tc selçuk üviversitesi sosyal bilimler enstitüsü tarih ana bilim dalı

advertisement
T.C.
SELÇUK ÜVİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
TARİH ANA BİLİM DALI
ESKİ ÇAĞ TARİHİ BİLİM DALI
PERSLERİN YÖNETİM POLİTİKASI
YÜKSEK LİSANS TEZİ
HAZIRLAYAN
Yavuz ARSLAN
TEZ DANIŞMANI
Prof. Dr. Hasan BAHAR
KONYA-2010
i
İÇİNDEKİLER
BİLİMSEL ETİK SAYFASI.................................................................................iii
YÜKSEK LİSANS TEZİ KABUL FORMU ........................................................ iv
ÖNSÖZ ................................................................................................................... v
ÖZET ..................................................................................................................... vi
ABSTRACT.......................................................................................................... vii
GİRİŞ...................................................................................................................... 1
BİRİNCİ BÖLÜM
PERSLERİN SİYASİ TARİHİ
1. Pers Tarihi, Coğrafi Durumu ve Pers Öncesi Siyasi Durum ............................ 5
1. 1. Pers Öncesi Medler ve Persler’in Ortaya Çıkışı......................................................................6
1. 2. Persler’in Medler ve Lydialılar’la Siyasi İlişkileri ..................................................................8
1. 3. Perslerin Yükselişi ve Siyasi Gelişmeler ................................................................................9
1. 4. Perslerin Gerileme Dönemi..................................................................................................21
1. 5. Persler’in Çöküş Dönemi.....................................................................................................32
İKİNCİ BÖLÜM
PERS UYGARLIĞI YÖNETİM MEKANİZMALARI
İmparatorluk Yönetimine Genel Bir Bakış...............................................................................36
2. Devlet Yönetimi......................................................................................................................42
2. 1. Kral ...............................................................................................................................43
2. 2. Veliahtlık.......................................................................................................................44
2. 3. Satraplık ........................................................................................................................45
2. 4. Ordu ..............................................................................................................................48
2. 4. 1. Eyalet Orduları.......................................................................................................54
2. 4. 2. Deniz Kuvvetleri....................................................................................................54
2. 5. Yol Ağı..........................................................................................................................57
2. 6. Ekonomi ........................................................................................................................59
2. 7. Halk Zümreleri ve Hoşgörü Siyaseti ...............................................................................63
2. 8. Din ................................................................................................................................65
SONUÇ ................................................................................................................. 72
KAYNAKÇA........................................................................................................ 76
ii
EKLER ................................................................................................................. 80
Ek-1: Persler’in Coğrafi Sınırları.................................................................................................80
Ek-2: Ksenophon’un Takip Ettiği Yol Güzergahı.........................................................................80
Ek-3: İmparatorluğun Yol Ağı.....................................................................................................81
Ek-4A: İmparatorluğun Satraplık Merkezleri ve Ödenen Vergiler ................................................82
Ek-4B: İmparatorluğun Satraplık Merkezleri ve Ödenen Vergiler ................................................83
ÖZGEÇMIŞ ......................................................................................................... 84
iii
T.C.
SELÇUK ÜNİVERSİTESİ
Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü
BİLİMSEL ETİK SAYFASI
Bu tezin proje safhasından sonuçlanmasına kadarki bütün süreçlerde bilimsel
etiğe ve akademik kurallara özenle riayet edildiğini, tez içindeki bütün bilgilerin etik
davranış ve akademik kurallar çerçevesinde elde edilerek sunulduğunu, ayrıca tez
yazım kurallarına uygun olarak hazırlanan bu çalışmada başkalarının eserlerinden
yararlanılması durumunda bilimsel kurallara uygun olarak atıf yapıldığını bildiririm.
Öğrencinin Adı Soyadı: Yavuz ARSLAN
iv
T.C.
SELÇUK ÜNİVERSİTESİ
Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü
YÜKSEK LİSANS TEZİ KABUL FORMU
Yavuz ARSLAN tarafından hazırlanan “Perslerin Yönetim Politikası” başlıklı bu
çalışma 03/09/2010 tarihinde yapılan savunma sınavı sonucunda oybirliği/oyçokluğu
ile başarılı bulunarak, jürimiz tarafından yüksek lisans tezi olarak kabul edilmiştir.
Prof. Dr. Hasan BAHAR
Başkan
İmza
Doç. Dr. Özdemir KOÇAK
Üye
İmza
Doç. Dr. Mustafa DEMİRCİ
Üye
İmza
v
ÖNSÖZ
Bu çalışmanın bir prensip içerisinde ilerlemesini sağlamamda ve kaynak
taramasında yardımını esirgemeyen tez hocam Prof. Dr. Hasan Bahar’a, olumlu ve
realist eleştirileriyle tutarlı bir çalışma yapma gayreti hissini veren Doç. Dr. Özdemir
Koçak ve Doç.Dr. Mustafa Demirci’ye, manevi olarak yardımını esirgemeyen aileme
ve Prof.Dr. Ahmet Yaman Hocam’a, çalışma esnasında kütüphanelerinden istifade
ettiğim İSAM’a, Hollanda Arkeoloji ve Fransa Arkeoloji Enstitüsüne, Boğaziçi
Üniversitesi ve Selçuk Üniversitesine ayrıca çalışma dairesi içerisinde yardımı
bulunan herkese teşekkür ederim.
17.05.2010
Yavuz ARSLAN
vi
T.C.
SELÇUK ÜNİVERSİTESİ
Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü
Öğrencinin
Adı Soyadı
Ana Bilim
/ Bilim Dalı
Tezin Adı
YAVUZ ARSLAN
Numarası: 074202011001
TARİH / ESKİÇAĞ TARİHİ
Danışmanı
Prof. Dr. Hasan BAHAR
PERSLERİN YÖNETİM POLİTİKASI
ÖZET
Tarih sahnesinde iki yüz yıldan fazla bir süre zarfında varlık gösteren Pers
İmparatorluğu’nun yönetim politikası çalışma kapsamında ele alınmıştır. Perslerin
kendilerinden önceki uygarlıklardan aldıkları mirası ve kendi dönemlerinde
uygulamış oldukları yönetim faaliyetleri o dönem içerisinde demokratik bir
yapıdaydı. Bu demokratik yapıyla gelişen idari sistem, günümüz devlet sistemlerinde
de uygulanan yönetim mekanizmalarına yakın bir yapıya sahip olduğu için
incelenmeye değer görülmüştür. Yöntem uygulamasında döneme ilişkin birincil
kaynaklardan istifade edilmiş olup; çağdaş yorumcuların da fikirleri çalışma
kapsamında dikkate alınmıştır. Buradan hareketle imparatorluğun hareket planı ve
genişleme sahasının politik yönünün askeri bir disiplin, ahlaki ve demokratik bir
siyasetle de bu imparatorluğun tarihi, elde edilen bilgiler ışığında yansıtılmaya
çalışılmıştır.
Anahtar kelimeler: Persler, Siyasi Tarih, Yönetim Politikası
vii
T.C.
SELÇUK ÜNİVERSİTESİ
Öğrencinin
Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü
Adı Soyadı
YAVUZ ARSLAN
Numarası:
074202011001
Ana Bilim
TARİH / ESKİÇAĞ TARİHİ
/ Bilim Dalı
Danışmanı
Tezin İngilizce Adı
Prof. Dr. Hasan BAHAR
THE PERSIAN MANAGEMENT POLICY
ABSTRACT
The present study was conducted in order to discuss the management policy of
the Persian Empire, which existed on the stage of history for a period of more two
centuries. The heritage of the Persians they inherited from previous civilizations and
the management activities they conducted during their reign had a democratic
structure compared to the systems of that period. Since the management system that
developed with this democratic structure had a similar structure with the
management mechanisms implemented in today’s state systems, it was regarded
worth examining in the study. Primary resources on the period were utilized while
studying on the management practice; at the same time, the ideas of contemporary
commentators were included within the scope of the study. From this point of view,
the political aspect of the action plan and the expansion area, military discipline, and
the history of this empire were aimed to be presented through an ethical and
democratic policy in the light of the information obtained through the study.
Key Words: Persians, Political History, Management Policy
1
GİRİŞ
Persler,
tarih
sahnesine
çıktıklarında
ilişki
içerisinde
bulundukları
uygarlıkların politik duruşlarını iyi tahlil edip siyasi boşlukları iyi değerlendirerek,
gerek askeri bir dehayla gereke de uygulamış oldukları siyasi yöntemlerle hızlı bir
yükseliş sağlamışlardır. Kendilerinden önceki dönemlerde uygulanan ve Persler’in
dönemlerinde daha ileri düzeye getirilen idari alandaki politikalar, sonraki
dönemlerde gerek B. İskender’in, Roma’nın ve devam eden tarihte ortaya çıkan diğer
büyük medeniyetlerin çoğunda izlenen bir yöntem olmuştur. Böyle kadim bir
uygarlığın sonraki toplumların politik yapısını etkileyen bir yöntem bırakması
incelenmesi gereken bir durumu ortaya çıkarıyor. Amaç her ne kadar yönetim
politikası olarak adlandırılmışsa da, bu politika içerisine devletlerin ikili ilişkileri
içindeki savaş politikaları ve siyasi ilişkileri de girmektedir. Bizde bu prensipleri göz
önünde bulundurarak Pers İmparatorluğu’nun siyasi tarihi içinde yapmış olduğu
savaşları ve bu savaşların imparatorluğa getirdiği kazanımlar ve zararlar üzerinde
durmaya çalışıp kendi döneminde başta bulunan imparatorların askeri yöntemleri ve
siyasi iradeleri de ele alınmaya çalışıldı. Yönetim politikası derken bu hususlarda
konu içersine dâhil edilmiştir yani yönetim politikası adı altında sadece idari
mekanizmaları tek algılanmamalı. İmparatorluğun geçirdiği bu süreçleri aktarırken
mümkün mertebe birinci el kaynaklardan istifade etmeye çalıştık.
Başta da
belirttiğimiz gibi sonradan İskender’i ve diğer uygarlıkları etkilemiş bir politika
mirasını şuan günümüzde ABD, İngiltere vb. eyalet sistemine sahip ülkelerde de
görmekteyiz. Konuyla bağlantısı açısından hem birincil kaynaklardan hem de
günümüz literatüründeki haliyle politika ve devlet kavramları hakkında bilgi
vermenin yerinde olacağı kanısındayım.
Devlet, herhangi iyi bir amaç için bir araya gelmiş insanlardan oluşan bir
ortaklıktır. Aristo
“iyi” diyor ve bütün insanların eylemlerinde iyi olduğunu
düşündükleri şeyi amaçladığını söyler. O halde, açık bir biçimde bütün ortaklıklar iyi
bir şeyi amaçladığı için en yüksek olan ve tüm diğerlerini kapsayan şey de, en
yüksek iyiyi kendisine amaç olarak kabul edecektir. Devleti bir ortaklık (Devleti
birkaç köyden oluşan son ortaklık olarak da görür), politikayı da bu ortaklık türü
olarak görür. Bir diğer tanımlamasında vatandaş ve devleti anlatırken; bir kişinin,
2
müzakere yetkisine ya da yargısal yetkiye katılma hakkı elde eder etmez, o kişiyi
bulunduğu devletin vatandaşı kabul ederiz. Kendi kendini idare edebilecek bir
oluşum meydana getirebilecek bu kişilerin yeteri kadar çok sayıda olmaları
durumuna da genel olarak devlet diyor. Polis (devlet), polites (yurttaş) olarak
tanımlayıp polisi hem devlet hem de devletin ülkesi anlamında kullanır. Politeum’a
da yurttaş topluluğu olarak, politeia’yı da siyasal yönetim olarak kullanıp anayasa
anlamına da yorar(Aristo, Politika: 2007).
Platon’da devlet adlı kitabında Sokrates’in yapmış olduğu devlet tanımında
devletin; insanın tek başına yetmediği, birçok şeye muhtaç olduğu zamanda ortaya
çıktığından bahseder(Platon, Devlet: 2005).
Günümüzde ise politika terimi; siyaset kelimesinin yerine aynı anlamda
kullanılıp, siyasetin batı dillerindeki karşılığıdır. Politika, XIII. yüzyıldan itibaren
Batı dillerinin sözlüklerine girmiş ve devlet yönetimi olarak tanımlanmıştır. Bu
çerçevede hükümet için “politié”, devlet adamı ve vatandaş için “policien”, hükümet
biçimi için de “police” kelimeleri kullanılmıştır (Dursun, 2002: 26–27).
Siyaseti, oluştuğu çevrelerden (coğrafi, ekonomik, sosyal, kültürel)
soyutlayarak ele alıp incelmek bütüncül bir konu içerisinde eksiklik oluşturur.
Kuşkusuz coğrafi, iktisadi, demografik, teknik, ideolojik, hukuki ve devlet
adamlarının kişiliğinden oluşan etkenler, bütünün siyaset üzerindeki etkinliği zaman
ve mekân içinde değişmektedir.
Siyasal gücün belirli bir toprak parçası üzerinde oluştuğunu vurgulamakla
coğrafyanın siyasal sistemle ilişkileri genel bir biçimde belirtilmiş olunuyor. Siyasal
iktidar ile üzerinde bulunduğu toprak parçası ve bu parçanın coğrafi nitelikleri
arasında çok sıkı ilişkiler vardır. Coğrafya, geniş anlamda, doğal faktörlerin
bütününü içerip siyasetin maddi alanını belirlemektedir. İklimin, toprak yapısının,
madenlerin ve enerji kaynaklarının bir devlet tarafından benimsenen siyaset için ne
denli önemli olduğu zamanlar boyu bilinen bir gerçektir. Saha, toprak bir devletin
kudretini etkilediğinden uluslar arası ilişkilerde önemli rol oynamaktadır. Bu nedenle
devletler, geçmişte olduğu gibi günümüzde de, sınırları dışındaki sahayı stratejik
veya ekonomik yönlerden denetlemek için (askeri üsler, ekonomik ayrıcalıklar v.b.)
yarış halindedirler.
3
Gerek ulusal gerek uluslar arası yaşamda ekonominin önemli bir rol
oynadığı ve devletler arasında savaşa kadar gidebilen anlaşmazlıklara, çekişmelere
neden olduğu tarihi gerçekler arasındadır. Hammaddeleri ve temel ürünleri denetim
altında tutmak için mücadele, ticari piyasaları ele geçirmek için çekişme ekonomik
savaşın öğeleri durumuna girmiştir. Bir devletin gücü; coğrafi, demografik ve
ekonomik etkenlere dayanmaktadır. (Pers ordusunun ticaret yollarına sahip olması
bunun bir örneğidir.)
Yönetenlerin kişiliği, karakteri, siyaseti etkileyen bir faktördür. Kuşkusuz
siyasal kişiler, devlet adına hareket eden karar verici durumunda olup devleti temsil
eden yönetim ile özdeşleştiğinden, bir tür siyaset oyunun aktörü durumundadırlar.
Ama bu rollerinde tamamıyla bağımsız değillerdir.
Tarih, yönetenlerin karakter ve kişiliklerinin çok değişik olduğunu
göstermektedir. Her bir politik sorumlu, kendine özgü bir duruma sahiptir. Uluslar
arası niteliğe sahip birçok olay devlet adamlarının kişilikleri bilinmeden açıklanamaz
(Çam, 2000: 26–34).
Verilen açıklamalar ışığında çalışma içerisinde Pers İmparatorluğu’nun
askeri disiplini, ticari faaliyetleri ve devlet adamlarının kişilikleri bir bütün halinde
verilmeye çalışılmıştır. İmparatorluk dönemi içerisinde bu faaliyetler bütünlük arz
edip, imparatorluğun yükselişinden yıkılışına kadar her birinin halkanın bir zincirini
oluşturduğu görülmektedir.
Yönetimin, politikanın ve devletin tanımını yaptıktan sonra konuyu iki
bölümde ele alıp sunuyoruz. Birinci bölümde imparatorluğun siyasi tarihi incelenip
bu siyasi tarih içerisinde yapılan savaşlar ve antlaşmalar ele alınmıştır.
İkinci bölümde ise savaşlarda fethedilen yerlerde uygulanan sistemler ve
hoşgörü siyasetinin uygarlık üzerindeki etkileri anlatılmıştır. Bölümün başında giriş
mahiyetinde olan imparatorluk yönetim politikası anlatılmıştır. Sonrasında bu
yönetim politikasının organları irdelenmiştir. Yönetsel alandaki politikalar ve bu
politikalarla fethedilen yerlerin halklarına tanınan özerklik hakları o dönem
içerisinde uygulanmış olan kayda değer bir siyaset yöntemidir. Ayrıca buradaki
4
halkların dinlerine saygı ve onlara hoşgörülü davranma yöntemi, Persler’in tebaa
içerisinde sevgiyle karşılanmasını sağlamıştır.
Burada üzerinde durduğumuz başka bir husus ise tarihte medeniyetlerin
bir etkileşim içerisinde olduğunu sunmaktır. Bir örnek vermek gerekirse; satraplık
sisteminin sonraki medeniyetlere de bir politik yöntem olarak önderlik etmesi
usulüdür. Prensip olarak bu çalışmada tarihin bir ilerlemeci mantık içerisinde olduğu
vurgulanmaya çalışılmıştır. Bu ilerleme süreci hep olumlu bir durum göstermeyip
olumsuz bir grafikte çizmiştir. Tarih disiplinini ele alırken ya da tarihi bir olayı ele
alırken onu coğrafyadan, siyasetten, ticaretten v.b. disiplin ve olaylardan bağımsız
ele alamayacağımız gibi, zamanında (döneminde) yaşamış olan kişilerin (bir
imparator, bir başkan) şahsiyetleri ve siyasi tecrübeleri de bu disiplinin bir parçası
olarak karşımıza çıkar.
5
BİRİNCİ BÖLÜM
PERSLERİN SİYASİ TARİHİ
1. Pers Tarihi, Coğrafi Durumu ve Pers Öncesi Siyasi Durum
İran’da bir uygarlık oluşturan Persler (Parsua’lar) tarihteki farklı kavimler
tarafından Parsa, Parşua, Pers veya Fars gibi isimler almışlardır. Siyasi bir güç olarak
Pasargad boyundan Akameniş ya da Ahemeneş klanının Med devletine son vermesi
ile tarih sahnesine çıkmışlar (Bahar, 2009: 263). İran boylarının ilk devlet kurduğu
topraklar Mezopotamya’nın doğusundadır. Bu toprakların büyük bir bölümünü,
batıda Zağros dağları, kuzeyde Hazar Denizi, güneyde Basra Körfeziyle sınırlı geniş
İran yaylası kapsar; doğuda ise İndus’a kadar uzanır. Coşkun ırmakları, güzel
vadileri ve gür ormanlarıyla yaylayı dört bir taraftan çevreleyen dağlarda tarım ve
hayvancılığa elverişli topraklar vardır. Bu durum, nüfusun yerleşik hayat tarzına
erkenden geçmesinin belirleyicisi olmuştur. Yaylanın ortasına doğru ilerledikçe
durum değişir, akarsular ve göller kaybolur, karasal bir iklime geçilirdi. Hayvancılık
gelişmiş olup batı bölgeleri yerleşik, doğu tarafı ise göçebeydi. Boylar, büyük ve
küçükbaş hayvan, at ve deve yetiştiriyorlardı. Av hayvanı bakımından zendin
ormanlara sahip olması yerli halka avlanma olanağı sağlıyordu. Eski zamanlarda, bu
topraklarda, ilkel topluluk düzenleri bozulmaya başlayan, değişik kökenden boylar
yaşıyorlardı. Doğudaki boylar hayvancılıkla, kuzeybatı ve batı boyları tarımla
uğraşıyorlardı.
Bu
yüzden
göçebe
boylar
sürekli
yerleşik
tarımcılara
saldırıyorlardı.(V. Diakov – S. Kovalev, 2008: 212-213)
Medler ve Persler tarih sahnesine ilk kez M.Ö. 843 ve M.Ö. 835 yıllarında
Asur İmparatoru III. Salmanassar’ın yıllıklarında, Parsua ve Medes adlarıyla çıkarlar.
Kuzeybatı İran’daki Urmiye Gölü’nün güneyine doğru yapılan seferleri konu alan bu
Asur yıllıklarına göre, Persler M.Ö. dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında kıyıya fazla
yakın olmamakla birlikte, Urmiye Gölü’nün güney ve güneybatısında, Medler ise
güneydoğusunda Hemedan yakınlarında oturmaktaydılar. M.Ö. sekizinci yüzyılda
Asur İmparatorluğu’nun baskısıyla güneydoğu yönünde harekete geçen Pers boyları
Bahtiyari Dağları’nın batısındaki Parsuaş ya da Parsumaş olarak adlandırılan bölgeye
yerleştiler.
6
Bu fetihlerden sonra Persler İmparatorluğu’nun sınırları Erythrai denizi
denilen güney denizine dayanır; kuzey sınırlarda Medler otururlardı. Medler’in üst
yanında Saspeirler (İspir-Bayburt yakınında), Saspierler’in üstün de Kolkhisliler
(Doğu Karadeniz), ki bunlar Phasis (Batum’un kuzeyinde Karadeniz’e dökülen bir
ırmak) ırmağının döküldüğü kuzey denizine kadar giderler iki deniz arasındaki bütün
alanı bu dört ulus tutmaktadır.
Bu ülkelerden günbatısına doğru, iki denizin kıyıları bölgenin batı yönündeki
denize kadar uzanır. İmparatorluğun kuzeyi Phasis’den başlar ve deniz kıyısını
izleyerek Pontos-Euxeinos (Karadeniz) ve Hellespontos (Çanakkale Boğazı) boyunca
uzanır. Troas’da Sigeion (Çanakkale-Kumkale) burnuna gelir; güney kıyı çemberi,
Fenike’de Myriandikos (İskenderun) körfezinden Triopion (Deveboynu-Datça)
burnuna kadar uzanır.
İki kıyı bölgesinden biri budur. Öbürü İran’dan çıkarak, Erythreia (İzmirÇeşme’ye 27 km. uzaklıkta bir koy) denizi yönünde uzanarak orada sona erer; İran,
onun devamı olarak Asurya ve Asurya’ya bağlı olan Arabistan bu bölgenin içindedir.
Bu bölge Dareios’un Nil’in bir kanalının yatağını değiştirttiği Arap körfezinde biter.
İran ile Fenike arasında çok geniş bir ova vardır; Fenike’den başlayarak kıyı boyu
Filistin Suriye’sini ve Mısır’ı izleyerek bizim (Akdeniz) denize uzanır; burada yalnız
üç ulus vardır. İran’dan batıya doğru Asya ülkeleri bunlardır. İranlılar’dan daha
uzakta Medler, Saspeirler ve Kolkhisliler, doğu bölgelerine doğru Asya, güneyden
Erythreia deniziyle, kuzeyde Hazar denizi ve doğuya doğru akan Araxes (Aras) ile
sınırlıdır. Asya, Hindistan’a kadar insanların oturdukları yerlerdir; oradan sonra
doğuya doğru ıssız sınırları bunlardır (Herodotos, IV: 37–40; Sevin, 1982: 310).
(Harita için bakınız. Ek: 1).
1. 1. Pers Öncesi Medler ve Persler’in Ortaya Çıkışı
İran’ın kuzeybatı ve batı bölgeleri tarihin ilk çağlarından beri Elamlılar ve
yakın doğunun diğer ilk kavimleri ile akraba olan bir halk tarafından yerleşiliyordu.
Sami ve Hind-İranlı kavimlerden ayırmak için çok defa Asyanikler ve Ön Turanlılar
adı verilen bu halktan İran’ın kuzeybatı bölgesinde bulunanlar M.Ö. altıncı yüzyılın
başlarında Ön Medler veya Matalar adıyla tanınmışlardır.
