T.C. SELÇUK ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ İKTİSAT ANABİLİM DALI ENFLASYON VE EKONOMİK BÜYÜME İLİŞKİSİ: TÜRKİYE EKONOMİSİ ÜZERİNE EKONOMETRİK BİR UYGULAMA (1988-2007) Taha Bahadır SARAÇ DOKTORA TEZİ Danışman Doç. Dr. Zeynep KARAÇOR Konya–2009 ii T.C. SELÇUK ÜNİVERSİTESİ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü BİLİMSEL ETİK SAYFASI Bu tezin proje safhasından sonuçlanmasına kadar ki bütün süreçlerde bilimsel etiğe ve akademik kurallara özenle riayet edildiğini, tez içindeki bütün bilgilerin etik davranış ve akademik kurallar çerçevesinde elde edilerek sunulduğunu, ayrıca tez yazım kurallarına uygun olarak hazırlanan bu çalışmada başkalarının eserlerinden yararlanılması durumunda bilimsel kurallara uygun olarak atıf yapıldığını bildiririm. Taha Bahadır SARAÇ iii T.C. SELÇUK ÜNİVERSİTESİ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü DOKTORA TEZİ KABUL FORMU ………………………. tarafından hazırlanan …………………………………….. başlıklı bu çalışma ……../……../…….. tarihinde yapılan savunma sınavı sonucunda oybirliği/oyçokluğu ile başarılı bulunarak, jürimiz tarafından doktora tezi olarak kabul edilmiştir. Başkan Üye Üye Üye Üye iv Önsöz/Teşekkür Türkiye ekonomisi, 1970’li yılların ikinci yarısından itibaren yüksek enflasyon ve istikrarsız bir ekonomik büyüme performansı sergilemiştir. Yaşanan bu istikrarsız ekonomik büyüme performansının arkasında ise ilgili dönemde yüksek sayılabilecek düzeylerde seyreden enflasyonun etkili olduğu düşünülmektedir. Daha ziyade gelişmekte olan ülkelere özgü oluşan bu yapı, konu ile ilgili özellikle 1980’li yıllardan sonra yapılan bilimsel çalışmalarla da desteklenmektedir. Diğer bir deyişle, yüksek enflasyonun ekonomik büyüme hızını yavaşlattığı ve istikrarlı bir ekonomik büyümenin sağlanabilmesi için enflasyonun önlenmesi gerektiği ortaya konulmuş olmaktadır. Bu doğrultuda hazırlanan çalışmada ise Türkiye ekonomisinde enflasyon ve ekonomik büyüme arasındaki ilişkinin belirlenmesi ve enflasyonun ekonomik büyüme üzerinde olumsuz bir etki meydana getirip getirmediğinin amprik olarak belirlenmesi amaçlanmıştır. Bununla birlikte, bu çalışmanın hazırlanmasında ve şekillenmesinde değerli bilgi ve önerileri ile katkıda bulunan başta tez danışmanlığımı yürüten Doç. Dr. Zeynep KARAÇOR’a, Doç. Dr. Doğan UYSAL’a ve Doç. Dr. Hüseyin ÖZER’e bilgi ve katkılarından dolayı, beni her konuda destekleyen aileme ve benim için huzurlu bir çalışma ortamı sağlayan Selçuk Üniversitesi Hadim Meslek Yüksekokulu akademik ve idari personeline sonsuz teşekkürlerimi sunarım. Konya, 2009 Taha Bahadır SARAÇ v T.C. SELÇUK ÜNİVERSİTESİ Öğrencinin Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü Adı Soyadı Ana Bilim / Bilim Dalı Danışmanı Tezin Adı Taha Bahadır SARAÇ Numarası: 054126001002 İktisat Doç. Dr. Zeynep KARAÇOR Enflasyon ve Ekonomik Büyüme İlişkisi: Türkiye Ekonomisi Üzerine Ekonometrik Bir Uygulama (1988-2007) ÖZET Fiyat istikrarı ile birlikte ekonomik büyümenin gerçekleştirilmesi iktisat politikasının en temel amaçlarından birisini oluşturmaktadır. Diğer bir deyişle, bu iki amaç bir toplumdaki refah artışının en önemli ön koşullarını oluşturmaktadır. Özellikle 1970’li yılların ikinci yarısından itibaren yüksek enflasyon ve düşük bir ekonomik büyüme performansı sergileyen Türkiye’de ise bu ön koşulların istenilen düzeyde gerçekleştirilemediği gözlenmektedir. Bu doğrultuda hazırlanan çalışmada ise Türkiye’de enflasyon ile ekonomik büyüme arasındaki ilişkinin ortaya konulması amaçlanmaktadır. Bu amacın ortaya konulması için (1988:1-2007:4) dönemi çeyrek dönem verileri ile sınır testi yöntemi kullanılmıştır ve TÜFE’ye göre hesaplanan enflasyon oranları ile ekonomik büyüme arasında hem kısa dönemde hem de uzun dönem de negatif yönlü bir ilişki olduğu, TEFE’ye göre hesaplanan enflasyon oranları ile ekonomik büyüme arasında ise sadece kısa dönemde negatif yönlü bir ilişki olduğu tespit edilmiştir. Anahtar Kelimeler: Enflasyon, Ekonomik Büyüme, Türkiye, Sınır Testi vi T.C. SELÇUK ÜNİVERSİTESİ Öğrencinin Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü Adı Soyadı Ana Bilim / Bilim Dalı Danışmanı Tezin İngilizce Adı Taha Bahadır SARAÇ Numarası: 054126001002 İktisat Doç. Dr. Zeynep KARAÇOR The Relationship Between Inflation and Economic Growth: An Econometric Application for Turkey (1988-2007) SUMMARY Price stability in conjunction with economic growth are the main goals of the economic policy. Put another way, such these goals are prerequisites of increasing the welfare of the society. Especially after the second half of 1970s, these prerequisites were not eventuated up to the mark in Turkey. In this context, determining the relationship between inflation and economic growth in Turkey was intended in this study. Quarterly data during (1988:1-2007:4) period and bounds test method used to display the goal of the study and found that negative relationship between inflation rates, which is calculated by CPI (Consumer Price Index), and economic growth both in short and long run, however negative relationship between inflation rate, which is calculated WPI (Wholesale Price Index), and economic growth only in short run. Key Words: Inflation, Economic Growth, Turkey, Bounds Test vii Kısaltmalar Listesi ARDL : Autoregressive Distributed Lag APEC : Asia-Pacific Economic Cooperation GSYİH : Gayri Safi Yurtiçi Hasıla GARCH : Generalized Autoregressive Conditional Heteroskedasticity IMF : International Monetary Found OECD : Organisation for Economic Co-operation and Development TÜFE : Tüketici Fiyat Endeksi TEFE : Toptan Eşya Fiyat Endeksi ÜFE : Üretici Fiyat Endeksi VAR : Vector Autoregression Model viii Tablolar Listesi Sayfa No Tablo-1: Çalışmada Kullanılan Değişkenler............................................................. 88 Tablo-2: Serilerin Deterministik Özellikleri............................................................. 89 Tablo-3: ADF Birim Kök Testi Sonuçları-1............................................................. 91 Tablo-4: PP Birim Kök Testi Sonuçları-1 ................................................................ 92 Tablo-5: Yapısal Kırılmanın Dikkate Alındığı Zivot-Andrews Birim Kök Testi Sonuçları ................................................................................................................. 93 Tablo-6: ADF Birim Kök Testi Sonuçları-2............................................................. 94 Tablo-7: PP Birim Kök Testi Sonuçları-2 ................................................................ 94 Tablo-8: Sınır Testi için Uygun Gecikme Uzunluğunun Belirlenmesi-1................... 95 Tablo-9: Sınır Testi için Uygun Gecikme Uzunluğunun Belirlenmesi-2................... 96 Tablo-10: Eşbütünleşme İlişkisi Sonuçları............................................................... 96 Tablo-11: ARDL (4, 4, 2) Modeli Uzun Dönem Tahmin Sonuçları ve Uzun Dönem Katsayıları-1............................................................................................................ 98 Tablo-12: ARDL (4, 4, 2) Modeli Uzun Dönem Tahmin Sonuçları ve Uzun Dönem Katsayıları-2............................................................................................................ 99 Tablo-13: ARDL (4, 4, 2) Modeline Dayalı Kısa Dönem Tahmin Sonuçları-1 ....... 101 Tablo-14: ARDL (4, 4, 2) Modeline Dayalı Kısa Dönem Tahmin Sonuçları-2 ....... 102 ix Şekiller ve Grafikler Listesi Sayfa No Şekil-1: Phillips Eğrisi............................................................................................. 35 Şekil-2: Tobin Modelinin İşleyişi ............................................................................ 39 Grafik-1: Enflasyon ve Ekonomik Büyüme (1924-1945) ......................................... 57 Grafik-2: Enflasyon ve Ekonomik Büyüme (1949-1960) ......................................... 59 Grafik-3: Enflasyon ve Ekonomik Büyüme (1961-1967) ......................................... 62 Grafik-4: Enflasyon ve Ekonomik Büyüme (1969-1979) ......................................... 63 Grafik-5: Enflasyon ve Ekonomik Büyüme (1980-2001) ......................................... 66 Grafik-6: Enflasyon ve Ekonomik Büyüme (2002-2007) ......................................... 69 x İÇİNDEKİLER Sayfa No Bilimsel Etik Sayfası ................................................................................................ ii Tez Kabul Formu .................................................................................................... iii Önsöz / Teşekkür..................................................................................................... iv Özet ......................................................................................................................... v Summary................................................................................................................. vi Kısaltmalar Listesi.................................................................................................. vii Tablolar Listesi ..................................................................................................... viii Şekiller ve Grafikler Listesi..................................................................................... ix Giriş ......................................................................................................................... 1 BİRİNCİ BÖLÜM-KAVRAMSAL ÇERÇEVE: ENFLASYON ve EKONOMİK BÜYÜME................................................................................................................ 4 1.1. Enflasyon Kavramı ...................................................................................... 4 1.1.1. Enflasyonun Türleri ............................................................................ 5 1.1.1.1. Talep Enflasyonu..................................................................... 5 1.1.1.2. Maliyet Enflasyonu.................................................................. 5 1.1.1.3. Yapısal Enflasyon.................................................................... 5 1.1.1.4. İthal Enflasyon ....................................................................... 6 1.1.2. Enflasyonun Etkileri............................................................................ 6 1.1.2.1. Enflasyonun Ekonomik Etkileri ............................................... 6 1.1.2.1.1. Enflasyonun Kaynaklar Üzerindeki Etkisi ................. 7 1.1.2.1.2. Enflasyonun Ödemeler Dengesi Üzerindeki Etkisi .... 8 1.1.2.1.3. Enflasyonun Rekabet Ortamına Etkisi ....................... 8 1.1.2.2. Enflasyonun Mali Etkileri........................................................ 9 1.1.2.2.1. Enflasyonun Vergi Gelirleri Üzerindeki Etkisi .......... 9 1.1.2.2.2. Enflasyonun Vergi Kaçakçılığı Üzerindeki Etkisi.... 10 1.1.2.2.3. Enflasyonun Bütçe Üzerindeki Etkisi ...................... 10 1.1.2.3. Enflasyonun Sosyal Etkileri................................................... 11 1.1.2.3.1. Enflasyonun Gelir Dağılımı Üzerindeki Etkisi......... 11 1.1.2.3.2. Enflasyonun Diğer Sosyal Etkileri........................... 12 1.1.3. Tarihsel Süreç İçerisinde Enflasyon ile İlgili Yaklaşımlar.................. 13 1.1.3.1. Klasik Yaklaşım .................................................................... 13 xi 1.1.3.2. Keynezyen Yaklaşım ............................................................. 14 1.1.3.3. Parasalcı Yaklaşım ................................................................ 15 1.1.3.4. Yapısalcı Yaklaşım................................................................ 16 1.2. Ekonomik Büyüme Kavramı...................................................................... 18 1.2.1. Tarihsel Süreç İçerisinde Ekonomik Büyüme ile İlgili Yaklaşımlar ... 21 1.2.1.1. Klasik Ekonomik Büyüme Yaklaşımı .................................... 21 1.2.1.2. Marksist Ekonomik Büyüme Yaklaşımı................................. 24 1.2.1.3. Keynes’in Ekonomik Büyüme Yaklaşımı .............................. 26 1.2.1.4. Harrod-Domar Ekonomik Büyüme Yaklaşımı ....................... 27 1.2.1.5. Neoklasik Ekonomik Büyüme Yaklaşımı............................... 29 1.2.1.6. İçsel Ekonomik Büyüme Yaklaşımı ....................................... 31 İKİNCİ BÖLÜM-ENFLASYON VE EKONOMİK BÜYÜME İLİŞKİSİ......... 34 2.1. Enflasyon ve Ekonomik Büyüme İlişkisini İnceleyen Yaklaşımlar ............. 34 2.1.1. Phillips Eğrisi Yaklaşımında Enflasyon ve Ekonomik Büyüme İlişkisi............................................................................................................ 35 2.1.2. Neoklasik Yaklaşımlarda Enflasyon ve Ekonomik Büyüme İlişkisi ... 37 2.1.3. İçsel Ekonomik Büyüme Teorilerinde Enflasyon ve Ekonomik Büyüme İlişkisi .................................................................................................................... 42 2.2. Enflasyon ve Ekonomik Büyüme İlişkisini İnceleyen Uygulamalı Çalışmalar ........................................................................................................ 44 2.2.1. Enflasyonun Ekonomik Büyümeyi Pozitif Yönde Etkilediği Sonucuna Ulaşan Çalışmalar .................................................................................................. 44 2.2.2. Enflasyonun Ekonomik Büyümeyi Negatif Yönde Etkilediği Sonucuna Ulaşan Çalışmalar .................................................................................................. 45 2.2.3. Enflasyonun Ekonomik Büyümeyi Belirli Bir Eşik Değer Çerçevesinde Etkilediği Sonucuna Ulaşan Çalışmalar .................................................................. 49 2.3. Enflasyon ve Ekonomik Büyüme İlişkisinin Türkiye Ekonomisi Çerçevesinde Analizi.............................................................................................. 56 2.3.1. 1923-1945 Yılları Arası Dönem ........................................................ 56 2.3.2. 1946-1960 Yılları Arası Dönem ........................................................ 58 2.3.3. 1961-1979 Yılları Arası Dönem ........................................................ 60 2.3.4. 1980-2001 Yılları Arası Dönem ........................................................ 64 2.3.5. 2002-2007 Yılları Arası Dönem ........................................................ 67 2.4. Enflasyon ve Ekonomik Büyüme İlişkisi Üzerine Türkiye’de Yapılan Uygulamalı Çalışmalar ........................................................................................... 71 xii ÜÇÜNCÜ BÖLÜM-ENFLASYON VE EKONOMİK BÜYÜME ARASINDAKİ İLİŞKİNİN EKONOMETRİK ANALİZİ........................................................... 75 3.1. Metodoloji ................................................................................................. 75 3.2. Durağanlık Testleri .................................................................................... 76 3.2.1. Korelogram Testi .............................................................................. 76 3.2.2. Birim Kök Testleri ............................................................................ 77 3.2.2.1. Yapısal Kırılmanın Dikkate Alınmadığı Birim Kök Testleri... 77 3.2.2.1.1. Genişletilmiş Dickey-Fuller Birim Kök Testi .......... 78 3.2.2.1.2. Phillips-Perron Birim Kök Testi .............................. 81 3.2.2.2. Yapısal Kırılmanın Dikkate Alındığı Birim Kök Testleri ....... 82 3.2.2.2.1. Zivot-Andrews Birim Kök Testi.............................. 83 3.3. ARDL Modeli Eşbütünleşme Yaklaşımı (Sınır Testi)................................. 85 3.4. Veri Tanımlanması .................................................................................... 87 3.5. Ekonometrik Sonuçlar ............................................................................... 89 3.5.1. Birim Kök Testleri Sonuçları............................................................. 91 3.5.2. ARDL Modeli Eşbütünleşme Yaklaşımı (Sınır Testi) Sonuçları ........ 94 3.5.3. ARDL Modeli Uzun Dönem İlişkisi .................................................. 97 3.5.4. ARDL Modeli Kısa Dönem İlişkisi ................................................. 100 Sonuç ................................................................................................................... 103 Kaynakça ............................................................................................................. 106 Ekler .................................................................................................................... 130 Özgeçmiş ............................................................................................................. 141 1 Giriş Fiyat istikrarının sağlanması ve ekonomik büyümenin gerçekleştirilmesi, iktisat politikasının en temel amaçlarını oluşturmaktadır. Bu amaçların gerçekleştirilmesi ile toplumun refahı artmakta aksi durumlarda ise toplumda refah kaybı oluşabilmektedir. Bu nedenle de bu iki amacın birlikte gerçekleştirilmesi büyük önem arz etmektedir. Fakat bu iki amaç her zaman aynı anda gerçekleştirilememektedir. Örneğin, ekonomik büyümenin hızlandığı bir durumda toplumun gelir düzeyi yükselmekte ve buna bağlı olarak toplumun tüketim kalıpları değişebilmektedir. Tüketim kalıplarındaki bu değişikliğin etkisiyle oluşabilen talep fazlasının karşılanamaması halinde ise başlangıçta sağlanan fiyat istikrarı bozulabilmektedir. Bu durumun tam tersi olarak, fiyat istikrarının sağlanması için takip edilen toplam harcamaları azaltıcı politikalar, ekonomide çarpan etkisi oluşturabilmekte ve ekonomik büyümenin daha fazla azalmasına neden olabilmektedir. Dolayısıyla fiyat istikrarı ile ekonomik büyüme arasında bir etkileşimin bulunması, bu etkileşimin derecesinin ve öncelik sırasının belirlenmesini önemli kılmakta ve uygulanacak iktisat politikalarının şekillenmesine de katkıda bulunmaktadır. Diğer bir deyişle, fiyat istikrarının sağlanamadığı veya aynı anlamda kullanılan enflasyonun yükseldiği bir ülkede ekonomik büyümede de hissedilir azalmalar meydana geliyorsa bu durumda enflasyonu hızlandırıcı politikalardan vazgeçilmesi gerekmektedir. Fakat makroekonomik teoride, enflasyon ile ekonomik büyüme arasında bir önceki ifade de belirtildiği gibi bir çelişki olmadığı uzun yıllar hakim görüş olarak kabul edilmiştir. 1960’lı ve 1970’li yıllarda Mundell ve Tobin gibi iktisatçıların öncülüğünü yaptığı bu hakim düşüncede, enflasyonun sermaye birikimini artıracağı ve sermaye birikiminin artmasıyla da ekonomik büyümenin hızlanacağı ileri sürülürken; daha sonraki çalışmalarda ise bu düşüncenin desteklenmediği görülmektedir. Zira, söz konusu ikinci düşüncenin geçerlilik kazanmasında, özellikle 1980’li yıllarda Latin Amerika ülkelerinde gözlenen yüksek enflasyon ve düşük ekonomik büyümenin dışında birçok nedenin etkili olduğu belirtilmektedir. 2 Bu nedenler içerisinde ise yüksek enflasyonun fiyatlama davranışlarını bozması ve bunun da kaynak kullanımını etkinsizleştirmesinin öne çıktığı düşünülmektedir. Bu anlamda enflasyon, sadece kaynakların etkin kullanımını sınırlamamakta aynı zamanda üretimde kullanılacak sermayenin de maliyetini de artırmaktadır. Çünkü enflasyon ile beraber gelecekle ilgili belirsizlikler artmakta ve buna bağlı olarak da alınacak olan risklerin fiyatı da yükselmektedir. Böylelikle de reel anlamda kayba uğramak istemeyen sermaye sahiplerinin, ancak enflasyonun üzerindeki faiz oranları ile yatırımcılara kaynak sağlamak istemeleri, yatırımların caydırılmasına ve ülkenin potansiyel üretim kapasitesinin azalmasına neden olabilmektedir. Ülkedeki mevcut talep düzeyinin düşürülememesi durumunda potansiyel üretim kapasitesinin azalması, enflasyonun azaltılmasının önünde önemli bir engel oluşturmaktadır. Başka bir ifadeyle, azalan üretim kapasitesine rağmen toplam talep düzeyinin düşürülememesi, enflasyonun sürekli artmasına ve başlangıçta yaşanan sürecin tekrarlanmasına sebep olmaktadır. Bu nedenle, enflasyon ile mücadele, hem fiyatlama kararlarının düzelmesine ve ülke kaynaklarının etkin kullanımının sağlanmasına hem de gelecekle ilgili risklerin azalmasıyla birlikte sermaye maliyetinin ucuzlamasına, yatırımların artmasına ve potansiyel üretim kapasitesinin genişlemesine imkan tanımaktadır. Genişleyen potansiyel üretim kapasitesi ise nihai aşamada enflasyon durumunda gözlenen toplam talep ile toplam arz arasındaki toplam arz aleyhine olan eksikliğin giderilmesine ve enflasyon artış hızının yavaşlamasına katkıda bulunmaktadır. 1970’li yılların ikinci yarısından sonraki dönemin büyük bir bölümünde, Türkiye’de Latin Amerika ülkelerinde yaşanan sürece benzer bir şekilde enflasyonun yükseldiği ve ekonomik büyümede istikrarsızlıkların yaşandığı gözlenmektedir. Bozulan makroekonomik dengelerin düzeltilmesi amacıyla alınan 24 Ocak 1980 istikrar tedbirlerinin ardından ise oluşan tablonun, kararların temel amaçlarından birisini oluşturan enflasyonun makul düzeylere düşürülmesi amacına çok fazla hizmet etmediği görülmektedir. Oluşan bu fiyat istikrarsızlığının birçok yapısal nedeni olmakla birlikte, para arzının kontrol edilememesi, iç talebin sınırlandırılamaması, kredi faizlerinin sürekli artış göstermesi ve mali disiplinin 3 sağlanamaması gibi nedenlerin enflasyon üzerinde önemli etkileri olduğu belirtilmektedir. Söz konusu bu nedenlere bağlı olarak oluşan enflasyonun ise ilgili dönemde yaşanan istikrarsız ekonomik büyüme performansının en önemli nedenlerinden birisi olduğu düşünülmektedir. Bu açıklamalar, yaşanan bu sürecin nitel boyutunu göstermekle beraber nicel boyutunu ise göstermemektedir. Dolayısıyla yaşanan bu süreçte, enflasyon ile ekonomik büyüme arasındaki ilişkinin ölçülmesi ve uğranılan kayıpların nicel olarak ifade edilmesi, enflasyon ile mücadeledeki kararlılığın devamlılığını destekleyici bir unsur oluşturmaktadır. Zira, konu ile ilgili olarak Türkiye’de birçok uygulamalı çalışmanın yapılması, bu tespiti doğrulamaktadır. Bu doğrultuda hazırlanan çalışmada ise temel amaç, enflasyon ve ekonomik büyüme arasındaki ilişkinin geçerliliğini sınamak ve böylelikle konu ile oluşan literatüre katkıda bulunmaktır. Bu çerçevede, üç bölümden oluşan çalışmanın ilk bölümünde, enflasyon ve ekonomik büyümenin kavramsal çerçevesi incelenmiştir. İkinci bölümde ise, enflasyon ve ekonomik büyüme arasındaki ilişkinin teorik altyapısı araştırılmıştır. Konu ile ilgili literatürün de araştırıldığı bu bölümde, ayrıca enflasyon ve ekonomik büyüme ilişkisinin Türkiye ekonomisindeki tarihsel gelişimi de analiz edilmiştir. Çalışmada benimsenen ekonometrik yöntemin açıklandığı ve ekonometrik yöntem ile ilgili uygulama sonuçlarının yer aldığı üçüncü bölümden sonra çalışmadan elde edilen sonuçların değerlendirildiği sonuç bölümü ile çalışma tamamlanmıştır. BİRİNCİ BÖLÜM KAVRAMSAL ÇERÇEVE: ENFLASYON ve EKONOMİK BÜYÜME 1.1. Enflasyon Kavramı Devletin belli iktisadi amaçlara ulaşmak için kararlar alması ve bunları uygulaması olarak tanımlanan iktisat politikası ile gerçekleştirmek istediği temel amaçları bulunmaktadır. Bu amaçlar; tam istihdama ulaşmak, üretimi artırmak, gelir ve servet dağılımını düzeltmek, fiyat istikrarını korumak ve ödemeler dengesini düzenlemek olarak sıralanmaktadır (Savaş, 1998: 38, 39). Bu amaçlar arasında yer alan fiyat istikrarı ise insanların tüketim, yatırım ve tasarruf kararlarında dikkate almaya gerek duymayacakları ölçüde düşük düzeylerde sürdürülen bir enflasyon oranı şeklinde ifade edilmektedir (TCMB, 2006: 3). Tanımda da belirtildiği üzere fiyat istikrarı enflasyon oranı ile açıklanmaktadır. Bu nedenle fiyat istikrarı kavramının anlaşılabilmesi için öncelikle enflasyon kavramının tanımlanması gerekmektedir. Enflasyon Latince kökenli bir kelime olup “şişme” anlamına gelmektedir. İktisat literatüründe ise enflasyon, “fiyatlar genel düzeyinin hızlı ve sürekli bir biçimde yükselmesi” olarak tanımlanmaktadır. Dolayısıyla enflasyon bir süreci ifade etmekte ve ekonomide herhangi bir nedenle ortaya çıkan ve sürüp giden bir dengesizliğin göstergesi olarak kabul edilmektedir. Fiyatlar genel düzeyinin bu şekilde yükselme sürecine girmesi, ekonomide var olan dengesizliğin veya dengesizliklerin bir sonucu olmakla birlikte aynı zamanda, başka bazı dengesizliklerin de nedeni olmaktadır (Aktaran: Karaçor, 2007: 100; Cukrowski ve Kavelashvili, 2002: 6; Tylecote, 1981: 1). Bu anlamda enflasyon, ekonomide; kaynak ve gelir dağılımını bozan, tasarruf ve yatırımları önemli ölçüde sınırlayan ve ekonomik gelişmeyi yavaşlatan bir sürece neden olmaktadır. Bu sürecin önüne geçilmediğinde, ekonomik çöküntülere, toplumsal çalkantılara ve sonunda siyasal patlamalara sebep olan enflasyonun ise nedenlerine ve şiddetine göre farklı sınıflandırmalar ile açıklandığı gözlenmektedir (Karaçor, 2007: 100). Bu çalışmada ise enflasyonun nedenlerine göre incelenmesinin uygun olduğu düşünülmüştür. 5 1.1.1. Enflasyonun Türleri Enflasyon nedenlerine göre, sırasıyla talep enflasyonu, maliyet enflasyonu, yapısal enflasyon ve ithalat enflasyonu olarak dört grupta incelenmektedir. 1.1.1.1. Talep Enflasyonu Cari fiyatlarla toplam talebin, toplam mal ve hizmet arzını aşması nedeniyle ortaya çıkan enflasyona talep enflasyonu denilmektedir (Frisch, 1989: 4; Uluatam, 1998: 337). Başka bir ifadeyle talep enflasyonu, toplam talebin, toplam arzdan yani üretilen mal ve hizmet üretiminden fazla olmasından kaynaklanmaktadır. Talep fazlalığının nedenleri genel olarak ya özel harcamalardan dolayı ya da devletin daha fazla kamu hizmeti yapmak istemesi sonucu oluşabilmektedir. Devlet harcamalarının yanında, özel kesim taleplerinin hızla artması da enflasyonu etkilemektedir. Ayrıca ekonomideki kredi hacminin süratle genişlemesi, özel kredilerin tüketim harcamalarına yönelmesi de enflasyonist baskıyı artırabilmektedir. Böylece, toplam tasarrufların toplam yatırımları karşılamada yetersiz kalması, yatırımların gecikmesi ve üretime açılamaması, talep enflasyonunu belirgin hale getirebilmektedir (Altınok, 2004: 307). 1.1.1.2. Maliyet Enflasyonu Üretim girdileri içine giren kalemlerin birinde, birkaçında veya hepsindeki fiyat yükselmelerinin genel fiyat düzeyini yükseltmesi şeklinde ortaya çıkan enflasyon, maliyet enflasyonu olarak tanımlanmaktadır (Uysal, 2007: 24; Türk, 1999: 83). Maliyet enflasyonuna yol açan nedenler ise, girişimcilerin kâr oranlarını yükseltmeleri, vergilerde, ücretlerde, döviz kurlarında meydana gelen artışlar, iklim şartlarının olumsuz olması, doğal afetlerden dolayı ortaya çıkabilecek azalma yönündeki arz şokları ve uluslararası alanda yaygın kullanımı olan hammaddelerin fiyatlarında görülen aşırı artışlar şeklinde sıralanmaktadır (Ulusoy, 2006: 194, 195). 1.1.1.3. Yapısal Enflasyon Enflasyonun yapısalcı teorisi ilk olarak Meksikalı iktisatçı Juan Noyala Vazguez tarafından oluşturulmuştur. 1956 yılında yayınladığı makalesinde gelişmekte olan ülkelerde, enflasyonun parasal bir olgu olmadığı, yapısal katılıklara bağlı bir olgu olduğunu savunmuştur. Daha sonra, 1958 yılında Osvaldo Sunkel’in 6 makalesi, enflasyonun yapısalcı teorisinin temel taşı olarak olarak kabul edilmektedir. Sunkel makalesinde, Şili’deki enflasyonun ekonomik sistemdeki katılıklar yani esneksizliklerden ve yapısal kısıtlardan kaynaklandığını savunarak bu faktörlerin yapısal enflasyonu oluşturduğunu öne sürmüştür (Dinçer, 1994: 43). Bu faktörlerin yanısıra, gelişmekte olan ülkelerde, hızlı nüfus artışı, kentleşme ve yaşam koşullarının iyileşmesine bağlı olarak tarımsal ürün talebinin çeşitlenerek artmasının, özellikle ilgili tarım ürünlerinin fiyatlarında yapısal enflasyon olgusunun oluşmasına neden olduğuna işaret edilmektedir (Argy, 1970: 77). 1.1.1.4. İthal Enflasyon Enflasyonun ithal edilmesi, dış ekonomik ve siyasi şartlarda meydana gelen olumsuz değişmelerin, ülkenin ekonomik yapısında meydana getirdiği aksaklıklar sonucunda, iç ekonomik dengelerin bozularak fiyat sistemini olumsuz bir şekilde etkilemesi şeklinde tanımlanmaktadır (Durukan, 1988: 13). Diğer bir tanımlamaya göre ise, ithal enflasyon, enflasyonun bir ülkeden diğer bir ülkeye geçişi olarak ifade edilmektedir (Altınok, 2004: 313). Söz konusu bu nedenler ışığında oluşan enflasyonun ılımlı düzeylerde kaldığı sürece ekonomide canlanma yaratacağı ve bu nedenle de ekonomik büyümeyi artıracağı görüşünden hareketle, ılımlı enflasyonu destekleyen kuramcılar olmasına karşın, genelde enflasyonun istenmeyen bir olgu olduğu ve önlenmesi gerektiği konusunda görüş birliği bulunmaktadır. Zira, enflasyonun ekonomi üzerinde meydana getirdiği olumsuz etkiler ve sosyal yapıda ortaya çıkardığı bozulmalar, ilgiyi enflasyonun etkileri konusuna toplamaktadır (Kutucu, 2004: 1). 1.1.2. Enflasyonun Etkileri Enflasyon sosyal, siyasal, ekonomik sorunlara neden olan çok boyutlu bir sorun olarak kabul edilmektedir. Bu bağlamda, enflasyonun olumsuz etkilerini şu başlıklar altında incelemek uygun görülmektedir (Akdiş, 2006: 330). 1.1.2.1. Enflasyonun Ekonomik Etkileri Ekonomi bir enflasyon süreci içerisine girince, ekonomide kaynaklar, ödemeler dengesi ve rekabet ortamı üzerinde olumsuzluklar oluşmakta ve bu alanda önemli dengesizlikler gözlenmektedir (Karakayalı, 1995: 271; Akdiş, 2006: 330). Bu 7 nedenle, enflasyonun söz konusu bu etkilerinin açıkça ortaya konulmasının faydalı olacağı düşünülmüştür. 1.1.2.1.1. Enflasyonun Kaynaklar Üzerindeki Etkisi Enflasyonun kaynaklar üzerindeki etkisi, enflasyonun sebep olduğu belirsizlik kanalıyla ortaya çıkmaktadır. Söz konusu bu belirsizlik ise, ekonomiyi farklı yollardan etkilemektedir. Belirsizlik, özellikle faiz oranlarının uzun dönemde yükselmesine ve ekonomik değişkenlerin beklenen değerlerindeki belirsizliğin artmasına neden olduğundan piyasaların işleyişi olumsuz etkilenmektedir (Oltulular ve Terzi, 2006: 2). Çünkü enflasyon özellikle de yüksek ve istikrarlı olmayan enflasyon, enflasyon belirsizliğinin de yükselmesine neden olmaktadır. Enflasyon belirsizliği ise beklenen enflasyonun ortaya çıkardığı maliyetlere ek olarak, ekonomik birimlerin piyasadaki sinyalleri tam olarak algılayamamasına, göreli fiyat değişmelerinin anlaşılamamasına, gelecekle ilgili olumsuz beklentilerin ortaya çıkmasına ve karar alıcıların uzun vadeli sözleşmelere risk primi eklemelerine neden olmaktadır. Bu durum da, yüksek faiz oranı ve düşük yatırım düzeyi olarak reel ekonomide kendini göstermektedir. Ayrıca, piyasadaki göreli fiyat değişmelerinin algılanamaması yatırımların bileşiminin değişmesine neden olmakta, başka bir ifadeyle ekonomik birimlerin tasarruflarını uzun vadeli üretken yatırımlardan kısa vadeli üretken olmayan yatırımlara doğru kaydırmalarına sebep olmaktadır (Artan, 2006a: 1, 2). Bu anlamda, enflasyonun yükselmesiyle, kaynakların finans sektörüne doğru aktarıldığı ileri sürülmektedir. Finans sektörüne kaynak aktarımının ise özellikle imalat sektörü gibi üretken sektörlerin kaynak miktarını azalttığı, bu duruma bağlı olarak da, ülkenin üretim kapasitesinin azalacağı düşünülmektedir. Zira Frenkel ve Mehrez (1996)’da 1972–1995 arası 28 ülkeyi kapsayan çalışmalarında, enflasyon oranının yüzde 20’den yüzde 40’a çıkması halinde, imalat sektöründeki istihdamın yaklaşık yüzde 3 oranında azaldığı sonucuna ulaşmaları, enflasyonun söz konusu bu etkisini güçlü kılmaktadır (Frenkel ve Mehrez, 1996: 20, 21). 8 1.1.2.1.2. Enflasyonun Ödemeler Dengesi Üzerindeki Etkisi Enflasyon dönemlerinde, iç fiyatlar yükselirken ithal malların fiyatlarında bir değişme olmaması durumunda ithal malların fiyatları ucuzlamaktadır. Diğer bir deyişle, bir malı yurt içinden almak dış ülkelerden almaya göre daha pahalı hale gelmektedir. Bu durumda, eğer ithal malların fiyatlarında bir yükselme olmaması halinde, ithalat artmakta, ihracat azalmakta ve dış ticaret dengesi bozulmaktadır. Dış ticaret açığı ortaya çıkınca, ithalatı azaltmak veya milli paranın dış değerini düşürmek gerekmektedir. Devalüasyon olarak tanımlanan milli paranın dış değerinin düşürülmesi halinde, ithalat pahalılaşmakta, ihracat ise ucuzlamaktadır. İthalatın pahalılaşması ise, ithal hammaddelerin teminini zorlaştırmakta ve üretimde ithal girdi kullanan yerli endüstrilerin olumsuz etkilenmesine neden olmaktadır. Böylelikle de, toplam arz düşebilmekte ve fiyatlar yükselebilmektedir (Bocutoğlu, 2007: 95). 1.1.2.1.3. Enflasyonun Rekabet Ortamına Etkisi Enflasyonist bir süreç içinde olan ekonomide, belirli bazı endüstri dallarının kârlılıklarında artışlar olsa da, hızlı enflasyon, ekonominin bütünü açısından ortalama kâr oranlarının düşmesine yol açmaktadır. Bu da serbest girişimciliğe dayanan serbest piyasa ekonomilerinde yatırımları olumsuz etkilemektedir. Öte yandan enflasyondan doğan talep artışını karşılayabilmek için kapasite artırımı gerekmektedir. Fakat firmaların başvurabilecekleri kaynakların maliyeti, enflasyonun etkisiyle artmaktadır (Örneğin, enflasyon nedeniyle faizlerin yükselmesi karşısında borçlanma maliyetlerinin artması vb.). Bu durum karşısında firmalar, iç kaynaklara başvurmak durumunda kalabilmektedir. İç kaynaklar yetersiz kaldığında ise, firmalar diğer firmalarla birleşme yoluna gidebilmektedir. Söz konusu bu birleşmelerde, nihai aşamada sermayenin tekelleşmesine neden olabilmektedir. Sermayenin tekelleşmesinin sonucu olarak da piyasada oligopostik bir yapı oluşabilmekte ve ekonomideki rekabet düzeyi düşebilmektedir (Akdiş, 2006: 334; Şişik, 1982: 51). Bu açıklamalar çerçevesinde, enflasyonun rekabet ortamına etkileri şu şekilde özetlenmektedir (Türkkan, 2008: 5, 6); 9 - Belirsizliği artırarak yeni girişleri kısıtlayabilmektedir. - Belirsizliklerden kaynaklanan risklerin algılanma farklılıkları, alıcı ve satıcılar arasında pazarlık marjlarını artırarak haksız rekabete neden olabilmektedir. - Oligopolistik piyasalarda paralel davranış eğilimlerini güçlendirebilmektedir. - Fiyat esnekliği düşük olan ve gelir esnekliği yüksek olan malların üretildiği piyasalarda rekabet baskısının oluşmasını zorlaştırabilmektedir. - Tüm üreticileri (piyasa gücü olmayanlar da dahil olmak üzere) fiyat koyucu durumuna sokarak, rekabet kültürünün gelişmesini geciktirebilmektedir. - Ayakkabı eskitme maliyetini artırarak tüketicinin rekabetin sağlanmasındaki rolünü güçleştirebilmektedir. Kısaca, makro ekonomik bir olgu olan fiyat istikrarsızlığı, mikro ekonomik düzeyde rekabeti fevkalade olumsuz bir biçimde etkileyerek etkinsizleştirebilmekte ve buna paralel olarak oluşan rekabet zafiyeti firmaların monopolcü gücünü artırarak enflasyonla mücadeleyi olumsuz yönde etkileyen bir faktör haline gelebilmektedir (Türkkan, 2008: 6). 