OF İLÇESİNİN TARİHİ Of, Trabzon İlinin en doğusunda yer alan ve tarihi çok eskilere dayanan köklü bir ilçesidir. İlçenin arazisini, Of’tan Karadeniz’e dökülen Solaklı, Baltacı ve İyidere derelerinin aşağı havzaları oluşturur. Oldukça derin vadilerle parçalanan bu arazinin güneyinde Hayrat ve Dernekpazarı İlçeleri, batısında Sürmene İlçesi, doğusunda Rize İli ve kuzeyinde Karadeniz yer alır. Of, Osmanlı Döneminde oldukça geniş bir alan kaplamasına rağmen, 1948 yılında Çaykara’nın, 1990’da Hayrat’ın ilçe statüsüne getirilmesiyle giderek küçülmüştür. Of İlçesinin tarihi, içinde yer aldığı Doğu Karadeniz Bölgesinin tarihi ile eski çağlardan itibaren günümüze kadar paralellik göstermektedir. Bu nedenle ilçenin geçmişini öteki birimlerden bağımsız olarak değerlendirmek imkânsızdır. Çünkü bölgedeki diğer yerleşim birimleri ile aynı kaderi paylaşarak günümüze ulaşabilmiştir. Of Adının Menşei İle İlgili Görüşler Of ilçesinin tarihine girmeden önce, Of isminin nereden geldiğini savunan bir takım görüşleri sıralayalım: Birinci görüş; çok yaygın olarak dile getirilen Yunanca “Ofis” (Yılan) kelimesinden türediğidir. Bölgenin parçalı bir arazi yapısına sahip olması nedeniyle yollarının tıpkı bir yılan kıvrımı gibi şekil almasından dolayı bu ismin verildiği söylenmektedir. İkinci görüş; eski çağlarda yörenin Turani kökenli ve silah yapımında oldukça usta olan boylarla meskun olması dolayısıyla, isminin de Güney Sibirya Türklerinde silah anlamına gelen “Op” kelimesinin halk dilinde “Of” şeklini almasıdır. Üçüncü görüş; Kuman menşeli “Ofşin” ya da “Afşin” (anlamı hiddetli bir tavırla vatanını korumak) kelimesinin giderek halk dilinde Of şekliyle anılmasıyla türemiştir. Fakat bu son görüş bir rivayet olarak irdelenmeye değerdir. Başlangıçtan Trabzon’un Fethine Kadar Of Trabzon ve çevresinin tarihi MÖ. 3000’li yıllara kadar geriye gitmektedir. Bölgede ilk siyasi birliği Hititler (Eti) kurdular. Hititler yörede meskun ve ilkel olmayan kavimleri kısa bir süre yönetimleri altında bulundurduktan sonra geri çekilmişlerdir. Özellikle demircilikte usta olan bu kavimler çeşitli isimler altında bölgenin dağlık kesimine yayılmışlardır. Doğu Karadeniz Bölgesi Tarihi veya bölgenin en önemli şehri olan Trabzon’un Tarihi ele alındığında, özellikle batılı tarihçilerin büyük çoğunluğu genel olarak Yunanlı yerleşmecilerin (kolonistlerin) bölgeye gelmelerini başlangıç safhası olarak değerlendirmektedirler. Hâlbuki bölgede Yunanlı Kolonistler gelmeden önce bir takım kabileler yerleşik durumda idi. Charles Texier, Fallmaerayer, Pullant, Heredot, Ş. Günaltay, vs. gibi tarihçilere göre, bu yerel kabileler Orta Asya kökenli Turani kavimlerin uzantılarıydı. MÖ. 800–300 yılları arasında Karadeniz’in kuzeyinde etkinlik sahasını genişleten Kimmerler ve ardından onları bölgeden söküp atan İskitler (Sakalar) Kafkasya üzerinden Anadolu ve Mezopotamya’ya düzenledikleri askeri harekâtlar sonucunda Doğu Karadeniz Bölgesinin dağlık ve denize bakan kesimlerine peyderpey yerleşmişlerdir. Yerleşenler çeşitli kabile isimleri altında, birbirlerinden bağımsız biçimde küçük siyasi birimler kurarak etkinliklerini sürdürmüşlerdir. Oldukça hareketli, savaşçı ve madencilik alanında hayli ilerlemiş olan bu küçük topluluklar, ilerleyen dönemlerde bile bölgeye hakim olmak isteyen büyük güçlere karşı (Pers, Roma, vs.) coğrafi özelliklerin de yardımıyla direnebilmişlerdir. Yunanlı kolonistlerden önce bölgede yerleşmiş olan ve koloni çağında bile etkinlikleri devam eden bu kavimlerin isimlerine ve yerleşim sahalarına ilişkin ilk bilgilere Ksenophon tarafından yazılan “Anabasis” (Onbinlerin Dönüşü) isimli eserde rastlamaktayız. Ona göre, Trabzon’un merkez olduğu bölgede Driller, Khalybiler, Kolkhlar, Taokhlar, Makronlar (Çan -Tzan- Sanni ), Mossynoikler, Tibarenler, Heptakommenler ve Hellenler yaşamaktaydı. Ksenophon eserinde, MÖ. 401 tarihinde bölgeden geçtiğinde, bölge halklarının Perslere bağlı olmayıp bağımsız biçimde yaşadıklarına müşahede etmişti. Ayrıca bu kavimlerden Khalybilerin ve Tibarenlerin demircilik alanında oldukça başarılı olduklarını da not düşmektedir. Örneğin bugün, Çaykara İlçesi dâhilinde bulunan Haldizen (Demirkapı) Köyünün isminin Khalybi (veya daha sonraları Khaldie) kavminden geldiği kuvvetli bir ihtimaldir. İsim etimolojik olarak incelendiğinde Khaldi + zen yani Khaldi ülkesi, yeri, yurdu anlamını vermektedir. Yunanlı kolonistlerin Karadeniz kıyılarına yerleşmeleri ilk olarak MÖ.875’te Sinop’ta gerçekleşti. Ardından yapılan ticaretin gelir getirmesi ve bölgenin potansiyelinin anlaşılması sonucunda bu kolonilerin sayısı artmış, Trabzon’a da MÖ. 756 yılında gelerek kolonilerini kurmuşlardır. Roma İmparatoru Neron zamanında Trabzon Şehri ve çevresinin, Perslere karşı girişilen seferler için uygun bir ikmal merkezi olabileceği anlaşılınca MS. 64 yılında kesin olarak ele geçirilmiştir. Bu döneme kadar, bölge yaklaşık 3–4 asır bir Pers asilzadesi tarafından kurulan Pontos Devleti’nin yarı idaresi altında idi. Neticede, bölge Roma İmparatorluğunun sözde egemenliğine girse de, Romalılar yerli halka tam anlamıyla nüfuz edememiş ve denetim sağlayamamışlardı. Bölgenin coğrafi yapısının oldukça parçalanmış, yerlilerin savaşçı ve itaatsiz olması bu egemenliği kısıtlayan en önemli faktör olmuştur. Roma İmparatorluğunun MS. 395’te Doğu ve Batı olmak üzere ikiye ayrılmasından sonra bölge, Doğu Roma olarak nitelenen Bizans İmparatorluğunun payına düşer. Bu hakimiyet, 1204 yılında Latinlerin başkent İstanbul’u işgal etmelerine kadar sürer. Bu tarihten sonra 1461 yılına kadar, yine Bizans İmparatorluğunun uzantısı olan ve Bizans hanedanlarından Komnenosların kurmuş olduğu Trabzon Rum Devleti’nin egemenliğinde kalır. 4. yüzyıl başlarında Hiristiyanlığın Roma İmparatorluğunca resmen din olarak kabul edilmesinden sonra, bu din halk arasında hızla ve serbestçe yayılmaya başladı. Daha önce Doğu Karadeniz’de yaşayan sözünü ettiğimiz paganist inançlara mensup yerel kavimler de yavaş yavaş hırıstiyanlığa geçmeye başladılar. Hırıstiyanlaşan bu gruplar, tedrici biçimde hem Doğu Kilisesinin (Ortodoks) hem de devletin resmi dili olan Yunanca/Rumcayı öğrenmek zorunda bırakılmışlardır. Özellikle 10. yüzyıldan sonra, “İncil’in dili dışında bir dilde konuşulan her kelime cehenneme gitmek için işlenen bir günah olarak hesaplanacaktır” şeklinde, papazlar tarafından yapılan telkinler bu dili benimsemede oldukça etkili olmuştur. Bu durum, yerel halkın kendi dilleriyle karışık bir Yunanca veya halk tarafından bilinen şekliyle Rumca konuşmalarına neden olmuştur. İzlenen bu Bizans siyaseti, yerel dillerin, inançların ve geleneklerin büyük bir çoğunluğunun belleklerden silinmelerine, kısaca yerli unsurların asimile olmalarına kadar varmıştır. Trabzon yöresi Bizans İmparatorluğu ve Trabzon Rum Devleti döneminde bile yoğun bir şekilde değişik boylara mensup Türkler tarafından iskana sahne olmuştur. Gerek tarihi kaynaklar, gerekse toponomi ve onamastik (yer ve şahıs isimleri) ilimleri bu iskan hareketlerinin nerelere ve ne zaman yapıldığını gün ışığına çıkarmaktadır. Bizans İmparatorluğunun kurulduğu yıllarda (MS. 395) Anadolu’ya karşı yapılan ilk akın, Karadeniz’in kuzeyine yerleşmiş olan Hunlar tarafından gerçekleştirilmiştir. 