7
Milattan önceki dokuzuncu yüzyıla ait belgelerde İran’ın kuzeybatı halkından
Amadai veya Madai adıyla anılan boylar, Urmiye Gölü’nün güneydoğusunda Elvand
Dağı’nın kuzeydoğu yamaçlarında şimdiki Hemedan bölgesinde oturuyorlardı. M.Ö.
yedinci yüzyıl başlarında Yunan kaynaklarında Medya olarak geçen memleketin
sınırları kuzeyde Hazar Denizi’ni çevreleyen dağlar, doğuda Hirkanya, güneyde
Elam ile Anşan (Anshan: Antik Pers şehri. İran’daki Tepe Malyan-Tall-i MalyanModern Siniraz kentinin 36 km. kuzeybatısında), batıda ise Asur Devleti ile
çevriliydi. Yedinci yüzyıldan itibaren Mata adı altında toplanan kuzey-batı İran halkı
arasına ikinci bin yıl sonlarına doğru Asur kaynaklarında Parsualar denilen yeni bir
grup girer. M.Ö. dokuzuncu yüzyıl sonlarında Urmiye Gölü batısında oturan bu halk
Türkistan’dan kuzeydoğu İran’a inen Hind-İranlılar’a mensuptu. Bunlar zamanla
batıya doğru ilerleyerek Asurlular’ın kendilerini tanıdıkları bölgeye, Urmiye
Gölü’nün batısına Küçük Zap suyu kaynağı ile Dzagattu kaynağı arasına
yerleşmişlerdir (Günaltay, 1948: 97–118).
Medler, bakır, bronz, altın ve elektrum (altın ve gümüş alaşımı) işlemesini
biliyorlardı. Hayvan yetiştiriciliğiyle ünlü Medler, disk biçimli tekerleği olan
arabaları çok erken zamanlarda kullanmaya başlamışlardı. Medlerin diğer İran
boylarından daha çabuk gelişmelerinin nedeni; Asur ve Elam’la ve Zağros
dağlarından geçerek Mezopotamya’yı Hindistan’a bağlayan büyük ticaret yollarıyla
olan ilişkileridir. Asurya’nın VII. yüzyılın sonunda çökmeye başlaması nedeniyle,
Medler Asurya’ya karşı birçok sefer düzenlediler. Froart’ın yerine geçen oğlu
Keyakser, Babil kralı Nabupolassar’la ittifak yapıp Asurlular’a saldırdı. M.Ö. 612–
605 yıllarında Med ve Babil birleşik güçleri Asurlular’a saldırıp Ninova’yı alırlar.
Ninova’nın alınmasıyla Asur İmparatorluğu çöker. Keyakser’in takipçisi Astyages
(M.Ö. 585–550) yayılımcı politikayı sürdürdü. Astyages’in hükümdarlık döneminde
ülke sınırları İran yaylasının ortalarından Kızılırmak kıyılarına, Suriye ve Basra
körfezine kadar genişlemişti (Herodotos I: 96–107, 123–130; V. Diakov – S.
Kovalev, 2008: 214–215, Olmstead, 1948: 22–24 ).
8
1. 2. Persler’in Medler ve Lydialılar’la Siyasi İlişkileri
M.Ö. 615 yılından itibaren Babilli Nabupolassar ve kuzeyli göçebe İskitler ile
birleşip Asur İmparatorluğu’na son veren Keyakser (M.Ö. 612) Urartu Devleti’nin
toprakları da olmak üzere tüm Doğu Anadolu’yu ele geçirip, sınırlarını batıda
Halys’e (Kızılırmak) değin genişletti. Alyattes yönetimindeki Lydia Krallığı ile karşı
karşıya geldi. M.Ö. 590’da Lydia Devleti ile savaşa tutuldu. Halys (Kızılırmak)
Irmağı kavsi içinde yapılan ve beş yıl süren Lydia-Med savaşı, M.Ö. 28 Mayıs 585
yılında meydana gelen bir güneş tutulmasının taraflarca ateşkes çağrısı olarak
yorumlanması sonucu son buldu.
Savaş sonunda yapılan ve kız alıp verme ile güçlendirilen antlaşmaya göre,
Halys Irmağı her iki devlet arasında sınır kabul edildi. Böylelikle en batıdaki Lydia
dışında, tüm Batı Asya, kuzeyde Med, güneyde de Babil olmak üzere iki güç
arasında ikiye bölündü. Keyakser’den sonra tahta oğlu Astyages (M.Ö. 585–550)
geçti. Bu sıralarda Med egemenliği zayıflamaya yüz tutmuştu. Ama aynı zamanda
İran’da dinamik bir devlet gelişiyordu. Pers İmparatorluğu’nun temelleri, eski Elam
Krallığı’nın, Asur imparatoru Asurbanipal tarafından, Pers soylusu Akhaemenes’in
yardımlarıyla
yıkılıp
M.Ö.
VII.
yüzyılın
ortalarında
atılmıştı.
Nitekim
Akhaemenes’in oğlu Teispes (M.Ö. 675–640) daha o zamanlar eski Elam
prensliklerinden birinin adına göre Anşan Kralı unvanını kullanmaktaydı. Asur
İmparatorluğu’nun M.Ö. 612’de ortadan kalkışıyla daha da güçlenen Persler, III.
Anşan Kralı I.Kambyses (Kanbujiya) zamanında, bağlı oldukları Medler ile iyi
ilişkiler içindeydiler. (Sevin, 1982: 310). Bu ilişkiler Med Kralı Astyages’in kızını
I.Kambyses’e vermesi ile daha da güçlenmişti. Bu evlilikten sonraları “Büyük”
unvanını alacak olan Kyros (Kuraş) doğar. Astyages’in saltanatının son
zamanlarında, İran’ın güneybatısında Astyages’e bağlı Pers Prensi Kambyses’in
yerine oğlu II. Kyros tahta çıktı ve Anşan Kralı ilan edildi (M.Ö. 559).
II. Kyros’un Persler’in başına geçtiği yıllarda Ön Asya, Med, Lydia, Babil ve
Syennesis adlı krallarca yönetilen Kilikia Devletleri arasında bölünmüştür. Doğu
Akdeniz, Mısır’ın 26. sülale firavunların etkisi altındaydı. Ege dünyası ise küçük
kent dünyalarına bölünen Yunanlılar’ın çekişmesi alanıydı. Mezopotamya, Suriye,
Filistin Babil Krallığı’na, Dicle ve Fırat’ın yukarı bölümüyle Kızılırmak’a değin
9
uzanan bölgeler de Med Krallığı’na kalmıştı. Cüretli bir asker, becerikli bir komutan
olduğu kadar da geniş görüşlü, enerjik bir devlet adamı olan Büyük Kyros, Ön
Asya’nın kendinden önceki güçlü hükümdarlarının deneyim ve başarılarını örnek
alarak, önce disiplinli bir ordu kurdu. Despotluğu ve yönetimsizliği ile görkemli
Astyages’e karşı Babil kralı Nabu-Na’id ile birleşerek isyan bayrağını açtı; öte
yandan Astyages’in başkomutanı Harpagos’u elde ederek Med ordusunu bozguna
uğrattı ve Astyages’i tutsak aldı (M.Ö. 550). Bu zafer sayesinde tüm İran’dan başka,
batıda Halys Irmağı’na değin uzanan Ön Asya ülkelerini içine alan Büyük Pers
İmparatorluğu kurulmuş oldu (Halys ırmağı, Ermenistan dağlarından çıkar.
Kilikia’dan geçer, Mateinleri sağına Phrygia’yı soluna alıp bu iki ülke arasında akar.
Bu ülkeleri geçtikten sonra, kuzeye doğrularak Kapadokia Suriyeliler’i ile sol
kıyıdaki Paphlagonia arasında sınır çizer. Burası bütün Asya’yı bir kıyıdan öbürüne
kesmiş olur, bir yandan Kıbrıs adasının karşısına rastlayan kıyı, öbür yanda
Karadeniz kıyılarına rastlar. Bu nedenle Halys ırmağı stratejik bir öneme sahiptir.
Kyros sülalesinin ilk kralı olduğuna inanılan Akhaemenes (Persçe: Hakhamaniş)
nedeniyle, İmparatorluğu yönetmeye başlayan bu sülaleye Persler adı verildi
(Herodotos, I: 72; Sevin, 1982: 311).
1. 3. Perslerin Yükselişi ve Siyasi Gelişmeler
II. Kyros Dönemi Siyasî Olayları (M.Ö. 559–529)
M.Ö. 559 dolayında, daha sonra Büyük Kyros diye bilinen Kyros Persler’in
yöneticisi oldu. Kyros II, Astyag’ı (Astyages) ortadan kaldırarak büyük emellerinin
gerçekleşmesine engel olabilecek devletlerden birini yok etmekle kalmamış, Medya
(Med) Krallığı’na da varis olmak suretiyle büyük bir kudret kazanmıştı. Karşısında
kendisiyle boy ölçüşebilecek tek devlet Küçük Asya’ya hâkim olan Lydia Krallığı
idi. Bu dönemde Lydia Krallığı’nın başında Kroisos vardı. Bu tehlikenin farkında
olan Kroisos ittifak arayışına girdi. Mısır’a elçi gönderdi ve Firavun Amasis
tarafından iltifatlarla karşılandı. Firavun İran’da görünen büyük değişimlerin kendisi
için bir tehlike olacağını sezmişti. Mısır ile Lydia arasında bir savunma-saldırma
antlaşması yapılır. Bu antlaşmaya Babil Kralı Nabu-Na’id ve Spartalılar da katılır.
Kyros II, önce Kilikia Krallığı’nı barışçı yoldan ele geçirerek, Lydia’ya o zamanki
10
müttefikleri Mısır ve Babil’den gelmesi mümkün görünen yardım yolunu kesti.
Sonra Kroisos’a haberciler göndererek Pers egemenliğini kabul etmesini, eğer
olumlu karşılarsa taht ve krallığını koruyacağını resmen bildirdi.
Kroisos’un yardım göreceği Mısır ve Babil yolu kesilmişti. Pers ve Lydia
orduları Kızılırmak kavsi içinde yaptıkları ilk savaşı sonuçlandıramadılar. Bunun
mevsimin sonbahar olduğunu düşünen Kroisos’un çekilmesi izledi. Ancak Kyros II
eski çağ savaş geleneklerini hiçe sayarak, Zağros Dağları ve Doğu Anadolu
yaylalarından toplamış olduğu soğuğa dayanıklı ordusuyla Kroisos’u hızlı bir biçimde
kovaladı. Kroisos’un ücretli ordusunu gelecek ilkbaharda yeniden toplanmak üzere
terhis ettiği sırada, Sardies’e Pers ordularının yaklaşmakta olduğu haberi ulaştı.
Kroisos zor durumda olmasına karşın yiğitlik ve güçlülüklerine inandığı uzun mızraklı
süvari ordusuyla Persleri başkentine yakın ovada karşıladı. İki taraf arasında yapılan
savaşı Persler kazanırlar (Herodotos, I: 75, 84; Günaltay, 1948: 134–135; Sevin, 1982:
311).
Kyros II’nin bu zaferinden sonra İonlar ve Aiollar Kyros II’ye elçiler
göndererek, Kroisos ile olan koşullar çerçevesinde kendisine uyruk olmak
istediklerini bildirdiler. Kroisos ile savaşmadan önce İonlar’a bir elçi gönderip,
Lydia’ya karşı ayaklanmalarını istediklerinde İonlar bu öneriyi kabul etmemişti ve
bu yüzden Kyros II bu duruma ilgisiz kaldı. Kyros II, Miletos dışında diğer kent
devletlerinin elçilerini geri gönderir. Kyros II iç Asya’ya doğru yola çıkararak
Sardies kentini yeni atadığı komutan Tabalos’a bırakır. Tabalos’a yardım etmek için
de Paktyas adında bir Lydialı’yı görevlendirdi. Kyros II’nin başkent olarak
kullandığı Ekbatana’ya doğru hareketinden hemen sonra Lydialı Paktyas alıp kaçar.
Kaçırdığı hazineyle kendisine bir ordu kurar. Sardies’e saldırıp kenti kuşatsada
Mazares’in Tabalos’a yardıma gelmesiyle oradan kaçar. Bu kovalamacadan bir
müddet sonra Aiol kenti olan Khios halkı Paktyas’ı yakalayıp Mazares’e teslim
ederler ve böylece isyan son bulmuş olur.
Mazares, Paktyas’ı ele geçirdikten sonra Tabalos’a saldıranlara savaş açtı. Önce
Pirene’yi ele geçirdi ve halkını köle olarak sattı. Sonra tüm Maiandros Vadisi’ni
(Büyük Menderes) yağmaladı; fakat bu sırada ansızın hastalanarak öldü. Mazares’in
yerine geçen Harpagos ilk kez Fokaia’dan başlamak üzere tek tek tüm İon kentlerini,
11
surların önüne yığdırttığı toprak tepelerden yararlanarak ele geçirdi. Karialıları ve
kıyıdaki Dor kenti Knidos’u (Tekir) direnme görmeksizin teslim aldı. Pedasalıların
(Karacahisar) küçük bir karşı koyuşu dışında, Karia kolayca Persler’e geçti. Güneye
doğru Kaunas (Dalyan) ve özellikle Xanthoslular’ın (Kınık) karılarını, çocuklarını, mal
ve kölelerini yaktıktan sonra giriştikleri kahramanca savaşa karşın üstün Pers gücü
Lykia bölgesini de İmparatorluğu’nun egemenliği altına soktu. Böylece M.Ö. 546/545
yılında batı Anadolu tümüyle Pers boyunduruğuna girdi. (Herodotos, I: 153-177;
Sevin, 1982: 313).
Büyük Kyros II, geniş toprakları fethettikten sonra tek bir kralın hâkimiyeti
altında, çeşitli halkların oluşturduğu ve bugün genel olarak tarihin ilk dünya
imparatorluğu olarak adlandırdığımız hükümdarlığı kurdu ( Casabonne, 2007: 23).
Kyros II’nin Ekbatana’da fazla kalmayıp yeni kurduğu devlet için tehlikeli
gördüğü İran’ın doğusundaki cesur ve savaşçı boyları hükmü altına almak için,
büyük bir ordu ile Asya içlerine doğru yürür. Beş-altı yıl süren (M.Ö. 546–539) bu
seferler sonucunda Bakteriyan, Morjiyaza (Horasan), Uvarazimiya (Harezm) ve
Suğdiyana (Maveraünnehir) Pers bölgelerine dâhil edildi. İran kuvvetleri Sirderya
(Seyhun nehri) boylarına kadar ilerlediler (Taşkın, 1992: 50- 51).
Nabopolassar M.Ö. 612 yılında İranlı Medliler’le gerçekleştirdiği ittifak
sayesinde Ninive’yi ele geçirerek Asur İmparatorluğuna son verir. M.Ö. Asur
kralının sığındığı Harran şehrinin alınması Babil hükümdarına Yakındoğu ile
Akdeniz kıyısının ve daha sonra da Mısır’ın yolunu açtı. Nabopolassar, Asur
İmparatorluğu’nun topraklarının büyük bölümünü kendi topraklarına dâhil ederek,
Babil krallığını bir imparatorluğa çevirmişti. Nabopolassar’dan sonra yerine oğlu
II.Nabukadnezar geçer. Nabukadnezar uzun süre tahtta kalır ve bu süre içinde
siyaset, hukuk, din ve ahlak alanlarında birçok şey gerçekleştirir. Babil
İmparatorluğu’nun sınırlarını genişletmeye devam etti (O dönemde II.Nbukadnezar
Akdeniz’de, Mısır sınırıyla Suriye-Filistin kıyılarından İran’a kadar Yakındoğu’ya
hakim olup o dönemin diğer iki büyük gücünü de kontrol altında tutuyordu:
Güneybatıda Mısır İmparatorluğu ile kuzeyde ve doğuda Med İmparatorluğu).
Nabukadnezar’ın ölümünden sonra imparatorluğun siyasal gücü azalıp Babil
İmparatorluğu’nun sınırlara artık genişleyemez olmuştu. Yerine geçen oğlu Amel-
12
Marduk kayınbiraderi Neriglissar tarafından öldürülür ve onun yerine tahta geçer. Bu
dönemde Kyros II, Asya’dan toprak ele geçirmeye başlamıştı ve
Babil
İmparatorluğu’nun gücü azalmaya devam ediyordu. Neriglissar’dan sonra Harran
kökenli din işlerinde hatırı sayılır Nabonidos (Nabu-naid) başa geçer. Nabonidos
Arabistan’daki Teima vahasına yerleşir ve Babil’de hüküm sürme yetkisini oğlu
Baltazar’a bırakır. Baltazar her ne kadar babasının yerine baksa da hiçbir zaman
resmi olarak kral olmadı (Andre-Salvini, 2006: 42-45).
Bu arada Kyros II, doğudaki cesur Ön Turanlıları imparatorluğa bağladıktan
sonra Mezopotamya’daki Babil Devletine saldırmaya karar verir. Kyros II’nin
zaferleri devam ederken Babil tahtı parti kavgaları yüzünden çöküyor, Suriye ve
Filistin’de kavimler yer yer ve zaman zaman isyanlar çıkararak, sarsılmaya yüz tutan
otoriteyi bir kat daha çürütüyorlardı. Kyros II, doğu seferinden döndüğünde, Babil
tahtında Nabu-na’id oturuyordu. Nabu-naid, bir kahraman olmak şöyle dursun,
hakiki manasıyla bir asker bile değildi. O, bilgin fakat gevşek, enerjiden mahrum,
barış ve sükûn içinde yaşamak isteyen biriydi. Tapınak işleriyle uğraşmayı daha çok
seviyordu. İdareyi ve başkenti oğlu Baltazar’a bırakıp kendisi
tapınaktaki eski
belgeleri araştırmak, halka ağır vergiler yükleyerek, tapınakları, yıkılmış anıtları
tamir ettirmek gibi işlerle uğraşıyordu. Kyros ordusuyla Babil önlerine geldiği zaman
Nabu-na’id başkentte değildi. Şehirde oğlu Baltazar, onun adına hüküm sürüyordu.
Babil iç içe üç surla çevrili olduğundan zabtı kolay değildi. Fakat Kyros II burada
ileri gelenlerinden bazılarını elde etmişti. Bunların başında Diyala, Zab ırmakları
arasındaki bölgenin valisi olan Kubara bulunuyordu. Kyros II, M.Ö. 539’da suların
azaldığı mevsimden faydalanarak Fırat’ın mecrasını değiştirmekle işe başladı. Bu
suretle merkezle irtibatı kesilen Opis şehrindeki Baltazar’ın kuvvetlerine hücum
ederek kolaylıkla perişan etti. Sippar şehrinde bulunan Nabu-na’id de kaçmak
zorunda kaldı. Mezopotamya’yı tamamen alan Kyros II, kendisini M.Ö. 20 Mart
538’de Babil kralı ilan etti. Marduk’u da yine öteden beri olduğu gibi Babil Tanrısı
ilan etti. Bu suretle ne kendi hanedanının, ne de Parsalar’ın dinini zorla kimseye
kabul ettirmek yoluna gitmeyeceğini göstermiş oldu. O çağlarda herhangi bir
memleketi alan hükümdar oranın tanrılarını kovar ve onların yerine kendi tanrıları
koyardı. Bu haliyle liberallik göstermişti. Nabu-na’id bu hareketiyle rahiplerin
13
tepkisini çekerken, Kyros II onların beğenisini kazanmıştır (Herodotos, I: 189-192;
Günaltay, 1948: 142–144).
Kyros II Yaksart (Sirderya) ötesinde yaşayan Massagetlerin imparatorluk
arazisine yaptıkları akınları önlemek üzere kraliçeleri Tomris ile evlenmek istemiş,
fakat teklifi Tomris tarafından hakaretle reddedilmiştir. Tomris’in ret cevabına kızan
Kyros II, Seyhun’u geçerek Massagetler yurduna girmiş. Tomris’in veliahdı ve
büyük oğlu Spargapises idaresindeki öncü kuvveti mağlup ve prensi esir etmiştir.
Fakat prens bu olayı hazmedemeyip intihar eder. Tomris, bu olaydan dolayı büyük
bir orduyla Kyros II’nin üzerine yürür. Kanlı bir çatışmanın ardından Massagetler
zafer kazanır. Kyros II’nin de ölenler arasında olduğu görülmüştür (Herodotos, I: 97–
100).
Kyros II 29 yıl saltanat sürdükten sonra öldüğünde geriye Akdeniz’den İndus’a
değin uzanan büyük ve güçlü bir imparatorluk bıraktı. Çok kısa zamanda bu denli
büyük bir imparatorluğun kurulmasında Kyros II’nin izlediği ve yakın doğuda bu
döneme doğru görülmeyen liberal ve yumuşak siyasetin büyük etkisi vardı. Yenik
prenslere karşı adaletli davrandı ve boyun eğdirdiği toplulukların törelerine saygı
gösterdi. Önceleri Asurluların ülkelerinden zorla sürdüğü ulusların eski yurtlarına
dönmelerine izin verdi. Bu yüzdende işgal ettiği ülkelerin halkları tarafından da bir
kurtarıcı olarak karşılandı. Sonuçta imparatorluğa son veren Makedonyalı B.
İskender’e de örnek oldu (Sevin, 1982: 314) (İmparatorluğun yükseliş döneminde
uygulanan bu hoşgörü politikası sonraki zamanlarda etkisini yitirmiştir).
II. Kambyses Dönemi Siyasî Olayları (M.Ö. 529 - 522)
Kyros II sağlığında büyük oğlu Kambyses II (Kombujiya)’yi veliaht göstermiş,
Babil’e kral tayin etmiş ve son savaşlara giderken yerine bırakmıştı. İkinci oğlu
Bardiya’yı da Kambyses II’den sonra tahta geçmek üzere Kirman, Baktriyan, Partya,
Harezm gibi doğu eyaletlerini idaresine almıştı. Bu suretle kendisinden sonra,
oğulları arasında taht kavgası çıkmasını önlemek istemişti. Fakat öldükten sonra
vasiyeti yerine getirilmedi. Kambyses II, tahta otururken isyanlarla karşılaşır. Halk
tarafından sevilen Bardiya’nında (Semerdis) günün birinde idaresinde bulunan
14
memleketlerindeki
orduya
dayanarak
taht
iddiasına
kalktığı
takdirde,
hoşnutsuzlarında onunla birleşme ihtimali vardı. Bu yüzden Kambyses II kardeşini
gizlice öldürtür. Kimse kimin öldürdüğünü anlayamaz.
Lydia ve Babil imparatorluklarının yıkılmasından sonra sıra Mısır’a gelmişti.
O dönemde Mısır’ın başında Amasis bulunuyordu. Mısır’a sefer yapılmasının en
büyük amaçlarından biri Mısır’ın ekonomik gücü ve Persler’in önündeki en güçlü
rakip olmalarıdır.
Kambyses II’nin ordusu Mezopotamya ve Suriye’nin topraklarını çiğneyerek
Filistin’e indiği zaman Mısır’a gitmek için iki yol ile karşılaştı. Ya Fenike
donanmasının yardımıyla denizden deltaya geçecek ya da Filistin ile Nil arasındaki
çölü geçecekti. Deltayı çeviren bataklık ile çöl uzun zamandan beri Asya’dan gelecek
akınlara karşı Mısır’ı korumuşlardı. Filistin’in en son kalesi olan Jemisos (Hani Yusuf)
ve Serban gölü bölgesi ile Delta arasından uzunca bir çöl bulunuyordu. Kambyses II,
Gazze
önlerinde
bu
endişede
iken
Amasis’in
Yunanlı
komutanlarından
Halikarnaslı(Bodrum) Fanes, Amasis’in hizmetini bırakarak gemileriyle Gazze’ye
gelir ve İran hükümdarına sığınır. Ona karadan Mısır’a girmek için çöl çevresindeki
Bedevi Şeyhleriyle anlaşmasını tavsiye eder. Bedevi Şeyhler onlara çölü geçmeleri için
su tulumları yüklü binlerce deve gönderirler. Kambyses II, Pelus önüne geldiğinde
Amasis ölmüş yerine oğlu Psammetik III geçmiştir. Pelus önündeki harpte Mısırlılar
ağır bir yenilgi aldılar. Birkaç gün sonra şehre giren Kambyses II yukarı Mısır’ı
savaşsız teslim alır. Mısır’ın zaptından sonra ilk defa olarak eski dünya tek imparator
idaresi altına girmiş oldu (Herodotos, III: 1–13, 25; Günaltay, 1948: 152–154;
Taşkın, 1992: 54).
Kambyses II, M.Ö. 522 yılında Mısır’da bulunuşu sırasında başkent
Pasargad’da Gaumata adında bir rahip, Büyük Kyros’un ikinci oğlu Bardiya adıyla
tahta çıkar. Gaumata Kambyses II’nin öldürttüğü kardeşi Kyros’un oğlu Bardiya’ya
çok benziyordu. O nedenle imparatorluğun en önde gelen iki kabilesinden Mata ve
Parsalar düzmece Bardiya’yı, öldüğünü duymadıkları gerçek Bardiya sanmışlardır.
