1319 ORTA ASYA BÖLGESEL GÜVENLİK SİSTEMİNE DOĞRU: PERSPEKTİFLER ŞİLİBEKOVA, Aygerim KAZAKİSTAN/KAZAKHSTAN/КАЗАХСТАН ÖZET Bağımsız Orta Asya Türk Cumhuriyetlerinin Sovyetlerin dağılmasından sonraki döneme daha objektif bakıldığında bu ülkelerin izledikleri ‘bireysel’ (individüalist) politikalarının kendi isteklerinden çok, dolaylı olsa da, dış güçlerin etkisinden olduğunu görmekteyiz. Fakat uluslararası arenada her geçen gün daha çok belirsizliğe götürüldüğümüz dönemde bu ülkelerin tek başına hareket ederek güvenliklerini sağlama gibi ne imkânları ne de böyle bir lüksü yoktur. Bu yüzden karşılıklı siyasi ve iktisadi çıkarlara dayalı iş birliği Orta Asya güvenlik sistemine doğru atılacak en gerçekçi adımdır. Anahtar Kelimeler: Orta Asya, bölgesel güvenlik sistemi, iş birliği, çıkarlar. ABSTRACT Independent states of Central Asia seem to have been following individualist policies since the Post-Cold War transformations period involuntarily. It is evident that they are affected, mostly indirected, by external powers. However, today, when keeping up with developments in the changing world is getting more complicated, these states do not have such a luxury to act separately from each other. Despite all repeated official statements of cultural, religious and historical ties to foster a regional integration process, I am confident that any form of integration chosen and formation of a potential regional security system must be based on mutual political and economic interests. Only such a move towards building a regional security complex bares a great potential to be fulfilled and goals can be reached. Key Words: Central Asia, regional security, cooperation, interests. --Günümüz dünyasının önemli özelliklerinden biri, güvenlik sistemlerinin değişik –ulusal, bölgesel ve küresel– seviyelerinin büyüyen bağlılığı ve etkileşimi olarak bilinmektedir. Bu özellik, uluslararası ve bölgesel güvenlik alanlarında sınırlar ötesi ve geleneksel olmayan tehditlerle karşı karşıya kalan Orta Asya bölgesinde de bariz görülmektedir. Yeni tehditlerin ortaya çıkması Sovyet sonrası döneme rastlamış ve pek çok açıdan yaşanan jeopolitik değişimlerden kaynaklanmıştır. Eski Sovyet topraklarında meydana gelen 1320 değişikliklerle birlikte güvenlik sistemlerinin yeniden yapılandırma gereksinimi doğmuştur. Avrupa’da AGİT, NATO ve BAB, Asya’da ise ASEAN gibi oluşumların ortaya çıkması ve faaliyetlerini başarılı bir şekilde sürdürmesi, adı geçen bölgelerde güvenlik kuruluşlarının (security structures) gelişmesini sağlamıştır. Özellikle bu bölgelerde güvenlik sorununun, objektif olarak, birleştirici bir faktör olduğunu kabul edersek, dünyanın pek çok noktasında bölgesel entegrasyon çabalarının yer alması anlamlıdır. Örneğin, Orta Asya ve ASEAN ülkelerindeki olası çatışma potansiyeline baktığımızda Orta Asya bölgesinin işlevsel güvenlik sisteminin kurulması için daha çok elverişli olduğu görülebilir. Bölgesel sistemlerin entegrasyon süreçlerinin önemini Kazakistan cumhurbaşkanı N. Nazarbayev de sık sık vurgulamaktadır. (Nazarbayev, 1996: 5) Fakat Orta Asya