enflasyon ve ekonomik büyüme ilişkisi

advertisement
T.C.
SELÇUK ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
İKTİSAT ANABİLİM DALI
ENFLASYON VE EKONOMİK BÜYÜME İLİŞKİSİ:
TÜRKİYE EKONOMİSİ ÜZERİNE
EKONOMETRİK BİR UYGULAMA (1988-2007)
Taha Bahadır SARAÇ
DOKTORA TEZİ
Danışman
Doç. Dr. Zeynep KARAÇOR
Konya–2009
ii
T.C.
SELÇUK ÜNİVERSİTESİ
Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü
BİLİMSEL ETİK SAYFASI
Bu tezin proje safhasından sonuçlanmasına kadar ki bütün süreçlerde bilimsel etiğe
ve akademik kurallara özenle riayet edildiğini, tez içindeki bütün bilgilerin etik
davranış ve akademik kurallar çerçevesinde elde edilerek sunulduğunu, ayrıca tez
yazım kurallarına uygun olarak hazırlanan bu çalışmada başkalarının eserlerinden
yararlanılması durumunda bilimsel kurallara uygun olarak atıf yapıldığını bildiririm.
Taha Bahadır SARAÇ
iii
T.C.
SELÇUK ÜNİVERSİTESİ
Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü
DOKTORA TEZİ KABUL FORMU
………………………. tarafından hazırlanan ……………………………………..
başlıklı bu çalışma ……../……../…….. tarihinde yapılan savunma sınavı sonucunda
oybirliği/oyçokluğu ile başarılı bulunarak, jürimiz tarafından doktora tezi olarak
kabul edilmiştir.
Başkan
Üye
Üye
Üye
Üye
iv
Önsöz/Teşekkür
Türkiye ekonomisi, 1970’li yılların ikinci yarısından itibaren yüksek
enflasyon ve istikrarsız bir ekonomik büyüme performansı sergilemiştir. Yaşanan bu
istikrarsız ekonomik büyüme performansının arkasında ise ilgili dönemde yüksek
sayılabilecek düzeylerde seyreden enflasyonun etkili olduğu düşünülmektedir. Daha
ziyade gelişmekte olan ülkelere özgü oluşan bu yapı, konu ile ilgili özellikle 1980’li
yıllardan sonra yapılan bilimsel çalışmalarla da desteklenmektedir. Diğer bir deyişle,
yüksek enflasyonun ekonomik büyüme hızını yavaşlattığı ve istikrarlı bir ekonomik
büyümenin sağlanabilmesi için enflasyonun önlenmesi gerektiği ortaya konulmuş
olmaktadır. Bu doğrultuda hazırlanan çalışmada ise Türkiye ekonomisinde enflasyon
ve ekonomik büyüme arasındaki ilişkinin belirlenmesi ve enflasyonun ekonomik
büyüme üzerinde olumsuz bir etki meydana getirip getirmediğinin amprik olarak
belirlenmesi amaçlanmıştır.
Bununla birlikte, bu çalışmanın hazırlanmasında ve şekillenmesinde değerli
bilgi ve önerileri ile katkıda bulunan başta tez danışmanlığımı yürüten Doç. Dr.
Zeynep KARAÇOR’a, Doç. Dr. Doğan UYSAL’a ve Doç. Dr. Hüseyin ÖZER’e
bilgi ve katkılarından dolayı, beni her konuda destekleyen aileme ve benim için
huzurlu bir çalışma ortamı sağlayan Selçuk Üniversitesi Hadim Meslek Yüksekokulu
akademik ve idari personeline sonsuz teşekkürlerimi sunarım.
Konya, 2009
Taha Bahadır SARAÇ
v
T.C.
SELÇUK ÜNİVERSİTESİ
Öğrencinin
Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü
Adı Soyadı
Ana Bilim / Bilim
Dalı
Danışmanı
Tezin Adı
Taha Bahadır SARAÇ
Numarası: 054126001002
İktisat
Doç. Dr. Zeynep KARAÇOR
Enflasyon ve Ekonomik Büyüme İlişkisi: Türkiye
Ekonomisi Üzerine Ekonometrik Bir Uygulama
(1988-2007)
ÖZET
Fiyat istikrarı ile birlikte ekonomik büyümenin gerçekleştirilmesi iktisat politikasının
en temel amaçlarından birisini oluşturmaktadır. Diğer bir deyişle, bu iki amaç bir
toplumdaki refah artışının en önemli ön koşullarını oluşturmaktadır. Özellikle
1970’li yılların ikinci yarısından itibaren yüksek enflasyon ve düşük bir ekonomik
büyüme performansı sergileyen Türkiye’de ise bu ön koşulların istenilen düzeyde
gerçekleştirilemediği gözlenmektedir. Bu doğrultuda hazırlanan çalışmada ise
Türkiye’de enflasyon ile ekonomik büyüme arasındaki ilişkinin ortaya konulması
amaçlanmaktadır. Bu amacın ortaya konulması için (1988:1-2007:4) dönemi çeyrek
dönem verileri ile sınır testi yöntemi kullanılmıştır ve TÜFE’ye göre hesaplanan
enflasyon oranları ile ekonomik büyüme arasında hem kısa dönemde hem de uzun
dönem de negatif yönlü bir ilişki olduğu, TEFE’ye göre hesaplanan enflasyon
oranları ile ekonomik büyüme arasında ise sadece kısa dönemde negatif yönlü bir
ilişki olduğu tespit edilmiştir.
Anahtar Kelimeler: Enflasyon, Ekonomik Büyüme, Türkiye, Sınır Testi
vi
T.C.
SELÇUK ÜNİVERSİTESİ
Öğrencinin
Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü
Adı Soyadı
Ana Bilim /
Bilim Dalı
Danışmanı
Tezin İngilizce Adı
Taha Bahadır SARAÇ
Numarası: 054126001002
İktisat
Doç. Dr. Zeynep KARAÇOR
The Relationship Between Inflation and Economic
Growth: An Econometric Application for Turkey
(1988-2007)
SUMMARY
Price stability in conjunction with economic growth are the main goals of the
economic policy. Put another way, such these goals are prerequisites of increasing
the welfare of the society. Especially after the second half of 1970s, these
prerequisites were not eventuated up to the mark in Turkey. In this context,
determining the relationship between inflation and economic growth in Turkey was
intended in this study. Quarterly data during (1988:1-2007:4) period and bounds test
method used to display the goal of the study and found that negative relationship
between inflation rates, which is calculated by CPI (Consumer Price Index), and
economic growth both in short and long run, however negative relationship between
inflation rate, which is calculated WPI (Wholesale Price Index), and economic
growth only in short run.
Key Words: Inflation, Economic Growth, Turkey, Bounds Test
vii
Kısaltmalar Listesi
ARDL
:
Autoregressive Distributed Lag
APEC
:
Asia-Pacific Economic Cooperation
GSYİH
:
Gayri Safi Yurtiçi Hasıla
GARCH :
Generalized Autoregressive Conditional Heteroskedasticity
IMF
:
International Monetary Found
OECD
:
Organisation for Economic Co-operation and Development
TÜFE
:
Tüketici Fiyat Endeksi
TEFE
:
Toptan Eşya Fiyat Endeksi
ÜFE
:
Üretici Fiyat Endeksi
VAR
:
Vector Autoregression Model
viii
Tablolar Listesi
Sayfa No
Tablo-1: Çalışmada Kullanılan Değişkenler............................................................. 88
Tablo-2: Serilerin Deterministik Özellikleri............................................................. 89
Tablo-3: ADF Birim Kök Testi Sonuçları-1............................................................. 91
Tablo-4: PP Birim Kök Testi Sonuçları-1 ................................................................ 92
Tablo-5: Yapısal Kırılmanın Dikkate Alındığı Zivot-Andrews Birim Kök Testi
Sonuçları ................................................................................................................. 93
Tablo-6: ADF Birim Kök Testi Sonuçları-2............................................................. 94
Tablo-7: PP Birim Kök Testi Sonuçları-2 ................................................................ 94
Tablo-8: Sınır Testi için Uygun Gecikme Uzunluğunun Belirlenmesi-1................... 95
Tablo-9: Sınır Testi için Uygun Gecikme Uzunluğunun Belirlenmesi-2................... 96
Tablo-10: Eşbütünleşme İlişkisi Sonuçları............................................................... 96
Tablo-11: ARDL (4, 4, 2) Modeli Uzun Dönem Tahmin Sonuçları ve Uzun Dönem
Katsayıları-1............................................................................................................ 98
Tablo-12: ARDL (4, 4, 2) Modeli Uzun Dönem Tahmin Sonuçları ve Uzun Dönem
Katsayıları-2............................................................................................................ 99
Tablo-13: ARDL (4, 4, 2) Modeline Dayalı Kısa Dönem Tahmin Sonuçları-1 ....... 101
Tablo-14: ARDL (4, 4, 2) Modeline Dayalı Kısa Dönem Tahmin Sonuçları-2 ....... 102
ix
Şekiller ve Grafikler Listesi
Sayfa No
Şekil-1: Phillips Eğrisi............................................................................................. 35
Şekil-2: Tobin Modelinin İşleyişi ............................................................................ 39
Grafik-1: Enflasyon ve Ekonomik Büyüme (1924-1945) ......................................... 57
Grafik-2: Enflasyon ve Ekonomik Büyüme (1949-1960) ......................................... 59
Grafik-3: Enflasyon ve Ekonomik Büyüme (1961-1967) ......................................... 62
Grafik-4: Enflasyon ve Ekonomik Büyüme (1969-1979) ......................................... 63
Grafik-5: Enflasyon ve Ekonomik Büyüme (1980-2001) ......................................... 66
Grafik-6: Enflasyon ve Ekonomik Büyüme (2002-2007) ......................................... 69
x
İÇİNDEKİLER
Sayfa No
Bilimsel Etik Sayfası ................................................................................................ ii
Tez Kabul Formu .................................................................................................... iii
Önsöz / Teşekkür..................................................................................................... iv
Özet ......................................................................................................................... v
Summary................................................................................................................. vi
Kısaltmalar Listesi.................................................................................................. vii
Tablolar Listesi ..................................................................................................... viii
Şekiller ve Grafikler Listesi..................................................................................... ix
Giriş ......................................................................................................................... 1
BİRİNCİ BÖLÜM-KAVRAMSAL ÇERÇEVE: ENFLASYON ve EKONOMİK
BÜYÜME................................................................................................................ 4
1.1. Enflasyon Kavramı ...................................................................................... 4
1.1.1. Enflasyonun Türleri ............................................................................ 5
1.1.1.1. Talep Enflasyonu..................................................................... 5
1.1.1.2. Maliyet Enflasyonu.................................................................. 5
1.1.1.3. Yapısal Enflasyon.................................................................... 5
1.1.1.4. İthal Enflasyon ....................................................................... 6
1.1.2. Enflasyonun Etkileri............................................................................ 6
1.1.2.1. Enflasyonun Ekonomik Etkileri ............................................... 6
1.1.2.1.1. Enflasyonun Kaynaklar Üzerindeki Etkisi ................. 7
1.1.2.1.2. Enflasyonun Ödemeler Dengesi Üzerindeki Etkisi .... 8
1.1.2.1.3. Enflasyonun Rekabet Ortamına Etkisi ....................... 8
1.1.2.2. Enflasyonun Mali Etkileri........................................................ 9
1.1.2.2.1. Enflasyonun Vergi Gelirleri Üzerindeki Etkisi .......... 9
1.1.2.2.2. Enflasyonun Vergi Kaçakçılığı Üzerindeki Etkisi.... 10
1.1.2.2.3. Enflasyonun Bütçe Üzerindeki Etkisi ...................... 10
1.1.2.3. Enflasyonun Sosyal Etkileri................................................... 11
1.1.2.3.1. Enflasyonun Gelir Dağılımı Üzerindeki Etkisi......... 11
1.1.2.3.2. Enflasyonun Diğer Sosyal Etkileri........................... 12
1.1.3. Tarihsel Süreç İçerisinde Enflasyon ile İlgili Yaklaşımlar.................. 13
1.1.3.1. Klasik Yaklaşım .................................................................... 13
xi
1.1.3.2. Keynezyen Yaklaşım ............................................................. 14
1.1.3.3. Parasalcı Yaklaşım ................................................................ 15
1.1.3.4. Yapısalcı Yaklaşım................................................................ 16
1.2. Ekonomik Büyüme Kavramı...................................................................... 18
1.2.1. Tarihsel Süreç İçerisinde Ekonomik Büyüme ile İlgili Yaklaşımlar ... 21
1.2.1.1. Klasik Ekonomik Büyüme Yaklaşımı .................................... 21
1.2.1.2. Marksist Ekonomik Büyüme Yaklaşımı................................. 24
1.2.1.3. Keynes’in Ekonomik Büyüme Yaklaşımı .............................. 26
1.2.1.4. Harrod-Domar Ekonomik Büyüme Yaklaşımı ....................... 27
1.2.1.5. Neoklasik Ekonomik Büyüme Yaklaşımı............................... 29
1.2.1.6. İçsel Ekonomik Büyüme Yaklaşımı ....................................... 31
İKİNCİ BÖLÜM-ENFLASYON VE EKONOMİK BÜYÜME İLİŞKİSİ......... 34
2.1. Enflasyon ve Ekonomik Büyüme İlişkisini İnceleyen Yaklaşımlar ............. 34
2.1.1. Phillips Eğrisi Yaklaşımında Enflasyon ve Ekonomik Büyüme
İlişkisi............................................................................................................ 35
2.1.2. Neoklasik Yaklaşımlarda Enflasyon ve Ekonomik Büyüme İlişkisi ... 37
2.1.3. İçsel Ekonomik Büyüme Teorilerinde Enflasyon ve Ekonomik Büyüme
İlişkisi .................................................................................................................... 42
2.2. Enflasyon ve Ekonomik Büyüme İlişkisini İnceleyen Uygulamalı
Çalışmalar ........................................................................................................ 44
2.2.1. Enflasyonun Ekonomik Büyümeyi Pozitif Yönde Etkilediği Sonucuna
Ulaşan Çalışmalar .................................................................................................. 44
2.2.2. Enflasyonun Ekonomik Büyümeyi Negatif Yönde Etkilediği Sonucuna
Ulaşan Çalışmalar .................................................................................................. 45
2.2.3. Enflasyonun Ekonomik Büyümeyi Belirli Bir Eşik Değer Çerçevesinde
Etkilediği Sonucuna Ulaşan Çalışmalar .................................................................. 49
2.3. Enflasyon ve Ekonomik Büyüme İlişkisinin Türkiye Ekonomisi
Çerçevesinde Analizi.............................................................................................. 56
2.3.1. 1923-1945 Yılları Arası Dönem ........................................................ 56
2.3.2. 1946-1960 Yılları Arası Dönem ........................................................ 58
2.3.3. 1961-1979 Yılları Arası Dönem ........................................................ 60
2.3.4. 1980-2001 Yılları Arası Dönem ........................................................ 64
2.3.5. 2002-2007 Yılları Arası Dönem ........................................................ 67
2.4. Enflasyon ve Ekonomik Büyüme İlişkisi Üzerine Türkiye’de Yapılan
Uygulamalı Çalışmalar ........................................................................................... 71
xii
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM-ENFLASYON VE EKONOMİK BÜYÜME ARASINDAKİ
İLİŞKİNİN EKONOMETRİK ANALİZİ........................................................... 75
3.1. Metodoloji ................................................................................................. 75
3.2. Durağanlık Testleri .................................................................................... 76
3.2.1. Korelogram Testi .............................................................................. 76
3.2.2. Birim Kök Testleri ............................................................................ 77
3.2.2.1. Yapısal Kırılmanın Dikkate Alınmadığı Birim Kök Testleri... 77
3.2.2.1.1. Genişletilmiş Dickey-Fuller Birim Kök Testi .......... 78
3.2.2.1.2. Phillips-Perron Birim Kök Testi .............................. 81
3.2.2.2. Yapısal Kırılmanın Dikkate Alındığı Birim Kök Testleri ....... 82
3.2.2.2.1. Zivot-Andrews Birim Kök Testi.............................. 83
3.3. ARDL Modeli Eşbütünleşme Yaklaşımı (Sınır Testi)................................. 85
3.4. Veri Tanımlanması .................................................................................... 87
3.5. Ekonometrik Sonuçlar ............................................................................... 89
3.5.1. Birim Kök Testleri Sonuçları............................................................. 91
3.5.2. ARDL Modeli Eşbütünleşme Yaklaşımı (Sınır Testi) Sonuçları ........ 94
3.5.3. ARDL Modeli Uzun Dönem İlişkisi .................................................. 97
3.5.4. ARDL Modeli Kısa Dönem İlişkisi ................................................. 100
Sonuç ................................................................................................................... 103
Kaynakça ............................................................................................................. 106
Ekler .................................................................................................................... 130
Özgeçmiş ............................................................................................................. 141
1
Giriş
Fiyat istikrarının sağlanması ve ekonomik büyümenin gerçekleştirilmesi,
iktisat
politikasının
en
temel
amaçlarını
oluşturmaktadır.
Bu
amaçların
gerçekleştirilmesi ile toplumun refahı artmakta aksi durumlarda ise toplumda refah
kaybı oluşabilmektedir. Bu nedenle de bu iki amacın birlikte gerçekleştirilmesi
büyük önem arz etmektedir. Fakat bu iki amaç her zaman aynı anda
gerçekleştirilememektedir. Örneğin, ekonomik büyümenin hızlandığı bir durumda
toplumun gelir düzeyi yükselmekte ve buna bağlı olarak toplumun tüketim kalıpları
değişebilmektedir. Tüketim kalıplarındaki bu değişikliğin etkisiyle oluşabilen talep
fazlasının karşılanamaması halinde ise başlangıçta sağlanan fiyat istikrarı
bozulabilmektedir. Bu durumun tam tersi olarak, fiyat istikrarının sağlanması için
takip edilen toplam harcamaları azaltıcı politikalar, ekonomide çarpan etkisi
oluşturabilmekte
ve
ekonomik
büyümenin
daha
fazla
azalmasına
neden
olabilmektedir.
Dolayısıyla fiyat istikrarı ile ekonomik büyüme arasında bir etkileşimin
bulunması, bu etkileşimin derecesinin ve öncelik sırasının belirlenmesini önemli
kılmakta ve uygulanacak iktisat
politikalarının şekillenmesine de katkıda
bulunmaktadır. Diğer bir deyişle, fiyat istikrarının sağlanamadığı veya aynı anlamda
kullanılan enflasyonun yükseldiği bir ülkede ekonomik büyümede de hissedilir
azalmalar meydana geliyorsa bu durumda enflasyonu hızlandırıcı politikalardan
vazgeçilmesi gerekmektedir. Fakat makroekonomik teoride, enflasyon ile ekonomik
büyüme arasında bir önceki ifade de belirtildiği gibi bir çelişki olmadığı uzun yıllar
hakim görüş olarak kabul edilmiştir. 1960’lı ve 1970’li yıllarda Mundell ve Tobin
gibi iktisatçıların öncülüğünü yaptığı bu hakim düşüncede, enflasyonun sermaye
birikimini artıracağı ve sermaye birikiminin artmasıyla da ekonomik büyümenin
hızlanacağı ileri sürülürken; daha sonraki çalışmalarda ise bu düşüncenin
desteklenmediği görülmektedir. Zira, söz konusu ikinci düşüncenin geçerlilik
kazanmasında, özellikle 1980’li yıllarda Latin Amerika ülkelerinde gözlenen yüksek
enflasyon ve düşük ekonomik büyümenin dışında birçok nedenin etkili olduğu
belirtilmektedir.
2
Bu nedenler içerisinde ise yüksek enflasyonun fiyatlama davranışlarını
bozması ve bunun da kaynak kullanımını etkinsizleştirmesinin öne çıktığı
düşünülmektedir. Bu anlamda enflasyon, sadece kaynakların etkin kullanımını
sınırlamamakta aynı zamanda üretimde kullanılacak sermayenin de maliyetini de
artırmaktadır. Çünkü enflasyon ile beraber gelecekle ilgili belirsizlikler artmakta ve
buna bağlı olarak da alınacak olan risklerin fiyatı da yükselmektedir. Böylelikle de
reel anlamda kayba uğramak istemeyen sermaye sahiplerinin, ancak enflasyonun
üzerindeki faiz oranları ile yatırımcılara kaynak sağlamak istemeleri, yatırımların
caydırılmasına ve ülkenin potansiyel üretim kapasitesinin azalmasına neden
olabilmektedir.
Ülkedeki mevcut talep düzeyinin düşürülememesi durumunda potansiyel
üretim kapasitesinin azalması, enflasyonun azaltılmasının önünde önemli bir engel
oluşturmaktadır. Başka bir ifadeyle, azalan üretim kapasitesine rağmen toplam talep
düzeyinin düşürülememesi, enflasyonun sürekli artmasına ve başlangıçta yaşanan
sürecin tekrarlanmasına sebep olmaktadır. Bu nedenle, enflasyon ile mücadele, hem
fiyatlama kararlarının düzelmesine ve ülke kaynaklarının etkin kullanımının
sağlanmasına hem de gelecekle ilgili risklerin azalmasıyla birlikte sermaye
maliyetinin ucuzlamasına, yatırımların artmasına ve potansiyel üretim kapasitesinin
genişlemesine imkan tanımaktadır. Genişleyen potansiyel üretim kapasitesi ise nihai
aşamada enflasyon durumunda gözlenen toplam talep ile toplam arz arasındaki
toplam arz aleyhine olan eksikliğin giderilmesine ve enflasyon artış hızının
yavaşlamasına katkıda bulunmaktadır.
1970’li yılların ikinci yarısından sonraki dönemin büyük bir bölümünde,
Türkiye’de Latin Amerika ülkelerinde yaşanan sürece benzer bir şekilde enflasyonun
yükseldiği ve ekonomik büyümede istikrarsızlıkların yaşandığı gözlenmektedir.
Bozulan makroekonomik dengelerin düzeltilmesi amacıyla alınan 24 Ocak 1980
istikrar tedbirlerinin ardından ise oluşan tablonun, kararların temel amaçlarından
birisini oluşturan enflasyonun makul düzeylere düşürülmesi amacına çok fazla
hizmet etmediği görülmektedir. Oluşan bu fiyat istikrarsızlığının birçok yapısal
nedeni
olmakla
birlikte,
para
arzının
kontrol
edilememesi,
iç
talebin
sınırlandırılamaması, kredi faizlerinin sürekli artış göstermesi ve mali disiplinin
3
sağlanamaması gibi nedenlerin enflasyon üzerinde önemli etkileri olduğu
belirtilmektedir. Söz konusu bu nedenlere bağlı olarak oluşan enflasyonun ise ilgili
dönemde yaşanan istikrarsız ekonomik büyüme performansının en önemli
nedenlerinden birisi olduğu düşünülmektedir.
Bu açıklamalar, yaşanan bu sürecin nitel boyutunu göstermekle beraber nicel
boyutunu ise göstermemektedir. Dolayısıyla yaşanan bu süreçte, enflasyon ile
ekonomik büyüme arasındaki ilişkinin ölçülmesi ve uğranılan kayıpların nicel olarak
ifade edilmesi, enflasyon ile mücadeledeki kararlılığın devamlılığını destekleyici bir
unsur oluşturmaktadır. Zira, konu ile ilgili olarak Türkiye’de birçok uygulamalı
çalışmanın yapılması, bu tespiti doğrulamaktadır. Bu doğrultuda hazırlanan
çalışmada ise temel amaç, enflasyon ve ekonomik büyüme arasındaki ilişkinin
geçerliliğini sınamak ve böylelikle konu ile oluşan literatüre katkıda bulunmaktır.
Bu çerçevede, üç bölümden oluşan çalışmanın ilk bölümünde, enflasyon ve
ekonomik büyümenin kavramsal çerçevesi incelenmiştir.
İkinci bölümde ise, enflasyon ve ekonomik büyüme arasındaki ilişkinin teorik
altyapısı araştırılmıştır. Konu ile ilgili literatürün de araştırıldığı bu bölümde, ayrıca
enflasyon ve ekonomik büyüme ilişkisinin Türkiye ekonomisindeki tarihsel gelişimi
de analiz edilmiştir.
Çalışmada benimsenen ekonometrik yöntemin açıklandığı ve ekonometrik
yöntem ile ilgili uygulama sonuçlarının yer aldığı üçüncü bölümden sonra
çalışmadan elde edilen sonuçların değerlendirildiği sonuç bölümü ile çalışma
tamamlanmıştır.
BİRİNCİ BÖLÜM
KAVRAMSAL ÇERÇEVE: ENFLASYON ve EKONOMİK BÜYÜME
1.1. Enflasyon Kavramı
Devletin belli iktisadi amaçlara ulaşmak için kararlar alması ve bunları
uygulaması olarak tanımlanan iktisat politikası ile gerçekleştirmek istediği temel
amaçları bulunmaktadır. Bu amaçlar; tam istihdama ulaşmak, üretimi artırmak, gelir
ve servet dağılımını düzeltmek, fiyat istikrarını korumak ve ödemeler dengesini
düzenlemek olarak sıralanmaktadır (Savaş, 1998: 38, 39). Bu amaçlar arasında yer
alan fiyat istikrarı ise insanların tüketim, yatırım ve tasarruf kararlarında dikkate
almaya gerek duymayacakları ölçüde düşük düzeylerde sürdürülen bir enflasyon
oranı şeklinde ifade edilmektedir (TCMB, 2006: 3). Tanımda da belirtildiği üzere
fiyat istikrarı enflasyon oranı ile açıklanmaktadır. Bu nedenle fiyat istikrarı
kavramının anlaşılabilmesi için öncelikle enflasyon kavramının tanımlanması
gerekmektedir.
Enflasyon Latince kökenli bir kelime olup “şişme” anlamına gelmektedir.
İktisat literatüründe ise enflasyon, “fiyatlar genel düzeyinin hızlı ve sürekli bir
biçimde yükselmesi” olarak tanımlanmaktadır. Dolayısıyla enflasyon bir süreci ifade
etmekte ve ekonomide herhangi bir nedenle ortaya çıkan ve sürüp giden bir
dengesizliğin göstergesi olarak kabul edilmektedir. Fiyatlar genel düzeyinin bu
şekilde yükselme sürecine girmesi, ekonomide var olan dengesizliğin veya
dengesizliklerin
bir
sonucu
olmakla
birlikte
aynı
zamanda,
başka
bazı
dengesizliklerin de nedeni olmaktadır (Aktaran: Karaçor, 2007: 100; Cukrowski ve
Kavelashvili, 2002: 6; Tylecote, 1981: 1). Bu anlamda enflasyon, ekonomide;
kaynak ve gelir dağılımını bozan, tasarruf ve yatırımları önemli ölçüde sınırlayan ve
ekonomik gelişmeyi yavaşlatan bir sürece neden olmaktadır. Bu sürecin önüne
geçilmediğinde, ekonomik çöküntülere, toplumsal çalkantılara ve sonunda siyasal
patlamalara sebep olan enflasyonun ise nedenlerine ve şiddetine göre farklı
sınıflandırmalar ile açıklandığı gözlenmektedir (Karaçor, 2007: 100). Bu çalışmada
ise enflasyonun nedenlerine göre incelenmesinin uygun olduğu düşünülmüştür.
5
1.1.1. Enflasyonun Türleri
Enflasyon nedenlerine göre, sırasıyla talep enflasyonu, maliyet enflasyonu,
yapısal enflasyon ve ithalat enflasyonu olarak dört grupta incelenmektedir.
1.1.1.1. Talep Enflasyonu
Cari fiyatlarla toplam talebin, toplam mal ve hizmet arzını aşması nedeniyle
ortaya çıkan enflasyona talep enflasyonu denilmektedir (Frisch, 1989: 4; Uluatam,
1998: 337). Başka bir ifadeyle talep enflasyonu, toplam talebin, toplam arzdan yani
üretilen mal ve hizmet üretiminden fazla olmasından kaynaklanmaktadır. Talep
fazlalığının nedenleri genel olarak ya özel harcamalardan dolayı ya da devletin daha
fazla kamu hizmeti yapmak istemesi sonucu oluşabilmektedir. Devlet harcamalarının
yanında, özel kesim taleplerinin hızla artması da enflasyonu etkilemektedir. Ayrıca
ekonomideki kredi
hacminin süratle genişlemesi,
özel kredilerin tüketim
harcamalarına yönelmesi de enflasyonist baskıyı artırabilmektedir. Böylece, toplam
tasarrufların toplam yatırımları karşılamada yetersiz kalması, yatırımların gecikmesi
ve üretime açılamaması, talep enflasyonunu belirgin hale getirebilmektedir (Altınok,
2004: 307).
1.1.1.2. Maliyet Enflasyonu
Üretim girdileri içine giren kalemlerin birinde, birkaçında veya hepsindeki
fiyat yükselmelerinin genel fiyat düzeyini yükseltmesi şeklinde ortaya çıkan
enflasyon, maliyet enflasyonu olarak tanımlanmaktadır (Uysal, 2007: 24; Türk,
1999: 83). Maliyet enflasyonuna yol açan nedenler ise, girişimcilerin kâr oranlarını
yükseltmeleri, vergilerde, ücretlerde, döviz kurlarında meydana gelen artışlar, iklim
şartlarının olumsuz olması, doğal afetlerden dolayı ortaya çıkabilecek azalma
yönündeki arz şokları ve uluslararası alanda yaygın kullanımı olan hammaddelerin
fiyatlarında görülen aşırı artışlar şeklinde sıralanmaktadır (Ulusoy, 2006: 194, 195).
1.1.1.3. Yapısal Enflasyon
Enflasyonun yapısalcı teorisi ilk olarak Meksikalı iktisatçı Juan Noyala
Vazguez tarafından oluşturulmuştur. 1956 yılında yayınladığı makalesinde
gelişmekte olan ülkelerde, enflasyonun parasal bir olgu olmadığı, yapısal katılıklara
bağlı bir olgu olduğunu savunmuştur. Daha sonra, 1958 yılında Osvaldo Sunkel’in
6
makalesi, enflasyonun yapısalcı teorisinin temel taşı olarak olarak kabul
edilmektedir. Sunkel makalesinde, Şili’deki enflasyonun ekonomik sistemdeki
katılıklar yani esneksizliklerden ve yapısal kısıtlardan kaynaklandığını savunarak bu
faktörlerin yapısal enflasyonu oluşturduğunu öne sürmüştür (Dinçer, 1994: 43). Bu
faktörlerin yanısıra, gelişmekte olan ülkelerde, hızlı nüfus artışı, kentleşme ve yaşam
koşullarının iyileşmesine bağlı olarak tarımsal ürün talebinin çeşitlenerek artmasının,
özellikle ilgili tarım ürünlerinin fiyatlarında yapısal enflasyon olgusunun oluşmasına
neden olduğuna işaret edilmektedir (Argy, 1970: 77).
1.1.1.4. İthal Enflasyon
Enflasyonun ithal edilmesi, dış ekonomik ve siyasi şartlarda meydana gelen
olumsuz değişmelerin, ülkenin ekonomik yapısında meydana getirdiği aksaklıklar
sonucunda, iç ekonomik dengelerin bozularak fiyat sistemini olumsuz bir şekilde
etkilemesi şeklinde tanımlanmaktadır (Durukan, 1988: 13). Diğer bir tanımlamaya
göre ise, ithal enflasyon, enflasyonun bir ülkeden diğer bir ülkeye geçişi olarak ifade
edilmektedir (Altınok, 2004: 313).
Söz konusu bu nedenler ışığında oluşan enflasyonun ılımlı düzeylerde kaldığı
sürece ekonomide canlanma yaratacağı ve bu nedenle de ekonomik büyümeyi
artıracağı görüşünden hareketle, ılımlı enflasyonu destekleyen kuramcılar olmasına
karşın, genelde enflasyonun istenmeyen bir olgu olduğu ve önlenmesi gerektiği
konusunda görüş birliği bulunmaktadır. Zira, enflasyonun ekonomi üzerinde
meydana getirdiği olumsuz etkiler ve sosyal yapıda ortaya çıkardığı bozulmalar,
ilgiyi enflasyonun etkileri konusuna toplamaktadır (Kutucu, 2004: 1).
1.1.2. Enflasyonun Etkileri
Enflasyon sosyal, siyasal, ekonomik sorunlara neden olan çok boyutlu bir
sorun olarak kabul edilmektedir. Bu bağlamda, enflasyonun olumsuz etkilerini şu
başlıklar altında incelemek uygun görülmektedir (Akdiş, 2006: 330).
1.1.2.1. Enflasyonun Ekonomik Etkileri
Ekonomi bir enflasyon süreci içerisine girince, ekonomide kaynaklar,
ödemeler dengesi ve rekabet ortamı üzerinde olumsuzluklar oluşmakta ve bu alanda
önemli dengesizlikler gözlenmektedir (Karakayalı, 1995: 271; Akdiş, 2006: 330). Bu
7
nedenle, enflasyonun söz konusu bu etkilerinin açıkça ortaya konulmasının faydalı
olacağı düşünülmüştür.
1.1.2.1.1. Enflasyonun Kaynaklar Üzerindeki Etkisi
Enflasyonun kaynaklar üzerindeki etkisi, enflasyonun sebep olduğu
belirsizlik kanalıyla ortaya çıkmaktadır. Söz konusu bu belirsizlik ise, ekonomiyi
farklı yollardan etkilemektedir. Belirsizlik, özellikle faiz oranlarının uzun dönemde
yükselmesine ve ekonomik değişkenlerin beklenen değerlerindeki belirsizliğin
artmasına neden olduğundan piyasaların işleyişi olumsuz etkilenmektedir (Oltulular
ve Terzi, 2006: 2). Çünkü enflasyon özellikle de yüksek ve istikrarlı olmayan
enflasyon, enflasyon belirsizliğinin de yükselmesine neden olmaktadır. Enflasyon
belirsizliği ise beklenen enflasyonun ortaya çıkardığı maliyetlere ek olarak,
ekonomik birimlerin piyasadaki sinyalleri tam olarak algılayamamasına, göreli fiyat
değişmelerinin anlaşılamamasına, gelecekle ilgili olumsuz beklentilerin ortaya
çıkmasına ve karar alıcıların uzun vadeli sözleşmelere risk primi eklemelerine neden
olmaktadır. Bu durum da, yüksek faiz oranı ve düşük yatırım düzeyi olarak reel
ekonomide kendini göstermektedir. Ayrıca, piyasadaki göreli fiyat değişmelerinin
algılanamaması yatırımların bileşiminin değişmesine neden olmakta, başka bir
ifadeyle ekonomik birimlerin tasarruflarını uzun vadeli üretken yatırımlardan kısa
vadeli üretken olmayan yatırımlara doğru kaydırmalarına sebep olmaktadır (Artan,
2006a: 1, 2).
Bu anlamda, enflasyonun yükselmesiyle, kaynakların finans sektörüne doğru
aktarıldığı ileri sürülmektedir. Finans sektörüne kaynak aktarımının ise özellikle
imalat sektörü gibi üretken sektörlerin kaynak miktarını azalttığı, bu duruma bağlı
olarak da, ülkenin üretim kapasitesinin azalacağı düşünülmektedir. Zira Frenkel ve
Mehrez (1996)’da 1972–1995 arası 28 ülkeyi kapsayan çalışmalarında, enflasyon
oranının yüzde 20’den yüzde 40’a çıkması halinde, imalat sektöründeki istihdamın
yaklaşık yüzde 3 oranında azaldığı sonucuna ulaşmaları, enflasyonun söz konusu bu
etkisini güçlü kılmaktadır (Frenkel ve Mehrez, 1996: 20, 21).
8
1.1.2.1.2. Enflasyonun Ödemeler Dengesi Üzerindeki Etkisi
Enflasyon dönemlerinde, iç fiyatlar yükselirken ithal malların fiyatlarında bir
değişme olmaması durumunda ithal malların fiyatları ucuzlamaktadır. Diğer bir
deyişle, bir malı yurt içinden almak dış ülkelerden almaya göre daha pahalı hale
gelmektedir. Bu durumda, eğer ithal malların fiyatlarında bir yükselme olmaması
halinde, ithalat artmakta, ihracat azalmakta ve dış ticaret dengesi bozulmaktadır. Dış
ticaret açığı ortaya çıkınca, ithalatı azaltmak veya milli paranın dış değerini
düşürmek gerekmektedir. Devalüasyon olarak tanımlanan milli paranın dış değerinin
düşürülmesi halinde, ithalat pahalılaşmakta, ihracat ise ucuzlamaktadır. İthalatın
pahalılaşması ise, ithal hammaddelerin teminini zorlaştırmakta ve üretimde ithal
girdi kullanan yerli endüstrilerin olumsuz etkilenmesine neden olmaktadır.
Böylelikle de, toplam arz düşebilmekte ve fiyatlar yükselebilmektedir (Bocutoğlu,
2007: 95).
1.1.2.1.3. Enflasyonun Rekabet Ortamına Etkisi
Enflasyonist bir süreç içinde olan ekonomide, belirli bazı endüstri dallarının
kârlılıklarında artışlar olsa da, hızlı enflasyon, ekonominin bütünü açısından ortalama
kâr oranlarının düşmesine yol açmaktadır. Bu da serbest girişimciliğe dayanan
serbest piyasa ekonomilerinde yatırımları olumsuz etkilemektedir. Öte yandan
enflasyondan
doğan
talep
artışını
karşılayabilmek
için
kapasite
artırımı
gerekmektedir. Fakat firmaların başvurabilecekleri kaynakların maliyeti, enflasyonun
etkisiyle artmaktadır (Örneğin, enflasyon nedeniyle faizlerin yükselmesi karşısında
borçlanma maliyetlerinin artması vb.). Bu durum karşısında firmalar, iç kaynaklara
başvurmak durumunda kalabilmektedir. İç kaynaklar yetersiz kaldığında ise, firmalar
diğer firmalarla birleşme yoluna gidebilmektedir. Söz konusu bu birleşmelerde, nihai
aşamada
sermayenin
tekelleşmesine
neden
olabilmektedir.
Sermayenin
tekelleşmesinin sonucu olarak da piyasada oligopostik bir yapı oluşabilmekte ve
ekonomideki rekabet düzeyi düşebilmektedir (Akdiş, 2006: 334; Şişik, 1982: 51). Bu
açıklamalar çerçevesinde, enflasyonun rekabet ortamına etkileri şu şekilde
özetlenmektedir (Türkkan, 2008: 5, 6);
9
-
Belirsizliği artırarak yeni girişleri kısıtlayabilmektedir.
-
Belirsizliklerden kaynaklanan risklerin algılanma farklılıkları, alıcı ve
satıcılar arasında pazarlık marjlarını artırarak haksız rekabete neden
olabilmektedir.
-
Oligopolistik
piyasalarda
paralel
davranış
eğilimlerini
güçlendirebilmektedir.
-
Fiyat esnekliği düşük olan ve gelir esnekliği yüksek olan malların
üretildiği piyasalarda rekabet baskısının oluşmasını zorlaştırabilmektedir.
-
Tüm üreticileri (piyasa gücü olmayanlar da dahil olmak üzere) fiyat
koyucu
durumuna
sokarak,
rekabet
kültürünün
gelişmesini
geciktirebilmektedir.
-
Ayakkabı
eskitme
maliyetini
artırarak
tüketicinin
rekabetin
sağlanmasındaki rolünü güçleştirebilmektedir.
Kısaca, makro ekonomik bir olgu olan fiyat istikrarsızlığı, mikro ekonomik
düzeyde rekabeti fevkalade olumsuz bir biçimde etkileyerek etkinsizleştirebilmekte
ve buna paralel olarak oluşan rekabet zafiyeti firmaların monopolcü gücünü artırarak
enflasyonla mücadeleyi olumsuz yönde etkileyen bir faktör haline gelebilmektedir
(Türkkan, 2008: 6).
1.1.2.2. Enflasyonun Mali Etkileri
Enflasyon, ekonomik etkilerinin yanında, vergi gelirleri, vergi kaçakçılığı ve
bütçe üzerinde önemli etkilerde bulunmaktadır.
1.1.2.2.1. Enflasyonun Vergi Gelirleri Üzerindeki Etkisi
Enflasyon sürecinde bazı vergiler; tahakkuk ile tahsilat süresindeki zaman
farkı nedeniyle değer kaybına uğramaktadır. Özellikle gelir vergileri, kazançların
oluştuğu yılı izleyen yılda tahakkuk ettirilmekte ve taksitlerle ödenmektedir. Bu

Enflasyon nedeniyle ekonomik birimler yanlarında daha az nakit tutmaktadırlar. Ekonomik
birimlerin daha az nakit tutmaları, ellerinde nakdi daha kısa sürede bitirecekleri ve bankaları ya da
ATM cihazlarını daha sık ziyaret edecekleri anlamına gelmektedir. Ekonomik birimlerin, daha az
nakit tutarak katlanacakları ilave maliyetler, ayakkabı eskitme maliyetleri olarak tanımlanmaktadır.
Bkz. (Şıklar, 2004: 237).
10
durumda, özellikle yüksek enflasyon ortamında toplanan verginin reel değeri
düşmektedir. Olivera-Tanzi etkisi olarak bilinen bu olgu nedeniyle de, kamu gelir
kaybına uğramaktadır (Paya, 2001: 406).
1.1.2.2.2. Enflasyonun Vergi Kaçakçılığı Üzerindeki Etkisi
Enflasyonist ortamlarda, mükellefler reel gelirleri artmasa da vergi ödemek
zorunda
kalmaktadırlar.
Enflasyon
nedeniyle
ortaya
çıkan
aşırı
kârların
vergilendirilmesi, elde edilen gelirin enflasyon sonucu artarak yüksek oranlı vergi
dilimlerine dahil olması ve yine enflasyon nedeniyle satın alma gücünde meydana
gelen aşınmadan dolayı mükellefler elde ettikleri gelirlerinin bir kısmını vergi
dairesinden gizleme yoluna gitmektedirler (Aktaran: Işık ve Acar, 2003: 120). Bu
sonuç, vergi hasılatının azalmasına ve Hazine’nin kamu harcamalarını finanse etmek
için borçlanma ya da para basma yoluna gitmesine yol açabilmekte, bunun neticesi
olarak da faizler ve enflasyon yükselebilmektedir (Işık ve Acar, 2003: 120).
Dolayısıyla enflasyon nedeniyle, vergi kaçakçılığın artması özellikle üretime yönelik
kamu harcamaları için devletin olanaklarını kısıtlamaktadır. Böylelikle de, arz ve
talep dengesizliği sonucu ortaya çıkan enflasyon sorununun uzun vadede çözümü
zorlaşmış olmaktadır.
1.1.2.2.3. Enflasyonun Bütçe Üzerindeki Etkisi
Gelişmekte olan birçok ülkede mevcut enflasyonist baskılar, bu ülkelerdeki
bütçe açıklarının daha da büyümesine neden olmaktadır. Bu durum, fiyat artışlarına
bağlı olarak nominal kamu harcamalarının artmasına karşılık, kamu gelirlerinin
bunun gerisinde kalmasından kaynaklanmaktadır (Ataç, 2006: 240; Egeli, 2008: 6;
Abdioğlu ve Terzi, 2009: 195, 196). Bununla birlikte, enflasyon sonucu bütçe
açıklarında görülen sürekli artışlar nominal faiz oranlarının yükselmesine ve borç
faiz ödemelerinin artmasına da neden olmaktadır. Birincil açık veri iken, özellikle
reel faiz oranının nominal milli gelir büyüme hızından büyük olması halinde
borç/milli gelir oranı artmaktadır. Gelişmekte olan ülkelerin çoğunda bütçe ve kamu
açıklarının kamu borç stoklarını artırması sonucu, politik tercihlerin ve izlenen