1.1.2.2. Enflasyonun Mali Etkileri Enflasyon, ekonomik etkilerinin yanında, vergi gelirleri, vergi kaçakçılığı ve bütçe üzerinde önemli etkilerde bulunmaktadır. 1.1.2.2.1. Enflasyonun Vergi Gelirleri Üzerindeki Etkisi Enflasyon sürecinde bazı vergiler; tahakkuk ile tahsilat süresindeki zaman farkı nedeniyle değer kaybına uğramaktadır. Özellikle gelir vergileri, kazançların oluştuğu yılı izleyen yılda tahakkuk ettirilmekte ve taksitlerle ödenmektedir. Bu Enflasyon nedeniyle ekonomik birimler yanlarında daha az nakit tutmaktadırlar. Ekonomik birimlerin daha az nakit tutmaları, ellerinde nakdi daha kısa sürede bitirecekleri ve bankaları ya da ATM cihazlarını daha sık ziyaret edecekleri anlamına gelmektedir. Ekonomik birimlerin, daha az nakit tutarak katlanacakları ilave maliyetler, ayakkabı eskitme maliyetleri olarak tanımlanmaktadır. Bkz. (Şıklar, 2004: 237). 10 durumda, özellikle yüksek enflasyon ortamında toplanan verginin reel değeri düşmektedir. Olivera-Tanzi etkisi olarak bilinen bu olgu nedeniyle de, kamu gelir kaybına uğramaktadır (Paya, 2001: 406). 1.1.2.2.2. Enflasyonun Vergi Kaçakçılığı Üzerindeki Etkisi Enflasyonist ortamlarda, mükellefler reel gelirleri artmasa da vergi ödemek zorunda kalmaktadırlar. Enflasyon nedeniyle ortaya çıkan aşırı kârların vergilendirilmesi, elde edilen gelirin enflasyon sonucu artarak yüksek oranlı vergi dilimlerine dahil olması ve yine enflasyon nedeniyle satın alma gücünde meydana gelen aşınmadan dolayı mükellefler elde ettikleri gelirlerinin bir kısmını vergi dairesinden gizleme yoluna gitmektedirler (Aktaran: Işık ve Acar, 2003: 120). Bu sonuç, vergi hasılatının azalmasına ve Hazine’nin kamu harcamalarını finanse etmek için borçlanma ya da para basma yoluna gitmesine yol açabilmekte, bunun neticesi olarak da faizler ve enflasyon yükselebilmektedir (Işık ve Acar, 2003: 120). Dolayısıyla enflasyon nedeniyle, vergi kaçakçılığın artması özellikle üretime yönelik kamu harcamaları için devletin olanaklarını kısıtlamaktadır. Böylelikle de, arz ve talep dengesizliği sonucu ortaya çıkan enflasyon sorununun uzun vadede çözümü zorlaşmış olmaktadır. 1.1.2.2.3. Enflasyonun Bütçe Üzerindeki Etkisi Gelişmekte olan birçok ülkede mevcut enflasyonist baskılar, bu ülkelerdeki bütçe açıklarının daha da büyümesine neden olmaktadır. Bu durum, fiyat artışlarına bağlı olarak nominal kamu harcamalarının artmasına karşılık, kamu gelirlerinin bunun gerisinde kalmasından kaynaklanmaktadır (Ataç, 2006: 240; Egeli, 2008: 6; Abdioğlu ve Terzi, 2009: 195, 196). Bununla birlikte, enflasyon sonucu bütçe açıklarında görülen sürekli artışlar nominal faiz oranlarının yükselmesine ve borç faiz ödemelerinin artmasına da neden olmaktadır. Birincil açık veri iken, özellikle reel faiz oranının nominal milli gelir büyüme hızından büyük olması halinde borç/milli gelir oranı artmaktadır. Gelişmekte olan ülkelerin çoğunda bütçe ve kamu açıklarının kamu borç stoklarını artırması sonucu, politik tercihlerin ve izlenen Toplam kamu harcamalarından faiz harcamalarının çıkarılması sonucu hesaplanan açığa “birincil bütçe açığı”, fazlasına ise “birincil bütçe fazlası” denilmektedir. Buna göre, Birincil Açık (Fazla)=Bütçe Açığı-Faiz Harcamalarına eşittir. Bkz. (Saatçi, 2007: 92). 11 politikaların da etkisiyle vergi gelirleri artış hızı kamu harcamaları artış hızına oranla düşük kalmaktadır. Dolayısıyla, birincil açıklar daha fazla görülmekte ve yükselen faiz oranları nedeniyle borç faiz giderlerinin boyutu giderek büyümektedir (Egeli, 2008: 6). Enflasyonun bütçe açıklarını artırıcı bu etkilerine karşılık, azaltıcı etkileri de söz konusu olabilmektedir. Bunlardan biri enflasyon vergisi olarak ortaya çıkmaktadır. Buna göre, enflasyon oranındaki artış reel para talebine bağlı olarak açığın finansmanına adeta bir vergi geliri gibi katkıda bulunmaktadır. Enflasyon oranı yükseldikçe, kişiler ellerinde tuttukları para miktarını azaltmaktadırlar. Çünkü elde tutulan paranın maliyeti yüksek olduğundan kişiler para dengesini çok düşük tutmak istemektedirler. Böylelikle de, reel para miktarı toplam enflasyon vergisi kadar düşmektedir (Aktaran: Egeli, 2008, 7). Enflasyonun bütçe açıkları üzerindeki azaltıcı diğer bir etkisi ise, kamu borç stoklarının reel değerinde bir azalmaya yol açması şeklinde ortaya çıkmaktadır. Bu sonuç, özellikle öngörülemeyen enflasyon durumunda ve borçlanmanın enflasyona endekslenmemesi durumunda önem kazanmaktadır (Aktaran: Egeli, 2008, 7). 1.1.2.3. Enflasyonun Sosyal Etkileri Enflasyonun sosyal etkilerinin başında sosyal barışı bozucu etkisi gelmektedir. Buna göre enflasyon sebebiyle, ekonomik kesimler arasındaki gelir paylaşımı mücadelesi kaçınılmaz hale gelmekte ve düşük gelire bağlı olarak aile içi ilişkiler gerginleşmekte ve dayanışma azalmaktadır (Meral, 2005: 314). Bu nedenle de, enflasyonun ekonomik etkileri yanında sosyal etkilerinin de ortaya konulması gerekmektedir. 1.1.2.3.1. Enflasyonun Gelir Dağılımı Üzerindeki Etkisi Enflasyon düşük ve sabit gelirli hane halklarının daha az miktarda mal ve hizmet satın almasına yol açmakta ve gelir dağılımını sabit gelirlilerin aleyhine çevirmektedir (Ulusoy, 2006: 190). Buna karşılık, serbest meslek sahipleri ve işverenler ise ürettikleri mal ve hizmetlerin fiyatlarına enflasyon oranından daha Enflasyon vergisi, kişilerin enflasyon nedeniyle reel para balansları erimesi ve bu erimeyi telafi etmek için tüketimlerini kısmaları ve böylece serbest bırakılan kaynakların kamu kesimi tarafından kullanılması şeklinde tanımlanmaktadır. Bkz. (Ataç, 2006: 225). 12 yüksek oranda zam yapmak suretiyle kendilerini enflasyonun olumsuz etkilerinden korumaktadırlar. Dolayısıyla enflasyon, gelir dağılımını bu kesimin lehine çevirmektedir (Bocutoğlu vd., 2003: 209). 1.1.2.3.2. Enflasyonun Diğer Sosyal Etkileri Enflasyon dönemlerinde, karaborsa eğilimleri artmakta, spekülatif ve haksız kazançlarla zengin olmanın yolunu bulanların lüks ve gösteriş harcamaları çoğalmaktadır. Bu, bir taraftan toplumun ahlaki ve manevi değerlerinde bozucu etki yaparken; diğer taraftan kolay zengin olma isteğini artırmaktadır (Akdiş, 2006: 337). Bunun dışında, enflasyonun neden olduğu belirsizlik, sosyal ilişkilerde kısa vadeli ve çıkarcı davranışlarının oluşmasına neden olmaktadır. Böylelikle toplumun birbirine karşı duyduğu güven duygusu azalmaktadır. Bununla birlikte, aldatılma duygusu, toplumsal uyumun bozulması, güven unsurunun zarar görmesi, bireylerin kendini toplumdan soyutlaması, toplumdaki genç kesiminin gelecekle ilgili beklentilerinin ve umutlarının olumsuz etkilenmesine sebebiyet vermektedir (TCMB, 2004: 8, 9). Sonuç olarak enflasyon, doğurduğu ekonomik, mali ve sosyal etkiler nedeniyle toplumun her kesimini etkileyen ekonomik bir sorundur. Bu ekonomik sorunla mücadele etmek için öncelikle enflasyonun kaynağının belirlenmesi gerekmektedir. Zira, enflasyonun kaynağının doğru tespit edilememesi sebebiyle yanlış politikaların uygulanması enflasyonu düşürmek yerine hızlandırabilmektedir. Fakat enflasyonun kaynağı, çoğu zaman açık bir şekilde görülememektedir. Örneğin, kayıtdışı ekonominin yüksek olduğu ülkelerde toplam talep düzeyi olduğundan daha düşük hesaplanabilmekte, bu da enflasyonla mücadeledeki talep yönlü politikaların etkinliğini sınırlamaktadır. Dolayısıyla, enflasyonla mücadele etmek için enflasyonun kendisi kadar, enflasyonun kaynağı olduğu düşünülen değişkenlerin doğru bir şekilde ölçülmesi gerekmektedir. Diğer bir deyişle, enflasyon ile mücadele etme noktasında ekonomi politikasının hangi araçlarının nasıl kullanılması gerektiği konusunda kesin bir yargıya varabilmek için, enflasyonun nedeni hakkında kesin bir görüşün olması gerekmektedir. Böyle bir görüşün olabilmesi ise söz konusu olguya ilişkin bir modelin ortaya konmasına, modeldeki değişkenlerde nedensellik ilişkilerinin 13 belirtilmesine, özetle enflasyonun nedenlerine ilişkin kuramsal bir açıklamanın yapılmasına bağlı olmaktadır (Uslu, 1993: 1, 2). Bu nedenle enflasyon ile mücadele edebilmek için enflasyon ile ilgili oluşturulan yaklaşımların incelenmesi ve söz konusu yaklaşımların politika önerilerinin değerlendirilmesi büyük önem arz etmektedir. 1.1.3. Tarihsel Süreç İçerisinde Enflasyon ile İlgili Yaklaşımlar Enflasyonu açıklamaya yönelik geliştirilen yaklaşımlar, Klasik, Keynesyen, Parasalcı ve Yapısal Yaklaşımlar olarak temelde dört başlık altında incelenmektedir. 1.1.3.1. Klasik Yaklaşım Klasik Yaklaşım’da, enflasyon para arzının artırılması sonucu oluşmaktadır. Bu görüşlerini ise, miktar teorisine dayandırmaktadırlar. Klasik Yaklaşım’da ekonomi kendiliğinden, başka bir deyişle otomatik olarak tam istihdam noktasında dengeye gelmekte, fiyatlar genel seviyesini ise para miktarı belirlemektedir. Bu durumda, para arzının artırılması fiyatlar genel seviyesini aynı oranda artırmaktadır. Klasik iktisatçılar maliyet enflasyonu üzerinde durmamakla birlikte, onlara göre nasıl bir ekonomide bir gayri iradi işsizlik varsa bunun tek nedeni ücretlerin işçi sendikaları ya da devlet tarafından yükseltilmesi ise, enflasyon gözleniyorsa bunun nedeni de para otoritelerinin para arzını artırmış olmasından kaynaklanmaktadır (Hiç, 1994b: 399; Kepkep, 1991: 8-11). Fakat Klasik Yaklaşım’ın bu varsayımları ve politika çıkarımları, ABD’de ortaya çıkan ve 50 milyon kişinin işsiz kaldığı, dünya üretiminin yüzde 42, dünya ticaretinin ise, yüzde 65 oranında azalması gibi olumsuz etkiler doğuran 1929 krizinin ardından sorgulanmaya başlanmıştır (“Sanal”, 2008). Zira, söz konusu kriz her arzın kendi talebini yarattığı ve işsizliğin ancak iradi bir şekilde ortaya çıktığını savunan Klasik Yaklaşım’ın temel savlarını geçersiz kılmıştır. Klasik Yaklaşım’ın bu eksikliklerinin anlaşılması ise Keynesyen Yaklaşım’ın oluşmasına zemin hazırlamıştır. 14 1.1.3.2. Keynezyen Yaklaşım Keynezyen Yaklaşım, Klasik Yaklaşım’dan farklı olarak eksik rekabet koşullarını vurgulamakta ve eksik rekabetin fiyatların yapışkan ve esnek olmamasından kaynaklandığını ileri sürmektedir. Fiyatların esnek olmamasını ise, devletin ve sendikaların fiyatlara müdahale etmesi; taban ve tavan fiyat belirlemeleri, sözleşmelerle kısa, orta ve uzun dönem fiyatların belirlemesi nedenleriyle oluştuğunu kabul etmektedir. Keynezyen Yaklaşım’da fiyatların bu şekilde, esnek olmadığının kabul edilmesi, tam rekabet durumunda fiyatlardan beklenen arz ve talepteki değişmeleri hemen yansıtma işlevinde sorunlara neden olmaktadır. Aynı zamanda, fiyatların esnek olmaması, diğer bir anlamda özellikle kısa dönemde arz eğrisinin oldukça yatık olmasına karşılık gelmektedir. Bundan dolayı talepteki değişmeler, arzı ve buna bağlı olarak reel ekonomiyi etkileyebilmektedir. Bununla birlikte, ekonomide yatırımcılar, tüketiciler ve tasarruf sahipleri belirsizlik ortamında hareket etmektedirler. Ayrıca, ekonomide tam bilgi bulunmamaktadır, bu nedenle piyasa ekonomisi ekonomik birimler arasında eşgüdümü sağlamakta zaman zaman zorlanabilmektedir. Dolayısıyla da, ekonomi Klasik Yaklaşım’ın öngördüğü gibi tam istihdam düzeyinin altında bir düzeyde dengeye gelebilmekte ve ekonomiyi tam istihdam düzeyinde dengeye getirmek için hükümet müdahaleleri gerekebilmektedir (Eren, 2006: 69, 70; Erim, 2007: 193; Gordon, 1990: 1115). Bu bağlamda, Klasik Yaklaşım’ın parasal modeline karşılık, Keynesyen enflasyon yaklaşımı temelde emek piyasasındaki fiyat katılıklarını dikkate alarak enflasyon kavramını, genel olarak talep-itişli olarak açıklamaktadır. Keynesyen Yaklaşım, Klasik Yaklaşım’ın enflasyonist öngörülerine sadece uzun dönemde tam istihdam kısıtı altında rol verirken, arz şoklarının olası enflasyonist etkilerinin de olabileceğini kabul etmektedir. Diğer taraftan, Keynesyen Yaklaşım’da nominal talepte meydana gelen değişmeler, parasal genişlemeden ziyade, ağırlıklı olarak kamu harcamaları, vergiler ve yatırımlar gibi harcama artışlarına bağlı olarak açıklanmaktadır (Kibritçioğlu, 2002: 48, 49; Subaşı, 2005: 12; Bronfenbrenner vd., 1963: 601). 15 Bu düşüncelerle birlikte ve daha sonra Keynesyen düşünce çerçevesinde geliştirilen Phillips Eğrisi yorumuyla da, 1970’lere kadar iktisat politikalarına hakim olan Keynesyen Yaklaşım, istikrarsızlıklarla mücadelede büyük ölçüde başarılı olmuştur. Ancak, bu tarihlerden itibaren yüksek ve sürekli fiyat artışları ile beraber işsizlik de artmaya başlamıştır. Eksik kapasite kullanımı ile birlikte ekonomik büyüme hızında yavaşlama olmuş, dış ticaret açıkları ve ödemeler dengesinde ortaya çıkan sorunlar ekonomileri zor durumda bırakmıştır. Daha ziyade az gelişmiş ülkelerde görülen eksik kapasite ve işsizliğin yanı sıra, talep artışına rağmen üretim kapasitesinin genişleyememesi, gelişmiş ülkelerde de belirgin bir şekilde yaşanmaya başlanmış ve enflasyonun oluşmasına neden olmuştur. Bu doğrultuda, enflasyonu düşürmek için uygulanan talep düşürücü politikalar ise işsizliği daha da artırarak ekonomik büyüme hızının düşmesine yol açmıştır (Pınar, 2006: 88). Söz konusu bu nedenler, Keynesyen Yaklaşım’a karşıt olarak, hasıla düzeyinin üretken kapasite tarafından belirlendiği, fiyatların esnek olduğu ve para arzının enflasyonu etkileyebileceği düşüncelerinin öne çıktığı Parasalcı Yaklaşım’ın gelişimini hızlandırmıştır (Cukierman, 2008: 1; Hafer, 2001: 14). 1.1.3.3. Parasalcı Yaklaşım Parasalcı Yaklaşım veya Monetarizm’de, parasal değişmeler ekonomik yaşamı etkileyen önemli bir faktörü oluşturmaktadır (Erim, 2007: 246; Frisch, 1977: 1297, 1298; Parasız, 1996: 9, 10). 1960’lı yıllarda gelişme göstermekle birlikte Monetarizm’in öncülüğünü büyük ölçüde Milton Friedman’ın yaptığı görülmektedir. Bu anlamda, Milton Friedman’a göre, enflasyon her zaman her yerde parasal bir olay olarak ortaya çıkmakta ve parasal genişleme ile desteklenmediği sürece enflasyonun devam etmesi olanaksızdır. Bununla birlikte, Friedman’a göre, maliyet enflasyonu geçici bir olaydır ve ancak kısa dönem için geçerli ve önemlidir. Buna karşılık uzun süren enflasyonların nedeni, toplam harcamalardaki artışlar ve özellikle hızlı parasal genişlemedir. Bunu önlemek için ise, Friedman para arzının artışının sınırlandırılmasını; örneğin mili gelir büyüme oranı yüzde üç oranında artıyorsa para arzındaki artış hızının da yüzde üç olarak belirlenmesi gerektiğini ileri sürmüştür (Tunca, 2001: 264, 265; Akdiş, 2006: 350; Kalın, 1989: 92). 16 Özetle, Monetaristler, geçmiş dönemde yaşanan temel ekonomik durgunlukların parasal daralma, temel enflasyonist dönemlerin de parasal genişleme sonucu meydana geldiğini belirtmişlerdir. Bir ekonomideki ekonomik dalgalanmaların, en önemli nedeni olarak uygulanan yanlış para politikalarını kabul eden Monetaristler, yanlış para politikaları uygulamalarından vazgeçilirse ekonominin istikrara kavuşacağını savunmuşlardır (Ataç, 2006: 13). Fakat Monetaristlerin, enflasyonu açıklamada para arzını öne çıkarmaları ve enflasyona neden olan yapısal sorunları dikkate almamalarının farklı iktisadi düşünce ekolleri tarafından eleştirildiği görülmektedir. Bu ekollerin başında ise iktisadi sorunları yapısal faktörlere dayandırarak açıklamaya çalışan Yapısalcılar gelmektedir. 1.1.3.4. Yapısalcı Yaklaşım Yapısalcı Yaklaşım’da, bütün ekonomilerde özellikle az gelişmiş ekonomilerde enflasyon, ekonomik yapıdaki bozukluklardan kaynaklanmaktadır. Bu nedenle de, enflasyonla mücadelenin ekonomideki yapısal aksaklıkların giderilmesi ile mümkün olacağını savunmaktadırlar. Başka bir ifadeyle, Yapısalcılar, ekonomik kalkınmaya yönelik politikalar uygulamaya konulup bu yönde başarı elde edilmeden parasal istikrarın ve fiyat istikrarının sağlanacağını kabul etmemektedirler. Yapısalcılara göre, uzun dönemli fiyat istikrarının sağlanabilmesi ancak çeşitli yapısal aksaklıkların giderilmesi ve ekonomik kalkınmanın sağlanmasıyla mümkün olmaktadır. Az gelişmiş ülkelerde, yapısal bozukluklar nedeniyle, para ve maliye politikalarının enflasyonla mücadelede yetersiz kaldığını düşünen Yapısalcılar, bu ülkelerin sanayileşme ve kalkınmalarının enflasyonu önlemede belirleyici rol oynadığını belirtmektedirler (Çubukçu, 1983: 81, 82; Kepkep, 1991: 31-33; Alkan, 2004: 27, 28). Sonuç olarak, söz konusu teorilerden, Klasik Yaklaşım ve Keynesyen Yaklaşım enflasyonun tam istihdam düzeyine ulaştıktan sonra para arzının artırılması nedeniyle oluştuğunu savunurken, Monetarist Yaklaşım enflasyonun her zaman parasal nedenlerden kaynaklandığını benimsemektedir. Yapısalcı Yaklaşım ise, bu düşüncelerden farklı olarak özellikle gelişmekte olan ülkelerde görülen enflasyonu yapısal aksaklıklarla ilişkilendirmektedir. Enflasyon konusunda oluşan farklı düşünceler, enflasyon konusunun önemi artırmakla beraber enflasyonla mücadelede 17 kullanılacak politika araçlarını da çeşitlendirmektedir. Fakat bu çeşitliliğe rağmen, enflasyonla mücadelede bazı maliyetlerle karşılaşılmaktadır. Bu maliyetlerin başında ise ekonomik büyüme gelmektedir. Enflasyonla mücadelenin ekonomik büyüme üzerinde oluşturacağı bu maliyet, genellikle yüksek enflasyonun kısa bir zaman diliminde düşürülmesinin amaçlandığı durumlarda oluşabilmektedir. Özellikle talep artışlarından kaynaklanan enflasyonun, kısa bir süre içerisinde düşürülmesi için uygulamaya konulan daraltıcı politikalar, enflasyonist ortamda maliyet kaygısı olmadan çalışan firmaların üretimlerinde yavaşlamaya neden olabilmektedir. Zira, enflasyonist ortamlarda, firmalar ürettikleri ürünlerin fiyatlarını kolaylıkla tüketicilere yansıtabilmektedirler. Bu nedenle, enflasyon düzeyinin indirilmeye çalışılması, ekonomik büyümeyi olumsuz yönde etkileyebilmektedir. Enflasyonun ekonomik büyüme üzerindeki olumsuz etkisi sadece kısa dönemde enflasyon ile mücadele edilmesi sırasında oluşmamaktadır. Bunun dışında enflasyon ile ekonomik büyüme arasındaki negatif yönlü ilişki gerek kısa gerekse de uzun dönemde de gözlenebilmektedir. Bu gözlemin oluşmasında ise temelde beş nedenin etkili olduğu ileri sürülmektedir (Berber ve Artan, 2004: 3; Chowdhury, 2002: 22); 1- Enflasyon gelecekle ilgili olumsuz beklentilerin ortaya çıkmasına neden olmakta, bu da yatırımları ve ekonomik büyümeyi olumsuz yönde etkilemektedir. 2- Yüksek enflasyon oranı, yüksek enflasyon değişkenliğine neden olmakta ve ortaya çıkan belirsizlik ekonomik birimlerin piyasadaki sinyalleri tam olarak algılayamamasına sebebiyet vermektedir. Sonuçta, piyasada oluşan yanlış sinyaller yatırımları ve ekonomik büyümeyi olumsuz yönde etkilemektedir. 3- Farklı sektörlere ait fiyatlar farklı oranlarda artığından enflasyon, ileriye dönük yatırım kararlarının etkinliğini bozmakta; bu durum kaynak dağılımını olumsuz yönde etkilemektedir. 4- Enflasyon ulusal paranın aşırı değerlenmesine neden olmakta ve sonuçta ihracatı olumsuz yönde etkilemektedir. 18 5- Enflasyonun finansal varlıkların değerini düşürmesi nedeniyle, bireyler tasarruflarını değerli maden (genellikle altın) ve gayri menkul olarak tutmayı tercih etmektedirler. Değerli maden ve gayri menkule yönelen tasarruflar ülkedeki finansal derinliğin az olması dolayısıyla da yatırımları olumsuz yönde etkilemektedir. Enflasyonun yukarıda belirtilen maliyetleri, netice itibariyle enflasyonun ekonomik büyüme üzerindeki etkisinin de olumsuz olmasına yol açmaktadır. Böylelikle de, bu etkinin net olarak ortaya konulması ile enflasyon ile mücadelenin temel koşullarından birisi yerine getirilmiş olmaktadır (Yılmaz vd., 2002: 38). 1.2. Ekonomik Büyüme Kavramı Ekonomik büyüme, ekonominin üretim kapasitesinin artırılması ve dolayısıyla daha fazla mal ve hizmet üretilmesi şeklinde tanımlanmaktadır (Ertek, 2005: 55; Karluk, 2005: 55). Bir başka tanıma göre, ekonomik büyüme, kişi başına reel hasıladaki artışlar şeklinde ifade edilmektedir (Gould, 1972: 2). Bu artışlar, ancak uzun dönemde ülkenin üretim ölçeğinin veya potansiyelinin genişlemesi veya daha üretken kullanılması sayesinde ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla da ekonomik büyüme sorunu, genellikle bir uzun vade sorunu olarak kabul edilmekte ve makroekonomik anlamda daha çok arz cephesince belirlenmektedir. Diğer bir ifadeyle, bir ülkenin üretim imkanları eğrisinin dışarıya veya uzun dönem toplam arz eğrisinin sağa doğru kaymasına neden olan faktörler ekonomik büyüme kuramlarının konusunu oluşturmaktadır. Bu kaymaların arkasında hükümetlerin, üretim faktörlerinin verimliliklerini artırıcı eğitim ve teknoloji politikalarının ve fiziki sermaye stokunu artırıcı alt yapı yatırımlarının etkileri de olmakla birlikte, reel GSYİH ve reel GSMH’daki artış yüzdesi şeklinde de ölçülebilen ekonomik büyümenin üç önemli kaynağı olduğuna işaret edilmektedir (Kibritçioğlu, 1998: 207, 208; Parasız, 1997: 5; Ertek, 2005: 56). — Tasarruf ve yeni sermaye yatırımları: Tasarruf, kısaca harcanmayan gelir şeklinde ifade edilmektedir. Genellikle gelişmekte olan ülkelerde tüketim eğiliminin yüksek olması nedeniyle düşük düzeylerde gerçekleşen tasarruf düzeyi yeni yatırımların yapılmasında önem taşımaktadır. Başka bir ifadeyle, ülkedeki tasarruf düzeyine bağlı olarak, yatırımların gerçekleşmesi mümkün olmaktadır. Zira, 19 gelişmekte olan ülkelerde tasarruf düzeyinin düşüklüğüne bağlı olarak, yatırımların finansmanı dış kaynak kullanımını zorunlu kılmaktadır. Bu da, ülkenin dışa bağlılığını artırmaktadır. Özellikle, yatırım ihtiyacını kısa vadeli yabancı tasarruflarla karşılayan ülkelerin, bünyelerinde kriz ihtimalini taşımaları mümkün görülmektedir. Bu nedenle, ekonomik büyümeyi istikrarlı bir şekilde sürdürmek için yenileme ve stok yatırımlarının dışında ülkenin uzun vadeli üretim kapasitesini artıran yeni sermaye yatırımlarının artırılması ve bu yatırımların finansmanında kullanılacak tasarruf hacminin yükseltilmesi gerekmektedir. — Beşeri sermaye yatırımları: Üretim faktörleri içinde önemli bir konuma sahip olan sermaye faktörü, son yıllara kadar hep fiziki sermaye anlamında kullanıldığı görülmektedir. Ancak kişisel ve toplumsal özelliklerin üretime olan etkilerinin giderek önem kazanması, söz konusu pozitif değerlerin de sermaye olarak kabul edilmesine yol açtığına işaret edilmektedir. Bu anlamda, artık gelinen noktada sermaye, üretime pozitif katkısı olan her türlü maddi ve maddi olmayan iktisadi değerler olarak kabul edilmektedir. Dolayısıyla, fiziki sermaye de olduğu gibi beşeri sermaye de varlığı nispetinde ekonomik büyümeye katkı sağlamaktadır (Karagül, 2003: 81-82). İşgücü tarafından içerilen bilgi ve tecrübelerin toplamı olarak tanımlanan beşeri sermaye kavramının, son yıllarda önem kazanmasında 1970’li yıllarda gözde olan insan merkezli yaklaşımların rolü olduğuna değinilmektedir. Bu yaklaşımların, emeği üretimde kullanan bir sermaye malı haline getirdiği ve beşeri sermaye adı altında teori ve modellere taşıdığı görülmektedir. Lucas (1988), Grammy ve diğerleri (1996), Cheng ve diğerleri (1997) ve Baro (1988) tarafından yapılan analizler, nitelikli işgücünü temsil eden beşeri sermayenin ileri teknoloji ürünlerini daha kolay kullanarak üretimdeki verimliliği artırtığını ortaya koymaktadır. Bu duruma, örnek teşkil etmesi anlamında, Doğu Asya mucizesini gerçekleştiren Hong Kong, Singapur, Güney Kore ve Tayvan gösterilmektedir. Çünkü söz konusu bu ülkelerde ekonomik büyümenin itici gücünü, beşeri sermayeye ya da insana yapılan yatırımlar oluşturmaktadır. Zira, Tayvan’da devlet tarafından yılda yaklaşık 7000 öğrencinin yurt dışına eğitim amaçlı gönderilmesi bu tespiti doğrulamaktadır (Dura vd., 2004:14; Kozlu, 1995). 20 — Teknoloji düzeyi: Teknoloji düzeyi, en geniş anlamıyla üretim süreci, ürünün kendisi, üretim ve yönetim organizasyonu, pazarlama ve satış sonrası servis ile ilgili bilgi ve deneyimlerin toplamı veya stoku olarak tanımlanmaktadır. Bu stoktaki artışın yani teknolojik gelişmenin ekonomik bakımdan bir anlam ifade edebilmesi için, kâr veya zarar etmeyi göze alacak biçimde bir firmada yenilik olarak uygulamaya konulması gerekmektedir. Yenilikle sonuçlanan teknolojik gelişmelerin kaynağı, ilgili firma açısından içsel veya dışsal olabilmektedir. İçsel kaynaklar arasında firmanın kendi araştırma-geliştirme etkinlikleri ve işçilerin, yöneticilerin, mühendislerin, kısacası bir firmanın bütün çalışanlarının iş başındaki deneyimlerinin artışı sayılmaktadır. Bu ikinci kaynağa, ekonomi literatüründe yaparak öğrenme veya zaman/deneyim ekonomileri adı verilmektedir. Çoğunlukla piyasa mekanizması üzerinden taklit yoluyla gerçekleşen teknoloji transferi dışında, teknolojik gelişmenin ortaya çıkışını etkileyen dışsal nedenler, daha çok ekonomi dışı nitelik göstermektedir. Çeşitli ülkelerde ve çeşitli zaman dilimlerinde teknolojik ilerlemenin oluştuğu ortamlar birbirinden çok farklı veya bazen de benzer özellikte tarihsel, sosyolojik, politik, psikolojik, kültürel, dinsel ve hatta rastlantısal etkenler tarafından oluşturulmaktadır (Kibritçioğlu, 1998: 211). Özetle, teknolojik gelişme, ekonomik büyümenin görünür sınırlarını aşmanın en iyi yolu olarak kabul edilmektedir. Eğer daha büyük çıktı daha büyük fiziksel girdi gerektiriyorsa, o takdirde dünyadaki çeşitli kaynakların arzının sabitliği, muhtemelen kişi başına gelirin yükselmesinin bir sonunun olacağı anlamına gelebilmektedir. Ancak biriktirilemeyecek ya da yeniden yaratılamayacak girdilerle daha fazla üretmenin yöntemleri keşfedilmeye devam edildikçe, gelecek birçok yüzyıllarda yaşam standardının artmaya devam etmemesi için herhangi bir neden olmayacağı ileri sürülmektedir (Parasız, 1997: 6). Her ekonominin birincil önceliği, gelişme, kişi başına düşen geliri artırarak halkın ekonomik refah düzeyini yükseltmektedir. Refah düzeyinin artması ise ekonominin büyümesi ile mümkün olmaktadır. Bu anlamda, yüksek büyüme hızları bir ekonomide başarının, düşük büyüme ise başarısızlığın göstergesi olarak değerlendirilmektedir (Tarı ve Kumcu, 2005: 156). Diğer bir deyişle, eksik istihdam durumunda fiili milli hasıla, potansiyel milli hasılanın altında olduğundan, refah 21 kaybı söz konusu olmaktadır. Ancak kısa dönemde, tam istihdamı sağlayıcı önlemler almaya yönelen hükümetler, uzun dönemde ise ekonominin üretim kapasitesini artırıcı politikalar izlemektedirler. Bu şekilde, bir ülkenin üretim kapasitesinin artırılarak, potansiyel milli hasıla düzeyinin yükseltilmesi ise ekonomik büyümeyi konu alan yaklaşımların ilgi alanına girmektedir (Dinler, 1998: 510). 1.2.1. Tarihsel Süreç İçerisinde Ekonomik Büyüme ile İlgili Yaklaşımlar Ekonomik büyüme yaklaşımları, temelde kurulan çeşitli modellerle ülkeler arasındaki büyüme farklılıklarının nedenlerini araştırmaktadır. Bu araştırmaları, Klasik iktisatçıların çalışmalarına kadar götürmek mümkün olmakla birlikte ekonomik büyüme ile ilgili araştırmaların özellikle, 1950’li ve 1960’lı yıllarda geliştirilen çalışmalarla arttığı gözlenmektedir (Tüylüoğlu, 2007: 665). Söz konusu bu çalışmalara da değinmek suretiyle, ekonomik büyüme yaklaşımlarını; Klasik Ekonomik Büyüme Yaklaşımı, Keynes’in Ekonomik Büyüme Yaklaşımı, Marksist Ekonomik Büyüme Yaklaşımı, Harrod-Domar Ekonomik Büyüme Yaklaşımı, Neoklasik Ekonomik Büyüme Yaklaşımı ve İçsel Ekonomik Büyüme Yaklaşımı olmak üzere altı başlık altında incelenmesinin uygun olacağı düşünülmüştür. 1.2.1.1. Klasik Ekonomik Büyüme Yaklaşımı Klasik Ekonomik Büyüme Yaklaşımı, A.Smith, D. Ricordo, Malthus, J. Stuart Mill, James Mill, McCulloch, Senior gibi Klasik iktisatçıların görüşlerini yansıtmaktadır. Klasik iktisatçıların ekonomik büyüme ile ilgili bu görüşleri, birbirlerinden farklı olmakla beraber bu farkların Adam Smith hariç, genellikle önemli olmadığına işaret edilmektedir (Hiç, 1994a: 14). Bu nedenle, Klasik Ekonomik Büyüme Yaklaşımı’nın, David Ricordo’nun ve Adam Smith’in ekonomik büyüme modelleri ismi altında iki grup altında incelendiği görülmektedir. Bu bağlamda, ekonomik büyüme modellerinin başlangıcı olarak adlandırılan David Ricordo’nun modeli, 19. yüzyıl İngiltere’sinin yaşadığı sorunlar ve koşulları yansıtmaktadır. Bu dönem, ücretlerin en az geçim düzeyinde sabitlendiği, işgücü arz ve talebinin neredeyse dengelendiği, teknik gelişmelerin hızlandığı, tasarruf ve 1950’li ve 1960’lı yıllarda ekonomik büyüme ile yapılan araştırmaların artmasının nedenleri için Bkz. (Tezel, 2003: 23, 24). 22 sermaye oluşumunun arttığı, verimin tarımda düşerken sanayide hızlandığı bir dönemdir. Bununla birlikte, model ne gelişmiş ülkelerin gelişme sorunlarına ne de az gelişmiş ülkelerin gelişme sorunlarına yanıt verebilmektedir. Bir ekonomik büyüme modeli olarak adlandırılmasına karşın, temelde uzun dönemde bölüşüm ilişkilerini açıklayan bu modelin önemi, aslında ilk sistematik ekonomik büyüme modeli olmasında yatmaktadır. Model, ekonomik büyümeyi, Rant Kuramı ve Ücret Kuramı’na dayandırarak açıklamaktadır. Buna göre, rant topraklar arasında var olan verimlilik farkı nedeniyle toprak sahiplerinin elde ettikleri haksız kazancı ifade etmektedir. Tarımda azalan verimlerin egemen olması, kaliteli toprak sahiplerinin diğerleri aleyhine rant elde etmelerine neden olmaktadır. Ücretler ise, kısa dönemde emek arz ve talebine göre belirlenmekte, ancak uzun dönemde bir en az geçim düzeyinde sabitlenmektedir. Bu nedenle, kısa dönemde oluşan ücrete “piyasa ücreti”, uzun dönemde oluşan ücrete ise “doğal ücret” denilmektedir (Hiç, 1994a: 14; Karakayalı, 1995: 311, 312). Bu açıklamaların ışığında, Ricordo’ya göre, nüfusun artışı, tarımsal ürün talebini artıracaktır. Tarımsal üretim artışı için yeni ve daha verimsiz toprakların işletmeye açılmasıyla rantlar artış gösterecektir. Uzun dönemde ücretler en az geçim düzeyinde sabitlense de, nüfusun ve çalışanların sayısının artışı toplam ücret düzeyini yükseltecektir. Böylece uzun dönemde rantların ve ücretlerin artması nedeniyle kârlar düşecek, aşırı kârlar ortadan kalkacaktır. Sonuçta yatırımlar ve sermaye birikimi duracaktır (Karakayalı, 1995: 312). Diğer bir deyişle, Ricordo’nun modeline göre, üretim arttıkça toplam rant ve toplam ücret ödemesi artar ve böylece toplam kâr azalır. Bu süreçte hasıla bir süre sonra rant ve ücret ödemeleri toplamına eşit-toplam kâr sıfır olur ve böylece ekonomi hasılanın artık değişmediği bir durağan duruma ulaşır (Ünsal, 2007: 77). David Ricordo’da temel konu, üretim faktörlerinin payları olmakla beraber Adam Smith’in temel konusu, ekonomik büyüme ve gelişme sorunudur. Adam Smith, Ricordo’dan farklı olarak, emekte artan verim kanununun geçerli olduğunu kabul etmektedir. Bu nedenle de, Adam Smtih’e göre ekonominin durgunluk safhasına geçişi Ricordo’nun modeline kıyasla değişiklik göstermektedir. Bu anlamda, Adam Smith’e göre, kâr amacı taşıyan girişimcilerin tasarruf ve 23 yatırımlarıyla sağlanan sermaye birikimi, işbölümü ve uzmanlaşmaya ve bunlarla birlikte gelen teknik ilerlemeye neden olmaktadır. Piyasanın genişlemesi, işbölümü ve uzmanlaşmanın artması içsel ve dışsal ekonomiler yaratacak, böylece emekte, sermayenin aksine, artan verim kanunu geçerli olacaktır. Sermaye için ise yine David Ricordo’nun modelinde olduğu gibi azalan verim kanunun geçerli olduğu kabul edilmektedir. Bu durumda, kârların düşmesi girişimcilerin daha fazla tasarruf yapmalarına neden olmaktadır. Diğer taraftan, emekte artan verim olduğuna göre, ücret fonlarının artması ve müteşebbisler arası rekabet dolayısıyla kısa dönemlerde piyasa ücreti asgari fiziki seviyenin üstüne çıkabilecektir. Ücretlerin yükselmesi ise nüfus-ücret ilişkisi dolayısıyla, uzun dönemde nüfusun artmasına neden olacaktır (Hiç, 1994a: 26). Söz konusu tespitlerden görüleceği üzere, Adam Smith’e göre, ekonomik büyüme kendi kendini besleyen bir süreçtir. Bu süreç içerisine giren ekonomilerde sermaye birikimi, nüfus ve gelir artıkça artan bir hızla yükselir. Ancak, artan verim sonuna kadar devam etmez; kârlar nihai aşama sıfıra düşecek, sermaye birikimi ve buna bağlı olarak nüfus ve gelir artışı duracak, böylece de ekonomi durgunluk dönemine girecektir. Bu dönemde ise, nüfus sabittir; kâr oranı düştüğü için, net yatırım yapılamamaktadır (Kazgan, 2004: 95, 96; Hiç, 1994a: 26, 27). Sonuç olarak, Klasik iktisatçılar, toplumsal ve kültürel çevre, politik yönetim, teknik yeniliklerin yapılması ve uygulanmasında elverişli şartlar, piyasanın yeterli genişliği gibi etkenlerin de ülkeler arasındaki ekonomik büyüme farklılıklarının açıklanmasında önemli olduğunu düşünmekle birlikte, piyasa ekonomisinin ekonomik büyümeyi sağlayacağına, devlet müdahalesine gerek kalmayacağına inanmışlardır (Kazgan, 2004: 98). Buna karşılık, Marksist Ekonomik Büyüme Yaklaşımı, kapitalist sistemdeki çelişkilerin devamlı bir ekonomik büyüme sağlayacağını ama bu ekonomik büyüme süreci içindeki çelişkilerin gittikçe şiddetlenerek sonunda ekonomik büyümenin sona ereceğini savunmaktadır (Acar, 2002: 67). 