PROF. DR. SELAMİ ALBAYRAK algınlığı ilaçları ile ortalama 1 hafta içerisinde iyileşebilmektedir. Bu bakımdan hekiminiz önermediği müddetçe basit soğuk algınlığı ve gribal enfeksiyonlar için asla antibiyotik kullanmayınız. Sık antibiyotik kullanımının daha sık enfeksiyon ve daha fazla hastalık anlamına geldiğini unutmayınız. Değerli İstanbul’da Sağlık okurları Kış mevsiminin gelmesi ile birlikte soğuk algınlığı ve enfeksiyon kaynaklı hastalıklarda artış gözlendi. Sert kış soğuk yüzünü henüz yeni yeni göstermeye başlamışken sağlık tesislerimize grip ve soğuk algınlığı şikayeti ile başvuran hasta sayısı katlanarak arttı. Bu durum biz sağlık çalışanları için her yıl tekrarlanan ve beklenen bir tablodur. Zira havanın soğuması ile birlikte çoğalan virüsler kapalı ve kalabalık ortamlarda yayılmaya başlar ve gerekli tedbirler alınmadığı müddetçe yayılım hızı artarak devam eder. Bu virüslerin çoğalması ve yayılmasını engellemek tamamen hasta ve çevresindekilerin sorumluluğundadır. Bu bakımdan hasta ve yakınlarının oluşturacağı koruma bariyeri toplum sağlığı açısından hayati öneme sahiptir. Şunu belirtmek gerekirki grip, nezle, zatürre ve farenjit başta olmak üzere kışın sık görülen hastalıklara genelde soğuk havalar değil, tedbirsizlik neden olur. Konuya buradan bakılınca çoğu zaman soğuk hava değil dikkatsizliğin hasta ettiğini söylemek pek de yanlış olmaz. Bu hastalıkların en önemli bulaşım yolu kirli ellerdir. Eğer toplum olarak bu hastalıklardan korunmak istiyorsak öncelikle el temizliğine dikkat etmemiz, hastalıklı kişilerin olduğu kapalı ortamlardan ve yakın temastan kaçınmamız, soğuğa karşı kişisel önlemler almamız gerekiyor. Bununla birlikte vücut direncini arttırmaya yönelik besin ve vitamin değeri yüksek gıdalarla beslenmenin de önemli olduğunu unutmamalıyız. Bir sağlık çalışanı olarak şu konuya da değinmeden geçemeyeceğim. Kış hastalıklarının birçoğunda hekim gerek görmese bile yoğun antibiyotik kullanıldığını gözlemliyoruz. Buradan tekrar belirtmek isterim ki antibiyotiğin soğuk algınlığı nezle gibi birçok hastalığın tedavisinde herhangi bir etkeni yoktur. Daha doğrusu bu tip hastalıklarda antibiyotiğe ihtiyaç da yoktur. Kişiler bir uzman tarafından reçete edilen ağrı kesiciler, vitamin desteği ve bazı soğuk Bu sayıda yine sağlık alanında yürütülen çalışmalar hakkında çeşitli haber ve röportajlar yapmayı sürdürdük. Hipertansiyon, diyabet, kalp, kolesterol yüksekliği ve kanser gibi kapsamlı hastalıklarla doğrudan ya da dolaylı olarak ilişkisi olduğu belirlenen obezite, bu ay kapak konumuz oldu. Başta karaciğer böbrek ve kalp olmak üzere tüm organlarda hasara yol açan obezitenin tanı ve tedavisine yönelik son tıbbi yaklaşımlar sayfalarımızda detaylı olarak yer buldu. Obezitenin kapakta yer aldığı bir sayımızda spor ve hareketin faydalarına ilişkin bir haber yapmasak olmazdı. Bu bakımdan tıbbi otoritelerce en faydalı spor olarak tanımlanan yürüyüşün vücudumuz üzerindeki etkilerine ilişkin son derece kapsamlı bir haber çalışmamız oldu. Keyifle okuyacağınızı sanıyorum. Bunların yanısıra son dönemlerde biz büyükler kadar çocukların da hayatına giren teknoloji bağımlılığına ilişkin bir haber çalışması yaptık. Teknoloji bağımlılığının bihassa çocuk yaş grubunda ortaya çıkardığı ruh ve beden sorunlarına mercek tuttuk. Bu konuda ebeveynlerin alabileceği önlemleri masaya yatırdık. Bu ay ülkemize sığınan yabancıların sağlık haklarının ele alındığı bir sempozyum düzenledik. Suriye’de beş yılı aşkındır süren iç savaş sebebiyle evsiz ve vatansız kalan Suriye’li kardeşlerimize sunduğumuz sağlık hizmetlerinin niteliklerini masaya yatırdık. Konu hakkında tüm paydaş kuruluşlar ile görüş alışverişinde bulunduğumuz bu toplantıya ilişkin haberi de sizlerle paylaştık. Bununla birlikte sağlık çalışanlarımızın meslek hatıralarına yer vermeyi sürdürdük. Bu ay 112 hava ambulans pilotlarımızdan Ali Feza Tunç’la kimi zaman hüzünlendiren kimi zaman ise tebessüm ettiren bir söyleşi yaptık. Merakla okuyacağınızı düşünüyorum. Söz konusu haber ve çalışmalarımızın sağlıklı bir hayat sürdürmenize katkı sağlaması temennisiyle, yeni yılınızı kutluyor, sağlık, mutluluk ve huzur getirmesini temenni ediyorum. 4 Süt içerken dikkat Atılan bir adım 10 fayda sağlıyor 22 İlker Ayrık Sporun tazeleyici ve yenileyici bir etkisi var 20 14 Çocuklarda teknoloji bağımlılığına dikkat 16 Bademcik iltihabı, vücudun savunma mekanizmasını bozuyor Bel fıtığında geç kalmak felce neden olabilir! 36 Böbrek taşı endoskopik yöntemlerle sorun olmaktan çıkıyor SAHİBİ İstanbul Sağlık Müdürlüğü adına İstanbul Sağlık Müdürü Prof. Dr. Selami Albayrak SORUMLU YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ Selcan Yücel selcanyucel@hotmail.com YAZI İŞLERİ Hacer Çokluk Mustafa Kaan Bulut Hamile kalmayı planlıyorsanız, bu testleri mutlaka yaptırın! 24 KONSEPT DANIŞMANI Dr. Nurgül Osmanbeyoğlu Öfkenizi kontrol etmek elinizde 40 44 Tedavi edilmeyen boğaz enfeksiyonları kalbi vuruyor 34 İşte Dişe Zarar Veren Yiyecekler ! 46 Onların işi, gece gündüz durmaksızın hayat kurtarmak YAYIN KURULU Uzm. Dr. Çiğdem Yazıcı Ersoy Dr. Şahin Çınar Dr. Bekir Turan Av. Ülker Kuğu Hediye Ünver BİLİMSEL DANIŞMA KURULU Prof. Dr. Fahri Ovalı Prof. Dr. Hamit Okur Prof. Dr. Murat Elevli Prof. Dr. Recep Özturk Prof. Dr. Selami Albayrak Prof. Dr. Yüksel Altuntaş Doç. Dr. Adem Akçakaya Doç. Dr. Mustafa Bilici Doç. Dr. Özgür Yiğit Op. Dr. Sadiye Eren GÖRSEL TASARIM VE YAYINA HAZIRLIK Onüç Reklam Prodüksiyon San. ve Tic. Ltd. Şti. Nisbetiye Mahallesi Hakkışehithan Sokak No13 B blok, D2 34377 2.Ulus, İstanbul Telefon +90 212 270 54 50 Faks +90 212 270 13 59 www.13reklam.com.tr FOTOĞRAF Umut Erşah REKLAM VE SATIŞ PAZARLAMA Nazlı Deniz Gözeler nazli.gozeler@13reklam.com.tr Telefon +90 212 270 54 50 BASKI Uniprint Basım Sanayi ve Ticaret A.Ş. Ömerli köyü, Hadımköy İstanbul Caddesi, No: 159 34555 - İstanbul Telefon +90 212 798 28 40 pbx Faks +90 212 798 20 63 YAZIŞMA ADRESİ Basın Bürosu İstanbul Sağlık Müdürlüğü Peykhane Caddesi No10 Çemberlitaş İstanbul Telefon +90 212 453 07 15 Faks +90212 638 30 36 www.istanbulsaglik.gov.tr Yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir. Bu dergide yer alan yazılardan kaynak gösterilerek alıntı yapılabilir. Bu dergi tamamıyla reklam gelirleri ile 3 ayda bir yayınlanmakta ve ücretsiz dağıtılmaktadır. PROF. DR. NERİMAN İNANÇ NUH NACİ YAZGAN ÜNİVERSİTESİ SAĞLIK BİLİMLERİ FAKÜLTESİ / BESLENME VE DİYETETİK BÖLÜM BAŞKANI Süt içerken dikkat! Doğduğumuz andan itibaren aldığımız ilk besin olan süt, başta gelişme çağındaki çocuklar, hamileler, emzirenler ve yaşlılar olmak üzere 7’den 70’e herkesin vücudu için gerekli olan bir madde. Peki günlük kalsiyum ve protein ihtiyacımızın karşılanmasında bu denli önemli olan bir besin maddesinin tüketim ve saklama koşulları konusunda ne kadar bilinçliyiz? Tükettiğimiz her süt sağlıklı mıdır ya da sağlıklı süt nasıl anlaşılır? Bu soruların cevabını Prof. Dr. Neriman İnanç verdi. Sütün yaşamsal bir sıvı olduğunu ve yaşamın her evresinde önemli bir yeri bulunduğunu söyleyen İnanç, bu mucizevi sıvının vücudu enfeksiyonlara karşı koruduğunu belirtiyor. Sütteki temel besin maddelerini protein, yağ, süt şekeri, mineral ve vitamin olarak sıralayan İnanç, her gün düzenli olarak içilen iki bardak sütün çocuk ve yetişkinlerin günlük mineral ihtiyacının tamamını karşıladığını kaydediyor. Prof. Dr. İnanç, sütün içerisinde bulunan yağın çok zengin bir enerji kaynağı olduğunu da dile getirerek, bu yağ asitlerinin insan vücudunun doğru ve sistemli çalışmasına büyük katkı sağladığına işaret ediyor. Süte yabancı madde bulaşması çok kolay Sütün, memede bulunduğu dönemde genel olarak steril olduğunu, ancak sağım sırasında ve sonrasında çeşitli aşamalarda süte mikroorganizmalar bulaşabildiğini söyleyen İnanç, “Süt sağıldığında içerdiği mikrobiyolojik florası ne olursa olsun, en iyi koşullar sağlanmış olsa bile süte hayvanın meme kanalı, meme başları ve meme lobunun dış yüzeyi, sağım aletleri ve sütü tüketiciye ulaştırana kadar bekletme koşulları nedeniyle mikroorganizmalar hızlı bir şekilde üreyebilir. Bu mikroorganizmalar süt içerisinde gelişip çoğalarak sütün görüntüsünde, tadında bozulmalara neden olabilir. Çünkü süt; doğası gereği daha sağılma aşamasından başlayarak, yabancı madde karışımına son derece yatkın bir besin kaynağıdır. Süte yabancı madde karışması ise, daha çok geleneksel yöntemlerle toplanma ve ulaştırma aşamalarında meydana gelir” diyor. UHT işlemi neden gerekli? sağlıklı ve ambalajlı süt tüketmelerini öneriyoruz” Sokakta satılan sütlerin kaynağından ve kalitesinden emin olamazsınız Ülkemizde halen yaklaşık 700 milyon litre sütün sokak sütçüleri aracılığıyla tüketicilere ulaştırıldığı bildiriliyor. Sokak sütlerinin katilerinin son derece düşük olduğu ve insan sağlığı için büyük riskler taşıdığını da özellikle belirtmek istiyoruz. Üniversitelerimizin zaman zaman yaptığı araştırmalar da aynı sonuçları ortaya koyuyor. Sokak sütleri neden riskli ? Örneğin; Hacettepe Üniversitesi’nin sokakta satılan açık sütler ile ilgili yaptığı araştırmalar (2001 ve 2010) sokak sütlerinin risklerine dikkat çekiyor. İki araştırmaya göre de; Bu nedenle, sokak sütlerinin taşıdığı risklere ilişkin toplumu bilgilendirmek gerektiğini bildiren Prof. Dr. Neriman İnanç, “Şunu güvenle söyleyebilirim ki; sağlıklı süt tüketmek istiyorsak, ambalajlı ürünler ilk tercihimiz olmalı. Çünkü; tükettiğimiz sütün bakteri yükünden arınması şarttır. Bugün sütün bizlere daha sağlıklı ulaşması için, ambalajlı sütlerde, devrim sayılan ve en önemli teknoloji olarak kabul edilen UHT işlemi gerçekleştiriliyor. Nedir UHT işlemi? Kısaca anlatmak gerekirse, UHT işleminde; süt 2-6 saniye süreyle 135˚C-150˚C ısıya tabi tutulduktan sonra hızla oda sıcaklığına soğutuluyor ve bu işlem ile sütteki sağlığa zararlı tüm mikroorganizmalar yok oluyor. UHT işlemi son derece hızlı bir şekilde gerçekleştirildiği için, sütün tadında, görünümünde ve besin değerinde bir kayıp ya da değişim de meydana gelmiyor. UHT işlemi uygulanan süt daha sonra ambalajlanmak üzere aseptik ortama aktarılıyor. Burada sütün ambalajlanması kapalı ortamda, kesintisiz ve tek işlem halinde gerçekleştiriliyor. UHT işleminden geçen süt, aseptik ambalajlama sayesinde herhangi bir koruyucu madde ilave edilmesine gerek kalmaksızın ve besleyici değerini yitirmeden ambalajlandığı andaki kalitesini uzun süre koruyor” bilgisini veriyor. Ambalajlı süt, güvenli ve sağlıklı süttür Prof. Dr. Neriman İnanç, sağlıklı, kaliteli, güvenilir içme sütü üretimi için ilk şartın temiz bir ortamda, iyi beslenen, sağlıklı ineklerden süt elde edilmesi olduğunu belirterek, şu bilgileri veriyor: “UHT sütlerin üretiminde kaliteli çiğ süt kullanılıyor. Çünkü ancak yüksek kaliteli, az sayıda bakteri içeren sütler UHT ısıl işlemine uygun olabiliyor. Bir bardak UHT süt, vitamin ve mineraller açısından en temel besin kaynağı oluşturuyor. Bu nedenle hem çocuklara hem de yetişkinlere UHT işleminden geçmiş Oysa yukarıda da değindiğimiz gibi ambalajlı sütler; kaynağı belli, kaliteli, sağılma aşamasından tüketiciye ulaşmasına kadar bütün aşamaları kontrol edilen sağlıklı ve besin değerlerinde kayıp olmayan sütlerdir. Bu sebeple ben bir akademisyen olarak tüketicilere güvenli ve sağlıklı gıda tüketimi için süt satın alırken öncelikle ürünün steril ambalajlı olmasına, gıda kodeksine uygunluğuna, gerekli tescilleri taşıdığına ve izin belgelerine sahip olduğuna dikkat etmelerini öneriyorum • Her iki yılda da tüm sokak sütlerinde ölçülen bakteri sayısı standartlarca kabul edilmeyen değerlerde iken, UHT sütlerde ise hiç bakteri tespit edilememiştir. Sokak sütlerine 2010 yılında 2001 yılına göre %55 oranında su, nişasta gibi uygun olmayan maddelerin katıldığı görülmüştür. Sokak sütlerinin %69’u kalori ve besin öğelerini bakımından yeterli iken, pastörize ve UHT sütlerde bu oran %100 olarak tespit edilmiştir. Ayrıca sokak sütlerinde kaynatma işlemi ile B1, B6, B12, gibi vitaminlerin %60-100 oranlarına kaybolduğu da görülmüştür. UZM. DR. İLKAY ÇAKIR BAĞCILAR EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ / ENDOKRİNOLOJİ VE METABOLİZMA KLİNİĞİ Bu hastalık tüm organlara hasar veriyor! Hipertansiyon, diyabet, kalp, kolesterol yüksekliği ve kanser… Tüm bu hastalıklarla doğrudan ya da dolaylı olarak ilişkili olan obezite, başta karaciğer böbrek ve kalp olmak üzere tüm organlarda hasara yol açıyor. Ağırlıklı olarak yetersiz fizik aktivite ve sağlıksız beslenme sonucu ortaya çıkan obezite, sadece sağlık sorunlarını değil, sosyal ve psikolojik problemleri de beraberinde getiriyor. Uzm. Dr. İlkay Çakır önlenebilir sağlık problemleri arasında sigaradan sonra ikinci sırada yer alan obezitenin, 21. Yüzyılın en ciddi sağlık problemi olduğuna dikkat çekiyor. Bireylerin sadece kilo almamaya dikkat ederek 30’ün üstünde hastalıktan korunabileceğine işaret eden Çakır, obezite tedavisinin mucize bir yolunun olmadığının altını çiziyor. Son yıllarda çocukları bile tehdit altına alan obezitenin, teknolojinin getirdiği rahatlık ve hareketsizlik ile doğrudan bağlantılı olduğunu vurgulayan Çakır, şu bilgileri veriyor. Vücutta aşırı yağ birikmesi obezite habercisi Obezite, şişmanlık vücutta aşırı yağ birikmesi olarak tanımlanabilir, normal şartlarda vücut ağırlığının erkeklerde % 1520, kadında %25-30 kadarını yağ oluşturur. Ancak bu miktarın artması psikolojik, sosyal sorunların yanı sıra kalp-damar hastalıkları, eklem rahatsızlıkları, şeker hastalığı, kanser gibi ciddi sağlık sorunlarına yol açmaktadır. Kişinin obez olup olmadığının tanımlanması için basit bir oran kullanılmaktadır; kişinin kg cinsinden kilosu, metre cinsinden boyu ölçülür, kilonun boyun karesine bölümü ile bir oran elde edilir, bu oran 25-29,9 kg/m2 arasında ise fazla kilolu, 30 kg/m2 üzeri ise obez olarak tanımlanır. Yaş ilerledikçe obezite artıyor Obezite görülme sıklığı, yaşam tarzının değişmesi, kalori alımının artması ile artık hem gelişmiş, hem de gelişmekte olan toplumlarda ciddi oranda artmıştır, giderek de artmaya devam etmektedir. Ülkemizde 90’lı yıllarda yapılan çalışmalarda 10 kadından 3 ila 4’ü, 10 erkekten 1 ila 2’si obez iken; 2010’lu yıllardaki çalışmalar 2 kadından 1’inin 5 erkekten 3’ ünün obez olduğunu göstermiştir. Obezite yaş ilerledikçe artmaktadır. Kabaca toplumumuzdaki 3 kişiden biri obezdir ve obezitenin getirdiği sağlık, sosyal ve psikolojik sorunlarla karşı karşıyadır. Önlenebilir sağlık problemleri arasında 2. sırada Obezite neden olduğu sağlık problemleri ile ülkelerin sağlık bütçelerine de ciddi yükler getirmektedir. Önlenebilir ölümlerin sigaradan sonraki 2. nedenidir. Obezite, temelde 2 yolla sağlık problemlerine yol açmaktadır. Yağ dokusunun kitlesinin artması kişide depresyon, özgüven eksikliği gibi psikolojik problemlerin yanı sıra eklemlere getirdiği yükle yırtılmalara, kireçlenmelere neden olmaktadır, ayrıca yutak etrafında yağ birikmesi solunum yollarında tıkanmalara kadar gitmektedir Vücuttaki yağlanma arttıkça, hastalıkta arttıyor Obezitede tek sorun ağırlık artışı değildir. Yağ dokusundan salgılanan bazı hormon benzeri maddeler ciddi hastalıkların gelişimine zemin hazırlamaktadır. Bu hastalıklar arasında tip 2 diyabet; ki obezitenin başlattığı insülin direnci zemininde çok daha erken yaşlarda ve daha ciddi şekilde ortaya çıkmaktadır. Göz, böbrek, kalp-damar, sinir sistemi gibi birçok organda hasarla gitmekte ve toplumun en ciddi sağlık problemlerinin başında gelmektedir. Yağ dokusundan salgılanan maddeler ayrıca damar duvarında da bozukluklara yol açıp, kan pıhtılaşmalarını artırmaktadır. Yine tansiyon ve kalp hastalıkları obezlerde daha sık görülmektedir. Meme kanserinin de obezlerde daha fazla olduğu bilinmektedir. Obezite ile mücadelede eylem planımız hazır Obezite ile mücadele hem bireysel hem de toplumsal tedbirler gerektirmektedir. Ülkemizin ev sahipliğinde 15-17 Kasım 2006 tarihinde yapılan Avrupa Obezite ile Mücadele Bakanlar Toplantısında karar verilerek DSÖ Avrupa Bölgesi Direktörü ve Avrupa ülkeleri Sağlık Bakanları tarafından imzalanan “Avrupa Obezite ile Mücadele Belgesi” bu konuda tüm ülkelere yol gösterici olmuştur. T.C. Sağlık Bakanlığı bu amaçla sektörler arası bir yaklaşımla “Türkiye Obezite ile Mücadele ve Kontrol Programı”nı oluşturmuş ve 2010 yılında uygulamaya koymuştur. Program; politika, kontrol programı ve 2010-2014 eylem planı ana başlıklarını içermektedir. Tedavide mucize bir yöntem yok Obezite tedavisinin mucize bir yolu yoktur. Tüm yaşam boyunca sürecek, hayat tarzı değişiklikleri ve diyet alışkanlıkları kazanmak tedavinin temelini oluşturur. Ağırlık kaybını sağlamada bilimsel olmayan, özellikle düşük yağlı, düşük karbonhidratlı ve çok düşük enerjili popüler diyetlerin neden olduğu vücut ağırlık kaybının sağlık üzerinde ciddi olumsuz etkileri vardır. Diyet programları bireysel hazırlanmalı ve tüm besin grupları dengeli ve yeterli miktarda alınmalıdır. Egzersiz programları da ideal olarak her gün 30-45 dakika süren orta düzeyde egzersizleri içermelidir. Tedavi ilaçla desteklenebiliyor Obezitenin ilaçlarla tedavisi konusunda bugüne dek birçok ajan önerilmiş, ancak birçoğu neden olduğu yan etkiler ve ani ölümler sebebiyle kullanımdan kaldırımıştır. Hali hazırda Sağlık Bakanlığı’nca da onaylanan ilaçlar mevcuttur. Bu ilaçlar ya yağ emilimini bozarak ya da mide boşalmasını geciktirerek kilo kaybına neden olabilmektedir. Diyabet tedavisinde kullanılan ağız yoluyla alınan veya günlük enjeksiyonlar şeklinde uygulanan bazı ilaçların da kilo kaybı sağladıkları bilinmektedir. Cerrahi tedavi için her hasta uygun değil Son yıllarda popüler olan cerrahi tedavide amaç, gıda alımını ve alınan gıdaların emilimini azaltmaktır. Bu operasyonlarda teknik, bakım ve izlemde çok büyük ilerlemeler olmasına karşın, risk ve perioperatif komplikasyonlar sıfıra indirilememiştir. Uzun dönem sonuçları ile ilgili veriler de kısıtlıdır. O nedenle uygun hasta ve uygun teknik seçimi çok önemlidir. Sonuç olarak; obezite tek faktörlü bir hastalık değildir, bu nedenle tedavi de bozulmuş olan tüm faktörlerin düzeltilmesine yönelik olmalı ve birey aile, arkadaş ve toplum tarafından bu süreçte desteklenmelidir • Obezite ile mücadele için yapılması gerekenler: 1. Güne uyanır uyanmaz 1 bardak su içerek başlayın. Uyandıktan sonra kahvaltınızı ilk yarım saat içerisinde yapmaya özen gösterin. Bu şekilde metabolizmanız hızlanacaktır. Kahvaltı menünüze tam taneli tahılları ekleyin, kızartmaları, ağır sosları hayatınızdan çıkartın. 