Bu haber üzerine Kambyses II Mısır’dan hareket ederek Suriye’ye girer fakat
yolculuğu sırasında ölür. Bu olay üzerine Otanes adında bir komutan beş kişiyi
İntophornes, Gobryas, Megabyzos, Aspathines ve Hydarnes’i bu yalancı kralı
15
öldürmek için görevlendirir. Dareios’da İran’dan Susa’ya gelince onu da aralarına
alarak bir plan uygulayıp bu sahte kralı öldürürler (Herodotos, III: 61–72). Bu taht
entrikaları sürerken Pers İmparatorluğu’nun yönetiminde çeşitli aksaklıklar ve
ihtilaller görülmeye başlandı. M.Ö. 522’de Frigya’yı elinde bulunduran İran-Lydia
satrabı Oroites, önce Samos Adası Tiran’ı Polykrates’i, Menderes Magnesiası
kentine çağırarak tuzağa düşürdü ve öldürdü. Sonra planlarına engel olan Daskyleion
Satrabı Mytribates ile oğlu Kroneispesi ortadan kaldırarak bu satraplığı da ele geçirdi
(Herodotos, III: 120).
Darius I Dönemi Siyasî Olayları (M.Ö. 522–486)
Pers İmparatorluğu idari örgütlenişin yetersizliği yüzünden daha başlangıçta
birbirini izleyen ayaklanmalarla bunalırken Pers İmparatorluğu’nun başka bir
kolundan olan Parthia (İran’ın kuzeydoğusunda bir kent) satrapı Hystaspes’in oğlu
Darius I (Darayavahuş) altı Pers soylusunun yardımıyla Gaumata’yı devirdi ve
kendini M.Ö. 521’de kral ilan etti. Hystaspes oğlu Darius I artık Kral olmuştur.
Araplar dışında bütün Asya ulusları Kyros II’nin aldığı ve Kambyses II’nin
genişlettiği topraklarla beraber hükmü altındaydı. Araplara gelince bunlar hiçbir
suretle İranlılar’ın boyunduruğu altına girmemişler, sadece Kambyses II’yi Mısır’a
geçmeye bıraktıkları zaman müttefikleri olmuştu (Sevin, 1982: 314).
Darius I, tahta geçer geçmez yaptığı bütün kötü işlerden ötürü özellikle
Mytribates ve oğlunu öldürdüğü için Oroites’in cezasını vermek istedi. Açıkça bir
ordu göndermek istemiyordu zira tahttaki değişikliğin yankıları hala sürüyordu.
Darius I’in (Dareios) aldığı habere göre; Oroites 1000 İran askeri tarafından
korunuyordu. Phirygia, Lydia, İonia bölgelerini elinde tutuyordu. Dareios bu adamın
öldürülmesi için gönüllüler arasında kura çektirir ve kurada Artentes oğlu
Bogaios’un adı çıkar. Bogaios, dahiyane bir tuzak hazırlayarak Oroites’i öldürtür.
(Herodotos, III: 127–128). Dareios yedi yıllık didinmesinden sonra Pers
İmparatorluğu’nun iç barışını yeniden sağladı. İç barışın sağlanmasından sonra
imparatorluğun eski ve genişleyen sınırları karşısında yetersizleşen idari yapısına son
verme işine yöneldi, devletini yeni baştan örgütledi. Çünkü önceleri İran’ın
güneybatı kıyılarından küçük bir prenslikken 20–30 yıl içinde büyük bir
16
imparatorluk haline gelen devletin idari yapısı bu büyük devlete yetecek ve uygun
düşecek biçimde yapılanmış değildi. Nitekim bu türde iyi düzenlenmiş ve zaman
içinde gelişmiş idari yapısı olmadığından, Pers İmparatorluğunda Kambyses II’nin
ölümünden sonra karışıklıklar ve idari yapıda çatlaklar meydana gelmiştir. Darius I,
bu durumun aksayan yanlarını görüp, imparatorluğu ayakta tutacak idari reformları
zaman geçirmeden uygulamaya başladı. Büyük Kyros ile başlayan hoşgörülü devlet
politikasını sürdürdü. Persler ve Medler dışında kalan uyruklarına aynı hak ve
görevleri verdi, bazen yerli kralları kendi adına ülkeyi yönetmekte görevlendirerek
yerine bıraktı. Bu özgürlükçü görüşün doğuracağı sorunları göz önünde
bulundurarak, bunu güçlü bir yönetim yapısı ile bertaraf etmenin çarelerini aradı
(Sevin, 1982: 315).
Yunanistan Küçük Asya’da ve imparatorluğun diğer bölgelerindeki Grekler
üzerinde tesirler yapıyor, entrikalar çeviriyordu. Bu yoldaki müdahaleler bazen Sus
sarayını
rahatsız
edecek
ve
kızdıracak
kadar
ileri götürülüyordu.
Çünkü
Yunanistan’daki sitelerle İran imparatorluğu tebaası olan Grekler arasında
haberleşme devam ediyor orada hazırlanan entrikalar Anadolu kıyılarında
oynanıyordu.
Bunun neticesi olarak Ege’nin öte tarafındakilerinin tertip ettikleri suikastler,
ihtilaller, İran hegemonyasındaki Küçük Asya’da patlak veriyordu. Darius I, iç
çatışmaları bastırmakla meşgulken bu hale göz yummak zorunda kalmıştı. İsyanların
bazılarını bastırdıktan ve çok kuvvetli bir ordu meydana getirip Yunanistan’a sefer
yapmaya karar verdi.
Yunanistan’a gitmek için iki yol vardı. Biri İonya kıyılarından Attik’e giden
deniz, diğeri de Trakya ve Makedonya üzerinden geçen karayolu. Birinci en kısa
yoldu. Fakat denizyolu büyük orduları aynı zamanda nakledebilmek için pek çok
gemiye ihtiyaç gösteriyordu. Bu kadar geminin yolda birden bire düşman hücumuna
uğraması ihtimal dâhilinde idi. Böyle bir durum karşısında asker yüklü gemileri
korumak için bir filoya ihtiyaç vardı. Ancak bu sayede asker yüklü gemiler İonya
kıyılarından Yunanistan kıyılarına kadar bir hücuma uğrasa bile müdafaa edilebilirdi.
Bundan başka denizden gönderilecek askeri karada çıkaracakları yerde dost olarak
karşılayacak şehirler, limanlar temini lazımdı. Hâlbuki deniz yoluyla gidecek askerin
17
çıkacakları Attik Köprübaşı İranlılar’a (Persler’e) karşı büyük bir husumet besleyen
Pesistratlar’ın elinde idi. Bu gibi durumlar Darius I’i kara yolunu tercihe mecbur
etmişti. Trakya ve Makedonya sahillerinden giden bu dar yolda da güçlükler az
değildi. Bu yoldan Yunanistan’a gidebilmek için İskitlerle çarpışmak lazımdı. Darius
I, Yunanistan üzerine yürümeden önce İskitleri en iyi keşif merkezleri olan
Karadeniz’in kuzeyindeki topraklarda yenerek hem Asya sınırlarında imparatorluğa
yapabilecekleri akınları önlemek hem de Yunanistan’a göndereceği orduların yandan
bir hücuma uğramaları ihtimalini bertaraf etmek için İskitler üzerine yürümeyi
kararlaştırdı (Günaltay, 1948: 174–177).
Bu haberi duyan İskitler meydan savaşına girmeyip azar azar toprak bırakarak
çekilecekler, kuyuları doldurarak, çeşmeleri tıkayacak ve otları biçeceklerdi. Çocuk,
kadın ve yiyeceklerin bir bölümünü gönderip sadece kendilerine yetecek kadar
yiyecek bırakmışlardı ve durmadan kuzeye doğru çekileceklerdi. (Skyth) İskit
gözcüleri İran ordusuyla karşılaştılar ve geri kaçtılar. İran askerleri bunların peşine
veriyor ama onları yakalayamıyorlardı.
Pers ordusu İskitya’ya içlerinde Sauromatlar’ın ülkelerinde ilerlediler ve
kimseye zarar vermediler. Çünkü şehir boşaltılmıştı. Persler bunları kovalamaya
devam ettiler ve boş steplere çıktılar. Burada tek insan yaşamıyordu. Darius I, stepe
çıkınca orduyu durdurdu ve ordusunu Oaros üzerine yerleştirdi. Bu arada İskitler
İskitya’ya (Skythia) doğru geliyorlardı. Darius I, buradaki kovalamayı bitirip batıya
yöneldi. İskitleri burada bulacağını zannediyordu. Orduyu yürüyüşle götürüyordu.
Bu kovalamaca oyunu böyle sürüp gidiyordu. Bu kovalamaca sırasında Darius I,
birçok defa tuzağa yakalandıktan sonra kıtlık içine düştü. Daha sonra ileri gitmenin
faydasız olduğunu görüp çekildi. Kral askerlerini geri çekip Tuna’yı geçirdi. Sefer
böylece M.Ö. 512’de son buldu. Darius I, buradan eli boş dönmedi. Trakya (Tharakia)
ve Makedonya’nın bir bölümü bu sefer sonucunda Persler’in eline geçti. Byzantion ve
Khalkhedon ile birlikte Troas bölgesinde Antandros’u (Altınoluk) ayrıca da Lemnos
(Limni) ve İmbros (İmros) adalarıda Pers imparatorluğunun topraklarına katıldı
(Herodotos, IV: 120–144; Sevin, 1982: 316–317).
M.Ö. altıncı yüzyıl sonlarına doğru İonya satraplığına giren Yunan şehirlerinin
durumu bir hayli değişmişti. Siyasal bağımsızlığın elden gitmesinin ve tiranlığın bu
18
şehirlerde normal bir hükümet şekli haline gelmesinin doğurduğu hoşnutsuzluğu
birde İonya’nın maddi hayatının temeli olan ekonomik bunalım katılmıştı. Bir
taraftan Pers gümrük vergilerinin yüksekliği ve bazen iddia edildiği gibi Persler
tarafından korunan Fenikeliler’in rekabete girişmeleri, diğer taraftan İonialılar’ın
Mısır’daki en büyük merkezi olan Navkratis’in M.Ö. 525 yılında tahrif edilmesi bu
hususta hiç şüphesiz etken olmuştu. Fakat M.Ö. 513 yılında Darius I’in deniz
yollarını ele geçirmesi İonialılar’ın ticaretini sekteye uğratmıştı. Byzantiya
(İstanbul), Khalkhedon (Kadıköy) ve Perinthos’un (Marmara Ereğlisi) Pers
boyunduruğundan kurtulmak için yaptıkları teşebbüsler bir sonuç vermemişti. Diğer
taraftan aşağı İtalya’da Sibaris’in M.Ö. 511 / 510 yılında tahrip edilmesi, Miletos’un
batıyla yaptığı ticaret için büyük bir darbe olmuştu. Siyasal, ekonomik ve ulusal
nedenlerden ötürü altıncı yüzyıl sonlarında İonia’da için için bir kaynaşma vardı.
M.Ö. 500 yılında Miletos’un başında bulunan Tiran Aristagoras, Sardes satrabı
Artefernes’i Naksos adasına bir sefer yapmaya teşvik etti. Fakat dört ay kadar süren
sefer başarısızlıkla sonuçlanınca kendisinin Persler tarafından suçlanmasından
korkan Aristagoras, Miletos halkını ayaklandırdı ve Pers boyunduruğu altında ezilen
tüm Yunanlılar’ın kurtarıcısı olarak ortaya çıktı. İsyan Miletos’lu Hekataios’un
uyarılarına rağmen diğer kentlere de sıçradı ve İonya kıyılarını sardı. İhtilale tüm
İonya şehirleri katılmadığı gibi aralarında bir birlikte yoktu. Persler’in seferberlik
hazırlıklarını yavaş tutmalarından dolayı ilkin bazı başarılar kazandılar. Sardes
üzerine yürüyerek burayı yaktılar. Pers ordusu Sardes’e doğru hareket edince
Efesos’a kadar geri çekilmek zorunda kaldılar. Bu ilk başarıdan dolayı İonia’ya,
Karya, Likya ve Kıbrıs şehirleri de katıldı. İsyan Marmara bölgesi ve İstanbul
boğazına kadar yayıldı.
Persler M.Ö. 497’de harekete geçince durum değişti. İlk önce Kıbrıs’taki
Yunan şehirleri üzerine yürüdüler. Salamis açıklarında İon donanması Pers
donanmasına karşı büyük bir zafer kazanmasına rağmen bu şehirler birer birer ele
geçirildi. Sonra Pers orduları Anadolu’ya geçerek Marmara bölgesi ve Aiolya’yı
İonia’dan M.Ö. 497’de ayırdılar. İonialılar günden güne fena bir duruma düşerler ve
birer birer Persler tarafından fethedilirler. Aristagoras, Trakya’daki çiftliğine kaçar
ve orada ölür. Lade adası yöresinde yapılan deniz muharebesine Persler, Fenike,
19
Mısır, Kilikya ve Kıbrıs’tan alınan 600 gemiyle katılırken, dokuz kentten meydana
gelen birliklerden oluşan ve yalnızca 353 gemisi bulunan bir düşman birliği vardı
(Roaf, 1996: 212). İhtilalcilerin son büyük dayanağı Miletos ilk önce karadan, Yunan
donanmasının uğradığı büyük bir yenilgiden sonra (M.Ö. 495- 494) denizden de
kuşatıldı ve ihtilalin altıncı yılında Persler’e teslim olmak zorunda kaldı. Persler
buradaki ve yöresindeki birikmiş hazineleri alıp buraları yaktılar (Mansel, 1971:
265–269).
M.Ö. 492 yılı ilkbaharında Sardes satraplığına Darius I’in damadı ve
Gobryas’ın oğlu Mardonios (Marduniya) getirildi. Büyük bir kara ve deniz ordusuyla
İonya’ya gelen Mardonios, Yunan kentinin başındaki tiranları kovup demokratik
hükümetler kurmalarına izin verdi. Sonra İonya (İonia) ihtilalinden dolayı sarsılmış
bulunan Thrakia (Trakya) ve Makedonya’da ki Pers egemenliğini güçlendirmek için
deniz ve karadan güçlü bir orduyla Avrupa’ya geçti. İhtilale katılmamış olan Thasos
(Taşoz) adasını ele geçirdi. Thrak boylarıyla savaştı ve buradaki huzur ve güvenliği
yeniden kurdu. Makedonia krallığının yasal bir devlet olarak Pers etkisi altına
girmesini sağladı. Ancak gerek donanmasının bir fırtınaya tutularak büyük
bölümünün batması gerekse kara ordusunun kayıpları nedeniyle geri çağırıldı.
Komutanlığı elinden alındı. Yerine Media’lı Datis ve Artafernesin oğlu Artafernes
getirildi (Herodotos, VI: 42–45; Olmstead, 1948: 18–161; Sevin, 1982: 319).
M.Ö. 490 yılında Persler eski İran Hippias’ın tavsiyesi üzerine Attika’nın
kıyılarında Evripos (Eğriboz) koyunda Maraton ovasına bir çıkarma yaptılar.
Atinalılar Pers ordusunun Maraton’da karaya çıkarak şehirleri üzerine yürüdüğünü
haber alınca Sparta’ya bir haberci göndermişler ve kendilerine acele yardımda
bulunmasını istemişlerdir. Spartalılar bu isteği iyi karşılamışlar fakat bazı dini
nedenlerden dolayı ayın on beşinden sonra geleceklerini bildirmişlerdir. Atina
düşmana yalnız başına karşı koymaya karar verir.
Halk meclisi tarafından başkomutan seçilen Myltiades 10.000 kişi tahmin
edilen ordusuyla Maraton’a ilerleyip Atina yoluna egemen bulunan Agrieliki
tepelerinin alt yamaçlarında mevzi aldı (Mansel, 1971: 272-273). Persler’den önce
Yunanlılar saldırıya geçerler ve harp uzun müddet devam eder. İki tarafın
mücadelesinde Yunanlılar Pers ordusunu bozguna uğratarak galip gelirler. Pers
20
ordusunu bataklığa doğru sürerek çoğunu bataklıklarda öldürürler. Geride kalan Pers
askerleri de cesaret edemeyip çıkamayınca Datis, filoya Faler’e (Phaleron) gitmek
emrini verir. Fakat yolda Yunanlılar’ın hücumlarına uğrar. Ertesi gün Sunium
burnunu aştı. Faler’e girerken Atinalılar’ın yeni bir savaş için cesaretle beklediklerini
gördü ve Küçük Asya’ya kaçtı. Atinalılar dünya imparatorunun yenilmez ordusunu
kaçırmışlardı (Herodotos, VI: 94–117; Günaltay, 1948: 185; Souza, 2003: 27–31).
Bu arada Mısır’da da hareketli olaylar yaşanıyordu. Mısır’ı fetheden Kambyses
II dönerken buraya Parsalar’dan Aryandes adında birini satraplığa atamıştı.
Sirenenoyka’daki (Cyrenaica) Dorlar, kralları Arkhesilas’ı İran satrabına itaatinden
dolayı Barka (Barco) şehrinde öldürürler. Kralın annesi Faretim Mısır’a gelir ve
satraptan yardım ister. Aryandes’de kraliçeye yardım için Barka’ya gider ve orayı
kuşatır. Mısır generalleri Sirenenoyka’yı zapt etmeye karar verirken Mısır’a geri
çağrılırlar. Darius I, aldığı bu haberden dolayı Aryandes hakkında şüpheye düşer.
Aryandes kendi adına kralın gümüş paralarından daha iyi ve zarif paralar bastırmış,
kötü muameleleriyle Mısırlılar’ı İran hâkimiyeti aleyhine çevirmişti. Kendisinden
müsaade almadan Sirenenoyka’ya saldırmaya teşebbüs etmesi, Darius I’de onun
istiklal hevesi arkasında koştuğu şüphesini kuvvetlendirmişti. Bu teşebbüsün
muvaffakiyetsizlikle son bulması üzerine Aryandes öldürüldü. Bu olay üzerine
Darius I, Mısır’a gelir ve halkın gönlünü alır. Tanrılara ve eski krallara hürmet
gösterdi, ihsanlar verdi. Darius I, idaresindeki Mısır çok gelişti. Satraplar,
firavunların sarayında oturuyor onlar gibi hüküm sürüyorlardı. Emirlerinde büyük bir
ordu vardı. Eski feodal sistem Mısır’da devam ediyordu. Topraklar gibi üzerindeki
halkta rakipler arasında bölünmüştü. Darius I, ticareti geliştirmek için Nil nehrini
Kızıldeniz’le birleştiren kanalı ikmal etti. Ve gemiler Akdeniz’den Hint denizine
geçmiş oluyorlardı.
Fakat Darius I’in şahsına karşı beslenilen bu sevgi Mısır’a yaptığı hizmetlerin
minnettarlığı Mısırlılar’da ki hürriyet ve istiklal aşkını söndürecek kadar kuvvetli
değildi. Maraton hezimeti onlarda İran boyunduruğunu sarsabilecekleri cüreti
uyandırmıştı. Bu cüretle M.Ö. 486’da İran garnizonlarını kurmak teşebbüsünde
bulunuyorlar. Vergilerin ağırlığı da bu isyanda etkili olmuştur. Darius I, bu isyana
rağmen Yunanistan’a sefer yapmaktan vazgeçmedi. İsyanı bastırmak için ikinci bir
21
ordu kurdu. Hem Yunanistan’a hem de Mısır’a karşı harp hazırlığında bulunurken
saltanatının 36. yılında M.Ö. 485’de ölür (Günaltay, 1948: 186–189).
1. 4. Perslerin Gerileme Dönemi
Xerxes Dönemi Siyasi Gelişmeleri (M.Ö. 486–465)
Darius I’in ölümünden sonra yerine oğlu Xerxes (Kşayarşa) geçmiştir. Xerxes
bütün Mısır’ı Darius I’in zamanınkinden çok daha ağır koşullar altında yeniden köle
yaptı ve Mısır’ın satraplığına Darius’un oğlu ve kendi kardeşi olan Akhaimenes’i
getirmiştir. Xerxes Atina’ya yapılacak seferin yönetimini ele almadan önce Persler’in
ileri gelenlerini çağırtmış ve bir komisyon kurdurmuştur. Komisyonun Yunanistan’a
yapılacak olan seferle ilgili niyetlerini öğrenmek istemiştir. Yapılan müzakere
neticesinde Yunanistan’a yönelik savaş kararı çıkar (Herodotos, VII: 7–8, 18–19).
Xerxes, M.Ö. 483 yılı ilkbaharında Yunanistan’a karşı karadan ve denizden
harekete geçti. Savaşa katılacak birlikler orta Anadolu’da ki Kapadokya bölgesinde
toplandılar. Buradan hareketle Halys ırmağı (Kızılırmak) geçilip Maiandros
kaynakları (B. Menderes) yakınlarında ki Kelainai kentlerini izleyerek giden güney
yolunu kullanarak Alaşehir üzerinden satraplık merkezi Sardes’e ulaştı. Burada bir
kış geçirdikten sonra, Çanakkale Boğazı üzerine bu sefer için kurulmuş iki köprüden
geçerek Avrupa kıyılarına ayak basmak üzere Gygaie gölüne (Marmara Gölü),
Thyateria (Akhisar), Adramytteion (Edremit), Antandros (Altınoluk) ve İllion
(Hisarlık) yolunu izleyerek Abydos’a (Nara) hareket etti (Herodotos, VII: 36; Sevin,
1982: 320).
Bu iki köprünün birinden yaya ve atlı askerler, ötekinden ise yük hayvanları ile
ordu donanmaları hiç aralık vermeksizin yedi gün yedi gecede karşı kıyıya geçtiler.
Ainos (Enez) üzerinden Hebros (Meriç) ırmağını geçip Dariskos ovasında kamp
kurdular. Savaş öncesi son hazırlıklar ve ordunun sayımı burada tamamlandı.
Yine Herodotos’tan öğrendiğimiz kadarıyla savaşta Persler’in yenilgisinin
Sikinnos adında bir Yunanlı tarafından gerçekleştiğini aktarır. Skinnos Pers ordusu
içine gelerek bir Atinalı komutanın kendisini öbür Yunanlılar’dan gizli olarak
gönderdiğini ve düşmanın korku içinde olup kaçmak üzere olduğundan bahsedip
22
oradan kaçar. Pers ordusu gece olunca sağ ve sol kanatlardan Yunanlılar’ın
kaçmasını engellemek amacıyla gemilerini denize yayarlar. Pers ordusu karaya çıkıp
Yunan ordusunu dağıtma hesabı yapıyordu. Bu arada Yunan ordusu da arkadan
gemileri sarmaya başlamıştı. Saldırıya uğrayan Pers ordusu filosu ağır kayıplar verir
(Herodotos, VIII: 75–93).
Bu olaydan sonra Persli komutan Mardonios sefere çıkar. Mardonios
Boiotya’ya vardığı zaman Thebaililer ona Yunanlılar’ın ileri gelenlerine para verirse
tümenlerini Yunanistan’a daha rahat sokacağına dair tavsiyelerde bulunurlar ve
Yunanistan’ı diplomatik yolla egemenliğine alabileceğini söylerler fakat Mardonios
bunu kulak ardı eder. İki ordu Boiotya’da karşılaşırlar. Ovaya inen Pers ordusu
Yunanlılar’ın inmediğini görür ve saldırıya geçer. Yunanlılar bu saldırıdan büyük
zarar görürler ama savaş esnasında Persler’in ünlü komutanı Mosistios’un
ölümünden dolayı defin işlemleri için durur. Yunanlılar’da bundan istifade savaşı
Plataia ovasına kaydırırlar. Herodotos, IX: 1–66; Aiskhylos, Persler: 1968).
Dariskos’ta ki son hazırlıklardan sonra Pers kara ordusu Thrakia ve Makedonia
üzerinden kuzey Yunanistan’da ki Thessalia’ya ve oradan da Thermophylai geçidine,
hiçbir direnişle karşılaşmaksızın vardı. Donanmada denizden orduya eşlik ediyordu.
Atina’lı devlet adamı Temistokles’in hazırladığı Yunan donanması Persler’i Euboia
adasının kuzey kesimindeki Artemision burnunda yendi. Fakat Pers kara ordusu
savunmayı püskürtüp Thermophylai’den geçince Yunan gemileri Attika bölgesini
korumak için güneye çekilmek zorunda kaldı. Bunun üzerine Atina kenti tümüyle
kuşatıldı. Persler kısa sürede Atina’ya girdiler. Akropolü kolayca ele geçirdiler.