24 1.2.1.2. Marksist Ekonomik Büyüme Yaklaşımı Karl Marks tarafından öne sürülen Marksist Yaklaşım’da, Marks ekonomik analizi ile kapitalist sistemin sonsuza kadar büyümesini devam ettirmesinin mümkün olmadığını ve bir süre sonra proletaryanın mevcut üretim yapısını ve ondan kaynaklanan sosyal ilişkileri kaldırıp atacağını ve yerine sosyalist bir üretim organizasyonun kurulacağı bir devrim aşamasına ulaşılacağını göstermeyi amaçlamıştır (Savaş, 1999: 485). Bu bağlamda, Marksist Ekonomik Büyüme Yaklaşımı, kapitalizmin iç çelişkilerinin, durgunluğa yer bırakmaksızın sürekli büyüme sağladığını göstermektedir; dinamik büyüme sürecinde iç çelişkilerin gittikçe şiddetlenerek, sisteme “patlayıcı” bir nitelik verdiğini ileri sürmektedir. Buna göre, sistemin kendi içinde yarattığı büyüme, sonunda çöküşünü hazırlayacaktır (Kazgan, 2004: 319). Kapitalist sistemin çökmesi ile sonuçlanan bu sürecin izahı ise şu şekilde yapılmaktadır (Karakayalı, 1995: 317, 318; Hiç, 1994a: 33); s Artık Değer (toplam değerden, sabit ve değişir sermaye çıktıktan sonra kalan kısım) v Değişir Sermaye (istihdam edilen işçilere fiilen ödenen ücretlerin toplamı) C Sabit Sermaye b Artık değer oranı veya sömürü oranı r Kâr oranı c Sermayenin organik bileşim oranı Bu açıklamalar ışığında sistem şu şekilde işlemektedir; üretime (v C ) olarak giren tüm sermaye, süreç sonunda artık değeri de kapsayarak (v C s) şekline dönüşecektir. Öte yandan; b s v r s vC c v vC olarak ifade edilmektedir. Diğer bir deyişle, kâr oranı (r ) ile sömürü oranı (b) ve sermayenin organik bileşimi (c ) arasında; 25 r s s/v b v C C /v v/v c 1 ilişkisi bulunmaktadır. Buna göre, kapitalizm evrime uğradıkça ve teknik yenilikler üretime girdikçe bir yandan işçinin verimi yani artık değer artmakta, diğer yandan da sabit sermayenin önemi gittikçe daha belirgin olmaktadır. Bu gelişme yukarıdaki eşitlikler açısından düşünüldüğünde zaman sömürü oranı (b) sabitken sermayenin organik bileşimi (c ) ne kadar büyükse, kâr oranı (r ) o kadar düşecek, (c ) sabitken (b) sömürme oranının artışı oranında (r ) kâr oranı da yükselecek demektir. Bu nedenle, sermayenin organik bileşiminin (c ) artması, kâr oranlarını azaltıcı bir etki yapacaktır. Böylece uzun dönemde sermaye ve servet artarken kârın azalması ile ekonomik büyüme hızı yavaşlayacaktır (Karakayalı, 1995: 318). Özetle, Marks’a göre, ekonomik büyümenin temeli, yarattığı artık değer ile emek tarafından oluşmaktadır. Kapitalist ekonomi, sermaye birikiminin hızlanması ve üretim tekniğinde değişikliklerin uygulanmaya konması için gerekli şartları oluşturmaktadır. Üretim tekniğindeki değişmeler ise işgücü tasarruf etmektedir. Kapitalist, daha az sayıda emeği daha verimli çalıştırarak toplam kârını artıracaktır. Bu nedenle de, üretimde emeğin payı azalırken, kârın payı artacaktır (Acar, 2002: 70, 71). Bununla birlikte, kârın artması ilerleyen dönemde yavaşlayacak ve bu süre içerisinde işsizlik ordusunun büyümesine bağlı olarak yetersiz tüketim oluşacaktır. Bu anlamda, kapitalist sistemde, işçiler çalışmalarıyla bir yandan sermaye yaratırken, bir yandan da, kendi sefaletlerini yaratmış olmaktadırlar. İşçilerin sefaletinin artması ise, işçilerin ve işsizlerin şehirlerde toplanmalarına ve ihtilal yoluyla kapitalist sistemin yıkılmasına zemin hazırlanmasına neden olmaktadır (Hiç, 1994a: 37; Kazgan, 2004: 323). Fakat Marks’ın ekonomik büyüme ile öngörülerinin tam olarak gerçekleşmediği görülmektedir. Zira, Marks’ın teorisini geliştirdiği 19. yy. boyunca bir yandan ücretlerin artışı ve işletmelerin artan bir şekilde yoğunlaşması diğer yandan kitle tüketiminin ortaya çıkması ile batılı ülkelerin başarılı bir ekonomik büyüme süreci içerisine girdiğine işaret edilmektedir (Parasız, 1997: 32; Buchholz, 26 2005: 174-177). Söz konusu bu öngörü eksikliklerini taşımakla birlikte, yine de Marks’ın ekonomik büyüme için kurduğu teori, kendisinden sonraki dönemde, Keynesyen Yaklaşım çerçevesinde kurulan ekonomik büyüme yaklaşımlarını büyük ölçüde etkilemeyi başarabilmiştir (Kazgan, 2004: 326). 1.2.1.3. Keynes’in Ekonomik Büyüme Yaklaşımı 1929 Büyük Bunalımı’nın ardından, Klasik Yaklaşım’ı eleştiren Keynes’in iktisadi analizi, işsizlik, durgunluk ve enflasyona neden olan toplam yurtiçi üretimin satın alma miktarındaki dalgalanmalar üzerine yoğunlaşmaktadır. Keynes’e göre ekonomide eksik istihdam bulunmaktadır. Ekonominin eksik istihdamdan kurtulabilmesi için ekonominin durgunluk durumundan çıkması yani toplam talebin artırılması gerekmektedir. Toplam talebin artırılması ile yatırım harcamaları artacak ve ekonomide büyüme sağlanacaktır. Ekonomik büyümenin hızlanması ile birlikte ekonomi, tam istihdam dengesine doğru yaklaşacaktır. Fakat Keynes, yaklaşımında tam istihdam dengesinin özel bir durum olduğunu belirtmektedir. Diğer bir deyişle, Keynes’in iktisat politikasındaki amacı, ekonominin büyümesi olmayıp, ekonomiyi durgunluktan kurtarıp işsizliği önlemek şeklinde ifade edilmektedir (Yılmaz, 2005: 65, 66). İşsizliğin önlenmesinde ise kamu yatırımlarına ağılık verilmesi gerektiğini ileri süren Keynes’e göre yapılacak yatırımları çarpan mekanizması aracılığıyla ekonomide kendi artış oranından daha fazla gelir yaratabileceğini ve bu suretle ekonomideki istihdam kapasitesinin genişleyebileceğini savunmaktadır. Roy F. Harrod (1939) ve Evsey Domar (1946) ise, Keynes’in kısa dönem analizinden farklı olarak yatırımın, hem üretim kapasitesini artırıcı hem gelir artıcı olduğunu göz önünde tutarak, Keynesyen Yaklaşım’ın dinamikleştirilmesine, önemli katkılarda bulunmuşlardır. İstikrarlı bir ekonomik büyüme için gerekli şartları, araştırırken birbirlerinden ayrı olarak kurdukları ve yaklaşık aynı şeyleri ifade ettikleri modelleri ise literatürde Harrod-Domar Modeli olarak anılmaktadır (Kazgan, 2004: 244). 27 1.2.1.4. Harrod-Domar Ekonomik Büyüme Yaklaşımı Harrod-Domar modeli, temelde, yatırımı izleyen dönemlerdeki denge şartlarını araştırmaktadır. Bu bağlamda, model, ilave yatırımların ekonominin potansiyel büyümesini artıracağını ve ortaya çıkan ekonomik büyüme halinde dengenin kurulması için önce bu ekonomik büyümenin tatmin edici olması gerektiğini vurgulamaktadır. Bu potansiyel ekonomik büyümenin tatmin edici olabilmesi için ise yatırımların mutlaka belirli bir ölçüde artması gerekmektedir. Bununla beraber, ekonomik büyümenin tatmin edici olması, girişimcilere yapılan üretimin, piyasalarca tam olarak emilmesi, başka bir ifadeyle üretimin talebe göre ne eksik ne fazla olmasını zorunlu kılmaktadır. Tatmin edici ekonomik büyüme hızında ise aynı zamanda, planlanan tasarruf, planlanan yatırıma eşit olmakla birlikte bu durumda tam istihdam oluşmaktadır. Diğer taraftan, Harrod-Domar modelinde tek bir istikrarlı denge bulunmaktadır ve bu dengenin sağlanabilmesi için girişimcilerin mutlaka belirli bir düzeyde yatırım yapmaları gerekmektedir. Bu bakımından, Harrod-Domar modeli bıçak sırtı denge modeli olarak tanımlanmaktadır. Çünkü modelde, yatırım düzeyinin, olması gereken düzeyden sapması halinde ekonomideki dengenin bozulacağı düşünülmektedir (Paya, 2001: 433, 434; Hiç, 1994a: 72; Akyüz, 1980: 268, 269). Bu açıklamaların ışığında, gelişmiş ekonomileri ve uyarılmış yatırımları ön plana çıkaran, Harrod-Domar modeli ise şu şekilde işlemektedir (Ülgener, 1991: 424; Dinler, 1998: 514, 515; Şiriner ve Doğru, 2006: 57-77); Her üretken yatırım, ekonomideki yatırım mallarının miktarını artırırken aynı zamanda, ekonominin üretken kapasitesini de artırmaktadır. Diğer bir deyişle, bir ekonomide (I) kadar yatırım yapıldığında, ekonominin üretim kapasitesinde Y kadar bir artış meydana gelmektedir. Söz konusu bu artışın düzeyi ise, (I) kadar yatırım artışı ile birlikte, sermayenin marjinal verimliliğine () bağlı olarak belirlenmektedir. Buna göre, Y = I.’ya eşit olmaktadır. Kapalı ekonomi varsayımı altında, tam istihdam dengesinin gerçekleştiğini ve bu denge düzeyinde tasarruf-yatırım eşitliğinin sağlanmış olduğu kabul edildiğinde ise, (1.1) no.lu denkleme ulaşılmaktadır. 28 Y s. Y (1.1) no.lu denklemin sol tarafı ( (1.1) Y ) ekonominin büyüme hızını, sağ tarafı Y ise büyüme hızının, marjinal tasarruf eğilimi (s) ile yatırımın marjinal verimliliğine () bağlı olduğunu göstermektedir. Yatırımın marjinal verimliliği (), sermaye hasıla katsayısının tersine eşit olduğuna göre, = yerine 1 k 1 Y ’ya eşittir. s. ifadesinde, () k Y konulduğunda ise, sırasıyla (1.2) ve (1.3) no.lu denklemler elde edilmektedir. Y 1 s s Y k k (1.2) Y s Y k (1.3) Bu denklemlerden hareketle, bir ekonomideki denge büyüme oranının sermaye hasıla oranı ile marjinal tasarruf oranına bağlı olduğu görülmektedir. Ancak bu ilişki, marjinal tasarruf oranı ile doğru, marjinal sermaye hasıla katsayısının değeri ile ters yönlü bir ilişki içerisindedir. Başka bir ifadeyle, Harrod-Domar modeline göre, bir ekonomide marjinal tasarruf oranı ne kadar büyük ve sermaye hasıla katsayısı ne kadar küçükse, ekonominin büyüme hızı o kadar yüksek olmaktadır (Dinler, 1998: 515). Sonuç olarak, Harrod-Domar ekonomik büyüme modeli, gerçek hayatın işleyişini açıklamakta tam olarak yeterli olmamakla beraber, ekonomik büyüme teorisinin gelişimi açısından önemli bir model olarak görülmektedir. Zira, Harrod-Domar modeli, her şeyden önce Robert Solow ve Tresory Swan tarafından Sermaye hasıla katsayısı (k), gelirde bir birimlik artış sağlamak için ne kadar yatırım yapılacağını gösteren bir katsayıdır. Buna göre, k = I olarak tanımlanmaktadır. Burada, I: Yatırımı, Y ise Y gelirdeki artışı ifade etmektedir. Bkz. (Öney, 1987: 62, 63). 29 1956 yılında geliştirilen neoklasik ekonomik büyüme modellerinin hareket noktası olarak kabul edilmektedir (Ünsal, 2007: 102). Modern iktisadi büyüme kuramının temellerini oluşturan bu modellerden ise Solow modelinin çok etkili olduğu ve modern iktisadi büyüme literatürünün bu çalışmayı referans alarak doğduğu ileri sürülmektedir (Yetkiner, 2007: 5). 1.2.1.5. Neoklasik Ekonomik Büyüme Yaklaşımı Harrod-Domar modeli gibi Keynes sonrası geliştirilen ve ekonomik büyümenin analizinde talebi öne çıkaran modellerin aksine, Solow modeli ise diğer Neoklasik ekonomik büyüme yaklaşımları gibi üretim fonksiyonunu ön plana çıkartmaktadır (Hiç, 1994a: 122). Bu anlamda, modeli açıklarken Solow Cobb-Douglas üretim fonksiyonunu kullanmakla birlikte birtakım basitleştirici varsayımları da modelinde kullanmaktadır. Buna göre, tek sektörlü standart neoklasik ekonomik büyüme modelinin temel varsayımları; ölçeğe göre getirilerin sabit olduğu, sermayenin marjinal verimliliklerinin azaldığı, teknolojinin dışsal olarak belirlendiği, nüfus artış hızının sabit olduğu ve işgücüne katılma oranına eşit olduğu, faktörler arası ikamenin mümkün olduğu ve bağımsız bir yatırım fonksiyonun bulunmadığı (tasarruf-yatırım eşitliğinin sağlanması) şeklinde sıralanmaktadır (Solow, 1956: 66; Kirbitçioğlu, 1998: 8; Jones, 2001: 23). Bu varsayımlar altında, Solow modeli, (1.4) no.lu denklem şeklinde ifade edilen durağan durum denklemine ulaşmaktadır. sy = (n+d)k (1.4) (1.4) no.lu denkleme göre, durağan durumda tasarruflar (sy), amortismanı (dk)’yı dengelemek ve ayrıca işgücüne yeni katılan çalışanları sermaye ile (nk) donatmak için gerekli olan yatırımları tam olarak karşılamaktadır. Diğer taraftan, söz konusu durağan durumda, ekonomide sermaye ve işgücü stoku büyümesine karşılık, kişi başına hasıla ve kişi başına sermaye büyümemektedir. Teknoloji değişkeninin Neoklasik büyüme modelleri, daha sonra Denison (1961), Cass (1965) ve Koopmans (1965) gibi iktisatçılar tarafından geliştirilmiştir. Bkz. (Ercan, 2002: 130). Bu varsayım altında teknik bir kısıt yatmaktadır. Çünkü Solow 1956 yılında çalışmasını yayınlarken henüz içsel tüketim tasarruf paylaşımı çözmek mümkün değildi. Zira, bu problem 1961’de Pontryagin’in optimal kontrol kuramını geliştirmesi ile çözülmüştür. Dolayısıyla da, Solow’un bu varsayımı çok haklı nedenlere dayandırılmaktadır. Bkz. (Yetkiner, 2007: 7). 30 dahil edilmediği (1.4) no.lu denkleme, teknoloji değişkeni ilave edildiğinde ise durağan durum denklemi (1.5) no.lu denklemdeki gibi ifade edilmektedir. sy = (n+d+g)k (1.5) (1.5) no.lu denklemde (g) ile gösterilen teknoloji gelişme hızı ise, kişi başına kalıcı ekonomik büyümenin kaynağını ortaya koymaktadır. Başka bir ifadeyle, teknolojik değişme kişi başına gelirde durağan durum büyüme hızını, yani uzun dönem kişi başına hasılanın büyüme oranını belirlemektedir. Bu açıklamaların ışığında, modern ekonomik büyüme yaklaşımının ikinci dalgası olarak nitelendirilen Solow modelinin teorik sonuçlarını şu şekilde özetlemek mümkün görülmektedir (Berber, 2006: 163; Ünsal, 2007: 148); — Modele göre bir ekonomide durağan durum dengesi sağlandığında sermaye stokundaki artış hızı ve ekonomik büyüme hızı tasarruf oranından bağımsız olup dışsaldır. Sermaye stokundaki artış ile ekonominin büyüme hızı, işgücündeki artışa eşit olup “n” oranında artmaktadır. — Tasarruf oranında meydana gelen artışlar, sadece bir defa işçi başına sermaye ve işçi başına çıktı artışına sebep olmaktadır. Tasarruf oranında meydana gelen artışlar uzun dönem ekonominin büyüme hızını etkilememektedir. Diğer bir deyişle, tasarruf oranındaki artışlar durağan durum gelir düzeyini artırmakta, ancak durağan durum ekonominin büyüme hızına tesir etmemektedir. Bu anlamda, başlangıçta işçi başına düşen sermaye miktarı ne olursa olsun, ekonomiler her uzun dönem itibariyle dengeli bir ekonomik büyüme yoluna girmektedirler. — Teknolojik gelişmenin olmadığı durağan durumda işçi başına çıktı miktarı yani işçi başına gelir sabit olmaktadır. Teknolojik gelişmenin olduğu durağan durumda ise, işçi başına çıktı miktarı artık sabit olmayıp teknolojik gelişme tarafından belirlenmektedir. Bu nedenle, işçi başına çıktı miktarı teknolojik gelişme oranında artış göstermektedir. Toplam çıktının büyüme oranı ise nüfus artış oranı ile teknolojik gelişme oranının toplamına eşit olmaktadır. Özetle, Solow modeli, ülkeler arasındaki zenginlik farklılıklarının nedeni olarak, yatırım oranındaki, nüfus artışındaki ve teknolojik gelişmelerdeki farklılıkları göstermektedir. Buna göre, zengin ülkeler daha çok yatırım yapan, daha az nüfus 31 artış hızına sahip olan ve hızlı teknolojik gelişme nedeniyle işgücü verimliliğini daha fazla artıran ülkeler oldukları için zenginleşmektedirler. Çünkü teknolojik gelişme, sermayenin marjinal ürünündeki azalmayı ortadan kaldırmakta ve uzun dönemde ülkeler teknolojik gelişme oranında kişi başına ekonomik büyüme sergilemektedirler (Jones, 2001: 20-36; Berber, 2006: 165, 166). Model aynı zamanda, azalan verimler yasası gereği zengin ülkelerin zamanla durgun duruma gireceği ve onların büyüme yolunu takip eden yoksul ülkelerin onları yakalayacağını ileri sürmektedir. Diğer bir deyişle, düşük işgücü başına fiziksel sermayeye sahip olan göreli yoksul ekonomiler daha yüksek marjinal sermaye verimliliğine sahip olduklarından, daha hızlı büyüyecekler ve zengin ülkeleri yakalayacaklardır (Demir, 2002: 6; Ateş, 1996: 15). Fakat beklenilenin aksine yakınlaşma hipotezinin öngörüleri gerçekleşmemiştir. Daha doğrusu, teknolojinin dışsal ve sabit olduğu varsayımının gerçekçi olmadığı fark edilmiştir. Gerçekte sadece koşullu bir yakınlaşma ortaya çıkmaktadır. Yani kişi başına reel gelir düzeylerinin uluslararası düzeydeki yakınlaşması ancak benzer kurumsal koşullara sahip ülke grupları içinde gerçekleşebilmektedir. Çünkü bu süreçte, zengin ülkelerden yoksul ülkelere yapılacak sermaye transferlerinin yakınlaştırıcı etkisi, gelişmiş ülkelerdeki teknolojik gelişmeler tarafından tümüyle ortadan kaldırılabilmektedir. Bu nedenle, ekonomik büyüme süreçlerinin anlaşılmasında kritik bir öneme sahip olan teknolojik gelişmenin, dışsal olmaktan çıkartılarak konunun daha yakından incelenmesi kaçınılmaz hale gelmiştir (Kibritçioğlu, 1998: 215). 1.2.1.6. İçsel Ekonomik Büyüme Yaklaşımı Neoklasik ekonomik büyüme teorisi, ekonomik büyüme sürecinde fiziksel sermaye birikimi ve işgücünün önemini vurgulamaktadır. Toplam faktör verimliliğinin tek kaynağını da dışsal teknolojik gelişmeler olarak görmektedir. Ancak 1960’lı yıllarda bazı iktisatçılar (Arrow; 1992, Kaldor ve Mirrlees; 1962, Uzawa; 1965) Solow’un ekonomik büyüme modelinin dışsal teknoloji varsayımındaki basitliğine karşın, teknolojik gelişmenin iktisadi etmenlere dayanarak içsel biçimde açıklanabileceği karşıt tezini geliştirmişlerdir. Bu düşünceyi daha sonra 32 Romer (1986), artan getiri ile destekleyince, 1980’li yılların ortalarından sonra hızla çoğalan yeni içsel ekonomik büyüme modelleri ortaya çıkmıştır. Bu tarihten sonraki çalışmalar, ekonomik büyümenin asıl kaynağı olarak gördükleri unsurları belli başlı şu dört alanda toplanmıştır: Birinci grupta, kâr arayışındaki Ar-Ge (AraştırmaGeliştirme) sektörünün bilgi (ya da teknolojik tasarımlar) üretmesi (Romer, 1990; Grossman ve Helpman, 1991; Aghion ve Howitt, 1992); ikinci grupta Arrow’un düşüncesini devralan ve bunu yeni yaklaşımlara uyarlayan fiziksel sermaye yatırımları ve yaparak öğrenme modelleri (Romer, 1986; Rebelo, 1991; d’Autume ve Michel, 1993); üçüncüsü, beşeri sermaye birikimi (Lucas, 1998; Jones, 1996); dördüncüsü kamu yatırımları (Barro, 1990) (Ateş, 1998a: 3; Barro ve Martin: 2001: 12). Söz konusu içsel ekonomik büyüme modellerinden ulaşılan sonuçlar ise şu şekilde özetlemektedir (Berber, 2006: 184-185; Demir, 2002: 12; Paya, 2001: 446); — İçsel ekonomik büyüme modellerinin neoklasik ekonomik büyüme modelinin öngördüğü şekliyle, gelişmekte olan ülkelerden gelişmiş ülkelere doğru bir yakınsama olacağı düşüncesini kabul etmemişlerdir. Başka bir ifadeyle, kapalı ekonomi halinde zengin ülke ile aynı ekonomik büyüme oranına sahip yoksul ülkenin nispi yoksulluğu devam etmektedir. Beşeri sermayenin oluşturduğu pozitif dışsallıklar, ülkeler arasında yakınsamanın gerçekleşmemesinin, hatta refah farkının gittikçe artmasının nedenlerinden biri olarak gösterilmektedir. Zira, beşeri sermaye birikiminin yüksek olduğu ülkelerde aranılan her türlü nitelikte eleman bulunabilmekte, verimlilik düzeyi yüksek olmakta ve bireyler yüksek düzeylerde gelir elde edebilmektedirler. Bu nedenle, az gelişmiş ülkelerden gelişmiş ülkelere doğru bir beyin göçü yaşanmakta, bu da az gelişmişliğin sürekliliğini tetikleyen faktörlerden biri olmaktadır. — İçsel ekonomik büyüme modelleri, birbirine yakın gelişmişlik düzeyinde bulunan ülkelerin entegrasyona girmeleri durumunda bütün tarafların bundan kazançlı çıkacaklarını iddia etmişlerdir. Çünkü ülkeler arasındaki mal ve bilgi akışı, kaynakların gerek ülke içinde gerekse ülkeler arasında daha etkin dağılımını sağlamakta ve ülkelerde ölçeğe göre artan getirilerin işlemesine zemin hazırlamaktadır. Diğer taraftan, gerçekleştirilen Ar-Ge faaliyetlerinin getirileri diğer 33 ülkeler tarafından da kullanılmaktadır. Bu yolla sağlanılan tasarruflar ülkelere daha fazla Ar-Ge yapma olanağı vermektedirler. — Neoklasik ekonomik büyüme modellerinde dışlanan devlete, içsel ekonomik büyüme modellerinde yeniden önem kazandırılmıştır. Ancak burada devletin görevi bizzat üretim yapmak değil, koordine etmek, teşvik etmek ve denetlemek şeklindedir. İçsel ekonomik büyüme anlayışında üretim artışı; beşeri sermaye, bilgi birikimi, teknolojik gelişme ve Ar-Ge faaliyetlerinden bağımsız olarak düşünülmemektedir. Bu nedenle, devlete eğitim-öğretim hizmetlerinin yerine getirilmesi, Ar-Ge faaliyetlerinin teşvik edilmesi, patent ve mülkiyet haklarının korunarak özel sektörün ve yabancı sermayenin yeniliğe yönelik yatırımlarının teşvik edilmesi, üniversite-sanayi işbirliğinin geliştirilmesine katkı yapma gibi görevler yüklenmiştir. Sonuç olarak, arz ve talep dengesizliği ya da parasal nedenlere bağlı olarak fiyatlar genel düzeyinde ortaya çıkan yüksek ve sürekli artışlar, ekonomik, sosyal ve siyasi dengeler üzerinde önemli etkiler meydana getirebilmektedir. Bu sebeple, enflasyonun makul düzeylerde tutulması, iktisadi istikrarın sağlanması açısından temel şart olarak kabul edilmektedir. Nitekim son dönemlerde para otoritelerinin fiyatlar genel düzeyine yönelik hedeflere öncelik verdiği, ekonomi politikalarının da bu hedefler ile tutarlı bir biçimde şekillendirildiği görülmektedir. Söz konusu yaklaşımın temelinde ise iktisat politikasının birincil amacı olan üretim düzeyinin artırılması ve toplumsal refah seviyesinin yükseltilmesi ile yüksek enflasyon arasında ters yönlü bir ilişkinin bulunduğuna yönelik kabuller yer almaktadır. Ancak üretim düzeyi ve üretim düzeyindeki artış oranı ile enflasyon oranı arasında kabul edildiği üzere bir ilişkinin bulunup bulunmadığı, makroekonomik alanda en fazla ele alınan ve tartışılan konular arasında bulunmaktadır (Doğan vd., 2008: 56). İKİNCİ BÖLÜM ENFLASYON ve EKONOMİK BÜYÜME İLİŞKİSİ 2.1.Enflasyon ve Ekonomik Büyüme İlişkisini İnceleyen Yaklaşımlar Gerek enflasyonu gerekse de ekonomik büyümeyi açıklayan yaklaşımlardan da görüleceği üzere enflasyonun düşürülmesi ekonomik büyümenin artırılması toplum refahının artırılmasının önemli ön koşullarını oluşturmaktadır. Fakat bu ön koşulların birbirinden bağımsız bir biçimde gerçekleştirilmesinin her zaman mümkün olmadığı belirtilmektedir. Diğer bir deyişle, ekonomik büyüme oranlarının artırılmasının bazı durumlarda ki özellikle kısa dönemde fiyat artışlarının sağlanmasıyla oluşacağı belirtilmektedir (Savaş, 1998: 44). Bu düşüncenin temel dayanağını ise fiyatların yükselmesinin, kâr oranını artırması ve üreticiyi daha çok istihdama ve daha çok üretime teşvik etmesi oluşturmaktadır. Dolayısıyla kısa dönemde enflasyon ile ekonomik büyüme arasında pozitif bir ilişki öngörüsünü taşıyan bu tespit bir anlamda enflasyon ile ekonomik büyüme arasında bir çelişki olduğunu da iddia etmektedir. Her ne kadar bazı koşulların gerçekleşmesi durumunda bu şekilde bir ilişkinin ortaya çıkacağı öngörüsü yapılmakla birlikte enflasyon ile ekonomik büyüme arasındaki ilişkinin yönü ve bu ilişkinin ekonomi politikaları açısından uzantıları iktisadi teorinin en önemli tartışma konularından birisini oluşturmuştur. Enflasyon ile ekonomik büyüme oranı arasındaki ilişkinin pozitif olduğu, daha da önemlisi enflasyonun yükselmesine izin verildiği takdirde ekonomik büyüme hızının da yükseleceği fikri, önceleri Phillips Eğrisi olarak bilinen ilişkide ifadesini bulmuş ve uzun süre makroekonomi teorisinde hakim görüş olarak kabul edilmiştir. Fakat 1970’li yıllarda yaşanan stagflasyon olgusunun, Phillips Eğrisi yaklaşımını tartışılır hale getirmesiyle birlikte konuya yönelik farklı teorilerin geliştirildiği gözlenmektedir (Akçay vd., 2002: 39; Saçkan, 2006: 1). Bu nedenle, söz konusu ilişkinin Phillips Eğrisi, Neoklasik Yaklaşım ve İçsel Büyüme Yaklaşımları anlamında üç ana başlık altında incelendiği görülmektedir. 35 2.1.1. Phillips Eğrisi Yaklaşımında Enflasyon ve Ekonomik Büyüme İlişkisi A.W. Phillips (1958), İngiltere ekonomisinin 1861–1957 dönemine ait işsizlik oranı ve yıllık ücret artış oranlarının işaretlenmesi suretiyle, gözlemsel bir eğri oluşturmuştur. Phillips Eğrisi olarak isimlendirilen ve işsizlik oranı ile yıllık ücret artışları arasında negatif yönlü bir ilişki olduğunu ileri süren bu eğri, daha sonra Samuelson ve Solow (1960)’un katkılarıyla enflasyon oranı ile işsizlik oranı arasındaki kararlı ve ters yönlü ilişki şeklinde (2.1) no.lu denklemde ve Şekil 1’de belirtildiği gibi yeniden formüle edilmiştir (Çevik, 2005; Tylecote, 1981: 5; Mankiw, 1998: 456). π = - γ (u – uN) (2.1) π = Enflasyon oranını u = İşsizlik oranı uN = Doğal işsizlik oranı γ = Enflasyon oranının işsizlik oranı ile doğal işsizlik oranı arasındaki değişmeye olan duyarlılığını göstermektedir. Şekil-1: Phillips Eğrisi π 0 uN u Kaynak: Ünsal, Erdal M. (2001). Makro İktisat (4. Baskı). Ankara: İmaj Yayınevi, s. 247. 1960’lı yıllarda, enflasyonla işsizlik arasında bir değiş-tokuş bulunduğu görüşünü benimseyerek, ekonomi politikası yürütenlerin, belli bir enflasyona razı olunarak işsizliği azaltmak amacıyla genişletici para ve maliye politikaları izlemişler ve büyük ölçüde beklenene uygun sonuçlar elde etmişlerdir. Ancak 1960’lı yılların 36 sonlarından itibaren yaşanan stagflasyon olgusunun da etkisiyle Phillips Eğrisi’ne olan güven aksi sonuçlar elde edilmesine neden olmuştur. Bu durum karşısında da, Friedman ve Phelps’in, beklentilerin etkilerini göz önüne almayan Phillips Eğrisi’ne yönelik eleştirileri anlam kazanmaya başlamıştır (Güran, 1996: 248). Zira Friedman ve Phelps, değişen enflasyon beklentilerinin hesaba katılması halinde Phillips Eğrisi’nin zaman içinde istikrarlı olmayacağını ve eğri üzerindeki bir noktanın seçilmesi ile belirlenen enflasyon oranının bir uyum döneminden sonra yeni bir beklenen enflasyon oranına ve Phillips Eğrisi’nin kaymasına neden olacağını ileri sürmüşlerdir (Yıldırım ve Karaman, 2003: 340). Bu anlamda bekleyişlerin dahil edildiği Phillips Eğrisi denklemi (2.2) no.lu denklemde şu şekilde ifade edilmiştir. π = πe - γ (u – uN) (2.2) (2.1) no.lu denkleme beklenen enflasyonun (πe) eklenmesiyle oluşturulan (2.2) no.lu denkleme göre, beklenen enflasyon oranı gerçekleşen enflasyon oranına eşit olunca, işsizlik oranı da doğal işsizlik oranına eşit olmaktadır: π = πe, (u – uN). Buna karşılık, gerçekleşen enflasyon oranı beklenen enflasyon oranından büyük olduğunda, işsizlik oranı doğal işsizlik oranından küçük olmaktadır: π πe, u uN. Tam tersi durumunda ise gerçekleşen enflasyon haddi beklenen enflasyon haddinden küçük olduğunda, işsizlik oranı doğal işsizlik oranından büyük olmaktadır: π πe, u uN Bununla birlikte, bekleyişlerin sokulduğu Phillips Eğrisi dinamik toplam arz eğrisi şeklinde de tanımlanabilmektedir. Bunun için ise öncelikle, dinamik toplam arz eğrisi (2.3) no.lu denklemdeki gibi oluşturulmaktadır. π = πe – 1/ (Y – YN) (2.3) İşsizlik haddi doğal işsizlik haddinden küçük olunca, (2.4) no.lu denklemde de belirtildiği üzere hasıla doğal hasıladan büyük olmaktadır. (Y – YN) = - a (u – uN) (2.4) Okun Kanunu olarak tanımlanan, bu husus hesaba katıldığında, kısa dönem arz denklemi (2.5) no.lu denklemde şu şekilde oluşturulmaktadır. π = πe - γ (u – uN) γ = (1/α) x a (2.5) 37 α = Hasılanın fiyat düzeyindeki beklenmedik değişmelere karşı duyarlılığını, a = Okun katsayısını göstermektedir. Dinamik kısa dönem toplam arz eğrisinin Okun kanunu çerçevesinde ifade edilmesi ile oluşan (2.5) no.lu denklem (2.2) no.lu bekleyişlerin sokulduğu denklem ile benzerlik göstermektedir. Dolayısıyla da dinamik kısa dönem arz eğrisi ile bekleyişlerin sokulduğu Phillips Eğrisi, beklenen enflasyon haddinin veri olduğu kısa dönemde, enflasyon oranı yükseldikçe işsizlik oranının düştüğünü-hasıla düzeyinin yükseldiğini, buna karşılık beklenen ve gerçekleşen enflasyon oranlarının eşit olduğu uzun dönemde, işsizlik oranının enflasyon oranından bağımsız olduğu anlamında aynı şeyi ifade etmektedirler (Ünsal, 2001: 248, 249; Yıldırım ve Karaman, 2001: 276). Bununla birlikte, kısa dönemde enflasyon ile ekonomik büyüme arasında pozitif yönlü bir ilişki olduğunu kabul eden beklentilerin dahil edildiği Phillip Eğrisi yaklaşıma destekler nitelikte başka yaklaşımların da geliştirildiği gözlenmektedir. Neoklasik bakış açısı çerçevesinde geliştiren bu yaklaşımlarda da enflasyon ile ekonomik büyüme arasında pozitif yönlü bir ilişki olduğu savunulmaktadır. 2.1.2. Neoklasik Yaklaşımlarda Enflasyon ve Ekonomik Büyüme İlişkisi Neoklasik modelde enflasyon ve ekonomik büyüme ilişkisi kapsamlı bir şekilde ilk defa Mundell (1963) tarafından incelenmiştir. Mundell’e göre, enflasyonda veya enflasyon bekleyişlerinde meydana gelebilecek olan bir artış bireylerin servetlerini azaltacaktır. Bu azalma karşısında bireyler, eski servet düzeylerine dönmek için daha fazla tasarruf edeceklerdir. Daha fazla tasarruf edilmesi ise faiz oranlarının düşmesine ve buna bağlı olarak yatırımların artmasına; dolayısıyla ekonomik büyümenin gerçekleşmesine neden olacaktır (Erçel, 1999; Gokal ve Subrina, 2004: 10). Mundell’e paralel olarak enflasyon ile ekonomik büyüme arasında pozitif yönlü ilişki olduğunu savunan diğer iktisatçı ise James Tobin (1965)’dir. Tobin neoklasik ekonomik büyüme modellerinde parasal faktörlerin dikkate alınmadığına işaret etmekle birlikte kısa dönemde parasal faktörlerin sermaye birikimi üzerinde etkili olacağını belirten Keynes’in düşüncelerinin aslında uzun dönemde de geçerli olduğunu ortaya koymaya çalışmıştır. Buna göre Tobin, Solow (1956) ve Swan 38 (1956)’nın modellerini izleyerek, kapalı bir ekonomide kâr getiren sermaye ve diğer parasal varlıklar üzere iki birikim aracı olduğunu ve parasal varlıkların getirilerinin sermaye getirilerini ve sermaye birikimini sınırladığını ileri sürmektedir. Bununla beraber, Tobin parasal varlıkları yalnızca merkez bankaları tarafından arz edilen, getirisi devlet tarafından sabitlenmiş ödeme ve değişim araçları olarak ifade etmiştir. Bu nedenle, toplam servetin; geçmişteki reel yatırımlardan elde edilen reel varlıklar (sermaye) ve devlet tarafından arz edilen (üretilen) kağıt varlıklar (para) olmak üzere iki bileşeni bulunmaktadır. Reel varlıklar ile kağıt varlıklar arasında bir portföy seçimi söz konusu ise servet sahipleri en fazla getiriye sahip olanı seçmek isteyeceklerdir. Eğer her ikisi de aynı getiriye sahipse bunlar arasında kayıtsız kalınacaktır. Dolayısıyla, Tobin’e göre eğer para otoritesi paranın faiz oranını kontrol ediyorsa sermayenin getirisini de kontrol ediyordur. Parasal varlıkların portföy içindeki payının azalması, sermayenin payının artmasına ve üretimin artmasına neden olmaktadır. Bu durumda parayı elde tutmanın alternatif maliyeti, sermayenin getirisi artı enflasyon oranı olmaktadır. Bu sebeple, politika uygulayıcıları enflasyon oranını yükselterek servetin bileşimini sermaye lehine değiştirebilmektedirler (Tobin, 1965: 676, 684; Aktaran: Saçkan, 2006: 11). Eğer insanlar çeşitli politika önlemleriyle ki, daha az para tutmaya zorlanıyorlarsa servetlerini daha verimli aktivitelere kaydıracaklardır. Tasarruf oranı sabitse bu kayma tasarrufların para ve sermaye arasındaki dağılımını değiştirecek dolayısıyla kişi başına sermaye artacaktır. Böylelikle de, enflasyon kişi başına sermaye ve kişi başına çıktıda bir artışa neden olacaktır (Saçkan, 2006: 11, 12). Bu bağlamda, Tobin modelinin işleyişi şu şekilde formüle edilmektedir. k t 1 (1 )k t it it s k f (k t ) k Sermaye stokunu i Toplam yatırım harcamalarını f (k ) Tek faktörlü (sermaye) üretim teknolojisini Sermayenin aşınma oranını (2.6) (2.7) 39 s k İlave sermaye ihtiyacını karşılamak için çıktıdan artırılması gereken kısmını göstermektedir. Buna göre, denge durumumda tasarruf ve yatırım toplamı birbirine eşit olmaktadır. Bu durumda, s t s k f (k t ) it eşitliği oluşmaktadır. Durağan durumda ise sermaye stoku sabitlenir diğer bir deyişle sermaye stokunda artış oranı sıfıra eşit olur. Bu süreç sonunda ise, denklem (1) k s k f (k ) haline dönüşmektedir (Haslag, 1997: 12, 13). Tobin’in portfolyo mekanizması ise bu açıklamalar ışığında Şekil 2’de şu şekilde izah edilmektedir; Şekil-2: Tobin Modelinin İşleyişi y f(k) s(k) sk'f(k)(π π1) skf(k)(π π0) 0 k0 k1 k Kaynak: Gokal, Vikesh and Hanif, Subrina (2004). Relationship Between Inflation and Economic Growth. Working Paper. Economics Department Reserve Bank of Fiji. No: 2004/04, s. 11. Şekil 2’ye göre, eğer enflasyon oranı π0 ’dan π1’e yükselirse (π0<π1) paranın getirisi azalacaktır. Böylece, Tobin’in portföy mekanizması işlemekte, paradan kaçan insanlar sermayeye yönelmektedirler. Şekil 2’de bu yönelme sk’dan sk '’ne çıkması ile gösterilmektedir. Söz konusu bu hareket sonucunda ise sermaye birikimi K0’dan K1’e yükselmekte ve daha yüksek bir sermaye birikimi seviyesinde durağan durum denge düzeyi sağlanmaktadır. Tobin etkisi, yüksek enflasyonun çıktı düzeyinde sürekli bir artışa neden olduğunu, ancak ekonomik büyüme oranındaki artışın, yeni durağan 40 durum düzeyine gelinmesi sebebiyle geçici olduğunu göstermektedir. Burada sermaye birikimi ve çıktı büyüme hızı sermayenin getirisi azalıncaya kadar devam etmekte, sonuçta daha yüksek yatırım düzeyi ve durağan durum büyümeye ulaşılmaktadır. Buna karşılık, neoklasik ekonomik büyüme teorisinde ekonomik büyüme ise, sadece f (k ) eğrisini yukarıya kaydıran teknolojik gelişmeden kaynaklanmakta, enflasyondan etkilenmemektedir (Gokal ve Subrina, 2004: 11, 12). Neoklasik teoride enflasyonun etkileri konusundaki diğer bir çalışma ise Sidrauski (1967) tarafından yapılmıştır. Paranın güçlü yansız olduğunu düşünen Sidrauski’nin modelinde ise insanlar Tobin modelinden farklı olarak kendi faydalarını maksimize edecek bir tasarruf oranı belirlemektedirler. Zira, Tobin modelinde tasarruf oranı çıktının sabit bir bölümünden oluşmaktaydı. Bununla birlikte, Sidrauski’nin modelinde paranın örtük bir işlevi bulunmaktadır. Diğer bir deyişle, bireylerin fayda düzeyleri tutmuş oldukları reel para balanslarıyla doğrudan ilişkilidir. Dolayısıyla enflasyon oranında meydana gelecek bir artış durağan durumdaki sermaye stokunu etkilememektedir. Bu anlamda, Sidrauski’nin modelinde enflasyon oranında meydana gelecek bir artış sadece reel para balanslarının azalmasına neden olurken, Tobin modelinden farklı olarak sermaye miktarında herhangi bir değişikliğe neden olmamaktadır (De Gregorio, 1996: 3; Haslag, 1997: 13; Sidrauski, 1967: 797). Stockman (1981) ise Tobin modelinden farklı olarak enflasyonun ekonomik büyümeyi negatif yönde etkilediğini düşünmektedir. Buna göre Stockman, enflasyon oranındaki bir artışın durağan durum çıktı düzeyi ile enflasyon arasındaki negatif ilişkinin temelini oluşturmaktadır. Burada firmalar yatırımlarının finansmanı için bir miktar nakit kullanmakta ve bazı durumlarda nakit para yatırım paketinin doğrudan bir parçası olmaktadır. Stockman, bu nakit yatırımı tüketim ve sermaye birikimi üzerinde bir kısıt olarak görmektedir. Buna göre, enflasyon yükseldiğinde paranın satın alma gücü düştüğünden, insanların para talebi dolayısıyla da sermaye talepleri düşmektedir. Dolayısıyla durağan durum çıktı düzeyi azalmaktadır. Bu süreç ise Paranın güçlü yansız olduğu Solow (1956) ve Swan (1956)’nın modellerinde de geçerlidir. Çünkü söz konusu bu ekonomik büyüme modelleri ekonomik büyümeyi reel değişkenler üzerinden açıklamaya çalışmışlardır. Bununla birlikte, bu modellerde tasarruf gelirin sabit bir fonksiyonu olarak kabul edilmektedir. Ayrıca servetin tasarruflar üzerinde herhangi bir etkisinin olmadığı bu modellerde, enflasyonun reel değişkenler üzerinde bir etkisi bulunmamaktadır. Bkz. (Sidrauski, 1967: 796). 