'Birlikte rahmet, ayrılıkta azap vardır'! İslam dışında fikir ve felsefeyi benimsemiş olanlar toplum içinde her türlü itici ve ayırıcı tavrı tercih edebilirler. Bir kesimi başka bir kesim aleyhine tahrik edecek sözler söyleyip yazılar yazabilirler. Ama İslam'ı temsil eden Müslümanlar, toplumu cepheleştirecek tavır ve üsluba yönelemezler, itici ve incitici söz ve davranışları tercih edemezler. Çünkü Müslüman'ın yüce rehberi Allah Resulü Efendimiz (sas) Hazretleri ona; - 'Birlikte rahmet, ayrılıkta ise azap vardır!' ikazında bulunmuştur. Bundan dolayı Müslüman ayırıcı değil birleştirici olur, itici değil çekici olur. Toplumu kucaklaştıran, kaynaştıran olmayı inancının ihmal edilmez gereği olarak bilir. Zira örnek aldığı yüce Rehberi iticiliği değil çekiciliği, uzaklaştırıcılığı değil kucaklaştırıcılığı talim ve tavsiye buyurmuş, kendisi de hep birleştirici ve kucaklaştırıcı örnekler sunmuştur. Nitekim Aleyhissalat-ü vesselam Efendimizin birleştirici ve kucaklaştırıcı tavırlarını anlatan ashabı diyor ki: - Resulullah (sas) Hazretleri çevresine öylesine birleştirici bir tebessümle muhatap olurdu ki, kendisiyle bir defa görüşen adam daha ayrılmak istemez, Allah Resulü beni herkesten çok seviyor duygusuna girerdi! Evet, Aleyhissalat-ü vesselam Efendimiz çevresine hep böyle tevazu ve tebessümle muhatap oluyor, "Müminin mümine karşı en güzel ikramı tebessümüdür." buyurarak da hep birleştirici, kucaklaştırıcı olma mesajları veriyordu... Onun bu birleştirici tavrını günümüzde uygulayan alimlerden biri de merhum Şeyh Hacı Muzaffer Ozak'tı. Bu yüzden İstanbul-Beyazıt'taki kitapçı dükkanına her meslek ve meşrepten insan akın eder, hepsi de onun sohbetinden memnun şekilde ayrılırlardı. Bir defasında ziyaretine bir papaz gelir, hemen ayağa kalkan Şeyhefendi, misafire önce tebessümle muhatap olur, saygı ile yer gösterir. 'Çay-kahve ne emredersiniz?' der. Müşterilerden biri bu hürmetli tavrı pek yerinde bulmaz da papaz çıktıktan sonra: -Hocaefendi, der, bir din adamının papaza karşı ayağa kalkması uygun mu? Tereddüt etmeden cevap verir Şeyhefendi: -Uygun mu ne demek, şarttır şart!.. Adam itirazını sürdürünce o da cevabını sürdürür. -Efendi dikkat et! der, senin Peygamberin bir Yahudi'nin cenazesine karşı ayağa kalktı, bizlere böyle saygı örneği verdi, diyerek şu tarihî saygı örneğini de anlatır: -Hazreti Mevlânâ, Konya çarşısında giderken papazın biri yol kenarında kendisine karşı ayağa kalkmakla kalmaz, ayrıca iki büklüm olup saygıyla aşağıya eğilir. Bunu gören Hz. Mevlânâ ise papazdan da aşağıya eğilerek daha fazla bir saygıyla karşılık verir. Niçin papazdan daha aşağı eğildiğini soranlara da şöyle cevap verir: -Ben İslam'ın temsilcisiyim, tüm faziletlerde olduğu gibi tevazuda da örnek olmam gerekir. Elhamdülillah tevazuda da papazı geçtim, bana layık olan örneği verdim der ve şöyle bağlar sözünü: -Müslüman tevazuun temsilcisidir, tekebbürün, saygısızlığın değil! Çünkü der Rabb'imin 'Ahsen-i Takvim' üzere yarattığı insan saygıya layıktır! Ne dersiniz? Kendi içimizde birlik beraberliğe, kucaklaşıp kaynaşmaya en çok muhtaç olduğumuz şu devrelerde, çevremize karşı tevazuun mu temsilcisi olmalıyız, yoksa tekebbürün, tahakkümün mü? 'Birlikte rahmet, ayrılıkta azap vardır!' ikazına muhatap olanlardan beklenen hangisidir? Hep minnet ve rahmetle andığımız Hazreti Bediüzzaman da bunu mu söylemek istiyor şu tarihi sözüyle: -Eğer bizler yaşayışımızla İslam'ın özellik ve güzelliğini gösterebilsek sair dinlerin tabileri dahi gruplar halinde İslam'a girerler, bizde gördükleri bu örnek tavırlar karşısında daha fazla ilgisiz kalamazlar. Yeter ki bizler itici değil çekici olalım, mütekebbir değil mütevazı ve mütebessim olalım, uzaklaştırıcı değil kucaklaştırıcı olma görevimizi unutmayalım. Ahmed Şahin 06 Mart 2012, Salı Zaman Gazetesi