2. 2,5-3 saatte bir beslenerek, metabolizmanızın düzenli çalışmasını sağlayın. Yemek yerken veya atıştırma esnasında televizyon izlemeyin, dikkat dağıtıcı aktivitelerden kaçının. 3. Çay ve kahve tüketimini sınırlayın. Su tüketiminizi artırın, belki de düşündüğünüzden daha az tüketiyorsunuz, 2 litreye ne kadar yakınsınız? Bunun değerlendirmesini yapın ve suyunuzu yanınızdan ayırmayın. 4. Hamur işleri metabolizmanızı ağırlaştırır, o nedenle tüketmekten kaçının. Özellikle lifli besinler tercih edin. Et, tavuk, balık, yumurta, süt, yoğurt gibi protein ağırlıklı beslenme metabolizmanızı hızlandırır. Ancak protein miktarının günlük gereksiniminize göre ayarlanması çok önemlidir. 5. Haftada 5 kez, minimum 30 dakika olacak şekilde, bireysel hazırlanmış, orta yoğunlukta fiziksel aktivite yapın. 6. Meyve ve kuru yemişlerden oluşan ara öğünler yapın. 7· Akşam yemeğinin saatini öne çekin. 8· Hamurlu tatlı ve çikolata yerine, sütlü ve meyveli tatlıları az porsiyonlarda tüketin. 9. Diyet ürünler adı altında satılan mamüllerin kalorisiz olduğu, kilo aldırmayacağı algısı yanlıştır. Bu ürünlerde kalori daha az olmakla beraber fazla miktarda tüketildiğinde kilo bile aldırabilirler. Bu nedenle hiçbir gıda maddesini aşırı tüketmeyin %60-100 oranlarına kaybolduğu da görülmüştür. İlker Ayrık: Sporun tazeleyici ve yenileyici bir etkisi var Oyuncu, sunucu, yönetmen… Genç yaşına rağmen yetenek gerektiren bu işlerin hepsini bir arada yürütebilen İlker Ayrık, her daim güler yüzlü her daim espirili… Sempatikliğiyle komşunun yerinde duramayan muzip çocuğunu andıran genç oyuncu, bizden, ailemizden biri gibi. Mizah yeteneğini doğallığına borçlu olduğunu söyleyen Ayrık, günlük yaşamında ekranda olduğumdan çok da farklı biri değil. 1979 Balıkesir Doğumlu oyuncu, sağlığını bol bol bisiklete binmeye borçlu olduğunu beliterek, “Fırsat buldukça haftanın 5 günü bisiklete biniyorum. Eğer o gün spora vakit ayırabildiysem, tüm günüm çok daha enerjik ve pozitif geçiyor. Sporun yenileyici ve tazeleyici etkisine sonuna kadar inanıyorum” diyor. 3 yaşında Ferit adında şirin mi şirin bir erkek çocuğu babası olan İlker Ayrık ile keyifli bir söyleşi yaptık. İşte o söyleşiden notlar… Bize biraz kendinizden bahseder misiniz? Özel hayatınızda nasıl vakit geçirirsiniz? En çok ne yapmaktan hoşlanırsınız? Küçük bir mahallede çok büyük bir çocukluk geçirdim. Geçirdiğim bu muhteşem çocukluk sayesinde Akrabalarımızdan çok başarılı bulduğum ve beğendiğim bir abim vardı. Endüstri mühendisiydi ve hep takdir edilirdi. Onu kendime örnek almıştım herhalde. Ama endüstri mühendisinin ne iş yaptığını bilmiyordum, hala da bilmem. Yıllardır hiç merak etmediniz mi? Herkes bir şey söylüyor, kafam karışıyor. Dolayısıyla endüstri mühendisi iki nokta üst üste diye bir tanımlama yok aklımda. Peki, neden endüstri mühendisi olmadınız? Lisede okul tiyatrosuna dahil oldum. Sahneye çıktım ve işte buradayım! Sahne tozu hikayesi işte; hem çok klişe hem de şiirsel. Keşke anlatacağım spesifik bir hikayem olsaydı da etkileyici olsaydım. birçok disiplini öğrendim. Ben eğitim almaya mahallede başladım kısacası. Aslında sıradan bir hayatım var ve genellikle çok sıradan şeyler yaparım. En çok seyahat etmekten hoşlanırım, bir de arkadaşlarımla, ailemle beraber vakit geçirmekten. Oğlum Ferit ve eşimle vakit geçirmeyi çok severim. Ayrıca yemek yapmaya ve bu yemekleri sevdiklerime yedirmeye bayılırım. Tabi işten vakit kaldığı kadar… Balıkesir’in havasından suyundan sizde de izler var mı? Olmaz mı? Balıkesirliler gayet mütevazı insanlardır. Balıkesir küçük, kendi yağıyla kavrulmaya çalışan bir memlekettir. Bende izleri hep durur; yaşadığım dönemle, o dönemi paylaştığım insanlarla, arkadaşlarımla, dostlarımla, akrabalarımla.. Küçükken endüstri mühendisi olmak istiyormuşsunuz. Neden? Çok yoğun bir programınızın olduğunu ve çoğunlukla düzenli yemek yeme fırsatı bulamadığınız biliyoruz. Bu yoğunluk içerisinde nasıl besleniyorsunuz? Ağırlıklı hangi besinleri tüketiyorsunuz? Yalnız değilim. Büyük bir ekip var etrafımda. Biz zırhlı birlik gibi yürüyoruz. Ekran önünde sadece ben olduğum için hepsini tek başıma yapıyormuşum gibi görünüyor. Ama tabii ki öyle değil. Yardımcılarım var, arkadaşlarım var, dostlarım var. Onlar sayesinde işleri hallediyoruz. Tabii ki yoğun bir tempoda çalışıyorum. İyi bir programlama ve iyi bir zamanlama gerekiyor. Başka türlü yetişmek mümkün değil. Ancak tabii ki kendimi dinlendirmem gerektiğini de düşünüyorum zaman zaman. Mesela bu yaz kendimi tazelemek adına bir şeyler yapacağım. Birkaç ay çalışmayı düşünmüyorum. Aileme de vakit ayırmam gerekiyor. Ben genelde çalışırken yemek yemeyi unutanlardanım. Birisi hatırlatmasa yemek yemek aklımın ucundan geçmez. Onun dışında evde çok sağlıklı bir mutfağımız var. severim… Düzenli sağlık taraması yaptırır mısınız? Evet senede bir kez check-up yaptırıyorum. Sporla aranız nasıl? Ne tür sporlarla ilgilisiniz? Az önce de anlattığım gibi kilo ile spor arasında direkt bir bağlantı var. Sporla aram iyi sayılmaz. Ne zaman aram iyileşiyor çok daha sağlıklı oluyorum, daha iyi uyuyorum, daha ideal bir kilom oluyor. Ne zaman aram açılsa da tersi. En sevdiğim spor bisiklet ve basketbol. Tempo yakaladığım zamanlarda haftada 5 gün bisiklet bindiğim oluyor, tempoyu kaçırdığımda da ayda 1. Eşimin yemekleri gerçekten çok sağlıklıdır. Dışarıda abur cubur diye tabir ettiğimiz hazır yemek ile evdeki sağlık menüleri birbirlerini tamamlıyorlar işte. Peki hiç diyet yaptınız mı? Sizce ideal bir diyet nasıl olmalı? Diyet yapmayanı sınır dışı ediyorlar. Diyet yapmayan var mı? Tabi ki yaptım, yapıyorum, yapacağım :) Benim yaptığım diyetler diyetisyen tavsiyelerinden ziyade kendi oluşturduğum beslenme disiplinlerinden oluşuyor. Tamamen iradeyle ilgili. Diyet yaparsam kilo veririm. Şimdiye kadar hiç sekmedi… İdeal diyette her türlü makarna, börek, kebap ve tüm yağlı gıdalar olmalı ama kişi kilo verebilmeli. Böyle bir diyet olamayacağı için maalesef ideal diyet diye bir şey yok. Olsaydı başlamak için pazartesi günlerini beklemezdik. İyi bir beslenme alışkanlığı oluşturmak lazım. Diyete ihtiyaç duymamak lazım. Günde kaç saat uyuyorsunuz? Memleketteki kilo sorunumuz az diyetten ya da çok yemekten değil sanırım. Hareketsiz ve spor sevmeyen bir memleket olduğumuzdan kaynaklanıyor. Milletçe bıraksalar tuvalete bile arabayla gideceğiz. Hareket etmeyi pek sevmiyoruz. Sanki bir çok sorun bu sebeple ortaya çıkıyor… Ortalama 5 - 6 saat. Yemek yapmayı sever misiniz? En sevdiğiniz yemek hangisi? Yemek yapmaya bayılırım. En sevdiğim de bu yemekleri dostlarıma yedirmek. Fırında fesleğen soslu kuzu inciği çok güzel yaparım. Ben şahsen yemek seçmem. Her türlü yemeği severim. Kapuskadan bamyaya, köfteden karnabahara, bamyadan kuru fasülye nohuta kadar tüm yemekleri çok Eğer oyuncu olmasaydınız, şuan ne yapıyor olurdunuz? Çocuklarınızın da sizinle aynı mesleği seçmesini ister misiniz? Oyuncu olmasaydım müzikle uğraşmak, müzisyen olmak çok isterdim. Çocuklarımın da keyfi bilir. Benim özel bir isteğim yok. Ben istediği mesleği yapan şanslı kişilerden biriyim. Umarım onlar da, tüm çocuklar da öyle olur. Son okuduğunuz kitap hangisi? Düzenli olarak hangi gazete ve yazarları takip edersiniz? Son okuduğum kitap ‘Kuyucaklı Yusuf’. Sabahları tüm gazetelerin internet sitelerine girer bakarım. Hayatta asla yapmam dediğiniz bir şey var mı? Hayat büyük konuşmak için doğru bir yer değil :) Sağlık Bakanlığı’nın yürüttüğü “Dumansız Hava Sahası” ve “Obezite” kampanyalarına ünlülerimizden de büyük destek geldi. Bu projeler sigara ve hareketsiz yaşam konularında önemli farkındalıklar sağladı. Bakanlığımızın yürüttüğü bu çalışmaları nasıl buluyorsunuz? Sizce daha fazla neler yapılmalı ya da yapılabilir? Bu çalışmaları tüm kalbimle destekliyorum. Günde 3 paket içerken 15 ay önce sigarayı bırakmış ve bu kadar geç bıraktığı için kendine kızan, dumansız yaşamayı seçtikten sonra hayatında birçok şey değişen biri olarak tabi ki bütün kalbimle destekliyorum. Daha fazla neler yapılabilir bilmiyorum ama hem sigara hem de uyuşturucu kullanma yaşının bu kadar düşük olduğu memleketimizde dumansız hava sahası ve sporu yaygınlaştırmak için çocuklarımızı ne kadar küçük yaşta eğitirsek o kadar iyi. Son olarak hastalara ne mesaj vermek istersiniz? Programlarımda defalarca verdiğim selamı yinelemek istiyorum. ‘Hastalara ve refakatçilerine, teskere bekleyen askerler, özgürlük bekleyen kader mahkumlarına selam olsun!’ • DR. İNCİ ŞEN YETİŞKİN, ERGEN VE ÇOCUK PSİKİYATRİ VE PSİKOTERAPİ UZMANI Çocuklarda teknoloji bağımlılığına dikkat! Büyükler kadar çocukların da hayatına giren teknoloji, onları gerçek dünyadan koparırken; fiziksel gelişimlerine, ruh ve beden sağlıklarına zarar veriyor. Çocuklarda sık rastlanılan teknolojik bağımlılık konusunda ebeveynlerin dikkatli olması gerektiğini söyleyen Uzm. Dr. İnci Şen, konu hakkında alınması gereken önlemleri şöyle sıralıyor: Modern hayat bize bir sürü güzellikler ve kolaylıklar getirirken, insanlık tarihinin daha önceden hiç tanımadığı ve tecrübelemediği olguları da yanında getirdi. Bunların başında teknoloji var, makineler, aletler, bilgisayarlar, cep telefonları var. Bu teknolojik ürünler o kadar hayatımızın içine girdiler ki artık neredeyse onlarsız adım atamaz olduk. kültürünü sanallıktan yana kullanıp tamamen gerçek dışı bir alemde yaşıyorlar. Çocukların gerçekle hayal ya da oyun dünyasını ayırt etme yaşının 11-12 yaşa kadar geliştiğini düşünürsek, bu durumunun ne denli bir tehdit oluşturduğunu dana net anlayabiliyoruz. Bilgisayar teknoloji bağımlılığını anne- baba nasıl anlayabilir? Eğer çocuğunuzun bilgisayar dışında ilgi alanları giderek azalıyorsa; - Yeme içme ekran başında sağlıksız atıştırmaya dönüşmüşse - Görme bozuklukları ve duruş bozukluğu oluşmuşsa, - Hareket ve spor yapmıyorsa ve buna bağlı olarak obezite vb. sorunlar ortaya çıkmışsa, -Bilgisayar, hayatının büyük bir bölümünü kapsıyorsa, bilgisayar başına oturmak için çeşitli bahaneler ileri sürüyorsa, - Bilgisayarda geçirilen süre günlük hayatı etkiliyorsa, - Sosyal ilişkiler, arkadaşlık ilişkileri, aile ilişkileri bile zarar görmeye başlamışsa, Çocuklar ve gençler bilgisayardaki çok çeşitli ve eğlenceli oyunların büyüsüne kapılıp, hayatlarını, normal oyun Aile yapısı ve kültürü çok önemlidir. Birbirleriyle ilgili, paylaşımcı, sıcak, sevgi dolu ilişkileri olan ailelerde temel sağlam olduğu için zarar görülse bile çabuk toparlanılır. Çocuklar kontrolsüz, kendi başlarına serbest bırakılmamalıdırlar. Çocuğun bilgisayarda hangi içeriklerle uğraştığı kontrol edilmelidir. Bu amaçla tehlikeli yayınlara kilitleme sistemi kurulabilir. Televizyonda ve bilgisayarda geçirilen zaman kısıtlanabilir. Örneğin en fazla 2 saat. Çocuğunuzun bilgisayarıyla odasına inzivaya çekilmesine izin vermeyin, sizinle aynı ortamda olsun. Bilgisayarın gizli tehlikeleri üzerine çocuğunuzu bilgilendirin. Örneğin; sanal arkadaşlığın tehlikeleri üzerine. Hep birlikte ailecek vakit geçirebileceğiniz eğlenceli zamanlar ayarlamak. Örneğin; birlikte sinema, tiyatro, konser, sportif faaliyetlere katılmak veya çocuğun tekrar bu yönde ilgisini uyandırmak. - Artık çocuğunuza çok az veya hiçbir şekilde erişemiyorsanız, iletişiminiz sıfırlanmışsa, - Çocuğun, gencin yüzü solgun ve sağlıksız görünüyorsa - Gündüz gece ritmi birbirine karışıp çocuğunuz siz uyuduktan sonra bile gizlice bilgisayar başına geçip, sabah okula uykusuz gidiyorsa, teknoloji bağımlılığından söz edilebilir Çocuklar gerçek dışı sanal bir alemde yaşıyorlar Günümüzde toplumu, gençleri ve çocukları zehirleyen en önemli tehlikelerin başında teknoloji bağımlılığı geliyor. Bu tür bir alışkanlık, bağımlılık gözlemlendiğinde neler yapılabilir? Siz bunlardan bir tanesini bile çocuğunuzda görmüşseniz, çocuğunuza hemen yasaklar getirmeden onu izlemeye, gözlemlemeye alın. Çünkü internetin bilgi erişimini evlere ve okullara getirmesi nedeniyle çocukların eğitimi üzerinde olumlu etkisi büyüktür. Ancak bizim dikkatimiz daha çok internetin doğru kullanılmadığı ve bilgi erişimi yerine sadece oyun, sosyalleşmek gibi bağımlılığı tetikleyen durumlar üzerinde toplanmalıdır. Başa çıkamıyorsanız, destek alın Eğer her şeye rağmen başa çıkamıyorsanız, mutlaka bir çocuk ve ergen psikiyatristine başvurun. Aksi takdirde gelecekte sosyalleşmemiş, insanlardan uzak, bencil, hiçbir hayati tecrübesi olmayan, hayatını yaşayamayan, sanal bir hayat süren, gerçeklerden kopmuş, isteklerini ve dürtülerini erteleyemeyen, duygusallığını kullanamayan ( insan ilişkileri çok kısıtlı olduğundan) kendini ve başkasını anlayamayan bir insan tiplemesiyle karşı karşıya kalınacaktır • Prof. Dr. Suat Turgut Emsey Hospital / Kulak Burun Boğaz HastalIkları Uzmanı Bademcik iltihabı, vücudun savunma mekanizmasını bozuyor Bademcik iltihabı ve farenjit, kış aylarında diğer aylara göre daha sık karşılaşılan hastalıklar olarak öne çıkıyor. Bulaşıcı olabilen ve kalabalık ortamlarda fazla zaman geçirenlerin risk grubunda olduğu bu hastalıklar, vücudun bağışıklık sisteminde güçsüzlüğe neden olarak kişinin sağlığını tehdit ediyor. Doğru teşhis ve tedaviyle bu hastalıkların kolayca etkisiz hale getirilebileceğini ifade eden Emsey Hospital’dan Kulak Burun ve Boğaz Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Suat Turgut, konuyla ilgili şunları söylüyor. Bademcik mikropları tutan bir yapıya sahiptir Bademcik tıbbi adıyla tonsil, ağız içinde solunum yolunun başlangıcında bulunan, her iki tarafta birer tane yer alan, vücudun savunma sistemine ait organlardır. Bu organlar, mikropların (bakteri ve virüsler) ilk olarak tutulduğu yerdir. Vücut direncinin düşmesi durumunda bademcik (tonsil) tarafından tutulan mikroplar, bu organ tarafından yok edilemez ve organı hasta eder. Bademcik iltihabı vücudu halsiz ve güçsüz bırakacak belirtiler veriyor Bademcik dokusu iltihaplanınca, mikroplara ait toksinlerin kana karışması sonrası vücutta bazı belirtiler ortaya çıkar. Bu belirtile; ateş, boğaz ağrısı, halsizlik, vücutta yaygın kas ağrısı, iştahsızlık olarak sayılabilir. Bunun yanında, bademciklerin iltihaplanmasına bağlı olarak ağızda tat bozukluğu ve kötü koku da ortaya çıkar. Vücut direnci düştüğü zaman ortaya çıkıyor Bademciklerin iltihaplanması genellikle vücut direncinin düşmesi, aşırı yorgunluk, aşırı fiziksel egzersiz, uykusuzluk, yetersiz beslenme gibi durumlarda ortaya çıkar. Bu gibi durumlarda, vücutta zararsız olan fırsatçı bakteriler enfeksiyona yol açar. Ayrıca enfeksiyona yakalanmış bir kişiden de tensel temas veya damlacık enfeksiyonu şeklinde bulaşma olabilir. Bulaşma, genellikle eller yoluyla olur. Hasta kişilerin ellerine temas edilmesiyle hastalık bulaşır. Tedavide istirahat ve bol sıvı alımı şart Bademcik tedavisi, vücudun kendi savunma mekanizmasını güçlendirmekle başlar. Bunun için yatak istirahati, yeterli sıvı alımı ve beslenme ön şarttır. Ateş olduğunda ılık suyla duş almak, vücuda alkol ve soğuk su ile ıslatılmış pamuk ve kompreslerin uygulanması işe yarar. Bunlar yeterli olmazsa, ateş düşürücü ilaçlar kullanılabilir. Bakteriyel enfeksiyonlarda antibiyotik tedavileri gerekebilir. Tablonun ağır olduğu bademciklerin aşırı iltihapla şişmesi, hava yolunu kapatması sonucu ağızdan beslenme güç olabilir. Bu gibi durumlarda hastaneye yatılması, serum ve antibiyotik tedavisi yapılması gerekebilir. Bademcikte ameliyat ne zaman gerekir? Vücudun savunma organı olan bademcikler (tonsiller) sık enfeksiyon geçirmesi sonucu, mikropların yerleştiği, koruma fonksiyonu kaybeden bir organ haline gelir. Vücut direncinin düştüğü her anda iltihaplanır ve vücutta birçok organın hastalanmasına yol açabilir. Bademcikte üreyen mikroplar eklemlere yayılarak eklem romatizmasına, böbreklere yayılarak böbrek iltihaplarına, en tehlikeli olarak da kalp kapakçıklarına ve zarına yayılarak kalp iltihabına yola açabilir. Bu risklerden dolayı senede 5-6 kezden fazla bademcik iltihabı geçirme durumunda hastalara ameliyat öneririz. Çocuklarda da genellikle 3 yaşın altında ameliyat önerilmez. Ancak sık bademcik enfeksiyonu geçirme yanında, bademciklerin aşırı büyümesine bağlı olarak horlama, uykuda nefes kesilmesi gibi uyku apnesi hastalığı belirtileri varsa, 3 yaşın altında da ameliyat yapılabilir. Ancak genellikle 3 yaş, ameliyat için alt sınır kabul edilir. Bademcikler alınınca bağışıklık sistemi zayıflamaz Bademcikler alınınca, vücudun savunma mekanizması zayıflamaz. Yapılan bilimsel çalışmalarla bu kanıtlanmıştır. Savunma sistemine ait hormonlarda hiç bir azalma olmaz. Üst solunum yolunda, Waldeyer halkası adı verilen bademcik dokusuna benzer dokular mevcuttur. Bunlar üst solunum yolunu daire şeklinde çevreler. Dil kökünde genizde bademcik dokuları vardır. Bademcik dokusu alınınca, bunlar görevi kompanze ederek üstlenir ve vücutta bademciklerin eksikliği hissedilmez.Bademcikler tamamen alınınca yeniden büyümez. Ancak bademcik tamamen alınmazsa, parça bırakılırsa tekrar büyüyebilir. Farenjit nedir, nasıl oluşur? Farenjit, bademcik iltihabından farklı bir durumdur. Bademcik iltihabına göre daha hafiftir. Hastalar çoğunlukla bademcik iltihabıyla karıştırır ve doktorları yanlış yönlendirir. Bu nedenle de gereksiz bademcik ameliyatlarına yol açabilirler. Bu gibi durumlarda, ameliyattan sonra şikayetler daha da artar. Farenjit, üst yutak bölgesinin (farenks) iltihabıdır. Boğazda yanma, kesilme tarzında ağrı, sürekli boğazda gıcık ve takılma hissi oluşur. Hastalar sürekli olarak bu rahatsızlığı ortadan kaldırmak için, boğaz kazıma ve temizleme hareketi yapar. Soğuk, sıcak ve baharatlı gıdaları alınca rahatsızlık artar. Tedaviye başlamadan alerji ve reflü şikayetleri de incelenmeli Bazen farenjit, reflü hastalığı ile beraber görülür. Reflü hastalığı tedavi edilince, farenjit de düzelir. Bu nedenle, kronik farenjiti olanların mide ve yemek borusunu kontrol ettirmeleri, mide kapakçığındaki probleme bağlı reflü hastalığı varsa öncelikle bunu tedavi ettirmeleri gerekir. Allerjik bünyelerde de farenjit tablosu ortaya çıkabilir. Bu durumda, yukarda sayılan belirtilere ilave olarak boğazda ve damakta kaşıntı hissi olur. Eğer alerji tespit edilirse, önce alerji tedavisi hastalığın iyileşmesini sağlayabilir. Ayrıca burun ve sinüslerdeki problemlere bağlı olarak sürekli ağız solunumu yapma da farenjite zemin hazırlayabilir. Farenjit belirtileri olanların, burun ve sinüslerinin kontrol ettirmelerinde fayda vardır. Farenjit tedavisi hastalığa neden olan burun kemik eğriliği, sinüzit, alerji ve reflü