İonya ihtilalinde yakılmış olan Sardes’e karşılık olmak üzere, kenti baştanbaşa yakıp
yıktılar. Buna karşılık M.Ö. 28 Eylül 480 sabahı Persler’in birleşik Fenike-İon
donanması Salamis körfezinde bozguna uğratıldı. Savaşı Attika kıyılarından izleyen
Pers kralı Xerxes yenilgiyi görünce aceleyle Yunanistan’ı terk etti ve kışı geçirmek
üzere Sardes’te ki satraplık merkezine gitti. Mardonios’un komutasındaki Pers
ordusu da Thessalia’ya çekildi. Ertesi yıl bu ordu yine güneye doğru yola çıktı.
Atina’yı bir kez daha yıkıma uğrattıktan sonra kuzeye çekilip Plataia ovasında
ordugâh kurdu. Bu arada Atina-Sparta birliği Plataiai önünde Persler’le savaşa
23
tutuştular. Mardonios öldürülerek savaş kesin olarak Yunanlılar tarafından kazanıldı
(Herodotos, VII: 1–239; Sevin, 1982: 320).
Yunanlılar İonia’da ki ırkdaşlarını İran aleyhine isyana sürüklemek suretiyle bu
başarılarını
kesinleştirmek,
Persler’in
Ege
ve
Akdeniz
öteleriyle
olan
münasebetlerine son vermek istiyorlardı. Bu sebeple (Isparta) Spartalı Leotychides
idaresindeki Yunan donanması Küçük Asya kıyılarına gitmişti. 300 gemilik İran
ordusu Sisam’daydı. 60 bin kişilik bir ordu da Anadolu sahilinde Mykale burnu
yanında karargâh kurmuştu. İranlılar Yunan donanmasını görünce savaşmaya cesaret
edemediler ve gemileri Mykale’ye getirip karaya çıktılar. İran komutanı İonia’lılara
güvenmediğinden Sisamlılar’ın silahlarını aldı. Milletliler’i de dağ yollarının
muhafazasına memur etti. İran askerleri şarampollerin önünde kalkanlarını siper
alarak bekliyorlardı. Lakedemonyalılar dağ tarafından hücuma geçtiler. İonialılar’da
Yunan ordusuyla birleşerek İran ordusunu mahvettiler. Miletoslular Persler’e ihanet
edip askerleri Yunan ordusunun geldiği tarafa yönlendirirler ve Persler’e savaş
açarlar. Böylece Pers ordusu yenilgiye uğrar. Kara ve deniz yenilgilerinden sonra
Persler imparatorluk sınırlarını geri çektiler (Herodotos, IX: 99–107; Souza, 2003:
60–62).
M.Ö. 478/77 yılında Atina merkezi Yunan dünyasının kutsal adası olan Delos
olmak üzere “Attika –Delos Deniz Birliği”adını taşıyan siyasal bir birlik kurdu. Bu
birliğin amacı Persler’e karşı sürekli mücadelede bulunmak suretiyle adalar ve
Anadolu’da ki Yunan şehirlerinin bağımsızlığını sağlamak, Persler’in Yunan
ülkesinde yaptıkları tahribatın öcünü almaktı. Birlik donanması ilkin Trakya
kıyılarını Persler’den aldılar. Sonra Atinalılar Ege’nin kuzey bölgelerini güven altına
aldıktan sonra Rusya’dan Atina’ya ithal edilen hububat için büyük önemi olan
Boğazlara bir sefer yaptılar ve başta Byzantion olmak üzere oradaki şehirlerin deniz
birliğine girmesini sağladılar (Mansel, 1971: 319–320).
M.Ö. 466 yılında Karya ve Likya kentleri birliğe katıldı. Pamfilya’da
Evrimedon (Köprüçay) ağzında Pers donanmasını bozguna uğrattı. Bunun üzerine
Persler güney Anadolu limanlarındaki üslerini kaybettiler (Bu yenilgiden sonra
Xerxes M.Ö. 465’de öldürülür. Yerine oğlu Artaxerxes I geçer). Ancak bu başarı
Atinalılar’la Spartalılar’ın arasını açmaya başlamıştı (Bahar, 2009: 286–287).
24
Artaxerxes I ve Darius II Dönemi Siyasi Gelişmeleri (M.Ö. 465–405)
Pers-Grek savaşları sonucunda Anadolu Ege bölgesinden kopmuştu. Doğu
Grekler’in ürettiği şarap, zeytinyağı çeşitli mallar ve sanat eserleri ya da batı
ülkelerinde ve Karadeniz’de Yunan tüccarları tarafından toplanıp doğu mallarıyla
değiş tokuş edilen ham maddeler için iyi bir alıcı olmaktan çıkmıştı. Ticaret alanında
Atina’nın en büyük rakibi Fenikeliler’di. Mısır ve Batı Akdeniz ülkeleriyle yapılan
ticareti ellerinde bulunduruyorlardı. Topraklarının büyük bir kısmı zeytinlik ve üzüm
bağlarıyla kaplı olan Attika muhtaç olduğu buğdayı Mısır’dan getirebilirdi. Bu
nedenlerden ötürü Atinalılar Mısır ve Kıbrıs’a karşı taarruza geçerler (Mansel, 1971:
302–304).
M.Ö. 460/59 yılında 200 gemilik bir Atina donanması ilk önce Kıbrıs’a oradan
da Delta bölgesinde İnaros’un çıkardığı isyanı desteklemek üzere Mısır’a gitti.
Atinalılar Persler’e karşı kazandıkları bir zaferden sonra Nil ağzına girmeye ve
satraplık başkenti Memfis’i kuşatmayı başardılar. Fakat şehri zapt edemediler.
Megabizos (Suriye satrabı) idaresindeki Pers ordusu Mısır’a girip Memfis’i
muhasaradan kurtarıp savaşı kendi lehlerine çevirirler. Atinalılar büyük bir zarar
görürler. Fakat Persler bu başarıdan gereği gibi faydalanamadılar.
M.Ö. 451 yılında Perikles’in yerini alan Kimon, Sparta ile beş yıllık bir
mütareke imzaladıktan sonra iki yüz gemilik bir donanmayla Kıbrıs’a gider. Aynı
zamanda 60 gemilik bir kuvvet Nil deltasında patlak veren bir isyanı desteklemek
için Mısır’a gönderildi. Kıbrıs’ta ki harekât Atinalılar lehine dönmeye başlamıştı ama
Kimon hastalanarak ölünce tekrar başa geçen Perikles bu yıpratıcı savaşa son
vermenin çarelerini aradı ve Kallias adında bir diplomatı Susa’ya göndererek
Persler’le barış müzakerelerine başladı.
M.Ö. 449 yılı ilkbaharında akdedilen ve tarihlere “Kallias Barışı” olarak geçen
bu barışa göre; Atina, Kıbrıs ve Mısır’dan kesin olarak vazgeçiyor, fakat bu
fedakârlığa rağmen deniz birliğinin asıl amacını yani İonia’nın bağımsızlığının
Persler tarafından resmen tanınmasını sağlamıyordu. Çünkü Pers kralı bir karış
toprak dahi kaybetmeksizin yalnız İonialar’a karşı hükümsürenlik haklarını
kullanamayacağını, donanmasını kuzeyde İstanbul Boğazı’yla, güneyde Likya’nın
doğu kıyıları önündeki Helidon adaları (Beş adalar) arasındaki hattan ileri
25
geçmeyeceğini, kara ordularını ise Anadolu’nun batı kıyılarından üç günlük
mesafede bulunduracağını taahhüt ediyordu. Bu suretle her iki devletin nüfus alanları
sınırlanmış oluyordu (Mansel, 1971: 306–307).
Harbin asıl nedeninin ise Pers harplerinden sonra Atina’nın siyasal ve
ekonomik olarak güçlenmesi ve bunda başta Sparta olmak üzere Peleponnesliler’in
de endişe duymasıdır (Thukydides, 1972: 58–59).
Peleponnes harplerinin bütün Yunanistan’ı harap ettiği bir sırada Atina en iyi
gemilerini en gürbüz askerlerini Sicilya’da kaybetmişti. Bu felaket haberi doğuya
gelince başta bulunan Darius II, M.Ö. 449 yılında yapılan antlaşmayı bozma zamanı
geldiğine hükmetti. Misya ve Lydia satraplarına Yunan şehirlerinden vergi almak
emri verir. Kendiside Spartalılar’la anlaşır. Spartalılar anlaşmayı kabul ettiler. Bu
zamandan itibaren küçük Asya’daki Yunan siteleri Pers hükümdarının ve ajanlarının
nüfuzu altına girer. Darius II’in iki oğlu vardı. Artakhsatra (Erdeşir-Artaxerxes) ve
Kuraş (Kyros). Kuraş anasının da yardımıyla Anadolu eyaletlerinin yüksek
komutanlığını elde eder. Büyük kardeşinden önce tahta geçmek içinde annesinin
sarayda çevirdiği entrikalara güveniyordu. Böyle de veliaht olmazsa muharebe ile
tahtı kardeşinden almaya karar vermişti. Bu düşüncesini icra edebilmek için
Yunanlılar’la anlaşmayı düşünüyordu. Babası onu Karanos unvanıyla Küçük
Asya’ya gönderir. Ayrıca annesinin himayesiyle Kapadokya, Firigya, Lydia
satraplıkları da kendisine verilir. Kuraş (Kyros) menfaati ve geleceği açısından
Spartalılar’la anlaştı (Günaltay, 1948: 209–210).
Persler’in Spartalılar’la işbirliği yapması üzerine, Atinalı Alkibiades M.Ö. 407
sonbaharında yüz gemilik bir donanma ile Anadolu kıyılarını geçti ve Notion (Ahmet
beyli) önünde demirlemek suretiyle Ephesos (Efes-Efesos) limanlarına giriş çıkışı
kontrol altına aldı. Fakat orada aylarca beklemesine rağmen Ephesos’ da Pers
parasıyla kurulmuş 90 gemilik bir Sparta donanmasının başında bulunan Lysandros’u
harbe zorlayamadı. Bir süre sonra donanmasını ikiye bölme yanlışlığı yapan
Alkibiades’in bu hatasını gören Lysandros harekete geçip gemileri bozguna uğrattı.
Bu
başarısızlığından
dolayı
Alkibiades
radikal
demokratlar
tarafından
başkomutanlıktan azledildi. Trakya’daki çiftliğine çekilen Alkibiades Pers satrabı
26
Farnabazos ile ilişkiler kurdu, fakat Spartalılar’ın entrikaları yüzünden Persler
tarafından öldürüldü (Mansel, 1971: 336).
Artaxerxes II’den Darius III’e Kadarki Dönem İçerisindeki Siyasi
Gelişmeler (M.Ö. 405–336/334)
Artaxerxes II döneminde imparatorluk fazlasıyla toprak kaybetmeye başlamış
ve artık bu dönemin imparatorları ülkenin sınırlarını korumaya çalışıp Sparta ve
Atina arasındaki çekişmelerden istifade yoluna giderek toprak kazanma arzusuna
düşmüşlerdir. Artaxerxes II, bu dönemde imparatorluğun işlerinden ziyade
imparatorluk dışındaki işlere hakemlik ederek kendi ülkesinin yönetimiyle
ilgilenmemeye başlamıştır. Zaten imparator ile kardeşi Genç Kyros arasındaki taht
kavgası imparatorluğu yönetim açısından krize sokmuştur.
Bu dönemde Pers hükümdarı Artaxerxes II’nin (Erdeşir II, Artakhşatra) kardeşi
Kyros (Kuras) Pers tahtını ele geçirmek istiyordu. Batı Anadolu satraplığı yapan Kyros
tahtı ele geçirmek içinde Anadolu şehirleri halkından birçok Yunanlı bulunan büyük bir
orduyla kardeşi Artaxerxes II Mnemon üzerine yürümüş fakat Babil yöresinde
Kunaksa’da yapılan bir meydan muharebesinde öldürülmüştür. Yunanlı tarihçi
Ksenophon ordusunun başına geçer ve orduyu alıp ana yurtlarına dönerler (Mansel,
1941: 384; Ksenophon: Anabasis; Lloyd, 1998: 39–45). (Harita için bakınız. Ek: 2)
Yunanlı’nın bu muazzam devletin merkezi çevresinde büyük İran ordusunu
yarıp geçerek kurtulması sonrada mükemmel bir intikam ile Pers devletine ait
topraklar ortasından pervasızca geçerek büyük zayiat vermeksizin Pontos sahiline
gidebilmesi muazzam imparatorluğun zayıflığını açık bir suretle meydana koymuş;
Pers yıkılmazlığı kanaatini yıkmıştır. Artaxerxes II kardeşinin ölümünden sonra
Anadolu kıyıları satraplığını İonya Grekleri’ni zapt etmek amacıyla Tissafern’e
vermişti. İstiklalleri için titreyen İonyalılar Lakedomanyalılar’a elçiler göndererek
yardımlarını istediler. Peleponnesos galibi Spartalılar, İonyalılar’ın bu talebine karşı
Atinalılar’ın eski hamilik rolünü üzerine aldılar. Genç Kyros’un ölümü, Persler’e
olan taahhütlerine son vermiş, onları hareketlerinde serbest bırakmıştı. Spartalılar’la
son mütareke tekrar ettiği sırada satrap Farnabazos Sus şehrine giderek Artakhşatra
27
II’yi Makedonyalılar’a karşı Atinalılar’la ittifak etmeye ikna etti (Günaltay, 1948:
212–214).
Kyros tarafını tutan Pers satrabı Tissafernes’in öç alacağından korkan
Anadolu’daki Yunan şehirleri Sparta’dan yardım isteyince kendilerini tüm Yunan
dünyasının hamisi sayan Spartalılar bir zamanlar Persler’den aldıkları altınları
unutarak Persler’e harp ilan ettiler, Anadolu’ya bir ordu geçirdiler.
Harbin ilk evresi önce Tibran sonra Derkilidias (İonya komutanları) tarafından
idare edilen küçük çarpışmalar şeklinde geçti. Fakat yetenekli bir komutan olan
Lysandros tarafından korunan Sparta kralı Agesilaos M.Ö. 396 yılında yeni bir ordu
ile Anadolu’ya ayak basınca savaş daha da geniş bir alana yayıldı. Savaş Spartalılar
lehine gelişti. Persler, Aigospotamai yenilgisinden sonra Kıbrıs’a sığınan Atinalı
amiral Konon’u kendi tarafına çekerek onu bir donanma kurmakla görevlendirdiler.
Yunanistan’a akıttıkları altınlar sayesinde Spartalılar’ın gerisinde ikinci bir cephe
kurmayı başardılar. Agesilaos, Sardes’te Pers satrabı Tissafernes’e karşı parlak bir
zafer kazandıktan sonra (M.Ö. 395) Paphlagonia’ya (Paflagonya) girmek üzereydi.
Yunanistan’da harp patlak verdi. Bunun üzerine kral Yunan kontinanına geri dönmek
zorunda kaldı. Tarihe “Korint Harbi” olarak geçen bu harp M.Ö. 395’den 386 ya
kadar sürdü. Lysandros bu savaşta ölür. Persler’den para alan bazı küçük şehirlerin
Atina ve Thebai ile birleşmeleri üzerine Yunanistan’da Spartalılar’a karşı bir
koalisyon meydana gelmiş oluyordu. Konon’un idare ettiği Pers donanması Sparta
donanmasını Knidos‘ta büyük bir bozguna uğratmıştı. Sparta’nın deniz egemenliğine
son veren bu muharebeden sonra Pers donanması ilk kez Ege Denizine girdi.
Anadolu kıyılarındaki Yunan şehirlerine otonomi vaat etmek suretiyle bunları
Sparta’dan ayırıp Persler tarafına geçirdi. Bu süre içinde Persler’den yardım gören
Atina kendini toplamaya devam ediyordu. Eski kolonilerden Lemnos (Limni),
İmbroz (İmroz) ve Skiras tekrar Atina’ya bağlanmıştı.
Atina’nın dış nüfuzunun günden güne artması, Trasibulos’un deniz birliğini
yeniden kurmak teşebbüsünde bulunması (M.Ö. 389), Atinalılar’ın Persler’e karşı
isyan eden Kıbrıslılar ve Mısırlılar’ın taraflarını tutması siyasal durumu değiştirdi ve
Persler’in tekrar Spartalılar’la birleşmesine yol açtı. Spartalılar, Pers parasıyla
yapmış oldukları bir donanmayı Çanakkale Boğazına göndererek boğazı kapadılar.
28
Bunun üzerine tüm kuvvetlerini harcamış olan ve aç kalmak tehlikesiyle karşı
karşıya gelen Atina barış istemek zorunda kaldı (M.Ö. 386). Spartalı devet adamı
Antialkidas, Pers Krallığı ile Yunan şehir devletleri arasında süresiz bir barış
yapılmasını sağladı. Tarihlere “Kral Barışı’ olarak geçen barış anlaşması Pers
kralının Yunan devletlerine yaptığı bir buyrultan şeklindeydi (Mansel, 1971: 384387).
İmzalanan anlaşmaya göre Kıbrıs adasıyla Kılazomenes yarım adası da dâhil
olmak üzere:
1-) Küçük Asya’daki bütün Yunan şehirleri İran’ın yüksek hâkimiyeti altında
kalacak büyük kralı metbu tanıyacaklardı.
2-) Atinalılar yalnız Limni, İmroz, Skiras (Scyras) adaları üzerindeki kaza
haklarını muhafaza edecekler; fakat diğer bütün cumhuriyetler kendi kanunlarına
bağlı kalacaklardı.
3-) Bu şartlara riayet etmek istemeyen siteler ve adalar, İran kuvvetleriyle
birleşecek olan Spartalılar tarafından karadan ve denizden tazyik ve tedip
edileceklerdir.
Bu son şartı tahakkuk ettirmek için Antialkidas, seksen gemiden mürekkep İran
filosu ile Ege’ye gitti. Agesilaos’da ilk işarette asi siteler üzerine yürümek için
hazırlığa başladı. Bu tedbir; Tebliler’i, Atinalılar’ı ve Argoslular’ı korkutmak ve
antlaşma şartlarına riayet ettirmek için kâfi oldu. Her tarafta askerler terhis edildi.
Gemiler limanlara çekildi (Günaltay, 1948: 217). ( İkinci madde ile Yunanlılar’ın
büyük bir birlik içerisinde birleşmelerini sağlayacak bütün hareketler engellenmiş
oluyordu. Üçüncü madde ise tamamen bir tehdit maddesidir. Bu suretle Pers
imparatorluğu Yunan siyaseti üzerinde yüksek bir kontrol elde etmişti (Memiş, 1993:
59).
Pers İmparatorluğu Antialkidas antlaşmasından sonra Kıbrıs, Mısır ve Küçük
Asya’da patlak veren isyanlar karşısında bulunuyordu. Mısır’a yürüyebilmek için
Kıbrıs isyanını bastırmak gerekiyordu. Kıbrıs’ta iki ayrı ırk yaşıyordu. Fenikeliler ve
Grekler. Kıbrıs adasındaki eski Salamin şehri kralları neslinden inen Evagoras, İran Sparta harbi sırasında Atinalı Konon’la birleşip büyük bir nüfus elde etmişti. Gittikçe
29
artan hırsı Artaxerxes II’yi kuşkulandırıyordu. Evagoras isyan eder ve Pers
hâkimiyetinden bıkan bir Arap emiri ile bazı kabile şeyhleri kendisine yardımcı
kuvvetler gönderir. Artaxerxes II karada ve denizde ordular hazırlayarak ilkin
Evagora’ya saldırıp yenmeliydi. Çünkü Kıbrıs Mısır’ın tabi bir geçit yeriydi.
Evagoras denize birçok korsan gemiler çıkarıp Persler’in Anadolu ve Suriye ile
ilişkisini kesti. Pers ordusunda kıtlık başladı. Mısır kralı Akoris Kıbrıslılar’a buğday,
para ve levazım gönderdiğinden onlar kıtlıktan korunuyordu. Evagoras deniz harbine
girince Citium (Larnaka) Persler’in eline geçti. Evagaros ordusunun hâkimiyetini
oğlu Pitagoras’a verip Salamin’e gelip kuvvetlerini burada dinlendirdi. Salamin’in
sıkıştığını görünce barış istedi. Teribaz, Salamin’den başka tüm Kıbrıs şehirlerinin
İran’a bırakılmasını istedi. Evagoras, Salamin’de kral kalacaktı ama vergi
ödeyecekti. Sonraları Artxerxes II’nin damadı Orontes, Teribaz’ a bir komplo kurar
ve onu görevinden aldırır.
Artaxerxes I zamanında Mısır’da isyan olur ve o zaman Mısır’da başta bulunan
İnaros yenilir. O zamandan bu döneme kadar yeterli bir süre Mısır’da sulh ve sükûn
ciddi oranda bozulmamıştı. İnaros’un hezimetinden sonra (M.Ö. 404) Amirte’nin
adını taşıyan bir torunu Mısır’ın istiklalini ilan etmek suretiyle ihtilal ruhunu parlatır.
28. sülalenin tek hükümdarı olan Amirte ile başlayan kurtuluş hareketini 29. sülaleyi
kuran Neferites (M.Ö. 398 – 392) tamamlamış. Agesilaos’da bu sırada Küçük Asya
seferine hazırlanıyordu. Her iki tarafın hedefi Pers İmparatorluğu’nu yıkmaktı. M.Ö.
396’da Mısırlılar, Spatalılar’a buğday ve mühimmat yüklü bir gemi gönderirler. Bu
kafile Pers ordusunu komuta eden Konon tarafından yakalanır. Bu arada Kyros’un
(Kuraş) isyanından beri Misyalılar, Punt bölgesi, Paflagonyalılar, Kıbrıslılar,
Persler’e isyan halindeydi. Artakhşatra II, Mısır için hazırladığı orduyu bunların
üzerine gönderdi. Kıbrıs mücadelesi devam ederken Mısır’da Neferites’e Akoris
halef olmuştu. Evagoras hezimetinden sonra Kıbrıs’dan ümidini kesen Akoris
Persler’e karşı Küçük Asya’da başka bir cephe açtı. Kıbrıs sorunuyla uğraşan Persler,
Psidya’yla ittifak eden ve Yunanistan’dan 10000 kişilik kuvvet getiren Mısırlılar’a
engel olamadığı gibi, bu sırada ölen (M.Ö. 380) Akoris’ten sonra Mısır’da baş
gösteren olaylardan da istifade edemedi. Akoris’in ölümünden sonra Nektanebos I
(M.Ö. 378-360) otuzuncu sülaleyi kurar. Nektanebos I artık kesinleşen büyük
30
tehlikeye karşı hazırlığı hızlattı. Pers komutanı Farnabazos Suriye’nin güney
sahilinde Pers donanmasının barınmasına elverişli liman olan Ako’yu hareket üssü
yaptı. Pers generalleri ve saray entrikalarına rağmen hazırlık M.Ö. 374 yılı başında
ikmal edildi.
Pers ordusu M.Ö. 374 yılı mayısında Mısır’a doğru hareket etti. Nektanebos I
memlekete girecek bütün geçitleri tutmuş, Nil’in ağızlarının hepsinde birer kale
yaptırıp düşmanı bekliyordu. Pelus önüne gelince surların yenilendiğini, kanalların
yıkılıp etrafın suyla dolduğunu görünce başarı elde edilemeyeceğini anladı.
Fakat Nil’in Mendes kolu ağzını zorlayan Persler burada Mısırlılar’ı sarmaya
muvaffak oldular. Hepsini kılıçtan geçirdiler. İfikrates, Menfis’in savunmasız
olduğunu söyleyip, Mısırlılar buraya asker yollamadan evvel şehir üzerine yürümeyi
teklif etti. Bu teklif ordu içinde karışıklılığa sebep oldu. Bu karışıklıktan istifade
Menfis’e, Mısırlılar yeterli bir ordu gönderdiler ve Persler’e hareket imkânı
bırakmadılar. Farnabazos bu seferden eli boş olarak döner. İfikrates’de Konon’un
akıbetine uğramamak için Atina’ya döner.