Toplam kamu harcamalarından faiz harcamalarının çıkarılması sonucu hesaplanan açığa “birincil
bütçe açığı”, fazlasına ise “birincil bütçe fazlası” denilmektedir. Buna göre, Birincil Açık
(Fazla)=Bütçe Açığı-Faiz Harcamalarına eşittir. Bkz. (Saatçi, 2007: 92).
11
politikaların da etkisiyle vergi gelirleri artış hızı kamu harcamaları artış hızına oranla
düşük kalmaktadır. Dolayısıyla, birincil açıklar daha fazla görülmekte ve yükselen
faiz oranları nedeniyle borç faiz giderlerinin boyutu giderek büyümektedir (Egeli,
2008: 6).
Enflasyonun bütçe açıklarını artırıcı bu etkilerine karşılık, azaltıcı etkileri de
söz konusu olabilmektedir. Bunlardan biri enflasyon vergisi olarak ortaya
çıkmaktadır. Buna göre, enflasyon oranındaki artış reel para talebine bağlı olarak
açığın finansmanına adeta bir vergi geliri gibi katkıda bulunmaktadır. Enflasyon
oranı yükseldikçe, kişiler ellerinde tuttukları para miktarını azaltmaktadırlar. Çünkü
elde tutulan paranın maliyeti yüksek olduğundan kişiler para dengesini çok düşük
tutmak istemektedirler. Böylelikle de, reel para miktarı toplam enflasyon vergisi
kadar düşmektedir (Aktaran: Egeli, 2008, 7). Enflasyonun bütçe açıkları üzerindeki
azaltıcı diğer bir etkisi ise, kamu borç stoklarının reel değerinde bir azalmaya yol
açması şeklinde ortaya çıkmaktadır. Bu sonuç, özellikle öngörülemeyen enflasyon
durumunda ve borçlanmanın enflasyona endekslenmemesi durumunda önem
kazanmaktadır (Aktaran: Egeli, 2008, 7).
1.1.2.3. Enflasyonun Sosyal Etkileri
Enflasyonun sosyal etkilerinin başında sosyal barışı bozucu etkisi
gelmektedir. Buna göre enflasyon sebebiyle, ekonomik kesimler arasındaki gelir
paylaşımı mücadelesi kaçınılmaz hale gelmekte ve düşük gelire bağlı olarak aile içi
ilişkiler gerginleşmekte ve dayanışma azalmaktadır (Meral, 2005: 314). Bu nedenle
de, enflasyonun ekonomik etkileri yanında sosyal etkilerinin de ortaya konulması
gerekmektedir.
1.1.2.3.1. Enflasyonun Gelir Dağılımı Üzerindeki Etkisi
Enflasyon düşük ve sabit gelirli hane halklarının daha az miktarda mal ve
hizmet satın almasına yol açmakta ve gelir dağılımını sabit gelirlilerin aleyhine
çevirmektedir (Ulusoy, 2006: 190). Buna karşılık, serbest meslek sahipleri ve
işverenler ise ürettikleri mal ve hizmetlerin fiyatlarına enflasyon oranından daha

Enflasyon vergisi, kişilerin enflasyon nedeniyle reel para balansları erimesi ve bu erimeyi telafi
etmek için tüketimlerini kısmaları ve böylece serbest bırakılan kaynakların kamu kesimi tarafından
kullanılması şeklinde tanımlanmaktadır. Bkz. (Ataç, 2006: 225).
12
yüksek oranda zam yapmak suretiyle kendilerini enflasyonun olumsuz etkilerinden
korumaktadırlar. Dolayısıyla enflasyon, gelir dağılımını bu kesimin lehine
çevirmektedir (Bocutoğlu vd., 2003: 209).
1.1.2.3.2. Enflasyonun Diğer Sosyal Etkileri
Enflasyon dönemlerinde, karaborsa eğilimleri artmakta, spekülatif ve haksız
kazançlarla zengin olmanın yolunu bulanların lüks ve gösteriş harcamaları
çoğalmaktadır. Bu, bir taraftan toplumun ahlaki ve manevi değerlerinde bozucu etki
yaparken; diğer taraftan kolay zengin olma isteğini artırmaktadır (Akdiş, 2006: 337).
Bunun dışında, enflasyonun neden olduğu belirsizlik, sosyal ilişkilerde kısa vadeli ve
çıkarcı davranışlarının oluşmasına neden olmaktadır. Böylelikle toplumun birbirine
karşı duyduğu güven duygusu azalmaktadır. Bununla birlikte, aldatılma duygusu,
toplumsal uyumun bozulması, güven unsurunun zarar görmesi, bireylerin kendini
toplumdan soyutlaması, toplumdaki genç kesiminin gelecekle ilgili beklentilerinin ve
umutlarının olumsuz etkilenmesine sebebiyet vermektedir (TCMB, 2004: 8, 9).
Sonuç olarak enflasyon, doğurduğu ekonomik, mali ve sosyal etkiler
nedeniyle toplumun her kesimini etkileyen ekonomik bir sorundur. Bu ekonomik
sorunla mücadele etmek için öncelikle enflasyonun kaynağının belirlenmesi
gerekmektedir. Zira, enflasyonun kaynağının doğru tespit edilememesi sebebiyle
yanlış politikaların uygulanması enflasyonu düşürmek yerine hızlandırabilmektedir.
Fakat enflasyonun kaynağı, çoğu zaman açık bir şekilde görülememektedir. Örneğin,
kayıtdışı ekonominin yüksek olduğu ülkelerde toplam talep düzeyi olduğundan daha
düşük hesaplanabilmekte, bu da enflasyonla mücadeledeki talep yönlü politikaların
etkinliğini
sınırlamaktadır.
Dolayısıyla,
enflasyonla
mücadele
etmek
için
enflasyonun kendisi kadar, enflasyonun kaynağı olduğu düşünülen değişkenlerin
doğru bir şekilde ölçülmesi gerekmektedir.
Diğer bir deyişle, enflasyon ile mücadele etme noktasında ekonomi
politikasının hangi araçlarının nasıl kullanılması gerektiği konusunda kesin bir
yargıya varabilmek için, enflasyonun nedeni hakkında kesin bir görüşün olması
gerekmektedir. Böyle bir görüşün olabilmesi ise söz konusu olguya ilişkin bir
modelin ortaya konmasına, modeldeki değişkenlerde nedensellik ilişkilerinin
13
belirtilmesine, özetle enflasyonun nedenlerine ilişkin kuramsal bir açıklamanın
yapılmasına bağlı olmaktadır (Uslu, 1993: 1, 2). Bu nedenle enflasyon ile mücadele
edebilmek için enflasyon ile ilgili oluşturulan yaklaşımların incelenmesi ve söz
konusu yaklaşımların politika önerilerinin değerlendirilmesi büyük önem arz
etmektedir.
1.1.3. Tarihsel Süreç İçerisinde Enflasyon ile İlgili Yaklaşımlar
Enflasyonu açıklamaya yönelik geliştirilen yaklaşımlar, Klasik, Keynesyen,
Parasalcı ve Yapısal Yaklaşımlar olarak temelde dört başlık altında incelenmektedir.
1.1.3.1. Klasik Yaklaşım
Klasik Yaklaşım’da, enflasyon para arzının artırılması sonucu oluşmaktadır.
Bu görüşlerini ise, miktar teorisine dayandırmaktadırlar. Klasik Yaklaşım’da
ekonomi kendiliğinden, başka bir deyişle otomatik olarak tam istihdam noktasında
dengeye gelmekte, fiyatlar genel seviyesini ise para miktarı belirlemektedir. Bu
durumda, para arzının artırılması fiyatlar genel seviyesini aynı oranda artırmaktadır.
Klasik iktisatçılar maliyet enflasyonu üzerinde durmamakla birlikte, onlara göre nasıl
bir ekonomide bir gayri iradi işsizlik varsa bunun tek nedeni ücretlerin işçi
sendikaları ya da devlet tarafından yükseltilmesi ise, enflasyon gözleniyorsa bunun
nedeni de para otoritelerinin para arzını artırmış olmasından kaynaklanmaktadır (Hiç,
1994b: 399; Kepkep, 1991: 8-11). Fakat Klasik Yaklaşım’ın bu varsayımları ve
politika çıkarımları, ABD’de ortaya çıkan ve 50 milyon kişinin işsiz kaldığı, dünya
üretiminin yüzde 42, dünya ticaretinin ise, yüzde 65 oranında azalması gibi olumsuz
etkiler doğuran 1929 krizinin ardından sorgulanmaya başlanmıştır (“Sanal”, 2008).
Zira, söz konusu kriz her arzın kendi talebini yarattığı ve işsizliğin ancak iradi bir
şekilde ortaya çıktığını savunan Klasik Yaklaşım’ın temel savlarını geçersiz
kılmıştır. Klasik Yaklaşım’ın bu eksikliklerinin anlaşılması ise Keynesyen
Yaklaşım’ın oluşmasına zemin hazırlamıştır.
14
1.1.3.2. Keynezyen Yaklaşım
Keynezyen Yaklaşım, Klasik Yaklaşım’dan farklı olarak eksik rekabet
koşullarını vurgulamakta ve eksik rekabetin fiyatların yapışkan ve esnek
olmamasından kaynaklandığını ileri sürmektedir. Fiyatların esnek olmamasını ise,
devletin ve sendikaların fiyatlara müdahale etmesi; taban ve tavan fiyat belirlemeleri,
sözleşmelerle kısa, orta ve uzun dönem fiyatların belirlemesi nedenleriyle oluştuğunu
kabul etmektedir. Keynezyen Yaklaşım’da fiyatların bu şekilde, esnek olmadığının
kabul edilmesi, tam rekabet durumunda fiyatlardan beklenen arz ve talepteki
değişmeleri hemen yansıtma işlevinde sorunlara neden olmaktadır. Aynı zamanda,
fiyatların esnek olmaması, diğer bir anlamda özellikle kısa dönemde arz eğrisinin
oldukça yatık olmasına karşılık gelmektedir. Bundan dolayı talepteki değişmeler, arzı
ve buna bağlı olarak reel ekonomiyi etkileyebilmektedir. Bununla birlikte,
ekonomide yatırımcılar, tüketiciler ve tasarruf sahipleri belirsizlik ortamında hareket
etmektedirler. Ayrıca, ekonomide tam bilgi bulunmamaktadır, bu nedenle piyasa
ekonomisi ekonomik birimler arasında eşgüdümü sağlamakta zaman zaman
zorlanabilmektedir. Dolayısıyla da, ekonomi Klasik Yaklaşım’ın öngördüğü gibi tam
istihdam düzeyinin altında bir düzeyde dengeye gelebilmekte ve ekonomiyi tam
istihdam düzeyinde dengeye getirmek için hükümet müdahaleleri gerekebilmektedir
(Eren, 2006: 69, 70; Erim, 2007: 193; Gordon, 1990: 1115).
Bu bağlamda, Klasik Yaklaşım’ın parasal modeline karşılık, Keynesyen
enflasyon yaklaşımı temelde emek piyasasındaki fiyat katılıklarını dikkate alarak
enflasyon kavramını, genel olarak talep-itişli olarak açıklamaktadır. Keynesyen
Yaklaşım, Klasik Yaklaşım’ın enflasyonist öngörülerine sadece uzun dönemde tam
istihdam kısıtı altında rol verirken, arz şoklarının olası enflasyonist etkilerinin de
olabileceğini kabul etmektedir. Diğer taraftan, Keynesyen Yaklaşım’da nominal
talepte meydana gelen değişmeler, parasal genişlemeden ziyade, ağırlıklı olarak
kamu harcamaları, vergiler ve yatırımlar gibi harcama artışlarına bağlı olarak
açıklanmaktadır (Kibritçioğlu, 2002: 48, 49; Subaşı, 2005: 12; Bronfenbrenner vd.,
1963: 601).
15
Bu düşüncelerle birlikte ve daha sonra Keynesyen düşünce çerçevesinde
geliştirilen Phillips Eğrisi yorumuyla da, 1970’lere kadar iktisat politikalarına hakim
olan Keynesyen Yaklaşım, istikrarsızlıklarla mücadelede büyük ölçüde başarılı
olmuştur. Ancak, bu tarihlerden itibaren yüksek ve sürekli fiyat artışları ile beraber
işsizlik de artmaya başlamıştır. Eksik kapasite kullanımı ile birlikte ekonomik
büyüme hızında yavaşlama olmuş, dış ticaret açıkları ve ödemeler dengesinde ortaya
çıkan sorunlar ekonomileri zor durumda bırakmıştır. Daha ziyade az gelişmiş
ülkelerde görülen eksik kapasite ve işsizliğin yanı sıra, talep artışına rağmen üretim
kapasitesinin genişleyememesi, gelişmiş ülkelerde de belirgin bir şekilde yaşanmaya
başlanmış ve enflasyonun oluşmasına neden olmuştur. Bu doğrultuda, enflasyonu
düşürmek için uygulanan talep düşürücü politikalar ise işsizliği daha da artırarak
ekonomik büyüme hızının düşmesine yol açmıştır (Pınar, 2006: 88). Söz konusu bu
nedenler, Keynesyen Yaklaşım’a karşıt olarak, hasıla düzeyinin üretken kapasite
tarafından belirlendiği, fiyatların esnek olduğu ve para arzının enflasyonu
etkileyebileceği düşüncelerinin öne çıktığı Parasalcı Yaklaşım’ın gelişimini
hızlandırmıştır (Cukierman, 2008: 1; Hafer, 2001: 14).
1.1.3.3. Parasalcı Yaklaşım
Parasalcı Yaklaşım veya Monetarizm’de, parasal değişmeler ekonomik
yaşamı etkileyen önemli bir faktörü oluşturmaktadır (Erim, 2007: 246; Frisch, 1977:
1297, 1298; Parasız, 1996: 9, 10). 1960’lı yıllarda gelişme göstermekle birlikte
Monetarizm’in öncülüğünü büyük ölçüde Milton Friedman’ın yaptığı görülmektedir.
Bu anlamda, Milton Friedman’a göre, enflasyon her zaman her yerde parasal bir olay
olarak ortaya çıkmakta ve parasal genişleme ile desteklenmediği sürece enflasyonun
devam etmesi olanaksızdır. Bununla birlikte, Friedman’a göre, maliyet enflasyonu
geçici bir olaydır ve ancak kısa dönem için geçerli ve önemlidir. Buna karşılık uzun
süren enflasyonların nedeni, toplam harcamalardaki artışlar ve özellikle hızlı parasal
genişlemedir.
Bunu
önlemek
için
ise,
Friedman
para
arzının
artışının
sınırlandırılmasını; örneğin mili gelir büyüme oranı yüzde üç oranında artıyorsa para
arzındaki artış hızının da yüzde üç olarak belirlenmesi gerektiğini ileri sürmüştür
(Tunca, 2001: 264, 265; Akdiş, 2006: 350; Kalın, 1989: 92).
16
Özetle,
Monetaristler,
geçmiş
dönemde
yaşanan
temel
ekonomik
durgunlukların parasal daralma, temel enflasyonist dönemlerin de parasal genişleme
sonucu
meydana
geldiğini
belirtmişlerdir.
Bir
ekonomideki
ekonomik
dalgalanmaların, en önemli nedeni olarak uygulanan yanlış para politikalarını kabul
eden
Monetaristler,
yanlış
para
politikaları
uygulamalarından
vazgeçilirse
ekonominin istikrara kavuşacağını savunmuşlardır (Ataç, 2006: 13). Fakat
Monetaristlerin, enflasyonu açıklamada para arzını öne çıkarmaları ve enflasyona
neden olan yapısal sorunları dikkate almamalarının farklı iktisadi düşünce ekolleri
tarafından eleştirildiği görülmektedir. Bu ekollerin başında ise iktisadi sorunları
yapısal faktörlere dayandırarak açıklamaya çalışan Yapısalcılar gelmektedir.
1.1.3.4. Yapısalcı Yaklaşım
Yapısalcı
Yaklaşım’da,
bütün
ekonomilerde
özellikle
az
gelişmiş
ekonomilerde enflasyon, ekonomik yapıdaki bozukluklardan kaynaklanmaktadır. Bu
nedenle de, enflasyonla mücadelenin ekonomideki yapısal aksaklıkların giderilmesi
ile mümkün olacağını savunmaktadırlar. Başka bir ifadeyle, Yapısalcılar, ekonomik
kalkınmaya yönelik politikalar uygulamaya konulup bu yönde başarı elde edilmeden
parasal istikrarın ve fiyat istikrarının sağlanacağını kabul etmemektedirler.
Yapısalcılara göre, uzun dönemli fiyat istikrarının sağlanabilmesi ancak çeşitli
yapısal aksaklıkların giderilmesi ve ekonomik kalkınmanın sağlanmasıyla mümkün
olmaktadır. Az gelişmiş ülkelerde, yapısal bozukluklar nedeniyle, para ve maliye
politikalarının enflasyonla mücadelede yetersiz kaldığını düşünen Yapısalcılar, bu
ülkelerin sanayileşme ve kalkınmalarının enflasyonu önlemede belirleyici rol
oynadığını belirtmektedirler (Çubukçu, 1983: 81, 82; Kepkep, 1991: 31-33; Alkan,
2004: 27, 28).
Sonuç olarak, söz konusu teorilerden, Klasik Yaklaşım ve Keynesyen
Yaklaşım enflasyonun tam istihdam düzeyine ulaştıktan sonra para arzının artırılması
nedeniyle oluştuğunu savunurken, Monetarist Yaklaşım enflasyonun her zaman
parasal nedenlerden kaynaklandığını benimsemektedir. Yapısalcı Yaklaşım ise, bu
düşüncelerden farklı olarak özellikle gelişmekte olan ülkelerde görülen enflasyonu
yapısal aksaklıklarla ilişkilendirmektedir. Enflasyon konusunda oluşan farklı
düşünceler, enflasyon konusunun önemi artırmakla beraber enflasyonla mücadelede
17
kullanılacak politika araçlarını da çeşitlendirmektedir. Fakat bu çeşitliliğe rağmen,
enflasyonla mücadelede bazı maliyetlerle karşılaşılmaktadır.
Bu maliyetlerin başında ise ekonomik büyüme gelmektedir. Enflasyonla
mücadelenin ekonomik büyüme üzerinde oluşturacağı bu maliyet, genellikle yüksek
enflasyonun kısa bir zaman diliminde düşürülmesinin amaçlandığı durumlarda
oluşabilmektedir. Özellikle talep artışlarından kaynaklanan enflasyonun, kısa bir süre
içerisinde düşürülmesi için uygulamaya konulan daraltıcı politikalar, enflasyonist
ortamda maliyet kaygısı olmadan çalışan firmaların üretimlerinde yavaşlamaya
neden olabilmektedir. Zira, enflasyonist ortamlarda, firmalar ürettikleri ürünlerin
fiyatlarını kolaylıkla tüketicilere yansıtabilmektedirler. Bu nedenle, enflasyon
düzeyinin
indirilmeye
çalışılması,
ekonomik
büyümeyi
olumsuz
yönde
etkileyebilmektedir.
Enflasyonun ekonomik büyüme üzerindeki olumsuz etkisi sadece kısa
dönemde enflasyon ile mücadele edilmesi sırasında oluşmamaktadır. Bunun dışında
enflasyon ile ekonomik büyüme arasındaki negatif yönlü ilişki gerek kısa gerekse de
uzun dönemde de gözlenebilmektedir. Bu gözlemin oluşmasında ise temelde beş
nedenin etkili olduğu ileri sürülmektedir (Berber ve Artan, 2004: 3; Chowdhury,
2002: 22);
1- Enflasyon gelecekle ilgili olumsuz beklentilerin ortaya çıkmasına neden
olmakta, bu da yatırımları ve ekonomik büyümeyi olumsuz yönde etkilemektedir.
2- Yüksek enflasyon oranı, yüksek enflasyon değişkenliğine neden olmakta
ve ortaya çıkan belirsizlik ekonomik birimlerin piyasadaki sinyalleri tam olarak
algılayamamasına sebebiyet vermektedir. Sonuçta, piyasada oluşan yanlış sinyaller
yatırımları ve ekonomik büyümeyi olumsuz yönde etkilemektedir.
3- Farklı sektörlere ait fiyatlar farklı oranlarda artığından enflasyon, ileriye
dönük yatırım kararlarının etkinliğini bozmakta; bu durum kaynak dağılımını
olumsuz yönde etkilemektedir.
4- Enflasyon ulusal paranın aşırı değerlenmesine neden olmakta ve sonuçta
ihracatı olumsuz yönde etkilemektedir.
18
5- Enflasyonun finansal varlıkların değerini düşürmesi nedeniyle, bireyler
tasarruflarını değerli maden (genellikle altın) ve gayri menkul olarak tutmayı tercih
etmektedirler. Değerli maden ve gayri menkule yönelen tasarruflar ülkedeki finansal
derinliğin az olması dolayısıyla da yatırımları olumsuz yönde etkilemektedir.
Enflasyonun yukarıda belirtilen maliyetleri, netice itibariyle enflasyonun
ekonomik büyüme üzerindeki etkisinin de olumsuz olmasına yol açmaktadır.
Böylelikle de, bu etkinin net olarak ortaya konulması ile enflasyon ile mücadelenin
temel koşullarından birisi yerine getirilmiş olmaktadır (Yılmaz vd., 2002: 38).
1.2. Ekonomik Büyüme Kavramı
Ekonomik
büyüme,
ekonominin üretim kapasitesinin
artırılması ve
dolayısıyla daha fazla mal ve hizmet üretilmesi şeklinde tanımlanmaktadır (Ertek,
2005: 55; Karluk, 2005: 55). Bir başka tanıma göre, ekonomik büyüme, kişi başına
reel hasıladaki artışlar şeklinde ifade edilmektedir (Gould, 1972: 2).
Bu artışlar, ancak uzun dönemde ülkenin üretim ölçeğinin veya
potansiyelinin genişlemesi veya daha üretken kullanılması sayesinde ortaya
çıkmaktadır. Dolayısıyla da ekonomik büyüme sorunu, genellikle bir uzun vade
sorunu olarak kabul edilmekte ve makroekonomik anlamda daha çok arz cephesince
belirlenmektedir. Diğer bir ifadeyle, bir ülkenin üretim imkanları eğrisinin dışarıya
veya uzun dönem toplam arz eğrisinin sağa doğru kaymasına neden olan faktörler
ekonomik büyüme kuramlarının konusunu oluşturmaktadır. Bu kaymaların arkasında
hükümetlerin, üretim faktörlerinin verimliliklerini artırıcı eğitim ve teknoloji
politikalarının ve fiziki sermaye stokunu artırıcı alt yapı yatırımlarının etkileri de
olmakla birlikte, reel GSYİH ve reel GSMH’daki artış yüzdesi şeklinde de
ölçülebilen ekonomik büyümenin üç önemli kaynağı olduğuna işaret edilmektedir
(Kibritçioğlu, 1998: 207, 208; Parasız, 1997: 5; Ertek, 2005: 56).
— Tasarruf ve yeni sermaye yatırımları: Tasarruf, kısaca harcanmayan
gelir şeklinde ifade edilmektedir. Genellikle gelişmekte olan ülkelerde tüketim
eğiliminin yüksek olması nedeniyle düşük düzeylerde gerçekleşen tasarruf düzeyi
yeni yatırımların yapılmasında önem taşımaktadır. Başka bir ifadeyle, ülkedeki
tasarruf düzeyine bağlı olarak, yatırımların gerçekleşmesi mümkün olmaktadır. Zira,
19
gelişmekte olan ülkelerde tasarruf düzeyinin düşüklüğüne bağlı olarak, yatırımların
finansmanı dış kaynak kullanımını zorunlu kılmaktadır. Bu da, ülkenin dışa
bağlılığını artırmaktadır. Özellikle, yatırım ihtiyacını kısa vadeli yabancı tasarruflarla
karşılayan ülkelerin, bünyelerinde kriz ihtimalini taşımaları mümkün görülmektedir.
Bu nedenle, ekonomik büyümeyi istikrarlı bir şekilde sürdürmek için yenileme ve
stok yatırımlarının dışında ülkenin uzun vadeli üretim kapasitesini artıran yeni
sermaye yatırımlarının artırılması ve bu yatırımların finansmanında kullanılacak
tasarruf hacminin yükseltilmesi gerekmektedir.
— Beşeri sermaye yatırımları: Üretim faktörleri içinde önemli bir konuma
sahip olan sermaye faktörü, son yıllara kadar hep fiziki sermaye anlamında
kullanıldığı görülmektedir. Ancak kişisel ve toplumsal özelliklerin üretime olan
etkilerinin giderek önem kazanması, söz konusu pozitif değerlerin de sermaye olarak
kabul edilmesine yol açtığına işaret edilmektedir. Bu anlamda, artık gelinen noktada
sermaye, üretime pozitif katkısı olan her türlü maddi ve maddi olmayan iktisadi
değerler olarak kabul edilmektedir. Dolayısıyla, fiziki sermaye de olduğu gibi beşeri
sermaye de varlığı nispetinde ekonomik büyümeye katkı sağlamaktadır (Karagül,
2003: 81-82).
İşgücü tarafından içerilen bilgi ve tecrübelerin toplamı olarak tanımlanan
beşeri sermaye kavramının, son yıllarda önem kazanmasında 1970’li yıllarda gözde
olan insan merkezli yaklaşımların rolü olduğuna değinilmektedir. Bu yaklaşımların,
emeği üretimde kullanan bir sermaye malı haline getirdiği ve beşeri sermaye adı
altında teori ve modellere taşıdığı görülmektedir. Lucas (1988), Grammy ve diğerleri
(1996), Cheng ve diğerleri (1997) ve Baro (1988) tarafından yapılan analizler,
nitelikli işgücünü temsil eden beşeri sermayenin ileri teknoloji ürünlerini daha kolay
kullanarak üretimdeki verimliliği artırtığını ortaya koymaktadır. Bu duruma, örnek
teşkil etmesi anlamında, Doğu Asya mucizesini gerçekleştiren Hong Kong, Singapur,
Güney Kore ve Tayvan gösterilmektedir. Çünkü söz konusu bu ülkelerde ekonomik
büyümenin itici gücünü, beşeri sermayeye ya da insana yapılan yatırımlar
oluşturmaktadır. Zira, Tayvan’da devlet tarafından yılda yaklaşık 7000 öğrencinin
yurt dışına eğitim amaçlı gönderilmesi bu tespiti doğrulamaktadır (Dura vd.,
2004:14; Kozlu, 1995).
20
— Teknoloji düzeyi: Teknoloji düzeyi, en geniş anlamıyla üretim süreci,
ürünün kendisi, üretim ve yönetim organizasyonu, pazarlama ve satış sonrası servis
ile ilgili bilgi ve deneyimlerin toplamı veya stoku olarak tanımlanmaktadır. Bu
stoktaki artışın yani teknolojik gelişmenin ekonomik bakımdan bir anlam ifade
edebilmesi için, kâr veya zarar etmeyi göze alacak biçimde bir firmada yenilik olarak
uygulamaya konulması gerekmektedir. Yenilikle sonuçlanan teknolojik gelişmelerin
kaynağı, ilgili firma açısından içsel veya dışsal olabilmektedir. İçsel kaynaklar
arasında firmanın kendi araştırma-geliştirme etkinlikleri ve işçilerin, yöneticilerin,
mühendislerin, kısacası bir firmanın bütün çalışanlarının iş başındaki deneyimlerinin
artışı sayılmaktadır. Bu ikinci kaynağa, ekonomi literatüründe yaparak öğrenme veya
zaman/deneyim ekonomileri adı verilmektedir. Çoğunlukla piyasa mekanizması
üzerinden taklit yoluyla gerçekleşen teknoloji transferi dışında, teknolojik gelişmenin
ortaya çıkışını etkileyen dışsal nedenler, daha çok ekonomi dışı nitelik
göstermektedir. Çeşitli ülkelerde ve çeşitli zaman dilimlerinde teknolojik ilerlemenin
oluştuğu ortamlar birbirinden çok farklı veya bazen de benzer özellikte tarihsel,
sosyolojik, politik, psikolojik, kültürel, dinsel ve hatta rastlantısal etkenler tarafından
oluşturulmaktadır (Kibritçioğlu, 1998: 211).
Özetle, teknolojik gelişme, ekonomik büyümenin görünür sınırlarını aşmanın
en iyi yolu olarak kabul edilmektedir. Eğer daha büyük çıktı daha büyük fiziksel
girdi gerektiriyorsa, o takdirde dünyadaki çeşitli kaynakların arzının sabitliği,
muhtemelen kişi başına gelirin yükselmesinin bir sonunun olacağı anlamına
gelebilmektedir. Ancak biriktirilemeyecek ya da yeniden yaratılamayacak girdilerle
daha fazla üretmenin yöntemleri keşfedilmeye devam edildikçe, gelecek birçok
yüzyıllarda yaşam standardının artmaya devam etmemesi için herhangi bir neden
olmayacağı ileri sürülmektedir (Parasız, 1997: 6).
Her ekonominin birincil önceliği, gelişme, kişi başına düşen geliri artırarak
halkın ekonomik refah düzeyini yükseltmektedir. Refah düzeyinin artması ise
ekonominin büyümesi ile mümkün olmaktadır. Bu anlamda, yüksek büyüme hızları
bir ekonomide başarının, düşük büyüme ise başarısızlığın göstergesi olarak
değerlendirilmektedir (Tarı ve Kumcu, 2005: 156). Diğer bir deyişle, eksik istihdam
durumunda fiili milli hasıla, potansiyel milli hasılanın altında olduğundan, refah
21
kaybı söz konusu olmaktadır. Ancak kısa dönemde, tam istihdamı sağlayıcı önlemler
almaya yönelen hükümetler, uzun dönemde ise ekonominin üretim kapasitesini
artırıcı politikalar izlemektedirler. Bu şekilde, bir ülkenin üretim kapasitesinin
artırılarak, potansiyel milli hasıla düzeyinin yükseltilmesi ise ekonomik büyümeyi
konu alan yaklaşımların ilgi alanına girmektedir (Dinler, 1998: 510).
1.2.1. Tarihsel Süreç İçerisinde Ekonomik Büyüme ile İlgili Yaklaşımlar
Ekonomik büyüme yaklaşımları, temelde kurulan çeşitli modellerle ülkeler
arasındaki büyüme farklılıklarının nedenlerini araştırmaktadır. Bu araştırmaları,
Klasik iktisatçıların çalışmalarına kadar götürmek mümkün olmakla birlikte
ekonomik büyüme ile ilgili araştırmaların özellikle, 1950’li ve 1960’lı yıllarda
geliştirilen çalışmalarla arttığı gözlenmektedir (Tüylüoğlu, 2007: 665). Söz konusu
bu çalışmalara da değinmek suretiyle, ekonomik büyüme yaklaşımlarını; Klasik
Ekonomik Büyüme Yaklaşımı, Keynes’in Ekonomik Büyüme Yaklaşımı, Marksist
Ekonomik Büyüme Yaklaşımı, Harrod-Domar Ekonomik Büyüme Yaklaşımı,
Neoklasik Ekonomik Büyüme Yaklaşımı ve İçsel Ekonomik Büyüme Yaklaşımı
olmak üzere altı başlık altında incelenmesinin uygun olacağı düşünülmüştür.
1.2.1.1. Klasik Ekonomik Büyüme Yaklaşımı
Klasik Ekonomik Büyüme Yaklaşımı, A.Smith, D. Ricordo, Malthus,
J. Stuart Mill, James Mill, McCulloch, Senior gibi Klasik iktisatçıların görüşlerini
yansıtmaktadır. Klasik iktisatçıların ekonomik büyüme ile ilgili bu görüşleri,
birbirlerinden farklı olmakla beraber bu farkların Adam Smith hariç, genellikle
önemli olmadığına işaret edilmektedir (Hiç, 1994a: 14). Bu nedenle, Klasik
Ekonomik Büyüme Yaklaşımı’nın, David Ricordo’nun ve Adam Smith’in ekonomik
büyüme modelleri ismi altında iki grup altında incelendiği görülmektedir.
Bu bağlamda, ekonomik büyüme modellerinin başlangıcı olarak adlandırılan
David Ricordo’nun modeli, 19. yüzyıl İngiltere’sinin yaşadığı sorunlar ve koşulları
yansıtmaktadır. Bu dönem, ücretlerin en az geçim düzeyinde sabitlendiği, işgücü arz
ve talebinin neredeyse dengelendiği, teknik gelişmelerin hızlandığı, tasarruf ve

1950’li ve 1960’lı yıllarda ekonomik büyüme ile yapılan araştırmaların artmasının nedenleri için
Bkz. (Tezel, 2003: 23, 24).
22
sermaye oluşumunun arttığı, verimin tarımda düşerken sanayide hızlandığı bir
dönemdir. Bununla birlikte, model ne gelişmiş ülkelerin gelişme sorunlarına ne de az
gelişmiş ülkelerin gelişme sorunlarına yanıt verebilmektedir. Bir ekonomik büyüme
modeli olarak adlandırılmasına karşın, temelde uzun dönemde bölüşüm ilişkilerini
açıklayan bu modelin önemi, aslında ilk sistematik ekonomik büyüme modeli
olmasında yatmaktadır. Model, ekonomik büyümeyi, Rant Kuramı ve Ücret
Kuramı’na dayandırarak açıklamaktadır. Buna göre, rant topraklar arasında var olan
verimlilik farkı nedeniyle toprak sahiplerinin elde ettikleri haksız kazancı ifade
etmektedir. Tarımda azalan verimlerin egemen olması, kaliteli toprak sahiplerinin
diğerleri aleyhine rant elde etmelerine neden olmaktadır. Ücretler ise, kısa dönemde
emek arz ve talebine göre belirlenmekte, ancak uzun dönemde bir en az geçim
düzeyinde sabitlenmektedir. Bu nedenle, kısa dönemde oluşan ücrete “piyasa ücreti”,
uzun dönemde oluşan ücrete ise “doğal ücret” denilmektedir (Hiç, 1994a: 14;
Karakayalı, 1995: 311, 312).
Bu açıklamaların ışığında, Ricordo’ya göre, nüfusun artışı, tarımsal ürün
talebini artıracaktır. Tarımsal üretim artışı için yeni ve daha verimsiz toprakların
işletmeye açılmasıyla rantlar artış gösterecektir. Uzun dönemde ücretler en az geçim
düzeyinde sabitlense de, nüfusun ve çalışanların sayısının artışı toplam ücret
düzeyini yükseltecektir. Böylece uzun dönemde rantların ve ücretlerin artması
nedeniyle kârlar düşecek, aşırı kârlar ortadan kalkacaktır. Sonuçta yatırımlar ve
sermaye birikimi duracaktır (Karakayalı, 1995: 312). Diğer bir deyişle, Ricordo’nun
modeline göre, üretim arttıkça toplam rant ve toplam ücret ödemesi artar ve böylece
toplam kâr azalır. Bu süreçte hasıla bir süre sonra rant ve ücret ödemeleri toplamına
eşit-toplam kâr sıfır olur ve böylece ekonomi hasılanın artık değişmediği bir durağan
duruma ulaşır (Ünsal, 2007: 77).
David Ricordo’da temel konu, üretim faktörlerinin payları olmakla beraber
Adam Smith’in temel konusu, ekonomik büyüme ve gelişme sorunudur. Adam
Smith, Ricordo’dan farklı olarak, emekte artan verim kanununun geçerli olduğunu
kabul etmektedir. Bu nedenle de, Adam Smtih’e göre ekonominin durgunluk
safhasına geçişi Ricordo’nun modeline kıyasla değişiklik göstermektedir. Bu
anlamda, Adam Smith’e göre, kâr amacı taşıyan girişimcilerin tasarruf ve
23
yatırımlarıyla sağlanan sermaye birikimi, işbölümü ve uzmanlaşmaya ve bunlarla
birlikte gelen teknik ilerlemeye neden olmaktadır. Piyasanın genişlemesi, işbölümü
ve uzmanlaşmanın artması içsel ve dışsal ekonomiler yaratacak, böylece emekte,
sermayenin aksine, artan verim kanunu geçerli olacaktır. Sermaye için ise yine David
Ricordo’nun modelinde olduğu gibi azalan verim kanunun geçerli olduğu kabul
edilmektedir. Bu durumda, kârların düşmesi girişimcilerin daha fazla tasarruf
yapmalarına neden olmaktadır. Diğer taraftan, emekte artan verim olduğuna göre,
ücret fonlarının artması ve müteşebbisler arası rekabet dolayısıyla kısa dönemlerde
piyasa ücreti asgari fiziki seviyenin üstüne çıkabilecektir. Ücretlerin yükselmesi ise
nüfus-ücret ilişkisi dolayısıyla, uzun dönemde nüfusun artmasına neden olacaktır
(Hiç, 1994a: 26).
Söz konusu tespitlerden görüleceği üzere, Adam Smith’e göre, ekonomik
büyüme kendi kendini besleyen bir süreçtir. Bu süreç içerisine giren ekonomilerde
sermaye birikimi, nüfus ve gelir artıkça artan bir hızla yükselir. Ancak, artan verim
sonuna kadar devam etmez; kârlar nihai aşama sıfıra düşecek, sermaye birikimi ve
buna bağlı olarak nüfus ve gelir artışı duracak, böylece de ekonomi durgunluk
dönemine girecektir. Bu dönemde ise, nüfus sabittir; kâr oranı düştüğü için, net
yatırım yapılamamaktadır (Kazgan, 2004: 95, 96; Hiç, 1994a: 26, 27).
Sonuç olarak, Klasik iktisatçılar, toplumsal ve kültürel çevre, politik yönetim,
teknik yeniliklerin yapılması ve uygulanmasında elverişli şartlar, piyasanın yeterli
genişliği gibi etkenlerin de ülkeler arasındaki ekonomik büyüme farklılıklarının
açıklanmasında önemli olduğunu düşünmekle birlikte, piyasa ekonomisinin
ekonomik büyümeyi sağlayacağına, devlet müdahalesine gerek kalmayacağına
inanmışlardır (Kazgan, 2004: 98). Buna karşılık, Marksist Ekonomik Büyüme
Yaklaşımı, kapitalist sistemdeki çelişkilerin devamlı bir ekonomik büyüme
sağlayacağını ama bu ekonomik büyüme süreci içindeki çelişkilerin gittikçe
şiddetlenerek sonunda ekonomik büyümenin sona ereceğini savunmaktadır (Acar,
2002: 67).
24
1.2.1.2. Marksist Ekonomik Büyüme Yaklaşımı
Karl Marks tarafından öne sürülen Marksist Yaklaşım’da, Marks ekonomik
analizi ile kapitalist sistemin sonsuza kadar büyümesini devam ettirmesinin mümkün
olmadığını ve bir süre sonra proletaryanın mevcut üretim yapısını ve ondan
kaynaklanan sosyal ilişkileri kaldırıp atacağını ve yerine sosyalist bir üretim
organizasyonun kurulacağı
bir
devrim
aşamasına
ulaşılacağını
göstermeyi
amaçlamıştır (Savaş, 1999: 485). Bu bağlamda, Marksist Ekonomik Büyüme
Yaklaşımı, kapitalizmin iç çelişkilerinin, durgunluğa yer bırakmaksızın sürekli
büyüme sağladığını göstermektedir; dinamik büyüme sürecinde iç çelişkilerin
gittikçe şiddetlenerek, sisteme “patlayıcı” bir nitelik verdiğini ileri sürmektedir. Buna
göre, sistemin kendi içinde yarattığı büyüme, sonunda çöküşünü hazırlayacaktır
(Kazgan, 2004: 319). Kapitalist sistemin çökmesi ile sonuçlanan bu sürecin izahı ise
şu şekilde yapılmaktadır (Karakayalı, 1995: 317, 318; Hiç, 1994a: 33);
s  Artık Değer (toplam değerden, sabit ve değişir sermaye çıktıktan sonra
kalan kısım)
v  Değişir Sermaye (istihdam edilen işçilere fiilen ödenen ücretlerin
toplamı)
C  Sabit Sermaye
b  Artık değer oranı veya sömürü oranı
r  Kâr oranı
c  Sermayenin organik bileşim oranı
Bu açıklamalar ışığında sistem şu şekilde işlemektedir; üretime (v  C ) olarak
giren tüm sermaye, süreç sonunda artık değeri de kapsayarak (v  C  s) şekline
dönüşecektir. Öte yandan;
b
s
v
r
s
vC
c
v
vC
olarak ifade edilmektedir. Diğer bir deyişle, kâr oranı (r ) ile sömürü oranı (b) ve
sermayenin organik bileşimi (c ) arasında;
25
r
s
s/v
b


v  C C /v  v/v c 1
ilişkisi bulunmaktadır.
Buna göre, kapitalizm evrime uğradıkça ve teknik yenilikler üretime girdikçe
bir yandan işçinin verimi yani artık değer artmakta, diğer yandan da sabit sermayenin
önemi gittikçe daha belirgin olmaktadır. Bu gelişme yukarıdaki eşitlikler açısından
düşünüldüğünde zaman sömürü oranı (b) sabitken sermayenin organik bileşimi (c )
ne kadar büyükse, kâr oranı (r ) o kadar düşecek, (c ) sabitken (b) sömürme oranının
artışı oranında (r ) kâr oranı da yükselecek demektir. Bu nedenle, sermayenin
organik bileşiminin (c ) artması, kâr oranlarını azaltıcı bir etki yapacaktır. Böylece
uzun dönemde sermaye ve servet artarken kârın azalması ile ekonomik büyüme hızı
yavaşlayacaktır (Karakayalı, 1995: 318).
Özetle, Marks’a göre, ekonomik büyümenin temeli, yarattığı artık değer ile
emek tarafından oluşmaktadır. Kapitalist ekonomi, sermaye birikiminin hızlanması
ve üretim tekniğinde değişikliklerin uygulanmaya konması için gerekli şartları
oluşturmaktadır. Üretim tekniğindeki değişmeler ise işgücü tasarruf etmektedir.
Kapitalist, daha az sayıda emeği daha verimli çalıştırarak toplam kârını artıracaktır.
Bu nedenle de, üretimde emeğin payı azalırken, kârın payı artacaktır (Acar, 2002: 70,
71). Bununla birlikte, kârın artması ilerleyen dönemde yavaşlayacak ve bu süre
içerisinde işsizlik ordusunun büyümesine bağlı olarak yetersiz tüketim oluşacaktır.
Bu anlamda, kapitalist sistemde, işçiler çalışmalarıyla bir yandan sermaye yaratırken,
bir yandan da, kendi sefaletlerini yaratmış olmaktadırlar. İşçilerin sefaletinin artması
ise, işçilerin ve işsizlerin şehirlerde toplanmalarına ve ihtilal yoluyla kapitalist
sistemin yıkılmasına zemin hazırlanmasına neden olmaktadır (Hiç, 1994a: 37;
Kazgan, 2004: 323).
Fakat
Marks’ın
ekonomik
büyüme
ile
öngörülerinin
tam
olarak
gerçekleşmediği görülmektedir. Zira, Marks’ın teorisini geliştirdiği 19. yy. boyunca
bir yandan ücretlerin artışı ve işletmelerin artan bir şekilde yoğunlaşması diğer
yandan kitle tüketiminin ortaya çıkması ile batılı ülkelerin başarılı bir ekonomik
büyüme süreci içerisine girdiğine işaret edilmektedir (Parasız, 1997: 32; Buchholz,
26
2005: 174-177). Söz konusu bu öngörü eksikliklerini taşımakla birlikte, yine de
Marks’ın ekonomik büyüme için kurduğu teori, kendisinden sonraki dönemde,
Keynesyen Yaklaşım çerçevesinde kurulan ekonomik büyüme yaklaşımlarını büyük
ölçüde etkilemeyi başarabilmiştir (Kazgan, 2004: 326).
1.2.1.3. Keynes’in Ekonomik Büyüme Yaklaşımı
1929 Büyük Bunalımı’nın ardından, Klasik Yaklaşım’ı eleştiren Keynes’in
iktisadi analizi, işsizlik, durgunluk ve enflasyona neden olan toplam yurtiçi üretimin
satın alma miktarındaki dalgalanmalar üzerine yoğunlaşmaktadır. Keynes’e göre
ekonomide
eksik
istihdam
bulunmaktadır.
Ekonominin
eksik
istihdamdan
kurtulabilmesi için ekonominin durgunluk durumundan çıkması yani toplam talebin
artırılması gerekmektedir. Toplam talebin artırılması ile yatırım harcamaları artacak
ve ekonomide büyüme sağlanacaktır. Ekonomik büyümenin hızlanması ile birlikte
ekonomi, tam istihdam dengesine doğru yaklaşacaktır. Fakat Keynes, yaklaşımında
tam istihdam dengesinin özel bir durum olduğunu belirtmektedir. Diğer bir deyişle,
Keynes’in iktisat politikasındaki amacı, ekonominin büyümesi olmayıp, ekonomiyi
durgunluktan kurtarıp işsizliği önlemek şeklinde ifade edilmektedir (Yılmaz, 2005:
65, 66). İşsizliğin önlenmesinde ise kamu yatırımlarına ağılık verilmesi gerektiğini
ileri süren Keynes’e göre yapılacak yatırımları çarpan mekanizması aracılığıyla
ekonomide kendi artış oranından daha fazla gelir yaratabileceğini ve bu suretle
ekonomideki istihdam kapasitesinin genişleyebileceğini savunmaktadır.
Roy F. Harrod (1939) ve Evsey Domar (1946) ise, Keynes’in kısa dönem
analizinden farklı olarak yatırımın, hem üretim kapasitesini artırıcı hem gelir artıcı
olduğunu göz önünde tutarak, Keynesyen Yaklaşım’ın dinamikleştirilmesine, önemli
katkılarda bulunmuşlardır. İstikrarlı bir ekonomik büyüme için gerekli şartları,
araştırırken birbirlerinden ayrı olarak kurdukları ve yaklaşık aynı şeyleri ifade
ettikleri modelleri ise literatürde Harrod-Domar Modeli olarak anılmaktadır (Kazgan,
2004: 244).
27
1.2.1.4. Harrod-Domar Ekonomik Büyüme Yaklaşımı
Harrod-Domar modeli, temelde, yatırımı izleyen dönemlerdeki denge
şartlarını araştırmaktadır. Bu bağlamda, model, ilave yatırımların ekonominin
potansiyel büyümesini artıracağını ve ortaya çıkan ekonomik büyüme halinde
dengenin kurulması için önce bu ekonomik büyümenin tatmin edici olması
gerektiğini vurgulamaktadır. Bu potansiyel ekonomik büyümenin tatmin edici
olabilmesi için ise yatırımların mutlaka belirli bir ölçüde artması gerekmektedir.
Bununla beraber, ekonomik büyümenin tatmin edici olması, girişimcilere yapılan
üretimin, piyasalarca tam olarak emilmesi, başka bir ifadeyle üretimin talebe göre ne
eksik ne fazla olmasını zorunlu kılmaktadır. Tatmin edici ekonomik büyüme hızında
ise aynı zamanda, planlanan tasarruf, planlanan yatırıma eşit olmakla birlikte bu
durumda tam istihdam oluşmaktadır. Diğer taraftan, Harrod-Domar modelinde tek
bir istikrarlı denge bulunmaktadır ve bu dengenin sağlanabilmesi için girişimcilerin
mutlaka belirli bir düzeyde yatırım yapmaları gerekmektedir. Bu bakımından,
Harrod-Domar modeli bıçak sırtı denge modeli olarak tanımlanmaktadır. Çünkü
modelde, yatırım düzeyinin, olması gereken düzeyden sapması halinde ekonomideki
dengenin bozulacağı düşünülmektedir (Paya, 2001: 433, 434; Hiç, 1994a: 72; Akyüz,
1980: 268, 269).
Bu açıklamaların ışığında, gelişmiş ekonomileri ve uyarılmış yatırımları ön
plana çıkaran, Harrod-Domar modeli ise şu şekilde işlemektedir (Ülgener, 1991: 424;
Dinler, 1998: 514, 515; Şiriner ve Doğru, 2006: 57-77);
Her üretken yatırım, ekonomideki yatırım mallarının miktarını artırırken aynı
zamanda, ekonominin üretken kapasitesini de artırmaktadır. Diğer bir deyişle, bir
ekonomide (I) kadar yatırım yapıldığında, ekonominin üretim kapasitesinde Y
kadar bir artış meydana gelmektedir. Söz konusu bu artışın düzeyi ise, (I) kadar
yatırım artışı ile birlikte, sermayenin marjinal verimliliğine () bağlı olarak
belirlenmektedir. Buna göre, Y = I.’ya eşit olmaktadır.
Kapalı ekonomi varsayımı altında, tam istihdam dengesinin gerçekleştiğini ve
bu denge düzeyinde tasarruf-yatırım eşitliğinin sağlanmış olduğu kabul edildiğinde
ise, (1.1) no.lu denkleme ulaşılmaktadır.
28
Y
 s.
Y
(1.1) no.lu denklemin sol tarafı (
(1.1)
Y
) ekonominin büyüme hızını, sağ tarafı
Y
ise büyüme hızının, marjinal tasarruf eğilimi (s) ile yatırımın marjinal verimliliğine
() bağlı olduğunu göstermektedir. Yatırımın marjinal verimliliği (), sermaye hasıla
katsayısının tersine eşit olduğuna göre,  =
yerine
1
k
1
Y
’ya eşittir.
 s. ifadesinde, ()
k
Y
konulduğunda ise, sırasıyla (1.2) ve (1.3) no.lu denklemler elde
edilmektedir.
Y
1 s
s 
Y
k k
(1.2)
Y s