41 Stockman etkisi olarak tanımlanmaktadır. Stockman etkisi işgücünün çalışma kararları üzerinde de geçerli olabilmektedir. Greenwood ve Huffman ise (1987), temel çalışma-boş vakit mekanizmasının sermaye birikimi uzantılarını ortaya koymaktadırlar. Greenwood ve Hufman’ın çalışmasında insanlar tüketim amacıyla ellerinde para tutmakta ve tüketim ile boş vakitten oluşan fayda fonksiyonlarını maksimize etmeye çalışmaktadırlar. Enflasyon yükseldiğinde işgücünün getirisi azalmakta ve insanlar daha az çalışıp daha az tüketmeye başlamakta ve daha fazla boş vakit kazanmak şeklinde faydalarındaki azalmayı giderebilmektedirler. Bu nedenle de, işgücündeki azalma çıktı düzeyini başka bir ifadeyle ekonomik büyüme oranını düşürmektedir (Gokal ve Subrina, 2004: 11, 12; Saçkan, 2006: 12, 13). Cooley ve Hansen (1989) ise bu mekanizmayı sermaye birikimini içerecek şekilde genişletmişlerdir ve temel de üç soruya cevap aramışlardır: Para arzı iş çevrimlerinin genişliğini etkiler mi?, Beklenen enflasyon makroekonomik değişkenlerin uzun vadedeki değerlerini etkiler mi?, Alternatif para arzı kurallarının refah üzerindeki maliyetleri nelerdir? Bu soruların ilk ikisini, para arzının düzensiz bir şekilde artırılmasının iş çevrimlerini çok yüksek düzeyde olmasa da değiştirdiğini ve beklenen enflasyonun makroekonomik değişkenleri uzun dönem değerlerini etkilediği şeklinde cevaplamışlardır. Son soruyu ise, para arzının sabit büyüme hızı ile artırılması neticesinde, nominal faiz oranlarının yükseleceği, bireylerin boş zamanlarını artıracağı ve daha az mal satın alınacağı, yatırımların azalacağı ve buna bağlı olarak da çıktı düzeyinin düşeceği şeklinde yanıtlamışlardır. Çalışmada ulaşılan bu sonucu desteklemek amacıyla ABD Ekonomisi için 1955:3-1984:1 dönemi çeyrek dönem verileri ile gerçekleştirdikleri analizlerinde ise enflasyon oranları (TÜFE) ile çıktı düzeyi arasında -0.48 düzeyinde negatif bir korelasyon olduğu tespit etmişlerdir (Cooley ve Hansen, 1989: 733, 735, 741, 746). Kısacası, Stockman, Cooley ve Hansen’in modellerinde enflasyon oranının yükselmesi bireyin düşük refah seviyesiyle mücadele etmesine neden olmaktadır. Buna göre, Stockman’ın ekonomisinde enflasyon, sermaye de dahil olmak üzere bireylerin harcama ile ilgili kararlarını çarpıtmaktadır. Cooley ve Hansen modelinde 42 ise, enflasyon karşısında bireylerin nakit mal almak yerine kredili mal almayı ve boş zamanı tercih edeceklerini belirtmektedirler (Haslag, 1997: 15). Sonuç olarak, neoklasik yapıdaki bu çalışmalar, durağan durumdaki çıktı düzeyi üzerinde enflasyonun farklı etkileri olabileceğini ortaya koymaktadır. Bu anlamda, Tobin, enflasyonun ekonomik büyümeyi artıracağını iddia ederken, Stockman, Cooley ve Hansen enflasyonun ekonomik büyümeyi azaltacağını ileri sürmektedirler. Söz konusu bu teoriler, paranın ekonomideki reel değişkenler üzerinde etkilerinin olduğu savunurken, Sidrauski ise buna karşılık paranın reel değişkenler üzerinde nötr etkisi olduğunu kabul ettiği modelinde, enflasyonun ekonomik büyüme oranı üzerinde herhangi bir etkisinin olmayacağını savunmaktadır. Buna karşılık, 1980’li yıllarda gelişmeye başlayan ve neoklasik ekonomik büyüme yaklaşımında dışsal kabul edilen teknolojinin içsel olarak nasıl açıklanabileceğini araştıran içsel ekonomik büyüme yaklaşımı çerçevesinde geliştirilen yaklaşımlarda ise enflasyonun ekonomik büyümeyi olumsuz yönde etkileyeceği ileri sürülmektedir. 2.1.3. İçsel Ekonomik Büyüme Yaklaşımında Enflasyon ve Ekonomik Büyüme İlişkisi Neoklasik ekonomi büyüme modellerinden farklı olarak, sermayenin artan getiriye sahip olduğunu düşünen içsel ekonomik büyüme modellerinde sermaye kavramı beşeri sermayeyi de kapsayacak şekilde tanımlanmaktadır (Ateş, 1998b: 5). Bu nedenle, Lucas (1980), Lucas ve Stokey (1987), McCallum ve Goodfiriend (1987) enflasyonun sermaye üzerinde vergi etkisi oluşturacağını ve hem fiziksel anlamda hem de beşeri anlamdaki sermayenin getirisinin azalacağını ve ekonomi büyüme oranının düşeceğini kabul etmektedirler (Gokal ve Subrina, 2004: 17). Diğer bir içsel ekonomik büyüme modelinde ise Gomme (1993), enflasyon oranındaki yükselişin istihdam üzerinde bir azalışa neden olacağını ortaya koymuştur. Buna göre Gomme, öncelikle etkili kaynak dağılımının, son tüketiminin marjinal değeri ile son birim çalışmanın maliyeti eşitlenince sağlanacağını ifade etmiştir. Bu anlamda, Gomme enflasyonun yükselmesinin son tüketimin marjinal Bu modellerde nakit mal ile tüketim, kredi mal ile boş zaman ifade edilmektedir. Bkz. (Cooley ve Hansen, 1989: 735). 43 faydasını azalttığını ve etkinlik koşulunun bireylerin daha az çalışmasıyla sağlanacağını ve bireylerin daha az çalışması nedeniyle, sermayenin marjinal ürün değerinin azalacağını ve sermaye birikim sürecinin düşeceğini savunmuştur. Bu açıklamalara göre, Gomme enflasyonun, ekonomik büyüme üzerinde çok az bir etki yapacağını düşünmüştür. Zira, çalışmasında da, yüzde 10 gibi ılımlı bir enflasyon oranının ekonomik büyüme üzerinde yüzde 1’den daha az bir etki yapacağını ortaya koymuştur (Haslag, 1997: 15, 16; Walsh, 2003: 63). Marquis ve Reffert (1995) ile Haslag (1995) ise çalışmalarında sermaye ve paranın tamamlayıcı mallar olduğunu ekonomilerden hareket etmektedirler. Buna göre, Marguis ve Reffert, enflasyonun etkilerini bir Stockman ekonomisinde açıklamaktadırlar. Haslag’ın çalışmasında ise bankalar, küçük tasarruf sahiplerini toplamakta ancak nakit rezervi bulundurmaktadırlar. Paranın getirisinin sermayenin getirisinden az olması nedeniyle bu ekonomide nakit rezervi zorunlu olarak tutulmaktadır. Diğer taraftan, mevduatın denge getirisi, para ve sermayenin getirisinin ağırlıklı toplamı olarak kabul edilmektedir. Bu durumda enflasyonun artışı, mevduat getirisini düşürmekte ve dolayısıyla mevduat birikim hızı azalmaktadır. Sermaye de mevduatın bir parçası olması nedeniyle de sermaye birikimi ve çıktı büyümesi yavaşlamaktadır. Bununla birlikte, Marguis ve Reffert ve ile Haslag enflasyonun ekonomik büyüme üzerindeki etkisini, Gomme’nin çalışmasından farklı olarak oldukça yüksek bulmuşlardır. Örneğin, Marquis ve Reffert (1995), ABD’nin 1959:1-1991:6 arası aylık verilerini kullanarak gerçekleştirdiği çalışmasında, enflasyon yüzde 5 düzeylerinden yüzde sıfır düzeylerine inmesi durumunda ekonomik büyümenin yüzde 0.68 oranında artacağını; Haslag (1995) ise 1960-1995 arası 60 ülkenin yıllık verilerini kullanarak gerçekleştirdiği yatay kesit çalışmasında, enflasyonun yüzde 10 düzeylerinde düşmesi durumunda ekonomik büyümenin yüzde 0.22 oranında artacağını belirlemiştir (Saçkan, 2006: 17; Marquis ve Reffert, 1995: 117; Haslag, 1995: 6, 18; Haslag, 1997: 16). Geliştirilen bir teorinin geçerliliği, gerçek hayattaki gözlemlerin teorinin öngörülerine büyük ölçüde uyum göstermesi ile anlam kazanmaktadır. Dolayısıyla enflasyon ve ekonomik büyüme ilişkisini inceleyen teorilerin geçerliliği bir anlamda, 44 konu ile ilgili yapılan uygulamalı çalışmaların incelenmesi ile ortaya konulabilmektedir. 2.2. Enflasyon ve Ekonomik Büyüme İlişkisini İnceleyen Uygulamalı Çalışmalar Enflasyon ve ekonomik büyüme ilişkisini inceleyen çalışmalarda, enflasyonun büyümeyi kısa dönemde pozitif etkilediğini savunan çalışmaların yanında; bu ilişkinin hem kısa hem de uzun dönemde negatif yönlü olduğunu savunan çalışmalarda bulunmaktadır. Özellikle, 1970’li yıllara kadar enflasyonun ciddi bir problem olarak değerlendirilmemesi nedeniyle enflasyonun, ekonomik büyüme üzerindeki etkisinin pozitif olduğuna dair görüşlerin yaygın olduğu görülmektedir. Fakat toplam talebi artırıcı Keynesyen politikalar sonucu enflasyon artarken ekonomik büyümenin olumsuz etkilenmesi, enflasyonun ekonomik büyümeyi pozitif etkilediğine dair görüşlerin zamanla etkisini yitirmesine neden olmuştur. Dolayısıyla da, 1980’den sonra, yüksek hatta ılımlı bir enflasyonun, büyüme ve yatırımları negatif etkilediği, bu nedenle enflasyon ile istikrarlı bir ekonomik büyümenin imkansız olacağını düşünen birçok çalışma olduğuna değinilmektedir (Terzi ve Oltulular, 2004: 19). Bu çalışmaların bir bölümü ise enflasyon ile ekonomik büyüme arasındaki negatif ilişkisinin doğrusal olmadığını ve belirli bir eşik değerin aşılmasında sonra enflasyonun ekonomik büyümeyi negatif yönde etkilediğini ileri sürmektedir. Bu nedenle, konu ile ilgili uygulamalı çalışmaların incelenmesi sırasında; enflasyonun ekonomik büyümeyi pozitif yönde, negatif yönde ve belirli bir eşik değer çerçevesinde etkilediği şeklinde üç başlık altında gruplandırılmasının uygun olacağı düşünülmüştür. 2.2.1. Enflasyonun Ekonomik Büyümeyi Pozitif Yönde Etkilediği Sonucuna Ulaşan Çalışmalar Lucas (1973), 18 ülkenin 1951-1967 dönemine ait yıllık verileri ile gerçekleştirdiği en küçük kareler yöntemine göre, ABD gibi fiyatların istikrarlı olduğu ülkelerde, enflasyon ile ekonomik büyüme arasında pozitif bir ilişki olduğunu, fakat Arjantin gibi fiyatların oynak olduğu ülkelerde ise enflasyon ile ekonomik büyüme arasında bu şekildeki bir ilişkinin çok nadir oluştuğunu ileri sürmüştür. 45 Christina (1996), 1941-1951 dönemi hariç 1884-1994 dönemi ABD’nin yıllık verilerini ve en küçük kareler yöntemini kullandığı çalışmasında, enflasyondaki yüzde 0.10 düzeyindeki bir artışın ekonomik büyümeyi yüzde bir oranında artırdığı sonucuna ulaşmıştır. Mallik ve Chowdhury (2001), Bangladeş (1974–1997), Hindistan (1961–1997), Pakistan (1957–1997) ve Sri-Lanka (1966–1997) için ilgili dönemleri kapsayan çalışmalarında, enflasyon ile ekonomik büyüme arasında pozitif yönlü bir ilişki belirlemişlerdir. Yıllık veriler ile eşbütünleşme ve hata düzeltme yöntemlerinin kullanıldığı çalışmada, enflasyonun ekonomik büyümede meydana gelen değişmelere olan duyarlılığının, ekonomik büyümenin enflasyonda meydana gelen değişmelere olan duyarlılığına göre daha yüksek olduğunu hesaplamışlardır. Bu sonuçlardan hareketle çalışmada, ilgili ülkelerde ılımlı enflasyonun ekonomik büyümeyi olumlu yönde etkilediği fakat hızlı bir ekonomik büyümenin enflasyonu hızlandıracağı tespitleri yapılmıştır. 2.2.2. Enflasyonun Ekonomik Büyümeyi Negatif Yönde Etkilediği Sonucuna Ulaşan Çalışmalar Edwards (1982)’de yaptığı çalışmada, Brezilya (1952–1974) ile Şili (1952–1970) için ilgili dönemlerde enflasyonun bir gecikmeli değerlerinin ekonomik büyümeyi negatif yönde etkilediğini yıllık veriler ve en küçük kareler yöntemini kullanarak belirlemiştir. Fischer (1983), gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerden oluşan 53 ülke örneği ile bu ülkelere ait yıllık verileri kullanarak 1961–1973 ve 1973–1981 dönemleri için yaptığı regresyon analizinde her iki dönemde enflasyon ile ekonomik büyüme arasında negatif yönlü bir ilişki olduğunu tespit etmiştir. Kormendi ve Meguire (1985), 47 ülkenin yıllık verileri ile yatay kesit analizini benimsedikleri çalışmalarında, enflasyon ile ekonomik büyüme arasında negatif bir ilişki olduğu sonucuna ulaşmışlardır. Jung ve Peyton (1986), yıllık veriler ve Granger nedensellik test yöntemini kullandıkları çalışmalarında, Avusturalya, Avusturya, Kanada, Almanya, İsveç, İsviçre, İngiltere (1951–1980), İtalya (1960–1981), İspanya (1954–1979), Kenya (1966–1980), Yunanistan (1953–1980), Türkiye (1953–1978), İsrail (1950–1978), 46 Brezilya (1963–1980), Jamaika (1960–1981) ve Peru (1963–1981)’da ilgili dönemlerde enflasyonun ekonomik büyümeyi negatif yönde etkilediğini saptamışlardır. Gomme (1991), 1949-1989 dönemi içerisinde farklı dönemler için 82 ülkeyi kapsayan çalışmasında, yıllık veriler ile gerçekleştirdiği korelasyon analizinde 62 ülkede enflasyon ile ekonomik büyüme arasında negatif yönlü bir ilişki elde etmiştir. Barro (1996), 1960–1990 dönemine ait 100 ülkenin yıllık enflasyon ve ekonomik büyüme ve yatırım verileri arasındaki ilişkiyi yatay kesit yöntemiyle tahmin ettiği çalışmasında, uzun dönemde yüksek enflasyonun ekonomik büyümeyi azaltacağını ileri sürmüş ve enflasyon oranındaki yüzde 10’luk bir artışın, ekonomik büyümeyi yüzde 0.3 ile 0.4 arasında bir değerde azaltacağını ve bu durumun 30 yıl devam etmesi durumunda ise ekonomik büyümede yüzde 6 ile yüzde 9 oranında bir azalmanın oluşacağını ortaya koymuştur. Chari, Jones ve Manuelli (1996)’da ABD’nin yıllık verileri ile en küçük kareler yöntemini kullanarak yaptıkları çalışmada, 1960-1987 döneminde, enflasyon oranındaki yüzde 10’luk bir artışın ekonomik büyümeyi yüzde 0.5 düzeyinde azalttığı sonucuna ulaşmışlardır. De Gregorio (1996), 1960–1985 dönemi 84 gelişmiş ve gelişmekte olan ülkenin yıllık verilerini kullanarak yaptığı yatay kesit çalışmasında, OECD ülkelerinde enflasyonun ekonomik büyümeyi negatif yönde etkilediğini ortaya koymuştur. Bununla birlikte Gregorio; Arjantin, Bolivya ve Peru’nun dahil edilmediği ikinci durumda ise, tahmin sonuçlarının tüm ülkelerin yer aldığı modelin sonuçlarına göre farklılaştığını belirtmektedir. Buna göre, söz konusu bu ülkeler dışarıda bırakıldığında enflasyon oranındaki bir birimlik artış ekonomik büyümeyi 0.0036 oranında azaltılırken, bu ülkelerin dahil edildiği modelde ise enflasyon oranındaki bir birimlik artış ekonomik büyümeyi 0.0047 oranında azaltmaktadır. Clark (1997)’de 1960–1985 dönemine ait OECD ülkelerinin de olduğu 85 gelişmiş ve gelişmekte olan ülkenin yıllık verileri ile yatay kesit yöntemini kullandığı çalışmasında, OECD ülkelerini iki gruba ayırmıştır. İzlanda ve Lüksemburg’un dahil edildiği ve OECD1 ülkeleri olarak tanımladığı ülkeler için enflasyonun ekonomik büyüme üzerindeki etkisinin negatif fakat istatistiksel açıdan anlam taşımadığını 47 belirtmiştir. Buna karşılık, İzlanda ve Lüksemburg dışarıda bırakıldığı zaman söz konusu bu ilişkinin negatif fakat istatistiksel açıdan anlamlı olduğunu tespit etmiştir. Diğer taraftan, 1960–1985 dönemi için OECD1 ülkeleri için elde edilen sonuçlarla 1968–1985 dönemi için elde edilen sonuçların farklılaştığını ve ikinci dönem için bu sonuçların anlamını yitirdiğini ortaya koymuştur. Son olarak çalışmada, 1950–1970 dönemi arasında OECD1 ülkelerinde, enflasyon ile ekonomik büyüme arasında negatif yönlü fakat istatistiksel açıdan anlamsız sonuçlar olduğu tespit edilirken, aynı sonuçların 1960–1985 arasında istatistiksel açıdan anlamlı olduğu tespit edilmiştir. Andrés ve Hernando (1997), 1960-1992 dönemine ait OECD ülkelerinin yıllık verileri ile yatay kesit analizi ve nedensellik testlerini kullandıkları çalışmalarında, enflasyon ile ekonomik arasında negatif yönlü bir ilişki olduğu ve enflasyonda meydana gelecek yüzde 1’lik bir azalma karşısında ekonomik büyümenin yüzde 0.5 ile yüzde 2 arasında yükseleceğini belirlemişlerdir. Ayrıca çalışmalarında, enflasyonun yatırımları ve üretken kaynakların verimliliğini de olumsuz yönde etkilediğini ortaya koymuşlardır. Nedensellik testi sonuçlarına göre ise ekonomik büyümeden enflasyona doğru tek yönlü bir nedensellik ilişkisi bulmuşlardır. Alexandar (1997), 1974–1991 dönemi arası 20 OECD ülkesi için yaptığı çalışmada enflasyonun ekonomik büyümeyi negatif yönde etkilediğini belirlemiştir. Yıllık veriler ile analiz yapılan çalışmada, panel veri yöntemi kullanılmıştır. Paul, Kearney ve Chowdhury (1997), 1960–1989 dönemine ait gelişmiş ve gelişmekte olan 70 ülkenin yıllık enflasyon ve ekonomik büyüme verileri arasındaki nedensellik ilişkisini Granger nedensellik testi ile araştırmışlardır. Buna göre çalışmada, söz konusu bu ülkelerin 26 tanesinde enflasyondan ekonomik büyümeye doğru tek yönlü, 16’sında karşılıklı ve geriye kalan 28 ülkede ise herhangi bir nedensellik ilişkisi olmadığı sonucuna ulaşılmıştır. Nedensellik ilişkisi tespit edilemeyen ülkelerin ise çoğunlukla gelişmiş ülkeler olduğu da çalışmanın önemli bir sonucunu oluşturmaktadır. 48 Motley (1998), gelişmiş ve gelişmekte olan 78 ülke üzerinde yatay kesit analizi yöntemi kullanarak yaptığı çalışmada, 1970–1980 döneminde enflasyon oranındaki yüzde 5 oranındaki bir azalmanın ekonomik büyümeyi yaklaşık yüzde 0.1 ile 0.5 arasında artıracağını belirlemiştir. Frenkel ve Mehrez (1998), 1961–1992 dönemi yıllık verileri ile orta ve yüksek enflasyona sahip 17 ülke için yaptıkları panel veri analizine göre, enflasyonun finansal sektör üzerinde olumlu fakat ekonomik büyüme üzerinde negatif etkileri olduğunu belirlemişlerdir. Kim ve Willett (2000), petrol şoklarını da göz önünde bulundurarak 1963– 1992 dönemi 23 gelişmiş OECD ülkesi ve 27 gelişmekte olan ülkenin yıllık verileri ile yaptıkları panel veri analizine göre, enflasyonun ekonomik büyümeyi negatif yönde etkilediğini tespit etmişlerdir. Faria ve Carneiro (2001), 1980:1–1995:7 dönemi arasında aylık verilerle Brezilya için yaptıkları çalışmada Blanchard-Quah VAR yöntemi sonuçlarına göre, enflasyonun uzun dönemde ekonomik büyümeyi etkilemediği fakat kısa dönemde enflasyonun ekonomik büyümeyi negatif yönde etkilediğini ifade etmişlerdir. Gylfason ve Herbertsson (2001), 1960-1992 dönemi 170 tane gelişmiş ve gelişmekte olan ülkenin beş yıllık ortalaması alınmış verileri ile yaptıkları yatay kesit çalışmasında, enflasyonun yüzde 10-20 arasındaki bir değeri aşması halinde, ekonomik büyüme üzerinde olumsuz etkiler doğuracağını belirlemişlerdir. Gillman, Harris ve Mátyás (2002), 1961-1997 dönemi 29 OECD ülkesi 19 tane APEC ülkesininin yıllık verileri ile gerçekleştirdikleri panel veri analiz yöntemi sonuçlarına göre, enflasyon ile ekonomik büyüme arasında negatif yönlü bir ilişki tespit etmişlerdir. Valdovinos (2003), Brezilya, Bolivya, Şili, Kolombiya, Kostarika, Meksika, Paraguay ve Peru için 1970–2000 dönemi yıllık veriler ile Baxter ve King (1995) tarafından geliştirilen filtre yöntemi kullanarak yaptığı çalışmada, enflasyon ile ekonomik büyüme arasında uzun dönemde negatif bir ilişki olduğunu ortaya koymuştur. 49 Gillman and Nakov (2004), Polonya (1986:1–2002:4) ve Macaristan (1987:4–2002:4) için ilgili dönemler arasındaki aylık verileri kullanarak yaptıkları Granger nedensellik testi ve VAR yöntemi sonuçlarına göre, enflasyonun ekonomik büyümeyi negatif yönde etkilediği sonucuna ulaşmışlardır. Artan (2006b)’da 23 gelişmiş ve 40 tane gelişmekte olan ülkenin 1977-2001 dönemine ait verilerini kullanarak yaptığı yatay kesit ve panel veri analizi yöntemine göre, enflasyonun ekonomik büyümeyi uzun dönemde negatif yönde etkilediğini ve bu negatif etkinin gelişmekte olan ülkelerde gelişmiş ülkelere göre daha yüksek olduğunu ortaya koymuştur. 2.2.3. Enflasyonun Ekonomik Büyümeyi Belirli Bir Eşik Değer Çerçevesinde Etkilediği Sonucuna Ulaşan Çalışmalar Scott ve McKean (1964), 13 gelişmiş ülke için 1949–1959 dönemi için yaptıkları en küçük kareler testi sonuçlarına göre, enflasyon oranının yüzde 2’yi aşması halinde ekonomik büyümenin olumsuz etkilendiğini ortaya koymuşlardır. Thirlwall ve Barton (1971), 1958-1967 dönemini kapsayan ve yıllık verilerle yatay kesit analiz yöntemini kullandıkları çalışmalarında, enflasyonun yüzde 8’in altında olduğu 17 gelişmiş ülkede enflasyonun ekonomik büyümeyi negatif yönde etkilediğini; enflasyonun yüzde 10’un üstünde olduğu 7 gelişmekte olan ülkede ise enflasyonun ekonomik büyümeyi pozitif yönde etkilediğini tespit etmişlerdir. Levin ve Zervos (1993), 1960-1989 dönemi 102 ülkenin yıllık verilerini kullanarak gerçekleştirdikleri çalışmada, enflasyon oranının yüzde 80’in üstüne çıktığı durumlarda, enflasyon ile ekonomik büyüme arasında bir ilişki olmadığını, diğer bir deyişle kendi ifadeleri ile duyarsızlaşma hipotezinin geçerli olduğunu ileri sürmüşlerdir. Buna karşılık, enflasyon eşik değerinin yüzde 40 olarak belirlendiği durumda ise enflasyon ile ekonomik büyüme arasında negatif yönlü bir ilişki olduğunu belirlemişlerdir. Aynı zamanda, enflasyonun eşik değerinin yüzde 80 kabul edildiği durumda, İtalya gibi otuz yıllık enflasyon ortalamasının yüzde 10 olduğu ülkelerde enflasyonun yüzde 10’dan yüzde 5’e düşmesi halinde ekonomik büyümenin yüzde 0.2 oranında artacağını fakat enflasyonun eşik değerinin yüzde 40 olduğu durumda bu şekilde bir ilişkinin olmadığı sonucuna ulaşmışlardır. 50 Sarel (1996), 87 ülkenin 1970–1990 dönemine ait yıllık verileri kullandığı ve panel veri yöntemini benimsediği çalışmasında, enflasyonun yüzde 8’in altında olduğu durumlarda, enflasyonun ekonomik büyüme üzerinde negatif bir etkide bulunmadığını, hatta az da ekonomik büyümeyi olumlu yönde etkileyebileceğini ileri sürmüştür. Buna karşılık çalışmasında, enflasyonun yüzde 8’in üstünde olduğu durumlarda ise enflasyonun ekonomik büyümeyi negatif yönde etkileyeceğini tespit etmiştir. Fischer, Sahay ve Végh (1996), 1992-1994 dönemine ait 25 geçiş ekonomisinin yıllık verileri ile gerçekleştirdikleri yatay kesit çalışmalarında, ekonomik büyümenin enflasyonun yüzde 50’nin altında olduğu durumlarda sağlandığını ve dalgalı kur sistemi ile düşük mali açıkların da ekonomik büyüme üzerinde pozitif etki meydana getirdiklerini belirlemişlerdir. Ghosh ve Knöbl (1997), 1990–1996 dönemi 17 tane geçiş ekonomisinin yıllık verileri ile en küçük kareler yönteminin kullanıldığı çalışmalarında, enflasyonun yüzde 10’un üzerinde olduğu durumlarda enflasyonun ekonomik büyümeyi negatif yönde etkilediğini ortaya koymuşlardır. Bange, Bernhard, Granato ve Jones (1997), ABD için 1955–1990 dönemi yıllık verileri ile yaptıkları en küçük karaler ve simulasyon yöntemlerini kullandıkları çalışmalarında, yüzde 4’lük bir enflasyon oranının üstündeki her bir birimlik artışın ekonomik büyümenin yüzde 3.1 oranında doğal seviyesinin altına inmesine neden olacağını belirtmişlerdir. Ghosh and Phillps (1998), 1960–1996 dönemi arası 140 ülkenin yıllık verilerini panel veri yöntemini kullanarak analiz ettikleri çalışmalarında, enflasyon ile ekonomik büyüme arasında istatistiksel olarak anlamlı bir negatif ilişki olduğunu tespit etmişlerdir. Çalışmada enflasyon ile ekonomik büyüme arasında yalnızca istatistiksel olarak anlamlı bir negatif ilişkinin olmadığı, aynı zamanda enflasyonun ekonomik büyümenin önemli belirleyicilerden biri olduğu da belirtilmektedir. Yüzde 2–3 veya daha düşük yıllık enflasyon oranlarının pozitif olduğunun belirlendiği çalışmada, bunun dışındaki durumlarda bu ilişkinin negatif ancak dışbukey olduğu sonucu elde edilmiştir. Buna göre, enflasyonun yüzde 10’dan yüzde 20’ye çıkması durumunda ekonomik büyümede yaşanan azalış, enflasyonun yüzde 40’dan yüzde 51 50’ye çıkması durumuna göre daha az olmaktadır. Çalışmada ayrıca, yüzde 2.5 seviyesinde bir eşik değer hesaplanmakta ve bu değer üzerindeki enflasyon ve ekonomik büyüme arasındaki ilişkinin negatif yönde olduğu tespit edilmiştir. Christoffersen ve Doyle (1998), 1990–1997 dönemi için 22 tane geçiş ekonomisi olarak tanımlanan ülke ekonomileri için yıllık verileri ve panel veri analiz yöntemini kullanarak yaptıkları çalışmada, enflasyonun eşik değeri olan yüzde 13 seviyesinin üstüne çıktıktan sonra ekonomik büyümeyi negatif etkilediğini ortaya koymuşlardır. Bruno ve Easterly (1998), ekonomik büyümenin belirleyicilerini ortaya koymak amacıyla yıllık verileri kullandıkları ve doğrusal olmayan bir yaklaşımı benimsedikleri çalışmalarında, yıllık enflasyon oranının yüzde 40’ın üstünde olduğu durumları yüksek enflasyon krizi olarak tanımlamışlardır. Bu tanımdan hareketle, 1961–1994 dönemine ait verileri kullanarak yaptıkları çalışmada, 31 tane enflasyon krizi yaşayan ülkede ekonomik büyümenin yüzde 2.4 oranında azaldığını, buna karşılık krizden sonra ise ekonomik büyümenin yüzde 3.3 oranında arttığı ve kriz öncesi dönemine göre 0.9 oranında daha yüksek bir düzeyde gerçekleştiğini belirlemişlerdir. Judson ve Orphanides (1999), yıllık veriler ile 1959–1992, 1959–1972, 1973–1992, 1973–1982 ve 1983–1992 dönemleri için 142 gelişmiş ve gelişmekte olan ülke için yaptıkları panel veri yöntemi sonuçlarına göre, enflasyonun yüzde 10’nun üstünde olduğu durumlarda ekonomik büyümeyi negatif yönde etkilediği sonucunu elde etmişlerdir. Burdekin, Denzau, Keil, Sitthiyot ve Willett (2000), 1967–1992 dönemi 21 tane gelişmiş ve 51 tane gelişmekte olan ülkenin yer aldığı ve yıllık verilerin kullanıldığı çalışmalarında, gelişmiş ülkelerde enflasyonun yüzde 8’in üstüne çıktığı durumlarda ekonomik büyümeyi negatif yönde etkilediğini ortaya koymuşlardır. Gelişmekte olan ülkelerde ise enflasyonun yüzde 3’ün üstünde olduğu durumlarda ekonomik büyümeyi olumlu etkilediğini, fakat enflasyonun yüzde 3 ile 50 arasında gerçekleştiği durumlarda ise enflasyonun ekonomik büyümeyi negatif yönde etkilediğini hesaplamışlardır. 52 Engelbrecht ve Langley (2001), 1960-1994 dönemi gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerden oluşan toplam 136 ülkenin yıllık verileri ile yatay kesit analiz yöntemini kullanarak yaptıkları çalışmada, yüzde 40 ve yüzde 8 olmak üzere iki tane eşik değer belirlemişlerdir. Bu eşik değerlerden yüzde 8’lik eşik değer sadece dışa açık olan ülkeler için hesaplanmıştır. Söz konusu eşik değerler aynı zamanda enflasyon krizi olarak değerlendirilmekte birlikte, bu ülkelerden yüzde 40 düzeyinde enflasyon krizi yaşayan 22 ülkede kriz sırasında ekonomik büyümenin yüzde 1.8 oranında azaldığını, kriz sonrasında ise ekonomik büyümenin yüzde 3.5 oranında arttığını ortaya koymuşlardır. Diğer taraftan, dışa açık olan ülkelerde ise kriz sırasında ekonomik büyümenin yüzde 0.8 oranında azaldığı, krizden sonra ise ekonomik büyümenin 1.3 oranında arttığını belirlemişlerdir. Black, Dowd ve Keith (2001), 1964-1989 dönemi içerisindeki farklı dönemler belirleyerek, 48 ABD eyaleti için yıllık verilerle gerçekleştirdikleri panel veri analizine göre, enflasyonun azalma eğilimi gösterdiği 1980’li yıllarda enflasyon ile ekonomik büyüme arasında pozitif yönlü bir ilişki bulmuşlardır. Buna karşılık, enflasyonun yükseliş eğilimine girdiği 1960’lı ve 1970’li yıllarda enflasyon ile ekonomik büyüme arasında negatif yönlü bir ilişki belirlemişlerdir. Khan ve Senhadji (2001), 1960–1998 dönemi arasındaki gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerden oluşan toplam 140 ülkenin beş yıllık ortalama ve yıllık biçimde olan veriler ile yaptıkları çalışmalarında, doğrusal olmayan en küçük kareler yöntemini kullanarak, enflasyon ve ekonomik büyüme ilişkisinin ortaya çıktığı eşik değerleri hesaplamışlardır. Elde ettikleri sonuçlara göre, gelişmiş ülkelerde enflasyon oranının yüzde 1 ile 3 arasındaki eşik değerinin üstüne çıkması halinde enflasyon ekonomik büyümeyi negatif yönde etkilerken; gelişmekte olan ülkelerde ise enflasyon oranının enflasyon oranının yüzde 11 ile 12 arasındaki eşik değerlerini aşması halinde, enflasyon ekonomik büyümeyi negatif yönde etkilemektedir. Burada yüzde 1 ile yüzde 11 beş yıllık verilerin ortalaması ile bulunan değerleri gösterirken, yüzde 3 ile yüzde 12 ise yılık verilere göre bulunan değerleri göstermektedir. Bununla birlikte çalışmada, eşik değerlerin altında ise enflasyonun ekonomik büyüme üzerinde herhangi bir etkisinin olmadığı da öne sürülmektedir. 53 Yılmaz, Akçay ve Alper (2002), 1970-2000 arası dönemde aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 29 gelişmekte olan ülkenin yıllık verilerini kullanarak hazırladıkları çalışma, enflasyon ile ekonomik büyüme arasında doğrusal olmayan bir ilişki belirlemişlerdir. Buna göre, enflasyon oranı yüzde 13 eşik oranının üstünde olduğu zaman enflasyon oranındaki artış ekonomik büyüme hızını olumsuz etkilemektedir. Caporin ve Di Maria (2002), 1979–1997 dönemi 97 tane gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin yer aldığı ve yıllık verilerle birlikte panel veri analizinin kullanıldığı çalışmalarında, enflasyonun yüzde 10’un altında olduğu ülkelerde enflasyon oranındaki bir birimlik artışın ekonomik büyümeyi 0.12 oranında azalttığını belirlemişlerdir. Buna karşılık, enflasyon oranının yüzde 10 ile 30 arasında olduğu ülkelerde enflasyon oranındaki bir birimlik artışın ekonomik büyümeyi yüzde 0.05 oranında ve enflasyonun yüzde 30’un üstünde olduğu ülkelerde ise 0.0004 oranında azalttığı sonucuna ulaşmışlardır. Bununla beraber, çalışmada farklı değişkenler ile yapılan analizlerle de enflasyon ile ekonomik büyüme arasında negatif yönlü bir ilişki olduğu ortaya konulmuştur. Sepehri ve Moshiri (2004), 1960–1996 dönemi arasında, 24 OECD ülkesi, 14 yüksek orta gelirli ülke, 26 düşük orta gelirli ülke ve 28 tane düşük gelirli ülke olmak üzere toplam 96 ülke için yaptıkları çalışmada düşük orta gelirli ülkeler için yüzde 15, düşük gelirli ülkeler için yüzde 11 ve yüksek orta gelirli ülkeler için yüzde 5 olmak üzere farklı eşik değerleri hesaplamışlardır. Panel veri analizinin ve yıllık verilerin kullanıldığı çalışmada, OECD ülkelerinin tümünün modele katılması halinde ise uzun dönemde enflasyon ile ekonomik büyüme arasında herhangi bir ilişkinin ve bir eşik değerin olmadığı saptanmıştır. Vaona ve Schiavo (2005), 1960–1990 dönemine ait 160 ülkenin yıllık verileri ile yarı-doğrusal tahmin yöntemini kullandıkları çalışmalarında, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler için eşik değerleri hesaplamışlardır. Buna göre, gelişmiş ülkelerde enflasyonun yüzde 10’u aşması durumunda; gelişmekte olan ülkelerde ise yüzde 15’i aşması durumunda enflasyonun ekonomik büyüme üzerinde olumsuz etkileri olabileceğini ileri sürmüşlerdir. Buna karşılık, söz konusu bu eşik değerlerin 54 altında ise enflasyonun ekonomik büyüme üzerinde önemli bir etkisinin olmadığını da tespit etmişlerdir. Pollin ve Zhu (2005), içlerinde yüksek, orta ve düşük gelirli ülkeler ile 21 tane OECD ülkesinin bulunduğu toplam 80 ülke için 1960-2001 dönemini kapsayan çalışmalarında, enflasyonun eşik değerinin 15.2-18.6 arasındaki bir düzeyde olduğunu belirlemişlerdir. Panel veri analiz yöntemiyle yıılık verilerin kullanıldığı çalışmada, enflasyonun eşik değerlerinin altında kaldığı durumlarda, enflasyondaki her yüzde 1’lik bir artışın ekonomik büyümeyi yüzde 0.1 ile yüzde 0.15 oranında artırdığını, buna karşılık enflasyonun söz konusu eşik değerlerin üstünde kaldığı durumlarda ise enflasyonun ekonomik büyüme üzerinde kısıtlayıcı bir etki yaptığını belirlemişlerdir. Drukker, Gomis-Porqueras ve Hernandez-Verme (2005), 1950–2000 dönemine ait 138 gelişmiş ve gelişmekte olan ülkenin yer aldığı çalışmalarında, enflasyonun eşik değerini yüzde 19.16 olarak hesaplamışlardır. Buna göre enflasyon oranı, söz konusu eşik değerin üstünde kaldığı durumlarda ekonomik büyümeyi negatif yönde etkilerken; bu oranın altında kaldığı durumlarda ise ekonomik büyümeyi istatistiksel açıdan anlamlı bir şekilde etkilememektedir. Panel veri ve doğrusal olmayan ekonometrik yöntemler ile yıllık verilerin kullanıldığı çalışmada, gelişmiş ülkeler için ise yüzde 2.57 ve yüzde 12.61 olmak üzere iki tane eşik değeri bulunmuştur. Mubarik (2005), 1973–2000 dönemine ait Pakistan’a ait yıllık enflasyon ve ekonomik büyüme verilerini kullandığı çalışmasında, enflasyonun yüzde 9’un üzerine çıkması halinde, ekonomik büyümeyi negatif yönde etkileyeceği sonucuna ulaşmıştır. Regresyon yönteminin dışında nedensellik test yönteminin de benimsendiği çalışmada, ayrıca enflasyondan ekonomik büyüme doğru yüzde 10 önem düzeyinde tek yönlü bir nedensellik ilişkisi olduğu tespit edilmiştir. Ahmed ve Mortaza (2005)’de 1980–2005 dönemine ait yıllık veriler ile Bangladeş üzerine yaptıkları çalışmada enflasyon ile ekonomik büyüme arasında uzun dönemli bir negatif bir ilişki olduğu sonucuna ulaşmışlardır. Eşbütünleşme ve 1973–2005 dönemi için yapılan diğer bir çalışmada ise Pakistan için bu şekilde bir eşik değer bulunamamıştır. Bkz. (Hussain, 2005: 1–15). 55 hata düzeltme modelinin kullanıldığı çalışmada, yapısal kırılma testi ile enflasyonun eşik değeri hesaplanmış ve enflasyonun yüzde 6’yı geçtiği durumlarda enflasyonun ekonomik büyümeyi negatif yönde etkilediği sonucuna ulaşılmıştır. Li (2006), 90 gelişmekte olan ülke ve 28 gelişmiş ülke üzerine 1961–2004 dönemi için yaptığı analizde enflasyon ile ekonomik büyüme arasında doğrusal olmayan bir ilişki olduğunu ortaya koymuştur. Yılık veriler ve panel veri yönteminin kullanıldığı çalışmada, gelişmekte olan ülkeler için yüzde 14 ve yüzde 38 olmak üzere iki tane eşik değer hesaplanmıştır. Buna göre, enflasyon ilk eşik değerin altında kalırsa, çok kesin olmamakla birlikte ekonomik büyümeyi pozitif yönde etkilerken, iki eşik değerin arasında kaldığı durumlarda ise ekonomik büyümeyi negatif yönde etkilemekte ve yüzde 38’in üstüne çıktığında enflasyonun ekonomik büyüme üzerindeki etkisi azalmakta fakat ekonomik büyümeyi negatif yönde etkilemeye devam etmektedir. Bununla birlikte, gelişmekte olan ülkelerde enflasyon oranında meydana gelecek yüzde 10’luk bir artışın ekonomik büyümeyi yüzde 0.2 ile 0.4 arasında azaltacağı çalışmanın diğer bir sonucunu oluşturmaktadır. Diğer taraftan çalışmada, gelişmiş ülkeler için ise eşik değer yüzde 24 olarak bulunmuş ve enflasyonun bu eşik değerin altında kaldığı sürece ekonomik büyümeyi negatif yönde etkileyeceği fakat bu oranın üstüne çıktığında ise ekonomik büyüme üzerindeki olumsuz etkilerinin azalacağı sonucuna ulaşılmıştır. Politika önerisi anlamda Li, hiperenflasyonun ekonomik büyüme üzerinde hiper negatif etkileri olmayacağını belirtmekle birlikte, özellikle gelişmekte olan ülkelerde hükümetlerin ılımlı enflasyonu kontrol etmelerinin ekonomik büyüme açısından önemli olduğunu ifade etmektedir. Amprik literatüründen de görüleceği üzere, sosyal istikrar ve ekonomik gelişmeyi yok ederek ulusal refahı tehlikeye sokan bir süreç olarak kabul edilen enflasyonun kendi dinamiği ne denli büyük olursa, ekonomik büyümeye ilişkin sonuçları da o ölçüde yıkıcı olmaktadır (Karaçor, 2007: 105). Zira, Türkiye’de de ekonomik büyüme sürecini etkileyen makroekonomik istikrarsızlıkların başında enflasyonun gösterilmesi bu tespiti doğrulamaktadır. Bu nedenle, kısa dönemli makroekonomik istikrarın göstergesi olan enflasyon ile uzun dönem ekonomik büyümenin göstergesi olan ekonomik büyüme arasındaki ilişkinin ortaya konulması izlenecek ekonomi politikaları açısından büyük önem arz etmektedir (Ay, 2007: 39). 