Artaxerxes II dış ülkelere hakemlik yapıp kendi ülkesinin hakimiyetini
kaybediyordu. Cezalandırmaktan ziyade affetmeye meyilliydi. Satrapları üzerinde de
gereken otoriteye haiz değildi. Bu durumları gören Mısır isyanlardan faydalanarak
Persler’e karşı kendini emniyete almak istiyordu. Nektanebos I’in yerine Teos
Mısır’ın kralı olur. Teos, Spartalılar’la anlaşıp Küçük Asya’da satraplarla
mücadeleye girer. Artaxerxes II bu ittifaklar karşısında tekrar hazırlığa başlar bir
yandan Mısır kralıyla, bir yandan Yunan siteleriyle ve Sparta ve müttefikleriyle
çarpışmak zorundaydı. Ayrıca isyana katılan satrapları da cezalandırmalıydı. Bu
satrap ve merkezleri şunlardı: Hellespontos Firigyası satrabı Ariobarzan, Karya
hâkimi Mausolos, Misya satrabı Orontes, Lydia satrabı Otofradates başta olmak
üzere Lydialılar, Psidyalılar, Pamfilyalılar, Kilikyalılar, Suriyeliler, Fenikeliler
bulunuyordu. Artakhşatra II gelirinin yarısını kaybetmişti. Teos Suriye’yi işgal etmek
istiyordu. Desteği Yunanlı Kabrios (Chabries) verdi. Teos lazım olan maddi desteği
Kabrios’un tavsiyesiyle tapınak gelirlerinden almayı düşündü; fakat rahipler buna izin
vermediler. Yine Kabrios’un tavsiyesiyle vergiler yükseltilip vergilere el konuldu.
Teos Spartalı Agesilaos’tan yardım istedi. Agesilaos bin kişilik bir orduyla Mısır’a
31
geldi. Teos, Agesilaos’a yüksek komutanlık vaad etmişti. Fakat onu sonra ücretli
Yunan kıtaları komutanlığına atadı. Agesilaos bu durumu içerledi ve ihtilaf baş
gösterdi. Agesilaos Teos’un Mısır’da kalarak ordu için gerekli malzemeyi
göndermesini istiyordu. Fakat o (Teos) kendi adındaki üvey kardeşini vekil olarak
Mısır’da bıraktı. Kendisi orduların başına geçti. Pers kuvvetleri meydan muharebesine
atılacak kadar çok olmadıklarından müstahkem bir kaleye sığındılar. Teos üvey
kardeşinin oğlu Nektanebos II’yi Pers kuvvetlerini muhasaraya memur etti. Muhasara
uzun sürünce Mısırlı askerler arasında hoşnutsuzluğa sebep oldu.
Mısır’da isyanlar başlar, Teos Agesilaos’tan yardım ister amam O’da destek
vermez. Teos bu olaydan sonra Sidon’a kaçar ve oradanda Pers kralına sığınır. Kral
onu Mısır’ı istila etmek istediği ordusunun başına atar. Mısırlılar ise Nektanebos II’yi
istemedikerinden, Mendes perensini kral ilan ettiler. Nektanebos
II, Suriye’yi
fethetmeyi bırakıp Mısır’a döner. Nektanebos II, Tanis’e çekilip burada karargah
kurar. Mendes onu Tanis’te muhasara altına alır. Bunun neticesinde Tanis’te kıtlık
başladı. Agesilaos muhasara birliklerini yarıp şehirden çıkar. Bu zaferle Nektanebos II
Mısır kralı ilan edilir. Nektanebos II, Persler’in üzerine yürümesinden endişe ettiği için
Agesilaos’ı Mısır’da alı koymak istiyordu. Sparta kralı ise bunu reddetti. Artakhşatra II
tarafından Pers ordusunu Mısır’a götürmeye memur edilen eski firavun Teos
dizanteriden ölünce ve kral ailesindeki ahenksizlikten dolayı amacına ulaşmayan bir
hucum olur. Artakhşatra II’de savaşın neticesini göremeden ölür (Günaltay, 1948:
218-229).
Artakhşatra’nın ölümünden sonra Ohos (M.Ö. 359-338) başa geçer. Ohos’un
başa geçmesiyle Mısır tekrar ayaklanır. Bu ayaklanmaya Suriye ve Filistin’de katılır.
İlkin sarayından çıkmayıp generallerini savaşa gönderen Ohos sonraları kendisi
ordunun başına geçer. İlkin isyan bayrağı açmayan Fenike’de sonraları bu isyana
katılmış olduğundan Ohos Fenike üzerine yürür. Fenike (Suriye) sorununu halledip
Mısır’a yönelir. Nektanebos II önceki zaferin sarhoşluğunu üzerinden atamadığından
tekrar kazanacağını umuyordu.
Lokrates komutasındaki İran ordusu Pelus önlerine gelip buradaki surları
yıktılar. Ama Mısırlılar yıkılan bu surları hemen tamir ediyorlardı. Nektanebos,
Pelus’a 30000 Mısırlı ve 5000 kadarda Yunanlı’yı yardıma yolladı. İran ordusunda
32
görevli Argoslu Nikostrates adında bir subay, esir köylülerden birinden Nil ağzında
müdafasız bir yer olduğunu öğrenir ve oradan saldırır. Nikostrates burada zafer
kazanır. Mısırlılar, firavun tarafından terkedildiklerini sanarak sarsılıp dağılırlar.
Pelus, Lokrates’in eline geçer. Mentor’da Bubast’ı işgal eder.
Ohos (Kral Artakhşatra III) Mısır satraplığına Ferendates’i tayin edip
ordusuyla Sus’a döner. Ohos’un parlak zafer kazanmasında iki komutan etkiliydi.
Bagoas ve Mentor. Bagoas, yukarı Asya satraplığıyla beraber imparatorluğun iç
siyasetini düzenlemeye memur edildi, Mentor’da küçük Asya sahil satraplığına tayin
oldu.
Ohos Pers İmparatorluğu içinde en zalim şahsiyetlerden biriydi. Bagoas’ın
düşmanlarının kendisine ya kralı öldürmelerini ya da kendisini öldürmesini
söylemesi üzerine Bagoas, Ohos’u zehirleyerek öldürür. Yerine oğullarının en genci
Arses (Artaxerxes IV M.Ö. 338–336) geçer. Bir müddet sonra Arses’inde hoş
olmayan hareketlerinden dolayı onuda zehirleyerek öldürür. Bagoas bu soydan
Darius I’in oğlu Ostanes’in torunu Darius III’ü (Kodoman M.Ö. 336-331) başa
geçirir (Günaltay, 1948: 230-240).
1. 5. Persler’in Çöküş Dönemi
Darius III Dönemi ve Pers İmparatorluğu’nun Çökmesi
Babasının ölümünden sonra tahta çıkan İskender, daha babasının sağ olduğu
zamanlarda gelen Pers elçileriyle diyalog kurardı. İskender hiçbir zaman onlara
çocukca sorular sormaz onlara yukarıdan bakmazdı. Elçilere gelirken ne kadar uzun
bir yoldan ve nasıl geldiklerini sorardı. Asya’da nasıl yolculuk yapıldığı hakkında
bilgi edinmek isterdi. Kral, savaş yetenekleri ve Persler’in güçleri hakkında bilgi
toplardı. Yani bir nevi gelecekte babasının yerine geçerse şimdiden rakiplerini
tanıma hususunda bilgiler toplamaya çalışıyordu. İskender tahta çıktığı zaman
yirmiüç yaşındaydı. Ülke barış ve huzur içinde değildi. Makedonyalılar’ın işgali
altına girmiş olan halklar, köleliği kabul etmiyor ve yeniden bağımsız olarak eski
krallarının idaresi altında yaşamak istiyorlardı. Hellenler’de aykalanma başlatmak
üzereydiler. İskender komşu barbarların üzerine yürüyerek ayaklanmaları daha
33
başlamadan engelledi. Makedonya’ya döndüğünde ayaklanan Thebaililer’i yenip
kenti ele geçirdi. Bu arada Persler’e karşı hareket etmeyi düşünen İskender
Hellenler’le anlaşır. İskender’in bu sefere çıkarken uyguladığı en önemli
politikalardan biri; dostlarının ve akrabalarının işlerin halledip, kimilerine toprak
kimilerine bir köy bırakmasıydı. Bazılarına da bir kasabanın ya da bir limanın
gelirlerini bırakmıştı. Hemen hemen bütün krallık gelirlerini harcamış veya
dağıtmıştı. Bunu yapmasındaki en önemli sebep arkasında karışıklığa sebep olacak
bir durumun oluşmasını engellemekti.
Bu arada Dareios’un ordusu da Granikos (Biga) çayının geçitlerine
yerleşmişlerdi. Çay oldukça derindi. Karşısında da yüksek kayalar mevcuttu ve
çarpışma yapılmaksızın ele geçirilmezdi. İskender on üç atlı birliğiyle çaydan karşıya
geçip ordusunu da arkasına takıyordu. Yaya birlikleriyle Pers birlikleri çatışmaya
başlarlar ve Pers ordusu dağılmaya başlar, yalnız Pers ordusuna paralı hizmette
bulunan Hellen birlikleri bir müddet direnirler ama İskender’in salıdırısından
kurtulamayıp dağılırlar. Granikos zaferiyle İskender Asya’nın içlerine kadar
ilerleyebilmiştir. Güneye doğru hareket ederek Persler’in batıyla ilişkilerinde ve
Akdeniz’de ki üstünlüklerinde bir üs olan Sardes kentini ele geçirir. Sonrasında ise
tüm Ege kıyılarını ele geçirir. Daha sonra sırasıyla Pisidia, Gordion, Paphlagoia,
Kapadokia’yı alır. İskender’in Asya içlerine doğru ilerlediğini duyan Dareios kışlık
başkenti Susa’dan ayrılıp savaş hazırlıklarına başlar.
Dareios’un ordusunda Amyntas adında Makedonyalı bir ordu kaçağı vardı.
Amyntas, İskender’in savaş taktiklerini iyi bilen biriydi. Dareios’un İskender ile
savaşmak için dar boğazlardan geçen bir yolu seçtiğini görünce onu düşüncesinden
vazgeçirmeye çalıştı. Dareios’a bulunduğu yerde kalıp, kalabalık olan ordusunu
ovaya yaymasını söyledi. Böylece düşmanı çok daha kolaylıkla yenebilirdi. Dareios
bu öneriye kulak asmayıp ordusunu dar geçitli yollardan Kilikia’ya (Gülek boğazı)
doğru götürür. Bu istikamette giderlerken yollarını şaşırırlar, Dareios’u ve ordusunu
arkadan çevirmeyi düşünen İskender Suriye üzerinden ilerliyordu. Pers ordusunun
yolunu şaşırdığını duyunca daha çabuk hareket ederek onları dar boğazlarda
sıkıştırmayı düşündü. Dareios ise yaptığı hatayı anlayıp daha uygun bir yer bulmaya
çalışıyordu. Çünkü bulunduğu yer savunmaya müsait değildi bir tarafında deniz diğer
34
tarafındaysa dağlar vardı. Arada da Pinaros (Deliçay) akıyordu. Böyle bir yerde
atlılar rahat hareket edemez ama küçük ordular rahat hareket ederlerdi. İskender
uygun bir yerde olmasına rağmen savaşı taktik uygulayarak kazandı. Taktik olarak
düşmana yandan saldırmaya karar verir, sağ kanadın başına geçip Persler’in sol
kanadına saldırır. Bu saldırı esnasında şaşıran Persler dağılmaya başlarlar. Tarihe
İssos savaşı (M.Ö.333) olarak geçen savaşta Dareios ağır bir yenilgi alarak savaş
meydanından kaçar. Kaçan Pers ordusu ise arkasında büyük ganimetler bırakır. Bu
zaferden sonra İskender Tyre (İzmir’e 80 km. uzaklıkta bir ilçe. İskender’in Tyre’ye
sefer düzenlemekteki en büyük amacıgeride bıraktığı toprakların güvenliğini
sağlamaktı.) ve Mısır’ı alarak Fenike’ye döner ve tanrılara kurbanlar adar.
İskender Euphrates’in (Fırat nehri) gerisindeki bölgeyi tamamen aldıktan sonra
tekrar Dareios’un üzerine yürür. İskender ile Dareios arasında geçen bu büyük savaş
M.Ö. 331 Arbela’da değil Gaugemela’da (Erbil ile Ninive arasında bir ova.
Musul’un doğusunda bir yer) olmuştur. İki ordu birbirlerini fark edecek uzaklıkta
yakınlaşmışlardı. İkender’in komutanları İskender’e savaşın gündüz yapılmasının zor
olacağını, bunun için gece saldırmanın daha doğru olduğunu söyleselerde İskender
gündüz savaşmayı tercih eder. Savaş başladığında İskender’in komutanlarından olan
ve savaşta sol kanadı muhafaza eden Parmanion’un ordusu aniden saldıran Pers
askerlerinden dolayı büyük sıkıntı yaşar. İskender Parmanion’a şerefle savaşması
haberini gönderir. Savaş esnasında bir ara İskender’in üzerinde bir kartalın uçtuğunu
sonra da Pers ordusu üzerine uçtuğunu gören askerler cesaretlenerek hızla saldırmaya
başlarlar. Kısa süre içerisinde dağılan Pers ordusunu Makedonyalılar kovalamaya
başlar. İskender savaş esnasında kaçan Dareios’un peşine düşmek istesede
Parmenion’dan gelen haberler dolayısıyla bunu başaramaz. İskender orduyu
Parmenion’un olduğu tarafa götürürken orada da zafer haberlerini duyar, böylece
İskender büyük bir zafer daha kazanmış olur. İskender Dareios’un peşine düşer ve
onun Baktria’da ele geçirildiğini öğrenir. İskender Baktria’ya vardığında oradaki
satrabın Dareios’u öldürdüğünü görür. Bunu hazmedemeyen İskender o satrabı feci
bir şekilde infaz eder. Böylece Pers imparatorluğu yıkılıp yok olur (Plutakhos, Bioi
Paralelelloi: 2007; Plutarkhos, İskender’in Hayatı ve Savaşları: 2001; Arrianos,
Aleksandrou Anabasis: 2005; Tekin, 2007: 106).
35
İskender’in Gaugamela’da izlediği savaş stratejisi
www.Vikipedia, Antik Çağda Savaş: 02.08.10
36
İKİNCİ BÖLÜM
PERS UYGARLIĞI YÖNETİM MEKANİZMALARI
İmparatorluk Yönetimine Genel Bir Bakış
İran’ın siyasi kültürü, coğrafyası, toplumu, batıda Mezopotamya kültürüyle,
doğudaysa Orta Asya kültürüyle etkileşim içine girmiştir. Büyük Cyros’tan
başlayarak İran’ın siyasi kültürü Zerdüştlük içinde anlam kazandı.
Kral
bağımsızlığını, otoriterliğini, tanrının kanun koyuculuğundan seçer onun adına
yöneticillik yapardı. Bu tanrı anlayışı içerisinde önemli olan fikir veya kurallar
şunlardı: Bir tanrı, bir evren, bir hukuk anlayışı. Böyle bir hukuk anlayışı birden
fazla dini geleneği barındıracak yapıya sahipti. Bu siyasi yapı içerisinde öncelik
düzen koyucuya (tanrı) ve baskın sosyopolitik guruba (krallar ve onların yakınları)
aitti. Yönetim özerkliğin tanınması esasına dayalıydı (Kabilevi, yöresel ve etnik yapı
sistemleri v.b. gibi). Özerklik tanıma prensibi dini çatı içerisinde değerlendirilirdi.
Persler bağımsız bir ordu, bir bürokrasi ve kimliğe sahip konfederasyonlardan
oluşan bir imparatorluk fikri oluşturmuştu. Tüm bunlar imparatorluk bürokrasisi ve
askeri yapının denetimindeydi. İdare merkezleri güçlü bir orduya sahip olmakla
beraber zayıftı da. Geniş coğrafyaya sahip olmak ve bu coğrafyayı idare etmek bu
zayıflığa bir sebep olabilir. Persler’in tarih sahnesine çıkışı kendilerinden önceki
Medler ve İskitler gibi göçebe kırsal federasyonlara sahip olmasıyla ilişkilendirilip,
bu göçebelik onlara esneklik sağlamıştır (Belki de bu göçebelik sayesinde geçtikleri
milletlerin özelliklerini tanıma imkanı bulmuşlardır)(Garthwaite, 2005: 9, 13-16).
Persler Kyros ile başlayan fetihleriyle yarım yüzyıldan daha kısa bir süre
içinde hemen hemen tüm Ortadoğu’yu egemenlikleri altına aldılar. Persler ilkin
bozkıra bakan sınırlarını, sınır boylarındaki at yetiştiren göçebe kabileleri, daha uzak
otlaklardan gelecek akınları durdurmak için kiralayıp korudular. Bu düzenleme
çökme tehlikesi gösterdiğinde, Persler süvari göçebeleri yenmek için değilse de
korkutmak için tüm ordularıyla bu göçebelere karşı kara ordusuyla seferler yaparlar
(Bu
sınır
savaşlarından
birinde
Kyros
hayatını
kaybeder).
Persler
önce
imparatorluklarına kattıkları tüm halkların yerel özgürlüklerini, gelenkesel dinlerini
ve hukuk sistemlerini geri verme işlerini üstlendiler. Bu amaçla Kyros, Yahudiler’in
37
Yaruşelam’a (Kudüs) geri dönmelerine izin verir. Rejimi desteklemeleri koşuluyla
Mısır ve Babil rahiplik yetkilerini ard arda verdi ve tanıdı. Fakat Kyros’un oğlu
Kambyses ve Darius, yerel dinlerin ve rahiplerin, emellerinin ayaklanmaya ortam
hazırlayan yuvalar oluşturmak olduğunun ortaya çıkması üzerine bu tür ayrıcalıkları
geri alma gereğini duydular. Bunun bir sonucu olarak Kyros’un ardılları onun
özgürlük tanıma politikasını bıraktılar. Asur yönetiminin eski teknikleri canlandırılıp
daha da geliştirildi.
Bu tarzda imparatorlukların (yani Ortadoğu uygarlıklarının) gelişiminde üç
önemli faktörden bahsedebiliriz. Birincisi imparatorluk teknikleri, ikincisi alfabetik
yazının gelişimi, üçüncüsü ise etik tek tanrıcılığın doğuşu. Mezopotamya’da
bürokratların
erklerini
kişiliklerinden
çok
makamlarından
alan
kamu
yöneticilerininağır bastığı bir siyasal düzen Hammurabi zamanında gelişip,
Asurlularca canlandırılıp bir değişikliğe uğramadan Perslerce benimsendi. Atanmış
memurlardan oluşan örgüt (satraplar ve onların gözetleyicileri), kendini güven içinde
duyacak kadar yere sağlam basar durumda değildi. Oldukça geniş toprak parçalarını
yönetmekle sorumlu bir krallık valisi yönetimi kendidine emanet edilen eyaletin her
yerinde olup bitenleri gözetleyip denetleyemediğinden, yerel otoritelerle, tapınak
rahipleriyle, kent yüksek memurlarıyla, küçük taşra prenslikleriyle, kabile şefleriyle
ya da herhangi bir yerel erk sahibi seçkinleri gurubuyla iş görmek zorunda kalıyordu.
Bu tür ilişkilerin çoğu, görenek tarafından oldukça sıkı bir biçimde
belirlenmişti. Yerel makamların valiye verecekleri herhangi bir verginin ya da askeri
hizmetin tutarı ve türü, kralın, valinin, yerel makamların yargılama haklarına ilişkin
yetki alanları, tanrılarla iyi ilişkileri sürdürmek için gerekli olan dinsel ve öteki
törensel uygulamaların neler olacağı önceden belli idi. Kısacası, merkez memurlarını
yerel yaşamla ilişkiye geçiren herhangi bir konu görenek yoluyla kalıplaşma eğilimi
gösterdi. Bir kez kalıplaştıktan sonra iki yan da bunu kolay kolay değiştiremedi. Bu,
bir yandan, kralın ve valilerin tüm toplumun kaynaklarını savaş ya da öteki herhangi
bir amaç için harekete geçirebilme yeteneklerinin sınırlandırılması demekti. Öte
yanda geleneksel vergiler ve hizmetler, her yıl yeniden pazarlık konusu edimeden ya
da kuvvete başvurarak toplama gereği doğmadan az çok bilinebileceğinden,
imparatorluk hükümeti için bir denge güvencesi sağlanması anlamına geldi. Bu tür
38
yönetimlerin (Sırasıyla; Babilliler, Medler ve Persler) bu yoldaki başarılarının başlıca
nedeni büyük ülke yöneticilerinin küçük rakiplelri karşısında sahip oldukları askeri
üstğnlüktü. İmparatorlukların böyle ağır basmalarının gerisinde, ordu yönetimi
alannında gerçekleştirilen önemli gelişmeler yatıyordu. Örneğin Asurlular meslekten
subay takımı yetiştrimeye yaklaşan bir yol geliştirmişlerdi: Onar kişilik ve yuüzer
kişilik düzenli birlikler kurmuşlardı. Perslerde ise ordu on bin “ölümsüzler” birliği
boyutlarına varınca,merkezdeki imparatorluk otoritesi herhangi bir sıradan düşmana
karşı kendiliğinden askeri üstünlük kazanmış oldu. Böylesine büyük bir koruma
ordusunun yalnızca varlığı bile (herkes bir dikbaşlılığının tez elden ve büyük bir
karşılık göreceğini önceden bileceği için) uzak eyaletleri bile imparatorluğun asker
göndermesini isteyen buyruklarına boyun eğmeye zorladı.
Profesyonel ve sürekli bir ordunun doğuşunun gerisinde, silah altındaki çok
sayıda insanı uzun yıllar beslemeye yetecek kadar malın bir merkezde toplanmasına
olanak veren ekonomik ve teknolojik ilerlemeler yatar. Asur ordusu, düzenli olarak
tekerlekli araçların kullanılmasına uygun kara yolları yaptı. Bu da askeri birlikler için
gerekli ikmal hizmetinin yapılmasını kolaylaştırdı. Birliklerin imparatorluğun uzak
bölgelerine, giderek daha kısa sürelerde ulaşmasını sağladı. Yollar, barış zamanında
insanların ve malların taşınmasını da ucuzlatıp ulaşımı hızlandırdı (Medler
Asurlular’a son verince bu yollar sahip oldular ve onlardan arta kalan eşyaları aldılar.
Persler de Medler’i yenince onların savaş arabalarına ve coğrafi bölgelerine sahip
olup büyük bir ileerleme kaydederler).
Bunlara ek olarak, tacirlerin haklarıyla ve ayrıcalıklarıyla ilgili bir dizi yasal
ve geleneksel kural birbirine oldukça uzak ve karşılıklı olarak birbirine güvenmeyen
ve birbirine yabancı olan topluluklar arasındaki ticaret ilişkilerini kolaylaştırdı.
Persler tacirlere duruma göre önemli yasal korumalar sağlama politikasını
benimseyip sürdürdüler. Örneğin tacirler askerlik hizmetinden bağışık tutuldular.
Tacirlerin ve zanaatçıların yaşadıkları önemli kentler, para biçiminde ödedikleri
vergiler karşılığında, şaşılacak derecede geniş kendi kendini yönetme haklarından
yararlandılar (McNeill, 2007: 88-92). Persler zamanında üretim güçlerinin
gelişmesiyle bir zamanlar geniş yetkilere sahip tapınakların işlevleri gerilemişti. Özel
teşebbüs ile tapınaklar arasındaki rekabet sonunda küçük tapınaklar batar ve yalnız
39
büyük tapınaklar işlerini eskisi gibi yürütmeye devam eder oldular. Geniş tarlalara ve
sulama sistemlerine sahip olan büyük tapınakların kazançları eskisi gibi iyiydi. Bu
tapınakların tarlalarında binlerce topraksız köylü ve köle çalışıyordu. Bu özel
teşebbüslerden biri de bankalardı. II.Nabukadnezar zamanında bir İsrail’li tarafından
kurulan Egibi adındaki banka Darius I zamanına kadar borç verme, faiz alma
işleriyle uğraşmıştı. Egibi bankası daha sonra bu sistemi geliştirerek, bankanın
kazancını da arttırmaya başladı. Beşinci yüzyılda ise zengin toprak ağalarından
Muraşu ailesi bir banka kurarak hem borç vermeye hem de ticaret yapmaya başladı.
Bu firma tapınaklara gıda maddesi ve yapı malzemeleri satıyordu. İran soylularının
topraklarını kiralayıp işletiyorlardı. Bu banka askerlerden savaşlarda yağmaladıkları
değerli
eşyaları satın alıyor, rehin aldığı tarlaları praçalara bölerek topraksız
köylülere kiralıyordu (Sever, 1996: 150-151). Burada şu hususu da görebiliriz; bu
banka ve benzeri şekilde tefecilik yapanlar devlet içinde kendilerini ayrıcalıklı ve
farklı bir konuma koyuyorlardı. Çünkü ellerinde bulundurdukları mali güç onları bu
duruma sokuyordu. Ekonomomi üzerinde istedikleri gibi hareket etme yetkisine
sahip olabiliyorlardı. Bunu Pers soylularından aldıkları toprakları kiralamalarından
ve topraksız köylülere toprak kiralamaları durumundan anlıyoruz. Hatta ganimet için
savaşan askerlerin varlığı bile bu durumda ortaya çıkıyor. Tıpkı İskender’in İssos
savaşında kendisine destek veren Thesselialılar’ın pozisyonu gibi, onlarda savaşta
ganimet
hırsıyla
savaşıyorlardı.
