve referans yetkili sınıflandırıcılar, tartıcılar ile elektronik kayıt kuruluĢuna verilecek lisanslara iliĢkin bedeller Çizelge 1‟de gösterilmiĢtir. Lisans bedelleri lisanslı depo kapasitesine göre değiĢmektedir. Söz konusu bedeller her yılın Ocak ayında Gümrük ve Ticaret Bakanlığı tarafından güncellenerek web sitesinde açıklanmaktadır. 1.3. Lisanslı Depoların ÇalıĢma Prensipleri Lisanslı depoculuğun çalıĢma sisteminde birbirleriyle bağlantılı 4 birim bulunmaktadır; lisanslı depo iĢletmesi, ürün ihtisas borsası (yetkili ticaret borsası), yetkili ve referans yetkili sınıflandırıcı ile lisanslı depoculuk tazmin fonu. 1.4. Lisanslı Depoculuk Mevzuatı ve TeĢvikler Ülkemizde Lisanslı Depoculuk Hakkındaki ilk yasal düzenleme 17 ġubat 2005 tarih ve 25730 Sayı- lı Resmi Gazete‟de yayınlanarak yürürlüğe giren 10 ġubat 2005 tarih ve 5300 sayılı Lisanslı Depoculuk Kanunu ile baĢlamıĢtır. Söz konusu Kanunu takiben hububat, baklagiller ve yağlı tohumlar, fındık, pamuk, zeytin ve zeytinyağı lisanslı depoları için yönetmelikler çıkartılmıĢtır. Ürünlere iliĢkin yönetmeliklerin yanı sıra elektronik ürün senedi yönetmeliği ile yetkili sınıflandırıcıların lisans alma, faaliyet ve denetimleri hakkında yönetmelikler oluĢturulmuĢtur. 12 Nisan 2013 tarihinde 28616 Sayılı Resmi Gazete‟de yayınlanarak yürürlüğe giren “Tarım Ürünleri Lisanslı Depoculuk Yönetmeliği” ile ürün bazındaki yönetmeliklerin ortak kısımları tek bir yönetmelik çatısında toplanmıĢ ve her bir ürün yönetmeliklerinin yerine tebliğler çıkartılmıĢtır. TÜRKĠYE’DE LĠSANLI DEPOCULUK UYGULAMALARI Ülkemizde lisanslı depoculuğa iliĢkin ilk uygulamalar TMO tarafından baĢlatılmıĢtır. TMO 1993 - 2011 yılları arasında 2699 sayılı Umumi Mağazacılık Kanunu hükümlerine dayanarak makbuz senedi düzenleyerek emanet alımı yapmıĢtır. Bu uygulama ile yeterli deposu olmayan üretici ve diğer kesimlere depolama sağ- layarak, ürünlerini hasat dönemi dıĢında pazarlama imkânı ve ürününü emanete bırakan kesimlerin makbuz senedi karĢılığı finans elde etmeleri sağlanmıĢtır. TMO tüm ürünlerde emanet ve yerinde emanet alım uygulamasıyla emanet alımları teĢvik ederek, ürün arzının hasat dönemi dıĢına çıkmasını, ürünün daha yüksek fiyattan pazarlanmasını ve lisanslı depoculuğa geçiĢe öncülük etmeyi amaçlamıĢtır (SayıĢtay 2011). Makbuz Senedine Dayalı Kredi Uygulaması 2005 yılında baĢlatılmıĢtır. Krediden; üretici, tüccar ve sanayiciler yararlanmıĢtır. TMO depolarına emanete bırakılan ürünler karĢılığı alınan makbuz senetleri, TMO ile sözleĢme imzalayan bankalara ciro edilerek kredi 373 kullanılmıĢtır. Makbuz senetlerinin, TMO alım garantisi altında olması nedeniyle, senetlerin teminat kalitesi artmıĢ, dolayısıyla kullanılan kredinin faizi düĢük olmuĢtur. Bu krediler için ayrıca mali teĢvikler de verilmiĢtir (KKDF %0, BSMV %1, faiz desteği %25). TMO, umumi mağazacılığı sektöre tanıtarak lisanslı depoculuğun önünü açmıĢtır. Bu uygulamanın amacı lisanslı depoların kurulup yaygınlaĢtırılarak umumi mağazacılık faaliyetlerinin süreç içinde sonlandırılması olmuĢtur (TMO 2012). 5300 sayılı Kanun‟un geçici 2. maddesinde yer alan hüküm9 gereğince, TMO 17.2.2010 tarihinden itibaren umumi mağazacılık hizmeti veremeyecek durumla karĢı karĢıya kalmıĢtır. Anılan madde ile intibak için öngörülen sürenin uzatılması yönünde düzenleme yapılması için TMO tarafından Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığından talepte bulunulmuĢtur (SayıĢtay 2011). Günümüzde makbuz senedi uygulaması halen devam etmektedir. Ülkemiz lisanslı depoculuk uygulamaları bakımından geliĢmiĢ ülkelerin gerisinde kalmıĢtır. Konu ilgili yasal düzenlemeler 2005 yılında baĢlatılmıĢ olup, ilk lisanslı depo 2010 yılında TMO-TOBB ortaklığıyla kurulan TMOTOBB Tarım Ürünleri Lisanslı Depoculuk A.ġ. tarafından 2011 yılında hayata geçirilmiĢtir. Ġlk kurulan lisanslı depo hububat, baklagil ve yağlı tohumlar üzerine çalıĢmakta olup, Polatlı, Lüleburgaz ve Ahiboz‟da Ģubeleri bulunmaktadır. Söz konusu kuruluĢun aynı zamanda Ünye ve Düzce‟de fındık lisanslı depoları da vardır. 2013 yılı itibariyle kurulmuĢ olan lisanslı depolar Çizelge 6‟da gösterilmiĢtir. Günümüze kadar 14 Ģirket kuruluĢ izni almıĢtır. Ülkemizin üretim yapısının da etkisiyle en fazla hububat lisanslı depolarının kurulduğu görülmektedir. Zeytin ve zeytinyağı lisanslı depoları henüz faaliyete geçmemiĢtir. Pamuk lisanslı depoları ise Ġzmir Torbalı ve Gaziantep‟te bulunmaktadır. TR63 Bölgesi‟nde Hatay ili Kırıkhan Ġlçesi‟nde hububat üzerine kuruluĢ izni almıĢ olup, lisans almayı bekleyen Özova Tarım Ürünleri Lisanslı Depoculuk A.ġ. bulunmaktadır. Bölge‟ye yakın olan ġanlıurfa‟da kurulmakta olan hububat ve pamuk lisanslı depoları ise henüz kuruluĢ izni almamıĢtır. Lisanslı depoculuk konusu ülkemiz için yeni bir konu olmasına karĢılık, ilk uygulamalarla faydaları anlaĢılarak benimsenmeye ve hızla yayılmaya baĢlamıĢtır. KAYNAKLAR Anonim, 1991. Türk Hukuk Lügatı, Türk Hukuk Kurumu, BaĢbakanlık Mevzuatı GeliĢtirme ve Yayın Genel Müdürlüğü, 3. Baskı, BaĢbakanlık Basımevi, Ankara. Anonim, 2001. PreselenmiĢ Pamuk Balyalarına ĠliĢkin Tebliğ, 27 Temmuz 2001 Tarih ve 24475 Sayılı Resmi Gazete, Ankara. Anonim, 2005. 5300 Sayılı Lisanslı Depoculuk Kanunu, 17 ġubat 2005 tarih ve 25730 Sayılı Resmi Gazete, Ankara. Anonim, 2005a. Lisanslı Depoculuk Kanunu, 17 ġubat 2005 tarih ve 25730 sayılı Resmi Gazete, Ankara. Anonim, 2005b. Lisanslı Depoculuk Tazmin Fonu Yönetmeliği, 21 Aralık 374 2005 ve 26030 sayılı Resmi Gazete, Ankara. Anonim, 2005c. Ürün Ġhtisas Borsalarının KuruluĢ, ĠĢleyiĢ ve Denetim Usul ve Esasları Hakkında Genel Yönetmelik, 09 Mart 2005 tarih ve 25750 sayılı Resmi Gazete, Ankara. Anonim, 2005d. Yetkili Sınıflandırıcıların Lisans Alma, Faaliyet ve Denetimi Hakkında Yönetmelik 08 Ekim 2005 ve 25960 sayılı Resmi Gazete, Ankara. Anonim, 2009. Gelir Vergisi Kanunu ve Bazı Kanunlarda DeğiĢiklik Yapılması Hakkında Kanun, 3 Temmuz 2009 ve 29277 sayılı Resmi Gazete, Ankara. Anonim, 2009a. Kurumlar Vergisi Genel Tebliği, 13 Ağustos 2009 tarih ve 27318 sayılı Resmi Gazete, Ankara. Anonim, 2011. Elektronik Ürün Senedi Yönetmeliği, 12 Kasım 2011 ve 28110 sayılı Resmi Gazete, Ankara. Anonim, 2011a. Kütlü Pamuk Desteklemesi Durum Analiz Raporu, T.C. Hatay Valiliği, Ġl Gıda, Tarım ve Hayvancılık Müdürlüğü, Hatay. Anonim, 2011b. Lisanslı Depoculuk Tazmin Fonu Yönetmeliğinde DeğiĢiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik, 12 Kasım 2011 ve 28110 sayılı Resmi Gazete, Ankara. Anonim, 2012. Bakanlar Kurulu Kararı, 16 Haziran 2012 tarih ve 28325 sayılı Resmi Gazete, Ankara. Anonim, 2012a. Araçların Yüklenmesine ĠliĢkin Ölçü ve Usuller ile Tartı ve Boyut Ölçüm Toleransları Hakkında Yönetmelik, 8 Kasım 2012 Tarih ve 28461 Sayılı Resmi Gazete, Ankara. Anonim, 2013. 12 Nisan 2013 ve 28616 sayılı Resmi Gazete, Ankara. Anonim, 2013a. Hububat, Baklagiller ve Yağlı Tohumlar Lisanslı Depo Tebliği, 12 Nisan 2013 ve 28616 sayılı Resmi Gazete, Ankara. Anonim, 2013b. Lisanslı Depoculuk Tazmin Fonu Yön 375 376 ĠġLEMESĠZ VEYA AZALTILMIġ TOPRAK UYGULAMALARININ SÜRDÜRÜLEBĠLĠR TARIMDAKĠ ÖNEMĠ Özge DEMĠRTAġ* Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Toprak Bilimi ve Bitki Besleme ÖZET ĠĢlemesiz tarım, toprağa zarar vermeden üretim yapmanın bir yoludur. Kanada‟da sıfır toprak iĢleme, ABD‟de iĢlemesiz (no-tillage) tarım veya doğrudan (direkt) ekim adlarıyla da anılan, tohum yatağı oluĢturmak amacıyla önceden herhangi bir Ģekilde iĢlenmemiĢ toprağa ekimi ifade etmektedir. Ancak sadece toprağa ekimi ifade eden bu terimler yerine bu Ģekilde yapılan tarım uygulamalarının tümünü (ekimden- hasada) içine alan kavram iĢlemesiz tarım olarak adlandırılmaktadır. Toprak sadece tohum yatağının hazırlanması, kimyasalların uygulanması, yabancı ot kontrolü ve ürün ekimi için iĢlenir. Böylece tarlayı hazırlamak için daha az zaman, yakıt ve iĢ gücü gerekli olur. Yoğun toprak iĢlemenin büyük bir sakıncası olarak, özellikle su ve rüzgar erozyonu riski yüksek tarım alanlarında verimli üst toprak tabakasının kaybedilmesi söylenebilir. Dünya‟da tarım alanlarının en az % 15‟i ciddi erozyona uğramıĢtır. Bu erozyonun büyük bölümü yanlıĢ ve bilinçsiz toprak iĢleme ile meydana gelmiĢtir. %53.4‟ünde Ģiddetli veya çok Ģiddetli su erozyonu hüküm süren ülke topraklarımızın varlığı göz önünde bulundurulursa iĢlemesiz tarımın önemi ortadadır. Toprak ve suyu korumak ve enerjiden tasarruf etmek amaçlı baĢlatılan bu uygulamaların sürdürülebilir tarımdaki yeri büyüktür. Toprak iĢlemelerinin azaltılması veya yapılmaması, toprak ve su kayıpları önlemesinin yanında toprak verimliliğinde ve tane veriminde de artıĢı sağlar. ANAHTAR KELĠMELER: Toprak ve Su Koruma, İşlemesiz Tarım, Sıfır Toprak İşleme, Doğrudan(Direkt) Ekim 1.GĠRĠġ Her yıl 80 milyon kadar artıĢ gösteren dünya nüfusunun 2050 yılında 9 milyar olması beklenmektedir.(BirleĢmiĢ Milletler, 2005) Bu artan nüfusun gıda talebini karĢılamak için, tarımsal üretimin 2050‟de (BM Gıda ve Tarım Örgütü, 2009) %70 oranında artması gerekmektedir. Oysa, BM Sürdürülebilir Kalkınma Bölümü doğal kaynakların endiĢe verici bir oranda tüketilmekte olduğunu belirtti(2002) kaynakların ve teknolojilerin kapasitesinin artan nüfusun gıda ihtiyacını karĢılamak için belirsiz olduğu söylenmektedir ki özellikle toprak bozunumu ve arazilerin tarım dıĢı amaçlarla kullanımı sonucunda ekilebilir arazi oranı düĢmektedir. Küresel 377 anlamda arazilerin yüzde yirmi beĢi "Yüksek bozunma alanları", % 44 "hafif ya da orta derecede bozunmuĢ alanları", % 10 "iyileĢtirilen alanları", geriye kalan ise "çıplak alanlar" ve "su" olarak sınıflandırılmaktadır. "(BM, FAO, 2011). AzaltılmıĢ Toprak Uygulamalarının Sürdürülebilir Tarımdaki Yeri Biyolojik çeĢitliliğin korunması, toprağa verilen organik atıklarla veriminin arttırılması veya mevcut değerlerinin iyileĢtirilmesi, ekolojik bütünlüğün sağlanarak yaĢamsal döngünün devam ettirilmesi olarak tanımlayabileceğimiz tarımsal sürdürebilirlik, temiz ve güvenli gıdaya eriĢimi de beraberinde getirmektedir. Gelecek için kirlilikten uzak, dengeli, kendi kendine yeter bir çevre ile toprağı ve suyu koruyan bir üretimi hedeflemektedir. Geleneksel yöntemle sürülen tarım topraklarında nem kaybı ve toprağın strüktüründe bozulma görülür. Korumacı tarım sisteminde ise toprağı ve toprak nemini korumanın yanı sıra toprağın verimliliğini artırma, üretim için gerekli mekanizasyon masraflarını azaltma, iĢgücü gereksinimini düĢürme ve zamandan tasarruf amaçlanmaktadır. Bugüne kadar yapılan çalıĢmalar gözden geçirildiğinde korumacı tarım sisteminin organik madde artıĢı, infiltrasyon artıĢı, toprak agregat stabilitesini düzeltme gibi sağlamıĢ olduğu birçok avantajı bulunmaktadır. (GómezPaccard, C., vd. 2013; Gómez-Paccarda, C., vd. 2015; Hontoria, C., vd. 2016; Sälea, V., vd. 2015) 2.DÜNYA’NIN ĠġLEMESĠZ TARIM ĠLE TANIġMASI Türkiye‟de yeni bir konu olan korumacı tarım, Dünya‟da daha geniĢ bir tarihe sahiptir. 1930'larda ilk kez, ABD‟nin orta-batısında geniĢ alanlarda görülen toz bulutları nedeniyle toprak iĢlemenin ekosisteme zarar verebiliyor olabileceği sorgulanmıĢtır. Toprağı korumak amacıyla toprak iĢlemeyi ve toprak kaybını en aza indirmek için bu kavram ortaya çıkmıĢtır. Korumaya yönelik toprak iĢleme olarak „„Korumacı Tarım‟‟ kavramı kullanılmaya baĢlandı. 1940'lı yıllarda ise, herhangi bir toprak iĢlemenin olmadığı doğrudan ekim bu kavrama dahil oldu. Bu arada, korumacı tarım ilkeleri Edward Faulkner tarafından belirtildi. 1960'lara kadar, sıfır toprak iĢleme ABD‟de tarım uygulamaları içine giremedi. 1970'lerin baĢında, Brezilya'da tanıtıldı ve çiftçilerin bilim adamları ile birlikte bu teknolojiyi kendi sistemleri içine almaları için çalıĢıldı.( Schmitz, M.,vd. 2015) Çizelge 2.1‟de görüldüğü gibi Friedrich‟in 2012‟deki çalıĢmasına göre Güney Amerika‟da 55,5 milyon hektarlık alan dünya toplamında ise 125 milyon ha alan korumacı tarım sistemi ile yönetilmektedir. 378 Çizelge 2.1: Dünya genelinde Korumacı Tarım Sistemi Uygulamaları Kıta Alan(ha) Oran(%) Güney Amerika 55,464,100 44 Kuzey Amerika 39,981,000 32 Avustralya ve Yeni Zelanda 17,162,000 14 Asya 4,723,000 4 Rusya ve Ukrayna 5,100,000 4 Avrupa 1,351,900 1 Afrika 1,012,840 1 Dünya Toplamı 124,794,840 100 Kaynak: Friedrich et al., 2012 Türkiye’de Korumacı Tarım Sistemi Tarla Bitkileri Merkez AraĢtırma Enstitüsü YetiĢtirme Tekniği bölümünün azaltılmıĢ ve sıfır toprak iĢleme konusunda, doğal bir çevre, ekonomik ve sürdürülebilir bir hayat için toprak iĢlemesiz tarım sloganıyla bugüne kadar tamamladığı ve Ģu an devam eden birkaç projesi bulunmaktadır. Projelerinde kimyasal nadas yöntemi uygulanmıĢtır ki bu yöntemle elde edilen buğday veriminin pulluk ve kazayağı sürümlerinden oluĢan yöntemle elde edilen ile aynı olduğu, ayrıca sürüm maliyetinde %50 tasarruf yapıldığı bulunmuĢtur. 10 yıllık araĢtırmalar sonucunda, en iyi toprak hazırlığı yönteminin nadas tarlalarda oluĢan otların kimyasal ilaçlarla kontrol edilmesi ve ekim zamanında ekimin direkt ekim makineleriyle yapılması olduğu belirlenmiĢtir. (TBMAE, 2014) ĠĢlemesiz Tarım Her Yerde Uygulanabilir mi? Dünyaca tanınan bir araĢtırmacı olan Derpsch Rolf bu iĢin drenaj sorunu olan yerlerde kesinlikle yapılmamasını belirtiyor ve engebeli ve yamaçlı arazilerde su tutulmasını sağlamak için teraslama ve ıslah çalıĢması yapılması gerektiği üzerinde ısrarla duruyor. Rolf bu iĢe baĢlayan çiftçilerin hemen bir toprak iĢlemesiz ekim yapacak makineyi alarak iĢe baĢladıklarını söylüyor. Oysa bu ancak yedinci adımda yapılmalıydı diyor. Ona göre toprak iĢlemesiz tarıma baĢlamak için 10 adımı sırayla yapmak gerekiyor. Aksi durumda baĢarısızlık kaçınılmaz gözüküyor. 1- Bu konuda öncelikle bilgi edinin, özellikle yabancı otlarla savaĢmayı öğrenin ve bir kerede tümüyle toprak iĢlemesiz uygulamaya geçmeyin. 2- Toprağınızı analiz ettirin. (topraktaki besinlerin yeterliliği, katyon değiĢim kapasitesi ve pH seviyesini bilmeden bu iĢe baĢlamayın.) 3- Drenaj sorunu olan yerde bu uygulamayı kesinlikle yapmayın. 379 4- Toprak yüzeyini düzleĢtirin. 5- Toprak iĢlemesiz sürece baĢlamadan, toprakta sıkıĢma varsa bunu çözümlemekle iĢe baĢlayın. 6- Mümkün olduğunca büyük miktarda malç malzemesi stoklayın. 7- Toprak iĢlemesiz ekim yapacak bir makine alın. 8- Tarlanızın sadece %10‟luk kısmında böyle bir uygulamaya baĢlayın. 9- DönüĢümlü ekim yapın ve yeĢil gübreleme amaçlı bitkiler ekin. 10- Sürekli öğrenmeye odaklanın ve yeni geliĢmeleri takip edin. 3. KORUMACI TARIM SĠSTEMLERĠ Korumacı Tarım Bilgi Merkezi (CTIC)‟ne göre, korumacı toprak iĢleme toprağı alt üst etmek, anız yakmak gibi geleneksel sürüm iĢlemlerini kabul etmemektedir. Baker(2002) „„Korumacı Toprak ĠĢleme (Conservation Tillage)‟‟ terimini, iĢlemesiz (no-tillage), direkt ekim(direct-drilling), azaltılmıĢ toprak iĢleme (minimum tillage), sırt sürüm (ridge tillage) olarak ayırmaktadır. ĠĢlemesiz, azaltılmıĢ veya en aza indirilmiĢ toprak iĢleme ve malçlı sürüm, korumacı tarım için eĢ anlamlı terimlerdir (Willis and Amemiya 1973; Lal 1973, Phillips et al., 1980; Greenland 1981; Unger et al., 1988; Antapa, and Angen 1990; Opara-Nadi 1990;Unger 1990; Ahn, and Hintze 1990 cited in Opara-Nadi, 1993). Bu nedenle korumacı tarımı beĢ ayrı kategoride incelemek mümkündür. Bunlar; Sıfır Toprak ĠĢleme, Direkt Ekim, AzaltılmıĢ Toprak ĠĢleme, Bant iĢleme (Strip till) ve Sırt Sürüm (Ridge till) olarak tanımlanabilmektedir. 4.SONUÇ ĠĢlemesiz veya azaltılmıĢ toprak uygulamalarının tercih edilme sebepleri arasında ekonomik olması, teknik uygulamalar yönünden zengin olması ve çevresel faktörleri inceleyerek sürdürülebilirliğe katkı sağlaması sayılabilmektedir. Erozyonu azalttığı gibi toprak verimliliğinin artmasına yardımcı olur. Korumacı tarım aĢamaları bölgeye ve yetiĢtirilecek ürüne göre değiĢiklikler göstermektedir. BaĢarılı bir korumacı tarım sisteminin uygulanabilmesinin anahtarı münavebe, anız yönetimi, gübreleme, yabancı ot kontrolü, dengeli ilaç kullanımı gibi etmenlerden geçmektedir. Toprak özelliklerine uyan ürün çeĢidi seçilmeli, iklimsel faktörler ve diğer çevresel etmenler de gözden geçirilmelidir. KAYNAKLAR Awadal, L., Lindwall, C.W., Sonntag, B. (2014) The development and adoption of conservation tillage systems on the Canadian Prairies, International Soil and Water Conservation Research. Elsevier, Volume 2, Issue 1, Pages 47–65. Avcı, M. (2011) Conservation tillage in Turkish dryland research. Agron. Sustain. Dev. 31:299–307. 380 Baker, C. J., Saxton, K. E. and Ritchie, W. R. (2002) No-tillage seeding: science and practice, 2nd edn. Oxford, UK: CAB International. Derpsch, R., (2008) Critical Steps to No-till Adoption, In: No-till Farming Systems. Goddard, T., Zoebisch, M.A., Gan, Y., Ellis, W., Watson, A. and Sombatpanit, S., Eds., WASWC. p 479 – 495. Friedrich,T., Derpsch, R. and Kassam, A. (2012) Overview of the global spread of conservation agriculture, Field Actions Science Reports, Special Issue 6. Gómez-Paccard, C., Zabaleta, J., Benito, M., León, P., Mariscal-Sancho, I., Espejo, R., Hontoria, C. (2013) Tillage and liming effects on aggregate distribution and associated carbon and nitrogen in acid soils of SW Spain. Gómez-Paccarda, C., Hontoriaa, C., Mariscal-Sanchoa, I., Péreza, P., Leóna, P., Gonzálezb, P., Espejo, R. (2015) Soil–water relationships in the upper soil layer in a Mediterranean Palexerult as affected by no-tillage under excess water conditions – Influence on crop yield. Soil and Tillage Research. Elsevier, Volume 146, Part B, Pages 303–312. Hontoria, C., Gómez-Paccard, C., Mariscal-Sancho, I., Benito, M., Pérez, J., Espejo, R. (2016) Aggregate size distribution and associated organic C and N under different tillage systems and Ca-amendment in a degraded Ultisol, Soil and Tillage Research. Elsevier, Volume 160, Pages 42–52. Koskinen, W.C., McWhorter, C.G. (1986) Weed Control in Conservation Tillage, Journal of Soil and Water Conservation 41(6):365-370. Lal, R. (1986) No-tillage and minimum tillage systems to alleviate soil related constraints in the tropics.In: No-tillage and surface tillage agriculture: The tillage revolution. M. A. Sprague and G.B.Triplett (eds.) John Wiley, New York, pp. 261-317. Lal, R. (1995) Tillage Systems in the Tropics: Management Options and Sustainability Implications, FAO, USA. Lampurlanésa, J., Plaza-Bonillab, D., Álvaro-Fuentesc, J., CanteroMartínezd C. (2016) Long-term analysis of soil water conservation and crop yield under different tillage systems in Mediterranean rainfed conditions, Field Crops Research. Elsevier, Volume 189, Pages 59–67. Opara-Nadi, O.A. (1993) Conservation tillage for increased crop production. In Soil Tillage in Africa:Needs and Challenges, Soil resources, management and conservation service Land and Water Development Division, FAO, Rome, Issue 69. Sälea, V., Aguilerac, P., Laczkod, E., Mädere, P., Bernere, A., Zihlmanna, U., Marcel G.A. van der Heijdena, Oehl, F. (2015) Impact of conservation tillage and organic farming on the diversity of arbuscular mycorrhizal fungi, Soil Biology and Biochemistry. Elsevier, Volume 84, Pages 38–52. 381 Schmitz, M., Mal, P., Hesse, J.W. (2015)The Importance of Conservation Tillage as a Contribution to Sustainable Agriculture: A special Case of Soil Erosion. Gießen, Februar 2015. United Nations (2005) Population Division World Population Prospects: The 2004 Revision Department of Economics and Social Affairs, New York. United Nations (2011) Food and Agriculture Organization The State of the World's Land and Water Resources for Food and Agriculture Managing Systems at Risk, Rome. United Nations (2002) Department of Economic, Social Affairs Division for Sustainable Development, Core Publications Agenda 21. United Nations (2009) Food, Agriculture Organization How to Feed the World in 2050. 382 SĠVRĠSĠNEKLERLE BĠYOTEKNĠK SAVAġIM Kadir Oğuzhan YIL1 * Funda MEMĠġOĞLU2 Yurdagül ESERKAYA3 1 Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarım Makinaları Bölümü 2 3 Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bitki Koruma Bölümü Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bahçe Bitkileri Bölümü ÖZET Sivrisinek, çiftkanatlılar (Diptera) takımının Culicidae familyasından kan emici zararlı böceklerin ortak adıdır. Sivrisinekler beslenmek için Ģekere ve proteine ihtiyaçlar duyarlar. Ġhtiyaçları olan besini bitki ve meyve özlerinden karĢılarlar. Kanı yalnızca diĢi sivrisinekler tüketir, çünkü diĢiler yumurta üretimi için yüksek besin değerine sahip olan kana ihtiyaç duyarlar. Sanılanın aksine sivrisineklerin doğada çok önemli bir görevi vardır; bağıĢıklığı güçlendirmek. Hasta insanlardan emdiği kandaki sıtma, sarı humma, fil ve batı nil hastalığı gibi hastalık etmenlerini sağlıklı insanlara taĢıyarak vücudun bu hastalıklara antikor üretmesini sağlar. Bir nevi serum iĢlevi görür. Fakat zayıf bünyeli insanlarda ölümcül sonuçlar doğurabilir. Bu durum sivrisinekleri mücadele edilmesi gereken bir sorun haline getirtir. Günümüzde kültürel önlemler, biyolojik mücadele, kimyasal mücadele ve biyoteknik mücadele yöntemleri kullanılarak zararlılarla mücadele edilmektedir. Bazı yöntemler yetersiz kaldığı veya çevre kirliliğine yol açtığı için insanlar daha etkili ve çevreci olan biyoteknik mücadele yöntemine rağbet göstermektedir. Biyoteknik mücadelede teknoloji, uygulanabilirliği kolaylaĢtırdığı için her geçen gün uygulanma oranı da artmaktadır. Bu uygulamalarda göz ardı edilmemesi gereken nokta her zararlının zaaflarının farklı olmasıdır. Sivrisineklerin de zaafları farklı olduğundan bu risk etmeninin mücadelesi de özel koĢullar getirmektedir. ANAHTAR SÖZCÜKLER: Sivrisinek, biyoteknik savaĢım, teknoloji 1.GĠRĠġ BulaĢıcı hastalıkları epidemiyolojik açıdan incelediğimizde son yıllarda ölüm risklerinin arttığı görülmektedir. Birçok hastalığın tedavisi bilinse de kayıpların önüne geçilememektedir. Bu durum insanları risk etmenini kaynağında çözmeye yönlendirdi. Sivrisineklerin sahip oldukları kontaminasyon yeteneği tarihte birçok salgına sebep oldu. Sivrisinekler ömürlerini 4 farklı evrede tamamlar. Yumurta, larva ve pupa evrelerini suda geçirir. Tam baĢkalaĢım geçirerek erginler yaĢamlarını karada geçirmeye 383 devam ederler. Bu evre insanlarla temas halinde oldukları evredir. Sıtmanın en çok görüldüğü kıta %90 oranıyla Afrika'dır. 1950'lerde yaklaĢık 250 milyon insan sıtmaya yakalanmıĢ ve bunun 2.5 milyonu ölmüĢtür. Bu rakamlar maalesef bugün de geçerlidir. Her yıl yaklaĢık 350 milyon insan sıtmaya yakalanıyor ve 2.7 milyonu ölüyor(1). Halen keĢfedilmiĢ hiç bir tedavisi ve aĢısı bulunmayan Zika virüsüne karĢı ülkeler Ģimdilik çaresiz. Sağlık otoriteleri genellikle yerel yönetimlerle birlikte sivrisineklere karĢı sürekli ilaçlama yapılıyor. Zika virüsünün yayıldığı Brezilya‟da, ekim ayından bu yana 3 bin 500‟den fazla bebeğe nöro-geliĢimsel bozukluk olan mikrosefali teĢhisi koyuldu (2). 2. SĠVRĠSĠNEKLE BĠYOTEKNĠK SAVAġIM Zararlıların biyolojik, fizyolojik ve davranıĢ özellikleri üzerinde etkili olan bazı yapay veya doğal maddeleri kullanarak çiftleĢme, beslenme, barınma gibi normal özelliklerini bozmak suretiyle uygulanan yöntemlere " Biyoteknik Yöntemler" adı verilir. Bu amaca ulaĢmak için feromon, tuzak, feromon-tuzak sistemleri, cezbediciler, yumurtlamaya engel olucular, uzaklaĢtırıcılar beslenmeyi engelleyiciler, kısırlaĢtırıcılar, böcek geliĢmesini engelleyiciler, böcek geliĢmesini düzenleyiciler ve kısır böcek salınması gibi bazı doğal veya sentetik bileĢik ya da yöntemlerden yararlanılır (3). Biyoteknik mücadele yöntemleri genellikle kombine sistemler Ģeklinde veya tuzaklama temel prensibi olarak kullanılır. Sivrisinekler ile biyoteknik mücadelede koĢulların uygunluğuna göre çeĢitli yöntemler kullanılabilir. Cezbediciler etkilerine göre farklı Ģekillerde gruplandırılırlar bunlar; EĢeysel feromonlar; böceklerin çiftleĢme davranıĢlarını belirlemede etkilidir. En çok kullanılan feromon tipidir. Etki alanına yayılarak çiftleĢmek için salgıladıkları feromonları baskılar. Besin cezbedicileri; hem erkek hem de diĢi bireyleri çekecek kimyasal bilĢenerdir. Tuzaklı sistemlerle kombine olarak kullanılır. Yaygın kullanılan sistemlerdendir. Yumurta bırakma cezbedicileri; koku reseptörlerini engelleyerek döllenmiĢ yumurtalar için uygun yerlerin görülmesini engeller. Uygulama alanından uzaklaĢan ergin yumurtalarını doğrudan zarar verecek mesafeden uzağa yerleĢtirmiĢ olur. Etki bakımından pasif koruma önlemidir. Tuzaklar; zararlı böceklerle mücadelede bu zararlıların doğaya çıkıĢ zamanının belirlenmesiyle renk, Ģekil, koku vb. böceklerin dikkatini çekecek aparatlarla özel olarak tasarlanmıĢ yakalayıcı araçlara denir. Besin tuzakları hazırlanırken genellikle böceklerin ilgisini cezp edecek fermente olabilen ve kokusuyla zararlı böceği çok uzak mesafelerden çeken maddeler kullanılır. Bu maddeler belirli oranda karıĢtırılarak uygun büyüklükteki kaplara konduktan sonra uygulama alanına asılır. Kokuya gelen böcekler kabın ağız kısmından içindeki sıvı ortama düĢerek 384 yakalanırlar. Bu tip tuzakların her hafta kontrol edilerek eksilen miktarda sıvının eklenmesi ve 15 günde bir karıĢımın yenilenmesi zorunluluğu vardır. Öte yandan besin tuzakları, kolay bulunabilen, evde hazırlanabilen ve ucuz tuzaklar olması nedeniyle önemli avantajlara sahiptir. Görsel tuzaklar; Ģekil veya renk özellikleriyle böceğe uygun yaĢam ortamı gibi gösterilen tuzaklardır. Mücadelesi yapılan böceğin doğal ortamına benzetilen bu ortam tuzaklama materyalleriyle donatılırlar. Feromon tuzakları; kullanımına en sık rastlanan tuzaklardır. Türe özgü olan ve bireylerin çiftleĢme çağrısı olarak karĢı cinsi cezp etmek için salgıladığı feromon maddesi ve bu feromonla hazırlanan eĢeysel çekici tuzaklardır. IĢık tuzakları; Böceklerin ıĢığa yönelmesi eski çağlardan beri bilinmekte olup zaman zaman bilimsel amaçla onları toplama ve tarımsal savaĢta bundan yararlanma yoluna gidilmiĢtir. Böceklerin bu fototropik özelliklerinden faydalanarak geliĢtirilen ıĢık tuzaklarında genel iĢleyiĢ; türe göre çekici bir ıĢık cinsi ile hazırlanan tuzağın içine çekilmesi ve orada tutulması veya öldürülmesi temeline dayanır. Su tuzakları; içi su ile doldurulmuĢ metal, cam ya da plastik kaptan oluĢmaktadır. Suyun içine böceğin daha çok yakalanmasını sağlayan bir miktar deterjan konmaktadır (Raman, 1985). UzaklaĢtırıcılar; zararlının konukçularına yaklaĢmasını önleyen veya bulundukları ortamdan kaçmalarını sağlayan maddelerdir. UzaklaĢtırıcılar zararlıları fiziksel ve kimyasal yolla etkilerler. Kimyasal yolla etkileme; doğadaki cezbedici kokuları maskeleyerek zararlının besine gelmesini engellemek veya uzaklaĢtırmak Ģeklindedir. Fiziksel yolla uzaklaĢtırmada ise ortamda bulunan tozlar, bazı yapıĢkanlar, bitkilerdeki diken, tüylülük vb. gibi doğal ve fiziksel yapılar etkili olur (Öncüer, 1995). KısırlaĢtırıcılar uygulandıkları böcekler üzerinde yüksek oranda kısırlık meydana getirirler. Örneğin böceklerde sperm veya yumurta oluĢumunu önleyebilir veya uygulandıktan sonra sperm ve yumurtanın ölümüne neden olabilirler. Ayrıca sperm veya yumurtayı öldürmeden içlerinde bulunan genetik materyali zarara uğratırlar. Bu gibi durumlarda sperm hareketliliğini ve canlılığını korumakla birlikte döllenme sonucunda döllenmiĢ yumurta oluĢmasına rağmen yumurta açılmayıp ergin meydana gelmemektedir. Bu etki Ģeklinin avantajı kısırlaĢtırıcı madde uygulaması sonucunda kısırlaĢmıĢ bireylerin çiftleĢme kabiliyetlerini kaybetmeksizin diğer normal erkeklerle rekabet edebilmeleridir. Bu yöntemle oluĢturulan kısırlık dölden döle geçmeyip sadece uygulandığı döle karĢı etkilidir (Serez ve Zümreoğlu, 2001). Kimyasal maddelerle kısırlaĢtırma ilk kez Knipling tarafından 1937 yılında yapılmıĢtır. Bu çalıĢmada sivrisinek diĢileri kısırlaĢtırılarak yumurtalık geliĢmesi yavaĢlatılmıĢtır. Ayrıca ev sineği diĢilerinin besinlerine kimyasal 385 bileĢikler karıĢtırılarak çiftleĢme ve yumurtlama edilmiĢtir (Çanakçıoğlu, 1971; Borkovec, 1973) 3.SONUÇ faaliyetleri kontrol Türkiye'nin bitki örtüsü ve klimatolojik çeĢitlilik barındırması, zararlı böcekler için de uygun yaĢam ortamı oluĢturmaktadır. Sivrisineklerin kimyasal ilaçlara olan dirençleri arttığından dolayı mücadele yöntemlerini alternatif mücadele yöntemlerinden olan biyoteknik mücadele yöntemleri önem kazanmaya baĢlamıĢtır. Biyoteknik mücadele yöntemlerinin baĢlıca faydaları: Çevre dostu olması Kalıntı sorununa yol açmaması Uygulamanın etkisinin uzun sürmesi Kullanıcı sağlığını tehdit etmediğinden kullanıcı dostu olması Bazı yöntem ve ürünlerin basit iĢletme koĢullarında hazırlanabilmesi Uygulama için kompleks makinelere ihtiyaç duyulmaması Muhafaza ve nakil koĢullarının kolaylığı Tekrar kullanılabilmesi Özellikle tuzak sistemlerin mücadeleyi görünür kılması Biyoteknik mücadele yöntemlerinin baĢlıca sorun ve riskleri: Yoğun bilgi gerektiren bir mücadele metodu olması Kullanılan feromonların hedef dıĢı organizmalara etkisinin bilinmemesi Feromon-tuzak sistemlerin çevrede kirlilik oluĢturma riski (geri dönüĢüm sistemleri) Yüksek iĢçilik maliyeti Renk tuzakların faydalılar üzerine olası olumsuz etkileri Birden çok zararlı organizmanın bulunması halinde metodun kullanımdaki zorluklar Bilinmeyen potansiyel riskler KAYNAKLAR (1)http://nediyor.com/galeri/son-yuzyilin-en-olumcul-10-salg ini/ (2)https://www.medikalakademi.com.tr/zika-viruesue-felaketi-tarihte-ilk-kez-birsaglik-bakani-hamile-kalmayin-cagrisi-yapti/ (3)www.tarimkutuphanesi.com/BIYOTEKNIK_YONTEMLERIN_TANIMI_VE_G ELISIMI_00619.ht ml (4) BĠRĠġĠK, N. 2013. Teoriden Pratiğe BĠYOTEKNĠK MÜCADELE. G.T.H.B. Yayınları. ANKARA 386 SU ÜRÜNLERĠ YETĠġTĠRĠCĠLĠĞĠNDE BĠYOTEKNOLOJĠ : MĠKROSATELLĠT UYGULANMASI *Merve NĠġANCI *Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Su Ürünleri Mühendisliği ÖZET Mikrosatellitler genom içerisinde mono, di, tri ya da tetra nükleotid permütasyonların herhangi bir formu Ģeklinde tandem olarak tekrarlanan ve poliform özellikler gösteren kısa DNA sekanslardır. GeliĢen biyoteknoloji ile birlikte moleküler tekniklerin su ürünlerinde kullanımı her geçen gün artmaktadır. Mikrosatellit DNA belirteçleri, popülasyon düzeyindeki araĢtırmalar da son derece kullanıĢlıdır. Hayvan genetiği alanında özellikle gen kaynakları koruma programlarında, ön moleküler tanımlama için bu belirteçlerin kullanımı büyük önem taĢımaktadır.Son yıllarda moleküler tabanlı çalıĢmalardan mikrosatellitler veya basit dizilim tekrarlar su ürünlerinde en çok kullanılan metod olmuĢtur. ANAHTAR SÖZCÜKLER: Mikrosatellitler, DNA, DNA belirteçleri, Biyoteknoloji GĠRĠġ Su ürünleri yetiĢtiriciliğinde ıslah ve yetiĢtirme programları için gerekli olan bilgilerin tespiti büyük önem taĢımaktadır. Son yıllarda moleküler alanda çalıĢmalardan mikrosatellitler veya basit dizilim tekrarları (SSR– Simple Sequence Repeat) (O'Connell ve Wright, 1997) su ürünlerinde en çok kullanılan metotlardan birisidir. Bununla birlikte; RFLP (Bernatchez ve Danzmann, 1993), SNP (Tao ve Boulding, 2003), AFLP (Kocher ve ark., 1998), RAPD (Bardakci ve Skibinski, 1994; Johnson ve ark., 1994) ve EST (Naruse ve ark., 2000) gibi diğer moleküler teknikler su ürünleri sahasında yaygın olarak kullanılmaktadır. Mikrosatellitler ileri derecede polimorfik DNA markerleri olup popülasyon yapılarının araĢtırılmasında en çok kullanılan genetik markerlerden birisidir ve gün geçtikçe önemi artmaktadır (Beuzen ve ark., 2000).Genom içerisinde kodlayıcı ve düzenleyici fonksiyonlarının olduğu düĢünülmektedir (Goldstein ve Schlötter,1998).Hayvan yetiĢtiriciliğinde ekonomik özellikleri kontrol eden genlerin haritalanmasında kullanılabilecek etkili bir markırdır (Beuzen ve ark., 2000). MĠKROSATELLĠTLER HAKKINDA GENEL BĠLGĠLER Mikrosatellitler basit olarak nükleotid dizi tekrarlarının rastgele düzenlenmiĢ çok sayıda kopyalarından meydana gelir. Bu dizilerdeki 387 nükleotit sayısı 2–6 arasında değiĢmektedir (CA, ACA, GATA gibi) (Tautz, 1989; Litt ve Luty, 1989). Balıklarda genellikle bu baz tekrarları her 10 kilobazda bir meydana gelmektedir. Mikrosatellitler kromozomların her bölgesine dağılmıĢlardır. Bunlar genleri kodlayan bölgeler, DNA‟nın kodlanmayan intron bölgeleri ve gen olmayan nükleotid diziler içerisinde bulunur. Balıkların birkaç türde mikrosatellit bölgelerinin tekrar sayılarında büyük farklılıklar olduğu bildirilmektedir.Bir popülasyon içerisinde nükleotid dizi tekrarlarının sayısındaki değiĢiklik her mikrosatellit allellerinin sayısındaki farklılığa neden olmaktadır. Mikrosatellitler genetik çeĢitliliği belirlemedeki kolaylığı yüzünden son yılların en çok tercih edilen genetiksel yöntemlerden biri olmuĢtur. Bu özellikleriyle popülasyon genetiği çalıĢmalarında kullanılan ideal markerlerden biridir (Goldstein ve Schlötterer, 1998; Liu ve Cordes, 2004). ÇalıĢma amaçlarına göre kullanılacak mikrosatellit bölgelerinin seçiminde dikkat edilmesi gerek bazı hususlar vardır. ÇalıĢılan bölgelerin farklı kromozom bölgeleri üzerinde ve polimorfizm düzeyinin yüksek olması, heterozigotluk düzeylerinin yüksekliği, allel sayısı ve uzunluklarının birbirine olan uzaklıkları dikkate alınarak seçilmelidir. Mikrosatellit dizileri incelenirken iki yol takip edilir. Bunlardan birisi yalnızca baz çifti uzunluğunun tespitine yönelik olup, PCR ile çoğaltma ve elektroforez tekniğiyle görüntülemedir.Bu sebeple balıklardan izole edilen DNA üzerindeki ilgili mikrosatellit bölgeler PCR ile çoğaltılır.[2] SU ÜRÜNLERĠ YETĠġTĠRĠCĠLĠĞĠNDE MĠKROSATELLĠTLERĠN KULLANIMI Moleküler markere dayalı seleksiyon (Marker Assisted Selection) programlarının oluĢturulmasında mikrosatellitler çok iyi bir potansiyele sahip olup, etkili kullanıldığı takdirde klasik ıslah metotlarında kullanılan tekniklere göre daha kısa sürede çok iyi sonuçlar vermektedirler. Özellikle balık yetiĢtiriciliğinde, sonraki kuĢakların performans özelliklerinin düzeltilmesi ve geliĢtirilmesinde son derece kullanıĢlıdırlar. Bir düzenleme programı oluĢturulurken popülasyonların genetik çeĢitliliği hakkında bilgi sahibi olunabilecek en ideal markerlerden biri mikrosatellitlerdir. Mikrosatellitlere özgü allellerin tespiti, anaç olarak seçilecek balıklarda, fenotipik olarak üstün özelliklere sahip bireylerden hangilerinde yüksek ve düĢük verim özellikleriyle iliĢkili allellerin olduğu tespit edilebilir. Böylece popülasyonda anaç olarak seçilecek ve elenecek bireylerin tespiti yapılarak kısa zaman içerisinde üretim kapasitesi arttırılabilir. Su ürünlerinde yetiĢtiricilik programlarının oluĢturulmasında mikrosatellitlerin kullanımına literatürlerde sıklıkla rastlanılabilir. Wolfus ve ark. (1997) Karideslerde (Penueus vannamei), Garcia de Leon ve ark. (1998) Deniz levreğinde 388 (Dicentrarchus labrax), Hulata (1995) ve Vandeputte (2003) Sazanda (Cyprinus carpio), Jackson ve ark. (2003) Atlantik pisi balığında (Hippoglossus hippoglossus), Waldbieser ve Wolters (1999) Kanal kedi balığında, Hara ve Sekino (2003) ve Sekino ve ark. (2003) Japon dere pisi balığında, Herbinger ve ark. (1995) ve Spies ve ark. (2005) Alabalıklarda yapmıĢ oldukları çalıĢmalarda mikrosatellit markırları seleksiyon amaçlı kullanmıĢlardır (Chistiakov ve ark., 2006). GökkuĢağı alabalığı (Oncorhynchus mykiss) üzerinde yapılan bir çalıĢmada 14 dinükleotit, 7 trinükleotid, 11 tetranükleotid ve 8 dinükleotit-tetranükleotid olmak üzere toplam 40 polimorfik mikrosatellit bölgesi kullanılmıĢtır. Bu markırların popülasyon genetiği çalıĢmalarında, ebeveyn analizlerinde, gen bağlantı haritalarının oluĢturulmasında ve moleküler markıra dayalı seleksiyon programlarının seçiminde etkin bir Ģekilde kullanılabilecek potansiyele sahip olduğu bildirilmiĢtir (Spies ve ark., 2005). Su Ürünleri Merkez AraĢtırma Enstitüsünde (SUMAE) yürütülen çalıĢmalara baktığımızda baĢlıca yetiĢtiriciliği yapılan türlerden olan Karadeniz alabalığı ve GökkuĢağı alabalığı üzerinde yapılan çalıĢmalarda damızlık stokların genetik varyasyonunun belirlenmesinde mikrosatellit belirteçler kullanılmıĢtır. Ayrıca poliploid bir tür olan mersin balıklarında doğal genetik çeĢitliğin belirlenmesinde ve endemik bir tür olan inci kefali ile yürütülen çalıĢmada ise mikrosatellit tekrar bölgelerindeki polimorfizmden faydalanılmıĢtır. Bunun yanında devam eden çalıĢmalarda ise kalkan, hamsi ve Kahverengi alabalıkların doğal popülasyonlarının genetik yapılarının belirlenmesi tekrar bölgelerdeki varyasyonun belirlenmesine dayalı olarak yapılmaktadır. [1] Mikrosatellitler yüksek düzeyde polimorfik özelliğe sahip olduğu için kullanım amaçları oldukça çeĢitlilik göstermektedir; -Seleksiyon uygulamalarında, ıslah ve yetiĢtirme programlarının oluĢturulmasında üstün verimli bireylerin anaç olarak seçilebilmesi için gerekli olan bilgilerin tespiti çalıĢmalarında (Oliviera ve ark., 2006) -Yüksek derecede polimorfizm göstermeleri ve lokuslara özgü markırlar olmasından dolayı mikrosatellitler bağlantı analizleri ve ebeveyn tayini çalıĢmalarında (Knight ve ark., 1998) - Gen haritalarının çıkartılması çalıĢmalarında (Gilbey ve ark., 2004) -Popülasyonlar içi genetik çeĢitliliğin ölçülmesine iliĢkin çalıĢmalarda, popülasyonlar arası genetik farklılık ya da benzerliklerin belirlenmesine iliĢkin çalıĢmalarda (Rutten ve ark., 2004) -Akrabalı yetiĢtiriciliğin ölçülmesinde, kodominant kalıtımın belirlenmesinde ve akrabalık iliĢkilerinin belirlenmesi çalıĢmalarında (Villanueva ve ark., 2002) kullanılabilirler. 389 -Ayrıca, popülasyon ve türlerdeki genetik varyasyon değerleri hesaplanarak mevcut gen kaynakları tespit edilebilir, soy ağacı oluĢturularak genetik akrabalık iliĢkisi ortaya konabilir (Hansen ve ark., 2001). SONUÇ Sonuç olarak su ürünlerinin bir çok alanında kısa zamanda ve güvenilir sonuç alınabilecek DNA düzeyindeki çalıĢmalar daha popüler ve kabul edilebilir niteliktedir. Ülkemizde mikrosatellit belirteçler bazı yetiĢtiricilik bağlantılı çalıĢmalarda ve popülasyon genetiği çalıĢmalarında sınırlı sayıda kullanım imkanı bulmaktadır. Mikrosatellit çalıĢmalarda en büyük engellerden bir tanesi türe ait mikrosatellit lokusların belirlenmemiĢ olmasıdır. Ya da o tür için geliĢtirilen primerler bizim çalıĢmamız için ayırt edici olmayabilir. Bu nedenle çalıĢmaya baĢlarken iyi bir tarama ve hatta mevcut primer setlerinin denendiği bir ön çalıĢma yapılmalıdır. Doğru ekipman ve teknik kullanılarak çalıĢmaların güvenirliği ve maliyeti optimize edilebilir. ÇalıĢmalardan elde edilen veriler ortak kullanıma açık veri bankalarında tür, lokasyon, genetik belirteç türü gibi özellikler belirtilerek saklanmalıdır. Böylece yapılan bir çalıĢma diğer araĢtırmacılar tarafından daha ileriye götürülebilir ve karĢılaĢtırma imkânı sağlayarak anlam kazanır. Son olarak ülkemize özgü tür ve popülasyonlarını ayırt etme gücüne sahip yeni mikrosatellit bölgelerin tanımlanması ve kullanılması gerekmektedir. [1] KAYNAKLAR [2]. Aksakal, E., Ceyhun, B., Erdoğan, O., ÇiltaĢ, A. 2008. Seleksiyon, Su Ürünleri YetiĢtiriciliğinde Mikrosatellit Markırların. "SDÜ Eğirdir Su Ürünleri Fakültesi Dergisi, Cilt 4, Sayı 1-2 [1]. Eroğlu, O., Afan, F., Firidin, ġ. 2014 Su Ürünlerinde Mikrosatellit Belirteçlerin Kullanımı. Ün, C., et al. "Mikrosatellitler ve kullanım alanları." Hayvansal üretim 41.1 (2000). 390 KASTAMONU VE BURDUR ĠLLERĠNDE GENÇLERĠN TARIMSAL ÜRETĠM FAALĠYETĠNE KATILMA EĞĠLĠMLERĠ ÜZERĠNE BĠR ARAġTIRMA Begüm SEMERCĠLER 1 Burak KAPLAN 1 Emir EMRE1 Okan GÜMÜġ1 Nazlıgül CEYLAN 1 1 Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarım Ekonomisi Bölümü ÖZET Tarımsal üretiminin baĢlıca sorunlarının içerisinde kırsal alandaki genç nüfusun payının günden güne azalması yer almaktadır. 2014 yılında yaklaĢık 78 milyon olarak belirlenen Türkiye nüfusunun 12 milyon 782 bin 381 kiĢisi "15-24" yaĢ grubundaki gençlerden oluĢmaktadır. Genç nüfusun toplam nüfus içindeki oranı %16,5 olduğu belirlenmiĢtir. Gençlerin %47,8‟inin hizmet sektöründe, %31,5‟inin sanayi sektöründe, %20,7‟sinin ise tarım sektöründe istihdam edilmektedir. Bu çalıĢmada, Kastamonu ve Burdur Ġllerinde süt üreticiliği yapan çiftçilerin, gençlerin çiftçiliğe olan eğilimlerinin ne yönde değiĢtiği belirlenmiĢtir. AraĢtırma, Kastamonu Ġlinde 74 üretici ile Burdur Ġlinde 43 üretici olmak üzere toplam 117 üretici ile yüz yüze anket yolu ile elde edilen verilere dayalı olarak gerçekleĢtirilmiĢtir. Örnek hacmin belirlenmesinde oransal örnekleme yöntemi kullanılmıĢtır. AraĢtırmada basit tanımlayıcı istatistiklerin yanı sıra, gençlerin kırsalda çiftçilik eğilimlerini belirlemek amacıyla “Çoklu Uyum Analizi” uygulanmıĢtır. Süt üreticilerinin % 59‟una göre gençlerin tarıma devam etmedikleri, %19,7‟sine göre çiftçiliğe karĢı bir isteklerinin olduğu ve %14,5‟ine göre de gençlerin kararsız kaldıkları belirlenmiĢtir. AraĢtırma bulguları, özellikle hayvan sayısı ve iĢletme geniĢliği yüksek olan üreticilerin gençlerin çiftçilik yapma eğilimlerinin fazla olduğunu öne çıkarmaktadır. ANAHTAR KELĠMELER: Kırsal, Genç Çiftçiler, Süt Üreticiliği, Çoklu Uyum Analizi 1.GĠRĠġ Genç iĢsizliği ve iĢ yetersizliği dünyadaki birçok ülkede ciddi bir sorundur ve genellikle kırsal kesimde Ģehirden çok daha hissedebilir sonuçları mevcuttur. Küçük ve orta ölçekli tarımsal faaliyet geliĢmekte olan ülkelerin yegâne iĢ kaynaklarından sayılır. Fakat böyle bir iĢ imkânı gençlerin küçük ölçekli tarım yapmaya meyil edeceklerini düĢündürmesi gerektirir gibi görünse de bu alanda yapılan birçok çalıĢmanın sonucu genç kesimin tarım ve kırsal faaliyetlere ilgi duymadığını iĢaret etmektedir. 391 Günümüzde sayısı oldukça hızla artan bu çalıĢmalar gençlerin tarımdan vazgeçtiğini göstermektedir. Bu bağlamda gençlerin tarımdan uzaklaĢmasının baĢlıca sebepleri arasında tarımsal faaliyetlerin ve kırsal yaĢamın dünya çapında aĢağı görülmesi, gençlerin tarımsal faaliyetlerin tekniklerini geleneksel yollarla ebeveynlerinden edinemiyor oluĢları, küçük çapta tarımsal faaliyet yapmak isteseler dahi genç yaĢta tarımsal arazi edinmenin güç olmasından kaynaklıdır. Türkiye‟de gençlerin tarımla daha az ilgilendiğine dair genel bir algı mevcuttur. Bu durumu gençlerin tarımdan uzaklaĢmasına yol açan etkenler bazında incelendiğinde karĢılaĢılan muhtemel iki etken Ģunlardır: Özellikle kırsal kesimde gençler arasında kendini hissettiren iĢsizlik krizi ve memleketlerindeki tarımsal faaliyetlerin gelecek vadeden geçim kaynağı olarak görülmesinin önüne geçmesidir. Bu makalede gençlik ve tarım problemi birkaç farklı açıdan incelenmektedir. Ġlk olarak gençlerin tarımsal faaliyetlere katılma ve katılmama durumunun nicel kanıt gözeterek oranının saptanmasıdır.Kastamonu ve Burdur Köy-KOOP Birliğine ortak olan süt üreticileriyle yapılan araĢtırmalar sonucu tüm bu düĢünceler doğrultusunda ortak sorunlarla karĢılaĢılmıĢ, gençlerin hızla tarımdan uzaklaĢtığı ortaya çıkmıĢtır. Bu çalıĢmada, Kastamonu ve Burdur illerindeki süt üreticilerinin, gençlerin tarımsal üretime devam etme istekliklerinin üreticiler açısından sosyo-ekonomik ve iĢletme özellikleri bakımından değerlendirilmesi amaçlanmıĢtır. Konu ile ilgili olarak ulusal düzeyde herhangi bir saha çalıĢmasına rastlanılmamıĢ olması bu çalıĢmanın önemini artırmaktadır. 2.MATERYAL VE YÖNTEM ÇalıĢmada birincil veri kaynağı olarak, Kastamonu ve Burdur illerinde bulunan süt üreticileri ile yapılan anket çalıĢması sonuçları kullanılmıĢtır. Kastamonu ve Burdur KÖY-KOOP veri tabanı, TÜĠK verileri, kamu kuruluĢlarının web siteleri, konu ile ilgili yapılmıĢ olan makaleler, tezler çalıĢmanın ikincil veri kaynağını oluĢturmaktadır. Burdur ve Kastamonu ilinde 45.000 süt üreticisi bulunmaktadır. Örnek hacmin belirlenmesinde „olasılıklı‟ oran örnekleme” yöntemi kullanılmıĢtır.%90 güvenilirlik ve %7.5 hata payı dikkate alınarak örnek hacim 117 olarak bulunmuĢtur. (Miran 2002) Anketten elde edilen veriler kod planı hazırlanarak bilgisayar ortamına aktarılmıĢtır. 392 Veriler ilgili paket programlarında değerlendirilmiĢtir. Veriler yüzdesel tablolar, çapraz tablolar, ortalamalar, ki-kare analizi ve çoklu uyum yöntemi kullanılarak yorumlanmıĢtır. Ġstatistiksel analiz aĢamasında belirlenen değiĢkenler arasındaki iliĢkilerin tespit edilebilmesi için kategorik olarak elde edilmiĢ r*c veya r*c*k tablosu haline getirilen çapraz tabloların daha az boyutlu bir uzayda ve elde edilen sonuçların grafiksel olarak gösterimini amaçlayan Çoklu Uyum Analiz Tekniği‟nden (MultipleCorrespondance Analysis Technique) yararlanılmıĢtır. AraĢtırmada değerlendirilen değiĢkenlerin toplam seviye sayısı 19 (sütun), anket sayısı 117 (satır) olarak ele alındığında oluĢturulan L matrisi 117x19 boyutlu bir matris Ģeklini almıĢtır. L matrisinin analiz edilmesinde, bu matrisin iç çarpımlarından oluĢan Burt Tablosu ya da I Matrisi olarak adlandırılan matris esas alınmıĢtır (MendeĢ 2002, Aktürk 2007). L= 1 . 