56 2.3. Enflasyon ve Ekonomik Büyüme İlişkisinin Türkiye Ekonomisi Çerçevesinde Analizi Türkiye ekonomisinde enflasyon ve ekonomik büyüme etkileşiminin incelenmesi amacıyla, Turan (2007) ve Ay (2007)’deki çalışmalarına da paralel olarak Türkiye ekonomisinin, cumhuriyetin ilanından çok partili hayatın başlangıcına kadar geçen dönem (1923-1945), çok partili sistemden planlı kalkınma dönemine kadar geçen dönem (1946-1960), ithal ikameci planlı kalkınma döneminden 24 Ocak 1980 kararlarına kadar geçen dönem (1961-1979), 24 Ocak kararlarından 2001 yılına kadar geçen ve dışa açık büyüme dönemi olarak nitelendirilen dönem (1980-2001) ve (2002-2007) dönemi olmak üzere beş dönem olarak ele alınması uygun görülmüştür. 2.3.1. 1923-1945 Yılları Arası Dönem Gerek dünya ekonomisinin gösterdiği gelişmeler gerekse ulusal iktisadi politikalar açısından 1923’ten 1945’e kadar geçen süreyi üç alt dönem içerisinde incelenmesinin uygun olduğu düşünülmektedir. Bu alt dönemlerden ilki 1929’a kadar süren ve dışa açık ekonomi koşulları altında gerçekleşen güçlü bir iktisadi iyileşme dönemidir. İkinci alt dönem, Büyük İktisadi Bunalımın’ın başlamasından İkinci Dünya Savaşı’nın patlamasına kadar geçen on yıllık süreyi kapsamaktadır. Bu dönemde, iç pazarı koruma amacıyla daha önce alınan önlemleri, 1932’de benimsenen devletçilik, yani devlet önderliğinde sanayileşme atılımı izlemiştir. Her ne kadar Türkiye 1939 yılından sonra savaşa katılmadıysa da, büyük bir orduyu harekete hazır bir durumda tutmuş ve ithalatın aksaması ve üretim düzeylerinin önemli ölçüde düşmesi yüzünden ekonomi çok büyük sıkıntılarla karşı karşıya kalmıştır. Bu koşullar altında, üçüncü alt dönemde devletçilik uygulamasının yerini kıtlıklarla baş etmeye ve ordu ile kent merkezlerinin gereksinimlerini karşılamaya yönelik önlemler almıştır (Owen ve Pamuk, 2002: 24). Dönemin genel yapısıyla ilgili bu açıklamaların ardından ilgili dönemdeki enflasyon ve ekonomik büyüme ilişkisinin analizi ise Grafik 1 yardımıyla gerçekleştirilmiştir. 57 Grafik-1: Enflasyon ve Ekonomik Büyüme (1924-1945) .6 .5 .4 .3 .2 .1 .0 -.1 -.2 24 26 28 30 32 34 TUFE 36 38 40 42 44 GSMH Kaynak: Doğruel, Fatma ve Doğruel, A. Suut (2005). Türkiye’de Enflasyonun Tarihi (1. Baskı). Ankara: TCMB ve Türk Tarih Vakfı. s. 76; DİE (2005). İstatistik Göstergeler1923-2004. Ankara, s. 534, 613. Grafik 1’de enflasyon oranları (TÜFE) ve ekonomik büyüme (GSMH) ilişkisi incelendiğinde, özellikle 1940’lı yıllara kadar Türkiye’de enflasyon problemi olmadığı ve dört yılın dışında pozitif ekonomik büyümenin gerçekleştiği ve 1944 ve 1945 yılları dışında enflasyonun yüksek olduğu dönemlerde ekonomik büyüme hızının 1942 yılının dışında negatif değerler aldığı gözlenmektedir. 1940’lı yıllarda böyle bir tablonun oluşması ise büyük ölçüde ilgili dönemin savaş yılları olmasından kaynaklanmaktadır. Her ne kadar Türkiye 2. Dünya Savaşı’na girmeyip sıcak savaşın olumsuz etkilerinden uzak durmayı başarabildiyse de savaşa girme ihtimaline karşı büyük bir ordunun silah altında tutulması özellikle istihdam ve üretim noktasında önemli sıkıntıların yaşanmasına neden olmuştur. Bununla birlikte, savaşa giren ülkelerin ticaret olanaklarının sınırlanması, Türkiye’nin ithalat hacmini düşürmüş ve mevcut mal kıtlıklarının daha da artmasına neden olmuştur. Böylelikle de dönemin genelinde, Türkiye ekonomisi, yüksek enflasyon ile birilikte düşük bir ekonomik büyüme hızı ile karşılaşmıştır (Boratav, 2004: 81; Şahin, 2002: 83, 84). 2. Dünya Grafik 1’de net bir şekilde görülmeyen enflasyon oranı, 1936’da -0.003033 olarak gerçekleşmiştir. Enflasyon oranları doğal logaritması alınmış Tüketici Fiyat Endeksi (TÜFE)’nin birinci farkı alınarak hesaplanmıştır ve TÜFE ile ifade edilmiştir. Ekonomik büyüme oranları doğal logaritması alınmış Reel Gayri Safi Milli Hasıla’nın birinci farkı alınarak hesaplanmıştır ve GSMH ile ifade edilmiştir. 58 Savaşı’nın ardından ise savaş yıllarında yaşanan kıtlıklar, sıkıntılar, bireysel özgürlüklerin sınırlandırılmış olması ve savaş döneminde oluşan zengin grupların birikimlerini daha liberal bir ortamda en iyi şekilde değerlendiribileceği düşüncelerinin etkileriyle girilen 1950’de seçimlerinde Demokrat Parti iktidara gelmiş ve Demokrat Parti idaresinde Türkiye ekonomisi 1960’a kadar yeni bir içerisine girmiştir (Tokgöz, 2004: 137). 2.3.2. 1946-1960 Yılları Arası Dönem İkinci Dünya Savaşı sonrası yıllar, Türkiye’nin iktisadi ve siyasi anlamda bir değişim yaşadığı dönemdir. Çokpartili dönem geçiş, 1950’li yıllarda izlenen liberal ekonomi politikaları, Uluslararası Para Fonu ile gerçek anlamda ilk tanışma ve 1958 devalüasyonuna götüren genişleme süreci bu dönemin öne çıkan özellikleri olarak kabul edilmektedir (Doğruel ve Doğruel, 2005: 139; Hiç, 1991: 23). Bu temel özelliklerinin yanında dönemin büyük bir bölümünde (1950-1960) izlenen temel ekonomi politikaları ve bu politikaların etkileri ise şu şekilde özetlenmektedir (Uludağ ve Arıcan, 2003: 29); — Özel sektöre ve serbestleşmeye ağırlık veren ekonomi politikalarının uygulanmasında etkinlik sağlanamaması, — KİT’leri özelleştirme çabalarının başarısız kalması, — Kamu kesiminin imalat sanayi katma değerindeki payı %58.31’den %45’e kadar düşmesi fakat 1955’den sonra yine ağırlık kazanması, — Kamu yatırımlarının GSMH’ya oranı artarken verimliliklerinin azalması, — 1955’e kadar hızla genişleyen yatırım ve kredilerin 1953’ten sonra fiyatların yükselmesine neden olması, — Tarım ve altyapı yatırımlarının önem kazanması, — 1955’e kadar hızla genişleyen tarımsal üretimin daha sonra yavaşlama sürecine girmesi, — Dönemin başlarında düşük düzeylerde tutulabilen enflasyonun sonradan kredilerdeki artış ve dış ticarette baş gösteren güçlükler nedeniyle yükselme sürecine girmesidir. 59 İlgili dönemin temel özellikleri belirtildikten sonra söz konusu dönemdeki enflasyon ve ekonomik büyüme ilişkisi Grafik 2 kullanılarak gerçekleştirilmiştir. Grafik-2: Enflasyon ve Ekonomik Büyüme (1949-1960) .25 .20 .15 .10 .05 .00 -.05 -.10 49 50 51 52 53 54 TUFE 55 56 57 58 59 60 GSMH Kaynak: DİE (2005). İstatistik Göstergeler 1923-2004. Ankara, s. 534, 613. Grafik 2’deki sonuçlara göre, 1950’den 1953’e kadar geçen dönemde enflasyonun çok fazla oluşmadığı fakat 1953’de sonra ise 1960 yılına kadar enflasyonun sürekli yükseldiği gözlenmektedir. Aynı şekilde 1950’den 1953 yılına kadar her yıl pozitif ekonomik büyüme gerçekleştirilirken 1953’den sonra ekonomik büyüme hızının yavaşladığı ve 1954’de negatif olduğu görülmektedir. Enflasyon ile ekonomik büyüme arasındaki ilişkiye bakıldığında ise, özellikle 1953’den itibaren enflasyonun yükselmesiyle birlikte ekonomik büyümenin istikrarsız bir yapı sergilediği ve 1957’den 1960 yılına kadar ki dönemde de enflasyondaki artış karşısında ekonomik büyümenin bir önceki döneme göre azaldığı tespit edilmektedir. Bu durumun oluşmasında ise ilgili dönemdeki Demokrat Parti hükümetinin dönem başında benimsediği devletin ekonomideki ağırlığının azaltmasına dayalı politika anlayışından vazgeçilmesinin etkili olduğu düşünülmektedir. Zira, 1950’de iktidara gelen Demokrat Parti hükümetinin programında, devletin ekonomideki DİE tarafından Reel GSMH hesaplaması, 1923-1947 döneminde 1948 fiyatları ve 1948-1967 döneminde 1968 fiyatları kullanılarak gerçekleştirilmiştir. Fakat çalışmada ilgili dönemin 1946 yılından itibaren başlatılması ve bu yılın Reel GSMH’sının 1947 yılı fiyatlarına göre hesaplanması ve enflasyon ile ekonomik büyüme oranları hesaplanırken Grafik 1’de de olduğu gibi başlangıç yılında gözlem kaybı olması nedeni ile Grafik 2 1949 yılından itibaren başlatımıştır. Bkz. (DİE, 2005: 613). 60 etkinliğini daraltma ve özel girişimi mümkün olduğu kadar genişletme amacı belirtilmişti ve bu amacı gerçekleştirmek için devlet fabrikaları satışa çıkarılmıştı. Fakat hükümet bu tutumunu 1954 yılından itibaren değiştirmiş ve mevcut KİT’lerin sermayelerinin artırılmasının yanısıra yeni KİT’ler de kurmuştur. Kurulan bu KİT’ler rasyonel işletilmemiş ve zarar etmişlerdir. Edilen bu zararların ise bütçeden ve Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası kaynaklarından karşılanması bir yandan para arzının artmasına bir yandan da enflasyonist baskıların oluşmasına neden olmuştur. Fakat sadece KİT’lerin zararları değil, dış ticaret hadleri aleyhe dönerken iç ticaret hadlerini tarım lehine döndüren destekleme politikasının para arzının genişlemesiyle finanse edilmesi de, enflasyonun diğer bir kaynağını oluşturmuştur (Kazgan: 2005: 103, 107; Şahin, 2002: 104; Kepenek ve Yentürk, 2000: 95). Bununla birlikte, enflasyonun yükselmesine rağmen 7 Eylül 1946-4 Ağustos 1958 döneminde dolar kurunun sabit tutulması TL’nin dolar karışısında aşırı değerlenmeye başlaması, sanayide yapısal dönüşümün sağlanamaması ile birleşince ihracatta sıkıntıların yaşanmasına ve ithalatın finansmanında ödeme güçlüklerinin oluşmasına neden olmuştur. İthalat hacminin daralması ile ara malları ve yatırım mallarının temininde güçlükler yaşanması ise sanayi üretimini ve bunun sonucu olarak da ekonomik büyümeyi olumsuz etkilemiştir (Karaçor, 2001: 38; Parasız, 2003: 156; Şahin, 2002: 112). Bu olumsuz gelişmeler ile birlikte 1960’da Demokrat Parti yönetimi son bulmuş ve Türkiye ekonomisi planlı ekonomi modelinin benimsendiği yeni bir döneme girmiştir. 2.3.3. 1961-1979 Yılları Arası Dönem Türkiye ekonomisi 1950-1960 döneminde plansız, dengesiz bir büyüme dönemi geçirmiştir. Dönemin ilk yarısında elverişli iç ve dış şartların biraraya gelmesi sayesinde ekonomide küçümsenemeyecek nicel gelişmeler elde edilmiş, yapısal değişmeler sağlanmıştır. Fakat 1954’den ititbaren ekonomi üretim artışındaki yavaşlama, büyüyen dış ödeme açıkları ve enflasyon ile belirgenleşen bir bunalıma sürüklenmiştir (Şahin, 2002: 131). 1950-1960 döneminde izlenen iktisat politikalarının yarattığı bu dengesizlikler karşısında da daha 1950’li yılların ortalarından itibaren planlama sözcüğü dile getirilmeye başlanmış ve özellikle 1962 yılından itibaren de Türkiye’de 61 iktisat politikaları planlama tabanına oturtulmuştur (Boratav, 2004: 117; Alpay, 2008: 121). Bu nedenle, 1960-1979 dönemi genellikle planlı yıllar olarak adlandırılmaktadır. Söz konusu bu yılların temel özellikleri ise şu şekilde özetlenmektedir (TEK, 2003: 26; Owen ve Pamuk, 2002: 151; Doğruel ve Doğruel, 2006: 127; Karaçor, 2007: 114); — İlk üç kalkınma planı döneminde (1963-1977) ekonomik büyüme hedefleri 1. ve 2. Planda yüzde 7 ve 3. Planda ise yüzde 7.9 olarak belirlenmiştir. Fakat belirlenen bu ekonomik büyüme hedefleri tutturulamamış ve ekonomik oranları planların sırasına göre, yüzde 6.6, yüzde 6.3 ve yüzde 5.2 olarak gerçekleşmiştir. — İthal ikameci sanayileşmenin benimsendiği bir dönem olmuştur. Ancak büyük ve korunmuş bir iç pazarın sağladığı bütün olanaklardan sonuna kadar yararlanılırken, ithal ikamesi yoluyla sanayileşmenin teknolojik açıdan daha zor olan yatırım malları üretim aşamasına geçilememiş ve imalat sanayisinin ihracata yönelimi zayıf kalmıştır. Üretimin artırılması için gerek duyulan döviz ise, geleneksel tarım ürünü ihracatından ve işçi dövizlerinden sağlanmıştır. — İthal ikamesi stratejisine dayalı ekonomik büyüme modeli, 1970’lerin ortalarından itibaren artan petrol fiyatlarının da baskısı sonucu ciddi bir ödemeler dengesi sorunuyla karşılaşmıştır. Ödemeler dengesi sorununun, üretim için gerekli yatırım malları ve ara mallarının ithalatını engellemeye başlaması ve bu sürece bir de siyasal istikrarsızlığın eklenmesi ile birlikte Türkiye, 1970’lerin sonunda ekonomik krize girmiştir. Bu ekonomik krizde bu faktörlerin dışında dışa kapalı ve geleneksel ekonomi politikalarına bağlılık gösteren hükümetlerin de etkisi olmuştur. — Planlamacılığın iktisat politikaları üzerinde etkili olması sonucu istikrara giden enflasyon 1970’li yıllarla birlikte artmaya başlamıştır. Dış konjonktürde yaşanan 1974 krizi, iç konjonktürde yaşanan istikrarsızlık “korumacılık” ve “müdahaleceği” ön plana çıkararak enflasyonu giderek artırmıştır. 62 Dönemin temel özellikleri hakkında bilgi verildikten sonra ise ilgili dönemdeki enflasyon ve ekonomik büyüme ilişkisi ise Grafik 3 ve Grafik 4 şu şekilde gerçekleşmiştir. Grafik-3: Enflasyon ve Ekonomik Büyüme (1961-1967) .12 .10 .08 .06 .04 .02 .00 1961 1962 1963 1964 TUFE 1965 1966 1967 GSMH Kaynak: DİE (2005). İstatistik Göstergeler 1923-2004. Ankara, s. 534, 614. Grafik 3’e göre, 1961’den 1963’e kadar enflasyonun sürekli yükseldiği ve 1964’deki önemli düşüşün ardından 1965’den 1967’e kadar ki dönemde enflasyonun 1963’deki seviyesini büyük ölçüde koruduğu gözlenmektedir. Ekonomik büyümenin gelişimine bakıldığında ise 1961’den 1963’e kadar ki dönemde istikrarlı bir büyüme performansının yakalandığı ve bu dönemden sonra 1966’daki önemli yükselişin dışında ekonomik büyümenin bir önceki döneme göre yavaşladığı tespit edilmektedir. Enflasyon ile ekonomik büyüme arasındaki ilişkide ise, 1961, 1962, 1963, 1964 ve 1966 yıllarında enflasyonun ekonomik büyüme üzerinde olumsuz etki doğurmadığı ve bu dönemlerde ekonomik büyümenin enflasyonun üstünde gerçekleştiği görülmektedir. Bununla birlikte, 1965’de ve 1967’de enflasyonun artış göstermesinin ekonomik büyümeyi azalttığı belirlenmektedir. DİE tarafından Reel GSMH hesaplaması, 1948-1967 döneminde 1968 fiyatları ve 1968 dönemi sonrası ise 1987 fiyatları kullanılarak gerçekleştirilmiştir. Bu nedenle 1961-1979 dönemi 1961-1967 ve 1969-1979 dönemleri olmak üzere iki alt dönemde incelenmiştir. Bkz. (DİE, 2005: 613). 63 Grafik-4: Enflasyon ve Ekonomik Büyüme (1969-1979) .5 .4 .3 .2 .1 .0 -.1 69 70 71 72 73 TUFE 74 75 76 77 78 79 GSMH Kaynak: DİE (2005). İstatistik Göstergeler 1923-2004. Ankara, s. 535, 614. Grafik 4’e göre, enflasyonun bir önceki dönem ile karşılaştırıldığında yüksek düzeylerde, ekonomik büyümenin ise düşük düzeylerde seyrettiği ve ekonomik büyümenin dönemin tamamında enflasyonun altında kaldığı gözlenmektedir. Enflasyon ile ekonomik büyüme arasındaki ilişki incelendiğinde ise özellikle 1977’den sonra enflasyonun artış eğilimine girdiği dönemden sonra enflasyon ile ekonomik büyüme arasındaki negatif ilişki açık bir şekilde belirlenmektedir. 1977’den sonra gözlenebilen enflasyon ile ekonomik büyüme arasındaki söz konusu negatif ilişkinin ana nedenlerinden birisi olarak, ilk bakışta ekonominin dışa bağımlılığını zaman içinde azaltacakmış gibi görünen sanayileşme biçiminin, beklenilenin tersi bir sonuç vererek, ekonominin ithalata bağımlılığını artırmış olması gösterilmektedir. Gerçekten de Birinci Beş Yıllık Plan döneminde, makroekonomik düzeyde pozitif ithal ikamesi gerçekleştirilmiş ancak daha sonraki yıllarda toplam arz içinde ithalatın payı genel olarak artma eğilimi göstermiştir. Bu olgunun arkasındaki tek etken, çoğu zaman ileri sürüldüğü gibi doğrudan ve dolaylı ithalat gereksinmesi çok yüksek olan dayanıklı tüketim malları sektörünün hızlı genişleme temposu değildir. Aynı derecede önemli bir diğer etken, yatırım malları kesiminde sağlanan genişlemenin ara malları sektörünün gerisinde kalması nedeniyle Grafik 4’de gerçekleşmiştir. net bir şekilde görülmeyen ekonomik büyüme, 1979’da -0.000913 olarak 64 yüksek bir yatırım temposunun daima aşırı bir ithalat maliyeti gerektirmesidir (Boratav, 2004: 120). İthal ikameci sanayileşme stratejisinin bu şekilde tıkanmaya başlaması ile birlikte 1970’li yıllarda KİT açıkları büyük boyutlara ulaşmış, bütçe açıkları genişlemiş ve buna bağlı olarak emisyon hacmi artmış ve enflasyon yükselmiştir. Enflasyonun yükselmesinin de etkisiyle 1977’den başlayarak döviz kurunun aşırı değerlemesi ve bunun ihracatçı sektörler açısından yarattığı dengesizlikler, sanayinin kullandığı dövizi kendi iç dinamikleri ile kazanamaması sonucunu doğurmuş ve ulusal ekonomiyi negatif büyüme hızlarına sürüklemiştir (Şamiloğlu, 2002: 47; Yeldan, 2001: 43). Özetle, yaşanan bu gelişmelerin etkisiyle 1970’li yılların sonlarına doğru Türkiye, petrol şokunun ardından gerekli makroekonomik ve yapısal uyum politikalarını devreye sokmakta geciken ülkelerin arasında yer alan bir ülke durumuna gelmiştir. Dış ticaret hadlerindeki olumsuz gelişmeye rağmen dış ticaret rejiminde ciddi bir reform gerçekleştirilememiş, cari işlemler dengesi açıkları yurt dışından sağlanan borçlar ile finanse edilmişti. Ancak, IMF ile yaşanan anlaşmazlığın hemen ardından, 1978’de dış kredilerin kesilmesi ile birlikte Türkiye, dış borç krizini, benzer durumdaki birçok ülkeden daha önce yaşamak durumunda kaldı. Bu arada, iç ve dış dengesizliklerdeki hızlı bozulmanın sonucunda enflasyon 1979 yılında yüzde 64 seviyesine ulaştı. Yükselen enflasyon sürecine ise 24 Ocak 1980’de ilan edilen istikrar paketi ile müdahale edildi ve temelde dışa açık bir ekonomik büyüme politikasının benimsediği bir döneme geçildi (Akçay vd., 2002: 21) 2.3.4. 1980-2001 Yılları Arası Dönem İthal ikamesine dayalı sanayileşme politikasının 1970’lerin sonlarına doğru başarısızlıkla sonuçlanması, döviz darboğazı, giderek hızlanan enflasyon, negatif büyüme oranları ve rekabet gücü olmayan sanayiler, ekonomi politikasının acilen değiştirilmesini zorunlu kılmış ve bu nedenle 24 Ocak 1980 tarihinde İstikrar Programı uygulanmaya konulmuştur. 24 Ocak Kararları ile; ihracatın ve görünmeyen işlem gelirlerinin artırılarak döviz darboğazı sorununun çözümlenmesi, enflasyonun kontrol altına alınması ve ekonominin dışa açılarak uluslararası rekabet ortamına 65 uygun dinamik bir yapıya kavuşturulması amaçlanmıştır (Karaçor, 2001: 44; TÜGİAD; 1997: 42). Alınan bu kararların ardından geçen yirmibir yıllık süre zarfında ise ekonomide olumlu ve olumsuz birçok gelişme yaşanmıştır. Yaşanan sözkonusu olumlu ve olumsuz gelişmeleri ise şu şekilde özetlenmektedir (Özkale ve Kayalıca, 2008: 381; Yeldan, 2001: 40; Ay, 2007: 24, 25); — 24 Ocak Kararları, ihracata yönelik sanayileşme stratejisinin benimsenmesi anlamında önemli bir noktayı oluşturmakla beraber ihracat ve ithalatın kompozisyonunda değişiklik yapacak bir yapısal etki yaratamamıştır. Bu dönüşüm daha belirgin olarak gümrük birliğine girişilmesi sonucu gerçekleşmiştir. Gerçekleşen dönüşümün açılımına bakıldığında ise asıl dönüşümün daha yüksek katma değerlerin satılabilmesi anlamında ihracatta yaşandığı ithalatta ise gümrük birliği öncesi durumun değişmediği görülmektedir. — 1989 finansal serbestleşme kararlarından sonra oluşan yapay ekonomik büyüme süreci, ulusal ekonomideki yatırım ve birikim önceliklerinin üretim dışı sermaye birikimine yönelmesi ve mali piyasalarda bir kredibilite bunalımının etkisiyle 1994’de ekonomik kriz yaşanmıştır. — 1994 ekonomik krizi sonrası spekülatif sermaye hareketleri ve mali disiplinsizlik, reel yatırımlardan uzaklaşarak dışa dönük ekonomik büyüme yerine içe dönük ekonomik büyümeyi ve ticarete konu olmayan sektörlere yatırımları teşvik ederken, ekonominin kırılganlığını daha da artırmıştır. Bunda özellikle 1990’lı yıllarda politik istikrarsızlık, popülist ve kısa görüşlü politikalar, 1994 ekonomik krizi, Marmara Depremi ve seçim ekonomisi uygulamaları gibi içi faktörler; Körfez Krizi, Asya ve Rusya Krizleri gibi dış faktörler önemli rol oynamıştır. 1990’lı yılların sonunda oluşan bu faktörlerin sonucu Türkiye ekonomisi yeniden krize sürüklenmiş ve 2000 Kasım ve 2001 Şubat krizleriyle karşı karşıya kalmıştır. Dönemde yaşanan olumlu ve olumsuz gelişmeler özetlendikten sonra ilgili dönemdeki enflasyon ve ekonomik büyüme arasındaki ilişkisi ise Grafik 5 yardımıyla analiz edilmiştir. 66 Grafik-5: Enflasyon ve Ekonomik Büyüme (1980-2001) .8 .6 .4 .2 .0 -.2 80 82 84 86 88 90 92 TUFE 94 96 98 00 GSMH Kaynak: DİE (2005). İstatistik Göstergeler 1923-2004. Ankara, s. 535, 614. Grafik 5’e göre, ilgili dönemin tamamında ekonomik büyüme hızının enflasyondaki artış hızının altında kaldığı gözlenmektedir. Diğer bir deyişle, bu dönemde fiyat istikrarından tamamen uzaklaşıldığı 1982-1984, 1985-1987, 1991-1994 dönemlerinin dışında aralıksız üç dönem ekonomik büyümenin sürdürülemediği görülmektedir. Enflasyon ve ekonomik büyüme ilişkisine bakıldığında ise 1988, 1991 ve 1994’de enflasyonun bir önceki döneme göre artması karşısında ekonomik büyümenin azaldığı tespit edilmektedir. İlgili dönemde, Grafik 5’deki bir tablonun oluşmasının temellerinin aslında 1980’li yıllarda atıldığı düşünülmektedir. Zira, bu dönemde para arzının kontrol edilememesi, iç talebin sınırlandırılamaması, buna karşılık kredi faizlerinin ve ithal girdi fiyatlarının sürekli yükselmesi ve kamu gelir gider dengesinin bozulması gibi nedenlerin etkisiyle enflasyon yükselmişir. Enflasyonun yükselmesi ise ekonomide belirsizliğin artmasına ve özel kesimin sanayideki yatırımlarının reel olarak azalmasına neden olmuştur. Dolayısıyla ekonomide, üretken sektörlere yönelik sabit sermaye yatırımları azalmıştır. İmalat sanayisindeki büyüme ise ancak 1980 öncesi dönemde atıl kalan kapasitelerin kullanılmasıyla sağlanabilmiştir (Şahin, 2002: 208). Grafik 4’de net bir şekilde görülmeyen ekonomik büyüme, 1991’de 0.003485 olarak gerçekleşmiştir. 67 İmalat sanayisinde sabit sermaye yatırımları azalırken, özel kesim sabit sermaye yatırımları hizmet sektörlerine doğru kaymıştır ve bu süreç 1990’lı yıllarda da devam etmiştir. 1990’lı yıllarda bu sürecin hızlanmasında TL’nin değerlenmesinin de etkili olduğu belirtilmektedir. Buna göre, TL’nin değerlenmeye başlaması, uluslararası ticarete konu olmayan konut, ulaştırma gibi uluslararası ticareti olmayan ve daha çok içe dönük olan hizmet sektörlerinde fiyatları dışa açık ve uluslararası ticareti yapılabilen tarım, imalat ve madencilik gibi sektörlere göre yükseltmektedir. Bu olgu, ticarete konu olmayan sektörlerde kârlılık ve yatırım artışını beraberinde getirmektedir. Bunun önemli bir sonucu olarak uluslararası rekabet gücü azalmakta ve genellikle dışa açık bir sektör olan imalat sanayisi ve ülkenin fiziki üretim kapasitesi olumsuz etkilenmektedir (Kepenek ve Yentürk, 2000: 217). Sonuç olarak, 1980’lerde başlayan yüksek enflasyon ve yüksek enflasyonun oluşturduğu belirsizlikler sanayide riskliliği artırarak yatırım eğilimlerinin azalmasına ve uzun vadeli girişimlerin ertelenmesine neden olmuş ve istikrarlı bir ekonomik büyüme zeminin oluşmasını engellemiştir (Parasız, 2003: 356). Zira, yaşanan 2001 Şubat krizinin ardından yürülüğe konulan Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı’nda da ekonomide güven bunalımının ve istikrarsızlığının ortadan kaldırılmasının amaçlanmış olması ve yüksek enflasyon ile mücadeleye öncelik vermesi, ilgili dönemde istikrarlı bir ekonomik altyapının oluşmadığını ifade eden söz konusu tespiti büyük ölçüde doğrulamaktadır (Alkan, 2004: 110). 2.3.5. 2002-2007 Yılları Arası Dönem 2001 Şubat krizinin ardından, 14 Nisan 2001’de Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı yürürlüğe konulmuştur. Yürürlüğe konan yeni programın amacı, kur rejiminin terkedilmesi nedeniyle ortaya çıkan güven bunalımı ve istikrarsızlığı süratle ortadan kaldırmak ve eşanlı olarak bu duruma bir daha geri dönülemeyecek şekilde kamu yönetiminin ve ekonominin yeniden yapılandırılmasına yönelik altyapıyı oluşturmak olarak tanımlanmaktadır (TCMB, 2001:12). Programının yürülüğe girişinin ardından para politikası uygulamalarında da önemli değişikliklere gidilmiş ve 2002 yılından itibaren, faiz oranları aracılığı ile enflasyon oranının kontrol altına alınmasını ve döviz kurlarının serbestçe dalgalanmasını gerektiren örtük enflasyon hedeflemesi rejimi uygulanmaya 68 başlanmıştır. Bu doğrultuda da hükümet ile birlikte enflasyon hedefleri saptanmıştır. Kısa vadeli faiz oranları enflasyonla mücadelede etkin olarak kullanılırken, para tabanı da ek bir çıpa olarak belirlenerek, enflasyon hedeflerinin güvenilirliğinin artırılması amaçlanmıştır. Geçen süre zarfında, dalgalı kur rejimine uyum artmış ve enflasyon hedeflemesi rejimine geçiş için elverişli ortamın oluşmasına yönelik önemli mesafeler alınmıştır: Enflasyon hedeflerine ulaşılmış, güvenilirlik artmış, enflasyon bekleyişleri hedeflere yakınsamış, kamu borç stokunun çevrilebilirliğine ilişkin tartışmalar azalmış, mali disiplinin sürekliliği konusundaki kaygılar büyük ölçüde hafiflemiş, finansal piyasaların derinliği artmaya ve kırılganlığı ise azalma sürecine girmiş ve portföy tercihlerinde TL cinsinden yatırımların ağırlığı artmaya başlamıştır (TCMB, 2005: 1). 2006 yılından itibaren ise TCMB açık enflasyon hedeflemesi rejimini uygulamaya koymuş ve para politikası aracı olarak da kısa vadeli faiz oranlarının kullanılmasına devam edilmiştir (Badurlar, 2009: 3). 2002-2005 arası dönemde gerek dünyadaki konjonktür gerekse Türkiye’deki makroekonomik göstergelerdeki olumlu gelişmeler sayesinde TCMB faizleri düşürmüştür. Ancak TCMB faizleri enflasyon beklentilerine göre daha yavaş bir biçimde düşürmüştür. TCMB’nin nominal faizleri beklentilere göre daha yavaş düşürdüğünden beklenen ve gerçekleşen reel getiri/faizi artırmıştır ve bu durumda önemli ölçüde dış kaynağın Türkiye’ye akmasına neden olmuştur. Söz konusu bu yoğun kaynak girişi ise 2002-2005 yılları arasında enflasyonla mücadelede ciddi kazanımlar sağlamış olmasına rağmen, bazı olumsuzlukları da beraberinde getirmiştir. TCMB’nin faiz politikasının üç olumsuz sonuçlarından birincisi artan dış dengesizlik, ikincisi ekonominin dış şoklara karşı daha hassas hale gelmesi son olarak da yoğun bir dış kaynak girişi sonucu canlı bir iç talep ve içe dönük ekonomik büyüme sürecinin enflasyonla mücadeleyi zorlaştırmasıdır (Baydur, 2007: 99, 100). Zira, bu durumun göstergesi olarak Türkiye’de enflayon 2005’in ikinci yarısından itibaren önce katılaşmış, sonra da artış eğilimine girmiş ve 2006 mayıs ve haziran aylarında yaşanan türbülansın etkisiyle de yeniden iki haneli rakamlara çıkmıştır. Bu türbülans küresel piyasalar tarafından tetiklense de ülke riski, kur riski ve siyasi risk açısından Türkiye’nin hala kırılgan olduğunun bir göstergesi olarak kabul edilmektedir (Karaçor, 2007: 131). Her ne kadar 2007 yılı itibariyle yüzde 8.4 69 olarak gerçekleşen enflasyon, 2006 yılına göre azalış eğilimine girmiş olsa da belirlenen yüzde 4’lük hedefin oldukça üstünde kalınmıştır. Bu da bir önceki açıklamada belirtilen kırılganlığın istenilen düzeyde azalmadığını göstermektedir. Bu açıklamaların ışığında, ilgili dönemdeki enflasyon ve ekonomik büyüme ilişkisi ise Grafik 6 yardımıyla incelenmiştir. Grafik-6: Enflasyon ve Ekonomik Büyüme (2002-2007) .40 .35 .30 .25 .20 .15 .10 .05 2002 2003 2004 TUFE 2005 2006 2007 GSMH Kaynak: DİE (2005). İstatistik Göstergeler 1923-2004. Ankara, s. 535, 614 ve http://www.tuik. gov.tr (Erişim Tarihi: 27.07.2009) Grafik 6’ya göre, enflasyonun 2002 yılından itibaren 2004-2006 döneminde artış gösterse de önemli ölçüde düştüğü ve enflasyonun tek haneli düzeylere indiği gözlenmektedir. Ekonomik büyümeye bakıldığında ise 2003, 2005 ve 2006’da bir önceki dönemlere göre ekonomik büyümede azalışlar meydana gelmiş olsa da dönemin tamamında pozitif ve yüksek bir ekonomik büyüme hızının gerçekleştiği görülmektedir. Enflasyon ile ekonomik büyüme ilişkisine bakıldığında 2004 ve 2006’da ekonomik büyüme ile enflasyon arasında negatif yönlü bir ilişki olduğu tespit edilmiştir. Bunların birincisinde enflasyonun azalması ekonomik büyüme hızını artırırken; diğerinde ise enflasyonun yükselmesi ekonomik büyüme hızını azaltmıştır. Özellikle 2005 yılına kadar ki dönemde yaşanan bu olumlu tablo, gelecek ile ilgili beklentilerin iyileşmesine katkıda bulunsa da, kendisiyle ilgili tartışmaların başlamasına da neden olmuştur. Bu tartışmaların çıkış noktası ise yaşanan ekonomik 70 büyümeye rağmen işsizlik oranlarının azalmaması oluşturmaktadır. Başka bir ifadeyle, yaşanan ekonomik büyümeye rağmen ilgili dönemde işsizlik oranları 2002’de yüzde 10.3, 2003’de 10.5, 2004’de 10.3, 2005’de 10.3, 2006 ve 2007’de 9.9 olarak gerçekleşmesi nedeniyle ekonomik büyümenin kaynakları sorgulanmaya başlanmıştır. Bu sorgulamanın neticesinde şu ortak sonuçlara ulaşılmıştır (Ay ve Karaçor, 2007: 67, 83; Ay, 2007: 27, 28) — Güçlü Ekonomiye Geçiş Program, ekonomik büyüme ve istihdamdan önce fiyat istikrarını sağlamak ve buna bağlı olarak oluşacak ekonomik istikrar ile diğer hedeflerin gerçekleştirileceği düşüncesinden hareketle önceliği fiyat istikrarına vermiştir. Bu düşünce son otuz yılda yaşanan yüksek enflasyonu makroekonomik istikrarsızlığın temel nedeni olarak almaktadır. Dolayısıyla büyüme ile işsizlik bağı burada kopmaktadır. Burada program enflasyonu düşürmede ve bunun yarattığı olumlu etki sonucu yüksek büyüme oranını sağlamada başarılı olmuştur. Fakat bu büyüme “istihdamsız bir büyüme sergilemiştir”. — İlgili dönemdeki ekonomik büyüme daha ziyade özel sektör kanalı ile gerçekleştirilmiştir ve özel sektörün ağırlıklı bir yer tuttuğu ekonomik büyüme sürecinin birincil kaynağı, tüketimden çok yatırım ve stok değişmeleri olarak gösterilmektedir. Ekonomik büyümenin tüketimden çok yatırımlardan kaynaklanması uzun dönemde hem üretim kapasitesinin artırılması, dolayısıyla işsizlik sorunun giderilmesi, hem de sürdürülebilirlik açısından olumlu bir gelişme olarak nitelendirilmektedir. Dahası bunun özel sektör kanalıyla gerçekleştirilmesi ise, kamu kesiminin rasyonalize edilmesi ve uzun dönemli uygulamaya konan ekonomik büyüme stratejisi açısından da önem arz etmektedir. Ancak kısa vade de bu şekilde bir ekonomik büyüme halkın refah düzeyini artırmamaktadır. Ekonomik büyümenin ikinci kaynağını ise verimlilik artışları oluşturmuştur. Çalışan kişi başına toplam verimlilik endeksi 2002’de 113.1 iken 2005 yılında 152.9’a çıkmıştır. Söz konusu bu verimlilik artışı ise reel ücretlere yansımamıştır ve 2002’de 87.8 olan reel ücret endeksi 2005’de 84.9’a gerilemiştir. Dolayısıyla verimlilik artışının belli oranda ucuz işgücü ile sağlandığı söylenmektedir. Bu olgu da ekonomik büyümenin geniş halk kitlelerine yansımasını engellemiş ve yaşanan ekonomik büyümeyi tartışılır hale getirmiştir. 71 Grafikler yardımıyla incelenen Türkiye’deki enflasyon ve ekonomik büyüme ilişkisinden elde edilen temel sonuç, özellikle 1970’li yılların ikinci yarısından sonraki dönemin büyük bir bölümünde yüksek enflasyon ve istikrarsız ekonomik büyümenin Türkiye’nin öncelikli makroekonomik sorunlarını oluşturduğudur. Daha öncede belirtildiği üzere, fiyat istikrarının sağlanması ve ekonomik büyüme hızının artırılması iktisat politikasının en önemli amaçlarından birisini oluşturmaktadır. Söz konusu bu amaçlara ulaşmak için geliştirilen iktisat politikaları ise para ve maliye politikası araçlarından yararlanmaktadırlar. Dolayısıyla, bu amaçlara ulaşmak için ilgili araçların etkin ve doğru kullanılmaması söz konu bu amaçların gerçekleştirilmesini de olanaksız kılmaktadır. Bu açıklama ekseninde, Türkiye’deki fiyat ve ekonomik büyümede yaşanan istikrarsız tablo değerlendirildiğinde, iktisat politikası araçlarının etkin ve doğru kullanılmadığı tespiti yapılabilmektedir. Bu aşamada ise cevaplandırılması gereken bir soru ortaya çıkmaktadır. Acaba iktisat politikası araçlarındaki söz konusu yanlış uygulamalar, enflasyon ve ekonomik büyüme üzerinde nasıl bir etkileşim ortaya çıkarmaktadır? Diğer bir deyişle, bu politikalar sonucunda öncelikle yüksek enflasyonun ardından ekonomik büyümenin olumsuz etkilendiği veya tam tersi öncelikle ekonomik büyümenin yavaşladığı ve buna bağlı olarak enflasyon yükseldiği, son olarak ise her ikisinde aynı anda olumsuz bir etkinin oluştuğu bir etkileşim mi oluşmaktadır? Bu sorunun cevapları ise yapılan uygulamalı çalışmalar ile büyük ölçüde ortaya konulmuştur. 2.4. Enflasyon ve Ekonomik Büyüme İlişkisi Üzerine Türkiye’de Yapılan Çalışmalar Koray (1993), 1981:3-1989:12 dönemi içeren aylık veriler ile gerçekleştirdiği VAR analizi sonuçlarına göre, enflasyon oynaklığının ekonomik büyüme üzerinde negatif etkileri olduğunu ifade etmiştir. Aşırım (1995), 1964-1994 dönemi yıllık veriler ile en küçük kareler yöntemini kullandığı çalışmasında, nominal fiyat değişmelerinin reel ekonomik büyümeyi negatif yönde etkilediği sonucuna ulaşmıştır. Kirmanoğlu (2001), 1964-2000 dönemi yıllık veriler ile kısıtsız VAR modelini kullandığı çalışmasında, enflasyonun gerek ekonomik büyümeyi gerekse de özel sektör yatırımlarını ters yönde etkilediğini ortaya koymuştur. 