Başa
gelen
satrapların
bazılarının
keyfi
davranmalarına birde bu ekonomik güce sahip toplulukta çıkınca huzursuzluk ve
adaletsizliğin kızışması an meselesi olabiliyordu.
Yazının gelişimiyle haberleşmenin ve istihbarat birimlerinin bilgi alma
hususunda avantajları söz konusu olurken, tek tanrıcılıkta diğer etnik guruplara daha
müsamahakar davranılması durumu ortaya çıkar (Din hususunda kasıt Persler’dir.
Ama Kambyses’ten sonraki süreçte bazen sert politikalarda izlenmiştir).
Pers İmparatorluğu’nda satrap ve asker olacakların eğitimine çok dikkat edilip
onları devlete ve halka yararlı olmaları için eğitmişlerdir. Eğitimin yapıldığı yer
krallık sarayının ve toplantıların yapıldığı büyük bir meydandı. Bu eğitim yerine
tüccarlar giremezdi. Çünkü tüccarların getirdikleri malların gençlerin eğitimini
olumsuz yönde etkileyebileceğine yönelik olumsuz bir düşüncenin hakim olması idi.
40
Bu meydan dört bölümden oluşmaktaydı. Birinci bölüm çocuklara, ikinci bölüm
gençlere, üçüncü bölüm erişkinlere ve dördüncü bölümde artık silah kullanamayacak
hale gelmiş olan yaşlılara tahsis edilmişti. Hiçbir gurubun diğer gurubun alanına
girmesi söz konusu olamazdı. Gün doğar doğmaz çocukların ve erişkinlerin bu
meydanda ki yerlerini almaları zorunlu idi. Her gurubun başıda on iki başkan
bulunurdu. Bu başkanların herbiri Persler’i meydana getiren on iki kavimden
seçilirdi. Çocuklar bu eğitimleri dışında iyi bir eğitim almaları için okula
gönderilirlerdi. Onlara öğretilmek istenen ilk şey hakimlere ve kendilerinden büyük
olanlara itaat etmektir. Kendilerinden büyük olanlara ve kanunlara sürekli itaat etmek
önemli bir zorunluluktu.
Bu eğitim içerisindekilere açlığa ve susuzluğa dayanmaları öğretilirdi.Herhangi
bir öğrenci kendisinden büyük olan birisinden izin almadan yemeğe gidemezdi.Bu
açlık eğitiminde yanlarında sadece dereotu ve ekmek bulundururlardı.Bunun dışında
birde ok ve cirit atmayı öğrenirlerdi.16-17 yaşlarına geldikten sonra eğitimin birinci
evresinden çıkıp delikanlılar gurubuna girerlerdi.Delikanlılar on yıl süreyle geceleri
dahil olmak üzere saray civarında silahlı olarak nöbet tutarlardı.Böylece hem kent
korunmuş olur
hem de
delikanlıların
ahlaklarının
düzeltilmesi
sağlanmış
olurdu.Delikanlılar gündüzleri halka faydalı olacak bazı şeyleri yapmak için bir araya
gelip hepsi de yanlarında ok atmaya yarayan yaylar, kılıç, balta ve kalkan taşımaya
mecburdular.Ayrıca her delikanlının elinde iki de cirit bulunur bu ciritlerden birisi
mızrak gibi atılırken diğeri de harbi görevini görürdü.Bu eğitim süresinde av partileri
askerlik eğitiminin tamamlanması için bulunmaz bir fırsat olarak görülmekteydi.
Çünkü gerçektende av insanları sabah erken kalkmaya, soğuk ve sıcağa bakmazsızın
koşup didinmeye ve çeşitli güçlüklere alıştırırdı. Hatta bu av partileri sayesinde savaş
alanında çok rahat hareket ederlerdi. Bu gibi eğitimlerden sonra satrap olacak kişi
eğitimini tamamlamış oluyordu (Ksenophon, Kyropedia. I: 1-4).
Pers İmparatorluğu’nun yükseliş döneminde imparatorlar genel olarak siyasi
bir deheya sahip olmakla kalmayıp askeri bir donanıma da sahiptiler. Coğrafya’yı
yani jeopolitik alanda da iyi bilgiye ulaşıp bu konjoktörde kendilerinin dost ve
düşmanlarını
iyi
tahlil
edebiliyorlardı.
Sadece
coğrafya
bilmenin
yeterli
olamayacağını bilen bu yeni imparatorluk hükümdarları savaş stratejisinde de yeterli
41
birikime sahip olma bilincini kavramışlardı. Bu duruma örnek olarak Büyük
Kyros’un Lydia seferinde eskiçağ geleneği savaş stratejisinin aksine sonbaharda
terhis edilen Lydia ordusuna saldırıp yenmesidir. Askeri dehaya sahip olma ve ileri
görüşlülük gibi durmlar yükseliş dönemi imparatorlarının genel karakterleri idi.
İmpartorluğun ilk zamanlar büyümesinde ve genişlemesinde imparatorların yumuşak
başlı bir siyaset izlemelerinin büyük bir etkisi vardı. Yenilen prenslere adil
davranmaları ve törelerine saygı göstermeleri, feth ettikleri yerlere yine oranın
yönetcilerini atamaları önemli etkenlerdendi.
Gerileme döneminde ise Kyros’un ölümünden sonra oğulları tam bir
yumuşama dönemine girerler ve disiplinsizlik içinde egemenliği ele aldıklarından,
önce biri, onunla eşit kılınmasına öfkelendiği için diğerini öldürmeye başlar. Örneğin
Artaxerxes
II
dış ülkelere hakemlik
yapıp
kendi ülkesinin
hakimiyetini
kaybediyordu. Cezalandırmaktan ziyade affetmeye meyilliydi. Satrapları üzerinde de
gereken otoriteye haiz olmadığından isyanları bastırmakta yetersiz kalıyordu. Pers
egemenliğinin istikrarsızlığının en önemli nedenlerinden biri de kral oğullarının
eğitiminde değil tersine kadınların ve harem ağalarının politik entirikalarında
aranmaktadır.
Pers İmparatorluğu’nun çöküşünü Ksenophon özellikle belirginleştirmektedir.
Pers İmpatorluğu’nun bozulması olayını anlatırken yönetimdeki hakimlerin olumsuz
davranış biçimleri sergilediklerini ve bu oulumsuz hareketlerin yönetilenler
üzerinede yansıdığından Küçük Asya’da yaşayanlarda merhametsiz olmuşlardı.
İnsanlar paraya düşkün hale geldiklerinden ahlaki bir bozulma meydana gelmiştir.
Önceleri suçlular cezalandırılırken adaletin çökmeye başladığı düzende masum
insanlardan para sızdırmak için haksız yere cezalar verilmeye başlanmıştır. Bu
nedenle zengin insanlar seferler düzenlenirken ticaret amaçlı seyahatler düzenlerlerdi
ama bu olumsuzluklardan dolayı zenginlerde seferlere katılmaz olmuşlardı. Halk
önceleri kpek içkiyi bilmezken bozulma döneminde o kadar içki içmeye
başlamışlardı ki sofradan kalktıklarında ayakta duramaz hale geliyorlardı. Av
partileri her zaman yapılan bir disiplindi ama kral Artaxerxes zamanında kralın
kendisi
ve
yanındakiler
kendilrini
içkiye
verdiklerinden
ava
girmemeye
başlamışlardı. Bu da askeri disiplinden kopmaya sebep olup sonraki yöneticilerin
42
imparator olma vasıflarından uzaklaşmalarına sebep olmuştur. Artık ata binmeyi terk
etmişlerdi çünkü ata binmeyi öğretecek kimse de kalmamıştı. Önceleri saray adaletin
öğretildikleri yerlerdi çünkü burada iyi bir eğitim veriliyordu. Son dönemlerde kimin
fazla parası varsa o daha ön planda tutuluyordu. Bu dönem tam bir rüşvet dönemei
olarak nitelendirilebilinir. Bozulma içerisindeki imparatorluğun içindeki ilginç
durumlarından biri de ilkin eğitim gören çocuklara bitkilerin faydalı yönleri
anlatılırken yıkılma döneminde bitkilerin zararlı yönleri öğretilmeye başlanmıştır. Bu
bilginin öğretilmesi suikast olaylarında kullanılmış olabilir. İnsanlar fazlasıyla
şehvetlerine düşkün hale gelmişlerdir. Yataklarının yumuşak olmasına daha özen
göstermişlerdir. Aşırı yemek yemeye başlamışlardı. İmparatorluk kendisini dinç ve
ayakta tutan tüm değerlerini yitirmeye
başlayıp çöküşünü hızlandırmıştır
(Ksenophon, Kyropedia. VIII: 8; Wieshöfer, 2003: 127-12).
2. Devlet Yönetimi
Persler; Akadlar, Asurlular, Hattiler gibi kanunları ihtiva eden belgeler
bırakmadıklarından teşkilatları hakkında bilgimiz Yunan kaynaklarının parça parça ve
çok noksan olarak verdikleri malumata dayanır. Fakat bu eski kaynaklar arasında
maraton meydan muharebesine iştirak etmiş olan bir askerin Pers savaşları hakkında
yazmış olduğu dram bazı hususlarda devletin idare tarzı hakkında bir fikir vermektedir.
Bu imparatorluk, zamanı kısa olmakla birlikte, şefkatli, adaletli bir otorite
göstermiş, genel barışı emniyet altına alabilmişti. İmparatorluk Asurlular’ın,
Babilliler’in zulum ve şiddet üzerine kurulan rejimlerine nispetle insanlık lehine
büyük bir terakki merhalesi olmuştur. Dünya üzerinde o zamana kadar görülen
devletlerin en büyüğü ve en nizamlısı olan Pers İmparatorluğu’nun ırkları, dilleri,
dinleri, gelenekleri birbirinden çeşitli milletleri bir tek bayrak altında toplamak
kudretini göstermiş olmasında, idare tarzının büyük bir hissesi vardır. Persler’in
hürriyeti sever ruhu, her milleti kendi hususiyetlerinde serbest bırakmak süretiyle
Pamir’den Akdeniz’e kadar uzayan bölgede hakiki bir şark konfederasyonu
oluşturmaya muvaffak olmuştu. Yalnız Mısır bu konfederasyona ısınamayıp sık sık
birlikten ayrılma teşebbüsünde bulunmuştur. İmparatorluğun geniş teşkilatında
43
devletin birinci rüknü ve devlet kuvvetlerinin merkezi “krallar kralı” denilen büyük
kraldı (Günaltay, 1948: 259-260).
2. 1. Kral
Pers krallığı mutlak bir krallığa sahipti “ülkeler kralı” ya da “krallar kralı”
ünvanını taşıyan büyük kral tüm dünyanın egemeni sayılır ve istekleri yasa niteliği
taşırdı. Nakş-i Rüstem’de Darius bunu şöyle anlatır: “Ben Darius büyük kral, kralların
kralı, çeşitli insanlara sahip olduğu ülkelerin kralı, uzak ve geniş büyük yeryüzünün
kralı, Hystapes’in oğlu, Achamenidli,bir Persli’nin oğlu, Aryan kökünden, bir Aryan.”
Kral Mısır’da olduğu gibi tanrı sayılmamakla birlikte tanrı Ahuramazda’nın yer
yüzündeki temsilcisi olarak kabul edilirdi. I. Darius Nakş-i Rüstem’deki yazıtında
“Büyük tanrı Ahura Mazda ki o bu yeryüzünü yarattı, ki o öteki cenneti yarattı, ki o
insanları yarattı, ki o insanlar için refahı yarattı, ki o Darius’u kral yaptı, çoğunluğun
kralı, çoğunluğun lordu” diyerek güç ve kuvvetini tanrıdan aldığını açıkca anlatmaktadır
(Tolman, 1908: 43). Büyük kralın yetkileri sınırsız olmakla birlikte devlet işlerinde
söz sahibi olan bir danışma kuruluda vardı. Bu kurum Pers imparatorluğundaki yedi
büyük boyun başkanlarından oluşuyordu. Para basmak yalnız kralın hakkı idi.
Ahuramazda’nın adaletini yeryüzünde yayan bir temsilci olduğundan kral özellikle
cezai işlerde yargıçlık yapmakla yükümlüydü. En yüksek yargıçta kendisi idi. Bunun
yanında kral tarafından seçilmiş yargıçlarda vardı. Kral bunların hak ve adaletten
ayrılmamalarına çok özen gösterirdi. Örneğin I. Darius zamanında İonia (İonia)
satraplığına karanos olarak getirilen Otones bu göreve gelmeden önce kraliyet
yargıcı olarak babasının derisinden yapılma bir koltukta oturarak karar vermek
zorundaydı. Çünkü babası Sisamnes haksız hüküm vermek için rüşvet alınca
Kambyses tarafından derisi yüzülerek öldürülmüş, yargıçlık yaparken oturduğu
koltuk da yüzülen derisiyle kaplanmıştı. I. Darius’un mezarı üzerindeki uzun yazıtta
krallar doktrini şöyle ilan edilmekteydi: “Adaleti sevdim yalanı sevmedim istek ve
buyruğum; yetime, dula karşı hiçbir şekilde adaletsizlik yapılmaması olmuştur.
Yalancıyı şiddetle cezalandırırım. Fakat tarlasını süreni de ödüllendirdim.” Büyük
kral ordularında baş komutanıydı. (Sevin, 1982: 326).
44
İran siyasi kültüründe hükümdarlık kendisini krallık, yönetim ve kurumlar
üzerindeki etkileşimde gösterirdi. Bu etkileşim ortak kültür, ortak değerler ve
ekonomi çatısı altında işlevsellik sağlardı. Persler’in hükümdarlarının çoğu kendi
kanunlarının yasallaşması için çabalamışlardır ve kendilerinden önceki kanunlarla,
kendi koydukları kurallar arasında bir benzerlik sağlamaya çalışmışlardır. Bunu
yaparkende kendilerini önceki hukuk geleneğinin haklı mirasçıları olarakta
göstermeyi ihmal etmemişlerdir. Pers hükümdarlığı çoklu yönetimini tek politik
birey üzerinden tanımlayıp, hiyerarşik kozmoloji ve siyasi kültür bağlamında
işlevseleştirirdi. Bu hiyerarşik düzende en üstte tanrı, hükümdar, yönetilenler, evren,
ülke ve bölgeler hiyerarşisi gelir. Burada önemli olan hükümdarın tanrı ile kulları
arasında aracı görevi görmesidir. Bunun sonucunda da onlar üzerinde baskın olup
bireysel kültürler üzerinde aşkın (üstün) bir konuma sahip olur. Bunun ötesinde etnik
ve coğrafik komplekse sahip bir toplumu yönetir. Hükümdar, hükümdarlık üzerinden
kendisini, soyunu ve en yakın akrabalarını kurumsallaştırıp temsil ediyordu (yani üst
kademelere hep yakın çevresinden kişileri tayin ediyordu) (Garthwaite, 2005: 11-13).
2. 2. Veliahtlık
Ksenophon’dan öğrendiğimiz kadarıyla “veliahtlar ve Pers büyüklerinin tüm
çocukları kralın sarayında yetiştirilir, orda güzel ölçülülük dersleri alır; dürüst
olmayan hiçbirşey işitmez ve görmezlerdi. Çocuklar kralın onur verdiği ya da
gözünden düşen kimselerin adını işitir, böylece çok küçük yaşta buyruk vermeyi ve
buyrukları yerine getirmeyi öğrenirlerdi.”(Ksenophon, Kyropedia. IX: 1) Herodotos’
ta, “bir çocuğa beş yaşından yirmi yaşına kadar yalnız üç şey öğretiyorlardı: Ata
binmek, ok atmak, doğruyu söylemek”(Herodotos, I: 136) diyerek bu eğitimin
önemini belirtir. Pers hanedanında krallık babadan büyük oğula geçiyordu fakat;
büyük oğlun anasının asil olması ve babasının krallığı zamanında doğmuş olması göz
önünde bulunduruluyordu. Büyük Darius’un son zamanında veliahtlık meselesi
ortaya çıktığı zaman, zevcelerinden olan Büyük Kuraş’ın (Kyros) kızı Atossa, kendi
oğlu Kşayarşa’nın (Xserxes) krallığı zamanında doğmuş olduğunu ileri sürerek
Gobryas’dan doğan büyük oğlu Artabazan’a tercih edilmesini iddia etmişti. Bu istek
45
Darius I tarafından da kabul edilerek o zamana kadar veliahd olması gereken büyük
oğlu yerine Xerxes’in veliahdlığını ilan eder.
Genç Kyros’da krallığın kendi hakkı olduğu iddiasıyla kardeşi Artakhşatra
(Artakses) II’ye isyan ettiği zaman bu eski örneği ileri sürmüştü. Fakat
imparatorluğun gerileme devrinde bu eski geleneğe riayet imkanını bertaraf etmek
için tahta namzed olacak prenslerin ortadan kaldırıldığını, krallığa saray faciaları
tertip edenlerin istedikleri prenslerin geçirilmiş olduğunu öğreniyoruz (Günaltay,
1948: 268-269).
2. 3. Satraplık
Büyük kral eyaletlere bölünen imparatorluğu merkezden atadığı genel valilerle
yönetiyordu. İmparatorluk her biri “krallığın koruyucusu” anlamına gelen bir satrap
(khşatrapa, gerekse satrapos) tarafından yönetilen satraplıklara yani valiliklere
ayrılmıştı. Pek çok yönüyle Asur İmparatorluğu’nun eyalet yönetimi biçimine
benzeyen satraplık sistemini büyük Kyros’un Medler’den benimsediği sayılır. Ancak
bu sistemin Kyros dönemindeki durumu konusunda fazla bir şey bilinmez. Vergi
bölgeleri ile birlikte satraplıklar I. Darius döneminde yeniden bir düzene sokuldular.
Bu yeni düzenlemede mülki otorite ile askeri otoritenin tek kişinin elinde
toplanmasına özen gösterilmiş böylece satraplıkların zamanla bağımsızlığa
yönelmeleri olasılığı önlenmeye çalışılmıştır (Olmstead, 1948: 59; Sevin, 1982: 326).
Bu satraplıklar şunlardır:
1- Parsa: Pers Satraplığı. Pasargad ve Persepolis burada idi (Bugünkü İran).
2- Uvaja: Elamı (Bugünkü yeri Zağros dağları boyunca uzanıp Tigris nehrinin
250 km. doğusunda bir yer), Darius’un çok defa merkez yaptığı Sus şehrine nisbetle
Susionia da denilirdi.
3- Babirus: Kalde satraplığı.
4- Athura: Asur (Yukarı Dicle ırmağı üzeri merkezli bir yer). Habur’ dan
Zağros dağlarına kadar.
5- Arabaya: Habur-Fırat arasındaki bölge ile Suriye, Fenike ve Filistin satraplığı.
46
6- Mudraya: Mısır
7- Deniz Halkları Satraplığı: Kilikia (Bugünkü Mersin tarafları)- Kıbrıs
satraplığı.
8- Yauna: Likya (Günümüzde Antalya ilinin batı kesimi, Muğla’nın güney
doğu ucu), Kayra (Aydın ve Muğla illerinin büyük kısmı, Denizli’nin batı ucu),
Pamfilya (Antalya ilinin doğu kesiminin hepsi, Akdeniz’den Toroslar’ın güney
eteklerine uzanan kıyı şehri) ile sahil Yunan kolonileri, İonya (İzmir ve Aydın
illerinin Ege denizi kıyısındaki tüm batı kesimi ile Yunanistan’ın Sakız ve Sisam
adaları), Eolya’yı (İzmir ilinin kuzeyi, Yunanistan’ın Midilli adası)kapsıyordu.
9- Çparda: Lidya (İzmir ilinin doğusu Manisa ilinin büyük bir bölümü
Kütahya, Uşak illerinin batı uçlarını kapsayan bölge) ve Misya (Balıkesir ilinin tümü,
Manisa, İzmir, Bursa, Kütahya ve Çanakkale’nin bir kısmını kapsar)
10- Medya (Günümüz Tahran ilinin yakınında bir yer)
11- Armenia (Ermenistan)
12- Katpaluka: Küçük Asya’nın Toroslar’dan Karadeniz’e kadar uzanan
kısmıdır. Kapadokya (Bugünkü Nevşehir dolayları).
13- Parthava: Hirkanya ve Partya (Antik İran’ın kuzeybatısında bir yer. Bugün
Türkmenistan ve İran dolayları)
14- Zarangiye: Zaranka
15- Haraiva: Ariya (İran ve Hindistan arasında yaşayan bir kavmin adı)
16- Uvarazmiya: Harezm (Türkmenistan ve Özbekistan arasında bir yer)
17-
Bakhteris:
Bakteriyana
(Afganistan,
Tacikistan,
Türkmenistan,
Özbekistan’ın bir kısmını teşkil eden bölge)
18- Sughda: Sugdiyana (Özbekistan’da Semerkand ve Bukhara topraklarını
içerir)
19- Gandara: Kandalar (İndus vadisi tarafları)
20- Sakalar: Seyhun ötesindeki Türk illeri.
21- Thatguslar: Sattagideler (Hindistan’ın güneyinde bir yer)
47
22- Horauvatis: Arakhosya (Afgsnistan’da Kandahar)
23- Makalar: Harmund geçidi bölgesi (Tolman, 1908: 5; Günaltay, 1948: 170–
171; Sevin, 2001: 115–213).
Sonraları satraplık anlamı merkezi hükümetin otoritesini temsil eden bir anlam
olmaktan çıkmış birleşik Pers devleti içinde sadece bir idari bölümü ifade etmeye
başlamıştır. Hatta Pers ülkesi bile, bazı imtiyazlara sahip olmakla beraber, aynı
şekilde bir idari bölüm sayılmıştır. Bazı satraplıklar mesela batı Anadolu’daki
Daskileion satraplığı kuşaklar boyunca ırsi bir makam imiş gibi aynı ailede kalmıştır.
Darius’un ölümünden sonra imparatorlukta Fratarakta unvanını taşıyan 127 alt-satrap
bulunuyordu. Satraplık başına ortalama beş alt-satrap düşmesine rağmen,
Frataraktalar tarafından oluşturulan “Yediler Meclisi” önemli bir yönetim organıydı.
Buradan anlaşıldığına göre satraplıkların büyük bir kısmı yedi yönetim birimine
ayrılmıştı. Karahmara adı verilen bir tür kadastro defterinde bu birimlerin
yüzölçümleri, sınırları ve özellikleri ayrı ayrı kaydediliyordu. Sivil ve askeri gücün
bir elde toplanması bir çok hallerde satrapların merkezi hükümet karşısında özgür
kalmalarına ve hatta ayaklanmalarına yol açmıştır. M.Ö. 5. yüzyıl ortalarında birçok
satrap isyanı görülüyor (Mielke, 2002: 702-703; Mansel, 1971: 256-257).
Her satraplıkta birbirine bağlı olmayan, her biri saraydan atanan ve genellikle Pers
ya da Med soyluları arasından seçilen üç büyük memur bulunuyordu. Satrapların
yanında bir genel yazman vardı. Görevi satrabın yönetimini izleyip saraya rapor
vermekti. Askeri yönetim ve eyalet ordusunun yönetimi ise bir komutana bırakılmıştı.
Çoğu kez de satrap ve genel yazmanın arası hep açık olurdu. Darius bununla da
yetinmeyerek her yıl eyaletleri denetleyerek rapor vermek üzere “kralın gözü” ve “kralın
kulağı” denilen bir takım memurlardanda yararlanıyordu. Kendilerini koruyan ve
gerektiğinde de yardım eden bir askeri birliğin koruması altında hiç beklenmedik
zamanlarda her işi inceler, genel durumu denetler ve krala rapor verirlerdi. Saray bu
memurların raporlarına göre kesin tavrını ortaya koyardı. Kötü yöneticiler hemen
merkeze alınarak ya mahkeme edilerek öldürülür ya da kendilerini savunmalarına olanak
tanınırdı.
Satrap
ve
öteki
yöneticiler
eyaletlerinin
yönetiminde
bağımsızdılar.