0 0 . 1 1 . 0 1 0 1 1 . . . 0 0 1 0 0 117*19 1 L matrisinin analiz edilmesinde, bu matrisin iç çarpımlarından oluĢan Burt Tablosu ya da I Matrisi olarak adlandırılan matris esas alınmıĢtır (MendeĢ 2002, Aktürk 2007). 3.ARAġTIRMA BULGULARI AraĢtırmaya katılan üreticilerin %36.8‟i Burdur ilinde (43 üretici) , %63.2‟si Kastamonu ilinde (74 üretici) bulunmaktadır. Süt üreticilerinin %4.3‟ü kadın %95.7‟si erkek üreticiler oluĢturmaktadır. Üreticilerin ortalama yaĢları 46.2 olarak belirlenmiĢtir. Anket çalıĢmasına katılan en genç üretici 18 yaĢında iken en yaĢlı üretici 86 yaĢında olduğu saptanmıĢtır. Üreticilerin %13.7‟si 18-30 yaĢ, %67.5‟i 31-55 yaĢ arası ve %18.8‟i 55 yaĢ üzeri olduğu belirlenmiĢtir. Üreticilerin eğitim seviyesi kimi çalıĢmalarda dikkate alınması gereken bir değiĢken olarak kabul edilmektedir. AraĢtırmada üreticilerin %0.9‟u okur-yazar, %42.7‟si ilkokul, %20.5‟i ortaokul, %28.2‟si lise, %3.4‟ü yüksekokul, %3.4‟ü üniversite, %0.9‟u yüksek lisans-doktora eğitim düzeyine sahip oldukları saptanmıĢtır.(çizelge 1)Hanelerin ortalama birey sayısı 5.6‟dır.Üreticilerin %56.4‟ünün hanelerinde 5 bireyden daha az kiĢi bulunmaktadır. Hanelerdeki kadın sayısı ortalama 2.8 iken erkek birey sayısı ortalaması 2.7 olarak hesaplanmıĢtır. 393 Üreticilerin kendilerini yaĢamıĢ oldukları köy içinde hangi gelir düzeyince olduklarını değerlendirilmesi istenmiĢtir. Çizelge 1‟den de görülebileceği gibi, üreticilerin %6‟sı düĢük gelir düzeyinde olduğunu, %84.6‟sı orta, %9.4‟ü yüksek gelir düzeyinde oldukları belirlenmiĢtir. Ayrıca üreticilerin %55.6‟sının tarım dıĢı gelir elde ettiği, bu üretici grubunun %80‟ninin gelirlerinin %75‟ini tarım dıĢı faaliyetlerden oluĢtuğu saptanmıĢtır. Üreticilerin tarımsal gelir kaynaklarının ortalama 47.4‟ünü bitkisel üretim, 56.8‟ini hayvansal üretim faaliyetleri oluĢturmaktadır. Üreticilerin %79.1‟inin iĢletmeleri ile ilgili herhangi bir kayıt tutmamaları araĢtırmanın dikkat çekici noktalarından bir tanesidir. Üreticilerin iĢletme özellikleri incelendiğinde, üreticilerin ortalama iĢletme geniĢliğinin 105.4 dekar olduğu, bu ortalamanın Türkiye ortalaması olan 61 (TÜĠK 2015) dekardan daha fazla olması araĢtırmanın diğer dikkat çekici bir noktasıdır. Çizelge 2‟de üreticilerin arazi kullanım Ģekilleri ve iĢlemiĢ oldukları arazi ortalamaları gösterilmi 394 Çizelge2. Üreticilerin arazi kullanım Ģekilleri ve iĢlemiĢ oldukları arazi ortalamaları Arazi Kullanım Şekli Yüzde Mülk sulu Mülk kuru Ortağa kiraya tutulan Ortağa kiraya tutulan kuru Ortağa kiraya verilen sulu Ortağa kiraya verilen kuru 85 56 31 17 5.1 4.2 Ortalama Arazi (dekar) 52.7 59.12 35.94 43.5 41.33 74.0 Türkiye‟de süt üretimi 2015 yılında 18.6 milyon ton olarak gerçekleĢmiĢtir. Bu üretimin %90‟ı (16.9 milyon ton) sığırlardan elde edilmektedir (TEPGE-2015).Burdur ilinde ortalama yıllık iĢletme baĢına süt üretimi 112 ton, Kastamonu ilinde ise 52 ton olarak elde edilmiĢtir. AraĢtırma bölgesinde yetiĢtirilen bitkisel ürünler sırasıyla; buğday, arpa, mısır, yem bitkileri, sarımsak, Ģekerpancarıdır. ĠĢletme baĢına ortalama süt sığırı sayıları; yerli ırkı 10.75 adet, kültür ırkı 14 adet, melez ırkı 10.16 adettir. Kastamonu ili için ortalama iĢletme baĢına yerli sür sığır sayısı 5.7 iken, Burdur için 11.75 adet olarak hesaplanmıĢtır. Benzer Ģekilde Kastamonu ili için iĢletme baĢına ortalama 10.75 adet melez süt sığırı düĢerken bu oran Burdur için 1.25 adettir. Kastamonu ilinde kültür ırkı ile süt üretimi yapan iĢletme bulunmamaktadır. Burdur ilinde kültür ırkı ile süt üretimi yapan iĢletme baĢına düĢen ortalama hayvan sayısı 14 olarak saptanmıĢtır. Üreticilerin %24.8‟inin süt sağım makinasına sahip oldukları tespit edilmiĢtir. Bir baĢka ifade ile her 4 üreticiden sadece 1 tanesinde süt sağım makinası vardır. 3.1 Gençlerin Tarımsal Faaliyetlerde Bulunma Eğilimlerinin Değerlendirilmesi Süt üreticilerinin %53.8‟ine göre gençlerin son yıllarda tarımsal faaliyetlerden uzaklaĢtığı, köy/mahallelerden il merkezlerine göç ettiklerini belirtmiĢlerdir. Gençlerin bölgede tarıma devam ettiklerini bildiren üretici sayısı %29.1 olarak belirlenmiĢtir. Üreticilerin %17.1‟i de konu hakkında bir fikri olmadığını bir baĢka ifade ile gençlerin tarımdan uzaklaĢıp uzaklaĢmadığının farkında olamayan grup oluĢturmaktadır. 395 Gençlerin günümüzde tarımsal faaliyetler ile uğraĢmadığını belirten süt üreticilerinden, kadın üreticilerin oranı %80, erkek üreticilerin oranı ise %52.7 olarak hesaplanmıĢtır. Eğitim düzeyi lise mezunu ve üstü olan üreticilerin %47.35'i gençlerin tarımdan uzaklaĢtığını belirtmektedir. Eğitim düzeyi ortaokul ve aĢağısı olan üreticilerin %68.76'sı gençlerin tarımdan uzaklaĢtığını söylemiĢtir. Bu sonuçlara bakıldığında eğitim düzeyi düĢük olan üreticiler, yüksek olan üreticilere göre kırsal alanda daha fazla bulunduklarından dolayı bölgenin genel durum ve yapısı hakkında eğitim derecesi yüksek olan üreticilere göre daha fazla bilgi sahibidirler. Eğitim düzeyi yüksek olan üreticilerin eğitim süreçlerini kırsal kesimden uzakta tamamladığından dolayı köyün genel durumu ve yapısı hakkında bilgileri kısıtlıdır. Tarım dıĢı geliri olan üreticilerin %56.9'u gençlerin tarımdan uzaklaĢtığını belirtmektedir. Tarım dıĢı geliri olmayan üreticilerin %50'si ise gençlerin tarımdan uzaklaĢmadığını söylemektedir. Bu durumda tarım dıĢı geliri olan bireylerin, tarımsal faaliyetlerden gelir elde etme zorunluluğu olmadığı düĢüncesinden hareketle, il/ilçelere göç etme durumu vardır. Fakat tamamen tarımsal faaliyetler sonucu gelir elde eden bireylerin tek geçim kaynağı tarımsal faaliyetler olduğundan dolayı göç edebilme imkanı düĢüktür. Köy içinde genel gelir düzeyi düĢük olanların %71.4'ü, orta olanların %52.5'i, yüksek olanların %54.5'i gençlerin tarımdan uzaklaĢtığını belirtmektedir. Bu veriler sonucunda gelir seviyesi düĢük olan üreticiler dıĢarıdan kalifiye eleman temin edemeyeceklerinden dolayı aile iĢgücünden yararlanmaktadırlar. Fakat genç üreticilerin kırsal kesimde yeterli istihdam alanı bulamadıkları ve kaliteli eğitim alamadıklarından dolayı göç etme istekleri mevcuttur. Yüksek gelirli üreticilerin iĢletmelerinde ise nitelikli ve kalifiye eleman çalıĢtırmaları olağan bir durum olduğundan dolayı genç nüfusun azlığı bu üreticileri etkilememektedir. Tarımsal destek alanların %52.7'si, almayanlarında %66.7'si gençlerin tarımdan uzaklaĢtığını söylemektedir. Tarımsal krediyi her yıl kullananların %38.5'i, gerektiğinde kullananların %59.4'ü, kullanmayanların %47.4'ü gençlerin tarımdan uzaklaĢtığını belirtmiĢlerdir. Ortalama iĢletme geniĢliği 105 dekar olarak belirlenmiĢtir. Gençlerin tarımdan uzaklaĢtığını belirten bireylerin ortalama iĢletme geniĢlikleri 99.8 dekar, tarımdan uzaklaĢmadığını belirten bireylerin 396 ise iĢletme geniĢliği ortalama 113 dekar olduğu saptanmıĢtır. Bu durum küçük iĢletmelerin iĢgücü ihtiyacını iĢletme dıĢından sağlayamadığından gençlerin tarımdan uzaklaĢtığını buna karĢın, iĢletme ortalaması yüksek olan bireylerin /iĢletme sahiplerinin gereksinim duydukları iĢgücü iĢletme dıĢından yevmiyeli olarak temin edebildiklerinden dolayı gençlerin tarımdan uzaklaĢmadığını belirtmeleri ekonomik olarak mümkün olabilmektedir. Çizelge 3’de üreticilerin sahip oldukları büyükbaş hayvan sayıları besi ve süt olarak ayrılmış, yerli, kültür ve melez ırkların toplamı verilmiştir. Büyükbaş süt hayvancılığın da en çok kültür ırkı öne çıkmıştır ve sayısı 661’dir. Bu durumda süt üretiminde kültür ırkının daha verimli olduğu söylenmektedir. Üreticilerin toplam hayvan sayısı 2055 olup, ortalaması 17.56’dır. Hayvan varlığı ile gençlerin tarımsal faaliyete katılma eğilimleri karşılaştırıldığında büyükbaş süt hayvancılığında melez hayvan sayısı ortalaması 10.16 iken, kültür ırkı hayvan sayısı ortalaması 14’tür. Büyükbaş süt hayvancılığında melez ırkı ortalamanın üstünde (12.55 baş) olan üreticilerin gençlerin tarımdan uzaklaşmadığını düşünmekte, kültür hayvanı ortalamanın üstünde (15.37 baş) bir hayvan varlığına sahip üreticiler ise gençlerin tarımdan uzaklaştığını söylemiştir. Büyükbaş süt hayvancılığında yerli ortalaması 14 olan bireylerin gençlerin kırsal kesimden kopmadığını belirtmiştir. Büyükbaş besi hayvancılığında yerli ortalaması 6.16 olan bireylerin gençlerin tarımsal alanda kalmalarına yönelik gidişatını iyi veya kötü olarak nitelendirememişlerdir. Anket veri sonuçlarına göre Kastamonu ve Burdur illerinde süt üreticilerinin satıĢ ve pazarlama aĢamasında çoğunluğu erkek üreticilerin sağlamasına rağmen, kadınlar bu bölgede emek-yoğun iĢlerde çalıĢsada sektörde süt üreticiliği faaliyetinde ekonomik anlamda geri planda kalarak etkin bir rol almadıklarını ortaya koymaktadır. 397 3.2 Verilerin Çoklu Uyum Analizi Ġle Gösterimi Çoklu Uyum Analizi Tekniği uygulamasında ele alınan 6 kategorik değiĢken; eğitim, yaĢ, tarım dıĢı gelir, arazi geniĢliği, hayvan sayısı ve gençlerin tarımdan uzaklaĢma durumudur. . ġekil 1‟den aĢağıdaki sonuçlar çıkarılabilir: - Tarım dıĢı bir gelire sahip olan, 55 yaĢ üzerinde, lise ve üstü bir eğitim düzeyine sahip, hayvansal üretim faaliyetinde bulunmayan üreticiler, gençlerin tarımdan vazgeçtiklerini belirtmektedir. - Eğitim düzeyi ortaokul ve altı olan üreticiler gençlerin tarımdan uzaklaĢmadığını belirtmeleri araĢtırmanın dikkat çekici bir sonucudur. ġekil 1: Ġki boyutlu uzayda çoklu uyum analizinin gösterimi 4.SONUÇ Türkiye‟de kırsal kesimde yaĢayan gençlerin tarımsal faaliyet yapma isteklilikleri her geçen gün azalmaktadır. Bunun nedenleri arasında gelecek vadeden iĢ imkânı olarak görmemeleri, devletten 398 yeteri kadar destek alamamaları ve genellikle küçük ve orta ölçekli iĢletmelerde üretimi arttırmak için kullandıkları girdi ve çıktılardan kar sağlayamadıkları için tarıma yönelmedikleri saptanmıĢtır. Tüm bunlar gençlerde sosyal güvence yoksunluğu doğurmaktadır. Tarımda çalıĢan nüfusun gittikçe yaĢlanması, tarımın cazip bir çalıĢma ortamı haline getirilememesi gençlerin tarıma çok fazla ilgi göstermemesine neden olmaktadır. Bu durum tarım sektörünün geliĢmesini sekteye uğratmakta, yeniliklere ve geliĢmelere çok ilgi göstermeyen yaĢlı nüfusla da, tarım sektörünün durağan olmasına neden olmaktadır. Tarımı yönlendirmek için kullanılan tarımsal destek politikaları gençler sayesinde baĢarıya ulaĢabilir. Nitekim gençler bu tip desteklerden çok daha iyi yararlanabilirler. Çünkü gençlerin giriĢken ve üretken dinamik yapısı sayesinde yeniliklerin benimsenmesini kolaylaĢtırırken sürekliliğini arttırabilir. Ancak araĢtırma verilerine göre eğitim düzeyi ortaokul ve altı olan üreticilerin, gençlerin tarımdan uzaklaĢtığını belirterek üretken ve dinamik yapının yetersiz kaldığı açıklanmıĢtır. Bu sonuçta tarımda çalıĢan nüfus açısından önemli bir dezavantajdır. AraĢtırma bölgelerinde üreticilerin %94 ünün gelir düzeyi orta ve üzeri olarak saptanmıĢtır. Bu sonuca göre gençlerin tarımsal üretime katılma eğilimlerindeki faktörün sadece ekonomik yeterlilik olmadığı belirlenmiĢtir. Benzer Ģekilde tarım dıĢı gelire sahip olan (tarımsal faaliyete bulunma eğilimi esnek olabilen) üreticilerin aynı fikri paylaĢtığı görülmektedir. Nitekim, Burdur ilinde süt veriminin yüksek olduğu gözlemlenmiĢ ancak gençlerin tarımdan uzaklaĢtığı saptanmıĢtır. Kastamonu ilinde ise süt veriminin Burdur‟dan daha düĢük olduğu belirlenmiĢ olup, burada da gençlerin tarımdan uzaklaĢtığı tespit edilmiĢtir. Bu faktörler göz önünde bulundurulduğunda gençlerin sadece ekonomik sebeplerden dolayı tarımdan uzaklaĢmadıkları bir kez daha görülmektedir. Gençlerin köye dönüĢlerini teĢvik etmek amacıyla sadece ekonomik bakımdan değil sosyal ve kültürel faktörlerin de gözetilmesi gerekir. Bu kapsamda ortaya çıkan sonuçların ıĢığında kırsal alandaki sosyo-kültürel imkanların kısıtlı olması, eğitim koĢullarının düĢük olması, sağlık hizmetlerinin yetersiz olması gibi faktörlerin geliĢtirilmesinin gerekli olduğu gözler önünde sergilenmektedir. AraĢtırma bulgularında üreticilerin mevcut genç potansiyelleriyle birlikte, gelecekte kırsal alanın refahı ve tarımsal 399 üretimin geliĢimi ve sürdürülebilir bir kalkınma için yeterli potansiyellerini harekete geçirebilmeleri açıkça ortaya koymaktadır. FAO 2014 verilerine göre 2050 yılında dünya nüfusunun 9 milyara ulaĢacağı tahmin edilmektedir. Bu nüfusun 1.3 milyarını gençlerin oluĢturacağı beklenmektedir (Anonim 2016a). Bu genç nüfusun çoğu, kırsal alanda yaĢayan az geliĢmiĢ ve geliĢmekte olan ülkelerde doğacak olanlardır. Kırsal alandaki genç nüfus, bu araĢtırmada da olduğu gibi gelecekte de benzer sorunlarla yüz yüze gelmek durumunda kalacaktır. Bu sonuçlar ıĢığında tarım sektörü, giriĢimcilik fırsatları sağlayabilen, gelir seviyesini artıracak bir alandır. Özellikle gençler için bu sektörde istihdam yaratmak, gençleri tarım sektörünün içine çekmek amaçlanmalıdır. KAYNAKLAR Anonim, 2016. Köy-Koop kayıtları, www.koykoop.org/hakkimizda.aspx, 2016. Anonim 2016a. www.tarimdanhaber.com, eriĢim tarihi: 30.03.2016 Gül, U., Gül Yavuz, G. 2015. Et ve Süt Raporu, TEPGE Yayınları, Aktürk, D.,Gün, S., Kumuk, T. 2007. Multiplecorrespondanceanalysistechniqueused in analyzingthecategorical data in socialsciences, Journal of AppliedSciences, 7(4):585-588. MendeĢ, M. 2002. Çoklu Uyum Tekniğinin kullanımı, Ziraat Mühendisliği Dergisi, 337:32-35. Miran, B. 2002 Temel Ġstatistik, E.Ü. Matbaası, 2002 400 TARIMSAL MÜCADELEDE DOĞAL DÜġMAN BÖCEKLER ġükriye YILDIRIM 1 , Oğuzhan Kadir YIL2 , Bensu SOBACI3 1 2 Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bitki Koruma Bölümü Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarım Makinaları Bölümü 3 Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Zootekni Bölümü 3 ÖZET Ġnsanoğlunun yeryüzündeki yaĢamının sürekliliği için tarımsal üretim vazgeçilmez bir zorunluluktur. Bitkisel üretimin her aĢamasında ürünlere zarar veren çok sayıda hastalık, zararlı ve yabancı ot bulunmaktadır. Bitkisel üretimle uğraĢan insanlar hastalık zararlı ve yabancı ot ile mücadele edebilmek için çok sayıda yöntem geliĢtirmek zorunda kalmıĢlardır. Özellikle ikinci dünya savaĢından sonra çok sayıda yeni pestisitin ve uygulama makinesinin üretilmesiyle birlikte dünya da yoğun bir pestisit kullanımı ortaya çıkmıĢtır. Fakat yirmi birinci yüzyılın sonlarına gelindiğinde kullanılan bitki koruma ürünlerini çevre ve insan sağlığı üzerindeki zararları görülmeye baĢlanmıĢtır. Bu nedenle tüm mücadele metotlarının zararlıları belirli bir seviyede tutmak için uyum içinde kullandığı entegre mücadele yöntemleri baĢta olmak üzere özellikle bilgiye dayalı biyolojik ve biyoteknik mücadele yöntemleri yaygınlaĢmıĢtır. Tarımsal üretimde bugün iki büyük sorunla karĢılaĢmaktayız. Bunlardan en önemlisi tarımsal ürünlerdeki bitki koruma ürünü yani tarım ilacı kalıntısı, diğeri ise artan tarımsal mücadele maliyetleridir. Bu iki sorunun çözümü ise dünyada kabul gören entegre zararlı mücadele ile mümkündür. Biyolojik mücadele, entegre mücadelenin en önemli parçası ve ülkemiz için en uygulanabilir mücadele metotlarından birisidir. Biyolojik mücadele en basit haliyle "bitkisel üretimde ekonomik kayıplara yol açan zararlı organizmalarla mücadelede doğada bulunan faydalı organizmaların kullanılması" olarak tarif edilebilir. Bu makalede tarımsal mücadele doğal düĢman böcekler hakkında bilgi verilecektir. ANAHTAR KELĠMELER: Bitki koruma, biyolojik mücadele, doğal düşman böcekler 401 1.GĠRĠġ Tarımda zararlılarla mücadele edilmediği durumda üretimde önemli nicelik ve nitelik problemleri yaĢanmaktadır. Çevre ve insan sağlığı bilinci geliĢmiĢ ülkeler haricinde dünya genelinde tarımsal mücadele dendiğinde ilk akla gelen yöntem, kimyasal savaĢ yöntemidir. Tarımın ana hedefi sadece birim alandan çok ürün almak olmayıp, aynı zamanda sürdürülebilir tarım tekniklerine uygun, çevreye, insan ve hayvan sağlığına duyarlı ürün yetiĢtirmektir. Bunu sağlayabilmek için ise sağlıklı ve verimli tohum, fide ve fidan kullanmak, iyi bir toprak iĢlemesi, sulama, gübreleme, budama vb. birçok tarım tekniklerinin uygulanmasının yanında üründe kalite ve kantite yönünden önemli kayıplara neden olan hastalık, zararlı ve yabancı otlara karĢıda bilinçli bir mücadele yapmakla mümkündür. Ġlaç devriminden sonra ürün kayıplarında iki katlık bir artıĢ meydana gelmiĢ ve aynı zamanda ilaç kullanımında on iki katlık bir artıĢ gözlemlenmiĢtir. Ürün kayıplarındaki bu artıĢ, zararlılarda ilaçlara karĢı dayanıklılığın artması, potansiyel zararlıların ekonomik zararlı durumuna geçmesi ve doğal düĢmanların öldürülmesi nedeniyle doğal dengenin bozulmasında kaynaklanmıĢtır. Bunlara insan ve hayvan sağlığının tehdit edilmesi, gıda maddelerindeki ilaç kalıntıları, çevre kirlenmesi ve yüksek ilaç fiyatları da eklenince kimyasal mücadeleye alternatif çevre dostu ve daha ucuz mücadele yöntemlerine geçilmesi zorunlu hale gelmiĢtir. Bu yöntemlerden en ümit verici, en çevre dostu, uzun vadede en ucuz ve en sürdürülebilir olan ise biyolojik mücadeledir. 2.BĠYOLOJĠK MÜCADELE NEDĠR? Zaralı böceklerin, doğadaki mevcut doğal düĢmanları yardımıyla ekonomik zarar düzeyinin altında tutması iĢlemine biyolojik mücadele denilmektedir. Biyolojik mücadelede hedef kimyasal mücadelede olduğu gibi zararlıları tümüyle yok etmek değildir. Biyolojik mücadele, Zaralı yoğunluğu ekonomik zarar düzeyinin altında tutulmakta böylece söz konusu zararlının doğal düĢmanların doğada sürekliliğinin sağlanması hedef alınmaktadır. Biyolojik mücadele çalıĢmalarında birçok canlı grubundan(doğal düĢman) yararlanılmaktadır. Bunlar; böcekler, akarlar, kuĢlar ve hastalık etmenleri bakteri virüs ve funguslardır. Doğal düĢman böcekler 3 grupta toplanmaktadır. Predatör (avcı) böcekler Parazitoit böcekler Entomopatojenler 402 2.1 Predatör (Avcı) Böcekler Hayattı boyunca serbest olarak yaĢayan, avını yiyerek veya vücut sıvısını emerek öldüren, çoğunlukla bundan büyük boyda olan ve geliĢmesini tamamlayabilmesi için birden fazla ava ihtiyacı olan organizmalardır. Örnek olarak Turunçgil unlu biti Planococcus citri‟ye karĢı Cryptolaemus montmuzieri‟nin kullanılmasıdır. 2.2 Parazitoit Böcekler Yumurtasını konukçusunun içine veya üzerine bırakarak geliĢmesine tamamlayıp, konukçusunu öldüren ve ergin oluĢuncaya kadar yalnız bir tek konukçuya ihtiyaç gösteren organizmalardır. Örneğin yumurta parazitoiti Trichogramma türlerinin, Elma iç kurdu (Cydia pomonella) mücadelesinde kullanılmaktadır. 2.3 Entomopatojenler Entomopatojenler; nematodlar, protozoa, riketziya, funguslar, bakteriler ve virüslerden oluĢmakta olup bunlar arasında funguslar biyolojik mücadelede önemli bir yer tutmaktadırlar. Funguslar diğer entomopatojen mikroorganizmalardan daha geniĢ konukçu dizisine sahip olup Lepidoptera, Homoptera, Hymenoptera, Coleoptera ve Diptera takımlarından bir çok böceği enfekte etmektedirler (Arıcı ve ark., 2012). Lepidopter zararlılarına karĢı Bacillus thrungiensis‟in kullanılması entomopatjonlere örnek olarak verilebilir. 3.BĠYOLOJĠK MÜCADELE UYGULAMA YÖNTEMLERĠ Biyolojik mücadele programlarının hazırlanabileceği bölgelerdeki kültür bitkilerindeki tüm zararlıların ve bu zararlıların doğal düĢmanlarının saptanması gerekmektedir. Söz konusu doğal düĢmanların birbirleriyle ilgilerinin çok iyi bilinmesi gerekir. Ayrıca bu doğal düĢmanların konukçularına hangi Ģartlarda ne oranda etkili olduklarının da ortaya konması gerekir. Söz konusu bölgedeki zararlıları baskı altında tutacak doğal düĢmanlar yok ise, 1. Doğal düĢmanların bulundukları bölgelerden toplanarak konukçularının zarar yaptıkları yerlere salınması. 2. Doğal düĢmanların üzerinde bulundukları konukçularıyla birlikte faydalının bulunmadığı bölgeye salınması. 3. Biyolojik mücadele etmenleri laboratuarda üretilerekkonukçularının zarar yaptığı bölgelere salınmasıdır. 403 4. Biyolojik mücadelesi planlanan zararlının yurt içinde etkili doğal düĢmanları yok ise yurt dıĢında var olan etkili doğal düĢmanların getirilip laboratuarda üretimleri gerçekleĢtirilerek biyolojik mücadelede kullanılır. Biyolojik mücadeleyi olumsuz yönde etkileyen faktörler vardır. Bunlar: 1. Ġklim 2. Konukçu Uygunluğu 3. Karınca 4. Toz 5. Zararlı ve hastalıklara karĢı kullanılan zirai ilaçlardır. SONUÇ Biyolojik mücadele diğer mücadele yöntemleri ile kıyaslandığında birçok üstünlükleri bulunmaktadır. Bunun yanında biyolojik mücadelenin bazı önemli kısıtları da bulunmaktadır. Bu kısıtlar içinde her zararlı için bugün kullanımda olan bir biyolojik mücadele etmeni bulunmamaktadır. Biyolojik mücadele yöntemi kimyasal mücadeleye nazaran biraz yavaĢ iĢleyen mekanizmaya sahiptir, kullanımı için daha teknik bilgi gerektirmektedir. Her Ģeye rağmen geliĢmiĢ ülkelerde olduğu gibi ülkemizde de tarımda sürdürülebilirliği sağlama, çevre ve insan sağlığını koruma adına biyolojik mücadeleden azami yararlanma yoluna gidilmelidir. KAYNAKLAR Arıcı, ġ, E., Gülmez, Ġ., Demirekin, H., Zahmekıran, H., Karaca, Ġ., 2012. Entomopatojen Fusarium subglutinans ‟ın bakla yaprakbiti, Aphis fabae Scopoli (Hemiptera: Aphididae) üzerine etkisi. Türkiye Biyolojik Mücadele Dergisi, Syf.89-96. Tarım kütüphanesi(www.tarımkutuphanesi.com) Teoriden Pratiğe Biyolojik Mücadele Ve Gelecek Stratejisi (Dr. Nevzat BĠRIġIK Gıda Ve Kontrol Genel Müdürlüğü Bitki Sağlığı Ve Karantina Daire BaĢkanı ), 2013 Genel Entomoloji Kitabı ,Ġ. Akif Kansu ders kitabı 404 TEHLĠKE ALTINDAKĠ BĠR KÜLTÜR BĠTKĠSĠ :SAFRAN (Crocus sativus L.) Berat ERDOĞMUġ * Muhammed ġah DEMĠRBAġ* Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarla Bitkileri Bölümü ÖZET Türkiye‟nin yok olma tehlikesi ile karĢı karĢıya olan bitkilerinden biri de safrandır. Safran; gıda, boya, kozmetik ve ilaç sanayinde kullanılmakta ve dünyanın en pahalı baharatlarından biri olma özelliğini taĢımaktadır Safran Hititlerden itibaren Anadolu'da bilinmektedir. Osmanlılar döneminde ise yurt dıĢına ihraç edilen bir bitki olmuĢtur. Ancak, günümüzde ekimi ve üretimi çok gerilemiĢtir. Safran kültürü, bugün Safranbolu‟nun sadece altı köyünde yapılmaktadır.Üretimi oldukça yetersizdir. Dolayısıyla ürünün ihracatı ve ithalatı arasındaki denge, ne yazık ki ithalat lehinedir. Bu ise döviz çıktısını, dolayısıyla ekonomik kaybı beraberinde getirmektedir. . Günümüzde safranın gramı, altına eĢdeğerdir ve kilosu uluslararası pazarda 13000 dolar civarındadır. Safran üretiminde baĢarı sağlamamız ve yurt dıĢı ile rekabet edebilmemiz, onu tanımamıza ve tanıtmamıza, çiftçiyi teĢvik etmemize ve bitkinin yetiĢme Ģartlarını bilerek muhtemel üretim alanlarının geniĢletilmesine bağlıdır. Bu bağlamda ekonomiye yeniden kazandırılacak safran, sadece yörenin sosyo-ekonomik kalkınması açısından değil, ülke ekonomisi açısından da son derece önemlidir. ANAHTAR KELĠMELER:Safran,çiftçi,üretim,ithalat,ekonomi 1.GĠRĠġ Bilindiği gibi Türkiye, endemik bitkiler açısından dünyanın en zengin ülkelerinden biridir. Türkiye‟deki endemik bitkilerin sayısı 3000 civarındadır. Bu bitkilerin floradaki tüm bitkilere oranı ise, yaklaĢık %33 dür. Öte yandan Türkiye‟de yok olma tehlikesi ile karĢı karĢıya kalan türlerin sayısı, floradaki toplam bitki türü sayısının %23 ünü oluĢturmaktadır (ġaltu 2002). Tehdit altındaki bu bitkilerden biri de önemli endemik bitkilerimizden biri olan safrandır. Süsengillerden olan safran, soğanlı, çiğdeme benzer, eflatun-mor çiçekli bir bitkidir. Kuzey yarıkürede tropikal ve subtropikal iklim bölgelerinde yayılıĢ göstermektedir. Daha çok Ġtalya, Ġspanya, Yunanistan, Fas, Mısır, Ġsrail, Türkiye gibiAkdeniz‟e kıyısı olan ülkelerde ve Japonya, Çin, Hindistan, Pakistan, Ġran ve Azerbaycan‟da kültürü yapılan çok yıllık otsu bir bitkidir (Allahverdiev ve diğerleri 1997). Safranın 60‟ın üzerinde taksonu bulunmaktadır (Davis 1988, 2000). Dünyanın en pahalı baharatlarından birisi olan safran, cinsin ekonomik değere sahip tek türü olan Crocus sativus‟tan üretilmektedir. Safran çok eskiden beri yetiĢtirilen önemli bir ilaç, baharat ve boya bitkisidir. Kullanım 405 alanları; boya sanayi, kozmetik sanayi, ilaç sanayi ve gıda sanayi olmak üzere dört ana baĢlık altında toplanabilir. Bu alanlardan gıda ve ilaç endüstrisinde çok geniĢ kullanım alanına sahiptir. ĠĢtahsızlık, bronĢit, boğmaca, hazımsızlık, uykusuzluk, iktidarsızlık, gibi rahatsızlıklarda kullanılmaktadır. Humma, kızamık ve dalak büyümesine karĢı kullanılan ilaçlarda yer almaktadır (Özel ve Erden 2005). Özellikle, kanser araĢtırmalarında, bazı kanser türlerine karĢı potansiyel bir kanser önleyici olduğu için, geniĢ çapta denemelerde kullanılan bir madde durumundadır (Fıkrat 2002; Mcgimpsey, Douglas 1997). Örneğin, Amerika BirleĢik Devletleri, Japonya, Rusya, Ġspanya, Fransa, Romanya ve Ġngiltere'de yapılan kanser araĢtırmalarında, fareler üzerindeki denemelerden, bazı kanser türleri için umut verici sonuçlar alındığı belirtilmektedir. Ancak, dünyada üretilen safran miktarı, yapılan araĢtırmalar için yeterli değildir. Buna karĢılık, çok pahalı bir madde olması nedeniyle, hem araĢtırma yapılmasını sınırlamakta hem de araĢtırma giderlerini çok arttırmaktadır. Bu nedenle, safranın seralarda yıl boyunca üretimi için de araĢtırmalar yapılmaktadır. Safranın tıp ve gıda sanayindeki önemine karĢılık boya sanayindeki önemi giderek azalmaktadır. Safran, geçmiĢte boyama iĢlerinde, kumaĢ ve halı ipliklerinin boyanmasında geniĢ olarak kullanılmıĢtır. Ancak boyama gücü çok yüksek olmasına ve hoĢa giden parlak sarı renk vermesine rağmen (kendi ağırlığının 100 bin katını boyayabilir), pahalı bir madde olması nedeni ile, bugün boyama amaçlı kullanımı çok azalmıĢtır. Sentetik boyalar çok daha ucuz olduğundan safranın yerini almıĢtır. Safranın ekonomik önemi, dünyada bu denli çeĢitli endüstri dallarında çok geniĢ kullanım alanı bulunmasından ileri gelmektedir. Bugün, dünya piyasalarında, safranın gramı, altının gramına eĢdeğer tutulmaktadır. Öyle ki A.B.D.'de safran satıĢı, marketlerin reyonlarında yapılmamakta, safran market yöneticisinin ofisindeki kasada muhafaza edilmektedir. Safran almak isteyen müĢteri, yöneticiden peĢin ödeme karĢılığında safranı satın almakta, kredi kartı kabul edilmemektedir. Aynı Ģekilde, Ġspanya ve Yunanistan'da, safran alıĢ veriĢi peĢin ödeme karĢılığı yapılmaktadır ve çok pahalıdır. Uluslararası pazarda safranın kilosu 13 bin dolardır. Ülkemizde de bu fiyat oldukça yüksektir ve 5000–6000 YTL civarındadır. Safran yetiĢtiriciliğinin çok zahmetli olması, ortalama 80-120 bin çiçekten 5 kg yaĢ tepecik, bundan da 1 kg kuru ürün alınması, bir kadın iĢçinin saate 50-60 gr tepeciği çiçekten ayırabilmesi, çiçek veriminin 80-90 kg/da olup, günde 2,5-3,5 kg çiçek /da toplanması bitkinin en pahalı baharatlardan biri olmasının baĢlıca sebepleri arasındadır .Fiyatının yüksek olmasına bağlı olarak safran yetiĢtiren ve ürününü ihraç eden ülkeler, önemli oranda döviz girdisine sahiptir. Ancak ekonomik anlamda bu denli önemli olan bitkinin üretimi, ülkemizde ne yazık ki hemen hemen yok denecek kadar gerilemiĢ durumdadır. GeçmiĢte, Safranbolu'nun 40 kadar köyünde yetiĢtirilen bitki, bugün Davutobası, 406 Yörük, AĢağıgüney, Geren, Yazıköy ve Değirmencik olmak üzere altı köyde, yaklaĢık 15000 m2 lik bir alanda yetiĢtirilmektedir. 2.TÜRKĠYE’DE SAFRAN ÜRETĠMĠ VE YETĠġME ORTAMI ÖZELLĠKLERĠ Safran, Hititler döneminden beri Anadolu'da bilinmekte ve ilaç olarak kullanılmaktadır. Nitekim, 14. yüzyılın baĢlarında Anadolu‟nun bazı bölgelerinde çokmiktarda safran üretilmiĢtir. Ġbni Batuta seyahatnamesinde Göynük bölgesi için “burada ne bağ ne de bahçe var. Safrandan baĢka bir Ģey yetiĢtirilmez” ifadesini kullanmıĢtır (Baytop 1984). Safran, Osmanlılar döneminde de önemini korumuĢ ve 1858 yılında Ġngiltere'ye, 9705 kg. safran satılmıĢtır. Yine safran ticaretinin geçmiĢte büyük önem taĢıdığının delilleri, Ankara‟da Zaferan Hanı, Ġstanbul‟da Büyük ve Küçük Safran Hanları gibi hanlara verilen isimlerdir. Ayrıca Mardin‟de Süryanilere ait olan Zaferan Manastırının isminin binanın yapılıĢı sırasında harcına katılan safrandan alması da (Baytop 1984), bitkiye verilen önemi göstermektedir. Buna karĢılık, yirminci yüzyılın baĢlarında, iĢgücü yetersizliği, ekonomik güçlükler ve köyden Ģehirlere olan göç nedeniyle, safranın ekimi ve üretimi çok gerilemiĢtir. 1913 yılında, yalnızca Safranbolu ve ġanlıurfa'da safran tarımı yapılmıĢtır. Bu dönemde elde edilen safran miktarı ise, yalnızca 500 kilogramdır. Bu miktar, ülke gereksinimini karĢılayamadığı için, 1923 yılından itibaren Avrupa ülkelerinden safran ithal edilmeye baĢlanmıĢtır. Son yıllarda ise, günümüz ve hatta gelecekte çok önemli ekonomik öneme ve güce sahip olan bu bitkinin ekim alanı neredeyse “yok” denecek kadar azalmıĢtır. Nitekim bugün Türkiye‟deki safran kültürü, Karabük ili, Safranbolu ilçesinin Davutobası, Yörük, AĢağıgüney, Geren, Yazıköy ve Değirmencik olmak üzere altı köyünde yapılmaktadır. Safran bitkisinin ekimi ve pazarlanması çok riskli olduğundan ekim çalıĢmaları devlet desteği ile devam etmektedir. Safranın belirtilen tüm bu ekim alanları Tarım Bakanlığı ve Özel Ġdare kaynakları kullanılarak arttırılmaya, gen kaynağı ise korunarak gelecek nesillere aktarılmaya çalıĢılmaktadır. Nitekim 2005 yılında safran ekim alanının yaklaĢık 10 bin metrekareyi aĢması bunun en güzel ve sevindirici göstergesidir. Ancak hemen belirtilmelidir ki bu artıĢ, ne yazık ki dünya safran piyasası ile rekabet edecek bir seviyede değildir. Kullanım alanları itibariyle dünyada safrana olan talep oldukça yüksektir. Dünyadaki talebin fazla oluĢunun yanında, ekonomik değerinin de oldukça yüksek olması, safran tarımını önemli duruma getirmektedir. Ancak, Türkiye, tüm çalıĢmalara rağmen safran ekim alanlarının sınırlı olması nedeniyle, dünya safran ticaretindeki önemini kaybettiği gibi, elde edilen ürün yurt içi tüketimini bile karĢılayamadığından safran ithal etmek durumunda kalmaktadır ve yurt dıĢına para ödemektedir. Nitekim safran 407 ithalat ve ihracat miktarları incelendiğinde ithalat miktarının özellikle 1995‟ten itibaren birden yükseldiği ve zaman zaman ihracat miktarının yaklaĢık 10 katı değere ulaĢtığı dikkati çekmektedir. Ġthalat ve ihracat miktarları dikkate alındığında 16 yıllık süre boyunca ihracatın sadece 1994 yılında tavan yaparak 10000 kg.ı aĢtığı görülmektedir. Ġthalat-ihracat arasındaki dengenin ne yazık ki ithalat lehine olması, doğal olarak döviz çıktısını da beraberinde getirmektedir. Nitekim dolar bazında ithalat ve ihracat değerleri incelendiğinde son 15 yıldaki toplam ithalat değerinin (88135.34 dolar), toplam ihracat değerinden (2457.87 dolar) yaklaĢık dört kat daha fazla olduğu dikkati çekmektedir. Bu bağlamda üretimi arttırmak için yapılacak en önemli iĢlerden biri ekim alanlarının geniĢletilmesidir. Bunun için safranın yetiĢme koĢullarının bilinmesi gereklidir. Bu nedenle aĢağıda Türkiye‟deki tek üretim alanı olan Safranbolu‟nun ekolojik özellikleri hakkında bilgi verilecektir. Safranbolu‟da yıllık ortalama sıcaklık 12.3 o C dir. Ocak ayı ortalama sıcaklığı 2 o C, Temmuz ayı ortalama sıcaklığı 22 o C civarındadır. Sıcaklık amlitudu ise 20 o C dir. Bitki hayatı için ortalama sıcaklık değerleri kadar önemli olan, ancak ortalamalarda belli olmayan maksimum ve minimum sıcaklıklar hakkında ise Ģunları söylemek mümkündür. Sahadaki yıllık ortalama maksimum sıcaklık 18.8 0 C dir. Ortalama maksimum sıcaklıklar kıĢın yaklaĢık 6 ile 9 0C arasında, yazın ise 27 ile 30 0 C arasında değiĢmektedir. Yıllık ortalama minimum sıcaklık, 7.0 0 C dir. 0 0 C nin altındaki ortalama minimum sıcaklıklara yılın sadece bir ayında rastlanılmaktadır. Ortalama minimum sıcaklığın en yüksek olduğu yaz aylarında ise değer 15 0 C yi aĢmamaktadır Mutlak maksimum sıcaklık 42 o C, mutlak minimum sıcaklık ise -17.4 o C dir Safran rüzgâra karĢı korunmuĢ güney yamaçlarda iyi yetiĢmektedir. Vejetasyon devres iyi drenajlı toprakları seven tme çalıĢmaları yapılırken, bu ekoloj üretim an ülkemizde, unutulan indeki serin havanın bitki geliĢimini olumsuz yönde etkilediği de göz önüne alındığında, safran yetiĢtirilecek alanların rüzgâr duldasında kalmasına ve soğuk hava kütlelerini taĢıyan rüzgârlara kapalı olmasına dikkat edilmelidir. Safran kumlu, gevĢek, taĢsız, organik maddece zengin ve bir bitkidir. Biraz kireçli, tınlı ve killi topraklarda da iyi yetiĢmektedir. Taban suyu yüksek olan topraklar safran için uygun değildir. Bu nedenle aĢırı yağıĢlarda toprakta biriken suyun soğanları çürütmemesi için hafif meyilli tarlalar tercih edilmelidir (http://www.karabuk-tarim.gov.tr/yoresel/syetistir.php). Yurt genelinde safran üretim alanlarını geniĢle ik özelliklerin dikkate alınması, çalıĢmanın baĢarıya ulaĢması açısından önemlidir. Ancak, safran üretimini arttırmak için, sadece yetiĢme Ģartlarını dikkate alarak alanını geniĢletmek yeterli değildir. Safran üreticilerine, ürünün hasadı ve kurutma iĢlemi ile ilgili olarak eğitim seminerleri de vermek gereklidir. Zira ihracatımızın düĢme nedeni sadece üretim alanının daralması değil, aynı zamanda geleneksel ama 408 doğru olmayan hasat ve kurutma metodunun da yaygın olmasıdır. Nitekim geleneksel metotla yapılan hasatta, diĢi ve erkek tepecikler bir arada toplanmakta, tepecikler arasında erkek organların bulunması ise kaliteyi olumsuz yönde etkilemektedir. Ayrıca, çiçekten tepecikleri alırken diĢicik borusunun kısa kesilmesi de çok önemlidir. Zira bu iĢlem sırasında diĢicik borusu ne kadar kısa kesilirse kalite de o kadar artmaktadır. Safran kalitesinde tepeciklerin kurutulması da ayrı bir önem taĢımaktadır. Geleneksel kurutma metodunda, önce balmumu eritilerek tepsilere dökülmekte ve ince bir tabaka oluĢturacak Ģekilde tepsi yüzeyinde yayılmaktadır. Hatta bazen kurutulmakta olan ürünün üzerine de eritilmiĢ balmumu dökülmektedir. Daha sonra erkek organlarla karıĢık olan tepecikler tepsiye konarak tepsi yanmakta olan soba üzerinde 10-20 cm yüksekte meyilli bir Ģekilde tutularak kurutma iĢlemi yapılmaktadır. Tepsinin iç yüzeyinin balmumu ile astarlanması, kurutma iĢlemi sırasında materyalin tepsiden kayıp dökülmemesi için yapılmaktadır. Ancak, bu astarlama iĢlemi kaliteyi düĢürmektedir. Sonuçta alıcı ülkeler kalite düĢüklüğü nedeniyle ülkemizden yaptıkları ithalatı kesmekte baĢka ülkelere yönelmektedir. Bu bağlamda safran tarımında yurt dıĢı ile rekabet edebilmemiz ve üretiminde baĢarı sağlamamızın bir Ģartı da üretim alanının arttırılmasının yanı sıra, bilimsel toplama ve kurutma metotlarının çiftçilere öğretilmesidir. Bunun için safran üreten ve üretecek olan çiftçilere eğitim seminerlerinin verilmesi ve bu seminerlerin belirli aralıklarla tekrarlanması üretimin kalitesi açısından son derece önemlidir. Ayrıca geçmiĢte geniĢ alanlarda safran yetiĢtirilmiĢ olan ülkemizde, unutulan tarımın tekrar canlandırılması için çiftçilerin desteklenmesi de ülkemiz ekonomisi için büyük kazanç olacaktır. Çünkü safran tarımı oldukça zor bir süreçtir. Nitekim safran dikildikten bir yıl sonra çiçek açmaktadır. Çiçekler iki yıl süresince toplandıktan sonra, bitki sökülmektedir ve yüz bin çiçekten toplanan tepeciklerin ağırlığı sadece 1 (bir) kilogramdır. SONUÇ Safran günümüzde önemli ihraç maddelerimizden olan ve ülke ekonomisine destek veren safran üretimi günümüzde giderek gerilemiĢ ve neredeyse yok denecek seviye inmiĢtir. Bu durum artık safrana gereği gibi önem vermediğimiz ve dünya safran ticaretindeki payımızın yok olduğu anlamına gelmektedir. Nitekim safran, dünya piyasalarına bugün daha çok Ġspanya ve Hindistan (KeĢmir) tarafından arz edilmektedir. Ayrıca Ġtalya, Fransa ve Yunanistan da önemli üretici ülkelerdir ve ne yazık ki bir zamanlar safran ihraç eden Türkiye, artık bu bitkiyi belirtilen ülkelerden ithal etmek durumundadır. Safranın ekonomik önemi, dünyada çeĢitli endüstri dallarında çok geni bulunmasından ileri gelmektedir. Özellikle bazı 409 kanser türlerinin tedavisi için gelecek vaat etmesi safranı daha da önemli kılmaktadır. Bu hususlar, safranın günümüzde ve hatta gelecekte, ekonomik öneminin ne kadar yüksek olduğunu ve olacağını göstermektedir. Bu nedenle sürdürülebilir tarım yaklaĢımını da dikkate alarak, safranın ekolojik, ekonomik ve estetik açılardan değerlendirilebilmesi gerek ülke ekonomisi, gerekse kırsal kalkınma açısından son derece önemlidir. Bu bağlamda, • Safran tanıtımına önem vererek, kullanım alanlarını ve e çiftçilere ve kamuoyuna yazılı ve görsel basını daha etkin biçimde kullanarak anlatmak, "Altın Safran Film Festivali" gibi safran etkinliklerinin sayısını arttırmak, safran çiçeği motifini tekstil, mobilya, seramik ve porselen gibi sektörlerde süsleme motiflerinden biri olarak kullanarak bilginin kalıcılığını, sürekliliğini desteklemek, • Karabük il sınırlarındaki resmi ve özel kurum ve kuruluĢların il dıĢı yazıĢmalarını yaptıkları antetli kağıtlarında, safran çiçeği sembolünü kullanmak, KAYNAKLAR ġaltu Z, (2002), Safran’ın (Crocus sativus L.) Biyolojik Özellikleri, Gazi Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, BasılmamıĢ Yüksek Lisans Tezi, Ankara Özel, A ve Erden, K, (2005), “Harran Ovası KoĢullarında Yerli ve Ġran Safranı (Crocus sativus L.)‟nın Verim ve Bazı Bitkisel Özelliklerinin Belirlenmesi”, GAPIV. Tarım Kongresi, 21-23 Eylül, ġanlıurfa 410 TOPRAKSIZ SERADA ORGANĠK TARIM Hüseyin YARANLI* Ali IRMAK* Selin TÜREMEN* *Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bitki Koruma Bölümü ÖZET Dünyadaki doğal kaynakların bilinçsizce kullanılması ve dünya nüfusunun giderek artması, gıdadaki arz ve talep dengesini olumsuz etkilemektedir. Gıda gereksiniminin yeterince karĢılanamaması nedeniyle gıdadaki araĢtırmalar daha çok verimi arttırma üzerine odaklanmıĢ bulunmaktadır. Tarımsal üretimde, son yıllarda bu alan üzerine çalıĢmalar yapılmaktadır. Topraksız tarımın, topraklı tarıma oranla daha verimli bir üretim Ģekli olduğu ve üretim maliyeti de topraklı tarıma oranla yarı yarıya daha düĢük olduğu bilinmektedir. „Topraksız tarım olur mu?‟ demeyin. Topraksız seralarda yetiĢtirme ortamı olarak toprak kullanılmıyor. Toprak yerine yerine talaĢ, ağaç kabuğu, perlit, kokopit, kaya yünü gibi ortamlar kullanılmaktadır. Bunlar toprağın yerini alan inorganik ve organik ortamlardır. YetiĢtirme alanı olarak toprak, özellikle örtü altı yetiĢtiricilik nedeniyle kısa sürede yorulmaktadır. Ayrıca topraktan kaynaklanan hastalık ve zararlılardan dolayı baĢta nematod olmak üzere verim giderek azalmaktadır. Bir süre sonra o üründen yeterli verim alınamamaktadır. Bu nedenlerden dolayı örtü altı yetiĢtiriciliğinde topraksız tarım önem kazanmaktadır. Topraksız tarımda organik üretim ise yetiĢtireceğimiz bitkileri örtü altında yılın her mevsiminde kontrol edilerek organik tarım ilkelerine uygun yetiĢtiricilik yapmaya denir. Topraksız tarımda kullanılan tohum ve besin organik ise ürün organik olacaktır. Topraksız serada organik tarım yetiĢtiriciliği konusundaki çalıĢmalar üzerinde durulmalı ve bu çalıĢmalar geliĢtirilmelidir. . ANAHTAR SÖZCÜKLER: Organik Tarım, Topraksız Tarım, Örtü Altı Yetiştiricilik GĠRĠġ Dünyamızdaki tarım alanlarının giderek verimsizleĢmesi, diğer taraftan artan nüfus, küresel ısınma ve tarım alanlarında ĢehirleĢme gibi sorunlar varolan tarım alanlarımızdan yeterince yararlanamama sorununu göz önüne getirmektedir.. Bununla beraber gıda fiyatlarındaki artıĢ da önemli bir sorun haline gelmiĢ ve insanoğlu gelecek kaygısıyla bilim dünyasında yeni arayıĢlar içerisine girmiĢtir. Topraksız tarımda bunlardan 411 birisidir. Topraksız tarım üretimiyle ilgili dünyanın araĢtırmalar yapılmakta, hatta araĢtırma aĢamasından uygulama aĢamasına geçilmiĢtir. Özellikle Hollanda, Belçika, Ġtalya ve Japonya gibi ülkelerde bu üretim metodu geliĢme göstermektedir. Ülkemizde ise tarihi yaklaĢık 50 yıl önceye dayanmasına rağmen son yıllarda geliĢme gösteren bu tarım Ģekli üzerinde araĢtırmalar baĢlamıĢtır (Gül,2008; Batem,2013). Üreticilerimiz tarafından elde edilen ürünün raf ömrünün uzun olması, elde edilen verimin bol olması ve üretiminin iklim koĢullarına ve talebe göre ayarlanıyor olabilmesi sebebiyle yatırımcıların gözdesi durumuna gelmiĢtir. Sağlıklı bir üretim Ģekli deyince de aklımıza ilk gelen Organik tarımdır. Organik tarım hatalı uygulamalar sonucu kaybolan doğadaki dengeyi yeniden kurmaya yönelik, toprağın verimliliğinde devamlılık sağlayan çevre dostu mücadele yöntemlerinin kullandığı bir üretim Ģekli olarak tanımlanabilir. Topraksız ve organik tarımın birbiriyle bağdaĢmadığı konusunda fikirler olsa da ortak paydaları bulunmaktadır. Hidroponik yetiĢtiricilik ortamında kullanılan besin organik kökenli olması topraksız tarımda organik yetiĢtiriciliği desteklemektedir. Bu yöntemle domates, patates, yeĢil soğan, salatalık, fasulye, ıspanak, marul, roka, biber gibi sebzeler ile birlikte kavun, karpuz ve çilek gibi meyveleri de yetiĢtirmek mümkündür. Bu nedenle topraksız tarımda organik üretim çalıĢmalarının geliĢtirilmesi ve bu konuda yapılacak araĢtırmaların desteklenmesi gerekmektedir. TOPRAKSIZ TARIMDA ORGANĠK ÜRETĠM Topraksız tarım, baĢta sebze ve kesme çiçek üretimi olmak üzere birçok ülkede uygulama alanı bulmuĢtur. Dünyadaki tarım alanları içerisinde toplam 31000 hektar topraksız tarım alanının bulunduğu bildirilmektedir. Hollanda, Ġspanya, Fransa, Belçika, Almanya, Ġtalya, Japonya, Güney Kore, ABD, Kolombiya, Meksika ve Çin gibi birçok ülkede topraksız üretim modeli yaygın olarak kullanılmaktadır. Özellikle Hollanda‟da serada sebze yetiĢtiriciliğinin %80-90‟ı topraksız tarım ile gerçekleĢtirilmektedir. Son yıllarda diğer ülkelerde de topraksız ortamda bitki yetiĢtiriciliğine ciddi bir yöneliĢ olduğu gözlenmektedir. Ülkemizde ise topraksız tarımın ticari anlamda kullanımı, 1990‟lı yıllarda Antalya‟da baĢlamıĢtır. 2000 yılında 20 hektar olan topraksız tarım alan varlığımızın, 2008 yılı itibariyle 145 hektara ulaĢtığı ve 2013 yılı itibariyle 3000 hektara ulaĢtığı tahmin edilmektedir. Bu alan mevcut olan toplam sera alanının %0.4 ü ne denk gelmektedir. Ancak topraksız üretimle 412 erken ürün, ürün miktarı ve kalite artıĢına yol açması nedeniyle bu üretim Ģekli ülkemizde hızla artmaktadır. Topraksız tarım genellikle Akdeniz ve Ege bölgelerimizde yaygın olup, Antalya ve Ġzmir‟de toplam üretimin %74‟ü gerçekleĢtirilmektedir. Bu illerimizi Manisa, Mersin, Aydın, Denizli izlemektedir (Batem ,2013). Topraksız tarım yada hidroponik tarım toprak olmadan su kültürü içerisinde içerisinde uygulanan bir tarım Ģeklidir. BaĢka bir ifade ile tarımsal üretimin toprak dıĢındaki bitki besin maddelerince zenginleĢtirilmiĢ katı veya sıvı yetiĢme ortamlarında gerçekleĢmesidir. Topraksız tarım örtü altı yetiĢtiricilikte uygulanan fakat son zamanlarda açık alanlarda da uygulanmaya baĢlayan bir yetiĢtiricilik yöntemidir. Amacı ise, bitkilerin geliĢmini besin ve su gereksinimlerini besin eriyikleriyle zenginleĢtirilmiĢ su veya katı ortamda ekonomik Ģekilde sağlamaktır. Topraksız tarımda bitkilerin daha hızlı büyüdüğü, daha az iĢgücü ve daha az girdi ile üretim yapma avantajı sağladığı bilinen özellikleri arasındadır. Organik tarım (Ekolojik tarım veya Biyolojik tarım); tarımsal ilaç, suni gübre, hormon, antibiyotik ve zararlı gıda katkı maddeleri gibi uygulamaları yasaklayan, üretimden tüketime her aĢaması kontrollü, doğal kaynakları en iyi Ģekilde kullanarak sağlıklı tarımsal ürünler üretilmesini sağlayan bir tarım sistemidir. Topraksız üretim modeliyle organik tarım yapmak mümkün müdür sorusunun cevabı tartıĢmalı olmakla birlikte genel kanı mümkün olduğu yönündedir. Eğer topraksız üretimde kullanılan tohumun organik ve besin ortamının da organik kökenli olması durumunda organik üretim yapmanın mümkün olacağı belirtilmiĢtir. Sözkonusu iki üretim Ģeklinin entegrasyonu çalıĢmaları devam etmeli ve bu konudaki araĢtırmalar desteklenmelidir. Kaynaklar Gül, AyĢe ,(2008),Topraksız Tarım, Hasad Yayıncılık, Ġstanbul Batı Akdeniz Tarımsal AraĢtırmalar Enstitüsü Müdürlüğü(BATEM), (2013),Topraksız Tarım Üzerine Yapılan AraĢtırmalar Notları (yayınevi belirtilmemiĢ) 413 414 TÜRKĠYENĠN GERÇEĞĠ SOKAK SÜTÇÜLÜĞÜ Elif Gizem GÜÇLÜ Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Süt Teknolojisi Bölümü ÖZET Ġçerisinde bulunan besin değeri yüksek maddeler, sütü insan sağlığı açısından önemli bir noktaya taĢımaktadır. Ülkemizde üretilen sütün % 60‟ı sanayiye giderken, % 40‟ı kayıt dıĢı üretim ve bu oranında % 20‟si sokak sütü olarak tüketiciye ulaĢmaktadır. Süte, sağımdan tüketime kadar geçen süre zarfında çevresinden, havadan, sudan, yemden, gübreden, haĢerelerden, kullanılan kaplardan ve insanlardan birçok yabancı madde, patojen (hastalık yapan) ve patojen olmayan mikroorganizmalar bulaĢabilmektedir. Bunun gibi yabancı maddeler ve mikroorganizmalar süt içerisinde, sütün elveriĢli bir ortam olması nedeniyle de kolayca geliĢip çoğalabilirler. Bu da sütün hem besin değerinin hem de kalitesinin düĢmesine sebep olabilmektedir. Çiğ sütün sağlık açısından güvenli bir Ģekilde tüketilebilmesi için, sütün kontrollü olarak sağılması, muhafaza edilmesi, soğuk zincirde taĢınması, iĢlenmesi ve tüketime sunulması gerekmektedir. Günümüzde de hala yaygın olarak devam eden “Sokak Sütçülüğü” ticari rekabete aykırı olduğu için değil, toplum sağlığı açısından tehdit oluĢturduğu için sakıncalı bulunmaktadır. Kelime oyunlarıyla, özellikle organik tabiriyle satılan bu sütler, genellikle soğutucu bulunmayan araçlarda taĢınarak hijyenik olmayan Ģartlarda tüketiciyle buluĢmaktadır. Yaz aylarında ekĢimeyi önlemek amaçlı soda ilavesi, süt yağını alma ve miktarını arttırmak için de su katma gibi iĢlemler uygulanmaktadır. Bu sütlerin besin değeri düĢüp, bileĢimi bozulmakta ve buna benzer sebeplerden dolayı da insan sağlığını olumsuz yönde etkilemektedir. ANAHTAR SÖZCÜKLER: Sokak sütçülüğü, insan sağlığı, kayıt dışı üretim 1.GĠRĠġ Günümüzde süt, genel anlamda: “Bütün memeli hayvanların yavrulamalarından sonra meme bezlerinde oluĢturdukları biyolojik sıvı” olarak tanımlanır. Türk Gıda Kodeksi ise insanların yararlanabileceği gıda olarak sütü: ”Bir veya daha fazla inek, koyun, keçi veya mandanın sağılmasıyla elde edilen 40 ºC‟nin üzerinde ısıtılmamıĢ veya eĢdeğer etkiye sahip herhangi bir iĢlem görmemiĢ kolostrum (ağız sütü) dıĢındaki meme bezi salgısı” olarak tanımlamıĢtır. 