72 Karaca (2003), 1987-2002 dönemi üçer aylık veriler ile Granger nedensellik testi ve en küçük kareler yöntemini kullandığı çalışmasında, enflasyondan ekonomik büyümeye tek yönlü bir nedensellik ilişkisi olduğunu ve enflasyonda meydana gelen yüzde 1’lik bir artışın ekonomik büyümeyi yüzde 0.37 oranında düşürdüğünü belirlemiştir. Berber ve Artan (2004), 1987:1-2003:2 dönemi üçer aylık veriler ile Granger nedensellik testi ve en küçük kareler yöntemini kullandıkları çalışmalarında, enflasyondan ekonomik büyümeye tek yönlü bir nedensellik ilişkisi olduğunu ve enflasyonda meydana gelen yüzde 10’luk bir artışın ekonomik büyümeyi yüzde 1.9 oranında düşürdüğünü tespit etmişlerdir. Keşkek ve Özhan (2004), 1950-2002 dönemi yıllık veriler ile en küçük kareler yöntemi ve GARCH yöntemlerinin kullanıldığı çalışmalarında, enflasyondaki artışın ekonomik büyümeyi negatif yönde etkilediğini ve enflasyon oranlarındaki yüzde 10’luk bir artışın, ekonomik büyümeyi yüzde 1.6 ile yüzde 2.3 arasında bir değerde negatif yönde etkilediği belirlemişlerdir. Bununla birlikte, enflasyon veri setini çeşitli kategorilerinde enflasyon ile ekonomik büyüme arasındaki ilişkinin istatistiksel açıdan anlamlılığını yitirdiği ve genel olarak yüzde 40’ın altındaki enflasyon değeleri için, enflasyondaki bir önceki döneme göre değişimin ekonomik büyüme üzerindeki etkisinin kaybolduğu sonucuna da ulaşmışlardır. Çetin (2004), enflasyon ve büyümenin GARCH modelleri kullanılarak enflasyon, büyüme ve reel-nominal belirsizlikler arasındaki Granger nedensellik ilişkilerinin araştırıldığı çalışmada, Türkiye’de 1985:01-2003:11 dönemlerinde yüksek enflasyonun nominal belirsizlikleri artırdığı ve büyümeyi azalttığını belirlemiştir. Terzi ve Oltulular (2004), 1923-2003 dönemi yıllık verileri kullanılarak enflasyon ve sektörel (hizmet, tarım ve sanayi) büyüme oranları arasındaki ilişkileri birim kök ve nedensellik analizleri ile incelenmişlerdir ve ekonometrik analizlerden üç önemli sonuç elde etmişlerdir. Bu sonuçlara göre; (1) Nedensellik ilişkisi enflasyondan sektörel büyümeye doğru olup, enflasyon oranı tarım ve sanayi sektörlerindeki büyüme oranlarını negatif etkilemektedir; (2) Bulgular sadece hizmet sektöründen enflasyona doğru çift yönlü bir nedenselliğin olduğunu ve enflasyondan 73 hizmet sektörüne doğru negatif olan nedenselliğin aksine hizmet sektöründen enflasyona doğru olan nedenselliğin yönünün pozitif olduğunu göstermektedir; (3) Yüksek oranlı enflasyon, Türkiye ekonomisinde ekonomik büyümenin önünde önemli bir engel oluşturmaktadır. Doğan ve Karagöz (2005), 1987:1-2004:2 dönemine ait çeyrek dönemlerini kullandıkları çalışmalarında, Granger nedensellik testi sonuçlarına göre ekonomik büyümeden enflasyona tek yönlü bir nedensellik ilişkisi olduğunu ve en küçük kareler yöntemi sonuçlarına göre ise ekonomik büyümede meydana gelen bir puanlık bir artışın enflasyonda yaklaşık yarım puanlık bir azalmaya yol açtığını tespit etmişlerdir. Kaya ve Yılmaz (2006), 1983-2001 dönemine ait Türkiye’nin yedi coğrafi bölgesi için yaptıkları ve panel birim kök, eşbütünleşme ve nedensellik testlerini kullanıldıkları çalışmalarında, zaman serisi sonuçlarına göre, Marmara Bölgesi dışındaki bölgelerde enflasyonun ekonomik büyümeyi negatif ve istatistiksel olarak anlamlı bir şekilde etkilediğini belirlemişlerdir. Aynı şekilde panel veri analizlerin de ise enflasyonun ekonomik büyümeyi negatif ve istatistiksel olarak anlamlı bir şekilde etkilediğini ortaya koymuşlardır. Yapraklı (2007), 1987:1-2007:1 dönemi üçer aylık veriler ile eşbütünleşme ve hata düzeltme modeline dayalı Granger nedensellik testlerini kullandığı çalışmasında, eşbütünleşme testi sonuçlarına göre uzun dönemde ekonomik büyümenin enflasyondan negatif olarak etkilendiğini; hata düzeltme modeline dayalı Granger nedensellik testi sonuçlarına göre ise enflasyondan ekonomik büyümeye doğru tek yönlü bir nedensellik ilişkisi olduğunu belirlemiştir. Erbaykal ve Okuyan (2008), 1987:1-2006:2 dönemi üçer aylık veriler ile Sınır Testi eşbütünleşme yöntemi ve Toda Yamamoto nedensellik testinin kullanıldığı çalışmalarında, enflasyon ile ekonomik büyüme arasında kısa dönemde anlamlı bir ilişki olduğunu fakat uzun dönemde anlamlı bir ilişki olmadığını; nedensellik testi sonuçlarına göre ise enflasyondan ekonomik büyümeye doğru tek yönlü bir nedensellik ilişkisi olduğu sonucunu elde etmişlerdir. 74 Taban (2008), 1970-2007 dönemi yıllık veriler ile Sınır Testi yöntemini kullandığı çalışmasında, enflasyon ile ekonomik büyüme arasında hem kısa dönemde hem de uzun dönemde negatif ilişki olduğunu belirlemiştir. Ayrıca çalışmada, Türkiye’de enflasyonun hangi orandan sonra ekonomik büyümeyi olumsuz etkilediğini bulabilmek için, eşik enflasyon modeline yer verilmiş ancak enflasyonun eşik değerini anlamlı kılan bir sonuca ulaşılamamıştır. Uysal, Mucuk ve Alptekin (2008), 1950-2006 dönemi yıllık veriler ile VAR analizi ve eşbütünleşme yöntemini kullandıkları çalışmalarında, uzun dönemde değişkenler arasında bir ilişki olmadığını ve nedensellik testi sonuçlarına göre ise enflasyondan ekonomik büyümeye doğru bir nedensellik ilişkisi olduğunu belirlemişlerdir. ÜÇÜNCÜ BÖLÜM ENFLASYON ve EKONOMİK BÜYÜME ARASINDAKİ İLİŞKİNİN EKONOMETRİK ANALİZİ 3.1. Metodoloji Ekonometrik araştırmalarda veriler, çalışma alanının özelliklerine ve gerçeklerine ait bilgilerin sayısal ifadesidir. Bu bilgiler oldukça çeşitlidir ve değişik kaynaklardan elde edilmektedir. Ekonometrik araştırmalar için veri toplama genellikle birkaç biçimde gerçekleştirilmektedir. Bu yöntemlerden birincisini doğrudan gözlem yapma metodu oluşturmaktadır. Bu süreçte bir ölçme işlemi söz konusu olmaktadır. Ölçme ise genelde iki farklı biçimde yapılmaktadır. Araştırma konusu olan anakütle ya tamamen ölçülür ya da anakütlenin tamamının ölçülmesinin çok güç hatta imkansız olduğu hallerde örneklem yardımıyla anakütlenin bir tahmini yapılmaktadır. Diğer yöntem ise önceden toplanmış olan bilgilerden yararlanmaktır. Bunlar daha çok istatistik bültenleri veya yıllıkları biçimindedir. Bu tür veriler genellikle zaman serisi niteliğinde bilgi veren milli gelir, ithalat ve ihracat, para arzı ve talebi, aylık veya yıllık faiz oranları, döviz kurları, yatırımlar, harcamalar gibi farklı dönemler itibariyle toplanan ekonomik verilerdir (Aktaran: Sevüktekin ve Nargeleçekenler, 2007: 1). Bu verilerin incelenmesi ve belirli eğilimlerinin ortaya çıkarılması ile ileriye dönük tahminlerin yapılabilmesi mümkün olmaktadır. Bu nedenle de zaman serisi özellikle ekonomik analizler için büyük önem taşımaktadır (Köksal, 2003: 443). Zaman serisi verileri, değişkenlerin bir dönemden diğerine ardışık şekilde gözlendiği sayısal değerler hakkında bilgi vermektedir. Gözlenen verilerin zaman içerisinde ardışık bir biçimde olması gerekli koşul değildir. Fakat düzenli aralıklarla dizinin gelişimini takip etmesi, doğru analiz için önem taşımaktadır (Aktaran: Sevüktekin ve Nargeleçekenler, 2007: 2; Brockwell ve Davis, 1991: 1, 2). Diğer taraftan, herhangi bir zaman serisi modeli geliştirildiğinde, elde edilen stokastik sürecin zamana bağlı olarak değişip değişmediğinin bilinmesi gerekmektedir. Stokastik süreç, rastgele seçilen değişkenlerin reel değerlerinden 76 oluşan bir veri topluluğudur. Eğer stokastik süreç zaman boyunca sabit ise, serinin geçmiş değerleri kullanılarak seriye ait sabit katsayılı bir model elde edilebilmektedir. Şayet stokastik sürecin niteliği zaman boyunca değişiyorsa; yani seri durağan değilse, serinin geçmiş ve gelecek yapısını basit bir cebirsel modelle ifade etmek mümkün olmamaktadır. Bu şekildeki durağan olmayan zaman serileri, ekonometrik analizde çoğunlukla sorunlu olarak nitelendirilmişlerdir. Zira, Granger ve Newbold (1974), durağan olmayan seriler kullanılarak yapılan tahminde ortaya sahte regresyonun çıkacağını belirtmişlerdir. Regresyon çıktılarına bakıldığında R 2 yeterince yüksek ve t istatistikleri anlamlıdır; fakat Durbin-Watson istatistik değeri küçük olmaktadır. Bununla birlikte, iki değişkenin gecikmeli değerleriyle elde edilen regresyonlar birim kök taşıyorsa (durağan değillerse), alışılmış t ve F testleri geçerli olmamakta ve bu iki değişkenden oluşan regresyon sahte regresyon olarak nitelendirilmektedir. Durağan olmayan seriler, “ d ” sayıda farkları alınarak durağan hale getirilebilmektedirler. Bir seri durağan oluncaya kadar “ d ” defa farkı alınmış ise, o seri “ d ” sayıda birim kök içermektedir. Bu seriye “ d ” derecesinden bütünleştirilmiş” seri adı verimekte ve I (d ) şeklinde ifade edilmektedir (Halaç ve Kuştepeli, 2003: 90; Gujarati, 2001: 709; Noriega vd., 2007: 439-440). Bu açıklamaların ışığında, durağan bir serinin ortalamasıyla varyansı zaman içinde değişmeyen ve iki dönem arasındaki ortak varyansı bu ortak varyansın hesaplandığı dönem değil de yalnızca iki dönem arasındaki uzaklığa bağlı olan olasılıklı bir süreç olarak tanımlandığı görülmektedir (Gujarati, 2001: 709) Bir serisinin durağan olup olmadığını belirlemek için ise birden çok yöntem geliştirilmiştir. Bu yöntemler temelde korelogram testi ve birim kök testleri olarak iki grupta incelenmektedir. 3.2. Durağanlık Testleri 3.2.1. Korelogram Testi Basit bir durağanlık testi olan korelogram testi, otokorelasyon fonksiyonu kavramına dayanmaktadır. Buna göre, kitle için otokorelasyon fonksiyonu (3.1) no.lu denklemde şu şekilde ifade edilmektedir; 77 Pk k Kovaryans 0 Varyans (3.1) Buradaki kovaryans “k” aralığı için kovaryansı göstermekle birlikte uygulamada örnek üzerinde çalışıldığından, yalnızca otokorelasyon fonksiyonu rk hesaplanabilmektedir. Söz konusu rk ise denklem şu (3.2)’de şekilde gösterilmektedir; n rk Kovaryans Varyans n (Yt Y )(Yt k Y ) / n t k 1 n (Y t (Yt Y )(Yt k Y ) t k 1 2 n (Y Y) / n t t 1 Y) (3.2) 2 t 1 Değişik zaman aralıkları k için bulunacak rk otokorelasyon katsayısı değerleri ile k ’lar ilişkilendirildiğinde elde edilen şekil korelogram veya örnek korelogramı olarak adlandırılmaktadır. Bir de rkk kısmi otokorelasyon fonksiyonu (partial autocorrelation function, PACF) kavramı bulunmaktadır. Kısmi otokorelasyon ise, Yt ve Yt k arasındaki ilişkiyi, aradaki terimlerin etkisini çıkararak vermektedir (Tarı, 2006: 389). 3.2.2. Birim Kök Testleri Birim kök testlerinin bir bölümü serideki yapısal kırılmayı dikkate almadan birim kökün varlığını araştırırken, diğer bir bölümü ise seride yapısal kırılmayı dikkate alarak serideki birim kökün varlığını araştırmaktadır. Diğer taraftan, çalışmada kullanılan zaman serilerinin aylık, üçer aylık ve altı aylık olmasına göre ilgili zaman serilerinde mevsimsellik özelliği bulunabilmektedir. Bu nedenle de, söz konusu serilerin mevsimsel birim kök içerip içermediği mevsimsel birim kök testleri ile araştırılmaktadır. Bu açıklamaların paralelinde de, çalışmada birim kök teslerinin üç grup altında incelenmesinin uygun olacağı düşünülmüştür. 3.2.2.1. Yapısal Kırılmanın Dikkate Alınmadığı Birim Kök Testleri İlgili zaman serisindeki yapısal kırılmayı dikkate almadan seri içerisindeki birim kökün varlığını araştıran testlerden en sık kullanılanlar olarak Dickey-Fuller (DF) ve Genişletilmiş Dickey-Fuller (Augmented Dickey-Fuller, ADF) testleri 78 gösterilmektedir. Bunun dışında, serideki birim kökün araştırılmasında PhillipsPerron (PP), Kwiatkowski-Phillips-Schmidt-Shin (KPSS), Dickey-Fuller Genelleştirilmiş En Küçük Kareler (Generalized Least Squares, GLS) ve Ng-Perron (NP) gibi testler bulunmaktadır. Söz konusu birim kök testlerinden ise ADF ve PP testlerinin çalışmada benimsenmesi nedeniyle sadece bu testler hakkında bilgi verilmiştir. 3.2.2.1.1. Genişletilmiş Dickey-Fuller Birim Kök Testi Yt değişkeninin bu dönemde aldığı değerin geçen dönemdeki değeri olan Yt 1 ile ilişkisi (3.3) no.lu denklemde şu şekilde belirtilmektedir; Yt PY t 1u t (3.3) (3.3) no.lu denklemde, u t stokastik bir hata terimidir ve söz konusu model birinci dereceden otoregresif AR(1) modeli olarak tanımlanmaktadır. Bu regresyonda P katsayısı bire eşit P 1 bulunursa, birim kök sorunu ortaya çıkmaktadır ve ilişkisi (3.4) no.lu denklemle ifade edilmektedir. Yt Y t 1 u t (3.4) (3.4) no.lu denklem ise, bir önceki dönemde iktisadi değişkenin değerinin ve dolayısıyla o dönemde maruz kaldığı şokun olduğu gibi sistemde kalması anlamına gelmektedir. Bu durum, bütün bir dönem boyunca düşünüldüğünde, yukarıda ortaya çıkan sonuç bütün dönemler için geçerli olduğundan, bu daha önceki dönemlerde ortaya çıkan şokların da değişkenin bu dönemdeki değerine etkisinin sürdüğünü ve dolayısıyla geçmişteki bütün şokların bir toplamından oluştuğu anlamına gelmektedir. Bu şokların kalıcı nitelikte olması, serinin durağan olmaması ve zaman içinde gösterdiği trendin stokastik olmasını göstermektedir. Eğer P katsayısı birden küçük çıkarsa, geçmiş dönemlerdeki şoklar belli bir dönem etkilerini sürdürseler bile, bu etki giderek azalacak ve kısa bir dönem sonra ortadan kalkacaktır (Tarı, 2006: 393, 394; Gujarati, 2001: 719). Bununla birlikte, (3.3) no.lu denklemin sağ ve sol tarafından Yt 1 çıkartılarak (3.5) no.lu denklem elde edilmekedir. 79 Yt ( P 1)Yt 1 u t Burada, Yt Yt Yt 1 ilgili değerin birinci (3.5) farkının alındığını göstermektedir. Ayrıca ( P 1) değeri de, olarak ifade edilirse ilişki (3.6) no.lu denkleme dönüşmektedir. Yt Yt 1 u t (3.6) P 1 olduğunda 0 olmaktadır. 0 olduğunda da, (3.7) no.lu denklem elde edilmektedir. Yt (Yt Yt 1 ) u t (3.7) (3.7) no.lu denklemin elde edilmesi neticesinde de Yt (birinci fark) durağan olmaktadır. Çünkü varsayım gereği u t bütünüyle rassal kabul edilmektedir. Böylece farkı alınmamış bir serinin birinci farkı alındıktan sonra seri durağan hale geliyorsa başlangıçtaki seriye birinci dereceden entegre olmuş seri denilmekte ve I (1) olarak tanımlanmaktadır. Eğer seriyi durağan yapmak için iki defa fark almak gerekirse I (2) ve d defa fark almak gerekirse I (d ) olarak yazılmaktadır (Tarı, 2006: 393, 394; Gujarati, 2001: 719). Bu bağlamda, Yt gibi bir zaman serisinin durağan olup olmadığını anlamak için (3.6) no.lu denklem hesaplanmakta ve P ’nin istatistik bakımından 1’e eşit olup olmadığına ya da bunun eşdeğeri olan ’nın istatistik bakımından 0’a eşit olup olmadığına bakılmaktadır. Fakat bu yöntemle bulunan t değeri, büyük örneklemlerde bile Student-t dağılımına uymamaktadır. Bu nedenle, Dickey ve Fuller tarafından τ (tau) istatistiği geliştirilmiş ve Monte Carlo benzetimleriyle de çizelgeleştirilmiştir. Tau sınaması aynı zamanda Dickey-Fuller sınaması olarak da tanımlanmakla beraber eğer P 1 sıfır önsavı reddedilirse (yani zaman serisi durağan ise), alışıldık (Student) t sınamasının kullanılması gerektiğine işaret edilmektedir. Böylelikle, bir serinin durağanlık durumunu araştırmak için öncelikle (3.6) no.lu denklem tahmin edilmekte, Dickey-Fuller τ istatistiğini hesaplamak için tahmin edilen P katsayısı kendi standart hatasına bölünmekte ve P 1 sıfır önsavının reddedilip reddedilmediğini görmek amacıyla ise Dickey-Fuller 80 çizelgelerine başvurulmaktadır. Ancak bu çizelgelerin yeterli olmaması nedeniyle, MacKinnon tarafından Monte Carlo benzetimleriyle büyük ölçüde genişletilmişlerdir. Buna göre, eğer τ istatistiğinin mutlak değeri (yani │τ│) DF’nin ya da MacKinnon mutlak eşik τ değerinden büyükse, verilmiş zaman serisinin durağan olduğunu ileri süren önsav reddedilmemektedir. Diğer taraftan │τ│, eşik değerinin altında ise serinin durağan olmadığı anlaşılmaktadır (Gujarati, 2001: 719, 720). Gerek kuramsal gerek uygulama nedenleriyle Dickey-Fuller sınaması şu biçimlerdeki regresyonlara uygulanmaktadır; Yt Yt 1 u t (3.8) Yt 1 Yt 1 u t (3.9) Yt 1 2 tYt 1 u t 3.10) Burada t , zaman ya da genel eğilim değişkenlerini ifade etmektedir. Her iki durumda sıfır önsavı 0 yani seride birim kök vardır biçimdedir. (3.8) no.lu denklem ile diğer iki regresyon modeli arasındaki fark ise, sabit terimin eğilim değişkeninin denkleme katılmasıyla oluşmaktadır. Bununla birlikte, eğer u t hata terimi ardışık bağımlıysa, (3.11) no.lu regresyon modeli şu şekilde düzeltilmektedir. m Yt 1 2 tYt 1 i Yt i u t (3.11) i 1 Bu denklemde ise, Yt 1 (Yt 1 Yt 2 ), Yt 2 (Yt 2 Yt 3 ), vb. gecikmeli fark denklemleri olarak tanımlanmaktadır. Gecikmeli fark denklemlerinin sayısı, genellikle görgül olarak belirlenmekle birlikte buradaki ana düşünce (3.11) no.lu regresyon modeli hata teriminin ardışık bağımsız olmasını sağlayacak kadar terimi modele dahil etmektir. Sıfır önsavı (3.11) no.lu denklemde de 0 ya da P 1 , yani Y ’de birim kök vardır diğer bir deyişle Y durağan değildir şeklinde kurulmaktadır. Buna göre, (3.11) no.lu regresyon modeli biçimindeki modellere Dickey-Fuller sınaması uygulanırsa, bu sınamaya Genişletilmiş Dickey-Fuller (Augmented 81 Dickey–Fuller, ADF) sınaması denilmektedir. Genişletilmiş Dickey-Fuller sınaması ile Dickey-Fuller sınaması aynı dağılım özelliklerini taşıdıklarından eşik değerleri de aynı olmaktadır (Enders, 1995: 221, 222; Gujarati, 2001: 720). Serilerdeki birim kökün araştırılmasında oldukça önemli bir yere sahip olan ADF testinin varsayımlarından biri; hata terimlerinin istatistiki olarak birbirlerinden bağımsız ve sabit varyansa sahip olduğu şeklindedir. Ancak birçok zaman serisinin zayıf bağımlı ve heterojen dağılımlı hata terimlerine sahip oldukları gözlenmektedir. Phillips (1987) ve Phillips ve Perron (1988), bu gerçekten yola çıkarak, hata terimleri arasında otokorelasyon olabileceği düşüncesinden hareketle yeni bir birim kök testi geliştirmişlerdir (Bozkurt, 2007: 41). 3.2.2.1.2. Phillips-Perron Birim Kök Testi Hata terimi t ’nin aynı ve bağımsız dağıldığının kabul edildiği ADF birim kök testine karşı serilerdeki birim kökün varlığının, t ’nin bağımlı ve değişen varyanslı iken incelendiği Phillips ve Perron (1988) birim kök testinde ise (3.12) ve (3.13) no.lu denklemlerde şu şekilde belirtilmektedir (Balkaya, 2006: 23; Sevüktekin ve Nargeleçekenler, 2007: 363); Yt u 1Yt 1 t (3.12) (1 L)Yt u t (3.13) Burada, t 1,2,...., T , ve model için birim kök 1 / 1 ile bulunmaktadır. ^ 1 1 olduğunda ise seride birim kökün olduğu kabul edilmektedir. Fuller (1976) 1 , ^ 1 ’in T 1 serbestlik derecesinde basit en küçük kareler tahmicisi iken, T ( 1 1) bir ^ dağılıma sahip olduğunu göstermektedir. T ( 1 1) dağılımı PP testi için temel oluşturmaktadır. PP testi için yine ADF testinde olduğu gibi yardımcı regresyon modelleri, sabitsiz ve trendsiz, sabitli ve trendsiz ve sabitli ve trendli olmasına göre yeniden düzenlenmektedir. Kritik tablo değerleri de yine sabitsiz ve trendsiz, sabitli ve trendsiz ve sabitli ve trendli modeller için farklı olmaktadır. PP testinde ise ADF testi için kullanılan testler (Z ) ile gösterilmektedir. Örneğin, ADF testlerinden 82 sabitsiz ve trendsiz bir modelin testi için τ (tau) istatistiği kullanırken, bu testin karşılığı PP testinde Z olmaktadır (Sevüktekin ve Nargeleçekenler, 2007: 363; Zivot ve Wang, 2006: 127). Özetle, ADF birim kök testine göre göre düşük frekanslı serilerde daha etkili sonuçlar verdiği ileri sürülen PP testinin, negatif hareketli ortalama olduğunda, birim kök hipotezini red etme eğiliminde olduğu ancak pozitif hareketli ortalama söz konusu olduğunda ise daha iyi sonuçlar verdiği belirtilmektedir. Bununla birlikte, bazı durumlarda iktisadi teorinin, söz edilen ayrım konusunda yardımcı olabileceğine fakat böyle bir bilginin olmadığı durumlarda ise her iki testin de birbirini destekler nitelikte yapılmasının uygun olacağı da vurgulanmaktadır (Bozkurt, 2007: 41; Maddala ve Kim, 1998; 130). 3.2.2.2. Yapısal Kırılmanın Dikkate Alındığı Birim Kök Testleri Durağanlık testlerindeki yapısal kırılmanın etkili olabileceği ilk olarak Perron (1989) tarafından incelenmiş ve trend fonksiyonunda bir defalık kırılma meydana gelmesi halinde uygulanan ADF birim kök sınamasının gerçekte yanlış olan sıfır hipotezini reddetmede başarısız olduğunu göstermiştir. Perron (1989), serinin deterministik bir trend etrafında durağan dalgalanmalar gösterebileceğini ileri sürmüş ve ADF birim kök testine alternatif bir test geliştirmiştir. Perron (1989)’un geliştirdiği birim kök testinde, serinin sadece bir noktasında kırılma meydana geldiği varsayımı yapılmaktadır. Seride meydana gelen bu kırılma zamanının ise önsel olarak bilindiği kabul edilmektedir. Christiano (1992) çalışmasında, Perron (1989)’un önerdiği önsellik varsayımını eleştirerek, kırılma noktasının içsel olarak belirlenmesi gerektiğini öne sürmüştür. Christiano (1992)’nun çalışmasını, seride meydana gelen kırılma zamanının içsel olarak belirlendiği Zivot ve Andrews (1992), Perron ve Vogelsang (1992), Banarjee, Lumsdaine ve Stock (1992) ve Perron (1997) çalışmaları izlemiştir (Emirmahmutoğlu vd., 2005: 2). Söz konusu yöntemler içerisinde Zivot ve Andrews (1992) yaklaşımının çalışmada kullanılmasının tercih edilmesi nedeniyle sadece bu yöntemin incelenmesi uygun görülmüştür. Bu nokta da, zaman serileri ile çalışılırken çeyrek dönem verilerin yıllık verilere; aylık verilerin ise çeyrek dönem verilere tercih edilmesi gerektiği belirtilmekte ve bu konuda Papell (1997)’in, döviz kurlarındaki aylık verilerin birim köke karşı çeyrek dönem verilere göre daha güçlü olduğu sonucuna ulaştığına değinilmektedir. Bkz. (Maddala ve Kim, 1998; 130, 131; Papell, 1997). 83 3.2.2.2.1. Zivot-Andrews Birim Kök Testi Zaman serilerinde yapısal kırılmanın tek bir noktada gerçekleştiği ve kırılma zamanının (Tb ) olarak bilindiği varsayımını kabul eden Perron (1989)’a karşılık; Zivot ve Andrews (1992), kırılma zamanının (Tb ) bilinmediği varsayımını kabul etmiştir. Diğer bir deyişle, Perron (1989)’da kırılma zamanı dışsal olarak modele eklenirken, Zivot ve Andrews (1992) yaklaşımında kırılma zamanı model tarafından içsel olarak tahmin edilmektedir. Çünkü, Zivot ve Andrews (1992)’e göre eğer Perron (1989)’daki bir kırılma zamanı dışsal olarak alınırsa hipotez testlerinin sonuçları birim kökün reddi lehine değişecektir (Sevüktekin ve Nargeleçekenler, 2007: 428, 429). Buna göre, Zivot ve Andrews testinde, ardışık ADF test yöntemi ile örnek içindeki mümkün olan her kırılma noktası için, regresyon denklemi tahmin edilmekte ve tahmin edilen parametreler için t istatistiği hesaplanmaktadır. Bilinmeyen bir zaman noktasında otonom ve trend fonksiyonu eğiminde tek zaman kırılmalı (TB ) trend durağan hipotezine karşın, birim kök temel hipotezi test edilmektedir. Zivot ve Andrews testinin uygulanmasında tahmin edilen Model A, Model B ve Model C’den, Model A ortalama kırılma ile ilgili iken, Model B eğimdeki kırılmayı göstermektedir. Model C ise yapısal bir değişimin hem ortalamayı hem de eğimi değiştirdiğini gösteren denklemi ifade etmektedir (Çil, 2006: 166). Söz konusu modeller ise şu şekilde belirtilmektedir (Zivot ve Andrews, 1992: 254); Model A: k Yt A A DU t ( ) A t AYt 1 c Aj Yt j et j 1 Model B: k Yt B B t B DTt * ( ) BYt 1 c Bj Yt j et j 1 Model C: k Yt C C DU t ( ) C t c DTt* ( ) C Yt 1 c Cj Yt j et j 1 84 Burada, fark operatörü, et otokorelasyonsuz, sabit varyanslı ve normal dağılımlı hata terimi, t zamanı (t 1,...........T ) göstermektedir. Denklemin sağ tarafındaki Yt j terimi, hata teriminin otokorelasyonsuz olmasını sağlamak amacıyla modele dahil edilmektedir. TB kırılma zamanını, TB / T kırılma noktasını ifade etmektedir. Buna göre, eğer t T ise DU t ( ) 1 , diğer durumlarda sıfır değerini almakta ve t T ise DTt * ( ) t T , diğer durumlarda sıfır değerini almaktadır. Testin uygulanmasında gözlem dönemindeki her bir yıl olası kırılma yılı olarak alınarak kukla değişkenler oluşturulmakta ve ’nın t istatistikleri elde edilmektedir. Bu süreç gözlem döneminin tümü için uygulandıktan sonra ’nın t istatistiğinin minimum elde edildiği yıl olası kırılma yılı olarak belirlenmektedir. Elde edilen t istatistiği Zivot ve Andrews tarafından oluşturulan kritik değerler ile karşılaştırılmaktadır. Eğer elde edilen t istatistiği kritik değerlerden küçükse serinin birim kök içerdiğini belirten sıfır hipotezi kabul edilmektedir. Elde edilen t istatistikleri kritik değerlerden büyükse sıfır hipotezi reddedilmekte ve serinin yapısal kırılmayla birlikte durağan olduğunu belirten alternatif hipotez kabul edilmektedir (Pazarlıoğlu ve Kırıcı, 2007: 5, Çil, 2006: 166; Temurlenk ve Oltulular, 2007: 4). Daha öncede belirtildiği üzere, durağan olmayan zaman serileri ile çalışıldığında elde edilecek tahmin sonuçları yanıltıcı olmaktadır. Bu nedenle de öncelikle serilerin durağanlık durumlarının birim kök testleri ile araştırılması gerekmektedir. Bu araştırma sonucunda, eğer serinin durağan olduğu belirlenirse bu serinin düzey durumdaki değeri ile modele dahil edilmesinde bir sakınca bulunmamaktadır. Fakat eğer serinin durağan olmadığı belirlenirse, bu serinin düzey değeriyle modele dahil edilmesi sıkıntı doğurmaktadır. Bu sıkıntıdan kurtulabilmek ve yanıltıcı olmayan tahmin sonuçları elde etmek için ise ilgili serinin durağan hale dönüştürülmesi gerekmektedir. Durağan olmayan serilerde durağanlığı sağlamak için ise serilerin birinci farkı, ikinci, üçüncü, vd., farkları alınmaktadır. Ancak farkların alınması, sadece değişkenin geçmiş dönemlerde maruz kaldığı şokların etkisini yok etmekle kalmayıp, aynı zamanda dönemler arasında bu şoklar dışında varolabilecek uzun dönemli ilişkilerin de ortadan kalkmasına neden olmaktadır. Dolayısıyla, bu şekilde 85 durağanlaştırılmış seriler arasında bulunacak bir regresyon ilişkisi, uzun döneme ait tüm bilgilerinin yok edilmesi nedeniyle bir uzun dönem ilişkisi göstermeyecektir. Bu nokta da, geliştirilen eşbütünleşme analizi ile iktisadi değişkenlere ait seriler durağan olmasalar bile, bu seriler arasında durağan doğrusal bir kombinasyonun varolabileceği ve bunun ekonometrik olarak belirlenmesi mümkün olmaktadır (Tarı, 2006: 405). 3.3. ARDL Modeli Eşbütünleşme Yaklaşımı (Sınır Testi) Seriler arasındaki eşbütünleşme ilişkisinin belirlenmesinde birden fazla yöntem bulunmaktadır. Bu yöntemlerden Engle ve Granger (1987)’de, birinci aşamada değişkenler arasında gerçekleştirilecek en küçük kareler yöntemi ile hata terimleri tahmin edilmektedir. İkinci aşamada ise elde edilen hata terimleri için birim kök sınaması yapılmaktadır. Sonuçta elde edilen hata terimleri birim kök içermiyorsa seriler arasında bir eşbütünleşme ilişkisi olduğu belirlenmiş olmaktadır. Böylelikle de, bu seriler arasında gerçekleştirilecek en küçük kareler analizi anlamlı olmaktadır (Kutlar, 2005: 357; Kennedy, 2006: 357). Engle ve Granger (1987) yöntemi pratik bir yöntem olmakla birlikte, bir takım güçlükler ve eksikliklere sahip olduğu belirtilmektedir. Buna göre, sistemde yer alan her bir değişkene ilişkin farklı denklemler tahmin edildiğinde, örneğin iki değişkenin yer aldığı bir sistemde, diğer değişkene ilişkin eşitlikte böyle bir ilişki gözlenmeyebilmektedir. Bu durum, değişkenler arasındaki ilişkide belirsizlik yaratabilmektedir. Engle ve Granger (1987) yönteminin eşbütünleşik vektörleri ayrıştırma konusunda bir prosedüre sahip olmaması nedeniyle, sistemde ikiden fazla değişken olması durumunda söz konusu bu güçlük tekrar yaşanabilmektedir (Bozkurt ve Dursun, 2006: 44; Hjalmarsson ve Österholm, 2007: 5). Bu noktadan hareketle, Johansen (1988)’in geliştirdiği yaklaşımla, tüm değişkenlerin içsel olarak kabul edildikleri VAR modelinden yola çıkarak, değişkenler arasında kaç tane eşbütünleşik vektör olduğu tespit edilebilmektedir. Dolayısıyla, Engle ve Granger (1987) yönteminde olduğu gibi, testi tek bir eşbütünleşik vektör beklentisiyle sınırlandırmadan daha gerçekçi bir sınama yapılabilmektedir. Fakat Engle ve Granger (1987), Johansen (1988) ve Johansen ve 86 Juselius (1990) tarafından gerçekleştirilen eşbütünleşme testleri için tüm serilerin düzeyde durağan olmamaları ve aynı derecede farkı alındığında durağan hale gelmeleri gerekmektedir. Eğer ilgili serilerden bir veya daha fazlası düzey halinde durağan I (0) ise bu testler ile eşbütünleşme ilişkisi araştırılamamaktadır. Pesaran, Shin ve Smith (1995), Pesaran ve Shin (1996) ve Pesaran, Shin ve Smith (2001) tarafından geliştirilen sınır testi yaklaşımı ile bu sorun ortadan kaldırılmaktadır. Bu yeni yöntem ARDL (Autoregressive Distributed Lag-Gecikmesi Dağıtılmış Otoregresif Model) yaklaşımı olarak ifade edilmektedir. Düşük sayıda gözlemi içeren verilerle de sağlıklı sonuçlar verdiği düşünülen bu yaklaşıma göre, serilerin I (0) veya I (1) olmalarına bakılmaksızın seriler arasında eşbütünleşme ilişkisinin varlığı araştırılabilmektedir (Karagöl, Erbaykal ve Ertuğrul, 2007: 75; Altıntaş ve Çetin, 2008: 47; Narayan ve Narayan, 2004: 101, 102). Pesaran, Shin ve Smith (2001), hata düzeltme mekanizmasına dayalı bir modelde standart Wald ve F test istatistiği ile denklemdeki gecikmeli değişkenlerin anlamlılığını sınadıkları bir yöntem ile eşbütünleşme analizi yapmaktadırlar. Yöntemde, Monte Carlo deneyleriyle açıklayıcı değişkenlerin I (0) ya da I (1) olduğu durumlara göre kritik değerler türetilmiştir. Bu iki grup asimptotik kritik değerler iki uç durum şeklinde verilmektedir ve bütün değişkenlerin ya tamamen I (1) ya da tamamen I (0) oldukları varsayılmaktadır. Kritik değerler aynı zamanda değişkenlerin durumları için sınır değerleri vermektedirler. Bu nedenle, sınır testi (bounds test) olarak ifade edilmektedir. Sınırlandırılmamış sabit ve trend durumunda sınır testi (3.14) no.lu denklem kullanılarak şu şekilde yapılmaktadır; p 1 yt c0 c1t yy yt 1 yx. x xt 1 izt i xt ut (3.14) i1 Örneğin bağımlı değişken y bağımsız değişkenlerin x ve z olduğu durumda, (3.14) no.lu denklem (3.15) no.lu denklem biçiminde düzenlenmektedir; p 1 q1 1 q2 1 yt 0 a1i yt i 2i xt i 3i zt i yt 1 1 xt 1 2 zt 1 ut i 1 i 0 i0 (3.15) 87 Denklemde, p ve q ARDL modelinin sıra sayılarını vermektedir. İlk aşamada belirlenen maksimum gecikme sayısına göre bu denklem tahmin edilmektedir. Ancak seçilen denklemin hata terimlerinde ardışık bağımlılığın (otokorelasyon) olmaması gerekmektedir. İkinci aşamada, seçilen modelde , 1 ve 2 ’nin birlikte, istatistiksel olarak anlamlılığı birlikte F testi ile test edilmektedir ( 1 2 0) . Son aşamada ise elde edilen F istatistikleri Pesaran, Shin ve Smith (2001: 33-36)’daki tablolarda yer alan alt ve üst kritik değerler ile karşılaştırılmaktadır. F istatistiği, alt kritik değerlerin altında kalırsa değişkenler arasında eşbütünleşmenin olmadığı sonucuna varılmaktadır. Yani ( 1 2 0) boş hipotezi kabul edilmektedir. İstatistik değeri iki kritik değer arasında kalırsa durum belirsiz olmaktadır. Eğer F istatistiği, tablodaki kritik değerlerin üstünde olursa seriler arasında eşbütünleşmenin olduğu kabul edilmektedir. Bu sonuç elde edildikten sonra ARDL modelinden uzun dönem katsayılar ve kısa dönemli hata düzeltme katsayıları tahmin edilebilmektedir. Buna göre, açıklayıcı seviye değerlerine ilişkin katsayıların işaretleri değiştirildikten sonra, bağımlı değişkenin seviye değerine ait katsayıya bölünmeleri suretiyle uzun dönem katsayılara ulaşılmaktadır. Açıklayıcı değişkenlerin cari dönem farklarına ait katsayılarına ilişkin katsayılar ise doğrudan kısa dönem katsayıları ifade etmektedir (Yapraklı, 2008: 6; Yardımcı, 2007: 12; Pesaran, Shin ve Smith, 2001: 8; Şimşek ve Kadılar, 2005: 146-148; Barışık ve Çetintaş, 2008: 126; Güriş ve Kıran, 2007: 90) 3.4. Veri Tanımlanması Bu çalışmada yer alan (1988:1-2007:4) dönemine ait üçer aylık enflasyon oranı, ekonomik büyüme oranı ve gayri safi sabit sermaye yatırım harcamaları/GSYİH verileri Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) veri tabanı kullanılarak oluşturulmuştur. Enflasyon oranını yansıtması anlamında, iki tane seriden yararlanılmıştır. Bu seriler Tüketici Fiyat Endeksi (TÜFE) ve Toptan Eşya Fiyat Endeksi (TEFE)’nden oluşmaktadır. Bununla birlikte, TÜFE ve TEFE serileri, 2005 yılına kadar 1987, 2005 yılından sonra ise 2003 yılının temel yıl kabul edildiği endeks serilerini ifade etmektedir. Ekonomik büyüme ve gayri safi yatırım TÜİK üretici fiyatları ile ilgili olarak 2003 yılına kadar TEFE serisini 2003 yılından itibaren ise ÜFE (Üretici Fiyat Endeksini) dikkate almaya başlamıştır. Bkz. (Eren, 2008: 139) 88 harcamaları/GSYİH verileri oluşturulurken 1987 yılı baz yılı olarak kabul edilmiş ve söz konusu verilerin reel anlamda ifade edilmesi sağlanmış ve TÜFE ile TEFE serilerinin dışında diğer değişkenler TL cinsinden hesaplanmıştır. Bunun dışında serilerin üçer aylık olması ve ilgili dönemde yaşanan 1989 finansal liberalizasyon kararları, Nisan 1994, Kasım 2000 ve Şubat 2001 krizlerinin değişkenler üzerindeki etkilerinin de olabileceği düşüncesiyle çalışmada sırasıyla D1, D2, D3, D4, D5, D6 ve D7 olmak üzere yedi tane kukla değişken kullanılmıştır. Son olarak ilgili tahminlerin yapılabilmesi için ise çalışmada Eviews 5.0 ve Microfit 4.0 ekonometrik paket programları kullanılmıştır. Bu açıklamalar ışığında çalışmada kullanılan değişkenler Tablo 1’de ifade edilmiştir. Tablo-1: Çalışmada Kullanılan Değişkenler Bağımlı Değişken Ekonomik Büyüme Oranı Bağımsız Değişkenler Enflasyon Oranı (TÜFE) Enflasyon Oranı (TEFE) I/Y Kukla Değişkenler D1 : ΔY=ln (Reel GSYİH)-ln (Reel GSYİH)-1 : : ΔTÜFE=ln (TÜFE)-ln (TÜFE)-1 ΔTEFE=ln (TEFE)-ln (TEFE)-1 Reel Gayri Safi Yatırım Harcamaları/Reel GSYİH : D1= D2 : D2= D3 : D3= D4 : D4= D5 : D5= D6 : D6= D7 : D7= 0 1 0 0 0 0 1 0 0 0 0 1 1 0 1 0 1 0 1 0 Birinci çeyrek dönem ise İkinci çeyrek dönem ise Üçüncü çeyrek dönem ise Dördüncü çeyrek dönem ise Birinci çeyrek dönem ise İkinci çeyrek dönem ise Üçüncü çeyrek dönem ise Dördüncü çeyrek dönem ise Birinci çeyrek dönem ise İkinci çeyrek dönem ise Üçüncü çeyrek dönem ise Dördüncü çeyrek dönem ise 1989 yılı üçüncü çeyrek dönemi sonrası ise 1989 yılı üçüncü çeyrek dönemi öncesi ise 1994 yılı ikinci çeyrek dönemi sonrası ise 1994 yılı ikinci çeyrek dönemi öncesi ise 2000 yılı dördüncü çeyrek dönemi sonrası ise 2000 yılı dördüncü çeyrek dönemi öncesi ise 2001 yılı ilk çeyrek dönemi sonrası ise 2001 yılı ilk çeyrek dönemi öncesi ise * I: Gayri Safi Yatırım Harcamalarını ve Y: Reel GSYİH’yı göstermektedir. 89 İlgili değişkenlerle oluşturulan (3.16) ve (3.17) no.lu regresyon modelleri ve modellerden beklenen teorik sonuçlar şu şekilde oluşturulmuştur . ΔY=0 +1ΔTÜFE+2(I/Y)+ ε (3.16) ΔY=0 +1ΔTEFE+2(I/Y)+ ε (3.17) 1< 0 ΔTÜFE ve/veya ΔTEFE artarsa ekonomik büyüme oranı azalır. 2 > (I/Y) artarsa ekonomik büyüme oranı artar. 