Satraplıklarda yaşayan türlü ırktan uluslar kendi gelenek ve görenekleriyle yasalarını
48
ve varsa başka özelliklerini korumada serbesttiler. Satraplar ancak siyasal bir
zorunluluk gördükleri zaman bu işlere karışacaklardı. Satrapların en başta gelen
görevlerinden biri vergileri zamanında toplamaktı. Bunun yanında eşkiyalığa karşı
savaşım, iç düzenin korunması, ulaşım güvenliğinin sağlanması ve tarımın korunup
geliştirilmesi de satrabın sorumluluk alanına giren önemli görevlerdi. Örneğin
Darius’un satrap Gadatas’ı Anadolu’da ağaç diktirdiği için kutladığı söylenir.
Satraplarda büyük kral gibi boş zamanlarını avla geçirmekten hoşlanırdı (Sevin,
1982: 326-327).
2. 4. Ordu
Pers askeri eğitiminin temelini ata binmek, atla avlanmak, ok atmak ve mızrak
kullanmayı bilmek oluşturuyordu. Ağır (miğferli ve zırhlı) veya hafif Pers süvarisi
Hellenler’i oldukça etkilemişti. Med topraklarından gelen ve kraliyet haralarından
yetiştirilen Nesea atları çok ünlüydü. Nakş-ı Rüstem yazıtında birinci Darius’un
askeri yönü şöyle belirtilir. ‘Eğer bir asi görürsem veya onu görmediğim zaman bile
hem ellerim hemde ayaklarımla becerikliyimdir. Süvari olarak iyi bir süvariyimdir.
Okçu olarakta hem ayakta hemde at üzerinde iyi bir okçuyumdur. Mızrakçı olarak
hem ayakta hem at üstünde iyi bir mızrakçıyımdır’ (Aktaran: Casabonne, 2007: 32).
Antik çağın en önemli güçlerinden biri olan Persler M.Ö. 550 yılında Ön
Asya’nın önemli devletlerin biri olan Medlere karşı zafer kazanarak, başta İran
olmak üzere, batıda Halys Irmağı’na değin uzanan Ön Asya ülkelerini içine alan
büyük Pers İmparatorluğu’nu kurmuşlardır. Kısa bir sürede coğrafi olarak çok geniş
bir alana yayılan Pers İmparatorluğu için hem ele geçirdiği toprakları koruması hem
de yayılmacı siyasetini sürdürebilmesi açısından güçlü bir orduya sahip olmak en
önemli unsurlardan biridir. İmparatorlukları aslında belirli bir etnik-kültürel kimliğe
sahip insan topluluğunun savaşla ya da askeri zorlamayla diğer toplumları kendi
hâkimiyeti altına alması olarak tanımlayabiliriz. Çeşitli halklardan oluşan
birlikteliğin dağılmaması için her ne kadar barışçıl tavırlar sergilense de askeri
örgütlenme imparatorluklar için hayati bir önem taşımaktadır. Pers yönetim sistemi
içersinde askerlik tüm sınıflar için zorunlu bir görevdi. Bu yüzden de eğitim Persler
için çok büyük bir önem taşıyordu. Herodotos’a göre, “bir çocuğa beş yaşından yirmi
49
yaşına kadar yalnız üç şey öğretiliyorlardı: Ata binmek, ok atmak, doğruyu
söylemek”(Herodotos, I: 136)Pers ordusu, ondalık sisteme göre, yani onlu, yüzlü ve
binli birliklere ayrılmıştı. On kişiden oluşan bir birlik bir dathapatiş’in, 100 kişiden
oluşan bir birlik bir satapatiş’in, 1000 adamlık bir birlik bir hazarapatiş’in ve 10.000
kişiden oluşan bir birlik ise bir baivarapatiş’in komutası altında bulunuyordu. Daha
yüksek rütbeli subaylar ile başkomutanlar ise Pers ve Med soylularından
seçilmekteydiler. Kralın ordusu içindeki en seçkin birlik 10.000 kişiden oluşan ve
ölümsüzler adıyla anılan birlik idi.
Ordu içerisindeki işlemlerinde ise; kendi bölüğünü düzenli bir biçimde tutmayı
başaran bir yüzbaşı eğer orduda da ihtiyaç varsa binbaşılığa terfi ettirilirdi. Böylece
bölük komutanları arasında başarılı olanlar da yüzbaşıdan boşalan yerlere
yükseltilirlerdi. Görevini en güzel biçimde yapan onbaşılar takım komutanlığına
getirilirlerdi. Beş kişinin başında olanlar ise onbaşılığa gelirdi. Böylece herkes kendi
komutanına itaat ederek yükselme şansı yakalamış oluyordu. Ayrıca komutanlarına
daha fazla itaat eden beş kişinin başlarının, takım komutanlığına, onbaşıların bölük
komutanlığı ya da bölük komutanlığı yardımcılığına atandığı da oluyordu
(Ksenophon, Kyropedia. II: 1).
Ordu, merkezi güçlerin yanı sıra satraplık ordularının bileşiminden
oluşmaktadır. Ordunun çekirdeği soylu Pers ve Medler’den teşkil edilmiştir. Merkezdeki kralın iktidarı uyruklarının bağlılığına, yani vergilerin ödenmesine ve
askerlik hizmeti yükümlülüğünün yerine getirilmesine dayanmaktadır. Ayrıca
imparatorluk sınırlarında huzurun ve düzenin sağlanmasının temelinde de iyi
teşkilatlanmış bir ordunun önemi büyüktür. Erken dönemlerde Pers ordusunun, her
askerin kendi donanımını sağladığı bir milis ordusu olduğu düşünülmektedir.
Egemenlik alanının genişlemesiyle birlikte bu ordu, Perslerin yanı sıra Medler’in ve
Doğu İran kavimlerinin hizmet ettiği sürekli bir orduya dönüşmüştür. Ordunun
çekirdeğini oluşturan sürekli orduya “spada” adı verilmektedir ve bu ordu mızrak
alayları, okçular, piyadeler, at ya da deve üzerindeki süvariler ve savaş arabalarından
oluşmaktadır. Bununla birlikte ölümsüzler olarak tanımlanan ve Pers-Med yüksek
soylularından oluşan seçkin birlikler de yer almaktadır ki, bunlar kralın “yakın
korumaları” olarak da adlandırılmışlardır. Gerektiğinde, satraplık ordularının yanı
sıra imparatorluğun buyruğundaki halkların oluşturduğu diğer ordular da bu çekirdek
50
orduyu tamamlamışlardır. Ayrıca, kalelerde ve garnizonlarda konuşlandırılmış bir
sınır-işgal ordusu ve öncü birlikler de yer almaktadır. Kentlerdeki (akra) ve kırsal
kesimdeki (khora) garnizonların bakımı, satraplar tarafından yerel kaynaklardan
sağlanıyordu. Bu garnizonların görevi, ülkenin korunması ve tehlikeli durumlarda
birliklerin hızla hazır tutulmasıdır. Ayrıca garnizonların komutanlarının büyük kral
tarafından atandıkları ve bunların krala karşı doğrudan sorumlu oldukları da
bilinmektedir. Özellikle dördüncü yüzyılda paralı askerlerin ordu içinde yoğun bir
şekilde yer aldıkları görülmektedir. Erken dönemlerden itibaren Asya ve
Yakındoğu’da yaygın olarak kullanıldığını bildiğimiz savaş baltaları Pers ordusunda
da sıklıkla kullanılmıştır. Bu baltalar uzun-ince saplı ve keskin ağızlıdır. Hafif bir
silah olduğu için süvari ve piyadeler tarafından rahatlıkla taşınabilmektedirler.
Keskin ağızlı bir silah olması nedeniyle de miğfer ve zırhların içine kolaylıkla
işleyebilmektedir.
Pers okları kamış ya da ince çubukların ucuna üçgen şeklinde bölmeli bronz
uçların takılmasıyla yapılmışlardır. Denge unsurunun sağlanması için üzerine üç tüy
takıldığı bilinmektedir. Nispeten hafif bu oklar geniş başlı olmaları nedeniyle kalkan
ya da zırhları delmekten çok zırhsız hedeflere karşı daha etkiliydiler. Disiplinli ve
eğitimli birlikler olmasına karşın Pers okçuları Yunan kalkan ve zırhlarına karşı çok
etkili olamamışlardır. Pers piyadelerinin göğüs göğse savaşta kullandıkları en önemli
silahlardan biri de mızraklardır. Bunlar tek elle ya da kargı gibi iki elle
tutuluyorlardı. Herodotos eserinde muhafızların ve ölümsüzlerin gümüş ya da
altından yapılmış elma veya nar şeklindeki mızrak dipçikleri taşıdıklarından bahseder
(Herodotos. VII: 40–41). Persler göğüs göğse savaşta mızrakların yanı sıra çok çeşitli
silahlar kullanmışlardır. Bu silahların çoğu Med, Yunan, Mısır ve İskit kökenli
silahlar olduğu bilinmektedir. Bunlardan en karakteristik olanı İskit kökenli bir silah
olan akinakes’tir. Akinakes, 34–35 cm. uzunluğunda, düz, sıklıkla demirden yapılmış
çift yüzlü kısa bir kılıçtır. Antik kaynaklarda altından yapılmış örneklerden de söz
edilmektedir. Bu silahın kemere takılması için düzenlenmiş ilginç bir sapı
bulunmaktadır.
Pers ordusunda savunma aracı olarak değişik formlarda kalkanlar kullanılmıştır. Büyük dikdörtgen şeklinde, hasırların bir araya getirilip deriyle birleştirilerek güçlendirilmesiyle yapılan kalkanlara spara adı verilmektedir. Bu
51
kalkanları taşıyanlar ise sparabara olarak adlandırılmaktadır. Bu tip kalkanların
Büyük Kyros’tan başlayıp Genç Kyros’un Kunaksa savaşına kadar kullanıldıkları
düşünülmektedir. Ortaçağda da benzeri kalkanlar kullanılmıştır. Bu kalkanlar
özellikle ön saflardaki piyadeler tarafından bir bariyer ve kalkan duvarı olarak hizmet
görüyorlardı. Hafif malzemeden yapılan kalkanlar yaklaşık omuz hizasındaydı. Bu
tip kalkanların paralı askerler de dâhil Pers ordusunun büyük kısmı tarafından
kullanıldığı bilinmektedir. Orduda kullanılan diğer bir kalkan tipi de keman şekildeki
kalkanlardır. Her iki taraftan oyulmuş yuvarlak şeklindeki görünümüyle bu adı
almışlardır. Bu tip kalkanlar sparabaların arkasında 2.-3. sıralardaki askerler ya da
muhafız alayları tarafından taşınmaktadır.
Persler’in savaş bayrakları kullanıp bu bayraklar parlak renklerle boyalı olup
uzun bir kazığın üzerine konulmuş kartal biçimindeydi (Ksenophon, Kyrou Paideia.
VII: 1). Bayraklar olasılıkla savaş alanında düzenin işareti olarak ya da saldırı sinyali
olarak kullanılmış olmalıdır. Pers komutanlarının kendi kişisel bayraklarının
varlığından yola çıkarak, bunların savaş alanındaki pozisyonu ve otoriteyi
simgelediği sonucuna da varabiliriz. İşlevsel olarak bakıldığında ise birliklerin
ayrımında ve geniş alanlara yayılan ordunun kontrolünde bu bayraklara ihtiyaç
duyulduğu düşünülebilir. Bayraklar üzerinde çeşitli hayvanlar, bitkiler, dini ya da
mitolojik semboller betimlenmektedir. Zaman zaman geometrik desenler de bu
bayraklar üzerinde görülmektedir.
Kyros zamanında sekiz oklu arabalar yapılıp bu arabalarda on altı öküz çekildi.
Normal arabaların yükünden fazlasını taşımaya başladılar (Ksenophon, Kyrou
Paideia. VI: 1). Savaş alanında ya da özellikle destek kuvvetlerin beslenmesi için
iaşe taşımakta önemli bir rol oynamışlardır. Savaş arabaları Persler tarafından çok
çeşitli amaçlar için kullanılmıştır. Bu arabalar Persler için saldırı aracı olarak değil
otorite ve gücün sembolü olarak önem taşımaktadır. Askeri ve dini törenlerde güç
sembolü olarak, avlanmaya ya da savaşa giderken de nakliye aracı olarak işlev
görmekteydiler. Kyros zamanında üç yüz savaş arabasına birer asker biniyordu.
Kyros bu arabaların kullanımını yasaklayıp daha uygun olanlarının kullanılmasına
karar verir. Arabaların tekerlekleri güçlendirilip kırılma tehlikeleri ortadan kaldırıldı.
Dingillerin uzun yapılması ise devrilme olasılıklarını düşürüyordu. Arabacıların yeri
tahtadan bir kule şeklindeydi, böylece arabacı boğazına kadar korunuyordu. Her
52
arabacı silahlanarak dingillerin uçlarına orak gibi keskin bir alet taktıklarından
düşmana daha fazla zarar verirlerdi. Ayrıca yolda arabaların tamir edilmesi
durumunda ise her arabanın üzerinde bir tırpan ve bir bel bulundurmaları
gerekiyordu. Her yük hayvanı üzerinde ufak bir orak ve budama yapabilmek için eğri
bıçaklar
bulunmalıydı
(Ksenophon,
Kyrou
Paideia.
VI:
1–2).
Zamanla
imparatorluğun geniş alanlara yayılmasıyla bu arabaların nakledilmesi ya da ordunun
yürüyüşü esnasında yürüyüş düzenini uzatması ve geciktirmesi gibi nedenlerle, savaş
aracı olarak işlevlerini yitirmiş olduklarını düşünülmektedir.
İmparatorluğun sahip olduğu askeri güç aslında örgütlenmeleri farklı iki
öğeden oluşuyordu. Bunların ilki hükümdarın emrindeki daimi ve düzenli ordu,
diğeri ise imparatorluğun dört bir yanındaki eyaletler, yarı-bağımsız kentler ve küçük
krallıkların hükümdarın emrine vermiş olduğu güçler idi. Otorite daima merkezdeki
hükümdara aitti. Özellikle satraplıklarda, satrapların kendi başlarına hareket
etmelerini önlemek ve isyanlardan kaçınmak amacıyla satraplık ordularının başına
genellikle Pers soyluları ya da hükümdara yakın kimseler getiriliyordu. Kabile
anlayışından çıkıp imparatorluk niteliğini kazanan böylesi önemli bir siyasi
örgütlenme bile devletler-kurumlar arası ilişkilerin hızlı değişimiyle başa çıkamamış
olmalıdır (Kılıç, 2008: 109–115).
Egemenlik alanının genişlemesinden sonrada, Persli kara ordusu ,büyük kralın
omurgasını oluşturdu. Ancak bu içinde Persler’in yanısıra özellikle Medler’in ve
Doğu İran kavimlerinin temsilcilerinin hizmet gördüğü ve sorumluluk taşıdığı sürekli
bir orduya dönüştürüldü (hareket ordusu). Koşullar gerektirdiğinde diğer uyruk
halkların
kontenjanları
bu
çekirdek
birlikleri
tamamladılar
(imparatorluk
seferberliği). Persler ayrıca kalelerde ve garnizonlarda konuşlaştırılmış bir “sınır ve
işgal ordusu” ile öncü birlikleri besliyorlardı. Bu ordu, savaş arabaları savaşçılarının
yanısıra at üzerinde ve deve üzerinde süvarilerden, mızrak taşıyıcılardan ve ok
atıcılardan oluşmataydı ki bu son iki grup tahminen piyade ve süvari birliklerine
ayrılabilir.
Persler egemenlikleri başladığı andan itibaren her askerin yiyeceğinin ve
barınmasının karşılandığı ve bir altın dareike (darikos) aylık ücret aldığı Yunanlı
paralı asker birliklerini de hizmete aldılar. Paralı askerlerin hizmete alınmasının
53
çöküntüyle bir ilgisi olmadığı savunulur. Örneğin İskender seferinden kısa bir süre
önce Mısır’ın fethedilmesi ya da şimdiye kadar büyük kral için son derece tehdit
edici olarak görülen sözde ‘satraplar ayaklanmasının’ aslı astarı olmayan bir şey
olarak ortaya çıkması gibi tarihsel olgular bunu yalanlamaktadır. Paralı askerlerin
hizmete alınması dördüncü yüzyılda genel bir olguydu ve Yunan hoplitlerin (ağır
silahlı eski Yunan askerleri) verimliliği ve savaş gücü ile onların büyük kralın
yanında hizmet ettikleri bilgisi verilir.
Bir zırhlı süvari kendi donanmasını kendisi sağlardı. Onun eyer ve başlık
takımıyla bir at, bunun yanında bir miğfer, bir demir zırh, bir bronz kalkan 110 ok bir
demir topuz, iki demir mızrak ile bir mine gözü ilave parası olarak getirmesi
gerekmekteydi. Bu yükümlülüğün karşılığı olarak kral tarafından kendisine bir parça
toprak (bir tür tımar olarak) armağan edilirdi.
Pers savaş taktiğinde ise her zaman savaş birliklerinin ikmal ve iaşelerini
taşıyan araçlar vardı. Bakımlarını imparatorluk yolları boyundaki ambarlardan
sağlıyorlardı. Neredeyse yalnız gündüz yola çıkılıyor ve savaşılıyordu ve seferlere
ilkbaharda başlanıyordu. Irmaklar, tomrukların, köprülerin yada şişirilmiş hayvan
derilerinin yardımıyla geçiliyordu. Genellikle taşkına uğramış düşmanı daha sonra
ağır silahların ve suvarilerinin kullanılmasıyla kanatlardan çökertmek amacıyla
okçuların, sapancıların ölümcül yüklerini atmalarıyla savaşa başlanıyordu. Öncelikle
Helenler, zırhları ve kalkanlarıyla savunmada güçlü, yakın dövüş silahlarında açık
bir şekilde üstün oldukları ve Pers ilerlemesi, kumandanların davranışından ve
emirlere oldukça fazla bağımlı olduğu için bu taktik Yunanlı hoplitler ordusunda işe
yaramıyordu (Wieshöfer, 2003: 140-147).
Tarih sahnesinde orduda profesyonel savaşçı gücünün uygulanmadığı ama
başarının yüksek olduğu dönem olarak peygamberin (a.s.) dönemi gösterilebilir.
Burada peygamberin nebevi denetiminde kurulan toplum, aynı zamanda üretici, sivil
ve savaşçıdır. Savaşa çıkmak gerektiğinde merkezden yapılan bir çağrı üzerine
savaşabilme yeteneğine ve gücüne sahip bireyler silahlarını kuşanır ve orduyu
meydana getirirler. O dönem içerisinde askerlik profesyonel bir kurum, bir geçim
aracı ve rafine olmuş bir meslek değil, sivil ve dini bir görevdi. Bu görev tüm
54
erkekler için farz olduğundan askerlikte bir meslek olma duşına çıkıyordu (Bulaç,
2006: 78-79).
2. 4. 1. Eyalet Orduları
Diğer etnik Pers orduları tam zamanlı askerler değildiler. Pers halkı gerekli
görüldüğü zaman savaşa çağrılan insanlardı. Bu insanlar bir ordu mensubuydular.
Fakat onlar askere zorla alınan kişiler değillerdi. Bir nevi gönüllü ordu
birlikleriydiler.
Pers
vilayetlerinde
ordunun
yükselişini
dört
grup
altında
değerlendirebiliriz. Birincisi, Pers süvarilerine destek olan satraplıklardı. İkincisi,
bazı illerde arsa sahiplerine askeri hizmet veren yabancı askeri koloniler vardı.
Üçüncüsü, Garnizon askerleri vardı. Bu garnizon askerlerinin çoğu paralı askerler
olup her biri imparatorluk dışından askere alınanlardı. Grek askerleri bunun en açık
örneğini gösterir ve imparatorluk sınırı içindeki insanların bazıları buna örnek
verilebilir. Son olarak; savaş için yerel ordudan oluşup illerden askere alınan insanlar
vardı.
Bazı yönetimlerde koruma görevlisi birimleri teşkil edilirdi. Bunlardan en çok
bilineni genç Kyros’un 600 ağır silahlı süvari ordusuydu. Benzer olarak Oroites,
Frigya satrabı, Lydia ve İonia, Darius’un kontrolü altındaki 1000 kişilik Persler’den
oluşmuş koruma görevlisine sahipti. Bölgesel koruma görevlileri ileriye dönük
donanımda değildiler ve bunların nasıl kurulduğuna dair herhangi bir bilgiye sahip
değiliz. Bunlar sömürge kolonileri gibiydiler (Head, 1992: 12-14).
2. 4. 2. Deniz Kuvvetleri
İranlılar denizci bir kavim değildiler. Gerçi kuzeyde Hazar Denizi, güneyde
Umman Denizi, güney batıda da Basra Körfezi sahilleri vardı. Fakat Hazar Denizi o
çağlardaki ticaret merkezlerinden uzak ve siyasetende önemsiz olduğundan burada
gemiler işlemiyordu. Umman Denizi ve Basra Körfezi kıyılarında ise Persler’den pek
az insan yaşıyorlardı. Bu sebepten Madalar (Medler) bir donanma vücuda getirmeyi
düşünmemişlerdi. Fakat Persler bütün Ön Asya ile Mısır’a hakim olunca, kuvvetli bir
donanmaya ihtiyaç duyulmuştu. Persler, Babil krallığına varis olunca Fenike ile
beraber Fenike donanması hükümleri altına girerek ilk deniz kuvveti vücut bulmuş
55
oldu. Fenikeliler öteden beri Akdeniz’de Yunanları kendilerine rakip tanıyorlardı.
Persler’in Yunanistan’a hücumları Fenikelileri Persler’e yaklaştırmış oldu. Bunlar
isteyerek donanmalarını Persler’in emrine verdiler. Bu donanma ilk zamanlarda bile
Yunan donanmasından üstündü. Pers kralı Fenike limanlarında yeniden gemiler
yaptırarak bu donanmayı bir kat daha arttırdılar. Fenikeliler’den maharetli denizcileri
hizmetlerine aldılar. Mısır’ın zaptından sonra bu memleketin deniz kuvvetleride
İranlar’ın eline geçti. Pers kralları sonraları Bosfor, İonia, Karya tershanelerinde de
gemiler inşa ettiler. Egeliler’den ve Yunanlılar’dan da denizcilikte maharetli birçok
komutanları hizmetlerine aldılar. Bu suretle Pers donanması Akdeniz’de korkunç bir
kuvvet oldu. Donanmayı oluşturan gemiler üç çeşitti.
1- Üç sıra kürekçi ile hareket eden harp gemileri.
2- Nakliye hizmeti gören uzun gemiler.
3- Küçük gemiler. Bu gemilerin süvari ve tayfaları gemilerin yapıldıkları
memleketlerin halklarından idiler. Fakat serdarlar ve komutanlar Persler’den ya da
Madalar’dan seçiliyorlardı (Günaltay, 1948: 274-275).
Tarih öncesi çağda savaş ile antik çağda savaşı birbirinden ayıran,
teknolojiden
ziyade
örgütlenme
farklılığıydı.
İlk
şehir-devletlerin
ve
imparatorlukların kurulmasıyla savaşlar önemli değişikliklere uğramıştı. Başta
Mezopotamya olmak üzere yeterli kadar tarımsal ürün sağlandığından, yönetici
elitler ve asker sınıfı ortaya çıkmıştır. Askerî kuvvetlerin çoğunluğunu hâlâ çiftçiler
oluştursa da, topluluk yılın bir bölümünde bunların tarlada çalışmaktan çok
savaşmasını destekleyebiliyordu. Böylece ilk düzenli ordular ortaya çıkmış oluyordu.
Antik çağ savaşlarında özellikle atlı orduların yaya ordular karşısında ki
üstünlüklerinden dolayı atın savaşlarda kullanımı bu dönemde hızla yayılmaya
başlanmıştır. Devletler büyüdükçe askerî hareketlerde hızın önemi de artıyordu,
çünkü merkezî otorite isyanlar hızla bastırılmazsa dizginleri elinde tutamıyordu.
Buna getirilen ilk çözüm M.Ö. 200 yıllarında Orta Doğu'da kullanılmaya başlanan
savaş arabalarıdır. Bunlar önceleri yaban eşekleri, öküzler ve eşekler tarafından
çekiliyordu ve Orta Doğu'nun görece düz arazilerinde hızlı yol almayı sağlıyordu.
Savaş arabaları nehirleri yüzerek geçecek kadar hafifti. Kuvvetli atların
56
yetiştirilmesiyle savaş arabaları atlar tarafından çekilmeye başlandı. Atların hızı
savaş arabalarını daha da etkin hale getirmişti.