415 Sütün var oluĢ sebebi, yeni doğan yavruların beslenmesini sağlamak ve yavruların bağıĢıklık sisteminin korunmasını sağlayacak nitelikte besin elementlerini içermesidir. Aynı zamanda içerisinde bulunan besin değeri yüksek maddeler, sütü insan sağlığı açısından önemli bir noktaya taĢımaktadır. 2. ÇĠĞ SÜT VE SAĞIM HĠJYENĠ Birçok gıdada olduğu gibi süt ve süt ürünleri de, gıda kaynaklı hastalıkların insanlara taĢınmasında önemli derecede rol oynamaktadır. Süt, inekleri insanlarda hastalık yapan pek çok patojenin taĢıyıcısıdır. Bu etkenler süte de geçerek insanların tüketimi sonucu, ciddi hastalıklara neden olabilirler. Üretilen sütün tüketilinceye kadar geçen aĢamalarındaki durumu ve hijyenik kontrolü de gıda güvenliği yönünden çok önemlidir. Hijyenik olmayan uygulamalar ve üretim Ģartları, özellikle sütü fazlaca tüketmesi gereken bebekler, çocuklar, gebeler ve emziren annelerin sağlığını olumsuz yönde etkileyebilmektedir. Bu nedenle çiğ sütün sağlık açısından güvenli bir Ģekilde tüketilebilmesi için, sütün kontrollü olarak sağılması, muhafaza edilmesi, soğuk zincirde taĢınması, iĢlenmesi ve tüketime sunulması gerekmektedir. 3.SOKAK SÜTÇÜLÜĞÜ Ülkemizde üretilen sütün % 60‟ı sanayiye giderken, % 40‟ı kayıt dıĢı üretim ve bu oranında % 20‟si sokak sütü olarak tüketiciye ulaĢmaktadır. Günümüzde de hala yaygın olarak devam eden “Sokak Sütçülüğü” ticari rekabete aykırı olduğu için değil, toplum sağlığı açısından tehdit oluĢturduğu için sakıncalı bulunmaktadır. Kelime oyunlarıyla, özellikle organik tabiriyle satılan bu sütler, genellikle soğutucu bulunmayan araçlarda taĢınarak hijyenik olmayan Ģartlarda tüketiciyle buluĢmaktadır. Yaz aylarında ekĢimeyi önlemek amaçlı soda ilavesi, süt yağını alma ve miktarını arttırmak için de su katma gibi iĢlemler uygulanmaktadır. Bu sütlerin besin değeri düĢüp, bileĢimi bozulmakta ve buna benzer sebeplerden dolayı da insan sağlığını olumsuz yönde etkilemektedir. Sokak sütlerinde ise ciddi anlamda halk sağlığını tehdit eden mikrobiyolojik flora saptanmıĢ olup, bu sütlerin kullanımı kesinlikle durdurulmalıdır. Ayrıca su ve kül açısından incelenen sokak sütlerinin 1:5 oranında (%20) uygun olmadığı saptanmıĢtır. 416 4. NEDEN PASTÖRĠZE SÜT VE UHT SÜT TÜKETĠLMELĠDĠR? Pastörizasyon, süte 100°C altında uygulanan iĢlemler olarak tanımlanmaktadır. Genellikle sıcaklığa en dayanıklı mikroorganizma olan C. Burnetti ve diğer mikroorganizmaların tamamını yok etmeye yönelik bir uygulamadır. UHT yani diğer adıyla sterilizasyon ise süte 100°C üstünde uygulanan iĢlemler olarak tanımlanmaktadır. Sterilizasyon iĢleminde ısıya en dayanıklı B. stearothermophilus'un yok edilmesi amaçlanmaktadır. Bu iĢlem sırasında, tüm Her iki süt de iĢletmelerde kontrollü koĢullarda üretilerek hazırlanmakta ve katkı maddesi içermemektedirler. Kimyasal bileĢimleri (içerdiği yağ, protein, laktoz gibi) ve mikrobiyolojik kriterleri (hastalık ve bozulma yapıcı etkenler) Türk Gıda Kodeksi‟ne uymak zorundadır. Bu nedenle tüketici hakları korunmuĢ olur. Pastörizasyon iĢleminde kaynatma sıcaklığına ulaĢılmadığı için sütün besin değerindeki kayıp çok az olmaktadır. UHT iĢleminde de aynı Ģekilde yüksek sıcaklık uygulanır ancak uygulama süresi çok kısa olması nedeniyle yine besin kayıpları çok az miktarda olmaktadır. Bu nedenle sokak sütü yerine ambalajlı ve pastörize veya UHT sütler tüketilmelidir. Tüketiciler de bu konu hakkında bilinçlendirilmeli ve teĢvik edilmelidir. 5.SONUÇ Sonuç olarak sokak sütleri sağlık Ģartları belli olmayan hayvanlardan elde edilmiĢ olabilir. Bu nedenle birçok hastalık etkenini taĢıması ve süt ile bulaĢan hastalıkları tüketicilere ulaĢtırması muhtemeldir. Bunun yanı sıra, satıcı tarafından hile yapılabilir ve bu durumu tüketici fark edemeyebilir. Özellikle yaz aylarında uzun süren satıĢ iĢlemleri sonucu ve evlerde uygulanan kaynatma ile sütün besleyici değeri önemli derece azalmaktadır. Bu nedenle, sokak sütçülüğünün kontrol altına alınması, Türk Gıda Kodeksi‟ne uygun süt ürünlerinin tüketilmesi ve halkın bu konu hakkında bilinçlendirilmesi gerekmektedir. KAYNAKÇA Süt Teknolojisi Sütün BileĢimi ve ĠĢlenmesi. Ege Üniversitesi Yayınları: 2012 Süt Teknolojisi Ankara Üniversitesi Süt Teknolojisi Bölümü Ders Kitabı Türkiye Sütçülüğü ve Sorunları Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Yayınları: 452 Yardımcı Ders Kitabı: 154 Dr. Belgin Altun, Dr. Tanju Besler, Dr. Serhat Ünal: Ankara‟da Satılan Sütlerin Değerlendirilmesi http://www.ttb.org.tr/sted/sted0202/sut.pdf Tuba AYBEK Süt Tüketimi ve Sokak Sütçülüğü Gıda Müh. Ġl Kont. Lab. Md.lüğü 417 418 ZĠKA VĠRÜSÜ Hande VURGUN , Övgü YAMAN1 , Yurdagül ESERKAYA 2 1 1 2 Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bitki Koruma Bölümü Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bahçe Bitkileri Bölümü ÖZET 1947 yılında Uganda'nın Zika ormanlarında yaĢayan maymunlarda virüsün görülmesiyle baĢlayan ve daha sonraki yıllarda Aedes cinsi sivrisinek aracılığı ile tüm dünya ülkelerine yayılma riskine sahip Zika Virüsü, insan sağlığı için büyük tehlike arz etmektedir. Bu tehlike, ülkeler arasındaki seyahatlerin yaygınlaĢması sebebiyle daha da önemli sorun halini almıĢtır. 2015 Mayıs ayında Brezilya‟da virüs salgınının geniĢ kitlelere yayılması, sivrisinek sokmasında hamilelerde bebeğin mikrosefali (kafa küçüklüğü) hastalığı ile dünyaya gelip uzun süre yaĢayamaması ve bu hastalık için henüz bir tedavi yönteminin geliĢtirilememesi, Dünya Sağlık Örgütünü acil önlemler alınması için alarma geçirmiĢtir. Bu çalıĢmada virüsü taĢıyan böcekler, virüsün nasıl bulaĢtığı ve bulaĢtığı canlıdaki belirtileri, virüsle mücadele yöntemleri değerlendirilmiĢtir. Anahtar kelimeler: Zika virüsü, sivrisinek, vektör, insan sağlığı 1.GĠRĠġ Hücre paraziti olan virüsler; biyosferde ancak canlı bir hücreye girdiklerinde normal bir canlı hücreden beklenen hayatsal fonksiyonları gösterip gerçekleĢtirilebilirler. Bilindiği üzere virüsler insan, hayvan ve bitkilerde hastalıklara yol açan mikroskobik canlılardır. DNA ve RNA virüsü olmak üzere iki tiptir. Bunlardan flaviviridae familyasından flavivirus cinsi olan zika virüsü maymun, fare ve sivrisineklerde kolayca üreyen RNA tipi bir virüstür. 1947 yılından beri varlığı bilinen Zika virüsünün ana bulaĢma yolu infekte olduğu Aedes cinsi sivrisineklerin insanları sokmasıyla baĢlamıĢtır. 1952 yılında Uganda ve Tanzanya‟da da insanlarda tanımlanmıĢ hastalık, zaman zaman Tropikal Afrika, Güneydoğu Asya ve Pasifik adalarında küçük çaplı salgınlara neden olmuĢtur. Zika virüsü Avrupa'da az olmakla birlikte Ġngiltere, Hollanda, Danimarka ve son olarak da Ġsviçre'de görülmüĢtür (Anonim, 2016c). 419 ġekil1.Zika vakalarının görüldüğü ülkeler (Anonim, 2016c) 2.ZĠKA VĠRÜSÜNÜN BELĠRTĠLERĠ VE KORUNMA YOLLARI NELERDĠR? Sağlık Bakanlığı‟nın açıklamasına göre, Zika virüsü “ateĢ, baĢ ağrısı, gözlerde kızarma, kusma, döküntü, kas ve eklem ağrısı” gibi simptom göstermektedir. ABD Hastalık Kontrol ve Korunma Merkezleri (CDC), Zika‟ya iliĢkin açıklamasında virüsün bulaĢtığı kiĢilerde belirtilerin yaklaĢık bir hafta içinde ortaya çıktığını ve kanda birkaç gün duran virüsün bazı kiĢilerde daha da uzun kaldığını ifade etmiĢtir (Anonim, 2016b). Virüsün insanda insana geçip geçmediği henüz bilinmemektir fakat böyle bir vakaya rastlanmasa da uzmanlar cinsel yolla bulaĢma ihtimali konusunda uyarmaktadır (Anonim, 2016a). Brezilya'da bu virüsü kapan hamile kadınların bebeklerinde mikrosefali denilen hastalığa rastlanılmıĢtır. Mikrosefali, bebeklerin kafalarının normalden küçük doğması ve beynin de aynı Ģekilde 420 geliĢmemesine neden olan bir hastalıktır ve ölümle sonuçlanabilmektedir (ġekil, 2). El Salvador Sağlık Bakanlığı bu nedenle 2 yıl boyunca hamile kalınmamasını önermiĢtir. Brezilya'da mikrosefali hastalığı bebeklerde, normalde yılda ortalama 200 bebekte görülürken virüsün yayıldığı ekim ayından itibaren bu sayı 4 bine yaklaĢmıĢtır (Anonim, 2016a). ġekil 2. Mikrosefali görülen çocuk(Anonim, 2016c) Zika virüsü için Dünya Sağlık Örgütü(WHO) tarafından küresel acil durum ilan edilmiĢtir. Bilim insanlarının yaptığı açıklamalarda aĢı testlerine 2 yıl içerisinde baĢlanabileceğine ancak ilaç düzenleme kurullarının onayından geçmesi gerektiği için aĢının dünyaya kullanıma baĢlamasının 10 yıla yakın bir süre alabileceğini belirtmiĢtir. Günümüzde aĢısı ya da özgün bir tedavi yöntemi henüz bulunamadığı için sağlık uzmanları virüsten korunmanın yolunu Aedes aegypti adlı sivrisinekten korunmak olarak açıklamaktadır. 3. SONUÇ Sivrisinekler çoğunlukla lağım, dere yatakları, su birikintileri, hayvan gübreleri ve çöplerin yer aldığı alanlarda sıkça görülmektedir. Sivrisinekler ekolojik döngüde önemli bir rol oynadığı ve kolayca çoğalabildikleri için tamamen yok etmenin olanağı olmasa da 421 entomolojik etmenlerle mücadele kapsamında özellikle biyoteknik mücadele, biyolojik mücadele, kültürel önlemler ve son olarak ta kimyasal mücadele gibi yöntemler ile önemli ölçüde baĢarı sağlanabilir. Bu önlemlerden bazıları; kiĢisel korunmalar (Cibinlik kullanımı, uygun giyim, pencerelere tel takımı vs.) , halk sağlığı ilaçları ile mücadele, bataklıkların ıslah edilmesi Ģeklinde sıralanabilir. Özellikle hamile kadınların virüsün görüldüğü ülkelere seyahat etmemeleri ya da sıkı bir önlem almaları gerekmektedir. Dünyada her geçen gün yenisi çıkan hastalıklarla mücadelede Dünya Sağlık Örgütü (WHO) ve GeliĢmiĢ Devletlere büyük görev düĢmektedir. Hem yüksek bütçelerin ayrılması hem de bilim insanlarına çalıĢma imkânlarının sağlanması sonucunda baĢarıya mutlaka ulaĢılacaktır. KAYNAKLAR Anonim, 2016a. http://www.hurriyet.com.tr/5-soruda-zika-virusu-40046251 Anonim, 2016b.http://www.milliyet.com.tr/zika-virusu-belirtileri-neler-pembenar-detay-genelsaglik-2185730/ Anonim, 2016c.http://www.bbc.com/turkce/haberler/2016/01/160128_zika_virus_uya ri 422 DOST MU? DÜġMAN MI? DERMAPTERA (KULAĞAKAÇANLAR) Gözdenur ÇAKAR 1 , Nesrin MUTAġ1 , ġirin GÜRELĠ2 , Merve BEYTAR 1 , Yüksel ÜSTÜNDAĞ1 , Emin KAPLAN 1 , Nusret ÖZBAY2 1 2 Bingöl Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bitki Koruma Bölümü Bingöl Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bahçe Bitkileri Bölümü ÖZET Kulağakaçanlar olarak bilinen Dermaptera takımı, 2200 civarında bilinen türü ile diğer böcek takımlarına göre nispeten küçük bir takımdır. Türleri, dünyanın değiĢik habitatlarına dağılmıĢ olup, genellikle sıcak ve nemli bölgeleri tercih ederler. Türkiye ise bu türlerin yaĢaması ve habitat tercihleri bakımından elveriĢli iklim bölgeleri içerisinde bulunmaktadır. Karanlık ve kuytu yerleri sevdikleri için, insanların burun, kulak gibi organlarına girmesinden ve bazı ağaç ve sebzelere zarar verebilmelerinden dolayı, zararlı oldukları düĢünülmektedir. Aslında, bitkiler için zararlı olan; kırmızı örümcek, yaprak bitleri, pamuklu bit, değiĢik larva ve yumurtaları, küçük tırtıllar ve bunun gibi birçok böceklerle beslendikleri için tarımsal mücadele açısından son derece faydalıdır. Bu çalıĢma, kulağakaçanlar hakkında genel bilgi verilmesi ve zararlı oldukları düĢünülen bu böceklerin bilinenin aksine tarımsal açıdan sağladığı faydaların ortaya konması amacıyla yapılmıĢtır. Anahtar Kelimeler: Dermaptera, habitat, kulağakaçan, tarımsal mücadele FRIEND OR FOE? DERMAPTERA ABSTRACT Dermaptera known as the earwig, with known species around 2200, is a relatively small order compared to other insect orders. Scattered in different habitats in the world, the species of the order usually prefer hot and humid regions. Turkey is located within regions that have favorable conditions in terms of the survival of these species and their habitat preferences. Earwigs are considered a pest because of the damage they may do to some trees and vegetables, their ability to enter some organs of humans 423 such as ears and noses, and as they also like the dark and cozy places. In fact, they are extremely beneficial in terms of plant protection because they feed on the pests, which are harmful for the plants, such as spider mites, aphids, psyllids, various larvae and eggs, small caterpillars, and other pests. Aim of this study is to give general information about the earwigs believed to be harmful and discuss their benefits from the agricultural point of view. Key Words: Dermaptera, habitat, earwig, plant protection GĠRĠġ Tanımı ve YaĢayıĢı Kulağakaçanlar olarak bilinen Dermaptera takımı, 2200 civarında bilinen türü ile diğer böcek takımlarına göre nispeten küçük bir takımdır. Türleri, dünyanın değiĢik habitatlarına dağılmıĢ olup genellikle sıcak ve nemli bölgeleri tercih ederler (Popham 2000). Çok hareketlidirler; geceleri aktiftirler. Bazı ağaçlara zarar verebilmektedirler. Ġnsanların burun, kulak gibi organlarına girebildiğinden bu ismi almıĢtır (Anonim 2010). Karınlarının bitimindeki çatal Ģekildeki kıskaçlarıyla göze çarparlar. Türkiye ise bu türlerin yaĢaması ve habitat tercihleri bakımından elveriĢli iklim bölgeleri içerisinde bulunmaktadır (AnlaĢ ve diğerleri., 2010). (AnlaĢ ve Kočárek 2011) Türkiye‟den 11 cinse bağlı 19 tür olduğunu bildirmiĢtir. Literatür çalıĢması sonucunda, Türkiye‟de bu grupla ilgili yapılan çalıĢmaların önemli bir kısmının faunistik araĢtırmalardan ibaret olduğu, ekolojik ve gözleme dayalı çalıĢmaların son derece sınırlı kaldığı görülmüĢtür (AnlaĢ et al., 2010; AnlaĢ & Kočárek, 2011). http://www.flickriver.com/photos/artour_a/sets/7215760135568330 Ġncir bahçelerinde yapılan incelemelerde Forficula auricularia L.‟nın bahçelerde genellikle iki incir yaprağının birbirine değdiği yerde ve ağaçların kabukları ve çatlakları arasında gizlendikleri belirlenmiĢtir (Gençer ve diğerleri., 2005). Bilinen en eski böcek türlerinden biri olan kulağakaçan 424 böcekleri hem etçil hem de otçul olarak beslenebilirler. Sıcak havaları çok seven kulağakaçan böceği kıĢları ise evlerde ya da boĢ apartmanlarda buldukları duvar çatlaklarında, ormanlık bölgelerde ise ağaç kavuklarında veya taĢ dipleri gibi yerlerde yaĢarlar. Kulağakaçan böcekleri bitki artıkları, küçük böceklerle, evlerimize giren Kulağakaçanlar ise çöplerimizde ve mutfaklarımızda açık bıraktığımız gıdalar ile beslenmektedir. Dermapteranın Zararı F. auricularia, tatlanmaya baĢlamıĢ ve hasada yakın dönemdeki kayısı meyvelerinde zarar yapmaktadır. Zararlı, meyve kabuğunu kemirerek içeriye girer ve kayısının etli kısmında beslenir. Bir meyvede, birden fazla birey beslenebilir. Beslenme sonucunda, kayısı meyveleri çürüyerek ya yere dökülür ya da ağaç üzerinde mumyalaĢıp kuruyarak asılı kalmaktadır. F. auricularia‟nın yoğun olduğu durumlarda, Malatya kayısılarında %5-14 oranında ürün kaybına neden olduğu belirlenmiĢtir (Öztürk ve Ulusoy 2010). (Ayaz ve diğerleri., 2009) tarafından 2007- 2008 yılları arasında Malatya ilinde yapılan bir baĢka çalıĢma, önemli ölçüde kayısı yetiĢtiriciliği yapılan Kale, Battalgazi ve Darende ilçelerindeki kayısı alanlarında bulunan Forficularia auricularia (Linn., 1758)„nın yayılıĢı, populasyon değiĢimi ile zarar durumlarının belirlenmesi amacıyla yürütülmüĢtür. ÇalıĢma sonucunda; F.auricularia‟nın Malatya ili kayısı yetiĢtiriciliği yapılan tüm lokasyonlarda yayılıĢ gösterdiği, Kale, Battalgazi ve Darende ilçelerinde en yüksek populasyon yoğunluğuna ve zarara hasat döneminde ulaĢtığı belirlenmiĢtir. Zarar durumunu belirlemek için yapılan çalıĢmalarda ise kayısı meyvelerindeki zararın; %5 ile %14 arasında değiĢtiği, en yüksek zarar oranının ise %12-14 ile Darende ilçesinde olduğu tespit edilmiĢtir. Malatya ili kayısı alanlarında zararlı olan Forficula auricularia Lin. (dermaptera: forficulidae)‟nin mücadelesinde esas biyolojik kriterlerin belirlenmesi ve biyoteknik mücadele yöntemlerinin araĢtırılması isimli projede Malatya ili kayısı alanlarında son yıllarda Forficula auricularia L.‟nin populasyon yoğunluğunda artıĢ gözlendiği ve beraberinde hasada yakın zamanlarda kayısılarda önemli zarar oluĢturduğu bildirilmiĢtir. Bu amaçla Malatya ili Kayısı alanlarında zararlı olan F. auricularia mücadelesine esas biyolojik kriterlerinin belirlenmesi ve biyoteknik mücadele yöntemleri araĢtırmak, zararlıya karĢı doğru ve etkin bir mücadele yöntemini ortaya koymanın gerekliliği sonucu belirlenmiĢtir (Kaplan 2008). 425 http://arastirma.tarim.gov.tr/bmae/Belgeler/Liflet/Zararl%C4%B1/ 10- Dermapteranın Yararı Dermapteralar, kırmızı örümcek, yaprak bitleri, pamuklu bit, değiĢik larva ve yumurtalarla, küçük tırtıllar ve bunun gibi birçok böcek ile beslenir (Anonim, 2010). F. auricularia, yumuĢak vücutlu küçük böcekler (Yaprakbiti, akar, thrips, beyazsinek, yaprak piresi vb.), böcek yumurtası ve larvaları ile beslenen genel bir predatör olarak bilinmektedir (Öztürk ve Ulusoy 2010). Yapılan çalıĢmalar sonucunda bu takımın incir psillidinin değiĢik biyolojik dönemleri ile beslenen predatör ve parazitoit türlerinin bulunduğu belirlenmiĢtir. Predatör türler Forficula auricularia L. (Derm.: Forficulidae)‟dır (Anonim 2013). http://www.discoverlife.org/mp/20q?search=Dermapt (Gençer ve diğerleri 2005) yürüttükleri çalıĢmalarda laboratuvarda yapılan gözlemler sonucunda, bu türün günde ortalama 20 adet 5. dönem incir psillidi nimfi yediği tespit edilmiĢtir. (Trapman ve Blommers 1992), Hollanda‟da 1980-1984 yılları arasında yaptıkları çalıĢmalarda F. 426 auricularia’ nın armut psillidi türlerinin mücadelesinde önemli bir etkiye sahip olduğunu, (Sauphanor ve ark 1993), Fransa‟da armut bahçelerinde zararlı Cacopsylla pyri (L.) üzerinde F. auricularia’ nın etkili olduğunu saptamıĢlardır. (Lenfant ve ark 1994) ise bu türün predatörlük kapasitesinin oldukça yüksek olduğunu belirtmiĢlerdir. 2005-2007 yılları arasında yürütülmüĢ olan bir projede, Erzincan ilindeki Elma Pamuklu bitinin yayılıĢı ve yoğunluğu tespit edilmiĢ, doğal düĢmanların belirlenmesi amacıyla yapılan çalıĢmalarda, elma bahçelerinde predatörlerden biride Forficula auricularia L. olarak tespit edilmiĢtir (YayınlanmamıĢ data). SONUÇ VE ÖNERĠLER Bunlar genellikle hayvansal ve bitkisel artıklarla beslenirken, nadiren bitkilerde zararlı olmaktadır. Dermaptera takımının hakkında genel bilgi verilmesi, tarımsal açıdan zararları ve yararlarının ortaya konulması amacıyla yapılan bu çalıĢmada; Dermaptera takımının hasada yakın dönemdeki kayısı meyvelerinde zarar yaptığı ve kayısıda %5-14 oranında ürün kaybına neden olduğu belirlenmiĢtir. Dermapteralar, kırmızı örümcek, armut psillidi, yaprak bitleri, pamuklu bit, değiĢik larva ve yumurtalarla, küçük tırtıllar ve bunun gibi birçok böcekte predatörlük yaparak tarımsal mücadelede yarar sağlarken, özellikle bu takımın incir psillidinin, değiĢik biyolojik dönemleri ile beslenen predatör ve parazitoit türlerinin bulunduğu belirlenmiĢtir. KAYNAKLAR AnlaĢ S, F Haas ve S Tezcan (2010). Dermaptera (Insecta) fauna of Bozdaglar Mountain, Western Turkey. Linzer Biologische Beiträge, 42 (1): 389-399. AnlaĢ, S. ve P., Kočárek., (2011). Dermaptera (Insecta) Fauna of Turkey and Cyprus: current stage of knowledge. Turkish Journal of Entomology, 36 (1): in pres. Anonim (2010). Doğal düĢmanlar yararlı (http://www.arikoy.com.tr) (EriĢim tarihi: 24.03.2016) Anonim (2013). Bitki zararlıları zirai mücadele (http://www.tarim.gov.tr) (EriĢim tarihi: 24.03.2016) 427 böcekler. teknik talimatları Ayaz, T. Özgen, Ġ ve Kaplan, M. (2009). Malatya Ġli Kayısı Alanlarında Bulunan Forficula auricularia (Linnaeus, 1758) (Dermaptera: Forficulidae)‟nın YayılıĢı, Popülasyon DeğiĢimi ve Zarar Oranı. Türkiye III. Bitki Koruma Kongresi, 15-18 Temmuz 2009, Van. Gençer, S.N. CoĢkuncu, S.K. KumraL, A.N. (2005). Bursa ilinde incir bahçelerinde görülen zararlı ve yararlı türlerin saptanması. OMÜ Ziraat Fakültesi Dergisi, 2005, 20 (2) :24-30 Journal of Faculity of Agriculture, OMU, 2005, 20 (2): 24-30. Kaplan, M. (2008). Malatya ili kayısı alanlarında bulunan forficula auricularia (linnaeus, 1758) (dermaptera:forficulidae)nin yayılıĢı, populasyon değiĢimi ve zarar oranı. TAGEM, 2006-2008. Lenfant, C.,A. Lyoussoufi, X. Chen, F. Faivre D‟Arcıer ve B. Sauphanor, (1994). Potentialites predatrices de Forficula auricularia sur le psylle du poirier Cacopsylla pyri. Entomologia Experimentalis et Applicata, 73 (1) : 51-60. Öztürk, N. ve Ulusoy., R M., (2010). Malatya kayısılarında zararlı, kayısı kulağakaçanı. Bereket. Tarım ve KöyiĢleri Bakanlığı, Adana Zirai Mücadele AraĢtırma Enstitü Müdürlüğü tarafından yayınlanır. 2010: (5). (http://arastirma.tarim.gov.tr) Popham, E. J., (2000). The gegraphical distribution of the Dermaptera (Insecta) with referenceto continental drift. Journal of Natural History, 35: 2007-2027. Sauphanor, B., C. Miniggio ve F. Faivre D‟Arcier. (1993). Effets a moyen terme des pesticides sur la faune auxiliaire en vergers de poiriers. Journal of Applied Entomology, 116 (5) : 417-478. Trapman, M. ve L. Blommers. (1992). An attempt to pear sucker management in the Netherlands. Journal of Applied Entomology, 114 (1): 38-51. 428 BOZOK ÜNĠVERSĠTESĠ TARIM VE DOĞA BĠLĠMLERĠ FAKÜLTESĠ ÖĞRENCĠLERĠNĠN SOSYO-EKONOMĠK DÜZEYLERĠNĠN BELĠRLENMESĠ Soner ÖZKOǹ Yrd. Doç. Dr. Aysen KOǹ Bozok Üniversitesi Tarım ve Doğa Bilimleri Fakültesi ÖZET Toplumun yeterli ve dengeli beslenmesini esas alan, altyapı sorunlarını çözmüĢ, örgütlülüğü ve verimliliği yüksek, etkin ve talebe dayalı üretim yapısıyla uluslararası rekabet gücünü artırmıĢ, ileri teknolojiye dayalı, doğal kaynakları sürdürülebilir kullanan bir tarım sektörünün oluĢturulması hedeflenen ülkemizde, yetiĢmekte olan ziraat mühendislerinin sosyoekonomik durumunu belirlemek amacıyla Bozok Üniversitesi, Tarım ve Doğa Bilimleri Fakültesi öğrencileri içerisinde anket çalıĢması yapılmıĢtır. AraĢtırma bulgularına göre; ankete katılan öğrencilerin %57.1‟i genel liselerden mezundur. Öğrenci ailelerinin %19‟u büyükĢehirlerde ikamet etmekte, %92.1‟ inin sosyal güvencesi olduğu, %33.3‟ünün gelirinin 2000 TL ve üzeri olduğu belirlenmiĢtir. Öğrencilerin %2.3‟ü resmi dairede, % 4.8‟i özel firmada, % 4.0‟ü diğer alanlarda çalıĢtığı, % 88.9‟ununsa herhangi bir iĢte çalıĢmadığı, %71.4‟ünün öğrenim bursu ya da kredisi aldığı tespit edilmiĢtir. Bu araĢtırma sonuçları Yozgat Bozok Üniversitesi, Tarım ve Doğa Bilimleri Fakültesi‟nin çağdaĢ ve modern eğitim çalıĢmaları yapabilmesi için bir kaynak teĢkil etmektedir. Bunun yanında üniversite yöneticilerine halen eğitim gören öğrencilerin genel profilleri hakkında bir veri tabanı da oluĢturmaktadır. ANAHTAR KELĠMELER: Ziraat Fakültesi, Sosyoekonomik düzey, Öğrenci genel profili, Ekonomik profil. GĠRĠġ Ülkelerin geliĢmesinde, fiziki sermaye birikimi kadar beĢeri sermayenin niteliği de önemlidir. BeĢeri sermayenin niteliğini belirleyen temel faktör eğitimdir. Eğitim ve öğretim nitelikli iĢ gücünün oluĢmasına büyük katkı sağlar. Bu bağlamda üniversiteler eğitim sistemi üzerinde stratejik öneme sahiptir. Bireylerin beĢeri sermayeye olan katkılarının göstergesi olan sosyal ve teknik mesleki bilgilerin temeli üniversitelerde atılmaktadır(Sökmen, 2011). Eğitim, bireye bilgiyi ve bilgiye ulaĢma yollarını öğretmenin yolu olduğundan insanın yaĢamında önemli bir yer kaplar ve yaĢam boyu devam eder. Bilim ve teknikte yaĢanan hızlı ilerlemeler toplumsal yaĢamda gerçekleĢen değiĢimin doğal bir sonucu 429 olarak da eğitime bakıĢ açısı değiĢmiĢtir. Çünkü toplumda yer edinebilme ile alınan eğitim arasında doğrudan bir iliĢki vardır (Erden, 2001; Özdemir, 2007).Yükseköğretim aĢamasında üniversite, fakülte, bölüm tercihleri, bireyin yaĢamındaki kritik aĢamalardan biridir ve gelecek yaĢantısına iliĢkin önemli doğurgulara sahiptir. Yükseköğretim aĢamasındaki tercihler, yaĢam tarzı konusundaki tercihleri de içeren toplumsal bir tercihtir (Reay ve Ball, 1998).Haliyle yükseköğretim tercihlerinde sosyo-ekonomik temelli etkenler ön plana çıkar. Aile bu sosyal-kültürel-ekonomik özelliklerin temel belirleyicisi ve taĢıyıcısıdır.Aileler, kendi toplumsal varlığını, tüm güçleri ve ayrıcalıklarıyla sürdürme eğiliminin harekete geçirdiği bünyelerdir. Bu yeniden üretim eğilimi, ailelerin eğitim stratejilerinin temelini oluĢturur (Bourdieu, 1995). Aileye iliĢkin sosyal özellikler, yükseköğretime iliĢkin tercihlerde etkili olarak, bireyin yaĢantısı boyunca, etkileme gücünü sürdürür. Bir baĢka ifadeyle, aile özellikleri, eğitime ve yetiĢtirmeye yönelik tutumlara kaynaklık eden değiĢkenlerden meydana gelmektedir. Ailenin gelir düzeyi, ailedeki bireylerin eğitimi ve mesleği, eğitimin erken düzeylerinde olduğu kadar yükseköğretim aĢamasındaki tercihlerinde de etkili olur (Archer ve ark., 2005; Bourdieu, 1995; Burgess ve ark., 2006; Connor ve ark., 2001; Dryler, 1998; James ve ark., 1999). Bu açıdan geliĢtirici ve yönlendirici karar almada, öğrencilerin profilinin bilinmesi önemlidir (Ballack ve Botes, 2003). Nitekim ÖSYM ve MEB gibi resmi kurumlar tarafından yayınlanan öğrenci istatistikleri yetersiz ve yüzeysel veriler içermektedir (Özsoy, 2004). Bu sebeple Bozok Üniversitesi Tarım ve Doğa Bilimleri Fakültesi öğrencilerinin sosyo-ekonomik profillerinin belirlenmesine çalıĢılmıĢtır. YÖNTEM AraĢtırmanın amacına uygun betimsel araĢtırma modeli kullanılmıĢtır. Yapılan araĢtırma Bozok Üniversitesi Tarım ve Doğa Bilimleri Fakültesindeki öğrencilerinin sosyo-ekonomik durumlarının belirlenmesi çerçevesinde tanımlanmıĢtır. Bu çalıĢmada verileri elde etmek için bir anket formu hazırlanmıĢtır. Veri toplama ve hazırlanması aĢamaları istatistiki analizleriyle gerçekleĢtirilmiĢtir. AraĢtırma evreni, Bozok Üniversitesi Tarım ve Doğa Bilimleri Fakültesi 2014-2015 öğretim yılı yaz döneminde kayıtlı bulunan; Bahçe Bitkileri,Bitki Koruma ve Tarla Bitkileri bölümlerine devam eden birinci, ikinci, üçüncü, dördüncü ve eğitimini yılını uzatan öğrencilerdir. Bu anket her bölüm ve sınıflardan 126 öğrenci ile gerçekleĢtirilmiĢtir. Toplam 41 sorudan oluĢan ankette, çoktan seçmeli sorulara serbestçe ve dürüstçe cevap verebilmesi için öğrencilerin isimleri istenmemiĢtir. Ankette 430 öğrencilerin; ailelerinin ekonomik durumu, sosyal durumları, öğrencilerin sosyal ve ekonomik durumlarını araĢtıran sorulardan oluĢmuĢtur. BULGULAR VE YORUM Fakülte bünyesinde öğrenim gören öğrencilerin seçmiĢ oldukları bölümler; bahçe bitkileri bölümü 12 kiĢi (%9,5), bitki koruma bölümü 66 kiĢi (%52,4), tarla bitkileri bölümü 48 kiĢi (%38,1) oldukları belirlenmiĢtir (Grafik 1). Öğrencilerin öğrenim gördükleri sınıflar; 37 kiĢi (%29,4) 1.sınıf, 43 kiĢi (%34,1) 2.sınıf, 25 kiĢi (%19,8) 3.sınıf, 18 kiĢi (%14,3) 4.sınıf ve 3 kiĢi (%2,4) 5. sınıf ve üzeri olarak belirlenmiĢtir (Grafik 2). Ankete 45 kız(%35,7), 81 erkek(%64,3) öğrenci katılmıĢtır. Bu durum fakültede okuyan kız öğrenci sayısının hemen hemen 2 katı kadar da erkek öğrenci olduğunu göstermektedir (Grafik 3). Fakülte bünyesinde öğrenim gören öğrencilerin %10,3‟ü (13 kiĢi) 15-19 yaĢları arasında, %81,7‟si(103 kiĢi) 20-24 yaĢları arasında, %5,6‟sı (7 kiĢi) 25-29 yaĢları arasında, %2,4‟ü (3 kiĢi) 30 ve üzeri yaĢlarda olduğu belirlenmiĢtir (Grafik 4). 431 Öğrencilerin kardeĢ sayıları incelendiğinde 5‟ inin (%4) tek çocuk, 50‟sinin (%39,7) iki kardeĢ, 33‟ünün (%26,2) üç kardeĢ, 15‟inin (%11,9) dört kardeĢ, 23‟ünün ise (%18,3) beĢ kardeĢve üzeri olduğu görülmüĢtür (Grafik5).Öğrencilerin Tarım ve Doğa Bilimleri Fakültesi‟ne hangi lise programlarından geldikleri sorusuna 72 kiĢi (%57,2) genel liselerden, 20 kiĢi (%15,9) Anadolu liselerinden, 22 kiĢi (%17,5) meslek liselerinden, 4 kiĢi (%3,2) imam hatip liselerinden, 8 kiĢi (%6,3) diğer özel eğitim kurumlarından geldiklerini ifade etmiĢlerdir (Grafik 6). 432 Öğrenci ailelerinden 24‟ü (%19) büyükĢehirlerde, 26‟sı (%20,6) Ģehirlerde, 48‟i (%38,1) ilçelerde, 2‟si (%1,6) kasabalarda, 26‟sı (%20,6) ise köylerde ikamet ettikleri belirlenmiĢtir (Grafik 7). Öğrencilerimizin annelerinin %57,9‟u (73 kiĢi) ilkokul, %17,5‟u (22kiĢi) ortaokul, %15,9‟u (20kiĢi) lise, %3,2‟si (4 kiĢi) yüksekokul, %5,6‟sı (7 kiĢi) fakülte ve diğer 4 yıllık eğitim veren kurumlardan mezun oldukları tespit edilmiĢtir (Grafik 8). 433 Öğrencilere annelerinin gelirleri sorulduğunda 105‟inin (%83,3) annesinin çalıĢmadığı, 6‟sının (%4,8) 100-499 TL, 3‟ünün (%2,4) 500-999 TL, 4‟ünün (%3,2) 1000-1499 TL, 2‟sinin (%1,6) 1500-1999 TL ve 6‟sının (%4,8) ise 2000 TL ve üzeri olduğu belirtilmiĢtir (Grafik 9). Öğrencilere babalarının eğitim düzeyleri sorulduğunda 40 kiĢi(%31,8) ilkokul, 33 kiĢi (%26,2) ortaokul, 25 kiĢi (%19,8) lise, 10 kiĢi (%7,9) yüksekokul, 18 kiĢi (%14,3) de fakülte ve diğer öğrenim kurumlarından mezun olduklarını belirtmiĢlerdir (Grafik 10). Grafik 11‟de, öğrenci babalarının gelir düzeyleri %9,5‟unun (12 kiĢi) 100-499 TL, %16,7‟sinin (21kiĢi) 500-999 TL, %22,2‟sinin (28 kiĢi) 10001499 TL, %23,8‟inin (30 kiĢi) 1500-1999 TL ve %27,8‟inin (35kiĢi) ise 2000 TL ve üzeri gelirinin olduğu görülmektedir. Aile toplam geliri olarak öğrencilerden 10‟unun (%7,9) 100-499 TL, 20‟sinin (%15,9) 500-999 TL, 25‟inin (%19,9) 1000-1499 TL, 29‟unun (%23,0) 1500-1999 TL ve 42‟sinin (%33,3) 2000 TL ve üzeri geliri olduğu tespit edilmiĢtir. Bu durum ailelerden %56,3‟ünün (71 aile) gelirinin 1500 TL den fazla olduğu bu durumun öğrenci bakımından olumlu bir etkisi olduğunun, aynı zamanda geriye kalan dilimin ise gelir düzeyinin öğrenci tarafına olumsuz etkileri olduğu belirlenmiĢtir (Grafik 12). 434 Ankete katılan 126 öğrenci ailesinden 102‟sinin (%80,9)evlerinin kendilerine ait olduğu, 19‟unun (%15,1) kirada oturduğu, 5‟inin (%4) ise lojmanlarda ikamet ettiği belirlenmiĢtir(Grafik 13). Öğrenciler öğrenim görürken %10,3‟ü (13 kiĢi) ailesinin yanında, %38,1‟i (48 kiĢi)devlet yurtlarında, %15,1‟i (19 kiĢi) özel yurtlarda, %34,1‟i (43 kiĢi) arkadaĢlarıyla beraber kirada bir evde, %2,4‟ü (3 kiĢi) ise diğer aile fertleri yada yakınlarında kaldıklarını belirtmiĢlerdir (Grafik 14). 435 Grafik 15‟de, öğrencilerden 90 kiĢinin(%71,4) burs yada kredi aldığı, 36 kiĢinin(%28,6) ise burs yada kredi almadıkları görülmektedir. Öğrencilerin aylık kiĢisel harcamalarına baktığımızda, 15‟i (%11,9) 100249 TL, 61‟i (%48,4) 250-499 TL, 34‟ü (%27) 500-749 TL, 16‟sı (%12,7) ise 750 TL ve üzeri harcama yaptıklarını belirtmiĢlerdir (Grafik 16). 436 Grafik 17‟de öğrencilerin aileleriyle haftalık görüĢme süreleri verilmiĢtir. Öğrencilerin 46‟sı (%36,5) aileleriyle hiç görüĢmezken, 10‟u (% 8) bir kez, 14‟ü (%11,1) üç kere, 12‟si (% 9,5) beĢ kere, 44‟ü (%34,9) ise 7 ve üzeri görüĢme yaptığını bildirmiĢtir. Anketin bir diğer sorusu olan “kendinizi on sene sonra nerede görmek istiyorsunuz” sorusuna; öğrencilerin %20,6‟sı (26 kiĢi) akademisyen, %26,2‟si (33 kiĢi) memur, %11,9‟u (15 kiĢi) özel bir firmada, %35,7‟si (45 kiĢi) kendi iĢinde, %5,6‟sı (7 kiĢi) ise diğer iĢlerde çalıĢacaklarını söylemiĢlerdir (Grafik 18). 437 SONUÇ TARTIġMA VE GÖRÜġLER AraĢtırma sonuçlarına genel olarak bakıldığında Türk ailelerinin sosyo-ekonomik düzeyleri ile çocukları için tercih ettikleri akademik gelecek arasında iliĢki vardır. Çocuğun öğrenci olmasında anne/babanın eğitim düzeyi, hanehalkı büyüklüğü ve gelir düzeyi etkili değiĢkenler olmaktadır.Yüksekokul ve fakülte mezunu ebeveyn oranının annelerde %8,8, babalarda ise %22,2‟yi geçmediği belirlenmiĢtir. Bu verilere göre öğrencilerin büyük bir çoğunluğu ailelerinde en yüksek eğitim düzeyine sahip bireyler olmaktadır. AraĢtırma ile elde edilen verilerden, öğrencilerin ailelerinin eğitim ve ekonomik durumlarının orta seviyede olduğu belirlenmiĢtir.Bu araĢtırma sonuçları Yozgat Bozok Üniversitesi, Tarım ve Doğa Bilimleri Fakültesi‟nin çağdaĢ ve modern eğitim çalıĢmaları yapabilmesi için bir kaynak teĢkil etmektedir. Bunun yanında üniversite yöneticilerine halen eğitim gören öğrencilerin genel profilleri hakkında bir veri tabanı da oluĢturmaktadır. Kaynaklar Archer, L.,Halsall, A., &Hollingworth, S., 2005. Dropping Outand Drifting Away: An investigation of Factors Affecting Inner-cityPupils‟ Identities, Aspirations and Post-16 Routes. [Electronic Version]. Final 438 Report to the Esmee Fair burn Foun dation. London: IPSE, London Metropolitan University. Ballack, S. And Botes, A., 2003. Profile of Baccalaureate Curriculum Graduate Students in 1997. Curationis, 26(3), s. 60 Bourdieu, P., 1995. Pratik Nedenler Eylem Kuramı Üzerine. Hülya Tufan(çev.), Kesit Yayınları, Ġstanbul. Burgess, S.,Gardiner, K., &Propper, C., 2006. School, Family and County Effects on Adolescents‟ LaterLife Chances. Journal of Family and Economic Issues, 27 (2), 155-184. Connor, H.,Dewson, S., Tyers, C., Eccles, J., Regan, J., &Aston, J., 2001. Social classand hig here ducation: Issuesaf fecting decision on praticipation by lower social class groups. Research Report No. 267. Institutefor Employment Studies. Dryler, H., 1998. Parental Role Models, Gender and Educational Choice. The British Journal of Sociology, 49 (3), 375-398. Erden, M., 2001. Öğrenci DavranıĢlarını Etkileyen Etmenler. Sınıf Yönetimi, 1.Baskı, Ġstanbul: Alkım Yayınevi. James, R.,Wyn, J., Baldwin, G., Hepworth, G., McInnis, C., &Stephanou, A., 1999. Rural and Isolated School Students and Student Location, Socio economic Backraound, and Educational Advantage and Disadvantage[Electronic Version]. Commissioned Report. Özdemir, Ç., 2007. Toplumsal DeğiĢme KarĢısında Aile ve Okul, Türk Eğitim Bilimleri Dergisi, 5(2), 185–198. Özsoy, S., 2004. Üniversite Öğrenci Profili: Kavramsan Bir çözümleme ve Türkiye‟ye ĠliĢkin Bazı Ampirik Bulgular. Kuram ve Uygulamada Eğitim Bilimleri, 4(2), s.304 Reay, D.,&Ball, S. J., 1998. Making Their Minds Up‟: Family Dynamics of School Choice. British Educational Research Journal, 24 (4), 431-448. Sökmen, A., 2011. Öğrenci Memnuniyetine Yönelik Ankara‟daki Bir Meslek Yüksekokulu‟nda AraĢtırma.ĠĢletme AraĢtırmaları Dergisi,3(4), 66–79. 439 440 ĠKLĠM DEĞĠġĠKLĠĞĠ VE TARIM CANSU AYBACI1 DAMLA NUR ÇETĠN2 1 Çukurova Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarım Ekonomisi Bölümü 2 çukurova Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarım Ekonomisi Bölümü ÖZET Genel olarak iklim değiĢikliği küresel atmosfer bileĢimini bozan doğrudan veya dolaylı insan faaliyetleri sonucunda oluĢan değiĢikliktir.Ġklim değiĢikliğinin oluĢturabileceği olumsuzluklar küresel sıcaklık artıĢı,deniz sularının yükselmesi ve biyoçeĢitlilikte azalmadır. Ġnsanların yaĢamlarını sürdürebilmeleri için atmosferdeki karbondioksit düzeyinin 400ppm üzerine çıkmaması gerekir.(Foster ve Rohling 2003,Gasson ve ark 2014).Buna karĢın sadece 2011‟den günümüze 10ppm artarak 2015 yılında 400ppm üzerine çıkmıĢtır. Tarım hem iklim değiĢikliğine katkıda bulunur hem de iklim değiĢikliğinden etkilenir. Bu çalıĢmanın amacı literatüre bağlı olarak iklim değiĢikliğini incelemek ve tarım sektörü açısından tartıĢmaktır. ANAHTAR KELĠMELER :İklim,iklim değişikliği,tarım,iklim ve tarım 1.GĠRĠġ Ġklim, bir yerde uzun bir süre boyunca gözlemlenen sıcaklık, nem, hava basıncı, rüzgar, yağıĢ, yağıĢ Ģekli gibi meteorolojik olayların ortalamasına verilen addır. Bir yerin iklimi o yerin enlemine, yükseltisine, yer Ģekillerine, kalıcı kar durumuna ve denizlere olan uzaklığına bağlıdır. Ġklimi inceleyen bilim dalına klimatoloji adı verilir. Ġklim sistemi, Yerküre'nin yaklaĢık 4.5 milyar yıllık tarihi boyunca milyonlarca yıldan on yıllara kadar tüm zaman ölçeklerinde doğal olarak değiĢme eğilimi göstermiĢtir. Etkileri jeomorfolojik ve klimatolojik olarak iyi bilinen en son ve en önemli doğal iklim değiĢiklikleri, 4. Zaman‟daki (Kuvaterner‟deki) buzul ve buzularası dönemlerde oluĢmuĢtur. Ancak 19. yüzyılın ortalarından beri, doğal değiĢebilirliğe ek olarak, ilk kez insan etkinliklerinin de iklimi etkilediği yeni bir döneme girilmiĢtir. Günümüzde iklim değiĢikliği, sera gazı birikimlerini arttıran insan etkinlikleri de dikkate alınarak tanımlanabilmektedir. 441 Ġklimi meydana getiren baĢlıca sebepleri: 1. Sıcaklık 2. Denizler 3. Yükseklik 4. Rüzgarlar 5. Rutubet 2.ĠKLĠM DEĞĠġĠKLĠĞĠ Küresel iklim değiĢikliği, yerkürenin uzun jeoloji tarihi boyunca yaĢanan iklimin doğal değiĢkenliğine ek olarak insan etkinliklerinin neden olduğu bir değiĢikliktir. Buna paralel olarak, BirleĢmiĢ Milletler Ġklim DeğiĢikliği Çerçeve SözleĢmesi‟nde (BMĠDÇS) iklim değiĢikliği, “karĢılaĢtırılabilir bir zaman döneminde gözlenen doğal iklim değiĢikliğine ek olarak, doğrudan ya da dolaylı olarak küresel atmosferin bileĢimini bozan insan etkinlikleri sonucunda iklimde oluĢan bir değiĢiklik” biçiminde tanımlanmaktadır. GüneĢ radyasyonu, iklim sisteminin güç kaynağıdır. Yerküre‟nin radyasyon dengesini etkileyen, dolayısıyla iklimi değiĢtiren üç temel yol bulunmaktadır: 1) Gelen güneĢ radyasyonundaki değiĢiklikler (GüneĢin kendisindeki ya da Yerküre‟nin yörüngesindeki değiĢikliklere bağlı olarak); 2) GüneĢ radyasyonunun yansıtılan kısmındaki değiĢiklikler (bu kısım albedo olarak adlandırılmaktadır ve bulut örtüsü, aerosoller denilen küçük parçacıklar ya da arazi örtüsündeki değiĢikliklere bağlı olarak değiĢebilmektedir); 3) Yerküre‟den uzaya geri gönderilen uzun dalgalı radyasyondaki değiĢiklikler (sera gazı salımlarının atmosferdeki birikimlerine bağlı olarak). Bunların yanı sıra, rüzgarlar ve okyanus akıntılarının, Yerküre yüzeyi üzerindeki ısı dağılımında oynadıkları rol nedeniyle, iklim üzerinde önemli etkileri bulunmaktadır. DeğiĢiklikleri, ormansızlaĢtırma ve sanayi süreçleri gibi insan etkinlikleriyle atmosfere salınan sera gazı birikimlerindeki hızlı artıĢın doğal sera etkisini (Yeryüzünde ve atmosferde tutulan ısı enerjisi, atmosfer ve okyanus dolaĢımıyla Yeryüzünde dağılır ve uzun dalgalı yer radyasyonu olarak atmosfere geri verilir. Bunun bir bölümü, bulutlarca ve atmosferdeki sera etkisini düzenleyen sera gazlarınca - su buharı (H2O), karbondioksit (CO2), metan (CH4), diazotmonoksit (N2O), ozon (O3), vb. - soğurularak atmosferden tekrar geri salınır. Bu sayede Yerküre yüzeyi ve alt atmosfer ısınır. Yerküre‟nin beklenenden daha fazla ısınmasını sağlayan ve ısı dengesini düzenleyen bu sürece doğal sera etkisi denmektedir). kuvvetlendirmesi sonucunda Yerküre‟nin ortalama yüzey sıcaklıklarındaki artıĢı ve iklimde oluĢan değiĢiklikleri ifade etmektedir. Sera gazı 442 emisyonlarındaki bu artıĢ, özellikle 1750‟li yıllardan itibaren, yani sanayi devriminden bu yana net olarak gözlemlenmektedir. En önemli sera gazı olan CO2 'nin atmosferdeki birikimi sanayi öncesi dönemde yaklaĢık 280 ppm'den (milyonda bir parçacık) 2005 yılında 379 ppm'e yükselmiĢtir. Sanayi öncesi dönemde yaklaĢık 715 ppb olan CH4 birikimi, 2005 yılında ise 1774 ppb'e çıkmıĢtır. Küresel atmosferik diazot monoksit birikimi %18 oranında artıĢ göstermiĢ ve sanayi öncesi yaklaĢık 270 ppb'den 2005 yılında 319 ppb'ye çıkmıĢtır. Ġklimdeki değiĢiklerin neden olduğu birçok olumsuz sonuçları vardır. Bunları Buzulların erimesi Yağmur miktarındaki sağanak Ģekilnde yağıĢlarda artıĢ Denizlerin su düzeyinde yükselme Fırtına ve sel hasarlarının artması Tundraların erimesi BuharlaĢma miktarında artıĢ Kuraklık ve çölleĢme olarak sıralamak mümkündür. 3.TARIM VE ĠKLĠM DEĞĠġĠKLĠĞĠ Tarım veya ziraat, bitkisel ve hayvansal ürünlerin üretilmesi, bunların kalite ve verimlerinin yükseltilmesi, bu ürünlerin uygun koĢullarda muhafazası, iĢlenip değerlendirilmesi ve pazarlanmasını ele alan bilim dalıdır Tarım hem iklim değiĢikliğine katkıda bulunur, hem de iklim değiĢikliğinden etkilenir Tarım, küresel ısınmayı teĢvik edici etkilerinin yanı sıra küresel ısınmanın da tarım üzerinde olumsuz yönde etkileri mevcuttur. 2030 yılı itibariyle 8 milyara ulaĢması beklenen dünya nüfusunu besleyebilmek için bugünkü gıda üretiminin %60 oranında artırılması gerekmektedir. Bu nüfus oranının büyük çoğunluğunun Ģehirlerde yaĢamakta olduğu ve kırsal alanlardan Ģehirlere göçün her geçen gün arttığı düĢünüldüğünde artan tüketim hızına karĢılık gelecek bir üretim potansiyelinin olmayacağı ortadadır. Siqueira ve ark. (2001) 2050 yılı itibariyle Brezilya‟da hava sıcaklığında 3-5 o C lik bir azalıĢın ve yağıĢlardaki %11‟lik bir artıĢın olacağını ve bu değiĢimin buğday (%30) ve mısır (%16) üretimini 443 azaltacağını ve soya üretimini (%21) artıracağını belirtmiĢlerdir. Bu değiĢimin ayrıca erozyonu artıracağını, tarımsal iĢlemlerde (toprak iĢleme, sulama, ilaçlama vs.) güçlükler hastalıkların artması ve kontrollerinin zorluğu gibi etkilere yol açarak tarım ürünlerinin verimini ve kalitesini olumsuz yönde etkileyeceğini belirtirken, önemli oranlarda yiyecek sıkıntısının ve açlığın baĢ göstereceğini belirtmiĢlerdir. Bir taraftan da diğer koĢullar optimum olduğu durumlarda atmosferde artan CO2 konsantrasyonu bitkilerin su kullanım etkinliklerini ve fotosentetik aktivitelerini teĢvik edeceğinden dolayı ürün verimlerini %10-50 oranında artırması beklenmektedir. Ancak artan sıcaklık genel olarak tarım ürünleri üzerine olumsuz yönde etki edecek ve bitkilerde görülen hastalıklarda sıcaklıkla birlikte bir artıĢ meydana gelecektir. Bu yüzden kurak bölgelerdeki çiftçiler hem daha çok sulama yapacak hem de daha fazla tarım ilacı kullanacaktır. Örneğin artan sıcaklık çeltik bitkisi için artan terleme oranı, vegetatif geliĢim eksikliği ve dane dolum dönemine olumsuz etkilerde bulanacak ve çeltik geliĢimini olumsuz yönde etkileyerek verim kayıplarına neden olacaktır (Pathak ve Wassmann, 2007). Ayrıca, artan sıcaklık ile beraber dünya üzerinde su sıkıntısının da yaĢanması kaçınılmazdır. Goyal (2004), Hindistan‟da sıcaklığın 1 o C artması durumunda bile evapotranspirasyonun 15 mm artacağını, bunun ise tüm Hindistan için 313.12 mcm (million cubic metres) büyük bir su ihtiyacı doğuracağını belirtmiĢlerdir. Artan su ihtiyacı özellikle kurak ve yarı kurak bölgelerde karĢılanamadığı takdirde önemli verim azalıĢlarına neden olacağı için su kayıplarının önlenmesi, su rezervlerinin korunması ve yeni az su tüketen bitki çeĢitlerinin geliĢtirilmesi üretkenliğin ve sürdürülebilirliğin sağlanması açısından son derce önemlidir. Su anda 1.1 milyar insan temiz içme suyu bulamamakta ve 800 milyon insan beslenme güçlüğü çekmekte ve dünyanın nüfusunun yiyecek ihtiyacının gelecek birkaç on yıl sonra ikiye katlanacağı düĢünülmektedir. Ġklim değiĢiminin sonucu olarak orta ve yüksek enlemlerde üretkenlik artarken, tropikal ve subtropikal bölgelerde verim oldukça azalacaktır. Bunun sonucu olarak da kırsal nüfusun büyük çoğunluğu olumsuz yönde etkilenecektir. BulaĢıcı hastalıklar için kötü beslenme önemli bir faktör haline gelecektir. Ġkilim değiĢimi, Hindistan, Asya ve Afrika gibi düĢük enlemlerde de görülen yiyecek sıkıntısını Ģiddetlendirecek ve açlık ve kıtlık ciddi bir biçimde ortaya çıkacaktır. 