gibi durumlar varsa bunların tedavi edilmesiyle başlar. Farenjit tedavisinde aşırı sıcak ve soğuk, baharatlı gıdalardan kaçınma önerilir. Bunun yanında, boğaz kültürü ile bakteri tespit edilen hastalarda antibiyotik tedavileri, bunun yanında boğazı rahatlatıcı pastiller ve ağrı kesiciler faydalı olur. Sigara içen hastaların bu alışkanlığı bırakmaları hastalığın tedavisine olumlu etki eder. Tozlu ve hava kirliliği olan ortamlardan da uzak durmak gerekir. Bademcik iltihabı ve farenjit en çok el yoluyla bulaşıyor Bütün enfeksiyon hastalıklarda en belirgin bulaşma yolu ellerdir. Yapılan çalışmalarda, el yıkayarak %60-70 oranında enfeksiyonlardan korunabildiği gösterilmiştir. Hasta kişilerin salgılarındaki mikroplar ellere bulaşır ve bu yolla yayılır. Ayrıca öksürük balgam ve damlacık yoluyla da bulaşma olabilir. Ancak bu yolla bulaşma daha azdır. Bunun yanında, yeterli dinlenme ve beslenme de hastalıklardan korunmada önemlidir. El yıkamanın enfeksiyon hastalıklarında koruyucu etkisi yapılan bilimsel çalışmalarda kesin olarak gösterilmiştir • OPR. DR. ERKAN YILDIRIM ÜSKÜDAR DEVLET HASTANESİ / BEYİN CERRAHİ POLİKLİNİĞİ Bel fıtığında geç kalmak felce neden olabilir! Obezite, hareketsiz yaşam, sigara kullanımı gibi faktörler sonucunda oluşan bel fıtığı, en sık 30 ila 60 yaş arasında görülüyor. Bacak ağrısı, uyuşma, yürüme ve oturmada güçlük gibi belirtilerle kendini gösteren hastalık, tedavi edilmediği takdirde ciddi sağlık sorunlarına sebep olabiliyor. Bel fıtığında bilinçsiz yaklaşımın kişinin sakat kalmasına neden olabileceğine dikkat çeken Opr. Dr. Erkan Yıldırım, tedavide erken teşhisin önemine vurgu yapıyor. Opr. Dr. Yıldırım, bel fıtığı tedavisinde geç kalmanın ağır kuvvet kayıpları hatta felce kadar gidebilecek sağlık sorunlarına sebep olabileceğini belirterek, “Ciddi iş gücü ve maddi kayıplara neden olan bel fıtığı, insanların gündelik yaşamlarını ve hayat kalitelerini önemli ölçüde etkileyen bir hastalıktır. Bu nedenle dikkatli olunması ve ‘beldir, ağrır geçer’ diyerek ihmal edilmemesi gerekmektedir” diyor. Her bel ağrısı fıtık değildir Bel ağrılarının ancak %3’ü’nün ameliyat edilmesi gerekli bel fıtıklarından kaynaklandığını belirten Yıldırım, “Bel fıtığında doktor muayenesi sonuçlarına göre ilaç, yatak istirahati, fizik tedavi ve belde enjeksiyona dayalı ağrı tedavileri planlanmaktadır. Ayrıca uygun endikasyonlu bel fıtıklarında lazer tedavileri ve radyofrekans uygulamaları da yapılabilmektedir. Alınan bu önlemlere karşın geçmeyen ağrı, geçip tekrar başlayan ve kişinin hayatını etkileyerek iş ve yaşam kalitesini düşüren ağrı, ayakta güç kaybı ve idrar veya büyük abdesti kontrol edememe gibi durumlar varsa cerrahi yöntemlere başvurulması gerekmektedir” bilgisini veriyor. Her bel ağrısının bel fıtığı olarak nitelendirilmesinin yanlış olduğunu ifade eden Yıldırım konu hakkında şu bilgileri veriyor. Omurlar arası kıkırdağın kayması sonucu ortaya çıkıyor Omurganın bel kısmı beş adet omur ve diskten meydana gelir. Bu bölge vücut ağırlığını en çok taşıyan yer olarak bilinir. Omurlar ise omuriliği sararak hasar görmesini engeller. Bel fıtığı, omurlar arasındaki kıkırdağın şiddetli zorlama (ağır kaldırma, uzun süre aynı pozisyonda kalma, strese maruz kalma, düşme, fazla kilo ve çok doğum) sonucu yerinden kayması ve yırtılması ile omurilikten çıkan sinirleri sıkıştırması ile meydana gelir. Bel fıtığının belirtileri: • Bel ağrısı • Bacaklara vuran ağrılar • Ayaklarda uyuşma •Hareket kabiliyetinin kısıtlanması • Yürümede ve oturmada güçlük • Çabuk yorulma • İdrar tutamama • Denge kaybı • İktidarsızlık Çekme ve germe yöntemi hafifleme sağlayabilir Bel fıtığında traksiyon (çekme, germe) yöntemi bazı hastalarda ağrının bir nebze hafiflemesini sağlayabilir; ancak bu tedavinin mutlaka bir fizik tedavi uzmanı ya da fizyoterapist tarafından uygulanması gerekir. Aksi takdirde bu uygulama geri dönüşü olmayan zararlara yol açabilir. Ameliyat 2 cm’lik küçük kesilerle yapılabiliyor Bel fıtığı tedavilerinde son çare ameliyattır. Ameliyatının amacı fıtıklaşmış diskin sinirlere baskı yaparak tahrişini ve bu şekilde ağrı, kuvvet kaybı gibi şikayetlere sebep olmasını önlemektir. Bel fıtığı ameliyatında en yaygın uygulanan yönteme diskektomi denir. Bu yöntem fıtıklaşmış diskin bir kısmının çıkarılmasıdır. Sinire bası yapan disk parçası çıkartıldıktan sonra sinirdeki tahriş kısa zamanda yok olarak tam iyileşme sağlanabilir. Günümüzde bu işlem yaygın olarak bir endoskop ya da mikroskop kullanılarak küçük cerrahi kesiler ile yapılabilmektedir. Her iki ameliyatta 2 cm’den küçük kesi yapılmaktadır ve hasta için son derece konforludur. Hastalar 6 saat sonra yürütülüp, bir geceyi hastanede geçirdikten sonra taburcu edilmektedir. Hangi yöntemin seçileceği hastaya göre belirlenmektedir. Hissizlik gelişmesi acil ameliyat belirtisi Bel fıtığı tedavisinde erken teşhis önemlidir. Sinir sıkışmasının yerine ve şiddetine göre hafif ağrı ve uyuşukluktan, ağır kuvvet kayıpları, hatta felce kadar gidebilecek geniş bir klinik yelpaze oluşabilmektedir. Müdahalede geç kalınan durumlarda hareket ve yürüme kayıpları, idrar ve büyük abdest tutamama ya da yapamama, cinsel fonksiyon bozukluğu şikayetleri kalıcı şekilde gelişebilmektedir. Bel fıtığı belirtilerinin yanında ani gelişen kuvvet kaybı, idrar veya büyük abdest tutamama ya da yapamama, hissizlik gelişmesi durumunda acil olarak ameliyat gerekebilmektedir. Bu ameliyatın yapılma zamanı hastaların iyileşme döneminde belirleyici faktörlerin başında gelmektedir. Eğer bu şikayetlerden birini veya birkaçını kendinizde gözlemlediyseniz, vakit geçirmeden bir beyin ve sinir cerrahisi polikliniğine başvurunuz • DOÇ. DR. HALDUN ORHUN MEMORİAL ATAŞEHİR HASTANESİ /ORTOPEDİ VE TRAVMATOLOJİ BÖLÜMÜ Atılan bir adım 10 fayda sağlıyor Düzenli yapılan yürüyüş kasların kuvvetlenmesi, şişmanlık, stresin azalması ve yaşlanmanın gecikmesi gibi birçok avantaj sağlıyor. Sağlıklı ve kaliteli bir yaşam için düzenli yürüyüşleri yaşam biçimi haline getirmek gerekiyor. Kalça kaslarınızı kasıp gevşetin Memorial Ataşehir Hastanesi Ortopedi ve Travmatoloji Bölümü’nden Doç. Dr. Haldun Orhun sağlıklı bir yaşam için düzenli yürüyüşlerin önemi hakkında bilgi verdi. Gün içerisinde yürürken, otururken, kalça kaslarının en az 30 kez kasıp, gevşetmek de oldukça faydalıdır. Dakikada 6 kalori harcanabilir Düzenli yürüyüşler, vücudun oksijeni kullanma kapasitesini artıran, büyük kas grupların dinamik ve ritmik olarak çalışmasını sağlayan aktivitelerdir. Sağlıklı ve kaliteli bir yaşam için yapılan düzenli yürüyüşler dakikada 6 kalori harcanmasını sağlamaktadır. Kilo almayı engelleyerek, vücutta yağ oranının azalmasına yardımcı olur. Yürüyüş; kemiklerinizin güçlenmesini, kilonun korunmasını, kalp ve akciğer sağlığının kontrol altına alınmasını kolaylaştıracak bir egzersizdir. Bir adımın 10 faydası 1. Uykusuzluğu azaltır 2. Sindirimi kolaylaştırır 3. Kan basıncını düzenler 4. Yorgunluk hissini engeller 5. Solunum kapasitesini artırır 6. Kemiklerin sertleşmesini ve kuvvetlenmesini sağlar 7. Vücutta doğal keyif verici hormonların (Endorfin) salınımı sağlar 8. Eklem ve kasların esnekliğini artırarak, bel ve boyun ağrılarını hafifletir 9. Beyine oksijen sağlanmasını artırarak, zihinsel keskinlik ve yaratıcı düşünce potansiyelini yükseltir 10. HDL/LDL (İyi huylu-kötü huylu kolesterol) dengesini düzenler. Kan yağlarının (Trigliserid) düzeyini düşürür Yürüyüşe ısınma hareketleriyle yavaş yavaş başlanmalıdır. Saniyede bir adım atarak dakikada 2-6 kalori, iki adım ile dakikada 5-7 kalori harcanabilir. Aynı şekilde yine yavaş yavaş yürüyüş sonlandırılmalıdır. Bu yürüyüş programı düzenli bir beslenme planı ile yılda 5-6 kilo verilmesini sağlayabilmektedir. Sağlıklı yürüyüş için öneriler Yürüyüş kan akımını ve kan damarlarının miktarını artırarak, dolaşımı iyileştirir ve kalp-damar, beyin gibi damarsal hastalıkların riskini de azaltmaya yardımcı olmaktadır. Kırk yaş ve üstü kişiler mutlaka doktor kontrolünde yürüyüş programlarına başlamalıdır. Hipertansiyon, diyabet gibi hastalıkları olan kişiler sık sık doktor kontrollerini ihmal etmemelidirler. Yürüyüşte bunlara dikkat! Yürüyüş, hafif bir yemekten en az iki saat sonra yapılmalı, yürüyüş öncesi ve sonrasında bol su tüketilmelidir. Ağır bir yemek sonrası hızlı ve yorucu yürüyüşlerden kaçınılmalıdır. Yürüyüşler için ince tabanlı ve makosen ayakkabılar doğru tercihtir. Eğer yürüyüşler açık alanda yapılacaksa sabah erken saatler seçilmelidir. Çok sıcak havalarda yürüyüş yapmak ve yürüyüş sırasında herhangi bir sıkıntı hissedildiğinde yine de yürüyüşe devam etmek doğru değildir. Yine kilo vermek amacıyla yürüyüş yaparken vücuda naylon, muşamba ve benzeri maddelerin sarılmasının bir faydası yoktur • Doğru yürümenin püf noktaları: • Sırtınız dik olsun. Kambur durmayın. • Yürüyüş sırasında gövdenizin öne ya da arkaya doğru eğilmediğinden emin olun. • Yürürken sürekli ayaklarınıza bakmayın. • Gözleriniz, yaklaşık 20 adım ilerideki bir mesafede olsun. • Dirsekleriniz 90 derece bükülü ve parmaklarınız kapalı pozisyondayken, kolunuzu hafif sallayarak yürüyün. • ürüyüş sırasında ayağınıza binen vücut ağırlığınızı, ayak tabanına eşit bir şekilde dağıtacak ve ayak arklarınızı destekleyecek hafif yürüyüş ayakkabılarını kullanınız. • Küçük adımlar atarak yürüyün. Büyük adım atmaktan kaçının. • İlk başlarda 5 dakikada 300-500 adım atmak size ideal bir yürüyüş temposu sağlayacaktır. • Tempolu yürüyüşün, kalbinizi sıkıştırmadan ve sanki yürüyüş sırasında yanınızda biri olsa, onunla nefes nefese kalmadan konuşarak yürüyebilecekmişsiniz gibi hissettiğiniz en yüksek tempolu yürüyüş hızına ulaşmak olduğunu unutmayın.” UZM. DR. GÜLER ATEŞER İSTANBUL EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ /KADIN HASTALIKLARI VE DOĞUM KLİNİĞİ Hamile kalmayı planlıyorsanız, bu testleri mutlaka yaptırın! Sağlıklı bir hamilelik dönemi ve doğum süreci için anne adaylarının hamile kalmadan birkaç ay önce doktor kontrolünden geçmesi gerektiğini söyleyen Uzm. Dr. Güler Ataşer, bu süreçte yapılan testlerin bebek ve annenin sağlığı açısından önemli olduğunu söylüyor. Anne adaylarının erken aşamada bilinçli davranarak bebeklerini bazı enfeksiyonlardan, hastalıklardan, besin eksikliklerinden ve çevresel hasarlardan koruyabileceğini kaydeden Uzm. Dr. Ataşer, gebe kalmayı planlayan tüm anne adaylarının folik asit desteği alması gerektiğini ifade ediyor. Hamilelikte organlarda ek bir yük oluşuyor başvurarak gebeliğe hazırlanırken nelerin önemi olduğunun bilgisini alması yararlı olacaktır. Gebelik anne yaşamındaki en önemli fizyolojik olaydır. Annenin tüm sistemlerinde, bebeğin anne karnında sağlıklı gelişimini ve doğum sonrası doğacak ihtiyaçlarını karşılayacak değişiklikler oluşur. Haliyle çeşitli organlarda normale göre ek bir yük oluşur. Gebelik ve doğum öncesi bakım hizmetleri yürüten kurumlar, anneye bu önemli dönemde rehberlik yapar ve doğuma hazırlar. Sağlık elemanları gerçekleşecek bu fizyolojik olayların sağlıklı bir şekilde olup olmayacağının izler ve doğabilecek sorunların erken tanısı ve tedavisini sağlar. Bu görüşme sırasında beslenme ve yaşam alışkanlıkları, çalışıyorsa iş koşulları, sigara alkol gibi alışkanlıklar, anne yaşı, eşiyle varsa akrabalık derecesi, ailede kalıtsal hastalıkların var olup olmadığı, bunların gebelikteki geçişleri, herhangi bir hastalık olup olmadığı ve bu hastalık için kullanılan ilaçlar ve tedavisinde bir değişiklik gerekip gerekmeyeceği konusunda bilgi alınmalıdır. Beslenme ve yaşam alışkanlıkları tekrar düzenlenmeli Ailelerin gebeliklerini kendilerine en uygun dönemde planlayarak ve tıbbı yardım alarak gerçekleştirmeleri bu güzel olayı kötü sürprizlerle karşılaşmadan yaşamalarını sağlar. Gebe kalma kararı verildiğinde her şeyden önce, sosyal güvence imkânlarının gözden geçirilmesi varsa bir sorun çözümü için gerekli işlemler başlatılmalıdır. Her ne kadar ülkemizde gebelerin izlem ve doğumu minimal giderlerle sağlansa da sahip olunan sosyal güvencelerin gebelik öncesi düzenlemesi aileyi rahat ve güvenli kılacaktır. Tıbbi açıdan ise en az üç ay önceden annelerin kendilerine en yakın sağlık kuruluşlarına Daha önce gerçekleşmiş gebelik ve doğumlarda karşılaşılmış problemler varsa bu gebelikte tekrarlama riski öğrenilmelidir. Gebelikte folik asit ihtiyacı 3-4 kat artar Gebenin doğal ve dengeli besinlerle gebelikte doğan günlük kalori ihtiyacına ek 500 kcal yi karşılayan bir diyet beslenmesi yeterlidir. Vejetaryen olan annelerin gebelikte protein ihtiyacını nasıl karşılayacağını diyet uzmanlarından öğrenmesi gerekir. Pastörize edilmemiş süt, taze peynir, çiğ et gibi gıdalardan kaçınmak gerekmektedir. Yeterli beslenen kadınlarda genellikle vitamine ihtiyaç yoktur. Fakat folik asit ihtiyacı bu durumda bir istisnadır. Gebelikte folik asit ihtiyacı 3-4 kat artar. Bu nedenle gebelikten 3 ay önce başlanarak gebeliğin ilk 14 haftasına kadar günde 100-400mcg folik asit verilmesi önerilmektedir. Folik asit kullanımı nöral tüp defekti denen anomalileri de azaltmaktadır. D vitamini eksikliği ve demir eksikliği, takviye gerektirir Yine yeterince güneşten yararlanamayan kadınlarda vitamin D ihtiyacı da olabilir. Hb değeri 11,5gr/dl nin altında olan annelere demir takviyesi de gerekir. Bebekte intrauterin gelişme geriliği, matürasyon bozukluğu yaptığından ve yeni doğanda bazı hastalıklara, zihinsel gelişimde problemlere neden olduğundan, gebelik öncesi sigara ve alkol alışkanlığının bırakılması için yardım alınmalıdır. Evde evcil hayvan besleyen anneler dikkat etmesi gerekli konuları danışmalıdır. Kedi besleyen annelerin fetusda zekâ geriliğine neden olabilecek tokoplazma hastalığı bulaşma riski nedeniyle, atıkların bulaşmayı önleyecek şekilde eldivenle ve 24 saati geçirmeden temizlenmesine dikkat etmesi gerekecektir. Annenin hastalık geçmişi önemli Annede şeker hastalığı, hipertansiyon, kalp hastalığı, böbrek ve üriner sistem hastalıkları, solunum hastalıkları, kan hastalıkları, nörolojik hastalıklar, psikiyatrik hastalıklar, troid hastalıkları, maliğnite gibi sorunları olabilir. Sistemik böyle bir hastalığın varlığında, bu hastalıkla ilgili uzman hekimine başvurarak hastalığının düzeyini, gebeliğin getireceği ek yükün karşılanıp karşılanamayacağını, gebelik için en uygun zamanın ne zaman olduğunu öğrenmeli ve bu alanda gerekli istenilen tetkikler yaptırılmalıdır. Bazen bu hastalıklar için kullanılan ilaçların değiştirilmesi, gebelikte kullanılabilecek başka bir ilaca geçilmesi veya dozlarını değiştirilmesi gerekebilir. Gebelikte diş çürümeleri ve diş eti hastalıkları arttığından gebe kalmadan önce diş muayenesi olmak yararlı olacaktır. Gereken tedaviler böylece gebelik öncesi sağlanacaktır. Kızamıkçık ve suçiçeği geçirmeyen anneler mutlaka aşılanmalı Ortopedik sorunu olan anneler, gebelikte oluşan duruş değişikliğinin getireceği şikâyetleri, önlem ve yardımları, giyecek desteklerini öğrenerek gebeliğini daha rahat geçirebilir. Bacaklarında varisleri olan anneler gebelikte artan şikâyetlerini azaltacak tıbbı yardım ve giysi desteği bilgisini edinir. Gebelikte yapılmayan ve ilgili hastalığın gebelik sırasında geçirilmesinde ciddi fetal zararlanmaların görüldüğü kızamıkçık ve suçiçeği hastalıkları, geçirilmemiş veya bu hastalıklar için daha önce aşılanılmamışsa, gebelik öncesi anne adaylarına bu aşıların yapılması ve 3 ay aşı sonrası gebe kalınmaması önerilir. Jinekolojik muayene şart Gebelik öncesi kadın doğum uzmanına başvurarak jinekolojik muayene olmak gerekir. Bu muayene sırasında gebelikte sorun yaratabilecek genital enfeksiyonların tedavisi verilecektir. Rahim ağzı kanseri erken tarama testi olan smear alınacak varsa bir patolojinin gebelik öncesi tedavi ve çözümü daha kolay olacaktır. Herhangi bir genital organ yapısal anomalisi veya bir kitlenin varlığı önceden tanınabilecektir. Bu sorunların bir kısmının tedavisi gebe kalmadan önce yapılması gerektiği gibi bir kısmı da gebelik takibinde belirli dikkat ve kontrollerle izlenebilmektedir. Bu muayene sırasında gebelik öncesi yapılması gereken testlerde yapılacaktır • Gebelik öncesi yapılması gereken testler: 1. Kan grubu ve Rh tayini, uyuşmazlık durumunda antikor varlığı 2. Tam idrar testi 3. Kan sayımı 4. Hepatit antijen tayini 5. Sifiliz tarama testi 6. Rubella (kızamıkçık) antikor testi 7. Orak hücreli anemi ve talessemi riskli hastalarda gerekli testler 8. Risk grublarında HİV testi Hikayeler birinci kişi ağzından aktarılmıştır BU YÖNTEM 2013 NOBEL TIP ÖDÜLÜNÜ ALIR Metabolik hastalıkların çoğu beraberdir. Yani şekeri olanın hem tansiyonu, hem kolesterolü veya kalp beyin tıkanıkları olur. Haliyle hastalık arttıkça tedavi için kullanılan ilaç da artar, ve ne yazık ki ilaç sayısı arttıkça yan etki sayısında da artış olur. En çok mide- bağırsak yakınmaları ile uğraşırız. Poliklinikte karşılaştığım Hanımefendi bir 50 yıl daha doktorluk yapsam aklıma gelmeyecek bir yöntem önerdi. Şöyle ki; -Buyurun Hanımefendi. Nasıl yardımcı olabilirim? -Doktor Bey bağırsaklarımın ve midemin yıkanmasını istiyorum. -Neden? -Çok ilaç içiyorum Doktor Bey, midem, bağırsaklarım şişiyor, kirlendi; yıkayın da temizlensin istiyorum. BİR İZİN VER HANIM KONUŞAYIM YAAAA Türk aile yapısının ana direği kadındır. Benim için bu tartışılmaz bir gerçek. Nereden mi biliyorum: Çocuklarının kulaklarından, eşlerinin ellerinden tutup “Ben iyiyim“ diyenlere bile, “Yok yok sen hastasın” diyerek zorla polikliniğe getiren kadınlardan. Onlarca örnek yaşadım. Kız çocuk, -Ya Doktor Bey yok bir şeyim. Kilo almamak için fazla yemiyorum annem sen kilo alamıyorsun kesin hastasın diyerek zorla getirdi. Baktım anneye, -Doktor Bey ama çok zayıf, Başka bir erkek çocuk, -Aman Hanımefendi yemek tabağı mı midemiz yıkayalım geçsin. Ben şimdi size mide koruyucular yazıyorum. Geçmezse gelin ilaçlarınızı değiştiririz. -Ya Hocam yok bir şeyim dediğim halde kulaklarımdan çekerek getirdi resmen annem! İlahi hasta. Nobel ödülüne aday olurun sen! Erkekler, kadınlara göre daha çok terler. Metabolizmaları daha yüksek! 5 YIL BİTTİ. AÇIKLIYORUM! Hepimizin ihtiyaç duyduğu ve çoğumuzun da mutlaka yaptığı sıradan bir olay yüzünden günlerce uyuyamadım. Olay şu; bir arkadaşım bir polis arkadaşı için gittiği yabancı dil kursuna verilmesi için geçmişe dönük, farklı günler için 3 ayrı rapor verebilir misin, diyerek aradı beni. Ben de geçmişe dönük ve hasta olmadan verilecek raporların bana problem olacağını söylememe rağmen, raporların resmi olmasına gerek olmadığını, ofisten kaşeli bir kâğıda yazılsa yeteceğini söyleyip ısrarcı olunca kıramayıp raporları verdim. Vermez olaydım. 