395-398 yıllarında Kafkasya geçitlerini aşarak Erzurum üzerinden Anadolu’ya giren Hunlar; Antakya’yı ele geçirerek Suriye ve Filistin’e, arkasından geri dönerek Orta Anadolu’ya yönelmiş ve aynı rotayı izleyerek Kuzeydoğu Anadolu üzerinden bölgeyi terk etmişlerdir. Hunlardan sonra Sabar/Sibir/Sabirlerde (515-516) aynı doğrultuda hareket ederek Orta Anadolu’ya kadar ulaşmışlar, sonra geri çekilerek Kuzey Kafkasya’daki merkez üslerine varmışlardı. Bu ilk seferler bir tür bölgeyi keşif seferi olarak da tanımlanabilir. İlerleyen devirlerde bir çok Türk boyu da bazen aynı yolları kullanarak, bazen de İran üzerinden Anadolu’ya ulaşacak ve bölgeyi yurt tutacaklardır. Özellikle Kafkasya üzerinden Anadolu’ya gelenler daha çok birer doğal geçit olan Kür ve Çoruh vadilerinden bu sızmaları gerçekleştirmişlerdir. Bu akınlar sonucunda bir kısım boylar maiyetleri ile birlikte Çoruh Havzasının kuzey kısımlarında bulunan dağları aşarak Karadeniz kıyılarına hakim olan ve doğal sığınak konumunda bulunan vadilere yerleşmeye başlamışlardır. Örneğin, Çaykara’nın güneyindeki Haldizen Geçidi, Solaklı Vadisine yerleşenler için önemli bir geçiş noktası olmuştur. Aynı biçimde Maçka ve Sürmene’deki yüksek yaylalar da aynı işlevi görmüşlerdir. Sözü edilen doğal geçitlerden Uz (Oğuz), Kuman/Kıpçak, Peçenek, vs. gibi büyük boylara mensup gruplarla, bunlara bağlı Kaliz (Hazar), Çik, Mak (Uz) gibi küçük oymaklar da bölgeye yerleşmişlerdir. Bütün bu grupların yerleştikleri sahaları toponomi ilmi sayesinde ortaya çıkarmak mümkündür. Bölgemizle ilgili örnekler verecek olursak; Uz/Oğuz (Araplar Guz diye tanımlamaktadırlar) boyunun isimi taşıyan yerleşim birimleri; Uzmesahor (Yomra/Özdil), Uz (Arsin/Oğuz), Uz Mezrası (Sürmene/Yazıoba Köyüne ait), Guzari (Akçaabat/Adacı Beldesi, Benlitaş Mahallesi), vs. şeklinde sıralanabilir. Ayrıca bölgemizde soğuk ve verimsiz yerler için kullanılan “Guz, Uz” yerler manası da Uzlara dayanmaktadır. Peçenek Boyunun ismini taşıyan yerleşim birimleri: Nefs-i Paçan (Çaykara/Maraşlı), Mezra-i Paçan (Çaykara/Taşlıgedik), Paçan Vahtanç (Çaykara/Koldere), Şinek Paçan (Çaykara/Ataköy); Uzların uzantısı olan Makların isimleri ile anılan yerleşim birimleri: Makavla (Sürmene/Petekli), Kalciye Ma’a Maklavita (Trabzon/Toklu), Makdanos Mahallesi (Çaykara/Soğanlı), Maki (Hayrat/Pınarca), Hola Makidanos (Dernekpazarı/Ormancık); Çiklere ait yerleşim birimleri de: Zigana/Çiganoy Vadisi (Maçka), Çikoli (Sürmene/Yokuşbaşı), Çikaren (Dernekpazarı / Dağeteği Köyünün bir mahallesi), vs. şeklinde sıralanabilir. 11. ve 14. yüzyıllarda Doğu Karadeniz’e özellikle dağlık kesime damgasını vuranlar Kafkasya üzerinden Kuzey Anadolu’ya giren Kuman/Kıpçak Türkleridir. Karadeniz’in kuzeyindeki geniş steplerde yaşayan Kumanların büyük bir kısmı batıya yönelerek Balkanlara göçerken, diğerleri bölgede kalmıştır. Gerek Rusların, diğer Türk boylarının baskıları ve gerekse kendi aralarındaki sorunlar nedeniyle bunların bir kısmı da kafileler halinde zaman zaman Kafkasları aşarak Gürcistan’a ve Kuzey-doğu Anadolu’ya gelerek bölgeyi yurt tutmuşlardır. İlk büyük kafile, 1118’te Gürcü Kralı David tarafından davet edilmek suretiyle Gürcistan’a girdi. Yaklaşık 45.000 ailelik Kuman kitlesinin büyük bir kısmının Selçuklu sınırına yerleştirilmesi planlanmıştı. Kumanlardan teşkil etmiş olduğu birliklerle büyük başarılar elde eden David, ülkesinin sınırlarını genişletmiş ve başkentlerini Tiflis’e nakletmişti. Aynı zamanda David Oltu ve Çoruh Vadisindeki Türkmenleri bölgeden uzaklaştırarak, Kumanları yerleştirmiştir. Böylece, Ardahan, Göle, Oltu, Çıldır, Tortum, Şavşat, Ardanuç, Yusufeli gibi yöreler Kumanlar tarafından iskan edilmiş oldu. Gürcistan’a giren Kumanlar sadece askeri alanda değil, ülke yönetiminde de oldukça etkindiler. Özellikle annesi bir Kuman prensesi olan ünlü Gürcü Kraliçesi Tamara döneminde (11841214) devlet yönetimindeki etkinlikleri giderek artmıştır. Bu durum Gürcü kökenli idareciler arasında oldukça göze batmaktaydı. Bu nedenle, Kraliçe baskılara dayanamayarak baş komutan olan Kubasar Beği görevinden almak zorunda kalmıştır. Kubasar Beğ’in ahfadı da ilerleyen dönemde topraklarından ayrılıp Doğu Karadeniz dağlarını aşarak Trabzon ve Rize’ye yayılmışlardır. Etkinlikleri Osmanlı Döneminde de tımar sahibi Kumbasar oğulları olarak sürmüştür. Kraliçe Tamara döneminde Gürcistan’a ikinci büyük Kuman-Kıpçak göçü gerçekleşmiştir. Yeni gelen Kumanları eskilerinden ayırmak için “Yeni Kıpçaklar” olarak tanımlanmışlardır. Yine Kafkasya üzerinden yapılan bu göç Kuman Başbuğunun kardeşi Sevinç tarafından idare edilmiştir. 1204’te İstanbul Latin işgaline (Haçlılar) uğrayınca, Kraliçe Tamara yakın akrabası Komnenos Hanedanının varisleri olan David ve Alexius’u, Gürcistan’da Kumanlardan oluşturduğu bir orduyla İstanbul’a gönderdi. Fakat bunlardan Alexius Trabzon’u merkez edinerek, Bizans İmparatorluğunun uzantısı olan Trabzon Rum Devletini kurdu. Bu kez Trabzon Rum Devletinin kurulması ve savunulmasında hizmet eden Kumanlar çeşitli idari ve askeri görevlere atandılar. Trabzon yöresine yerleşen Kumanlar hırıstıyanlığı kabul etmelerine rağmen, Türk kimliklerinden kopmamış oldukları, hatta kendi etnik kimliğini simgeleyen Öz Türkçe isimler kullandıkları Trabzon Rum Devletine ait belgelerden ve Osmanlı döneminde tutulan Tahrir Defterlerindeki kayıtlardan anlaşılmaktadır. Trabzon Rum Devleti devrinde Giresun’dan Rize’ye kadar olan bölgeye yayılan Kuman Türklerine ait yer ve şahıs isimleri tarihi kayıtlarda mevcut olup günümüzde bile kullanılmaktadır. Kuman Türklerinin ismini taşıyan birimler; Aşağı ve Yukarı Kumanit (Sürmene/ Aşağı ve Yukarı Çavuşlu), Kumanit (Of / Kumludere), Kumanandoz Yaylası (Tonya), Kumano Deresi (Vakfıkebir), Kuman Yurdu Yaylası (Tirebolu) Kumanovacık Yaylası (Espiye), vs. şeklinde sıralanabilir. Ayrıca şimdiki Dernekpazarı’nın eski ismi “Kondu” ise tamamen Türkçe bir kelime olup, “oturdu”, “yerleşti” anlamına gelmektedir. Osmanlı fethi öncesi kurulduğu muhtemel olan Kondu’nun ismi o dönemden itibaren kullanılarak günümüze kadar ulaşmıştır. Kumanların bölgedeki varlığına en önemli delillerden biri de bugün bile kullanılan sülale ve aile isimleridir. Kumanlara bağlı Cordan sülalesinin ismi, Arhavi ve Çaykara’da köy, mahalle, dere ve tepe isimleri olarak verilmiştir. Cordanlardan başka Konguroğlu, Demircioğlu, Şişmanoğlu, Uzunoğlu, Saraloğlu gibi soy isimleri taşıyan ve oldukça kalabalık olan aileler de Kuman oymaklarının uzantılarıdır. Bölgeye ait Kuman kökenli köy ve şahıs isimlerini çoğaltmak mümkündür. Kuman oymaklarından Komar oymağı, ismini Komarit (Of/Barış) ve Komera (Trabzon/ Yalıncak ) köylerine vermiştir. Kuman özel adlarından Ayaz, Balaban, Balta, Barkan, Boğa, Çakan, Çora, Kaba, Kaban, Kaçmaz, Kara, Karaca, Karaduman, Kepenek, Koç, Koçali, Koçkar, Kolbas, Külünk, Tepret,Tolun, Toruntay, Ulaş, vs. bölgede yer ve soy isim olarak sıklıkla rastlanılmaktadır. Yukarıda bahsedilen Türk grupları genellikle bölgeye Kafkasya üzerinden giren gruplardır. Bunun dışında özellikle 1071 Malazgirt Meydan Muharebesiyle Selçukluların önderliğinde Anadolu’yu yurt edinen Oğuz boylarının bölgeye doğru sürekli bir yayılmacı etkinliği olmuştur. Bu kez, İran üzerinden Anadolu’ya yönelen göçlerle gelen Oğuzlar; Doğu, Orta ve Batı Anadolu’da olduğu kadar Karadeniz Bölgesi olarak tabir edilen Kuzey Anadolu’da da yoğunlaşmışlardır. Selçuklular devrinde bölge birkaç kez ülke sınırları içine dahil edilmek istenmiş ise de bu arzu yerine getirilememiş, fakat Trabzon Rum Devletine ait sınırlar oldukça küçültülmüş, ele geçirilen arazilere Çepniler yerleşmiştir. 