2025 yılı itibari ile kırsal alanlardan devam eden göç nedeniyle dünya nüfusunun % 61‟inin Ģehirlerde yaĢaması beklenmektedir. Çevresel bozulmalar, nüfus artıĢı ve yiyecek sıkıntısı insanlar ve hayvanlar için göçlere neden olacak, bu sağlıksız göçler sonucunda hastalıklar ve ölümler artacaktır (Khasnis ve Nettleman, 2005) Tarımsal girdiler, iklim değiĢimi tarafından en çok etkilenen unsurdur. DeğiĢen iklim, tarımsal uygulamaları değiĢtirebilmektedir2012 yılında AB'nin toplam sera gazı emisyonlarında tarımın payı %10 olmuĢtur. 444 Çiftlik hayvanı sayısındaki kayda değer bir düĢüĢ, gübrelerin daha etkin bir Ģekilde uygulanması ve daha iyi bir gübre yönetimi, 1990 ve 2012 arasında AB'deki tarım kaynaklı emisyonları %24 oranında düĢürmüĢtür. Ancak, dünyanın geri kalanında tarım ters yönde ilerlemektedir. 2001 ve 2011 arasında, mahsul üretimi ve hayvancılıktan kaynaklanan küresel emisyonlar %14 oranında artmıĢtır. Bu artıĢ, ağırlıkla geliĢmekte olan ülkelerde toplam tarımsal üretimdeki artıĢa bağlı olarak meydana gelmiĢtir. Bu durum, küresel gıda talebindeki artıĢ ve bazı geliĢmekte olan ülkelerdeki gelir artıĢına bağlı olarak gıda tüketim modellerindeki değiĢimlerle tetiklenmiĢtir. Bağırsak fermantasyonundan kaynaklanan emisyonlar bu dönemde %11 oranında artmıĢ ve 2011'de sektörün toplam sera gazı üretiminin %39'unu oluĢturmuĢtur. Bu tür verimlilik kazanımlarına ek olarak, tüketimdeki değiĢiklikler gıdayla bağlantılı sera gazı emisyonlarının daha fazla düĢürülmesine yardımcı olabilir. Genel olarak, et ve süt ürünleri, herhangi bir gıdanın kilogramı baĢına en yüksek oranlarda küresel karbon ayak izi, ham madde ve su içerir. Sera gazı emisyonları açısından, hayvancılık ve hayvan yemi üretiminin her biri 3 milyar tondan fazla CO2 eĢdeğeri üretir. Çiftlik sonrası ulaĢtırma ve iĢleme, gıdayla bağlantılı emisyonların yalnızca küçük bir kısmını oluĢturur. Atık gıdaların ve emisyon bakımından yoğun gıda ürünlerinin tüketiminin azaltılmasıyla, tarımdan kaynaklanan sera gazı emisyonlarının azaltılmasına katkıda bulunabilir. Mahsullerin büyümek için toprağa, suya, güneĢ ıĢığına ve sıcaklığa ihtiyacı vardır. Sıcaklıkların yükselmesi Avrupa'nın geniĢ kesimlerinde büyüme mevsiminin uzunluğunu etkilemiĢtir. Tahıl ürünlerinin çiçeklenme ve hasat tarihleri artık mevsim içinde birkaç gün öncedir. Bu değiĢikliklerin çoğunun bölgede devam etmesi beklenmektedir. Genel olarak, kuzey Avrupa tarımsal üretimi, büyüme mevsiminin ve donmanın yaĢanmadığı dönemin uzaması nedeniyle artabilir. Yüksek sıcaklıklar ve daha uzun büyüme mevsimleri, aynı zamanda yeni ürünlerin ekilmesine olanak verebilir. Güney Avrupa'da, aĢırı ısı olayları ile yağıĢ ve su mevcudiyetindeki azalmaların mahsul üretimini engellemesi beklenmektedir. Ayrıca mahsul veriminin, Ģiddetli hava olayları ile haĢere ve hastalık gibi diğer faktörler nedeniyle yıldan yıla giderek değiĢime uğranması beklenmektedir. Akdeniz bölgesinin bazı bölgelerinde, yaz aylarındaki aĢırı ısı ve su gerilimi nedeniyle, bazı yaz mahsulleri kıĢın yetiĢtirilebilir. Batı Fransa ve güneydoğu Avrupa gibi diğer bölgelerde, mahsul üretimini kıĢa kaydırma olasılığı olmaksızın geçen sıcak ve kuru yaz ayları nedeniyle verim düĢüĢü beklenmektedir. 445 Dünyada toplam iĢlenebilir tarım arazisi 3,2 milyar hektardır. Son yıllarda kiĢi baĢına düĢen tarım arazisinde azalmalar gözlenmektedir. GeliĢmiĢ ülkelerde bu azalıĢ % 14,3 iken, geliĢmekte olan ülkelerde % 40‟tır. KiĢi baĢına düĢen tarım arazisi 0,23 hektar olup, 2050‟de bu oran küresel ısınmaya bağlı olarak 0,15 hektara düĢecektir. Aynı Ģekilde Afrika ve Orta Asya gibi kurak bölgelerde tarım üretiminin % 50 azalacağı belirtilmektedir. 4.SONUÇ Son yılarda küresel ısınma gerçeğinin farkına varan dünya ülkeleri, iklim politikalarını, sürdürülebilir kalkınma stratejilerine, enerji, ulaĢım ve tarım gibi iktisadi sektörlere dahil etmeye baĢlamıĢlardır. Bu da bize enerji kullanımında daha etkin kullanımın mümkün olabileceğini, böylece daha az enerji kullanımı ve daha az salımla aynı düzeyde kalkınmanın gerçekleĢebileceğini göstermektedir. Küresel ısınmaya yönelik çalıĢmalar yapan birçok kuruluĢ temel olarak küresel ısınmanın önüne geçebilmek için, enerji, sanayi, ulaĢım ve tarım sektörlerinde, baĢta fosil yakıt kullanımının azaltılması yoluyla, gerekli politika değiĢikliklerine gidilerek sera gazı üretiminin sınırlandırılmasının gerekli olduğunu bildirmektedirler. Türkiye, yüksek miktarda yeni ve yenilenebilir enerji kaynaklarına (güneĢ enerjisi, jeotermal enerji, rüzgar enerjisi ve biomas gibi) sahiptir. Tarım sektöründe de bu kaynaklardan etkin olarak 48 yararlanılabilir. Bunu sağlayabilmek içinde mutlaka enerji sektöründe yenilenebilir enerji kaynakları üzerinde çalıĢmalar yapılmalı ve etkinliği artırılmalıdır. Yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanılmasının artırılması hava, toprak, su gibi doğal dengenin korunması ve sürdürülebilirliğin sağlanması açısından yarar sağlayacağı gibi konvansiyonel enerji uygulamalarının yavaĢlatılmasını da beraberinde getireceğinden çevre üzerine önemli olumlu etkiler sağlayarak enerjinin de etkin kullanımını mümkün kılacaktır. Buna ilave olarak, ormanların korunması, bilinçli tarımsal uygulamalar (gübreleme, ilaçlama vs.) ve sera gazları salınımının azaltılması için ciddi yaptırımları olan vergiler konulması küresel ısınmanın azaltılmasına yardımcı olabilir. Nüfusun belli bölgelere yığılması engellenmelidir. Su kaynakları açısından, su kırılganlığının nispeten az olduğu bölgelere göç teĢvik edilmelidir. Ülke çapında daha az bölgeselliği olan bir nüfus dağılımı su potansiyelini azaltma ihtimali yüksek olan iklim değiĢikliği kaynaklı kırılganlığı azaltacaktır. Su kaynakları tasarruflu kullanılmalı, tarıma aktarılan su miktarı tasarruf sağlayan sulama teknikleri uygulanarak azaltılmalıdır. Tasarruflu tekniklerin kullanıldığı sulanan arazilerin alanı artırılmalıdır. Gıda güvenliği açısından, önemli tarım ürünlerinin üretim alanlarının bölgeselliği azaltılmalı, daha fazla dağılıma sahip bir yapı hedeflenmelidir. Ürün desenleri iklim değiĢikliği dikkate alınarak planlanmalıdır. Sıcaklığa ve kuraklığa dayanıklı ağaçların bulunduğu orman 446 alanları artırılmalıdır. Enerjide arz güvenliğinin korunması Ģartıyla yenilenebilir enerji kaynaklarına ağırlık verilmelidir. KüreselleĢen dünyada gerçek anlamda “bağımsız” ülkelerden bahsetmek zordur. Yerel ve bölgesel iklimsel afetler küresel etkiler meydana getirebilmektedir. Örneğin, büyük tarım ülkelerindeki geniĢ tarım arazilerinin kuraklıktan etkilenmesi gıda fiyatlarını artırabilmektedir. Böyle durumlara hazırlıksız yakalanmamak toplumların huzuru açısından son derece önemlidir. Ġklim ve iklim değiĢikliği araĢtırmaları sadece yerel ölçekte değil küresel ölçekte de yapılmalı, ve bu araĢtırmalar, toplumsal yansımaları olabilecek risklerin önceden belirlenmesinde etkin bir Ģekilde kullanılmalıdır. Örneğin, dünyadaki tarım üretim alanları kuraklık açısından takip edilerek gıda fiyatlarındaki olası değiĢimler önceden belirlenerek gıda güvenliği açısından tedbirler alınabilir. Türkiye sadece içeriye yönelik projeksiyonlar değil bölgesel hatta küresel ölçekli mevsimsel ve daha uzun süreli projeksiyonlar oluĢturmayı öğrenmelidir. Türkiye kuraklık gibi büyük alanları etkisi altına alabilen afetlere karĢı tedbir amaçlı olarak baĢka ülkelerde tarım alanları iĢletme yoluna da baĢvurabilir KAYNAKÇA (Foster and G.L.Rohling E.J.2013) Relationship between sea level and climate forcing by CO2 on geological timescales,PROC.NALT.ACAD.SCĠ.,110(4),1209-1214 (Goyal, R.K., 2004). Sensitivity of Evapotranspiration to Global Warming: A Case Study of Arid Zone of Rajasthan (India). Agricultural Water Management 69: 1–11 (Khasnis, A.A., and Nettleman, M.D., 2005). Global Warming and Infectious Disease. Archives of Medical Research 36, 689–696 (Pathak, H.,and Wassmann, R., 2007). Introducing Greenhouse Gas Mitigation as A Development Objective in Rice-Based Agriculture: I. Generation of Technical Coefficients. Agricultural Systems 94:807–825 (KürĢat k.,2007,) Küresel Isınma Ve Tarımsal Uygulamalara Etkisi Aralık 2007 arastırma.tarim.gov.tr Tarım ve Ġklim DeğiĢikliği www.eea.europa.eu/tr (03.11.2015) (BÜġRA D.2012)Ġklim DeğiĢikliğinin Tarıma Etkisi https://yesilgazete.org (31.12.2012) www.mgm.gov.tr iklim değiĢikliği 447 448 EPĠGENETĠK Muhammed DĠNÇ,BüĢra ĠLBEĞĠ Çukurova Üniversitesi Zootekni Bölümü Çukurova Üniversitesi Tarım Ekonomisi Bölümü ÖZET Biyolojide DNA dizisinde ki değiĢiklerden kaynaklanmayan, ama aynı zamanda ırsi (kalıtımsal) olan gen ifadesi değiĢikliklerini inceleyen bilim dalıdır. Diğer bir deyiĢle kalıtımsal olup, genetik olmayan fenotip varyasyonlarını incelemektedir. DNA dizilimleri aynı, fakat zaman içinde genlerin çalıĢması değiĢir. Yanıtlamaya çalıĢtığı sorular: 1. Çok hücreli bir organizmada; örneğin bir karaciğer hücresi ile bir kas hücresi, tamamen aynı genotipi paylaĢırlarken, nasıl olur da, apayrı – yine de stabil – gen ifade profillerine ve de farklı ve bağımsız hücre fonksiyonlarına sahip olabilmektedirler? 2. Fibroblastlar veya lenfositler gibi farklılaĢmamıĢ hücreler, nasıl hücre bölünmesi yoluyla fenotiplerini stabil bir Ģekilde korumaktadırlar? 3. Nasıl, bir farklılaĢmamıĢ kök hücre, bazen bölündüğünde iki yeni kök hücre verirken, bazen de bir kök hücre ve de bir farklılaĢmıĢ hücre verebilmektedir? 4. Memelilerin, bizim de dahil olduğumuz Eutheria altsınıfına ait diĢi bireylerinin her hücresinde; ayni nükleoplazma içinde bulunan ve de neredeyse özdeĢ DNA dizinlerine sahip iki X kromozomundan biri inaktive edilmektedir. Ġki X kromozomundan hangisinin inaktive edileceği nasıl belirlenmektedir ve de inaktivasyon hangi yolla/yollarla gerçekleĢmektedir? 5. Tamamen aynı genotipe sahip tek yumurta ikizlerinin, nasıl olur da hastalıklara genetik yatkınlıkları farklı olur? 6. Çevremiz ve de yaĢam tarzımız bizi (gen ifademizi dolayısıyla bizi) ne kadar, nasıl etkiler? 7. Bu etkiler bizden sonraki kuĢaklara da aktarılır mı? Çevre, besleme, beslenme, uyku, stres, yetiĢtirilme koĢulları, çocuğu besleme, sigara ve alkol tarzı maddele, sperm/yumurta kalitesini etkilediği gibi, doğacak çocuğun üzerinde de etkilidir. Bebeğin doğmadan önce ki çevreside etkilidir. Bunun yanı sıra doğacak çocukta olan ve yaĢamı 449 boyunca, yaĢayacağı etkiler bir sonra ki generasyona da aktarılır. Ebeveynlerin yaĢamıĢ olduklarını çocuğun ve torunlarının üzerinde de etkisinin gösterdiğini, fareler üzerinde yapılan deneylerde bu etkinin dört generasyon sonrasında dahi etkisinin gösterdiği saptanmıĢtır. ANAHTAR KELĠMELER: Epigenik, Çevre, genetik,genotip GĠRĠġ Epigenetik ; biyolojide, DNA dizisindeki değiĢikliklerden kaynaklanmayan, ama aynı zamanda ırsi olan, gen ifadesi değiĢikliklerini inceleyen bilim dalıdır. Diğer bir deyiĢle, ırsi (kalıtımsal) olup genetik olmayan fenotipik varyasyonları incelemektedir. Bu değiĢiklikler hücreyi ya da organizmayı doğrudan etkilemektedir ancak, DNA dizisinde hiçbir değiĢiklik gerçekleĢmemektedir. Yanıtlamaya ÇalıĢtığı Sorular: 1- Çok hücreli bir organizmada; örneğin bir karaciğer hücresi ile bir kas hücresi, tamamen aynı genotipi paylaĢırlarken, nasıl olur da, apayrı – yine de stabil – gen ifade profillerine ve de farklı ve bağımsız hücre fonksiyonlarına sahip olabilmektedirler? 2- Fibroblastlar veya lenfositler gibi farklılaĢmamıĢ hücreler, nasıl hücre bölünmesi yoluyla fenotiplerini stabil bir Ģekilde korumaktadırlar? 3- Nasıl, bir farklılaĢmamıĢ kök hücre, bazen bölündüğünde iki yeni kök hücre verirken, bazen de bir kök hücre ve de bir farklılaĢmıĢ hücre verebilmektedir? 4- Memelilerin, bizim de dahil olduğumuz Eutheria alt sınıfına ait diĢi bireylerinin her hücresinde; ayni nukleoplazma içinde bulunan ve de neredeyse özdeĢ DNA dizinlerine sahip iki X kromozomundan biri inaktive edilmektedir. Ġki X kromozomundan hangisinin inaktive edileceği nasıl belirlenmektedir ve de inaktivasyon hangi yolla/yollarla gerçekleĢmektedir? 5- Tamamen aynı genotipe sahip tek yumurta ikizlerinin, nasıl olur da hastalıklara genetik yatkınlıkları farklı olur? 6- Çevremiz ve de yaĢam tarzımız bizi (gen ifademizi dolayısıyla bizi) ne kadar, nasıl etkiler? 7- Bu etkiler bizden sonraki kuĢaklara da aktarılır mı? DiĢilerde X kromozomu inaktivasyonu: Epigenetik konusundaki bilgimiz henüz çok az olduğu için istem dıĢı sonuçlar konusunda çok dikkatli olmamız gerekir. Besinleri metil yönünden zengin olanları seçmek bazen iyi sonuçlar doğurmayabilir. Çünkü hangi geni nasıl etkileyeceğini bilmiyoruz. Epigenetikte yolun daha baĢındayız. Kadınlarda eĢey kromozomları XX, erkeklerde XY‟ dir.Memelilerde X ve Y kromozomları genetik içerik olarak birbirinden farklıdır. X 450 kromozomu geniĢ ve binden daha fazla gen içerirken Y kromozomu daha kısadır ve yüzden daha az gen içerir. X Kromozomu inaktivasyonu, diĢi memeli hücrelerinde iki adet bulunan X kromozomlarından birinin inaktive edilmesi iĢlemidir. . DNA metilasyonu ile X kromozomlarından biri heterokromatin hale gelerek kromozomun üzerinde bulunan genlerin ifade edilmesi önlenir. Böylece, sadece bir X kromozomuna sahip erkeklerle, iki X kromozomuna sahip diĢiler arasındaki X kromozomu dengesi sağlanmıĢ olur. Ġnsan ve fare gibi geliĢmiĢ memelilerde, inaktive edilecek kromozomun seçimi rastgele yapılır (Hangi X kromozomunun inaktif olacağı yine epigenetik mekanizmalara bağlı olabilir) ve inaktive edilmiĢ X kromozomu, içinde bulunduğu hücrenin yaĢamı boyunca inaktif olarak kalır. HerĢeye rağmen inaktif X kromozomunun kodladığı genlerin yaklaĢık % 30‟ unun ifade edildiği düĢünülmektedir. X kromozomundaki bu yapısal değiĢiklik susturulması gereken genlerin ifade edilmesi sonucunu doğurabilir. Bu da ilgili genin fazla ifade edilmesi ile sonuçlanarak hastalık sebebi olabilir. Bazı hastalıkların inaktif X kromozomundan kaynaklanma ihtimali vardır. Epigenetik mekanizmalar ikiye ayrılır: • Doğrudan gen ifadesini kontrol eden veya etkileyen mekanizmalar • Dolaylı yoldan gen ifadesini kontrol eden veya etkileyen mekanizmalar Dolaylı yoldan etkiyen mekanizmalar • Dolaylı yoldan gen ifadesine etkiyen mekanizmalar posttranskripsyonel (transkripsiyon sonrası, yani ana DNA molekülünden RNA molekülü elde edildikten sonra) mekanizmaları özellikle de nonkoding RNA‟nın (RNAi vb.) kodlayıcı RNA (mRNA) üzerine etkiyerek protein sentezini engellemesini içerir. Doğrudan etkiyen mekanizmalar: Bu mekanizmalar da ikiye ayrılır: • DNA düzeyindeki modifikasyonlar • Kromatin düzeyindeki modifikasyonlar Bu modifikasyonlar hem kovalent hem de nonkovalent olabilirler. Genlerin sessizleĢmesine neden olurlar. Bu da geni inaktive edici bir mutasyon veya delesyon gibi genetik bir mekanizmayla eĢdeğerdir DNA üzerinde birbirini takip eden Sitozin- Guanin baz dizilerinden Sitozine, metil grubunun (CH3) DNA metil transferaz enzimi yardımıyla bağlanması ile gerçekleĢir. DNA metilasyonu ilgili genin ifadesini baskılar. Metil grupları beslenme ile alınarak DNA‟ ya aktarılır. DüĢük ya da fazla metil alındığında DNA metilasyonunda dengesizlikler 451 olabilir. Metil yönünden zengin besinler çevrede yaygındır ve soğan, sarımsak, pancar ve hamile kadınlara verilen besin destekleri dahil bir çok gıdada bulunur. Bazı genlerin etkisiz olması daha iyiyken, 7 gün 24 saat görev baĢında olması gerekenler de vardır. Ne kadar az metilasyon oluĢursa, gen o kadar aktif olur. Her zaman tetikte olmasını istediğimiz gen dizisi, tümörleri bastıran ve DNA‟ yı onaran dizidir. Bu genler etkisiz hale gelirse, kanser hücrelerinin önünde bir engel kalmaz. Sigara içen insanlarda akciğer ve prostat kanseri ile savaĢması gereken genler hipermetilasyona (fazla metilasyon) uğramıĢtır. Histon proteinlerinin kuyruklarında yer alan aminoasitlere; asetil, metil, fosfat, ubikitin veya sumo gruplarının kovalent bağlanmasıyla oluĢan değiĢiklikler nükleozom yapısının sıkılığını değiĢtirerek gen ifadesinin düzenlenmesinde rol oynar. Histon modifikasyonları gen ifadesinde hem baskılayıcı hem de etkinleĢtirici rol oynar. Epigenetik Bozuklukların Klinik Sonuçları: Epigenetik modifikasyonlar, uzun dönem gen ifadesinin susturulmasında kullanılan bir mekanizmadır ve dokuya ya da geliĢim evresine özgül farklı gen ifadesi paternlerinin sağlanmasında önemli bir rol oynamaktadır. Epigenetik patern geliĢim sürecinde oluĢturulur ve normalde bireyin tüm yaĢamı boyunca korunur. Döllenmenin hemen ardından, paternel genomda hızlı bir demetilasyon ve histon modifikasyonları görülür. Maternal genomda ise kademeli bir demetilasyon görülür ve sonuçta yeni bir embriyonik metillenme paterni oluĢturulur. Sonuç olarak, ebriyodaki her hücre kendine özgü bir epigenetik paterne kavuĢur ve bu sayede de hücreye özgü gen ifadesi sağlanmıĢ olur. Çok dikkatli bir Ģekilde düzenlenmiĢ olan bu epigenetik paternlerde meydana gelebilecek dalgalanmalar konjenital bozukluklara, multisistem pediyatrik sendromlara ya da sonradan ortaya çıkabilecek kanser ve nörodejenerasyonlara yatkınlık sağlayabilir. Epigenetik Bozuklukların sonuçlarına örnekler: Kanser : Zeitgeist 2011 versiyonunda verilen bir araĢtırmaya göre meme kanseri olan 100 kadından sadece 7 tanesi kanser geni taĢıyormuĢ. Yani diğerleri, kanser geni taĢımadıkları halde, hasta olmuĢlar. Kanser, genetik ve epigenetik hataların birikimiyle ortaya çıkan ve normal hücrenin hızla yayılan tümör hücresine dönüĢmesiyle sonuçlanan çok basamaklı bir olaydır. DNA metilasyonundaki değiĢiklikler kanserle iliĢkili genlerin ifadesinde değiĢikliklere neden olur. DNA metilasyonun normalden az olması kanser hücrelerini aktive eder ve kromozom yapısının kararlılığını yitirmesine neden olurken, DNA‟ nın normalden fazla metillenmesi ise tümörlerin çoğalmasını engelleyen genlerin çalıĢmasını baskılar. Epigenomdaki değiĢikliklerin tersine çevrilebilir olması kanser tedavisinde yeni bir umut ıĢığı yakmaktadır. Epigenetik değiĢimlerde görev alan 452 enzimleri görev dıĢı bırakarak ya da artmalarını sağlayarak genlerin çalıĢmasını düzenlemek için gerekli ilaçların geliĢtirilme çalıĢmaları baĢlamıĢtır.Epigenetik yalnız kanser terapisinde değil, tanısında da yeni yaklaĢımların oluĢmasını sağlamıĢtır. Nöropsikiyatrik bozukluklar: Birçok psikiyatrik hastalığın ortaya çıkmasında kalıtımsal yatkınlık ve çevresel etmenler birlikte rol oynamaktadır. Hastalık geliĢiminde kalıtımsal ve çevresel etmenlerin birlikte oynadığı rol Caspi ve arkadaĢlarının (2003) yaptıkları bir çalıĢmada ortaya konmuĢ, çocukluk döneminde maruz kalınan istismar veya eriĢkin yaĢamdaki stresli yaĢam olaylarının bazı kiĢilerde depresyona neden olduğu gösterilmiĢtir. Gen ifadesini değiĢtirerek, içsel ve çevresel sinyallerin genomda bütünleĢtirilmesini sağlayan epigenetik düzenlemeler, psikiyatrik hastalıkların geliĢiminde etkin rol oynayabilir ve yeni tedavi seçenekleri için hedef belirlemede yol gösterebilir. Stresli anne baba= mutsuz çocuk: Anne babaları aĢırı stresli olan çocuklar depresyona daha meyillidir ve daha zayıf bir özdenetime sahiptir. Anne babaları daha rahat olan çocuklar daha mutlu ve sağlıklıdır. Epigenetik mekanizmaların sinir hücrelerinin geliĢimi, öğrenme, bellekte rol oynadığına dair çok sayıda veri bulunmaktadır. Bununla birlikte sinir sistemiyle ilgili olan stres, depresyon, Ģizofreni, epilepsi, MS, Alzaymır, Parkinson, madde bağımlılığı, biliĢsel iĢlev bozuklukları (beyinle ilgili bozukluklar) gibi ruhsal bozukluklarda epigenetik mekanizmalar rol oynamaktadır. Üstün zekanın oluĢumu da epigenetik mekanizmalara bağlıdır ve belirtileri erken yaĢta ortaya çıkabileceği gibi geç de görülebilir. Bunlar için epigenetik mekanizmaları hedef alan tedavi stratejileri belirlenmiĢ ve denenmeye baĢlanmıĢtır. Ama ek çalıĢmalara ihtiyaç vardır. Annenin gebeliği sırasında açlıkla karĢılaĢtığı durumda doğan çocuklarda yetiĢkinliklerinde çoğunlukla obezolmaya ve insülin direnci geliĢtirmeye eğilimli olmakta; bu özellik daha sonraki nesillere aktarılabilmektedir. Buna tutumlu genler hipotezi denir. Yani, kötü beslenen fetüsler (bebeğin anne karnındaki hali) enerji biriktirme eğilimindedir. Bu özellikleri doğduktan sonra da devam ederek az beslenseler bile daha kolay kilo alırlar. YaĢlanmada epigenetik değiĢiklikler: DNA metilasyonundaki azalma ya da artmaların yaĢlanma süreciyle iliĢkili olduğu görülmektedir. Bu, yaĢlanmaya bağlı epigenetik değiĢikliklerin yaĢlı bireylerde görülen kanser, sinir harabiyeti hastalıkları ve bağıĢıklık sistemindeki bozukluklarda rol oynadığı düĢünülmektedir. YaĢlı bireylerde görülen aĢırı ya da az metilasyonun gen ifadelerinde aksamalara neden olduğu ve bu nedenle yaĢa bağlı hastalıkların oluĢumuna zemin hazırladığı düĢünülmektedir. 453 Obezite: Obesite enerji dengesinin bozulmasıyla ortaya çıkan bir durumdur. Enerji alımı, sürekli olarak enerji harcamasını aĢıp lipit (yağ) depolanması baĢlayınca yağ hücreleri artar ve geniĢler. Epigenetik mekanizmalar da obesite geliĢme riski üzerinde etkili olabilmektedir. Örneğin, Ġrlanda (1845-1849), Finlandiya (1866-1868) ve Pima yerlilerinin (1870-1930) yaĢadığı büyük açlıklar sırasında pek çok ölen olmuĢ, ancak bazı ailelerin genomları enerji depolamayı öğrenmiĢtir. Gözlemler açlıktan kurtulduktan sonra bu yapının daha sonraki nesillerde besinin çok olduğu zamanda obeziteye neden olduğunu göstermektedir. Annenin gebeliği sırasında açlıkla karĢılaĢtığı durumda doğan çocuklarda yetiĢkinliklerinde çoğunlukla obezolmaya ve insülin direnci geliĢtirmeye eğilimli olmakta; bu özellik daha sonraki nesillere aktarılabilmektedir. Buna tutumlu genler hipotezi denir. Yani, kötü beslenen fetüsler (bebeğin anne karnındaki hali) enerji biriktirme eğilimindedir. Bu özellikleri doğduktan sonra da devam ederek az beslenseler bile daha kolay kilo alırlar. YaĢlanmada epigenetik değiĢiklikler: DNA metilasyonundaki azalma ya da artmaların yaĢlanma süreciyle iliĢkili olduğu görülmektedir. Bu, yaĢlanmaya bağlı epigenetik değiĢikliklerin yaĢlı bireylerde görülen kanser, sinir harabiyeti hastalıkları ve bağıĢıklık sistemindeki bozukluklarda rol oynadığı düĢünülmektedir. YaĢlı bireylerde görülen aĢırı ya da az metilasyonun gen ifadelerinde aksamalara neden olduğu ve bu nedenle yaĢa bağlı hastalıkların oluĢumuna zemin hazırladığı düĢünülmektedir. Annenin gebeliği sırasında açlıkla karĢılaĢtığı durumda doğan çocuklarda yetiĢkinliklerinde çoğunlukla obez olmaya ve insülin direnci geliĢtirmeye eğilimli olmakta; bu özellik daha sonraki nesillere aktarılabilmektedir. Buna tutumlu genler hipotezi denir. Yani, kötü beslenen fetüsler (bebeğin anne karnındaki hali) enerji biriktirme eğilimindedir. Bu özellikleri doğduktan sonra da devam ederek az beslenseler bile daha kolay kilo alırlar. YaĢlanmada epigenetik değiĢiklikler: DNA metilasyonundaki azalma ya da artmaların yaĢlanma süreciyle iliĢkili olduğu görülmektedir. Bu, yaĢlanmaya bağlı epigenetik değiĢikliklerin yaĢlı bireylerde görülen kanser, sinir harabiyeti hastalıkları ve bağıĢıklık sistemindeki bozukluklarda rol oynadığı düĢünülmektedir. YaĢlı bireylerde görülen aĢırı ya da az metilasyonun gen ifadelerinde aksamalara neden olduğu ve bu nedenle yaĢa bağlı hastalıkların oluĢumuna zemin hazırladığı düĢünülmektedir. Epigenetik düzenlenmenin depresyon, Ģizofreni, madde bağımlılığı, biliĢsel iĢlev bozuklukları gibi hastalıklarda ve nörogenezis, nöronal plastisite, öğrenme ve bellekte rol oynadığına dair çok sayıda delil 454 bulunmaktadır. Bu olaylarda rol oynayan histon modifikasyonları ve DNA metilasyonundaki değiĢiklikler hem genlerde hem de genlerin promotor dizilerinde tespit edilmiĢtir. Hatalı epigenetik düzenlemeler ciddi biyolojik sonuçlara neden olabilir ve hastalıklara katkıda bulunabilir. Örneğin beyinkaynaklı nörotrofik faktör geninin (BDNF) promotorundaki kromatin yeniden modellenmesi, nöbetler, kronik stres, kokain bağımlılığı, Rett sendromu ve nöronal aktiviteyle iliĢkilidir. Kromatin yeniden modellenmesi çok sayıda geni etkilemektedir. Bu yüzden bunların hem post-mortem insan beyin dokusunda hem psikiyatrik koĢullar sağlanmıĢ hayvan modellerinde çalıĢılması oldukça önemlidir Amerikan Bilimler Akademisi‟nin resmi dergisi Proceedings of National Academy of Sciences‟ın 2005 yılı Temmuz ayı sayısında yayımlanan bir makale, uzun süre kafamı kurcalayan ikizler sorusuna açıklık getirdi. Amerikalı, Ġngiliz, Ġsveç ve Ġspanyol bilim insanlarından oluĢan uluslarası bir grup araĢtırmacı, yaĢları 3 ile 74 arasında değiĢen 15‟i kız ve 25‟i erkek, 40 çift ikiz üzerinde geniĢ kapsamlı bir araĢtırma yapmıĢlardı. Ġkizlerin aynı DNA‟yı taĢıdıkları bilindiği için bu araĢtırmacılar onların DNA‟larının dizilimlerini değil, genlerinin çalıĢma düzeylerini karĢılaĢtırmıĢlardı. Sonuçlar çarpıcıydı. YaĢamın ilk yıllarında ikizlerin genlerinin çalıĢması birbirine çok yakındı. Ancak yaĢ ilerledikçe farklılıklar ortaya çıkmıĢtı. Yani ikizlerin DNA‟larının dizilimi tıpatıp aynı kalmıĢtı ama zaman içerisinde genlerinin çalıĢması değiĢmiĢti. AraĢtırmayı gerçekleĢtiren bilim insanlarının yorumu Ģöyleydi: “Ġkizlerin bulundukları çevre, yaĢamlarının ilk yıllarında hemen hemen aynıdır ve bu çevre koĢulları genlerin çalıĢmasını benzer Ģekilde etkiler. Ama yaĢ ilerledikçe ikizler birbirlerinden ayrılmakta ve sonuçta ortamları da değiĢmektedir. Farklı özelliklere sahip çevrelerde yaĢamaları, onların farklı çevre koĢullarına maruz kalmalarıyla sonuçlanır. Beslenme alıĢkanlıkları, sigara içip içmedikleri veya fiziksel etkinlik düzeyleri gibi faktörler bu farklılıklardan önemli olan birkaçıdır. ĠĢte yaĢam boyu dıĢ dünyalarındaki bu farklılıklar, ikizlerin genlerinin çalıĢmasına da yansımaktadır.” Aynı kabul ettiğimiz ana rahminde dahi farklılıklar söz konusu. Beslenmenin genlerin çalıĢmasındaki etkisi dikkate alınınca, aynı DNA‟ya sahip ikizler arasındaki farklılıkların ilk çevre olan ana rahminden itibaren baĢladığı kesin. KAYNAKLAR: - YaĢamın Sırrı DNA ( Bahri KARAÇAY) - Prof. Dr. Hayat Erdem Yurter ., HacettepeÜniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Biyoloji Anabilim Dalı,Ankara - Serkan ORCAn Ankara Üniversitesi 2006 - https://tr.wikipedia.org/wiki/Epigenetik -Epıgenetıc Mechanısms ın the Development of Psychıatrıc Dısordes 455 - Edwards TM, Myers TP. Environmental Exposures and Gene Regulation in Disease Etiology. Environ Health Perspect 2007; 115:1264–1270. -http://genetikveepigenetik.blogspot.ru/2013/04/epigenetik-clgnlg.html -http://yunus.hacettepe.edu.tr/~mergen/derleme/d_epigenetik.pdf 456 ÖKÜZGÖZÜ VE BOĞAZKERE ÜZÜM ÇEġĠTLERĠNĠN DEMĠR STRESĠNE TEPKĠLERĠNĠN SU KÜLTÜRÜ KOġULLARINDA ĠNCELENMESĠ Berivan BĠLGĠÇ 1 Dilan SÖNMEZ1 Nevin ġEKER 1 Gültekin ÖZDEMĠR 1 1 Dicle Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bahçe Bitkileri Bölümü ÖZET Bağcılıkta en yaygın beslenme noksanlıklarından birisi kireç içeriği yüksek topraklarda yetiĢtirilen asmalarda görülen demir (Fe) noksanlığıdır. Ülkemizde yapılan çalıĢmalarda Fe noksanlığının tarım yapılan alanlardaki topraklarda %25 düzeyine ulaĢtığı saptanmıĢtır. Bu noksanlık üzüm yetiĢtiriciliğinde verim ve kalitede önemli kayıplara neden olabilmektedir. Bu çalıĢma Öküzgözü ve Boğazkere üzüm çeĢitlerinin demir stresine tepkilerinin su kültürü koĢullarda incelenmesi amaçlanmıĢtır. Bu amaçla, Öküzgözü ve Boğazkere üzüm çeĢitlerine ait bitkiler üç farklı demir içeriğine sahip su kültürü ortamında yetiĢtirilmiĢtir. Bu ortamlar; 1) Yeterli Demir (Hoagland besin çözeltisinde önerilen optimum demir miktarı %100 Fe kabul edildi) 2) Yetersiz Demir (Hoagland besin çözeltisinde önerilen optimum demir miktarı %50 azaltıldı) ve 3) Demirsiz (yetiĢtirme ortamına hiç demir eklenmedi) olacak Ģekilde ayarlanmıĢtır. ÇeĢitlerin farklı demir içeriğine sahip bu ortamlarda yetiĢtirildiklerinde meydana gelen değiĢimleri belirlemek amacıyla kloroz Ģiddeti (1-5 skalası), sürgün uzunluğu (cm), kök uzunluğu (cm), yaprak sayısı (adet bitki-1 ), bitki yaĢ ağırlığı (g bitki-1 ), bitki kuru ağırlığı (g bitki-1 ), klorofil miktarı (SPAD), yaprakların toplam Fe (ppm) ve aktif Fe (ppm) miktarları saptanmıĢtır. AraĢtırma sonucunda Öküzgözü ve Boğazkere üzüm çeĢitlerine ait bitkilerin büyüme ve geliĢme ile besin element alımlarının yetiĢtirildikleri ortamda bulunan demir içeriğinde meydana gelen düĢüĢe bağlı olarak azaldığı saptanmıĢtır. Anahtar Kelimeler: Üzüm, Öküzgözü, Boğazkere, Demir Stresi, Büyüme ve GeliĢme 1. GĠRĠġ Bağcılık için en elveriĢli iklim kuĢağı üzerinde bulunan ülkemiz, asmanın gen merkezi olmasının yanı sıra, son derece eski ve köklü bir bağcılık kültürüne sahiptir. Bitki gen merkezlerinin dünya üzerindeki dağılımı ile ilgili çalıĢmalar sonucunda 8 gen merkezinden ikisi (Yakın Doğu ve Akdeniz) ülkemiz toprakları üzerinde kesiĢmektedir. Bununla 457 birlikte Anadolu yarımadasının kuzeydoğu bölümünü de kapsayan Karadeniz ve Hazar Denizi arasındaki bölge, asmanın en önemli türü olan Vitis vinifera L.‟nin gen merkezi ve kültüre alındığı bölge olarak kabul edilmektedir. Bu nedenle, ülkemiz yaklaĢık 6000 yıllık bir bağcılık kültürüne ve hem yabani asma (Vitis vinifera ssp. sylvestris) ve hem de kültür asmasına (Vitis vinifera ssp. sativa) ait olmak üzere çok zengin bir asma gen potansiyeline sahiptir (Çelik ve ark.1998; Çelik 2005; Çelik ve ark., 2010). Ülkemiz, sofralık, kurutmalık, Ģaraplık ve Ģıralık olmak üzere yerli ve yabancı kökenli birçok üzüm çeĢidinin baĢarı ile yetiĢtirilmesi için çok elveriĢli ekolojilere sahiptir. ġu anda ticari olarak yetiĢtirilen ve standart olarak kabul edilebilecek niteliklere sahip üzüm çeĢidi sayısı yaklaĢık 80 dolayında olmasına rağmen 1200‟ün üzerinde farklı üzüm çeĢidinin olduğu bildirilmektedir (Uzun, 2004; Çelik 2006; Çelik ve ark., 2010). Bu araĢtırmaya konu olan üzüm çeĢitlerinden Boğazkere ve Öküzgözü ülkemizin en kaliteli Ģaraplık üzüm çeĢitlerindendir. Boğazkere Diyarbakır ilinden Çermik ve ÇüngüĢ ilçelerinde yaygın olarak yetiĢtirilmektedir. Öküzgözü ise Elazığ merkez Sün köyü ve ilçelerinde yaygın olarak yetiĢtirilmektedir. Ayrıca Ģarap fabrikalarının bulunduğu Denizli gibi illerde de bu çeĢitlerden yeni bağlar kurulmuĢtur. Ülkemizde üretilen kırmızı Ģarapların önemli bir kısmı bu iki çeĢitten sağlanmaktadır. Üzüm çeĢitlerinin abiyotik ve biyotik stress faktörlerine dayanımları birbirinden çok farklıdır. Bölgemize adapte olmuĢ ve genellikle kendi kökleri üzerinde yetiĢtiriciliği yaygın olarak yapılan Öküzgözü ve Boğazkere üzüm çeĢitlerinin farklı stress koĢullarına dayanım düzeylerinin önceden bilinmesi yetiĢtiricilikte kaliteli ürün elde edilmesi dolayısıyla verimlilik bakımından son derece önemlidir (Özdemir, 2005). Bu durum göz önüne alınarak yürütülen bu araĢtırma ile Öküzgözü ve Boğazkere üzüm çeĢitlerinin demir stresine tepkileri üç farklı demir içeriğine sahip su kültürü koĢullarında yetiĢtirilerek araĢtırılmıĢtır. 2. MATERYAL VE YÖNTEM AraĢtırma, 2015 yılında Dicle Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bahçe Bitkileri Bölümüne ait tam otomasyonlu sera ile bitki fizyolojisi laboratuvarında yürütülmüĢtür. 2.1. Bitkisel Materyal AraĢtırmada incelenen Boğazkere üzüm çeĢidine ait çelikler Diyarbakır ili Çermik ilçesi ElifuĢağı Köyünde bulunan, goble sisteminde terbiye edilmiĢ, kendi kökü üzerinde yetiĢtirilen, sulama yapılmayan, 10 yaĢındaki asmalardan 02.04.2015 tarihinde alınmıĢtır. Öküzgözü üzüm çeĢidine ait çelikler ise Diyarbakır ili Dicle ilçesi Bademli Köyünde bulunan, kendi kökü üzerinde, telli terbiye sisteminde, dama sulama, gübreleme ve hastalık zararlı kontrolü düzenli olarak yapılan 15 yaĢındaki asmalardan 02.04.2015 tarihinde alınmıĢtır. 458 Asmaların bir yaĢlı dallarından alınan çelikler demetler halinde Dicle Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bahçe Bitkileri Bölümü serasına getirildikten sonra üç gözlü olacak Ģekilde hazırlanmıĢ ve 03.04.2015 tarihinde perlit ortamına dikilmiĢtir. Dikimden yaklaĢık 25 gün sonra ilk yapraklar çıkmıĢ ve ilk kökçükler oluĢmaya baĢlamıĢtır. Bu aĢamadan sonra üzerinde 3-5 yaprak bulunduran köklenme baĢlangıcındaki bitkilikler su kültürü ortamına aktarılmıĢ ve denemeye alınmıĢtır (Özdemir, 2005; Özdemir ve Tangolar, 2007b). 2.2. Demir Uygulamaları Öküzgözü ve Boğazkere üzüm çeĢitlerine ait bitkilere farklı demir uygulamaları gerçekleĢtirilmiĢtir. Su kültürü koĢullarında kullanılan temel besin çözeltisi olan Hoagland çözeltisinde (Hoagland ve Arnon, 1938 ; Hothem ve ark., 2003) kullanılan demir Fe III-EDTA konsantrasyonu %100 kabul edilmiĢ ve demir uygulamaları bu konsantrasyonun %0 ve %50 oranında farklı dozları kullanılarak gerçekleĢtirilmiĢtir. Bu uygulamalar; 1) Yeterli Demir (Hoagland besin çözeltisinde önerilen optimum demir miktarı %100 Fe kabul edildi) 2) Yetersiz Demir (Hoagland besin çözeltisinde önerilen optimum demir miktarı %50 azaltıldı) ve 3) Demirsiz (yetiĢtirme ortamına hiç demir eklenmedi) olacak Ģekilde ayarlanmıĢtır. Bu amaçla bitkiler Hoagland (Hoagland ve Arnon, 1938) besin çözeltisi içeren saksılarda su kültürü ortamına aktarılmıĢtır. Her saksıda iki bitki olacak Ģekilde deneme kurulmuĢtur. Saksılarda buharlaĢma ile kaybolan su 2 günde bir tamamlanmıĢtır. Ayrıca saksılardaki besin çözeltileri her hafta yenilenmiĢtir. 2.3. Ġncelenen Özellikler Öküzgözü ve Boğazkere üzüm çeĢitlerinin farklı demir içeriğine sahip bu ortamlarda yetiĢtirildiklerinde meydana gelen değiĢimlerini belirlemek amacıyla kloroz Ģiddeti (1-5 skalası), sürgün uzunluğu (cm), kök uzunluğu (cm), yaprak sayısı (adet bitki-1 ), bitki yaĢ ağırlığı (g bitki-1 ), bitki kuru ağırlığı (g bitki-1 ), klorofil miktarı (SPAD), yaprakların toplam Fe (ppm) ve aktif Fe (ppm) miktarları saptanmıĢtır (Özdemir, 2005). 3. BULGULAR VE TARTIġMA Farklı demir uygulamalarının Öküzgözü üzüm çeĢidine ait bitkilerin büyüme ve geliĢmesi ile besin element alımı üzerine olan etkileri Çizelge 1‟de verilmiĢtir. 459 Çizelge 1. Öküzgözü üzüm çeĢidine ait sonuçlar. Yeterli Demir Yetersiz Demir (%100 Fe) (%50 Fe) Kloroz şiddeti (11.1 2.3 5) Sürgün uzunluğu 14.88 13.50 (cm) Kök uzunluğu 26.08 23.38 (cm) Yaprak 6.38 6.26 sayısı(cm) Bitki yaş 4.14 3.86 ağırlığı(g) Bitki kuru 1.55 1.0 ağırlığı(g) Klorofil miktarı 23.05 22.42 (spad) Toplam Fe 132.84 104.73 miktarı(ppm) Aktif Fe 74.21 54.16 miktarı(ppm) Demirsiz (%0 Fe) 3.4 13.07 14.43 5.51 3.37 0.68 21.33 90.44 44.97 Farklı miktarda Fe içeren su kültürü ortamlarında yetiĢtirilen bitkiler incelenen tüm özelliklerde farklı tepkiler vermiĢtir. Kloroz Ģiddeti değerleri incelendiğinde ortamda bulunan demir miktarı azaldıkça bu değerlerin yükseldiği saptanmıĢtır. Yeterli demir içeren ortamda kloroz Ģiddeti 1.1 olurken yetersiz demir içerende 2.3 ve demirsiz ortamda yetiĢtirilen bitkilerde ise 3.4 değerine ulaĢmıĢtır. Sürgün uzunluğu yeterli demir içeren ortamda yetiĢtirilen bitkilerde ortalama 14.88 cm olurken yetersiz demir içeren ortamda yetiĢtirilen bitkilerde ortalama 13.50 cm ve demirsiz ortamda yetiĢtirilen bitkilerde ise ortalama 13.07 cm olarak belirlenmiĢtir. Ortamdaki demir miktarı azaldıkça ortalama sürgün ve kök uzunluğunun da azaldığı saptanmıĢtır. Yeterli demir içeren ortamda yetiĢtirilen bitkilerde ortalama yaprak sayısı 6.38 iken demir miktarı %50 azaltıldığında ortalama yaprak sayısı 6.26 demirsiz ortamda ise ortalama 5.51 olarak sayılmıĢtır. Farklı Fe uygulamalarının Boğazkere üzüm çeĢidinin kök, sürgün ve yaprakları ile besin element alımı üzerine olan etkileri Çizelge 2‟de verilmiĢtir. 460 Çizelge 1. Boğazkere üzüm çeĢidine ait sonuçlar. Yeterli Demir Yetersiz (%100 Fe) Demir (%50 Fe) Kloroz şiddeti (1-5) 1.1 2.4 Sürgün uzunluğu 24.48 23.34 (cm) Kök uzunluğu (cm) 25.38 21.55 Yaprak sayısı(cm) 9.88 8.79 Bitki yaş ağırlığı(g) 4.47 4.24 Bitki kuru ağırlığı(g) 1.89 1.62 Klorofil miktarı 24.15 22.64 (spad) Toplam Fe 134.03 112.84 miktarı(ppm) Aktif Fe 74.21 69.42 miktarı(ppm) Demirsiz (%0 Fe) 3.4 21.34 20.28 6.53 3.14 1.24 21.08 96.42 51.02 Boğazkere üzüm çeĢidinde yeterli demir içeren ortamda yetiĢtirilen bitkinin ortalama kök uzunluğu 25.38 cm iken ortamdaki demir miktarı %50 azaltıldığında ortalama kök uzunluğu 21.55 cm ve demir içermeyen ortamda yetiĢtirilen bitkinin ortalama kök uzunluğu ise 20.28 cm olarak belirlenmiĢtir. Yaprak sayısı demir uygulamalarından önemli düzeyde etkilenmiĢtir. Asmalar yeterli demir içeren ortamda yetiĢtirildiğinde ortalama yaprak sayısı 9.88 iken hiç demir uygulanmayan bitkilerde ortalama yaprak sayısı 6.53 olarak saptanmıĢtır. Kök, sürgün ve çelik yaĢ ve kuru ağırlık değerleri ortamdaki demir miktarındaki azalıĢa bağlı olarak azalıĢ göstermiĢtir. Bitkiler yeterli demir içeren ortamda yetiĢtirildiğinde yapraklarda belirlenen toplam demir miktarı 134.03 ppm olarak tespit edilirken yetiĢtirme ortamında bulunan demir miktarı %50 azaltıldığında bu değerin 21.19 ppm‟lik bir düĢüĢle 112.84 ppm oludğu belirlenmiĢtir. 4. SONUÇ VE ÖNERĠLER Bu araĢtırma ile Diyarbakır ve Elazığ illerinde yaygın olarak kendi kökleri üzerinde yetiĢtirilen ülkemizin en kaliteli Ģaraplık üzüm çeĢitlerinden Öküzgözü ve Boğazkere çeĢitlerine ait asmaların demir stresine tepkileri su kültürü koĢularında araĢtırılmıĢtır. 461 AraĢtırma sonucunda bitkilerin yetiĢtirildikleri ortamda bulunan demir içeriğinde meydana gelen azalmanın bitkilerin büyüme ve geliĢmesi ile besin element alımını olumsuz yönde etkilediği saptanmıĢtır. Bu sonuçlar dikkate alınarak Öküzgözü ve Boğazkere üzüm çeĢitleri ile yeni tesis edilecek bağlarda mutlaka toprak analizi sonucu saptanan makro ve mikro element eksiklikleri dikkate alınmalı ve bu eksiklikleri giderici gübreleme proğramları oluĢturulmalıdır. Aksi taktirde araĢtırma sonucu saptanan büyüme ve geliĢmedeki azalmalar çeĢitlerde önemli verim ve kalite düĢüklüklerine neden olabilecektir. Modern bağcılıkta filoksera zararlısı ile tek etkin mücadele Ģekli olan Amerikan asma anaçlarının kullanımı zorunlu olduğu için bu çalıĢmanın devamında Öküzgözü ve Boğazkere üzüm çeĢitlerinin farklı asma anaçları üzerine aĢılı bitkilerinde demir eksikliğinde meydana gelen değiĢimlerin incelenmesi ve bu çalıĢmalardan elde edilecek sonuçlara göre önerilerde bulunulması yararlı olacaktır. KAYNAKLAR Çelik H., (2006). Üzüm ÇeĢit Kataloğu ve Sun Fidan A.ġ. Mesleki Kitaplar Serisi:3, 165s. Ankara. Çelik S., (2005). Bağcılık (Ampeloloji) Cilt:1 Anadolo Matbaa Ambalaj San Ve Tic. Ltd. ġti. DüzeltilmiĢ Baskısı, 426s. Tekirdağ Çelik H., Kunter B., Söylemezoğlu G., Ergül A., Çelik H., KarataĢ H., Özdemir G., Atak A., (2010). Bağcılığın GeliĢtirilmesi Yöntemleri ve Üretim Hedefleri, Türkiye Ziraat Mühendisliği VII. Teknik Kongresi, Bildiriler Kitabı 1, 493-513, Ankara. Çelik H., Y.S Ağaoğlu., Y Fidan., B Marasalı., G Söylemezoğlu., (1998). Genel Bağcılık. SUN Fidan A.ġ. Mesleki Kitaplar Serisi: 1, 253 s, Ankara. Hoagland, D R., and Arnon, D., (1938). The water culture method for growing plants without soil. Journal Circular California Agricultural Experiment Station . No. 347. Hothem S.D., and Marley K.A. and Larson R.A. (2003). Photochemistry in Hoagland‟s nutrient solution. Journal of Plant Nutrition. 26,4, 845–854. Özdemir, G., (2005). Farklı kireç içerikli topraklarda yetiĢtirilen asma genotiplerinde değiĢik uygulamaların Fe alımı üzerine etkilerinin morfolojik ve fizyolojik yönden incelenmesi. Çukurova Üniv. Fen Bil. Ens. Doktora Tezi, 186s. Adana Ozdemir, G., and Tangolar, S., 2007b. Effect of Iron Applications on Fe, Zn, Cu and Mn Compositions of Grapevine Leaves, Asian Journal of Chemistry, 19(3): 2438-2444. Uzun, Ġ.,( 2004). Bağcılık El Kitabı. Hasad Yayıncılık Ltd. ġti. Yayınları. 156s. 462 ĠNCĠRLERDE DÖLLENME BĠYOLOJĠSĠ Eyüp TOLUCAN 1 Sema Nur KAYA2 Hülya GÜMÜġ3 1-Dicle Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarla Bitkileri Bölümü 2-Dicle Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bahçe Bitkileri Bölümü 3-Dicle Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bitki Koruma Bölümü ÖZET Kültür incirlerimizde diĢi çiçeklerle erkek çiçekler, iki cinsi temsil eden erkek incirlerle diĢi incirler üzerinde, ayrı ayrı ağaçlarda bulunmaktadır. Genel olarak, bu Ģekilde dioik olan meyve türlerimizde tozlanma rüzgarlarla olduğu halde incirlerde, erkek ve diĢi çiçeklerin incirin kapalı bir Ģekilde bulunan çiçek tablası içerisinde bulunması nedeniyle bu mümkün olmamaktadır. Bu nedenle kültür incirlerimizden meyve bağlamaları için zorunlu olarak döllenmeye ihtiyaç gösteren tiplerde, döllenmeye ilek arıcığı denilen ve erkek incirlerimizde simbiyotik halde yaĢayan bir böcek aracı olmaktadır. Bununla birlikte bazı tip incir çeĢitleri de vardır ki, döllenmeden meyve verebilir. DiĢi incirlerde partenokarpi, doğal bir geliĢmenin sonucu olduğu gibi istisnai hallerde uyarım yoluyla da ortaya çıkabilir. Burada döllenmeden partenokarp meyve yapan ve pomolojide adi incir tipi olarak ayrılan incirlerin, ilekleme ile dolgun çekirdekli meyveler verdiklerini de belirtmek gerekir. Bu tip incirlerde döllenmenin meyvelerin renk, büyüklük, meyve kabuğunun yapısı, etin Ģeker ve su miktarları ile nihayet meyvenin dayanma niteliği üzerinde değiĢtirici etkiler yaptığı ileri sürülmektedir. Ġncir Ağacında Ġlekleme Nedir, Nasıl Yapılır : Ġncirde meyvenin tutup geliĢebilmesi için ilek meyvelerindeki çiçek tozlarının ilek arıcığı tarafından incire taĢınması gereklidir. Bunun gerçekleĢebilmesi için erkek ağaçlardaki ilek meyvelerinin diĢi ağaçlara asılması iĢlemine ilekleme denir. ANAHTAR KELĠMELER:Döllenme , ilekleme , partenokarpi GĠRĠġ Kültür incirlerimizde diĢi çiçeklerle erkek çiçekler, iki cinsi temsil eden erkek incirlerle diĢi incirler üzerinde, ayrı ayrı ağaçlarda bulunmaktadır. 463 Genel olarak, bu Ģekilde dioik olan meyve türlerimizde tozlanma rüzgarlarla (anemofil) olduğu halde incirlerde, erkek ve diĢi çiçeklerin incirin kapalı bir Ģekilde bulunan çiçek tablası (reseptakulum) içerisinde bulunması nedeniyle bu mümkün olmamaktadır. Bu nedenle kültür incirlerimizden meyve bağlamaları için zorunlu olarak döllenmeye ihtiyaç gösteren tiplerde, döllenmeye ilek arıcığı (Blastophaga psenes) denilen ve erkek incirlerimizde simbiyotik halde yaĢayan bir böcek aracı olmaktadır. Bununla birlikte bazı tip incir çeĢitleri de vardır ki, döllenmeden (partenokarpik) meyve verebilir. Bu yönden, yani döllenme biyolojisi bakımından diĢi kültür incirlerimizi dört tipe ayırmak mümkündür. Döllenmeye gerek göstermeden, partenokarpi yoluyla normal yemeklik ilkbahar ve yaz ürünü verenler ( Siyah Orak, Horasan vb.) Ürün vermek için mutlaka döllenmeye ihtiyaç gösterenler (Sarılop, Bursa Siyahı, Sarı Zeybek, Morgüz vb.) lkbahar ürünü için döllenmeye ihtiyaç göstermedikleri halde, yaz ürününü olgunlaĢtırmak için döllenmeye ihtiyaç gösterenler (Beyaz Orak) Ġlkbahar ürünü için döllenmeye muhtaç olduğu halde yaz ürününü döllenmeden olgunlaĢtıranlar (Adriyatik tipi). DiĢi incirlerde partenokarpi, doğal bir geliĢmenin sonucu olduğu gibi istisnai hallerde uyarım yoluyla da ortaya çıkabilir. Burada döllenmeden partenokarp meyve yapan ve pomolojide adi incir tipi olarak ayrılan incirlerin, ilekleme ile dolgun çekirdekli meyveler verdiklerini de belirtmek gerekir. Hatta bu tiplerde çekirdek sayısı 500-1300 adet arasında tespit edilmiĢtir. Bu tip incirlerde döllenmenin meyvelerin renk, büyüklük, meyve kabuğunun yapısı, etin Ģeker ve su miktarları ile nihayet meyvenin dayanma niteliği üzerinde değiĢtirici etkiler yaptığı ileri sürülmektedir. Ġlek arısı ile döllenmeleri sağlanan diĢi incirlerin, erkek incirlerin gal çiçeklerinde olduğu gibi larva bulundurmaması ise diĢi incirlerdeki normal diĢi çiçeklerin iğnelerinin (stilus) uzunluğundan ileri gelmektedir. Ġlek arısının yumurtlama iğneleri (ovipositör) ancak incirlerdeki kısa stiluslu gal çiçeklerinin yumurtalıklarına ulaĢır ve bunlara yumurta bırakabilirler. Bunun yanında diĢi incirlerin uzun stiluslu diĢi çiçeklerine yumurta bırakamazlar. Aslında arılar üreme içgüdüsü ile içine girdikleri diĢi incir meyvelerinin diĢi çiçeklerine yumurtlama iğnelerini (ovipositör) batırdıkları zaman; uzun stiluslu olan bu çiçeklerin yumurtalıklarına ulaĢamadıkları için bunlara yumurtlamada baĢarılı olamazlar. Bu nedenle bir çiçekten öteki çiçeğe denemeye uğraĢırken bunların tozlanmalarını sağlarlar. En sonunda ise ya dıĢarıya çıkabilirler (%1-10) ya da içeride kalarak ölürler. 