bölgesinin kendi güvenlik sistemini kurma çabaları bağımsızlığının on altıncı senesinde de beklenen neticeyi verememekte ve inişli-çıkışlı devam etmektedir. Bununla birlikte, Orta Asya’nın bu dönem içerisinde beklenenden çok daha az bir iç çatışmaya sahne olmasından dolayı, bu bölgede güvenlik alanında yapılmakta olan çalışmaların yokluğundan daha çok yetersizliğinden bahsedebiliriz. İngiliz profesör B. Buzan’ın önerdiği Bölgesel Güvenlik Kompleksi/Sistemi Kuramına (Regional Security Complex Theory) göre Orta Asya şimdilik ayrı bir bölge olarak oluşmamış, bu oluşma sürecini de sürdürmektedir. Bunun da en büyük sebeplerinden birincisi dış güçlerin bölgeye etkisi, ikincisi ise, bölge ülkelerinin bir birine karşı olan tutumlarıdır. Çünkü B. Buzan’ın adı geçen RSCT kuramına göre bir güvenlik kompleksinin/sisteminin oluşmasında veya bölge ülkelerinin bir güvenlik sistemini oluşturmasında rol oynayan dört faktör mevcuttur: 1. Ülkelerin coğrafik konumları açısından bir birine yakın olması; 2. Devletlerin güvenlik sahasındaki ilişkileri açısından bir birleriyle bağlantılı olması; 3. Ülkeler arası güç ilişkilerin ve karşılıklı jeostratejik çıkarların mevcudiyeti; 4. Komşuluk, savunma, destek, şüphe veya korku içeren güçlü ilişkilerin varlığı. Bu faktörler ışığında, Orta Asya bölgesini değerlendirdiğimizde, bölgenin 1. ve 4. faktörlere uygun düştüğünü, ancak 2. ve 3. faktörlerinin çok zayıf olduğunu görebiliriz. Dolayısıyla, yine adı geçen B. Buzan’ın tahliline göre, Orta Asya şimdilik Rusya merkezli ve eski Sovyet topraklarında oluşan güvenlik sistemine girmekte ve bir alt sistemi teşkil etmektedir, ancak kendi başına bir bölgesel sistem oluşturması için şartlar mevcuttur. Bu şartlardan ve bir bölgenin güvenliğinden söz ederken dört farklı seviyedeki tahlilin gerçekleştirilmesi gerekmektedir: 1321 1. Bölge ülkelerinin iç durumlarına bakılmalı, özellikle bu ülkelerin zayıf yönleri dolayısıyla potansiyel tehditler tespit edilmeli; 2. Bölge ülkeleri arasındaki ilişkileri, bölgeyi tanımlayacak açıdan, değerlendirilmeli; 3. Söz konusu güvenlik kompleksi/sisteminin başka kompleks/sistemlerle etkileşimi incelenmeli; 4. Küresel ve büyük güçlerin bölgedeki duruma etkilerine bakılmalı. (Buzan, 2003: 3) Bu kuramsal yaklaşımdan yola çıkarak bizim çalışmamızda Orta Asya bölgesinin güvenlik sisteminin kurulması, bölge ülkelerinin (1) kendi aralarında (2) dış güçlerle, ABD, RF, Çin, AB, Türkiye, Iran, Hindistan ve Pakistan (3) uluslararası güvenlik kuruluşlarla, NATO, AGİT, BM çok taraflı iş birliğine dayalı olacağı görüşünü ortaya koymaktadır. Bununla birlikte, genel olarak baktığımızda, Orta Asya bölgesinde güç dengesi bile hâlâ oturmamıştır. Bir taraftan Rusya ve Çin kendi nüfuzlarını arttırmaya çalışırken, ABD, AB, İran ve Türkiye gibi aktörler de az çok kendi politikalarını sürdürmektedir. Bu çalışma iki ana bölümden oluşmaktadır. İlki, dış güçlerin bölgeye nüfuzlarını Orta Asya cumhuriyetlerinin bağımsızlıklarına ulaştıkları günden günümüze kadar ele almakta dönemlere göre incelemekte. İkincisi, bölgesel güvenlik sisteminin oluşumunun perspektiflerini değerlendirmek üzere bölge ülkelerinin yaklaşımlarını ele almaktadır. Orta Asya’nın Güvenlik Sisteminin Oluşumunda Dış Güçlerin Rolü Genel olarak Orta Asya bölgesinde 1991’den günümüze kadar geçen süreci dış güçler açısından şartlı olarak, beş döneme ayırarak değerlendirebiliriz. 