Y
k
(1.3)
Bu denklemlerden hareketle, bir ekonomideki denge büyüme oranının
sermaye hasıla oranı ile marjinal tasarruf oranına bağlı olduğu görülmektedir. Ancak
bu ilişki, marjinal tasarruf oranı ile doğru, marjinal sermaye hasıla katsayısının
değeri ile ters yönlü bir ilişki içerisindedir. Başka bir ifadeyle, Harrod-Domar
modeline göre, bir ekonomide marjinal tasarruf oranı ne kadar büyük ve sermaye
hasıla katsayısı ne kadar küçükse, ekonominin büyüme hızı o kadar yüksek
olmaktadır (Dinler, 1998: 515).
Sonuç olarak, Harrod-Domar ekonomik büyüme modeli, gerçek hayatın
işleyişini açıklamakta tam olarak yeterli olmamakla beraber, ekonomik büyüme
teorisinin gelişimi açısından önemli bir model olarak görülmektedir. Zira,
Harrod-Domar modeli, her şeyden önce Robert Solow ve Tresory Swan tarafından

Sermaye hasıla katsayısı (k), gelirde bir birimlik artış sağlamak için ne kadar yatırım yapılacağını
gösteren bir katsayıdır. Buna göre, k =
I
olarak tanımlanmaktadır. Burada, I: Yatırımı, Y ise
Y
gelirdeki artışı ifade etmektedir. Bkz. (Öney, 1987: 62, 63).
29
1956 yılında geliştirilen neoklasik ekonomik büyüme modellerinin hareket noktası
olarak kabul edilmektedir (Ünsal, 2007: 102). Modern iktisadi büyüme kuramının
temellerini oluşturan bu modellerden ise Solow modelinin çok etkili olduğu ve
modern iktisadi büyüme literatürünün bu çalışmayı referans alarak doğduğu ileri
sürülmektedir (Yetkiner, 2007: 5).
1.2.1.5. Neoklasik Ekonomik Büyüme Yaklaşımı
Harrod-Domar modeli gibi Keynes sonrası geliştirilen ve ekonomik
büyümenin analizinde talebi öne çıkaran modellerin aksine, Solow modeli ise diğer
Neoklasik ekonomik büyüme yaklaşımları gibi üretim fonksiyonunu ön plana
çıkartmaktadır (Hiç, 1994a: 122). Bu anlamda, modeli açıklarken Solow
Cobb-Douglas üretim fonksiyonunu kullanmakla birlikte birtakım basitleştirici
varsayımları da modelinde kullanmaktadır. Buna göre, tek sektörlü standart
neoklasik ekonomik büyüme modelinin temel varsayımları; ölçeğe göre getirilerin
sabit olduğu, sermayenin marjinal verimliliklerinin azaldığı, teknolojinin dışsal
olarak belirlendiği, nüfus artış hızının sabit olduğu ve işgücüne katılma oranına eşit
olduğu, faktörler arası ikamenin mümkün olduğu ve bağımsız bir yatırım
fonksiyonun
bulunmadığı
(tasarruf-yatırım
eşitliğinin
sağlanması)
şeklinde
sıralanmaktadır (Solow, 1956: 66; Kirbitçioğlu, 1998: 8; Jones, 2001: 23).
Bu varsayımlar altında, Solow modeli, (1.4) no.lu denklem şeklinde ifade
edilen durağan durum denklemine ulaşmaktadır.
sy = (n+d)k
(1.4)
(1.4) no.lu denkleme göre, durağan durumda tasarruflar (sy), amortismanı
(dk)’yı dengelemek ve ayrıca işgücüne yeni katılan çalışanları sermaye ile (nk)
donatmak için gerekli olan yatırımları tam olarak karşılamaktadır. Diğer taraftan, söz
konusu durağan durumda, ekonomide sermaye ve işgücü stoku büyümesine karşılık,
kişi başına hasıla ve kişi başına sermaye büyümemektedir. Teknoloji değişkeninin

Neoklasik büyüme modelleri, daha sonra Denison (1961), Cass (1965) ve Koopmans (1965) gibi
iktisatçılar tarafından geliştirilmiştir. Bkz. (Ercan, 2002: 130).

Bu varsayım altında teknik bir kısıt yatmaktadır. Çünkü Solow 1956 yılında çalışmasını yayınlarken
henüz içsel tüketim tasarruf paylaşımı çözmek mümkün değildi. Zira, bu problem 1961’de
Pontryagin’in optimal kontrol kuramını geliştirmesi ile çözülmüştür. Dolayısıyla da, Solow’un bu
varsayımı çok haklı nedenlere dayandırılmaktadır. Bkz. (Yetkiner, 2007: 7).
30
dahil edilmediği (1.4) no.lu denkleme, teknoloji değişkeni ilave edildiğinde ise
durağan durum denklemi (1.5) no.lu denklemdeki gibi ifade edilmektedir.
sy = (n+d+g)k
(1.5)
(1.5) no.lu denklemde (g) ile gösterilen teknoloji gelişme hızı ise, kişi başına
kalıcı ekonomik büyümenin kaynağını ortaya koymaktadır. Başka bir ifadeyle,
teknolojik değişme kişi başına gelirde durağan durum büyüme hızını, yani uzun
dönem kişi başına hasılanın büyüme oranını belirlemektedir.
Bu açıklamaların ışığında, modern ekonomik büyüme yaklaşımının ikinci
dalgası olarak nitelendirilen Solow modelinin teorik sonuçlarını şu şekilde özetlemek
mümkün görülmektedir (Berber, 2006: 163; Ünsal, 2007: 148);
— Modele göre bir ekonomide durağan durum dengesi sağlandığında
sermaye stokundaki artış hızı ve ekonomik büyüme hızı tasarruf oranından bağımsız
olup dışsaldır. Sermaye stokundaki artış ile ekonominin büyüme hızı, işgücündeki
artışa eşit olup “n” oranında artmaktadır.
— Tasarruf oranında meydana gelen artışlar, sadece bir defa işçi başına
sermaye ve işçi başına çıktı artışına sebep olmaktadır. Tasarruf oranında meydana
gelen artışlar uzun dönem ekonominin büyüme hızını etkilememektedir. Diğer bir
deyişle, tasarruf oranındaki artışlar durağan durum gelir düzeyini artırmakta, ancak
durağan durum ekonominin büyüme hızına tesir etmemektedir. Bu anlamda,
başlangıçta işçi başına düşen sermaye miktarı ne olursa olsun, ekonomiler her uzun
dönem itibariyle dengeli bir ekonomik büyüme yoluna girmektedirler.
— Teknolojik gelişmenin olmadığı durağan durumda işçi başına çıktı miktarı
yani işçi başına gelir sabit olmaktadır. Teknolojik gelişmenin olduğu durağan
durumda ise, işçi başına çıktı miktarı artık sabit olmayıp teknolojik gelişme
tarafından belirlenmektedir. Bu nedenle, işçi başına çıktı miktarı teknolojik gelişme
oranında artış göstermektedir. Toplam çıktının büyüme oranı ise nüfus artış oranı ile
teknolojik gelişme oranının toplamına eşit olmaktadır.
Özetle, Solow modeli, ülkeler arasındaki zenginlik farklılıklarının nedeni
olarak, yatırım oranındaki, nüfus artışındaki ve teknolojik gelişmelerdeki farklılıkları
göstermektedir. Buna göre, zengin ülkeler daha çok yatırım yapan, daha az nüfus
31
artış hızına sahip olan ve hızlı teknolojik gelişme nedeniyle işgücü verimliliğini daha
fazla artıran ülkeler oldukları için zenginleşmektedirler. Çünkü teknolojik gelişme,
sermayenin marjinal ürünündeki azalmayı ortadan kaldırmakta ve uzun dönemde
ülkeler teknolojik gelişme oranında kişi başına ekonomik büyüme sergilemektedirler
(Jones, 2001: 20-36; Berber, 2006: 165, 166).
Model aynı zamanda, azalan verimler yasası gereği zengin ülkelerin zamanla
durgun duruma gireceği ve onların büyüme yolunu takip eden yoksul ülkelerin onları
yakalayacağını ileri sürmektedir. Diğer bir deyişle, düşük işgücü başına fiziksel
sermayeye sahip olan göreli yoksul ekonomiler daha yüksek marjinal sermaye
verimliliğine sahip olduklarından, daha hızlı büyüyecekler ve zengin ülkeleri
yakalayacaklardır (Demir, 2002: 6; Ateş, 1996: 15).
Fakat
beklenilenin
aksine
yakınlaşma
hipotezinin
öngörüleri
gerçekleşmemiştir. Daha doğrusu, teknolojinin dışsal ve sabit olduğu varsayımının
gerçekçi olmadığı fark edilmiştir. Gerçekte sadece koşullu bir yakınlaşma ortaya
çıkmaktadır. Yani kişi başına reel gelir düzeylerinin uluslararası düzeydeki
yakınlaşması ancak benzer kurumsal koşullara sahip ülke grupları içinde
gerçekleşebilmektedir. Çünkü bu süreçte, zengin ülkelerden yoksul ülkelere
yapılacak sermaye transferlerinin yakınlaştırıcı etkisi, gelişmiş ülkelerdeki teknolojik
gelişmeler tarafından tümüyle ortadan kaldırılabilmektedir. Bu nedenle, ekonomik
büyüme süreçlerinin anlaşılmasında kritik bir öneme sahip olan teknolojik
gelişmenin, dışsal olmaktan çıkartılarak konunun daha yakından incelenmesi
kaçınılmaz hale gelmiştir (Kibritçioğlu, 1998: 215).
1.2.1.6. İçsel Ekonomik Büyüme Yaklaşımı
Neoklasik ekonomik büyüme teorisi, ekonomik büyüme sürecinde fiziksel
sermaye
birikimi
ve
işgücünün önemini
vurgulamaktadır.
Toplam faktör
verimliliğinin tek kaynağını da dışsal teknolojik gelişmeler olarak görmektedir.
Ancak 1960’lı yıllarda bazı iktisatçılar (Arrow; 1992, Kaldor ve Mirrlees; 1962,
Uzawa;
1965)
Solow’un
ekonomik
büyüme
modelinin
dışsal
teknoloji
varsayımındaki basitliğine karşın, teknolojik gelişmenin iktisadi etmenlere dayanarak
içsel biçimde açıklanabileceği karşıt tezini geliştirmişlerdir. Bu düşünceyi daha sonra
32
Romer (1986), artan getiri ile destekleyince, 1980’li yılların ortalarından sonra hızla
çoğalan yeni içsel ekonomik büyüme modelleri ortaya çıkmıştır. Bu tarihten sonraki
çalışmalar, ekonomik büyümenin asıl kaynağı olarak gördükleri unsurları belli başlı
şu dört alanda toplanmıştır: Birinci grupta, kâr arayışındaki Ar-Ge (AraştırmaGeliştirme) sektörünün bilgi (ya da teknolojik tasarımlar) üretmesi (Romer, 1990;
Grossman ve Helpman, 1991; Aghion ve Howitt, 1992); ikinci grupta Arrow’un
düşüncesini devralan ve bunu yeni yaklaşımlara uyarlayan fiziksel sermaye
yatırımları ve yaparak öğrenme modelleri (Romer, 1986; Rebelo, 1991; d’Autume ve
Michel, 1993); üçüncüsü, beşeri sermaye birikimi (Lucas, 1998; Jones, 1996);
dördüncüsü kamu yatırımları (Barro, 1990) (Ateş, 1998a: 3; Barro ve Martin: 2001:
12).
Söz konusu içsel ekonomik büyüme modellerinden ulaşılan sonuçlar ise şu
şekilde özetlemektedir (Berber, 2006: 184-185; Demir, 2002: 12; Paya, 2001: 446);
— İçsel ekonomik büyüme modellerinin neoklasik ekonomik büyüme
modelinin öngördüğü şekliyle, gelişmekte olan ülkelerden gelişmiş ülkelere doğru
bir yakınsama olacağı düşüncesini kabul etmemişlerdir. Başka bir ifadeyle, kapalı
ekonomi halinde zengin ülke ile aynı ekonomik büyüme oranına sahip yoksul
ülkenin nispi yoksulluğu devam etmektedir. Beşeri sermayenin oluşturduğu pozitif
dışsallıklar, ülkeler arasında yakınsamanın gerçekleşmemesinin, hatta refah farkının
gittikçe artmasının nedenlerinden biri olarak gösterilmektedir. Zira, beşeri sermaye
birikiminin yüksek olduğu ülkelerde aranılan her türlü nitelikte eleman
bulunabilmekte, verimlilik düzeyi yüksek olmakta ve bireyler yüksek düzeylerde
gelir elde edebilmektedirler. Bu nedenle, az gelişmiş ülkelerden gelişmiş ülkelere
doğru bir beyin göçü yaşanmakta, bu da az gelişmişliğin sürekliliğini tetikleyen
faktörlerden biri olmaktadır.
— İçsel ekonomik büyüme modelleri, birbirine yakın gelişmişlik düzeyinde
bulunan ülkelerin entegrasyona girmeleri durumunda bütün tarafların bundan
kazançlı çıkacaklarını iddia etmişlerdir. Çünkü ülkeler arasındaki mal ve bilgi akışı,
kaynakların gerek ülke içinde gerekse ülkeler arasında daha etkin dağılımını
sağlamakta
ve
ülkelerde
ölçeğe
göre
artan getirilerin
işlemesine
zemin
hazırlamaktadır. Diğer taraftan, gerçekleştirilen Ar-Ge faaliyetlerinin getirileri diğer
33
ülkeler tarafından da kullanılmaktadır. Bu yolla sağlanılan tasarruflar ülkelere daha
fazla Ar-Ge yapma olanağı vermektedirler.
— Neoklasik ekonomik büyüme modellerinde dışlanan devlete, içsel
ekonomik büyüme modellerinde yeniden önem kazandırılmıştır. Ancak burada
devletin görevi bizzat üretim yapmak değil, koordine etmek, teşvik etmek ve
denetlemek şeklindedir. İçsel ekonomik büyüme anlayışında üretim artışı; beşeri
sermaye, bilgi birikimi, teknolojik gelişme ve Ar-Ge faaliyetlerinden bağımsız olarak
düşünülmemektedir. Bu nedenle, devlete eğitim-öğretim hizmetlerinin yerine
getirilmesi, Ar-Ge faaliyetlerinin teşvik edilmesi, patent ve mülkiyet haklarının
korunarak özel sektörün ve yabancı sermayenin yeniliğe yönelik yatırımlarının teşvik
edilmesi, üniversite-sanayi işbirliğinin geliştirilmesine katkı yapma gibi görevler
yüklenmiştir.
Sonuç olarak, arz ve talep dengesizliği ya da parasal nedenlere bağlı olarak
fiyatlar genel düzeyinde ortaya çıkan yüksek ve sürekli artışlar, ekonomik, sosyal ve
siyasi dengeler üzerinde önemli etkiler meydana getirebilmektedir. Bu sebeple,
enflasyonun makul düzeylerde tutulması, iktisadi istikrarın sağlanması açısından
temel şart olarak kabul edilmektedir. Nitekim son dönemlerde para otoritelerinin
fiyatlar genel düzeyine yönelik hedeflere öncelik verdiği, ekonomi politikalarının da
bu hedefler ile tutarlı bir biçimde şekillendirildiği görülmektedir. Söz konusu
yaklaşımın temelinde ise iktisat politikasının birincil amacı olan üretim düzeyinin
artırılması ve toplumsal refah seviyesinin yükseltilmesi ile yüksek enflasyon arasında
ters yönlü bir ilişkinin bulunduğuna yönelik kabuller yer almaktadır. Ancak üretim
düzeyi ve üretim düzeyindeki artış oranı ile enflasyon oranı arasında kabul edildiği
üzere bir ilişkinin bulunup bulunmadığı, makroekonomik alanda en fazla ele alınan
ve tartışılan konular arasında bulunmaktadır (Doğan vd., 2008: 56).
İKİNCİ BÖLÜM
ENFLASYON ve EKONOMİK BÜYÜME İLİŞKİSİ
2.1.Enflasyon ve Ekonomik Büyüme İlişkisini İnceleyen Yaklaşımlar
Gerek enflasyonu gerekse de ekonomik büyümeyi açıklayan yaklaşımlardan
da görüleceği üzere enflasyonun düşürülmesi ekonomik büyümenin artırılması
toplum refahının artırılmasının önemli ön koşullarını oluşturmaktadır. Fakat bu ön
koşulların birbirinden bağımsız bir biçimde gerçekleştirilmesinin her zaman mümkün
olmadığı belirtilmektedir. Diğer bir deyişle, ekonomik büyüme oranlarının
artırılmasının bazı durumlarda ki özellikle kısa dönemde fiyat artışlarının
sağlanmasıyla oluşacağı belirtilmektedir (Savaş, 1998: 44).
Bu düşüncenin temel dayanağını ise fiyatların yükselmesinin, kâr oranını
artırması ve üreticiyi daha çok istihdama ve daha çok üretime teşvik etmesi
oluşturmaktadır. Dolayısıyla kısa dönemde enflasyon ile ekonomik büyüme arasında
pozitif bir ilişki öngörüsünü taşıyan bu tespit bir anlamda enflasyon ile ekonomik
büyüme arasında bir çelişki olduğunu da iddia etmektedir. Her ne kadar bazı
koşulların gerçekleşmesi durumunda bu şekilde bir ilişkinin ortaya çıkacağı öngörüsü
yapılmakla birlikte enflasyon ile ekonomik büyüme arasındaki ilişkinin yönü ve bu
ilişkinin ekonomi politikaları açısından uzantıları iktisadi teorinin en önemli tartışma
konularından birisini oluşturmuştur. Enflasyon ile ekonomik büyüme oranı
arasındaki ilişkinin pozitif olduğu, daha da önemlisi enflasyonun yükselmesine izin
verildiği takdirde ekonomik büyüme hızının da yükseleceği fikri, önceleri Phillips
Eğrisi olarak bilinen ilişkide ifadesini bulmuş ve uzun süre makroekonomi teorisinde
hakim görüş olarak kabul edilmiştir. Fakat 1970’li yıllarda yaşanan stagflasyon
olgusunun, Phillips Eğrisi yaklaşımını tartışılır hale getirmesiyle birlikte konuya
yönelik farklı teorilerin geliştirildiği gözlenmektedir (Akçay vd., 2002: 39; Saçkan,
2006: 1). Bu nedenle, söz konusu ilişkinin Phillips Eğrisi, Neoklasik Yaklaşım ve
İçsel Büyüme Yaklaşımları anlamında üç ana başlık altında incelendiği
görülmektedir.
35
2.1.1. Phillips Eğrisi Yaklaşımında Enflasyon ve Ekonomik Büyüme
İlişkisi
A.W. Phillips (1958), İngiltere ekonomisinin 1861–1957 dönemine ait işsizlik
oranı ve yıllık ücret artış oranlarının işaretlenmesi suretiyle, gözlemsel bir eğri
oluşturmuştur. Phillips Eğrisi olarak isimlendirilen ve işsizlik oranı ile yıllık ücret
artışları arasında negatif yönlü bir ilişki olduğunu ileri süren bu eğri, daha sonra
Samuelson ve Solow (1960)’un katkılarıyla enflasyon oranı ile işsizlik oranı
arasındaki kararlı ve ters yönlü ilişki şeklinde (2.1) no.lu denklemde ve Şekil 1’de
belirtildiği gibi yeniden formüle edilmiştir (Çevik, 2005; Tylecote, 1981: 5; Mankiw,
1998: 456).
π = - γ (u – uN)
(2.1)
π = Enflasyon oranını
u = İşsizlik oranı
uN = Doğal işsizlik oranı
γ = Enflasyon oranının işsizlik oranı ile doğal işsizlik oranı arasındaki
değişmeye olan duyarlılığını göstermektedir.
Şekil-1: Phillips Eğrisi
π
0
uN
u
Kaynak: Ünsal, Erdal M. (2001). Makro İktisat (4. Baskı). Ankara: İmaj Yayınevi, s. 247.
1960’lı yıllarda, enflasyonla işsizlik arasında bir değiş-tokuş bulunduğu
görüşünü benimseyerek, ekonomi politikası yürütenlerin, belli bir enflasyona razı
olunarak işsizliği azaltmak amacıyla genişletici para ve maliye politikaları izlemişler
ve büyük ölçüde beklenene uygun sonuçlar elde etmişlerdir. Ancak 1960’lı yılların
36
sonlarından itibaren yaşanan stagflasyon olgusunun da etkisiyle Phillips Eğrisi’ne
olan güven aksi sonuçlar elde edilmesine neden olmuştur. Bu durum karşısında da,
Friedman ve Phelps’in, beklentilerin etkilerini göz önüne almayan Phillips Eğrisi’ne
yönelik eleştirileri anlam kazanmaya başlamıştır (Güran, 1996: 248).
Zira Friedman ve Phelps, değişen enflasyon beklentilerinin hesaba katılması
halinde Phillips Eğrisi’nin zaman içinde istikrarlı olmayacağını ve eğri üzerindeki bir
noktanın seçilmesi ile belirlenen enflasyon oranının bir uyum döneminden sonra yeni
bir beklenen enflasyon oranına ve Phillips Eğrisi’nin kaymasına neden olacağını ileri
sürmüşlerdir (Yıldırım ve Karaman, 2003: 340). Bu anlamda bekleyişlerin dahil
edildiği Phillips Eğrisi denklemi (2.2) no.lu denklemde şu şekilde ifade edilmiştir.
π = πe - γ (u – uN)
(2.2)
(2.1) no.lu denkleme beklenen enflasyonun (πe) eklenmesiyle oluşturulan
(2.2) no.lu denkleme göre, beklenen enflasyon oranı gerçekleşen enflasyon oranına
eşit olunca, işsizlik oranı da doğal işsizlik oranına eşit olmaktadır: π = πe, (u – uN).
Buna karşılık, gerçekleşen enflasyon oranı beklenen enflasyon oranından büyük
olduğunda, işsizlik oranı doğal işsizlik oranından küçük olmaktadır: π  πe, u uN.
Tam tersi durumunda ise gerçekleşen enflasyon haddi beklenen enflasyon haddinden
küçük olduğunda, işsizlik oranı doğal işsizlik oranından büyük olmaktadır: π  πe,
u  uN
Bununla birlikte, bekleyişlerin sokulduğu Phillips Eğrisi dinamik toplam arz
eğrisi şeklinde de tanımlanabilmektedir. Bunun için ise öncelikle, dinamik toplam
arz eğrisi (2.3) no.lu denklemdeki gibi oluşturulmaktadır.
π = πe – 1/ (Y – YN)
(2.3)
İşsizlik haddi doğal işsizlik haddinden küçük olunca, (2.4) no.lu denklemde
de belirtildiği üzere hasıla doğal hasıladan büyük olmaktadır.
(Y – YN) = - a (u – uN)
(2.4)
Okun Kanunu olarak tanımlanan, bu husus hesaba katıldığında, kısa dönem
arz denklemi (2.5) no.lu denklemde şu şekilde oluşturulmaktadır.
π = πe - γ (u – uN)
γ = (1/α) x a
(2.5)
37
α = Hasılanın fiyat düzeyindeki beklenmedik değişmelere karşı duyarlılığını,
a = Okun katsayısını göstermektedir.
Dinamik kısa dönem toplam arz eğrisinin Okun kanunu çerçevesinde ifade
edilmesi ile oluşan (2.5) no.lu denklem (2.2) no.lu bekleyişlerin sokulduğu denklem
ile benzerlik göstermektedir. Dolayısıyla da dinamik kısa dönem arz eğrisi ile
bekleyişlerin sokulduğu Phillips Eğrisi, beklenen enflasyon haddinin veri olduğu kısa
dönemde, enflasyon oranı yükseldikçe işsizlik oranının düştüğünü-hasıla düzeyinin
yükseldiğini, buna karşılık beklenen ve gerçekleşen enflasyon oranlarının eşit olduğu
uzun dönemde, işsizlik oranının enflasyon oranından bağımsız olduğu anlamında
aynı şeyi ifade etmektedirler (Ünsal, 2001: 248, 249; Yıldırım ve Karaman, 2001:
276).
Bununla birlikte, kısa dönemde enflasyon ile ekonomik büyüme arasında
pozitif yönlü bir ilişki olduğunu kabul eden beklentilerin dahil edildiği Phillip Eğrisi
yaklaşıma destekler nitelikte başka yaklaşımların da geliştirildiği gözlenmektedir.
Neoklasik bakış açısı çerçevesinde geliştiren bu yaklaşımlarda da enflasyon ile
ekonomik büyüme arasında pozitif yönlü bir ilişki olduğu savunulmaktadır.
2.1.2. Neoklasik Yaklaşımlarda Enflasyon ve Ekonomik Büyüme İlişkisi
Neoklasik modelde enflasyon ve ekonomik büyüme ilişkisi kapsamlı bir
şekilde ilk defa Mundell (1963) tarafından incelenmiştir. Mundell’e göre,
enflasyonda veya enflasyon bekleyişlerinde meydana gelebilecek olan bir artış
bireylerin servetlerini azaltacaktır. Bu azalma karşısında bireyler, eski servet
düzeylerine dönmek için daha fazla tasarruf edeceklerdir. Daha fazla tasarruf
edilmesi ise faiz oranlarının düşmesine ve buna bağlı olarak yatırımların artmasına;
dolayısıyla ekonomik büyümenin gerçekleşmesine neden olacaktır (Erçel, 1999;
Gokal ve Subrina, 2004: 10).
Mundell’e paralel olarak enflasyon ile ekonomik büyüme arasında pozitif
yönlü ilişki olduğunu savunan diğer iktisatçı ise James Tobin (1965)’dir. Tobin
neoklasik ekonomik büyüme modellerinde parasal faktörlerin dikkate alınmadığına
işaret etmekle birlikte kısa dönemde parasal faktörlerin sermaye birikimi üzerinde
etkili olacağını belirten Keynes’in düşüncelerinin aslında uzun dönemde de geçerli
olduğunu ortaya koymaya çalışmıştır. Buna göre Tobin, Solow (1956) ve Swan
38
(1956)’nın modellerini izleyerek, kapalı bir ekonomide kâr getiren sermaye ve diğer
parasal varlıklar üzere iki birikim aracı olduğunu ve parasal varlıkların getirilerinin
sermaye getirilerini ve sermaye birikimini sınırladığını ileri sürmektedir. Bununla
beraber, Tobin parasal varlıkları yalnızca merkez bankaları tarafından arz edilen,
getirisi devlet tarafından sabitlenmiş ödeme ve değişim araçları olarak ifade etmiştir.
Bu nedenle, toplam servetin; geçmişteki reel yatırımlardan elde edilen reel varlıklar
(sermaye) ve devlet tarafından arz edilen (üretilen) kağıt varlıklar (para) olmak üzere
iki bileşeni bulunmaktadır. Reel varlıklar ile kağıt varlıklar arasında bir portföy
seçimi söz konusu ise servet sahipleri en fazla getiriye sahip olanı seçmek
isteyeceklerdir. Eğer her ikisi de aynı getiriye sahipse bunlar arasında kayıtsız
kalınacaktır. Dolayısıyla, Tobin’e göre eğer para otoritesi paranın faiz oranını kontrol
ediyorsa sermayenin getirisini de kontrol ediyordur. Parasal varlıkların portföy
içindeki payının azalması, sermayenin payının artmasına ve üretimin artmasına
neden olmaktadır. Bu durumda parayı elde tutmanın alternatif maliyeti, sermayenin
getirisi artı enflasyon oranı olmaktadır. Bu sebeple, politika uygulayıcıları enflasyon
oranını yükselterek servetin bileşimini sermaye lehine değiştirebilmektedirler (Tobin,
1965: 676, 684; Aktaran: Saçkan, 2006: 11).
Eğer insanlar çeşitli politika önlemleriyle ki, daha az para tutmaya
zorlanıyorlarsa servetlerini daha verimli aktivitelere kaydıracaklardır. Tasarruf oranı
sabitse bu kayma tasarrufların para ve sermaye arasındaki dağılımını değiştirecek
dolayısıyla kişi başına sermaye artacaktır. Böylelikle de, enflasyon kişi başına
sermaye ve kişi başına çıktıda bir artışa neden olacaktır (Saçkan, 2006: 11, 12).
Bu bağlamda, Tobin modelinin işleyişi şu şekilde formüle edilmektedir.
k t 1  (1   )k t  it
it  s k f (k t )
k  Sermaye stokunu
i  Toplam yatırım harcamalarını
f (k )  Tek faktörlü (sermaye) üretim teknolojisini
  Sermayenin aşınma oranını
(2.6)
(2.7)
39
s k  İlave sermaye ihtiyacını karşılamak için çıktıdan artırılması gereken
kısmını göstermektedir.
Buna göre, denge durumumda tasarruf ve yatırım toplamı birbirine eşit
olmaktadır. Bu durumda, s t  s k f (k t )  it eşitliği oluşmaktadır. Durağan durumda
ise sermaye stoku sabitlenir diğer bir deyişle sermaye stokunda artış oranı sıfıra eşit
olur. Bu süreç sonunda ise, denklem (1) k  s k f (k ) haline dönüşmektedir (Haslag,
1997: 12, 13). Tobin’in portfolyo mekanizması ise bu açıklamalar ışığında Şekil 2’de
şu şekilde izah edilmektedir;
Şekil-2: Tobin Modelinin İşleyişi
y
f(k)
s(k)
sk'f(k)(π  π1)
skf(k)(π  π0)
0
k0
k1
k
Kaynak: Gokal, Vikesh and Hanif, Subrina (2004). Relationship Between Inflation and
Economic Growth. Working Paper. Economics Department Reserve Bank of Fiji. No: 2004/04, s. 11.
Şekil 2’ye göre, eğer enflasyon oranı π0 ’dan π1’e yükselirse (π0<π1) paranın
getirisi azalacaktır. Böylece, Tobin’in portföy mekanizması işlemekte, paradan kaçan
insanlar sermayeye yönelmektedirler. Şekil 2’de bu yönelme sk’dan sk '’ne çıkması ile
gösterilmektedir. Söz konusu bu hareket sonucunda ise sermaye birikimi K0’dan K1’e
yükselmekte ve daha yüksek bir sermaye birikimi seviyesinde durağan durum denge
düzeyi sağlanmaktadır. Tobin etkisi, yüksek enflasyonun çıktı düzeyinde sürekli bir
artışa neden olduğunu, ancak ekonomik büyüme oranındaki artışın, yeni durağan
40
durum düzeyine gelinmesi sebebiyle geçici olduğunu göstermektedir. Burada
sermaye birikimi ve çıktı büyüme hızı sermayenin getirisi azalıncaya kadar devam
etmekte, sonuçta daha yüksek yatırım düzeyi ve durağan durum büyümeye
ulaşılmaktadır. Buna karşılık, neoklasik ekonomik büyüme teorisinde ekonomik
büyüme ise, sadece
f (k ) eğrisini yukarıya kaydıran teknolojik gelişmeden
kaynaklanmakta, enflasyondan etkilenmemektedir (Gokal ve Subrina, 2004: 11, 12).
Neoklasik teoride enflasyonun etkileri konusundaki diğer bir çalışma ise
Sidrauski (1967) tarafından yapılmıştır. Paranın güçlü yansız olduğunu düşünen
Sidrauski’nin modelinde ise insanlar Tobin modelinden farklı olarak kendi
faydalarını maksimize edecek bir tasarruf oranı belirlemektedirler. Zira, Tobin
modelinde tasarruf oranı çıktının sabit bir bölümünden oluşmaktaydı. Bununla
birlikte, Sidrauski’nin modelinde paranın örtük bir işlevi bulunmaktadır. Diğer bir
deyişle, bireylerin fayda düzeyleri tutmuş oldukları reel para balanslarıyla doğrudan
ilişkilidir. Dolayısıyla enflasyon oranında meydana gelecek bir artış durağan
durumdaki sermaye stokunu etkilememektedir. Bu anlamda, Sidrauski’nin modelinde
enflasyon oranında meydana gelecek bir artış sadece reel para balanslarının
azalmasına neden olurken, Tobin modelinden farklı olarak sermaye miktarında
herhangi bir değişikliğe neden olmamaktadır (De Gregorio, 1996: 3; Haslag, 1997:
13; Sidrauski, 1967: 797).
Stockman (1981) ise Tobin modelinden farklı olarak enflasyonun ekonomik
büyümeyi negatif yönde etkilediğini düşünmektedir. Buna göre Stockman, enflasyon
oranındaki bir artışın durağan durum çıktı düzeyi ile enflasyon arasındaki negatif
ilişkinin temelini oluşturmaktadır. Burada firmalar yatırımlarının finansmanı için bir
miktar nakit kullanmakta ve bazı durumlarda nakit para yatırım paketinin doğrudan
bir parçası olmaktadır. Stockman, bu nakit yatırımı tüketim ve sermaye birikimi
üzerinde bir kısıt olarak görmektedir. Buna göre, enflasyon yükseldiğinde paranın
satın alma gücü düştüğünden, insanların para talebi dolayısıyla da sermaye talepleri
düşmektedir. Dolayısıyla durağan durum çıktı düzeyi azalmaktadır. Bu süreç ise

Paranın güçlü yansız olduğu Solow (1956) ve Swan (1956)’nın modellerinde de geçerlidir. Çünkü
söz konusu bu ekonomik büyüme modelleri ekonomik büyümeyi reel değişkenler üzerinden
açıklamaya çalışmışlardır. Bununla birlikte, bu modellerde tasarruf gelirin sabit bir fonksiyonu olarak
kabul edilmektedir. Ayrıca servetin tasarruflar üzerinde herhangi bir etkisinin olmadığı bu modellerde,
enflasyonun reel değişkenler üzerinde bir etkisi bulunmamaktadır. Bkz. (Sidrauski, 1967: 796).
41
Stockman etkisi olarak tanımlanmaktadır. Stockman etkisi işgücünün çalışma
kararları üzerinde de geçerli olabilmektedir. Greenwood ve Huffman ise (1987),
temel çalışma-boş vakit mekanizmasının sermaye birikimi uzantılarını ortaya
koymaktadırlar. Greenwood ve Hufman’ın çalışmasında insanlar tüketim amacıyla
ellerinde para tutmakta ve tüketim ile boş vakitten oluşan fayda fonksiyonlarını
maksimize etmeye çalışmaktadırlar. Enflasyon yükseldiğinde işgücünün getirisi
azalmakta ve insanlar daha az çalışıp daha az tüketmeye başlamakta ve daha fazla
boş vakit kazanmak şeklinde faydalarındaki azalmayı giderebilmektedirler. Bu
nedenle de, işgücündeki azalma çıktı düzeyini başka bir ifadeyle ekonomik büyüme
oranını düşürmektedir (Gokal ve Subrina, 2004: 11, 12; Saçkan, 2006: 12, 13).
Cooley ve Hansen (1989) ise bu mekanizmayı sermaye birikimini içerecek
şekilde genişletmişlerdir ve temel de üç soruya cevap aramışlardır: Para arzı iş
çevrimlerinin
genişliğini
etkiler
mi?,
Beklenen enflasyon
makroekonomik
değişkenlerin uzun vadedeki değerlerini etkiler mi?, Alternatif para arzı kurallarının
refah üzerindeki maliyetleri nelerdir? Bu soruların ilk ikisini, para arzının düzensiz
bir şekilde artırılmasının iş çevrimlerini çok yüksek düzeyde olmasa da değiştirdiğini
ve beklenen enflasyonun makroekonomik değişkenleri uzun dönem değerlerini
etkilediği şeklinde cevaplamışlardır. Son soruyu ise, para arzının sabit büyüme hızı
ile artırılması neticesinde, nominal faiz oranlarının yükseleceği, bireylerin boş
zamanlarını artıracağı ve daha az mal satın alınacağı, yatırımların azalacağı ve buna
bağlı olarak da çıktı düzeyinin düşeceği şeklinde yanıtlamışlardır. Çalışmada ulaşılan
bu sonucu desteklemek amacıyla ABD Ekonomisi için 1955:3-1984:1 dönemi çeyrek
dönem verileri ile gerçekleştirdikleri analizlerinde ise enflasyon oranları (TÜFE) ile
çıktı düzeyi arasında -0.48 düzeyinde negatif bir korelasyon olduğu tespit etmişlerdir
(Cooley ve Hansen, 1989: 733, 735, 741, 746).
Kısacası, Stockman, Cooley ve Hansen’in modellerinde enflasyon oranının
yükselmesi bireyin düşük refah seviyesiyle mücadele etmesine neden olmaktadır.
Buna göre, Stockman’ın ekonomisinde enflasyon, sermaye de dahil olmak üzere
bireylerin harcama ile ilgili kararlarını çarpıtmaktadır. Cooley ve Hansen modelinde
42
ise, enflasyon karşısında bireylerin nakit mal almak yerine kredili mal almayı ve boş
zamanı tercih edeceklerini belirtmektedirler (Haslag, 1997: 15).
Sonuç olarak, neoklasik yapıdaki bu çalışmalar, durağan durumdaki çıktı
düzeyi üzerinde enflasyonun farklı etkileri olabileceğini ortaya koymaktadır. Bu
anlamda, Tobin, enflasyonun ekonomik büyümeyi artıracağını iddia ederken,
Stockman, Cooley ve Hansen enflasyonun ekonomik büyümeyi azaltacağını ileri
sürmektedirler. Söz konusu bu teoriler, paranın ekonomideki reel değişkenler
üzerinde etkilerinin olduğu savunurken, Sidrauski ise buna karşılık paranın reel
değişkenler üzerinde nötr etkisi olduğunu kabul ettiği modelinde, enflasyonun
ekonomik
büyüme
oranı
üzerinde
herhangi
bir
etkisinin
olmayacağını
savunmaktadır. Buna karşılık, 1980’li yıllarda gelişmeye başlayan ve neoklasik
ekonomik büyüme yaklaşımında dışsal kabul edilen teknolojinin içsel olarak nasıl
açıklanabileceğini araştıran içsel ekonomik büyüme yaklaşımı çerçevesinde
geliştirilen yaklaşımlarda ise enflasyonun ekonomik büyümeyi olumsuz yönde
etkileyeceği ileri sürülmektedir.
2.1.3. İçsel Ekonomik Büyüme Yaklaşımında Enflasyon ve Ekonomik
Büyüme İlişkisi
Neoklasik ekonomi büyüme modellerinden farklı olarak, sermayenin artan
getiriye sahip olduğunu düşünen içsel ekonomik büyüme modellerinde sermaye
kavramı beşeri sermayeyi de kapsayacak şekilde tanımlanmaktadır (Ateş, 1998b: 5).
Bu nedenle, Lucas (1980), Lucas ve Stokey (1987), McCallum ve Goodfiriend
(1987) enflasyonun sermaye üzerinde vergi etkisi oluşturacağını ve hem fiziksel
anlamda hem de beşeri anlamdaki sermayenin getirisinin azalacağını ve ekonomi
büyüme oranının düşeceğini kabul etmektedirler (Gokal ve Subrina, 2004: 17).
Diğer bir içsel ekonomik büyüme modelinde ise Gomme (1993), enflasyon
oranındaki yükselişin istihdam üzerinde bir azalışa neden olacağını ortaya
koymuştur. Buna göre Gomme, öncelikle etkili kaynak dağılımının, son tüketiminin
marjinal değeri ile son birim çalışmanın maliyeti eşitlenince sağlanacağını ifade
etmiştir. Bu anlamda, Gomme enflasyonun yükselmesinin son tüketimin marjinal