464 Ġncir Ağacında Ġlekleme Nedir, Nasıl Yapılır : Ġncirde meyvenin tutup geliĢebilmesi için ilek meyvelerindeki çiçek tozlarının ilek arıcığı tarafından incire taĢınması gereklidir. Bunun gerçekleĢebilmesi için erkek ağaçlardaki ilek meyvelerinin diĢi ağaçlara asılması iĢlemine ilekleme denir. Erkek incirlerin diĢi incir bahçelerinde yetiĢtirilmesi uygun değildir çünkü bu durumda kontrolsüz bir döllenme olması sebebiyle meyve kalitesi düĢmektedir. Bu nedenle ilek incirlerinin ayrı bir bahçede yetiĢtirilmesi uygundur. Ülkemiz ilek incirleri varyasyonu açısından da zengindir. Bunlara örnek Elma, Kıbrıslı, Hamza, Konkur, Ak ilek , Kara, Kuyucak ileği vb. verilebilir. SONUÇ Erkek incirlerde aranılacak özellikler Ģunlardır: Düzgün Ģekilli olmalıdır; bol miktarda çiçek tozu içermeli, temiz ve sağlıklı olmalıdır ve yeterli sayıda ilek arıcığı bulundurmalıdır. Boğa, ilek ve ebe meyve doğuĢları tam olmalı, olgunlaĢma zamanı dölleyeceği çeĢitle örtüĢmelidir; ilek arıcığından baĢka zararlı barındırmamalıdır. Aydın‟ın Sarılop incirleri gibi meyve bağlamak için mutlaka döllenmeye ihtiyaç gösteren incir tiplerinde, dölleme durumu ile ilek arıcığı arasındaki biyolojik iliĢkiler, biyolojinin en karıĢık ve hayret verici örneklerinden birini teĢkil eder. Bir meyve ürününden çıkan ilek arısının, bunu takip eden meyve ürününe veya diĢi incirdeki meyve ürünlerine gittikleri bu zamanda, yani diĢi çiçeklerin döllenme olgunluğuna varmıĢ bulundukları aĢamada, incir meyveleri istekli (receptif) dir. Yani ostiolü kapayan pullar kalkarak ağzı açılmakta ve bu olgunluk zamanında meyveler (çiçek tablası) sakızımsı bir koku yaymaktadır. Ġlek arısının henüz pulları iyi açılmamıĢ incirlere zorla, kanatlarının kopması pahasına girmesini bu kokuya yormak ve bu gibi doğal olaylara bağlamak mümkündür. Mevsimin seyrine göre Haziran baĢı veya Haziran ortalarında iri fındık boyutuna gelen ve parlak bir görünüm kazanan incir meyvelerine birer hafta ara ile iki defa ilek atımı yapılmalıdır. Ġki haftanın sonunda iĢi biten ilekler toplanarak imha edilmelidir. Erbeyli Ġncir AraĢtırma Enstitüsü Müdürü Mehmet Bozkurt, ''Bu yıl yağıĢlar incirde ilekleme yani incir ağaçlarına asılan erkek incirlerin sineklerinin yayılmasına engel oldu. Bu nedenle ilekleme üç kez yapılmalı'' dedi. AraĢtırma Enstitüsü‟nde görevli Yüksek Ziraat Mühendisi Berrin ġahin ise''Bu yıl yağıĢlar ilkeleme sezonuna rastladı. YağıĢlar incir ağaçları 465 için olumlu ilekleme için zararlı incir üreticileri bahçelerine her yıl iki kez yaptıkları ilkelemeyi üç kez yapmalıdırlar'' diye konuĢtu. KAYNAKLAR Anonim,(2001).Ġncir ÇeĢit Kataloğu,T.C. TARIM VE KÖYĠġLERĠ BAKANLIĞI Tarımsal Üretim ve GeliĢtirme Genel Müdürlüğü,ANKARA Kabasakal, A.,(1990). Ġncir YetiĢtiriciliği,TAV TARIMSAL ARAġTIRMALARI DESTEKLEME VE GELĠġTĠRME VAKFI,Yayın No.: 20, YALOVA Özen, M.,(2007). Ġncir YetiĢtiriciliği, T.C. Tarım ve KöyiĢleri Bakanlığı,Tarımsal AraĢtırmalar Genel Müdürlüğü,Erbeyli Ġncir AraĢtırma Enstitüsü Müdürlüğü,Ġncirliova/YALOVA Özbek, S., (1978). Özel Meyvecilik. Çukurova Üniversitesi, Ziraat Fakültesi Yayınları:128, Ders Kitabı:11, 485 s APELASYON,(2016). Ġncirlerde Döllenme Biyolojisi, http://www.apelasyon.com/Yazi/110-incirlerde-dollenme,(EriĢim Tarihi: 23.03.2016) . 466 TOHUMLA TAġINAN PATOJENLERĠN MÜCADELESĠNDE TOHUM UYGULAMALARININ ÖNEMĠ 1 1,2 Okan TOPAL 2 BarıĢ ÇIBIKÇI Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bitki Koruma Bölümü ÖZET Günümüzde, tarımsal üretimin baĢlangıcından ürünlerin iĢlenmesine kadar olan süreçte, insan sağlığının, çevre ve biyolojik çeĢitliliğin korunması ön plana çıkmıĢtır ve buna bağlı olarak, bitkilerde sorun yaratan mikroorganizmaların kontrolünde, sürdürülebilir tarımsal üretim tekniklerinin kullanılması zorunlu hale gelmiĢtir. Bu nedenle tarımsal üretim basamaklarında kullanılacak yöntemlerin hem üretim aĢamasında hem de sofralarımızda tehlike yaratmaması gerekmektedir. Bitkisel üretimin baĢlangıç materyalini oluĢturan tohum, ülkelerin tarım sektörleri için stratejik bir öneme sahiptir. Tarımsal girdi olmasının yanında aynı zamanda teknoloji kullanılarak elde edilen ve yüksek gelir getiren ekonomik değere sahip bir üründür. Bitki koruma faaliyetlerinin en temel ve önemli basamağı olan temiz üretim materyali ile üretime baĢlama kriterini göz önünde bulundurarak tohumların, fizyolojisine zarar vermeksizin çeĢitli yöntemlerle muamele ederek hastalık etmenleriyle bulaĢık olma olasılığını ortadan kaldırmak ve sonuçları pratiğe aktarmak büyük önem taĢımaktadır. Bu uygulamalar üretim sırasında karĢımıza çıkacak hastalıkları engellemek ve gelecekte oluĢacak hastalıklar yüzünden kullanacağımız pestisitlerin kullanımını, en baĢından elemine etmemize katkı sağlaması açısından çok önemlidir. Bu sayede de sürdürülebilir tarımda hastalıklarla mücadele adına baĢlangıçta önemli bir adım atılmıĢ olacaktır. Anahtar Sözcükler: Tohum uygulamaları, patojen kontrolü, sürdürülebilir tarım 1.GĠRĠġ Dünya üzerinde 7 milyarı aĢan nüfusun yaĢamlarını sağlıklı bir biçimde sürdürebilmeleri için ihtiyacı olan gıdaları almaları gerekmektedir. Ġnsan sağlığı için gerekli olan bu gıdaların güvenilirliği ve kontrolü son derece önemlidir. Bu sebepler tarım sektörünün dünya üzerindeki önemini daha da arttırmaktadır. 467 Tarımsal üretimin baĢlangıcındaki ana materyal tohumdur. Tohum insanların temel ihtiyacı olan gıda zincirinin ilk halkasını oluĢturur. Söz konusu insan sağlığı olmasından dolayı kullanılacak tohumluğun önemi gündeme gelmektedir. Yani sertifikalı tohumluk kullanmak bu açıdan büyük önem taĢımaktadır. Sertifikalı tohum fiziksel, genetik ve biyolojik açıdan özellikleri belirlenmiĢ ve resmi makamlarca onaylanmıĢ materyaldir. Sertifikalı tohumluk kullanmak üretimde verimi arttırmak ve maliyeti düĢürmek için tarım sektöründe oldukça büyük öneme sahiptir (Anonim, 2014). Üretim ve verimin arttırılması için geliĢtirilen teknolojik yöntemlerin, gübreleme, sulama, mekanizasyon, tarımsal mücadele gibi modern tekniklerin kullanılmasının yanı sıra, üzerinde belirli uygulamalar yapılarak hastalık yapan patojenlerden arındırılmıĢ nitelikli ve sağlıklı tohum seçmek te son derece etkilidir. Sağlıklı ve hastalık etmeni olan patojenlerden arındırılmıĢ bir tohum kullanarak verim ve kalitede %20-25 değerlerinde artıĢ gözlenmektedir (Erkan, 1998). Bitkisel üretim materyali olan tohum ülkeler için stratejik bir ekonomik değere sahiptir. Uluslararası ticaretin çok olduğu günümüz dünyasında bitkisel üretim materyalinin de dolaĢımı çok fazladır. Bu dolaĢım süresince hastalık yapan mikroorganizmaların taĢınmasında tohum baĢroldedir. Hastalık etmeni olan patojenler tohumun yüzeyinde veya tohum içerisinde taĢınabilmektedir. Bitki ve bitkisel üretimde patojen ve zararlı olan mikroorganizmaların ülkeler arasında yayılmasını önlemek için bu ticarette çok dikkatli olmak gerekmektedir. Eğer bu dolaĢımda gereken önlemler alınmazsa belirli bölgelerde bulunmayan ya da çok fazla yaygınlık göstermeyen hastalık ve zararlıların bitkisel üretim materyali olan tohum ithalatı ile o bölgelere giriĢi olabilir. Tüm bu faktörleri göz önünde bulundurduğumuzda tarım sektöründe sürdürülebilirliği sağlamak adına uluslararası tohum ticaretinde titizliğe sahip olmak vehastalık yapan patojenlerden arındırılmıĢ sağlıklı ve nitelikli tohum kullanmak son derece önemlidir. Tohumlardaki bu patojenleri arındırmak için yapılan uygulamaların etkili olduğu bilinmektedir. Bunlar kimyasal, fiziksel, biyolojik ve mekanik uygulamalardır. Bu çalıĢmada da tarım da sürdürülebilirliği sağlamak amacıyla bitki hastalık etmeni olan patojenlerin mücadelesinde çeĢitli tohum uygulamalarının önemi ortaya konmaktadır. 468 2.TOHUM PATOLOJĠSĠNĠN ÖNEMĠ Tohumda etkin olan patojenler doğrudan ya da dolaylı olarak üretimde alınacak verim ve kaliteyi etkilemektedir. Üretim periyodunda tohum kaynaklı patojenler bitkiye farklı açılardan olumsuz etkiler yaratmaktadır. 2.1.Tohum Çimlenmesine ve Çürümesine Etkisi Tohum kaynaklı patojenlerin, tohumun çürümesine neden olmakla birlikte çimlenme dönemi ya da fide döneminde de etkisini gösterebilmekte ve bitkiyi olumsuz yönde etkileyebilmektedir. Özellikle de fide dönemindeyken bitkilerin ölümüne sebep olan fungal hastalık olan çökerten buna örnek olarak gösterilebilir. Kop bölgesi Ģekerpancarı ekim alanlarında yapılan incelemelerde ekili alanın her yıl farklı yoğunlukta olmak üzere ortalama %10-15'inde çökerten hastalığının olduğu tespit edilmiĢtir. Hastalıklı bitkiler izole edilmiĢ ve çoğunluk olarak Fusarium spp.'ye ; az oranda da Rhizoconia'ya rastlanmıĢtır. Kayseri'de yapılan Ģekerpancarı ekim alanlarında da benzer sonuçlar görülmüĢ ve izolatlarda %60 oranında Fusarium spp.'ye rastlanmıĢtır.(Ulu ve Boyraz, 2012 ) 2.2.Bitkisel Üretimdeki Verim DüĢüĢü Bitkisel üretimde yetiĢtirilen birçok bitki tohumla üretilmektedir. Yüksek bir Ģekilde artan insan nüfusunun beslenmesinde önemli yer tutan çoğu bitki tohum kaynaklı patojenler tarafından zarara uğramakta ve ciddi anlamda ürün kaybına neden olmaktadır. Örneğin, F.oxysporum, mercimek tohumu için en zararlı toprak kaynaklı patojenlerden birisidir ( Tosiand Cappelli, 2001 ). Bu patojen mercimekte %5-10 oranında verim kaybına neden olmaktadır ( Chaudhary and Amarjit, 2002 ) 2.3.Tohumlarda Renk ve ġekil DeğiĢimi Tohum kaynaklı bazı patojenlerin ise tohumda renk ve Ģekil bakımından değiĢikliğe sebep olmaktadır. Virüs, tohumun renk ve Ģekil açısından değiĢikliğe uğramasının baĢlıca etmenlerinden birisidir. Yapılan incelemeler sonucunda Soybean dwarf virüsünün ( SbDVYS ) soya tohumlarında sararmaya ve Ģekil bozukluğuna sebep olduğu anlaĢılmıĢtır. ( K.M.Makkouk and A.Daaloul ,2003 ) 469 3.TOHUM UYGULAMALARININ ÖNEMĠ Tohum uygulamaları, tohum ve toprak kökenli mikroorganizmaların zararını önlemek veya azaltmak için yapılan yöntemlerdir. Tohum uygulamalarının temel amacı ileride hastalık oluĢturacak tohum kaynaklı patojenlerin oluĢturacağı hastalıkları önlemek ve dolayısıyla da sağlıklı fideler yetiĢtirip verim ve kaliteyi arttırmaktır. Tohum uygulamaları fiziksel, mekanik, biyolojik ve kimyasal yöntemler olmak üzere dörde ayrılır. 3.1.Fiziksel Yöntemler Fiziksel yöntemlerin temel amacı tohum kaynaklı patojenleri farklı sıcaklık uygulamaları ile önleme ilkesine dayanır. Bu uygulamalar yapılırken dikkat edilmesi gereken en önemli husus uygulanan sıcaklık yönteminin tohum yapısını bozmayacak Ģekilde olmasıdır. 3.1.1. Sıcaklık Su Uygulaması Sıcak su uygulamalarında temel prensip tohum yapısının bozulmamasına dikkat ederek, tohumdaki patojenleri öldürecek sıcaklıkta ve sürede tohumları suda bekletme ve bu uygulamadan sonra tohumları kurutma ilkelerine dayanmaktadır. Havuçta kara çürüklüğe neden olan Alternaria radicina tohum patojenine karĢı sıcak su uygulaması yapılmıĢtır. Öncelikle havuç tohumlarına Alternaria radicina patojeni inokule edilmiĢ ve tohumlar 55 0 C'deki suda 10 dakika bekletilmiĢtir. Bu sıcak su uygulaması sayesinde tohumlarda patojenik etkinin azaldığı ve çimlenme oranının arttığı gözlemlenmiĢtir. ( Farrar et al, 2004 ) 3.1.2.Kuru Sıcaklık Uygulaması Kuru sıcaklık uygulamasında temel prensip; uygun süre ve kuru sıcaklıkla muamele edilmesi ve tohum üzerindeki patojenlerin inaktif edilmesi üzerinedir. Adi yonca tohumlarında çimlenmeye negatif etkisi olan Salmonella Typhimurium patojenine karĢı 60, 70 ve 80 0 C derecelerindeki kuru hava uygulamaları 0, 12, 18 ve 24 saat sürelerinde uygulanmıĢtır. Ardından %2 H2 O2 solüsyonu 10 dakika boyunca uygulandı. Bunun sonucunda, kuru sıcaklık uygulamasına tabi tutmak adi yonca tohumlarında patojen etkinliğini azaltmıĢ ve çimlenme oranının %97 olduğu tespit edilmiĢtir. ( Bang et al, 2010 ) 470 3.1.3.Buhar Uygulaması Buhar uygulaması, basınçlı buharın tohumlara uygulanması prensibine dayanır. Bu tohum uygulaması, tohumun kabuğuna diğer tohum uygulamalarına nazaran daha az zarar verdiğinden daha güvenilir olduğu söylenebilir. Çizelge1.Bazı tohumlara uygulaması yapılarak kontrol edilen tohum kaynaklı bakteriler ile funguslar ve uygulama özellikleri (Erkan, 1998) Bitki Patojen Uygulama Şekli Buğday Septorianodorum 52-62 Co 30 dakika Mısır Drechsleramaydis 54-55 Co 17 dakika Marul Septorialactucae 54.4 Co 20-25 dakika Kereviz Septoriaapiicola 56 Co 30 dakika Mercimek Ascochytalentis 45-75 Co 30 dakika 3.1.4.Radyasyon Uygulaması Radyasyon uygulamaları, ıĢınların kullanılarak tohum üzerindeki patojenleri inaktif etme amacıyla yapılır. Kuru fasulyede tohumla taĢınan ve bakteriyal bir patojen olan Xanthomonas axonopodis'e karĢı mikrodalga radyasyonunun etkisi incelenmiĢtir. 50-60 s. aralığında ve 0-40 s. aralığında radyasyon uygulamaları yapılmıĢtır. Bunun sonucunda radyasyon uygulamasının, patojen enfeksiyon etki alanının düĢtüğü gözlemlenmiĢtir. Fakat, 50-60 s. aralığında uygulanan radyasyon uygulamasında çimlenme oranında %12-25 oranında; 0-40 s. aralığında uygulanan radyasyon uygulanmasında da %10 471 oranında tohum çimlenmesinin düĢtüğü gözlemlenmiĢtir. ( A.P. Friesen ve arkadaĢları, 2014 ). 3.2.Mekanik Yöntemler Tohumların yapısında patojenlerin yapmıĢ olduğu enfeksiyon sonucu bazı renk, Ģekil ve görünüm değiĢiklikleri görülmektedir. Bu oluĢan enfeksiyonların mekanik olarak çeĢitli yollarla temizlenmesi sonucu tohum kaynaklı patojenlerin inokulumunun azaldığı gözlenmektedir. Örneğin, marul mozayık virüsü ağırlığı az olan tohumlarda bulunmaktadır. Buna bağlı olarak patojen içeren marul tohumlarını suda yüzdürme ya da hava akımı kullanarak sağlıklı tohumlardan uzaklaĢtırmak mümkündür. ( Ryder, 1974 ) 3.3.Biyolojik Yöntemler Biyolojik yöntemde, tohum üzerindeki patojenlerin etkisini veya inokulum yoğunluğunu bir baĢka organizma kullanılarak azaltma yöntemidir. Mısırda, tohum kaynaklı bazı patojenleri biyolojik yöntemle kontrol altında tutmak ve baskılamak üzere Streptomyces spp. kullanılmıĢtır. Mısır tohumlarına inokule edilen Streptomyces spp.; özellikle de Asper gillus spp., Curvularia lunata ve Drechslera maydis üzerinde etkili ve baskın olmuĢ, bu patojenlerin geliĢimini durdurmuĢtur. (Bressan, 2002) 3.4. Kimyasal Yöntemler Kimyasal yöntemlerin uygulanmasındaki amaçlar tohum kaynaklı patojenlerin öldürülmesi ve bunlara karĢı önlem alınmasını sağlamaktır. Kimyasal maddelerle muamele ederek çimlenmekte olan tohumları patojenlerden koruruz. Kimyasal maddelerin daha çok tohumlardaki fungal etmenleri kontrol etmek üzere uygulandıkları görülmektedir. Tohum kaynaklı virüslerin ve bakterilerin önlenmesinde tohumlara kimyasal madde uygulamasından daha az yararlanılmaktadır. Yapılan çalıĢmada bazı rizobakterilerin kavun bitkisinde fide ve tohum üzerine etkileri değerlendirilmiĢtir. INR-7, GBO3 ve IPC-11 ırklarının Fusarium spp. ve Didymella bryonioe‟ye karĢı etkili olduğu, SE34 ve T-4 izolatlarının ise Myrothecium sp.‟nin oluĢturduğu simptomları 472 azaltarak tohum çimlenmesi ve fide geliĢmesi üzerine olumlu etki sağladığı belirlenmiĢtir (Lokesh ve ark., 2007) 4.SONUÇ YaĢamın temel kaynağı olan bitkisel üretim günümüzde bazı sorunlarla karĢı karĢıyadır. GeliĢen dünya nüfusu daha çok besin ihtiyacı doğurmaktadır. Fakat tarım alanlarının geniĢleyememesi bitkisel üretimi arttırmak için baĢka yollara baĢvurmayı gerektirmektedir. Bu yollardan biri bitkisel üretimin ana materyali olan tohum kaynaklı patojenlerden dolayı oluĢan verim kaybını azaltmak ve ürün kalitesini sağlamaktır Verim kaybını azaltmak ve ürün kalitesini sağlamak amacıyla sürdürülebilirlik kavramı çerçevesinde yapılacak ilk adımlardan biri de tohum uygulamalarıdır. Tohum uygulamaları sürdürülebilir tarımda son derece önem taĢımaktadır. Çünkü tohum aĢamasında yapılan uygulamalar bitkinin vejetasyon döneminde karĢılaĢabileceği hastalıkları büyük oranda azaltmaktadır. Bu yapılan uygulamalar sayesinde de gereksiz ilaç kullanımı engellenmekte ve sürdürülebilir tarımın amaçlarından birisine ulaĢılmaktadır. KAYNAKÇA Anonim, 2014. Tohumculuk Sektör Raporu. Tohum ĠĢletmeleri Genel Müdürlüğü (TĠGEM). http://www.tigem.gov.tr/Documents/c23079bf-ae824d00-8b28-c1ca15bd9247.pdf Chaudhary, R.G. and K. Amarjit. 2002. Wiltdisease as a cause of shiftfromlentilcultivation in Sangod Tehsil of Kota, Rajasthan. Ind. J. PulsesRes. 15: 193-194. Erkan S., 1998. Tohum Patolojisi . Ege Üniv. Ziraat Fak. Yayınları, Bornova, Ġzmir. Farrar et al, 2004. In vivo evaluation of essential oils and biocontrol agents combined with hot watertreatments on carrot seeds against Alternaria radicina. Harman, G.E., 1992. Development and benefits of rhizosphere competent fungi for biological control of plant pathogens. J. Plant Nutr. 15: 835–843 473 J. Bang, H. Kim, H. Kim, L.R. Beuchat, J.H. RyuCombinedeffects of chlorinedioxide, drying, anddryheattreatments in inactivatingmicroorganisms on radishseedsFoodMicrobiol., 28 (2010), pp. 114–118 Lokesh, S., B.G. Bharath, V.B. Raghavendra, M. Govindappa. 2007. Importance of plantgrowth-promotingrhizobacteria in ehhancingtheseedgerminationandgrowth of watermelonattackedbyfungalpathogens. ActaAgronomicaHungarica, Vol. 55, No. 2, 243-249. Najar,A.,S.G.Kumari, K.M.MakkoukandA.Daaloul (2003) A survey of virusesaffectingfababean (Viciafaba) in Tunisiaincludesfirstrecord of Soybeandwarfvirus. PlantDis. 87: 1151. Ryder, E.J. and Johnson, A.S., 1974. A method for indexing lettuce seeds for seed-borne lettuce mosaic virus by air-stream seperation of light from heavy seeds. Pl.Dis.Reptr. 58: 1037-1039. Tosi, L. and C. Cappelli. 2001. First report of Fusariumoxysporum f. sp. lentis of lentil in Italy. PlantDis. 85: 562. Tylkowska, K.Turek, M, Prieto, R.B. , 2010. Health, germationandvigour of commonbeanseeds in relationtomicrowaveirrodition. Phytopathology 55, 512. Ulu, O. ,N, Boyraz, 2012. Kayseri Ġli ġekerpancarı Ekim Alanlarındaki Fitopatolojik Sorunların Tespiti ve Tanılanması.1. Uluslararası ġekerpancarı Sempozyumu , 20-22 Eylül 2012, Kayseri 474 SÜRDÜRÜLEBĠLĠR TOPRAK VERĠMLĠLĠĞĠ *Esma ORÇAN Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarım Ekonomisi ÖZET Dünya‟da olduğu gibi ülkemizde de toprak kaynaklarının alansal bir sınırı vardır. Doğal olarak oluĢumu binlerce yıl süren toprakların ve tarım alanlarının kısa sürede arttırılması mümkün değildir. Bu nedenle, kesintisiz gıda üretimi için temel varlık niteliğinde olan toprakların, gelecek nesillerinde tarımsal üretim yapabilmelerini sağlayacak Ģekilde kullanılması gerekmektedir. Mevcut tarım topraklarının kullanılamaz hale gelmesini sağlayan iki temel yapay etmen vardır. Bunlardan birincisi tarım arazilerinin tarım dıĢı amaçla kullanımıdır ki bu toprakların yok edilmesini doğrudan sağlamaktadır. Diğeri ise toprakların üretim anında kötü kullanımıdır. Binlerce yıl zaman sonrasında dengeye ulaĢan toprak ekosistemi oldukça kırılgandır. Farklı toprakların sahip oldukları farklı ekosistemlerine uyum sağlayan bitki örtüsü, temel yaĢamsal gereksinimlerini topraktan sağlamaktadır. Toprak verimliliğini etkileyen toprak, bitki ve iklim faktörleri ile insan faktörünün yer aldığı tarımsal yönetim sistemleri, toprak kalitesi ve toprak verimliliğinin sürdürülebilirliğine yön veren önemli uygulamalardır.Ancak hatalı toprak iĢleme, yoğun gübre ve tarım ilacı kullanma, atıkların alıcı ortamı olarak kullanılması sonucunda hassas toprak ekosistemi üzerinde canlıları barındıramayacak değiĢikliklere uğramaktadır. Bu durumda verimlilikleri çoğu zaman azalmakta ya da tamamen kaybolmaktadır. Son yıllarda uygulanmasına baĢlanılan, iyi tarım ve organik tarım uygulamaları, toprak verimliliğini koruyabilecek kullanım Ģekli olarak gösterilebilir. ANAHTAR KELĠMELER: Dünya, ekosistem, toprak kaynakları, insan faktörleri 1.GĠRĠġ Sağlıklı ve kaliteli bir toprak kolay drene olan, baharda çabuk ısınan, ekimden sonra kabuk bağlamayan, Ģiddetli yağıĢları kolay emebilen, bünyesinde iyi su tutabilen, çok az kesekli ve geçirimsiz alt tabaka içermeyen, derin, erozyon ve besin maddesi kayıplarına dirençli, toprak organizmalarını destekleyen, yüksek verim için fazla gübrelemeye ihtiyaç göstermeyen, iyi bir toprak kokusuna sahip, yüksek kaliteli ve verimli ürün alınabilen topraktır (Cramer, 1994). 475 Gelecekte dünya nüfusu arttıkça su ve enerji gibi gıdanın da önemi daha da artacaktır. Dünyada 37. büyüklük sırasında olan ülkemizin ancak %33.24‟ünde tarım yapılabilmektedir (Çizelge 1). 2. FERTĠGASYON Gübrenin sulama suyu ile birlikte gerektiği miktarda, gerekli olan noktaya ve gerektiği zaman verilmesine imkan veren bu yöntemin seracılık dıĢında da yaygınlaĢtırılması teĢvik edilmelidir. Nitekim Altınekin Ġlçesi‟nde 2009 ve 2010 yıllarında yürütülen ĠTU (Ġyi Tarım Uygulamaları) projeleri sonucunda toprak analiz sonuçlarına göre damla sulamalı gübrelemelerle genel olarak ürünlerde %20-30‟luk bir verim artıĢı elde edilirken, gübrede %17, suda %30-35, enerjide %46 ve iĢçilik giderlerinde ise %85‟lik bir azalma meydana gelmiĢtir (Soylu ve ark., 2010). 3.EROZYON Türkiye tarım arazilerinin 465.913 ha‟ında rüzgar erozyonu mevcuttur (Anonymous, 2007). II., III. ve IV. sınıf arazilerin 15.859.455 ha‟ında orta, Ģiddetli ve çok Ģiddetli su ve rüzgar erozyon vardır (TÜĠK, 2013). Erozyon kuraklık ve toprakta yetersiz organik madde nedeniyle baĢ göstermektedir. Toprağı örtülü tutmak,rüzgar yönüne dik olarak Ģeritsel ekimler yapmak, tarla sınırlarını ağaçlandırmak, meraları kontrollü otlandırmak rüzgar erozyonu için çare olabilir.Türkiye topraklarının %90'ı su erozyonu, %1'i de rüzgâr erozyonuna maruz kalmaktadır. Tarım topraklarında bu oran su erozyonu için %75 civarındadır. Türkiye'deki erozyon sonucunda yılda 500 milyon ton verimli toprak kaybedilmektedir. 476 4.ETKĠLĠ TOPRAK ĠġLEME Hububat tarımının yaygın olarak yapıldığı yarı kurak iklim bölgelerinde her yıl aynı derinlikten toprak iĢleme ile suni olarak geçirimsiz pulluk taban taĢı oluĢabilir. Onun için her yıl toprak iĢleme farklı derinliklerde yapılmalı ve mısır gibi derin köklü bitki ekimi veya bağ-bahçe yapımı öncesinde dip kazan çekilmelidir. Bu katman rahat bir bitki geliĢimi için yeterli kök oluĢumuna izin vermez ve taban suyunu tutarak havasızlık yaratır. Jeolojik devirler içerisinde zamanla oluĢan kireçli kümüloz materyal (kist), tarımı engelleyecek kadar yüzeye yakın ve ince bir katman ise mutlaka dip kazan ile kırılarak veya ocakvari ekim/dikimde delinerek tarım yapılmalıdır. WWF‟nin 2006 yılında yayınlanan „Akdeniz‟de Kuraklık‟ raporunda tüm Akdeniz Havzası‟nda yağıĢların son 25 yılda %20 azaldığı rapor edilmiĢtir. 2050 yılında; Türkiye‟nin özellikle yarı kurak iklim bölgeleri olan Akdeniz, Ege ve Orta Anadolu‟da yağıĢlarda ciddi azalmalar beklenmektedir (Giannakopoulos et al., 2005). 5.ARAZĠ KULLANIMI VE TOPLULAġTIRMASI Tarım arazilerinin yol, hava alanı, sanayi tesisleri, yerleĢim alanı, mezarlık, baraj, maden ocakları gibi alanlara tahsis edilmesine tarım alanlarının amaç dıĢı kullanımı denilmektedir. Değerli tarım topraklarının maden ocağı olarak kullanılması, demir ve karayolunun verimli topraklardan geçirilmesi, sahillerdeki meyve bahçelerinin kesilerek turistik inĢaat alanı olarak kullanılması gibi amaç dıĢı toprak kullanımı ülkemizde yaygın bir problemdir. 2005 yılında çıkarılan 5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu ile amaç dıĢı kullanım zorlaĢtırılmıĢtır. Kentlerimizde kentsel geliĢim maalesef çoğunlukla tarım arazilerine doğrudur. Konutlar 6. veya 7. sınıf arazilere kurulabilir, ancak tarım bu sınıf topraklar üzerinde yapılamaz (Zengin ve Gezgin, 2011). 6.ÇÖZÜM VE ÖNERĠLER Ülkemiz tarım topraklarının önünde duran dört önemli engel yüksek pH ve kireç, düĢük organik madde ve ağır bünyeliliktir. Bunların önüne geçmek için toprak ve gerekirse yaprak analiz sonuçlarına göre yeterli ve dengeli organik ve inorganik gübreleme yapılmalıdır. Bitkisel üretimde birim alandan daha fazla ve kaliteli ürün elde edilebilmesi için sertifikalı tohum kullanımı, toprak yapısı ile bitki ihtiyacına göre gübre kullanımı ve damla sulama sistemlerinin yaygınlaĢtırılması sağlanmalıdır. Toprakların verimliliğini artırıcı önlemler alınmalı, yeĢil gübreleme yaygınlaĢtırılmalı ve 477 anız yakılmasının önüne geçilmelidir. Ahır gübresi, yeĢil gübre, kompostlar gibi organik gübre ve materyallerin tarımda yaygın olarak kullanımını artıracak önlemler hemen alınmalıdır. Katı kimyasal gübreler gibi yüksek besin element içerikli sıvı kimyasal gübrelerin de üretimi ve tüketimi sağlanmalıdır. Mikrobiyal gübreleme ile ilgili araĢtırmalara ve bu gübrelerin bitkisel üretimde kullanımına önem verilmelidir. Yıllık yağıĢ toplamı 450 mm‟nin altında olan yerlerde nadaslı tarım yapılmalı ve nadas toprak iĢlemesi uygun yapılmalıdır. Özellikle kuru tarım alanlarında tohum ve gübrenin aynı yere bırakılmasının doğurduğu sorunlar önemli kayıplara neden olmaktadır. Kirecin kötü etkisini azaltıcı ve demir, çinko, mangan ve bor gibi mikro besin elementlerinin bitkilerce alınımının artırılması için tabana toz kükürt kullanımı yaygınlaĢtırılmalı ve bu materyalin tarlaya kolay atılmasını sağlayacak ekipmanlar geliĢtirilmelidir. Ülkemizde araziler parçalı olduğundan rantabl gübre kullanımı mümkün olamamaktadır. Halbuki geliĢmiĢ ülkelerde araziler çok büyük parseller halinde olduğundan gübre firmaları tarafından toprak analiz sonuçlarına göre o parselde yetiĢtirilecek bitkilere özel paçal gübre hazırlanarak araziye gönderilmektedir. Ülkemizde bir an evvel arazi toplulaĢtırması tamamlanmalıdır. Tarım topraklarımızın korunması için arazilerimize Arazi Kullanım Kabiliyeti (AKK) Sınıflarının gerektirdiği ölçüde yük verilmeli, bunun için de 5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu‟na uyulmalı ve çiftçi eğitim seminerlerine önem verilmelidir. (Zengin M.) Afrika „da çiftçi Yacouba Sawadogo, Burkino Faso‟nun kuzeyindeki tarım arazilerinde uzun süredir devam eden çölleĢmeyi durdurmayı baĢardı. Ġhtiyar çiftçi 120 dönümlük araziyi kullandığı oldukça eski yöntemlerle 60 ayrı tür ağaçtan oluĢtan yeĢil bir alana dönüĢtürdü. Sawadogo‟nun kullandığı eski Afrika tarım pratiği olan „Zai‟ tekniğine göre, önce sertleĢmiĢ toprağa büyük bir çukur açılıyor, sonra içine bitki artıkları ve gübreden oluĢan bir karıĢım yerleĢtiriliyordu. Ardından bölge Ģartlarına uygun dayanıklı ağaç türlerinin tohumları konuluyordu (Bavra M.) KAYNAKLAR Cramer, C., 1994. Test Your Soils „Health-First in A Series. The New Farm. January 1994, p.17-21. Giannakopoulos, C., Bindi, M., Moriondo, M. and Tin, T., 2005. Climate Change Impacts in the Mediterranean Resulting form A 2 °C Global Temperature Rise. A Report for WWF, July 2005. 478 Soylu, S., Boyraz, N., Zengin, M., ġahin, M., Kaya, A., Kutluca, M.C., ġener, M., Ünal, Y., 2010. Konya Ġlinde Kırsal Kalkınma Ġçin Örnek Uygulama: Altınekin Modeli TÜĠK, 2013. Türkiye Ġstatistik Kurumu TÜĠK Yıllığı 2013 Kayıtları. Ankara. Zengin, M. and Gezgin, S., 2011. Konya Ġli‟nde Toprak ve Gübreleme Sorunları. TMMOB I. Konya Kent Semp., Bildiriler Kitabı, 26-27 Kasım 2011, Sf: 371-384, Konya. Zengin, M., Tarımda Toprak Verimliliği Nasıl Arttırılır? (www.igsas.com.tr) (EriĢim tarihi: 19.03.2016) Bavra M., Olmaz Denileni BaĢardı.. (haber.marmara.edu.tr) (EriĢim tarihi : 31.03.2016) 479 480 ĠKLĠM DEĞĠġĠKLĠĞĠ VE TARIM Nazlı YAVUZ1 1 2 Melike ÖNCÜL2 Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarım Ekonomisi Bölümü Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarım Ekonomisi Bölümü ÖZET Ġklim değiĢikliği karĢılaĢtırılabilir bir zaman periyodunda gözlenen doğrudan ya da dolaylı olarak küresel atmosferin bileĢimini bozan insan etkinlikleri sonucunda gerçekleĢmekte olan bir olaydır. Envanter sonuçlarına göre, 2013 yılında toplam sera gazı emisyonu CO2 eĢdeğeri 459,1 milyon ton (MT) olarak hesaplandı. 2013 yılı emisyonlarında CO2 eĢdeğeri olarak en büyük payı yüzde 67,8 ile enerji kaynaklı emisyonlar alırken, bunu sırasıyla yüzde 15,7 ile endüstriyel iĢlemler ve ürün kullanımı, yüzde 10,8 ile tarımsal faaliyetler ve yüzde 5,7 ile atık takip etti. Hızla artan dünya nüfusu ve kontrolsüz sanayileĢme süreci, sağlıksız kentleĢme doğal yapının alansal ve nitelik kaybına neden olmaktadır. Doğal yapının önemli bir karbon yutağı olduğu bilinmektedir. Özellikle kentleĢme sera gazı etkisini arttırmaktadır. DeğiĢen iklim koĢulları, tarımsal ürün desenini değiĢtirebilmektedir. Küresel ısınma hidrolojik döngüde bulunan suyun miktarını azaltıp, toprak verimliliği ve ürün çeĢitliliğinin değiĢmesine neden olmaktadır. Bu da yaĢamlarını doğrudan tarımsal üretime bağlı olarak sürdürmek zorunda olan ülkeleri büyük ölçüde etkileyecektir. Kuraklık ve sel sıklığının artmasının, ancak kendine yeterli olan alçak enlemlerdeki tarımsal ve doğal yapının olumsuz etkilenmesine neden olacağı beklenmektedir. Ülkemizin iklim değiĢikliğine karĢı olası kuraklık yönetimi senaryolarını hazırlaması gerekmektedir. Bu amaçla ulusal düzeyde iklim değiĢikliği inceleme merkezleriyle uzun yıllar gözlemlerin yapılması, özellikle tarımsal üretim alanlarının etkilenme düzeylerinin tahminlenmesi ve tarımsal üretimin devam ettirilmesi için senaryolar üretilmesi gerekmektedir. Ġklim değiĢikliğinin topak kalitesini olumsuz etkileyeceği muhakkaktır. DeğiĢen toprak özelliği ve su kıtlığı koĢullarını dirençli ürün değerlerinin belirlenmesi oldukça önemli önlemler olarak benimsetilmesi gerekmektedir. ANAHTAR KELĠMELER: Ekosistem, ,Canlı Yaşamı, Küresel Isınma, İklim, Emisyon 481 1.ĠKLĠM DEĞĠġĠKLĠĞĠ VE TARIM Ġnsanların tarih sahnesine çıkıĢına kadar olan süreçte, dünyanın coğrafî özellikleri bir kaç defa değiĢmiĢtir. Belirli dönemlerde, dünyamızın unsurları arasındaki doğal dengenin çeĢitli nedenlerle bozulmasına bağlı olarak, iklimde de büyük değiĢmeler olmuĢtur. Doğal etkenlerle iliĢkili olan bu değiĢmelere, 19. yüzyılın ortalarından itibaren, insan etkilerinin de katkısı olduğu kesindir. Bugün hemen bütün iklim bilimciler tarafından, dünya iklimi sisteminde bir bozulmanın olduğu kabul edilmektedir. Doğal dengenin bozulmasına neden olan insanların, gerekli önlemler alınmadan çeĢitli etkinliklerinin devam etmesi hâlinde, iklimdeki bu bozulmaların artarak, sonucu çok olumsuz olabilecek, küresel ısınmaya bağlı iklim değiĢikliklerinin yaĢanacağı, kesin bir dille ifade edilmektedir. Çünkü beĢerî nedenlerle, atmosferdeki sera gazı birikimlerinde ve partiküllerde meydana gelecek artıĢ, doğal çevrenin tahribi, ozon tabakasındaki incelme, küresel boyutta sıcaklık artıĢına neden olacaktır. Zamanımızdan 20.000 yıl kadar önce kuzey yarım küreyi etkileyen soğuklar, Avrupa kıtasının kuzey kesimlerinin tamamen buzullarla kaplanmasına ve deniz seviyesinden bugünküne göre 125 m alçalmasına neden olmuĢtur. Her yıl ortalama buzul kaybının en çok yaĢandığı yerler Grönland ve Antarktika olarak belirlendi. Dünyanın en büyük adası Grönland ve yeryüzünün en güneyindeki kıta olan Antarktika‟daki yıllık buzul kaybı toplam 148 milyar ton. Bu iki yerin yakınlarındaki bölgelerde yaĢanan toplam erime miktarı ise 385 milyar ton. Günümüzde dünya tarım topraklarının yüzde 4‟ü kuraklıktan etkileniyorken, yüzyıl sonunda bu oranın yüzde 18‟e çıkması bekleniyor. Uzmanlar 30 derecenin üzerine çıkan sıcaklığın tarım ürünleri 482 üzerinde olumsuz etkisi olduğunu söylüyor. Örneğin, hava sıcaklığı bu eĢiği aĢtığında ABD‟deki mısır ve soya fasulyesi üretiminde ciddi bir düĢüĢ gözleniyor. ABD dünyanın en büyük mısır ve soya fasulyesi üreticisi. Isı artıĢı nedeniyle verim azalması halinde üretim biraz daha kuzeye kaydırılabilir. Son 30 yılda iklim değiĢikliğinin etkisi karasal ekosistemlerde de yoğun olarak görülmektedir. Karasal ekosistemleri için çok önemli olan bitki türleri, yalnızca belirli iklim koĢulları altında baĢarılı bir Ģekilde üreyip, büyüyebilmektedir. Bu koĢullar değiĢtiği takdirde, bu türler ya adapte olacak ya da göç etmek zorunda kalacaktır. BaĢta yüksek rakımlarda ve kuzey bölgelerinde yaĢayanlar olmak üzere bazı türler açısından göç etmek genellikle zordur. Bu iki seçenekten hiçbiri olanaklı değilse, türlerin yerel popülasyonlarının nesli tükenir. Bitki türlerinin zenginliğinde meydana gelen azalma, tüm biyolojik çeĢitliliği sınırlandırmakta olup, bu durum ekosistem istikrarının azalmasına yol açabilmektedir. ABD‟deki bir araĢtırma Ģirketi tarafından yapılan “küresel iklim değiĢikliği” araĢtırmasının sonuçlarına göre, 2050‟li yıllarda, insanların bugün üzerinde yaĢadığı alanların yaklaĢık yüzde 70‟inin sular altında kalacağı tahmin ediliyor. Bunun da aĢırı sıcaklık, kuraklık ve savaĢların tetiklediği göç dalgalarına, yaĢam alanlarının sular altında kalmasından kaynaklanan yeni göçlerin ekleneceğini gösterdiği tespiti yapılıyor. (Güney Fransa'da, sel yüzünden sular altında kalmış ve nükleer santrale yakın olan bir köy. 2003'te aynı bölge kuraklıkla karşı karşıya kalmıştı. İklim değişikliği, kuraklık ve sel gibi aşırı uçlarda hava koşullarına yol açabiliyor.) 483 Geçtiğimiz yıllarda ortaya çıkan sıcak hava dalgaları (örneğin Kuzeybatı Avrupa, Amerika BirleĢik Devletleri, Rusya, Pakistan ve Hindistan‟da) ve aĢırı su basmaları olağan hale gelecek ve birçok yaĢlı, hasta ve yoksulun sıcaklıkla bağlantılı sebeplerle ölümlerine yol açacak. AĢırı yağıĢların sıtma taĢıyan sivrisinekler gibi hastalık taĢıyıcı türleri besleyip koruması ve dang humması gibi baĢka hastalıkları getirmesi de olası. Ama en büyük risk iklim değiĢikliğinin sebep olduğu doğal felaketlerden kaynaklanıyor. Daha Ģiddetli kasırgalar, seller, toprak kaymaları, çığlar, orman yangınları ve iklim değiĢikliğinin diğer yıkıcı birçok sonucundan insanlığın en az yarısı etkilenebilir. Ġnsanın yaĢam ortamı üzerindeki bir dizi etki Ģimdiden tanımlanabiliyor. 1.TÜRKĠYE’DE ĠKLĠM DEĞĠġĠKLĠĞĠ VE TARIM Türkiye karmaĢık iklim yapısı içinde, özellikle küresel ısınmaya bağlı olarak görülebilecek bir iklim değiĢikliğinden en fazla etkilenecek ülkelerden biridir. Doğal olarak üç tarafından denizlerle çevrili olması, parçalanmıĢ bir topografyaya sahip bulunması ve orografik özellikleri nedeniyle, Türkiye‟nin farklı bölgeleri iklim değiĢikliğinden farklı biçimde ve değiĢik derecelerde etkilenecektir. Olası bir iklim değiĢikliğinin ülkemizdeki sonuçlarını aĢağıdaki Ģekilde özetlemek mümkündür: 1. ġüphesiz iklim değiĢikliğinin, ülkemizdeki doğal ekolojik sistemlerin bileĢimini ve üretkenliğini bozacağı ve biyolojik çeĢitliliği azaltacağı kaçınılmaz olacaktır. Tek tek türler iklimdeki değiĢikliğe ve bozulan iklimsel rejimlere (örneğin ; yağıĢ, buharlaĢma ve sıcaklık rejimlerine) farklı düzeyde ve farklı biçimde tepki vereceğinden, bir çok eko sistemin yapısı, bileĢimi, üretkenliği ve coğrafî dağılıĢı bozulacaktır. Artan olumsuzluklar (salgın hastalıklar ve yangınlar), biyolojik çeĢitlilikte azalmaya ve yaramaz (istenmeyen) türlerde artıĢlara yol açabilecek, habitatlardaki bölünmeler, iklime bağımlı türlerin göçü için yeni engeller yaratabilecektir. 2. Ormanlar yangın, yerleĢme ve tarım için alan açma nedeniyle sürekli olarak azalmaktadır. 1961- 1996 yılları arasında çıkan 15.596 orman yangınında 2.293.390 hektar orman yandığı düĢünülürse, sorunun ne kadar büyük ve ne kadar vahim olduğu anlaĢılabilir. 484 3. Küresel ısınmadan dolayı oluĢacak iklim değiĢiklikleriyle, özellikle su kaynaklarının azalması, orman yangınları, kuraklık ve çölleĢme ile bunlara bağlı ekolojik bozulmalardan ülkemizin olumsuz etkileneceği belirtilmektedir. Ortalama yağıĢın azalması yanında, yağıĢ rejimindeki sapma da dikkat edilmesi gereken bir olaydır. YağıĢ rejimindeki sapmalar, tarımsal üretimi olumsuz yönde etkilemektedir. 4. Tarım alanlarının kötü kullanımı, su yönetim eksiklerine bağlı su baskınları, tuzlanma, çoraklaĢma, aĢırı pestisit ve gübre kullanımına bağlı kirlenme bunların baĢında gelmektedir. Ülkemizin bazı önemli hububat üretim merkezlerinde, ürün kayıplarının % 40- 50 oranına ulaĢtığı gözlenmektedir. Türkiye‟de yağıĢ rejiminde meydana gelen azalıĢların ve yağıĢ rejimindeki sapmaların, tarımsal üretimde olumsuz etkisi , kıĢlık ekimde daha fazla olmaktadır. YağıĢ rejiminin bahar aylarına doğru kayma göstermesi, yazlık ekimlerde bir avantaj gibi görülebilirse de üretim açısından önemli riskleri de beraberinde taĢıdığı düĢünülmektedir. Tarımsal araĢtırmalar genel müdürlüğü (TAGEM), 2000-2001 yılı ekim dönemi ile ilgili olarak, mayıs baĢı itibarıyla yaptığı incelemeler sonucunda; Konya, Karaman, Yozgat illerinde yetersiz yağıĢlar nedeniyle ekim yapılan alanlarda %80- 90 oranında kuraklığa bağlı zararın meydana geldiği, daha bir çok ilin de %2762 oranında kuraklıktan etkileneceği belirtilmiĢtir. 485 Yeni iklim değiĢiklikleri, çiftçilerin ürettikleri ürünleri değiĢtirmeye zorlayacak, ekim ve dikim tarihlerinde ve ürün türlerinde önemli değiĢiklikler olabilecektir Ġklimde meydana gelen değiĢme, sulanan ve sulanmayan alanlarda özellikle buğday, mısır, soya fasulyesi gibi daha bir çok ürünün üretiminde verim düĢüklüğü ortaya çıkabilecektir. 5. Ġklimde meydana gelebilecek herhangi bir değiĢme yağıĢ, buharlaĢma, yüzey akıĢ ve topraktaki kullanılabilir suyun miktarını değiĢtirecektir. Mevsimler ve yıllık yağıĢlarda görülecek değiĢmeler hem su kaynaklarının depo edilmesi, hem de topraktaki nem rejiminin düzenlenmesi açısından oldukça önemlidir. Bitkilerin çiçeklenme, tozlanma,meyve oluĢumu ve tane dolumu sırasında meydana gelebilecek su yetersizliği verimin önemli ölçüde düĢmesine neden olacaktır.Sıcaklıkların artması nedeniyle, toprakta meydana gelen buharlaĢma ve bitkide olan terlemenin (Evapotranspirasyon) artmasıyla beraber bitki strese gireceğinden, kuraklığa dayanıklı bitki türlerinin geliĢtirilmesi zorunlu hâle gelecektir. Emisyonların temel sektörlere dağılımına bakıldığında %70‟inin enerji kaynaklı olduğu, %14 ile sanayinin ikinci büyük paya sahip olduğu, %8 pay ile tarım ve %4 pay ile atık sektörünün takip ettiği envanterden anlaĢılmaktadır (Grafik-1). 486 1.ÇÖZÜM ÖNERĠLERĠ VE SONUÇ Son yılarda küresel ısınma gerçeğinin farkına varan dünya ülkeleri, iklim politikalarını, sürdürülebilir kalkınma stratejilerine, enerji, ulaĢım ve tarım gibi iktisadi sektörlere dahil etmeye baĢlamıĢlardır. Bu da bize enerji kullanımında daha etkin kullanımın mümkün olabileceğini, böylece daha az enerji kullanımı ve daha az salımla aynı düzeyde kalkınmanın gerçekleĢebileceğini göstermektedir. Küresel ısınmaya yönelik çalıĢmalar yapan birçok kuruluĢ temel olarak küresel ısınmanın önüne geçebilmek için, enerji, sanayi, ulaĢım ve tarım sektörlerinde, baĢta fosil yakıt kullanımının azaltılması yoluyla, gerekli politika değiĢikliklerine gidilerek sera gazı üretiminin sınırlandırılmasının gerekli olduğunu bildirmektedirler. Ormanların korunması, bilinçli tarımsal uygulamalar (gübreleme, ilaçlama vs.) ve sera gazları salınımının azaltılması için ciddi yaptırımları olan vergiler konulması küresel ısınmanın azaltılmasına yardımcı olunabilir. Türkiye‟nin içinde bulunduğu bölgenin su kıtlığı, kuraklık ve toprak erozyonu sorunları ile karĢı karĢıya olması da, Türkiye‟yi küresel ısınmanın zararlı ve Ģiddetli etkilerini en önce yaĢayacak ülkeler arasına sokmaktadır . Küresel ısınma nedeniyle Türkiye‟nin yaĢayacağı en önemli felaket kuraklıktır. Kar ve yağmur (özellikle de kar) yağıĢının azalması yeraltı sularının seviyesinin düĢmesine, dolayısıyla akarsu ve göllerin kurumasına neden olmaktadır. Bu da, Türkiye‟nin kalkınması ve geçimi için son derece önemli olan tarıma büyük darbe vuracak ve ülkemiz büyük bir açlık ve kuraklık tehlikesi ile karĢı karĢıya kalacaktır. Muhtemelen tüm zamanların en sıcak yılı olacak olan 2007‟de, sulu tarım yapılan Çukurova ve benzeri yöreler kuraklık nedeniyle verim kaybına uğrayacaktır. 2003‟de yine küresel 487 ısınmaya bağlı sıcak dalgaları nedeniyle Avrupa tarımı büyük darbe almıĢ, Fransa % 20, diğer bazı Avrupa ülkeleri de % 10-80 arasında verim kaybına uğramıĢtır. Artan atmosfer sıcaklığı ve sera gazları konsantrasyonu düĢük yağıĢ ile birleĢtiğinde bitkilerin solunumlarını ve stomal fonksiyonlarını hem de toprakların organik karbon içeriğini olumsuz yönde etkilemektedir. Bu nedenlerle toprakların doğru ve verimli kullanılarak, organik karbon oluĢumunun ve tutulmasının arttırılmasının, küresel ısınma, açlık, erozyon, çölleĢme, ormansızlaĢma ve tarım alanı kaybı gibi sorunların çözümü için yarar sağlayabilir. Ġklim değiĢiminin sonucu olarak orta ve yüksek enlemlerde üretkenlik artarken, tropikal ve subtropikal bölgelerde verim oldukça azalacaktır. Bunun sonucu olarak da kırsal nüfusun büyük çoğunluğu olumsuz yönde etkilenecektir. BulaĢıcı hastalıklar için kötü beslenme önemli bir faktör haline gelecektir. Ġkilim değiĢimi, Hindistan, Asya ve Afrika gibi düĢük enlemlerde de görülen yiyecek sıkıntısını Ģiddetlendirecek ve açlık ve kıtlık ciddi bir biçimde ortaya çıkacaktır. 2025 yılı itibari ile kırsal alanlardan devam eden göç nedeniyle dünya nüfusunun % 61‟inin Ģehirlerde yaĢaması beklenmektedir. Çevresel bozulmalar, nüfus artıĢı ve yiyecek sıkıntısı insanlar ve hayvanlar için göçlere neden olacak, bu sağlıksız göçler sonucunda hastalıklar ve ölümler artacaktır. KAYNAKLAR Görmez, K., (1991) ġehir ve Ġnsan. Milli Eğitim BasımeviG.Ü Gazi Eğitim Fakültesi Dergisi Cilt 22 , Sayı 1 (2002) 47-65 51 Greenpeace (2014). Ġklim Etkileri http://www.greenpeace.org/turkey/tr/campaigns/enerji/etkiler/ ( EriĢim tarihi : 22.03.2016) Harmantime (2013). Ġklim değiĢikliği tarımı nasıl etkileyecek http://www.harmantime.com/haber/487/iklim-degisikligi-tarimi-nasiletkileyecek.html ? ( EriĢim tarihi : 30.03.2016) Önder Algedik. (2013) Türkiye‟nin 2012 Ġklim Karnesi: Yapılmaması Gerekeni Yapmak! http://www.onderalgedik.com/envanter2012/ ( EriĢim tarihi : 31.03.2016) 488 GENÇLĠK ve TARIM 1 1 Emrah ĠLHAN 1 Merve BÜYÜK Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi Toprak Bilimi ve Bitki Besleme ÖZET Ülkemiz gerek coğrafi konumuyla gerek iklim yapısıyla sulu, susuz tarım ve sera üretimine uygun bölgedir. Ancak ülkemizde tarım plansız ve bilinçsiz yapıldığı için ekonomik kayıplara yol açmaktadır. Örneğin ihtiyaçtan fazla üretilen ürünler çöpe atılırken bazı ürünleri ithal etmek zorunda kalıyoruz. Bu nedenle ülkemizin genç ve bilinçli üreticilere ihtiyacı vardır. Ülkemizde tarım özendirici olmayıp, çiftçilerimiz sosyal anlamda diğer üretim kollarına oranla daha geri durumundadır. Örneğin en düĢük emekli maaĢını tarım bağ-kurlusu almaktadır. Hem ekonomik güçlükler hem de vize sorunları nedeniyle Dünyanın birçok ülkesinde düzenlenen tarım ve hayvancılık fuarlarını ziyaret etmek üreticilerimiz açısında zorlaĢmaktadır. Oysa çiftçilerimizin bu fuarları gezip, değerlendirip, bilinçlenmesi gerekmektedir. Ülkemizde gençlerimiz tarıma olumlu bakmaktadır. Tarım arazileri miras yoluyla parçalandığı için kardeĢler arazileri bölerek küçük çiftçi konumuna geliyor veya araziler parçalandığı için genç çiftçilerimiz geçim zorluğu çektiği için baĢka mesleklere yönelerek köyleri terk ediyorlar. Bu yüzden gerek devlet tarafından, gerek üreticiler açısından ve gerekse öğrencisi olduğum ve üzerinde sorumluluğunu hissettiğim üniversiteler olarak üretici kardeĢlerime gereken destek verilmelidir. ANAHTAR KELĠMELER: Bilinçli Çiftçi, Üretici Gençlik, Sürdürülebilir Üretim, Güvenli Gıda, Tarımsal Destek GĠRĠġ Tarım sektörü, çeĢitli besin maddelerini üreten, bu maddeleri iĢleyerek besin maddelerini çeĢitlendiren, bireylerin de bu maddelere olan ihtiyacını karĢılayan dolayısı ile toplumların sağlığı ve kalkınması üzerinde önemli etkiye sahip bir sektördür. Ġnsanoğlunun hayatını devam ettirebilmesi için besin ihtiyacı vazgeçilmez bir unsurdur. Toplum sağlığı ve sosyoekonomik kalkınma, yeterli ve dengeli beslenme ile mümkündür. Bireylerin de yeterli ve dengeli beslenebilmesi için öncelikle istedikleri miktar ve türde 489 besin maddelerini bulması, daha sonra ise bu maddeleri satın alabilecek bir gelire sahip olması gerekmektedir. Tarım sektörü, günümüze kadar ülkelerin ekonomik ve sosyal geliĢiminde çok önemli görevler üstlenmiĢ, gelecekte de bu görevleri üstlenmeye devam edeceği beklenmektedir. Tarım; ülke nüfusunun yaĢamını sürdürebilmesi, milli gelire ve istihdama katkısı, diğer sektörlere hammadde ve sermaye sağlaması, ihracata doğrudan ve dolaylı olarak etkisi ve biyolojik çeĢitlilik ile ekolojik dengeye olan katkısı nedeniyle tüm dünyada vazgeçilmez bir sektör niteliğindedir. Bu nedenle tarım sektörü, ekonomik, sosyal ve çevresel boyutlarıyla, toplumun bütün kesimlerini yakından ilgilendirmektedir. Türkiye'de tarım, istihdam, ihracat ve mili gelire yaptığı katkı ile önemli bir sektördür. Tarım sektörü, 6,1 milyon istihdam, 62,7 milyar dolar gelir ile önemli bir ekonomik faaliyettir (2011). Türkiye 2014 yılında 190 ülkeye, 18,7 milyar $ değerinde, 1707 tür tarım ürünü ihraç etmiĢtir. Ülkemizde tarım, avcılık ve ormancılık sektörünün toplam GSYH içindeki payının zaman içinde azaldığı, 2005 yılında %9,1 seviyesinde olan söz konusu payın 2014 yılında %7,1‟e gerilediği görülmektedir. Diğer taraftan, Tarım sektörü istihdamının toplam istihdam içindeki payı 2005 yılında %25,5 düzeyinde iken 2014 yılında %21,1 seviyesine gerilemiĢtir. Görülmektedir ki nüfusun önemli kısmı geçimini tarım sektöründen sağlamaktadır. Bununla birlikte, tarım sektöründe istihdam edilenlerin gelirleri diğer sektörlere göre daha düĢüktür. Bunun sonucu ortaya çıkan kır kent farklılığı, köyden kente yoğun göçe sebep olmaktadır. 