1. 1991-1993 arası Orta Asya’ya ilginin yeni oluşmaya başladığı periyot olarak bilinmektedir. Çoğu dış güçler için bağımsızlığına yeni kavuşan Orta Asya bölgesi bir nevi ‘terra incognita’ (bilinmeyen yer) idi. Jeopolitik açıdan bölge için en rahat ve çok potansiyel barındıran süreç söz konusu olmuştu. Bölge devletleri bağımsız olarak kendi jeopolitik tercihlerini yapma gibi imkânlara sahipti, her hangi bir ekonomik veya güç baskısından yoksundu. Bu dönemde ülkeler beklenmedik bir şekilde elde edilen bağımsızlığın beraberinde ortaya çıkan sorunlarla boğuşmakta idiler. 2. 1993-1995 arası ikinci dönem dış güçlerin çıkarlarının ve stratejik amaçlarının daha çok netlik kazanmakla bilinmektedir. Orta Asya’nın önemi artmakta, üretilmekte olan çeşitli jeopolitik projelere kilit bölge olmaktadır. Bu tür projelerin gelişmesinde küresel faktörlerin etkisi göz ardı edilemez. Öncelikle, konum olarak Çin-Rusya-İslam dünyası ülkeleri oluşturan üçgenin tam merkezinde yer alması işaret edilebilir. İkincisi, bölgenin meşhur doğal zenginlikleri. Ve sonuncusu, bazı ülkelerde Sovyetlerden miras kalan nükleer birikimler. 3. 1995-2000 Batı literatüründe sık sık sözü edilen ‘Büyük Oyun’ (Great 1322 Game) söyleminin ortaya çıkması bu dönemin özelliğidir. Güç merkezlerinin kendi stratejik çıkarlarını ve hedeflerini netleştirmiş, bölgedeki faaliyetlerini yoğunlaştırmıştır. Özellikle, Hazar bölgesi ABD’nin stratejik önceliklerin başında yer almaktadır. (Shilibekova, 2007: 6) 1999 yılının yazına kadar kendi sorunlarıyla boğuşan Rusya’nın bölgedeki varlığı pek bilinmiyordu. Ancak Kırgızistan’ın güneyinde Batken olayları arkasından zaman zaman bölgedeki gelişmelere elini atıyordu. Afganistan’da başlatılan savaş Rusya’nın bölge işlerine daha aktif katılmasını tetiklemiştir. Çin ise, dış politikasında Orta Asya istikametinde yoğunlaşmış, petrol alanında projeler başlatmıştır. Bu dönemde Orta Asya devletleriyle sınır sorunlarını çözüme bağlayan Çin, onlarla yakınlaşma yollarının arayışına girmiştir. Daha önceleri aktif politikalar izleyen Türkiye ise, bu dönemde geri çekilmiş, ulaştığı pozisyonu zayıflamaya başlamıştır. Bunun nedeni olarak da Türkiye’nin ekonomik sıkıntıları ve yetersizliği görülmüştür. İran’ın bölgedeki faaliyetleri ise, ABD tarafından başlatılan izolasyon politikasıyla kısıtlanmıştır. Böylece, üçüncü dönemin özelliği olarak küresel güçlerin faaliyetlerinin yoğunlaşması, radikal İslam gruplarının aktifleşmesi ve bölgesel güç olan İran ve Türkiye’nin geri çekilmesi olmuştur. Üstelik, bölge ülkeleri dış baskıya maruz kalmaya başladıkları dönemdir. (Makarenko, 2002: 4) 4. 2000-2001 yılının 11 Eylül arası dönem bölgede iki gücün – Rusya ve ABD’nin stratejik çıkarlarının açıkça çatıştığı bir dönemdir. Çin, Türkiye ve İran bu aşamada iç sorunlarıyla meşgul olup Türkiye ve İran’ın bölgedeki varlıkları ticaret ve ekonomik ilişkilerle sınırlandırılmıştır. 