Bu modellerde nakit mal ile tüketim, kredi mal ile boş zaman ifade edilmektedir. Bkz. (Cooley ve
Hansen, 1989: 735).
43
faydasını azalttığını ve etkinlik koşulunun bireylerin daha az çalışmasıyla
sağlanacağını ve bireylerin daha az çalışması nedeniyle, sermayenin marjinal ürün
değerinin azalacağını ve sermaye birikim sürecinin düşeceğini savunmuştur. Bu
açıklamalara göre, Gomme enflasyonun, ekonomik büyüme üzerinde çok az bir etki
yapacağını düşünmüştür. Zira, çalışmasında da, yüzde 10 gibi ılımlı bir enflasyon
oranının ekonomik büyüme üzerinde yüzde 1’den daha az bir etki yapacağını ortaya
koymuştur (Haslag, 1997: 15, 16; Walsh, 2003: 63).
Marquis ve Reffert (1995) ile Haslag (1995) ise çalışmalarında sermaye ve
paranın tamamlayıcı mallar olduğunu ekonomilerden hareket etmektedirler. Buna
göre, Marguis ve Reffert, enflasyonun etkilerini bir Stockman ekonomisinde
açıklamaktadırlar. Haslag’ın çalışmasında ise bankalar, küçük tasarruf sahiplerini
toplamakta ancak nakit rezervi bulundurmaktadırlar. Paranın getirisinin sermayenin
getirisinden az olması nedeniyle bu ekonomide nakit rezervi zorunlu olarak
tutulmaktadır. Diğer taraftan, mevduatın denge getirisi, para ve sermayenin
getirisinin ağırlıklı toplamı olarak kabul edilmektedir. Bu durumda enflasyonun
artışı, mevduat getirisini düşürmekte ve dolayısıyla mevduat birikim hızı
azalmaktadır. Sermaye de mevduatın bir parçası olması nedeniyle de sermaye
birikimi ve çıktı büyümesi yavaşlamaktadır. Bununla birlikte, Marguis ve Reffert ve
ile Haslag enflasyonun ekonomik büyüme üzerindeki etkisini, Gomme’nin
çalışmasından farklı olarak oldukça yüksek bulmuşlardır. Örneğin, Marquis ve
Reffert
(1995),
ABD’nin
1959:1-1991:6
arası
aylık
verilerini
kullanarak
gerçekleştirdiği çalışmasında, enflasyon yüzde 5 düzeylerinden yüzde sıfır
düzeylerine inmesi durumunda ekonomik büyümenin yüzde 0.68 oranında artacağını;
Haslag (1995) ise 1960-1995 arası 60 ülkenin yıllık verilerini kullanarak
gerçekleştirdiği yatay kesit çalışmasında, enflasyonun yüzde 10 düzeylerinde
düşmesi durumunda ekonomik büyümenin yüzde 0.22 oranında artacağını
belirlemiştir (Saçkan, 2006: 17; Marquis ve Reffert, 1995: 117; Haslag, 1995: 6, 18;
Haslag, 1997: 16).
Geliştirilen bir teorinin geçerliliği, gerçek hayattaki gözlemlerin teorinin
öngörülerine büyük ölçüde uyum göstermesi ile anlam kazanmaktadır. Dolayısıyla
enflasyon ve ekonomik büyüme ilişkisini inceleyen teorilerin geçerliliği bir anlamda,
44
konu
ile
ilgili
yapılan
uygulamalı
çalışmaların
incelenmesi
ile
ortaya
konulabilmektedir.
2.2. Enflasyon ve Ekonomik Büyüme İlişkisini İnceleyen Uygulamalı
Çalışmalar
Enflasyon
ve
ekonomik
büyüme
ilişkisini
inceleyen
çalışmalarda,
enflasyonun büyümeyi kısa dönemde pozitif etkilediğini savunan çalışmaların
yanında; bu ilişkinin hem kısa hem de uzun dönemde negatif yönlü olduğunu
savunan çalışmalarda bulunmaktadır. Özellikle, 1970’li yıllara kadar enflasyonun
ciddi bir problem olarak değerlendirilmemesi nedeniyle enflasyonun, ekonomik
büyüme üzerindeki etkisinin pozitif olduğuna dair görüşlerin yaygın olduğu
görülmektedir. Fakat toplam talebi artırıcı Keynesyen politikalar sonucu enflasyon
artarken ekonomik büyümenin olumsuz etkilenmesi, enflasyonun ekonomik
büyümeyi pozitif etkilediğine dair görüşlerin zamanla etkisini yitirmesine neden
olmuştur. Dolayısıyla da, 1980’den sonra, yüksek hatta ılımlı bir enflasyonun,
büyüme ve yatırımları negatif etkilediği, bu nedenle enflasyon ile istikrarlı bir
ekonomik büyümenin imkansız olacağını düşünen birçok çalışma olduğuna
değinilmektedir (Terzi ve Oltulular, 2004: 19). Bu çalışmaların bir bölümü ise
enflasyon ile ekonomik büyüme arasındaki negatif ilişkisinin doğrusal olmadığını ve
belirli bir eşik değerin aşılmasında sonra enflasyonun ekonomik büyümeyi negatif
yönde etkilediğini ileri sürmektedir. Bu nedenle, konu ile ilgili uygulamalı
çalışmaların incelenmesi sırasında; enflasyonun ekonomik büyümeyi pozitif yönde,
negatif yönde ve belirli bir eşik değer çerçevesinde etkilediği şeklinde üç başlık
altında gruplandırılmasının uygun olacağı düşünülmüştür.
2.2.1. Enflasyonun Ekonomik Büyümeyi Pozitif Yönde Etkilediği
Sonucuna Ulaşan Çalışmalar
Lucas (1973), 18 ülkenin 1951-1967 dönemine ait yıllık verileri ile
gerçekleştirdiği en küçük kareler yöntemine göre, ABD gibi fiyatların istikrarlı
olduğu ülkelerde, enflasyon ile ekonomik büyüme arasında pozitif bir ilişki
olduğunu, fakat Arjantin gibi fiyatların oynak olduğu ülkelerde ise enflasyon ile
ekonomik büyüme arasında bu şekildeki bir ilişkinin çok nadir oluştuğunu ileri
sürmüştür.
45
Christina (1996), 1941-1951 dönemi hariç 1884-1994 dönemi ABD’nin yıllık
verilerini ve en küçük kareler yöntemini kullandığı çalışmasında, enflasyondaki
yüzde 0.10 düzeyindeki bir artışın ekonomik büyümeyi yüzde bir oranında artırdığı
sonucuna ulaşmıştır.
Mallik
ve
Chowdhury
(2001),
Bangladeş
(1974–1997),
Hindistan
(1961–1997), Pakistan (1957–1997) ve Sri-Lanka (1966–1997) için ilgili dönemleri
kapsayan çalışmalarında, enflasyon ile ekonomik büyüme arasında pozitif yönlü bir
ilişki belirlemişlerdir. Yıllık veriler ile eşbütünleşme ve hata düzeltme yöntemlerinin
kullanıldığı
çalışmada,
enflasyonun
ekonomik
büyümede
meydana
gelen
değişmelere olan duyarlılığının, ekonomik büyümenin enflasyonda meydana gelen
değişmelere olan duyarlılığına göre daha yüksek olduğunu hesaplamışlardır. Bu
sonuçlardan hareketle çalışmada, ilgili ülkelerde ılımlı enflasyonun ekonomik
büyümeyi olumlu yönde etkilediği fakat hızlı bir ekonomik büyümenin enflasyonu
hızlandıracağı tespitleri yapılmıştır.
2.2.2. Enflasyonun Ekonomik Büyümeyi Negatif Yönde Etkilediği
Sonucuna Ulaşan Çalışmalar
Edwards (1982)’de yaptığı çalışmada, Brezilya (1952–1974) ile Şili
(1952–1970) için ilgili dönemlerde enflasyonun bir gecikmeli değerlerinin ekonomik
büyümeyi negatif yönde etkilediğini yıllık veriler ve en küçük kareler yöntemini
kullanarak belirlemiştir.
Fischer (1983), gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerden oluşan 53 ülke örneği
ile bu ülkelere ait yıllık verileri kullanarak 1961–1973 ve 1973–1981 dönemleri için
yaptığı regresyon analizinde her iki dönemde enflasyon ile ekonomik büyüme
arasında negatif yönlü bir ilişki olduğunu tespit etmiştir.
Kormendi ve Meguire (1985), 47 ülkenin yıllık verileri ile yatay kesit
analizini benimsedikleri çalışmalarında, enflasyon ile ekonomik büyüme arasında
negatif bir ilişki olduğu sonucuna ulaşmışlardır.
Jung ve Peyton (1986), yıllık veriler ve Granger nedensellik test yöntemini
kullandıkları çalışmalarında, Avusturalya, Avusturya, Kanada, Almanya, İsveç,
İsviçre, İngiltere (1951–1980), İtalya (1960–1981), İspanya (1954–1979), Kenya
(1966–1980), Yunanistan (1953–1980), Türkiye (1953–1978), İsrail (1950–1978),
46
Brezilya (1963–1980), Jamaika (1960–1981) ve Peru (1963–1981)’da ilgili
dönemlerde
enflasyonun
ekonomik
büyümeyi
negatif
yönde
etkilediğini
saptamışlardır.
Gomme (1991), 1949-1989 dönemi içerisinde farklı dönemler için 82 ülkeyi
kapsayan çalışmasında, yıllık veriler ile gerçekleştirdiği korelasyon analizinde 62
ülkede enflasyon ile ekonomik büyüme arasında negatif yönlü bir ilişki elde etmiştir.
Barro (1996), 1960–1990 dönemine ait 100 ülkenin yıllık enflasyon ve
ekonomik büyüme ve yatırım verileri arasındaki ilişkiyi yatay kesit yöntemiyle
tahmin ettiği çalışmasında, uzun dönemde yüksek enflasyonun ekonomik büyümeyi
azaltacağını ileri sürmüş ve enflasyon oranındaki yüzde 10’luk bir artışın, ekonomik
büyümeyi yüzde 0.3 ile 0.4 arasında bir değerde azaltacağını ve bu durumun 30 yıl
devam etmesi durumunda ise ekonomik büyümede yüzde 6 ile yüzde 9 oranında bir
azalmanın oluşacağını ortaya koymuştur.
Chari, Jones ve Manuelli (1996)’da ABD’nin yıllık verileri ile en küçük
kareler yöntemini kullanarak yaptıkları çalışmada, 1960-1987 döneminde, enflasyon
oranındaki yüzde 10’luk bir artışın ekonomik büyümeyi yüzde 0.5 düzeyinde
azalttığı sonucuna ulaşmışlardır.
De Gregorio (1996), 1960–1985 dönemi 84 gelişmiş ve gelişmekte olan
ülkenin yıllık verilerini kullanarak yaptığı yatay kesit çalışmasında, OECD
ülkelerinde enflasyonun ekonomik büyümeyi negatif yönde etkilediğini ortaya
koymuştur. Bununla birlikte Gregorio; Arjantin, Bolivya ve Peru’nun dahil
edilmediği ikinci durumda ise, tahmin sonuçlarının tüm ülkelerin yer aldığı modelin
sonuçlarına göre farklılaştığını belirtmektedir. Buna göre, söz konusu bu ülkeler
dışarıda bırakıldığında enflasyon oranındaki bir birimlik artış ekonomik büyümeyi
0.0036 oranında azaltılırken, bu ülkelerin dahil edildiği modelde ise enflasyon
oranındaki bir birimlik artış ekonomik büyümeyi 0.0047 oranında azaltmaktadır.
Clark (1997)’de 1960–1985 dönemine ait OECD ülkelerinin de olduğu 85
gelişmiş ve gelişmekte olan ülkenin yıllık verileri ile yatay kesit yöntemini kullandığı
çalışmasında, OECD ülkelerini iki gruba ayırmıştır. İzlanda ve Lüksemburg’un dahil
edildiği ve OECD1 ülkeleri olarak tanımladığı ülkeler için enflasyonun ekonomik
büyüme üzerindeki etkisinin negatif fakat istatistiksel açıdan anlam taşımadığını
47
belirtmiştir. Buna karşılık, İzlanda ve Lüksemburg dışarıda bırakıldığı zaman söz
konusu bu ilişkinin negatif fakat istatistiksel açıdan anlamlı olduğunu tespit etmiştir.
Diğer taraftan, 1960–1985 dönemi için OECD1 ülkeleri için elde edilen sonuçlarla
1968–1985 dönemi için elde edilen sonuçların farklılaştığını ve ikinci dönem için bu
sonuçların anlamını yitirdiğini ortaya koymuştur. Son olarak çalışmada, 1950–1970
dönemi arasında OECD1 ülkelerinde, enflasyon ile ekonomik büyüme arasında
negatif yönlü fakat istatistiksel açıdan anlamsız sonuçlar olduğu tespit edilirken,
aynı sonuçların 1960–1985 arasında istatistiksel açıdan anlamlı olduğu tespit
edilmiştir.
Andrés ve Hernando (1997), 1960-1992 dönemine ait OECD ülkelerinin
yıllık verileri ile yatay kesit analizi ve nedensellik testlerini kullandıkları
çalışmalarında, enflasyon ile ekonomik arasında negatif yönlü bir ilişki olduğu ve
enflasyonda meydana gelecek yüzde 1’lik bir azalma karşısında ekonomik
büyümenin yüzde 0.5 ile yüzde 2 arasında yükseleceğini belirlemişlerdir. Ayrıca
çalışmalarında, enflasyonun yatırımları ve üretken kaynakların verimliliğini de
olumsuz yönde etkilediğini ortaya koymuşlardır. Nedensellik testi sonuçlarına göre
ise ekonomik büyümeden enflasyona doğru tek yönlü bir nedensellik ilişkisi
bulmuşlardır.
Alexandar (1997), 1974–1991 dönemi arası 20 OECD ülkesi için yaptığı
çalışmada enflasyonun ekonomik büyümeyi negatif yönde etkilediğini belirlemiştir.
Yıllık veriler ile analiz yapılan çalışmada, panel veri yöntemi kullanılmıştır.
Paul, Kearney ve Chowdhury (1997), 1960–1989 dönemine ait gelişmiş ve
gelişmekte olan 70 ülkenin yıllık enflasyon ve ekonomik büyüme verileri arasındaki
nedensellik ilişkisini Granger nedensellik testi ile araştırmışlardır. Buna göre
çalışmada, söz konusu bu ülkelerin 26 tanesinde enflasyondan ekonomik büyümeye
doğru tek yönlü, 16’sında karşılıklı ve geriye kalan 28 ülkede ise herhangi bir
nedensellik ilişkisi olmadığı sonucuna ulaşılmıştır. Nedensellik ilişkisi tespit
edilemeyen ülkelerin ise çoğunlukla gelişmiş ülkeler olduğu da çalışmanın önemli
bir sonucunu oluşturmaktadır.
48
Motley (1998), gelişmiş ve gelişmekte olan 78 ülke üzerinde yatay kesit
analizi yöntemi kullanarak yaptığı çalışmada, 1970–1980 döneminde enflasyon
oranındaki yüzde 5 oranındaki bir azalmanın ekonomik büyümeyi yaklaşık yüzde 0.1
ile 0.5 arasında artıracağını belirlemiştir.
Frenkel ve Mehrez (1998), 1961–1992 dönemi yıllık verileri ile orta ve
yüksek enflasyona sahip 17 ülke için yaptıkları panel veri analizine göre,
enflasyonun finansal sektör üzerinde olumlu fakat ekonomik büyüme üzerinde
negatif etkileri olduğunu belirlemişlerdir.
Kim ve Willett (2000), petrol şoklarını da göz önünde bulundurarak 1963–
1992 dönemi 23 gelişmiş OECD ülkesi ve 27 gelişmekte olan ülkenin yıllık verileri
ile yaptıkları panel veri analizine göre, enflasyonun ekonomik büyümeyi negatif
yönde etkilediğini tespit etmişlerdir.
Faria ve Carneiro (2001), 1980:1–1995:7 dönemi arasında aylık verilerle
Brezilya için yaptıkları çalışmada Blanchard-Quah VAR yöntemi sonuçlarına göre,
enflasyonun uzun dönemde ekonomik büyümeyi etkilemediği fakat kısa dönemde
enflasyonun ekonomik büyümeyi negatif yönde etkilediğini ifade etmişlerdir.
Gylfason ve Herbertsson (2001), 1960-1992 dönemi 170 tane gelişmiş ve
gelişmekte olan ülkenin beş yıllık ortalaması alınmış verileri ile yaptıkları yatay kesit
çalışmasında, enflasyonun yüzde 10-20 arasındaki bir değeri aşması halinde,
ekonomik büyüme üzerinde olumsuz etkiler doğuracağını belirlemişlerdir.
Gillman, Harris ve Mátyás (2002), 1961-1997 dönemi 29 OECD ülkesi 19
tane APEC ülkesininin yıllık verileri ile gerçekleştirdikleri panel veri analiz yöntemi
sonuçlarına göre, enflasyon ile ekonomik büyüme arasında negatif yönlü bir ilişki
tespit etmişlerdir.
Valdovinos (2003), Brezilya, Bolivya, Şili, Kolombiya, Kostarika, Meksika,
Paraguay ve Peru için 1970–2000 dönemi yıllık veriler ile Baxter ve King (1995)
tarafından geliştirilen filtre yöntemi kullanarak yaptığı çalışmada, enflasyon ile
ekonomik büyüme arasında uzun dönemde negatif bir ilişki olduğunu ortaya
koymuştur.
49
Gillman and Nakov (2004), Polonya (1986:1–2002:4) ve Macaristan
(1987:4–2002:4) için ilgili dönemler arasındaki aylık verileri kullanarak yaptıkları
Granger nedensellik testi ve VAR yöntemi sonuçlarına göre, enflasyonun ekonomik
büyümeyi negatif yönde etkilediği sonucuna ulaşmışlardır.
Artan (2006b)’da 23 gelişmiş ve 40 tane gelişmekte olan ülkenin 1977-2001
dönemine ait verilerini kullanarak yaptığı yatay kesit ve panel veri analizi yöntemine
göre, enflasyonun ekonomik büyümeyi uzun dönemde negatif yönde etkilediğini ve
bu negatif etkinin gelişmekte olan ülkelerde gelişmiş ülkelere göre daha yüksek
olduğunu ortaya koymuştur.
2.2.3. Enflasyonun Ekonomik Büyümeyi Belirli Bir Eşik Değer
Çerçevesinde Etkilediği Sonucuna Ulaşan Çalışmalar
Scott ve McKean (1964), 13 gelişmiş ülke için 1949–1959 dönemi için
yaptıkları en küçük kareler testi sonuçlarına göre, enflasyon oranının yüzde 2’yi
aşması halinde ekonomik büyümenin olumsuz etkilendiğini ortaya koymuşlardır.
Thirlwall ve Barton (1971), 1958-1967 dönemini kapsayan ve yıllık verilerle
yatay kesit analiz yöntemini kullandıkları çalışmalarında, enflasyonun yüzde 8’in
altında olduğu 17 gelişmiş ülkede enflasyonun ekonomik büyümeyi negatif yönde
etkilediğini; enflasyonun yüzde 10’un üstünde olduğu 7 gelişmekte olan ülkede ise
enflasyonun ekonomik büyümeyi pozitif yönde etkilediğini tespit etmişlerdir.
Levin ve Zervos (1993), 1960-1989 dönemi 102 ülkenin yıllık verilerini
kullanarak gerçekleştirdikleri çalışmada, enflasyon oranının yüzde 80’in üstüne
çıktığı durumlarda, enflasyon ile ekonomik büyüme arasında bir ilişki olmadığını,
diğer bir deyişle kendi ifadeleri ile duyarsızlaşma hipotezinin geçerli olduğunu ileri
sürmüşlerdir. Buna karşılık, enflasyon eşik değerinin yüzde 40 olarak belirlendiği
durumda ise enflasyon ile ekonomik büyüme arasında negatif yönlü bir ilişki
olduğunu belirlemişlerdir. Aynı zamanda, enflasyonun eşik değerinin yüzde 80 kabul
edildiği durumda, İtalya gibi otuz yıllık enflasyon ortalamasının yüzde 10 olduğu
ülkelerde enflasyonun yüzde 10’dan yüzde 5’e düşmesi halinde ekonomik
büyümenin yüzde 0.2 oranında artacağını fakat enflasyonun eşik değerinin yüzde 40
olduğu durumda bu şekilde bir ilişkinin olmadığı sonucuna ulaşmışlardır.
50
Sarel (1996), 87 ülkenin 1970–1990 dönemine ait yıllık verileri kullandığı ve
panel veri yöntemini benimsediği çalışmasında, enflasyonun yüzde 8’in altında
olduğu durumlarda, enflasyonun ekonomik büyüme üzerinde negatif bir etkide
bulunmadığını, hatta az da ekonomik büyümeyi olumlu yönde etkileyebileceğini ileri
sürmüştür. Buna karşılık çalışmasında, enflasyonun yüzde 8’in üstünde olduğu
durumlarda ise enflasyonun ekonomik büyümeyi negatif yönde etkileyeceğini tespit
etmiştir.
Fischer, Sahay ve Végh (1996), 1992-1994 dönemine ait 25 geçiş
ekonomisinin yıllık verileri ile gerçekleştirdikleri yatay kesit çalışmalarında,
ekonomik büyümenin enflasyonun yüzde 50’nin altında olduğu durumlarda
sağlandığını ve dalgalı kur sistemi ile düşük mali açıkların da ekonomik büyüme
üzerinde pozitif etki meydana getirdiklerini belirlemişlerdir.
Ghosh ve Knöbl (1997), 1990–1996 dönemi 17 tane geçiş ekonomisinin yıllık
verileri ile en küçük kareler yönteminin kullanıldığı çalışmalarında, enflasyonun
yüzde 10’un üzerinde olduğu durumlarda enflasyonun ekonomik büyümeyi negatif
yönde etkilediğini ortaya koymuşlardır.
Bange, Bernhard, Granato ve Jones (1997), ABD için 1955–1990 dönemi
yıllık verileri ile yaptıkları en küçük karaler ve simulasyon yöntemlerini kullandıkları
çalışmalarında, yüzde 4’lük bir enflasyon oranının üstündeki her bir birimlik artışın
ekonomik büyümenin yüzde 3.1 oranında doğal seviyesinin altına inmesine neden
olacağını belirtmişlerdir.
Ghosh and Phillps (1998), 1960–1996 dönemi arası 140 ülkenin yıllık
verilerini panel veri yöntemini kullanarak analiz ettikleri çalışmalarında, enflasyon
ile ekonomik büyüme arasında istatistiksel olarak anlamlı bir negatif ilişki olduğunu
tespit etmişlerdir. Çalışmada enflasyon ile ekonomik büyüme arasında yalnızca
istatistiksel olarak anlamlı bir negatif ilişkinin olmadığı, aynı zamanda enflasyonun
ekonomik büyümenin önemli belirleyicilerden biri olduğu da belirtilmektedir. Yüzde
2–3 veya daha düşük yıllık enflasyon oranlarının pozitif olduğunun belirlendiği
çalışmada, bunun dışındaki durumlarda bu ilişkinin negatif ancak dışbukey olduğu
sonucu elde edilmiştir. Buna göre, enflasyonun yüzde 10’dan yüzde 20’ye çıkması
durumunda ekonomik büyümede yaşanan azalış, enflasyonun yüzde 40’dan yüzde
51
50’ye çıkması durumuna göre daha az olmaktadır. Çalışmada ayrıca, yüzde 2.5
seviyesinde bir eşik değer hesaplanmakta ve bu değer üzerindeki enflasyon ve
ekonomik büyüme arasındaki ilişkinin negatif yönde olduğu tespit edilmiştir.
Christoffersen ve Doyle (1998), 1990–1997 dönemi için 22 tane geçiş
ekonomisi olarak tanımlanan ülke ekonomileri için yıllık verileri ve panel veri analiz
yöntemini kullanarak yaptıkları çalışmada, enflasyonun eşik değeri olan yüzde 13
seviyesinin üstüne çıktıktan sonra ekonomik büyümeyi negatif etkilediğini ortaya
koymuşlardır.
Bruno ve Easterly (1998), ekonomik büyümenin belirleyicilerini ortaya
koymak amacıyla yıllık verileri kullandıkları ve doğrusal olmayan bir yaklaşımı
benimsedikleri çalışmalarında, yıllık enflasyon oranının yüzde 40’ın üstünde olduğu
durumları yüksek enflasyon krizi olarak tanımlamışlardır. Bu tanımdan hareketle,
1961–1994 dönemine ait verileri kullanarak yaptıkları çalışmada, 31 tane enflasyon
krizi yaşayan ülkede ekonomik büyümenin yüzde 2.4 oranında azaldığını, buna
karşılık krizden sonra ise ekonomik büyümenin yüzde 3.3 oranında arttığı ve kriz
öncesi dönemine göre 0.9 oranında daha yüksek bir düzeyde gerçekleştiğini
belirlemişlerdir.
Judson ve Orphanides (1999), yıllık veriler ile 1959–1992, 1959–1972,
1973–1992, 1973–1982 ve 1983–1992 dönemleri için 142 gelişmiş ve gelişmekte
olan ülke için yaptıkları panel veri yöntemi sonuçlarına göre, enflasyonun yüzde
10’nun üstünde olduğu durumlarda ekonomik büyümeyi negatif yönde etkilediği
sonucunu elde etmişlerdir.
Burdekin, Denzau, Keil, Sitthiyot ve Willett (2000), 1967–1992 dönemi 21
tane gelişmiş ve 51 tane gelişmekte olan ülkenin yer aldığı ve yıllık verilerin
kullanıldığı çalışmalarında, gelişmiş ülkelerde enflasyonun yüzde 8’in üstüne çıktığı
durumlarda ekonomik büyümeyi negatif yönde etkilediğini ortaya koymuşlardır.
Gelişmekte olan ülkelerde ise enflasyonun yüzde 3’ün üstünde olduğu durumlarda
ekonomik büyümeyi olumlu etkilediğini, fakat enflasyonun yüzde 3 ile 50 arasında
gerçekleştiği durumlarda ise enflasyonun ekonomik büyümeyi negatif yönde
etkilediğini hesaplamışlardır.
52
Engelbrecht ve Langley (2001), 1960-1994 dönemi gelişmiş ve gelişmekte
olan ülkelerden oluşan toplam 136 ülkenin yıllık verileri ile yatay kesit analiz
yöntemini kullanarak yaptıkları çalışmada, yüzde 40 ve yüzde 8 olmak üzere iki tane
eşik değer belirlemişlerdir. Bu eşik değerlerden yüzde 8’lik eşik değer sadece dışa
açık olan ülkeler için hesaplanmıştır. Söz konusu eşik değerler aynı zamanda
enflasyon krizi olarak değerlendirilmekte birlikte, bu ülkelerden yüzde 40 düzeyinde
enflasyon krizi yaşayan 22 ülkede kriz sırasında ekonomik büyümenin yüzde 1.8
oranında azaldığını, kriz sonrasında ise ekonomik büyümenin yüzde 3.5 oranında
arttığını ortaya koymuşlardır. Diğer taraftan, dışa açık olan ülkelerde ise kriz
sırasında ekonomik büyümenin yüzde 0.8 oranında azaldığı, krizden sonra ise
ekonomik büyümenin 1.3 oranında arttığını belirlemişlerdir.
Black, Dowd ve Keith (2001), 1964-1989 dönemi içerisindeki farklı
dönemler belirleyerek, 48 ABD eyaleti için yıllık verilerle gerçekleştirdikleri panel
veri analizine göre, enflasyonun azalma eğilimi gösterdiği 1980’li yıllarda enflasyon
ile ekonomik büyüme arasında pozitif yönlü bir ilişki bulmuşlardır. Buna karşılık,
enflasyonun yükseliş eğilimine girdiği 1960’lı ve 1970’li yıllarda enflasyon ile
ekonomik büyüme arasında negatif yönlü bir ilişki belirlemişlerdir.
Khan ve Senhadji (2001), 1960–1998 dönemi arasındaki gelişmiş ve
gelişmekte olan ülkelerden oluşan toplam 140 ülkenin beş yıllık ortalama ve yıllık
biçimde olan veriler ile yaptıkları çalışmalarında, doğrusal olmayan en küçük kareler
yöntemini kullanarak, enflasyon ve ekonomik büyüme ilişkisinin ortaya çıktığı eşik
değerleri hesaplamışlardır. Elde ettikleri sonuçlara göre, gelişmiş ülkelerde enflasyon
oranının yüzde 1 ile 3 arasındaki eşik değerinin üstüne çıkması halinde enflasyon
ekonomik büyümeyi negatif yönde etkilerken; gelişmekte olan ülkelerde ise
enflasyon oranının enflasyon oranının yüzde 11 ile 12 arasındaki eşik değerlerini
aşması halinde, enflasyon ekonomik büyümeyi negatif yönde etkilemektedir. Burada
yüzde 1 ile yüzde 11 beş yıllık verilerin ortalaması ile bulunan değerleri gösterirken,
yüzde 3 ile yüzde 12 ise yılık verilere göre bulunan değerleri göstermektedir.
Bununla birlikte çalışmada, eşik değerlerin altında ise enflasyonun ekonomik
büyüme üzerinde herhangi bir etkisinin olmadığı da öne sürülmektedir.
53
Yılmaz, Akçay ve Alper (2002), 1970-2000 arası dönemde aralarında
Türkiye’nin de bulunduğu 29 gelişmekte olan ülkenin yıllık verilerini kullanarak
hazırladıkları çalışma, enflasyon ile ekonomik büyüme arasında doğrusal olmayan
bir ilişki belirlemişlerdir. Buna göre, enflasyon oranı yüzde 13 eşik oranının üstünde
olduğu zaman enflasyon oranındaki artış ekonomik büyüme hızını olumsuz
etkilemektedir.
Caporin ve Di Maria (2002), 1979–1997 dönemi 97 tane gelişmiş ve
gelişmekte olan ülkelerin yer aldığı ve yıllık verilerle birlikte panel veri analizinin
kullanıldığı çalışmalarında, enflasyonun yüzde 10’un altında olduğu ülkelerde
enflasyon oranındaki bir birimlik artışın ekonomik büyümeyi 0.12 oranında
azalttığını belirlemişlerdir. Buna karşılık, enflasyon oranının yüzde 10 ile 30 arasında
olduğu ülkelerde enflasyon oranındaki bir birimlik artışın ekonomik büyümeyi yüzde
0.05 oranında ve enflasyonun yüzde 30’un üstünde olduğu ülkelerde ise 0.0004
oranında azalttığı sonucuna ulaşmışlardır. Bununla beraber, çalışmada farklı
değişkenler ile yapılan analizlerle de enflasyon ile ekonomik büyüme arasında
negatif yönlü bir ilişki olduğu ortaya konulmuştur.
Sepehri ve Moshiri (2004), 1960–1996 dönemi arasında, 24 OECD ülkesi, 14
yüksek orta gelirli ülke, 26 düşük orta gelirli ülke ve 28 tane düşük gelirli ülke olmak
üzere toplam 96 ülke için yaptıkları çalışmada düşük orta gelirli ülkeler için yüzde
15, düşük gelirli ülkeler için yüzde 11 ve yüksek orta gelirli ülkeler için yüzde 5
olmak üzere farklı eşik değerleri hesaplamışlardır. Panel veri analizinin ve yıllık
verilerin kullanıldığı çalışmada, OECD ülkelerinin tümünün modele katılması
halinde ise uzun dönemde enflasyon ile ekonomik büyüme arasında herhangi bir
ilişkinin ve bir eşik değerin olmadığı saptanmıştır.
Vaona ve Schiavo (2005), 1960–1990 dönemine ait 160 ülkenin yıllık verileri
ile yarı-doğrusal tahmin yöntemini kullandıkları çalışmalarında, gelişmiş ve
gelişmekte olan ülkeler için eşik değerleri hesaplamışlardır. Buna göre, gelişmiş
ülkelerde enflasyonun yüzde 10’u aşması durumunda; gelişmekte olan ülkelerde ise
yüzde 15’i aşması durumunda enflasyonun ekonomik büyüme üzerinde olumsuz
etkileri olabileceğini ileri sürmüşlerdir. Buna karşılık, söz konusu bu eşik değerlerin
54
altında ise enflasyonun ekonomik büyüme üzerinde önemli bir etkisinin olmadığını
da tespit etmişlerdir.
Pollin ve Zhu (2005), içlerinde yüksek, orta ve düşük gelirli ülkeler ile 21
tane OECD ülkesinin bulunduğu toplam 80 ülke için 1960-2001 dönemini kapsayan
çalışmalarında, enflasyonun eşik değerinin 15.2-18.6 arasındaki bir düzeyde
olduğunu belirlemişlerdir. Panel veri analiz yöntemiyle yıılık verilerin kullanıldığı
çalışmada, enflasyonun eşik değerlerinin altında kaldığı durumlarda, enflasyondaki
her yüzde 1’lik bir artışın ekonomik büyümeyi yüzde 0.1 ile yüzde 0.15 oranında
artırdığını, buna karşılık enflasyonun söz konusu eşik değerlerin üstünde kaldığı
durumlarda ise enflasyonun ekonomik büyüme üzerinde kısıtlayıcı bir etki yaptığını
belirlemişlerdir.
Drukker, Gomis-Porqueras ve Hernandez-Verme (2005), 1950–2000
dönemine ait 138 gelişmiş ve gelişmekte olan ülkenin yer aldığı çalışmalarında,
enflasyonun eşik değerini yüzde 19.16 olarak hesaplamışlardır. Buna göre enflasyon
oranı, söz konusu eşik değerin üstünde kaldığı durumlarda ekonomik büyümeyi
negatif yönde etkilerken; bu oranın altında kaldığı durumlarda ise ekonomik
büyümeyi istatistiksel açıdan anlamlı bir şekilde etkilememektedir. Panel veri ve
doğrusal olmayan ekonometrik yöntemler ile yıllık verilerin kullanıldığı çalışmada,
gelişmiş ülkeler için ise yüzde 2.57 ve yüzde 12.61 olmak üzere iki tane eşik değeri
bulunmuştur.
Mubarik (2005), 1973–2000 dönemine ait Pakistan’a ait yıllık enflasyon ve
ekonomik büyüme verilerini kullandığı çalışmasında, enflasyonun yüzde 9’un
üzerine çıkması halinde, ekonomik büyümeyi negatif yönde etkileyeceği sonucuna
ulaşmıştır. Regresyon yönteminin dışında nedensellik test yönteminin de
benimsendiği çalışmada, ayrıca enflasyondan ekonomik büyüme doğru yüzde 10
önem düzeyinde tek yönlü bir nedensellik ilişkisi olduğu tespit edilmiştir.
Ahmed ve Mortaza (2005)’de 1980–2005 dönemine ait yıllık veriler ile
Bangladeş üzerine yaptıkları çalışmada enflasyon ile ekonomik büyüme arasında
uzun dönemli bir negatif bir ilişki olduğu sonucuna ulaşmışlardır. Eşbütünleşme ve

1973–2005 dönemi için yapılan diğer bir çalışmada ise Pakistan için bu şekilde bir eşik değer
bulunamamıştır. Bkz. (Hussain, 2005: 1–15).
55
hata düzeltme modelinin kullanıldığı çalışmada, yapısal kırılma testi ile enflasyonun
eşik değeri hesaplanmış ve enflasyonun yüzde 6’yı geçtiği durumlarda enflasyonun
ekonomik büyümeyi negatif yönde etkilediği sonucuna ulaşılmıştır.
Li (2006), 90 gelişmekte olan ülke ve 28 gelişmiş ülke üzerine 1961–2004
dönemi için yaptığı analizde enflasyon ile ekonomik büyüme arasında doğrusal
olmayan bir ilişki olduğunu ortaya koymuştur. Yılık veriler ve panel veri yönteminin
kullanıldığı çalışmada, gelişmekte olan ülkeler için yüzde 14 ve yüzde 38 olmak
üzere iki tane eşik değer hesaplanmıştır. Buna göre, enflasyon ilk eşik değerin altında
kalırsa, çok kesin olmamakla birlikte ekonomik büyümeyi pozitif yönde etkilerken,
iki eşik değerin arasında kaldığı durumlarda ise ekonomik büyümeyi negatif yönde
etkilemekte ve yüzde 38’in üstüne çıktığında enflasyonun ekonomik büyüme
üzerindeki etkisi azalmakta fakat ekonomik büyümeyi negatif yönde etkilemeye
devam etmektedir. Bununla birlikte, gelişmekte olan ülkelerde enflasyon oranında
meydana gelecek yüzde 10’luk bir artışın ekonomik büyümeyi yüzde 0.2 ile 0.4
arasında azaltacağı çalışmanın diğer bir sonucunu oluşturmaktadır. Diğer taraftan
çalışmada, gelişmiş ülkeler için ise eşik değer yüzde 24 olarak bulunmuş ve
enflasyonun bu eşik değerin altında kaldığı sürece ekonomik büyümeyi negatif
yönde etkileyeceği fakat bu oranın üstüne çıktığında ise ekonomik büyüme
üzerindeki olumsuz etkilerinin azalacağı sonucuna ulaşılmıştır. Politika önerisi
anlamda Li, hiperenflasyonun ekonomik büyüme üzerinde hiper negatif etkileri
olmayacağını belirtmekle birlikte, özellikle gelişmekte olan ülkelerde hükümetlerin
ılımlı enflasyonu kontrol etmelerinin ekonomik büyüme açısından önemli olduğunu
ifade etmektedir.
Amprik literatüründen de görüleceği üzere, sosyal istikrar ve ekonomik
gelişmeyi yok ederek ulusal refahı tehlikeye sokan bir süreç olarak kabul edilen
enflasyonun kendi dinamiği ne denli büyük olursa, ekonomik büyümeye ilişkin
sonuçları da o ölçüde yıkıcı olmaktadır (Karaçor, 2007: 105). Zira, Türkiye’de de
ekonomik büyüme sürecini etkileyen makroekonomik istikrarsızlıkların başında
enflasyonun gösterilmesi bu tespiti doğrulamaktadır. Bu nedenle, kısa dönemli
makroekonomik istikrarın göstergesi olan enflasyon ile uzun dönem ekonomik
büyümenin göstergesi olan ekonomik büyüme arasındaki ilişkinin ortaya konulması
izlenecek ekonomi politikaları açısından büyük önem arz etmektedir (Ay, 2007: 39).
56
2.3. Enflasyon ve Ekonomik Büyüme İlişkisinin Türkiye Ekonomisi
Çerçevesinde Analizi
Türkiye ekonomisinde enflasyon ve ekonomik büyüme etkileşiminin
incelenmesi amacıyla, Turan (2007) ve Ay (2007)’deki çalışmalarına da paralel
olarak Türkiye ekonomisinin, cumhuriyetin ilanından çok partili hayatın başlangıcına
kadar geçen dönem (1923-1945), çok partili sistemden planlı kalkınma dönemine
kadar geçen dönem (1946-1960), ithal ikameci planlı kalkınma döneminden 24 Ocak
1980 kararlarına kadar geçen dönem (1961-1979), 24 Ocak kararlarından 2001 yılına
kadar geçen ve dışa açık büyüme dönemi olarak nitelendirilen dönem (1980-2001) ve
(2002-2007) dönemi olmak üzere beş dönem olarak ele alınması uygun görülmüştür.
2.3.1. 1923-1945 Yılları Arası Dönem
Gerek dünya ekonomisinin gösterdiği gelişmeler gerekse ulusal iktisadi
politikalar açısından 1923’ten 1945’e kadar geçen süreyi üç alt dönem içerisinde
incelenmesinin uygun olduğu düşünülmektedir. Bu alt dönemlerden ilki 1929’a
kadar süren ve dışa açık ekonomi koşulları altında gerçekleşen güçlü bir iktisadi
iyileşme dönemidir. İkinci alt dönem, Büyük İktisadi Bunalımın’ın başlamasından
İkinci Dünya Savaşı’nın patlamasına kadar geçen on yıllık süreyi kapsamaktadır. Bu
dönemde, iç pazarı koruma amacıyla daha önce alınan önlemleri, 1932’de
benimsenen devletçilik, yani devlet önderliğinde sanayileşme atılımı izlemiştir. Her
ne kadar Türkiye 1939 yılından sonra savaşa katılmadıysa da, büyük bir orduyu
harekete hazır bir durumda tutmuş ve ithalatın aksaması ve üretim düzeylerinin
önemli ölçüde düşmesi yüzünden ekonomi çok büyük sıkıntılarla karşı karşıya
kalmıştır. Bu koşullar altında, üçüncü alt dönemde devletçilik uygulamasının yerini
kıtlıklarla baş etmeye ve ordu ile kent merkezlerinin gereksinimlerini karşılamaya
yönelik önlemler almıştır (Owen ve Pamuk, 2002: 24). Dönemin genel yapısıyla
ilgili bu açıklamaların ardından ilgili dönemdeki enflasyon ve ekonomik büyüme
ilişkisinin analizi ise Grafik 1 yardımıyla gerçekleştirilmiştir.
57
Grafik-1: Enflasyon ve Ekonomik Büyüme (1924-1945)
.6
.5
.4
.3
.2
.1
.0
-.1
-.2
24
26
28
30
32
34
TUFE
36
38
40
42
44
GSMH
Kaynak: Doğruel, Fatma ve Doğruel, A. Suut (2005). Türkiye’de Enflasyonun Tarihi
(1. Baskı). Ankara: TCMB ve Türk Tarih Vakfı. s. 76; DİE (2005). İstatistik Göstergeler1923-2004.
Ankara, s. 534, 613.
Grafik 1’de enflasyon oranları (TÜFE) ve ekonomik büyüme (GSMH)
ilişkisi incelendiğinde, özellikle 1940’lı yıllara kadar Türkiye’de enflasyon problemi
olmadığı ve dört yılın dışında pozitif ekonomik büyümenin gerçekleştiği ve 1944 ve
1945 yılları dışında enflasyonun yüksek olduğu dönemlerde ekonomik büyüme
hızının 1942 yılının dışında negatif değerler aldığı gözlenmektedir. 1940’lı yıllarda
böyle bir tablonun oluşması ise büyük ölçüde ilgili dönemin savaş yılları olmasından
kaynaklanmaktadır. Her ne kadar Türkiye 2. Dünya Savaşı’na girmeyip sıcak savaşın
olumsuz etkilerinden uzak durmayı başarabildiyse de savaşa girme ihtimaline karşı
büyük bir ordunun silah altında tutulması özellikle istihdam ve üretim noktasında
önemli sıkıntıların yaşanmasına neden olmuştur. Bununla birlikte, savaşa giren
ülkelerin ticaret olanaklarının sınırlanması, Türkiye’nin ithalat hacmini düşürmüş ve
mevcut mal kıtlıklarının daha da artmasına neden olmuştur. Böylelikle de dönemin
genelinde, Türkiye ekonomisi, yüksek enflasyon ile birilikte düşük bir ekonomik
büyüme hızı ile karşılaşmıştır (Boratav, 2004: 81; Şahin, 2002: 83, 84). 2. Dünya

Grafik 1’de net bir şekilde görülmeyen enflasyon oranı, 1936’da -0.003033 olarak gerçekleşmiştir.
Enflasyon oranları doğal logaritması alınmış Tüketici Fiyat Endeksi (TÜFE)’nin birinci farkı
alınarak hesaplanmıştır ve TÜFE ile ifade edilmiştir.

Ekonomik büyüme oranları doğal logaritması alınmış Reel Gayri Safi Milli Hasıla’nın birinci farkı
alınarak hesaplanmıştır ve GSMH ile ifade edilmiştir.