2. GEREÇ VE YÖNTEM 2.1. Tarım Sektörünün Sorunları Günümüzde tarım sektörünün içerisinde bulunduğu baĢlıca sorunları aĢağıdaki gibi sıralamak mümkündür: Ülkemizde uygulanmakta olan miras hukuku, tarım arazilerinin parçalanarak küçülmesine neden olmaktadır. Tarım arazilerinin parçalanması, iĢletme büyüklüklerinin küçülmesine ve dolayısı ile tarımsal verimliliğin azaltılmasına yol açmaktadır. Tarım iĢletmelerinin küçülmesi önemli oranda ölçek ekonomisi problemlerine neden olmakta, üretim azalan verimlere doğru yönelmektedir. Sonuç olarak küçük iĢletmeler yetersiz gelirleri ile 490 artan üretim maliyetlerini karĢılayamadığından tarımsal faaliyetleri bırakmak zorunda kalmaktadır. Ülkemizdeki tarım iĢletmelerinin yaklaĢık %70‟inde hayvansal ve bitkisel üretimin birlikte yapıldığı dikkate alındığında, tarım iĢletmelerinde uzmanlaĢma yaygın değildir. Gübre, tarım ilaçları, tohumluk, tarım makineleri ve mazot gibi temel üretim girdilerindeki aĢırı fiyat artıĢları, tarım iĢletmelerinin karlarını önemli ölçüde düĢürmüĢtür. Bu durum bazı tarım iĢletmelerinin zarar etmesine yol açmıĢtır. Devletteki küçülme politikaları sonucunda, geçmiĢte çiftçilere baĢarılı hizmetler sunan; zirai mücadele, toprak-su gibi bazı kurumların ortadan kaldırılması, çiftçinin hizmet alımının aksamasına yol açmıĢ, dolayısı ile verimlilikte azalıĢlar ortaya çıkmıĢtır. Uluslararası Para Fonu (UPF: IMF), Dünya Bankası (DB: WB) ve Avrupa Birliği gibi kuruluĢların ülkemiz tarımına yapmıĢ olduğu dolaylı müdahaleler, tarım iĢletmelerini olumsuz yönde etkilemektedir. GeçmiĢte girdi bazında verilen devlet desteği, zamanla doğrudan gelir desteği haline dönüĢtürülmüĢ, bu durum sonucunda toprağı olup tarımsal faaliyetlerde bulunmayan kiĢilere gelir desteği sağlamıĢ, gerçek üreticilere önemli bir katkı sağlamamıĢtır. Çiftçilerin eğitimi ve modern tarım teknolojilerinin kullanımında istenilen seviyeye ulaĢılamamıĢtır. Bu nedenlerden dolayı çiftçilerin bilgi ve sermaye birikimi yetersiz kalmıĢ, tarım ile ilgili güncel geliĢmeler yakından takip edilememiĢtir. Bunun bir diğer nedeni de; küçük ölçekli tarım iĢletmelerinin modern tarımsal araç ve gereçler ile modern tarımsal üretim teknikleri için gerekli olan finans kaynaklarına sahip olamayıĢlarıdır. Hayvan hastalıkları ile mücadelelerde yetersiz kalınmıĢtır. Çiftçiler içinde bulundukları örgütsüzlük nedeniyle çoğu zaman mamullerini pazarlayamamıĢ, aracılar tarafından düĢük fiyatlar ile alınan mamuller tüketiciye yüksek fiyatlar ile satılmıĢ, bu durum hem üreticiyi hem de tüketiciyi olumsuz etkilemiĢtir. Üretim planlaması yapılamadığından çiftçilerin üretmiĢ oldukları mamuller zaman zaman satılamamıĢ, bu durum sonucunda çiftçi zarar etmiĢ ve tarımsal faaliyetleri bırakmak zorunda kalmıĢtır. Türkiye'nin tarım sektörüyle ilgili en önemli sorunlarından biri de, geliĢmiĢ ülkelere nazaran ortalama tarımsal arazilerin daha küçük 491 olması ve kırsal kesimlerdeki iĢsizliğin varlığıdır. Miras yoluyla devamlı olarak küçülmekte olan ortalama tarımsal iĢletme büyüklüğü, özellikle son dönemlerde tarım reformunun önemini vurgulamıĢ ve çok boyutlu önlemlerin ön plana çıkmasını sağlamıĢtır. 2.2. Kırsalda Gençlik FAO verilerine göre, 2050 yılına kadar küresel nüfusun 9 milyara ulaĢacağı tahmin edilirken, bu nüfus içerisinde 15- 24 yaĢ arasındaki gençlerin sayısının 1,3 milyara ulaĢacağı bekleniyor. Beklenen bu genç nüfusun çoğu, nüfusunun yarıdan fazlası kırsal alanlarda yaĢayan Afrika ve Asya kıtalarındaki geliĢmekte olan ülkelerde doğacak olanlardır (UNDESA, 2011). Kırsaldaki genç nüfus sosyal ve ekonomik olarak oldukça ciddi zorluklarla karĢı karĢıyadırlar. Sektöre göre istihdam edilenlerin oranı incelendiğinde, Türkiye genelinde 2013 yılında hizmet sektöründe istihdam edilenlerin oranı %50, sanayi sektöründe istihdam edilenlerin oranı %26,4, tarım sektöründe istihdam edilenlerin oranı ise %23,6 oldu. Sektöre göre istihdam edilen gençlerin oranı incelendiğinde ise, gençlerin %47,8‟inin hizmet sektöründe, %31,5‟inin sanayi sektöründe, %20,7‟sinin ise tarım sektöründe istihdam edildiği görüldü. Kırsal alandaki gençlerin tarım sektörünü ürettikleri ve gelir sağlayarak yaĢam koĢullarını iyileĢtirdikleri bir çalıĢma alanı olarak görmelerini gerektirmektedir. Ancak dünyanın her yerindeki kırsal alanlarda yaĢanan ortak sorun, gençlerin bu sektöre aktif katılım sağlamaktaki isteksizlikleridir. Kırsaldaki gençliğin bu isteksizliklerinin altında yatan baĢlıca zorluklara bakacak olursak; Kırsaldaki gençlerin ve özellikle genç kadınların kırsal iĢgücü piyasasının ihtiyaçlarını karĢılamada gerekli olan tarımsal üretimdeki becerilerini geliĢtirecek yeterli niteliklere sahip olmamaları, Kırsaldaki gençliğin tarımsal eğitim ve öğretime eriĢim zorluğu ve dolayısıyla giriĢimci yönlerini geliĢtirememeleri, GeliĢmekte olan ve az geliĢmiĢ ülkelerin kırsalındaki genç kadınların miras hukuku ve bazı geleneksel kurallar nedeniyle tarım yapabileceği arazilere sınırlı eriĢim sağlayabilmeleri, 492 Kırsaldaki gençliğin finans konusundaki bilgi yetersizlikleri ve teminat sorunları nedeniyle finans kaynaklarına ulaĢmada zorluk yaĢamaları, Kırsalda tarımsal üretim faaliyetlerinden elde edilen gelirin gençlerin istedikleri düzeydeki sosyoekonomik yaĢam koĢullarını sağlamadaki yetersizliği, Kırsaldaki gençlerin tarım sektörüne iliĢkin politikaların yapılması sürecine sınırlı düzeyde katılım sağlamalarıdır. Kırsal alandaki gençlerin tarım sektörüne aktif katılımlarının sağlanması için; bu zorlukların aĢılmasına iliĢkin çözüm önerileri yaĢ, cinsiyet ve coğrafik bölgeye göre oluĢturulan genç nüfus istatistikleri dikkate alınarak oluĢturulmalıdır. Kırsaldaki gençlerin kırsal alanların geliĢmesine aktif olarak katılımlarının gerçekleĢmesinde yapılabilecek baĢlıca aktiviteleri Ģu Ģekilde sıralayabiliriz: Kırsalda tarımsal faaliyetlerde bulunacak olan gençlerin ihtiyaçları olan ve hayati öneme sahip olan doğru bilgiye ulaĢmalarının sağlanması, Modern tarım sektörünün ihtiyaçlarına cevap verebilecek olan entegre eğitim yaklaĢımlarının geliĢtirilmesi, Kırsalda elde edilen tarımsal ürünlerin katma değerini arttırmaya yönelik gıda iĢleme ve paketleme gibi alanlarda gençlerin eğitilmesi, Kırsaldaki genç giriĢimciler tarafından üretilen ve katma değeri yüksek olan tarımsal ürünlerin pazar imkânlarının araĢtırılması ve bu pazarlara ulaĢımın kolaylaĢtırılması, Kırsaldaki gençlerin tarım sektörüne aktif olarak katılmalarını teĢvik edecek biliĢim teknolojileri, gençlik projeleri ve programlarının oluĢturulması, Kırsaldaki gençliğin tarımsal üretimde kendilerini geliĢtirebilmeleri için teknik ve iĢ eğitim merkezlerinin oluĢturulması, Kırsal alanların kalkınmasında gençlerin aktif olarak katılımlarının sağlanması için, tarımsal örgütlerin ve diğer sivil toplum kuruluĢlarının rollerinin güçlendirilmesine yönelik adımların atılması, Kırsaldaki gençliğin tarımsal örgütlenmeye aktif olarak katılmalarının ve özellikle yönetimde söz sahibi olmalarının teĢvik edilmesi, Kırsalda özellikle tarımsal üretici örgütleri aracılığı ile tarım sektöründe genç giriĢimciliğin teĢvik edilmesi, 493 Kırsaldaki gençler arasında tarımsal aktivitelerle ilgili iĢbirliği ve iliĢkileri güçlendirecek bir internet ağının oluĢturulması, Devletlerin, yerel yönetimlerin ve özel sektörün gençlerin de dahil olacağı tarım sektörünün kalkınma ve sürdürülebilirlik sürecine katılımlarının sağlanması, Devletlerin gençlerin kırsal alandan Ģehirlere göç etmelerini azaltacak ve tarım sektörüne ilgilerini arttıracak uygun gençlik kalkındırma programlarının hazırlanarak gençlerin güçlendirilmesi yönündeki çalıĢmalara ağırlık verilmelidir. Kırsaldaki gençliğe yönelik olarak yukarıda sıralanan çalıĢmaların hayata geçirilmesiyle, gençler tarım sektörü ile ilgili politikaların ve programların hazırlanmasında, uygulanmasında, izlenmesinde ve değerlendirmesinde aktif olarak yer alacaklardır. Böylece, dünyadaki artan küresel nüfus ve azalan tarımsal üretime karĢı, kırsaldaki gençlik gelecek kuĢakların gıdaya daha kolay eriĢimlerinde ve kırsal alandaki yaĢam standartlarının sosyoekonomik açıdan yükselmesinde hayati rol oynayacaklardır. 3.TARTIġMA VE SONUÇLAR Tarım sektörü, ülkelerin geliĢmiĢlik düzeyi hangi seviyede olursa olsun, tüm ülkelerin ekonomik hayatlarında önemli bir yere sahiptir. Çünkü insanların yaĢamlarını sürdürebilmesi için gereken gıda maddeleri ile kullandıkları hammaddelerin büyük bir bölümünün temini, tarım sektörüyle sağlanmakta ve bu sektörün ikamesi bulunmamaktadır. Ülkemizin geleceği olarak gördüğümüz gençlerimiz, yarınlarımızın en büyük güvencesidir. Onların bedensel ve ruhsal yönden sağlıklı bireyler olmaları için yapılan her bir yatırım, ülkemizin geleceği için yapılmıĢ yatırımlardır. Bu nedenle etkin ve uygulanabilir gençlik politikalarının üretilmesi ve gençlerin karĢılaĢtıkları sorunların çözümüne yönelik adımlar atılması büyük önem arz etmektedir. Bu yönde atılacak ilk ve en önemli adım ülkemizdeki gençlerin bugünkü durumlarına iliĢkin istatistiklere sahip olmaktır. BirleĢmiĢ Milletler Nüfus Fonu (UNFPA) tarafından, her yıl 11 Temmuz Dünya Nüfus Günü‟nde, nüfusun önemli konularını ele alan bir tema belirlenmekte ve bu temaya iliĢkin farkındalık yaratmaya yönelik çalıĢmalar yapılmaktadır. UNFPA, 2014 yılı temasını “Gençlere yapılacak yatırımlar yarınlara yapılacak yatırımlardır” olarak belirlemiĢtir. 494 4. KAYNAKLAR http://www.tarimdanhaber.com/haber/tarim/kirsalda-tarim-ve-genclik http://tocbirsen.org.tr/haber/memur-senden-turkiye-genclik-profiliarastirmasi-784 http://www.haberler.com/demir-genc-nufusu-tarimda-tutmanin-tek-yolukirsal-8251894-haberi/ http://www.tzob.org.tr/Bas%C4%B1n-Odas%C4%B1/G%C3%BCncelHaberler/ArtMID/649/ArticleID/62/d252nya-tar%C4%B1m-n252fusu http://www.izto.org.tr/portals/0/argebulten/aral%C4%B1k/t%C3%BCrkiye% 20%C4%B0%C5%9Fsizlik%20oran%C4%B1_erdem%20alptekin.pdf http://www.tarim.gov.tr/SGB/Belgeler/yayinlar/turkiyede_tarim.pdf http://www.tepav.org.tr/tr/yayin/s/591 https://tr.wikipedia.org/wiki/T%C3%BCrkiye'de_tar%C4%B1m?previous=y es 495 496 SÜRDÜRÜLEBĠLĠR KALKINMA HEDEFLERĠNDE ARAZĠ BOZUNUMU *Tolgahan YUR *Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi Toprak Bilimi ve Bitki Besleme Bölümü ÖZET Toprak, yaĢamın kaynağı, ekosistemin öğesidir. Nüfus artıĢı sonucu yeni yerleĢim yerlerinin yerleĢime açılması, orman arazilerinden yeni tarım alanlarının kazanılması için alan açma, buna bağlı olarak ortaya çıkan erozyon sorunları ve bir çok faktöre bağlı olarak erozyonla toprak kaybı ve strüktürel degradasyon toprağın nitelik ve niceliğini bozulmaktadır. Yine yoğun toprak iĢleme, toprak organik maddesinin mineralizasyonunu artırmaktadır. Organikmaddenin agregatlaĢma için; toprağın su tutma, havalanma kapasitesi, su ve havanın toprak içinde hareketi, kök geliĢimi ve dağılımı ile mikrobiyal aktivitede etkili olması yoğun toprak iĢlemenin olması negatif etkilerini yansıtmaktadır. Öte yandan CO 2 ve NO2 atmosfere sera etkisini artıran gazlardır. Toprağın bozunumu ve çölleĢme geniĢ anlamıyla toplumsal bir olgudur. Toprağı kullanma pratikleri çölleĢmeyi etkilemektedir. Toprağın bozunumu ve çölleĢme geçimini topraktan sağlayan insanları sürecin kurbanı yapmıĢtır. Su ve rüzgar erozyonu ; Toprağın fiziksel, kimyasal, biyolojik ve ekonomik niteliklerinin azalması, bitki örtüsünün uzun süreli kaybı gibi doğal veya insan faaliyetleri nedeni ile orijinal doğal ve ekolojik görevinin veya ekonomik iĢlevinini sürdürürememektedir. Ġklim ile toprağın birbiri ile çok yakından ilgili doğal varlıklar olduğu ve atmosferde meydana gelen iklim olaylarının, toprak oluĢumuna ve doğal erozyona neden olduğu gerçektir. Arazi bozulması, kırsal yoksulluğun baĢlıca nedenlerinden olmakla birlikte aynı zamanda da bir sonucudur. BirleĢmiĢ Milletler tarafından 2002 yılında belirlenmiĢ olan Binyıl Kalkınma Hedefleri kapsamında, bu hedeflerden arazi bozunumu ve çölleĢme konusunda ; Ekosistemin korunması, yeniden oluĢturulması ve sürdürülebilir biçimde kullanılması; çölleĢmeye karĢı mücadele edilmesi; toprak bozunumunun kontrolü ve tersine çevrilmesi; biyolojik çeĢitlilik kaybının durdurulması Ģeklindedir. Bu hedeflerden arazi bozunumu ve çölleĢme konusunda alt hedef: 2030 yılına kadar, çölleĢme ile mücadele edilmesi, çölleĢme, kuraklık ve sellerden etkilenen araziler dahil bozulmuĢ arazi ve toprakların rehabilite edilmesi, dünyanın arazi bozunumu dengelenmesinde çaba göstermesi Ģeklindedir. 497 Sürdürülebilir tarımsal ve ekonomik faaliyetler; toplumun bir alt kümesi olduğu ve bu faaliyetlerin doğanın kendini yenileme sürecinin sınırladığı çerçevede gerçekleĢmesi gerekmektedir. ANAHTAR SÖZCÜKLER: Arazi bozunumu, çölleşme,erozyon GĠRĠġ Toprak Bozunumu; 1)Toprağın Kirlenmesi 2)Su ve Rüzgar Erozyonu 3)Tuzluluk ve Alkalilik 4)Drenaj Problemi 5)Organik Maddenin Azalması ile AgregatlaĢmnın ve Strüktürün Bozunması ve Verim DüĢüĢü Toprağın bozunumu ve çölleĢme geniĢ anlamıyla toplumsal bir olgudur. Ġnsanın toprakla olan iliĢkisi temel olarak ikili bir özellik taĢımaktadır. Birincisi, insanın toprağı kullanma pratikleri çölleĢmeyi etkilemektedir. Ġkincisi, toprağın bozunumu ve çölleĢme geçimini topraktan sağlayan insanları bu sürecin kurbanı haline getirmektedir. Toprak, yaĢamın kaynağı, ekosistemin öğesidir. Nüfus artıĢı, erozyonla toprak kaybı ve strüktürel degradasyon toprağın nitelik ve niceliğini bozmaktadır. Yoğun toprak iĢleme, organik maddenin mineralizasyonunu artırmaktadır. AgregatlaĢma; toprağın su tutma, havalanma kapasitesi, su ve havanın toprak içinde hareketi, kök geliĢimi ve dağılımı ile mikrobiyal aktivitede etkilidir. CO 2 ve NO2 atmosfere sera etkisini artıran gazlardır. Toprağın bozunumu ve çölleĢme geniĢ anlamıyla toplumsal bir olgudur. Toprağı kullanma pratikleri çölleĢmeyi etkilemektedir. Toprağın bozunumu ve çölleĢme geçimini topraktan sağlayan insanları sürecin kurbanı yapmıĢtır (Yılmaz, ve Alagöz, 2005) 1. ÇölleĢme: ÇölleĢme küresel bir sorunu olup toprak bozunumunun bir sonucudur. Dünya yüzeyinde her yıl 6 milyon hektar alan çölleĢmekte, yaklaĢık 750-800 milyon kiĢi çöl ve çöl benzeri yerlerde açlık sınırında yaĢamaktadır. Oysa BM Çevre Programı UNEP'e göre; küresel düzeyde, çölleĢmeden doğrudan etkilenen bölgelerde yıllık gelir kaybı 42 milyar dolarken, çölleĢme ile mücadelenin yıllık bedeli sadece 2,4 milyar dolardır (TZOB 2013, TEMA 2008). 498 BirleĢmiĢ Milletler, 1994 yılı Aralık ayında aldığı kararla, 17 Haziran tarihini “Dünya ÇölleĢmeyle Mücadele Günü” olarak ilan etmiĢtir. TEMA Vakfı, 1995 yılında ülkemizde yapılan ilk etkinliğin ev sahipliğini üstlenmiĢ ve her yıl geleneksel olarak çölleĢme sorununa dikkat çekmek, bu yönde ülkemizde gerçekleĢtirilen baĢarılı çalıĢmaları ve baĢaranları halkımıza tanıtmak, sorunlu bölgeler için halkın ve iktidarların desteğini almak üzere gerek çeĢitli konferans ve paneller gerekse Konya Karapınar, Ankara Nallıhan, Burdur Akyaka ve Iğdır Aralık örneklerinde olduğu gibi bu soruna maruz kalan bölgelerde etkinlikler düzenlemiĢtir.( TEMA 2008 ) 2. Su ve rüzgar erozyonu ; Toprağın fiziksel, kimyasal, biyolojik ve ekonomik niteliklerinin azalması, bitki örtüsünün uzun süreli kaybı gibi doğal veya insan faaliyetleri nedeni ile orijinal doğal ve ekolojik görevinin veya ekonomik iĢlevinini sürdürürememektedir. Ġklim ile toprağın birbiri ile çok yakından ilgili doğal varlıklar olduğu ve atmosferde meydana gelen iklim olaylarının, toprak oluĢumuna ve doğal erozyona neden olduğu gerçektir. Arazi bozulması, kırsal yoksulluğun baĢlıca nedenlerinden olmakla birlikte aynı zamanda da bir sonucudur (REC 2005). Türkiye, 500 milyonu tarım alanlarından olmak üzere her yıl 1 milyar 400 milyon ton toprağını erozyonla kaybetmektedir. Ancak bu ciddi tehdide rağmen Türkiye halen arazi planlamasını yapmıĢ değildir. Bu nedenle tarım arazilerinin üzerine sanayi tesisleri kurulmakta, ormanlar yakılıp veya iĢgal edilip yapılaĢmaya açılmakta veya tarlaya çevrilmekte, suyun olmadığı yerde çok su ihtiyacı duyulan ürünler yetiĢtirilmekte, sulak alanlar kurutularak tarlaya çevrilmektedir (TEMA 2008). Ġklim ile toprağın birbiri ile çok yakından ilgili doğal varlıklar olduğu ve atmosferde meydana gelen iklim olaylarının, toprak oluĢumuna ve doğal erozyona neden olduğunu unutmamak gerekir. Ġnsan faaliyetlerinin bir sonucu olarak atmosfere salınan sera gazları, iklim değiĢikliğinin temel nedenlerinden biri olarak Kabul edilmektedir. Yine insan faaliyetlerinin sonucunda gerçekleĢen, bu faaliyetlere olanak sağlayan arazi kullanımı, diğer arazi bozunumu türleri yanında hızlandırılmıĢ erozyona neden olmaktadır. Yani toprağın yanlıĢ kullanımı ve kaybı atmosfere daha fazla sera gazının salımına neden olur (REC 2005). BirleĢmiĢ Milletler tarafından 2002 yılında belirlenmiĢ olan Binyıl Kalkınma Hedefleri kapsamında, bu hedeflerden arazi bozulumu ve çölleĢme konusunda ; Ekosistemin korunması, yeniden oluĢturulması ve sürdürülebilir biçimde kullanılması; çölleĢmeye karĢı mücadele edilmesi; toprak bozulmasının durdurulması ve tersine çevrilmesi; biyolojik çeĢitlilik kaybının durdurulması Ģeklindedir. Bu hedeflerden arazi bozulumu ve çölleĢme konusunda alt hedef: 2030 yılına kadar, çölleĢme ile mücadele 499 edilmesi, çölleĢme, kuraklık ve sellerden etkilenen araziler dahil bozulmuĢ arazi ve toprakların rehabilite edilmesi, dünyanın arazi bozunumu dengelenmesinde çaba göstermesi Ģeklindedir (TEMA 2008). 3. Sürdürülebilir Tarım Nedir? Sürdürülebilir tarım bir üretim alanında(çiftlik) ekosistem hizmetlerine herhangi bir zarar vermeden gıda üretebilme kabiliyetini kapsamaktadır. Konu iki boyutludur. Birinci boyut biyofiziksel olup, ürün verimliliği için toprak özellikleri ve süreçleri üzerindeki farklı uygulamaların uzun vadeli etkilerini kapsamaktadır. Diğer boyutu ise sosyo-ekonomik boyuttur ve çiftçilerin uzun vadede girdi elde etme ve kaynakları yönetme kabiliyetini kapsamaktadır (TEMA 2008). Yıllar içinde, yeni teknolojiler, mekanizasyon, uzmanlaĢma ve üretimi artırmaya yönelik yönetimpolitikaları nedeniyle tarım uygulamaları değiĢmiĢtir. Bu değiĢimlerin üst toprak kaybı, yer altı sularının kirlenmesi ve kırsal alanlarda ekonomik ve sosyal koĢulların bozulması gibi ağır bedelleri olmuĢtur. Son 20 yılda, bu çevresel ve sosyal sorunlara yol açan tarımsal uygulamalar sorgulanır olmuĢtur. Bugün sürdürülebilir tarım hareketi 3 temel hedefi kapsamaktadır: çevre sağlığı, ekonomik karlılık, sosyal ve ekonomik adalet. Çiftçilerden tüketiciye farklı kesimlerden insanlar artık bu anlayıĢı benimsemekte ve desteklemektedir. Sürdürülebilir tarım birçok çevresel ve sosyal soruna çözüm sunmanın yanı sıra, aynı zamanda gıda üretim ve tüketim sisteminde yer alan çitfçiler, tüketiciler, politikacılar ve diğerleri için ekonomik ve yenilikçi fırsatlar sunmaktadır ((TEMA 2008). 4. Arazi Bozunumuyla Mücadele Toprak iĢleme, toprak verimliliği sürdürülebilirliği için etkin gübreleme toprağa organik madde kazandırılması amacı ile hayvan gübrelerini ve erozyonu azaltıcı veya önleyici yöntemlerin uygulanması gerekmektedir. Toprağın verimini yeniden kazanmak veya korumak için sürdürülebilir tarım yegane yöntemdir. Bu noktada uygun gübre kullanımı ve uyumlu kompostun hazırlanması çok önemlidir . Kompost bitki artıklarından hazırlanır: hayvan gübresi, tarımsal atıklar(saman) ve biyolojik ev atıkları, Su sümbülleri, nehirlerde zarar verebilirken, toprağa kompost olarak besleyici madde sunar hale getirilebilir. Bir çukurda birçok hafta sonra, ısı ve nemle birlikte humus üretilir. Daha sonra ekinlerin arasına serpilerek tohumlar ekilmeden önce toprağı hazırlamakta kullanılabilir. Organik madde ile yeniden kazanılan toprak böylece daha üretken olacaktır. Toprağın yeniden yapılandırılması toprağın verimini korumak açısından oldukça etkin ve sürdürülebilir bir yoldur. Hayvanların varlığı da toprağı zenginleĢtirir. Hayvanlar, ekin artıklarını (darı, mısır) tüketerek toprağı azot açısından 500 zenginleĢtiren dıĢkılarıyla toprağın besleyici ögelerini geri kazandırırlar. (TEMA 2008). SONUÇ: Sorunun kökeninde insanın doğanın hâkimi olduğu düĢüncesi ile biçimlenen üretim biçimleri ve tüketim alıĢkanlıkları yer almaktadır. Her geçen yıl artarak devam eden arazi bozunumunu önlemek ve toprağı korumak için toplumda çölleĢmeyle mücadele bilincinin oluĢturulması, çevre sorunlarına karĢı duyarlı olunması ve gerekli önlemlerin alınması gerekir. Geleceğimizin güvence altına alınması için üreticiden tüketiciye, toplumun her kesiminin çölleĢmeyle mücadele konusuna gereken hassasiyeti göstermesi ve üzerine düĢen görevi yapması önem arz etmektedir(1). Sürdürülebilir tarımsal ve ekonomik faaliyetler; toplumun bir alt kümesi olduğu ve bu faaliyetlerin doğanın kendini yenileme sürecinin sınırladığı çerçevede gerçekleĢmesi gerekmektedir. KAYNAKLAR Yılmaz, E., ve Alagöz, Z., (2005). Organik madde uygulamasının toprakta agregat oluĢumu ve stabilitesine etkisi. Akdeniz Üniversitesi Ziraat Fakültesi Dergisi, 18(1): 131-138 TEMA ( 2008 ). 17 Haziran Dünya ÇölleĢmeyle Mücadele Günü” “Sürdürülebilir Tarım için Arazi Bozunumuyla Mücadele” http://www.tema.org.tr/web_14966TZOB (2013). Dünya ÇölleĢmeyle Mücadele Günü. http://www.tzob.org.tr/Bas%C4%B1nOdas%C4%B1/Haberler/ArtMID/470/ArticleID/1035/D252nya199246lle%C5%9Fmeyle-M252cadele-G252n252 (EriĢim tarihi 21.03.2016) REC (2005). Arazi Bozulumu. Hanifi Avcı. http://www.rec.org.tr/dyn_files/32/255-MoEF-collesme.pdf (EriĢim tarihi 26.2.2016) 501 502 ANTĠBESĠNSEL MADDELER VE YEMEKLĠK TANE BAKLAGĠLLERĠN BESLEYĠCĠ DEĞERLERĠ 1 Gülseren BOZATOĞRUL 2 Mustafa DAĞLI 1 Erciyes Üniversitesi Seyrani Ziraat Fakültesi Tarla Bitkileri Bölümü 2 Erciyes Üniversitesi Seyrani Ziraat Fakültesi Tarla Bitkileri Bölümü ÖZET Tahıllardan sonra insan beslenmesinde önem taĢıyan bitkisel kaynaklı besinlerden biriside baklagillerdir. Baklagillerin protein oranı bakımından zengin ve protein sindirilebilirliği bakımından yüksek olması beslenmede tercih edilmesinin nedenlerinden biridir. Diğer besinler ile karĢılaĢtırıldığında ise besin değeri açısından birçok üstünlüğe sahiptirler. Baklagillerin besleyici değerleri üzerinde bazı olumlu veya olumsuz etkileri olan bileĢenler bulunmaktadır, bunlardan yüksek protein, düĢük yağ içeriği, vitaminler, mineral maddeler ve diyetsel lifler beslenme ve sağlık üzerine olumlu, enzim inhibitörleri, lektinler, gaz yapan faktörler, polifenoller, tanenler, fitik asit, saponinler gibi antibesinsel faktörler de olumsuz etkilere sahiptir. Antibesinsel faktörler baklagil tüketiminde birçok soruna neden olur. Baklagillerin besin değerinin ve sindirilebilirliğinin artırılması gibi amaçlarla baklagillerin yararlılığını artırma giriĢimlerinde, ıslatma, kaynatma, otoklavlama, ıĢınlama, piĢirme, kabuk soyma, çimlendirme, fermantasyon gibi çok geniĢ bir iĢleme tekniği kullanılmaktadır. Antibesinsel faktörlerin azaltılması ya da uzaklaĢtırılması üzerinde etkili proseslerin baĢında ıslatma, çimlendirme, fermantasyon ve otoklavlama gelmektedir. Anahtar Kelimeler: Yemeklik tane baklagiller, antibesinsel maddeler, besleme değeri, beslenme GĠRĠġ Fasulye, bezelye, mercimek börülce, nohut ve baklayı içine alan yemeklik tane baklagiller binlerce yıldır insanların diyetlerinin önemli bir kısmını oluĢturmuĢlardır. Yemeklik tane baklagillerin, antik dönemlerde Akdenizliler, Mezopotamyalılar, Mısırlılar, Macarlar Truvalılar ve Ġngilizler tarafından beslenmede kullanıldığı, geçmiĢlerinin 5000 yıl öncesine dayandığı çeĢitli delillerle ortaya çıkmıĢtır. (PekĢen E., Artık C., 2005) 503 Yemeklik tane baklagillerde besleme değeri bakımından kalite bileĢenleri ise üç ana baĢlıkta toplanabilir. a)Tüketicinin dikkate aldığı faktörler: Bu kalite bileĢenleri tüketici talepleri ile iliĢkilidir. Bunlar fiziksel faktörler (tohumun görünüĢü, rengi, kokusu, büyüklüğü), piĢme süresi, besin olarak kullanımındaki çeĢitliliktir. b)Besleme değerini olumlu yönde etkileyen bileĢenler: Kalite bileĢenlerinden bir diğeri ise besleme değeri ile ilgili olanlardır. Bunlardan yüksek protein ve düĢük yağ içeriği, vitaminler, mineral maddeler besleme değeri ile diyetsel lifler ise sağlıkla iliĢkili olan bileĢenlerdir. c)Besleme değerini olumsuz yönde etkileyen bileĢenler: Bu maddeler de besinsel değeri olmayan antibesinsel faktörler ve beslenme ile ilgili faktörler olarak iki grupta incelenebilir. 1.Antibesinsel faktörler: Enzim inhibitörleri, lektinler, gaz yapan faktörler, polifenoller, tanenler, fitik asit, saponinler ve diğerleri. 2.Besleme değeri ile iliĢkili olanlar: Protein sindirilebilirliği, kükürtlü amino asitlerin yetersizliği, karbonhidratların biyo yarayıĢlılığıdır (Bressani, 1989). Buradan sonraki kısımda, tüketiciler tarafından dikkate alınan kalite bileĢenlerine değinilmeden, yalnızca yemeklik tane baklagillerin besleyici değerleri üzerine etkili olan olumlu ve olumsuz bileĢenler üzerinde durulacaktır. Yemeklik tane baklagillerde beslenme değeri üzerinde olumlu yönde etkili olan bileĢenler Ģunlardır; PROTEĠNLER -YAĞLAR (LĠPĠDLER) - VĠTAMĠNLER -MĠNERAL MADDELER-KARBONHĠDRATLAR ve DĠYETSEL LĠFLER-Çözünebilir Diyetsel Lifler (Pektinler, Zamklar ve Bazı Hemiselülozlar)- Çözünemez Diyetsel Liflerdir (Lignin, Selüloz ve Bazı Hemiselülozlar). Yemeklik tane baklagil tohumlarında bulunan antibesinsel maddelerin baĢlıcaları aĢağıda belirtilmiĢtir; Enzim inhibitörleri: Proteaz (trypsin, chymotrypsin) ve amilaz inhibitörleri Oligosakkaritler (Gaz yapıcılar): Stachyose, raffinose, verbascose Fenolik bileĢikler: Tanenler, izoflavonoidler, flavonoidler, Lektinler (Hemaglutininler) Siyanogenik glikozitler (HCN) Saponinler Fitik asitFitatlar Vicine ve Convicine (Favizm faktörleri) 504 Proteaz Ġnhibitörleri (Trypsin ve Chymotrypsin): Çiğ baklagillerin pek çok antifizyolojik faktörleri vardır ve bunlar belli protein parçalayan enzimlerin fonksiyonlarına engel olurlar, böylece protein sindirimi tamamlanamaz. Bu maddeler piĢirme ve kavurmasırasında ısı ile parçalanırlar. Amilaz Ġnhibitörleri: Baklagil bitkileri, sindirimi yavaĢlatan ve sonunda kan Ģekeri ve insuline tepkileri değiĢtiren değiĢik miktarda alfa amilaz inhibitörleri içerirler (Lajolo ve ark.,1991). Bu etkiler Ģeker hastaları için yararlı olup, günümüzde alfa amilaz inhibitörlerini içeren diyabetik ürünleri geliĢtirmek için çok fazla miktarda araĢtırma yapılmaktadır. Sing ve ark. (1982) incelemiĢ oldukları nohut çeĢitlerinin amilaz inhibitörlerinde küçük varyasyonlar bulunduğunu, 10 dakika kaynatıldığında bunların tamamen etkisiz hale geldiğini bildirmiĢlerdir. (PekĢen E., Artık C., 2005) OLĠGOSAKKARĠTLER Gaz Üreten Faktörler: Baklagiller sindirim gazlarının üreticisi olarak bilinirler. Fenolik bileĢikler bitkilerde fazla miktarda bulunur. Böcek ve hayvan zararlarına karĢı bitkiyi korurlar. Bitkilerde bulunan fenolik asitler, flavonoidler, isoflavonoidler ve tokoferoller baĢlıca fenolik bileĢiklerdendir. Fenolik bileĢikler, çinko gibi bazı mineral maddelerin yararlanılabilirliğini azaltmaktadır. Isı iĢlemi süresince, fenolik bileĢikler oksidasyona maruz kalır. Böylece oluĢan kinonlar gibi okside olmuĢ fenolik bileĢikler amino asitler ile birleĢebilir ve besin maddelerinin yararlanabilirliğini azaltırlar(Ergün ve ark., 2002). Tanenler: Tohumun özellikle kabuk kısmında yoğunlaĢmıĢlardır. Ġzoflavonlar: Bunlar rafine edilmemiĢ tahıl taneleri, yemeklik tane baklagiller, bazı meyveler ve sebzeler gibi bitkilerde değiĢik miktarlarda bulunan, insanlarda hem ostrogenik hem de antiostrogenik aktiviteler gösteren fitoostrogen benzeri bileĢiklerdir (Kelly ve ark., 1998). LEKTĠNLER (Hemaglutininler) Lektin, kırmızı kan hücrelerinin pıhtılaĢmasını sağlar. Fasulye, bezelye ve mercimek lektin içeriği bakımından oldukça zengindir ve bu madde ısı yolu ile parçalanır (Devos, 1988). ĠYANOGENĠK GLĠKOZĠTLER (HCN) Büyük ölçüde çeĢitlilik gösteren bitkiler, hidroliz sonucunda açığa çıkabilen HCN (hidrosiyanhidrik asit)‟den oluĢan glikozitler içermesi nedeniyle toksik potansiyele sahiptirler. Nohut çok düĢük miktarda HCN içermekte olup, bu 505 miktar müsaade edilen toksite sınırlarının oldukça altındadır (Pak ve Barja, 1974). Özellikle Lima fasulyesi ve baklanın renkli tohum kabukları potansiyel bir siyanür kaynağı diye bilinmektedir. Siyanür ısı yolu ile parçalanamaz ve piĢirme ya da yıkama sırasında baklagilden ayrılacağından ıslatma suyunu dökmek yararlıolacaktır (Devos, 1988). SAPONĠNLER Baklagiller kolesterol düĢürücü etkileri nedeniyle üzerinde hala çalıĢılan saponinlerin baĢlıca kaynağı durumundadırlar. Saponinler kolesterol ile bağlanabilme yeteneğindedir, böylece emilimleri azalır (Sidhu ve Oakenfull,1986). FĠTĠK ASĠT – FĠTATLAR Fitik asit ve fitatlar, bitki tohumlarında, dane yemlerde, kök ve yumrularda yaygın olarak farklı düzeylerde (%0.1-6.0) bulunurlar. Yemeklik baklagiller diyetsel bir fitat kaynağıdırlar (Ergün ve ark.,2002). Fitik asit, esansiyel minerallerinbiyoyarayıĢlılığının azalmasından ve ince bağırsakta sindirim ve emilimi daha az olan çözünemez bileĢiklere dönüĢümünden sorumludurlar (Desphande ve Cheryan, 1984). VĠCĠNE ve CONVĠCĠNE (Favizm Faktörleri) Hemolitik bir hastalık olan favizmin, hassas bireylerde taze veya piĢmiĢ bakla tüketimini takiben ortaya çıktığı çok eski devirlerden beri bilinmektedir. Hastalık belirtileri yorgunluk hissi, kusma, baĢ dönmesi ve kan karıĢmasının bir belirtisi olarak koyu turuncu renkli idrar yapmadır. Hastalık genelde kısa sürede geçer. Ancak uzun sürerse ölümcül olabilir. SONUÇ Yemeklik tane baklagiller insan beslenmesinde çok önemli bir yere sahiptirler, fakat fazlaca besin değeri olmayan, uzun süreli ve tek yanlı tüketilmeleri halinde önemli sorunlara yol açan antibesinsel maddeler bazı olumsuzluklara neden olmaktadır. Farklı uygulamalarla bunların olumsuz etkileri kısmen veya tamamen ortadan kaldırılabilir. ÇeĢit özelliği, iĢleme Ģartları tüketilen baklagilin tanen ve trypsin içeriğini ve genel anlamda kalitesi etkileyen baĢlıca faktörlerdir (Plahar ve ark.,1997). Bu amaçla baĢvurulan uygulamaların bazıları Devos (1988), Jangchud ve Bunnag (2001) ve Bressani (2002)‟den yeniden düzenlenerek aĢağıda verilmiĢtir. 506 Sıcak su ile ısıl iĢlemler • Tanenler ve diğer anti-besinleri azaltır, • Protein ve karbonhidrat sindirilebilirliğini ve kalitesini artırır, • Kontrollü piĢirme yapılmazsa katılan tuz ve suda ıslatma protein kalitesini düĢürebilir. Kuru ısıl iĢlemler • Yüksek sıcaklıkta kısa süreli piĢirme su ile piĢirmeye benzer etkilere neden olur, • Yüksek sıcaklıkta kısa süreli kavurma besleyici değerinde azalmalar meydana getirir. Çimlendirme ve fermantasyon • Vitamin içeriğini, özellikle de C vitamini içeriğini artırır, • Midede gaz yapan faktörleri azaltır, Tohum kabuğunu soyma ve piĢirme • Protein sindirilebilirliği artar, • Protein kalitesi artar, • PiĢme süresi kısalır. Öğütme • PiĢirme süresi kısalır, • Karbonhidratların yapısal özelliklerini değiĢtirir. Ve Diğer uygulamalar. Bu maddelerin olumsuz etkileri organizmanın türüne, yaĢına, fizyolojisine, sağlık durumuna göre değiĢmekle birlikte özellikle hassas bireylerde daha belirgindir. Her öğünde bir avuç yemeklik baklagil tüketmek vücudun ihtiyacı olan lifleri karĢılamak açısından faydalıdır. (PekĢen E., Artık C., 2005) 507 KAYNAKLAR Bressani, R., 1989. Revision sobre la calidad del grano de frijol. Archivo latinoamericano de nutriciòn 39: 419-442. Ergün, A., Tuncer, ġ.D., Çolpan, Ġ. Yalçın, S., Yıldız,G., Küçükersan, M.K., Küçükersan, S., Önol, A.G., Muğlalı, Ö.H. ve ġehu, A., 2002. Yemler, Yem Hijyeni ve Teknolojisi. A.Ü. Veteriner Fakültesi, Hayvan Besleme ve Beslenme Hastalıkları Anabilim Dalı, Ankara, 465 s. Desphande, S. and Cheryan, M., 1984. Effect of phytic acid, divalent cations and their interactions on α- amilase activity. J. Food Sci., 49: 516-519 Devos, P., 1988. Mercimek ve nohutun besin değeri ve proses sırasındaki değiĢiklikler (Nutritional value of lentils and chickpeas and changes during processing), Herkes Ġçin Mercimek Sempozyumu (Lentils for Everyone Symposium) (29-30 Eylül 1988), Marmaris/Muğla, 174-196 Kelly, G., Husband, A. and Waring, M., 1998.Monograph: Phenolic Phytoestrogens. Nat. Prod.Res. Consult. pp: 8. Lajolo, F.M., Filho, F.F. and Menezes, E.W., 1991. Amylase inhibitors in Phaseolus vulgaris beans. Food Tech. 45: 119-121 Pak, N. and Barja, I., 1974. Composition, content of toxic substances, protein quality and protein value of greenpeas, chickpeas and lentils grown in chile. Ciencia Investigacion Argaria 1: 105-111. Sidhu, G.S. and Oakenfull, D.G., 1986. A mechanism for hypocholesterolaemic activity of saponins. Br. J. Nutr. 55: 643-649. the PekĢen Erkut, Artık Cengiz, OMÜ Zir. Fak. Dergisi, 2005,20(2):110-120 508 KAYSERĠ ĠLĠNDE TIBBĠ VE AROMATĠK BĠTKĠLERĠN YETĠġTĠRĠLME DURUMLARI Hatice Kübra ZOR Erciyes Üniversitesi Seyrani Ziraat Fakültesi Tarımsal Biyoteknoloji ÖZET Tıbbi ve aromatik bitkilerin ilaç olarak kullanımı insanlık tarihi kadar eskidir. Bitkinin özsuyunu yarasına süren ve olumlu sonuç verdiğini gören ilk insanla birlikte halk hekimliği baĢlamıĢtır. Tadından ve kokusundan Ģifalı veya zehirli olduğunu anlamıĢlardır. Türkiye tıbbi aromatik bitki ihracatında 100 milyon dolar gelir sağlamaktadır. En önemli olanları: adaçayı, anason, çemen, çörek otu, defne, ıhlamur, kekik, nane, kimyon, kiĢniĢ ve sumaktır. Tıbbi ve aromatik bitkiler yaygın olarak gıda, eczacılık, beslenme, kozmetik ve parfümeri sektöründe kullanılmaktadır. Kayseri ilinde Erciyes Üniversitesi bünyesinde tıbbi ve aromatik bitkiler ile ilgili birçok çalıĢma yapılmaktadır. Bu çalıĢmalar, Kayseri ilinde tıbbi ve aromatik bitki yetiĢtiriciliği için çiftçilere ve gelecek bilimsel çalıĢmalara ıĢık tutmaktadır. Kayseri ilinde istatistiklere bakıldığında çemen ve kimyon yetiĢtiriciliği yapılmaktadır. 2014 yılında kimyon bitkisinde ekilen alan 500 da, üretim ise 30 ton iken 2015 yılında kimyon bitkisinde ekilen alan 500 da, üretim 30 ton, çemen bitkisinde ise ekilen alan 110 da, üretim ise 17 ton olmuĢtur. Bu çalıĢmada, Kayseri ilinde tıbbi ve aromatik bitkilerin üretim durumları hakkında derleme bilgiler verilmiĢtir. ANAHTAR KELĠMELER: Tıbbi aromatik bitkiler, halk hekimliği, çemen, kimyon 1.GĠRĠġ Tıbbi ve aromatik bitkiler hastalıkların önlenmesi, sağlığın sürdürülmesi ve hastalıkların iyileĢtirilmesi için ilaç olarak geleneksel ve modern tıpta kullanılmaktadır..Aynı zamanda besin takviyeleri, bitkisel çay,tat, çeĢni olarak da faydalanılmaktadır.Parfüm, vücut bakım ürünleri olarak parfümeri ve kozmetikte kullanılmasının yanı sıra, parlatıcılar hatta böcek ilacı olarak sanayinin farklı kollarında geniĢ bir kullanım alanı bulmaktadır.Bu bitkilerin drog denilen kurutulmuĢ, belirli ölçüde hazırlanmıĢ bitki kısımlarından (kök,kök-sap,yumru,gövde veya odunsu yapı,kabuk,yaprak,çiçek,meyve,tohum ve herbal) yararlanılmaktadır. Türkiye tıbbi ve aromatik bitkiler bakımından dünyanın en zengin 509 ülkelerinden biridir.Endemikler baĢta olmak üzere Türkiye‟de yaklaĢık 500 kadar bitki türünden halk hekimliği veya geleneksel tıp uygulamaları kapsamında faydalanılmaktadır. Ancak ticareti yapılanların sayısı 350 kadar olup bunlardan 140ının dıĢ satımı da yapılmaktadır. Erciyes Üniversitesi Tarımsal AraĢtırma ve Uygulama Merkezi (ERÜTAM) da 2015 yılı içinde 30 dönüm adaçayı,melisa,ekinezya,tıbbi papatya,civan perçemi,kantaron, 4 çeĢit tıbbi nane, 2 çeĢit tıbbi kekik,lavanta gibi tıbbi ve aromatik bitki ekilmiĢtir.Önümüzdeki yıl 100 dönüme bir sonraki yıl 300 dönüme ekim yapılacaktır.Ticari özelliği ağırlıklı olan bitkiler ekilecek bölgeye uyacağı düĢünülen, hem ulusal hem uluslar arası payı yüksek olan kekik ekimi öncelikli olacaktır.Erciyes üniversite olarak tıbbi bitkileri topluma tanıtmak ve çiftçiye yeni endüstriyel alan oluĢturmak istenmektedir. Tıbbi ve aromatik bitkiler bu kadar önemli kullanım alanlarına sahip olan bu bitkilerin ülkemizde bu kadar bulunmasına rağmen bu konuda yeterli araĢtırma bulunmamaktadır.Tıbbi bitkiler üzerinde yapılan ıslah ve deneme çalıĢmaları ülkemizde sınırlıdır.Türkiye, dünya da özellikle kekik, defne, adaçayı, kimyon ve anason ihracatında çok önemli bir yere sahiptir.100 den fazla ülkeye tıbbi, aromatik, keyf ve baharat bitkileri ihracatı yapan Türkiye‟nin en önemli pazarı ABD, Rusya, Japonya, Çin ve baĢta Almanya olmak üzere AB ülkeleridir.Türkiye‟nin yıllık ithalatı ise yaklaĢık 10 milyon dolar olup, en fazla adaçayı, biberiye, çörekotu, çöven, ekinezya, harnup, ıhlamur, kahve, kakule, karabiber, karanfil, kimyon, kiĢniĢ, muskat, rezene, sumak, vanilya,yenibahar, zencefil ve zerdeçal ithal edilmektedir.Türkiye tıbbi ve aromatik bitkiler ihracatında ise yılda yaklaĢık 100 milyon dolar gelir sağlamaktadır.Ülkemizin ihraç etiği en önemli tıbbi, aromatik ve baharat bitkileri; adaçayı, anason, biberiye, çörek otu, çemen, çöven, dağ çayı, defne, ıhlamur, kapari, kekik, kırmızı biber, kimyon, kiĢniĢ, mahlep, meyan kökü, nane, oğul otu, rezene, sumak ve bazı soğanlı ve yumrulu bitkilerdir. FAO(Food and agriculture organization) tarafından 1970 li yıllarda yapılan araĢtırmalara dayanılarak dünyada 21.000 kadar tıbbi bitki olduğu rapor edilmekle birlikte 2000‟li yıllarda yapılan araĢtırmalara göre dünyada yayılıĢ gösteren mevcut 422,000 kadar çiçekli bitki türünden yaklaĢık %17‟sine tekabül eden 72.000 kadarının tıbbi değer taĢıdığı yönündedir. Bunlardan da yaklaĢık 5,000 tanesinin dünya ticaretinde dıĢ alımı ve dıĢ satımı yapılan ürünler olduğu kaydedilmektedir. Tıbbi bitkiler ihracatında Türkiye 110 ülke arasında 8. sırada bulunmaktadır. Türkiye Doğu ve Güney Doğu Avrupa ülkeleri arasında ise ihracatında 5. sırada iken ithalatında 8. sıradadır. Tıbbi ve aromatik bitkiler yaygın olarak gıda,eczacılık,beslenme,kozmetik ve parfümeri sektöründe kullanılmaktadır.Kayseri ilinde Erciyes Üniversitesi bünyesinde tıbbi ve 510 aromatik bitkiler ile ilgili birçok çalıĢma yapılmaktadır.Bu çalıĢmalar,Kayseri ilinde tıbbi ve aromatik bitki yetiĢtiriciliği için çiftçilere ve gelecek bilimsel çalıĢmalara ıĢık tutmaktadır. Kayseri ilinde istatistiklere bakıldığında çemen ve kimyon yetiĢtiriciliği yapılmaktadır. 2014 yılında kimyon bitkisinde ekilen alan 500 da, üretim ise 30 ton iken 2015 yılında kimyon bitkisinde ekilen alan 500 da, üretim ise 30 ton, çemen bitkisinde ise ekilen alan 110 da, üretim ise 17 ton olmuĢtur. Bu çalıĢmada, Kayseri ilinde tıbbi ve aromatik bitkilerin üretim durumları hakkında derleme bilgi vermiĢtir. KĠMYON (Cuminum cyminum):Kimyon mutfaklarda çok yaygın olarak kullanılmasına rağmen eski çağlardan itibaren alternatif tıpta hastalıkların tedavi edilmesinde de kullanılmıĢtır.Mükemmel bir demir deposu olan kimyon anemi hastalığına neden olan unsurların ortadan kalkmasında önemli rol oynar.Cilde ve saç sağlığına fayda lıdır, kan Ģekerini dengeler, demir deposudur, astımla savaĢır, bağıĢıklık sistemini güçlendirme gibi birçok faydaları vardır.Türkiye de ihracatı 2015 yılı mart ayın da,2014 yılının aynı ayına göre %14,4 azalarak 12 milyar 570 dolar, ithalat %6,1 azalarak 18 milyar 723 milyon dolarak olarak gerçekleĢti.Kayseri de kimyon bitkisinde 2015 yılında ekilen alan 500(da),üretim 30(ton) dur. ÇEMEN (Trigonella foenum-graecum): Çemen bitkisi gerek tıbbi ve baharat bitkisi olarak değerlendirilmesi, gerek diğer kullanım alanlarının geniĢliği bakımından önemli bir bitkidir.Kayserinin sevilen bitkisi olan çemen pastırma yapımında, kahvaltılık ara öğünlerde,yemeklerde, turĢularda, soslarda kullanımı oldukça yaygındır. Anadolu da köken alan bir kültür bitkisidir. Adaptasyon yeteneğine sahiptir. Çemen, antidiyabetik (kandaki Ģeker düĢürücü), kandaki kolesterol ve trigliseridi düĢürücü, yağ metabolizmasını sağlayıcı, kan akıĢkanlığını arttırıcı, kanı sulandırıcı gibi faydaları bulunmaktadır.Kayseri de çemen bitkisi 2015 yılında ekilen alan 110(da), üretim ise 17(ton) dur. NANE (Methna suaveolens): Baharat olarak kullanılan nane genotipleri, Türkiye de kültürü yapılmakta ve biyolojik aktivitelerden dolayı halk arasında bitki çayı, baharat, kozmetik ve tıbbi amaçlar için kullanılmaktadır.Nane iĢtah açar, ateĢ düĢürür, kusmayı, mide bulantısını ve ağrısını önler, strese ve baĢ ağrısına iyi gelir gibi bir çok faydaları vardır.Kayseri de nane bitkisi 2015 yılı içersinde ekilen alan 6(da), üretim 3(ton) dur. ADAÇAYI: Anadolu'da çoğu adaçayı türünden kuru yaprak olarak baĢta çay ve baharat olarak yararlanılır.Adaçayı yağı, antiseptik ve antibiyotik etkisi çok güçlü olan bir uçucu yağdır. Bu nedenle özellikle boğaz enfeksiyonları, diĢ iltihaplanmaları ve ağız yaraları için yapılan ilaçların katkı maddesidir. 511 Adaçayı yaprakları ve uçucu yağı halk hekimliğinde yatıĢtırıcı, ağrı kesici, ter kesici, balgam söktürücü, soğuk algınlığını önleyici, adale ağrılarını giderici, midevi ve dezenfektan baĢta olmak üzere pek çok amaçlar için yaygın Ģekilde kullanılır. DEFNE: Yaprakları ve meyveleri baharat olarak ve bütün organları geleneksel tıpta ilaç olarak değerlendirilir. Örneğin meyvelerinden elde edilen çay, kadınlarda regl ağrılarını dindirmek ve doğum yapmayı kolaylaĢtırmak için kullanılır. Kabuk ve yapraklarından yapılan çaylar böbrek ve solunum rahatsızlıklarında, yapraklarından ve meyvelerinden damıtılan defne yağı ve defne suyu ise mide ağrılarının ve sindirim sorunlarının giderilmesinde kullanılır. FESLEĞEN: Hem taze, hem de kurutularak kullanılan fesleğenin özellikle Akdeniz ve Uzakdoğu mutfağında özel bir yeri vardır. Pizza, salata, sos, çorba, sirke ve peynir aroması gibi çeĢitli gıda maddelerinin yapımında kullanılmaktadır. BĠBERĠYE: Taze ya da kurutulmuĢ yaprakları koku ve tat vermek amacıyla et, balık, sebze yemeklerine ve çorbalara katılır. Biberiyenin uçucu yağı (Oleum Rosmarini) özellikle parfüm, kozmetik ve aromaterapide çok değerlidir. Biberiye uçucu yağından cilt bakım kremleri ve losyonları hazırlanır. Doğal parfüm yapımında diğer uçucu yağlarla karıĢtırılır. Dinlendirici, sakinleĢtirici ve kas gevĢetici aromatik banyo sularına, selülit ve karın çatlaklarını önleyici masaj yağlarına, nefes açıcı ve ağız kokusunu giderici ağız sularına katılır. SONUÇ Organik üretimi yapılan bitkilere ve droglara olan ilgi ve talep her geçen gün artmaktadır. Türkiye‟de 2003-2007 yıllarını kapsayan beĢ yıllık verilere göre, organik üretim yapılan alan ortalama 147.589 ha olup bu alan içinde tıbbi bitkiler üretim alanı 1.977 ha‟dır. Tıbbi bitkilerin toplam alan içindeki payı ise %1.3‟tür. Üretim miktarları bakımından aynı döneme ait ortalama organik ürün üretim miktarı 308.014 tondur. Toplam üretim içinde, tıbbi ve aromatik bitki üretimi 12.928 ton, payı ise %4.5‟tir. Yıllara göre değiĢmekle birlikte, adaçayı, anason, kekik, keçiboynuzu, biberiye ve rezene gibi tıbbi ve aromatik bitkiler gerek iç pazar gerekse dıĢ pazar için organik olarak üretilmektedir. Türkiye‟ de organik tıbbi ve aromatik bitkilerin üretimi 2008 yılı için incelendiğinde, 1.682.41 ton ile kekik, 1.243.39 ton ile rezene ve 500.67 ton ile biberiye öne çıkmaktadır. Ülkemizde yirmiye yakın ilde tıbbi ve aromatik bitkiler organik olarak üretilmektedir. 512 KAYNAKLAR Erman Beyzi ve ark Çemen ve Genel Özellikleri, Erciyes Ünv. Fen Bil. Ens. Dergisi, Cilt 26, sayı 4, Aralık 2010, Kayseri Ekim, T., Koyuncu, M., Erik, S. Ġlarslan, R. 1989. Türkiye‟nin Tehlike Altındaki Nadir ve Endemik Bitkileri, Türkiye Tabiatını Koruma Derneği Yayınlar Bulut, G. 2005. Narman (Erzurum) ve Köylerinde Halk Ġlacı Olarak Kullanılan Bitkiler Türkiye Ġstatistik Kurumu (TÜĠK) Bitkisel Üretim verileri Tıbbi ve aromatik bitkiler sektörün bugünü ve geleceği. Borsanomi. Antalya Ticaret borsası yayın organı. Mart-Nisan. 