3.5. Ekonometrik Sonuçlar Çalışmada oluşturulan (3.16) ve (3.17) no.lu regresyon modellerini tahmin etmek için modelde yer alan değişkenlerin durağanlık özelliğini taşımaları gerekmektedir. Fakat ilgili durağanlık testlerinin yapılabilmesi için öncelikle serilerin deterministik özellikleri incelenmektedir. Bu nedenle de ilgili serilerin deterministik özellikleri incelenmiş ve Tablo 2’de gösterilmiştir. Tablo-2: Serilerin Deterministik Özellikleri Değişkenler D1 D2 D3 D4 D5 D6 D7 C TREND ΔY 0.346597 (0.0000) 0.5355441 (0.0000) -0.064520 (0.0006) 0.007663 (0.7803) 0.016822 (0.5290) -0.067401 (0.2585) 0.078269 (0.1900) -0.204820 (0.0000) -0.000277 (0.7633) ΔTÜFE -6.04E-05 (0.9970) -0.042803 (0.0088) 0.020504 (0.2016) 0.015892 (0.5161) 0.059015 (0.0149) -0.026718 (0.6134) 0.005271 (0.9205) 0.171083 (0.0000) -0.002688 (0.0015) ΔTEFE -0.013928 (0.4689) -0.057416 (0.0037) -0.026571 (0.1702) 0.007566 (0.7973) 0.048435 (0.0938) -0.030290 (0.6346) 0.018081 (0.7765) 0.186034 (0.0000) -0.002356 (0.0190) (I/Y) 3.030008 (0.0008) -1.694508 (0.0548) 2.271110 (0.0109) -1.529345 (0.2542) -5.522641 (0.0001) -8.592251 (0.0039) -3.226806 (0.2655) 23.03896 (0.0000) 0.294552 (0.0000) * Parantez içindeki değerler ilgili değişkenler için hesaplanan katsayıların olasılık değerlerini göstermektedir. Model için Li (2006)’daki çalışmasından faydalanılmıştır. Bkz. (Li, 2006: 24) 90 Tablo 2’deki serilerin deterministik özellikleri ise maddeler halinde şu şekilde açıklanmaktadır; — Ekonomik büyüme oranı serisi için D1, D2 ve D3 mevsimsel kukla değişkenleri ve sabit bileşeni yüzde 1, yüzde 5 ve yüzde 10 önem düzeylerinde istatistiksel açıdan anlamlı çıkmıştır. — TÜFE’ye göre hesaplanan enflasyon oranları serileri için D2 mevsimsel kukla değişkeni, sabit ve trend bileşenleri yüzde 1, yüzde 5 ve yüzde 10 önem düzeylerinde, D5 kukla değişkeni ise yüzde 5 ve yüzde 10 önem düzeylerinde istatistiksel açıdan anlamlı çıkmıştır. — TEFE’ye göre hesaplanan enflasyon oranları serileri için D2 mevsimsel kukla değişkeni ve sabit bileşen yüzde 1, yüzde 5 ve yüzde 10 önem düzeylerinde, D5 kukla değişkeni yüzde 10 önem düzeyinde, trend bileşeni ise yüzde 5 ve yüzde 10 önem düzeylerinde istatistiksel açıdan anlamlı çıkmıştır. — Gayri safi yatırım harcamaları/GSYİH serisi için D1 mevsimsel kukla değişkeni, D5 ve D6 kukla değişkenleri ile sabit ve trend bileşenleri yüzde 1, yüzde 5 ve yüzde 10 önem düzeylerinde, D2 mevsimsel kukla değişkeni yüzde 10 önem düzeyinde ve D3 mevsimsel kukla değişkeni ise yüzde 5 ve yüzde 10 önem düzeylerinde önem düzeylerinde istatistiksel açıdan anlamlı çıkmıştır. Yapılan analiz sonuçlarından da görüleceği tüm serilerin mevsimsellik etkisi taşıdığı sonucuna ulaşılmıştır. Bu nedenle, serilerdeki mevsimsellik etkisi TramoSeats yöntemi kullanılarak arındırılmıştır. Mevsimsellikten arındırma işleminden sonra da serilerin durağanlık durumlarının yapısal kırılmayı dikkate almayan birim kök testleri ile araştırılması aşamasına geçilmiştir. Tramo-Seats (Time Series Regression with ARIMA Noise, Missing Observations and OutliersSignal Extraction in ARIMA Time Series) yöntemi, Gomez ve Maravall (1998) tarafından geliştirilmiştir. Yöntem, lineer stokastik bir süreç kullanarak eksik gözlemlerin interpolasyonu, uç değerlerin düzeltilmesi ve tatil etkileri gibi etkilerin temizlenmesi amacıyla kullanılmaktadır. Bu yöntem, ayrıca İspanya Merkez Bankası ve Eurostat tarafından da önerilmektedir. Bkz. (Gomez ve Maravall, 1998; Yamak ve Abdioğlu, 2009: 7; Yaşar, 2008: 49; Atuk ve Ural, 2002: 4). 91 3.5.1. Birim Kök Testleri Sonuçları Yapısal kırılmanın dikkate alınmadığı ADF ve PP birim kök testleri ise karşılaştırma yapmak amacıyla sırasıyla sabitli, sabitli ve trendli ve sabitsiz ve trendsiz modellere göre incelenmiş ve elde edilen sonuçlar Tablo 3 ve Tablo 4’de ifade edilmiştir. Tablo-3: ADF Birim Kök Testi Sonuçları-1 Değişkenler Sabitli Model Sabit ve Trendli Model Sabitsiz ve Trendsiz Model ADF t-İst. Değerleri Test Kritik Değerleri* ADF t-İst. Değerleri Test Kritik Değerleri ADF t-İst. Değerleri Test Kritik Değerleri ΔY -8.551574 (0) -3.515536 -2.898623 -2.586605 -8.628184 (0) -4.078420 -3.467703 -3.160627 -7.513108 (0) -2.594563 -1.944969 -1.614082 ΔTÜFE -1.520504 (2) -3.517847 -2.899619 -2.587134 -6.696024 (0) -4.078420 -3.467703 -3.160627 -1.287710 (2) -2.595340 -1.945081 -1.614017 ΔTEFE -3.343247 (1) -3.516676 -2.899115 -2.586866 -6.928758 (0) -4.078420 -3.467703 -3.160627 -1.460478 (2) -2.595340 -1.945081 -1.614017 -3.515536 -4.078420 -2.594563 -1.842700 0.235668 -2.898623 -3.467703 -1.944969 (0) (0) -2.586605 -3.160627 -1.614082 1) * Sırasıyla %1, %5 ve %10 önem düzeyindeki MacKinnon kritik değerlerdir. 2) Gecikme uzunluğunun belirlenmesinde Schwarz Bilgi Kriteri kullanılmış ve uygun gecikme uzunlukları parantez içinde gösterilmiştir. (I/Y) -1.857558 (0) Tablo 3’deki sonuçlar ışığında; — Ekonomik büyüme oranları serisinin her üç modelde, TÜFE’ye ve TEFE’ye göre hesaplanan enflasyon oranları serilerinin ise sabitli ve trendli modelde yüzde 1, yüzde 5 ve yüzde 10 önem düzeylerinde ve TEFE’ye göre hesaplanan enflasyon oranları serisinin yüzde 5 ve yüzde 10 önem düzeylerinde sabitli modelde durağan olduğu belirlenmiştir. — Gayri safi yatırım harcamaları/GSYİH serilerinin her üç modelde ve yüzde 1, yüzde 5 ve yüzde 10 önem düzeylerinde sonuçlarında durağan olmadığı belirlenmiştir. 92 Tablo-4: PP Birim Kök Testi Sonuçları-1 Değişkenler Sabitli Model Sabit ve Trendli Model Sabitsiz ve Trendsiz Model PP t-İst. Değerleri Test Kritik Değerleri* PP t-İst. Değerleri Test Kritik Değerleri PP t-İst. Değerleri Test Kritik Değerleri ΔY -8.557161 (2) -3.515536 -2.898623 -2.586605 -8.633912 (2) -4.078420 -3.467703 -3.160627 -7.682397 (4) -2.594563 -1.944969 -1.614082 ΔTÜFE -5.344609 (5) -3.515536 -2.898623 -2.586605 -7.200988 (5) -4.078420 -3.467703 -3.160627 -3.107801 (3) -2.594563 -1.944969 -1.614082 ΔTEFE -5.966217 (5) -3.515536 -2.898623 -2.586605 -7.240955 (5) -4.078420 -3.467703 -3.160627 -3.181208 (3) -2.594563 -1.944969 -1.614082 -3.515536 -4.078420 -2.594563 -2.077662 0.235668 -2.898623 -3.467703 -1.944969 (2) (0) -2.586605 -3.160627 -1.614082 1) * Sırasıyla %1, %5 ve %10 önem düzeyindeki MacKinnon kritik değerlerdir. 2) Gecikme uzunluğunun belirlenmesinde Newey-West Bandwidth kriteri kullanılmış ve uygun gecikme uzunlukları parantez içinde gösterilmiştir. (I/Y) -2.090006 (2) Tablo 4’deki sonuçlar ışığında; — Ekonomik büyüme oranları serisinin, TÜFE’ye ve TEFE’ye göre hesaplanan enflasyon oranları serilerinin her üç modelde ve yüzde 1, yüzde 5 ve yüzde 10 önem düzeylerinde durağan olduğu belirlenmiştir. — Gayri safi yatırım harcamaları/GSYİH serilerinin her üç modelde ve yüzde 1, yüzde 5 ve yüzde 10 önem düzeylerinde durağan olmadığı belirlenmiştir. İlgili birim kök testleri yapısal kırılmayı dikkate almamakta ve yapısal kırılma durumunda aslında durağan olan serileri durağan olmayan bir seri gibi gösterebilmektedirler (Çetin, 2006: 24). Bu nedenle, serilerdeki olası yapısal kırılmaları da dikkate alan Zivot-Andrews birim kök testi ile gayri safi yatırım harcamaları/GSYİH serisinin durağanlık durumunun araştırılması uygun görülmüştür ve yapılan test sonuçları Tablo 5’de gösterilmiştir. TÜFE’ye ve TEFE’ye göre hesaplanan enflasyon oranları serisi için Kwiatkowski-Phillips-SchmidtShin (KPSS) ve Dickey-Fuller GLS (ELS) birim kök test sonuçlarına göre durağan olmadığı fakat birinci farkında durağan olduğu belirlenmiştir. Diğer değişkenler için ise söz konusu bu testlerin ADF ve PP birim kök test sonuçları ile örtüşen sonuçlar verdiği belirlenmiştir. 93 Tablo-5: Yapısal Kırılmanın Dikkate Alındığı Zivot-Andrews Birim Kök Testi Sonuçları Değişkenler I/Y Kritik Değerler Model A Kırılma Yılı -3.020800 2000:3 Model A Kritik Değerleri -5.34 * -4.80** -4.58*** Model A Model B Kırılma Yılı -2.668706 2003:1 Model B Kritik Değerleri -4.93 -4.42 -4.11 Model B Model C Kırılma Yılı -4.868374 2000:4 Model C Kritik Değerler -5.57 -5.08 -4.82 Model C 1)*, ** ve *** sırasıyla %1, %5 ve %10 önem düzeylerindeki kritik değerleri göstermektedir. İlgili kritik değerler için bkz Zivot ve Andrews, 1992: 256, 257. İlgili testler yapılırken gecikme sayısı 4 (dört) olarak alınmış ve daha sonra hata terimlerinin durağanlık durumu araştırılmıştır. Hata terimlerinin tüm modellerde durağan olmadığı için her üç modelde de bağımlı değişkenin 1 (bir) gecikmesi modellere dahil edilmiştir. Tablo 5’deki sonuçlara göre, gayri safi yatırım harcamaları/GSYİH serisi için Model A’ya göre 2000:3, Model B’ye göre 2003:1 ve Model C’ye göre 2000:4 dönemlerinde yapısal kırılma olduğu tespit edilmiştir. İlgili yapısal kırılmanın olduğu dönemler için elde edilen t istatistik değerlerinin mutlak değer içinde yüzde 1 önem düzeyinde her üç modeldeki kritik değerlerden küçük olması nedeniyle gayri safi yatırım harcamaları/GSYİH serisinin yapısal kırılmaya rağmen durağan olmadığı belirlenmiştir. Bu sonuçlar ışığında, Tablo 6 ve Tablo 7’de belirtildiği üzere gayri safi yatırım harcamaları/GSYİH serisinin birinci farkı alındıktan sonra birim kök testleri gerçekleştirilmiş ve serinin birinci farkında ADF ve PP birim kök testleri sonuçlarına göre sabitli, sabitli ve trendli ve sabitsiz ve trendsiz modellere göre tüm önem düzeylerinde durağan olduğu belirlenmiştir. 94 Tablo-6: ADF Birim Kök Testi Sonuçları-2 Değişkenler Sabitli Model ADF t-İst. Değerleri Test Kritik Değerleri* Sabit ve Trendli Model ADF t-İst. Değerleri Test Kritik Değerleri Sabitsiz ve Trendsiz Model ADF t-İst. Değerleri Test Kritik Değerleri -3.521579 -4.086877 -2.596586 -7.515012 -7.639896 -2.901217 -3.471693 -1.945260 (3) (3) -2.587981 -3.162948 -1.613912 1) * Sırasıyla %1, %5 ve %10 önem düzeyindeki MacKinnon kritik değerlerdir. 2) Gecikme uzunluğunun belirlenmesinde Schwarz Bilgi Kriteri kullanılmış ve uygun gecikme uzunlukları parantez içinde gösterilmiştir. (I/Y) -7.584523 (3) Tablo-7: PP Birim Kök Testi Sonuçları-2 Değişkenler Sabitli Model PP t-İst. Değerleri Test Kritik Değerleri* Sabit ve Trendli Model PP t-İst. Değerleri Test Kritik Değerleri Sabitsiz ve Trendsiz Model PP t-İst. Değerleri Test Kritik Değerleri -3.517847 -4.081666 -2.595340 -34.82804 -34.53869 -2.899619 -3.469235 -1.945081 (I/Y) (19) (20) -2.587134 -3.161518 -1.614017 1) * Sırasıyla %1, %5 ve %10 önem düzeyindeki MacKinnon kritik değerlerdir. 2) Gecikme uzunluğunun belirlenmesinde Newey-West Bandwidth kriteri kullanılmış ve uygun gecikme uzunlukları parantez içinde gösterilmiştir -35.39040 (19) Birim kök testleri ile serilerin durağanlık durumu araştırılmış ve ekonomik büyüme oranları, TÜFE ve TEFE’sine göre hesaplanan enflasyon oranlarının düzey değerlerinde, gayri safi yatırım harcamaları/GSYİH serisinin ise birinci farkında durağan olması nedeniyle seriler arasındaki eşbütünleşme ilişkisinin sınır testi ile incelenmesi aşamasına geçilmiştir. 3.5.2. ARDL Modeli Eşbütünleşme Yaklaşımı (Sınır Testi) Sonuçları Düzey değerlerinde durağan olduğu belirlenen ekonomik büyüme oranları ile TÜFE ve TEFE’sine göre hesaplanan enflasyon oranları serileri ile birinci farkında durağan olduğu belirlenen gayri safi yatırım harcamaları/GSYİH serileri arasındaki sınır testine göre eşbütünleşme ilişkisinin belirlenmesi için ise (3.18) ve (3.19) no.lu modeller oluşturulmuştur. 95 1) 3.18 no.lu Model: p 1 q1 1 q 2 1 ( Y t ) 0 a 1i ( Y t i ) 2 i ( TÜFE i 1 1 TÜFE t 1 t i ) i 0 3i ( I / Y ) t i Yt 1 3i ( I / Y ) t i Yt 1 i 0 2 ( I / Y ) t 1 u t 2) 3.19 no.lu Model: p 1 ( Yt ) 0 i 1 1 TEFE t 1 q1 1 q 2 1 a1i ( Yt i ) 2 i ( TEFE i 0 t i ) i 0 2 ( I / Y ) t 1 u t İlgili modeller oluşturulduktan sonra ilk aşamada her iki modelde yer alan değişkenler için uygun gecikme uzunluklarının belirlenmesi aşamasına geçilmiştir ve uygun gecikme kriteri olarak Schwarz Bilgi Kriteri (SC) kullanılmış ve maksimum gecikme uzunluğu 4 (dört) olarak belirlenmiştir. Bu kriterin yanında, belirlenen gecikme uzunluğunda, otokorelasyon problemi olup olmadığı da Breusch ve Godfrey tarafından geliştirilen otokorelasyon testi ile sınanmış ve ulaşılan sonuçlar 3.18 no.lu model için Tablo 8’de, 3.19 no.lu model için ise Tablo 9’da gösterilmiştir. Tablo-8: Sınır Testi için Uygun Gecikme Uzunluğunun Belirlenmesi-1 Gecikme Sayısı SC 4 3 2 1 -4.049852 -4.228166 -4.104297 -4.194587 Breusch-Godfrey Otokorelasyon Testi Obs R2 Değeri 1.994976 (0.368805) 2.931554 (0.230898) 5.604117 (0.060685) 0.829655 (0.362372) * Parantez içindeki değerler olasılık değerlerini göstermektedir. Tablo 8’deki sonuçlara göre, 3.18 no.lu model için uygun gecikme uzunluğu 3 (üç) olarak belirlenmiş ve belirlenen gecikme uzunluğunda aynı zamanda yüzde 1 yüzde 5 ve yüzde 10 önem düzeylerinde otokorelasyon olmadığı da tespit edilmiştir. Monte Carlo deneyleri sonucunda Pesaran ve Smith (1998) Akaike Bilgi Kriteri yerine Schwarz Bilgi Kriterini önermişlerdir. Bkz. (Marashdeh, 2005: 4). 96 Tablo-9: Sınır Testi için Uygun Gecikme Uzunluğunun Belirlenmesi-2 Gecikme Sayısı SC 4 3 2 1 -4.079578 -4.211397 -4.113682 -4.231021 Breusch-Godfrey Otokorelasyon Testi Obs R2 Değeri 4.799588 (0.090737) 3.155325 (0.206457) 0.051529 (0.974564) 5.618968 (0.060236) * Parantez içindeki değerler olasılık değerlerini göstermektedir. Tablo 9’daki sonuçlara göre, 3.19 no.lu model için uygun gecikme uzunluğu ise 1 (bir) olarak tespit edilmiş ve belirlenen gecikme uzunluğunda aynı zamanda yüzde 1 ve yüzde 5 düzeylerinde otokorelasyon olmadığı belirlenmiştir. 3.18 no.lu model için 3 (üç), 3.19 no.lu model için 1 (bir) gecikme ile gerçekleştirilen ve Tablo 10’da gösterilen sınır testi sonuçlarında, H 0 : 1 2 0 ile ifade edilen ve değişkenler arasında eşbütünleşme ilişkisi olmadığını gösteren sıfır hipotezi her iki model için de reddedilmiş ve ilgili değişkenler arasında eşbütünleşme ilişkisi olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Tablo-10: Eşbütünleşme İlişkisi Sonuçları 1- 3.21 No.lu Model İçin Eşbütünleşme İlişkisi Sonuçları %1 Önem Düzeyindeki Kritik Değerler (k) F-istatistiği Alt Sınır Üst Sınır 2 11.09909 5.407 6.783 2- 3.22 No.lu Model İçin Eşbütünleşme İlişkisi Sonuçları %1 Önem Düzeyindeki Kritik Değerler (k) F-istatistiği Alt Sınır Üst Sınır 2 11.28904 5.407 6.783 1) Kritik değerler, Narayan, 2004: 1988’deki Tablo (iii)’den alınmıştır. 2) Parantez içindeki değerler olasılık değerlerini göstermektedir ve elde edilen olasılık değerleri her iki modelde yüzde 1, yüzde 5 ve yüzde 10 önem düzeylerinde problemi olmadığını ifade etmektedir. 3) (k) modeldeki bağımlı değişken dışındaki bağımsız değişken sayısını belirtmektedir. 97 Tablo 10’ da her iki model için hesaplanan F -İstatistik değerlerinin yüzde 1 önem düzeyinde belirli üst sınır değerlerini aşması nedeniyle her iki modelde yer alan değişkenler arasında eşbütünleşme ilişkisi olduğu tespit edilmiş olmaktadır. Değişkenler arasındaki eşbütünleşme ilişkisi belirlendikten sonra ise değişkenler arasındaki uzun dönem ve kısa dönem ilişkilerinin belirlenebilmesi için ARDL modelleri oluşturulmuştur. 3.5.3. ARDL Modeli Uzun Dönem İlişkisi Değişkenler arasındaki uzun dönem ilişkiyi belirlemek amacıyla oluşturulan (3.20) ve (3.21) no.lu modellere ilişkin sonuçlar sırasıyla Tablo 11 ve Tablo 12’de ifade edilmiştir. İlgili modellerdeki değişkenlere ait gecikme uzunluklarının oluşturulmasında ise öncelikle maksimum gecikme uzunluğu 4 (dört) olarak belirlenmiş ve en düşük Schwarz Bilgi Kriteri değerinin elde edildiği gecikme uzunluğu, değişkene ait uygun gecikme uzunluğu olarak kabul edilmiştir. 1) 3.20 no.lu Model: p 1 q1 1 q2 1 Yt 0 a1i (Yt i ) 2i (TÜFEt i ) 3i ( I / Y ) t i u t i 1 i 0 i 0 q1 1 q2 1 2) 3.21 no.lu Model: p 1 Yt 0 a1i (Yt i ) 2i (TEFEt i ) 3i ( I / Y ) t i u t i 1 i 0 i 0 98 Tablo-11: ARDL (4, 4, 2) Modeli Uzun Dönem Tahmin Sonuçları ve Uzun Dönem Katsayıları-1 Değişkenler Katsayılar Yt 1 -0.294 Standart Hatalar 0.119 Yt 2 0.071 Yt 3 -2.470 Olasılık Değerleri 0.016** 0.110 0.649 0.518 0.044 0.099 0.445 0.657 Yt 4 -0.403 0.098 -4.074 0.000* TÜFE TÜFE t 1 -0.181 0.065 -2.754 0.008* 0.086 0.071 1.215 0.229 TÜFE t 2 0.258 0.071 3.615 0.001* TÜFE t 3 -0.021 0.074 -0.289 0.773 TÜFE t 4 (I / Y ) ( I / Y ) t 1 -0.230 0.060 -3.774 0.000* 0.007 0.001 3.894 0.000* -0.002 0.002 -1.020 0.312 t-istatistikleri 0.001 -2.435 0.018** 0.019 1.588 0.117 Tanısal Testler Breusch-Godfrey Otokorelasyon Testi F -İstatistik Değeri = 0.951 (0.441) White Değişen Varyans Testi F -İstatistik Değeri = 5.688 (0.020) Jarque-Bera Normallik Testi LM İstatistik Değeri = 1.405 (0.495) R2 = 0.54919, F -İstatistik Değeri = 6.395 (0.000) Uzun Dönem Katsayıları Değişkenler Katsayılar Olasılık Değerleri -0.055 0.071*** TÜFE -0.106 0.827 (I / Y ) (I / Y ) t 2 C -0.004 0.030 1) Parantez içindeki değerler olasılık değerlerini göstermektedir ve elde edilen olasılık değerleri, modelde yüzde 1, yüzde 5 ve yüzde 10 önem düzeylerinde otokorelasyon, yüzde 1 önem düzeyinde değişen varyans problemi olmadığını ve yüzde 1, yüzde 5 ve yüzde 10 önem düzeylerinde hata terimlerinin normal dağıldığını ifade etmektedir. 2) * İlgili değişkenin yüzde 1, yüzde 5 ve yüzde 10 önem düzeylerinde, ** ilgili değişkenin yüzde 5 ve yüzde 10 önem düzeylerinde ve *** ise ilgili değişkenin yüzde 10 önem düzeyinde istatistiksel açıdan anlamlı olduğunu ifade etmektedir. 3) “ C ” sabiti belirtmektedir. Tablo 11’de gösterilen uzun dönem katsayılardan görüleceği üzere yüzde 10 önem düzeyinde anlamlı çıkan TÜFE’ye göre hesaplanan enflasyon oranlarındaki yüzde birlik bir artış uzun dönemde ekonomik büyümede yaklaşık yüzde 0.055 oranında bir azalışa neden olmaktadır. Bununla birlikte, gayri safi yatırım harcamaları/GSYİH serisinin uzun dönem katsayısının ise yüzde 1, yüzde 5 ve yüzde 10 önem düzeylerinde istatistiksel açıdan anlamlı olmadığı belirlenmiştir. 99 Tablo-12: ARDL (4, 4, 2) Modeli Uzun Dönem Tahmin Sonuçları ve Uzun Dönem Katsayıları-2 Değişkenler Katsayılar Yt 1 -0.326 Standart Hatalar 0.121 Yt 2 0.011 Yt 3 -2.683 Olasılık Değerleri 0.009* 0.116 0.101 0.919 0.122 0.104 1.173 0.245 Yt 4 TEFE TEFE t 1 -0.381 -0.179 0.038 0.102 0.050 0.056 -3.706 -3.535 0.670 0.000* 0.001* 0.505 TEFE t 2 0.133 0.056 2.350 0.022** TEFE t 3 0.109 0.057 1.908 0.061*** TEFE t 4 (I / Y ) ( I / Y ) t 1 -0.167 0.049 -3.413 0.001* 0.006 0.001 3.288 0.002* -0.001 0.002 -0.390 0.698 t-istatistikleri 0.002 -2.673 0.010** 0.019 1.454 0.151 Tanısal Testler Breusch-Godfrey Otokorelasyon Testi F -İstatistik Değeri = 0.772 (0.547) White Değişen Varyans Testi F -İstatistik Değeri = 0.902 (0.345) Jarque-Bera Normallik Testi LM İstatistik Değeri = 6.757 (0.034) R2 = 0.54245, F -İstatistik Değeri = 6.224 (0.000) Uzun Dönem Katsayıları Değişkenler Katsayılar Olasılık Değerleri -0.041 0.219 TEFE -0.138 0.779 (I / Y ) (I / Y ) t 2 C -0.005 0.028 1) Parantez içindeki değerler olasılık değerlerini göstermektedir ve elde edilen olasılık değerleri, modelde yüzde 1, yüzde 5 ve yüzde 10 önem düzeylerinde otokorelasyon ve değişen varyans problemi olmadığını ve yüzde 1 önem düzeyinde hata terimlerinin normal dağıldığını ifade etmektedir. 2) * İlgili değişkenin yüzde 1, yüzde 5 ve yüzde 10 önem düzeylerinde, ** ilgili değişkenin yüzde 5 ve yüzde 10 önem düzeylerinde ve *** ise ilgili değişkenin yüzde 10 önem düzeyinde istatistiksel açıdan anlamlı olduğunu ifade etmektedir. 3) “ C ” sabiti belirtmektedir. Tablo 12’de ise TEFE’ye göre hesaplanan enflasyon oranı ile gayri safi yatırım harcamaları/GSYİH serisinin uzun dönem katsayılarının yüzde 1, yüzde 5 ve yüzde 10 önem düzeylerinde istatistiksel açıdan anlamlı olmadığı sonucu elde edilmiştir. 100 3.5.4. ARDL Modeli Kısa Dönem İlişkisi Değişkenler arasındaki kısa dönem ilişkiyi belirlemek amacıyla (3.22) ve (3.23) no.lu modeller oluşturulmuştur. 1) 3.22 no.lu Model: p 1 q1 1 q 2 1 (Yt ) 0 1 EC t 1 a1i ( Yt i ) 2i ( TÜFE t i ) 3i ( I / Y ) t i u t i 1 i 0 i0 p 1 q1 1 q 2 1 2) 3.23 no.lu Model: ( Yt ) 0 1 EC t 1 a1i (Yt i ) 2i (TEFE t i ) 3i ( I / Y ) t i u t i 1 i 0 i 0 Söz konusu modellerdeki EC t 1 değişkeni uzun dönem ilişkisinden elde edilen hata terimleri serisinin bir gecikmeli değerini tanımlamaktadır. Bu değişkenin katsayısı, kısa dönemdeki dengesizliğin ne kadarının uzun dönemde düzeltileceğini göstermektedir ve katsayısının negatif olması beklenmektedir (Karaca, 2005:11; Şimşek ve Kadılar, 2008: 122; Pesaran vd., 2001: 313). Buna göre, Tablo 11 ve Tablo 12’de belirlenen uzun dönem ilişkisinden hareketle 3.22 ve 3.23 no.lu modeller tahmin edilmiş ve tahmin sonuçları Tablo 13 ve Tablo 14’de gösterilmiştir. 101 Tablo-13: ARDL (4, 4, 2) Modeline Dayalı Kısa Dönem Tahmin Sonuçları-1 Değişkenler Katsayılar (Y ) t 1 0.287 Standart Hatalar 0.176 (Y ) t 2 0.358 (Y ) t 3 1.624 Olasılık Değerleri 0.109 0.141 2.531 0.014** 0.403 0.098 4.074 0.000* (TÜFE ) -0.181 0.065 -2.754 0.008* (TÜFE ) t 1 -0.006 0.088 -0.072 0.942 (TÜFE ) t 2 0.251 0.085 2.953 0.004* (TÜFE ) t 3 ( I / Y ) ( I / Y ) t 1 C EC t 1 0.230 0.060 3.774 0.000* 0.007 0.001 3.894 0.000* 0.004 0.030 -1.581 0.001 0.019 0.217 2.435 1.588 -7.277 0.018** 0.117 0.000* t-istatistikleri R2 = 0.771, F -İstatistik Değeri = 21.273 (0.000) 1) * İlgili değişkenin yüzde 1, yüzde 5 ve yüzde 10 önem düzeylerinde ** ise ilgili değişkenin yüzde 5 ve yüzde 10 önem düzeylerinde istatistiksel açıdan anlamlı olduğu anlamına gelmektedir. 2) Parantez içindeki değer olasılık değerini ifade etmektedir. Tablo 13’deki sonuçlara göre, EC t 1 katsayısı yüzde 1, yüzde 5 ve yüzde 10 önem düzeylerinde istatistiksel açıdan anlamlı çıkmıştır. Hata düzeltme katsayısının 1 (bir)’den büyük olması ise sistemin dalgalanarak dengeye geldiğini ifade etmektedir ve bu dalgalanma her seferinde azalarak uzun dönem dengeye dönüşü sağlamaktadır (Karagöl, Erbaykal ve Ertuğrul, 2007: 78; Narayan ve Smyth, 2006: 339). Bununla birlikte, cari dönemde ekonomik büyüme oranları ile, TÜFE’ye göre hesaplanan enflasyon oranları değişkeni arasında negatif ve gayri safi yatırım harcamaları/GSYİH değişkeni ile arasında pozitif bir ilişki olduğu tespit edilmiştir. 102 Tablo-14: ARDL (4, 4, 2) Modeline Dayalı Kısa Dönem Tahmin Sonuçları-2 Değişkenler Katsayılar (Y ) t 1 0.247 Standart Hatalar 0.185 (Y ) t 2 0.258 (Y ) t 3 1.335 Olasılık Değerleri 0.186 0.149 1.731 0.088*** 0.381 0.102 3.706 0.000* (TEFE ) -0.179 0.050 -3.535 0.001* (TEFE ) t 1 -0.075 0.069 -1.074 0.286 (TEFE ) t 2 0.058 0.068 0.854 0.396 (TEFE ) t 3 ( I / Y ) ( I / Y ) t 1 C EC t 1 0.167 0.049 3.413 0.001* 0.006 0.001 3.288 0.002* 0.005 0.028 -1.573 0.002 0.019 0.224 2.673 1.454 -7.023 0.009* 0.151 0.000* t-istatistikleri R2 = 0.768, F -İstatistik Değeri = 20.867 (0.000) 1)* İlgili değişkenin yüzde 1, yüzde 5 ve yüzde 10 önem düzeylerinde, ** ilgili değişkenin yüzde 5 ve yüzde 10 önem düzeylerinde ve *** ise ilgili değişkenin yüzde 10 önem düzeyinde istatistiksel açıdan anlamlı olduğunu ifade etmektedir. 2) Parantez içindeki değer olasılık değerini ifade etmektedir. Tablo 14’deki sonuçlara göre de, EC t 1 katsayısı yüzde 1, yüzde 5 ve yüzde 10 önem düzeylerinde istatistiksel açıdan anlamlı Tablo 13’deki sonuçlarda olduğu gibi bir (1)’den büyük çıkmıştır. TÜFE’ye göre hesaplanan enflasyon oranlarında olduğu gibi, cari dönemde TEFE’ye göre hesaplanan enflasyon oranları değişkeni arasında negatif ve gayri safi yatırım harcamaları/GSYİH değişkeni ile arasında pozitif bir ilişki olduğu belirlenmiştir. 103 Sonuç Enflasyon ve ekonomik büyüme ilişkisi, uzun yıllardır iktisat yazınındaki öncelikli tartışmalardan birisini oluşturmaktadır. 1970’li yıllara kadar Phillips Eğrisi yaklaşımı doğrultusunda açıklanmaya çalışılan bu ilişki, 1970’li yıllarda yaşanan stagflasyon olgusuna bağlı olarak farklı açılardan değerlendirilmeye başlanılmıştır. Bu değerlendirmelere bağlı olarak da konu ile ilgili çalışmaların sayısı artmıştır. Söz konusu yapılan bu çalışmalar ile de, bir anlamda Phillips Eğrisi ve daha sonra Mundell ve Tobin tarafından geliştirilen ve enflasyon ile ekonomik büyüme arasında pozitif ilişki olduğunu ileri süren teorilerin bir çok ülke açısından geçersiz olduğu ortaya konulmuştur. Zira, konu ile ilgili yapılan çalışmalar gruplandığında enflasyon ile ekonomik büyüme arasında negatif yönlü ilişki olduğunu tespit eden çalışmaların aksi sonuç bulan çalışmalardan daha fazla olduğu görülmektedir. Negatif yönde ilişki bulan çalışmalar ise genel anlamda enflasyonun belirli bir eşik seviyeyi aştıkdan sonra ekonomik büyüme üzerinde negatif etkiler doğurduğu noktasında birleşmektedirler. Belirlenen eşik değerlerin ise enflasyonun iki haneli rakamlara ulaşdığı durumlarda belirlenmesi, enflasyonun ekonomik büyüme üzerindeki olumsuz etkisinin yüksek enflasyonun gözlenmesi durumlarında ortaya çıktığını ortaya koymaktadır. Bu durum, özellikle 1970’li yılların ikinci yarısından sonraki dönemin büyük bir bölümünde yüksek enflasyon ile birçok ülkeye göre düşük bir ekonomik büyüme performansı gösteren Türkiye ekonomisi için konunun incelenmesinin gerekliliğini artırmıştır. Bu bağlamda, 1988:1-2007:4 dönemi arasındaki verilerin kullanılarak enflasyon ile ekonomik büyüme arasındaki ilişkinin araştırıldığı ve ekonometrik yöntem olarak ARDL Modeli Eşbütünleşme Yaklaşımı (Sınır Testi)’nın benimsendiği çalışmada, TÜFE’ye göre hesaplanan enflasyon oranları ile ekonomik büyüme arasında hem kısa hem uzun dönemde; TEFE’ye göre hesaplanan enflasyon oranları ile ekonomik büyüme arasında ise sadece kısa dönemde negatif yönlü bir ilişki olduğu tespit edilmiştir. Diğer bir deyişle, ilgili dönemde enflasyon oranlarında Bkz. Karluk, 2005: 54. 104 meydana gelen artışlar ekonomik büyüme hızının yavaşlamasına neden olmuştur. TÜFE’sine göre hesaplanan enflasyon oranlarının TEFE’ye göre enflasyon oranlarına göre uzun dönemde de ekonomik büyüme hızını yavaşlatması Türkiye’de enflasyonun talep yönlü etkisinin daha belirgin olduğunu göstermektedir. Enflasyonun olumsuz tesirlerinin anlaşılması ve fiyat istikrarının ekonomik büyümenin ön koşulllarından birisi olduğuna dair güçlü bir bilincin oluşmasıyla beraber 2001 yılı sonrası dönemde yüksek enflasyon ile mücadele noktasında önemli kazanımların elde edildiği görülmektedir. Bu kazanımların, her ne kadar ilgili dönemdeki ekonomik büyümenin kaynakları tartışılsa da, ekonomik büyüme üzerinde de olumlu etkileri olduğuna işaret edilmektedir. Dolayısıyla, elde edilen sonuçlar ile bir anlamda, geçmişte yüksek enflasyon deneyimleri yaşayan Türkiye’de ekonomik büyümenin ancak fiyat istikrarının taviz verilmeden sürdürülmesi ile sağlanabileceği vurgulanmış olmaktadır. Buna göre, kısa vadede hükümetlerin, seçmen tabanlarını genişletmek için ücret, maaş ve çiftçiye yönelik destekleme fiyatları başta olmak üzere kısa vadeli refah artırıcı politikalardan uzak durmaları gerekmektedir. Çünkü bu politikalar kısa vadede refah artışı sağlamakta fakat çoğunlukla bu refah artışının kaynağı, borçlanma ile karşılanmaktadır. Borçlanma imkanlarının çok fazla geniş olmadığı durumlarda ise bu tür bir politika uygulaması, faizler üzerinde yükseltici bir etki yapabilmektedir. Faizlerin yükselmesi hem borç maliyetinin artmasına hem de kredi maliyetlerinin yükselmesine neden olabilmektedir. Kredi maliyetlerinin yükselmesi neticesinde de yatırımların kârlılık düzeyi düşebilmekte ve yatırım miktarı azabilmektedir. Azalan yatırım miktarı ise nihai aşama ekonominin büyüme hızını düşürebilmektedir. Bu tür politika uygulamaları, sadece ekonomik büyümeyi etkilememektedir. Özellikle, kısa vadeli borçlanma ile bu kaynakların sağlanması durumunda ise borç faizi ve anapara ödemeleri, bir yıl veya bir yıldan daha kısa bir süre içerisinde borçluya ödenmekte ve bu da kişilerin tüketim düzeylerini yükseltebilmekte ve enflasyonu artırabilmektedir. Enflasyonun artması da borçlanma nedeniyle yükselen faiz düzeylerinin tekrar yükselmesine ve bir önceki sürecin tekrar yaşanmasına sebep olabilmektedir. 105 Fiyat istikrarında uzun vadede kalıcılığın sağlanabilmesi için ise hem arz esnekliğinin artırılması hem de uluslararası fiyatların ithalat yoluyla ülke içindeki fiyatlara yansımasını azaltma noktasında, üretiminde sıkıntı çekilen ara ve yatırım malı üretimi teşvik edilmeli, piyasada oluşabilecek tekelci eğilimlere karşı girişimciliğin özendirilmesi ve böylelikle ekonomide atıl duran sermayenin üretken alanlara çekilmesi sağlanmalıdır. Kısa ve uzun dönemde söz konusu politika önlemleri ile birlikte, fiyat istikrarı anlamında ekonomide kalıcı bir etkinin oluşacağı ve bu etki sayesinde de ekonomideki belirsizlikler başta olmak üzere kredi maliyetlerinin azalacağı ve böylelikle de istikrarlı bir ekonomik büyümenin sağlanacağı düşünülmektedir. 106 Kaynakça Abdioğlu Zehra ve Terzi, Harun (2009). Enflasyon ve bütçe açıkları ilişkisi: tanzi ve patinkin etkisi. Atatürk Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, 23 (2), 195211. Acar, Yalçın (2002). İktisadi Büyüme Modelleri (4. Baskı). Bursa: Vipaş Yayınları. Ahmed, Samim and Mortaza, Md. Golam (2005). Inflation and Economic Growth in Bangladesh: 1981–2005. Working Paper. No: 0604. Akdiş, Muhammet (2006). Para Teorisi ve Politikası (2. Baskı). Ankara: Gazi Kitabevi. Akyüz, Yılmaz (1980). Sermaye, Bölüşüm, Büyüme (2. Baskı). Ankara: Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları. Alexander, W. Robert J. (1997). Inflation and economic growth: evidence from a growth equation. Applied Economics, 29 (2), 233-238. Alkan, Filiz (2004). Enflasyon ve İstikrar Programları. Yüksek Lisans Tezi, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara. Alpay, Yalın (2008). Türkiye Ekonomi Tarihi (1. Baskı). İstanbul: Akademia Yayınları. Altınok, Serdar (2004). İktisada Giriş (3. Baskı). Konya: Atlas Kitabevi. Altıntaş, Halil ve Çetin, Rahmi (2008). Türkiye’de dış ticaretin belirleyicilerinin sınır testi yaklaşımıyla belirlenmesi. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, 63 (4), 29-64. 107 Argy, Victor (1970). Structural inflation in developing countries. Oxford Economic Papers, 22 (1), 73-85. Artan, Seyfettin (2006a). Türkiye’de Enflasyon, Enflasyon Belirsizliği ve Büyüme. Tartışma Metni. Türkiye Ekonomi Kurumu. Yayın No. 2006/14. Artan, Seyfettin (2006b). Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde enflasyon ve büyüme: yatay-kesit ve panel veri analizi. İktisat, İşletme ve Finans, 21 (239), 108124. Ataç, Beyhan (2006). Maliye Politikası (7. Baskı). Eskişehir: Etam A.Ş. Matbaa Tesisleri. Ateş, Sanlı (1996). Ekonomik Büyümeye Yaklaşımlar ve Yakınsama Sorunu. http://idari.cu.edu.tr/sanli/sanli1.pdf, Erişim Tarihi: 21.08.2008. Ateş, Sanlı (1998a). Yeni İçsel Büyüme Teorileri ve Türkiye Ekonomisi’nin Büyüme Dinamiklerinin Analizi. Doktora Tezi, Çukurova Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Adana. Ateş, Sanlı, Erk, Nejat ve Direkçi, Tuba (1998b). İçsel Büyüme Modellerinde Fiziksel Sermaye Yatırımlarının Önemi: Uluslararası Verilerle Bir Bakış. http://www.econturk.org/sanli5.pdf, Erişim Tarihi: 21.08.2008. Atuk, Oğuz ve Ural, Beyza Pınar (2002). Seasonal Adjustment Methods: An Application to the Turkish Monetary Aggregates. Central Bank of Turkey Discussion Paper. No: 2002/1. Ay, Ahmet ve Karaçor, Zeynep (2006). 2001 sonrası dönemde Türkiye ekonomisi’nde krizde büyümeye geçiş. Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 16, 67-86. 108 Ay, Ahmet (2007). Tarihsel süreç içerisinde Türkiye’de büyüme. Konya. (Editör: Ahmet Ay). Türkiye Ekonomisi. Konya: Çizgi Kitabevi, 3-53. Badurlar, Öner (17-19 Haziran 2009). Türkiye’de enflasyon hedeflemesi rejimi stratejisi uygulaması ve para politikasına etkisi: 2002-2008 (Bildiri). Anadolu Uluslararası İktisat Kongresi, Eskişehir. Balkaya, Yudum (2006). Durağan Olmayan Zaman Serilerinde Kointegrasyon Vektörünün Tahmini Üzerine Bir Çalışma. Yüksek Lisans Tezi, Ankara Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü, Ankara. Bange, Mery, Bernhard, William, Granato, Jim and Jones, Lauren (1997). The effect of inflation on the natural rate of output: experimental evidence. Applied Economics, 29 (9), 1191-1199. Barışık, Salih ve Çetintaş, Hakan (2008). Para politikası araçlarının etkinliği perspektifinden Türkiye’de zorunlu karşılıkların gsyih ve yatırımlar üzerindeki etkileri: 1987-2004 dönemine ilişkin ekonometrik analiz. Akdeniz İ.İ.B.F. Dergisi, 16, 116-138. Barro, J. Robert (1996). Inflation and economic growth. Federal Reserve Bank of St. Louis Review, 78 (3), 153-169. Barro, Robert J. and Sala-i-Martin, Xavier (2001). Economic Growth (3th Edition). London: The MIT Press. Baydur, Cem Mehmet (2007). Dış kaynak kullanımlı Türkiye ekonomisi’nde faiz artırım politikası ile talebi/enflasyonu kontrol etmenin zorluğu: çelişkili bir enflasyon hedeflemesi. Celal Bayar Üniversitesi Yönetim ve Ekonomi Dergisi, 14 (2), 93-102. Berber, Metin ve Artan, Seyfettin. Enflasyon ve Ekonomik Büyüme İlişkisi: Türkiye Örneği. Tartışma Metni. Türkiye Ekonomi Kurumu. Yayın No: 2004/21. 109 Berber, Metin (2006). İktisadi Büyüme ve Kalkınma (3. Baskı), Trabzon: Derya Kitabevi. Black, C. David, Dowd, Michael R. and Keith, Kristen. The inflation/growth relationship: evidence from state panel Data. Applied Economics Letters, 8 (12), 771-774. Bocutoğlu, Ersan, Berber, Metin ve Çelik, Kenan (2003). Genel İktisada Giriş (3. Baskı).Trabzon: Derya Kitabevi. Bocutoğlu, Ersan (2007). Makro İktisat Keynezyen Teori ve Politikalar (4. Baskı). Trabzon: Derya Kitabevi. Boratav, Korkut (2004). Türkiye İktisat Tarihi 1908-2002 (8. Baskı). Ankara: İmge Kitabevi. Bozkurt, Hilal ve Dursun, Gülten (2006). Bilgi ve İletişim Teknolojileri ile Yabancı Doğrudan Yatırım Akımları Arasındaki Etkileşim: Türkiye için Kointegrasyon Analizi: 1980-2004. http://www.beykon.org/2006/H.Bozkurt.doc, Erişim Tarihi: 21. 08. 2008 Bozkurt, Hilal (2007). Zaman Serileri Analizi (1. Baskı). Bursa: Ekin Kitabevi. Brockwell, Peter J. and Davis, Richard A. (1991). Time Series: Theory and Methods (2th Edition). USA: Springer Series in Statistics. Bronfenbrenner, Martin and D. Holzman, Franklyn (1963). Survey inflation theory. The American Economic Review, 53 (4), 593-661. Bruno, Michael and Easterly, William (1998). Inflation crises and long-run growth. Journal of Monetary Economics, 41 (1), 3-26. 110 Buchholz, Todd G. (2005). Ölü İktisatçılardan Yeni Fikirler Modern Ekonomik Düşünceye Giriş. (Çeviren: İsmail Aktar). Ankara: Adres Yayınları. Burdekin, Richard C. K., Denzau, T. Denzau, Keil, Manfred W., Sitthiyot, Thitithep and D. Willet, Thomas (2002). When Does Inflation Hurt Economic Growth? Different Nonlinearities for Different http://www.claremontmckenna.edu/econ/papers/2000-22.pdf, Economies. Erişim Tarihi: 21.09.2008. Caporin, Massimiliano and Di Maria, Corrado (2002). Inflation and Growth: Some Panel Data Evidence. http://www.greta.it/wp/02.09.PDF, Erişim Tarihi: 16. 10. 2008. Chari V. V, Lary, E. Jones and E. Manuelli, Rodolfo (1996). Inflation, growh and financial intermediation. Federal Reserve Bank of St. Louis Review, 78 (3), 41-58. Chowdhury, Anis (2002). Does inflation affect economic growth? Journal of the Asia Pacific Economy, 7 (1), 20-34. Christina, D. Romer (1996). Inflation and The Growth Rate of Output. Working Paper. National Bureau of Economic Research. No: 5575. Christoffersen, Peter and Doyle, Peter (1998). From Inflation to Growth: Eight Years of Transition. IMF Working Paper. International Monetary Found. No: WP/100/98. Clark, Todd E. (1997). Cross-country evidence on long-run growth and inflation. Economic Inquiry, 35 (1), 70-81. Cooley, Thomas F. and D. Hansen, Gary (1989). The inflation tax in a real business cycle model. The American Review, 79 (4), 733–748. Cukrowski, Jacek and Kavelashiwli, George (2002). Inflation and Adjustment of Relative Prices in Georgia. CASE-CEU Working Paper. No: 43. 