58
Savaşı’nın ardından ise savaş yıllarında yaşanan kıtlıklar, sıkıntılar, bireysel
özgürlüklerin sınırlandırılmış olması ve savaş döneminde oluşan zengin grupların
birikimlerini daha liberal bir ortamda en iyi şekilde değerlendiribileceği
düşüncelerinin etkileriyle girilen 1950’de seçimlerinde Demokrat Parti iktidara
gelmiş ve Demokrat Parti idaresinde Türkiye ekonomisi 1960’a kadar yeni bir
içerisine girmiştir (Tokgöz, 2004: 137).
2.3.2. 1946-1960 Yılları Arası Dönem
İkinci Dünya Savaşı sonrası yıllar, Türkiye’nin iktisadi ve siyasi anlamda bir
değişim yaşadığı dönemdir. Çokpartili dönem geçiş, 1950’li yıllarda izlenen liberal
ekonomi politikaları, Uluslararası Para Fonu ile gerçek anlamda ilk tanışma ve 1958
devalüasyonuna götüren genişleme süreci bu dönemin öne çıkan özellikleri olarak
kabul edilmektedir (Doğruel ve Doğruel, 2005: 139; Hiç, 1991: 23). Bu temel
özelliklerinin yanında dönemin büyük bir bölümünde (1950-1960) izlenen temel
ekonomi politikaları ve bu politikaların etkileri ise şu şekilde özetlenmektedir
(Uludağ ve Arıcan, 2003: 29);
— Özel sektöre ve serbestleşmeye ağırlık veren ekonomi politikalarının
uygulanmasında etkinlik sağlanamaması,
— KİT’leri özelleştirme çabalarının başarısız kalması,
— Kamu kesiminin imalat sanayi katma değerindeki payı %58.31’den
%45’e kadar düşmesi fakat 1955’den sonra yine ağırlık kazanması,
— Kamu yatırımlarının GSMH’ya oranı artarken verimliliklerinin azalması,
— 1955’e kadar hızla genişleyen yatırım ve kredilerin 1953’ten sonra
fiyatların yükselmesine neden olması,
— Tarım ve altyapı yatırımlarının önem kazanması,
— 1955’e kadar hızla genişleyen tarımsal üretimin daha sonra yavaşlama
sürecine girmesi,
— Dönemin başlarında düşük düzeylerde tutulabilen enflasyonun sonradan
kredilerdeki artış ve dış ticarette baş gösteren güçlükler nedeniyle yükselme sürecine
girmesidir.
59
İlgili dönemin temel özellikleri belirtildikten sonra söz konusu dönemdeki
enflasyon ve ekonomik büyüme ilişkisi Grafik 2 kullanılarak gerçekleştirilmiştir.
Grafik-2: Enflasyon ve Ekonomik Büyüme (1949-1960)
.25
.20
.15
.10
.05
.00
-.05
-.10
49
50
51
52
53
54
TUFE
55
56
57
58
59
60
GSMH
Kaynak: DİE (2005). İstatistik Göstergeler 1923-2004. Ankara, s. 534, 613.
Grafik 2’deki sonuçlara göre, 1950’den 1953’e kadar geçen dönemde
enflasyonun çok fazla oluşmadığı fakat 1953’de sonra ise 1960 yılına kadar
enflasyonun sürekli yükseldiği gözlenmektedir. Aynı şekilde 1950’den 1953 yılına
kadar her yıl pozitif ekonomik büyüme gerçekleştirilirken 1953’den sonra ekonomik
büyüme hızının yavaşladığı ve 1954’de negatif olduğu görülmektedir. Enflasyon ile
ekonomik büyüme arasındaki ilişkiye bakıldığında ise, özellikle 1953’den itibaren
enflasyonun yükselmesiyle birlikte ekonomik büyümenin istikrarsız bir yapı
sergilediği ve 1957’den 1960 yılına kadar ki dönemde de enflasyondaki artış
karşısında ekonomik büyümenin bir önceki döneme göre azaldığı tespit edilmektedir.
Bu durumun oluşmasında ise ilgili dönemdeki Demokrat Parti hükümetinin
dönem başında benimsediği devletin ekonomideki ağırlığının azaltmasına dayalı
politika anlayışından vazgeçilmesinin etkili olduğu düşünülmektedir. Zira, 1950’de
iktidara gelen Demokrat Parti hükümetinin programında, devletin ekonomideki

DİE tarafından Reel GSMH hesaplaması, 1923-1947 döneminde 1948 fiyatları ve 1948-1967
döneminde 1968 fiyatları kullanılarak gerçekleştirilmiştir. Fakat çalışmada ilgili dönemin 1946
yılından itibaren başlatılması ve bu yılın Reel GSMH’sının 1947 yılı fiyatlarına göre hesaplanması ve
enflasyon ile ekonomik büyüme oranları hesaplanırken Grafik 1’de de olduğu gibi başlangıç yılında
gözlem kaybı olması nedeni ile Grafik 2 1949 yılından itibaren başlatımıştır. Bkz. (DİE, 2005: 613).
60
etkinliğini daraltma ve özel girişimi mümkün olduğu kadar genişletme amacı
belirtilmişti ve bu amacı gerçekleştirmek için devlet fabrikaları satışa çıkarılmıştı.
Fakat hükümet bu tutumunu 1954 yılından itibaren değiştirmiş ve mevcut KİT’lerin
sermayelerinin artırılmasının yanısıra yeni KİT’ler de kurmuştur. Kurulan bu KİT’ler
rasyonel işletilmemiş ve zarar etmişlerdir. Edilen bu zararların ise bütçeden ve
Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası kaynaklarından karşılanması bir yandan para
arzının artmasına bir yandan da enflasyonist baskıların oluşmasına neden olmuştur.
Fakat sadece KİT’lerin zararları değil, dış ticaret hadleri aleyhe dönerken iç ticaret
hadlerini tarım lehine döndüren destekleme politikasının para arzının genişlemesiyle
finanse edilmesi de, enflasyonun diğer bir kaynağını oluşturmuştur (Kazgan: 2005:
103, 107; Şahin, 2002: 104; Kepenek ve Yentürk, 2000: 95).
Bununla birlikte, enflasyonun yükselmesine rağmen 7 Eylül 1946-4 Ağustos
1958 döneminde dolar kurunun sabit tutulması TL’nin dolar karışısında aşırı
değerlenmeye başlaması, sanayide yapısal dönüşümün sağlanamaması ile birleşince
ihracatta sıkıntıların yaşanmasına ve ithalatın finansmanında ödeme güçlüklerinin
oluşmasına neden olmuştur. İthalat hacminin daralması ile ara malları ve yatırım
mallarının temininde güçlükler yaşanması ise sanayi üretimini ve bunun sonucu
olarak da ekonomik büyümeyi olumsuz etkilemiştir (Karaçor, 2001: 38; Parasız,
2003: 156; Şahin, 2002: 112). Bu olumsuz gelişmeler ile birlikte 1960’da Demokrat
Parti yönetimi son bulmuş ve Türkiye ekonomisi planlı ekonomi modelinin
benimsendiği yeni bir döneme girmiştir.
2.3.3. 1961-1979 Yılları Arası Dönem
Türkiye ekonomisi 1950-1960 döneminde plansız, dengesiz bir büyüme
dönemi geçirmiştir. Dönemin ilk yarısında elverişli iç ve dış şartların biraraya
gelmesi sayesinde ekonomide küçümsenemeyecek nicel gelişmeler elde edilmiş,
yapısal değişmeler sağlanmıştır. Fakat 1954’den ititbaren ekonomi üretim artışındaki
yavaşlama, büyüyen dış ödeme açıkları ve enflasyon ile belirgenleşen bir bunalıma
sürüklenmiştir (Şahin, 2002: 131).
1950-1960
döneminde
izlenen
iktisat
politikalarının
yarattığı
bu
dengesizlikler karşısında da daha 1950’li yılların ortalarından itibaren planlama
sözcüğü dile getirilmeye başlanmış ve özellikle 1962 yılından itibaren de Türkiye’de
61
iktisat politikaları planlama tabanına oturtulmuştur (Boratav, 2004: 117; Alpay,
2008: 121).
Bu
nedenle,
1960-1979
dönemi
genellikle
planlı
yıllar
olarak
adlandırılmaktadır. Söz konusu bu yılların temel özellikleri ise şu şekilde
özetlenmektedir (TEK, 2003: 26; Owen ve Pamuk, 2002: 151; Doğruel ve Doğruel,
2006: 127; Karaçor, 2007: 114);
— İlk üç kalkınma planı döneminde (1963-1977) ekonomik büyüme hedefleri
1. ve 2. Planda yüzde 7 ve 3. Planda ise yüzde 7.9 olarak belirlenmiştir. Fakat
belirlenen bu ekonomik büyüme hedefleri tutturulamamış ve ekonomik oranları
planların sırasına göre, yüzde 6.6, yüzde 6.3 ve yüzde 5.2 olarak gerçekleşmiştir.
— İthal ikameci sanayileşmenin benimsendiği bir dönem olmuştur. Ancak
büyük ve korunmuş bir iç pazarın sağladığı bütün olanaklardan sonuna kadar
yararlanılırken, ithal ikamesi yoluyla sanayileşmenin teknolojik açıdan daha zor olan
yatırım malları üretim aşamasına geçilememiş ve imalat sanayisinin ihracata
yönelimi zayıf kalmıştır. Üretimin artırılması için gerek duyulan döviz ise,
geleneksel tarım ürünü ihracatından ve işçi dövizlerinden sağlanmıştır.
— İthal ikamesi stratejisine dayalı ekonomik büyüme modeli, 1970’lerin
ortalarından itibaren artan petrol fiyatlarının da baskısı sonucu ciddi bir ödemeler
dengesi sorunuyla karşılaşmıştır. Ödemeler dengesi sorununun, üretim için gerekli
yatırım malları ve ara mallarının ithalatını engellemeye başlaması ve bu sürece bir de
siyasal istikrarsızlığın eklenmesi ile birlikte Türkiye, 1970’lerin sonunda ekonomik
krize girmiştir. Bu ekonomik krizde bu faktörlerin dışında dışa kapalı ve geleneksel
ekonomi politikalarına bağlılık gösteren hükümetlerin de etkisi olmuştur.
— Planlamacılığın iktisat politikaları üzerinde etkili olması sonucu istikrara
giden enflasyon 1970’li yıllarla birlikte artmaya başlamıştır. Dış konjonktürde
yaşanan 1974 krizi, iç konjonktürde yaşanan istikrarsızlık “korumacılık” ve
“müdahaleceği” ön plana çıkararak enflasyonu giderek artırmıştır.
62
Dönemin temel özellikleri hakkında bilgi verildikten sonra ise ilgili
dönemdeki enflasyon ve ekonomik büyüme ilişkisi ise Grafik 3 ve Grafik 4 şu
şekilde gerçekleşmiştir.
Grafik-3: Enflasyon ve Ekonomik Büyüme (1961-1967)
.12
.10
.08
.06
.04
.02
.00
1961
1962
1963
1964
TUFE
1965
1966
1967
GSMH
Kaynak: DİE (2005). İstatistik Göstergeler 1923-2004. Ankara, s. 534, 614.
Grafik 3’e göre, 1961’den 1963’e kadar enflasyonun sürekli yükseldiği ve
1964’deki önemli düşüşün ardından 1965’den 1967’e kadar ki dönemde enflasyonun
1963’deki seviyesini büyük ölçüde koruduğu gözlenmektedir. Ekonomik büyümenin
gelişimine bakıldığında ise 1961’den 1963’e kadar ki dönemde istikrarlı bir büyüme
performansının yakalandığı ve bu dönemden sonra 1966’daki önemli yükselişin
dışında ekonomik büyümenin bir önceki döneme göre yavaşladığı tespit
edilmektedir. Enflasyon ile ekonomik büyüme arasındaki ilişkide ise, 1961, 1962,
1963, 1964 ve 1966 yıllarında enflasyonun ekonomik büyüme üzerinde olumsuz etki
doğurmadığı ve bu dönemlerde ekonomik büyümenin enflasyonun üstünde
gerçekleştiği görülmektedir. Bununla birlikte, 1965’de ve 1967’de enflasyonun artış
göstermesinin ekonomik büyümeyi azalttığı belirlenmektedir.

DİE tarafından Reel GSMH hesaplaması, 1948-1967 döneminde 1968 fiyatları ve 1968 dönemi
sonrası ise 1987 fiyatları kullanılarak gerçekleştirilmiştir. Bu nedenle 1961-1979 dönemi 1961-1967
ve 1969-1979 dönemleri olmak üzere iki alt dönemde incelenmiştir. Bkz. (DİE, 2005: 613).
63
Grafik-4: Enflasyon ve Ekonomik Büyüme (1969-1979)
.5
.4
.3
.2
.1
.0
-.1
69
70
71
72
73
TUFE
74
75
76
77
78
79
GSMH
Kaynak: DİE (2005). İstatistik Göstergeler 1923-2004. Ankara, s. 535, 614.
Grafik 4’e göre, enflasyonun bir önceki dönem ile karşılaştırıldığında yüksek
düzeylerde, ekonomik büyümenin ise düşük düzeylerde seyrettiği ve ekonomik
büyümenin dönemin tamamında enflasyonun altında kaldığı gözlenmektedir.
Enflasyon ile ekonomik büyüme arasındaki ilişki incelendiğinde ise özellikle
1977’den sonra enflasyonun artış eğilimine girdiği dönemden sonra enflasyon ile
ekonomik büyüme arasındaki negatif ilişki açık bir şekilde belirlenmektedir.
1977’den sonra gözlenebilen enflasyon ile ekonomik büyüme arasındaki söz
konusu negatif ilişkinin ana nedenlerinden birisi olarak, ilk bakışta ekonominin dışa
bağımlılığını zaman içinde azaltacakmış gibi görünen sanayileşme biçiminin,
beklenilenin tersi bir sonuç vererek, ekonominin ithalata bağımlılığını artırmış
olması gösterilmektedir. Gerçekten de Birinci Beş Yıllık Plan döneminde,
makroekonomik düzeyde pozitif ithal ikamesi gerçekleştirilmiş ancak daha sonraki
yıllarda toplam arz içinde ithalatın payı genel olarak artma eğilimi göstermiştir. Bu
olgunun arkasındaki tek etken, çoğu zaman ileri sürüldüğü gibi doğrudan ve dolaylı
ithalat gereksinmesi çok yüksek olan dayanıklı tüketim malları sektörünün hızlı
genişleme temposu değildir. Aynı derecede önemli bir diğer etken, yatırım malları
kesiminde sağlanan genişlemenin ara malları sektörünün gerisinde kalması nedeniyle

Grafik 4’de
gerçekleşmiştir.
net bir şekilde görülmeyen ekonomik büyüme, 1979’da -0.000913 olarak
64
yüksek bir yatırım temposunun daima aşırı bir ithalat maliyeti gerektirmesidir
(Boratav, 2004: 120).
İthal ikameci sanayileşme stratejisinin bu şekilde tıkanmaya başlaması ile
birlikte 1970’li yıllarda KİT açıkları büyük boyutlara ulaşmış, bütçe açıkları
genişlemiş ve buna bağlı olarak emisyon hacmi artmış ve enflasyon yükselmiştir.
Enflasyonun yükselmesinin de etkisiyle 1977’den başlayarak döviz kurunun aşırı
değerlemesi ve bunun ihracatçı sektörler açısından yarattığı dengesizlikler, sanayinin
kullandığı dövizi kendi iç dinamikleri ile kazanamaması sonucunu doğurmuş ve
ulusal ekonomiyi negatif büyüme hızlarına sürüklemiştir (Şamiloğlu, 2002: 47;
Yeldan, 2001: 43).
Özetle, yaşanan bu gelişmelerin etkisiyle 1970’li yılların sonlarına doğru
Türkiye, petrol şokunun ardından gerekli makroekonomik ve yapısal uyum
politikalarını devreye sokmakta geciken ülkelerin arasında yer alan bir ülke
durumuna gelmiştir. Dış ticaret hadlerindeki olumsuz gelişmeye rağmen dış ticaret
rejiminde ciddi bir reform gerçekleştirilememiş, cari işlemler dengesi açıkları yurt
dışından sağlanan borçlar ile finanse edilmişti. Ancak, IMF ile yaşanan
anlaşmazlığın hemen ardından, 1978’de dış kredilerin kesilmesi ile birlikte Türkiye,
dış borç krizini, benzer durumdaki birçok ülkeden daha önce yaşamak durumunda
kaldı. Bu arada, iç ve dış dengesizliklerdeki hızlı bozulmanın sonucunda enflasyon
1979 yılında yüzde 64 seviyesine ulaştı. Yükselen enflasyon sürecine ise 24 Ocak
1980’de ilan edilen istikrar paketi ile müdahale edildi ve temelde dışa açık bir
ekonomik büyüme politikasının benimsediği bir döneme geçildi (Akçay vd., 2002:
21)
2.3.4. 1980-2001 Yılları Arası Dönem
İthal ikamesine dayalı sanayileşme politikasının 1970’lerin sonlarına doğru
başarısızlıkla sonuçlanması, döviz darboğazı, giderek hızlanan enflasyon, negatif
büyüme oranları ve rekabet gücü olmayan sanayiler, ekonomi politikasının acilen
değiştirilmesini zorunlu kılmış ve bu nedenle 24 Ocak 1980 tarihinde İstikrar
Programı uygulanmaya konulmuştur. 24 Ocak Kararları ile; ihracatın ve görünmeyen
işlem gelirlerinin artırılarak döviz darboğazı sorununun çözümlenmesi, enflasyonun
kontrol altına alınması ve ekonominin dışa açılarak uluslararası rekabet ortamına
65
uygun dinamik bir yapıya kavuşturulması amaçlanmıştır (Karaçor, 2001: 44;
TÜGİAD; 1997: 42).
Alınan bu kararların ardından geçen yirmibir yıllık süre zarfında ise
ekonomide olumlu ve olumsuz birçok gelişme yaşanmıştır. Yaşanan sözkonusu
olumlu ve olumsuz gelişmeleri ise şu şekilde özetlenmektedir (Özkale ve Kayalıca,
2008: 381; Yeldan, 2001: 40; Ay, 2007: 24, 25);
—
24
Ocak
Kararları,
ihracata
yönelik
sanayileşme
stratejisinin
benimsenmesi anlamında önemli bir noktayı oluşturmakla beraber ihracat ve ithalatın
kompozisyonunda değişiklik yapacak bir yapısal etki yaratamamıştır. Bu dönüşüm
daha belirgin olarak gümrük birliğine girişilmesi sonucu gerçekleşmiştir.
Gerçekleşen dönüşümün açılımına bakıldığında ise asıl dönüşümün daha yüksek
katma değerlerin satılabilmesi anlamında ihracatta yaşandığı ithalatta ise gümrük
birliği öncesi durumun değişmediği görülmektedir.
— 1989 finansal serbestleşme kararlarından sonra oluşan yapay ekonomik
büyüme süreci, ulusal ekonomideki yatırım ve birikim önceliklerinin üretim dışı
sermaye birikimine yönelmesi ve mali piyasalarda bir kredibilite bunalımının
etkisiyle 1994’de ekonomik kriz yaşanmıştır.
— 1994 ekonomik krizi sonrası spekülatif sermaye hareketleri ve mali
disiplinsizlik, reel yatırımlardan uzaklaşarak dışa dönük ekonomik büyüme yerine
içe dönük ekonomik büyümeyi ve ticarete konu olmayan sektörlere yatırımları teşvik
ederken, ekonominin kırılganlığını daha da artırmıştır. Bunda özellikle 1990’lı
yıllarda politik istikrarsızlık, popülist ve kısa görüşlü politikalar, 1994 ekonomik
krizi, Marmara Depremi ve seçim ekonomisi uygulamaları gibi içi faktörler; Körfez
Krizi, Asya ve Rusya Krizleri gibi dış faktörler önemli rol oynamıştır. 1990’lı
yılların sonunda oluşan bu faktörlerin sonucu Türkiye ekonomisi yeniden krize
sürüklenmiş ve 2000 Kasım ve 2001 Şubat krizleriyle karşı karşıya kalmıştır.
Dönemde yaşanan olumlu ve olumsuz gelişmeler özetlendikten sonra ilgili
dönemdeki enflasyon ve ekonomik büyüme arasındaki ilişkisi ise Grafik 5
yardımıyla analiz edilmiştir.
66
Grafik-5: Enflasyon ve Ekonomik Büyüme (1980-2001)
.8
.6
.4
.2
.0
-.2
80
82
84
86
88
90
92
TUFE
94
96
98
00
GSMH
Kaynak: DİE (2005). İstatistik Göstergeler 1923-2004. Ankara, s. 535, 614.
Grafik 5’e göre, ilgili dönemin tamamında ekonomik büyüme hızının
enflasyondaki artış hızının altında kaldığı gözlenmektedir. Diğer bir deyişle, bu
dönemde fiyat
istikrarından tamamen uzaklaşıldığı 1982-1984, 1985-1987,
1991-1994 dönemlerinin dışında aralıksız üç dönem ekonomik büyümenin
sürdürülemediği görülmektedir.
Enflasyon ve
ekonomik büyüme
ilişkisine
bakıldığında ise 1988, 1991 ve 1994’de enflasyonun bir önceki döneme göre artması
karşısında ekonomik büyümenin azaldığı tespit edilmektedir.
İlgili dönemde, Grafik 5’deki bir tablonun oluşmasının temellerinin aslında
1980’li yıllarda atıldığı düşünülmektedir. Zira, bu dönemde para arzının kontrol
edilememesi, iç talebin sınırlandırılamaması, buna karşılık kredi faizlerinin ve ithal
girdi fiyatlarının sürekli yükselmesi ve kamu gelir gider dengesinin bozulması gibi
nedenlerin etkisiyle enflasyon yükselmişir. Enflasyonun yükselmesi ise ekonomide
belirsizliğin artmasına ve özel kesimin sanayideki yatırımlarının reel olarak
azalmasına neden olmuştur. Dolayısıyla ekonomide, üretken sektörlere yönelik sabit
sermaye yatırımları azalmıştır. İmalat sanayisindeki büyüme ise ancak 1980 öncesi
dönemde atıl kalan kapasitelerin kullanılmasıyla sağlanabilmiştir (Şahin, 2002: 208).

Grafik 4’de net bir şekilde görülmeyen ekonomik büyüme, 1991’de 0.003485 olarak gerçekleşmiştir.
67
İmalat sanayisinde sabit sermaye yatırımları azalırken, özel kesim sabit
sermaye yatırımları hizmet sektörlerine doğru kaymıştır ve bu süreç 1990’lı yıllarda
da devam etmiştir. 1990’lı yıllarda bu sürecin hızlanmasında TL’nin değerlenmesinin
de etkili olduğu belirtilmektedir. Buna göre, TL’nin değerlenmeye başlaması,
uluslararası ticarete konu olmayan konut, ulaştırma gibi uluslararası ticareti olmayan
ve daha çok içe dönük olan hizmet sektörlerinde fiyatları dışa açık ve uluslararası
ticareti yapılabilen tarım, imalat ve madencilik gibi sektörlere göre yükseltmektedir.
Bu olgu, ticarete konu olmayan sektörlerde kârlılık ve yatırım artışını beraberinde
getirmektedir. Bunun önemli bir sonucu olarak uluslararası rekabet gücü azalmakta
ve genellikle dışa açık bir sektör olan imalat sanayisi ve ülkenin fiziki üretim
kapasitesi olumsuz etkilenmektedir (Kepenek ve Yentürk, 2000: 217).
Sonuç olarak, 1980’lerde başlayan yüksek enflasyon ve yüksek enflasyonun
oluşturduğu
belirsizlikler
sanayide
riskliliği
artırarak
yatırım
eğilimlerinin
azalmasına ve uzun vadeli girişimlerin ertelenmesine neden olmuş ve istikrarlı bir
ekonomik büyüme zeminin oluşmasını engellemiştir (Parasız, 2003: 356). Zira,
yaşanan 2001 Şubat krizinin ardından yürülüğe konulan Güçlü Ekonomiye Geçiş
Programı’nda da ekonomide güven bunalımının ve istikrarsızlığının ortadan
kaldırılmasının amaçlanmış olması ve yüksek enflasyon ile mücadeleye öncelik
vermesi, ilgili dönemde istikrarlı bir ekonomik altyapının oluşmadığını ifade eden
söz konusu tespiti büyük ölçüde doğrulamaktadır (Alkan, 2004: 110).
2.3.5. 2002-2007 Yılları Arası Dönem
2001 Şubat krizinin ardından, 14 Nisan 2001’de Güçlü Ekonomiye Geçiş
Programı yürürlüğe konulmuştur. Yürürlüğe konan yeni programın amacı, kur
rejiminin terkedilmesi nedeniyle ortaya çıkan güven bunalımı ve istikrarsızlığı
süratle ortadan kaldırmak ve eşanlı olarak bu duruma bir daha geri dönülemeyecek
şekilde kamu yönetiminin ve ekonominin yeniden yapılandırılmasına yönelik
altyapıyı oluşturmak olarak tanımlanmaktadır (TCMB, 2001:12).
Programının yürülüğe girişinin ardından para politikası uygulamalarında da
önemli değişikliklere gidilmiş ve 2002 yılından itibaren, faiz oranları aracılığı ile
enflasyon oranının kontrol altına alınmasını ve döviz kurlarının serbestçe
dalgalanmasını gerektiren örtük enflasyon hedeflemesi rejimi uygulanmaya
68
başlanmıştır. Bu doğrultuda da hükümet ile birlikte enflasyon hedefleri saptanmıştır.
Kısa vadeli faiz oranları enflasyonla mücadelede etkin olarak kullanılırken, para
tabanı da ek bir çıpa olarak belirlenerek, enflasyon hedeflerinin güvenilirliğinin
artırılması amaçlanmıştır. Geçen süre zarfında, dalgalı kur rejimine uyum artmış ve
enflasyon hedeflemesi rejimine geçiş için elverişli ortamın oluşmasına yönelik
önemli mesafeler alınmıştır: Enflasyon hedeflerine ulaşılmış, güvenilirlik artmış,
enflasyon bekleyişleri hedeflere yakınsamış, kamu borç stokunun çevrilebilirliğine
ilişkin tartışmalar azalmış, mali disiplinin sürekliliği konusundaki kaygılar büyük
ölçüde hafiflemiş, finansal piyasaların derinliği artmaya ve kırılganlığı ise azalma
sürecine girmiş ve portföy tercihlerinde TL cinsinden yatırımların ağırlığı artmaya
başlamıştır (TCMB, 2005: 1).
2006 yılından itibaren ise TCMB açık enflasyon hedeflemesi rejimini
uygulamaya koymuş ve para politikası aracı olarak da kısa vadeli faiz oranlarının
kullanılmasına devam edilmiştir (Badurlar, 2009: 3). 2002-2005 arası dönemde gerek
dünyadaki konjonktür gerekse Türkiye’deki makroekonomik göstergelerdeki olumlu
gelişmeler sayesinde TCMB faizleri düşürmüştür. Ancak TCMB faizleri enflasyon
beklentilerine göre daha yavaş bir biçimde düşürmüştür. TCMB’nin nominal faizleri
beklentilere göre daha yavaş düşürdüğünden beklenen ve gerçekleşen reel getiri/faizi
artırmıştır ve bu durumda önemli ölçüde dış kaynağın Türkiye’ye akmasına neden
olmuştur. Söz konusu bu yoğun kaynak girişi ise 2002-2005 yılları arasında
enflasyonla mücadelede ciddi kazanımlar sağlamış olmasına rağmen, bazı
olumsuzlukları da beraberinde getirmiştir. TCMB’nin faiz politikasının üç olumsuz
sonuçlarından birincisi artan dış dengesizlik, ikincisi ekonominin dış şoklara karşı
daha hassas hale gelmesi son olarak da yoğun bir dış kaynak girişi sonucu canlı bir iç
talep ve içe dönük ekonomik büyüme sürecinin enflasyonla mücadeleyi
zorlaştırmasıdır (Baydur, 2007: 99, 100).
Zira, bu durumun göstergesi olarak Türkiye’de enflayon 2005’in ikinci
yarısından itibaren önce katılaşmış, sonra da artış eğilimine girmiş ve 2006 mayıs ve
haziran aylarında yaşanan türbülansın etkisiyle de yeniden iki haneli rakamlara
çıkmıştır. Bu türbülans küresel piyasalar tarafından tetiklense de ülke riski, kur riski
ve siyasi risk açısından Türkiye’nin hala kırılgan olduğunun bir göstergesi olarak
kabul edilmektedir (Karaçor, 2007: 131). Her ne kadar 2007 yılı itibariyle yüzde 8.4
69
olarak gerçekleşen enflasyon, 2006 yılına göre azalış eğilimine girmiş olsa da
belirlenen yüzde 4’lük hedefin oldukça üstünde kalınmıştır. Bu da bir önceki
açıklamada belirtilen kırılganlığın istenilen düzeyde azalmadığını göstermektedir.
Bu açıklamaların ışığında, ilgili dönemdeki enflasyon ve ekonomik büyüme
ilişkisi ise Grafik 6 yardımıyla incelenmiştir.
Grafik-6: Enflasyon ve Ekonomik Büyüme (2002-2007)
.40
.35
.30
.25
.20
.15
.10
.05
2002
2003
2004
TUFE
2005
2006
2007
GSMH
Kaynak: DİE (2005). İstatistik Göstergeler 1923-2004. Ankara, s. 535, 614 ve
http://www.tuik. gov.tr (Erişim Tarihi: 27.07.2009)
Grafik 6’ya göre, enflasyonun 2002 yılından itibaren 2004-2006 döneminde
artış gösterse de önemli ölçüde düştüğü ve enflasyonun tek haneli düzeylere indiği
gözlenmektedir. Ekonomik büyümeye bakıldığında ise 2003, 2005 ve 2006’da bir
önceki dönemlere göre ekonomik büyümede azalışlar meydana gelmiş olsa da
dönemin tamamında pozitif ve yüksek bir ekonomik büyüme hızının gerçekleştiği
görülmektedir. Enflasyon ile ekonomik büyüme ilişkisine bakıldığında 2004 ve
2006’da ekonomik büyüme ile enflasyon arasında negatif yönlü bir ilişki olduğu
tespit edilmiştir. Bunların birincisinde enflasyonun azalması ekonomik büyüme
hızını artırırken; diğerinde ise enflasyonun yükselmesi ekonomik büyüme hızını
azaltmıştır.
Özellikle 2005 yılına kadar ki dönemde yaşanan bu olumlu tablo, gelecek ile
ilgili beklentilerin iyileşmesine katkıda bulunsa da, kendisiyle ilgili tartışmaların
başlamasına da neden olmuştur. Bu tartışmaların çıkış noktası ise yaşanan ekonomik
70
büyümeye rağmen işsizlik oranlarının azalmaması oluşturmaktadır. Başka bir
ifadeyle, yaşanan ekonomik büyümeye rağmen ilgili dönemde işsizlik oranları
2002’de yüzde 10.3, 2003’de 10.5, 2004’de 10.3, 2005’de 10.3, 2006 ve 2007’de 9.9
olarak gerçekleşmesi nedeniyle ekonomik büyümenin kaynakları sorgulanmaya
başlanmıştır. Bu sorgulamanın neticesinde şu ortak sonuçlara ulaşılmıştır (Ay ve
Karaçor, 2007: 67, 83; Ay, 2007: 27, 28)
— Güçlü Ekonomiye Geçiş Program, ekonomik büyüme ve istihdamdan
önce fiyat istikrarını sağlamak ve buna bağlı olarak oluşacak ekonomik istikrar ile
diğer hedeflerin gerçekleştirileceği düşüncesinden hareketle önceliği fiyat istikrarına
vermiştir. Bu düşünce son otuz yılda yaşanan yüksek enflasyonu makroekonomik
istikrarsızlığın temel nedeni olarak almaktadır. Dolayısıyla büyüme ile işsizlik bağı
burada kopmaktadır. Burada program enflasyonu düşürmede ve bunun yarattığı
olumlu etki sonucu yüksek büyüme oranını sağlamada başarılı olmuştur. Fakat bu
büyüme “istihdamsız bir büyüme sergilemiştir”.
— İlgili dönemdeki ekonomik büyüme daha ziyade özel sektör kanalı ile
gerçekleştirilmiştir ve özel sektörün ağırlıklı bir yer tuttuğu ekonomik büyüme
sürecinin birincil kaynağı, tüketimden çok yatırım ve stok değişmeleri olarak
gösterilmektedir.
Ekonomik
büyümenin
tüketimden
çok
yatırımlardan
kaynaklanması uzun dönemde hem üretim kapasitesinin artırılması, dolayısıyla
işsizlik sorunun giderilmesi, hem de sürdürülebilirlik açısından olumlu bir gelişme
olarak nitelendirilmektedir. Dahası bunun özel sektör kanalıyla gerçekleştirilmesi ise,
kamu kesiminin rasyonalize edilmesi ve uzun dönemli uygulamaya konan ekonomik
büyüme stratejisi açısından da önem arz etmektedir. Ancak kısa vade de bu şekilde
bir ekonomik büyüme halkın refah düzeyini artırmamaktadır. Ekonomik büyümenin
ikinci kaynağını ise verimlilik artışları oluşturmuştur. Çalışan kişi başına toplam
verimlilik endeksi 2002’de 113.1 iken 2005 yılında 152.9’a çıkmıştır. Söz konusu bu
verimlilik artışı ise reel ücretlere yansımamıştır ve 2002’de 87.8 olan reel ücret
endeksi 2005’de 84.9’a gerilemiştir. Dolayısıyla verimlilik artışının belli oranda ucuz
işgücü ile sağlandığı söylenmektedir. Bu olgu da ekonomik büyümenin geniş halk
kitlelerine yansımasını engellemiş ve yaşanan ekonomik büyümeyi tartışılır hale
getirmiştir.
71
Grafikler yardımıyla incelenen Türkiye’deki enflasyon ve ekonomik büyüme
ilişkisinden elde edilen temel sonuç, özellikle 1970’li yılların ikinci yarısından
sonraki dönemin büyük bir bölümünde yüksek enflasyon ve istikrarsız ekonomik
büyümenin Türkiye’nin öncelikli makroekonomik sorunlarını oluşturduğudur. Daha
öncede belirtildiği üzere, fiyat istikrarının sağlanması ve ekonomik büyüme hızının
artırılması iktisat politikasının en önemli amaçlarından birisini oluşturmaktadır. Söz
konusu bu amaçlara ulaşmak için geliştirilen iktisat politikaları ise para ve maliye
politikası araçlarından yararlanmaktadırlar. Dolayısıyla, bu amaçlara ulaşmak için
ilgili
araçların
etkin
ve
doğru
kullanılmaması
söz
konu
bu
amaçların
gerçekleştirilmesini de olanaksız kılmaktadır. Bu açıklama ekseninde, Türkiye’deki
fiyat ve ekonomik büyümede yaşanan istikrarsız tablo değerlendirildiğinde, iktisat
politikası araçlarının etkin ve doğru kullanılmadığı tespiti yapılabilmektedir. Bu
aşamada ise cevaplandırılması gereken bir soru ortaya çıkmaktadır. Acaba iktisat
politikası araçlarındaki söz konusu yanlış uygulamalar, enflasyon ve ekonomik
büyüme üzerinde nasıl bir etkileşim ortaya çıkarmaktadır? Diğer bir deyişle, bu
politikalar sonucunda öncelikle yüksek enflasyonun ardından ekonomik büyümenin
olumsuz etkilendiği veya tam tersi öncelikle ekonomik büyümenin yavaşladığı ve
buna bağlı olarak enflasyon yükseldiği, son olarak ise her ikisinde aynı anda olumsuz
bir etkinin oluştuğu bir etkileşim mi oluşmaktadır? Bu sorunun cevapları ise yapılan
uygulamalı çalışmalar ile büyük ölçüde ortaya konulmuştur.
2.4. Enflasyon ve Ekonomik Büyüme İlişkisi Üzerine Türkiye’de Yapılan
Çalışmalar
Koray (1993), 1981:3-1989:12 dönemi içeren aylık veriler ile gerçekleştirdiği
VAR analizi sonuçlarına göre, enflasyon oynaklığının ekonomik büyüme üzerinde
negatif etkileri olduğunu ifade etmiştir.
Aşırım (1995), 1964-1994 dönemi yıllık veriler ile en küçük kareler
yöntemini kullandığı çalışmasında, nominal fiyat değişmelerinin reel ekonomik
büyümeyi negatif yönde etkilediği sonucuna ulaşmıştır.
Kirmanoğlu (2001), 1964-2000 dönemi yıllık veriler ile kısıtsız VAR
modelini kullandığı çalışmasında, enflasyonun gerek ekonomik büyümeyi gerekse de
özel sektör yatırımlarını ters yönde etkilediğini ortaya koymuştur.
72
Karaca (2003), 1987-2002 dönemi üçer aylık veriler ile Granger nedensellik
testi ve en küçük kareler yöntemini kullandığı çalışmasında, enflasyondan ekonomik
büyümeye tek yönlü bir nedensellik ilişkisi olduğunu ve enflasyonda meydana gelen
yüzde 1’lik bir artışın ekonomik büyümeyi yüzde 0.37 oranında düşürdüğünü
belirlemiştir.
Berber ve Artan (2004), 1987:1-2003:2 dönemi üçer aylık veriler ile Granger
nedensellik testi ve en küçük kareler yöntemini kullandıkları çalışmalarında,
enflasyondan ekonomik büyümeye tek yönlü bir nedensellik ilişkisi olduğunu ve
enflasyonda meydana gelen yüzde 10’luk bir artışın ekonomik büyümeyi yüzde 1.9
oranında düşürdüğünü tespit etmişlerdir.
Keşkek ve Özhan (2004), 1950-2002 dönemi yıllık veriler ile en küçük
kareler yöntemi ve GARCH yöntemlerinin kullanıldığı çalışmalarında, enflasyondaki
artışın ekonomik büyümeyi negatif yönde etkilediğini ve enflasyon oranlarındaki
yüzde 10’luk bir artışın, ekonomik büyümeyi yüzde 1.6 ile yüzde 2.3 arasında bir
değerde negatif yönde etkilediği belirlemişlerdir. Bununla birlikte, enflasyon veri
setini çeşitli kategorilerinde enflasyon ile ekonomik büyüme arasındaki ilişkinin
istatistiksel açıdan anlamlılığını yitirdiği ve genel olarak yüzde 40’ın altındaki
enflasyon değeleri için, enflasyondaki bir önceki döneme göre değişimin ekonomik
büyüme üzerindeki etkisinin kaybolduğu sonucuna da ulaşmışlardır.
Çetin (2004), enflasyon ve büyümenin GARCH modelleri kullanılarak
enflasyon, büyüme ve reel-nominal belirsizlikler arasındaki Granger nedensellik
ilişkilerinin araştırıldığı çalışmada, Türkiye’de 1985:01-2003:11 dönemlerinde
yüksek enflasyonun nominal belirsizlikleri artırdığı ve büyümeyi azalttığını
belirlemiştir.
Terzi ve Oltulular (2004), 1923-2003 dönemi yıllık verileri kullanılarak
enflasyon ve sektörel (hizmet, tarım ve sanayi) büyüme oranları arasındaki ilişkileri
birim kök ve nedensellik analizleri ile incelenmişlerdir ve ekonometrik analizlerden
üç önemli sonuç elde etmişlerdir. Bu sonuçlara göre; (1) Nedensellik ilişkisi
enflasyondan sektörel büyümeye doğru olup, enflasyon oranı tarım ve sanayi
sektörlerindeki büyüme oranlarını negatif etkilemektedir; (2) Bulgular sadece hizmet
sektöründen enflasyona doğru çift yönlü bir nedenselliğin olduğunu ve enflasyondan
73
hizmet sektörüne doğru negatif olan nedenselliğin aksine hizmet sektöründen
enflasyona doğru olan nedenselliğin yönünün pozitif olduğunu göstermektedir; (3)
Yüksek oranlı enflasyon, Türkiye ekonomisinde ekonomik büyümenin önünde
önemli bir engel oluşturmaktadır.
Doğan ve Karagöz (2005), 1987:1-2004:2 dönemine ait çeyrek dönemlerini
kullandıkları çalışmalarında, Granger nedensellik testi sonuçlarına göre ekonomik
büyümeden enflasyona tek yönlü bir nedensellik ilişkisi olduğunu ve en küçük
kareler yöntemi sonuçlarına göre ise ekonomik büyümede meydana gelen bir puanlık
bir artışın enflasyonda yaklaşık yarım puanlık bir azalmaya yol açtığını tespit
etmişlerdir.
Kaya ve Yılmaz (2006), 1983-2001 dönemine ait Türkiye’nin yedi coğrafi
bölgesi için yaptıkları ve panel birim kök, eşbütünleşme ve nedensellik testlerini
kullanıldıkları çalışmalarında, zaman serisi sonuçlarına göre, Marmara Bölgesi
dışındaki bölgelerde enflasyonun ekonomik büyümeyi negatif ve istatistiksel olarak
anlamlı bir şekilde etkilediğini belirlemişlerdir. Aynı şekilde panel veri analizlerin de
ise enflasyonun ekonomik büyümeyi negatif ve istatistiksel olarak anlamlı bir şekilde
etkilediğini ortaya koymuşlardır.
Yapraklı (2007), 1987:1-2007:1 dönemi üçer aylık veriler ile eşbütünleşme ve
hata
düzeltme
modeline
dayalı
Granger
nedensellik
testlerini
kullandığı
çalışmasında, eşbütünleşme testi sonuçlarına göre uzun dönemde ekonomik
büyümenin enflasyondan negatif olarak etkilendiğini; hata düzeltme modeline dayalı
Granger nedensellik testi sonuçlarına göre ise enflasyondan ekonomik büyümeye
doğru tek yönlü bir nedensellik ilişkisi olduğunu belirlemiştir.
Erbaykal ve Okuyan (2008), 1987:1-2006:2 dönemi üçer aylık veriler ile
Sınır Testi eşbütünleşme yöntemi ve Toda Yamamoto nedensellik testinin
kullanıldığı çalışmalarında, enflasyon ile ekonomik büyüme arasında kısa dönemde
anlamlı bir ilişki olduğunu fakat uzun dönemde anlamlı bir ilişki olmadığını;
nedensellik testi sonuçlarına göre ise enflasyondan ekonomik büyümeye doğru tek
yönlü bir nedensellik ilişkisi olduğu sonucunu elde etmişlerdir.
74
Taban (2008), 1970-2007 dönemi yıllık veriler ile Sınır Testi yöntemini
kullandığı çalışmasında, enflasyon ile ekonomik büyüme arasında hem kısa dönemde
hem de uzun dönemde negatif ilişki olduğunu belirlemiştir. Ayrıca çalışmada,
Türkiye’de enflasyonun hangi orandan sonra ekonomik büyümeyi olumsuz
etkilediğini bulabilmek için, eşik enflasyon modeline yer verilmiş ancak enflasyonun
eşik değerini anlamlı kılan bir sonuca ulaşılamamıştır.
Uysal, Mucuk ve Alptekin (2008), 1950-2006 dönemi yıllık veriler ile VAR
analizi ve eşbütünleşme yöntemini kullandıkları çalışmalarında, uzun dönemde
değişkenler arasında bir ilişki olmadığını ve nedensellik testi sonuçlarına göre ise
enflasyondan ekonomik büyümeye doğru bir nedensellik ilişkisi olduğunu
belirlemişlerdir.
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
ENFLASYON ve EKONOMİK BÜYÜME ARASINDAKİ İLİŞKİNİN
EKONOMETRİK ANALİZİ
3.1. Metodoloji
Ekonometrik araştırmalarda veriler, çalışma alanının özelliklerine ve
gerçeklerine ait bilgilerin sayısal ifadesidir. Bu bilgiler oldukça çeşitlidir ve değişik
kaynaklardan elde edilmektedir. Ekonometrik araştırmalar için veri toplama
genellikle birkaç biçimde gerçekleştirilmektedir. Bu yöntemlerden birincisini
doğrudan gözlem yapma metodu oluşturmaktadır. Bu süreçte bir ölçme işlemi söz
konusu olmaktadır. Ölçme ise genelde iki farklı biçimde yapılmaktadır. Araştırma
konusu olan anakütle ya tamamen ölçülür ya da anakütlenin tamamının ölçülmesinin
çok güç hatta imkansız olduğu hallerde örneklem yardımıyla anakütlenin bir tahmini
yapılmaktadır. Diğer yöntem ise önceden toplanmış olan bilgilerden yararlanmaktır.
Bunlar daha çok istatistik bültenleri veya yıllıkları biçimindedir. Bu tür veriler
genellikle zaman serisi niteliğinde bilgi veren milli gelir, ithalat ve ihracat, para arzı
ve talebi, aylık veya yıllık faiz oranları, döviz kurları, yatırımlar, harcamalar gibi
farklı dönemler itibariyle toplanan ekonomik verilerdir (Aktaran: Sevüktekin ve
Nargeleçekenler, 2007: 1). Bu verilerin incelenmesi ve belirli eğilimlerinin ortaya
çıkarılması ile ileriye dönük tahminlerin yapılabilmesi mümkün olmaktadır. Bu
nedenle de zaman serisi özellikle ekonomik analizler için büyük önem taşımaktadır
(Köksal, 2003: 443).
Zaman serisi verileri, değişkenlerin bir dönemden diğerine ardışık şekilde
gözlendiği sayısal değerler hakkında bilgi vermektedir. Gözlenen verilerin zaman
içerisinde ardışık bir biçimde olması gerekli koşul değildir. Fakat düzenli aralıklarla
dizinin gelişimini takip etmesi, doğru analiz için önem taşımaktadır (Aktaran:
Sevüktekin ve Nargeleçekenler, 2007: 2; Brockwell ve Davis, 1991: 1, 2).
Diğer taraftan, herhangi bir zaman serisi modeli geliştirildiğinde, elde edilen
stokastik
sürecin
zamana
bağlı
olarak
değişip
değişmediğinin
bilinmesi
gerekmektedir. Stokastik süreç, rastgele seçilen değişkenlerin reel değerlerinden
76
oluşan bir veri topluluğudur. Eğer stokastik süreç zaman boyunca sabit ise, serinin
geçmiş
değerleri kullanılarak
seriye
ait
sabit
katsayılı
bir
model
elde
edilebilmektedir. Şayet stokastik sürecin niteliği zaman boyunca değişiyorsa; yani
seri durağan değilse, serinin geçmiş ve gelecek yapısını basit bir cebirsel modelle
ifade etmek mümkün olmamaktadır. Bu şekildeki durağan olmayan zaman serileri,
ekonometrik analizde çoğunlukla sorunlu olarak nitelendirilmişlerdir. Zira, Granger
ve Newbold (1974), durağan olmayan seriler kullanılarak yapılan tahminde ortaya
sahte regresyonun çıkacağını belirtmişlerdir. Regresyon çıktılarına bakıldığında R 2
yeterince yüksek ve t istatistikleri anlamlıdır; fakat Durbin-Watson istatistik değeri
küçük olmaktadır. Bununla birlikte, iki değişkenin gecikmeli değerleriyle elde edilen
regresyonlar birim kök taşıyorsa (durağan değillerse), alışılmış t ve F testleri
geçerli olmamakta ve bu iki değişkenden oluşan regresyon sahte regresyon olarak
nitelendirilmektedir. Durağan olmayan seriler, “ d ” sayıda farkları alınarak durağan
hale getirilebilmektedirler. Bir seri durağan oluncaya kadar “ d ” defa farkı alınmış
ise, o seri “ d ” sayıda birim kök içermektedir. Bu seriye “ d ” derecesinden
bütünleştirilmiş” seri adı verimekte ve I (d ) şeklinde ifade edilmektedir (Halaç ve
Kuştepeli, 2003: 90; Gujarati, 2001: 709; Noriega vd., 2007: 439-440). Bu
açıklamaların ışığında, durağan bir serinin ortalamasıyla varyansı zaman içinde
değişmeyen ve iki dönem arasındaki ortak varyansı bu ortak varyansın hesaplandığı
dönem değil de yalnızca iki dönem arasındaki uzaklığa bağlı olan olasılıklı bir süreç
olarak tanımlandığı görülmektedir (Gujarati, 2001: 709)
Bir serisinin durağan olup olmadığını belirlemek için ise birden çok yöntem
geliştirilmiştir. Bu yöntemler temelde korelogram testi ve birim kök testleri olarak iki
grupta incelenmektedir.
3.2. Durağanlık Testleri
3.2.1. Korelogram Testi
Basit bir durağanlık testi olan korelogram testi, otokorelasyon fonksiyonu
kavramına dayanmaktadır. Buna göre, kitle için otokorelasyon fonksiyonu (3.1) no.lu
denklemde şu şekilde ifade edilmektedir;
77
Pk 
k
Kovaryans