13. - 14. yüzyıllarda Trabzon Rum Devletinin batı sınırı neredeyse bugünkü Trabzon Vilayeti sınırına kadar gerilemiştir. Selçuklular, ardından 14. yüzyılda Doğu Anadolu ve Azerbaycan’da sivrilip yükselen Ak Koyunlu Türk Devleti zamanında bölge, İslam hukukuna göre bir darü’l-harb diyarı olarak nitelenmiş ve yoğun akınlara sahne olmuştur. Bayburt, Erzurum, Kars ve Azerbaycan yörelerinde geçen ve 16. yüzyılda kaleme alınan ünlü Dede Korkut Hikayelerinde Trabzon hiristiyanları ile yapılan mücadeleler sık sık dile getirilmektedir. Trabzon Rum Devleti’nin, İslam toprakları ile sınır olan Çaykara ve Maçka yöreleri bu mücadelenin en yoğun olduğu uç alanlardı. Bu nedenle sözü geçen yörelere 10-13. yüzyıllar arasında Kafkaslardan girip Hristiyanlığı benimseyen Kuman Türklerinin, Müslümanlığı benimsemiş komşu Oğuz Türklerine karşı bakışını olumsuz biçimde değiştirmiştir. Fetih ve Fetih Sonrası Of 14. ve 15. yüzyıllarda Batı Anadolu ve Rumeli’de gelişmesini sürdüren ve döneminin en önemli gücü sayılan Osmanlı Devleti, 1453 yılında İstanbul’un fethiyle birlikte bir İmparatorluk seviyesine ulaşmıştır. Fatih Sultan Mehmed gerçekleştirdiği bu fethin hemen sonrasında, Anadolu’nun bütünlüğünü sağlamaya yönelerek bir takım girişimlerde bulunmuştur. Bu hedeflerden biri de Bizans’ın devamı niteliğinde olan Trabzon Rum Devletini ortadan kaldırmak, böylece doğuya (İran’a) ve kuzeye (Kafkasya’ya) doğru açılan kapıyı ele geçirmekti. Bu nedenle düzenlemiş olduğu seferle 26 Ekim 1461’de Trabzon’u feth ederek Osmanlı sınırlarına katmıştır. Trabzon’un ele geçirilmesiyle birlikte o dönemde Doğu Anadolu ve Azerbaycan’da hüküm süren güçlü Ak Koyunlu Türk Devleti ile komşu olunmuştur. Ayrıca Anadolu’da Hırıstiyanların yönetiminde kalan son bölge olan Trabzon da Türk topraklarına katılmış oldu. Fethin ardından Trabzon ve yöresi “Trabzon Sancağı” adı altında bir idari birim olarak Osmanlı idari sistemi içerisinde yerini almıştır. O dönemde Trabzon sancağı şimdiki Rize, Trabzon, Gümüşhane, Giresun (güney kesimleri hariç) illerini kapsamaktaydı. Bu günkü Of ise sancağa bağlı bir kaza merkezi olarak kalmış; Çaykara, Hayrat ve Dernekpazarı ilçeleri ise Of kazasının sınırlarına dahil edilmişti. Kısaca Of, 15. yüzyılın ortalarından 20. yüzyılın ortalarına kadar yaklaşık beş asır bölgenin merkezi konumunda kalmıştır. Osmanlı fethi sonrası kaza haline getirilen Of, Osmanlı toprak sistemine göre birçok tımara bölünüp rütbeli askerlere dirlik olarak dağıtıldı. Dirlikler bir köyün arazisinden oluşabileceği gibi, gelirinin düşüklüğüne göre birkaç köyün birleştirilmesiyle de olabilmekteydi. Dirlik veya yaygın tabiriyle tımar sahibi sipahi, kendi gelirine göre yeterli asker beslemek sorumluğundaydı. Görevleri sadece bunlarla sınırlı kalmayıp, bir takım zirai, idari ve iktisadi anlamda sorumlulukları üstlenmekteydiler. Of Kazasında tımar sahiplerinin büyük bir kısmı, Trabzon’la hemen hemen aynı dönemde fethedilen Arnavutluk ve Mora civarından yöreye sürgün olarak aktarılan Arnavut kökenli asilzadeler idi. Bunların Arnavut asıllı olduklarını 16. yüzyılda kaydedilen Trabzon Tahrir Defterlerinden öğrenmekteyiz. Defterlerde “an sürgünan-ı Mora” veya “Murad veled-i İskender Arnavud” şeklinde kaydedilen bu sipahiler, genellikle İslamiyet’i kabul ettikten sonra devletçe görevlendirilmişlerdir. Bunun yanında zaman zaman hıristiyan sipahilere de rastlanmaktadır. Bunlar da genelde yörenin ileri gelen kişileri olup sahip oldukları arazileri (Baştina) kendilerinde kalmak şartıyla devlet hizmetine girmişlerdir. Geri kalan tımar sahipleri ise Trabzon’un fethinde yararlılık gösteren askerler veya Trabzon’a yakın yörelerden bölgeye aktarılan rütbeli askerlerdi. Fetih sonrası oluşturulan tahrir defterlerinden yörede yer alan köylerin isimlerini, bunların şu anki coğrafi dağılımını, nüfusunu, mensup oldukları dinlerini, yörede yetişen belli başlı ürünleri ve bunlardan devletin sipahi vasıtasıyla tahsil ettikleri vergileri (Osmanlı mali sistemine göre resm), vs. kolayca tespit etmek mümkündür. Bölgenin Türkleşmesi ve İslamlaşması hakkında bilgiler oldukça sınırlıdır. Fakat, yöredeki ani artışı sırf ihtida yani yerlilerin İslamiyeti benimsemelerine bağlayamayız. Bu nedenle, ortaya çıkan duruma biraz kuşkuyla bakılmalıdır. Çünkü bu uçurum niteliğindeki artış ancak zorunlu iskanla açıklanabilir. Zorunlu iskana tabi tutulanların listesi olmadığından dolayı, bu iskanın ne zaman ve nerelere yapıldığı tam olarak anlaşılamamaktadır. Fakat bilinen gerçek şudur ki, Osmanlı Devletinde zorunlu iskan hareketlerinin daima uygulandığı (özellikle 14.-16. yüzyıllar) ve fethedilen yörenin Türkleşmesine önem verildiğidir. Bu bağlamda, Trabzon ve Rize yöresine gerek Orta ve Güney Anadolu’dan (Karaman - Maraş vs.) gerekse Doğu Anadolu’dan (Kars, Erzurum) ve Azerbaycan’dan Türkler tedrici biçimde getirilerek zorunlu iskana tabi tutulmuşlardır. Bunların dışında Doğu Anadolu ve Azerbaycan’da hakim olan Sünni Ak Koyunlu Türk Hanedanın yıkılıp yerine Şii Safevi Hanedanının iş başına gelmesiyle birlikte, Safevilere tabi olmak istemeyen Sünni Türk gruplar Trabzon ve Rize’ye yerleştirilmişlerdir. Bugün bile ismi geçen yörelerde çoğu kez Azeri ağzının çeşitli biçimleri belirgin olarak varlığını sürdürmektedir. Bölgenin müslümanlaşması ile ilgili olarak 16. yüzyılda bölgeye gelen Maraşlı Hoca Saçaklızade Osman Efendinin dini telkinleri çok etkili olmuştur. Geldiği dönem ve faaliyetleri hakkında çelişkilerle dolu açıklamalar mevcut ise de onun toplum üzerindeki manevi etkisinin uzun bir süre sürdüğü muhakkaktır. 17. ve 18. yüzyıllarına ait arşiv belgelerinin çokluğu sayesinde, yörenin tarihine ışık tutabilecek bir takım bulgulara ulaşabilmekteyiz. Sözü geçen dönemler genel olarak Osmanlı Devleti’nin duraklama ve gerileme dönemi olarak adlandırılmaktadır. Bu dönemde, devleti etkileyen iç ve dış sorunlar doğal olarak taşraya da yansımış, idari ve mali yapıyı etkilemiştir. 17.-18. yüzyıllarda bölge dini, ekonomik ve hukuki boyutta önemli bir hareketliliğe sahiptir. Bu dönemde yörede İslam dini kök salmış ve halkın çoğunluğu bu dine girmiştir. Of Kazası üzerine yapılan bir çalışmada, bölgede yaşayanların toplu olarak İslamiyet’e geçiş zamanının 17. yüzyıla denk geldiği öne sürülmektedir. Yine derlenen çeşitli belgelerden, sözü edilen dönemlerde bölge sakinlerini etkileyen en önemli sorunların başında, yayla-mera ve orman ihtilafları, arazi davaları, ehl-i örf olarak tabir edilen idarecilerin özellikle vergiler hususunda çıkardıkları zorluklar, usulsüz uygulamalar ve eşkıya olayları gelmektedir. Bütün bu sorunların yanında, yöre sakinleri devletin öngörmüş olduğu sorumlulukları yerine getirmeye çalışarak günlük hayatına devam etmiştir. Bunun en güzel örneklerinden biri de 1694 tarihinde, devam etmekte olan Osmanlı – Avusturya Savaşı için Trabzon ve ona bağlı kazalardan toplam 7.700 nefer temin edilmesidir. Bir belgeye göre; Macaristan Seferi için Trabzon yöresinden temin edilen “mecmu’ 7.700 neferden başka zikr olunan kazalarda sakin ağa ve çavuş ve emlak sahibi kudretli zevattan her ne kadar varsa bayrak açtırub ve üzerlerine başbuğ nasb ve Ruz-ı Hızırda” Edirne’de toplanılması emredilmiş ve Of Kazasından 1000 nefer gönderilmesi uygun görülmüştü. 