2009. Sayı 21. Bayram, E., Kırıcı, E., Tansi, S., Yılmaz, G., Arabacı, O., Kızıl, S., Telci, Ġ., 2010, Tıbbi ve Aromatik Bitkiler Üretiminin Arttırılması Olanakları, Ziraat Mühendisliği VII. Teknik Kongresi, Bildiriler Kitabı-1, 11-15 Ocak 2010 Ankara, Say. 437-457. Ahmet YÜCER, A. A. (2012). Türkiye‟nin Tıbbi ve Aromatik Bitkiler Politikaları. Tokat: Tıbbı ve Aromatik Bitkiler Sempozyumu 13-15 Eylül 2012 Tokat http://www.tarimtv.gov.tr/HD5174_eru-den-tibbi-ve-aromatik-bitki-uretimi 513 514 MOLEKÜLER MARKÖRLERĠN BĠTKĠ ISLAHINDAKĠ ÖNEMĠ *Mehmet Sönmez Erciyes Üniversitesi Seyrani Ziraat Fakültesi Tarımsal Biyoteknoloji Bölümü ÖZET Hızla artan Dünya nüfusunun besin ihtiyacını karĢılamak, tarımsal biyoteknolojinin temel ve en önemli amaçlarından biridir. Agronomik ve ekonomik önem arz eden bir veya birden fazla gen veya lokus tarafından kontrol edilen özelliklerin hızlı bir Ģekilde aktarımı sağlamak, verimli ve kaliteli ürün elde etmek için klasik ıslah çalıĢmaları ile biyoteknolojinin birleĢtirilmesi, moleküler ıslah çalıĢmalarına hız kazandırmaktadır. Moleküler markörler (RFLP, RAPD, AFLP, SSR, SNP vb.) bu amaçla ıslah programlarımda yaygın olarak kullanılmaktadır. Bu markörler, genom analizi, filogenetik analizler, ilgili gen veya QTL (Quantitative Trait Loci) bölgelerinin belirlenmesi, arzu edilen genotiplerin seçimi, haritalama, MAS (Marker Assisted Selection) gibi pek çok alanda kullanılmakta ve ıslah çalıĢmalarına hız kazandırmakta, etkinliğini artırmaktadır. Bu çalıĢma, moleküler markörlerin bitki ıslahında ki önemi ve kullanım alanları hakkında bir derleme çalıĢmasıdır. ANAHTAR KELĠMELER: Tarımsal biyoteknoloji, Bitki ıslahı, Moleküler markörler GĠRĠġ Moleküler markörler, farklılığı DNA düzeyinde ölçen ve araĢtırılan genotiplerde istenen bir geni ya da özelliği izlemek için kullanılabilen markörlerdir (1). Aynı zamanda moleküler markörler, gözlenebilir karakterlere dayanan morfolojik markörlere ve temeli proteine dayanan biyokimyasal markörlere göre oldukça güvenilirdir. Sayıları fazladır, çevreden etkilenmezler, bitki geliĢimin herhangi bir evresinde kolayca gözlenebilirler ve lokuslar arası interaksiyon oluĢmamaktadır. Bu nedenlerle DNA markörleri ıslah çalıĢmalarında bitki materyallerinin seleksiyonu için en iyi araçtır (2)Moleküler markörler yardımıyla bahçe bitkilerinde kültür çeĢitlerinin tanımlanması, filogenetik analizler, genetik akrabalıkların belirlenmesi, genetik haritalama, QTL analizleri ve markör destekli seleksiyon gibi birçok alanda baĢarılı çalıĢmalar yapılmaktadır.. Moleküler markör teknikleri, bireyler arasındaki DNA dizilerinin farklarını ortaya çıkarmakta kullanılan ve son yirmi yılda biyolojik bilimlerde devrim etkisi yapmıĢ uygulamalardır. BaĢka bir ifadeyle moleküler markör, genom içinde 515 bir DNA parçasının farklılıklarını temsil eder ve bu farklılıklar eklenmeler, silinmeler, yer değiĢtirmeler, duplikasyonlar gibi olaylardan meydana gelebilir. DNA temelli moleküler markörler taksonomi, fizyoloji, embriyoloji, genetik mühendisliği vb. alanlarda kullanılan çok yönlü araçlardır(3) Moleküler markörlerin geliĢtirilmesiyle birlikte morfolojik ve biyokimyasal markörlerden daha üstün, çabuk sonuç alına bilinen ve zaman sınırlaması olmayan çalıĢmalar yapılmaya baĢlanmıĢtır (4). Moleküler markörler hastalıklara dayanıklılık genlerinin belirlenmesinde de sıklıkla kullanıl-maktadır. Bu tür çalıĢmalar ıslah çalıĢmalarının baĢlatılmasında veya çalıĢma esnasında materyal ve zaman tasarrufu sağlaması bakımından önem arz etmektedirler. Kaymak vd. (5) Moleküler markörler sayesinde gen kaynaklarının tüm genetik kökenleri ile ilgili oldukça faydalı bilgiler elde edilmektedir. Bu bilgiler ıslahçılar için, yapacakları çalıĢmalarda özellikle nadir bulunan genleri içeren gen kaynaklarının kullanılıp kullanılmayacağına karar vermede önemlidir (6). Moleküler markörlerden faydalanarak farklı genetik yapıdaki bitkiler tespit edilerek koruma altına alınabilmektedir. Çok hızlı polimorfik markör üreten RAPD, SSR ve AFLP gibi markörler doğal popülasyondaki varyasyonu yaklaĢık olarak temsil edecek genetik kaynakların oluĢturulmasında etkili rol oynamaktadır (7). GEREÇ-YÖNTEM BĠTKĠ ISLAHINDA KULLANILAN MARKÖR TĠPLERĠ Seleksiyonda kullanılacak belirteç tipleri Ģunlardır; morfolojik belirteçler, biyokimyasal belirteçler, DNA belirteçleri. Bunlar içinde en güvenilir ve en çok kullanılanı DNA belirteçleridir. BaĢlıca DNA belirteçleri 2‟ye ayrılır (8): 1. Sekansa spesifik olmayanlar: Rastgele çoğaltılmıĢ polimorfik DNA (RAPD), ÇoğaltılmıĢ parça uzunluk polimorfizmi (AFLP). 2. Sekansa spesifik olanlar: Basit dizi tekrarı (SSR), Basit sekans tekrarlamaları arası polimorfizm (ISSR) ve bu tekniklere ,ilaveten son yıllarda kullanılan; Organel mikrosatellitleri, Sekansı karakterize edilmiĢ (belirlenmiĢ) çoğaltılmıĢ bölgeler (SCAR), Bölünerek çoğaltılmıĢ polimorfik diziler (CAPS), Rastgele çoğaltılmıĢ mikrosatellit polimorfizmi (RAMP), Sekansa bağlı çoğaltılmıĢ polimorfizm (SRAP), Hedef bölge çoğaltma polimorfizmi (TRAP), Tek iplik konformasyon polimorfizmi (SSCP). DNA belirteçlerinin avantajları Ģöyledir (8): • Moleküler belirteç sistemlerini kullanmanın fenotipik karakterler yoluyla ıslah çalıĢmalarına temel üstünlüğü bu sistemlerin biotik ve abiotik stres koĢullarından bağımsız olmalarıdır. 516 • Moleküler belirteçler yoluyla ıslah tekniği tahıllar ve diğer ürünlerde kolaylıkla adapte olmuĢ teknikler arasındadır. • Moleküler belirteç sistemleri ıslah çalıĢmalarına hız sağlarlar. • Doğrulama ya da tanımlama, genetik kaynakların tespiti ve tanımlanması, genetik çeĢitliliğin belirlenmesi gibi amaçlarla kullanılabilmektedir. Islah programları sadece fenotipik ya da moleküler bilgilere dayanabildiği gibi her ikisini de birleĢtirebilir. DNA MARKÖRLERĠNĠN BĠTKĠ ISLAHINDAKĠ ROLÜ Genetik Kimlik Tanısı ve Akrabalık Düzeylerinin Belirlenmesi Hibrit Bitki Tanısı Belirteç Yardımı ile Seleksiyon (Marker Assisted Selection, MAS) Bulk Segregasyon Analizi Tohum Islahı Genetik ÇeĢitliliğin Belirlenmesi ÇeĢit Tescili Gen Kaynaklarının Genetik Kökeni Genetik ÇeĢitliliğin Belirlenmesi Tarımsal Performansın ve Adaptasyon Yeteneğinin Tahmini SONUÇ Markör destekli seleksiyon tekniği, özellikle tahıllarda yabani gen kaynaklarından gen transferleri, resesif allellerin yönlendirilmesi ve seleksiyonu, gen piramitlerinin oluĢturulması, geri melez ıslahında, erken seleksiyon gibi kullanımının yanı sıra gen izolasyonu ve klonlanmasında da kullanılabilir. Bu teknik oldukça hızlı, etkin, doğru ve ekonomik bir seleksiyon tekniğidir. Ancak bu teknik, tek baĢına klasik ıslah metotlarının yerine kullanılabilecek bir yöntem değil, aksine klasik ıslahın baĢarısını artırıcı tamamlayıcı ve yardımcı bir tekniktir. Yapılan ve bundan sonra yapılacak olan çalıĢmaların, markör destekli seleksiyon tekniğini daha ucuz ve daha etkili konuma getireceği düĢünülmektedir. Moleküler markörler diğer ıslah çalıĢmalarında olduğu gibi meyve ıslahında da yeni bir döne-min açılmasını sağlamıĢtır. Moleküler markörlerin kullanımı sayesinde uzun süren meyve ıslah çalıĢmalarını kısa süreye indirmek mümkün olabilmektedir. Gen kaynaklarımızın korunması, belirlenmesi ve kayıt altına alınmasında moleküler markörler kullanılmaktadır. Moleküler markörlerin 517 kullanıldığı birkaç örnek ile de kullanımlarını anlamaya çalıĢırsak aĢağıdaki örnekler inceleyelim ; Çay bitkisi için ilk (gen) bağlantı haritası RAPD belirteçleri kullanılarak yapılmıĢtır ve belirteçlerin, tehanine içeriği, tomurcukların filizlenme tarihleri, antraknoza karĢı direnç ve soğuğa karĢı toleransla iliĢkileri belirlenmiĢtir (9). Antep fıstığında Simple Sequence Repeats (SSR) primeri geliĢtirmek için Kerman çeĢidnin DNA‟sını kullanarak genomik kütüphane oluĢturmuĢlardır. AraĢtırıcılar CA, CT ve CTT tekrarlarırını kullanarak sekanslamaya hazır klonlar elde etmiĢlerdir. Bu kütüphanelerden faydalanarak dizayn edilen primer çiftlerinden 25 tanesinin sentezinin yapıldığı ve prmerlerin değiĢik orijinli Antep fıstığı çeĢitlerinde Li-Cor sekanslama ünitesi kullanılarak test edildiğini bildirmiĢlerdir (10) KAYNAKLAR 1.Yıldırım A. 2007. Moleküler Genetik Ders Notları. 2.Ovesna J, Polakova K and Leisova L. 2002. DNA analyses and their Applications in Plant Breeding. Czech J. Genet. Plant Breed. 38 (1): 29–40. 3.Schlotterer, C., 2004. The evolution of molecular markers-just a matter of fashion? Nat. Rev. Genet., 5, 63-69. 4.Yıldırım A, Kandemir N, 2001. Bitki Biyotekno-lojisi II. Genetik Mühendisliği ve Uygulamaları. (Ed: Özcan S, Gürel E, Babaoğlu M,) Genetik Markörler ve Analiz Metodları. Selçuk Üniversi-tesi, Vakıf Yayınları, KONYA. 5.Kaymak S, ġahin-Çevik M, Çevik B, 2009. Elma Genetik Kaynaklarının Vf Kara Leke (Venturia inaequalis (Cke.) Wint.) Dayanıklılık Genine Spesifik Moleküler Markörlerle Taranması, Tür-kiye III. Bitki Koruma Kongresi Bildirileri, 15-18 Temmuz 2009, s:230. 6.ÇalıĢkan M, 2005. Rapd Analizi ile Güllerde (Rosa spp.) Genetik Tanımlama. Ankara Üniver-sitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, Doktora Tezi, ANKARA. 7.Baird WV, Ballard RE, Rajapakse S, Abbott, AG, 1996. Progress in Prunus Mapping and Application of Molecular Markers to Germplasm Improvement. HortScience 7:1099-1106. 8.fenbilimleri.ege.edu.tr/files/dersler/fen/9129Dokt.htm 9.Kafkas S, Perl-Traves R, Kaska N. Unusual Pistacia atlantica Desf. (Anacardiaceae) monoecious sex type in the Yunt Mountains of the Manisa Province of Turkey. Israil J Plant Sci, 2000; 48: 277- 80. 10.Ahmad R, Ferguson L, Southwick SM. Identification of Pistachio (Pistacia vera L.) nuts with microsatellite markers. J Amer Soc Hort Sci, 2003; 128 (6): 898- 903. 518 SÜRDÜRÜLEBĠLĠR TARIMDA SERA BEYAZSĠNEĞĠNĠN (Trialeurades vaporariorum, Westwood) Encarsia formasa) PARAZĠTĠ ĠLE BĠYOLOJĠK MÜCADELESĠ VE ROLÜ *Rafet GÜZEL *Erciyes Üniversitesi, Seyrani Ziraat Fakültesi, Bitki Koruma ÖZET Günümüz araĢtırıcıların üzerinde çalıĢtıkları konuların baĢında beslenme ve çevre kirliliği gelmektedir. Bugün milyonlarca insan yetersiz beslenmeyle karĢı karĢıya olup, bunun yanı sıra ekosistemlerin çeĢitli nedenlerle hızla kirletilmesiyle doğal denge bozulmakta ve insanoğlunun geleceği tehlikeye sokulmaktadır. Tarımsal zararlıların yol açtığı sorunlar üzerinde çeĢitli çalıĢmalar yapılmakta ve uygulanmaktadır bu uygulamaların baĢında kimyasal mücadele gelmektedir. Kimyasal mücadelenin kısa sürede fayda sağlamasının yanında ekosistemler üzerinde olumsuz bazı etkiler yaptığı da bir gerçektir. Yapacak olduğum bu posterde kimyasal mücadelenin meydana getirdiği bu zararlıları en aza indirmek için sera beyazsineğiyle doğal bir mücadele yöntemi olan nasıl bir biyolojik mücadele uygulamamız gerektiğinden bahsedilecektir. Beyazsineğin erginleri 1 mm boyunda larvaları 0.3-0.7mm boyundadır. Erginler bitkilerin büyüme noktalarında bulunurlar. Yumurtadan çıkan larva çok hareketlidir. Yılda 915 döl verir. Larva ve erginler bitki özsuyunu emerek beslenirler emgi sonucu yapraklarda sararma meydana gelir. Zararlı beslenme sırasında tatlı bir madde salgıladığından yapraklar üzerinde siyah bir tabaka oluĢur bu kısımlar özümleme yapamaz bu nedenle bitki zayıflar ve kalite düĢer. Virüs hastalıklarını taĢırlar. Beyazsineğin en uygun konukçusu domates, patlıcan, hıyar olup; biber, kabak, kavun, fasulye gibi sebzelerde, tütün, pamuk ve süs bitkilerinde zarar yapar. Seralarda mevsim boyunca görülebilir. Sera beyaz sineği ülkemiz seralarında önemli bir zararlı etmeni olup, mücadele edilmediği taktirde önemli zararlara yol açmaktadır. ANAHTAR KELĠMELER: Sürdürülebilir tarım , Trialeurades vaporariorum Westwood ve kontrolü, Biyolojik mücadele, Tarımsal zararlılar. GĠRĠġ Konvansiyonel tarımda kimyasal mücadelede kullanılan pestisitlerin çevreye ve insan sağlığına etkileri pestisit kullanımının azaltılması çabalarını doğurmuĢtur. Pestisitlere alternatif doğal metotlardan biri de organik tarımda 519 doğal düĢmanların kullanıldığı biyolojik mücadeledir. Organik tarım, çevresel ve ekonomik olarak sürdürülebilir tarımsal üretim sistemini oluĢturmayı amaçlayan bir yaklaĢım olarak tanımlanabilir. Organik tarımda biyolojik mücadele, uygun diğer mücadele yöntemleri ile birlikte uygulandığında çok etkilidir. Son yıllarda seralarda biyolojik mücadele çalıĢmalarına ayrı bir önem verilmiĢtir. Seralarda genellikle sebze ve süs bitkileri yetiĢtirilmektedir. Bunların kısa aralıklarla ve hızla tüketime sunulması nedeniyle pestisit kalıntıları insan sağlığı açısından büyük bir tehlike oluĢturmaktadır. Bu nedenle seralarda biyolojik mücadele ağırlıklı bir yöntem geliĢtirilmeli ve kullanımı da zorunlu hale getirilmelidir. Trialeurades vaporariorum seralarda yetiĢtirilen birçok sebze ve süs bitkisinin en önemli zararlılarından birisidir. Bu zararlıya karĢı biyolojik mücadele yöntemi olarak günümüzde de etkinliği artmakta olan Encarsie formosa paraziti kullanılabilir. E. formosa‟nın kullanımı çok eskilere dayanmaktadır. Bu asalak 1973 yılından itibaren Finlandiya, Ġsveç ve Norveç‟te domates seralarında Beyaz Sineğe karĢı savaĢımda kullanılmaya baĢlanmıĢtır (Stenseth, 1976). Bugün hemen tüm Avrupa ülkelerinde E. formasa seralarda Beyaz Sineğe karĢı biyolojik mücadele olarak kullanılmaktadır. Asalak ülkemizde de yaygın olarak bulunmasına rağmen, uygulanmaya yönelik kapsamlı bir çalıĢma yapılmamıĢtır (ÖneĢ 1977). E. formosa sera beyazsineğinin larva, prepupa ve pupa dönemlerini parazitlemektedir. b ġekil 1. T. vaporariorum zararlısı (a) ve biyolojik mücadelesinde a kullanılan Encarsia formasa paraziti (b). GEREÇ – YÖNTEM Her geçen gün hızla tükenen doğal kaynaklar dengeli kullanılmalı ve doğal dengenin korunması gerekmektedir. Özellikle çevre kirliliğinin büyük boyutlara ulaĢtığı ve çevre bilincinin ön plana çıktığı günümüzde, 520 sürdürülebilir tarım ve biyolojik mücadele daha bir önem kazanmıĢtır. Son yıllarda seralarda biyolojik mücadele çalıĢmalarına ayrı bir önem verilmiĢtir. Sera beyazsineğinin biyolojik mücadelesinde kullanılan E. formasa ergininin aktivitesi, sera beyazsineği aktivitesiyle uygunluk göstermektedir. Özellikle seralarda sıcaklığın nispeten düĢük olduğu sabah saatlerinde asalağın aktivitesi düĢüktür. Sıcaklık yükseldikçe aktivite artmaktadır. DiĢi parazit bitki üzerinde dolaĢarak konukçusunu aramakta, bulduğu konukçuyu antenleri ile araĢtırarak yumurta koymak için uygun olup olmadığını incelemektedir. Uygun larva ve pupalara ovipozitörünü batırarak yumurtasını koymaktadır. ParazitlenmiĢ olan Sera beyazsineği larva ve pupaları bir süre sonra siyahlaĢmaya baĢlamakta, dolayısı ile genelde beyaz renkli olan parazitsizlerden kolayca ayrılabilmektedir. c ġekil 2. ParazitlenmiĢ T. siyahlaĢmıĢ hali (c, d). vaporariorum’un larva ve pupalarının GeliĢmesini tamamlayan Ergin E. formasa, ağız parçaları yardımıyla konukçunun dorsalinde yuvarlak bir delik açarak dıĢarı çıkmaktadır. . Her parazitli sera beyaz sineği larva ve pupasında sadece bir E.formasa geliĢmektedir. E.formasa Thelytokie Ģeklinde parthhenopenetik olarak çoğaldığı için erkekler ender, olarak görülmekte ve ortalama 5-6 gün yaĢamaktadır. 521 d ġekil 3. T. vaporariorum zararlısının domates meyvesin de meydana getirdiği zarar ve beslenmesiyle oluĢturduğu lekeler (e). T. vaporariorum çoğunlukla yaprağın alt yüzeyinden be slenirler ve yaĢarlar (f). SONUÇ Çevre dostu bir üretim tarzı olan organik tarım ve biyolojik mücadele uygulamaları, çevre kirliliğinin önlenmesi, kaynakların geri dönüĢümle kazanımı, temiz ve kaliteli gıda üretimini olanaklı ve sürekli kılacaktır. Biyolojik mücadele uygulamaları ile tarımda kimyasal ilaçların kullanımı azalacak, insan ve çevre sağlığına olumsuz etkilerinden korunulacaktır. Tarımda sürdürülebilirliği sağlamak için; kimyasal mücadele ağırlıklı konvansiyonel tarıma alternatif olan biyolojik mücadele ve organik tarım ile sürdürülebilir tarım uygulamalarına gereken önem verilmeli ve desteklenmelidir. Bu tarım sistemi, toprak-su kaynaklarını ve havayı kirletmeden, çevre, bitki, hayvan ve insan sağlığını en iyi Ģekilde koruyacaktır. KAYNAKÇA Stenseth 1976. ÖneĢ 1977. GOÜ. Ziraat Fakültesi Dergisi, 2008, 25(2), 19-27 Türkiye 1. Biyolojik Mücadele Kongresi (12-14 ġubat 1988) Adana https://en.wikipedia.org/wiki/Encarsia_formosa http://www.tarimmarketi.com/Zar_BeyazSinek.aspx 522 SÜRDÜRÜLEBĠLĠR TARIMDA DOMATESDE SOLGUNLUK HASTALIĞI(Fusarium oxysporum schl. f.sp. lycopersici) *DerviĢ Yusuf DEMĠR *Erciyes Üniversitesi Seyrani Ziraat Fakültesi Bitki Koruma Bölümü ÖZET Hızla büyüyen dünya nüfusu, her geçen gün daha çok besine ihtiyaç duymaktadır. Buna karĢılık, ekilebilir alanların geniĢleme olanakları çok kısıtlıdır. Bu durumda tarımsal üretimi artırmanın tek yolu birim alandan daha çok ürün alınmasıdır. Ancak bu yönde yapılan çalıĢmalar ve uygulanan yöntemler bazı olumsuzlukları da beraberinde getirmektedir. Sık iĢleme nedeniyle toprağın verimliliği azalmakta, gübreleme ve bitki koruma amacıyla kullanılan kimyasallar, ürünü ve doğayı olumsuz yönde etkileyebilmektedir. Fusarium türü fungal hastalıklar da kullanılan fungisitlere direnç kazanmakta sürdürülebilir tarımı da tehdit etmektedir. Domates bitkisi dünyada ve ülkemizde önemli bir üretim alanına sahiptir. Ülkemizde domates üretiminde hastalık ve zararlıların yapmıĢ olduğu olumsuz etki ile üretimde büyük kayıplar meydana gelmektedir. Fusarium türleri, nekrotrofik, toprak kökenli bir patojen mantar olup, birçok türü dünya çapında ciddi bitki hastalıklarına neden olur. F.oxysporum, F. moniliforme ve baĢka 12 tür daha tanımlanmıĢtır. Dünyada bildirilen olguların çoğu Kuzey Amerika ve Akdeniz ülkelerindendir. Fusarium toprakta konukçu bulunmasa da varlığını miselyum ya da spor olarak sürdürür. Hastalık etmeni tohum ve toprak kökenlidir. Sulama suyu, toprak iĢleme aletleri ve bulaĢık bitkiler ile yakın ve uzak mesafelere taĢınabilir. Solgunluk etmeni, tropoik ve suptropik iklim koĢulları, özellikle kumlu topraklarda daha zararlıdır. ANAHTAR KELĠMELER:Domates Yetiştiriciliği, Fusarium oxysporum Schl. f.sp. Lycopersici,Sürdürülebilir Mücadele Yöntemleri. GĠRĠġ Domates (Solanum lycopersicum), patlıcangiller (Solanaceae) familyasından, anavatanı Güney ve Orta Amerika olan, meyvesi yenebilen otsu bir bitki türüdür.Domates, yaygın olarak tüketim ve buna bağlı olarak da ticari olarak üretilen bir besin maddesidir. Ülkemiz ekonomisinde çok önemli bir yeri olan domates, yetiĢtiriciliği yapılan bölgelerde çiftçimizin önemli gelir kaynaklarından birini oluĢturmaktadır. Domates yetiĢtiriciliği özellikle Marmara, Ege ve Akdeniz Bölgelerinde yoğun olarak yapılmaktadır. 523 Ülkemiz iklim Ģartlarının bu sebzenin yetiĢtirilmesi için uygun oluĢu, sebze iĢleme sanayinin 1970‟li yıllardan itibaren hızla artmıĢ olması, domatese olan yönelmeyi hızlandırmıĢ ve ülkemiz domates üretiminde dünya ülkeleri arasında alt sıralardan hızla üst sıralara tırmanarak Amerika ve Ġtalya gibi üretim devlerinin arasına girmiĢtir (Vural 2000). Bu nedenle daha kaliteli ve fazla üretim ihtiyacı doğar. Üretimi arttırmak için bitkiye olumsuz olarak etki eden hastalık etmenlerinin ekonomik kayba neden olmadan önce ortadan kaldırılması gerekir. Bu hastalıkların baĢında en çok kayba neden olan fungal hastalıkların baĢında solgunluk (F. oxysporium ) gelir. ġekil 1: Çiçeklenme döneminde solgunluk hastalığı görülen bir domates fidesi. GEREÇ-YÖNTEM F. oxysporum f. sp. lycopersici (Sacc.) (Snyder & Hansen) toprak kökenli bir fungus olup domateste solgunluğa neden olmaktadır. Bu fungus köklerin iletim demetlerine enfekte olup su taĢınmasını engelleyerek bitkinin hızlı bir Ģekilde ölümüne neden olmaktadır (McGrath vd., 1987; Malhotra ve Vashistha, 1993). Fungusun neden olduğu solgunluk ve sonrasındaki ölümle mücadele çoğunlukla kimyasal uygulamanın da içinde yer aldığı kültürel tedbirlerle yapılmaktadır. Solgunluk etmeni, tropoik ve suptropik iklim koĢulları, özellikle kumlu topraklarda daha zararlıdır. Fungal hastalık etmeni olan fungus toprakta misel ve spor formunda, özellikle de dayanıklı sporları olan klamidiospor olarak olumsuz koĢulları geçirirler. Hastalık etmeni tohum ve toprak kökenlidir. Ġnfekteli bitkilerden elde edilen tohumların yaklaĢık % 3' ünün bulaĢık olduğu belirlenmiĢtir ve fungus tohum kabuğu altına yerleĢmektedir. Uzun mesafeli taĢınmalar genellikle bu yolla olabilir. 524 Sulama suyu, toprak iĢleme aletleri ve bulaĢık bitkiler ile yakın ve uzak mesafelere taĢınabilir. ġekil 2:Fusarium sporları. Fungusun 3 çeĢit eĢeysiz sporu var, çok rastlanan mikrokonidiler 12, makrokonidiler 3-4 bölmeli ve klamidiosporları 1-2 bölmeli ve kalın hücre duvarlıdır. Makrokonidiler incelendiğinde muz gibi kıvrık sporları ile en iyi Ģekilde tanınırlar. Fide devresinde hastalık belirtisi ilk önce solgunluk olarak kendini gösterir ve daha sonra fideler ölebilir. YaĢlı bitkilerde oluĢturduğu belirtiler ise, yaprak damarlarının açılması, bitkilerin bodurlaĢması, alt yapraklarının sararması, adventif kök oluĢumu (yeni kök oluĢumu),yaprak ve dalların solması ve yaprak kenarlarında nekrozların oluĢumu Ģeklindedir. Sera koĢullarında solgunluk belirtileri genellikle gün ortasında ve sıcak havalarda kendini belli eder. Gözlenen bu belirtiler genellikle bitkinin veya yaprağın bir yarısında görülmektedir. Ġletim dokusu hastalığı olduğu içinde bitkiler canlı iken etmenin bitki üzerinde misel ve sporlarını oluĢturmayabilir. Hastalığın Ģiddetli ve sık olduğu bölgelerde bitkiler üzerinde açık pembe renkte spor ve misellerine rastlanabilir. Köklerdeki belirtiler ise özellikle küçük yan köklerin siyah bir renk almasına, daha sonrada çürümesine neden olabilir. Köklerin ölmesinden dolayı da bitkiler sararır ve solarlar. Bitkinin toprak yüzeyine yakın gövdesinden enine kesite bakıldığında, iletim demetlerinde kahverengi bir halka görülür. 525 ġekil 3: Ġletim demetleri enfekteli olan bir domates kök bölgesi. SONUÇ Sürdürülebilir tarımı uygulamanın en iyi yolu entegre mücadele tekniklerini uygulamaktır. ENTEGRE MÜCADELE: • Hastalık, zararlı ve yabancı otların çevre ile iliĢkilerini dikkate alarak tüm mücadele metotlarının birbiriyle uyumlu bir Ģekilde kullanılması ile popülasyon yoğunluklarını Ekonomik Zarar Seviyesinin altında tutan zararlı yönetim sistemidir. • Ekonomik Zarar Seviyesi: Zararlı Organizmaların ekonomik zarara neden olduğu en düĢük popülasyon yoğunluğudur. • Ekonomik Zarar EĢiği: Zararlı organizmaların ekonomik zarar seviyesine ulaĢmasına engel olmak için mücadeleye karar verildiği yoğunluktur. YARARLARI: • Sürdürülebilir üretimi sağlar • DıĢ ticarette istikrarı sağlar ve üreticilerin olası gelir kaybını önler • Kaliteli ve ilaç kalıntı riski az olan ürün elde etmeyi sağlar • Ġnsan sağlığı ve çevrenin korunmasını sağlar • Mücadele maliyetlerini azaltır • Zehirlenme riskini düĢürür 526 BAZI TEMEL UYGULAMALAR • Dayanıklı çeĢit kullanımı • Sağlıklı fide, fidan, tohum kullanımı • Ekim nöbeti (münavebe) • Ekim zamanını ayarlama • Toprak tahlili ve dengeli gübreleme • Dengeli sulama • Önleyici tedbirler • Örnekleme ve kontrol yöntemleri • Zararlıların ve hastalıklı bitki artıklarının toplanıp yok edilmesi • Yabancıotların çapa ile yok edilmesi • Solarizasyon • Biyoteknik mücadele, tuzak kullanımı • Doğal düĢmanların korunması • Biyolojik mücadele etmenlerinin kullanımı • Zararlı organizmaları görür görmez değil, mücadele eĢiğine geldiğinde ilaç uygulanması Kültürel Mücadele: 1. Sera ve tohum yataklarında hastalıktan ari toprak, su ve alet-ekipmanı kullanılmalı. 2. Dezenfekte edilmemiĢ çiftlik gübresi kullanılmamalıdır. 3.Kireç uygulaması fusarium solgunluğunun etkisini azaltmaktadır 4.Toprağa aĢırı fosfor veya magnezyum uygulamasından kaçınılmalıdır. 5.Örtü altı yetiĢtiriciliğinde sonradan bulaĢmayı önlemek için toprağın tamamen örtülmesi önerilmektedir. 6. Hümik asit ve silisik asit uygulamaları F. Oxyporum Ģiddetini azalttığı belirlenmiĢtir. (Gülser ve ark. 2013) 527 Kimyasal Mücadele Kullanılan Kimyasal Ġlaçlar (Fungisid) Bakır Oksiklorid WP 50% Kullanım Miktarı (100 Litre) 500 g fidelik Benomyl Wp 50 % 100 g Bordo Bulamacı Sıvı 500+1000 g fidelik Captan WP 50 % 250 g Fidelik Captan+PCNB Toz 10+10 % Formaldehit EM 400 g/l Mancozeb WP 80% Maneb WP 80% 40 g/ m2 Toprak 4 lt (m2 ye 150 cc) 200 g 200 g/100kg tohum Maneb WP 80% Methyl Bromide Gaz 98% PCNB Toz 18% Propineb WP 70% 250 g fidelik 60 g m2 toprak 35 g/m2 toprak 250 g fidelik Thiram WP 80% Tolclofos Methyl WP 50 % 200 g/100kg tohum 100 g Hymexazol SC 360 g/l 150 cc KAYNAKLAR • PINAR H, 2013. Batı Akdeniz Tarımsal AraĢtırma Enstitüsü Derim Dergisi, 2013, 30 (1):15-23 • Gülser E, Tüfenkçi ġ & Demir S.(2013) Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tarım Bilimleri Dergisi 2014, 24(1): 16-22 • Ozan S & Maden S. (2004) BİTKİ KORUMA BÜLTENİ 2004, 44 (1-4):105-120 • http://www.entofito.com/domateste-solgunluk-hastaligi-fusariumoxysporum-f-sp-lycopersici/ • http://www.bitkisagligi.net/Domates_Fusarium_Hastalik_Etmenleri. htm • http://www.tarim.gov.tr/GKGM/Belgeler/Bitki%20Sa%C4%9Fl%C 4%B1%C4%9F%C4%B1%20Hizmetleri/uretici_bilgi_kosesi/brosur ler/entegre_liflet.pdf 528 KANATLI HAYVAN GÜBRESĠ 1 Abdullah ġEN 2 Berna KARA Selçuk Üniversitesi Ziraat Fakültesi Toprak Bilimi ve Bitki Besleme Bölümü 2 Selçuk Üniversitesi Ziraat Fakültesi Zootekni Bölümü 1 ÖZET Gübre, tarımsal üretim için gerekli temel besin maddelerinin kimyasal veya fiziksel ortamlarda, toprağın veya bitkinin kullanımına hazır hale getirilmesidir. Çevreye zarar vermeden birim alandan bol ve kaliteli ürün almak ve gelir düzeyini yükselmektedir. Birim alandan daha çok ürün alınmasında etkili olan bu önlemler içerisinde gübrelemenin rolü baĢta gelmektedir. Bu nedenle gübrelemenin zamanında ve usulüne uygun olarak yapılması sağlanmaktadır. Kimyasal gübrelerin toprak ve su kaynakları üzerine önemli derecede kirletici etkilerinin olması nedeniyle üreticilerde organik gübre kullanımına daha çok yönelmiĢtir. Organik gübreler, içerisinde bulunan bileĢenler toprağa ve bitkiye direnç kazandırır. Son yıllarda kullanılan organik gübreler içerisinde bulunan ahır gübresinin önemli bir yeri vardı, fakat son yıllarda hayvancılığın gerilemesi sonucu ahır gübresinin temininde güçlükler yaĢanmıĢtır. Bu durumda kanatlı hayvan gübresi kullanımı yaygınlaĢmaya baĢlamıĢtır. Organik gübreler içerisinde „‟Kanatlı Hayvan Gübresi‟‟ kendine önemli yer bulmuĢtur. Kanatlı hayvan gübresi toprağa organik madde kaynağı olması yanında özellikle azot içeriği daha zengindir. Kanatlı hayvan gübresi hayvanın cinsine, yaĢına, beslenme durumuna, temizlik Ģartlarına göre farklılık göstermektedir. Kanatlı hayvanların bağırsakları kısa ve boĢaltımı tek organdan yapıldığı için gübreleri oldukça kalitelidir. GĠRĠġ Tarımsal üretimde amaç, çevreye zarar vermeden birim alandan bol ve kaliteli ürün almak ve gelir düzeyini yükseltmektir. Bu da; yüksek verimli tohum, uygun toprak iĢleme ve etkin tarımsal mücadele, sulama gibi tarımsal girdilerin kullanılmasının yanında etkin ve doğru bir gübreleme ile mümkün olabilmektedir. Tarımsal üretimde gübrenin payının %50-65 arasında olduğu kabul edilmekte ve gübreleme yapmadan yüksek ve kaliteli verim almanın imkansız olduğu çeĢitli araĢtırmacılar tarafından ortaya konulmaktadır. Son yıllarda artan bilinçsiz kimyasal gübre kullanımı beraberinde toprak tuzluluğu, toprak yapısının bozulması, toprakta bazı elementlerin birikmesi ve bu birikimin diğer besin maddeleri aleyhine geliĢmesinin yanında toprak ve su kaynakları üzerine önemli derecede kirletici etkilerin olması nedeniyle üreticileri alternatif gübre kullanımı yoluna itmiĢtir. 529 AMAÇ Sürdürülebilir tarımda toprak organik maddesinin ayrı bir önemi bulunmaktadır. Organik gübreler içerisinde ahır gübresi ilk sırada gelmesine karĢın ülkemizde hayvancılığın çeĢitli nedenlerden dolayı gerilemesi sonucu ahır gübresinin temininde güçlükler yaĢanmaktadır. Bu durumda ahır gübresine alternatif olarak kanatlı hayvan gübresi kullanımı yaygınlaĢmaya baĢlamıĢtır ve organik gübreler içerisinde kanatlı hayvan gübresinin kullanım payı giderek artmıĢtır. Organiktavuk gübresinin faydaları : Tavuk gübresi toprağın tarıma elveriĢli olmasını ve su tutma kapasitesini yükseltir. Organik tavuk piliç gübresi uzun süre toprakta kalarak, bitki besin maddesi olarak etkisini gösterir. Bitkilerin yukarıda tabloda belirtmiĢ olduğumuz element ihtiyaçlarını karĢılar. Toprağın besin kalitesini arttırır. Organik kanatlı hayvan gübresi, tarımda ürün artıĢı sağlamasına yardımcı olur. Organik kanatlı hayvan gübresini organik tarım veya tarımla uğraĢan çiftçiye iyi anlatılarak kullanılmasını sağlamamız gerekmektedir. Aynı zamanda kanatlı hayvan gübresinin bazı önemli özelliklerinden dolayı mera ıslahında kullanılması uygundur. Örneğin Toprakta uzun süre özelliğini kaybetmeden kalması. Ülkemizde yumurta yönlü tavukçuluk yapılan yörelerde tavuk gübresi iĢleme tesisleri kurulmuĢ, iĢlenmiĢ olan organik tavuk gübreleri torbalanarak satılmaktadır. SONUÇ Tarımda kaliteli ve bol ürün alabilmek için toprak organik maddesinin önemi Ģüphesizdir. Ülkemiz tarım topraklarının büyük kısmının organik madde içeriği „Az‟ sınıfında yer almaktadır. Tarım topraklarının organik madde ihtiyaçlarını karĢılama konusunda kanatlı hayvan dıĢkılarından kompostlanarak elde edilen organik formdaki gübrelerden faydalanmak hem kanatlı hayvan dıĢkısının bertaraf edilmesi hem de toprakların fiziksel, kimyasal ve biyolojik özelliklerinin iyileĢtirilmesi açısından son derece önemlidir. Bu gübrelere toprak analiz sonuçlarına göre mutlaka sonbaharda dekara 100-500kg arasında uygulanarak derin bir sürümle kök bölgesine karıĢtırılmalıdır. KAYNAKLAR -Tarım Bilimleri Dergisi 1996. -Sezen, Y. 1996 Gübreler ve Gübreleme -Tablo Kaynak Sezen, Y. 1984 -Türem -GaziosmanpaĢa Bilimsel AraĢtırma Dergisi 530 ÖLÜMSÜZLÜK MANTARI Makbule Rumeysa OMAY 1 AyĢe Hümeyra OMAY 1 Selçuk Üniversitesi Ziraat Fakültesi Toprak Bilimi ve Bitki Besleme Bölümü 1 ÖZET Tıbbi mantarlar arasında yer alan Polyporaceae familyasından Ganoderma lucidum, genellikle Uzakdoğu ülkelerinde yetiĢen ve Japonca‟ da reishi yani ölümsüzlük mantarı olarak bilinen bir türdür. Genellikle meĢe ve erik ağacı kütüklerinin üzerlerinde yaklaĢık 9 aylık gibi bir sürede yetiĢtirilir. Ülkemizde de Çanakkale sınırları içersinde yer alan, endemik türlere ev sahipliği yapan Kazdağları‟nda keĢfedilmiĢtir. Bunun yanı sıra ne kadar bölge köylerinde henüz tanınmadığı için ilgi görmeyen bir tür olsa da ülkemizdeki çeĢitli firmalarca iĢlenerek çay, kapsül ya da sıvı olarak piyasada satılmaktadır. Tahta gibi sert ve acı bir tada sahip olduğundan dolayı yenilebilir bir tür değildir. Genellikle taze veya kurutulmuĢ olarak ince toz haline getirilir ve suda çözdürülerek kullanılır. Çin tıbbında yaklaĢık 4000 yıldır ilaç olarak kullanılan bu mantar, içerdiği çok sayıda ve yüksek dozda tıbbi maddelerden ve bunlara bağlı yan etkilerinden dolayı doktor gözetiminde kullanılması gerekmektedir. Reishi mantarı, kansere karĢı koruyucu özellik göstermesinin yanında birçok hastalığa iyi gelmektedir ve son zamanlarda çeĢitli alanlarda kullanımı yaygınlaĢmaktadır. ANAHTAR KELIMELER: Reishi Mantarı, Kazdağları, Kanser 1.GĠRĠġ Tıbbi mantarlar arasında yer alan Polyporaceae familyasından Ganoderma lucidum, nadiren bulunan doğal bir tür ve yüksek derecede değerli bir mantardır. Kırmızı reishi mantarının latince ismi Ganoderma Lucidum‟dur. “Gan” parlak, “Derma” kabuk ve “Lucidum” göz alıcı anlamına gelir ve Latincede meyvemsi gövde görünüĢlü anlamını ima eder. Çince‟de “hayalet bitki” anlamına gelen Ling Zhi ve Japonca‟da ''Ölümsüzlük mantarı'' anlamına gelen Reishi isimleri kullanılmaktadır. “Ölümsüzlük Bitkisi”, ''Ölümsüzlük mantarı'', “Ruhsal Gücün Bitkisi” ve “On Bin Yıllık Mantar” gibi isimler yaygın olarak bilinen ve bu mantarın mutluluğu, bilgeliği ve uzun yaĢamı destekleyen, sağlamlaĢan zihin ve vücut içindeki itibarı için verilen isimlerdir. 531 Ölümsüzlük mantarı olarak bilinen Kırmızı Reishi mantarı geleneksel Çin ve Japon tıbbında kullanılan, genellikle Uzakdoğu ülkelerinde yetiĢen en eski mantar türüdür ve 2000 yılı aĢkın süredir kullanılmaktadır. Uzakdoğu‟nun en değerli efsanevi Ģifalı bitkisi olarak sınıflandırılmıĢtır. Reishi mantarının 6 çeĢidi ve rengi vardır fakat yaygın olarak kullanılan ve Kuzey Amerika, Çin, Japonya, Tayvan ve Kore‟de ticari olarak ekilen çeĢidi Kırmızı Reishi‟dir. Çok nemli ormanlık alanda içerisine az ıĢık geçiren, çürümeye yüz tutmuĢ meĢe, kestane, kayın, erik gibi ağaç kütükleri üzerinde 9 aylık bir süre içinde yetiĢir. Sınırlı bir yetiĢme alanı olduğu için maddi değeri oldukça yüksek olan bir mantar türüdür. Reishi geniĢ, oldukça dayanıklı, odunsu ve ĢiĢe mantarımsı bir mantardır. Reishi mantarının %75‟i su iken diğer mantarların çoğunluğu %90 civarında sudur. Tahta gibi sert ve acı bir tada sahip olduğundan dolayı yenilebilir bir tür değildir. Genellikle taze veya kurutulmuĢ olarak ince toz haline getirilir ve suda çözdürülerek kullanılır. Kırmızı Reishi mantarı sağlığa olan yararları eski Çin tıbbi metinlerinde kaydedilmiĢ ve bunlar yüzlerce bilimsel araĢtırmalara konu olmuĢtur. Eski Çin kayıtlarında “uzun dönemli kullanımda, yaĢam süresini arttıran Cennetin bitkisi ” olarak ifade edilmekte ve genç yaĢamın kaynağı olarak kabul edilmektedir. Ġnsan vücudunun bağıĢıklık sistemini güçlendirmek, vücudu zararlı toksitlerden arındırmak, metabolizmaya canlılık kazandırmak, kalp ve dolaĢım sisteminin düzenlenmesine katkıda bulunmak, yaĢlanma etkilerini azaltmak ve yaĢlanmayı geciktirmek, konsantrasyon bozukluklarını yok etmek, uyku düzenini sağlamak amacıyla kullanılmaktadır. Son yıllarda kanserli hücreler üzerindeki etkileri nedeni ile de kanser tedavilerinde ve kemoterapinin olumsuz etkilerini azaltmak amacıyla kullanımı yaygınlaĢmıĢtır. 2.REĠSHĠ MANTARININ TARĠHÇESĠ Çin, Japonya, Kore ve Amerikan Bilim adamları araĢtırmalarını küresel platforma taĢımak için uluslararası Ganoderma AraĢtırma Birliğini kurmuĢlardır. Özellikle Japonya, Çin ve Kore‟de bu mantarlar üzerinde yapılan birçok bilimsel çalıĢmanın sonucu olarak, geleneksel kullanımlarının çoğu doğrulanmıĢ ve yeni uygulamalar geliĢtirilmiĢtir. Çin'de 2000 yıllık folklorik bir geçmiĢe sahip olan bu mantarı ilk kullanan imparator Çin Seddi'ni yaptıran Shih-Huang‟dır (M.Ö. 259-210). Çinli bilim adamları, Ganoderma Lucidumun kimyasal donanımını ve tıbbi etkilerini incelemeye 1950‟lerde baĢlamıĢtır. Klinik çalıĢmalarla bulgularını desteklemiĢlerdir. Reishi mantarının 1970′li yıllara kadar belirli bir bölge dıĢında dünyada pek bilinmemesinin nedeni doğada çok nadir olarak bulunan bu değerli mantar 532 türünün yetiĢtirildiği bölge dıĢına çıkmamıĢ olmasıdır. 1990‟lı yıllardan sonra iletiĢim ve teknolojinin geliĢmesi tıbbi mantara uluslar arası ilginin artmasına ve tıbbi ve egzotik mantar türlerinin tüm dünya çapında tanınmasını ve ilginin artmasını sağlamıĢtır. Özellikle 1980‟li yıllardan sonra yetiĢtiriciliği hızla artmıĢtır. Dünyada üretimi 1995 de 500 ton olan Reishi mantarı 2005 yılında 6 000 tona ulaĢmıĢtır. 20.yüzyılın son çeyreğinde doğal ortamlarda organik tarım yöntemiyle üretimine baĢlanması neticesinde dünya bu mucizevi mantar türü ile tanıĢmıĢtır. Son bir kaç yıldır ülkemizde de bilimsel çevrelerce rağbet görmüĢ ve kullanımına baĢlanmıĢtır. Ülkemizde ise 2000 yılında Agromantarcılık (AGROMA) tarafından Denizli‟de üretimine baĢlanmıĢ ve üretimi halen yaygınlaĢtırılarak devam etmektedir. 3. REISHI MANTARININ SAĞLIKTAKĠ ÖNEMĠ 3.1 Kanser: Kırmızı reishi mantarı, olası kanser riskini azaltmaktadır. Kanserli hastalarda, kanserli hücrelerle savaĢtığı gibi, kanser nedeniyle bağıĢıklık sistemi zayıfladığından diğer hastalıklara karĢı koruyucu destek sağlamaktadır. Kırmızı reishi mantarı içerisinde 154 çeĢit antioksidan, betaglukan, lentinan ve organik germanyum içermektedir. Bu içerikleri sayesinde kansere karĢı çok etkili bir silah halini almaktadır. Vücut direncine yardımcı olarak hücreleri korumakta ve kanseri yok etmektedir. 3.2 Kalp Rahatsızlıkları: Reishi, kalp hastalıkları ve inme gibi durumları önleyici etki göstermektedir. Doğal adenozin ve triterpenoids ( kanser hücrelerinin çoğalmasını engeller) ganoderic asit sayesinde yüksek tansiyon, yağlanma ve damar sertliğini önlemektedir. 3.3 Enerji verir: Kırmızı Reishi mantarı içindeki organik germanyum sayesinde hücrelerdeki oksijen miktarı ve vücudun enerjisi artmaktadır. 3.4 Obezite: Kırmızı Reishi mantarı yağ hücrelerindeki glukoz hareketini durdurarak obeziteyi önlemektedir. 3.5 Diabet ( Ģeker hastalığı ): Reishi metabolizmanın doymuĢ yağ ve doymamıĢ yağ oranları ile glukoz iliĢkisini düzenleyici etki göstermektedir. 3.6 Stres: Günümüzdeki bir çok hastalığın nedeni sayılmaktadır. Reishi mantarının içeriğindeki bileĢiklerin sinerjisi sayesinde reishi rahatlama sağlamakta, stres ve anksiyeteyi azaltmaktadır. Bunların yanı sıra; sağlıklı yaĢlanma, kilo verme, cilt bakımı, kireçlenme (ramatoid artrit), kemikler, kolestrol, kan Ģekeri, yüksek tansiyon, gastrit, kabızlık, alzheimer, parkinson hastalığı, bağımlılık, migren, meme kanseri, karaciğer hastalığı, böbrek hastalığı, gıda zehirlenmesi, 533 bağıĢıklılık, soğuk algınlığı ve grip, astım, ülser, saç dökülmesi, uçuk-virüs ve diğerleri, alerji, doğuĢtan gelen bağıĢıklılık sorunları, HIV (AIDS) gibi çeĢitli rahatsızlıklar üzerinde de etkili sonuçlar vermektedir. Kimler Kullanmamalı? Bazı hassas bünyelerde, Reishi mantarı tüketildikten sonra 1-2 gün sürebilen hafif mide bulantısı, baĢ dönmesi, eklem ağrısı ve deri döküntüsü gibi semptomlar görülebilmektedir. Mantar alerjisi olanların, hemofili hastalarının, kanı sulandırma etkisi nedeniyle ameliyat öncesi ve sonrasında 1 hafta süreyle kullanması önerilmemektedir. 10 yaĢ altındaki çocuklar, hamile ve emziren kadınlar doktorlarının bilgisi dahilinde kullanmalıdırlar. 4. REISHI MANTARININ YETĠġTĠRĠCĠLĠĞĠ YetiĢtiricilikte iki yöntem kullanılmaktadır. 4.1 Bitkisel Atık (TalaĢ) Kültürü 4.2 Kütükte YetiĢtiricilik 4.1 TalaĢ Kültürü: YetiĢtirme ortamı olarak sert ağaç (meĢe, kayın, gürgen) talaĢları kullanılmaktır. Hazırlanan yetiĢtirme ortamları ısıya dayanıklı torbalara 1-2 kg olacak Ģekilde doldurularak, torbaların ağzı pamuk tıkaçla kapatılır. Bu iĢlemden sonra torbalar 121 °C‟de 1.5 saat otoklavda tutularak sterilize edilir. Torbaların sıcaklığı 20-25 °C‟ye düĢtükten sonra steril odalarda misel ekimi yapılır. Misel aĢılanan torbalar mantar üretim odasına yerleĢtirilecek, karanlık koĢullarda 25-30 °C‟de misel sarması için gerekli koĢullar sağlanır. Misel geliĢimini tamamlayan torbalarda karpofor oluĢumunu teĢvik için oda 100-200 lux ıĢıkla aydınlatılır (Chen, 2004). Primordium görülen torbaların üzeri açılarak ve oda düzenli bir Ģekilde nemlendirilip, havalandırılmaya baĢlanılır, oda sıcaklığı 25±2°C olacak Ģekilde ayarlanır. Primordiumlar görülmeye baĢladıktan sonra torbaların üst kısımları mantar geliĢmesini teĢvik ve çıkıĢları sağlamak için kesilerek açılır. Mantarlar geliĢim dönemi boyunca dikkatle incelenerek en uygun hasat zamanında hasat edilir. 4.2 Kütükte YetiĢtiricilik: Bu yöntemde ise meĢe kütüğü 15 cm uzunluğunda, 15 cm çapında kesilerek hazırlanır. Kütüklere 5 cm derinliğinde ve 2 cm geniĢliğinde 6-10 delik açılır, bu açılan deliklere miseller yerleĢtirilir ve üzerleri bal mumu ile kapatılır. Misel aĢılanmıĢ kütükler 25 °C sıcaklık ve %70 neme ayarlanmıĢ odada 6 ay muhafaza edilir. Miseller kütükleri sardıktan sonra serada organik maddece zenginleĢtirilen toprağa kütükler gömülür ve sıcaklık 25-30 °C ve nem %70-90 olacak 534 Ģekilde ayarlanır. Seranın direkt güneĢ ıĢığı alması engellenir ve havalandırmaya dikkat edilir. Mantarlar oluĢum sırasında dikkatle incelenir ve en uygun hasat zamanında hasat edilir. Ülkemizde kütükte yetistiricilik iklimsel özelliği nedeni ile pek uygun bir yetiĢtiricilik yöntemi değildir. Ganodermanın sunni talaĢ kütüklerinde ve iklimlendirilmiĢ kapalı ortamlarda yetiĢtiriciliği daha çok baĢarılı olmaktadır. Yüksek kaliteli Ganoderma lucidum üretmek için diğer özel koĢullar; 1) Verimi en yüksek ırk seçilmelidir, 2) Doğru yetiĢtiricilik metodu kullanılmalıdır, 3) Ürün doğru zamanda hasat edilmelidir 4) Hasat sonrası ürüne uygun bir biçimde muamele yapılmalıdır. REĠSHĠ MANTARININ GELĠġĠMĠNDEKĠ ETKEN FAKTÖRLER Sıcaklık: Ganoderma lucidium için sıcaklık çok önemlidir. Kültür mevsimi sıcaklık isteğine göre ayarlanmalıdır. Meyve oluĢumu için yüksek sıcaklık gereklidir. Misel geliĢimi için 12-36 °C sıcaklık gerekirken, en uygun sıcaklık 24-30° C‟tır. Meyve oluĢumu için uygun sıcaklık 20-30° C‟tır. ġapka geliĢimi için 22 °C üzerinde sıcaklık iyi büyümeyi sağlamaktadır. Nem: Misel geliĢimi, buton ve meyve oluĢumu substratın su içeriği ile iliĢkilidir. Substratın su içeriği misel büyümesi için yaklaĢık % 60 olmalıdır. Meyve büyümesi sırasında, nem % 80-90 arasında olmalıdır. Havalandırma: Ganoderma lucidium aerobik bir mantardır. YaĢam boyunca sürekli soluma gösterdiğinden, taze havaya sürekli ihtiyaç gösterir. Karbondioksit konsantrasyonu % 0,1‟den yüksek olması halinde meyvede deformasyon oluĢur. Bundan dolayı kültür yerinde iyi havalandırma olmalıdır. IĢık: Ganoderma lucidium üzerinde ıĢık etkisi farklı dönemde farklı Ģekillerde olmaktadır. Misel, tamamen karanlıkta yetiĢmektedir. Yüksek ıĢık, özellikle sarı ıĢık, geliĢmede yavaĢlamaya neden olur. Meyve geliĢimi için bir miktar ıĢık gereklidir. pH: Ganoderma lucidium miselleri düĢük asit ortamlarından hoĢlanır. Büyüme için gerekli pH 3,0-7,5 değerleri arasıdır, fakat en uygun değerler 4,0-6,0 değerleri arasıdır. 535 5.SONUÇ Reishi mantarının insan sağlığına olan bir çok faydası yapılan araĢtırmalar ve çalıĢmalar ile kanıtlanmıĢtır. Sadece hasta olan insanların değil normal sağlıklı bireylerinde dengeli bir Ģekilde tüketmeleri tavsiye edilmektedir. Bu sayede insan bünyesi daha dirençli bir yapıya sahip olmakta ve herhangi bir rahatsızlık durumunda hastalık etmeni ile daha rahat mücadele edebilmektedir. Bu mantarın bu güne kadar tespit edilmiĢ bir yan etkisi bulunmamaktadır. Japon Sağlık Bakanlığı tarafından kanser tedavisinde kullanılabilecek yardımcı bitkisel ilaç olarak kabul edilen tek mantar türüdür. Kanser tedavisinde kullanılan radyoterapi ve kemoterapinin vücuttaki yan etkilerini bertaraf ettiği belirlenmiĢtir. TanınmıĢ bir mantar türü olmadığı ve yüksek fiyata sahip olduğu için üretimi ve kullanımı ülkemizde çok yaygın değildir. Bazı firmalar tarafından üretiminin yapılmasıyla beraber geçtiğimiz aylarda Çanakkale sınırları içerisinde yer alan Kazdağları‟ nda keĢfedilmiĢtir. Reishi mantarı ticari açıdan iyi bir gelir kaynağı olarak görülmektedir. Ülkemizde tanınmasıyla beraber üretimi ve tüketiminin yaygın hale geleceği düĢünülmektedir. KAYNAKÇA Aralık 10, 2015 / tarlasera (aylık tarım ve kültür dergisi) Ocak 12, 2015 / tarlasera (aylık tarım ve kültür dergisi) D-Sliva,PhD.Ganoderma lucidium(Reishi) in Cancer treatment.Ġntegrative cancer therapies 2(4):2003.pp.358-364 Heilpilze:Reishi. Pilzheilkunde. MykoTroph A.G. Institüt für Ernaehrungs- und Uzman Diyetisyen Gamze ġanlı Ak (MAKALE) Yrd.Doç.Dr.M.Ertuğrul Ġlbay, 2008, Ganoderma lucidum REISHI (Efsanevi mantar), Ankara. (tarlasera 2015) http://tarlasera.com/haber-10679-kaz-daginda-olumsuzlukkesfedildi! (agroma) http://www.agromantar.com/mantarlar/reishiuretimi.html (ganoexcel) icin-30-neden/ http://www.ganoexcelbursa.com/reishi-mantari-kullanmaniz- 536 TÜRKĠYE’DE HAYVANCILIĞA VERĠLEN DESTEKLERDEKĠ GELĠġMELER ġeref Kayalar1 1 Dursun Boğa1 Tufan Bal1 Süleyman Demirel Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarım Ekonomisi Bölümü, Isparta. ÖZET Hayvancılık toplumun dengeli beslenmesinde vazgeçilmez bir sektör olup, ayrıca ülke ekonomisine istihdam, kırsal alanda yaĢam standartlarının iyileĢtirilmesi ve ülkeye döviz gibi katkıları dolayısıyla önemi yüksek bir sektördür. TÜĠK istatistiklerine göre Türkiye 2015 yılında yaklaĢık olarak 14,1 milyon büyükbaĢ, 41,9 milyon küçükbaĢ varlığına sahip iken, aynı yıl 18,5 milyon ton süt, 1 milyon ton et, 17 milyar yumurta, 1,9 milyon ton tavuk eti, 102 bin ton bal, 80 ton yaĢ koza üretilmiĢtir. GTHB raporlarına göre, 2015 yılında Türkiye‟de hayvancılık sektörüne baĢta anaç sığır ve manda için desteği, buzağı için desteği, anaç koyun ve keçi için desteği, tiftik keçisi yetiĢtiriciliği ve üreticiliği için desteği, çiğ süt üretimi için desteği, arılı kovan için desteği, bombus arısı kullanımı için desteği, ipek böceği yetiĢtiriciliği desteği, ürün desteklemeleri, yem bitkileri üretimi desteklemesi, programlı aĢı uygulamaları, hayvan genetik kaynaklarının korunması ve geliĢtirilmesi, projeli damızlık koyun keçi desteklemeleri olmak üzere birçok alanda destek verilmektedir. 