5. 11 Eylül 2001-2005 yılları arası bölgede Amerikan varlığı hissedilmekte, teröre karşı ilan edilen savaşın nedeniyle askerî üsler açılmaktadır. Bu duruma karşılık olarak Rusya’da bölge devletleriyle ilişkilerini güçlendirmekte, Çin’le yakınlaşmaktadır. Çin ve Rusya’nın da üye olduğu Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) faaliyetlerini aktifleştirmektedir. Nitekim, 5 Temmuz 2005’te gerçekleştirilen Astana Zirvesi’nde; ABD ‘nin ŞİÖ topraklarındaki (Orta Asya Ülkelerinden Özbekistan, Kırgızistan ve Tacikistan) askerî üsleri boşaltması kararlaştırılmıştır. Böylece 11 Eylül 2001 eyleminden sonra ABD’nin terörizme karşı başlattığı mücadeleye destek veren Örgüt üyeleri bu desteklerini çekmişlerdir. Halbuki, Çin Halk Cumhuriyeti ve Rusya Federasyonu baskısından kurtulmak ve terörizme karşı ABD’nin desteğini almak isteyen Örgüt üyeleri Kırgızistan ve Tacikistan bu Zirvesi’nden sonra söylem değiştirmişlerdir. 6. 2005’ten günümüze kadar geçen dönem, ABD’nin bölgede ulaştığı noktadan çekilmesiyle göze çarpmaktadır. Özbekistan’daki üslerin kapatılması, diktatör liderini kaybeden “nötr” Türkmenistan’ın yeni yönetimi Rusya ile anlaşması bunun bir göstergesidir. Irak’taki başarısızlığı ABD’nin süper devlet olma yolundaki bir hayal kırıklığı olup, imajının zedelenmesinde rolü küçümsenmeyecek kadar etkili olmuştur. Fakat, bu demek değildir ki, ABD Orta Asya bölgesinden tamamen çekilecek, bu bölgedeki çıkarlarından 1323 vazgeçecektir. Ulus aşırı şirketler, uluslararası kuruluşlar yine de ABD’nin politikalarının bir uzantısı olarak karşımıza çıkacak, böylece bölgedeki dengeler açısından ABD’nin rolü azalsa da kaybolmayacaktır. Orta Asya Bölgesel Güvenlik Sistemine Doğru: Bölge Ülkelerinin Yaklaşımları Orta Asya’nın güvenlik sisteminin perspektifleri üzerine konuşmak için her şeyden önce bölge içi ve dışı potansiyel güçlerin yaklaşımları ve olası gelişmeleri göz önünde bulundurmak gerekir. Bu çalışmada bölge ülkelerinin değerlendirilmesiyle kısıtlı kalınacaktır. Çünkü dış aktörlerin rolü ve etkisi her ne kadar küçümsenmeyecek olsa da Orta Asya güvenlik sisteminin temel taşı bölge ülkelerinin kendi aralarında yapacağı iş birliğidir. Bölgenin ortak dil, geçmiş, din ve kültür gibi avantajlarının bölgesel entegrasyonu tetiklediği ve kolaylaştıracağı konusunda bu zamana kadar değişik fikirler ileri sürülmüş ve tartışılmıştır. Ancak, gayet olumlu bir tecrübe sergileyen Avrupa Birliği ve ASEAN ülkelerine baktığımızda her ikisinin bu tür avantajlarının bulunmadığını görebiliriz. Buna rağmen entegrasyon istikametinde azımsanmayacak kadar yol kat etmiş pek çok uyuşmazlıkların üstesinden gelmeyi başarmışlardır ve bunun temelinde aynı dil, din ve kültür gibi değerlerin yanı sıra ‘çıkarlar’ yatmaktadır. Benzer siyasi sistemin bile o kadar önemi olmadığını ASEAN örneğinde görmekteyiz. Benzer kültüre sahip Almanya ve Fransa, ezeli düşman olmalarına rağmen çıkarları doğrultusunda ortak olabilmişlerdir. Bu tür örnekler