3 ay sonra İstanbul Valiliği’nden gelen bir yazıyla, Amerika’da eğitimde olan bir Emniyet Müdür Yardımcısına benim istirahat açtığımı ve belirlenen tarihte ifade vermemi isteyen bir mektup geldi. Korktum tabii. Devlet memuruyum. Ne olacağını bilemezsin. İyilik diyerek yaptığım bela oldu yani. Avukatımla gittim ifadeye. 2 müfettiş açtığım raporların bana ait olup olmadığını sordu. Evet yazılar benim, dedim. Resim gösterdiler bu şahsı tanımıyorum, dedim. Nasıl yani? Bu şahıs rapor verdiğiniz şahıs. Ben yine tanımadığımı ifade ettim. Bu sırada avukat, bir doktorun şahsın kimliğini kontrol etmesine gerek olmadığını, beyanın yeterli olduğunu söyleyip kişi Cüneyt Arkın’ım demesi durumunda bile o isimle anılacağını söyledi. Müfettişlerden biri iyi polisti. Sıradan bir olay olduğunu söylerken diğeri kötü polisi oynuyordu. Olayın sahtekarlıktan yargılanmaya kadar gidebileceğini söylüyordu.Neyse ki olay büyümedi. Bir hafta boyunca kabuslar ve ifadelerle geçti. Sorun çıkmadı. Demem o ki, kimse benden bir daha Amerika’daki arkadaşı için rapor istemesin! Diğer bir örnek: Polikliniğe eşi ile beraber gelen Beyefendiye şikayetini sordum. Eşi başladı anlatmaya, soluksuz konuşuyor. Ben de araya girdim. -İzin verirseniz hasta konuşsun, -Ama Hocam ona sorarsanız bir şeyi yoktur. - Bir izin ver hanım konuşayım yaaaa. Doktor Bey, yok bir şeyim. Her erkek gibi terliyorum. Daha önce de araştırıldı her şey normal. Eşim anlamamışlar diyerek sizin de görmenizi istiyor. Tetkikleri inceledim. Her şey normal! Gülümsedim. Kadınlar ailenin temel direğidir. Ama biraz da abartmasalar diyorum. SAKIN ANNENİZİ ÜZMEYİN! Mide yakınmaları olan hasta bulantı ve kusmalarının olduğunu anlatıyor. Sebebini sorduğunda gastritten olduğunu anlattım. Gençlerde stresin mide asidini arttırdığını bunun da bu şikayetlere neden olabileceğini izah ettim. -Annemin bedduası tuttu Doktor Bey, dedi. -Annemle tartıştık, o da “Yediğin içtiğin burnundan gelsin” diye beddua etti. Her halde ondan kusuyorum ben! Kırıldım gülmekten. HEMŞİRENİN BABASI HASTA YAKIŞTIRAMADIM DOKTOR BEY Servisimizin sorumlu hemşiresinin babası hasta, serviste yatıyor. Gözümüzün önünde eriyor adam. Hastaya 1 yıl önce diyabet teşhisi konmuş. Polikliniğe gelen hastaya Yapılan bütün tetkikler normal. Ama hastanın kliniği kötü! Ciddi bir hastalığı olduğu ortada! Böyle durumlar oldukça can sıkıcıdır. Bu tür hastalar için toplantılar yapılır, konseyler toplanır. Bu hasta içinde konsey toplandı. 3 ay önce yapılan bir Gastroskopi olmasına rağmen konsey tekrarlanmasını önerdi. Yapıldı. Şüpheli küçük bir alandan Biopsi alınmış. Patoloji hızlıca inceledi ve nihayet sonuç geldi. -Şekeriniz çok yüksek ilaç kullanıyor musunuz? Hasta mide kanseri. -Aa haberiniz yok bu aralar Avrupa’da son moda diyabet… Bunu duyan Hocamız da neredeyse sevinçten uçacak. Hemen sorumlu hemşireyi çağırmamı istedi. Hemşire Hanımla beraber Hocanın odasına girdik. Hocamız teşhisin konmasına çok sevinmiş olacak ki, -Kullanıyordum. Bıraktım. -Neden? -Bilmeeemmm. Yakıştıramadım kendime bu hastalığı Doktor Bey, Esprisi üzerine -Aaaaa, o zaman ben de kullanayım ilaçları Hocam… -Hemşire Hanım müjde teşhis kondu. Babanız mide kanseri,demez mi. Hemşireyi ayıltmak yarım saatimizi aldı. HEP BENİ HATIRLA Bazı insanların varlığı bile gülümsememize yeter. İste böyle bir arkadaşım var. Muayenehanemi yeni açmışım. Cep delik cepken delik! Hesapta olmayan bir sürü masraf. Ben de yardımcı olurlar diye nazımın geçtiği arkadaşları arayıp DİPLOMASIZ PROFESÖR 47 yaşlarında bayan hasta. Diyabet ve Kolesterol yüksekliği teşhisi konmuş. Aradan bir yıl geçmiş. Yaygın ağrıları var. Belli ki sinir uçlarında tahribat oluşmuş, Nöropati gelişmiş. Sordum: -Muayenehane açtım, sizi hatırlatacak hediyeler bekliyorum, diyerek takılıyorum. Bu muzip arkadaşımı aradım. -Hay hay Muratcığım hediyem en yakın zamanda sende, dedi. İki gün sonra kargo geldi. Kocaman bir paket geldi. Heyecanla açtım. Ne göreyim! -Gittim Arkadaşım vesikalık resmini büyütüp çerçeveletip “Gün boyu beni hatırlaman dileği ile” diyerek bir de not düşmüş. Donakaldım. Şaşkınlık geçtikten sonrada bastım kahkahayı. -Peki Doktor tedaviye başlamadı mı? Allah iyiliğini versin emi. -Daha önce doktora gitmediniz mi? -İlaç verdi doktor -Kullandın mı? -Kullanmaya gerek görmedim. -!!! Nasıl yani. Doktor ilaç verdi ama sen kullanmadın öyle mi? -Evet, nereden bileyim. Şikayetim çok yoktu gerek görmedim işte -!!! Yani uzman doktor sana ilaç yazıyor sen de profesörsün gerek duymuyorsun öyle mi? -Hasta üzgün bir şekilde öyle oldu, dedi ama ne yazık ki bu davranışı ömür boyu çekeceği Nöropatik ağrılara ve daha nerelerde olduğunu bilmediğimiz damar tıkanıklarına neden oldu. Bilene ve bilgiye saygı, kazanç getirir. BİR İSTEYENE BİR BEDAVA Kalabalık bir poliklinik günü! Yaygın ağrı ve halsizlikten yakınan bir Hanımefendi.Yapılan bütün tetkikler normal çıkınca. Şaşırarak -Ne yani boşuna mı uğraştık şimdi? Deyince, -!!! Nasıl yani hastalık çıkmadığına sevinmediniz mi? İsterseniz size bir Zatürre yanına da bir Tansiyon verelim, dedim gülümseyerek. Öyle hastalar var ki, “her şey normal” Sözünü duymak için varını yoğunu vermeye hazır. Söylediklerimi anlayan hasta -Haklısınız Doktor Bey. Şükürler olsun, diyerek poliklinikten ayrıldı… PİLİM BİTTİ Poliklinik her zamanki gibi yoğun! Sırada beklemeyi öğrenemeyen insanımız, kendi sağlığının diğer insanlardan daha önemli olduğunu düşünüp sırasını beklemeyenlerin yoğunlukta olduğu bir gün. Klasik bir Devlet Hastanesi’nden bir gün yani. Odada bir hastanın anamnezini alırken içeri dalan bir bayan hastayı, KRONİK HASTALARDA Kronik Hastalarda, hasta bir de yaşlıysa hemen doktoru içselleştirme çabası gelişir. -Sen de benim oğlum gibisin. -Hanımefendi lütfen sıranızı bekler misiniz diyerek uyardım. -Kardeşim sayılırsın -Hocam pilim bitti. Bekleyemem. Gibi sözlerde bu çabanın eseridir. Ancak böylesini duymamıştım. Olayı yaşayan bir aile hekimi: -Lütfen Hanımefendi herkes gibi sıranızı bekleyin. -Hayır Hocam düşündüğünüz gibi değil. Kalp pili takılı, o bitti. 50’li yaşlarda bir bayan yanında da 20’sinde genç bir kız. Çapa’ya yetişmem lazım. İlacımı yazar mısınız, diyerek cevapladı. -Doktor Bey, bu kızın işsiz güçsüz bir arkadaşı var. Babası ölsem de bu adama vermem diyor. Baba vermese, bu kız kaçacak. Ailemizde tek okumuşu da sensin. Sence ne yapalım versek mi kızı? Gülümsedim. -Allah piline güç versin. Beyefendi çıksın da pilin bitmeden yazayım ilacını. Enerjiniz tükenmez olsun! KAHVELER HASTANEMİZİN İKRAMDIR 50 yaşlarında erkek hasta acilden yatırılmış. Sabah vizite esnasında mide yakınmaları var. İyi geldiğini ve tedaviye eklenmesini istediği Antepsin adlı şurubu yazmamı istedi. Mahsuru olmayacağını düşündüğüm için tedaviye ekledim. Öğleden sonra hasta odama geldi. Şurubun gelmediğini söyledi. Tesadüf bu ya o gün Antepsin çalışan mümessil beni ziyarete gelmiş ve numune bırakmıştı. Numuneyi hastaya uzattım. Eczaneden ilaç gelene kadar bunu kullanmasını söyledim. Aradan yarım saat geçmedi hasta tekrar odama geldi. -Ya hocam bu şurubun tadı bir garip, kahveye benziyor. -Olur mu öyle şey diyerek ilacı istedim. Kutuyu incelediğimde üzerinde “numune doktor kullanımı için kahve içerir” yazısını görünce Kahveler hastanemizin ikramıdır dedim. Anne söze başladı Siz olsanız ne derdiniz! ÜZERİNE HİÇ ALINMIYOR 50 yaşlarında erkek hasta. Göz göze geldik. -Buyurun şikayetiniz neydi? -Benim bir şikayetim yok Hocam. Bunların var, diyerek eşini ve kızını gösterdi. Baktım, eşi konuştu: -Hocam inanılmaz horluyor. Salonda bile uyuyamıyoruz. Nefessiz kalacak diye korkuyoruz. Hastaya döndüm, -Hiç üzerinize alınmıyorsunuz Dedim gülümseyerek… -Horlarken uyumuş oluyorum ben Hocam, demez mi, İlahi umursamaz! Hasta ile beraber bastık kahkahayı… MÜHÜR KİMDEYSE SÜLEYMAN ODUR Kalabalık bir poliklinik günü, sayılar 120 kişiyi gösteriyor. Son hastaya da baktım. Çıkmak için toparlanmaya başladım. Kapının önünde genç bir Hanımefendi duruyor. Utana sıkıla içeri girdi. -Doktor Bey, bir şey rica edebilir miyim?, annem hasta ancak size numara kalmamış. Rica etsem muayene edebilir misiniz? Ben de randevunun bittiğini acil bir sorun yoksa yarın gelmelerini istedim. Ancak Hanımefendi sempatik bir tavırla, -Doktor Bey, mühür kimdeyse Süleyman odur. Siz isterseniz numara verdirebilirsiniz, demez mi! Ben de Süleyman olmanın motivasyonuyla hastayı muayene ettim. O gün bu gündür hasta her bana kontrole geldiğinde Dr. Sülümen esprisini yaparız. Not: İlgili hikayeler Dr. Murat Akbaş’ın “Unutulmaz Replikler İlahi Hasta“ isimli kitabından alınmıştır. İstanbul’un sağlık yöneticileri ‘Teröre Hayır’ dedi Haziran ayından bu yana tırmanışa geçen terör olayları ve sağlık çalışanlarına yönelik saldırıların artması üzerine İstanbul Sağlık Müdürlüğü önünde bir basın açıklaması yapıldı. İstanbul Sağlık Müdürü Prof. Dr. Selami Albayrak tarafından yapılan açıklamada Halk Sağlığı Müdür Yardımcısı Dr. Mustafa Özdemir, Beyoğlu Bölgesi Genel Sekreteri Uzm. Dr. Güven Bektemür, Çekmece Bölgesi Genel Sekreteri Prof. Dr. İhsan Bakır, Fatih Bölgesi Genel Sekreteri Prof. Dr. Hamza Müslümanoğlu, Bakırköy Bölgesi Genel Sekreteri Doç.Dr. Kadriye Kart Yaşar, Anadolu Kuzey Bölgesi Genel Sekreteri Doç. Dr. Kemal Memişoğlu ve Anadolu Güney Bölgesi Genel Sekreteri Doç. Dr. Ahmet Lütfullah Orhan da yer aldı. Albayrak: “Sağlık çalışanlarımız hedef alındı” Albayrak yaptığı açıklamada, Haziran ayından bu yana tırmanışa geçen saldırılarda, genç - yaşlı, çocuk - bebek demeden tüm halkı hedef alan terör örgütünün, sağlık çalışanlarımıza, ambulanslarımıza ve hastanelerimize yönelik saldırıların devam ettiğine dikkat çekerek, “3 sağlık çalışanımız terör örgütünün gerçekleştirdiği alçakça saldırılarda hayatını kaybetti. Aile Hekimimiz Dr. Abdullah Biroğul memleketi Diyarbakır’da, Sağlık Memurumuz Eyüp Ergen ve Ambulans Şoförü Şeyhmus Dursun memleketleri Şırnak’ta uğradıkları silahlı saldırı sonucu şehit edildiler. Onlarca çalışanımız alıkonuldu, ambulanslarımıza, hastanelerimize ateş edildi; sağlık hizmetleri aksatılmaya çalışıldı. Son olarak Hakkari Şemdinli’deki Devlet Hastanemiz bombalı saldırı sonucunda neredeyse kullanılamaz hale getirildi. En büyük zararı Şemdinli’de bizlerden sağlık hizmeti bekleyen halkımız gördü. Vatandaşımızın en temel haklarından olan sağlık hakkının engellemesine yönelik bu çirkin saldırıları planlayanları ve gerçekleştirenleri şiddetle lanetliyoruz“ dedi. Kardeşlik diyen gönüller, şifa veren eller kazanacak “Tek amaçları hayat kurtarmak, insanımızın sağlığına hizmet etmek olan çalışanlarımızın bu tür saldırılara maruz kalması asla kabul edilemez“ diyen Albayrak şöyle devam etti: “Sağlık hizmetlerini engelleyerek devlet kurumlarını itibarsızlaştırmayı amaçlayan bu saldırılar en çok da bölge insanımıza zarar vermekte, onların en temel ve en doğal insani hakkı olan sağlık hizmetlerine ulaşımını güçleştirmektedir. Çalışanlarımızın ve masum insanların hayatlarına kastedilerek gerçekleştirilen bu eylemler, terör örgütünün insani değerlerden ne kadar uzaklaştığının da kanıtı niteliğindedir. Hiçbir dinde, hiçbir kültürde yeri olmayan acizlik göstergesi bu saldırılar ve bu çağdışı anlayış, dünya medeniyetine önderlik etmiş bu topraklarda kendine yer edinemeyecektir. Hastanelerimizde çalışanlarımızın güvenliği için gereken tedbirler alınıyor, güvenlik güçlerimiz terör örgütüne yönelik operasyonlarına aralıksız devam ediyor. Ancak unutmayalım ki teröre karşı en büyük cevap, en büyük mücadeleyi birlik ve beraberlik içinde hareket ederek, birbirimize sımsıkı kenetlenerek verebiliriz. Bizler tüm engellemelere rağmen; din, dil, ırk ayrımı gözetmeden insanımıza hizmet etmeye devam edeceğiz. Bu topraklarda binlerce yıldır kardeşçe yaşayan insanımızın sağlığını daha ileriye taşıma gayreti içinde olacağız. Terör bizi asla yıldıramayacak ve asla amacına ulaşamayacaktır. Son tahlilde terör değil; kardeşlik diyen gönüller, şifa veren eller kazanacak” • DT. OĞUZ KARA BAĞCILAR HOSPİTADENT DİŞ HASTANESİ BAŞHEKİMİ İşte Dişe Zarar Veren Yiyecekler ! Sağlıklı dişlere sahip olmak için günde 2 kere dişlerimizi fırçalamamız, diş ipi kullanmamız ve düzenli aralıklarla diş hekimi kontrolüne gitmemiz gerektiğini belirten Dt. Oğuz Kara, dişlere en çok karbonhidrat ve asitli içeceklerin zarar verdiğini söylüyor. “Dişlerimize hangi gıdaların ne kadar zarar verdiğini bilmemiz gerekir” diyen Dt. Kara konu hakkında şu bilgileri veriyor: “Dişler için en zararlı ve uzak durulması gereken şey yiyecek ve içeceklerin içerisindeki asittir. Asit, gıdaların içinde direk bulunabileceği gibi aldığımız besinlerdeki karbonhidratların ağızdaki bakteriler tarafından aside dönüşmesiyle de oluşur. Sağlıklı dişlere sahip olmak için , dişlere en çok zarar veren karbonhidrat ve asit içeren gıda ve içeceklerden mümkün olduğu kadar uzak durulması gerekiyor” Sağlıklı bir gülümse için uzak durulması gerekenler: 1. Sigara: Diş ve diş etlerine zarar verir, ağız kokusuna neden olur. 2. Alkol: Tükürük ağızımızdaki plağın ve asidin etkisini azaltacak ilk savunmamızdır. Bu yüzden ağız kuruluğuna sebep olacak her şey diş için zararlıdır. Alkol de ağız kuruluğuna sebep olacağı için kullanılmaması gereken bir içecektir. 3. Meyve Suları: ph ‘ı 7 den düşük olan gıdalar dişlere zarar verir. PH ‘I 2,5 olduğu için meyve suları da dişlere zararlıdır 4. Limon: ph ‘ı 2 olduğu için dişler için zararlıdır. 5. Kola: En zararlı içeceklerden biridir. Çünkü hem fosforik asit hem şeker hem de sitrik asit içerir. 6. Enerji içeceği: Sitrik asit ve şeker içerdiklerinden dolayı dişler için zararlıdırlar. 7. Yapışık gıdalar (lokum, jeli bon vb.): Tatlı şekerlemelerden daha zararlıdır. Çünkü daha fazla şeker verirler ve aynı zamanda sitrik asit içerirler. 8. Kuru Meyve: Kuru meyveler karbonhidrat ihtiva eder. Aynı zamanda kuru meyveler yapışkanlığı sebebiyle ağız içinde daha uzun süre kalır. Sürekli kuru meyve yiyip dişlerinizi fırçalamamanız dişlerinizin çürümesine sebep olur. 9. Buz: Buz çiğnemek iyi bir fikir değildir. Buz çok serttir. Eğer eski büyük dolgularınız varsa buz yediğiniz zaman çok kolay bir şekilde dişleriniz kırılabilir. Soğuk aynı zamanda dişlerinizin kamaşmasına sebep da olabilir. 10. Beyaz Ekmek: Tükürükte bulunan amiloz enzimi karbonhidratları şekere çeviren enzimdir. Fakat şekeri zararlı kılan şey ağızdaki bakterilerin şekeri yemesi ve asit ortaya çıkarmasıdır. Eğer ağızda hiç plak yoksa şekeri aside çevirecek ve diş çürüğü oluşturacak bir şey de yoktur. OP. DR. EYÜP VELİ KÜÇÜK ÜMRANİYE EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ / ÜROLOJİ KLİNİĞİ /İDARİ SORUMLUSU Böbrek taşı endoskopik yöntemlerle sorun olmaktan çıkıyor Opr. Dr. Eyüp Veli Küçük, gelişen modern cerrahi ve görüntüleme yöntemleriyle birlikte böbrek taşı ameliyatlarının çok daha kolay ve güvenli bir şekilde yapılabildiğini belirterek, bu yöntemler sayesinde böbrek taşında açık cerrahi ameliyatların ortadan kalktığını söylüyor. Vücudun, filtre sistemi olarak çalışan böbreklerin taş oluşumuna müsait bir yapısının olduğunu belirten Küçük, böbrekte oluşan taşların büyüklüğünün ufak bir pirinç tanesinden bir mandalinaya kadar değişebildiğine dikkat çekiyor. Opr. Dr. Küçük, böbrek taşı ameliyatlarında kullanılan endoskopik yöntemler hakkında şu bilgileri veriyor: Doğum sancısından daha şiddetli ağrı yapabiliyor Böbrek taşı hastalığı ciddi ağrılara yol açabilen bir hastalıktır. Taş düşüren hastaların ifadesi ile doğum sancısından daha şiddetli bir ağrı olduğu ifade edilmektedir. Çok uzun zamandan beri insanların problemi olan bir hastalık, gerek beslenme alışkanlıkları ile gerek yaşam değişiklikleri ile gün geçtikçe daha sık görülmektedir. Son yıllarda giderek artan teknolojik gelişmeler ile artık hemen hemen bütün taşlar kapalı yöntemlerle tedavi edilmektedir. Taşların konumuna ve boyutuna göre farklı kapalı yöntemler kullanılmaktadır. Taşlar böbrekte, böbrekten süzülen idrarın atıldığı kanalda(üreter), idrar torbasında(mesane), son idrar kanalında(üretra)’da olabilir. 5 mm altındaki taşlar kendiliğinden düşebiliyor Taş düşüren hastaların büyük bir kısmında bulgu yoktur. Hastalık sinsi bir şekilde oluşabilmektedir. Hastaların bir kısmında ise bel bölgesinden başlayarak kasığa kadar yayılabilen ağrı ve idrar yolu enfeksiyonu, idrardan kan gelmesi, bulantı, kusma şikâyetleri olabilir. Taşların bir kısmı kendiliğinde düşmekle birlikte, bir kısmında kapalı yöntemlerle tedavi gereklidir. Özellikle 5 mm altındaki taşlar bol sıvı tüketimi ve hareket ile kendiliğinden düşebilmektedir. Tedavide kapalı yöntemlerin rolü büyük Bu boyuttan büyük taşlar ise dışarıdan şok dalgaları ile taş kırma (ESWL) veya idrar kanalından herhangi bir kesi olmadan kapalı olarak tedavi edilmektedir. Dışarıdan taş kırma yöntemi çoğunlukla başarı olmakla birlikte yine bu tedaviye rağmen kırılamayan taşlar kapalı olarak tedavi edilebilmektedir. İdrar kanalından girilerek yapılan operasyonlarda taşlar genellikle lazer vb. yöntemler ile parçalanarak doğal delikten kapalı olarak tahliye ediliyor. Son idrar kanalı ve idrar torbasındaki taşlar da yine kapalı olarak bu yöntemler ile tedavi edilebilmektedir. Tedavi yöntemi hastaya göre seçiliyor Böbrek ve idrar yolu taşlarının kapalı metotlarla tedavisinde çeşitli tedavi alternatifleri mevcuttur. Hangi yöntem hastaya daha az zarar verir ve taşsızlığı sağlarsa o yöntemin hastaya kullanılması tercih edilir. Seçilecek olan tedavi şeklini taşların yeri, böbreğin ve idrar yollarının anatomik yapısı ve hastanın genel durumu belirler. Böbrekteki 2 cm boyutuna kadar olan taşlar, idrar kanalından girilerek böbreğe kadar müdahale şansı veren esneyebilen (fleksibl) yöntemlerle parçalanılarak tahliye edilebilmektedir. Böbrekte 2 cm’den büyük taşlar için ise perkütan diye adlandırılan sırttan böbreğe kalem ucu küçüklüğünde bir delik ile ulaşım imkanı veren yöntem ile yine kapalı olarak tedavi edilebilmektedir. Bu yöntemde taşlar pnomatik (hava), lazer veya ultrasonik yöntemler ile parçalanarak tahliye edilmekte ve hastalar dikkatle bakıldığında bile belirlenmeyen çok ufak bir kesi ile şifa bulabilmektedirler. Az sıvı alımı ve tuz tüketimine dikkat edilmemesi durumunda tekrar oluşabiliyor Böbrek taşları endoskopik yöntemlerle tedavi edilerek, hastalar bir gün içerisinde ayağa kalkıp, kısa sürede normal hayatlarına dönebilmektedir. Tahliye edilen taşların analizi yapılarak tekrarlamaması için önlem alınması önemli bir basamak olmakla birlikte taşlar az sıvı alımı ve tuz tüketimine dikkat edilmemesi durumunda tekrar edebilmektedir. Tekrar eden tüm taşlar da gerek anestezi gerektirmeyen ESWL, gerek diğer endoskopik tedaviler, gerekse perkütan yöntemler ile rahatlıkla tedavi edilebilmektedir. Endoskopik yöntemler sayesinde açık cerrahiye gerek kalmadı İdrar yolu taşlarının her türünde açık cerrahi yapılmaksızın, PCNL (Perkütan böbrek taşı ameliyatı), Flexibl URS (endoskopik taş kırma) gibi kapalı (endoskpik) metotlarla tedaviler, Ümraniye Eğitim ve Araştırma Hastanemizde modern teknolojinin gerektirdiği tüm imkanlarla, yüksek tecrübeli kamu personeli uzman akademisyen kadrolarıyla ve hiçbir ücret alınmaksızın yapılabilmektedir • Suyun vücudumuza sağladığı 10 fayda Su içmek insan sağlığı açısından büyük önem taşır. Fiziksel ve zihinsel sağlığımızı korumak için her gün 8 bardak su içmeye özen göstermeliyiz. Mevsim geçişlerinde vücudumuzun su ihtiyacı artar. Suyun görev ve faydalarını daha iyi anlayabilmek için bize sağladığı faydaları 10 maddede sıralayabiliriz. içmek için susamayı beklememek bize bu sağlıklı alışkanlığı daha kolay kazandıracak yöntemler arasındadır. 