1788 yılında ise Karadeniz’in Kafkasya sahillerindeki Anapa ve Soğucak kalelerinin Rus Kossaklarının saldırılarına karşı savunulması için Trabzon Sancağından asker toplatılması emredilmiş ve Of Kazasından Sarıalioğlu 200, Canoğlu 150 ve Saraçoğlu 200 nefer askerle bu sefere iştirak etmiştir). Bölgede meydana gelen karışıklıkların başında halkı oldukça bunaltan ve çevreyi etkisi altına alıp dilediği gibi sömüren eşkiyalar gelmekteydi. Of Kazasının bütününde, özellikle 18. yüzyılda yaygınlaşan eşkiyalık hareketleri, sosyo-ekonomik açıdan köyleri harabeye çevirmiştir. Bu hareketler yöreyi oldukça etkilemiştir. Çünkü, bölgenin dağlık ve ormanlık arazilerle çevrili olması meskun köylerin ve hanelerin dağınık olması, eşkiyalık hareketleri için oldukça elverişli şartlar oluşturmaktaydı. Bu eşkiyalık hareketlerinin birinde, bölge tarihi için oldukça mühim bir gelişme ortaya çıkmıştır. Bu gelişme 1709 (Hicri 1121) tarihinde bölgede vuku bulan kargaşanın önlenmesi için bazı köylerin zorla boşaltılıp Kafkasya’nın Karadeniz kıyılarında yeniden inşa edilen Anagra (Gagra) kalesine toptan sürgün edilmesidir. 1709 (1121) tarihli bir fermanda zorla iskan hareketinin hangi olaylar sonucunda ortaya çıkmış olduğu detaylı bir şekilde anlatılmıştır. Trabzon Valisi Abdullah Paşa’ya gönderilen bu fermana göre, avarız ve bedel-i nüzüllerin (olağanüstü vergiler) tahsili için Of kazasına gönderilen görevlilere, kazaya bağlı Zeno (Akköse), Kondu (Dernekpazarı), Zisino (Bölümlü), Hola-i Kebir, Kadahor (Çaykara), Paçan (Maraşlı) ve Fotinos (Kabataş) köyleri ahalileri ile adı geçen köylere dışarıdan gelip yerleşen bazı kabilelere mensup kişiler engel olmaya çalışmışlardır. Talep edilen vergilerin toplanması için yapılan ihtarlara aldırış etmemiş, üstelik silahlanıp sarp mahallere yerleşmiş ve yakın köylerden de yandaşlar bularak hareketlerine devam etmişlerdir. Ayrıca adı geçen gruplar eskiden beri kurulan hafta pazarını da bulunduğu mevkiden yıkıp kendilerine yakın yere nakletmeleriyle birlikte olaylar büyümeye başlamıştır. Bu kez eşkiyalar bölgedeki diğer köylere saldırarak yağmalama, ırza geçme, zorla nikahlama suretiyle çevrede baskı ve kötülüklerini artırmışlardır. Üstelik, Of Kadısının evini de basarak tehdit etmiş ve yağmalamışlardır. Bütün bunlardan dolayı, eşkiyalığın kontrol altına alınabilmesi için başka bir bölgeye zorunlu sürgüne tabi tutulması kararlaştırılmıştır. Bu nedenle karar gereğince adı geçen köy ahalileri ile dışarıdan gelen kabile mensuplarının “... Gürcistan hududunda indiha-i serhaddi İslamiyede müceddiden bina olunan Anagra Kal’ası havalisine vaki’ arazi-i hali ani’r-ra’iye ve ikamet ...” için gönderilmesi uygun bulunmuştur. Bu iskan hareketinin gerçekleştirilmiş olduğu bir yıl sonra gönderilen başka bir belgeden anlaşılmaktadır. 18. yüzyıl başında ortaya çıkan bu olaya ve sonuçlarına bakıldığında; Günümüz Çaykara’sının üç yerleşim birimi (Kadahor, Paçan ve Fotinos) ve 1990’a kadar Çaykara’ya bağlı olan Kondu (Dernekpazarı) İlçesi ve ona bağlı Zeno (Akköse) Köyü ile Of İlçesine bağlı Zisino (Bölümlü) ve Hola-i Kebir köyleri bu durumdan etkilenmişlerdir. Tümü Solaklı Vadisinde bulunan köylerin sakinlerinden hepsinin mi yoksa bir kısmının mı gönderildiği belli değildir. Fakat, bölgenin bu olaydan derinden etkilendiği ve nüfusunun bir kısmını kaybettiği bir gerçektir. Eşkiyalık hareketleri bununla sınırlı değildir. Örneğin 1711’de (hicri 1123) Of Kazasına bağlı çeşitli köylerde meskûn ahaliden oluşan bir eşkıya çetesinin, çevre köylere baskınlar düzenleyip yağma, katliam ve ırza saldırı olaylarını gerçekleştirdiği, bu nedenle kadın erkek birçok kişinin bunlara hedef olarak boğazlanması karşısında, ormanlık ve dağlık arazilere sığınan çetenin yakalanıp cezalandırılması emredilmişti. Bu vahşi çetenin 19. YY’da yaptığı acı olaylar Ofluların yaşadığı en acı olaylardandır. 19. yüzyıla gelindiğinde genel olarak Osmanlı Devleti’ni uğraştıran “Ayanlar Meselesi” ön plandadır. O dönemde, merkezden bağımsız olarak taşraya hakim olan yerel ayanlar, devlet içinde devlet misali hakim oldukları yöreleri dilediğince idare edip halkı iktisadi ve idari anlamda kendi amaçları doğrultusunda kullanma yoluna gitmişlerdir. Bu durum, ülkenin Rumeli ve Anadolu vilayetlerinde oldukça yaygınlaşmış ve devlet otoritesinin azalmasına neden olmuştur. Ayanların taşradaki bu olağanüstü nüfuz mücadelesi merkezi yönetimi uzlaşmacı yöntemlere itmiştir. Bu nedenle Padişah II. Mahmud 1808’de, ayanlarla “Sened-i İttifak” adı altında uzlaşmacı bir belge imzalayarak onların varlığını kabul etmiş ve devleti dağılmanın eşiğinden geri çekmeye çalışmıştır. Ayanların yol açmış olduğu bu kargaşa döneminde Osmanlı Devletindeki Ayan İsyanlarının en yoğun ve en etkin olduğu yörelerden biri de Samsun’dan Batum’a kadar uzanan Trabzon Eyaletiydi. Bu bölgede gücü elinde bulunduran ayanlar 1814–1834 yılları arasında beş ayrı isyan gerçekleştirmişler ve bölgeyi zaman zaman tümüyle kontrol altına almışlardır. Ayrıca bölgedeki ayanların, kendi aralarında akrabalık tesis ederek güçlerini ve dostluklarını pekiştirmesi merkezi otoriteyi oldukça güç durumda bırakmıştır. Örneğin, bölgede en etkin durumda bulunan Tuzcuoğlu Memiş Ağa’nın 1817’de Of’ta katledilmesinden sonra ortaya çıkan isyanlarda (1818-1821) damadı Kalcıoğlu Osman Bey ön plandadır. Çevrenin zengin ve saygın ailelerinden olan TUZCUOĞULLARI’ndan TUZCUOĞLU Memiş Ağa Osmanlı Devletinde Ayan rütbesine ulaşmış. (Rize Ayanı) O sırada Trabzon Valisi olan Haznedaroğlu Süleyman Paşa ile para sorunu yüzünden anlaşamadığı ve büyük bir ihtimalle de halktan alınan vergilerin devlete ulaştırılmaması, halka yaptığı baskılar onu devletle karşı karşıya getirmiştir. Tuzcuoğlu Memiş Ağa İsyanı (1814-1817) yaklaşık üç yıl kadar sürmüş ve Hopa’dan Ordu’ya kadar bütün bölgeyi etkilemiştir. İsyan döneminde Trabzon Şehrini ele geçirmiş (1816) bunun sonucunda, merkezi otoriteyi temsil eden görevliler (vali, kaymakam, vs. ) şehri terk ederek Ünye’ye sığınmışlardır. Merkezi otoritenin Memiş Ağa’nın işgalleri sonucunda sarsılmasıyla harekete geçen hükümet güçleri, Trabzon’u karadan ve denizden kuşatmış, ayrıca Memiş Ağa’nın yanında yer alan bir takım güçleri de kendi saflarına çekerek etkisiz hale getirmişlerdir. 1816 yılı Ağustos’unda işgal edilen Trabzon, yaklaşık 4 ay sonra tekrar hükümet kontrolüne girmiştir. Bu hareket sonucunda Rize’ye kaçan Memiş Ağa, burada tutunamayacağını anlayınca Of’a yönelerek, Çakıroğlu İsmail Ağa’ya sığınmıştır. Trabzon Valisi, Memiş Ağa’nın ortadan kaldırılması için Padişaha müracaat ederek Erzurum Valisinin de emrindeki kuvvetlerle Bayburt – Çaykara üzerinden hareket etmek suretiyle bölgedeki hükümet güçleriyle birleşerek Of’un kuşatılmasını istemiştir. Nitekim, bu harekat gerçekleştirilerek 26 Ekim 1817’de Tuzcuoğlu Memiş Ağa, misafir olarak bulunduğu Of’un Maki (Pınarca) köyünde yakalanarak idam edilmiş ve ilk Tuzcuoğlu isyanı bastırılmıştır. Vasiyeti üzerine Mezarı Alano Makot köyündedir. Ardından tekrar alevlenen ayan isyanları (ki yine Tuzcuoğulları ön plandadır) 1834’te tümüyle bastırılmış, merkezi otorite tekrar kurularak bölgenin iç emniyeti sağlanmıştır. 