Orta Asya’da liderleri motive etmiş, pek çok konuda ortak noktaları bulunan ülkeler ve toplumların entegre olabilecekleri konusunda tereddütleri olmamış diyebiliriz. Nitekim pek çok inisiyatifin başlatıldığını görmekteyiz: Bağımsız Devletler Teşkilatı, Şanghay İşbirliği Örgütü, Asya’da İşbirliği ve Güven Arttırıcı Önlemler Konferansı, Orta Asya Devletleri Birliği ve Avrasya Ekonomik Topluluğu (son ikisi, 2005 yılında Özbekistan’ın Avrasya Ekonomik Topluluğuna katılmasıyla birlikte bir birini tekrarladığı gerekçesiyle birleştirilmiştir), vb. Ancak, günümüzde maalesef bu örgütlerin çalışmaları beklendiği kadar etkili olmamış, üstelik bazılarının varlığı bile sorgulanmıştır. Bazı uzmanlar böyle forumların çokluğunu savunmakta pek çok sorunun bu şekilde çözüme ulaşacağını iddia etmektedir. Ancak, icraatta yetersiz kalan bu kuruluşlara üye ülkelerin zaten sınırlı imkânları ve kaynaklarını dağıtarak ortak bir yol üzerine odaklanmasını engellediğini ileri sürenler de mevcut. Kazakistan, Özbekistan, Kırgızistan, Tacikistan ve Türkmenistan bağımsızlıklarını alır almaz kendilerinin Orta Asya Bölgesi’ni oluşturduklarını ilan etmişlerdi. Böylece Orta Asya Bölgesi kâğıt üstünde oluşmuştu. Ancak, o dönemde realitede bir bölgesel birlik ve uyumdan söz etmek daha çok erkendi. Çünkü bölge içi anlaşmazlıklar, sınır ve su kaynakların paylaşımı sorunları bölge devletlerinin bir birine olan güvensizliklerinin artmasını sağlayacaktı. Üstelik, Özbekistan ve Kazakistan arasında bir rekabet söz konusu olduğuna 1324 inanılıyordu. Bu yüzden, Orta Asya’da bölgesel güvenlik sistemini değerlendirmek için birinciden başlayarak bölge ülkelerinin yaklaşımlarını ayrı ayrı değerlendirmek gerekir. Kazakistan ekonomi, siyaset, bölgesel ve uluslararası ilişkilerde önemli başarılara imza atmış, jeopolitik açısından olumlu gelişmeleri tetiklemiştir. Günümüzde sürdürdüğü reformları devam ettirerek, doğal zenginlikleri değerlendirebilecek ve komşu ülkelere yardım edecek olursa Kazakistan, Orta Asya’da birleştirici rolü oynayacak, Avrupa için Almanya ne ise, benzer konuma ulaşacağı ve bölge lideri olacağının ihtimali artacaktır. Nitekim, bu misyonun farkında olan Kazakistan bu istikamette önemli adımlar atmaya başlamıştır. Ulusal düzeyde kriz yaşayan Kırgızistan’ın borcunu silmiş, ortak yeni projeler üretmeye koyulmuş, Kazak iş adamlarının yatırımlarını teşvik etmeye başlamıştır. Bölge önderliğine talip ve Kazakistan’a rakip sayılan Özbekistan’la da yakınlaşmaya başlamıştır. Ticaret alanında bazı ortaklıklar devam etmekte, fakat güvenlik alanında daha önce başarısızlıkla sonuçlanan “TSENTRAZBAT” (Orta Asya Birliği) tecrübesinden sonra ilişkiler daha çok Şanghay İşbirliği Örgütü çerçevesi dâhilinde sürmektedir. Kazakistan’ın, pek çok bölgesel entegrasyon inisiyatiflerinin başlatması, bununla birlikte bölgesel düzeyde aktif rol oynamaya çalışması (AGİT’in 2009 yılında dönem başkanlığına talip olması) ve bölge dışı güçlerle çok taraflı diplomatik ilişkiler sürdürmesi bu ülkenin bundan sonra da aktif bölgesel siyaset sürdüreceğinin bir işaretidir. Özbekistan’ın yaklaşımları her zaman çok zıt ve istikrarsız olmuştur. Bağımsızlığından bu yana, Özbekistan bölgesel oluşumlara şüpheyle yaklaşmış, çoğu zaman zorunlu kalmasından dolayı katıldığı iddia edilerek İ. Karimov’un izolasyoncu politikaları eleştirilmiştir. 