1-Suyun ilk görevi taşımadır. Vücudumuza aldığımız karbonhidrat, protein ve vitamin gibi önemli besin öğeleri su sayesinde vücut içerisinde gerekli bölgelere ulaşır. 2-Su, alınan ilaç ve vitaminlerin gerekli yerlere ulaşmasını sağladıktan sonra oluşan artık maddelerin ve vücut içerisinde birikmiş zehirlerin toplanmasına ve vücuttan atılmasına yardımcı olur. Böbrekleri toksinlerden arındırır. 3-İçtiğimiz su bağırsak hareketlerini hızlandırır, besinlerin sindirimine yardımcı olur ve kabızlığı önler. 4-Eklem sağlığına da faydası bulunan su, eklemlerin daha kaygan olmasını sağlar ve sakatlanma riskini azaltır. 5-Yeterli su alımı vücut ısısının denetimi için de büyük önem taşır. Su, vücut ısısını dengelerken kanı sağlık açısından yeterli hacimde tutar. 6-Hava değişimleri ve hareket ederek kaybettiğimiz nem bize su sayesinde geri döner. Su içmek cildimizin nem dengesini korur, cildi yumuşatır, ağız ve burunun nemli kalmasını sağlar. 7-Su, vücudumuzda kan basıncını kontrol eden elektrolitlerin taşınmasında ve dengelenmesinde görev alır. 8- Su içmek doygunluk hissi yaratır, böylece iştahı keserek zayıflama sürecine katkıda bulunur. 9-Sindirimi hızlandıran su, metabolizmanın da daha iyi çalışmasına yardımcı olduğundan dolayı kilo vermeyi kolaylaştırır. 10- Su içmek kanı sulandırdığından kalp ve beyin damarlarında pıhtılaşmayı önler. Kalp krizi ve felce karşı koruyucu rol oynar. Suyun vücudumuza sağladığı yararlardan faydalanabilmek için ihtiyacımız olan günlük su miktarını karşılamamız gerekir. Sıcak günlerde, mevsim geçişlerinde ve egzersiz yaptığımızda bu miktar 8 bardaktan fazla olmaktadır. Kendimize su içme alışkanlığını kazandırmak için ise aşağıdaki basit ama etkili yöntemleri takip edebiliriz. Su içme alışkanlığı kazanmak için basit yöntemler Uyanır uyanmaz ilk iş olarak su içmek, sade suyu limon, çilek gibi meyvelerle tatlandırmak, çalışırken su molaları vermek, yanımızda devamlı su şişesi taşımak, çalışma masamızda bir bardak suyu hazır bulundurmak, telefon alarmını kurmak ve su Açlık kolayca susuzluk hissiyle karışabildiğinden dolayı yemekten önce içilen bir bardak suyun iştahı kestiğini ve dolayısıyla az yemek yemeye sebep olduğunu da unutmamak gerekir. Kilo verme ve fazla kilolarla savaşmada en büyük yardımcı su içmektir, bunu hatırlamak da kişiyi motive edecek faktörler arasındadır.İçilen su miktarını artırmak zaman alabilir. Birden bire yükleme yapmak yerine içilen günlük su miktarını yavaş yavaş artırmak kişi üzerindeki baskıyı azaltacağından daha faydalı sonuç verecektir. Sporcu dostu ‘0’ kalorili içecek “su” Nestlé Pure Life’ın “Obeziteye Karşı Hareket Zamanı” projesi kapsamında destek verdiği 37.İstanbul Maratonu fuarında konuşan kampanya elçisi Milli Sporcu ve Dünya Dalış Rekortmeni Şahika Ercümen de sporculara sağlık ve beslenme önerilerinde bulundu. Söyleşisinde dünya çapında önemli bir sağlık sorunu olan obeziteye de değinen milli sporcu bol su tüketimi ve hareketin obeziteye karşı olmazsa olmazlardan olduğunu, spor yapamayanların günde en az 10 bin adım atması gerektiğini söyledi. Ercümen, Nestlé Pure Life’ın 2013 yılından bu yana sürdürdüğü “Obeziteye Karşı Hareket Zamanı” projesinin de destekçisi. Obeziteye karşı “Hareket Zamanı” Dünya çapında önemli bir sorun haline gelen obeziteye karşı sosyal sorumluluk projesi yürüten Nestlé Pure Life, Türkiye’de “Obeziteye Karşı Hareket Zamanı” ismiyle hayata geçirdiği çalışmalar için 2013’ten bu yana Türkiye Obezite Araştırma Derneği ile işbirliği içinde çalışıyor. Bu proje ile obezite ile mücadelede su içmenin önemi ve sağlıklı beslenme konularında kamuoyunu bilinçlendirmeyi amaçlayan marka, Proje kapsamında Türkiye’nin farklı kentlerinde bilinçlendirme etkinlikleri ve spor aktiviteleri aracılığıyla yeterli su tüketimi ve hareket etmenin önemini anlatılıyor. Nestlé Pure Life, Vodafone 37. İstanbul Maratonu, Runatolia, İstanbul Yarı Maratonu gibi önemli spor etkinliklerine de proje kapsamında destek veriyor. Böylece sporu ilgi çekici kılarken harekete geçmenin obeziteyi engellemedeki önemini anlatmak için çalışıyor. Vodafone 37. İstanbul Maratonu Su Sponsorluğu Nestlé Pure Life 2014 yılından beri su sponsorluğunu üstlendiği Vodafone İstanbul Maratonu’na bu yıl da destek verdi. 37.İstanbul Maratonu’na su sponsoru olarak herkesi hareket etmeye davet eden Nestle Pure Life, ayrıca bu yıl Ankara Koşuyor, Bu Kızlar Nereye Koşuyor?, Hareket Candır!, Koşu Kadını, Marathonist, Rundiamo ve Running Academy koşu grupları tarafından kurulan “Engelsiz Sporcuyum” platformuna da destek oldu. Nestlé Pure Life adına koşan sporcuların topladığı bağış ise Türkiye Omurilik Felçlileri Derneği (TOFD)’ne bağışlandı • DOÇ. DR. MUSTAFA SOLMAZ BAĞCILAR EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ / PSİKİYATRİ KLİNİĞİ / EĞİTİM SORUMLUSU Öfkenizi kontrol etmek elinizde Tamamen sağlıklı ve insani bir duygu olan öfke, kontrolden çıktığı zaman bireyin ve toplumun yaşam kalitesini bozarak, yıkıcı bir boyuta varabiliyor. Peki suça ve şiddete yönelmede baş aktör olarak gösterilen öfke, nasıl kontrol altına alınır? Kişi öfkelendiği zaman ne yaparak, kendini rahatlatır? Bu soruların cevabını Doç. Dr. Mustafa Solmaz verdi. Öfkenin doyurulmamış isteklere, arzu edilmeyen sonuçlara ve yerine getirilmeyen beklentilere verilen duygusal bir tepki olduğunu dile getiren Doç. Dr. Solmaz, öfkenin, kontrol edildiğinde işe yarayan bir duygu iken, kontrol edilemediğinde hem birey hem de bireyin etrafındakiler ve çevresi için çeşitli zararlara yol açabilen bir duygu durumu olduğunu ifade ediyor. Diğer duygularda olduğu gibi öfkeye de fizyolojik ve biyolojik değişikliklerin eşlik ettiğini kaydeden Solmaz, “Öfkelendiğiniz zaman kalp atımınız ve tansiyonunuz yükselir; adrenalin ve noradrenalin gibi enerji hormonlarınız patlama yapar” bilgisini veriyor. Öfkeyi bastırmak sağlıklı bir çözüm değil Solmaz, “Günümüzde yaşanan aile içi şiddet vakalarında, kişiler arası kavgalarda, terör olaylarında, trafikte araç kullanırken kişinin kendisini sağlıklı ifade etmede zorlandığı öfkenin etkisi görülmektedir. Öfkeyi bastırmak, inkar etmek sağlıklı bir çözüm değildir. Öfkeyi anlamak, farkında olmak sağlıklı olandır” diyor ve ekliyor: “Öfke duygusu bizim ruhsal sağlamlığımızla ilgilidir. Eğer öfke potansiyelimiz fazlaysa, profesyonel destek alıp terapiden geçmemiz gerekir”. Doç. Dr. Solmaz, konu hakkında şu bilgileri veriyor: Ana sorun öfke farkındalığı edinilip, edinilemediği… Zor hayat koşulları, ekonomik ve sosyal problemler, güvenlik sorunları, gelecek kaygıları bireyleri daha öfkeli, sinirli, sıkıntılı, gergin ve çaresiz hissettirmektedir. Öfkenin boyutu, büyüklüğü, kişinin öfkesi üzerinde farkındalığı ve kontrolü burada önem kazanmaktadır. Öfkenin hedefi zaman zaman değişmekte bazen kişinin kendisine bazen çevresine, yaşadığı sürece, olaylara ve yönetime dönmektedir. Kontrolden çıkan öfke saldırganlık ve şiddeti kronikleştiriyor Öfke, genellikle suça ve şiddete yönelik davranışlarla ilgili olarak eş ve çocuk tacizi örneklerinde, toplu şiddet olgularında kendini göstermektedir. Bunun yanında öfke, kişilerarası sorunlu ilişkilere, boşanmaya, çalışma hayatında üretkenliğin ve işlevselliğin bozulmasına, fiziksel ve ruhsal sağlıkta önemli sorunlara neden olabilmektedir. Öfke hem kaynağını hem de yöneldiği hedefi olumsuz bir yaşantı içine sokar. Saldırganlık olarak tanımlanabilecek şiddet durumları öfkenin davranışsal ve kontrolsüz olarak ortaya çıkması için kullanılırken, düşmanlık ise öfkenin daha kronikleşmiş haline işaret etmektedir. Öfkenin en tehlikeli sonucu olan şiddet içerikli davranışların, öfkenin yoğunluğu ile yakından alakalı olduğu açıktır. Diğer taraftan öfkenin tüm olumsuz sonuçlarına rağmen, aslında, kişiyi uyarıcı, koruyucu veya harekete geçirici olan işlevleri, bu duygusal yaşantının, yaşamın devamı için ne kadar önemli olduğuna işaret etmektedir. Çoğunlukla öfkenin altında başka duygular yatıyor Öfkenin anksiyete, suçluluk, depresyon, bağımlılık ve cinsellikle ilgisi çeşitli çalışmalarda etkisi olduğu gösterilmiştir. Aslında kızgınlık, öfke gibi duyguların daha çok ikincil duygular olduğu; kırılma, alınma, gücenme, anlaşılmama, reddedilme, engellenme, korku, kaygı, hayal kırıklığı, yalnızlık gibi acı veren temel duygulara ikincil olarak oluştuğunun birey tarafından anlaşılması önemlidir. Öfke, kabul görmemiş veya anlaşılmamış kızgınlıkların topluca yaşanması ve ortaya dökülmesi olarak da ortaya çıkabilir. Bazen altta yatan depresyon, bipolar bozukluk, yas, madde ve alkol bağımlılığı gibi ruhsal bozuklukların yanı sıra, ağrılı ve kronik seyirli bir fiziksel hastalığa sahip olma da kişide kronik öfke duygularına neden olmaktadır. Yoğun öfke fiziksel sağlık problemlerini de tetikliyor Yoğun öfke kişide saldırgan davranışları tetikleyebilmektedir. Saldırgan davranışlarda ise temelde başkasına zarar verme niyeti söz konusudur ve hem sözel hem de sözel olmayan biçimlerde ortaya çıkabilir. Saldırgan ve öfkeli bireyler ciddi sağlık sorunlarına ve özellikle kalp damar hastalıkları, yüksek tansiyon, yorgunluk ve anksiyetenin eşlik ettiği psikosomatik bozukluklar, ülser ve baş ağrısı gibi hastalıklara yatkın gibi gözükmektedir. Öfkeyi inkar etmek ya da bastırmak çözüm değil Öfke açıkça ve doğrudan gözlenebilen sözel ve davranışsal belirtiler (tokat atma, vurma, küfür etme, suçlama, alay etme, önyargıyla yaklaşma, sözel ve fiziksel tacizler gibi) yoluyla gösterilebileceği gibi, yine davranışsal ya da sözel olarak, doğrudan olmayan yollarla (başkalarından uzak durma, sessizlik, unutkanlık, işbirliğine girmeme, çekingen davranma, aşırı alttan alma, ağlama, mutsuzluk, gerginlik, gücenme gibi) da ifade edilebilir. Öfkenin sağlıklı ve işe yarar olabilmesi için öncelikle varlığının kabul edilmesi ve tanınması gerekir. Bazı kişiler bu tür duygularını bastırmayı, yok saymayı ya da inkar etmeyi tercih ederken, diğerleri öfkeyi bir süre bastırıp daha sonradan patlamalar şeklinde ifade eder. Bir kısım birey ise öfke ile davranmayı bir yaşam biçimi haline getirmiştir. Bunlar öfkenin sağlıksız biçimde ifade edildiğine işaret etmektedir. Aslında öfkenin ifadesinde sadece ortaya koyma ya da bastırma tarzında iki seçenek yoktur, kişilerin kendi öfkelerini, kaynaklarını ve öfkeyi ortaya koyma biçimlerini anlaması çok önemlidir. Çözüm için pek çok farklı yol var Öfke davranışını kontrol etme yönündeki bir kısım çalışmalarda, kişinin öfkeli ve saldırgan olabilen davranışlarını besleyen çevresel özelliklerin değiştirilmesi, daha uygun davranışların kazanılması, düşmanca ve suça yönelik fantezilerin azaltılması ya da durdurulması, öfkenin sonuçlarının ve kaynaklarının kaydedilmesi, saldırgan davranışların dikkatin dağıtılması ya da espri yoluyla azaltılması gibi sonuçlar hedeflenmektedir. Öfkeyle baş etme becerilerinin yetersizliği durumlarında, stresle baş etme, engellenmeye tahammülün arttırılması ve gevşeme gibi yöntemler kullanılarak öfke davranışı azaltılmaya ve kontrol edilmeye çalışılır • Öfkeyi kontrol etmenin yolları: Rahatlama ve farkındalık oluşturma: Derin bir soluk ve rahatlatan bir görüntü gibi basit rahatlama araçları öfke duygusunu yatıştırabilir. Cevap vermeden önce derin ve yavaş bir nefes alın. Bilişsel yapılandırma: Mantık öfkeyi yener, çünkü öfke, haklı bir tepki olduğunuza inandığınız durumlarda bile, çok kısa bir süre içinde mantık dışına çıkar. Olabildiğince mantıklı olmaya çalışın. Sorun yaratmayın; sorun çözün: Kriz durumlarında, soruna değil, çözüme odaklanın. Sorun ile nasıl baş edeceğimiz ve en az zararı görecek şekilde nasıl bir strateji belirlememiz gerektiği fikri öfkelenmenizin önüne geçer. Soğukkanlı ve sakin bir iletişim kurun: Öfkeli insanlar hemen sonuca odaklanıp, eyleme geçme eğilimindedir. Ne var ki bu sonuçların bazıları doğru olmayabilir. Çok ateşli bir tartışmanın içindeyseniz, önce sakin olmaya çalışıp tepkilerinizi denetim altına alın. Mizaha yer verin: Espri yapmak, stresli bir ortamdaki gerginliği azaltabilir. Espiriler öfkeyi pek çok açıdan yatıştırır. Daha dengeli bir perspektif kazanmanıza yol açar. Çevrenizi değiştirin: Bazı durumlarda insanları içinde bulunduğu ortam öfkelendirebilir. Bu gibi durumlarda kendinize mola verin. Stres yüklü anlardan ve kişilerden uzaklaşın Empati kurun: Kendinizi karşınızdakinin yerine koyun, Olaylara onun gözüyle bakmaya çalışın Sağlık çalışanlarında obezite farkındalık sempozyumu gerçekleşti İstanbul Sağlık Müdürlüğü “Sağlık Çalışanlarında Obezite Farkındalığı” konulu bir sempozyum düzenledi. Sağlık Araştırmaları Şubesi tarafınan düzenlenen sempozyum, Fatih’de bulunan Ali Emiri Efendi Kültür Merkezi’nde yapıldı. Özellikle aile hekimleri, diyabet ve eğitim hemşirelerinin yoğun ilgi gösterdiği sempozyumda, obezitenin neden ve sonuçları kapsamlı olarak masaya yatırıldı. Sempozyumun açılış konuşmasını yapan Sağlık Araştırmaları Şube Müdürü Nevin Baycar, Dünya’da ve Türkiye’de obezitenin yol açtığı sorunlara dikkat çekerek, “Beslenme anne karnında başlayan ve yaşamın sonlandığı ana kadar devam eden temel bir ihtiyaçtır. Bu süreçte doğruyu ve yanlışı birbirinden ayırıp bilinçli beslenmek ise sağlıklı yaşamın vazgeçilmezidir. Peki biz sağlık yöneticileri ve çalışanları olarak nasıl davranmalıyız? Bugün bu soruya birbirinden değerli hocalarımız sayesinde daha net bir yanıt verebileceğimize inanıyorum” dedi. Baycar, katılımlarından ötürü herkese teşekkür etti. Sempozyumun ilk konuşmacısı “Obezite Nedir” konulu sunumuyla Öğr. Gör. Dr. Aylin Erdim oldu. Erdim’in ardından söz alan Doç. Dr. Yunus Yavuz ise “Obezitenin Dünyada ve Türkiye’deki Durumu Nedir” konulu bir sunum gerçekleştirdi. İlk oturumun son konuşmacısı ise “Beslenmenin Önemi” konulu sunumuyla Yrd. Doç. Dr. Nihal Erdem oldu. İlk oturumun sona ermesinden sonra verilen aranın devamında Prof. Dr. Yıldız Akvardar “Obezite ve Yeme Alışkanlıklarının Psikolojik Temellleri” başlıklı bir sunum gerçekleştirdi. Ardından söz alan Doç. Dr. Özgür Kasımay Çakır “Fiziksel Egzersizin Önemi” konulu sumunu yaptı. İkinci oturumun son konuşmacısı Prof. Dr. Dilek Gogas Yavuz ise “Metabolik Bir Hastalık Olarak Obezite” başlıklı bir sunum gerçekleştirdi. Sempoyumun son oturumunda ise Prof. Dr. Asım Cingi “Obezitenin Cerrrahi Tedavisi, Ne Zaman, Kime Uygulanır, Etkinliği Nedir?” ve Prof. Dr. Dilek Gogas Yavuz “Tip 2 Şeker Hastalığı ve Diğer Metabolik Hastalıklar ile Obezite İlişkisi” konulu sunumlarını gerçekleştirdiler. Sunumların bitiminden hemen sonra ise moderatörlüklerini Prof. Dr. Asım Cingi, Uzm. Dr. Samet Yardımcı ve Öğr. Gör. Dr. Aylin Erdim’in yaptığı “Daha Önce Obezite ve Metabolik Cerrahi Ameliyatı Olmuş Hastalarla Buluşma” konulu bir soru cevap oturumu yapılarak sempozyuma son verildi • DOÇ. DR. ŞENNUR ÜNAL SİYAMİ ERSEK GÖĞÜS VE KALP DAMAR CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ/ KARDİYOLOJİ KLİNİĞİ /EĞİTİM GÖREVLİSİ Tedavi edilmeyen boğaz enfeksiyonları kalbi vuruyor Doç. Dr. Şennur Ünal, çocuklarda tekrarlayan üst solunum yolu enfeksiyonlarının kalıcı kalp hastalıklarına yol açabildiğine işaret ederek, bu konuda dikkatli davranılması gerektiğini söylüyor. Çocuklarda boğaz enfeksiyonlarının sık görüldüğünü ve bu nedenle aileler tarafından yeterince önemsenmediğini dile getiren Doç. Dr. Ünal, Beta mikrobundan kaynaklanan bademcik enfeksiyonlarının, eklem rahatsızlıkları ve ileriki dönemlerde kalp romatizmasına sebep olabileceğine dikkat çekiyor. Ünal, Beta mikrobunun özellikle kış ve ilkbahar aylarında bademcik iltihabı, sinüzit, orta kulak iltihabı ve zatürreye neden olan bir bakteri türü olduğunu belirterek, “Tedavi edilmediği takdirde hayatı tehdit edici enfeksiyonlara neden olan Beta, zamanla kalp kapaklarını tutarak, kalp romatizmasına neden olabilir. Bu nedenle çocuklarda ateşli üst solunum yolu enfeksiyonundan sonra ortaya çıkan eklem ağrılarının mutlaka ciddiye alınması ve takip edilmesi gerekiyor” diyor. Doç. Dr. Şennur Ünal, Beta streptekok enfeksiyonlarına bağlı gelişen kalp romatizmasının ülkemizde hala sorun olmaya devam eden bir hastalık türü olduğunu belirterek, konu hakkında şu bilgileri veriyor: Tedavi edilmeyen ateşli boğaz enfeksiyonları Kalp Romatizmasına sebep oluyor Halk arasında kalp romatizması olarak bilinen Akut Romatizmal Ateş hastalığı A grubu beta hemolitik streptokok (kısaca beta) adını verdiğimiz mikropların yol açtığı bir hastalıktır. Çocuk ve genç yaş gruplarında (5-15 yaş) sıkça görülen bu rahatsızlık ileri yaş dönemlerinde oluşturabileceği kalp hastalıkları açısından büyük önem taşımaktadır. Tedavi edilmemiş yüksek ateş, şiddetli boğaz ağrısı, yutma güçlüğü ve genel durum bozukluğu yaratan üst solunum yolu hastalıklarından yaklaşık 2-3 hafta sonra Akut Romatizmal Ateş meydana gelir. Her üst solunum yolu hastalığının Akut Romatizmal Ateş yapmadığını hatırlatırken, ilk hastalık meydana geldikten sonra ki 5 yıl içinde hastalığın tekrarlama olasılığının 5 yıldan sonra tekrarlama olasılığından daha yüksek olduğuna da dikkat çekmek isterim. Kalple birlikte eklemlerde de tutulum yapıyor olur. Bu durum yakın takip edilmezse kalp büyümesine, kalp yetersizliğine ve ölüme yol açabilir. Erken yaşlarda Romatizmal ateş geçirmiş olan ve ilerleyen yıllarda kalp tutulumu olan hastalarımızda