1876 tarihli Trabzon Vilayet Salnamesinin Of Kazasına ait bilgilerine bakıldığında, 16. yüzyıldan 19. yüzyıla kadar geçen sürede bölgede bir çok değişikliklerin olduğu gözlenmektedir. Bu değişikliklerden birincisi, köy seviyesinde bulunan yerleşim birimlerindeki artıştır. Bilindiği gibi, 1583 tarihli Trabzon Sancağı Tahrir Defterinde 75 adet köy var iken, bu sayı yenileri de eklenerek 1876 tarihli Vilayet Salnamesinde 100’e ulaşmıştır. Bu köylerden yaklaşık 40 adeti günümüz Of İlçesi sınırlarında kalmış, diğerleri Çaykara ile yakın dönemde ilçe statüsüne getirilen Dernekpazarı ve Hayrat ilçelerine bağlanmıştır. Buna göre günümüz Of İlçesi göz önünde bulundurulduğunda, nüfusu 6.353’ya (kadın nüfusu ile yaklaşık 13.000), hane sayısı 1.623’e ulaştığı ve daha çok vadi yamaçlarında yoğunlaştığı anlaşılmaktadır. Bu arada, nüfusu kalabalık olan köyler (erkek nüfusu 200’ü aşanlar) Zisino (Bölümlü), Çufaruksa (Uğurlu), Küçükhol (Cumapazarı), Melinoz (Ballıca), Mapsino (Gürpınar), Mavrant-ı Ulya (Fındıkoba), Çoruk (Erenköy), vs. şeklinde sıralanmaktadır. Diğerleri ise orta ve küçük ölçekli yerleşimleri birimleri görünümündedir. Aynı tarihte eldeki verilerden İslam dininin bölgeye tümüyle egemen olduğunu görmekteyiz. Çünkü, istatistik veriler incelendiğinde gayr-i Müslimlerin ödemekle yükümlü oldukları “bedel-i askeriye” vergisinin, aşağıdaki tabloda da görüleceği gibi bir iki köyde ödendiği (3.437 kuruş) anlaşılmaktadır. Yine aynı verilere göre, Of Kazası (bu günkü Of, Çaykara, Hayrat ve Dernekpazarı ilçeleri) dahilinde tahsil edilen bedel-i askeriye (toplam 8.132 kuruş) vergisinin % 42’si şimdiki sınırları içinde kalan Zisino, Calek ve Halt köylerindeki Hıristiyanlardan toplandığı ortaya çıkmaktadır. Örneğin 1872 tarihli Vilayet Salnamesinde Of Kazasına bağlı toplam 103 köyde, sadece 83 hanelik bir hırıstıyan nüfus barınmakta olup, bunların büyük bir bölümü şimdiki Hayrat İlçesine bağlı birkaç köyde meskûn durumdaydı. 1876 Vilayet Salnamesi verilerinden, yörede kırsal yaşama hakim olan tarım ve hayvancılığın en önemli geçim kaynağı olduğu anlaşılmaktadır. Bu verilerde, Of Kazasına bağlı köylerde yetiştirilen büyük ve küçükbaş hayvanlar ayrı ayrı listelenmişlerdir. Listede yer alan yöresi köylerinin yaylalara yakın olması ve bölgenin bu açıdan büyük bir potansiyele sahip olması dolayısıyla, hayvancılığın oldukça önemsendiğini gözler önüne sermektedir. Yine aynı verilerde, şimdiki Of İlçesinden toplanan vergilerde “Aşar Vergisi” 209.794 kuruşla ilk sırayı almakta, ardından diğer karma vergiler (toplam 125.564) gelmektedir. 1876 yılı istatistik verileri incelendiğinde, Of Kazası geneli ile bugünkü Of İlçesi karşılaştırıldığında oldukça ilginç oranlar ortaya çıkmaktadır. Buna göre, köylerin yaklaşık % 39’u (Of 41, toplam 103); nüfusun (sadece erkek nüfus) % 26,7’i (Of 6.353, toplam 23.772); hanelerin % 27.4’ü (Of 1623, toplam 5.920); aşar vergisinin % 29.4’ü (Of 209.794, toplam 715.888); ve diğer karma vergilerin % 38’i (Of 125.564, toplam 329.774) günümüz Of İlçesinin payına düşmektedir. Of Kazasının genelini göz önünde bulundurursak, ortaya çıkan oranların günümüz Of İlçesinin için hiçte küçümsenmeyecek derecede olduğunu düşünebiliriz. 1914’TEN SONRAKİ OLAYLAR VE OF’UN İŞGALİ Of yöresinin yaşadığı en önemli tarihi olaylardan birisi de Haziran 1914’te fiilen başlayan I. Dünya Savaşı ve onun getirmiş olduğu yıkımlardır. Bilindiği gibi Avrupa’da savaş henüz çıktığı yıllarda, Osmanlı Devleti, savaşan grupların her hangi birine katılmayarak tarafsız kalmıştı. Fakat gelişen olaylar, Osmanlı Devletini de Almanya’nın liderliğindeki “İttifak Devletleri” safında savaşa sürüklemiştir. Jeopolitik açıdan oldukça önemli bir konumda bulunan Osmanlı Devleti’nin savaşa katılmasıyla birlikte, cepheler çoğalmış ve İttifak Devletlerinin Avrupa’daki işleri hafiflemişti. Türk insanı, yurt savunması için Irak, Kanal (Filistin), Çanakkale, Kafkasya, vs. gibi cephelerde aynı anda savaşmak zorunda kalmış ve büyük zayiatlar vermiştir. Bunlardan Kafkasya Cephesi, Doğu Anadolu üzerinden Rusya’ya karşı açılanıdır. Bu cephenin açılmasındaki esas amaç, Kafkasya’dan girip Rusları arkadan kuşatmak ve Doğu Avrupa’da etkisiz hale getirmekti. Fakat umulan olmadı ve kış mevsiminde Sarıkamış üzerinden Ruslara karşı yapılan taarruz, büyük bir talihsizlik ve ağır bir yenilgi ile sonuçlandı. Rusların karşı harekâta başlamaları ile birlikte, bütün Doğu Anadolu ve Doğu Karadeniz bölgeleri tehlike altına girerek, Osmanlı Ordusunun tedrici olarak geri çekilmesine neden olmuştur. İki yönden ilerleyen Rus kuvvetleri, 1915-1916 yıllarında Erzurum, Bayburt, Muş, Van, Bitlis, Erzincan, Rize, Trabzon ve Gümüşhane’yi ele geçirerek Anadolu’yu tehdit eder duruma gelmişlerdir. Erzurum ve Trabzon yönünde ilerlemeyi hedefleyen Rus kuvvetleri, Erzurum yönünde hızlı hareket ettiği halde, aynı hızı denizden de desteklenmesine rağmen Trabzon yönünde Karadeniz sahilinden düzenlediği işgal hareketinde gösteremedi. Bunun en önemli nedenleri arasında, arazinin oldukça engebeli ve savunmaya elverişli olması önemliydi. Ayrıca, bölge ahalisinin toplanarak oluşturdukları çetelerle de vur-kaç taktiği uygulayarak Rusları yer yer durdurmaya muvaffak olmuşlardır. Bu yüzden sahilden Trabzon’a doğru yapılan Rus işgal harekâtı ilk anda sadece kıyı kesimiyle sınırlı kalmış ve iç kesimlere etki edememiştir. İlerleyen Ruslar, 24 Şubat 1916’da Rize’yi, 15 Mart 1916’da Of’u, 18 Nisan 1916’da Trabzon’u işgal ettiler. Rus işgaline karşı ilk önemli yerel direniş Rize’nin işgalinden hemen sonra Of ile Rize arasındaki Baltacı Deresi’nde olmuştur. Bu direniş yaklaşık bir ay kadar sürmüştür. Of’un işgalinden sonra da daha çok yörenin iç kesimlerinin savunulmasına yönelik küçük boyutlu ve dağınık biçimdeki çete faaliyetleri devam etmiştir. Of’un işgali beraberinde, Solaklı Vadisinin savunulması için düzenlenen direnişi getirdi. Ruslar yöredeki direnişi kırarak Soğanlı ve Demirkapı geçitlerinden Bayburt Ovasına inmeyi, dolayısıyla buradaki Rus Ordusuyla birleşmeyi hedeflemişti. Bir ikinci hedef olarak da Çaykara’nın batısında bulunan yüksek yaylaları aşıp, dağlardan aşağı inerek, sahilde ilerleyen Rus ordusunu uğraştıran Türk direnişçilerini etkisiz hale getirmek ve işgali kolaylaştırmaktı. Hedeflerini iyi belirlemelerine rağmen, Rusların bu tasarısı ilk aşamada pek faydalı olamamıştır. Zira yörenin gerçek sahipleri olan Türk çeteciler, Ruslara büyük kayıplar verdirdiler. Fakat sayıca üstün olan Ruslar, bir süre sonra Çaykara’nın aşağı kesiminde yer alan köyleri Şinek’e (Ataköy) kadar işgal etmeyi başardılar. Yöre halkı, kıyıdan uzakta olduğu için Trabzon’un sahil kesimindeki halk gibi muhacir çıkmaya fırsat bulamadığından, daha çok dağlara doğru çekilmiş ve direnişlerine devam etmişlerdir. Ruslara karşı önemli direnişlerden biri de yine Çaykara sınırları dahilinde bulunan Sultan Murat Yaylasında vuku bulmuş, büyük kahramanlıklar gösterilerek yörenin savunulmasında örneği görülmemiş çarpışmalar meydana gelmiştir. I. Dünya Savaşı sırasında Osmanlı devleti ordusu 20 Aralık 1914-14 Ocak 1915 tarihlerindeki Sarıkamış harekatında ağır kış şartları nedeniyle başarısız olunca geri çekilir. Bunu fırsat bilen Rus orduları Ermeni çeteleri ile birlikte karşı taarruza geçerler. 27 Mart 1915’te Artvin, Ruslar tarafından işgal edilir. 