11 Eylül 2001 olaylarından sonra Afganistan’la sınırdaş olan Özbekistan ABD’yle yakınlaşmış, askerî üslerinin kirasından elde eden geliri Silahlı Kuvvetlerinin yeniden yapılandırması ve modernizasyonu amacıyla kullanmıştır. Özellikle, Kırgızistan’ın Batken olaylarında askerî yönden yardım eden Özbekistan silahlı kuvvetlerinin potansiyeli ile dikkat çekmiştir. Bununla birlikte, bu olay Özbekistan’daki radikal İslamcı hareketlerin varlığını gündeme getirmiş, onlar sadece ülke için değil, bölgesel güvenlik için de potansiyel tehdit olarak algılanmıştır. Andican’da yaşanan kanlı olaylardan sonra Özbekistan’ın Batı ile arası soğumuş, Karimov rejimi yüzünü bölge komşuları ve Rusya’ya dönmüştür. Şanghay İşbirliği Örgütü’ne katılan Özbekistan bölge içi siyasete dönüşünü gerçekleştirmiştir. Kazakistan’ın bölgesel güvenlik sisteminin oluşturulması ve bölgesel entegrasyon girişimlerine soğuk kalan Özbekistan son zamanlarda Kazakistan’a doğru adımlar atılmasının neticesinde iki ülke arasında yakınlaşmanın mümkün olabileceği konusu haberlerde geniş yer almıştır. Ancak, bazı Özbek uzmanları Özbekistan’ın entegrasyon ve ortak pazar konusunda çağrılarının daha önce yaptığını hatırlatmakta, Kazakistan’ın o zamanları bu tür girişimlere destek vermemekle suçlamaktadırlar. Nedeni olarak 1325 da bağımsızlığın ilk yıllarında Özbekistan’ın Kazakistan’a göre daha çok avantajlı konumda olduğundan Kazakistan’ın onun bölge liderliğini kabul etmek istemeyişi gösterilmekte. Bu eleştirilerle birlikte, Batı ile arası açılan Özbekistan’da daha güvenli bir gelecek ve istikrarlı büyüme için bölge ülkeleriyle ortak hareket etmeninin kaçınılmazlığı vurgulanmaktadır. (Arifhanov, 2007: 2) Kırgızistan, 24 Mart 2005 tarihinde ülkede yer alan “devrim” sonucunda büyük darbe almış ülke siyasi açıdan bir çıkmaza sürüklenmişti. Ülke içi istikrarsızlığın çok büyük boyutlara ulaşması, ve suyun dışında doğal kaynaklarının kısıtlılığı ülkenin gelişmesi adına dezavantaj olarak kabul edilmektedir. Bununla birlikte, Çin’le paylaştığı sınır ve Afganistan’a yakınlığı nedeniyle önemli konuma sahip olan Kırgızistan bu avantajının önemini iyi kavramış kendi çıkarları doğrultusunda kullanmış gibi görünse de, Çin, Rusya ve ABD’nin baskısı altında kalmıştır. Bağımsızlığının ilanı ile birlikte Orta Asya’da “demokrasi adası” olmaya aday olan Kırgızistan (Anderson, 1999: 1), Batılı söylemlerin onu sorunlu ve dış yardıma muhtaç bir ülke hâline getirdiği iddia edilmektedir. Halbuki, ülkenin istikrarı için NATO ve ODKB (Kolektif Güvenlik Anlaşması Örgütü) birliklerinin mevcudiyetinin önemini vurgulayanlar da çıkmaktadır. Kırgızistan, bölge içi tüm inisiyatiflere katılmakta, çok taraflı bir siyasete devam etmektedir. Büyüme potansiyeli ve su kaynakları ile stratejik yerleşiminin önemi inkâr edilemeyecek olan ülke bölgesel düzeyde