çabuk yorulma, çarpıntı, göğüs ağrısı, nefes darlığı gibi şikayetlere sıkça rastlıyoruz. Bu şikayetlerle bize başvuran hastalara yaptığımız ayrıntılı fizik muayene ve görüntüleme teknikleri ile kalp kapaklarında ki ve kalp kaslarında ki problemleri net olarak açığa çıkarıyoruz. Romatizmal ateş hastalığı tıpta eklemleri yakalayan kalbi ısıran hastalık olarak bilinir. Kalp dışında vücudun birden fazla bölgesini tutar. Hastalığın en sık karşılaşılan bulgusu eklem tutulumudur. Tedaviye erken başlamak başarı oranını arttırıyor Romatizmal denmesinin bir nedeni de hastalığın eklemleri tutmasındandır. Farklı zamanlarda bir çok eklemde örneğin el, ayak, diz gibi büyük eklemler de hareket kısıtlılığı ve ağrı, kızarıklık, şişlik şeklinde kendini göstermektedir. Eklem tutulumu genellikle kalıcı hasar bırakmaz. Kapaktaki darlığı veya yetmezliği kalp fonksiyonlarını bozmadan önce saptamak ve gerekli önlemleri almak için kalp doktoru tarafından yakın takip gerekmektedir. Bu önlemler kapağa ve hastalığın derecesine göre değişebilir. Başlangıçta ilaç tedavisi yeterli olurken ilerleyen yıllarda kalp kapaklarına gerek balon uygulama gerekse operasyon uygulayarak kalp kapaklarını değiştirmek zorunda kalabiliyoruz. Bu aşamada doğru ameliyat zamanlaması hastalarımızın yaşam kaliteleri ve yaşam süreleri açısından oldukça önemlidir. Kalp kapaklarında büyük hasara yol açıyor Hastalık sırasında dirsekte ve el bileğinde sıklıkla görülen sert, hareket ettirilebilen, ağrısız kitlelere ve ortası beyaz etrafı pembe-kırmızı renkte, kaşıntı yapmayan döküntülere de rastlamak olasıdır. Akut Romatizmal Ateş’in merkezi sinir sistemini etkilenmesinden ötürü bazı olgularda sakarlık, ellerde, yüzde istemsiz hareketlere de rastlanabilir. Bir diğer tuttuğu organ kalptir. Kalp tutulumu tüm Akut Romatizmal Ateş geçiren hastaların yaklaşık yarısında görülür. Erken dönemde çok belirgin belirti vermezken özellikle ilerleyen yıllarda kalp kapaklarında şekil bozukluğuna, kalınlaşmaya, kireçlenmeye ve kapakların sağlıklı çalışamamasına yol açabilir. Tedavi edilmediği takdirde ölüme yol açabiliyor Hareket kabiliyetini kaybeden kapaklar yeterince açılamaz ve gereği gibi kapanamaz; bir veya birden fazla kapakta darlık veya yetmezlik gelişmesine sebep Boğaz enfeksiyonlarında mutlaka boğaz kültürü alınması gerekiyor Aslında romatizmal ateşin neden olduğu kalp kapak hastalıklarının oluşmasını engellemek imkansız değildir. Örneğin çocukların üst solunum yolları enfeksiyonlarında daha dikkatli olmak ve mutlaka boğaz kültürü ile beta mikrobunu arayıp kesin tedavi yoluna gitmek hastalığın engellenmesinde en basit yoldur. Hastalık teşhis edildikten sonra, tedavisinde hangi ilaçların hangi dozda, ne kadar süreyle alınacağı mutlaka doktorunuz tarafından belirlenmelidir. Yoksa bilinçsiz kullanılan ilaçların kendimiz ve yakınlarımız için büyük tehlike oluşturacağı kuşkusuzdur. Boğaz enfeksiyonlarından sonra oluşan, eklem ağrılarına dikkat! Özetleyecek olursak, yukarıdaki bilgiler doğrultusunda bir üst solunum yolu enfeksiyonundan sonra ortaya çıkan eklem ağrılarının hafif de olsa ciddiye alınmalarının önemini bir kez daha hatırlatmak isterim. Bu ağrıların olası sebeplerinden birinin Akut Romatizmal Ateş olabileceği ve tedavi edilmezse ilerleyen yıllarda ciddi kalp kapak rahatsızlıklarına yol açabileceği unutulmamalıdır • Pİlot Alİ Feza Tunç 112 Hava Ambulans Ekİbİ Pİlotu Onların işi, gece gündüz hayat kurtarmak 112 sağlık çalışanların ömürleri zamanla yarışarak hayat kurtarmak için savaşarak geçiyor. Her birinin hayatı acı tatlı bin bir hatırayla dolu… 112 hava ambulansı pilotlarından Ali Feza Tunç’ta bunlardan biri... Uzun yıllar askeri pilotluk yapan Feza Bey, emekli olduktan sonra 112 acil ekiplerinin hava operasyon organizasyonuna dahil olmuş. Sağlık Bakanlığı’nın hava ambulans filosunun pilotları arasında yer alan Ali Feza Tunç, sayısız hastanın şifa bulmasına vesile olmuş. Bu süreçte birçok tehlike atlatan tecrübeli pilot, yaşadıkları ve edindiği deneyimleri anlatırken duygulanıyor. “Bir insanı hayata ve sevdiklerine kazandırmak her tür maddi tatminden önde gelir” diyen Tunç’la kimi zaman güldüren kimi zaman hüzünlendiren bir röportaj gerçekleştirdik. İşte o röportaj… Öncelikle bize biraz kendinizden bahseder misiniz? Ben 1987 yılında Deniz Harp Okulu’na girdim. 1991’de Teğmen olarak mezun olduktan sonra 1992 yılında Amerikalılar tarafından vurulan TCG Muavenet Muhribinde, müteakiben de TCG Gemlik Fırkateyninde görev yaptım. 1995’in Şubat ayında Deniz Kuvvetleri tarafından Kara Havacılık Okulu’ndaki pilotaj eğitimine seçildim. 1 senelik eğitim sonucunda 1996 yılında helikopter pilotu olarak Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’nın Kocaeli’de yer alan Deniz Hava Komutanlığı’na katıldım. 2014 yılına kadar çeşitli kademelerde görev yaptım. Bu görevler esnasında Birleşmiş Milletler ve NATO’nun birçok operasyonuna katıldım. Libya, Lübnan ve Somali operasyonlarında uçucu pilot olarak aktif görev yaptım. 2014 yılının Şubat ayında emekliye ayrıldım. Aynı yılın Nisan ayında Sağlık Bakanlığı’nın acil sağlık operasyon ekibine ambulans helikopter pilotu olarak katıldım. Peki askeri pilotluktan sonra neden Sağlık Bakanlığı acil hizmet pilotluğu diye sorsak? Ben tabiat olarak “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın” politikasını benimseyen bir insanım. Yaptığım işin zorluklarını biliyorum ama manevi olarak bir insana hayatından daha kıymetli bir şey hediye edemeyeceğimizi de biliyorum. Emekli olduktan sonra birçok farklı hava yolunda görev yapabilirdim. Bu işler, maddi olarak çok daha yüksek imkan sunan, buradaki görevime nazaran çok daha rahat işlerdi. Business helikopter pilotluğu yapmam içinde her tür şartı taşıyordum. Açıkçası şuan içinde bulunduğum iş bana çok daha anlamlı geldi. Dünyadaki hiçbir maddi tatmin sizi kalbi durma noktasına gelen bir bebeği hastaneye yetiştirip, onu hayata döndürmek kadar mutlu etmiyor. Yaptığımız iş sonuç olarak duygusal bir iş. Yeri geliyor yeni doğan bir bebeği, yeri geliyor trafik kazasında kolu bacağı kopan bir hastayı taşıyorsunuz. Bunun çok büyük bir duygusal yönü var. İlk başlarda da her hastayı kendi yakınım yerine koyuyor bir an önce yetişmesi için gayret ediyordum. O hasta sizin çocuğunuz, eşiniz, anneniz, babanız da olabilir.Hala bir operasyon görevi verildiğinde “Ya benim yakınımsa” diye düşünmeden edemiyorum. Çünkü giderken o hastanın kim olduğunu bilmiyorsunuz. Ben bugüne kadar yaşamasına vesile olduğum her hasta için mutlu oldum. Kaybettiğimiz her hasta için ise inanınki çok üzüldüm. Bu çok insani bir şey. İnsana yaşadığını ve bir gün bu yaşamın son bulacağını daima hatırlatan bir durum. Bu nedenle yaptığım işi çok mukaddes buluyorum. İyi ki buradayım. İyi ki insanların hayata tutunma mücadelesine azda olsa bir katkım var. Tabi yaptığınız iş son derece riskli? Hava muhalefeti veya helikopter kullanmanın ortaya çıkardığı bir çok risk var. Bunları üstesinden nasıl geliyorsunuz? Özellikle kış döneminde meteorolojik şartlar bizi çok zorluyor. Bazen şartlar görev yapmamıza müsaade etmediği için geri döndüğümüz vakalar da olabiliyor. Bir kişiyi kurtarırken 4 kişinin hayatını tehlikeye atmak istemiyoruz. Sırf ekibimizde yer alan 4 kişiyle de kalmıyor. Onların aileleri de var. Ekibimiz 2 pilot, 1 doktor ve bir de yardımcı sağlık personelimizden oluşuyor. 2 pilot olmasının sebebi pilotlardan birine havada ters bir şey olursa diğer pilotun devreye girerek helikopteri güvenle indirebilmesidir. Çok örnekleri var. Daha yakın zamanda bir hava yolunda pilotlardan biri kalp krizi geçirdi ve hayatını kaybetti. Diğer pilot uçağı kumanda ederek yolcuları emniyetle indirdi. Sonuçta hasta taşıyoruz. Artı ekibimizin can güvenliği açısından böyle olması gerekiyor. Bize biraz çalışma sisteminizden bahseder misiniz? Nasıl bir çalışma sistemimiz var? Buradaki mesai düzenimiz sabah gün doğumundan 30 dakika öncesi başlıyor. Yazın sabah 4:30 gibi mesaiye başlayıp, akşam gün batımı saati olan 20:30’a kadar nöbetimizi aralıksız sürdürüyoruz. Bu zaman dilimi kışın daha farklı tabi. Kışın havanın geç doğup erken kararması sebebiyle genellikle sabah 7:00 akşam 16:30 arasındaki zaman diliminde çalışıyoruz. Biz gündüz şartlarında görev yapıyoruz. Biz pilotlar ya da helikopterimizin imkan kabiliyeti açısından gece görev yapmamızda bir sıkıntı yok. Önümüzdeki aylar içerisinde Bakanımızın açıkladığı gibi Çanakkale ve Bursa’da gece uçuşuna başlayacağız. Bir sonraki sırada ise mega kent İstanbul var. Peki bir hastaya hava ambulansı ile müdahale ve nakil yapılması için ne gibi şartlar gerekiyor? Hava ambulansları, kara yoluyla hastaneye ulaştırılması mümkün olmayan ya da daha hızlı ulaştırılması gereken hastalarda kullanılan bir sistemdir. Aslında uygulama olarak hiçbir fark yok. 112 Komuta Merkezi kendisine iletilen vakaların durumuna göre hava ambulansı tahsis edilip edilmeyeceğine ilgili doktor karar veriyor. Genelde biz organ nakli, trafik kazası, ağır yanık vakaları, yeni doğan bebeklerin ameliyat için ilgili hastanelere taşınması gibi durumlarda daha sık kullanılıyoruz. Hasta nakli dışında organ nakli ekibi de taşıyoruz. İstanbul’da iki yaka arasında hasta nakli bazen kara ambulansı ile 2 buçuk saat sürerken, bu hava yoluyla yapılırsa 10 dakikada yapılabiliyor. Kara ambulans ekipleri ile konuştuğumuzda onların en çok yaşadıkları sıkıntı trafik. Peki sizde? Bizim en büyük sıkıntımız bazı hastanelerde iniş alanımızın olmayışı. Avrupa’da hemen hemen her hastanenin üstünde helikopter iniş alanı var. Türkiye’de ise maalesef bu imkan çok az hastanede var. Burada hastayı kara ambulansı hastaneden alıp bize getiriyor. Biz hastayı alıp gideceği hastanenin en yakın olacağı noktaya götürüyoruz. Yine bir kara ambulansı gelip bizden teslim alıyor ve hastaneye naklediyor. Bugün yeni yapılan özel hastanelerin hemen hemen yüzde 80’inde helikopter iniş alanı yapılmış vaziyette. Bence bu iniş alanları yeni kamu hastaneleri içinde oluşturulmalı. Benim hastayı alıp ilgili hastaneye doğrudan bırakmam lazım. Yeni yapılacak hastanelerde bu imkanın sağlanması gerekiyor. Yine bir diğer sorun Bağcılar Eğitim ve Araştırma Hastanesi Helikopter Pistinde çalıştığımız için Atatürk Hava Limanı’nın kontrol sahası içerisinde yer almamızdan kaynaklanıyor. Özellikle uçuşların yoğun olduğu saatlerde iniş ve kalkışlarımız da sorunlar olabiliyor. Bu durum bazen uçuş rotalarımızın uzamasına sebep olabiliyor, buda bizim için son derece değerli olan zaman kaybına yol açıyor. Kolu kopan bir hastayı kısa sürede hastaneye yetişdirdik Eminiz bu süreçte bir çok değişik vakayla karşılaşmışsınızdır. Bizimle başınızdan geçen ilginç birkaç olayı paylaşabilir misiniz? Size unutamadığım 2 anımdan bahsedeyim. Görev başladığımda ilk vakamız Ağva’da tarlada kolu kopan bir çiftçiydi. Tarlada kullandığı çapa motoruna taş sıkışıyor. Çapa motorunu kapatmadan taşı çıkarmak için elini sokuyor. Taş sıkıştığı yerden kurtulunca kapanmayan çapa motoru çalışıp kolunu koparıyor. Bize görev verilir verilmez direkt olay yerine gittik. Tarlaya indik. Primer bir vakaydı. Gittiğimizde 112 kara ambulans ekipleri de oradaydı. Onlar ilk müdaheleyi yapmışlar ancak hastanın kolunun kurtulabilmesi için acil tam teşekküllü bir hastaneye getirilmesi gerekiyordu. Durumu çok ciddiydi. Hasta şoka girmişti. Çok ciddi kan kaybı mevcuttu. Tabi çok etkilendim. Ne kadar geçmişiniz asker de olsa böyle bir şey görünce bir anda el ayak kesiliyor. Hep aynı şeyi düşünüyorsunuz. Bu hastayı yetiştirebilecek miyim? O gün hastayı o tarladan alıp havalanırken, hastanın annesinin babasının yaptığı duaları asla unutamıyorum. Hasta ve yakınlarının duasıyla buralardayız Biz her gün birçok badire atlatıyoruz. Havada karada çok değişik olaylar cereyan ediyor. Eğer bugün biz hayattaysak, gönülden yapılan bu duaların sayesinde olduğuna inanıyorum. Herkes sizin gözünüzün içine bakıyor. O an hasta ameliyat olacak mı kurtulacak mı diye herkes size ümit bağlıyor. Dolayısıyla bütün yükü ekip olarak omuzlarımızda hissediyoruz. Hastayı Ümraniye Eğitim Araştırma Hastanesi’ne 18 dakika gibi kısa bir zaman zarfında intikal ettirdik. Şimdi bu vakaya kara ambulansı 2,5 saatten önce gidemezdi. Zamanla yarışılan bir vaka. Her hastalıkta değil, ama uzuv kaybı gibi primer vakalarda zaman çok önemlidir. Bugün eğer o hastanın kolu yerine dikilebildiyse, hayatının geri kalanını tek kollu bir insan olarak geçirmediyse, bunda hızlı hareket etmenin çok büyük rolü olduğunu düşünüyorum. Az daha yere çakılıyorduk Yine 2015 Şubat ayında Edirne’de bir vaka verdiler. 34 yaşlarında siroz sonucu karaciğer yetmezliği oluşan genç bir hasta için havalandık. Meteorolojik şartları değerlendirdik. Şubat ayı mevsim geçiş dönemi olduğu için biraz sıkıntılıydı. Ama gidilemeyecek bir hava yoktu. Giderken bir sıkıntı yaşamadık. Yerden 150 metre yüksekte emniyetle uçtuk. Edirne Üniversite Hastanesinden zaman kaybetmeden 5 dakika içinde hastayı aldık. Kalkıştan maksimum 5 dakika sonra henüz yerden 30 metre yükselmiştik ki bir anda bulut içi olduk. Bulut içi olmak pilotlukta en tehlikeli şeylerden biridir. Planlayarak girseniz, hazırlıklı olursanız sıkıntı yaşamayabilirsiniz. Helikopterimizin oto pilot sitemlerini devreye sokabilirsiniz. Ama biz tamamen hazırlıksız, kalktıktan yaklaşık 5 dakika sonra bulut içi olunca çok sıkıntılı bir durumda kaldık. 30 metre havaaracı için çok yüksek bir mesafe değil. Bu nedenle karşınıza bulut içindeyken direk mi çıkacak, ağaç mı var, bina mı var bilemediğiniz için zorlanıyorsunuz. Hiçbir şey görmüyorsunuz. O anda arkamızın bizi buluttan çıkaracağını düşünerek gerisin geriye döndüm. O bulutun içinde 20-30 saniye kadar kaldık ama inanın 20-30 yıla bedeldi. Oradan tekrar çıkıp yer görüşümü sağlamak çok zor oldu. O gün bizi orada Allah ve sevenlerimizin duaları korudu. Peki burada veya Silahlı Kuvvetlerde yaşadığınız olaylardan sonra pilotluğu bırakmayı hiç düşünmediniz mi? Hayır hiç düşünmedim. Trafikte her gün hava yolundan kat be kat daha fazla, belki yüzlerce kaza oluyor. Ama buna rağmen herkes araba kullanmaya devam ediyor. Benim bırakıp kaçmam bu uğurda canını veren arkadaşlarımızın anısına saygısızlık olurdu. Ben mesleğimi hayat kurtarmaya adadım. Onun için pilotluğu bırakmayı hiç düşünmedim. Son olarak neler söylemek istersiniz? Bizim yaptığımız işte ekip çok önemlidir. Zira ekip olmazsanız bırakın hayat kurtarmayı, kendi hayatınızı bile koruyamazsınız. Biz buradaki İl Hava Ambulans Merkezinde 3 pilot, 2 doktor, 2 yardımcı sağlık personeli, 1 teknisyen, 2 hizmetli ile hayat kurtarmaya her daim hazırız. 112 hava ambulans ekipleri olarak bize ihtiyaç duyulan her yerde sağlık hizmeti vermekle gurur duyuyoruz • UZM. PSİKOLOG HANDE SİNİRLİOĞLU ERTAŞ ÜSKÜDAR ÜNİVERSİTESİ NP İSTANBUL NÖROPSİKİYATRİ HASTANESİ Gece oburluğunun nedeni psikolojik! Gecenin ilerleyen saatlerinde ortaya çıkan ve “kontrolsüz yeme davranışı” olarak tanımlanan gece oburluğunun stres ya da depresyon gibi psikolojik nedenler yüzünden ortaya çıktığını belirten uzmanlar, gece oburluğunu önlemek için bazı önerilerde bulunuyor. Uzman Klinik Psikolog Hande Sinirlioğlu Ertaş, gece oburluğunun kontrolsüz yeme davranışı olarak tanımlandığını belirterek şunları söyledi: “Gece oburluğu aslında kendi kendini tanımlayan bir davranım şeklidir. Gecenin ilerleyen saatlerinde başlayan açlık hissi ve durdurulamayan, kontrolsüz yeme davranışını içerir. Bu durum genellikle kişinin sabah uyandığında pişmanlık duymasına neden olur ancak çoğunlukla bu pişmanlığın ardından yine gece kontrolsüz yemeleri gelir.” Genelde 19’dan sonra yemeye başlıyorlar Gece oburluğunun iki şekilde ortaya çıktığını belirten Ertaş, “Birinci grup uyku aralıklarını kullanır, sık sık uyanarak atıştırır. İkinci grup gecenin ortasında bir kez uyanır ve kontrolsüz yeme davranışını gerçekleştirir. Gece oburluğu çeşitli nedenlere bağlanmaktadır. Birincil neden metabolizmaya bağlanır. Kişi yediklerini hızlı tüketir ve sık sık açlık hissi çekebilir. Bu tür nedene bağlı oburluk sadece gece değil gün içinde de devam eder. Norveç’te yakın zamanda yapılan bir araştırma sonucuna göre, “gece yarısı oburluğuna” na yakalananlar, genelde sabah kahvaltısında hiç iştahı olmayan, günün diğer öğünlerini ise saat 19.00’dan sonra yiyen kişiler. Bu kişiler, gecenin bir vakti, aniden uyanıp mutfağa yöneliyor ve genelde kek börek gibi karbonhidratları tüketiyorlar. Çoğunluğu çabuk strese giren ve oburluk riski yüksek olan kişiler. Araştırmaya göre stres hormonu “kortizol” un salgılanması, gece yarısı oburlarında farklılıklar gösteriyor. Hissedilen açlık gerçek değil! Gece oburluğunun diğer bir boyutu ise dürtü kontrolü veya depresyon gibi psikolojik nedenlere bağlanmaktadır. Aslında bu tür durumlarda hissedilenin gerçek açlık değildir. Ayrıca diyette olunması veya akşam yemeğinin atlanmış olması gece oburluğu için bir bahane olarak kabul edilememektedir. Gece oburluğu sürekli var olan bir davranıştır, yani psikolojik bir açlık olarak başlayan gece oburluğu giderek karşı konulmaz kötü bir alışkanlık haline gelivermiştir. Gece derin uykudan uyandıracak kadar güçlü hissedilen bu açlığın sebebi ise genellikle kişinin stres altında olmasını ve yiyerek bir miktar da olsa bu kötü düşüncelerin bastırılması çabasıdır. Uykuda bile sorunlarından kaçamayacağını anlayan kişi çözümü, ne kadar geç olursa olsun üşenmeden mutfağa gidip bir şeyler atıştırmakta bulur. Psikolojik destek şart Zaman zaman hepimizin gecenin ilerleyen saatlerinde bir şeyler atıştırdığı ya da gece uykudan uyanarak yemek yediği olmuştur. Gece oburluğu tanımını bu durumdan ayırmak önemlidir. Gece oburluğunda kişi bunu sürekli olarak tekrarlar ve ertesi sabah pişmanlık duyguları ile uyanır. Eğer bu davranış kontrolden çıkıp, kişinin günlük yaşamını da gerek duygusal gerekse fiziksel olarak etkiliyorsa, psikolojik bir destek önerilir. Psikolojik destekli bir çalışma, kişiyi gece oburluğuna götüren sebepler, stres yaşantıları üzerine odaklanacaktır • Gece oburluğuna karşı yapılabilecekler: • Akşam yemeği mutlaka yenmeli, saati biraz geciktirilip, hafif gıdalar tüketilmelidir. • Uykuları düzenlemek amacı ile uyku saatlerini belirleyin ve buna uymaya gayret edin. • Gece uykularını bölebileceği düşünülen ağır yemek ile kahve, çay, alkol gibi uyarıcı nitelikli içeceklerden uzak durun. (Özellikle bu içeceklerin belirli bir saatten sonra tüketimi uyku düzenine zarar vererek, kişiyi alıştığı davranışı yapmaya