0
Varyans
(3.1)
Buradaki kovaryans “k” aralığı için kovaryansı göstermekle birlikte
uygulamada örnek üzerinde çalışıldığından, yalnızca otokorelasyon fonksiyonu rk
hesaplanabilmektedir.
Söz
konusu
rk
ise
denklem
şu
(3.2)’de
şekilde
gösterilmektedir;
n
rk 
Kovaryans

Varyans

n

 (Yt  Y )(Yt k  Y ) / n
t  k 1
n
 (Y
t



 (Yt  Y )(Yt k  Y )

t  k 1
2
n
 (Y
Y) / n
t
t 1

Y)
(3.2)
2
t 1
Değişik zaman aralıkları k için bulunacak rk otokorelasyon katsayısı
değerleri ile k ’lar ilişkilendirildiğinde elde edilen şekil korelogram veya örnek
korelogramı olarak adlandırılmaktadır. Bir de rkk kısmi otokorelasyon fonksiyonu
(partial
autocorrelation
function,
PACF)
kavramı
bulunmaktadır.
Kısmi
otokorelasyon ise, Yt ve Yt  k arasındaki ilişkiyi, aradaki terimlerin etkisini çıkararak
vermektedir (Tarı, 2006: 389).
3.2.2. Birim Kök Testleri
Birim kök testlerinin bir bölümü serideki yapısal kırılmayı dikkate almadan
birim kökün varlığını araştırırken, diğer bir bölümü ise seride yapısal kırılmayı
dikkate alarak serideki birim kökün varlığını araştırmaktadır. Diğer taraftan,
çalışmada kullanılan zaman serilerinin aylık, üçer aylık ve altı aylık olmasına göre
ilgili zaman serilerinde mevsimsellik özelliği bulunabilmektedir. Bu nedenle de, söz
konusu serilerin mevsimsel birim kök içerip içermediği mevsimsel birim kök testleri
ile araştırılmaktadır. Bu açıklamaların paralelinde de, çalışmada birim kök teslerinin
üç grup altında incelenmesinin uygun olacağı düşünülmüştür.
3.2.2.1. Yapısal Kırılmanın Dikkate Alınmadığı Birim Kök Testleri
İlgili zaman serisindeki yapısal kırılmayı dikkate almadan seri içerisindeki
birim kökün varlığını araştıran testlerden en sık kullanılanlar olarak Dickey-Fuller
(DF) ve Genişletilmiş Dickey-Fuller (Augmented Dickey-Fuller, ADF) testleri
78
gösterilmektedir. Bunun dışında, serideki birim kökün araştırılmasında PhillipsPerron
(PP),
Kwiatkowski-Phillips-Schmidt-Shin
(KPSS),
Dickey-Fuller
Genelleştirilmiş En Küçük Kareler (Generalized Least Squares, GLS) ve Ng-Perron
(NP) gibi testler bulunmaktadır. Söz konusu birim kök testlerinden ise ADF ve PP
testlerinin çalışmada benimsenmesi nedeniyle sadece bu testler hakkında bilgi
verilmiştir.
3.2.2.1.1. Genişletilmiş Dickey-Fuller Birim Kök Testi
Yt değişkeninin bu dönemde aldığı değerin geçen dönemdeki değeri olan Yt 1
ile ilişkisi (3.3) no.lu denklemde şu şekilde belirtilmektedir;
Yt  PY t 1u t
(3.3)
(3.3) no.lu denklemde, u t stokastik bir hata terimidir ve söz konusu model
birinci dereceden otoregresif AR(1) modeli olarak tanımlanmaktadır. Bu regresyonda
P katsayısı bire eşit P  1 bulunursa, birim kök sorunu ortaya çıkmaktadır ve
ilişkisi (3.4) no.lu denklemle ifade edilmektedir.
Yt Y t 1 u t
(3.4)
(3.4) no.lu denklem ise, bir önceki dönemde iktisadi değişkenin değerinin ve
dolayısıyla o dönemde maruz kaldığı şokun olduğu gibi sistemde kalması anlamına
gelmektedir. Bu durum, bütün bir dönem boyunca düşünüldüğünde, yukarıda ortaya
çıkan sonuç bütün dönemler için geçerli olduğundan, bu daha önceki dönemlerde
ortaya çıkan şokların da değişkenin bu dönemdeki değerine etkisinin sürdüğünü ve
dolayısıyla geçmişteki bütün şokların bir toplamından oluştuğu anlamına
gelmektedir. Bu şokların kalıcı nitelikte olması, serinin durağan olmaması ve zaman
içinde gösterdiği trendin stokastik olmasını göstermektedir. Eğer P katsayısı birden
küçük çıkarsa, geçmiş dönemlerdeki şoklar belli bir dönem etkilerini sürdürseler bile,
bu etki giderek azalacak ve kısa bir dönem sonra ortadan kalkacaktır (Tarı, 2006:
393, 394; Gujarati, 2001: 719).
Bununla birlikte, (3.3) no.lu denklemin sağ ve sol tarafından Yt 1 çıkartılarak
(3.5) no.lu denklem elde edilmekedir.
79
Yt  ( P  1)Yt 1  u t
Burada,
Yt  Yt  Yt 1
ilgili
değerin
birinci
(3.5)
farkının
alındığını
göstermektedir. Ayrıca ( P  1) değeri de,  olarak ifade edilirse ilişki (3.6) no.lu
denkleme dönüşmektedir.
Yt  Yt 1  u t
(3.6)
P  1 olduğunda   0 olmaktadır.   0 olduğunda da, (3.7) no.lu denklem
elde edilmektedir.
Yt  (Yt  Yt 1 )  u t
(3.7)
(3.7) no.lu denklemin elde edilmesi neticesinde de Yt (birinci fark) durağan
olmaktadır. Çünkü varsayım gereği u t bütünüyle rassal kabul edilmektedir. Böylece
farkı alınmamış bir serinin birinci farkı alındıktan sonra seri durağan hale geliyorsa
başlangıçtaki seriye birinci dereceden entegre olmuş seri denilmekte ve I (1) olarak
tanımlanmaktadır. Eğer seriyi durağan yapmak için iki defa fark almak gerekirse
I (2) ve d defa fark almak gerekirse I (d ) olarak yazılmaktadır (Tarı, 2006: 393, 394;
Gujarati, 2001: 719).
Bu bağlamda, Yt gibi bir zaman serisinin durağan olup olmadığını anlamak
için (3.6) no.lu denklem hesaplanmakta ve P ’nin istatistik bakımından 1’e eşit olup
olmadığına ya da bunun eşdeğeri olan  ’nın istatistik bakımından 0’a eşit olup
olmadığına bakılmaktadır. Fakat
bu yöntemle bulunan
t
değeri,
büyük
örneklemlerde bile Student-t dağılımına uymamaktadır. Bu nedenle, Dickey ve Fuller
tarafından τ (tau) istatistiği geliştirilmiş ve Monte Carlo benzetimleriyle de
çizelgeleştirilmiştir. Tau sınaması aynı zamanda Dickey-Fuller sınaması olarak da
tanımlanmakla beraber eğer P  1 sıfır önsavı reddedilirse (yani zaman serisi
durağan ise), alışıldık (Student) t sınamasının kullanılması gerektiğine işaret
edilmektedir. Böylelikle, bir serinin durağanlık durumunu araştırmak için öncelikle
(3.6) no.lu denklem tahmin edilmekte, Dickey-Fuller τ istatistiğini hesaplamak için
tahmin edilen P katsayısı kendi standart hatasına bölünmekte ve P  1 sıfır
önsavının
reddedilip
reddedilmediğini
görmek
amacıyla
ise
Dickey-Fuller
80
çizelgelerine başvurulmaktadır. Ancak bu çizelgelerin yeterli olmaması nedeniyle,
MacKinnon
tarafından
Monte
Carlo
benzetimleriyle
büyük
ölçüde
genişletilmişlerdir. Buna göre, eğer τ istatistiğinin mutlak değeri (yani │τ│) DF’nin
ya da MacKinnon mutlak eşik τ değerinden büyükse, verilmiş zaman serisinin
durağan olduğunu ileri süren önsav reddedilmemektedir. Diğer taraftan │τ│, eşik
değerinin altında ise serinin durağan olmadığı anlaşılmaktadır (Gujarati, 2001: 719,
720).
Gerek kuramsal gerek uygulama nedenleriyle Dickey-Fuller sınaması şu
biçimlerdeki regresyonlara uygulanmaktadır;
Yt  Yt 1  u t
(3.8)
Yt   1  Yt 1  u t
(3.9)
Yt   1   2 tYt 1  u t
3.10)
Burada t , zaman ya da genel eğilim değişkenlerini ifade etmektedir. Her iki
durumda sıfır önsavı   0 yani seride birim kök vardır biçimdedir. (3.8) no.lu
denklem ile diğer iki regresyon modeli arasındaki fark ise, sabit terimin eğilim
değişkeninin denkleme katılmasıyla oluşmaktadır.
Bununla birlikte, eğer u t hata terimi ardışık bağımlıysa, (3.11) no.lu
regresyon modeli şu şekilde düzeltilmektedir.
m
Yt   1   2 tYt 1   i  Yt i  u t
(3.11)
i 1
Bu denklemde ise, Yt 1  (Yt 1  Yt  2 ), Yt  2  (Yt  2  Yt  3 ), vb. gecikmeli
fark denklemleri olarak tanımlanmaktadır. Gecikmeli fark denklemlerinin sayısı,
genellikle görgül olarak belirlenmekle birlikte buradaki ana düşünce (3.11) no.lu
regresyon modeli hata teriminin ardışık bağımsız olmasını sağlayacak kadar terimi
modele dahil etmektir. Sıfır önsavı (3.11) no.lu denklemde de   0 ya da P  1 , yani
Y ’de birim kök vardır diğer bir deyişle Y durağan değildir şeklinde kurulmaktadır.
Buna göre, (3.11) no.lu regresyon modeli biçimindeki modellere Dickey-Fuller
sınaması uygulanırsa, bu sınamaya Genişletilmiş Dickey-Fuller (Augmented
81
Dickey–Fuller, ADF) sınaması denilmektedir. Genişletilmiş Dickey-Fuller sınaması
ile Dickey-Fuller sınaması aynı dağılım özelliklerini taşıdıklarından eşik değerleri de
aynı olmaktadır (Enders, 1995: 221, 222; Gujarati, 2001: 720).
Serilerdeki birim kökün araştırılmasında oldukça önemli bir yere sahip olan
ADF testinin varsayımlarından biri; hata terimlerinin istatistiki olarak birbirlerinden
bağımsız ve sabit varyansa sahip olduğu şeklindedir. Ancak birçok zaman serisinin
zayıf bağımlı ve heterojen dağılımlı hata terimlerine sahip oldukları gözlenmektedir.
Phillips (1987) ve Phillips ve Perron (1988), bu gerçekten yola çıkarak, hata terimleri
arasında otokorelasyon olabileceği düşüncesinden hareketle yeni bir birim kök testi
geliştirmişlerdir (Bozkurt, 2007: 41).
3.2.2.1.2. Phillips-Perron Birim Kök Testi
Hata terimi  t ’nin aynı ve bağımsız dağıldığının kabul edildiği ADF birim
kök testine karşı serilerdeki birim kökün varlığının,  t ’nin bağımlı ve değişen
varyanslı iken incelendiği Phillips ve Perron (1988) birim kök testinde ise (3.12) ve
(3.13) no.lu denklemlerde şu şekilde belirtilmektedir (Balkaya, 2006: 23; Sevüktekin
ve Nargeleçekenler, 2007: 363);
Yt  u  1Yt 1   t
(3.12)
(1  L)Yt  u   t
(3.13)
Burada, t  1,2,...., T , ve model için birim kök 1 / 1 ile bulunmaktadır.
^
1  1 olduğunda ise seride birim kökün olduğu kabul edilmektedir. Fuller (1976) 1 ,
^
1 ’in T  1 serbestlik derecesinde basit en küçük kareler tahmicisi iken, T ( 1  1) bir
^
dağılıma sahip olduğunu göstermektedir. T ( 1  1) dağılımı PP testi için temel
oluşturmaktadır. PP testi için yine ADF testinde olduğu gibi yardımcı regresyon
modelleri, sabitsiz ve trendsiz, sabitli ve trendsiz ve sabitli ve trendli olmasına göre
yeniden düzenlenmektedir. Kritik tablo değerleri de yine sabitsiz ve trendsiz, sabitli
ve trendsiz ve sabitli ve trendli modeller için farklı olmaktadır. PP testinde ise ADF
testi için kullanılan testler (Z ) ile gösterilmektedir. Örneğin, ADF testlerinden
82
sabitsiz ve trendsiz bir modelin testi için τ (tau) istatistiği kullanırken, bu testin
karşılığı PP testinde Z  olmaktadır (Sevüktekin ve Nargeleçekenler, 2007: 363;
Zivot ve Wang, 2006: 127).
Özetle, ADF birim kök testine göre göre düşük frekanslı serilerde daha etkili
sonuçlar verdiği ileri sürülen PP testinin, negatif hareketli ortalama olduğunda, birim
kök hipotezini red etme eğiliminde olduğu ancak pozitif hareketli ortalama söz
konusu olduğunda ise daha iyi sonuçlar verdiği belirtilmektedir. Bununla birlikte,
bazı durumlarda iktisadi teorinin, söz edilen ayrım konusunda yardımcı olabileceğine
fakat böyle bir bilginin olmadığı durumlarda ise her iki testin de birbirini destekler
nitelikte yapılmasının uygun olacağı da vurgulanmaktadır (Bozkurt, 2007: 41;
Maddala ve Kim, 1998; 130).
3.2.2.2. Yapısal Kırılmanın Dikkate Alındığı Birim Kök Testleri
Durağanlık testlerindeki yapısal kırılmanın etkili olabileceği ilk olarak Perron
(1989) tarafından incelenmiş ve trend fonksiyonunda bir defalık kırılma meydana
gelmesi halinde uygulanan ADF birim kök sınamasının gerçekte yanlış olan sıfır
hipotezini reddetmede başarısız olduğunu göstermiştir. Perron (1989), serinin
deterministik bir trend etrafında durağan dalgalanmalar gösterebileceğini ileri sürmüş
ve ADF birim kök testine alternatif bir test geliştirmiştir. Perron (1989)’un
geliştirdiği birim kök testinde, serinin sadece bir noktasında kırılma meydana geldiği
varsayımı yapılmaktadır. Seride meydana gelen bu kırılma zamanının ise önsel
olarak bilindiği kabul edilmektedir. Christiano (1992) çalışmasında, Perron
(1989)’un önerdiği önsellik varsayımını eleştirerek, kırılma noktasının içsel olarak
belirlenmesi gerektiğini öne sürmüştür. Christiano (1992)’nun çalışmasını, seride
meydana gelen kırılma zamanının içsel olarak belirlendiği Zivot ve Andrews (1992),
Perron ve Vogelsang (1992), Banarjee, Lumsdaine ve Stock (1992) ve Perron (1997)
çalışmaları izlemiştir (Emirmahmutoğlu vd., 2005: 2). Söz konusu yöntemler
içerisinde Zivot ve Andrews (1992) yaklaşımının çalışmada kullanılmasının tercih
edilmesi nedeniyle sadece bu yöntemin incelenmesi uygun görülmüştür.

Bu nokta da, zaman serileri ile çalışılırken çeyrek dönem verilerin yıllık verilere; aylık verilerin ise
çeyrek dönem verilere tercih edilmesi gerektiği belirtilmekte ve bu konuda Papell (1997)’in, döviz
kurlarındaki aylık verilerin birim köke karşı çeyrek dönem verilere göre daha güçlü olduğu sonucuna
ulaştığına değinilmektedir. Bkz. (Maddala ve Kim, 1998; 130, 131; Papell, 1997).
83
3.2.2.2.1. Zivot-Andrews Birim Kök Testi
Zaman serilerinde yapısal kırılmanın tek bir noktada gerçekleştiği ve kırılma
zamanının (Tb ) olarak bilindiği varsayımını kabul eden Perron (1989)’a karşılık;
Zivot ve Andrews (1992), kırılma zamanının (Tb ) bilinmediği varsayımını kabul
etmiştir. Diğer bir deyişle, Perron (1989)’da kırılma zamanı dışsal olarak modele
eklenirken, Zivot ve Andrews (1992) yaklaşımında kırılma zamanı model tarafından
içsel olarak tahmin edilmektedir. Çünkü, Zivot ve Andrews (1992)’e göre eğer
Perron (1989)’daki bir kırılma zamanı dışsal olarak alınırsa hipotez testlerinin
sonuçları birim kökün reddi lehine değişecektir (Sevüktekin ve Nargeleçekenler,
2007: 428, 429).
Buna göre, Zivot ve Andrews testinde, ardışık ADF test yöntemi ile örnek
içindeki mümkün olan her kırılma noktası için, regresyon denklemi tahmin edilmekte
ve tahmin edilen parametreler için t istatistiği hesaplanmaktadır. Bilinmeyen bir
zaman noktasında otonom ve trend fonksiyonu eğiminde tek zaman kırılmalı (TB )
trend durağan hipotezine karşın, birim kök temel hipotezi test edilmektedir. Zivot ve
Andrews testinin uygulanmasında tahmin edilen Model A, Model B ve Model C’den,
Model A ortalama kırılma ile ilgili iken, Model B eğimdeki kırılmayı göstermektedir.
Model C ise yapısal bir değişimin hem ortalamayı hem de eğimi değiştirdiğini
gösteren denklemi ifade etmektedir (Çil, 2006: 166). Söz konusu modeller ise şu
şekilde belirtilmektedir (Zivot ve Andrews, 1992: 254);
Model A:
k
Yt   A   A DU t ( )   A t   AYt 1   c Aj Yt  j  et
j 1
Model B:
k
Yt   B   B t   B DTt * ( )   BYt 1   c Bj Yt  j  et
j 1
Model C:
k
Yt   C   C DU t ( )   C t   c DTt* ( )   C Yt 1   c Cj Yt  j  et
j 1
84
Burada,  fark operatörü, et otokorelasyonsuz, sabit varyanslı ve normal dağılımlı
hata terimi, t zamanı (t  1,...........T ) göstermektedir. Denklemin sağ tarafındaki
Yt  j terimi, hata teriminin otokorelasyonsuz olmasını sağlamak amacıyla modele
dahil edilmektedir. TB kırılma zamanını,   TB / T
kırılma noktasını ifade
etmektedir. Buna göre, eğer t  T ise DU t ( )  1 , diğer durumlarda sıfır değerini
almakta ve t  T ise DTt * ( )  t  T , diğer durumlarda sıfır değerini almaktadır.
Testin uygulanmasında gözlem dönemindeki her bir yıl olası kırılma yılı olarak
alınarak kukla değişkenler oluşturulmakta ve
 ’nın
t
istatistikleri elde
edilmektedir. Bu süreç gözlem döneminin tümü için uygulandıktan sonra  ’nın t
istatistiğinin minimum elde edildiği yıl olası kırılma yılı olarak belirlenmektedir.
Elde edilen t istatistiği Zivot ve Andrews tarafından oluşturulan kritik değerler ile
karşılaştırılmaktadır. Eğer elde edilen t istatistiği kritik değerlerden küçükse serinin
birim kök içerdiğini belirten sıfır hipotezi kabul edilmektedir. Elde edilen t
istatistikleri kritik değerlerden büyükse sıfır hipotezi reddedilmekte ve serinin yapısal
kırılmayla birlikte durağan olduğunu belirten alternatif hipotez kabul edilmektedir
(Pazarlıoğlu ve Kırıcı, 2007: 5, Çil, 2006: 166; Temurlenk ve Oltulular, 2007: 4).
Daha öncede belirtildiği üzere, durağan olmayan zaman serileri ile
çalışıldığında elde edilecek tahmin sonuçları yanıltıcı olmaktadır. Bu nedenle de
öncelikle serilerin durağanlık durumlarının birim kök testleri ile araştırılması
gerekmektedir. Bu araştırma sonucunda, eğer serinin durağan olduğu belirlenirse bu
serinin düzey durumdaki değeri ile modele dahil edilmesinde bir sakınca
bulunmamaktadır. Fakat eğer serinin durağan olmadığı belirlenirse, bu serinin düzey
değeriyle modele dahil edilmesi sıkıntı doğurmaktadır. Bu sıkıntıdan kurtulabilmek
ve yanıltıcı olmayan tahmin sonuçları elde etmek için ise ilgili serinin durağan hale
dönüştürülmesi gerekmektedir.
Durağan olmayan serilerde durağanlığı sağlamak için ise serilerin birinci
farkı, ikinci, üçüncü, vd., farkları alınmaktadır. Ancak farkların alınması, sadece
değişkenin geçmiş dönemlerde maruz kaldığı şokların etkisini yok etmekle kalmayıp,
aynı zamanda dönemler arasında bu şoklar dışında varolabilecek uzun dönemli
ilişkilerin de ortadan kalkmasına neden olmaktadır. Dolayısıyla, bu şekilde
85
durağanlaştırılmış seriler arasında bulunacak bir regresyon ilişkisi, uzun döneme ait
tüm bilgilerinin yok edilmesi nedeniyle bir uzun dönem ilişkisi göstermeyecektir. Bu
nokta da, geliştirilen eşbütünleşme analizi ile iktisadi değişkenlere ait seriler durağan
olmasalar bile, bu seriler arasında durağan doğrusal bir kombinasyonun
varolabileceği ve bunun ekonometrik olarak belirlenmesi mümkün olmaktadır (Tarı,
2006: 405).
3.3. ARDL Modeli Eşbütünleşme Yaklaşımı (Sınır Testi)
Seriler arasındaki eşbütünleşme ilişkisinin belirlenmesinde birden fazla
yöntem bulunmaktadır. Bu yöntemlerden Engle ve Granger (1987)’de, birinci
aşamada değişkenler arasında gerçekleştirilecek en küçük kareler yöntemi ile hata
terimleri tahmin edilmektedir. İkinci aşamada ise elde edilen hata terimleri için birim
kök sınaması yapılmaktadır. Sonuçta elde edilen hata terimleri birim kök içermiyorsa
seriler arasında bir eşbütünleşme ilişkisi olduğu belirlenmiş olmaktadır. Böylelikle
de, bu seriler arasında gerçekleştirilecek en küçük kareler analizi anlamlı olmaktadır
(Kutlar, 2005: 357; Kennedy, 2006: 357).
Engle ve Granger (1987) yöntemi pratik bir yöntem olmakla birlikte, bir
takım güçlükler ve eksikliklere sahip olduğu belirtilmektedir. Buna göre, sistemde
yer alan her bir değişkene ilişkin farklı denklemler tahmin edildiğinde, örneğin iki
değişkenin yer aldığı bir sistemde, diğer değişkene ilişkin eşitlikte böyle bir ilişki
gözlenmeyebilmektedir. Bu durum, değişkenler arasındaki ilişkide belirsizlik
yaratabilmektedir. Engle ve Granger (1987) yönteminin eşbütünleşik vektörleri
ayrıştırma konusunda bir prosedüre sahip olmaması nedeniyle, sistemde ikiden fazla
değişken olması durumunda söz konusu bu güçlük tekrar yaşanabilmektedir (Bozkurt
ve Dursun, 2006: 44; Hjalmarsson ve Österholm, 2007: 5).
Bu noktadan hareketle, Johansen (1988)’in geliştirdiği yaklaşımla, tüm
değişkenlerin içsel olarak kabul edildikleri VAR modelinden yola çıkarak,
değişkenler arasında kaç tane eşbütünleşik vektör olduğu tespit edilebilmektedir.
Dolayısıyla, Engle ve Granger (1987) yönteminde olduğu gibi, testi tek bir
eşbütünleşik vektör beklentisiyle sınırlandırmadan daha gerçekçi bir sınama
yapılabilmektedir. Fakat Engle ve Granger (1987), Johansen (1988) ve Johansen ve
86
Juselius (1990) tarafından gerçekleştirilen eşbütünleşme testleri için tüm serilerin
düzeyde durağan olmamaları ve aynı derecede farkı alındığında durağan hale
gelmeleri gerekmektedir. Eğer ilgili serilerden bir veya daha fazlası düzey halinde
durağan I (0) ise bu testler ile eşbütünleşme ilişkisi araştırılamamaktadır. Pesaran,
Shin ve Smith (1995), Pesaran ve Shin (1996) ve Pesaran, Shin ve Smith (2001)
tarafından geliştirilen sınır testi yaklaşımı ile bu sorun ortadan kaldırılmaktadır. Bu
yeni yöntem ARDL (Autoregressive Distributed Lag-Gecikmesi Dağıtılmış
Otoregresif Model) yaklaşımı olarak ifade edilmektedir. Düşük sayıda gözlemi
içeren verilerle de sağlıklı sonuçlar verdiği düşünülen bu yaklaşıma göre, serilerin
I (0) veya I (1) olmalarına bakılmaksızın seriler arasında eşbütünleşme ilişkisinin
varlığı araştırılabilmektedir (Karagöl, Erbaykal ve Ertuğrul, 2007: 75; Altıntaş ve
Çetin, 2008: 47; Narayan ve Narayan, 2004: 101, 102).
Pesaran, Shin ve Smith (2001), hata düzeltme mekanizmasına dayalı bir
modelde standart Wald ve F test istatistiği ile denklemdeki gecikmeli değişkenlerin
anlamlılığını sınadıkları bir yöntem ile eşbütünleşme analizi yapmaktadırlar.
Yöntemde, Monte Carlo deneyleriyle açıklayıcı değişkenlerin I (0) ya da I (1)
olduğu durumlara göre kritik değerler türetilmiştir. Bu iki grup asimptotik kritik
değerler iki uç durum şeklinde verilmektedir ve bütün değişkenlerin ya tamamen
I (1) ya da tamamen I (0) oldukları varsayılmaktadır. Kritik değerler aynı zamanda
değişkenlerin durumları için sınır değerleri vermektedirler. Bu nedenle, sınır testi
(bounds test) olarak ifade edilmektedir. Sınırlandırılmamış sabit ve trend durumunda
sınır testi (3.14) no.lu denklem kullanılarak şu şekilde yapılmaktadır;
p 1
yt  c0  c1t   yy yt 1   yx. x xt 1   izt i   xt  ut
(3.14)
i1
Örneğin bağımlı değişken y bağımsız değişkenlerin x ve z olduğu
durumda, (3.14) no.lu denklem (3.15) no.lu denklem biçiminde düzenlenmektedir;
p 1
q1 1
q2 1
yt   0   a1i yt i    2i xt i   3i zt i  yt 1  1 xt 1  2 zt 1  ut
i 1
i 0
i0
(3.15)
87
Denklemde, p ve q ARDL modelinin sıra sayılarını vermektedir. İlk aşamada
belirlenen maksimum gecikme sayısına göre bu denklem tahmin edilmektedir. Ancak
seçilen denklemin hata terimlerinde ardışık bağımlılığın (otokorelasyon) olmaması
gerekmektedir. İkinci aşamada, seçilen modelde  , 1 ve  2 ’nin birlikte, istatistiksel
olarak anlamlılığı birlikte F testi ile test edilmektedir (  1   2  0) . Son
aşamada ise elde edilen F istatistikleri Pesaran, Shin ve Smith (2001: 33-36)’daki
tablolarda yer alan alt ve üst kritik değerler ile karşılaştırılmaktadır. F istatistiği, alt
kritik değerlerin altında kalırsa değişkenler arasında eşbütünleşmenin olmadığı
sonucuna varılmaktadır. Yani (  1   2  0) boş hipotezi kabul edilmektedir.
İstatistik değeri iki kritik değer arasında kalırsa durum belirsiz olmaktadır. Eğer
F istatistiği,
tablodaki
kritik
değerlerin
üstünde
olursa
seriler
arasında
eşbütünleşmenin olduğu kabul edilmektedir. Bu sonuç elde edildikten sonra ARDL
modelinden uzun dönem katsayılar ve kısa dönemli hata düzeltme katsayıları tahmin
edilebilmektedir. Buna göre, açıklayıcı seviye değerlerine ilişkin katsayıların
işaretleri değiştirildikten sonra, bağımlı değişkenin seviye değerine ait katsayıya
bölünmeleri
suretiyle
uzun
dönem
katsayılara
ulaşılmaktadır.
Açıklayıcı
değişkenlerin cari dönem farklarına ait katsayılarına ilişkin katsayılar ise doğrudan
kısa dönem katsayıları ifade etmektedir (Yapraklı, 2008: 6; Yardımcı, 2007: 12;
Pesaran, Shin ve Smith, 2001: 8; Şimşek ve Kadılar, 2005: 146-148; Barışık ve
Çetintaş, 2008: 126; Güriş ve Kıran, 2007: 90)
3.4. Veri Tanımlanması
Bu çalışmada yer alan (1988:1-2007:4) dönemine ait üçer aylık enflasyon
oranı,
ekonomik
büyüme
oranı
ve
gayri
safi
sabit
sermaye
yatırım
harcamaları/GSYİH verileri Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) veri tabanı
kullanılarak oluşturulmuştur. Enflasyon oranını yansıtması anlamında, iki tane
seriden yararlanılmıştır. Bu seriler Tüketici Fiyat Endeksi (TÜFE) ve Toptan Eşya
Fiyat Endeksi (TEFE)’nden oluşmaktadır. Bununla birlikte, TÜFE ve TEFE serileri,
2005 yılına kadar 1987, 2005 yılından sonra ise 2003 yılının temel yıl kabul edildiği
endeks serilerini ifade etmektedir. Ekonomik büyüme ve gayri safi yatırım

TÜİK üretici fiyatları ile ilgili olarak 2003 yılına kadar TEFE serisini 2003 yılından itibaren ise ÜFE
(Üretici Fiyat Endeksini) dikkate almaya başlamıştır. Bkz. (Eren, 2008: 139)
88
harcamaları/GSYİH verileri oluşturulurken 1987 yılı baz yılı olarak kabul edilmiş ve
söz konusu verilerin reel anlamda ifade edilmesi sağlanmış ve TÜFE ile TEFE
serilerinin dışında diğer değişkenler TL cinsinden hesaplanmıştır.
Bunun dışında serilerin üçer aylık olması ve ilgili dönemde yaşanan 1989
finansal liberalizasyon kararları, Nisan 1994, Kasım 2000 ve Şubat 2001 krizlerinin
değişkenler üzerindeki etkilerinin de olabileceği düşüncesiyle çalışmada sırasıyla D1,
D2, D3, D4, D5, D6 ve D7 olmak üzere yedi tane kukla değişken kullanılmıştır. Son
olarak ilgili tahminlerin yapılabilmesi için ise çalışmada Eviews 5.0 ve Microfit 4.0
ekonometrik paket programları kullanılmıştır.
Bu açıklamalar ışığında çalışmada kullanılan değişkenler Tablo 1’de ifade
edilmiştir.
Tablo-1: Çalışmada Kullanılan Değişkenler
Bağımlı Değişken
Ekonomik Büyüme Oranı
Bağımsız Değişkenler
Enflasyon Oranı (TÜFE)
Enflasyon Oranı (TEFE)
I/Y
Kukla Değişkenler
D1
:
ΔY=ln (Reel GSYİH)-ln (Reel GSYİH)-1
:
:
ΔTÜFE=ln (TÜFE)-ln (TÜFE)-1
ΔTEFE=ln (TEFE)-ln (TEFE)-1
Reel Gayri Safi Yatırım Harcamaları/Reel GSYİH
: D1=
D2
: D2=
D3
: D3=
D4
: D4=
D5
: D5=
D6
: D6=
D7
: D7=
0
1
0
0
0
0
1
0
0
0
0
1
1
0
1
0
1
0
1
0
Birinci çeyrek dönem ise
İkinci çeyrek dönem ise
Üçüncü çeyrek dönem ise
Dördüncü çeyrek dönem ise
Birinci çeyrek dönem ise
İkinci çeyrek dönem ise
Üçüncü çeyrek dönem ise
Dördüncü çeyrek dönem ise
Birinci çeyrek dönem ise
İkinci çeyrek dönem ise
Üçüncü çeyrek dönem ise
Dördüncü çeyrek dönem ise
1989 yılı üçüncü çeyrek dönemi sonrası ise
1989 yılı üçüncü çeyrek dönemi öncesi ise
1994 yılı ikinci çeyrek dönemi sonrası ise
1994 yılı ikinci çeyrek dönemi öncesi ise
2000 yılı dördüncü çeyrek dönemi sonrası ise
2000 yılı dördüncü çeyrek dönemi öncesi ise
2001 yılı ilk çeyrek dönemi sonrası ise
2001 yılı ilk çeyrek dönemi öncesi ise
* I: Gayri Safi Yatırım Harcamalarını ve Y: Reel GSYİH’yı göstermektedir.
89
İlgili değişkenlerle oluşturulan (3.16) ve (3.17) no.lu regresyon modelleri ve
modellerden beklenen teorik sonuçlar şu şekilde oluşturulmuştur .
ΔY=0 +1ΔTÜFE+2(I/Y)+ ε
(3.16)
ΔY=0 +1ΔTEFE+2(I/Y)+ ε
(3.17)
1< 0 ΔTÜFE ve/veya ΔTEFE artarsa ekonomik büyüme oranı azalır.
2 > (I/Y) artarsa ekonomik büyüme oranı artar.
3.5. Ekonometrik Sonuçlar
Çalışmada oluşturulan (3.16) ve (3.17) no.lu regresyon modellerini tahmin
etmek için modelde yer alan değişkenlerin durağanlık özelliğini taşımaları
gerekmektedir. Fakat ilgili durağanlık testlerinin yapılabilmesi için öncelikle serilerin
deterministik özellikleri incelenmektedir. Bu nedenle de ilgili serilerin deterministik
özellikleri incelenmiş ve Tablo 2’de gösterilmiştir.
Tablo-2: Serilerin Deterministik Özellikleri
Değişkenler
D1
D2
D3
D4
D5
D6
D7
C
TREND
ΔY
0.346597
(0.0000)
0.5355441
(0.0000)
-0.064520
(0.0006)
0.007663
(0.7803)
0.016822
(0.5290)
-0.067401
(0.2585)
0.078269
(0.1900)
-0.204820
(0.0000)
-0.000277
(0.7633)
ΔTÜFE
-6.04E-05
(0.9970)
-0.042803
(0.0088)
0.020504
(0.2016)
0.015892
(0.5161)
0.059015
(0.0149)
-0.026718
(0.6134)
0.005271
(0.9205)
0.171083
(0.0000)
-0.002688
(0.0015)
ΔTEFE
-0.013928
(0.4689)
-0.057416
(0.0037)
-0.026571
(0.1702)
0.007566
(0.7973)
0.048435
(0.0938)
-0.030290
(0.6346)
0.018081
(0.7765)
0.186034
(0.0000)
-0.002356
(0.0190)
(I/Y)
3.030008
(0.0008)
-1.694508
(0.0548)
2.271110
(0.0109)
-1.529345
(0.2542)
-5.522641
(0.0001)
-8.592251
(0.0039)
-3.226806
(0.2655)
23.03896
(0.0000)
0.294552
(0.0000)
* Parantez içindeki değerler ilgili değişkenler için hesaplanan katsayıların olasılık değerlerini
göstermektedir.

Model için Li (2006)’daki çalışmasından faydalanılmıştır. Bkz. (Li, 2006: 24)
90
Tablo 2’deki serilerin deterministik özellikleri ise maddeler halinde şu şekilde
açıklanmaktadır;
— Ekonomik büyüme oranı serisi için D1, D2 ve D3 mevsimsel kukla
değişkenleri ve sabit bileşeni yüzde 1, yüzde 5 ve yüzde 10 önem düzeylerinde
istatistiksel açıdan anlamlı çıkmıştır.
— TÜFE’ye göre hesaplanan enflasyon oranları serileri için D2 mevsimsel
kukla değişkeni, sabit ve trend bileşenleri yüzde 1, yüzde 5 ve yüzde 10 önem
düzeylerinde, D5 kukla değişkeni ise yüzde 5 ve yüzde 10 önem düzeylerinde
istatistiksel açıdan anlamlı çıkmıştır.
— TEFE’ye göre hesaplanan enflasyon oranları serileri için D2 mevsimsel
kukla değişkeni ve sabit bileşen yüzde 1, yüzde 5 ve yüzde 10 önem düzeylerinde,
D5 kukla değişkeni yüzde 10 önem düzeyinde, trend bileşeni ise yüzde 5 ve yüzde 10
önem düzeylerinde istatistiksel açıdan anlamlı çıkmıştır.
— Gayri safi yatırım harcamaları/GSYİH serisi için D1 mevsimsel kukla
değişkeni, D5 ve D6 kukla değişkenleri ile sabit ve trend bileşenleri yüzde 1, yüzde 5
ve yüzde 10 önem düzeylerinde, D2 mevsimsel kukla değişkeni yüzde 10 önem
düzeyinde ve D3 mevsimsel kukla değişkeni ise yüzde 5 ve yüzde 10 önem
düzeylerinde önem düzeylerinde istatistiksel açıdan anlamlı çıkmıştır.
Yapılan analiz sonuçlarından da görüleceği tüm serilerin mevsimsellik etkisi
taşıdığı sonucuna ulaşılmıştır. Bu nedenle, serilerdeki mevsimsellik etkisi TramoSeats yöntemi kullanılarak arındırılmıştır. Mevsimsellikten arındırma işleminden
sonra da serilerin durağanlık durumlarının yapısal kırılmayı dikkate almayan birim
kök testleri ile araştırılması aşamasına geçilmiştir.