komşularından farklı bir strateji izleyeceği söz konusu değildir. Türkmenistan’ın, yeni Cumhurbaşkanı döneminde yeni gelişmelere sahne olması ve bölgesel faaliyetlerinde daha çok aktif olması beklenmektedir. Türkmenistan’ın gelişmesi ülkenin liberalleşme, siyasi rejimin istikrarlığı ve iktisadi reformlara bağlanmaktadır. Bu zamana kadar bölgesel ve uluslararası politikada “nötr” statüsüne sahip Türkmenistan’ın bölgesel oluşumlara katılması ve katkıda bulunması beklenmektedir. Tacikistan, bölge ülkelerine kıyasla bağımsızlığının getirdiği gelişmelerin sonucunda tetiklenen ve birkaç sene süren iç savaşın etkisinden dolayı daha az gelişmiş ülke parçalanma eşiğinden dönmüştür. İç savaş zamanında büyük ölçüde Rusya’dan yardım alan Tacikistan’ın hâlen dış politikasını Rusya’ya göre ayarladığını söyleyebiliriz. Bir yandan İran’ın da etkisinin azımsanması gereken süreçte Tacikistan yine de kendisini Orta Asya’nın diğer cumhuriyetleri ile birlikte hareket etmiştir. Günümüzde az çok istikrar sağlayan Tacikistan devletine zayıf, dış ve iç tehditlere karşı yetersiz kalacağı gözüyle bakılmakta. Bu yüzden bölgesel oluşumlara daha çok entegre edilmesi beklenmektedir. SONUÇ Orta Asya’da güvenlik sisteminin oluşmasında etkisi büyük faktörlerden biri de bölgenin komşu bölgelerinde statükonun korunmasıdır. Rusya, Afganistan, Doğu Türkistan, İran gibi kriz ve çatışmalara müsait altyapıya sahip ülkelerle 1326 komşu olan Orta Asya için dış güçlerle ilişkisinde sağladığı dengeyi yitirmemek başlıca amaçlarından biri olmalı. Bununla birlikte, dış aktörlerin çıkarları doğrultusunda ürettikleri politikalarından bölgeye yapabilecekleri katkıları ve potansiyeli bölgesel güvenlik sisteminin oluşması sürecinde iyi değerlendirmeli. Bölgesel seviyede ise, bölge ülkeleri birbirine güven arttırıcı politikalara öncülük vermeli, bölge içi mekanizmaların güçlendirilmesi amacıyla ortak strateji üretmeli. 20-30 senelik ortak entegrasyon planını geliştirmeli, adım adım bu planın gerçekleştirilmesinin amaçlanması ülkelerin gerek konum, gerek potansiyel tehditler dolayısıyla kaçınılmaz ortak geleceğe doğru yaptıkları en büyük yatırımları olacaktır. Bu anlamda, günümüzde oluşmaya başlayan çok seviyeli ve çok taraflı güvenlik sisteminin devam ettirilmesi gereklidir. KAYNAKÇA Anderson, John, (1999), Kyrgyzstan: Central Asia’s Democracy, Harwood Academic Publishers, Amsterdam, 12. Island of Arifhanov, Sharif, (2007), Tsentral’naya Aziya: Regionalnaya Integratsiya I Bezopasnost’ (Orta Asya: Bölgesel Entegrasyon ve Güvenlik), Tashkent, 175. Buzan, Barry and Waever, Ole, (2003), Regions and Powers: The Structure of International Security, Cambridge University Press, 423-426. Makarenko, Tamara, (2002), “Manipulating Central Asia: The Question of Security” in Ertan Efegil (ed.) Geopolitics of Central Asia in the Post-Cold War Era, Haarlem: SOTA, 488-489. Nazarbayev, Nursultan, (1996), Na Poroge XXI veka (XXI yüzyılın Eşiğinde), Almaty: Oner, 81. Şilibekova, Aygerim, (2007), “Yeni NATO ve Orta Asya Cumhuriyetleri”, Stratejik Öngörü, No.: 10, İstanbul: TASAM yüzyıl, 117.