28 Mart’ta Hüseyin Avni Paşa “Lazistan Havalisi” kumandanlığına getirilir. Ruslar, daha önce İngilizlerle anlaşarak doğuda İran’ı, kıyıda da Trabzon’u istilaya karar vermişlerdir. Gayeleri, Trabzon limanını ikmal yeri olarak kullanıp bütün Anadolu’ya sahip olmaktı. Bunu gerçekleştirmek için yoğun gayret göstermişler ve hızla Trabzon üzerine harekete geçmişlerdir. Rize’yi işgalden sonra Rus ordusu bir mukavemet görmeden Of’un Eskipazar mevkiine kadar ilerledi. Bölge komutanı Hüseyin Avni Paşa da karşı mukavemete geçmek için Of’a geldi. Bölgedeki çarpışmalar sebebiyle “Lazistan Müfrezesi”nin yekünü 4000’den 700’e inmişti. Avni Paşa’nın düşmanı geri püskürtmek için yoğun bir faaliyete girdiği anlaşılmaktadır. Nitekim Of kazası dahilinde bulunan ağalardan Hacıfazlıoğlu Behram Ağa, Çakıroğlu İbrahim Ağa, Hacıfettahoğlu Abdullah Ağa, Sarıalioğlu Ömer Ağa, Osman Celebioğlu İbrahim Ağa, Çakıroğlu Hasan Efendi ve Çakıroğlu Halim Ağa’ya gönderdiği emirde, bunların mıntıkalarında bulunan “Harbe ve darbe” muktedir kişilerin toplanmasını istemiştir. Lazistan Kumandanı Avni Paşa Pazarönü köyünde 28 Şubat 1916’da Of ileri gelenlerine yaptığı konuşmada şunları söylemiştir: “Burada düşmanla savaşacağız. Askerlerimle birlikte düşmanla savaşmak isteyenlere silah vereceğim. Savaşmak istemeyenler olabilir, onlar da askerlerim için cephane taşısınlar. Bunu da yapmayan olursa, askerlerim için istihkâm kazsınlar. Bunu da yapmam diyen olursa askerlerime dua etsinler. Bunu da yapmam diyenleri Vallahi asarım, billahi asarım.” Bu arada Of Müftüsü Bakkaloğlu Hüseyin Efendi’ye de bir mektup göndererek orduya asker tedariki için her türlü yetkiyi vermiştir. Avni Paşa, geri çekilen askerlerle Of’un bütün köylerinden ve yakın kazalardan toplanan gönüllülerle Baltacı Deresi’nin batı yanında Ruslara karşı bir savunma hattı oluşturdu. Bu savaşa Trabzon Hapishanesindeki mahkumlarda izin alarak, bir müfreze halinde gönüllü olarak katılmışlardır. Baltacı deresindeki Türk direnişi karşısında Ruslar şaşkına dönmüştü. Türk kuvvetleri, Rusları İyidere’nin gerisine atmıştı. Bu arada Of halkı arasında örgütlenmeler baş göstermeye başlamıştır. Of’da Milis kuvvetleri oluşturulmasında özellikle üç isim oldukça önemlidir. Bunlar: Çakıroğlu İsmail Ağa, Sarıalioğlu Ömer Ağa, Cansızoğlu İbrahim Ağa’dır. Bu kişiler Of havalisinde nüfuzlu ailelerin önde gelen isimleri oldukları için bu örgütlenmede başı çekmişlerdir. Of’ta oluşturulan bu yerel güçlerle düşman arasındaki bir aya yakın İyidere ve Kelali (Kumludere) sırtlarında çetin savaşlar olmuştur. Bu savaştaki cephe durumları: Kuvvetler: Türk Ordusu, 11.000 kişi-Rus ordusu, 37.000 kişi Cepheler: Eskipazar-Kuruş (Sivrice Hattı) Kuruş-Keler Sahil boyu (Kıyıcık Ayazma Sırtları) Bu cepheler stratejik bir önem de taşırlar. Çünkü Kelali ve Kuruş havzası düşmanı tam karşılayan ve aynı zamanda Karadeniz’den doğabilecek bir düşman hamlesini de görme pozisyonuna sahiptir. Nitekim de herşey planlandığı gibiydi. Düşman karşıdan görünüyordu. Deniz ise kontrol altında tutuluyordu. Ruslar düzenli orduyla savaşırken, Türkler de yakın ilçelerden toplanmış milislerden oluşan kuvvetlerle savaşıyordu. Savaşın en şiddetli belirgin günleri şu tarihlerdir: 7 Mart 1916: Düşman ilk saldırıya başladı. Düşman Baltacı deresinden geri atıldı. 26 şehit verdik. 8 Mart 1916: İki gün savaş yapıldı, düşman geri çekildi. 10-11 Mart 1916: Düşman karadan ve denizden saldırdı. Çevre yakıldı. 200 kumandan 380 şehit verdik. 12 Mart 1916: 11. Alayımız Sürmene’ye nakledildi. Kelali tepelerinden verilen kahramanca savaş başarısız sonuçlandı. Çevreden göç başladı. 13 Mart 1916: Savaş her iki taraf bütün şiddetiyle devam etti. Rus donanması savaşa girdi. 14 Mart 1916: Türk’ün Oflu’nun göğsünü kabartan bir savaş oldu. Düşman 600 ölü, 800 yaralı verdi. Öyle ki Sakarya’dan önce Baltacı deresi kana bulandı. 15 Mart 1916: Donanma sığınağından Ruslar karaya asker çıkarmaya devam etmişler. Rus ordusu bütün gücüyle sivil halkın üzerine yüklenmiş ve onların ölülerinin üzerinden geçerek 15 Mart 1916’da Of’a girdi. Ruslar Of’a girdikten sonra sahilden batıya doğru (Sürmene) Solaklı vadisinden de Taşhan, Cumapazarı ve Kondu (Dernekpazarı) ya doğru ilerlemeye başlamıştı. Bölge tamamen işgal edilmişti. Göçlerin başlamasıyla düşman Of’ta kimseyi göremedi ve buna şaşırmıştı. Ruslar Solaklı vadisinde yukarı doğru giderken Oflular yine çete savaşlarıyla Rusları geri püskürtmeye çalışıyorlardı. Ama Rusların İspir’e asker çıkarmasıyla Of tamamen işgal edilmiş oldu. Rus kuvvetleri, Dernekpazarına gelmeden iki gruba ayrıldılar. Birinci grup Bölümlü-Erenköy (Zisino-Çoruk) vadisinden Kacalak Dağına çıkarak, Manahos vadisine kaçmış ve Seveho (Ormanseven), Cida (Dirlik), Aksu ve Günesera (Köprübaşı) köylerini ele geçirmişlerdir. Bu gruptan bir kol İstalya Dağından kuzeye doğru ilerleyerek Humurgan ve Zarha sahiline inerek 30 Mart 1916’da Sürmene’yi işgal etmiştir. İkinci grup ise Dernekpazarından Çaykara istikametine yol alarak Çaykara’yı ele geçirirler. Buradan da Ataköy (Şinek)e çıkarak burada karargâh kurarlar. Rus orduları kumandanı Çaykara (Katahor)da ordugâh kurup, faaliyetleri izlemek için her gün Ataköy’e çıkardı. Çaykara’dan takviye kuvvet alan Ruslar Ataköyden Uzungöl (Serah) ve Sultan Murat istikametinde işgal faaliyetlerine devam ettiler. Rusların niyeti, Çaykara ve Sürmene’de bulunan vadilerden güneye doğru sarkarak Çoruh vadisinden ilerleyen kuvvetleri ile bağlantı kurup Bayburt’u ele geçirmek idi. 20 Nisan 1916’da Rus kuvvetleri Madur Dağı’nın güneyinde Leman Suyu ve Hanları ve Öküzlü yaylasına kadar ilerler. Ancak Leman Suyu’ndan mevzilenmiş olan Türk kuvvetleri tarafından geri çekilmeye mecbur edilir. Ruslar güneye doğru ilerlerken köylerde ve yaylalardan büyük katliamlar yaparlar bu katliamları Ermenilere yaptırırlar. Ruslar güneye doğru silah, cephane ve asker sevk edebilmek için Solaklı deresi ve Sürmene’nin Karadere vadilerine yol inşaatına başladılar. Bu yolları birbirine bağlamak için yaylalar kesiminde, doğu-batı yönünde halk arasında “Top yolu” olarak anılan geniş patikalar inşa ettiler. Yol yapımında köy ve yaylalarda bulunan çocuk ve ihtiyarları çalıştırdılar. 28 Nisan 1916’da Çaykara’nın güneyinde bulunan Karaçam (Ogene) köyünden ilerleyen Rus kuvvetleri, Soğanlı Dağlarında bulunan askerlerimiz tarafından durdurulur. 3 Mayıs’ta Mecit yaylalarının kuzeyinden Karakaban Dağı’na ve Soğanlı dağlarında yayla önüne ilerlemeye çalışan Rus güçleri geri püskürtülür. 10 Mayıs’ta Soğanlı cephesinde Arpaözü (İpsil) köyüne doğru ilerleyen Rus kuvvetleri, bu bölgede bulunan Gagart geçitinden Bayburt’a varamayacağını anlayan Ruslar kuvvetlerini batı yönüne kaydırarak Sultan Murat tepelerini tuttular. Sürmene’nin Karadere vadileri boyunca ilerleyen bir Rus kolu da Arpalı-Yarımca tepelerine mevzilendi. Ruslar’ın keşif kolları Leman Suyu’na kadar uzanmıştı. 13 Mayıs 1916’da Leman Suyu ve Heneke’ye saldıran Rus kuvvetleri geri püskürtülür. Ruslar, Solaklı’nın doğusundan tekrar taarruza geçmek için Ataköy’deki kuvvetlerine takviye yaparlar. 14 Mayıs 1916’da Ataköy’den hareket eden bir Rus kolu, Demirkapı’ya gelir ve burada Milisler tarafından kovulur. 15 Mayıs’ta Ziyaret dağı-Taşkesen cephesine Ruslar’ın yaptığı saldırı geri püskürtülür. 