Tramo-Seats (Time Series Regression with ARIMA Noise, Missing Observations and OutliersSignal Extraction in ARIMA Time Series) yöntemi, Gomez ve Maravall (1998) tarafından
geliştirilmiştir. Yöntem, lineer stokastik bir süreç kullanarak eksik gözlemlerin interpolasyonu, uç
değerlerin düzeltilmesi ve tatil etkileri gibi etkilerin temizlenmesi amacıyla kullanılmaktadır. Bu
yöntem, ayrıca İspanya Merkez Bankası ve Eurostat tarafından da önerilmektedir. Bkz. (Gomez ve
Maravall, 1998; Yamak ve Abdioğlu, 2009: 7; Yaşar, 2008: 49; Atuk ve Ural, 2002: 4).
91
3.5.1. Birim Kök Testleri Sonuçları
Yapısal kırılmanın dikkate alınmadığı ADF ve PP birim kök testleri ise
karşılaştırma yapmak amacıyla sırasıyla sabitli, sabitli ve trendli ve sabitsiz ve
trendsiz modellere göre incelenmiş ve elde edilen sonuçlar Tablo 3 ve Tablo 4’de
ifade edilmiştir.
Tablo-3: ADF Birim Kök Testi Sonuçları-1
Değişkenler
Sabitli
Model
Sabit ve Trendli
Model
Sabitsiz ve Trendsiz
Model
ADF
t-İst.
Değerleri
Test Kritik
Değerleri*
ADF
t-İst.
Değerleri
Test Kritik
Değerleri
ADF
t-İst.
Değerleri
Test Kritik
Değerleri
ΔY
-8.551574
(0)
-3.515536
-2.898623
-2.586605
-8.628184
(0)
-4.078420
-3.467703
-3.160627
-7.513108
(0)
-2.594563
-1.944969
-1.614082
ΔTÜFE
-1.520504
(2)
-3.517847
-2.899619
-2.587134
-6.696024
(0)
-4.078420
-3.467703
-3.160627
-1.287710
(2)
-2.595340
-1.945081
-1.614017
ΔTEFE
-3.343247
(1)
-3.516676
-2.899115
-2.586866
-6.928758
(0)
-4.078420
-3.467703
-3.160627
-1.460478
(2)
-2.595340
-1.945081
-1.614017
-3.515536
-4.078420
-2.594563
-1.842700
0.235668
-2.898623
-3.467703
-1.944969
(0)
(0)
-2.586605
-3.160627
-1.614082
1) * Sırasıyla %1, %5 ve %10 önem düzeyindeki MacKinnon kritik değerlerdir.
2) Gecikme uzunluğunun belirlenmesinde Schwarz Bilgi Kriteri kullanılmış ve uygun gecikme
uzunlukları parantez içinde gösterilmiştir.
(I/Y)
-1.857558
(0)
Tablo 3’deki sonuçlar ışığında;
— Ekonomik büyüme oranları serisinin her üç modelde, TÜFE’ye ve
TEFE’ye göre hesaplanan enflasyon oranları serilerinin ise sabitli ve trendli modelde
yüzde 1, yüzde 5 ve yüzde 10 önem düzeylerinde ve TEFE’ye göre hesaplanan
enflasyon oranları serisinin yüzde 5 ve yüzde 10 önem düzeylerinde sabitli modelde
durağan olduğu belirlenmiştir.
— Gayri safi yatırım harcamaları/GSYİH serilerinin her üç modelde ve
yüzde 1, yüzde 5 ve yüzde 10 önem düzeylerinde sonuçlarında durağan olmadığı
belirlenmiştir.
92
Tablo-4: PP Birim Kök Testi Sonuçları-1
Değişkenler
Sabitli
Model
Sabit ve Trendli
Model
Sabitsiz ve Trendsiz
Model
PP
t-İst.
Değerleri
Test Kritik
Değerleri*
PP
t-İst.
Değerleri
Test Kritik
Değerleri
PP
t-İst.
Değerleri
Test Kritik
Değerleri
ΔY
-8.557161
(2)
-3.515536
-2.898623
-2.586605
-8.633912
(2)
-4.078420
-3.467703
-3.160627
-7.682397
(4)
-2.594563
-1.944969
-1.614082
ΔTÜFE
-5.344609
(5)
-3.515536
-2.898623
-2.586605
-7.200988
(5)
-4.078420
-3.467703
-3.160627
-3.107801
(3)
-2.594563
-1.944969
-1.614082
ΔTEFE
-5.966217
(5)
-3.515536
-2.898623
-2.586605
-7.240955
(5)
-4.078420
-3.467703
-3.160627
-3.181208
(3)
-2.594563
-1.944969
-1.614082
-3.515536
-4.078420
-2.594563
-2.077662
0.235668
-2.898623
-3.467703
-1.944969
(2)
(0)
-2.586605
-3.160627
-1.614082
1) * Sırasıyla %1, %5 ve %10 önem düzeyindeki MacKinnon kritik değerlerdir.
2) Gecikme uzunluğunun belirlenmesinde Newey-West Bandwidth kriteri kullanılmış ve uygun
gecikme uzunlukları parantez içinde gösterilmiştir.
(I/Y)
-2.090006
(2)
Tablo 4’deki sonuçlar ışığında;
— Ekonomik büyüme oranları serisinin, TÜFE’ye ve TEFE’ye göre
hesaplanan enflasyon oranları serilerinin her üç modelde ve yüzde 1, yüzde 5 ve
yüzde 10 önem düzeylerinde durağan olduğu belirlenmiştir.
— Gayri safi yatırım harcamaları/GSYİH serilerinin her üç modelde ve
yüzde 1, yüzde 5 ve yüzde 10 önem düzeylerinde durağan olmadığı belirlenmiştir.
İlgili birim kök testleri yapısal kırılmayı dikkate almamakta ve yapısal
kırılma durumunda aslında durağan olan serileri durağan olmayan bir seri gibi
gösterebilmektedirler (Çetin, 2006: 24). Bu nedenle, serilerdeki olası yapısal
kırılmaları da dikkate alan Zivot-Andrews birim kök testi ile gayri safi yatırım
harcamaları/GSYİH serisinin durağanlık durumunun araştırılması uygun görülmüştür
ve yapılan test sonuçları Tablo 5’de gösterilmiştir.

TÜFE’ye ve TEFE’ye göre hesaplanan enflasyon oranları serisi için Kwiatkowski-Phillips-SchmidtShin (KPSS) ve Dickey-Fuller GLS (ELS) birim kök test sonuçlarına göre durağan olmadığı fakat
birinci farkında durağan olduğu belirlenmiştir. Diğer değişkenler için ise söz konusu bu testlerin ADF
ve PP birim kök test sonuçları ile örtüşen sonuçlar verdiği belirlenmiştir.
93
Tablo-5: Yapısal Kırılmanın Dikkate Alındığı Zivot-Andrews Birim Kök Testi
Sonuçları
Değişkenler
I/Y
Kritik
Değerler
Model A
Kırılma
Yılı
-3.020800
2000:3
Model A
Kritik Değerleri
-5.34 *
-4.80**
-4.58***
Model A
Model B
Kırılma
Yılı
-2.668706
2003:1
Model B
Kritik Değerleri
-4.93
-4.42
-4.11
Model B
Model C
Kırılma
Yılı
-4.868374
2000:4
Model C
Kritik Değerler
-5.57
-5.08
-4.82
Model C
1)*, ** ve *** sırasıyla %1, %5 ve %10 önem düzeylerindeki kritik değerleri göstermektedir. İlgili kritik
değerler için bkz Zivot ve Andrews, 1992: 256, 257. İlgili testler yapılırken gecikme sayısı 4 (dört)
olarak alınmış ve daha sonra hata terimlerinin durağanlık durumu araştırılmıştır. Hata terimlerinin tüm
modellerde durağan olmadığı için her üç modelde de bağımlı değişkenin 1 (bir) gecikmesi modellere
dahil edilmiştir.
Tablo 5’deki sonuçlara göre, gayri safi yatırım harcamaları/GSYİH serisi için
Model A’ya göre 2000:3, Model B’ye göre 2003:1 ve Model C’ye göre 2000:4
dönemlerinde yapısal kırılma olduğu tespit edilmiştir. İlgili yapısal kırılmanın olduğu
dönemler için elde edilen t istatistik değerlerinin mutlak değer içinde yüzde 1 önem
düzeyinde her üç modeldeki kritik değerlerden küçük olması nedeniyle gayri safi
yatırım harcamaları/GSYİH serisinin yapısal kırılmaya rağmen durağan olmadığı
belirlenmiştir.
Bu sonuçlar ışığında, Tablo 6 ve Tablo 7’de belirtildiği üzere gayri safi
yatırım harcamaları/GSYİH serisinin birinci farkı alındıktan sonra birim kök testleri
gerçekleştirilmiş ve serinin birinci farkında ADF ve PP birim kök testleri sonuçlarına
göre sabitli, sabitli ve trendli ve sabitsiz ve trendsiz modellere göre tüm önem
düzeylerinde durağan olduğu belirlenmiştir.
94
Tablo-6: ADF Birim Kök Testi Sonuçları-2
Değişkenler
Sabitli
Model
ADF
t-İst.
Değerleri
Test Kritik
Değerleri*
Sabit ve Trendli
Model
ADF
t-İst.
Değerleri
Test Kritik
Değerleri
Sabitsiz ve Trendsiz
Model
ADF
t-İst.
Değerleri
Test Kritik
Değerleri
-3.521579
-4.086877
-2.596586
-7.515012
-7.639896
-2.901217
-3.471693
-1.945260
(3)
(3)
-2.587981
-3.162948
-1.613912
1) * Sırasıyla %1, %5 ve %10 önem düzeyindeki MacKinnon kritik değerlerdir.
2) Gecikme uzunluğunun belirlenmesinde Schwarz Bilgi Kriteri kullanılmış ve uygun gecikme
uzunlukları parantez içinde gösterilmiştir.
(I/Y)
-7.584523
(3)
Tablo-7: PP Birim Kök Testi Sonuçları-2
Değişkenler
Sabitli
Model
PP
t-İst.
Değerleri
Test Kritik
Değerleri*
Sabit ve Trendli
Model
PP
t-İst.
Değerleri
Test Kritik
Değerleri
Sabitsiz ve Trendsiz
Model
PP
t-İst.
Değerleri
Test Kritik
Değerleri
-3.517847
-4.081666
-2.595340
-34.82804
-34.53869
-2.899619
-3.469235
-1.945081
(I/Y)
(19)
(20)
-2.587134
-3.161518
-1.614017
1) * Sırasıyla %1, %5 ve %10 önem düzeyindeki MacKinnon kritik değerlerdir.
2) Gecikme uzunluğunun belirlenmesinde Newey-West Bandwidth kriteri kullanılmış ve uygun
gecikme uzunlukları parantez içinde gösterilmiştir
-35.39040
(19)
Birim kök testleri ile serilerin durağanlık durumu araştırılmış ve ekonomik
büyüme oranları, TÜFE ve TEFE’sine göre hesaplanan enflasyon oranlarının düzey
değerlerinde, gayri safi yatırım harcamaları/GSYİH serisinin ise birinci farkında
durağan olması nedeniyle seriler arasındaki eşbütünleşme ilişkisinin sınır testi ile
incelenmesi aşamasına geçilmiştir.
3.5.2. ARDL Modeli Eşbütünleşme Yaklaşımı (Sınır Testi) Sonuçları
Düzey değerlerinde durağan olduğu belirlenen ekonomik büyüme oranları ile
TÜFE ve TEFE’sine göre hesaplanan enflasyon oranları serileri ile birinci farkında
durağan olduğu belirlenen gayri safi yatırım harcamaları/GSYİH serileri arasındaki
sınır testine göre eşbütünleşme ilişkisinin belirlenmesi için ise (3.18) ve (3.19) no.lu
modeller oluşturulmuştur.
95
1) 3.18 no.lu Model:
p 1
q1 1
q 2 1
 (  Y t )   0   a 1i  (  Y t  i )    2 i  (  TÜFE
i 1
  1  TÜFE
t 1
t i ) 
i 0

3i
 ( I / Y ) t  i   Yt 1
3i
 ( I / Y ) t  i   Yt 1
i 0
  2 ( I / Y ) t 1  u t
2) 3.19 no.lu Model:
p 1
 (  Yt )   0 
i 1
  1  TEFE
t 1
q1  1
q 2 1
 a1i  (  Yt  i )    2 i  (  TEFE
i 0
t i ) 

i 0
  2 ( I / Y ) t 1  u t
İlgili modeller oluşturulduktan sonra ilk aşamada her iki modelde yer alan
değişkenler için uygun gecikme uzunluklarının belirlenmesi aşamasına geçilmiştir ve
uygun gecikme kriteri olarak Schwarz Bilgi Kriteri (SC) kullanılmış ve maksimum
gecikme uzunluğu 4 (dört) olarak belirlenmiştir. Bu kriterin yanında, belirlenen
gecikme uzunluğunda, otokorelasyon problemi olup olmadığı da Breusch ve Godfrey
tarafından geliştirilen otokorelasyon testi ile sınanmış ve ulaşılan sonuçlar 3.18 no.lu
model için Tablo 8’de, 3.19 no.lu model için ise Tablo 9’da gösterilmiştir.
Tablo-8: Sınır Testi için Uygun Gecikme Uzunluğunun Belirlenmesi-1
Gecikme Sayısı
SC
4
3
2
1
-4.049852
-4.228166
-4.104297
-4.194587
Breusch-Godfrey
Otokorelasyon Testi
Obs R2 Değeri
1.994976 (0.368805)
2.931554 (0.230898)
5.604117 (0.060685)
0.829655 (0.362372)
* Parantez içindeki değerler olasılık değerlerini göstermektedir.
Tablo 8’deki sonuçlara göre, 3.18 no.lu model için uygun gecikme uzunluğu
3 (üç) olarak belirlenmiş ve belirlenen gecikme uzunluğunda aynı zamanda yüzde 1
yüzde 5 ve yüzde 10 önem düzeylerinde otokorelasyon olmadığı da tespit edilmiştir.

Monte Carlo deneyleri sonucunda Pesaran ve Smith (1998) Akaike Bilgi Kriteri yerine Schwarz
Bilgi Kriterini önermişlerdir. Bkz. (Marashdeh, 2005: 4).
96
Tablo-9: Sınır Testi için Uygun Gecikme Uzunluğunun Belirlenmesi-2
Gecikme Sayısı
SC
4
3
2
1
-4.079578
-4.211397
-4.113682
-4.231021
Breusch-Godfrey
Otokorelasyon Testi
Obs R2 Değeri
4.799588 (0.090737)
3.155325 (0.206457)
0.051529 (0.974564)
5.618968 (0.060236)
* Parantez içindeki değerler olasılık değerlerini göstermektedir.
Tablo 9’daki sonuçlara göre, 3.19 no.lu model için uygun gecikme uzunluğu
ise 1 (bir) olarak tespit edilmiş ve belirlenen gecikme uzunluğunda aynı zamanda
yüzde 1 ve yüzde 5 düzeylerinde otokorelasyon olmadığı belirlenmiştir.
3.18 no.lu model için 3 (üç), 3.19 no.lu model için 1 (bir) gecikme ile
gerçekleştirilen
ve
Tablo
10’da
gösterilen
sınır
testi
sonuçlarında,
H 0 :    1   2  0 ile ifade edilen ve değişkenler arasında eşbütünleşme ilişkisi
olmadığını gösteren sıfır hipotezi her iki model için de reddedilmiş ve ilgili
değişkenler arasında eşbütünleşme ilişkisi olduğu sonucuna ulaşılmıştır.
Tablo-10: Eşbütünleşme İlişkisi Sonuçları
1- 3.21 No.lu Model İçin Eşbütünleşme İlişkisi Sonuçları
%1 Önem Düzeyindeki Kritik Değerler
(k)
F-istatistiği
Alt Sınır
Üst Sınır
2
11.09909
5.407
6.783
2- 3.22 No.lu Model İçin Eşbütünleşme İlişkisi Sonuçları
%1 Önem Düzeyindeki Kritik Değerler
(k)
F-istatistiği
Alt Sınır
Üst Sınır
2
11.28904
5.407
6.783
1) Kritik değerler, Narayan, 2004: 1988’deki Tablo (iii)’den alınmıştır.
2) Parantez içindeki değerler olasılık değerlerini göstermektedir ve elde edilen olasılık değerleri her
iki modelde yüzde 1, yüzde 5 ve yüzde 10 önem düzeylerinde problemi olmadığını ifade etmektedir.
3) (k) modeldeki bağımlı değişken dışındaki bağımsız değişken sayısını belirtmektedir.
97
Tablo 10’ da her iki model için hesaplanan F -İstatistik değerlerinin yüzde 1
önem düzeyinde belirli üst sınır değerlerini aşması nedeniyle her iki modelde yer
alan değişkenler arasında eşbütünleşme ilişkisi olduğu tespit edilmiş olmaktadır.
Değişkenler arasındaki eşbütünleşme ilişkisi belirlendikten sonra ise değişkenler
arasındaki uzun dönem ve kısa dönem ilişkilerinin belirlenebilmesi için ARDL
modelleri oluşturulmuştur.
3.5.3. ARDL Modeli Uzun Dönem İlişkisi
Değişkenler arasındaki uzun dönem ilişkiyi belirlemek amacıyla oluşturulan
(3.20) ve (3.21) no.lu modellere ilişkin sonuçlar sırasıyla Tablo 11 ve Tablo 12’de
ifade edilmiştir. İlgili modellerdeki değişkenlere ait gecikme uzunluklarının
oluşturulmasında ise öncelikle maksimum gecikme uzunluğu 4 (dört) olarak
belirlenmiş ve en düşük Schwarz Bilgi Kriteri değerinin elde edildiği gecikme
uzunluğu, değişkene ait uygun gecikme uzunluğu olarak kabul edilmiştir.
1) 3.20 no.lu Model:
p 1
q1 1
q2 1
Yt   0   a1i (Yt i )   2i (TÜFEt i )    3i ( I / Y ) t i u t
i 1
i 0
i 0
q1 1
q2 1
2) 3.21 no.lu Model:
p 1
Yt   0   a1i (Yt i )   2i (TEFEt i )    3i ( I / Y ) t i u t
i 1
i 0
i 0
98
Tablo-11: ARDL (4, 4, 2) Modeli Uzun Dönem Tahmin Sonuçları ve Uzun
Dönem Katsayıları-1
Değişkenler
Katsayılar
Yt 1
-0.294
Standart
Hatalar
0.119
Yt  2
0.071
Yt 3
-2.470
Olasılık
Değerleri
0.016**
0.110
0.649
0.518
0.044
0.099
0.445
0.657
Yt  4
-0.403
0.098
-4.074
0.000*
TÜFE
TÜFE t 1
-0.181
0.065
-2.754
0.008*
0.086
0.071
1.215
0.229
TÜFE t  2
0.258
0.071
3.615
0.001*
TÜFE t 3
-0.021
0.074
-0.289
0.773
TÜFE t 4
(I / Y )
( I / Y ) t 1
-0.230
0.060
-3.774
0.000*
0.007
0.001
3.894
0.000*
-0.002
0.002
-1.020
0.312
t-istatistikleri
0.001
-2.435
0.018**
0.019
1.588
0.117
Tanısal Testler
Breusch-Godfrey Otokorelasyon Testi F -İstatistik Değeri = 0.951 (0.441)
White Değişen Varyans Testi F -İstatistik Değeri = 5.688 (0.020)
Jarque-Bera Normallik Testi LM İstatistik Değeri = 1.405 (0.495)
R2 = 0.54919, F -İstatistik Değeri = 6.395 (0.000)
Uzun Dönem Katsayıları
Değişkenler
Katsayılar
Olasılık Değerleri
-0.055
0.071***
TÜFE
-0.106
0.827
(I / Y )
(I / Y ) t 2
C
-0.004
0.030
1) Parantez içindeki değerler olasılık değerlerini göstermektedir ve elde edilen olasılık değerleri,
modelde yüzde 1, yüzde 5 ve yüzde 10 önem düzeylerinde otokorelasyon, yüzde 1 önem düzeyinde
değişen varyans problemi olmadığını ve yüzde 1, yüzde 5 ve yüzde 10 önem düzeylerinde hata
terimlerinin normal dağıldığını ifade etmektedir.
2) * İlgili değişkenin yüzde 1, yüzde 5 ve yüzde 10 önem düzeylerinde, ** ilgili değişkenin yüzde 5 ve
yüzde 10 önem düzeylerinde ve *** ise ilgili değişkenin yüzde 10 önem düzeyinde istatistiksel açıdan
anlamlı olduğunu ifade etmektedir.
3) “ C ” sabiti belirtmektedir.
Tablo 11’de gösterilen uzun dönem katsayılardan görüleceği üzere yüzde 10
önem düzeyinde anlamlı çıkan TÜFE’ye göre hesaplanan enflasyon oranlarındaki
yüzde birlik bir artış uzun dönemde ekonomik büyümede yaklaşık yüzde 0.055
oranında bir azalışa neden olmaktadır. Bununla birlikte, gayri safi yatırım
harcamaları/GSYİH serisinin uzun dönem katsayısının ise yüzde 1, yüzde 5 ve yüzde
10 önem düzeylerinde istatistiksel açıdan anlamlı olmadığı belirlenmiştir.
99
Tablo-12: ARDL (4, 4, 2) Modeli Uzun Dönem Tahmin Sonuçları ve Uzun
Dönem Katsayıları-2
Değişkenler
Katsayılar
Yt 1
-0.326
Standart
Hatalar
0.121
Yt  2
0.011
Yt 3
-2.683
Olasılık
Değerleri
0.009*
0.116
0.101
0.919
0.122
0.104
1.173
0.245
Yt  4
TEFE
TEFE t 1
-0.381
-0.179
0.038
0.102
0.050
0.056
-3.706
-3.535
0.670
0.000*
0.001*
0.505
TEFE t  2
0.133
0.056
2.350
0.022**
TEFE t  3
0.109
0.057
1.908
0.061***
TEFE t  4
(I / Y )
( I / Y ) t 1
-0.167
0.049
-3.413
0.001*
0.006
0.001
3.288
0.002*
-0.001
0.002
-0.390
0.698
t-istatistikleri
0.002
-2.673
0.010**
0.019
1.454
0.151
Tanısal Testler
Breusch-Godfrey Otokorelasyon Testi F -İstatistik Değeri = 0.772 (0.547)
White Değişen Varyans Testi F -İstatistik Değeri = 0.902 (0.345)
Jarque-Bera Normallik Testi LM İstatistik Değeri = 6.757 (0.034)
R2 = 0.54245, F -İstatistik Değeri = 6.224 (0.000)
Uzun Dönem Katsayıları
Değişkenler
Katsayılar
Olasılık Değerleri
-0.041
0.219
TEFE
-0.138
0.779
(I / Y )
(I / Y ) t 2
C
-0.005
0.028
1) Parantez içindeki değerler olasılık değerlerini göstermektedir ve elde edilen olasılık değerleri,
modelde yüzde 1, yüzde 5 ve yüzde 10 önem düzeylerinde otokorelasyon ve değişen varyans problemi
olmadığını ve yüzde 1 önem düzeyinde hata terimlerinin normal dağıldığını ifade etmektedir.
2) * İlgili değişkenin yüzde 1, yüzde 5 ve yüzde 10 önem düzeylerinde, ** ilgili değişkenin yüzde 5 ve
yüzde 10 önem düzeylerinde ve *** ise ilgili değişkenin yüzde 10 önem düzeyinde istatistiksel açıdan
anlamlı olduğunu ifade etmektedir.
3) “ C ” sabiti belirtmektedir.
Tablo 12’de ise TEFE’ye göre hesaplanan enflasyon oranı ile gayri safi
yatırım harcamaları/GSYİH serisinin uzun dönem katsayılarının yüzde 1, yüzde 5 ve
yüzde 10 önem düzeylerinde istatistiksel açıdan anlamlı olmadığı sonucu elde
edilmiştir.
100
3.5.4. ARDL Modeli Kısa Dönem İlişkisi
Değişkenler arasındaki kısa dönem ilişkiyi belirlemek amacıyla (3.22) ve
(3.23) no.lu modeller oluşturulmuştur.
1) 3.22 no.lu Model:
p 1
q1 1
q 2 1
(Yt )   0   1 EC t 1   a1i ( Yt i )    2i ( TÜFE t i )    3i ( I / Y ) t i u t
i 1
i 0
i0
p 1
q1 1
q 2 1
2) 3.23 no.lu Model:
( Yt )   0   1 EC t 1   a1i  (Yt i )    2i (TEFE t  i )    3i  ( I / Y ) t  i u t
i 1
i 0
i 0
Söz konusu modellerdeki EC t 1 değişkeni uzun dönem ilişkisinden elde
edilen hata terimleri serisinin bir gecikmeli değerini tanımlamaktadır. Bu değişkenin
katsayısı, kısa dönemdeki dengesizliğin ne kadarının uzun dönemde düzeltileceğini
göstermektedir ve katsayısının negatif olması beklenmektedir (Karaca, 2005:11;
Şimşek ve Kadılar, 2008: 122; Pesaran vd., 2001: 313).
Buna göre, Tablo 11 ve Tablo 12’de belirlenen uzun dönem ilişkisinden
hareketle 3.22 ve 3.23 no.lu modeller tahmin edilmiş ve tahmin sonuçları Tablo 13
ve Tablo 14’de gösterilmiştir.
101
Tablo-13: ARDL (4, 4, 2) Modeline Dayalı Kısa Dönem Tahmin Sonuçları-1
Değişkenler
Katsayılar
(Y ) t 1
0.287
Standart
Hatalar
0.176
(Y ) t  2
0.358
(Y ) t 3
1.624
Olasılık
Değerleri
0.109
0.141
2.531
0.014**
0.403
0.098
4.074
0.000*
(TÜFE )
-0.181
0.065
-2.754
0.008*
(TÜFE ) t 1
-0.006
0.088
-0.072
0.942
(TÜFE ) t 2
0.251
0.085
2.953
0.004*
(TÜFE ) t 3
( I / Y )
( I / Y ) t 1
C
EC t 1
0.230
0.060
3.774
0.000*
0.007
0.001
3.894
0.000*
0.004
0.030
-1.581
0.001
0.019
0.217
2.435
1.588
-7.277
0.018**
0.117
0.000*
t-istatistikleri
R2 = 0.771, F -İstatistik Değeri = 21.273 (0.000)
1) * İlgili değişkenin yüzde 1, yüzde 5 ve yüzde 10 önem düzeylerinde ** ise ilgili değişkenin yüzde 5
ve yüzde 10 önem düzeylerinde istatistiksel açıdan anlamlı olduğu anlamına gelmektedir.
2) Parantez içindeki değer olasılık değerini ifade etmektedir.
Tablo 13’deki sonuçlara göre, EC t 1 katsayısı yüzde 1, yüzde 5 ve yüzde 10
önem düzeylerinde istatistiksel açıdan anlamlı çıkmıştır. Hata düzeltme katsayısının
1 (bir)’den büyük olması ise sistemin dalgalanarak dengeye geldiğini ifade
etmektedir ve bu dalgalanma her seferinde azalarak uzun dönem dengeye dönüşü
sağlamaktadır (Karagöl, Erbaykal ve Ertuğrul, 2007: 78; Narayan ve Smyth, 2006:
339). Bununla birlikte, cari dönemde ekonomik büyüme oranları ile, TÜFE’ye göre
hesaplanan enflasyon oranları değişkeni arasında negatif ve gayri safi yatırım
harcamaları/GSYİH değişkeni ile arasında pozitif bir ilişki olduğu tespit edilmiştir.
102
Tablo-14: ARDL (4, 4, 2) Modeline Dayalı Kısa Dönem Tahmin Sonuçları-2
Değişkenler
Katsayılar
(Y ) t 1
0.247
Standart
Hatalar
0.185
(Y ) t  2
0.258
(Y ) t 3
1.335
Olasılık
Değerleri
0.186
0.149
1.731
0.088***
0.381
0.102
3.706
0.000*
(TEFE )
-0.179
0.050
-3.535
0.001*
(TEFE ) t 1
-0.075
0.069
-1.074
0.286
(TEFE ) t 2
0.058
0.068
0.854
0.396
(TEFE ) t 3
( I / Y )
( I / Y ) t 1
C
EC t 1
0.167
0.049
3.413
0.001*
0.006
0.001
3.288
0.002*
0.005
0.028
-1.573
0.002
0.019
0.224
2.673
1.454
-7.023
0.009*
0.151
0.000*
t-istatistikleri
R2 = 0.768, F -İstatistik Değeri = 20.867 (0.000)
1)* İlgili değişkenin yüzde 1, yüzde 5 ve yüzde 10 önem düzeylerinde, ** ilgili değişkenin yüzde 5 ve
yüzde 10 önem düzeylerinde ve *** ise ilgili değişkenin yüzde 10 önem düzeyinde istatistiksel açıdan
anlamlı olduğunu ifade etmektedir.
2) Parantez içindeki değer olasılık değerini ifade etmektedir.
Tablo 14’deki sonuçlara göre de, EC t 1 katsayısı yüzde 1, yüzde 5 ve yüzde
10 önem düzeylerinde istatistiksel açıdan anlamlı Tablo 13’deki sonuçlarda olduğu
gibi bir (1)’den büyük çıkmıştır. TÜFE’ye göre hesaplanan enflasyon oranlarında
olduğu gibi, cari dönemde TEFE’ye göre hesaplanan enflasyon oranları değişkeni
arasında negatif ve gayri safi yatırım harcamaları/GSYİH değişkeni ile arasında
pozitif bir ilişki olduğu belirlenmiştir.
103
Sonuç
Enflasyon ve ekonomik büyüme ilişkisi, uzun yıllardır iktisat yazınındaki
öncelikli tartışmalardan birisini oluşturmaktadır. 1970’li yıllara kadar Phillips Eğrisi
yaklaşımı doğrultusunda açıklanmaya çalışılan bu ilişki, 1970’li yıllarda yaşanan
stagflasyon olgusuna bağlı olarak farklı açılardan değerlendirilmeye başlanılmıştır.
Bu değerlendirmelere bağlı olarak da konu ile ilgili çalışmaların sayısı artmıştır. Söz
konusu yapılan bu çalışmalar ile de, bir anlamda Phillips Eğrisi ve daha sonra
Mundell ve Tobin tarafından geliştirilen ve enflasyon ile ekonomik büyüme arasında
pozitif ilişki olduğunu ileri süren teorilerin bir çok ülke açısından geçersiz olduğu
ortaya konulmuştur.
Zira, konu ile ilgili yapılan çalışmalar gruplandığında enflasyon ile
ekonomik büyüme arasında negatif yönlü ilişki olduğunu tespit eden çalışmaların
aksi sonuç bulan çalışmalardan daha fazla olduğu görülmektedir. Negatif yönde ilişki
bulan çalışmalar ise genel anlamda enflasyonun belirli bir eşik seviyeyi aştıkdan
sonra
ekonomik
büyüme
üzerinde
negatif
etkiler
doğurduğu
noktasında
birleşmektedirler.
Belirlenen eşik değerlerin ise enflasyonun iki haneli rakamlara ulaşdığı
durumlarda belirlenmesi, enflasyonun ekonomik büyüme üzerindeki olumsuz
etkisinin yüksek enflasyonun gözlenmesi durumlarında ortaya çıktığını ortaya
koymaktadır. Bu durum, özellikle 1970’li yılların ikinci yarısından sonraki dönemin
büyük bir bölümünde yüksek enflasyon ile birçok ülkeye göre düşük bir ekonomik
büyüme performansı gösteren Türkiye ekonomisi için konunun incelenmesinin
gerekliliğini artırmıştır.
Bu bağlamda, 1988:1-2007:4 dönemi arasındaki verilerin kullanılarak
enflasyon ile ekonomik büyüme arasındaki ilişkinin araştırıldığı ve ekonometrik
yöntem olarak
ARDL
Modeli
Eşbütünleşme
Yaklaşımı
(Sınır
Testi)’nın
benimsendiği çalışmada, TÜFE’ye göre hesaplanan enflasyon oranları ile ekonomik
büyüme arasında hem kısa hem uzun dönemde; TEFE’ye göre hesaplanan enflasyon
oranları ile ekonomik büyüme arasında ise sadece kısa dönemde negatif yönlü bir
ilişki olduğu tespit edilmiştir. Diğer bir deyişle, ilgili dönemde enflasyon oranlarında