111 Cukierman, Alex. Keynesian Economics (2005). Monetary Policy and The Business Cycle-New and Old. http://econ.hevra.haifa.ac.il/~mbengad/seminars/keynsian.pdf, Erişim Tarihi: 21. 07. 2008. Çetin, Ahmet (2004). Enflasyon, büyüme ve reel-nominal belirsizlikler arasında nedensellik ilişkileri. İktisat, İşletme ve Finans, 19 (221), 62-78. Çetin, Ahmet (2006). Alışveriş maliyetleri parasal hizmet modeli: Türkiye örneği. Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi, 1, 15-39. Çevik, Sanal Filiz (2005). Beklentilerin Rolü ve Phillips Eğrisi. http://www.mevzuatdergisi.com/2005/11a/01.htm, Erişim Tarihi: 02. 03. 2008. Çil, Yavuz (2006). Türkiye'de turizm gelirlerinin ekonomik büyümeye etkisinin testi: yapısal kırılma ve nedensellik analizi. Doğuş Üniversitesi Dergisi, 7 (2), 162-171. Çubukçu, Tuğrul (1983). Enflasyon Teorisi ve Türkiye’de Enflasyon (1. Baskı). Ankara: Hacettepe Üniversitesi İ. İ. B. F. Yayınları. De Gregorio, José (1996). Inflation, Growth, and Central Banks. Policy Research Working Paper. The World Bank Policy Research Department Macroeconomics and Growth Division. No: 1575. Demir, Osman (2002). Durgun durum büyümeden içsel büyümeye. Cumhuriyet Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 3 (1), 1-16. DİE (Devlet İstatistik Enstitüsü) (2005). İstatistik Göstergeler 1923-2004. Ankara: DİE Yayınları. Dinçer, Behiye Zeynep (1994). Yapısal Enflasyon Olgusu Işığında Antienflasyonist Politikaların Değerlendirilmesi ve Türkiye Örneği. Yüksek Lisans Tezi, Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İzmir. 112 Dinler, Zeynel (1998). İktisada Giriş (4. Baskı). Bursa: Ekin Kitabevi. Doğruel, Fatma ve Doğruel, A. Suut (2005). Türkiye’de Enflasyonun Tarihi (1. Baskı). Ankara: TCMB ve Türk Tarih Vakfı. Doğruel, Fatma ve Doğruel, A. Suut (2006). Bıçak Sırtında Büyüme ve İstikrar Arjantin,Brezilya, Meksika, İsrail, Türkiye (1. Baskı). İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları. Drukker, David, Gomis- Porqueras, Pere and Hernandez-Verme, Paula (2005). Threshold Effects in the Relationship Between Inflation and Growth: A New PanelData Approach. http://www.uh.edu/~cmurray/TCE/papers/Drukker.pdf, Erişim Tarihi: 12. 08. 2008. Dura, Cihan, Atik, Hayriye ve Türker, Oğuzhan (2004). Beşeri Sermaye Açısından Türkiye’nin Avrupa Birliği Karşısındaki Kalkınma Seviyesi, http://iibf.ogu.edu.tr/kongre/bildiriler/01-02.pdf. Erişim Tarihi: 31.07.2008. Durukan, Ali (1988). Enflasyon İthali. Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul. Emirmahmutoğlu, Furkan, Köse, Nezir ve Yalçın, Yeliz (26-27 Mayıs 2005). Birim Kök Testlerinde Yapısalk Kırılma Zamanının İçsel Olarak Belirlenmesi Problemi: Alternatif Yaklaşımların Performansları. (Bildiri). VII Ulusal Ekonometri ve İstatistik Kongresi, İstanbul. Enders, Walter (1995). Applied Econometric Time Series (1th Editon). ABD: John Wiley&Sons,INC. Edwards, Sebastian (1982). The Relation Between Growth and Inflation in Latin America. Working Paper. UCLA Department of Economics No: 235. 113 Egeli, Haluk. Gelişmekte Olan Ülkelerde Bütçe Açıkları. http://www.canaktan.org/ekonomi/kamu_maliyesi/maliye-genel/diger-yazilar/egeligelismekte-olan-butce.pdf, Erişim Tarihi: 22. 06. 2008. Engelbrecht, Hans-Jürgen and Langley, Chris (2001). Inflation crises, deflation, and growth:further evidence. Applied Economics, 33 (9), 1157-1165. Ercan, Nihal Yener (2002). İçsel büyüme teorisi: genel bir bakış. Planlama Dergisi, (DPT’nin Kuruluşunun 42. Yılı Özel Sayı), 129-138. Erbaykal, Erman ve Okuyan, H. Aydın (2008). Does inflation depress economic growth. International Research Journal of Finance and Economics, 17, 40-48. Erçel, Gazi (2000). Türkiye’de Enflasyon ve Büyüme İlişkisi Genel Bir Değerlendirme..http://www.tcmb.gov.tr/yeni/evds/konusma/tur/2000/enflasyon.html, Erişim Tarihi: 09. 10. 2008., Erişim Tarihi: 05. 06. 2008. Eren, Aslan (2006). Türkiye Ekonomisi (1. Baskı). Bursa: Ekin Kitabevi. Eren, Aslan (2008). Türkiye Ekonomisi (2. Baskı). Bursa: Ekin Kitabevi. Eren, Ercan (2006). Makro İktisat (4. Baskı). İstanbul: Avcıol Basım Yayın. Ergun, Temel (1987). İthal Edilen Enflasyon ve Türkiye Örneği (1. Baskı). İzmir: Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Yayınları. Erim, Neşe (2007). İktisadi Düşünce Tarihi (1. Baskı). Ankara: Palme Yayıncılık. Ertek, Tümay (2005). Makroekonomiye Giriş (2. Baskı). İstanbul: Beta Basım Yayım Dağıtım A. Ş. Faria, João Ricardo and Carneıro, Francisco Galrão (2001). Does high inflation affect growth in the long and short run?. Journal of Applied Economics,4 (1), 89-105. 114 Fischer, Stanley (1983). Inflation and Growth. Working Paper. National Bureau of Economic Research. No: 1235. Frenkel, Michael and Mehrez, Gil (1998). Inflation and Endogenous Technological Growth. http://129.3.20.41/eps/mac/papers/9808/9808001.pdf, Erişim Tarihi: 21.09.2008. Frenkel, Michael and Mehrez, Gil (1996). The Misallocation of Resources of Anticipated Inflation. http://129.3.20.41/eps/mac/papers/9706/9706003.pdf, Erişim Tarihi: 09.07.2008. Frisch, H. (1977), Inflation theory 1963-1975: a “second generation” survey. Journal of Economic Literature, 15 (4), 1289-1317. Frisch, H. (1989). Enflasyon Teorileri. (Çeviren: Ertan Oktay). Ankara: Elif Matbaacılık Ghosh, Atish R. and Knöbl, Adalbert (1997). Inflation in Transition Economies:How Much? and Why?. IMF Working Paper. International Monetary Found. No: WP/97/80. Ghosh, Atish and Phillps, Steven (1998). Warning: Inflation May be Harmful to Your Growth. IMF Staff Papers, 45 (4), 672-710. Gillman, Max, Harris, Mark and Mátyás, László. Inflation and Growth: Some Theory and Evidence. http://econpapers.repec.org/cpd/2002/42_Harris_2.pdf, Erişim Tarihi: 21.10.2008. Gillman, Max and Nakov, Anton (2004).Granger causality of the inflation-growth mirror in accession countries. Economics of Transition, 12 (4), 653-681. 115 Gokal, Vikesh and Hanif, Subrina (2004). Relationship Between Inflation and Economic Growth. Working Paper. Economics Department Reserve Bank of Fiji. No: 2004/04. Gomez,V. and A. Maravall (1998). Seasonal Adjustment and Signal Extraction in Economic Time Series. Working Papers. Banco de Espana, No 9809. Gomme, Paul (1991). Money and Growth Revisited. Discussion Paper. Institute for Emprical Macroeconomics Federal Reserve Bank of Minneapolis. No: 55. Gordon, J. Robert (1990). What is new-keynesian economics?. Journal of Economic Literature, 28 (3), 1115-1171. Gould, Dennis J. (1972). Economic Growth In History: Survey and Analysis (1th Edition). USA: Harper & Row Publishers Inc. Greenwod, Jeremy and W. Huffman, Gregory (1987). A dynamic equilibrium model of inflation and unemployment. Journal of Monetary Economics, 19 (2), 203–228. Gujarati, Damodar N. (2001). Temel Ekonometri (Çevirenler: Ümit Şenesen ve Gülay Günlük Şenesen). İstanbul: Literatür Yayıncılık. Güran, Nevzat 1996). Makro Ekonomik Analiz (1. Baskı). İzmir: Karınca Matbaacılık. Güriş, Burak ve Kıran, Burcu (2007). Reel faiz oranı ve reel döviz kurunun kısa vadeli sermaye hareketlerine etkileri: sınır testi yaklaşımı. İktisat, İşletme ve Finans, 22 (225), 85-94. Halaç, Umut ve Kuştepeli, Yeşim (2003). Paranın dolaşım hızı ve istikrarı. Gazi Üniversitesi İ.İ.B.F. Dergisi, 5 (1), 85-102. 116 Hafer, R. W. (2001). What remains of monetarism. Federal Reserve Bank of Atlanta Economic Review, 4, 13-33. Haslag, Joseph H. (1995). Monetary Policy, Banking and Growth. Research Working Paper. Federal Reserve Bank of Dallas. Haslag, Joseph H. (1997). Output growth, welfare, and inflation: a survey. Economic Review, Second Quarter, 11-21. Haslag, Joseph H. (1998). Monetary policy, banking and growth. Economic Inquiry, 36 (3), 489-500. Hiç, Mükerrem (1994a), Büyüme ve Gelişme Ekonomisi (2. Baskı). İstanbul: Filiz Kitabevi. Hiç, Mükerrem (1994b). Para Teorisi ve Politikası (9. Baskı). İstanbul: Filiz Kitabevi. Hiç, Süreyya (1991). Türkiye Ekonomisi 1 (2. Baskı). İstanbul: Menteş Kitabevi. Hjalmarsson, Erik and Österholm, Pär (2007). Testing for Cointegration Using the Johansen Methodology When Variables are Near-Integrated. IMF Working Paper. International Monetary Found. No: WP/07/141. Hussain, Manzoor (2005). Inflation and growth: estimation of threshold point for Pakistan. Pakistan Business Review, October, 1–15. Işık, Nihat ve Acar, Mustafa (2003). Kayıtdışı ekonomi: ölçme yöntemleri, boyutları, yarar ve zararları üzerine bir değerlendirme. Erciyes Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 21, 117-136. Jones, I. Charles (2001). İktisadi Büyümeye Giriş. (Çevirenler: Sanlı Ateş ve İsmail Tuncer). İstanbul: Literatür Yayınları. 117 Judson, Ruth and Orphanides, Athanasios (1999). Inflation, volatility and growth. International Finance, 2 (1), 117-138. Jung, Woo S. and J. Marshall, Peyton (1986). Inflation and economic growth: some ınternational evidence on structuralist and distortionist positions. Journal of Money, Credit and Banking, 18 (2 ), 228–231. Kalın, S. Ahmet (1989). Enflasyon Analitik Bir Yaklaşım (1. Baskı). İstanbul: Filiz Kitabevi. Karaca, Orhan (2003). Türkiye’de enflasyon ve büyüme ilişkisi: zaman serisi analizi. Doğuş Üniversitesi Dergisi, 4 (2), 247-255. Karaca, Orhan (2005). Türkiye’de Faiz Oranı ile Döviz Kurları Arasındaki İlişki : Faizlerin Yükselmesi Kurları Yüksetir mi? Tartışma Metni. Türkiye Ekonomi Kurumu. Yayın No. 2005/14. Karaçor, Zeynep (2001). İstikrar Politikaları ve Uygulamaları (1. Baskı). Konya: Dizgi Ofset Matbaacılık. Karaçor, Zeynep (2007). Enflasyon ve kültür ve geleneği: Türkiye ekonomisi üzerine bir analiz. Konya. (Editör: Ahmet Ay). Türkiye Ekonomisi. Konya: Çizgi Kitabevi, 99-102. Karagöl, Erdal, Erbaykal, Erman ve Ertuğrul, H. Murat (2007). Türkiye’de ekonomik büyüme ile elektrik tüketimi ilişkisi: sınır testi yaklaşımı. Doğuş Üniversitesi Dergisi, 8 (1), 247-255. Karagül, Mehmet (2003). Beşeri sermayenin ekonomik büyümeyle ilişkisi ve etkin kullanımı. Akdeniz Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 5, 79-90. Karakayalı, Hüseyin (1995). Makro Ekonomi (3. Baskı). İzmir: Bilgehan Basımevi. 118 Karluk, Rıdvan (2005). Cumhuriyet’in İlanından Günümüze Türkiye Ekonomisi’nde Yapısal Dönüşüm (10. Baskı). İstanbul: Beta Basım Yayım Dağıtım A.Ş. Kaya, Vedat ve Yılmaz, Ömer. Bölgesel ve enflasyon büyüme ilişkisi: Türkiye için zaman serisi ve panel veri analizleri. İktisat, İşletme ve Finans, 21 (247), 62-78. Kazgan, Gülten (2004). İktisadi Düşünce veya Politik İktisadın Evrimi (11. Baskı). İstanbul: Remzi Kitabevi. Kazgan, Gülten (2005). Türkiye Ekonomisi’nde Krizler (1929-2001) (1. Baskı). İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları. Kepenek, Yakup ve Yentürk, Nurhan (2000). Türkiye Ekonomisi (10. Baskı). İstanbul: Remzi Kitabevi. Kennedy, Peter (2006). Ekonometri Kılavuzu (Çevirenler: Muzaffer Sarımeşeli ve Şenay Açıkgöz). Ankara: Gazi Kitabevi. Kepkep, Naci (1991). Enflasyon: Kuramlar-Politikalar ve Avusturya Keynesciliği (1. Baskı). İstanbul: Cem Yayınevi. Keşkek, Sami ve Özhan, Muhammed (2004). Enflasyon, enflasyon belirsizliği ve büyüme. Active Dergisi, Temmuz-Ağustos, 1-18. Khan, S. Mohsin and Senhadji, Abdelhak S. (2001). Thresold effects in the relationship between ınflation and economic growth. IMF Staff Papers, 48 (1), 1-21. Kibritçioğlu, Aykut (2002), Causes Inflation in Turkey: A Literature Survey with Special Reference to Theories of Inflation. http://129.3.20.41/eps/mac/papers/0107/0107002.pdf, Erişim Tarihi: 21.08.2008. 119 Kibritçioğlu, Aykut (1998). İktisadi büyümenin belirleyicileri ve yeni büyüme modellerinde beşeri sermayenin yeri. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, 53 (1-4), 207-230. Kim, Sung and Willett, Thomas D. (2000). Is the negative correlation between inflation and economic growth real?an analysis of the effects of the oil supply shocks. Applied Economics Letters, 7 (3), 141-147. Kirmanoğlu, Hasan (2001), Is There Inflation-Growth Tradeoff In the Turkish Economy? http://www.econturk.org/Turkisheconomy/kirmanoglu.pdf, Erişim Tarihi: 21.10.2008. Kormendi, Roger C. and Meguire, Philip G. (1985). Macroeconomic determinants of eonomic growth: cross-country evidence. Journal of Monetary Economics, 16 (2), 141-163. Kozlu, Cem (1995). Türkiye Mucizesi için Vizyon Arayışları ve Asya Modelleri (1. Baskı). Ankara: Türkiye İş Bankası Yayınları. Köksal, Bilge Aloba (2003). İstatistik Analiz Metodları (6. Baskı). İstanbul: Çağlayan Kitabevi. Kutlar, Aziz (2005). Uygulamalı Ekonometri (2. Baskı). Ankara: Nobel Yayın Dağıtım Ltd.Şti. Kutucu Saraç, Şenay (2004). Enflasyonun Belirleyicileri: Türkiye İçin Ampirik Bir Çalışma. Yüksek Lisans Tezi, Zonguldak Karaelmas Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Zonguldak. Li, Min (2006). Inflation and Economic Growth: Threshold Effects and Transmission Mechanisms. http://economics.ca/2006/papers/0176.pdf, Erişim Tarihi: 12. 06. 2008. 120 Lucas, Robert E. (1973). Some international evidence on output-inflation tradeoff. The American Economic Review, 63 (3), 326-334. Maddala, G. S and Kim, In-Moo (1998). Unit Roots, Cointegration and Structural Change (1th Edition). United Kingdom: Cambridge University Press. Mallik, Girijasankar and Chowdhury, Anis (2001). Inflation and economic growth: evidence from four south asian countries. Asia-Pasific Development Journal, 8 (1), 123-135. Mankiw, N. Gregory (1998). Principles of Macroeconomics (2th Edition). USA: The Dryden Press. Marashdeh, Hazem (2005). Stock Market Integration in the MENA Region: An Application of the ARDL Bounds Testing Approach. University of Wollongong Economics Working Paper Series. No: WP 05-27 Marquis, Milton H. and L. Reffett, Kevin (1995). The inflation tax in a convex model of equilibrium growth. Economica, 62 (245), 109–121. Meral, Pınar Seden (2005). Enflasyonun okuma alışkanlığı üzerindeki etkisi. Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 19, 309-324. Motley, Brian (1998). Growth and inflation: a cross-country study. FRBSF Economic Review, 1, 15-28. Mubarik, Ali Yasir (2005). Inflation and economic growth: an estimate of the threshold level of inflation in pakistan. SBP-Research Bulletin, 1 (1), 35-44. Narayan, Seema and Narayan, Paresh Kumar (2004). Determinants of demand for Fiji’s exports: an empirical investigation. The Developing Economies, XLII-1, 95112. 121 Narayan, Paresh Kumar (2005). The saving and investment nexus for China: evidence from cointegration tests. Applied Economics, 37, 1979-1990. Narayan, Paresh Kumar and Smyth, Russell (2006). What determines migration flows from low-income to high-income countries? an empirical investigation of FIJIU.S. migration 1972-2001. Contemporary Economic Policy, 24 (2), 332-342. Nell, Kevin S. (2004). The Structuralist theory of imported inflation: an application to South Africa. Applied Economics, 36 (13), 1431-1444. Noriega, Antonio E. and Ventosa-Santaulária, Daniel (2007). Spurious regression and trending variables. Oxford Bulletin of Economics and Statistics, 69 (3), 439-44. Oltulular, Sabiha ve Terzi, Harun (2006). Yüksek enflasyon enflasyon belirsizliğini artırıyor mu?. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Ekonometri ve İstatistik Dergisi, 3, 1-22. Owen, Roger ve Pamuk, Şevket (2002). 20. Yüzyılda Ortadoğu Ekonomileri Tarihi (Çeviren: Ayşe Edirne). İstanbul: Sabancı Üniversitesi Yayınları. Öney, Erden (1987). İktisadi Planlama (5. Baskı). Ankara: Savaş Yayınları. Özkale, Lerzan ve Kayalıca, Özgür (2008). Dış ticaretin yapısal gelişimi. (Editör: Gülten Elmas Arslan). Çeşitli Yönleriyle Cumhuriyetin 85. Yılında Türkiye Ekonomisi. Ankara: Gazi Üniversitesi Hasan Ali Yücel Araştırma ve Uygulama Merkezi Yayını No: 4, 355-381. Papell, David H. (1997). Cointegration and exchange rate dynamics. Journal of International Money and Finance, 6 (3), 445-460. Parasız, İlker (1996). Monetarizm ve Ünlü Monetarist ve Keynesgil İktisatçılarla Söyleşiler (2. Baskı). Bursa: Ezgi Kitabevi. 122 Parasız, İlker (1998). Makro Ekonomi Teori ve Politika (7. Baskı). Bursa: Ezgi Kitabevi. Parasız, İlker (1997). Modern Büyüme Teorileri (1. Baskı). Bursa: Ezgi Kitabevi. Parasız, İlker (2003). Türkiye Ekonomisi (1. Baskı). Bursa: Ezgi Kitabevi. Paya, Merih (2001). Makro İktisat (2. Baskı). İstanbul: Filiz Kitabevi. Paya, Merih (2002). Para Teorisi ve Politikası (3. Baskı). İstanbul: Filiz Kitabevi. Pazarlıoğlu, M. Vedat ve Kırcı, Nüket (2007). Euro ve dolar kurları arasındaki ilişki: parçalı durağanlık ve eşbütünleşme analizi. Trakya Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 9 (1), 1-16. Pesaran, M. Hashem and Bahram, Pesaran (1997). Microfit 4.0. Oxford: Oxford University Press. Pesaran, M. Hashem, Shin, Yongcheol and Smith, Richard J. (2001). Bounds testing approaches to the analysis of level relationships. Journal of Applied Econometrics, 16, 289-326. Pınar, Abuzer (2006). Maliye Politikası (1. Baskı). Ankara: Naturel Yayınları. Pollin, Robert and Zhu, Andong (2005). Inflation and Economic Growth: A CrossCountry Non-Linear Analysis. Working Paper. Political Economy Research Institute University of Massachusetts Amherst. No: 109. Quispe-Agnoli, Myrıam (2001). Monetary policy alternatives. Federal Reserve Bank of Atlanta Economic Review, 3, 45-53. Saatçi, Yasin (2007). Türkiye’de bütçe açıkları ve finansman şekilleri. Bütçe Dünyası, 2 (26), s. 91-100. 123 Saçkan, Oğuzhan (2006). Uzun Dönem Enflasyon-Büyüme İlişkisi: Türkiye Örneği. Yüksek Lisans Tezi, Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara. Sarel, Michael (1996). Nonlinear effects of inflation on economic growth. IMF Staff Papers, 43 (1), 199-215. Satya, Paul, Colm Kearney and Chowdhury, Kabir (1997). Inflation and economic growth: a multi-country empirical analysis. Applied Economics, 29 (10), 1387-1401. Savaş, Vural (1998). Politik İktisat (4. Baskı). İstanbul: Beta Basım Yayım A.Ş. Savaş, Vural (1999). İktisatın Tarihi (3. Baskı). Ankara: Siyasal Kitabevi. Scott, Robert Haney and McKean, John R (1964). A cross section look at employment, growth and inflation. Economic Inquiry, 3 (1), 1-6. Sepehri, Ardeshir and Moshiri, Saeed (2004). Inflation-growth profiles across countries: evidence from developing and developed countries. International Review of Applied Economics, 18 (2), 191-207. Sevüktekin, Mustafa ve Mehmet Nargeleçekenler (2007). Ekonometrik Zaman Serileri Analizi (2. Baskı). Ankara: Nobel Yayın Dağıtım Ltd.Şti. Sidrauski, Miguel (1967). Inflation and economic growth. The Journal of Political Economy, 75 (6), 796-810. Solow, Robert (1956). A contribution to the theory of economic growth. Quarterly Journal of Economics, 70, 65-94. Stockman, Alan (1981). Anticipated inflation and the capital stock in a cash-inadvance economy. Journal of Monetary Economics, 8 (3), 387–393. Şahin, Hüseyin (2002). Türkiye Ekonomisi (7. Baskı). Bursa: Ezgi Kitabevi. 124 Şamiloğlu, Famil (2002). Küreselleşme Sürecinde Türkiye’nin Finansal Kaynak Sorunu (1. Baskı). Ankara: Gazi Kitabevi. Şen, Hüseyin (2003). Olivera-tanzi etkisi: Türkiye üzerine ampirik bir çalışma. Maliye Dergisi, 143, 1-28. Şimşek, Muammer ve Kadılar, Cem (2005). Türkiye’nin ihracat talebi fonksiyonunun sınır testi yöntemi ile eşbütünleşme analizi. Doğuş Üniversitesi Dergisi, 6 (1), 144-152. Şiriner, İsmail ve Doğru, Yılmaz (2006). Türkiye’de Büyümenin Ekonomi Politiği 1980 Sonrası Türkiye Ekonomisi Üzerine Bir İnceleme. Ankara: Dipnot Yayınları. Şişik, Ülkü (1982). Enflasyon Kuramında Gelişmeler ve Türkiye’de Enflasyon: 19621977 (1. Baskı). Ankara: Türkiye ve Orta Doğu Amme İdaresi Enstitüsü Yayınları. Şıklar, İlyas (2004). Para Teorisi ve Politikası (1. Baskı). Eskişehir: T.C. Anadolu Üniversitesi Yayınları. Şubaşı, Devrim Subaşı (2005). Enflasyonun ARIMA Modelleri ile Tahminlenmesi: 1994–2005 Türkiye Uygulaması. Yüksek Lisans Tezi, Dumlupınar Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kütahya. Taban, Sami (2008). Türkiye’de Enflasyon-ekonomik büyüme ilişkisi: sınır testi yaklaşımı. TİSK (Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu) Akademi, 3 (5), 144167. Tarı, Recep ve Kumcu, Funda Sera (2005). Türkiye’de istikrarsız büyümenin analizi. Kocaeli Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 9, 156-179. Tarı, Recep (2006). Ekonometri (4. Baskı). İstanbul: Avcı Ofset. TEK (2003). Büyüme Stratejileri. Tartışma Metni. Türkiye Ekonomi Kurumu. Yayın No. 2003/5. 125 Temurlenk, M. Sinan ve Oltulular, Sabiha. Türkiye’nin Temel Makroekonomik Değişkenlerinin Bütünleşme Dereceleri Üzerine Bir Araştırma. http://web.inonu.edu.tr/~eisemp8/bildiri-pdf/temurlenk-oltulular.pdf, Erişim Tarihi: 15.03.2009. TCMB (Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası) (2001). Türkiye’nin Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı. http://www.tcmb.gov.tr/yeni/duyuru/eko_program/program.pdf, Erişim Tarihi: 16.04.2009. TCMB (Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası) (2004). Enflasyon Kitapçığı. Ankara: TCMB Yayınları. TCMB (Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası) (2005). Enflasyon Hedeflemesi Rejiminin Genel Çerçevesi ve 2006 Yılında Para ve Kur Politikası. Ankara: TCMB Yayınları. TCMB (Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası) (2006). Enflasyon Hedeflemesi Rejimi. Ankara: TCMB Yayınları. Terzi, Harun ve Oltulular, Sabiha (2004). Türkiye’de ekonomik büyüme-enflasyon süreci: sektörler itibariyle ekonometrik bir analiz. Bankacılar Dergisi, 50, 19-33. Tezel, Yahya Sezai (2003). İktisadi Büyüme (2. Baskı). Ankara: İmaj Yayınevi. Thirlwall, Anthony P. and Barton, C. A (1971). Inflation and growth: the international evidence. Banca Nazionale del Lavoro Quarterly Review, 98, 263-275. Tobin, James (1965). Money and economic growth. Econometrica, 33 (4), 671–684. Tokgöz, Erdinç (2004). Türkiye’nin İktisadi Tarihi (7. Baskı). Ankara: İmaj Yaynevi. Tunay, K. Batu (2001). Hiperenflasyon ve Hiperenflasyon Sürecinde Para İkamesi (1. Baskı). İstanbul: Beta Basım Yayım Dağıtım A. Ş. 126 Tunca, Zafer (2001). Makro İktisat (3. Baskı). İstanbul: Filiz Kitabevi. Turhan, Evren Salih (2007). Enflasyon ve Ekonomik Büyüme İlişkisi. Yüksek Lisans Tezi, Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kahramanmaraş. TÜGİAD (Türkiye Genç İşadamları Derneği) (1997). 2000’li Yıllara Doğru Türkiye’nin Önde Gelen Sorunlarına Yaklaşım: Enflasyon. İstanbul: Simge Ofis Matbaacılık. Türe, Hasan ve Akdi, Yılmaz (26-27 Mayıs 2005). Mevsimsel Kointegrasyon: Türkiye Verilerine Bir Uygulama (Bildiri). VII Ulusal Ekonometri ve İstatistik Kongresi, İstanbul. Türk, İsmail (1999). Maliye Politikası (13. Baskı). Ankara: Turhan Kitabevi. Türkkan, Erdal (2008). Rekabet Politikaları ve Makro Ekonomik İstikrar. http://www.rekabet.gov.tr/word/sempozyum/11_yil_sempozyumu/ERDAL_TURKK AN.ppt#257,1,REKABET POLİTİKALARI VE MAKRO EKONOMİK İSTİKRAR, Erişim Tarihi: 03.08.2008. Tüylüoğlu, Şevket (2007). Ekonomik büyüme ve uluslararası refah düzeyi (Editör: Ömer Faruk Çolak). İktisada Giriş. Ankara: Gazi Kitabevi, 665-702. Tylecote, Andrew (1981). The Causes of the Present Inflation (1th Edition). London: The Macmillan Press Ltd. Uluatam, Özhan (1998). Makro İktisat (9. Baskı). Ankara: Savaş Yayınları. Uludağ, İlhan ve Arıcan, Erişah (2003). Türkiye Ekonomisi (Teori-PolitikaUygulama) (2. Baskı). İstanbul: Der Yayınları. Ulusoy, Ahmet (2006). Maliye Politikası (4. Baskı). Trabzon: Üçyol Kitabevi. 127 Uslu, Enver (1993). Başlıca Enflasyon Teorileri ve 1980’li Yıllarda Türkiye’de Enflasyon. Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimer Enstitüsü, İstanbul. Uysal, Yaşar (2007). Türkiye’de enflasyon: sektörel kaynakları ve iç ticaret hadleri. Finans Politik Ekonomik Yorumlar Dergisi, 44 (508), 21-34. Uysal, Doğan, Mucuk, Mehmet ve Alptekin, Volkan (2008). Türkiye ekonomisinde vektör otoregresif model ile enflasyon-büyüme ilişkisinin analizi. Zonguldak Karaelmas Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 4 (8), 55-71. Ülgener, F. Sabri (1991). Milli Gelir, İstihdam ve İktisadi Büyüme (7. Baskı): İstanbul: Der Yayınları. Ünsal, Erdal M. (2001). Makro İktisat (4. Baskı). Ankara: İmaj Yayınevi.. Ünsal, Erdal M. (2007). İktisadi Büyüme (1. Baskı). Ankara: İmaj Yayınevi. Valdovinos, Carlos G. Fernández (2003). Inflation and economic growth in the long run. Economics Letters, 80 (2), 169–173. Vaona, Andrea and Schiavo, Stefano (2005). SemiparametricEvidence On The LongRun Effects of Inflation on Growth. Discussion Paper. Universita' Delgi Studi di Trento –Dipartimento Di Economia. No: 20. Walsh, Carl E. (2003). Monetary Theory and Policy (2th Edition). London: The MIT Press. Yamak, Rahmi ve Abidoğlui, Zehra (2009). Toplam ve Alt Kalemler Bazında Kamu Harcamaları ve Kamu Gelirleri İlişkisi: Türkiye Örneği. http://iletisim.atauni.edu.tr/eisemp/html/tammetinler/279.pdf, Erişim Tarihi: 10. 08. 2009. 128 Yapraklı, Sevda (2007). Enflasyon ve ekonomik büyüme arasındaki ilişki: Türkiye için eş-bütünleşme ve nedensellik analizi. Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 10 (2), 287-300. Yapraklı, Altında Sevda Dış (2008). Türkiye’de Açıkların Esnek Belirleyicileri: Döviz Sınır Kuru Testi Rejimi Yaklaşımı, http://www.deu.edu.tr/userweb/iibf_kongre/dosyalar/yaprakli.pdf, Erişim Tarihi: 10. 08. 2009. Yardımcı, Pınar (24-25 Mayıs 2007). Türkiye’de İhracat ve Ekonomik Büyüme Arasındaki İlişkilerin Bilgi Yayılmaları Çerçevesinde Analizi: Johansen ve Pesaran Sınır Testi Uygulaması (Bildiri). VIII Ulusal Ekonometri ve İstatistik Kongresi, Malatya. Yaşar, Pınar (2008). Alternatif Hasıla Açığı Tahmin Yöntemleri ve Phillips Eğrisi. DPT (Devlet Planlama Teşkilatı)-Uzmanlık Tezi, Ankara. Yeldan, Erinç (2001). Küreselleşme Sürecinde Türkiye Ekonomisi Bölüşüm, Birikim ve Büyüme (3. Baskı). İstanbul: İletişim Yayınları. Yetkiner, I. Hakan (2007). İktisadi Büyüme: Kuram ve Çözümlü Araştırmalar. Yayınlanmamış Ders Notları. İzmir. Yıldırım, Kemal ve Karaman, Doğan (2003). Makroekonomi (1. Baskı). Eskişehir: Eğitim, Sağlık ve Bilimsel Araştırma Vakfı. Yılmaz, Özlem Göktaş (2005). Türkiye ekonomisi’nde büyüme ve işsizlik oranları arasındaki ilişki. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Ekonometri ve İstatistik Dergisi, 2, 63-76. Yılmaz, Kamil, Akçay, Cevdet ve Alper, Cem (2002). Enflasyon ve Büyüme Dinamikleri Gelişmekte Olan Ülkeler Işığında Türkiye Analizi. İstanbul: Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği. 129 Zivot, Eric and Andrews, Donald W. K. (1992). Further evidence on the great crash, the oil price shock, and the unit root hypothesis, Journal of Business Economic Statistics,10 (3), 251-270. Zivot, Eric and Wang, Jiahui (2006). Modeling Financial Time Series with S-Plus (2th Edition). USA: Springer. http://tr.wikipedia.org/wiki/1929_D%C3%BCnya_Ekonomik_Bunal%C4%B1m%C 4%B1. Erişim Tarihi: 21.08.2008 130 Ekler 131 Ek-1: Çalışmada Kullanılan Veriler Dönemler Ekonomik Büyüme Oranları (BUY) 1988Q1 1988Q2 1988Q3 1988Q4 1989Q1 1989Q2 1989Q3 1989Q4 1990Q1 1990Q2 1990Q3 1990Q4 1991Q1 1991Q2 1991Q3 1991Q4 1992Q1 1992Q2 1992Q3 1992Q4 1993Q1 1993Q2 1993Q3 1993Q4 1994Q1 1994Q2 1994Q3 1994Q4 1995Q1 1995Q2 1995Q3 1995Q4 1996Q1 1996Q2 1996Q3 1996Q4 1997Q1 1997Q2 1997Q3 -0.302860 0.132210 0.424279 -0.304769 -0.276320 0.139943 0.447523 -0.276576 -0.208781 0.162888 0.383076 -0.253778 -0.296602 0.162505 0.426589 -0.299629 -0.210548 0.138670 0.423631 -0.298640 -0.215679 0.197943 0.387888 -0.289516 -0.245717 0.034325 0.419660 -0.264777 -0.204288 0.176363 0.378657 -0.286623 -0.185246 0.170896 0.352537 -0.270191 -0.186399 0.185369 0.339214 TÜFE’ye Göre TEFE’ye Göre Gayri Safi Hesaplanan Hesaplanan Yatırım Enflasyon Enflasyon Harcamalarının Oranları Oranları GSYİH’ya Oranı (TÜFE) (TEFE) (INV) 0.373860 0.366031 23.67010 0.133761 0.118451 26.66951 0.068431 0.073800 21.33946 0.143251 0.137695 25.38003 0.138512 0.149462 27.98236 0.122515 0.126854 26.43334 0.095583 0.111206 20.92560 0.143737 0.096181 24.66228 0.113244 0.132429 24.78329 0.137206 0.080498 27.16248 0.056030 0.079864 23.92583 0.167773 0.122799 28.37942 0.125149 0.120926 25.83312 0.140716 0.124035 26.90243 0.089603 0.086350 23.00318 0.164494 0.118096 28.42585 0.183729 0.194435 26.34046 0.091611 0.071441 28.39541 0.069212 0.074871 22.33429 0.173438 0.144350 28.27451 0.127066 0.133999 27.66386 0.123542 0.099775 32.60279 0.111063 0.109188 27.28886 0.165111 0.124379 34.00371 0.143429 0.184059 29.26297 0.340293 0.432263 28.70922 0.090911 0.084840 23.85959 0.216735 0.179817 26.67882 0.182265 0.219135 25.09835 0.134923 0.114997 28.71481 0.104119 0.072867 24.45994 0.185515 0.125253 31.71514 0.157067 0.176829 27.76892 0.149318 0.178584 31.50521 0.095156 0.090573 27.83361 0.173950 0.149669 29.66784 0.143358 0.153298 28.20183 0.164188 0.149147 33.40021 0.141974 0.153348 29.00363 132 1997Q4 1998Q1 1998Q2 1998Q3 1998Q4 1999Q1 1999Q2 1999Q3 1999Q4 2000Q1 2000Q2 2000Q3 2000Q4 2001Q1 2001Q2 2001Q3 2001Q4 2002Q1 2002Q2 2002Q3 2002Q4 2003Q1 2003Q2 2003Q3 2003Q4 2004Q1 2004Q2 2004Q3 2004Q4 2005Q1 2005Q2 2005Q3 2005Q4 2006Q1 2006Q2 2006Q3 2006Q4 2007Q1 2007Q2 2007Q3 2007Q4 -0.263217 -0.172981 0.128980 0.333531 -0.301973 -0.245891 0.192172 0.291110 -0.258622 -0.170103 0.204595 0.299647 -0.252091 -0.262125 0.111569 0.324514 -0.283075 -0.130284 0.174539 0.315733 -0.248896 -0.163601 0.135258 0.330675 -0.242802 -0.111359 0.157690 0.247783 -0.232877 -0.108827 0.147489 0.268514 -0.216615 -0.134941 0.162323 0.235949 -0.212327 -0.119724 0.136673 0.210060 -0.099524 0.220139 0.161811 0.118054 0.098924 0.159635 0.110230 0.115028 0.110988 0.160834 0.127756 0.072895 0.058679 0.094394 0.079510 0.184934 0.096759 0.150597 0.097475 0.041211 0.042592 0.092242 0.065470 0.061078 0.007037 0.043571 0.020822 0.015367 0.007749 0.042175 0.020847 0.029430 0.018277 0.040735 0.016777 0.029382 0.018153 0.028985 -0.111556 0.021677 -0.003706 0.038506 0.179626 0.152234 0.101861 0.076565 0.107680 0.097252 0.120677 0.112980 0.147845 0.146177 0.070775 0.035190 0.065577 0.089219 0.265631 0.118856 0.143298 0.091901 0.050782 0.072873 0.073474 0.103257 0.027240 -0.010594 0.014287 0.063382 0.040222 0.003903 0.051149 -0.007597 0.038174 0.021338 -0.000471 0.018568 0.053419 0.037869 -0.001900 0.007216 0.019774 0.010271 0.014691 33.86187 28.24431 31.79275 26.19692 30.30524 24.83876 27.41183 23.91691 26.60451 25.80804 30.24386 26.73611 28.85511 22.71143 22.83988 18.19781 19.75261 15.87214 20.56040 17.78939 21.30940 16.40779 21.05427 17.37201 23.93956 23.14154 27.13832 20.80802 25.06113 23.93741 30.85185 25.25075 30.45843 29.65168 32.48050 26.80158 30.24062 28.59119 34.20487 27.90856 31.05000 133 Ek-2: Çalışmada Kullanılan Verilerin Grafiksel Gösterimleri Mevsimsellik Etkisinden Arındırılmamış Ekonomik Büyüme Oranları Serisi .5 .4 .3 .2 .1 .0 -.1 -.2 -.3 -.4 88 90 92 94 96 98 00 02 04 06 Mevsimsellik Etkisinden Arındırılmamış Enflasyon Oranları (TÜFE) Serisi .4 .3 .2 .1 .0 -.1 -.2 88 90 92 94 96 98 00 02 04 06 134 Mevsimsellik Etkisinden Arındırılmamış Enflasyon Oranları (TEFE) Serisi .5 .4 .3 .2 .1 .0 -.1 88 90 92 94 96 98 00 02 04 06 Mevsimsellik Etkisinden Arındırılmamış Gayri Safi Yatırım Harcamalarının GSYİH’ya Oranı Serisi 35 30 25 20 15 88 90 92 94 96 98 00 02 04 06 135 Mevsimsellik Etkisinden Arındırılmış Ekonomik Büyüme Oranları Serisi .12 .08 .04 .00 -.04 -.08 -.12 -.16 88 90 92 94 96 98 00 02 04 06 Mevsimsellik Etkisinden Arındırılmış Enflasyon Oranları (TÜFE) Serisi .4 .3 .2 .1 .0 -.1 -.2 88 90 92 94 96 98 00 02 04 06 136 Mevsimsellik Etkisinden Arındırılmış Enflasyon Oranları (TEFE) Serisi .5 .4 .3 .2 .1 .0 -.1 88 90 92 94 96 98 00 02 04 06 Mevsimsellik Etkisinden Arındırılmış Gayri Safi Yatırım Harcamalarının GSYİH’ya Oranı Serisi 36 32 28 24 20 16 88 90 92 94 96 98 00 02 04 06 137 Ek-3: ARDL (4, 4, 2) Modeli Uzun Dönem Tahmin Sonuçları ve Uzun Dönem Katsayıları-1 Microfit 4.0 Çıktısı 138 Ek-4: ARDL (4, 4, 2) Modeli Uzun Dönem Tahmin Sonuçları ve Uzun Dönem Katsayıları-2 Microfit 4.0 Çıktısı 139 Ek-5: ARDL (4, 4, 2) Modeline Dayalı Kısa Dönem Tahmin Sonuçları-1 Microfit 4.0 Çıktısı 140 Ek-6: ARDL (4, 4, 2) Modeline Dayalı Kısa Dönem Tahmin Sonuçları-2 Microfit 4.0 Çıktısı 141 T.C. SELÇUK ÜNİVERSİTESİ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü Özgeçmiş Adı Soyadı: Doğum Yeri: Doğum Tarihi: Medeni Durumu: Öğrenim Durumu Derece İlköğretim Ortaöğretim Lise Lisans Yüksek Lisans Becerileri: İlgi Alanları: İş Deneyimi: Taha Bahadır SARAÇ Yıldızeli/SİVAS 12.08.1979 Bekar Okulun Adı Program Yer Yıl 23 Nisan İlköğretim SAMSUN 1990 İlkokulu Samsun Anadolu SAMSUN 1994 Lisesi Samsun Anadolu SAMSUN 1997 Lisesi Selçuk Üniversitesi İktisadi ve İdari İktisat KONYA 2002 Bilimler Fakültesi Selçuk Üniversitesi İktisadi ve İdari İktisat KONYA 2005 Bilimler Fakültesi Yüzmek, futbol, voleybol ve basketbol oynamak. İktisat politikası, ekonometri, dış ticaret. Selçuk Üniversitesi Hadim Meslek Yüksekokulu Dış Ticaret Programı (2005-Devam Ediyor) Aldığı Ödüller: Hakkımda bilgi almak için önerebileceğim şahıslar: Tel: E-Posta: Adres Doç. Dr. Zeynep KARAÇOR (Selçuk Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi) Doç. Dr. Doğan UYSAL (Selçuk Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi) Doç. Dr. Hüseyin ÖZER (Atatürk Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi) Öğr. Gör. Durmuş Ali CEYLAN (Selçuk Üniversitesi Çumra Meslek Yüksekokulu) 0505 795 14 24 tbsarac@selcuk.edu.tr Taşpınar Mahallesi Taşkent Caddesi Belediye Konutları A Blok No: 1 Hadim/KONYA