16 Mayıs’ta tekrar Demirkapı’ya bir tabur ve 4 mitralyözle saldırıya geçerler. Beş saat süren çarpışmalardan sonra milislerimiz geri çekilmeye mecbur kalır. Of’un yukarı kesimlerinde (şu anki Çaykara ve Dernek ilçeleri sınırları içerisinde) savaş devam ederken, sahil kesiminde ise durum şöyle idi: Of kesin işgal edilince Of’ta, Of’a bağlı merkezi konuma sahip iç kısımlarda savaş teşkilatları oluşturuldu. Bölgede savaş görevlileri: Trabzon Valisi Cemal Azmi Bey, Kaza İdaresi Amiri, Müftü Bakkaloğlu Hüseyin Sabri Efendi, Of Bölgesi Kumandanı Binbaşı Ethem Necdet Bey. Of Bölgesi Savaş Teşkilatı: Çakıroğlu Hasan Efendi, Sarıalioğlu Ömer Ağa, Saitoğlu Hasan Efendi, Sadullah Efendi, Çakıroğlu Rüstem Ağa, Tellioğlu Halim Ağa, Nuhoğlu Esat Gençağa, Kancaoğlu Rasim, Kemaçoğlu Reşit, Boturoğlu Hasan, Hacı Bektaşoğlu Ömer, Ramoğlu Hafız Ahmet, Abdikoğlu Sefer, Hüseyin, Ahmetefendioğlu Hacı Mustafa. Taşhan Teşkilatı: Hacı Haşim, Balek Kamil, Gevrekoğlu Abdullah. Araköy (Cumapazarı) Teşkilatı: P.Salihoğlu Mehmet, Hacı Paşalıoğlu Mehmet Tufan, Memişoğlu İsmail Efendi. Serindere (Yarakar) Teşkilatı: Horozoğlu Hasan, Ahmetoğlu Osman Bey, Hacı Mustafaoğlu Mahmut. Dernek (Kondu) ve Çaykara (Katahor) savaş teşkilatları da kurularak düşmanın iç bölgelerdeki girişini engellemek gaye edinilmişti. 2 Nisan’da Karadere hattına ilerleyen Rus kuvvetleri, burada mevzilenen askerler tarafından durdurulur. 3 Nisan’da Trabzon’a silah ve cephane boşaltan Midilli gemisinin Sürmene önlerinde bir Rus gemisini batırır ve Sürmene’deki Rus kuvvetlerini bombalar. 8 Nisan’da Sürmene’ye denizden 5000 asker çıkartan Ruslar bütün güçleriyle Karadeniz’deki Türk mevzilerine yüklenerek, yanlara doğru tırmanırlar. Karadeniz’deki Aho Tepesi Türk cephesinin merkezi idi. Çanakkale’den henüz gelen alaylar siperlerdeki yerlerini almadan direnişin 12. gününde buradaki Türk kuvvetlerinin bir kısmı dağlara doğru çekilirken bir kısmı da Trabzon’a doğru çekilir. 15 Nisan 1916’da Karadeniz’den geçen Ruslar 18 Nisan’da Trabzon’u işgal ederler. Sürmene ve Of vadilerinden Bayburt istikametine ilerleyen Rus kuvvetlerinin amacı Kop Dağı ve Çoruh vadisinden ilerleyen Rus kuvvetleriyle birleşerek Bayburt’taki 3. Ordumuzu imha etmekti. Bayburt’taki 3. Ordumuz, karşı taarruza geçerek Sürmene-Of istikametinde denize ulaşmayı ve Rus kuvvetlerini imha etmeyi ve Trabzon’u kurtarmayı planlıyordu. Hazırlıklarını tamamladıktan sonra 1916 yılının Haziran ayında harekete geçti. Sultan Murat’tan (Çaykara) Pistoklu Hanları (Maçka) arasındaki 60 km’lik cephede gece baskını şeklinde hücuma geçtiler. (22 Haziran) 29. Alayın 1. ve 4. Taburları ile Milo müfrezesi Sultan Murat istikametindeki Yarmice sırtlarına, 23. fırka Bahçecik-Salarot istikametine hücum eder. 22 Haziran sabahı 9. fırka Uladur dağını, 33. fırka Polut dağını 1 günlük muharebeler sonucu 1500 esir alınmış, 3000 kadar Rus askerini de ortadan kaldırmıştı. 23 Haziran 1916 günü, Çoruh Cephesi Sol Cenah Müfrezesi Solaklı deresi boyunca, Of istikametinde çekilen Rus kuvvetlerini takip etti. Rusların 23 Haziran 1916 saat 04.00’te, 33. Piyade tümeni cephesine Polat’ta başlattığı taarruz, saat 13.30’da süngü hücumu ile geri atıldı. Rus perişan bir halde Sürmene istikametinde çekilmektedir. 23 Haziran 1916 yılında çoğu Çanakkale Savaşından dönen Miralay Kazım kumandasındaki birliğimiz Ruslar’ın keşif kolunu Sürmene’nin Yurt yaylasında pusuya düşürerek tümünü süngüden geçirmiştir. Yörede çete savaşları devam ederken ikinci büyük taarruz Sultan Murat Tepesi’nde başladı. Alayın Sultan Murat Hanları önünde başlattığı taarruzda 50100 metre aralıklarla kazılan siperlerde boğaz boğaza bir mücadele yapıldı. Topçu ateşi desteğinde Rusların bütün siperleri ele geçirildi. Burada Ruslar’a büyük zayiat verildi. Ruslar’ın kayıpları 1000’den fazla ölü ve çok sayıda esirdir. Daha önce birliği ile burada şehit olacağını gören Seyfeddin Bey ve kahraman Mehmetçikler Şüheda tepesini Ruslar’dan almayı başardılar. Fakat bir subay, bir astsubay ve 70 er şehit verdik. Ruslar Şüheda Tepesindeki bozgundan sonra Kazan Kıran mevkiine kadar püskürtülmüştür ve buradaki ormanlık bölgeye giren Rus askerlerinin birçoğu çevre köylerden gelen köylüler tarafından öldürülerek silahları alınmıştır. 27 Haziran’da Harmantepe-Kabanbaşı hattında 36 saat devam eden muharebelerde 60. Alayımız 7 zabıt ve 150 nefer şehit vererek Rusları geri püskürttüler. Türk kuvvetleri sahile inerek Trabzon’u kurtarmak için emir beklerken Rusların Kop ve Çorup istikametinde Bayburt’taki 3. Ordu ile taarruzları şiddetlenince hareket yavaşlar. 16 Temmuz’da Bayburt’un Ruslar tarafından işgal edilmesi üzerine Türk kuvvetleri çember içinde kalmamak için Harmantepe mevzilerini gelen bir emir üzerine boşaltarak süratle Nil ve Zülfe dağı istikametine çekilirler. Günümüzde Harmantepe ve Sultanmurat şehitlerinin mezarları olması münasebetiyle, bu yerler halkça ziyaret mekânları olarak kabul edilir. Düşman Of’a iyice yerleşmesinden sonra Of’lu için zor günler başlamış oludu. Düşman zulmüne uğramak istemeyen ve de düşmanı kendi memleketinde görmek istemeyen Of’lular düşmanın gitmediği yerlere göçe başladılar. Muhacirlik halkı alıp götürüyordu. Bu göç sahilden batıya doğru idi. Ta ki Terme, Çarşamba, Samsun ve Bafra’ya kadar uzanan bir göçdü bu, Halk, neyi var neyi yok önüne katarak ve muhacirlik türküleri söyleyerek uzun ama yorucu bir yolculuğa bıraktı kendini. Of’ta kalan halk ise kıtlıktan, hastalıktan bir türlü kurtulamıyordu. Üstü üstüne Of’ta bulunan Rumlar, Ermeniler, Urus kışkırtması ile Oflular’a büyük zulümler yapıyordu. Ayrıca bu etnik gruplar Of’un ticari hayatını da ellerinde tutanlardı. Gözde meslekleri icra ederlerdi. (Demirci, Kalaycı, Manifaturacı, Bakırcı vs) Rumlar ve Ermeniler çeteleşerek halkı iyice ablukaya almaya çalışıyorlar, fırsat bu fırsat diyerek tüm güçleri ile kötülüklerini sergiliyorlardı. Of’un işgali ile Ruslar: Of-Çaykara-Bayburt yolunu yaptırdılar. Öyle ki bu yolda çalışan Türkler’e de Manat (O zamanki Rus para birimi) veriyorlardı. Bu yolun yapılmasındaki başlıca amaç denizden gelen Rus askerini iç bölgelere kolayca ulaştırılabilmesi idi. OF’UN İŞGALDEN KURTULUŞU 1916 yılından beri Rum çetelerinin saldırıları devam ederken, Müslüman Türk köylüleri de yavaş yavaş silahlanmaya ve çetelere karşı özel savunma tedbirleri almaya başlamışlardı. Belki sayıları düşman askerinden fazla değildi ama kahramanlık türküleri onları coşturmaya yetiyordu. Ezilmedim ben milletçe ömrümde, Yalan olmaz doğru vardır sözümde, Sen Urussun ben Türküm özümde, Savrul düşman hiçsin benim gözümde. 1917 yılına girerken Trabzonlular böylesine bir ruh ile örgütlenme yolunu tutmuşlardı. 1917 yılı, Trabzonlular’a ümit belirtileri getirdi. Rus halkı savaştan bıkmıştı ve bitkinliğini açıkça göstermeye başlamıştı. Rusyanıın büyük şehirlerinde yiyecek sıkıntısı vardı. Karapazar almış yürümüştü, ordudan kaçmalar oluyordu. İstanbul’da Talat Paşa kabinesinin kurulduğu, Amerika’nın Almanlar’la ilişkilerini kestiği 1917 Şubatında Rusya’da ayaklanmalar başladı. Martta işçi ve askerlerden kurulu bir geçici hükümet işbaşına geçti. Rus Çar’ı II. Nikola’nın tahtına kardeşi Mihail’e bırakması, Mihail’in de tahttan vazgeçmesi üzerine; Rusya’da Çarlık sona erdi. Tüm devlet yönetimi geçici Kerenski hükümetinin elinde kaldı. Geçici hükümet; bir Rus’un başkanlığında bir Türk, bir Gürcü ve Ermeni delegeden kurulu Komiteyi Kafkasya’ya gönderip orayı yönetmekle görevlendirdi. Kısacası Ruslar kendi başlarının derdine düşmüşlerdi. Bu nedenle Rumlarla olan ilgilerini ve yaptıkları yardımları kestiler. Bu hal Pontos hayalcilerini şaşırttı. Pontosçular gizliden çalışmaya başladılar ve Trabzon’daki Kiliseler, okullar kulüplerde faaliyet göstermeye başladılar. Yunanlılardan yardım istediler. 