Bkz. Karluk, 2005: 54.
104
meydana gelen artışlar ekonomik büyüme hızının yavaşlamasına neden olmuştur.
TÜFE’sine göre hesaplanan enflasyon oranlarının TEFE’ye göre enflasyon
oranlarına göre uzun dönemde de ekonomik büyüme hızını yavaşlatması Türkiye’de
enflasyonun talep yönlü etkisinin daha belirgin olduğunu göstermektedir.
Enflasyonun olumsuz tesirlerinin anlaşılması ve fiyat istikrarının ekonomik
büyümenin ön koşulllarından birisi olduğuna dair güçlü bir bilincin oluşmasıyla
beraber 2001 yılı sonrası dönemde yüksek enflasyon ile mücadele noktasında önemli
kazanımların elde edildiği görülmektedir. Bu kazanımların, her ne kadar ilgili
dönemdeki ekonomik büyümenin kaynakları tartışılsa da, ekonomik büyüme
üzerinde de olumlu etkileri olduğuna işaret edilmektedir. Dolayısıyla, elde edilen
sonuçlar ile bir anlamda, geçmişte yüksek enflasyon deneyimleri yaşayan Türkiye’de
ekonomik büyümenin ancak fiyat istikrarının taviz verilmeden sürdürülmesi ile
sağlanabileceği vurgulanmış olmaktadır.
Buna göre, kısa vadede hükümetlerin, seçmen tabanlarını genişletmek için
ücret, maaş ve çiftçiye yönelik destekleme fiyatları başta olmak üzere kısa vadeli
refah artırıcı politikalardan uzak durmaları gerekmektedir. Çünkü bu politikalar kısa
vadede refah artışı sağlamakta fakat çoğunlukla bu refah artışının kaynağı,
borçlanma ile karşılanmaktadır. Borçlanma imkanlarının çok fazla geniş olmadığı
durumlarda ise bu tür bir politika uygulaması, faizler üzerinde yükseltici bir etki
yapabilmektedir. Faizlerin yükselmesi hem borç maliyetinin artmasına hem de kredi
maliyetlerinin yükselmesine neden olabilmektedir. Kredi maliyetlerinin yükselmesi
neticesinde de yatırımların kârlılık düzeyi düşebilmekte ve yatırım miktarı
azabilmektedir. Azalan yatırım miktarı ise nihai aşama ekonominin büyüme hızını
düşürebilmektedir.
Bu tür politika uygulamaları, sadece ekonomik büyümeyi etkilememektedir.
Özellikle, kısa vadeli borçlanma ile bu kaynakların sağlanması durumunda ise borç
faizi ve anapara ödemeleri, bir yıl veya bir yıldan daha kısa bir süre içerisinde
borçluya ödenmekte ve bu da kişilerin tüketim düzeylerini yükseltebilmekte ve
enflasyonu artırabilmektedir. Enflasyonun artması da borçlanma nedeniyle yükselen
faiz düzeylerinin tekrar yükselmesine ve bir önceki sürecin tekrar yaşanmasına sebep
olabilmektedir.
105
Fiyat istikrarında uzun vadede kalıcılığın sağlanabilmesi için ise hem arz
esnekliğinin artırılması hem de uluslararası fiyatların ithalat yoluyla ülke içindeki
fiyatlara yansımasını azaltma noktasında, üretiminde sıkıntı çekilen ara ve yatırım
malı üretimi teşvik edilmeli, piyasada oluşabilecek tekelci eğilimlere karşı
girişimciliğin özendirilmesi ve böylelikle ekonomide atıl duran sermayenin üretken
alanlara çekilmesi sağlanmalıdır.
Kısa ve uzun dönemde söz konusu politika önlemleri ile birlikte, fiyat
istikrarı anlamında ekonomide kalıcı bir etkinin oluşacağı ve bu etki sayesinde de
ekonomideki belirsizlikler başta olmak üzere kredi maliyetlerinin azalacağı ve
böylelikle de istikrarlı bir ekonomik büyümenin sağlanacağı düşünülmektedir.
106
Kaynakça
Abdioğlu Zehra ve Terzi, Harun (2009). Enflasyon ve bütçe açıkları ilişkisi: tanzi ve
patinkin etkisi. Atatürk Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, 23 (2), 195211.
Acar, Yalçın (2002). İktisadi Büyüme Modelleri (4. Baskı). Bursa: Vipaş Yayınları.
Ahmed, Samim and Mortaza, Md. Golam (2005). Inflation and Economic Growth in
Bangladesh: 1981–2005. Working Paper. No: 0604.
Akdiş, Muhammet (2006). Para Teorisi ve Politikası (2. Baskı). Ankara: Gazi
Kitabevi.
Akyüz, Yılmaz (1980). Sermaye, Bölüşüm, Büyüme (2. Baskı). Ankara: Ankara
Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları.
Alexander, W. Robert J. (1997). Inflation and economic growth: evidence from a
growth equation. Applied Economics, 29 (2), 233-238.
Alkan, Filiz (2004). Enflasyon ve İstikrar Programları. Yüksek Lisans Tezi, Gazi
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara.
Alpay, Yalın (2008). Türkiye Ekonomi Tarihi (1. Baskı). İstanbul: Akademia
Yayınları.
Altınok, Serdar (2004). İktisada Giriş (3. Baskı). Konya: Atlas Kitabevi.
Altıntaş, Halil ve Çetin, Rahmi (2008). Türkiye’de dış ticaretin belirleyicilerinin sınır
testi yaklaşımıyla belirlenmesi. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi
Dergisi, 63 (4), 29-64.
107
Argy, Victor (1970). Structural inflation in developing countries. Oxford Economic
Papers, 22 (1), 73-85.
Artan, Seyfettin (2006a). Türkiye’de Enflasyon, Enflasyon Belirsizliği ve Büyüme.
Tartışma Metni. Türkiye Ekonomi Kurumu. Yayın No. 2006/14.
Artan, Seyfettin (2006b). Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde enflasyon ve
büyüme: yatay-kesit ve panel veri analizi. İktisat, İşletme ve Finans, 21 (239), 108124.
Ataç, Beyhan (2006). Maliye Politikası (7. Baskı). Eskişehir: Etam A.Ş. Matbaa
Tesisleri.
Ateş, Sanlı (1996). Ekonomik Büyümeye Yaklaşımlar ve Yakınsama Sorunu.
http://idari.cu.edu.tr/sanli/sanli1.pdf, Erişim Tarihi: 21.08.2008.
Ateş, Sanlı (1998a). Yeni İçsel Büyüme Teorileri ve Türkiye Ekonomisi’nin Büyüme
Dinamiklerinin Analizi. Doktora Tezi, Çukurova Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü, Adana.
Ateş, Sanlı, Erk, Nejat ve Direkçi, Tuba (1998b). İçsel Büyüme Modellerinde
Fiziksel Sermaye Yatırımlarının Önemi: Uluslararası Verilerle Bir Bakış.
http://www.econturk.org/sanli5.pdf, Erişim Tarihi: 21.08.2008.
Atuk, Oğuz ve Ural, Beyza Pınar (2002). Seasonal Adjustment Methods: An
Application to the Turkish Monetary Aggregates. Central Bank of Turkey Discussion
Paper. No: 2002/1.
Ay, Ahmet ve Karaçor, Zeynep (2006). 2001 sonrası dönemde Türkiye
ekonomisi’nde krizde büyümeye geçiş. Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
Dergisi, 16, 67-86.
108
Ay, Ahmet (2007). Tarihsel süreç içerisinde Türkiye’de büyüme. Konya. (Editör:
Ahmet Ay). Türkiye Ekonomisi. Konya: Çizgi Kitabevi, 3-53.
Badurlar, Öner (17-19 Haziran 2009). Türkiye’de enflasyon hedeflemesi rejimi
stratejisi uygulaması ve para politikasına etkisi: 2002-2008 (Bildiri). Anadolu
Uluslararası İktisat Kongresi, Eskişehir.
Balkaya, Yudum (2006). Durağan Olmayan Zaman Serilerinde Kointegrasyon
Vektörünün Tahmini Üzerine Bir Çalışma. Yüksek Lisans Tezi, Ankara Üniversitesi
Fen Bilimleri Enstitüsü, Ankara.
Bange, Mery, Bernhard, William, Granato, Jim and Jones, Lauren (1997). The effect
of inflation on the natural rate of output: experimental evidence. Applied Economics,
29 (9), 1191-1199.
Barışık, Salih ve Çetintaş, Hakan (2008). Para politikası araçlarının etkinliği
perspektifinden Türkiye’de zorunlu karşılıkların gsyih ve yatırımlar üzerindeki
etkileri: 1987-2004 dönemine ilişkin ekonometrik analiz. Akdeniz İ.İ.B.F. Dergisi,
16, 116-138.
Barro, J. Robert (1996). Inflation and economic growth. Federal Reserve Bank of St.
Louis Review, 78 (3), 153-169.
Barro, Robert J. and Sala-i-Martin, Xavier (2001). Economic Growth (3th Edition).
London: The MIT Press.
Baydur, Cem Mehmet (2007). Dış kaynak kullanımlı Türkiye ekonomisi’nde faiz
artırım politikası ile talebi/enflasyonu kontrol etmenin zorluğu: çelişkili bir enflasyon
hedeflemesi. Celal Bayar Üniversitesi Yönetim ve Ekonomi Dergisi, 14 (2), 93-102.
Berber, Metin ve Artan, Seyfettin. Enflasyon ve Ekonomik Büyüme İlişkisi: Türkiye
Örneği. Tartışma Metni. Türkiye Ekonomi Kurumu. Yayın No: 2004/21.
109
Berber, Metin (2006). İktisadi Büyüme ve Kalkınma (3. Baskı), Trabzon: Derya
Kitabevi.
Black, C. David, Dowd, Michael R. and Keith, Kristen. The inflation/growth
relationship: evidence from state panel Data. Applied Economics Letters, 8 (12),
771-774.
Bocutoğlu, Ersan, Berber, Metin ve Çelik, Kenan (2003). Genel İktisada Giriş
(3. Baskı).Trabzon: Derya Kitabevi.
Bocutoğlu, Ersan (2007). Makro İktisat Keynezyen Teori ve Politikalar (4. Baskı).
Trabzon: Derya Kitabevi.
Boratav, Korkut (2004). Türkiye İktisat Tarihi 1908-2002 (8. Baskı). Ankara: İmge
Kitabevi.
Bozkurt, Hilal ve Dursun, Gülten (2006). Bilgi ve İletişim Teknolojileri ile Yabancı
Doğrudan Yatırım Akımları Arasındaki Etkileşim: Türkiye için Kointegrasyon
Analizi: 1980-2004. http://www.beykon.org/2006/H.Bozkurt.doc, Erişim Tarihi: 21.
08. 2008
Bozkurt, Hilal (2007). Zaman Serileri Analizi (1. Baskı). Bursa: Ekin Kitabevi.
Brockwell, Peter J. and Davis, Richard A. (1991). Time Series: Theory and Methods
(2th Edition). USA: Springer Series in Statistics.
Bronfenbrenner, Martin and D. Holzman, Franklyn (1963). Survey inflation theory.
The American Economic Review, 53 (4), 593-661.
Bruno, Michael and Easterly, William (1998). Inflation crises and long-run growth.
Journal of Monetary Economics, 41 (1), 3-26.
110
Buchholz, Todd G. (2005). Ölü İktisatçılardan Yeni Fikirler Modern Ekonomik
Düşünceye Giriş. (Çeviren: İsmail Aktar). Ankara: Adres Yayınları.
Burdekin, Richard C. K., Denzau, T. Denzau, Keil, Manfred W., Sitthiyot, Thitithep
and D. Willet, Thomas (2002). When Does Inflation Hurt Economic Growth?
Different
Nonlinearities
for
Different
http://www.claremontmckenna.edu/econ/papers/2000-22.pdf,
Economies.
Erişim
Tarihi:
21.09.2008.
Caporin, Massimiliano and Di Maria, Corrado (2002). Inflation and Growth: Some
Panel Data Evidence. http://www.greta.it/wp/02.09.PDF, Erişim Tarihi: 16. 10.
2008.
Chari V. V, Lary, E. Jones and E. Manuelli, Rodolfo (1996). Inflation, growh and
financial intermediation. Federal Reserve Bank of St. Louis Review, 78 (3), 41-58.
Chowdhury, Anis (2002). Does inflation affect economic growth? Journal of the
Asia Pacific Economy, 7 (1), 20-34.
Christina, D. Romer (1996). Inflation and The Growth Rate of Output. Working
Paper. National Bureau of Economic Research. No: 5575.
Christoffersen, Peter and Doyle, Peter (1998). From Inflation to Growth: Eight Years
of Transition. IMF Working Paper. International Monetary Found. No: WP/100/98.
Clark, Todd E. (1997). Cross-country evidence on long-run growth and inflation.
Economic Inquiry, 35 (1), 70-81.
Cooley, Thomas F. and D. Hansen, Gary (1989). The inflation tax in a real business
cycle model. The American Review, 79 (4), 733–748.
Cukrowski, Jacek and Kavelashiwli, George (2002). Inflation and Adjustment of
Relative Prices in Georgia. CASE-CEU Working Paper. No: 43.
111
Cukierman, Alex. Keynesian Economics (2005). Monetary Policy and The Business
Cycle-New and Old. http://econ.hevra.haifa.ac.il/~mbengad/seminars/keynsian.pdf,
Erişim Tarihi: 21. 07. 2008.
Çetin, Ahmet (2004). Enflasyon, büyüme ve reel-nominal belirsizlikler arasında
nedensellik ilişkileri. İktisat, İşletme ve Finans, 19 (221), 62-78.
Çetin, Ahmet (2006). Alışveriş maliyetleri parasal hizmet modeli: Türkiye örneği.
Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi, 1, 15-39.
Çevik,
Sanal
Filiz
(2005).
Beklentilerin
Rolü
ve
Phillips
Eğrisi.
http://www.mevzuatdergisi.com/2005/11a/01.htm, Erişim Tarihi: 02. 03. 2008.
Çil, Yavuz (2006). Türkiye'de turizm gelirlerinin ekonomik büyümeye etkisinin testi:
yapısal kırılma ve nedensellik analizi. Doğuş Üniversitesi Dergisi, 7 (2), 162-171.
Çubukçu, Tuğrul (1983). Enflasyon Teorisi ve Türkiye’de Enflasyon (1. Baskı).
Ankara: Hacettepe Üniversitesi İ. İ. B. F. Yayınları.
De Gregorio, José (1996). Inflation, Growth, and Central Banks. Policy Research
Working Paper. The World Bank Policy Research Department Macroeconomics and
Growth Division. No: 1575.
Demir, Osman (2002). Durgun durum büyümeden içsel büyümeye. Cumhuriyet
Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 3 (1), 1-16.
DİE (Devlet İstatistik Enstitüsü) (2005). İstatistik Göstergeler 1923-2004. Ankara:
DİE Yayınları.
Dinçer, Behiye Zeynep (1994). Yapısal Enflasyon Olgusu Işığında Antienflasyonist
Politikaların Değerlendirilmesi ve Türkiye Örneği. Yüksek Lisans Tezi, Dokuz Eylül
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İzmir.
112
Dinler, Zeynel (1998). İktisada Giriş (4. Baskı). Bursa: Ekin Kitabevi.
Doğruel, Fatma ve Doğruel, A. Suut (2005). Türkiye’de Enflasyonun Tarihi
(1. Baskı). Ankara: TCMB ve Türk Tarih Vakfı.
Doğruel, Fatma ve Doğruel, A. Suut (2006). Bıçak Sırtında Büyüme ve İstikrar
Arjantin,Brezilya, Meksika, İsrail, Türkiye (1. Baskı). İstanbul: İstanbul Bilgi
Üniversitesi Yayınları.
Drukker, David, Gomis- Porqueras, Pere and Hernandez-Verme, Paula (2005).
Threshold Effects in the Relationship Between Inflation and Growth: A New PanelData
Approach.
http://www.uh.edu/~cmurray/TCE/papers/Drukker.pdf,
Erişim
Tarihi: 12. 08. 2008.
Dura, Cihan, Atik, Hayriye ve Türker, Oğuzhan (2004). Beşeri Sermaye Açısından
Türkiye’nin
Avrupa
Birliği
Karşısındaki
Kalkınma
Seviyesi,
http://iibf.ogu.edu.tr/kongre/bildiriler/01-02.pdf. Erişim Tarihi: 31.07.2008.
Durukan, Ali (1988). Enflasyon İthali. Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul.
Emirmahmutoğlu, Furkan, Köse, Nezir ve Yalçın, Yeliz (26-27 Mayıs 2005). Birim
Kök Testlerinde Yapısalk Kırılma Zamanının İçsel Olarak Belirlenmesi Problemi:
Alternatif Yaklaşımların Performansları. (Bildiri). VII Ulusal Ekonometri ve İstatistik
Kongresi, İstanbul.
Enders, Walter (1995). Applied Econometric Time Series (1th Editon). ABD: John
Wiley&Sons,INC.
Edwards, Sebastian (1982). The Relation Between Growth and Inflation in Latin
America. Working Paper. UCLA Department of Economics No: 235.
113
Egeli,
Haluk.
Gelişmekte
Olan
Ülkelerde
Bütçe
Açıkları.
http://www.canaktan.org/ekonomi/kamu_maliyesi/maliye-genel/diger-yazilar/egeligelismekte-olan-butce.pdf, Erişim Tarihi: 22. 06. 2008.
Engelbrecht, Hans-Jürgen and Langley, Chris (2001). Inflation crises, deflation, and
growth:further evidence. Applied Economics, 33 (9), 1157-1165.
Ercan, Nihal Yener (2002). İçsel büyüme teorisi: genel bir bakış. Planlama Dergisi,
(DPT’nin Kuruluşunun 42. Yılı Özel Sayı), 129-138.
Erbaykal, Erman ve Okuyan, H. Aydın (2008). Does inflation depress economic
growth. International Research Journal of Finance and Economics, 17, 40-48.
Erçel, Gazi (2000). Türkiye’de Enflasyon ve Büyüme İlişkisi Genel Bir
Değerlendirme..http://www.tcmb.gov.tr/yeni/evds/konusma/tur/2000/enflasyon.html,
Erişim Tarihi: 09. 10. 2008., Erişim Tarihi: 05. 06. 2008.
Eren, Aslan (2006). Türkiye Ekonomisi (1. Baskı). Bursa: Ekin Kitabevi.
Eren, Aslan (2008). Türkiye Ekonomisi (2. Baskı). Bursa: Ekin Kitabevi.
Eren, Ercan (2006). Makro İktisat (4. Baskı). İstanbul: Avcıol Basım Yayın.
Ergun, Temel (1987). İthal Edilen Enflasyon ve Türkiye Örneği (1. Baskı). İzmir:
Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Yayınları.
Erim, Neşe (2007). İktisadi Düşünce Tarihi (1. Baskı). Ankara: Palme Yayıncılık.
Ertek, Tümay (2005). Makroekonomiye Giriş (2. Baskı). İstanbul: Beta Basım Yayım
Dağıtım A. Ş.
Faria, João Ricardo and Carneıro, Francisco Galrão (2001). Does high inflation
affect growth in the long and short run?. Journal of Applied Economics,4 (1), 89-105.
114
Fischer, Stanley (1983). Inflation and Growth. Working Paper. National Bureau of
Economic Research. No: 1235.
Frenkel, Michael and Mehrez, Gil (1998). Inflation and Endogenous Technological
Growth.
http://129.3.20.41/eps/mac/papers/9808/9808001.pdf,
Erişim
Tarihi:
21.09.2008.
Frenkel, Michael and Mehrez, Gil (1996). The Misallocation of Resources of
Anticipated Inflation. http://129.3.20.41/eps/mac/papers/9706/9706003.pdf, Erişim
Tarihi: 09.07.2008.
Frisch, H. (1977), Inflation theory 1963-1975: a “second generation” survey. Journal
of Economic Literature, 15 (4), 1289-1317.
Frisch, H. (1989). Enflasyon Teorileri. (Çeviren: Ertan Oktay). Ankara: Elif
Matbaacılık
Ghosh, Atish R. and Knöbl, Adalbert (1997). Inflation in Transition Economies:How
Much? and Why?. IMF Working Paper. International Monetary Found. No:
WP/97/80.
Ghosh, Atish and Phillps, Steven (1998). Warning: Inflation May be Harmful to Your
Growth. IMF Staff Papers, 45 (4), 672-710.
Gillman, Max, Harris, Mark and Mátyás, László. Inflation and Growth: Some Theory
and Evidence. http://econpapers.repec.org/cpd/2002/42_Harris_2.pdf, Erişim Tarihi:
21.10.2008.
Gillman, Max and Nakov, Anton (2004).Granger causality of the inflation-growth
mirror in accession countries. Economics of Transition, 12 (4), 653-681.
115
Gokal, Vikesh and Hanif, Subrina (2004). Relationship Between Inflation and
Economic Growth. Working Paper. Economics Department Reserve Bank of Fiji.
No: 2004/04.
Gomez,V. and A. Maravall (1998). Seasonal Adjustment and Signal Extraction in
Economic Time Series. Working Papers. Banco de Espana, No 9809.
Gomme, Paul (1991). Money and Growth Revisited. Discussion Paper. Institute for
Emprical Macroeconomics Federal Reserve Bank of Minneapolis. No: 55.
Gordon, J. Robert (1990). What is new-keynesian economics?. Journal of Economic
Literature, 28 (3), 1115-1171.
Gould, Dennis J. (1972). Economic Growth In History: Survey and Analysis (1th
Edition). USA: Harper & Row Publishers Inc.
Greenwod, Jeremy and W. Huffman, Gregory (1987). A dynamic equilibrium model
of inflation and unemployment. Journal of Monetary Economics, 19 (2), 203–228.
Gujarati, Damodar N. (2001). Temel Ekonometri (Çevirenler: Ümit Şenesen ve
Gülay Günlük Şenesen). İstanbul: Literatür Yayıncılık.
Güran, Nevzat 1996). Makro Ekonomik Analiz (1. Baskı). İzmir: Karınca
Matbaacılık.
Güriş, Burak ve Kıran, Burcu (2007). Reel faiz oranı ve reel döviz kurunun kısa
vadeli sermaye hareketlerine etkileri: sınır testi yaklaşımı. İktisat, İşletme ve Finans,
22 (225), 85-94.
Halaç, Umut ve Kuştepeli, Yeşim (2003). Paranın dolaşım hızı ve istikrarı. Gazi
Üniversitesi İ.İ.B.F. Dergisi, 5 (1), 85-102.
116
Hafer, R. W. (2001). What remains of monetarism. Federal Reserve Bank of Atlanta
Economic Review, 4, 13-33.
Haslag, Joseph H. (1995). Monetary Policy, Banking and Growth. Research Working
Paper. Federal Reserve Bank of Dallas.
Haslag, Joseph H. (1997). Output growth, welfare, and inflation: a survey. Economic
Review, Second Quarter, 11-21.
Haslag, Joseph H. (1998). Monetary policy, banking and growth. Economic Inquiry,
36 (3), 489-500.
Hiç, Mükerrem (1994a), Büyüme ve Gelişme Ekonomisi (2. Baskı). İstanbul: Filiz
Kitabevi.
Hiç, Mükerrem (1994b). Para Teorisi ve Politikası (9. Baskı). İstanbul: Filiz
Kitabevi.
Hiç, Süreyya (1991). Türkiye Ekonomisi 1 (2. Baskı). İstanbul: Menteş Kitabevi.
Hjalmarsson, Erik and Österholm, Pär (2007). Testing for Cointegration Using the
Johansen Methodology When Variables are Near-Integrated. IMF Working Paper.
International Monetary Found. No: WP/07/141.
Hussain, Manzoor (2005). Inflation and growth: estimation of threshold point for
Pakistan. Pakistan Business Review, October, 1–15.
Işık, Nihat ve
Acar, Mustafa (2003). Kayıtdışı ekonomi: ölçme yöntemleri,
boyutları, yarar ve zararları üzerine bir değerlendirme. Erciyes Üniversitesi İktisadi
ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 21, 117-136.
Jones, I. Charles (2001). İktisadi Büyümeye Giriş. (Çevirenler: Sanlı Ateş ve İsmail
Tuncer). İstanbul: Literatür Yayınları.
117
Judson, Ruth and Orphanides, Athanasios (1999). Inflation, volatility and growth.
International Finance, 2 (1), 117-138.
Jung, Woo S. and J. Marshall, Peyton (1986). Inflation and economic growth: some
ınternational evidence on structuralist and distortionist positions. Journal of Money,
Credit and Banking, 18 (2 ), 228–231.
Kalın, S. Ahmet (1989). Enflasyon Analitik Bir Yaklaşım (1. Baskı). İstanbul: Filiz
Kitabevi.
Karaca, Orhan (2003). Türkiye’de enflasyon ve büyüme ilişkisi: zaman serisi analizi.
Doğuş Üniversitesi Dergisi, 4 (2), 247-255.
Karaca, Orhan (2005). Türkiye’de Faiz Oranı ile Döviz Kurları Arasındaki İlişki :
Faizlerin Yükselmesi Kurları Yüksetir mi? Tartışma Metni. Türkiye Ekonomi
Kurumu. Yayın No. 2005/14.
Karaçor, Zeynep (2001). İstikrar Politikaları ve Uygulamaları (1. Baskı). Konya:
Dizgi Ofset Matbaacılık.
Karaçor, Zeynep (2007). Enflasyon ve kültür ve geleneği: Türkiye ekonomisi üzerine
bir analiz. Konya. (Editör: Ahmet Ay). Türkiye Ekonomisi. Konya: Çizgi Kitabevi,
99-102.
Karagöl, Erdal, Erbaykal, Erman ve Ertuğrul, H. Murat (2007). Türkiye’de ekonomik
büyüme ile elektrik tüketimi ilişkisi: sınır testi yaklaşımı. Doğuş Üniversitesi
Dergisi, 8 (1), 247-255.
Karagül, Mehmet (2003). Beşeri sermayenin ekonomik büyümeyle ilişkisi ve etkin
kullanımı. Akdeniz Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 5, 79-90.
Karakayalı, Hüseyin (1995). Makro Ekonomi (3. Baskı). İzmir: Bilgehan Basımevi.
118
Karluk, Rıdvan (2005). Cumhuriyet’in İlanından Günümüze Türkiye Ekonomisi’nde
Yapısal Dönüşüm (10. Baskı). İstanbul: Beta Basım Yayım Dağıtım A.Ş.
Kaya, Vedat ve Yılmaz, Ömer. Bölgesel ve enflasyon büyüme ilişkisi: Türkiye için
zaman serisi ve panel veri analizleri. İktisat, İşletme ve Finans, 21 (247), 62-78.
Kazgan, Gülten (2004). İktisadi Düşünce veya Politik İktisadın Evrimi (11. Baskı).
İstanbul: Remzi Kitabevi.
Kazgan, Gülten (2005). Türkiye Ekonomisi’nde Krizler (1929-2001) (1. Baskı).
İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları.
Kepenek, Yakup ve Yentürk, Nurhan (2000). Türkiye Ekonomisi (10. Baskı).
İstanbul: Remzi Kitabevi.
Kennedy, Peter (2006). Ekonometri Kılavuzu (Çevirenler: Muzaffer Sarımeşeli ve
Şenay Açıkgöz). Ankara: Gazi Kitabevi.
Kepkep, Naci (1991). Enflasyon: Kuramlar-Politikalar ve Avusturya Keynesciliği
(1. Baskı). İstanbul: Cem Yayınevi.
Keşkek, Sami ve Özhan, Muhammed (2004). Enflasyon, enflasyon belirsizliği ve
büyüme. Active Dergisi, Temmuz-Ağustos, 1-18.
Khan, S. Mohsin and Senhadji, Abdelhak S. (2001). Thresold effects in the
relationship between ınflation and economic growth. IMF Staff Papers, 48 (1), 1-21.
Kibritçioğlu, Aykut (2002), Causes Inflation in Turkey: A Literature Survey with
Special
Reference
to
Theories
of
Inflation.
http://129.3.20.41/eps/mac/papers/0107/0107002.pdf, Erişim Tarihi: 21.08.2008.
119
Kibritçioğlu, Aykut (1998). İktisadi büyümenin belirleyicileri ve yeni büyüme
modellerinde beşeri sermayenin yeri. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi
Dergisi, 53 (1-4), 207-230.
Kim, Sung and Willett, Thomas D. (2000). Is the negative correlation between
inflation and economic growth real?an analysis of the effects of the oil supply
shocks. Applied Economics Letters, 7 (3), 141-147.
Kirmanoğlu, Hasan (2001), Is There Inflation-Growth Tradeoff In the Turkish
Economy? http://www.econturk.org/Turkisheconomy/kirmanoglu.pdf, Erişim Tarihi:
21.10.2008.
Kormendi, Roger C. and Meguire, Philip G. (1985). Macroeconomic determinants of
eonomic growth: cross-country evidence. Journal of Monetary Economics, 16 (2),
141-163.
Kozlu, Cem (1995). Türkiye Mucizesi için Vizyon Arayışları ve Asya Modelleri
(1. Baskı). Ankara: Türkiye İş Bankası Yayınları.
Köksal, Bilge Aloba (2003). İstatistik Analiz Metodları (6. Baskı). İstanbul:
Çağlayan Kitabevi.
Kutlar, Aziz (2005). Uygulamalı Ekonometri (2. Baskı). Ankara: Nobel Yayın
Dağıtım Ltd.Şti.
Kutucu Saraç, Şenay (2004). Enflasyonun Belirleyicileri: Türkiye İçin Ampirik Bir
Çalışma. Yüksek Lisans Tezi, Zonguldak Karaelmas Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü, Zonguldak.
Li, Min (2006). Inflation and Economic Growth: Threshold Effects and Transmission
Mechanisms. http://economics.ca/2006/papers/0176.pdf, Erişim Tarihi: 12. 06. 2008.
120
Lucas, Robert E. (1973). Some international evidence on output-inflation tradeoff.
The American Economic Review, 63 (3), 326-334.
Maddala, G. S and Kim, In-Moo (1998). Unit Roots, Cointegration and Structural
Change (1th Edition). United Kingdom: Cambridge University Press.
Mallik, Girijasankar and Chowdhury, Anis (2001). Inflation and economic growth:
evidence from four south asian countries. Asia-Pasific Development Journal, 8 (1),
123-135.
Mankiw, N. Gregory (1998). Principles of Macroeconomics (2th Edition). USA: The
Dryden Press.
Marashdeh, Hazem (2005). Stock Market Integration in the MENA Region: An
Application of the ARDL Bounds Testing Approach. University of Wollongong
Economics Working Paper Series. No: WP 05-27
Marquis, Milton H. and L. Reffett, Kevin (1995). The inflation tax in a convex model
of equilibrium growth. Economica, 62 (245), 109–121.
Meral, Pınar Seden (2005). Enflasyonun okuma alışkanlığı üzerindeki etkisi. Erciyes
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 19, 309-324.
Motley, Brian (1998). Growth and inflation: a cross-country study. FRBSF Economic
Review, 1, 15-28.
Mubarik, Ali Yasir (2005). Inflation and economic growth: an estimate of the
threshold level of inflation in pakistan. SBP-Research Bulletin, 1 (1), 35-44.
Narayan, Seema and Narayan, Paresh Kumar (2004). Determinants of demand for
Fiji’s exports: an empirical investigation. The Developing Economies, XLII-1, 95112.
121
Narayan, Paresh Kumar (2005). The saving and investment nexus for China:
evidence from cointegration tests. Applied Economics, 37, 1979-1990.
Narayan, Paresh Kumar and Smyth, Russell (2006). What determines migration
flows from low-income to high-income countries? an empirical investigation of FIJIU.S. migration 1972-2001. Contemporary Economic Policy, 24 (2), 332-342.
Nell, Kevin S. (2004). The Structuralist theory of imported inflation: an application
to South Africa. Applied Economics, 36 (13), 1431-1444.
Noriega, Antonio E. and Ventosa-Santaulária, Daniel (2007). Spurious regression
and trending variables. Oxford Bulletin of Economics and Statistics, 69 (3), 439-44.
Oltulular, Sabiha ve Terzi, Harun (2006). Yüksek enflasyon enflasyon belirsizliğini
artırıyor mu?. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Ekonometri ve İstatistik Dergisi,
3, 1-22.
Owen, Roger ve Pamuk, Şevket (2002). 20. Yüzyılda Ortadoğu Ekonomileri Tarihi
(Çeviren: Ayşe Edirne). İstanbul: Sabancı Üniversitesi Yayınları.
Öney, Erden (1987). İktisadi Planlama (5. Baskı). Ankara: Savaş Yayınları.
Özkale, Lerzan ve Kayalıca, Özgür (2008). Dış ticaretin yapısal gelişimi. (Editör:
Gülten Elmas Arslan). Çeşitli Yönleriyle Cumhuriyetin 85. Yılında Türkiye
Ekonomisi. Ankara: Gazi Üniversitesi Hasan Ali Yücel Araştırma ve Uygulama
Merkezi Yayını No: 4, 355-381.
Papell, David H. (1997). Cointegration and exchange rate dynamics. Journal of
International Money and Finance, 6 (3), 445-460.
Parasız, İlker (1996). Monetarizm ve Ünlü Monetarist ve Keynesgil İktisatçılarla
Söyleşiler (2. Baskı). Bursa: Ezgi Kitabevi.
122
Parasız, İlker (1998). Makro Ekonomi Teori ve Politika (7. Baskı). Bursa: Ezgi
Kitabevi.
Parasız, İlker (1997). Modern Büyüme Teorileri (1. Baskı). Bursa: Ezgi Kitabevi.
Parasız, İlker (2003). Türkiye Ekonomisi (1. Baskı). Bursa: Ezgi Kitabevi.
Paya, Merih (2001). Makro İktisat (2. Baskı). İstanbul: Filiz Kitabevi.
Paya, Merih (2002). Para Teorisi ve Politikası (3. Baskı). İstanbul: Filiz Kitabevi.
Pazarlıoğlu, M. Vedat ve Kırcı, Nüket (2007). Euro ve dolar kurları arasındaki ilişki:
parçalı durağanlık ve eşbütünleşme analizi. Trakya Üniversitesi Sosyal Bilimler
Dergisi, 9 (1), 1-16.
Pesaran, M. Hashem and Bahram, Pesaran (1997). Microfit 4.0. Oxford: Oxford
University Press.
Pesaran, M. Hashem, Shin, Yongcheol and Smith, Richard J. (2001). Bounds testing
approaches to the analysis of level relationships. Journal of Applied Econometrics,
16, 289-326.
Pınar, Abuzer (2006). Maliye Politikası (1. Baskı). Ankara: Naturel Yayınları.
Pollin, Robert and Zhu, Andong (2005). Inflation and Economic Growth: A CrossCountry Non-Linear Analysis. Working Paper. Political Economy Research Institute
University of Massachusetts Amherst. No: 109.
Quispe-Agnoli, Myrıam (2001). Monetary policy alternatives. Federal Reserve Bank
of Atlanta Economic Review, 3, 45-53.
Saatçi, Yasin (2007). Türkiye’de bütçe açıkları ve finansman şekilleri. Bütçe
Dünyası, 2 (26), s. 91-100.
123
Saçkan, Oğuzhan (2006). Uzun Dönem Enflasyon-Büyüme İlişkisi: Türkiye Örneği.
Yüksek Lisans Tezi, Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara.
Sarel, Michael (1996). Nonlinear effects of inflation on economic growth. IMF Staff
Papers, 43 (1), 199-215.
Satya, Paul, Colm Kearney and Chowdhury, Kabir (1997). Inflation and economic
growth: a multi-country empirical analysis. Applied Economics, 29 (10), 1387-1401.
Savaş, Vural (1998). Politik İktisat (4. Baskı). İstanbul: Beta Basım Yayım A.Ş.
Savaş, Vural (1999). İktisatın Tarihi (3. Baskı). Ankara: Siyasal Kitabevi.
Scott, Robert Haney and McKean, John R (1964). A cross section look at
employment, growth and inflation. Economic Inquiry, 3 (1), 1-6.
Sepehri, Ardeshir and Moshiri, Saeed (2004). Inflation-growth profiles across
countries: evidence from developing and developed countries. International Review
of Applied Economics, 18 (2), 191-207.
Sevüktekin, Mustafa ve Mehmet Nargeleçekenler (2007). Ekonometrik Zaman
Serileri Analizi (2. Baskı). Ankara: Nobel Yayın Dağıtım Ltd.Şti.
Sidrauski, Miguel (1967). Inflation and economic growth. The Journal of Political
Economy, 75 (6), 796-810.
Solow, Robert (1956). A contribution to the theory of economic growth. Quarterly
Journal of Economics, 70, 65-94.
Stockman, Alan (1981). Anticipated inflation and the capital stock in a cash-inadvance economy. Journal of Monetary Economics, 8 (3), 387–393.
Şahin, Hüseyin (2002). Türkiye Ekonomisi (7. Baskı). Bursa: Ezgi Kitabevi.
124
Şamiloğlu, Famil (2002). Küreselleşme Sürecinde Türkiye’nin Finansal Kaynak
Sorunu (1. Baskı). Ankara: Gazi Kitabevi.
Şen, Hüseyin (2003). Olivera-tanzi etkisi: Türkiye üzerine ampirik bir çalışma.
Maliye Dergisi, 143, 1-28.
Şimşek,
Muammer
ve
Kadılar,
Cem
(2005).
Türkiye’nin
ihracat
talebi
fonksiyonunun sınır testi yöntemi ile eşbütünleşme analizi. Doğuş Üniversitesi
Dergisi, 6 (1), 144-152.
Şiriner, İsmail ve Doğru, Yılmaz (2006). Türkiye’de Büyümenin Ekonomi Politiği
1980 Sonrası Türkiye Ekonomisi Üzerine Bir İnceleme. Ankara: Dipnot Yayınları.
Şişik, Ülkü (1982). Enflasyon Kuramında Gelişmeler ve Türkiye’de Enflasyon: 19621977 (1. Baskı). Ankara: Türkiye ve Orta Doğu Amme İdaresi Enstitüsü Yayınları.
Şıklar, İlyas (2004). Para Teorisi ve Politikası (1. Baskı). Eskişehir: T.C. Anadolu
Üniversitesi Yayınları.
Şubaşı, Devrim Subaşı (2005). Enflasyonun ARIMA Modelleri ile Tahminlenmesi:
1994–2005 Türkiye Uygulaması. Yüksek Lisans Tezi, Dumlupınar Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kütahya.
Taban, Sami (2008). Türkiye’de Enflasyon-ekonomik büyüme ilişkisi: sınır testi
yaklaşımı. TİSK (Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu) Akademi, 3 (5), 144167.
Tarı, Recep ve Kumcu, Funda Sera (2005). Türkiye’de istikrarsız büyümenin analizi.
Kocaeli Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 9, 156-179.
Tarı, Recep (2006). Ekonometri (4. Baskı). İstanbul: Avcı Ofset.
TEK (2003). Büyüme Stratejileri. Tartışma Metni. Türkiye Ekonomi Kurumu. Yayın
No. 2003/5.
125
Temurlenk, M. Sinan ve Oltulular, Sabiha. Türkiye’nin Temel Makroekonomik
Değişkenlerinin
Bütünleşme
Dereceleri
Üzerine
Bir
Araştırma.
http://web.inonu.edu.tr/~eisemp8/bildiri-pdf/temurlenk-oltulular.pdf, Erişim Tarihi:
15.03.2009.
TCMB (Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası) (2001). Türkiye’nin Güçlü Ekonomiye
Geçiş
Programı.
http://www.tcmb.gov.tr/yeni/duyuru/eko_program/program.pdf,
Erişim Tarihi: 16.04.2009.
TCMB (Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası) (2004). Enflasyon Kitapçığı. Ankara:
TCMB Yayınları.
TCMB (Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası) (2005). Enflasyon Hedeflemesi
Rejiminin Genel Çerçevesi ve 2006 Yılında Para ve Kur Politikası. Ankara: TCMB
Yayınları.
TCMB (Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası) (2006). Enflasyon Hedeflemesi
Rejimi. Ankara: TCMB Yayınları.
Terzi, Harun ve Oltulular, Sabiha (2004). Türkiye’de ekonomik büyüme-enflasyon
süreci: sektörler itibariyle ekonometrik bir analiz. Bankacılar Dergisi, 50, 19-33.
Tezel, Yahya Sezai (2003). İktisadi Büyüme (2. Baskı). Ankara: İmaj Yayınevi.
Thirlwall, Anthony P. and Barton, C. A (1971). Inflation and growth: the
international evidence. Banca Nazionale del Lavoro Quarterly Review, 98, 263-275.
Tobin, James (1965). Money and economic growth. Econometrica, 33 (4), 671–684.
Tokgöz, Erdinç (2004). Türkiye’nin İktisadi Tarihi (7. Baskı). Ankara: İmaj Yaynevi.
Tunay, K. Batu (2001). Hiperenflasyon ve Hiperenflasyon Sürecinde Para İkamesi
(1. Baskı). İstanbul: Beta Basım Yayım Dağıtım A. Ş.
126
Tunca, Zafer (2001). Makro İktisat (3. Baskı). İstanbul: Filiz Kitabevi.
Turhan, Evren Salih (2007). Enflasyon ve Ekonomik Büyüme İlişkisi. Yüksek Lisans
Tezi, Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü,
Kahramanmaraş.
TÜGİAD (Türkiye Genç İşadamları Derneği) (1997). 2000’li Yıllara Doğru
Türkiye’nin Önde Gelen Sorunlarına Yaklaşım: Enflasyon. İstanbul: Simge Ofis
Matbaacılık.
Türe, Hasan ve Akdi, Yılmaz (26-27 Mayıs 2005). Mevsimsel Kointegrasyon:
Türkiye Verilerine Bir Uygulama (Bildiri). VII Ulusal Ekonometri ve İstatistik
Kongresi, İstanbul.
Türk, İsmail (1999). Maliye Politikası (13. Baskı). Ankara: Turhan Kitabevi.
Türkkan, Erdal (2008). Rekabet Politikaları ve Makro Ekonomik İstikrar.
http://www.rekabet.gov.tr/word/sempozyum/11_yil_sempozyumu/ERDAL_TURKK
AN.ppt#257,1,REKABET POLİTİKALARI VE MAKRO EKONOMİK İSTİKRAR,
Erişim Tarihi: 03.08.2008.
Tüylüoğlu, Şevket (2007). Ekonomik büyüme ve uluslararası refah düzeyi (Editör:
Ömer Faruk Çolak). İktisada Giriş. Ankara: Gazi Kitabevi, 665-702.
Tylecote, Andrew (1981). The Causes of the Present Inflation (1th Edition). London:
The Macmillan Press Ltd.
Uluatam, Özhan (1998). Makro İktisat (9. Baskı). Ankara: Savaş Yayınları.
Uludağ, İlhan ve Arıcan, Erişah (2003). Türkiye Ekonomisi (Teori-PolitikaUygulama) (2. Baskı). İstanbul: Der Yayınları.
Ulusoy, Ahmet (2006). Maliye Politikası (4. Baskı). Trabzon: Üçyol Kitabevi.
127
Uslu, Enver (1993). Başlıca Enflasyon Teorileri ve 1980’li Yıllarda Türkiye’de
Enflasyon. Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimer Enstitüsü,
İstanbul.
Uysal, Yaşar (2007). Türkiye’de enflasyon: sektörel kaynakları ve iç ticaret hadleri.
Finans Politik  Ekonomik Yorumlar Dergisi, 44 (508), 21-34.
Uysal, Doğan, Mucuk, Mehmet ve Alptekin, Volkan (2008). Türkiye ekonomisinde
vektör otoregresif model ile enflasyon-büyüme ilişkisinin analizi. Zonguldak
Karaelmas Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 4 (8), 55-71.
Ülgener, F. Sabri (1991). Milli Gelir, İstihdam ve İktisadi Büyüme (7. Baskı):
İstanbul: Der Yayınları.
Ünsal, Erdal M. (2001). Makro İktisat (4. Baskı). Ankara: İmaj Yayınevi..
Ünsal, Erdal M. (2007). İktisadi Büyüme (1. Baskı). Ankara: İmaj Yayınevi.
Valdovinos, Carlos G. Fernández (2003). Inflation and economic growth in the long
run. Economics Letters, 80 (2), 169–173.
Vaona, Andrea and Schiavo, Stefano (2005). SemiparametricEvidence On The LongRun Effects of Inflation on Growth. Discussion Paper. Universita' Delgi Studi di
Trento –Dipartimento Di Economia. No: 20.
Walsh, Carl E. (2003). Monetary Theory and Policy (2th Edition). London: The MIT
Press.
Yamak, Rahmi ve Abidoğlui, Zehra (2009). Toplam ve Alt Kalemler Bazında Kamu
Harcamaları
ve
Kamu
Gelirleri
İlişkisi:
Türkiye
Örneği.
http://iletisim.atauni.edu.tr/eisemp/html/tammetinler/279.pdf, Erişim Tarihi: 10. 08.
2009.
128
Yapraklı, Sevda (2007). Enflasyon ve ekonomik büyüme arasındaki ilişki: Türkiye
için eş-bütünleşme ve nedensellik analizi. Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü Dergisi, 10 (2), 287-300.
Yapraklı,
Altında
Sevda
Dış
(2008).
Türkiye’de
Açıkların
Esnek
Belirleyicileri:
Döviz
Sınır
Kuru
Testi
Rejimi
Yaklaşımı,
http://www.deu.edu.tr/userweb/iibf_kongre/dosyalar/yaprakli.pdf, Erişim Tarihi: 10.
08. 2009.
Yardımcı, Pınar (24-25 Mayıs 2007). Türkiye’de İhracat ve Ekonomik Büyüme
Arasındaki İlişkilerin Bilgi Yayılmaları Çerçevesinde Analizi: Johansen ve Pesaran
Sınır Testi Uygulaması (Bildiri). VIII Ulusal Ekonometri ve İstatistik Kongresi,
Malatya.
Yaşar, Pınar (2008). Alternatif Hasıla Açığı Tahmin Yöntemleri ve Phillips Eğrisi.
DPT (Devlet Planlama Teşkilatı)-Uzmanlık Tezi, Ankara.
Yeldan, Erinç (2001). Küreselleşme Sürecinde Türkiye Ekonomisi Bölüşüm, Birikim
ve Büyüme (3. Baskı). İstanbul: İletişim Yayınları.
Yetkiner, I. Hakan (2007). İktisadi Büyüme: Kuram ve Çözümlü Araştırmalar.
Yayınlanmamış Ders Notları. İzmir.
Yıldırım, Kemal ve Karaman, Doğan (2003). Makroekonomi (1. Baskı). Eskişehir:
Eğitim, Sağlık ve Bilimsel Araştırma Vakfı.
Yılmaz, Özlem Göktaş (2005). Türkiye ekonomisi’nde büyüme ve işsizlik oranları
arasındaki ilişki. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Ekonometri ve İstatistik
Dergisi, 2, 63-76.
Yılmaz, Kamil, Akçay, Cevdet ve Alper, Cem (2002). Enflasyon ve Büyüme
Dinamikleri Gelişmekte Olan Ülkeler Işığında Türkiye Analizi. İstanbul: Türk
Sanayicileri ve İşadamları Derneği.
129
Zivot, Eric and Andrews, Donald W. K. (1992). Further evidence on the great crash,
the oil price shock, and the unit root hypothesis, Journal of Business  Economic
Statistics,10 (3), 251-270.
Zivot, Eric and Wang, Jiahui (2006). Modeling Financial Time Series with S-Plus
(2th Edition). USA: Springer.
http://tr.wikipedia.org/wiki/1929_D%C3%BCnya_Ekonomik_Bunal%C4%B1m%C
4%B1. Erişim Tarihi: 21.08.2008
130
Ekler
131
Ek-1: Çalışmada Kullanılan Veriler
Dönemler
Ekonomik
Büyüme
Oranları
(BUY)
1988Q1
1988Q2
1988Q3
1988Q4
1989Q1
1989Q2
1989Q3
1989Q4
1990Q1
1990Q2
1990Q3
1990Q4
1991Q1
1991Q2
1991Q3
1991Q4
1992Q1
1992Q2
1992Q3
1992Q4
1993Q1
1993Q2
1993Q3
1993Q4
1994Q1
1994Q2
1994Q3
1994Q4
1995Q1
1995Q2
1995Q3
1995Q4
1996Q1
1996Q2
1996Q3
1996Q4
1997Q1
1997Q2
1997Q3
-0.302860
0.132210
0.424279
-0.304769
-0.276320
0.139943
0.447523
-0.276576
-0.208781
0.162888
0.383076
-0.253778
-0.296602
0.162505
0.426589
-0.299629
-0.210548
0.138670
0.423631
-0.298640
-0.215679
0.197943
0.387888
-0.289516
-0.245717
0.034325
0.419660
-0.264777
-0.204288
0.176363
0.378657
-0.286623
-0.185246
0.170896
0.352537
-0.270191
-0.186399
0.185369
0.339214
TÜFE’ye Göre TEFE’ye Göre
Gayri Safi
Hesaplanan
Hesaplanan
Yatırım
Enflasyon
Enflasyon
Harcamalarının
Oranları
Oranları
GSYİH’ya Oranı
(TÜFE)
(TEFE)
(INV)
0.373860
0.366031
23.67010
0.133761
0.118451
26.66951
0.068431
0.073800
21.33946
0.143251
0.137695
25.38003
0.138512
0.149462
27.98236
0.122515
0.126854
26.43334
0.095583
0.111206
20.92560
0.143737
0.096181
24.66228
0.113244
0.132429
24.78329
0.137206
0.080498
27.16248
0.056030
0.079864
23.92583
0.167773
0.122799
28.37942
0.125149
0.120926
25.83312
0.140716
0.124035
26.90243
0.089603
0.086350
23.00318
0.164494
0.118096
28.42585
0.183729
0.194435
26.34046
0.091611
0.071441
28.39541
0.069212
0.074871
22.33429
0.173438
0.144350
28.27451
0.127066
0.133999
27.66386
0.123542
0.099775
32.60279
0.111063
0.109188
27.28886
0.165111
0.124379
34.00371
0.143429
0.184059
29.26297
0.340293
0.432263
28.70922
0.090911
0.084840
23.85959
0.216735
0.179817
26.67882
0.182265
0.219135
25.09835
0.134923
0.114997
28.71481
0.104119
0.072867
24.45994
0.185515
0.125253
31.71514
0.157067
0.176829
27.76892
0.149318
0.178584
31.50521
0.095156
0.090573
27.83361
0.173950
0.149669
29.66784
0.143358
0.153298
28.20183
0.164188
0.149147
33.40021
0.141974
0.153348
29.00363
132
1997Q4
1998Q1
1998Q2
1998Q3
1998Q4
1999Q1
1999Q2
1999Q3
1999Q4
2000Q1
2000Q2
2000Q3
2000Q4
2001Q1
2001Q2
2001Q3
2001Q4
2002Q1
2002Q2
2002Q3
2002Q4
2003Q1
2003Q2
2003Q3
2003Q4
2004Q1
2004Q2
2004Q3
2004Q4
2005Q1
2005Q2
2005Q3
2005Q4
2006Q1
2006Q2
2006Q3
2006Q4
2007Q1
2007Q2
2007Q3
2007Q4
-0.263217
-0.172981
0.128980
0.333531
-0.301973
-0.245891
0.192172
0.291110
-0.258622
-0.170103
0.204595
0.299647
-0.252091
-0.262125
0.111569
0.324514
-0.283075
-0.130284
0.174539
0.315733
-0.248896
-0.163601
0.135258
0.330675
-0.242802
-0.111359
0.157690
0.247783
-0.232877
-0.108827
0.147489
0.268514
-0.216615
-0.134941
0.162323
0.235949
-0.212327
-0.119724
0.136673
0.210060
-0.099524
0.220139
0.161811
0.118054
0.098924
0.159635
0.110230
0.115028
0.110988
0.160834
0.127756
0.072895
0.058679
0.094394
0.079510
0.184934
0.096759
0.150597
0.097475
0.041211
0.042592
0.092242
0.065470
0.061078
0.007037
0.043571
0.020822
0.015367
0.007749
0.042175
0.020847
0.029430
0.018277
0.040735
0.016777
0.029382
0.018153
0.028985
-0.111556
0.021677
-0.003706
0.038506
0.179626
0.152234
0.101861
0.076565
0.107680
0.097252
0.120677
0.112980
0.147845
0.146177
0.070775
0.035190
0.065577
0.089219
0.265631
0.118856
0.143298
0.091901
0.050782
0.072873
0.073474
0.103257
0.027240
-0.010594
0.014287
0.063382
0.040222
0.003903
0.051149
-0.007597
0.038174
0.021338
-0.000471
0.018568
0.053419
0.037869
-0.001900
0.007216
0.019774
0.010271
0.014691
33.86187
28.24431
31.79275
26.19692
30.30524
24.83876
27.41183
23.91691
26.60451
25.80804
30.24386
26.73611
28.85511
22.71143
22.83988
18.19781
19.75261
15.87214
20.56040
17.78939
21.30940
16.40779
21.05427
17.37201
23.93956
23.14154
27.13832
20.80802
25.06113
23.93741
30.85185
25.25075
30.45843
29.65168
32.48050
26.80158
30.24062
28.59119
34.20487
27.90856
31.05000
133
Ek-2: Çalışmada Kullanılan Verilerin Grafiksel Gösterimleri
Mevsimsellik Etkisinden Arındırılmamış Ekonomik Büyüme Oranları Serisi
.5
.4
.3
.2
.1
.0
-.1
-.2
-.3
-.4
88
90
92
94
96
98
00
02
04
06
Mevsimsellik Etkisinden Arındırılmamış Enflasyon Oranları (TÜFE) Serisi
.4
.3
.2
.1
.0
-.1
-.2
88
90
92
94
96
98
00
02
04
06
134
Mevsimsellik Etkisinden Arındırılmamış Enflasyon Oranları (TEFE) Serisi
.5
.4
.3
.2
.1
.0
-.1
88
90
92
94
96
98
00
02
04
06
Mevsimsellik Etkisinden Arındırılmamış
Gayri Safi Yatırım Harcamalarının GSYİH’ya Oranı Serisi
35
30
25
20
15
88
90
92
94
96
98
00
02
04
06
135
Mevsimsellik Etkisinden Arındırılmış Ekonomik Büyüme Oranları Serisi
.12
.08
.04
.00
-.04
-.08
-.12
-.16
88
90
92
94
96
98
00
02
04
06
Mevsimsellik Etkisinden Arındırılmış Enflasyon Oranları (TÜFE) Serisi
.4
.3
.2
.1
.0
-.1
-.2
88
90
92
94
96
98
00
02
04
06
136
Mevsimsellik Etkisinden Arındırılmış Enflasyon Oranları (TEFE) Serisi
.5
.4
.3
.2
.1
.0
-.1
88
90
92
94
96
98
00
02
04
06
Mevsimsellik Etkisinden Arındırılmış
Gayri Safi Yatırım Harcamalarının GSYİH’ya Oranı Serisi
36
32
28
24
20
16
88
90
92
94
96
98
00
02
04
06
137
Ek-3: ARDL (4, 4, 2) Modeli Uzun Dönem Tahmin Sonuçları ve Uzun Dönem
Katsayıları-1 Microfit 4.0 Çıktısı
138
Ek-4: ARDL (4, 4, 2) Modeli Uzun Dönem Tahmin Sonuçları ve Uzun Dönem
Katsayıları-2 Microfit 4.0 Çıktısı
139
Ek-5: ARDL (4, 4, 2) Modeline Dayalı Kısa Dönem Tahmin Sonuçları-1
Microfit 4.0 Çıktısı
140
Ek-6: ARDL (4, 4, 2) Modeline Dayalı Kısa Dönem Tahmin Sonuçları-2
Microfit 4.0 Çıktısı
141
T.C.
SELÇUK ÜNİVERSİTESİ
Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü
Özgeçmiş
Adı Soyadı:
Doğum Yeri:
Doğum Tarihi:
Medeni Durumu:
Öğrenim Durumu
Derece
İlköğretim
Ortaöğretim
Lise
Lisans
Yüksek Lisans
Becerileri:
İlgi Alanları:
İş Deneyimi:
Taha Bahadır SARAÇ
Yıldızeli/SİVAS
12.08.1979
Bekar
Okulun Adı
Program Yer
Yıl
23 Nisan İlköğretim
SAMSUN
1990
İlkokulu
Samsun Anadolu
SAMSUN
1994
Lisesi
Samsun Anadolu
SAMSUN
1997
Lisesi
Selçuk Üniversitesi
İktisadi ve İdari
İktisat
KONYA
2002
Bilimler Fakültesi
Selçuk Üniversitesi
İktisadi ve İdari
İktisat
KONYA
2005
Bilimler Fakültesi
Yüzmek, futbol, voleybol ve basketbol oynamak.
İktisat politikası, ekonometri, dış ticaret.
Selçuk Üniversitesi Hadim Meslek Yüksekokulu Dış Ticaret
Programı (2005-Devam Ediyor)
Aldığı Ödüller:
Hakkımda bilgi
almak için
önerebileceğim
şahıslar:
Tel:
E-Posta:
Adres
Doç. Dr. Zeynep KARAÇOR
(Selçuk Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi)
Doç. Dr. Doğan UYSAL
(Selçuk Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi)
Doç. Dr. Hüseyin ÖZER
(Atatürk Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi)
Öğr. Gör. Durmuş Ali CEYLAN
(Selçuk Üniversitesi Çumra Meslek Yüksekokulu)
0505 795 14 24
tbsarac@selcuk.edu.tr
Taşpınar Mahallesi Taşkent Caddesi
Belediye Konutları A Blok No: 1
Hadim/KONYA
Download