2002-2014 yıları arasında verilen bu desteklerin miktarı 15 Milyar TL‟ye ulaĢmıĢtır. Hayvancılığa verilen desteklerin toplam tarım destekleri içindeki payı 2002‟de %4.45 iken 2015‟te %29.19‟a yükselmiĢtir. Bu çalıĢmada Türkiye‟de hayvancılığın ülke ekonomisine katkısı ve hayvancılık sektörüne verilen destekleri incelemiĢtir. Ayrıca konuyla ilgili literatür çalıĢmaları yardımıyla sektörün sorunları tespit edilerek bu sorunların çözümüne yönelik öneriler geliĢtirilmiĢtir. ANAHTAR KELĠMELER: Hayvancılık, Tarımsal Destekler, Türkiye, Büyükbaş, Küçükbaş 1.GĠRĠġ Tarım kendine has özelliklerinden dolayı desteklenmesi gereken bir sektördür. Bu yüzden tüm ülkelerde tarıma destek verilmektedir. Tüm ülkelerde olduğu gibi ülkemizde de, uygulanan tarım politikalarının üreticinin gelir ve refah seviyesini artırma, ülkenin gıda ihtiyacını karĢılama, 537 kırsal kalkınma ve dıĢ ticaret geliri elde etme gibi çeĢitli amaçları vardır (Tan, 2011). 1980 sonrası Avrupa Birliği‟nde hayvancılık iĢletmelerinin sayısı azalma gösterirken, iĢletme baĢına düĢen ortalama hayvan sayısı ise artmakta yani iĢletme ölçeği daha da büyümektedir (Demir, 2012). Onuncu Kalkınma Planında da değinildiği gibi Türkiye‟de hayvancılık iĢletmeleri genelde küçük ölçekli olup yem bitkileri üretimi ile çayır ve meraların korunma ve ıslahı yetersiz, suni tohumlama sayısı uluslararası ortalamaların altında ve hayvan hareketleri ile hayvan sağlığına yönelik önlemler yeterlilikten uzak bir durumdadır. Bu bağlamda, Plan döneminde hayvancılık desteklemeleri miktar ve çeĢit olarak artırılmıĢ ve bölgesel projeler uygulamaya konulmuĢ, bu destekler son yıllarda et ve süt üretiminde artıĢ meydana getirmiĢtir. Diğer taraftan, aynı dönem içerisinde et üretiminde arz açığı doğuran geliĢmeler ve tüketim artıĢı et fiyatlarında dalgalanmalara neden olmuĢ ve bu kapsamda 2010 yılında baĢlatılan kasaplık canlı hayvan ve et ithalatı azalarak da olsa devam etmiĢtir (Anonim, 2013a). Türkiye‟deki tarımsal destekleme politikalarında en büyük değiĢiklik 2000‟li yılların baĢında uygulanan Doğrudan Gelir Desteği (DGD)‟ni kapsayan Tarım Reformu Uygulama Projesi (ARIP) ile gerçekleĢmiĢtir. DGD, uygulanan tarımsal destekleme politikalarına alternatif olarak sunulmuĢtur. DGD, diğer bazı desteklemelerin sonlandırılmasına sebep olmuĢ ve doğrudan desteklemelerin tüm destekler içerisindeki payı 2002 yılında %78 seviyesine ulaĢmıĢtır. Ancak 2006-2010 Tarım Kanunu ve Strateji Belgesinde DGD için ayrılan %78‟lik bütçe payının aĢamalı olarak %45‟e indirilmesi kararı alınmıĢtır (Karaman ve Yavuz, 2012). Hayvancılık faaliyetin genelde kırsal alanda yapılması, kırsal alanda yaĢayan nüfusun gelir kaynakların baĢında gelmesi ve yörede yaĢayanlara istihdam imkânı sağlaması açısından da sosyo-ekonomik bir fonksiyonu bulunmaktadır. Ayrıca dünyada nüfus artıĢına paralel olarak artan beslenme ve gıda sorunu her geçen gün hayvancılığın stratejik önemini artırmaktadır (Akpınar ve ark., 2012). Türkiye gerek AB ile uyum süreci gerekse uzun vadeli ulusal çıkarlar açısından kendine iyi bir hedef belirleyerek hayvancılık alt sektöründe önemli yasal düzenlemeler yapmak zorundadır. Özellikle bu yasal düzenlemelerin kaliteli ve düĢük maliyetli üretim yapılmasını zorlayıcı yönde olmasında yarar olacaktır (Aksoy ve Yavuz, 2008). Ekolojik ve doğal kaynaklar açısından hayvancılığa elveriĢli bir ülke olan ülkemizde hayvancılık politikaların yetersiz oluĢu ve bunun sonucu olarak hayvancılık faaliyetinin doğaya bağlı geleneksel yöntemlerden tam olarak kurtulamaması, hayvan baĢına verimliliğin düĢük oluĢu ve sektörde oluĢan yapısal bozukluklar sonucunda, hayvancılık sektöründe istenilen düzeye ulaĢılamamıĢtır (Akpınar ve ark., 2012). Türkiye‟de hayvancılık sektörü, 1923 yılından bugüne kadar çeĢitli politikalarla desteklenmektedir. 538 Pazarlama faaliyetlerine devlet müdahalesi ise 1950‟li yıllarda Süt Endüstrisi Kurumu (SEK), Et Balık Kurumu (EBK), Yem Sanayi (YEMSAN) gibi Kamu Ġktisadi TeĢebbüsler (KĠT) ile devreye sokulmuĢtur (Yurdakul ve ark., 1999). Ancak, hayvancılıkla ilgili desteklemeler, bitkisel üretim sektörüyle kıyaslandığında süreklilik arz etmediği ve destekleme politikalarının uygulanması için yeterli alt yapının bulunmayıĢı nedeniyle hayvancılıkta istenen üretim artıĢı sağlanamamıĢ, hayvancılığın sorunları giderilememiĢtir (Yavuz, 1999; Sayın, 2002). Türkiye‟nin hemen hemen tüm bölgelerinde hayvancılık faaliyeti yapılmakta olup, bu sorunlar giderildiği takdirde ekonomiye katkısı çok yüksek olması kaçınılmazdır. ÇeĢitli Ģekillerde desteklenen bu sektörde en önemli amaç hayvancılığın karlı bir sektör olmasını sağlamaktır. Doğal koĢulların, mer‟a ve hayvan varlığı ile hayvancılığa elveriĢli bir potansiyele sahip olan ülkede, hayvancılığın geliĢmesi ve ihtiyaçların karĢılanmasında verimlilik artıĢının yanı sıra, uygun üretim bölgelerinin saptanması ve bölgeler itibariyle üretim planlaması hedeflerinin ortaya konulması gerekmektedir (Yavuz ve Keskin 1996). Hayvancılıkta kaynak kullanımının en yüksek düzeye çıkarılabilmesi için devletin istikrarlı bir tarım politikası uygulaması gerekmektedir. Ġstikrarlı politikaların olması sektör hakkında ülke ve bölge bazında sorunların bilimsel bir bakıĢ açısıyla analiz edilmesiyle mümkündür. Bu çalıĢmada Türkiye‟de hayvancılık sektörüne verilen desteklerin bir genel değerlendirmesi yapılması amaçlanmıĢtır. 2.MATERYAL VE YÖNTEM Bu çalıĢmada baĢta FAO ve TÜĠK olmak üzere çeĢitli ikincil verilerden ve bu konuda yapılmıĢ bilimsel makale, rapor ve tezlerden faydalanarak Türkiye‟de hayvancılığa verilen destekler incelenmiĢ ve mevcut sorunların çözülmesine yönelik öneriler geliĢtirilmiĢtir. 3.BULGULAR VE TARTIġMA Türkiye‟de tarımsal destekler; alan bazlı destekler, bitkisel üretim destekleri, hayvancılık destekleri, kırsal kalkınma destekleri ve diğer destekler (tarım sigortası, ÇATAK vb) Ģeklinde uygulanmaktadır. Türkiye‟de hayvancılığa verilen destek miktarlarında ve çeĢitlerinde son yıllarda önemli artıĢlar neticesinde hayvan sayılardan bir artıĢ gözlenmektedir (ġekil 1). 1980‟li yıllarda dıĢa açık ekonomi politikalarını sonucu hayvan sayılarındaki azalmaların ardından 2000‟li yıllardan sonra uygulanan politikalardaki değiĢmelerden dolayı hayvan sayısında artıĢlara neden olmuĢtur. GTHB 2013 yılındaki hazırladığı Stratejik Plan 20132017‟de hayvansal üretimde arz dengesinin sağlanmasında yüksek verimli etçi, sütçü, kombine ırkların yaygınlaĢtırılması ve küçükbaĢ hayvancılığa 539 yönelik üretim teĢvik edilecek, kanatlı et ürünleri ve su ürünleri ihracatı geliĢtirileceğini beyan etmiĢtir. ġekil 1.Türkiye‟de hayvan sayılarındaki değiĢmeler (www.tarim.gov.tr) Hayvancılığa yönelik süt ve buzağı desteği olmak çok farklı destekler verilmektedir Çizelge 1‟de de görüleceği üzere destek çeĢitlerinin etkisiyle 2003-2014 döneminde hayvancılığa toplam 15 Milyar TL (Anonim, 2015) destek verilmiĢtir. Bu desteklerin etkisiyle hayvan sayısında, hayvansal ürünlerin üretiminde, hayvancılık faaliyeti yapan iĢletmelerin yapısında ve üreticilerin refah seviyesinde önemli değiĢmeler olmuĢtur. 540 Yukarıda bahsedilen bu destekleme kalemlerinin uygulanması ile özelde hayvancılık destekleri olmak üzere, genel tarım destekleriyle ilgili desteklemenin değeri ve çeĢitlerinde artıĢ olmuĢ, 2002‟de %4,45 olan hayvancılığa yapılan desteklerin toplamı genel tarım destekleri içindeki payı 2015‟de %29,19 gibi yüksek bir orana ulaĢmıĢtır (Çizelge 2). 2015 yılı itibariyle 10.044.33 (bin TL) olan genel tarım desteklerinin 2.932.187 (bin TL)‟si hayvancılık desteklerine ayrılmıĢtır. Verilen desteklerin etkinliği ve istenen hedeflere ulaĢıp ulaĢmadığı ayrı bir tartıĢma konusu olsa da verilen desteklerdeki artıĢ sonucu hayvancılığa yönelik yatırımlarda artıĢlar gözlendiği söylenebilir. 4.SONUÇ Son yıllarda uygulanan tarım politikaları ve yapılan destekleme ödemelerinden en dikkati çekenlerinden biri de hayvancılık sektörüne verilen desteklemelerdir. Son yıllardaki desteklemelerdeki artıĢların etkisi görülmüĢ ve hayvancılık sektörüne ilgi ve bunun sonucu olarak sektöre yapılan yatırımlar artmıĢtır. Hayvancılık sektörünün mevcut sorunları ve çözüm önerileri aĢağıdaki gibi özetlenebilir: Hayvancılığa verilen destekler kısa dönem için sorunu hafifletse de uzun dönemde iĢletmelerin üretim maliyetlerini düĢürücü, verimliliği arttırıcı, pazar sinyallerine uygun destekleme politikalarının yaygınlaĢtırılmasına özen gösterilmelidir. 541 Hayvancılık faaliyet kolunda en önemli maliyet unsurlarından birisi olan meraları kayıt altına almak, verimliliğini artırmak, hayvancılığın hizmetine sunmak, tarımsal kaynak olarak sürdürülebilirliğini sağlamak amacıyla mera, yaylak ve kıĢlakların tahsisleri konusundaki politikalara hız verilmelidir. GeliĢmiĢ batılı ülkelerde gittikçe önemini arttıran hayvan refahı kavramına daha fazla önem vermek gerekmektedir. Bunun için gerek hayvan sağlığı, gerekse tüketicilerin daha sağlıklı hayvansal ürün tüketebilmeleri için hayvan ve hayvan ürünlerinin uluslararası hijyen kurallarına uygun üretilmesi için etkin hayvan sağlığı tedbirlerinin uygulanması gerekmektedir. Hayvancılık iĢletmelerinin en büyük sorunları arasında mera sorunu, pazarlama sorunu ve yem sorunu gelmektedir. Bu konuda daha rasyonel politikalar geliĢtirilmelidir. Desteklerin üreticiye ulaĢtırılmasında üretici birliklerin rolüne son yıllarda verilen önem devam etmelidir. Desteklerin üretici birlikleri üzerinden verilmesi politikasında eksik olan kısımlar giderilmeli, üreticilerin gerçek anlamda örgütlenerek kendi ayaklarının üzerinde durmalarına yönelik politikalar geliĢtirmek gerekmektedir. 5.KAYNAKLAR Akpınar, R , ÖzĢan, M, TaĢçı, K. (2012). Doğu Anadolu Bölgesi‟nde Hayvancılık Sektörünün Rekabet Edebilirliğinin Analizi” Sosyal Bilimler Elektronik Dergisi, Sayı 5 Aksoy, A., Yavuz, F. (2008). Hayvancılık ĠĢletmelerinin Avrupa Birliğine Uyumu ve Rekabet Edebilirliği; Doğu Anadolu Örneği. Tarım Ekonomisi 2008; 14 (1): 37- 45. Anonim,(2013a). Onuncu Kalkınma Planı. T.C. Kalkınma Bakanlığı Ankara. Anonim,(2013b). Stratejik Plan (2013-2027). 2013. Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı Yayınları. Ankara. Anonim, (2014). T.C. Kalkınma Bakanlığı Onuncu Kalkınma Planı, Hayvancılık Özel Ġhtisas Komisyon Raporu. Ankara. Anonim, (2015). Tarımsal Destekler Bülteni. Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı, Strateji GeliĢtirme BaĢkanlığı Yayınları, Sayı:2. Ankara. 542 TARIMDA ARILARIN ETKĠLERĠ VE ÖNEMĠ Alper Cessur1 Can Karacan2 Yağmur Bulut3 1.Süleyman Demirel Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarımsal Biyoteknoloji Bölümü 2.Süleyman Demirel Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarımsal Biyoteknoloji Bölümü 3.Süleyman Demirel Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarımsal Biyoteknoloji Bölümü ÖZET Doğada bitkilerin tozlaĢmasında pek çok faktör etkilidir. Bu faktörlerden en önemlisi arılardır. Arılar bitkilerin hem tozlaĢmasına yardımcı olarak verim artıĢına neden olmakta hem de tarımsal ekosisteme büyük katkılar sağlamaktadır. Özellikle arıların tozlaĢmada büyük öneme sahip olduklarından yetiĢtiriciliği de yapılmaktadır. Fakat düĢük sıcaklık ve ıĢıkta, kültürü yapılan birçok tüplü bitki türünde yeterince verimli olamadıkları için farklı arılar tercih edilmektedir. Yapılan bir araĢtırmaya göre arıların azalması dünya tarımını tehdit etmektedir. ÇeĢitli ülkelerde arıların tozlaĢmadaki verimini arttırmak amacıyla pek çok çalıĢma yapılmıĢtır. Ülkemizde bu alandaki çalıĢmalar son yıllarda daha da önem kazanmıĢtır. Arıların varlığında yapılan etkili tozlaĢmada ürünün kalitesinin ve veriminin arttığı araĢtırıcılar tarafından kanıtlanmıĢtır. Bu araĢtırmaların sonuçları da arıların doğal ve tarımsal ekosisteme olan katkılarının önemini vurgulamıĢtır. Bitkilerde kullanılan kimyasal tarım ilaçları bal arıları ile yaban arılarını olumsuz yönde etkilemektedir. Her bitkinin özellikleri farklı olduğu için özelliklerine uygun arılar kullanılmalıdır. Birçok farklı arı türü olması ve bu türlerin 300‟e kadar farklı cinslerinin bulunması ise büyük bir avantajdır. ANAHTAR KELĠMELER: Tozlaşma, Agroekosistem, Arıcılık, Arılar Olmazsa 1.GĠRĠġ Tarımsal ekosistemler doğal yolla değil, insan eliyle oluĢturulan ekosistemlerdir. Arılar, özellikle besin gereksinimlerini karĢılamak amacıyla çiçekli bitkiler ve meyve ağaçlarından polen ve nektar toplarken bitkilerin döllenmesine ve ürün artıĢına katkıda bulunan önemli böceklerdir. Tarımsal üretimde arılar ürün kalitesinin artmasını ve bitki popülasyonunun 543 devamlılığını sağlarlar. Günümüz tarımında özellikle pestisitlerin kullanılması yabani tozlayıcıların sayısını önemli ölçüde azaltmakta ve bunun sonucu olarak tarım alanları ve yabani bitki popülasyonları da önemli ölçüde azalmaktadır. Bu azalmayı önlemek içinde popülasyonda bu görevi yine arılar üstlenmektedir. Arılar dünya üzerinde tamamen yok olması insanlığın dört yıl içinde kaybolması araĢtırmalar sonucu açıklanmıĢtır. 2. ARILARILARA ZARAR VEREN FAKTÖRLER 2.1. Böcek Ġlaçlarını Kullanımı 40 yıl önce DDT ve diğer zararlı tarım ilaçları dünyanın büyük bir kısmında yasaklanmıĢtı. Onların yerine “zararsız” tarım ilaçları olarak geçen neonikontinoidler kullanılmaya baĢlandı. Bugün gelinen noktadaysa araĢtırmalar, bu ilaçların zannedildiği kadar masum olmadığını ortaya koyuyor; artık biliyoruz ki neonikontinoidler çok sayıda omurgasızın ve arının ölümüne neden oluyor. Bu tozlaĢtırıcı unsurlar olmadığı takdirde de dünyada tarımın devamı mümkün görünmüyor. Neonikontinoidlerden beslenen arılar hemen ölmüyor ve bu zararlı maddeyi kovandaki balda depoluyor. Bir süre sonra arılarda beslenme sorunlarına ve iĢçi arı ölümlerine neden oluyor. Kovan, iĢçi arı ölümlerini daha çok iĢçi arı üreterek kapatıyor ancak bir sonraki sene ana arı da zehirleniyor ve kovan tamamen yok oluyor. Arılara zararları ön planda olsa da karıncalar, termitler ve sucul böceklerin larvaları da bu ilaçlardan büyük zarar görüyor. Bu, tarım ilaçlarının kullanılmaya devam etmesi durumunda, ileride ekosistemde insan da dâhil daha çok canlının birikimden kaynaklı hastalıklardan payını alabileceği anlamına geliyor. Dünyadaki karasal hayatın devamı büyük ölçüde arıların ve tozlaĢmayı sağlayan canlıların varlığına bağlı. 2.2.Arılara Zarar Veren Canlılar TozlaĢtırmada arılar ne kadar önemliyse, arı zararlıları da küçümsenemeyecek kadar önemlidir. Arı biti; bal arılarının gıdalarına ortak olan, polen, bal ve arı sütü ile beslenen bir bal arısı zararlısıdır. Parazit yaĢamalarına rağmen uygun geliĢme ortamlarında varroa kadar tehlikeli olabilirler. Varroa bal arılarının üzerinde yaĢayarak kan sıvıları ile beslenen bir dıĢ parazittir. Kolonilerin geliĢme hızının azalmasına, hastalıklar, enfeksiyonlar gibi ciddi sorunlar getirirler. 544 3.ARILAR SAYESĠNDE DOĞANIN DEVAMI VE TOZLAġMANIN ÖNEMĠ TozlaĢmayı sağlayan birçok faktör vardır. Ama özellikle de arıların denetimi ve yetiĢtiriciliği insanlar tarafından yapılabildiği için diğer böceklere oranla tozlaĢma çalıĢmalarında etkili olarak kullanılmaktadır. Dünyanın her yerinde tozlaĢma için çalıĢmalar sürmektedir. Ülkemizde ise son yıllarda bitki üreticileri arı kolonileri kullanarak tozlaĢmaya etkili bir Ģekilde katkı sağlamaya baĢlamıĢlardır. Meyve bahçelerinde de kurulan arı kovanları kalite ve meyve sayısında önemli artıĢlar gözlenmektedir. Diğer bir araĢtırmada ise tozlaĢması istenilen bitkiye Nassanof feromonu uygulanmıĢ ve bu kokular sayesinde arıların aynı bitkiyi tekrar tekrar ziyaret etmeleri sağlanmıĢ kolonideki diğer arılarında aynı yere yönelmeleri sağlanmıĢtır. Ġstenilen bitkiye nassanof feromonu uygulanması bitki çeĢitliliğini ve verimini artırır. Bal Arılarının bir tür bitki üzerinde denemeler sonucu arı kolonilerine yakın ağaçlarda görülen ürün sayısının koloniye uzak olan aynı bitki türünde ki ürün sayısında % 40 Lara yakın verim kaybı oluĢtuğu görülmüĢtür. Bal arıları diğer arı türlerine karĢı koloni kurma ve tozlaĢmada daha iyi durumdadır. Büyük derecede verim ve kaliteyi değiĢtirdiği görülmüĢtür. Bal arılarının bitki tozlaĢmasındaki öneminden dolayı birçok Ülkelerde yetiĢtiriciler bitkilerin çiçeklenme döneminde arı kovanları kiralayarak balarılarından büyük ölçüde yaralarmıĢlardır. Balarıları gibi bombus arıları da bitkilerde tozlaĢmaya yardımcı olurlar. Bombus iri yapılı, tüylü ve göz alıcı renklere sahiptir. laboratuvar koĢullarında yetiĢtirilmeye uygun, büyük bir koloniye sahiptir. Türün yayılma alanı çok geniĢ olduğu için tarlalarda çok sayıda bitki türünü ziyaret etmektedirler. 4.SONUÇ Yapılan araĢtırmalar sonucunda tozlayıcı olarak arıların kullanılmasına büyük oranda gereksinim duyulmaktadır. Meyveler ve bitkilerde arılar yüksek oranda ürün artıĢına sebep olmaktadır. Yapılan bu çalıĢmalarda ulaĢılan sonuçlar tozlaĢanın tarımsal ve ekonomik önemini açıkça ortaya koymaktadır. Arıların ekosisteme, tarıma ve ekonomiye sağladığı katkılar küçümsenemeyecek kadar önemlidir. TozlaĢmada görev yapmaları hem bitki popülasyonlarının devamlılığını sağlar hem de meyvelerin verimliliğini artırmaktadır. Bu nedenle ülkemizde de arı yetiĢtiriciliğine daha da önem verilmeli ve tarımda arıların kullanılması bilinci halka kazandırılmalıdır. 545 KAYNAKÇA 1.Magma dergisi (2015) 2. Kuvancı, Arıcılık AraĢtırma Dergisi Sayı:2 2009 3. Ulusal Cevre Simpozyumu Tebliğ Metinleri Adana, Tubitak 4. Kultur bitkilerinin tozlasmasında bal arısı. Atatürk Üniv. Zir.Fak. Derg 5. Doğadan Toplanan Bambus Ana Arılarının Laboratuvar KoĢullarında Koloni OluĢturma ve Koloni GeliĢimi Özellikleri, Veterinary and Animal Science 23(1999) 6. Çankaya, Samsun Tarım Ġl Müdürlüğü Çiftçi Eğitimi ve Yayım ġubesi Yayını,2008. 7. , Insect Pollination of Crops. 2ndedn.London, Academic Press,1993. 546 SARIMSAĞIN ANTĠMĠKROBĠYEL HAZĠNESĠ BüĢra SONKAYA Süleyman Demirel Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bahçe Bitkileri ÖZET Sarımsak zambakgiller familyasından olan bir türdür. Allium cinsi içerisinde yer almaktadır. Sarımsak eski çağlardan beri yemeklerde lezzet verici olarak kullanmanın yanında birçok hastalığı tedavi etmek amacıyla da kullanılmaktadır. Sarımsağın sırrı ona kokusunu veren allisin maddesinden geldiği bilinmektedir.Yapılan çalıĢmalar ile sarımsağın içerisinde antioksidan, antibakteriyel ve antifungal etkileri bulunmuĢtur. Sarımsağın antimikrobiyel özelliği ilk olarak 1958 yılında Louıs Posteur tarafından bulunmuĢtur. Sarımsağın bakterileri, mantarları, parazitleri öldürmek, kan basıncını, kan Ģekerini ve kolesterolü düĢürmek, karaciğeri korumak ve antitümör maddeleri ihtiva etmek gibi harika özellikleri bulunmaktadır. ANAHTAR KELĠMELER :Sarımsak, Antimikrobiyal, Antioksidan, Allisin GĠRĠġ Sarımsak zambakgiller familyasından olan bir türdür. Allium cinsi içerisinde yer almaktadır. Latice adı “Allium sativum” dur. Sarımsağın tarihi, arkeolojik kayıtlardan tarihin ilk çağlarında Sümerlerin , sarımsağı bildikleri ve ilaç olarak kullandıkları anlaĢılırken , eski Mısırlar‟ın da aynı Ģekilde kullandıkları bilinmektedir. GELĠġME Ekonomik Önemi, Anavatanı ve Yayılma Alanları Sarımsak ülkemizin her tarafında yetiĢtirilen bir sebzedir. Sarımsak çevre Ģartlarına iyi adapte olabilen yapısından dolayı ülkemizin her tarafında yetiĢtirilmekle birlikte ideal üretim alanlarının deniz ikliminden kara iklimine geçilen yöreler olduğu kolayca görülür. Kastamonu, Amasya, Tokat illerimizde önemli boyutlarda sarımsak üretimi baĢarıyla sürdürülmektedir. Sarımsağın Türkiye‟de ne zamandan beri yetiĢtirildiği yolunda kesin bir kayıt bulunmamaktadır. Ancak Evliya Çelebi Seyahatnamesinde sarımsakla ilgili kayıtlar bulunmaktadır. Türklerin Orta Asya‟dan göç etmeden önce sarımsağı kullandıkları da bilinmektedir. Sarımsağın anavatanının Akdeniz ülkeleri, Ġran ve Afganistan olduğu bir çok araĢtırıcı tarafından bildirilmiĢtir. Sarımsağın M.Ö. I. Ve II. Yüzyıllarda Çin‟de ilaç 547 olarak kullanıldığı verilen bilgiler arasındadır. Bayraktar, 1970 Firavun mezarlarında sarımsak baĢlarının bulunduğunu bildirmektedir. Sarımsağın Avrupa‟daki 15. Ve 16. Yüzyıllarda baĢlamıĢtır. Sarımsağın insan sağlığında oynadığı rolün belirlenmesinden sonra sarımsak kullanımı engelleyen kokusu üzerinde çalıĢmalar yoğunlaĢmıĢ, bunun sonucunda da sarımsak üretim ve tüketimi önemli boyutlarda artmıĢtır. Bugün ABD‟de sarımsak son derece kıymetli bir sebze olup önemli miktarlarda üretilmekte ve tüketilmektedir Sarımsağın Ġnsan Sağlığı Açısından Önemi Sarımsak salgın hastalıklara karĢı kalkandır. Kanser , kalp ve Damar hastalıkları gibi en önemli hastalıklara karĢı koruyucudur. Ġnsan sağlığı açısından sarımsağın en önemli faydaları ölümlere sebep olan atardamar kireçlenmesine iyi geliyor. Yara ve çıbanları iyileĢtiriyor. Krampları yok ediyor. Akciğeri, karaciğeri , safra kesesini ve kalbi kuvvetlendiriyor. Bağırsak kurtlarını ve diğer parazitleri yok ediyor. Mide ve bağırsakları dezenfekte ediyor. ĠĢtah açıyor. Tansiyonu düĢürüyor. AteĢi düĢürüyor. Sarımsak yıllardır kardivasküler hastalıkların tedavisi için kullanılmaktadır. Kolestrol ve kan basıncını düĢürdüğü bilinmektedir. Sarımsağın en önemli biyokimyasal özelliklerinden biri antioksidan potansiyelidir. Sarımsak orta çağda vere ve veba hastalığında kullanılmıĢ ve baĢarılı olunmuĢtur. Yüzyıllar boyunca hastalıklara çare olarak kullanılan sarımsağın antimikrobiyel,antifungal etkisi bildirilmiĢtir. Türkiye, Dünyada sarımsak üretimi yönünden %4‟lük pay ve 7. Sırada yer almaktadır. Ülkemizde sarımsak Ege , Karadeniz , Akdeniz ve Ġç Anadolu bölgelerinde yetiĢtirilmektedir. SONUÇ Sarımsağın antimikrobiyel özelliğini ilk olarak 1858 yılında Louis PASTEUR tespit etmiĢtir. Daha sonra yapılan çok sayıda çalıĢma ile sarımsağın antifungal , antibakteriyel ve antivirutal etkileri bulunmuĢtur. Sarımsaktaki Allisin miktarı %0.2-0.4 sınırları arasındadır. KAYNAKÇA www.diyadinnet.com Sonunbaslangici.blogcu.com Gencziraat.com/bahcebitkileri/sarımsak-yetiĢtiriciliği. htmlhttp://www.ziraatciyiz.biz/ Mustafa Evren1*, Mustafa Apan2 , Canan Albayram3 SARIMSAĞIN ANTĠMĠKROBĠYEL ÖZELLĠKLERĠ MAKALESĠ 548 TOPRAKSIZ TARIM KÜLTÜRLERĠ Ebrar ALTIKARDEġ Süleyman Demirel Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bahçe Bitkileri Bölümü ÖZET Ġlk kez 1930 yılında Ġngiltere'de temelleri atılan bu yöntem Hollanda tarafından geliĢtirdi. Türkiye'de ise ilk olarak 1995' de Antalya'da kullanılmaya baĢladı. Topraksız tarım, her türlü tarımsal üretimin besin eriyikleri ile beslenmiĢ özellikle seralarda oluĢturulan katı ortamlarda yapılan güncel tarım yöntemleridir. Topraksız tarımın amacı; Bitkilerin besin madde ve su gereksinimlerini bitkiyi strese sokmadan bitki solüsyonları ile ekonomik bir Ģekilde yetiĢtirilmektedir Su tasarrufu ve daha az masrafla bire beĢ verim kalitesiyle seralarda daha çok tercih edilmektedir. Topraksız tarım su kültürü ve katı ortam kültürü olmak üzere iki gruba ayırarak inceleriz. ANAHTAR KELĠME;Topraksız Tarım,Su Kültürü ,Katı Ortam Kültürü , Besin Ortamları GĠRĠġ Topraktan kaynaklanan sorunların çözümü için alternatif yöntem olan topraksız ortamlarda bitki yetiĢtiriciliği konusunda ilk çalıĢmalar 19. yüz yılın ortalarına dayanmaktadır. Ancak bu konudaki ilk olumlu sonuçlar 1940‟lı yıllarda alınmaya baĢlamıĢ bitki yetiĢtiriciliğinde kullanılabileceği konusunda umutlar doğmuĢtur. Yöntemin seralarda kullanılmaya baĢlanması 1950‟li yıllarda hızla yayılma eğilimi göstermiĢtir . Bugün seracılıkta çok önemli bir yeri olan Hollanda‟da sera sebzeciliğinin tümü ; Ġngiltere, Belçika, Almanya, Fransa gibi ülkelerde de % 30-90 arasındaki kısmı topraksız tarım biçiminde yapılmaktadır. Topraksız kültür yetiĢtiriciliğinde 50 yıldır çok sayıda yöntem denemesine rağmen, halen kullanılan topraksız yetiĢtiricilik yöntemlerinden iki biçimi önem kazandırmıĢtır. 1) Su Kültürü (Hidroponik) NFT (Besleyici Film Tekniği=Nutrient Film Technique): Aeroponik 549 Durgun Su Kültürü Akan Su Kültürü 2) Katı Ortam Kültürü (Agregat Kültürü): 2.1. Substrateler 2.1.1. İnorganik Substratler a) Kum b) Çakıl c) Perlit d) Ponza (Volkan Tüfü) e) Vermikulit f) Kaya yünü g) Cam yünü h) Cüruf ı) Plastik köpük (Styromul=Polystyrene) 2.1.2. Organik Substratler a) Turba (=Torf) b) Ağaç Kabuğu c) TalaĢ Ortamlarda Bulunması Gereken Temel Özellikler 1. Ortamı teĢkil eden materyallerin hacmi, kuru ve yaĢ iken değiĢmemelidir. BaĢka bir deyiĢle kuruduğunda aĢırı bir Ģekilde büzülmemelidir. Aksi takdirde son derece hassas olan çelik kökçükleri ile narin süs bitkilerinin kökleri kolayca zarar görebilir. 2. Su tutma yeteneği iyi olup sık sık sulama gerektirmemelidir. 3. Havalanma koĢulları iyi olmalıdır. Bol oksijenli ortamda kök geliĢimi daha iyi olur. 4. Toplam %95 civarında gözenekliliğe (porozite) sahip olmalıdır. 5. Hava ve su kapasitesi dengesinin (ince ve kaba gözenekleri dengeli) uygun olması gerekir. 6. Ortamın asiditesi yetiĢtirilecek bitkiye uygun olmalıdır. 7.Yeterli miktarda bitki besin maddeleri içermeli, yorgun olmamalı yada dıĢarıdan beslenmeye dayalı bir üretim sistemi için de kullanılıyorsa gübreleme ile serilen bitki besin maddeleri kolayca bitki tarafından alınabilecek özellikte olmalıdır. 550 8. Nematodlara, mantarlara, böceklere, yabani otlara ve tohumlarına karĢı steril olmalı/steril edilmiĢ olmalıdır. 9. Ortamın gaz değiĢim kapasitesi (KDK) iyi olmalıdır. 10. Tampon kapasitesi yüksek olmalıdır. 11. Organik madde miktarı yüksek olmalıdır. 12. Geçirgen olmalıdır. 13. Stabilitenin yüksek olması (biyolojik, fiziksel ve kimyasal parçalanmaya dayanıklı olması) gerekir. 14. Bol ve kolay temin edilmelidir. SONUÇ Diğer üretim sektörlerinde olduğu gibi tarım ve ormancılıkta da son yıllarda hızlı geliĢmeler görülmektedir. Plastiklerin kullanımının yaygınlaĢması ile hızla geliĢen seracılıkta bu durum daha da belirgin hale gelmiĢtir. Topraksız yetiĢtirme, fertigation olarak adlandırılan sulama ile birlikte gübreleme tekniklerinin geliĢtirilmesi, ayrıca iklim düzenlemelerinde bilgisayar kullanımı bu üretim alanına bir endüstri kolunun görünümünü kazandırmıĢtır. Ülkemizde gerek tarım gerekse ormancılıkta yöreye özgü topraksız yetiĢtirme ortamı alternatiflerinin türe ve üretim noktalarına göre belirlenmesi ürün ve kalitede olumlu geliĢmeler doğuracağı açıktır. KAYNAKLAR AYAN , S . Fidan Üretiminde Topraksız Kültür Ortamı Alternatifleri. Gazi Üniversitesi Orman Fakültesi Orman Müh. Bölümü 37200 KASTAMONU 551 552 TOHUM ÇĠMLENMESĠNDE ETKĠLĠ OLAN ÇEVRESEL FAKTÖRLER VE BAZI ÖN UYGULAMALAR Habibe BĠÇER Süleyman Demirel Üniversitesi, Ziraat Fakültesi Bahçe Bitkileri Bölümü ÖZET Bitki yetiĢtiriciliğinde ilk aĢama tohum ekimi ve çimlendirilmesidir. Bu iĢlemden sonra tohum çimlenmesinin baĢlaması ve devam etmesi farklı bitki tür ve çeĢitlerin tohumlarının niteliği ve özel isteğine göre değiĢmekle birlikte önemli çevresel faktörlerin (su, sıcaklık, oksijen ve ıĢık) istenen seviyede ortamda bulunmasına bağlıdır. Bu çalıĢmada tür ve çeĢitlere göre değiĢmekle birlikte tohumların çimlendirilmesi için uygun ortam oluĢturmak veya kontrollü Ģartlarda tohum çimlenmesini ve buna bağlı olarak dolaylı Ģekilde bitki büyümesini olumlu yönde etkileyen çeĢitli uygulamalar (osmo ve hidropriming, düĢük ve yüksek sıcaklık uygulamaları, çeĢitli bitki büyümesinde etkili hormon uygulamaları, su ile ıslatma ve kurutma uygulamaları, bazı kimyasala maddeler ile uygulama, sıvı ekim uygulaması, bu uygulamaların kombinasyonları ve diğer bazı özel uygulamalar gibi) ve konuda yapılmıĢ araĢtırmalarda kullanılan özel teknikler ve elde edilen sonuçlar değerlendirilmiĢtir. ANAHTAR KELĠMELER: Tohum, çevresel faktörler, çimlenme, bitki büyümesi, ön uygulamalar GĠRĠġ Çimlenme ana bitkiden ayrılmıĢ bulunan tohumda büyüme faaliyetinin baĢlaması embriyodan yeni bir bitkinin oluĢması olayıdır. Çimlenme sonucu oluĢan yeni bitki çöğür yoz veya fide diye adlandırılır. Bitkisel üretimde, yetiĢtiriciliğin ilk aĢaması, tohum ekilmesi ve bunların uygun koĢullarda çimlendirilmesidir. Çimlenme için üç esas Ģartın bulunması gerekir. Bunlar: Embriyonun canlı ve çimlenme yeteneğinde olması, tohumun mutlaka uygun çevre Ģartları içinde bulunması, çimlenmeyi engelleyen iç etmenlerin ortadan kalkmıĢ olması gerekir. Çimlenme olayı tohumun bünyesinde oluĢan birçok biyokimyasal ve fizyolojik değiĢikliklerden oluĢan bir olaydır. Bu aĢamada oluĢan olumsuz ekolojik koĢullar, teknik hatalar (düĢük toprak sıcaklığı, toprakta kaymak tabakası 553 oluĢumu gibi) ve tohumun yapısından kaynaklanan olumsuzluklar çimlenme ve fide çıkıĢını olumsuz yönde etkilemektedir. Çimlenme olayı ortamda mevcut suyun tohum tarafından emilmesi ile baĢlar. Suyun etkisiyle tohum kabuğunun yumuĢaması protoplazmanın sulanması ile tohum ĢiĢer ve kabuğu çatlatır. Çimlenen tohumda suyun alınmasını izleyen solunum hızının artıĢıdır. Çimlenmenin devamı için suda çözünmez halde bulunan karmaĢık (kompleks) yapıdaki maddelerin enzimler yardımıyla çözünebilir basit maddeler haline geçmesi ve büyüme noktalarına taĢınması gerekir. Bu maddeler büyüme noktalarında büyüme için gerekli enerjiyi sağlamada kullanılır. Bunların bir kısmı da yeni hücrelerin yapı maddesi haline dönüĢür. Büyüme noktalarındaki hücrelerin bölünme büyüme ve farklılaĢması ile genç bitki oluĢmaya baĢlar. Bu bitki kendi yaprakları yeterli miktarda fotosentez yapıncaya kadar geliĢmesi için tohumdaki yedek besin maddelerini kullanır. Tohumun çimlenmesi karmaĢık bir olaydır. Bundan dolayı çimlenme dinlenme halindeki tohumda metabolik faaliyetin (aktivite) artmasına neden olan ve embriyodan bir bitkinin oluĢumunu baĢlatan olaylar dizisi olarak dikkate alınabilir. Çimlenen tohumda çimlenmenin sona erdiği ve büyümenin baĢladığı esas devreyi tayin etmek son derece güçtür. Çünkü tohumda çimlenme radisil (kökçük) sürgün ve koleoriza gibi embriyo kısımlarından birisinin tohum içinde oluĢan büyüme sonucu tohum kabuğunu delerek dıĢarı çıkmasıyla saptanmaktadır. Birçok bitkinin tohumlarında tohum kabuğunu delerek ilk dıĢarı çıkan embriyo bölümü radisildir. Bu nedenle genellikle tohum kabukları arasından radisil çıkıntısının görülmesi çimlenme olarak kabul edilmektedir. Meyve ağaçlarının tohumlarında embriyonun çimlenip çimlenmediği radisilin geliĢme durumu izlenerek saptanır. Radisili 5 mm veya daha fazla uzamıĢ olan embriyolar çimlenmiĢ olarak dikkate alınır. Çimlenme mekanizması Ģu Ģekilde olur: ġartlar uygun olduğunda tohum su alarak ĢiĢer ve tohum kabuğu çatlar. Alınan su tohumda absisik asit etkinliğini kırar. Alınan suyun etkisi ile endosperm hücreleri giberillin üretir. Giberillin absisik asidin etkinliğini azaltırken amilaz etkinliğini artırırır. Amilaz etkisi ile niĢasta glikoza parçalanır. OluĢan glikoz çatlayan kabukla beraber alınan fazla miktardaki O2 kullanılarak solunumda harcanır. Çimlenme ile beraber tohumda ağırlık azalması gerçekleĢir. 554 Metabolizmanın hızlanması ile beraber hücre bölünmesi hızlanır. Meristem etkisi ile bitkiye yeni hücre ve dokular katılır. Bitki uç meristemi ile boyca kambiyum ile ence kalınlaĢarak büyür. MATERYAL VE YÖNTEM Tohum dormansisi ve çimlenme arasındaki iliĢkiyi belirlemek için pek çok çalıĢma yapılmıĢtır. Genel olarak birçok meyve türünün olgunlaĢmıĢ sağlam tohumları sıcaklık, nem, oksijen ve ıĢık gibi çevre koĢullarının uygun olmasına rağmen çimlenmezler. Bu olaya dormansi denir ve kayısı, badem, erik, Ģeftali, kiraz gibi hemen hemen tüm ılıman iklim meyve türlerinin tohumlarında görülür. Embriyonun bünyesinde ve dıĢ kabuğun etkisiyle oluĢan dormansi birbirinden farklıdır. Embriyoyu çevreleyen katmanların uzaklaĢtırılması dıĢ kabuğun oluĢturduğu dormansiyi kaldırmaktadır. Embriyonun geliĢme potansiyelinin dıĢ kabuğun mekanik sınırlamasından daha güçlü olan tohumlarda çimlenme baĢlar. Dormant tohumlar çimlenme için gerekli Ģartlar yeterli olmadığından çimlenemez. Dormant olmayan tohumlar eğer çimlenme için gerekli Ģartlar sağlanırsa çimlenirler. Bazı bitki türlerinin tohumları için su yeterlidir. Diğer bazı türlerde ıĢık, toprak Ģartları, sıcaklık dalgalanmaları gibi ilave faktörlerde önemlidir. Eğer bu faktörler olmazsa çimlenme engellenir ve tohumlar zorunlu dinlenmeye (yalancı dinlenme) girerler. Dormansi durumu içsel Giberalik asit (GA) ve Absisik asit (ABA) ile iliĢkilidir. Ġçsel hormon noksanlığı gösteren mutant bitkilerde GA ve ABA uygulamalarının çimlenmede önemli etkiler gösterdiği belirlenmiĢtir. Dormansiyi kırmak ve uygunsuz koĢullarda ekilen tohumların düzgün bir çimlenme ve çıkıĢ sağlayabilmeleri için hasat sonrası ve ekim öncesi bazı uygulamalar yapılmaktadır. Bu uygulamalar arasında tohumların; katlamaya tabi tutulması, iriliklerine göre sınıflandırılmaları, ekim öncesi ıslatma, büyümeyi düzenleyiciler, asitlerle aĢındırma, vitaminler, besin maddeleri veya osmotik çözeltilerde tutma, çimlendikten sonra jel halinde ekilmesi, kaplama ve bantlama gibi priming olarak adlandırılan uygulamalar sayılabilir. BULGULAR: Tohum Çimlenmesini Etkileyen Çevresel Faktörler 1. Su: Tohum çimlenmesinin baĢlaması ve oluĢan bitkiciklerin yaĢamını devam ettirmesi en önemli ana faktörlerden biridir. Topraktaki osmotik potansiyel bulunan tuzların varlığı suya bağlıdır. Çimlenme ortamında yüksek tuz bulunması ortamda nem düĢük olduğunda olumsuz etki yapabilmektedir. Bazı tohumlar bünyelerinde engelleyici madde bulundurmaları ve müsilajlı madde ile kaplı olmaları nedeniyle yıkanmaya gerek duymaktadırlar. 555 2. Sıcaklık: Çimlenme süresini düzenleyen en önemli faktörlerden birisidir. Dormansinin kontrolünde doğrudan iliĢkilidir. DüĢük sıcaklıklarda çimlenme oranı genellikle düĢüktür. Ilıman iklimdeki bitkilerin tohumları optimum 2430°C‟de çimlenirken4,5-40°C arasında geniĢ sıcaklık aralığında çimlenebilme yeteneğine sahiptirler. Ayrıca bu kuĢaktaki bitkilerin tohumlarının çimlenebilmesi için tür ve çeĢide göre değiĢen belli sürelerde düĢük sıcaklıkta (3-4°C) katlamaya tabi tutulmaları gerekmektedir. 3. Oksijen: çimlenme ortamı ve embriyo arasındaki gaz alıĢveriĢi hızlı ve üniform çimlenme için çok önemlidir. Oksijen çimlenen tohumların solunumu sürecinde rol oynamaktadır. OluĢan metabolik aktivite miktarı arttığında oksijen alımı da artmaktadır. Ortamda aĢırı su olduğunda oksijen birikimi sınırlanmaktadır. 4. IĢık: Yapılan araĢtırmalarda bazı bitkilerde dormansiyi uyarırken, bazı bitkilerde buetkiyi kaldırdığı belirlenmiĢtir. Yapılan çalıĢmalarda suda bir süre bekletilen tohumların kırmızı ıĢığa maruz bırakıldıklarında çimlenme oranlarında artıĢ olduğu, kızıl ötesi ıĢığın ise engelleyici etki yaptığı belirlenmiĢtir. Bitkilerde tohum kabuğu ve embriyonun ıĢığa hassasiyet gösteren sensör özelliğinde oldukları, bunların uzaklaĢtırıldıklarında ıĢığın etkisinin kaybolduğu saptanmıĢtır. A.Osmotik Çözeltilerde (Osmopriming) ve Suda (Hidropriming) Bekletme Tohumların osmotik çözeltilerde tutulması, 1970 ve sonrasında kullanılan ekim öncesi uygulamalarından birisidir. Bu uygulamalarda amaç, tohum içindeki su ile dıĢındakiçözeltinin osmotik basınçları arasında fark yaratmak ve böylece çimlenmeyi baĢlatacak kadar suyun giriĢini sağlamaktır. Teorik olarak çimlenmesi uyarılmıĢ tohumlar hızlı ve yüksek oranda çıkıĢ gösterirler. Hidropriming uygulaması suya doyurulmuĢ bir atmosferde (%100 oransal neme sahip bir ortamda) su alınımının ilk safhasında tohumların bünyelerine çok yavaĢ su giriĢi sağlayan bir çimlenme öncesi uygulamadır. AraĢtırıcılar farklı türlerde Basu ve Pal pirinç tohumlarında, marul tohumlarında, Sivritepe bezelye, Sivritepe ve DemirtaĢ soğan ve çetinel 150 biber tohumlarında hidropriming uygulamalarının yararlı etkilerini ortaya koymuĢlardır. Çimlenmesi geç ve zor olan küçük embriyolu bazı sebze tohumlarının olumsuz toprak koĢullarında çimlenmelerini iyileĢtirmek ve homojen fide çıkıĢını sağlamak amacıyla yapılan çalıĢmalarda, havuç baĢta olmak üzere kereviz, pırasa, soğan ve maydanoz gibisebze tohumlarının ekim öncesi bazı tohum uygulamaları (Priming) sonunda özellikledüĢük ve yüksek toprak sıcaklıklarında hem çimlenme hem de çıkıĢ oranlarının arttığı, hemde erken ve homojen fide çıkıĢı sağlandığı belirlenmiĢtir. Yapılan bir çalıĢmada 273 gr/lt, -10 bar‟lık 556 osmotik basınca sahip PEG-6000 ve 70gr/lt, -20 bar‟lık osmotik basınca sahipKH2PO4 15 °C‟de 10 gün süre ile havuç tohumlarında yapılan uygulamada çimlenme oranlarında artıĢ belirlenmiĢtir. B. Hormon Uygulanması Bitki büyüme ve geliĢmesinde rol oynayan en önemli içsel faktörlerden birisi olan bitki hormonlarının keĢfi ile bitki büyümesini ve büyüme ile ilgili birçok faaliyetleri kontrol altına almak mümkün olmuĢtur. Bunlardan oksinler, gibberalinler, absisik asit (ABA) ve sitokininler çok çeĢitli fizyolojik etkilere sahiptir. Gibberalinler tohum ve tomurcuk dormansisinin ortadan kaldırılması, tohum çimlenmesinin kontrolü ve uyarılmasında çok önemli rol oynarlar. GeliĢen tohumlarda yüksek oranda bulunurlar. Özellikle dikotiledon bitkilerin daha olgun tohumlarında miktarı daha düĢüktür. Gibberalinler tohum çimlenmesi üzerinde bu süreçte rol alan enzimlerin uyartılması ve çimlenmenin sonraki aĢamasında embriyodan endosperme taĢınarak α-amilaz enzimini uyararak gerekli enerjiyi sağlamak için niĢastanın Ģekere dönüĢmesinde rol oynamaktadır. GA embriyonun büyüme potansiyelini uyarır ve embriyoyu çevreleyen yapıları zayıflatır. GA‟ya bağlı olarak endospermde üretilen endo-β-mannanaz endosperm hücre duvarlarının bozulmasını sağlayarak çimlenmeye yardımcı olabilmektedir. Doğal olarak oluĢan ABA sadece tohum çimlenmesinde değil aynı zamanda bitki büyümesinde engelleyici rol oynamaktadır. ABA çiçek ve meyvelerde absisyona neden olma, tomurcuk ve tohumlarda dormansinin teĢvik edilmesi, strese adaptasyon mekanizmasının geliĢmesinde etki göstermektedir. Meyvenin olgunlaĢmasıyla miktarı artar. Embriyonun zayıf geliĢmesinden sorumlu olduğu belirtilmektedir. Tohum geliĢiminde oksin ve sitokininlerin rolü fizyolojik durum ve içsel hormon seviyesi arasındaki iliĢkiyle sınırlanmıĢtır. Özellikle tohum çimlenmesinde sitokininlerin, ABA gibi engelleyicilerin etkisini azaltıcı veya kaldırıcı etki yaparak dolaylı Ģekilde olumlu etki yaptığı belirtilmektedir. C. Su ile Islatma- Kurutma Uygulamaları Bu uygulama Ģekli aslında yeni bir yöntem değildir. Üreticiler bu yöntemi çok eskiden beri bilinçli ve bilinçsiz olarak uygulamaktadırlar. Su ile ıslatma-kurutma uygulaması araĢtırıcılarca laboratuarda kontrollü Ģartlarda yapılmaktadır. Belli ağırlıktaki tohum kurutma kâğıdı veya bez arasında belli bir süre ıslatılır ve yine aynı süre ile kurutulur. Bu iĢlem 3-4 kez tekrarlanır. Örneğin 24 saat ıslatma, 24 saat kurutma iĢlemi 3-4 kez tekrarlanır. Bu uygulamalar genelde 15 °C sıcaklıkta yapılır. Uygulama anında sıcaklığın 15 °C‟nin üzerine çıkması durumunda hemen kökçük çıkıĢı olur ki bu tohumun ölmesi anlamına gelir. Çünkü uygulama sonrası tohumlar 557 kolay ekilebilsin diye kurutulurlar. Uygulama anında kökçük çıkmıĢ ise kurutma sırasında tohum canlılığını kaybeder. D. DüĢük ve Yüksek Sıcaklık Uygulaması Çimlenme oranları düĢük, küçük tohumlu bitkiler 3 ay süre ile 0 °C ve 5 °C‟de nemli kâğıtlarda tutulurlar. Yüksek sıcaklık uygulaması soğuk uygulamanın ardından 45 °C‟de 48 saat bekletme Ģeklinde yapılmaktadır. Soğuk uygulama ile birlikte ayrıca dinlenmeyi ortadan kaldırdığı bilinen GA3‟ün farklı dozları değiĢik sürelerde uygulanarak çimlenme oranları artırılabilmektedir. E. Bazı Kimyasal Maddeler ile Uygulamalar ÇeĢitli Asitlerle AĢındırma Uygulamaları Tohumları kalın ve geçirimsiz bir kabukla çevrili olan genellikle sert çekirdekli meyve türlerinde tohumlar H2SO4, HCL, HNO3 gibi asitlerle muamele edilerek bir ölçüde sert kabuğun zedelenmesiyle daha iyi çimlenme sağlanabilmektedir. SONUÇ Bitki geliĢimin ilk aĢaması olan tohum çimlenmesi, tohumun kendi bünyesindeki engelleyici maddeler, tohumun sert ve geçirimsiz bir yapıda olması ve tohum ekimi sırasında yapılan çeĢitli teknik hatalar ve olumsuz çevresel faktörler sonucunda azalmakta veya hiç oluĢmamaktadır. Bu nedenle bitki tür ve çeĢitlerine göre değiĢen tohum özellikleri ve çevre Ģartları dikkate alınarak tohum çimlenmesini optimum düzeye çıkaracak bazı ön uygulamaların yapılması doğrudan tohum çimlenmesini ve dolaylı olarak bitki geliĢimini olumlu yönde etkileyebilecektir. KAYNAK: http://hayatimizokul.blogspot.com.tr/2011/04/tohumun-cimlenmesitohumun-cimlenmesine.html http://ucmaz.home.uludag.edu.tr/PDF/ziraat/2010-24(2)/M11.pdf http://ebadersleri.com/cimlenmeye-etki-eden-cevresel-faktorler/ http://www.tohumcu.org/?page=enler&pid=27 http://dergipark.ulakbim.gov.tr/akufemubid/article/download/5000134855/5 000123650 558 KÜRESEL ĠKLĠM DEĞĠġĠKLĠĞĠ ĠLE BĠRLĠKTE GELECEKTEKĠ TÜRKĠYE Remziye TÜRKMEN Süleyman Demirel Üniversitesi Ziraat Fakültesi Toprak Bilimi Ve Bitki Besleme ÖZET Ġklimsel değiĢiklikler,çoğu bitkinin ve hayvanın coğrafik yayılıĢ alanını etkilediğinden,dünyanın iklimindeki büyük ölçekli herhangi bir değiĢiklik,biyosferi büyük ölçüde etkiler. Fosil yakıtların yakılması,ormanların yok edilmesi,atmosferde CO2 konsantrasyonunu ve diğer sera gazlarını arttırmaktadır.Sonuç olarak,dünya 1900 yılından beri ortalama 0.8 °C ısınmıĢtır ve 2100 yılına kadar 1.6°C kadar daha ısınacağı öngörülmektedir.Gelecekteki iklimsel değiĢikliklerin coğrafik alanlar üzerindeki olası etkileri tahmin etmenin bir yolu,son buzul çağının sona ermesinden beri ılıman bölgelerde meydana gelmiĢ olan değiĢikliklere bakmaktır.Bu değiĢikliklerin ayrıntılı kaydı,göller de ve gölcüklerdeki tortullar içerisindeki yer alan fosil polenlerden elde edilmiĢtir. Eğer canlıların günümüzdeki dağılımlarının iklimsel sınırlarını saptayabilirsek devam eden iklimsel ısınma ile bu dağılımların nasıl değiĢebileceğinin tahminini yapabiliriz ve bu amaçla her türün yayılıĢ alanını kaydırmayı sürdürmek için tohumların yeterince hızlı yayılıp yayılmayacağını saptayabiliriz ANAHTAR KELĠMELER: İklim,küresel,gelecek,Türkiye GĠRĠġ ĠKLĠM DEĞĠġĠKLĠĞĠ NEDĠR? Ġklim, uzun yıl ortalamalarıyla belirlenen bir olaydır. Uzun yıllar içerisinde ısıdaki değiĢiklikler bir bölgenin iklim durumunu belirler. Eskiden daha soğuk ve yağıĢlı olan bir bölge, uzun yıllar sonra daha ılık ve az yağıĢlı bir duruma gelebilir. 559 KÜRESEL ISINMA NEDĠR? Küresel ısınma, uzun yıllar ortalamalarına göre dünyamızın ısısının eskiye göre artmasıdır. Bu da yeryüzünde yağıĢların etkilenmesine, hava olaylarının bitki örtüsüne, deniz seviyesinin yükselmesine, yaban hayvanlarının ve insanların yaĢamlarına ciddi etkisi olacağı anlamına gelmektedir. TÜRKĠYE’DE GELECEK ĠKLĠM DEĞĠġĠKLĠĞĠ Türkiye‟nin güney ve batı kısımları için gelecekte önemli oranlarda yağıĢ azalması simüle edilmektedir. Türkiye, Kuzey Atlantik kaynaklı fırtınalara daha çok yılın soğuk yarısında maruz kalmaktadır. KıĢ yağıĢlarındaki değiĢim (Türkiye‟nin güneyinde azalma, kuzeyinde ise artma) tamda bu fırtınaların yörüngelerinde kuzeye doğru bir kaymanın meydana geleceğine iĢaret etmektedir. Yaz mevsiminde kuzeyli rüzgarlar nedeniyle Türkiye‟nin sadece kuzey kısmı yağıĢ alır. Hadley döngüsünün çöken kolu altında oluĢan yüksek basınç alanının yazın biraz daha kuzeye kayacak olması bu kuzeyli rüzgarların zayıflamasına ve Karadeniz‟e paralel dağlar boyunca yağıĢların azalmasına neden olacaktır. Daha önce de belirtildiği gibi son 40-50 yıldaki gözlemler Türkiye‟de yaz sıcaklıklarının kıĢ sıcaklıklarına göre daha fazla artıĢ gösterdiğini ortaya koymaktadır. Görülen o ki, bu durum gelecekte de devam edecektir. Türkiye’yi Neler Bekliyor? Mevsimsel olarak; mesela Adana veya Mersin‟deki hava olayları Ġç Anadolu bölgemizde yaĢanılmaya baĢlayacaktır. Beslenme ve kıyı erozyonu kötüleĢecek. Tatlı su kaynaklarına tuzlu su karıĢımı nedeniyle azalma olacaktır. Deniz seviyesinin yükselmesi ekonomik sektörlere zarar verecektir. Beslenme ile ilgili olarak kıyı bölgelerindeki balıkçılık ve tarım üretimi özellikle risk altındadır. Deniz seviyesindeki yükselme sonucu düz alanlar sular altında kalarak kıyı üretim alanları zarar görecektir. Ormanların oranında önemli bir azalıĢ meydana gelmeye baĢladı ve önlem alınmadıkça daha da hızlanacaktır. 2070‟de Türkiye genelinde sıcaklıklar 6 derece kadar yükselecek, Karadeniz Bölgesi dıĢında yağıĢlar iyice azalacak. Ekosistem değiĢince, birçok canlı türü de yok olma tehlikesiyle karĢı karĢıya kalacak. 560 KÜRESEL ĠKLĠM DEĞĠġĠKLĠĞĠN SONUÇLARI NELERDĠR? Isınan havalarla birlikte baz ı canlıların yaĢam alan ı olan buzullar erimeye baĢladı ve gün geçtikçe de erimeye devam etmektedir. Ekvator kuĢağının gün geçtikçe geniĢlediği tespit edilmiĢtir.Bu olay ılıman iklim kuĢaklarında tropikal iklimin yaĢanacağı anlama gelir. Sıcak hava böcekler ve diğer hastalık taĢıyıcıların yayılmasına imkân tanımaktadır.Seller nedeniyle sular altında kalan alanlardaki toplulukların göçe zorlanmaları sonucu bulaĢıcı hastalıklar,psikolojik rahatsızlıklar ve diğer hastalıkların riski artacak,sosyal ve ekonomik değiĢikliklere neden olabilecekt