1917 yılında Rusya’da Bolşevik ayaklanmaları başladı. Kerenski Hükümeti devrildi. Sovyet idaresi ve Maverayı Kafkas Seym’i (Yasama Meclisi) kuruldu. Kafkasya için 11 kişilik bir hükümet kuruldu. Fakat Rusya’da bir çökme başlamıştı. Yedek tümenlerdeki askerler kaçıyorlardı. Cephelerdeki askerler de kaçmaya başlayınca Rusların Kafkasya cephesi söküldü. Türklerin 2. Ordu birlikleri savaşmadan Muş’u geri aldılar. Fakat Trabzon’daki 5. Rus Kolordusu kıpırdamıyor ve bu nedenle Trabzon’daki Rus işgali devam ediyordu. 1917 Aralık ayında Kudüs’ü savunma ile ilgili 7. Türk Ordusu tümüyle gitti, 4. Ordu, Yıldırım Orduları Grubuna katıldı. Kafkasya’da Gürcistan, Ermenistan, Azerbaycan Milli Hareketi başladı. Osmanlı devleti içinde bulunduğu İttifak Devletleri imzaladığı Brest Litovsk Ateşkes Antlaşmasıyla (15 Aralık 1917) ve Ruslarla Erzincan Mütarekesi (18.12.1917) yapıldı. Ruslar Doğu Anadolu’daki birliklerini resmen geri çekmeyi kabul ettiler. Fakat Ermeniler bu mütarekeyi kabul etmediler. Vilayet-i Sitte denen Türk ülkesini büyük Ermenistan’ın bir parçası olduğu iddiasıyla işgal etmeye başladılar. Van, Hınıs ve Erzincan’a 6000 kadar gönüllü onlara katıldı. Trabzon bölgesi tam bir asayişsizlik içinde idi. Bunun üzerine Enver Paşa, Rus işgalindeki yerlerin ancak askeri kuvvetlerle kurtarılabileceğine hükmederek Vehip Paşa’ya ileri hareket emrini verdi. Türk Kafkas Cephesi Komutanlığı da 5.2. 1918’den itibaren, Erzincan mütarekesinin ortadan kalktığını ilan etti. 12 Şubat 1918’de, Vehip Paşa Komutasındaki 3. Kafkas Ordusu ileri harekataa girişti. Trabzon’lu Albay Hacı Hamdi Bey komutasındaki 37. Tümen, Giresun’daki 123. Alay ile takviye edilerek Trabzon üzerine yola çıktı. Bölgedeki çeteleri temizleyerek ilerleyen birlikler, 15 Şubat 1918’de Vakfıkebir’i, 17 Şubat 1918’de Akçaabat’ı geri aldılar. Birkaç gün içinde çevreyi temizleyerek Ruslar’ın Karadeniz’deki Türk sınırını geçtikleri günü tam 2. yıl dönümünde Trabzon’a girdiler. Trabzon 24 Şubat 1918’de Ruslardan geri alındı. Türkler’in doğuya doğru ilerleyen birlikleri 28 Şubat 1918’de Of’u da düşmandan geri aldılar. Of’un işgaliyle göç eden muhacirler tekrar geriye dönmeye başladılar. MİLLİ MÜCADELEDE OF Osmanlı Devleti doğu sınırlarını güvenlik altına almasına rağmen, 1918 yılı sonlarında kötü yazgıdan kendini kurtaramamıştır. 30 Ekim 1918’de imzaladığı Mondros Ateşkes Antlaşmasıyla yenilgiyi kabul eden Osmanlı Devleti, bir müddet sonra şartları daha ağır olan Sevr Antlaşması yaptırımıyla karşı karşıya kalmıştır. Ülke yer yer İtilaf Devletlerinin işgaline düşerken, ülke içinde yaşayan azınlıklar da bir takım isteklerde bulunmaya ve mirastan pay almaya çalışıyorlardı. Bu azınlıklardan en etkili olanlardan biri Doğu Karadeniz’de yaşayan Rumlardı. Amaçları bölgede bağımsız bir Rum Pontos devleti ihya etmekti. Rus işgali devrinde de yörenin Türk ahalisine çok kötülükler yapan Rumların bu istekleri yöre halkı arasında büyük tepkiyle karşılandı. Mondros Mütarekesinde “Vilayet-i Sitte” adı altında altı vilayeti birleştirdikten sonra Trabzon Vilayeti de Pontus Rumlara bırakılmıştı. Trabzon halkı bunu kabullenemezdi. Nitekim yurdun her yerinde olduğu gibi Trabzon merkezinde ve ilçelerinde de mücadele cemiyetleri kurulmuş vatanı kurtarmak için çalışmalar başlamıştı. İşte bu cemiyetlerden biri de Of’ta kurulmuştur. “Of Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti” Bu cemiyet başkan Sarıalizade Ömer Ağa ve Çakırzade Hasan Tahsin Efendi önderliğinde kurulmuştur. Bu cemiyet, Trabzon Muhafaza-i Hukuk-i Milliye Cemiyeti’ne bağlı olarak kurulmuştur. Bu cemiyetin üyesi olan Merkez Müderrisi Yunus Efendi (Politoğlu) Erzurum Kongresine Of’u temsilen Trabzon Cemiyetinin bir üyesi olarak katıldı. Aşağıya aldığımız mektup o günlerde Ofluların mücadelesi ve kararlılığını göstermektir. “Yeğenim Sami, Mektubunuzu aldım. Hattıhareketinize dair olan malumata memnun oldum. Erzurum’un vaziyetini bilemiyorum. Trabzon vilayetinde Barutçuzade Faziletli Hacı Ahmet, Sürmene’de İsmail Çebizade Hacı Osman, Of’ta Sarı Ali zade Ömer Ağa, Rize’de Mataracızade Mehmet Efendiler riyasetinde ve bütün eşrafı mahalliyenin iştirakiyle bu acı ve ibretamiz şartlar içinde Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti kurulmuş ve şube teşkilatları da kezalik bütün kaza ve sancaklarda yapılmıştır! Bu teşekkül sair bilumum vilayet ve kazalarda da vuku bulunsa vatanımızın ve dolayısıyle hak ve hayatımızın kurtulabileceği kanaati kat’isindeyim. Zaten her hangi bir işin başlangıcı kavi iman ve sarsılmaz bir azme dayanmazsa o işten hayır beklenemez. Cenab-ı Hakk’ın bu mevzuda mümin kullarına bir ayeti kerimesiyle yaptığı müjdeyi de bilvesile hatırlamak isterim, manası: (Böyle bir hal vukuunda korkmayınız, hepiniz birlik ediniz.) buyurmuştur. Yolunuza açıklıklar, bu teşebbüsünüze nailiyet diler, size ve mesai arkadaşlarınıza sevgi ile selam ve hürmetler eder, mektubunuzu bekler, Hüdaya emanet eylerim. 18 Şubat 1919. Müdafaa-i Hukuk azasından Dayınız Çakırzade Hasan Tahsin Bölgede durumun kontrol altına alınmasından sonra, her Türk gibi Of halkından da yurdun kurtarılması için verilen Milli Mücadeleye katkıda bulunanların sayısı oldukça fazla olmuştur. Nihayet, Mudanya Ateşkes Antlaşmasıyla (11 Ekim 1922) yurda saldıran düşman orduları geri çekilmek zorunda kalmıştır. Ardından başlayan ve sonuca varılan Lozan Görüşmeleri ile ülkenin bağımsızlığı temin edilmiş, 29 Ekim 1923’te de Cumhuriyet ilan edilerek yeni bir devreye girilmiştir. CUMHURİYET DÖNEMİNDE OF Cumhuriyet idaresinde Of, yine eski sınırlarını koruyarak Osmanlı devrinde olduğu gibi Trabzon Vilayeti sınırlarına dâhil edilmiştir. 1927 yılında bucak statüsüne getirilen Çaykara, 1 Ocak 1948 yılında yapılan yeni düzenlemeyle birlikte müstakil kaza/ilçe statüsünü kazanarak ayrılmıştır. O dönemde, bugünkü Dernekpazarı ilçesi de Çaykara sınırlarına dâhil edilmişti. Of İlçe merkezini Trabzon, Rize ve Bayburt’a bağlayan yollar inşa edilmeye, eğitim kurumları kurulmaya ve kamu hizmetine yönelik gerekli faaliyetler hızlandırılmaya başlanmıştır. Bu arada bazı köyler de yeni bucak merkezleri olarak sivrilmeye başlamıştır (Bölümlü, Cumapazarı, Gürpınar örnekleri). 1990 yılında çıkartılan bir kanunla Hayrat Bucağı da Trabzon İlinin yeni bir ilçesi olarak Of’tan ayrılmıştır. Böylelikle Of’un yaklaşık 40 köyü yeni kurulan bu ilçeye bağlanmıştır. Günümüzde, Of’ bağlı yerleşim birimi sayısı 55 civarında olup, yörenin çehresi de her geçen gün değişmektedir. Sonuç olarak; Of ve çevresi çok eski çağlardan beri Trabzon yöresine yerleşmek isteyenler için bir geçit işlevi görmüştür. Araştırmalardan bölgeye ilk yerleşenlerin Turani kavimler olduğu gerçeği ortaya çıkmaktadır. Miladi 10-13. asırlarda Kafkasya üzerinden gelen Kuman-Kıpçak ve Peçenek Türkleri bölgeye kitleler halinde gelip yerleşmişlerdir. Bunu Trabzon Rum Devletinin resmi kilise kayıtlarındaki Türkçe şahıs isimleri, bölgede yer alan bazı Türkçe yer adlarının etimolojik yapılarının incelenmesi ve günümüzde yörede konuşulan Türkçe ağızlarının araştırılması kanıtlamaktadır. Günden güne büyüyen Of, Trabzon ilinin en önemli ilçelerinden biridir.