itecektir.) • Evde atıştırmaya yönelik, karbonhidrat içerilik; çikolata, kurabiye, bisküvi, tatlı v.b gıdaları bulundurmamaya çalışın. • Kontrolü kaybedeceğiniz kaygısı yaşıyorsanız, yanınıza kalorisi düşük gıdalar, süt veya su gibi içecekler alarak yatağa gidin. Böylelikle davranışı kontrol altına alana kadar geçen sürede pişmanlık duygusunu aza indirgemiş olacaksınız.” DOÇ. DR. CEVDET KOÇOĞULLARI SİYAMİ ERSEK GÖĞÜS VE KALP DAMAR CERRAHİSİ EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ /KALP DAMAR CERRAHİSİ KLİNİĞİ /EĞİTİM GÖREVLİSİ Göğüs kafesi açılmadan kalp ameliyatı Günümüzde göğüs kafesi ikiye ayrılarak gerçekleştirilen kalp ameliyatlarının yerini, 7 cm den küçük kesi ile yapılabilen operasyonlar aldı. “Minimal İnvaziv” adı verilen bu yöntemler, hastalar açısından pek çok avantajı içinde barındırmakla birlikte, ameliyat sonrası oluşan enfeksiyon riskini de düşürüyor. Doç. Dr. Cevdet Koçoğulları, küçük bir kesi ile kalbe ulaşılarak yapılan bu ameliyatların, hastaların hastanede yatma ve iyileşme süreçlerini oldukça kısalttığını söylüyor. Son 15 yıldır kullanılmaya başlanan bu yöntemin, ameliyat sonrası iz kalma korkusunu da ortadan kaldırdığını dile getiren Doç. Dr. Koçoğlulları, şu bilgileri veriyor: Amaç daha küçük kesilerle ameliyatı gerçekleştirmek Minimal invaziv kalp cerrahisi, geleneksel kalp ameliyatlarının göğüs duvarında daha küçük kesiler kullanılarak yapılmasıdır. Normalde göğüs kemiğinin ortadan ikiye kesilmesi ile yapılan kalp ameliyatlarından bazıları göğüs kemiğinin daha küçük bir parçasının kesilmesi ile veya kaburgaların arasından yapılan küçük kesiler ile gerçekleştirilebilir. Bu şekilde uygulanan ameliyatlardan sonra hastalar daha az ağrı duymakta ve daha hızlı bir şekilde eski yaşantılarına dönmektedir. Hangi kalp ameliyatları bu yöntemle yapılabiliyor? - Koroner bypass operasyonları - Atrial septal defekt onarımı - Mitral kapak değişimi/onarımı - Aort kapak değişimi/onarımı - Triküspit kapak değişimi/onarımı Minimal invaziv kalp cerrahisinin avantajları: Ameliyat sırasında ve sonrasında daha az kan kaybı olur. Böylece kan ürünü kullanımı azalır. Hastalar kan naklinin istenmeyen yan etkilerinden korunmuş olur. Hastalar geleneksel yöntemlere göre daha az ağrı duyarlar. Bu sayede daha az ağrı kesici ilaç ihtiyacı olur. İyileşme süreci daha hızlı gerçekleşir. Hastaların hastanede yatış süresi kısalır. Hastalar geleneksel yöntemlerle yapılan kalp ameliyatlarından sonra ortalama 5-7 gün hastanede yatarlarken, minimal invaziv yöntemlerle yapılan ameliyatlardan sonra ortalama hastanede yatış süresi 3-4 gündür. Hastalar günlük yaşantılarına daha hızlı dönerler. Göğüs kemiğinin tamamen kesildiği ameliyatlardan sonra 6-8 haftada gerçekleşen tam iyileşme süresi, minimal invaziv kalp ameliyatlarından sonra ortalama 2-4 haftadır. Ameliyatlardan sonra görülebilecek enfeksiyon olasılığı geleneksel yöntemlere göre daha düşüktür. Kozmetik olarak daha iyi bir sonuç elde edilir. Tüm bu sebeplerden dolayı, minimal invaziv olarak gerçekleştirilen ameliyatların toplam maliyeti daha düşüktür. Her hasta için uygun değil Minimal invaziv yöntemler kalp cerrahisinin korkulan yüzünü yumuşatması yönünüden bir çığır açmaktadır, ne var ki bu tekniklerin her zaman her hasta için uygun olacağını beklemek yanlıştır. Hastanın vücut ağırlığı ve vücut tipi, yaşı, tıbbi özgeçmişi, yapılacak ameliyatın tipi ve hastanın beklentileri göz önüne alınarak; ameliyat öncesinde yapılan bazı tetkiklerin ışığında bu yöntemle ya da klasik yöntemle cerrahi kararı verilmektedir. Dolayısı ile bütün kalp ameliyatlarının minimal invaziv kalp cerrahisi tekniği ile yapılması bugunkü mevcut teknoloji ile mümkün değildir. Cerrahi ekibin ve merkezin deneyimi çok önemli Minimal invaziv kalp cerrahisinde beklenen başarının ve olumlu sonuçların elde edilebilmesi için cerrahi ekibin ve ameliyatın yapılacağı merkezin konudaki tecrübesi çok önemlidir. Deneyimsiz merkezlerde yapılan ameliyatlar kimi zaman faydadan çok zarar getirmekte, hastanın tedavisinin artık klasik yöntemlerle de yapılamaması riskini taşımaktadır. Ameliyatlarda karşılaşılan bir komplikasyon sonucu her zaman klasik yönteme geçiş ihtiyacı doğabilir ve ameliyathane ortamının ve cerrahi ekibin klasik yöntemi uygulamaya da hazır olması gerekmektedir • DİYETİSYEN OKAN KIRAN ESENYURT DEVLET HASTANESİ / DİYETİSYEN POLİKLİNİĞİ Sağlıklı karbonhidrat nedir? Son yıllarda karbonhidrat tüketimin zararlarına ilişkin pek çok farklı açıklama yapıldı. Kimileri sağlıklı beslenmenin en temel şartının basit karbonhidrat ve şekerden uzak durmak olduğunu söylerken, kimileri ise karbonhidratın beslenmeden tamamen çıkarılması gerektiğini savundu. Peki karbonhidrat türü beslenme gerçekten sakıncalımı? Basit karbonhidrat nedir? Hangi gıdalar basit, hangileri kaliteli karbonhidrat içerir? Bu soruların cevabını Diyetisyen Okan Kıran veriyor. Sağlıklı karbonhidratları, rafine işlemi görmemiş, glisemik indeksi düşük ve lif içeriği yüksek gıdalar olarak nitelendiren Kıran, kuru bakliyatlar, bulgur, meyve ve sebzelerin bu kategoride değerlendirilebileceğini ifade ediyor. Rafine işlemlerden sonra soframıza gelen beyaz un, pirinç, erişte, makarna, şeker, reçel, marmelat gibi yiyeceklerin ise lif içeriği düşük, glisemik indeksleri yüksek ve yağa dönüşme hızları daha fazla olduğu için kalitesiz karbonhidratlar olarak sınıflandırılabileceğini belirten Kıran, besinlerin rafineleştikçe vücuda verdiği zararların arttığına vurgu yapıyor. Dyt. Kıran, bu durumun kişilerin sinir sistemi sağlığını bozmakla birlikte uykusuzluk ve depresyon gibi hastalıklara zemin hazırlayabileceğine dikkat çekerek, şunları söylüyor: Enerjinin yaklaşık %50-60’ı karbonhidratlardan gelmeli Karbonhidrat denildiğinde ilk aklımıza gelen ‘’ekmek’’ diyet denildiğinde ise ilk aklımıza gelen ‘’ekmeği kesmek’’. Şekerler, tatlılar, meyveler, tahıllar, hamurlar ve bunların hepsinin yapı yaşı olan vücudumuzun birincil enerji kaynağı olan karbonhidratlara vücudumuzun düzenli ve ciddi bir miktarda ihtiyacı var. Kaslarımızın ve beynimizin sağlıklı çalışması için yediklerimizden gelen enerjinin yaklaşık %50-60’ı karbonhidratlardan gelmeli. Beynimizin şeker yani glikoz ile çalıştığını hepimiz biliyoruz. Öncelikle şekeri hayatımızdan çıkarmalıyız Peki kimilerine göre zehir olarak nitelendirilen şekerden yetişkin bir insan günlük ne kadar şeker ve şekerli besinler almalı diye soracak olursanız ben bu soruyu ‘Eğer mümkün ise hiç almayalım!” diye cevaplandırırım. Zira; tükettiğimiz serbest şekerler insülin direnci yaratarak diyabete, kandaki serbest yağları artırarak kolesterol ve kalp damar hastalıklarına, ve dolaylı yolardan ise yüksek tansiyona sebep veriyor. Ayrıca diş çürükleri, böbrek taşları, ülser, astım romatizma kronik yorgunluk sendromu ve kemik erimesi de şeker ve şeker şurubu denilen ürünlerin sebep olduğu hastalıklardan sadece birkaçını oluşturuyor. Sağlığımızı korunmak için neler yapabiliriz? Mümkünse şeker, tatlı, hamur işi, şeker ve yapay tatlandırıcıları, şeker şurubu, glikoz früktoz şurubu içeren yiyecekleri hiç tüketmeyelim. Özellikle gıda sanayisinde ucuz ve hızlı üretim için kullanılan şeker şurubu dediğimiz ve %90’ı GDO’lu mısırdan üretilen yapay früktoz-glikoz şurubu içeren hazır yiyeceklerden kaçınmak diyabetten korunmak için çok önemli. Ketçaptan patates kızartmasına, lokumdan baklavaya, biradan gofrete kadar, daha tatlı ve ucuza üren elde etmek için katılan bu şuruplar; insanın pankreasını aşırı derecede yorup; yoğun insülin salgılanmasına ve günümüzde şaşırarak tanık olduğumuz erken yaşlardaki diyabete sebep olabiliyor. Mısır şurubu, fruktoz ve glukozlu ürünlerin tüketiminden kaçının Tükettiğimiz ürünlerde bulunan NBŞ (nişasta bazlı şeker) tüketimini mümkün olduğunca sınırlamak elimizde. Satın aldığımız her ürünün mısır şurubu, glikozfruktoz şurubu içerip içermediğini kontrol ederek satın alabiliriz. Tatlı ihtiyacımız karşılamak için ise gerçek ve doğal bal iyi bir alternatif olabilir. Soğuk baskı ile hazırlanmış katkısız pekmez türleri ise basit şekerlere göre daha fazla ve çeşitli besin öğesi içerdiğinden tatlı ihtiyacımızı karşılamak için güzel bir seçenek olabilir. Tatlandırıcı kullanırkan dikkat! Sorbitol, ksilitol, mannitol, sükraloz gibi yapay ve kalorisi olmayan şekerleri tercih etmek sağlıklı gözüken bir seçenek gibi gözükebilir. Fakat son yıllarda yapılan araştırmalar ise bu tarz yapay şekerlerin dahi; insülin salgısını ve dolayısı ile insülin direncini artırıp diyabete (şeker hastalığı) sebep olabileceğini gösteriyor. Ayrıca yüksek dozlarda tatlandırıcı kullanımı kanserojen etkileri olduğu bilinen başka bir gerçek. Yani şekersiz ve kalorisiz diye sıfır olarak etiketlenen kolalı içecekler dahi kilo almaya ve uzun vadede obezite ve diyabete sebep olabilir. Stevya denilen ve doğal bitki özlerinden hazırlanan tatlandırıcılar ise günümüzde masum olarak görebileceğim nadir ve çok düşük kalorili tatlandırıcı bir madde. Şeker ihtiyacınızı hurma ile karşılayın Tatlı yerine meyve tercih etmek hem daha çok sıvı ve posa almamıza yardımcı olur ve kaslarımızın ve beynimizin ihtiyacı olan karbonhidrata kolayca ve keyifli bir yoldan ulaşmanızı sağlar. Yetişkin bir birey günde 4-5 porsiyon kadar (2 mandalina, 1 büyük armut ve bir elma) meyve tüketebilir. Aşırı tatlı ihtiyacı hissedilen durumlarda ise kuru meyveleri veya meyve pestillerini tercih edebiliriz. Hurma ise hem iyi bir ara öğün hem de tatlı ihtiyacımızı karşılayacak şahane bir meyve olarak günlük diyetimizde sürekli yer alabilir. Sınırsız ekmek tüketimi obeziteye sebep oluyor Beyaz ekmek ve beyaz un ile üretilen hamur işleri obezitenin bir numaralı etkeni olabilir. Kepekli ekmek türleri ise aynı hamurdan sadece kepek ilave edilerek yapıldığı için tercih edilmemeli. Kilo veya diyabet sıkıntısı olmayanlar tam tahıllı veya çavdarlı ekmekleri tüketebilir. Her yerde bulabileceğiniz istanbul halk ekmek üretimi olan organik buğday ekmeği ise piyasada bulabileceğiniz en güzel ve sağlıklı ekmeklerden. 1 dilim ekmek nelere eşit? 1 kepçe çorba 2 yemek kaşığı pilav-makarna-eriştebulgur-kısır 1 orta boy patates haşlaması ½ haşlanmış mısır 4 yemek kaşığı patates yemeği 1 avuç beyaz leblebi 2 adet tatlı diyet bisküvi ¼ simit Sağlıklı ve zinde kalmak için şekerli, yapay şuruplu yiyeceklerden uzak durup bol taze meyve sebze yememiz, yeterli miktarda sıvı tüketip hafif yürüyüşler yapmamız gerekiyor. Ama öncelikle yemek ve yiyecek satın alma alışkanlıklarımızı gözden geçirmemiz en önemlisi • PROF. DR. AHMET KONROT ÜSKÜDAR ÜNİVERSİTESİ DİL VE KONUŞMA TERAPİSİ BÖLÜM BAŞKANI Kekemelik bir hastalık değil, yeter ki kronikleşmesin! Konuşmanın doğal akışının istemsiz olarak kesintiye uğraması olarak tanımlanan kekemelik daha çok 2-5 yaş arasında ortaya çıkıyor. Kekemeliğin bir hastalık olmadığının altını çizen uzmanlar, erken müdahale ile yönetilmeyen kekemeliğin, kronik-inatçı kekemeliğe dönüşebileceği konusunda uyarıyor. Yetişkinlerde yüzde 2, çocuklarda yüzde 5 oranında görülen kekemeliğe dikkat çekmek ve doğru bilgilendirme yapmak amacıyla 22 Ekim tüm dünyada Kekemelik Günü olarak anılıyor. Üsküdar Üniversitesi Dil ve Konuşma Terapisi Bölüm Başkanı Prof. Dr. Ahmet Konrot, “Konuşmanın doğal akışının istemsiz biçimde kesintiye uğraması” olarak tanımladığı kekemeliğin üç temel belirtisi olduğuna dikkat çekerek önemli uyarılarda bulundu: “Bu tip konuşma bozukluklarında hece/ses tekrarları, bloklar ya da ses uzatma tarzında üç temel belirti söz konusudur. Konuşma gelişimi sırasında çocukların çoğunluğunda akıcı olmayan konuşma davranışları gözlenmektedir. Kekemelikte gözlenen konuşma davranışları, akıcısızlıklardan farklıdır. Kekemelikte gözlenen akıcısızlık sorunları, sözcüğün tamamında değil, bir parçasında gözlenir. Konuşma sırasında sözcenin bir bölümünde tekrarlar, bloklar (konuşma yolunda meydana gelen “tıkanma” sonucunda konuşma seslerini söyleyememe, zorlanma vb.), uzatmalar gözleniyor ve bu tür davranışlar hem sık sık yaşanıyor, hem de göze batacak kadar belirgin oluyorsa, aileler kekemelikten şüphe edebilirler.” 6 aydan uzun sürerse dikkat edilmeli Kekemeliğin normalde dil gelişiminin ilk evrelerinde, en çok da iki-beş yaş arasında ortaya çıktığını belirten Prof.Dr. Konrot, “Bu dönemde 100 çocuktan ortalama dördünde kekeleme davranışı gözlenir. Bunlardan üçünde, gözlenen kekemelik davranışı her hangi bir müdahaleye gerek duymadan altı ay ile iki yıl içerisinde kendiliğinden ortadan kalkabilir. Ancak, altı aydan uzun süren kekemeliklerde yardımsız gelişim olasılığı azalmaktadır. Erken dönemde kendiliğinden geçmemesi ya da erken müdahale ile yönetilmemesi durumunda, kekemeliğin kronik/ inatçı kekemeliğe dönüşme olasılığı yüksektir. Beklemeden özellikle erken dönem kekemelik konusunda uzman bir dil ve konuşma terapistine başvurulmalıdır. Aileler bekleme kararını bir uzmana danışarak verirlerse, daha doğru olur. ” dedi. Kekemelik çok boyutlu bir sorun Kekemeliğin nedenlerine ilişkin kesin bir bulguya henüz ulaşılamadığını belirten Prof.Dr. Konrot, “ Kekemelik çok yönlü, çok boyutlu bir sorundur. Kekemeliğin genetik alt yapı, nöroanatomik ve nörofizyolojik etmenler, özellikle kontrolsüz farkındalığın ortaya çıkmasıyla birlikte eşlik eden psikolojik faktörler ile ilişkili olduğunu söylemek mümkündür.” diye konuştu. Kekemeliğin yönetimi önemli Kekemeliğin kolay teşhis edilebildiğinin altını çizen Prof.Dr. Konrot, “Her hangi bir kişi bu sorunu dile getirebilir. Ama kekemeliğin yönetimi söz konusu olduğunda durum değişir. Tedavi yerine yönetim terimini daha uygun buluyorum, çünkü kekemelik bir hastalık değildir. Kekemeliğin, özellikle erken dönem kekemeliğin yönetim planlaması açısından teşhisi, bu konuda eğitimli, bilgili ve deneyimli bir dil ve konuşma terapisti tarafından yapılmalıdır. Kekemelik terapisi yoğun ve karmaşık bir süreçtir. Terapi süreci ve süresi kişinin yaşına, koşullarına, kişilik özelliklerine, kişinin iletişim-dil-konuşma performansının değerlendirilmesi sonucunda çıkan tabloya, bu tabloya eşlik eden başka sorunların olup olmadığına göre değişir.” diye konuştu. Kekeme çocuğa yaklaşım nasıl olmalı? - Çocukla konuşurken aceleci, telaşlı olmamalıdır. Konuşma sırasında duraklamalar yapılarak konuşma sırasında aceleye gerek olmadığı hissi yansıtılmalıdır. Bu tür örnek davranışlar, konuşmaya yönelik sözel uyarılardan daha etkilidir. - Tüm ilginin çocuğa verildiği rahat dinlemekonuşma ortamları oluşturulmalıdır. - Çocuğun nasıl konuştuğuna değil, ne söylediğine odaklanılmalıdır. - Çocuğun sadece konuşmasına değil, diğer güçlü olduğu alanlara odaklanmalı; örneğin, spor etkinlikleri, düzenli olma, bir işi kendi başına yapma gibi konuşmayla doğrudan ilgili olmayan diğer alanlardaki güçlü yanları takdir edilmelidir. - Takdir, açıklayıcı olmalıdır. Sadece “Aferin!” demek yerine, açıklayıcı takdir sözleriyle örneğin, “Odanı ne güzel topladın. Bana çok yardımcı oldun!” diyerek çocuğun neyin takdir edildiğini anlaması sağlanmalıdır. Böylece çocuğun özgüven gelişimi de sağlanmış ve desteklenmiş olacaktır.” Balık Çorbası Malzemeleri • 1 adet levrek • 1 adet soğan • 1 adet havuç • 2 adet patates • Yarım limonun suyu • 7 su bardağı su • 1 adet defne yaprağı • Yarım çay bardağı pirinç • 2 dal maydanoz • 1 çay bardağı mısır tanesi • Tuz • Karabiber Hazırlanışı Balığı temizleyelim ve tencereye koyalım. Hemen üzerine iri doğranmış bir adet soğanı koyalım. Küp küp doğradığınız patatesleri tencereye ekleyelim. Limonun suyunu ve suyu ilave edelim. Son olarak defne yaprağını katıp sebzeler yumuşayıncaya kadar pişirelim. Sebzeler yumuşadıktan sonra tencereyi ocaktan alıp, balığı ayrı bir yayık kaba koyalım. Balığın etini derisinden ayırıp, tekrar tencereye ilave edin. Pirinci ekleyip yumuşayıncaya kadar pişirelim. Tuzunu karabiberini ve maydanozu ekleyip, mısır taneleri ile süsleyerek servis yapabilirsiniz. Dilerseniz maydanozu mısır taneleriyle beraber atıp biraz canlı kalmasını sağlayabilirsiniz. Bu yöntem hoş kokusu ile balığın kokusuna baskın gelecektir. Afiyet olsun... Balık Buğulama Malzemeler • 500 gr. beyaz etli balık Sebze Yatağında Izgara Balık Malzemeler Sebze Sote İçin • 1 adet orta boy soğan • 2 baş kuru soğan • 2 adet orta boy domates • 1 adet patates • 1 adet yeşil sivri biber • 1 adet domates • 1 adet havuç • 2 adet yeşil sivribiber • 1 çay bardağı kadar bezelye • 5-6 adet çiftlik mantarı • karabiber, dal kekik, kırmızı biber • 1/2 demet maydanoz • 5 yemek kaşığı zeytinyağı • 1 adet limon • 1 tatlı kaşığı salça • 2 tatlı kaşığı su Balık İçin • 1 çorba kaşığı zeytinyağı • 1/2 yaprak defne • Yeterince tuz, karabiber • (3-4 kişilik) Hazırlanışı Soğanı, patatesi ince halka halka kıyın. Kapaklı yassı tabağı yağlayın. Soğanların yarısını tabağa dizin. Üzerine balıkları yerleştirin. Kalan soğanı, patatesi balıkların üstüne, arasına koyun. Kıyılmış maydanozu üzerine serpin. İnce kıyılmış sivribiberi, rendelenmiş domatesi, ikiye üçe bölünmüş mantarları ilave edin. Su, zeytinyağı, kabukları soyulmuş halka limon dilimlerini ekleyin. Kapağı aralıklı olarak kapatın. Mikrodalga orta yüksek (med high) ya da (750W) gücünde 8 dakika pişirin. 4 dakika dinlendirip ikram edin. Afiyet olsun... • 6 adet orta boylarda alabalık • 1 tatlı kaşığı zeytinyağ • tuz arzu edilen baharatlar Hazırlanışı Öncelikle balıkları iyice temizleyip orta kılçığını çıkartın ardından zeytinyağı tuz ve baharatlarla harmanlayıp dolapta bekletmeye alın. Sebze soteyi yapacağınız tencereyi ocağa alın. Ardından yağı koyup ısıtın küp küp doğranmış soğanı ekleyin ve hafif pembeleşinceye kadar kavurun. Havucu soyup ince ve küçük bir şekilde dilimleyin. İnceliği kolay pişmesini sağlayacaktır. Biberleride küp şeklinde doğrayıp ekleyerek kavurmaya devam edin. Salçayı da ekleyerek aroma vermesini sağlayın. Bezelyeleri ekledikten sonra yine küp küp doğranmış domatesi ekleyin ve kapağını kapatıp dinlenerek pişmesini sağlayın. Daha rahat pişmeleri için 1 fincan kadar su ile baharatlarını karıştırın . Bu arada balıklarınızı dolaptan çıkartın ister teflon tavada isterseniz tost makinesinde yüksek derecede ısıtın ve balıklarınızı ters yüz ederek kızartın.Servis yaparken sebze soteleri tabağa alıp üzerlerine kızaran balıklardan ekleyin süslemek için nane yaprağı ve limon dilimleri kullanmanız şık bir sunum yapmanızı sağlayacaktır. Afiyet olsun… Suriyeli mültecilerin sağlık sorunları tartışıldı İstanbul Sağlık Müdürlüğü Sağlık Araştırmaları Şubesi tarafından 10 Aralık Perşembe günü düzenlenen “Ülkemize Sığınan Yabancıların Sağlık Hakları” konulu sempozyum Fatih’te bulunan Ali Emiri Efendi Kültür Merkezi’nde gerçekleşti. Sempozyuma Aile ve Sosyal Politikalar İl Müdürü Önal İnaltekin, Sağlık Müdür Yardımcısı Uzm.Dr. Çiğdem Yazıcı Ersoy, sivil toplum kuruluşları temsilcileri ve sağlık çalışanları katıldı. Açılış konuşmasını yapan Sağlık Müdür Yardımcısı Ersoy; sempozyumun 10 Aralık İnsan Hakları Günü ile aynı günde düzenlenmesinden duyduğu memnuniyeti belirterek “Hem Türkiye’nin hem de dünyanın gündeminde olan bu konuyu çok kısa bir zaman diliminde de olsa ele almaya çalışacağız. Böylelikle bilgilerimizi tazeleyip, farkındalık yaratacağımıza inanıyorum” dedi. En fazla çocuklar, kadınlar ve yaşlılar etkileniyor Ersoy’dan sonra kürsüye gelen Aile ve Sosyal Politikalar İl Müdürü Önal İnaltekin göçün asırlardır süregelen bir olgu olduğunu dile getirerek, kimi zaman ekonomik nedenlerle kimi zaman ise savaşlar, baskılar ya da afetler yüzünden insanların göç etmek zorunda kaldığını söyledi. İster zorunlu ister gönüllü olsun göç süreçlerinde en fazla çocuklar, kadınlar ve yaşlı kişilerin etkilendiğini aktaran İnaltekin, Bakanlığa bağlı kuruluşlarından bir tanesinin sadece refakatsiz sığınmacı çocuklara yardım için tahsis edildiğini söyledi. Öte yandan her toplumda olduğu gibi Suriyelilerin içinde de artniyetli insanlar olabileceğine dikkat çeken İnaltekin bu azınlığın tüm Suriyeli misafirlere mal edilmemesi gerektiğini dile getirerek sempozyumun tüm paydaşlar için faydalı geçmesini temenni etti. Öncelik koruyucu sağlık tedbirleri olmalı Protokol konuşmalarının sonrasında ilk oturumun moderatörlüğü üstlenen Biruni Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Dekanı Prof.Dr. Haydar Sur; sağlık ve sosyal hizmetlerin bir arada düşünülmesi gereken konular olduğunu söyleyerek: “İl Sağlık Müdürlüğü ile Aile ve Sosyal Politikalar Müdürlüğü yetkililerinin bir arada bulunmasından büyük mutluluk duyuyorum” dedi. Mülteci, sığınmacı ve göçmen kavramları arasındaki farklılıklara da değinen Sur, bu kişilere yönelik sunulacak sağlık hizmetinde öncelikli hedefin koruyucu sağlık tedbirleri olması gerektiğini vurguladı. Sunumlar dikkatle takip edildi Sur’un konuşmasından sonra Aile ve Sosyal Politikalar İl Müdürlüğü’nden Müdür Yardımcısı Neslihan Çapar “Sığınmacı Kadın ve Çocuk Hakkı” konulu sunumunda Aile ve Sosyal Politikalar İl Müdürlüğü çerçevesinde yapılan hizmetlerden bahsetti. Bağlı kuruluşlarda refakatsiz kalan çocuk sayıları ve hukuki metinlerdeki çocuk haklarından da bahseden Çapar’ın sonrasında İl Göç İdaresi Müdürlüğü’nden Göç Uzmanı Fatih Öztürk “Sığınmacıların Yaşam Hakkı (Eğitim, Barınma,Yiyecek vb.) başlıklı bir sunum gerçekleştirdi. Öztürk ilgili kanunlar ve bu kanunlardan doğan sağlık, eğitim, sosyal yardım ve hizmetlere erişim gibi farklı başlıklar hakkında bilgilendirme yaptı. İlk oturumun üçüncü konuşmacısı Beyoğlu Kamu Hastaneler Birliği’nden Tıbbi Hizmetler Başkanı Uzm.Dr.Mehmet Taşkın Eğici oldu. Eğici “ Kamu Hastanelerinde Yaşanan Sıkıntılar ve Çözüm Önerileri” başlıklı sunumunda İstanbul geneli hastanelerdeki Suriyeli hastaların poliklinik, acil, ameliyat ve doğum oranları hakkında istatistiki bilgiler verdi. Eğici, ayrıca ortak akılla birlikte yaşanan sorunların en aza indirgenebileceğinin önemine dikkat çekti. İlk oturumun son konuşmacısı İstanbul Barosu Sağlık Hukuku Merkezi’nden “Hasta Haklarına İlişkin Yaşanan Sıkıntılar” başlıklı sunumuyla Av.Funda Işık Özcan oldu. Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu ve Geçiçi Koruma Yönetmeliği hakkında bilgi veren Özcan bu konuların ardından Temel Sağlık Hakları’ndan bahsetti. Özcan’ın sunumunun ardından verilen kahve arasından sonra ikinci oturuma geçildi. İkinci oturumun moderatörlüğünü İstanbul Sağlık Müdürlüğü’nden Kamu Yataklı Sağlık Hizmetleri Şube Müdürü Dt. Aslı Zakire Yüksel üstlendi ve de “Geçici Koruma Altına Alınanlara Verilecek Sağlık Hizmetlerine Dair Esaslar” hakında bir sunum yaptı. Yüksel’den sonra söz alan İstanbul Halk Sağlığı Müdürlüğü’nden Müdür Yardımcısı Uzm. Dr. Bülent Herek ise İstanbul’da sığınmacılara verilen birinci basamak sağlık hizmetleri ile ilgili bir sunum gerçekleştirdi ve de İstanbul’da Suriyelilerin yaşadığı dil sorunundan hareketle oluşturulan “Göçmen Sağlığı Birimleri” hakkında rakamlar verdi. Panelin son konuşmacısı Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’nden Av. Elif Selen Ay oldu. Ay “Sığınmacılara İlişkin Yaşanan Yasal Sorunlar” başlıklı sunumunda bu hizmetlere erişimin yasal dayanağı ve geçici koruma altına alınanlara verilecek sağlık hizmetlerine dair esaslar hakkında bilgilendirmeler yaptı • DR. ÖNDER TAYLAN ÇİFÇİ ANESTEZİ VE REANİMASYON UZMANI Babet ayakkabılar topuk dikenine sebep oluyor Ayak sağlığını olumsuz etkileyen topuklu ayakkabılar kadar, düz olduğu için tercih edilen babet ayakkabıların da, topuk dikenine sebep olduğu belirtiliyor. Topuk dikeninin; düztabanlarda, yüksek kavisli ayaklarda, kilo problemi olanlarda, topuklu ayakkabı ve babet ayakkabı kullananlarda görüldüğü vurgulanıyor. Topuk dikeni, kişide fiziksel aktivitelerde kısıtlılık, eklemlerde kireçlenme ve istenmeyen kiloya neden oluyor. Bunun yanı sıra, komşu eklemleri ve omurgayı etkilemeye başlayan topuk dikeni, diz ekleminde menisküs yırtığına, diz ve kalça eklemlerinde kireçlenmeye, omurgada postür bozukluğuna bağlı kronik ağrıya, omurga eğriliğine ve bel fıtığına yol açabiliyor. Topuk dikeninin önemine değinen Anestezi ve Reanimasyon Uzmanı Dr. Önder Taylan Çifçi, topuk ağrısının düztabanlarda, yüksek kavisli ayaklarda, kilo problemi olanlarda, topuklu ayakkabı ya da babet tarzı düz ayakkabı kullananlarda, diyabetiklerde, çeşitli romatizmal hastalıklarda ortaya çıkabildiğine dikkat çekti. Dr. Önder Taylan Çifçi topuk dikeni ile ilgili şöyle konuştu: “Topuk Dikeni hastalığı, topuğunda ağrı şikâyeti olan hastalarda çekilen röntgende topuk kemiğinde bir çıkıntı oluştuğunun görülmesiyle adı konan bir rahatsızlıktır. Ancak topukta görülen bu çıkıntının ağrının oluşmasında bir önemi yoktur. Hatta topuk ağrısı çeken hastada röntgende topuk dikeni görülmeyebilir veya topuk dikeni olan bir kişi hiç topuk ağrısı duymayabilir. Ağrının sebebi ‘’Plantar Fasiit’’tir. Yani ayak tabanını ve ayak kavsini destekleyen bağ dokusunun rahatsızlığıdır. Hastalar tipik olarak sabah yataktan kalktıktan sonra ilk birkaç adımda topuk ağrısı ile karşılaşırlar ve bu ağrı kendiliğinden yürüme ile azalır. Bir yerde uzun süre oturduktan sonra ilk kalkmada oluşan ağrı ve gün sonu ağrıları çok tipiktir ve tanı koydurucudur. Hastalar çok uzun süre yürüdüklerinde veya ayakta kaldıklarında topuk ağrısından şikâyet ederler. İlerleyen zamanla ayakta şişme, çeşitli kemik deformiteleri, ayak bileğinde ağrı gibi sorunlar tabloya eklenir. Eğer topuk dikeni rahatsızlığı tedavi edilmezse, kronik bir duruma dönüşebilir ve kişinin yürüyüş şeklini değiştireceği için zamanla ayak, diz, kalça ve omurga problemlerine yol açabilir. Nasıl Tedavi Ediliyor? Dr. Çifçi, topuk dikeni hastalarında uygulanan tedavilerin başında aşil germe egzersizlerinin geldiğini, kişiye özel hazırlanan tabanlıklar kullanılarak basma esnasında hissedilen ağrıların azaltılmasının sağlandığını ve ağrı kesici ilaçlarının yanı sıra buz uygulamasının önerildiğini söyledi. Uygulamaların altı hafta gibi bir sürede fayda sağlamaması durumunda ise fizik tedaviye başlandığını belirtti. Topuk dikenini önlemek için: • İstirahat çok önemlidir (Gerekli durumlar dışında ayakta kalmamak uzun mesafe yol yürümemek gerekir ), • Düzenli olarak egzersiz yapılmalıdır, • Kaliteli, sağlıklı, tabanı yumuşak ortopedik ayakkabı kullanmalıdır, • Fazla kilo varsa zayıflamak topuklarınıza binecek yükün azalmasına yardımcı olacaktır. En Etkili Tedavi Yenileyici Enjeksiyon Yöntemi Dr. Çifçi, topuk dikeni tedavisinde başlangıç uygulamalarından sonraki aşamaların, doktorun tercihine göre kortizon ya da prp enjeksiyonları olduğunu ama bu iki yöntemin de olumsuz ya da yetersiz olduğunu belirterek şöyle konuştu: “Kortizon enjeksiyonu zaten zayıf ve gergin olan bağ dokusunun kemiğe tutunmaya çalışan kısmını daha da zayıflatır ve taban çökmesine zemin hazırlar. Prp enjeksiyonu ise tedavi konusunda daha isabetli bir tercih olmakla birlikte genellikle yetersizdir. Topuk Dikeninde en etkili tedavi Rejeneratif (yenileyici) enjeksiyon yöntemidir. Ayak tabanını oluşturan ve ayak kubbesini destekleyen plantar fasyanın güçlendirilmesi tedavinin ana hedefidir. Seanslar halinde uygulanan proliferan solüsyonlar o bölgede vücudun savunma mekanizmasını harekete geçirerek bir tamir süreci başlatır. 3 haftada bir uygulanan seanslarla birlikte hastaya evde uygulamak üzere egzersiz programı verilmelidir. Ortalama 4-6 seans enjeksiyon tedavisi ile vücudun ağırlığını taşımakta zorlanan zayıf plantar fasya doğal yoldan güçlendirilerek kalıcı bir iyileşme ve ağrı kontrolü sağlanır. Plantar fasya güçlendirildiği için sonuçlar kalıcıdır. Ağrı genellikle nüksetmez. Böylece uzun vadede oluşabilecek, diz ve bel rahatsızlıklarının önüne geçilmiş olur.” UZM. DYT. ELİF TUĞBA ÇİLİNGİR İSTANBUL SAĞLIK MÜDÜRLÜĞÜ Haftada en az 2 kez balık tüketin! Dyt. Elif Tuba Çilingir, balığın insan sağlığı açısından son derece önemli ve faydalı bir besin maddesi olduğunu belirterek, özellikle kış aylarında haftada en az 2 kez balık tüketilmesi gerektiğini söylüyor. Balığın başta fosfor olmak üzere, iyot demir ve kalsiyum gibi madensel tuzlar yanında A, D ve B 12 vitaminleri açısından da zengin bir besin etinin sindirimi kolaydır. Balık eti, bitkisel besinlerde bulunan selüloz ya da lif gibi zor kaynağı olduğunu sindirilen maddeleri, diğer hayvan etlerinde karşılaşılan kıkırdak veya sinirleri içermez ve dile getiren Dyt. bu nedenle diğer besin kaynaklarına göre daha kolay sindirilir. Çilingir, balık eti İçindeki yağ beyni yemenin faydalarını besliyor şöyle sıralıyor. Balık eti kırmızı ete göre daha az yağlıdır Balık beslenmemizde önemli ve besleyici bir yere sahiptir. Şanslıyız ki, üç tarafı denizlerle çevrili ülkemiz balık çeşitliliği açısından zengindir. Fakat bu zenginliğe rağmen ülkemizde yeterli miktarda balık tüketilmemektedir. Özellikle kış aylarının en güzel besinlerinden olan balığın sağlığımız açısından pek çok faydası vardır. Yapılan birçok araştırma sonucu düzenli balık tüketiminin fiziksel ve ruhsal sağlığımıza iyi geldiği tespit edilmiştir. Bu yüzden haftada en az iki kez balık tüketiyorsanız, sağlığınızı koruyorsunuz demektir. Balık etinin sindirimi daha kolay Etin balıktan daha iyi bir protein kaynağı olduğuna dair yanlış bir inanış vardır. Balık proteinleri vücut dokularının korunması ve gelişmesi için gerekli tüm amino asitleri içerir. Balığın içerdiği bu elzem aminoasitler bitkisel proteinlerde de bulunur, fakat daha düşük miktarlardadır. Yanlış olmasına rağmen genellikle etin balıktan daha iyi bir protein kaynağı olduğuna inanılır. Balık ve EPA-DHA adı verilen özel yağ asitlerini içermektedir. Diğer hayvansal (et, süt, peynir gibi) besinlerde bu yağ asitleri yoktur. Bu yağ asitleri kanın pıhtılaşmasını önleyerek atardamarın tıkanmasına engel olur. Balığın diğer hayvan etlerinden farkı içerdiği yağının özelliğidir. Diğer hayvan etlerinin yağı, çoğunlukla doymuş yağlardan oluşurken, balık etinin yağı doymamıştır. Zeytin ve diğer bitkisel yağların da yağı doymamıştır. Ancak, balıktaki doymamış yağ bitkilerden farklıdır. Balığın yağında bitkilerde bulunmayan ve Omega-3 adı verilen bir yağ tür bulunmaktadır. Balık yağında sağlığımız için özellikle önemli olan 2 çeşit doymamış yağ asidi bulunmaktadır: EPA (eikosapentaeonik asit) ve DHA (dokosaheksaenoik asit). EPA ve DHA önemli omega-3 yağ asitlerini içeren çoklu doymamış yağ asitleri olarak bilinirler. Omega-3 ve omega-6 yağ asitleri vücutta üretilmediği dışarıdan alınması zorunludur. Konsantrasyon gücümüzü arttırıyor Omega-3 yağ asitleri bitkisel yağlarda bulunmasına rağmen bu omega-3 yağ asitleri insan sağlığı için az etkilidir. Fakat deniz planktonları omega-3’ü EPA’ya DHA’ya çevirmede oldukça etkilidir. Balıklar planktonları yediğinde EPA ve DHA açısından daha zengin hale gelirler. Bu da sonuçta balıkları bu hayati derecede önemli yağ asitleri bakımından en zengin kaynaklardan biri haline getirir. Omega-3 bireylerin konsantrasyon gücünü artırdığı gibi enerji düzeylerini de artırır. Beynimizdeki yağın temel bileşimi omega-3 yağ asitlerini içeren DHA’dır. Vücudun kolestrol yükünü azaltıyor Balıktaki omega-3 yağ asitlerinin kandaki basıncı, kolesterolü ve trigliseritleri azaltarak kardiyovasküler hastalıkları engellediği kabul edilmektedir. Omega-3 yağ asitleri ayrıca oksijeni kırmızı kan hücrelerinde taşıyan ve besinlerin hücre zarından geçişini kontrol eden hemoglobin molekülünün üretilmesinde önemli rol oynar. Bunlara ek olarak, yağların vücuda zararlı olan tahrip edici etkilerini önlerler. Anne karnında beyin ve sinirlerin düzenli gelişmesini sağlıyor Omega-3 yağ asitlerinin fetüsün ana rahminde ve yeni doğmuş bebeklerin gelişmesinde çok önemli etkilerinin olduğuna dair birçok çalışma bulunmaktadır. Omega-3’ün en büyük önemi beynin ve sinirlerin hamilelik boyunca ve erken bebeklik döneminde düzenli gelişmesine etki etmesidir. Bilim adamlarının anne sütünün önemini özellikle vurgulamalarının nedeni doğal ve mükemmel bir omega-3 deposu olmasıdır. Beyin, retine, testis ve spermin yapısal bir bileşiği olan DHA, doku fonksiyonlarının uygun şekilde işlevi ile ilgilidir. Son çalışmalar prematüre bebeklerin dokularındaki DHA düzeyinin, normal sürede doğan bebeklerden daha az olduğunu göstermiştir. Beslenmelerinde omega-3 yağ asitleri olmayan bebeklerin, görme ve sinir dokularının gelişimi yetersizdir. Kendisi kadar kılçığı da faydalı Pişirme yöntemi besin değeri açısından önemli Her balığı her mevsim bulamadığımız gibi, her balığın avlanma ayı ve lezzetli oldukları aylar farklıdır. Her balığın besin değerleri yani içeriğinde ki vitamin, mineral ve diğer besin öğelerinin miktarı farklıdır. Yağlı balıklar daha fazla omega-3 içerdiği için sağlığa daha yararlı olduğu yapılan çalışmalarla kanıtlanmıştır. Balığın kendisi olduğu kadar kılçığının faydaları da saymakla bitmiyor. Balık kılçığında yüksek oranda bulunan kalsiyum ve fosfor kemik sağlığı ve dayanıklılığı açısından çok önemlidir. Çiğ balık ve deniz ürünleri parazitler, bazı bakteri ve virüsler açısından risk oluşturur. Ayrıca, B1 vitamininin yetersizliğine yol açması nedeniyle balığın çiğ veya az pişmiş şekliyle tüketimi sakıncalıdır. Balık pişirilirken ızgara, buğulama veya fırında pişirme yöntemleri tercih edilmelidir. Kızartma yöntemi tercih edildiğinde omega-3 yağ asitlerinin büyük bir kısmının yapısı bozulur ve balığın sağlık için olumlu etkileri azalır. Balık içerdiği omega-3 yağ asidinden dolayı sağlık için bir kalkandır ve düzenli olarak tüketilmesi durumunda kalp hastalıkları riskini azaltır ve bağışıklık sistemini güçlendirir. Balık Seçerken; Taze balığın gözleri parlak ve dışa bombelidir. Balık tazeliğini yitirmeye başlayınca gözleri buğulanmaya başlar ve daha sonra içeri çöker. *Taze balığın derisi gergin ve parlaktır. *Taze balığa parmakla dokununca meydana gelen çukurluk hemen düzelir. Fakat bayatlamış balıklarda bu iz kalır. *Taze balığın solungaçları canlı kırmızıdır. Balık bayatladıkça bu renk değişir. *Taze balık hemen hemen kokusuzdur. Bayatlamaya başlayınca asit kokusu yaymaya başlarlar. *Pullu balıkların pulları tazeyken vücuda sıkıca yapışıktır. Elimizi kafadan kuyruğa doğru sürtünce pulların gelmemesi gerekir. *Konserve balık satın alırken mutlaka etiket bilgisi okunmalı, son kullanma tarihi, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı’ndan üretim/ithalat izni bulunmasına, kutuda delik, hasar veya bombeleşme olmamasına dikkat edilmelidir. Balığın derisini yemeyin! Denizlerin kirliliği nedeniyle ağır metallerin ve endüstriyel kimyasalların balıklarda biriktiği doğrudur ve bu da insan sağlığı açısından tehlikelidir. Özellikle sinir sisteminde kalıcı hasarlara neden olabilmektedir. Amerika Sağlık Birliği önerilerine göre; balığın derisini ve karnındaki yağlı bölgeyi temizleyerek ızgara yada fırında pişirerek, kimyasallar %90 azaltılabilir. Fakat ağır metaller balıkların kaslarında biriktiği için pişirme ile azaltma şansımız yoktur. Civa gibi ağır metallerin sağlığı olan negatif etkilerinden korunmak için balık tüketirken derin su balıkları yerine yüzey balıkları tercih edilmelidir • Bunları biliyor musunuz? Dünyadaki ilk telefon rehberinde sadece elli isim yer almıştı. Taklitçi ahtapot isimli ahtapot, sadece renk değiştirmekle kalmıyor, aynı zamanda dil balığı, aslan balığı ve deniz yılanı gibi hayvanların şekline de bürünebiliyor. 1960’larda CIA, Rus konsolosluklarında casusluk için, Akustik Kedicik ismini verdiği programında, cerrahi yöntemle kedilerin içine mikrofon, pil ve anten yerleştirerek kedileri dinleme cihazına dönüştürdü. Dünyanın en zengin 3 ailesi, en fakir 48 ülkenin toplam servetinden daha fazla servete sahip. Everest Dağı’nda 200’den fazla dağcı cesedi bulunuyor. Dünyanın en uzun süren trafik sıkışıklığı 12 gün sürdü, 100 km kuyruk oluştu ve araçlar günde 1 kilometre ilerleyebildiler. Bir denizanasının %95’i sudan oluşmaktadır. Leonardo Da Vinci aynı anda bir eliyle yazı yazıp diğer eliyle resim yapabiliyordu. Dünyadaki insanların üçte ikisi hiç kar görmedi. Sağ elini kullananlar sol elini kullananlardan ortalama 9 yıl daha uzun yaşıyor. Bir erkek aslan yönetimi ele geçirince tüm yavru aslanları infaz eder. Karda gizlenmeye çalışan bir kutup ayısı, siyah burnunu pençesiyle kapatır. İnsan uzun süre bir böbrek ve bir akciğerle, midesiz, dalaksız yaşayabilir, ama karaciğersiz bir dakika bile yaşayamaz. Geceleri sabaha göre 1 cm daha kısa olursunuz. İnsan yılda en az 1460 rüya görür. Charles Osborne isimli bir adamın hıçkırığı 69 yıl sürdü. Bir kadının bugüne kadar sahip olduğu en fazla çocuk sayısı 69’dur Artık nesli tükenmiş olan ‘Yünlü mamut’ isimli mamut türünün canlıları Mısır Piramitleri inşa edilirken varlardı. Birinci Dünya Savaşında Fransa ülkedeki tüm taksileri devraldı ve askerler cepheye bu taksilerle taşındı. Sivrisineklerin 47 tane dişi vardır. Bir yılan 3 yıl uyuyabilir.. Klinik ölüm sonrası insan 5 dakika içinde hayata geri getirilebilir. 5 dakika sonra beyin hücreleri ölmeye başlar, ama yine de bu süreyi 5 dakika daha uzatmak mümkündür. Dünyadaki ısı 1900 yılından itibaren 0.7 derece arttı.