Savaş arabalarının hem ulaşımda hem de savaş alanındaki gücü, M.Ö. ikinci
binyılda antik yakın Asya'daki halklar tarafından ana silah olarak kullanılmasını
sağlamıştır. Tipik bir savaş arabasında iki kişi bulunurdu: Biri okçuluk yaparak
düşman kuvvetlerine saldırır diğeri de arabayı sürerdi. Zamanla, beş savaşçıyı
taşıyacak savaş arabaları geliştirildi. Savaş arabaları savaşlarda oynadıkları rol
açısından günümüzün tanklarına benzetilse de, asıl katkıları, yaya okçulara taktik
manevra sağlama yeteneğidir. Hızları nedeniyle piyade saldırılarından kaçmaları
mümkün oluyordu. Öte yandan, oklardan gelen zararı azaltmak için dağınık düzene
geçen piyade birlikleri ortak korunma avantajlarını kaybediyor ve savaş arabaları
tarafından kolaylıkla ezilebiliyordu.
Taktik açıdan bakılırsa savaş arabalarının karşısına çıkan kuvvetler bir ikilem
karşısında kalıyor, bu da savaş arabalarını ordular için elzem kılıyordu. Savaş
arabaları bakım için özel zanaatkâr gerektiren karmaşık yapılı araçlardı. Bu da savaş
arabalarını pahalı kılıyordu. Savaş arabaları, bir topluluk içindeki bireyler tarafından
sahip olunduğunda savaşçı sınıfının ve feodal sistemin ortaya çıkmasına sebep
oluyordu. Kamu malı olduğu yerlerde ise, yeni Mısır Krallığı gibi güçlü merkezî
devletlerin kurulmasına olanak sağlıyordu.
Savaş arabası çok yararlı olsa da Akdeniz'in kuzey kıyılarında yani Anadolu,
Yunanistan ve İtalya'daki engebeli ve dağlık arazide çok etkili değildi. Bu nedenle
Eski Yunanlılar daha çok piyade taktikleri kullanıyordu. Etrafa kapalı kalan Mısır'ın
aksine Yunanistan dışarıdan gelen kuvvetlerin sürekli tehdidi altındaydı. Dağlık
arazi, birlik olasılığını azaltıyor ve dolayısıyla da şehir-devletler birbirleri ile sürekli
çatışma halinde oluyorlardı. Bu yüksek baskılı ortamda piyade silah ve taktikleri
hızla gelişti. Yaratılan falanks düzeni, birlikte hareket eden bir grup insandan oluşan
bir duvarın tek başına hareket edenlerden daha etkili olduğunu göstermiştir. Eski
Yunanlılar daha önce kullanılandan daha uzun mızraklar kullanıyor ve daha çok zırh
kuşanıyorlardı. Pers savaşlarında Persler’in çok sayıda piyadeyi kitlesel olarak
57
kullanma ve dalgalar halinde taarruz etme taktikleriyle karşı karşıya kalan Eski
Yunanlılar daha az olsalar da bu savaşlardan zaferle çıkmışlardır.
Pers İmparatorluğu’nun hâkimiyetinde olan Orta Doğu'da savaş arabaları
giderek önemini yitirmeye başlayıp atlar artık tepeden tırnağa silahlı bir adamı
kolaylıkla taşıyabilecek kadar güçlenmişti. Böylece savaş arabalarındaki okçular, at
üstündeki okçular ve mızrak taşıyan hafif süvarilerle yer değiştirmişti. Bu gelişme,
düzlüklerde yaşayanlara büyük bir dezavantaj getiriyordu. Yalnızca piyadelerden
oluşan bir çatışmada tarımsal bölgelerdeki daha büyük insan gücü her zaman galip
çıkabiliyordu. Savaş arabaları için gerekli olan altyapı ve eğitim ise yalnızca
şehirlerde bulunuyordu. Yalnız gezen atlı savaşçılar kendilerini tarımsal alanlardan
çok bozkırlarda evinde hissediyordu. Daha güçlü atlar ve eyer gibi donanımlar
yayıldıkça, tarımın mümkün olmadığı ancak hayvancılıkla uğraşılan yerlerdeki
göçebeler tarafından kısa sürede kullanılmaya başlandı. Bu göçebeler zamanlarının
çoğunu
at
sırtında
geçirdiklerinden
savaş
sırasında
atları
daha
etkin
kullanabiliyorlardı.
M.Ö. dördüncü yüzyılda II. Philip ve oğlu Büyük İskender yönetimindeki
Makedonyalılar atlı savaşçılarla kuvvetli Yunanlı piyade birliklerini başarıyla
birleştirerek eşi görülmemiş güçte bir ordu yarattılar. Yunanistan’ı fetheden Büyük
İskender dikkatini görkemli Pers İmparatorluğu'na çevirdi. Bu sırada Persler savaş
arabasından tamamen vazgeçmişlerdi ancak Büyük İskender'e karşı giriştikleri M.Ö.
331 yılındaki Gaugamela savaşında tek tük de olsa kullanılmıştı. Savaş arabası
sadece imparatorun tören aracı olarak kullanılıyordu ve Pers ordusu piyade ve
süvariden oluşan bir karma orduydu ve savaş filleri gibi egzotik birlikler de
bulunuyordu. Yine Makedonların saldırı gücü karşısında bu ordu pek işe yaramadı ve
arka arkaya yapılan üç savaşta da Persler bozguna uğradılar (www.Vikipedia, Antik
Çağda Savaş: 02.08.10).
2. 5. Yol Ağı
Pers devletinin tüm Anadolu’yu 200 yıl egemenliği altında tutmasında en
önemli etkenlerden biri kurdukları düzenli bir yol ağının varlığıdır. Herodotos’un
verdiği bilgiler ışığında Persler’in kullandıkları yol ağı; Lydia ve Phrygia içlerinde
58
20 konak boyunca uzanır. Phrygia sınırında Halys ırmağına rastlar. Buradaki sıra
dağları aştıktan sonra Kilikia (Anadolu’nun güney kesimi) sınırlarına kadar,
Kapadokia (İç Anadolu) için de 28 konak gidilir. Kilikia içinden geçilecek yol üç
konaktır. Kilikia ve Ermenistan arasında sınır, içinden gemilerin yüzebildiği bir
ırmaktır ki adı Fırat’tır. Ermenistan içinde her biri bir garnizonla tutulan 15 konaklık
yol vardır. Bu bölgeyi gemilerin yüzebildiği dört ırmak sular, bunlar geçilmeden bir
sonrakine gidilemez. Bunlardan birincisi Dicle, ikinci ve üçüncüsü aynı yerden
çıkmadıkları ve bir tek ırmak olmadıkları halde aynı adı taşırlar. Birincisi
Ermenistan’dan, öbürü Mateinler’in ülkesinden gelir. Dördüncüsü ise Gyndes’tir
(Diala). Ermenistan’dan Mateinler’e geçerken dört kanal vardır ve bu ülkeden
Kissia’ya (Zağros dağları) vardıktan sonra, üzerinden Susa kentinin kurumuş olduğu
ve gemilerin işlemesine elverişli bulunan Khoaspes’e (Susa kentinde bir yer) kadar
11 konak vardır. Bütün bu konakların toplamı 111’dir. Sardes ile Susa arasındaki
konak sayısı bunlardır. Yaklaşık olarak 2500 km uzunluğundaki bu yol 90 günde
aşılabilmekteydi. Yol boyunca kervansaray niteliğindeki 111 konaklama merkezi ve
yol güvenliği her eyalette satraplar tarafından güvence altına alınmıştı. Bu yüzden
Persler iyi ve hızlı bir haberleşme şebekesine sahipti. Herodotos, yeryüzünde Pers
haberleşme servisi kadar hızlı bir şey olmadığına yazmakta ve bunun nasıl
gerçekleştirildiğini şöyle açıklamaktadır: “yol, baştan sona değil, birgünde
aşılabilecek bölümlere ayrılmıştır. Bunlar değiştirme yapabilmek için her bir günlük
aralık başına bir tane hesabı ile adam ve at verilmiştir. Habercinin yolu en kısa
zamanda almasına hiçbirşey engel olamaz, ne kar ,ne yağmur, ne güneş ateşi ne de
gece. Birinci ulak haberi ikinciye aktarır, ikinci üçüncüye ve böylece gider ”
(Herodotos V: 52; Sevin, 1982: 327).
Pers imparatorluğunu Batı Anadolu’ya bağlayan düzenli yollardan biri de
Kilikia üzerinden gelip Gülek Boğazı’nı aştıktan sonra Orta Anadolu’da İkonian
(Konya) göller bölgesinin kuzeyindeki Kelainai (Dinar), Kolossai (Honaz) gibi
kentler üzerinden Sardeis’e ulaşıyorlardı. I. Darius tarafından kurulan kral yolu ve
diğer yol şebekesi ticaret yaşamınıda canlandırdı. Kimmer ve İskid saldırılarının
yarattığı kargaşa ortamıyla birlikte durmuş olan Anadolu karayolu ticaretine yeniden
önem kazandırdı (Sevin, 1982: 327-328).
59
Darius, Hindistan sahillerinden Basra körfezine, Kızıl denize kadar bir deniz
yolu açması ve Süveyş’i Nil vadisiyle Akdeniz’e bağlaması onun uzak şark ile
Akdeniz ekonomisi arasında bir bağ kurmak yolundaki politikasını belirtmektedir.
Deniz yolunun açılması Mısır’ın elden çıkmasına sebep olmuştur. Deniz yolu kara
ticaretinin merkezi olan Mezopotamya’yı iktisaden öldürmüştür ve bundan İran’da
etkilenmiştir. Yaksart üzerindeki Kirapolis şehriyle Fenike’yi bağlayan yol o zamana
kadar Ön Asya ile temastan uzak kalmış olan Çin’i yavaş yavaş batı ekonomisine
yaklaştırmıştı (Günaltay, 1948: 189–192). (Harita için bakınız. Ekler: Tablo 3)
2. 6. Ekonomi
Persler genelde düzenledikleri seferleri ticari amaçla yapmışlardır. Kyros II’nin
Lydia’ya saldırmasındaki en büyük amacı batıya doğru genişleyerek, Akdeniz
Limanları ve Anadolu kervan yolları üzerinde tam bir kontrol sağlamaktı. Böylece
karadan ve denizden doğuyu-batıya birleştiren tüm yolları eline geçirecek,
dolayısıyla eski çağ dünyasının tüm ticaretini Persler’in elinde toplamaktı.
Babil seferinde de Nabopolassar, Asur İmparatorluğu’nun topraklarının büyük
bölümünü kendi topraklarına dâhil ederek, Babil krallığını bir imparatorluğa
çevirmişti. II. Nabukadnezar Akdeniz’de, Mısır sınırıyla Suriye-Filistin kıyılarından
İran’a kadar Yakındoğu’ya hakim olup o dönemin diğer iki büyük gücünü de kontrol
altında tutuyordu: Güneybatıda Mısır İmparatorluğu ile kuzeyde ve doğuda Med
İmparatorluğu. Böyle geniş bir ticari coğrafyaya sahip olmak yükselişte olan bir
imparatorluk için kaçırılmaz fırsatlar doğuruyordu.
Kyros II’nin doğuda uğraştığı bir zamanda Mısır firavunu kanalları onartmış,
ziraat ve ticaretin gelişmesini temin edecek teşebbüslerde bulunmuştu. Bu sayede
Mısır ziraatı o zamana kadar görülmemiş bir gelişme göstermiş, Nil’den hakkıyla
faydalanan tarımcılar zengin olmuştu. Mısır zengin bir ülke olmuştu. (Günaltay,
1948: 149–150) Bu nimetlerin bolluğu Kyros’un varisi Kambyses II’yi tetikleyen
unsurlardan biri olmuştu. Herodotos, Kambyses II’nin Mısır’a saldırmasını bir göz
hekimi olayına bağlasa da asıl sebebi kısa zamanda Seyhun ve İndus boylarından
Çanakkale’ye, Fenike ve Filistin’e kadar uzayan geniş alana hâkim olan Persler’in
karşılarında tek rakip devlet gördükleri Mısır’ı da ortadan kaldırmak düşüncesidir.
60
Dareios M.Ö. 512 tarihlerine doğru büyük bir ordu ile Pencap bölgesine girer.
Burayı istila ederek Ganj boylarına doğru ilerler. İndus havzasının Pers
İmparatorluğu’na eklenmesi son derece önemi olan politik bir durum oluşturmuştu.
Darius I’in Orta Asya ile Uzak Doğu ve Akdeniz ekonomisi arasında bir bağlılık
kurma düşüncesi Hint seferinde kendini gösterir. Ataları Anadolu’yu ve Mısır’ı ele
geçirmişlerdi. Darius’ta Balkanların fethine girişip ilk hedefi de Yunanistan’dı.
Yunanistan toprakları Pers egemenliğine girerse boğazlardan gelebilecek her türlü
tehlike kolaylıkla önlenebilirdi (Günaltay, 1948: 170–171).
Darius I zamanında İonia ihtilalinin baş göstermesinde, Darius I’in M.Ö. 513
yılında yaptığı İskit seferinden sonra boğazların, Strimon’a (Bulgaristan’da bir nehir)
kadar uzanan Trakya’nın ve Propontis’in (Marmara), kuzeyde Karadeniz’in batı
kıyılarının Pers İmparatorluğu’na katılması, İonialar’ın kolenileriyle olan ticaret
ilişkileri için bir engel olmaya başlamış olmasıydı. Aynı zamanda Ön Asya ile
Avrupa arasında yapılan ulaşımın boğazlardan geçmesine yol açmak suretiyle İonia
ekonomi alanının büsbütün daralmasına yol açmıştı. İonia tarımcıları topraklarını
gerilere doğru genişletmek ya da deniz aşırı ülkelerde yeni koloniler kurmak
imkânlarından da yoksun kalmışlardı. Hatta Nil’den Kızıldeniz’e kadar bir kanal
açması ticareti zirveye çıkaran bir durum ortaya çıkarmıştır. Bu geniş coğrafyada
vergi uygulamasına gidilmiştir.
Darius I ilk defa vergi sistemini tatbik eden kişidir. Vergi usulünü ise şöyle
ayarlamıştır: Gümüşle ödeyenler bunu Babil ağırlıklarına göre, altınla ödeyenler
Eubö(Eğriboz adası- Euboria) ağırlıklarına göre ödemek zorundaydılar. Kyros’un
eğemenliği altında özellikle ve daha sonra da Kambyses’in egemenliği altında,
vergilere ilişkin olarak kesin kurallar yoktu, tersine bunlar armağan ödüyordu. Kesin
vergi kuralları ve aynı zamanda benzeri yükümlülüklerden dolayı Persler; Dara’nın
(Darius) bir tüccar (daha doğrusu bir bakkal), Kambyses’in sert bir efendi (despotes),
Kyros’un bir baba (pater) olduğunu söylüyorlar. Birincisi herşeyde para gözettiği
için, ikincisi aman gözetmeksizin sert olduğu için ve üçüncüsü iyi olan herşeyi
sağladığı için böyle vasıflandırılmışlardır.
İmparatorluk içindeki kavimler vergi ödemekle yükümlü değillerdi. Bunlar
tersine gönüllü armağanlar getiriyorlardı. Etiyopyalılar, Kolhlar ve Araplar. Güney
61
Filistinli Araplar Kambyses’i Mısır seferinde destekledikleri için Persler’in konuk
dostları olmuşlardı ve egemenliği tanıyan bütün vergilerden muaf tutulmuşlardı.
Vergi, eyalet düzeyinde toplanıyordu. Eyalet için gereksinim duyulan belli bir
bölümün ayrılmasından sonra, hazine dairelerinde para basma, ödeme ve armağan
verme amaçlarıyla topladıklarını imparatorluk merkezine götürürlerdi. Tüm bu
vergiler büyük kralın egemenliğinin tanınmasının bir işareti olarak yorumlanabilir.
Hükümdar da bu gelirlerin yanlızca ülkenin ve halkın refahı sağlandığında güvence
altına alınabileceğini biliyordu. Kralın (sulama sisteminin denetlenmesi ve yeni
ürünlerin ekimi yöntemiyle) hayvan ve bitki dokusunu koruma çabasını ve
düşmanları püskürtme çabalarının nedeni burada yatmaktadır.
Eyaletler düzeyinde satrap / vali, kendisini Persler öncesi geleneksel kurallara
göre ayarlayarak elinde bulunan kadastro ve kütüğü kullanarak toprağa ilişkin
haracın (verginin) saptanması ve toplanması yetkisine açıkca sahiptir. Burada orta
kademe vergi saptama düzeyine hiparklar ve alt kademe vergi saptama düzeyinde
şilarklar ve kentsel özyönetim organları onun hizmetindeydi. Bunlar aynı zamanda
belirli kişileri imtiyazlarını, mülkleri, köyleri ve kentleri tanıyorlardı. Örneğin aynı
şekilde Mezapotamya, Suriye ve diğer yerlerdeki tapınaklar “büyük toprak sahipleri”
olarak vergi yükümlüsü, onların (özgür olmayan) personeli hizmet yükümlüsüydü;
ancak tersi durumunda kralın ayrıcalıklarına sahiptiler ve devlet kasasından ödenek
alıyorlardı. Babilonya’daki askeri tımarlar, kralın ordu hizmeti yükümlülüklerine
karşı askerlere tahsis ettiği satılamaz; ama miras bırakılabilir topraklar kendine özgü
bir durum oluşturuyordu. Ne var ki zaman içinde toprağın başkasına kiraya
verilebilmesi yerleşti ve vergi ödenmesi ve çalışma yükümlülüğü askerlik hizmetinin
yerini aldı. Pers saray ve yönetim merkezini işgali sırasında İskender’in eline geçen
soylu metal miktarı 180,000 talent (Eski Yunan ağırlık ve para birimi) yani 4680 ton
gümüş yada 468 ton altın olarak hesaplanmıştır (Wieshöfer, 2003: 103-107). (Harita
için bakınız. Ekler: Tablo 4 –a-b)
Kolkhialılar’ın
ve bunların yurdu ile Kafkaslar arasında yaşayan komşu
kabilelerin ise beş yılda bir, köle ve cariye olarak 500 kız çocuk takdim ettiklerini,
Arapların’da her yıl yüz kental buhur ve baharat verdikleri belirtiliyor (Günaltay,
1948: 280).
62
Persler tüm elde ettikleri topraklarda Dareikos (Darik) denen para birimini
kullanmışlardır. Bu para birimi altın idi. Paranın darb hakkı yalnızca krala aitti.
Satraplara ve yerli yöneticilere gümüş ve bakır para çıkarma (basma) yetkisi
verilmişti.Satraplarda kendi adlarına sikke bastırabiliyorlardı. Sikkenin bir kısmının
üzerinde satrabın adı yazılıdır. Ön yüzde ise satrabın portresi vardır. Pers
satraplarının portrelerini taşıyan ilk sikkeler M.Ö. V. yüzyılın sonunda görülür.
Bunlardan en iyi bilinenlerden bir tanesi Kyzikos’ da bastırılmış olan ve Daskyleion
satrabı Pharnabazos’a ait bir sikkedir. Bir diğer sikke ise Miletos’ta basılmış ve
Sardes satrabı Tissapharnes’e ait bir gümüş tetradrahmidir. (Dört drahmi değerinde
gümüş sikke). Fakat bu sikkenin basım yeri ve Tissapharnes’e ait olduğu
tartışmalıdır. Sikke üzerinde portrenin görünmesi Hellenistik çağdan önce çok
nadirdir. 1947 yılında Karaman’da bulunan bir definenin içinde ele geçen sikkeler
arasında Pers satrabı Pharnabazos ve Datames’e ait çok sayıda sikke bulunmuştur
İ.Ö. 546 yılında Pers kralı Kyros’un, Lydia kralı Kroisos’u yenilgiye uğratması
sonucu Küçük Asya’nın bir bölümü ikiyüzyıldan fazla sürecek olan Pers
egemenliğine girer. Persler, Lydialılar’ın Kroiseos sikkelerini yaklaşık otuz yıl daha
eski Lydia başkenti Sardes’te basmaya ve kullanmaya devam etmişlerdir. Önyüzde
aslan ve boğa protonlarının (bir hayvan yada kuşun üst ön tarafını tanımlamak için
kullanılan terim) bulunduğu bu sikkelerin yerlerini I. Darius’un (M.Ö. 521-485)
hükümdarlığının ilk yıllarında yani M.Ö. 6. yüzyılın sonlarında yeni bir sikke tipi
almıştır. Böylece uzun yıllar değişikliğe uğramadan kullanılacak olan Persler’in
kendi özgün sikkeleri doğmuştur. Bu sikkelerin ön yüzünde ok atan bir figür (Pers
kralı, ayrıca bu kralların ok atmayı bildiklerini gösterir.), arka yüzlerinde ise
dikdörtgen bir incus (bir sikkenin arka yüzünde yer alan ve darp sırasında oluşan
çukurluk) yer alır. Arka yüzde bazen bir sembolde bulunur. Yarım figür olarak beline
kadar gösterilen Pers kralı gümüş sikkelerde koşarken (sporculuk yanları) gösterilen
Pers kralı, hem altın hemde gümüş sikkelerde yer alır. Ok atan figürün büyük Pers
kralını temsil ettiğini, başındaki taçta desteklemektedir. Sikkeler Pers kralının tipine
göre kronolojik bir sırayla konulmuştur. Bilinen dört tipi vardı.
1- Pers kralı ya beline kadar betimlenmiştir; Bir elinde yay diğerinde ok
tutmaktadır.
63
2- Pers kralı tam figür olarak betimlenmiş ok atma pozisyonundadır.
3- Pers kralı tam figür olarak betimlenmiştir; bir elinde yay diğer elinde mızrak
ile koşmaktadır.
4- Pers kralı tam figür olarak betimlenmiştir. Bir elinde yay diğer elinde hançer
ile koşmaktadır.
Bu tiplemeler kronojik olarak yapılmıştır. I. Tip sikkeler yalnız gümüş
sikkelerde görünürken II., III. ve IV. tipler hem altın hemde gümüş sikkelerde
görülmüştür (V. Diakov-S. Kovalev, 2008: 220; Tekin, 1997: 73, 124- 125).
Satraplıklar iç düzende kendi para birimlerini kullanırken genel düzlemde
dareikos denen para birimini kullanmışlardır. Günümüz para politikasına uyarlarsak
tıpkı Avrupa Birliği üyeleri arasında kullanılan euro para birimine benzetebiliriz. Bu
üye ülkeler iç pazarlarında kendi para birimlerini kullanırken üyelik birliği
bağlamında dış piyasada euro’yu kullanmak durumundadırlar.
2. 7. Halk Zümreleri ve Hoşgörü Siyaseti
İran imparatorluğunda devlet sınırları içindeki halk Roma İmparatorluğu’nda
olduğu gibi üç zümre telakki edilirdi. Bir hakim unsur, iki fethedilen ülkeler halkı, üç
sınır boylarındaki memleketler halkı. Hakim unsur olan Persler kendilerini bütün tabi
kavimlerin efendisi telakki ediyor, imparatorluğun idari mekanizmasını ellerinde
tutuyorlardı.
Mada krallığına varis olan Persler önce idarede Madalar’ın geneleklerini almış
onların telakkilerine uyarak Persler’i en yüksek zümre saymış, Madalar’ı bile ikinci
dereceye atmışlardır. Fakat imparatorluk genişledikten, Babil, Lydia ve Mısır gibi
eski medeniyet toprağı sayılan ve kuvvetli idare cihazları olan memleketler
zapdedildikten sonra Mada devletinden alınan esasların değiştirilmesi, idare
cihazının daha geniş ve muntazam olarak kurulması zarureti başgöstermiştir. Bu
zarureti ilk defa takdir eden Büyük Darius olmuştur.
Pers imparatorluğunda eski gelenekler üzerinde ihtiyaca göre esaslı idare
teşkilatı bu hükümdar zamanında kurulmuştu. Darius I bunu temin için
imparatorluğu büyük eyaletlere ayırmak suretiyle basit fakat etkili bir teşkilat
64
kurmaya muvaffak olmuştur. Bu teşkilat içindeki memleketler kendi müesselerini,
dinlerini, gelenek ve törelerini hatta sınır boyları başlarındaki hükümdar sülalelerini
veya mahalli şeflerini ve memurlarını krallar kralının prestijine zarar vermeyecek
şekilde muhafaza ediyorlardı (Günaltay, 1948: 269).
Bu koşullar altında Pers egemenliğinin yabancı kavimler için ezici olmadığı
anlaşılır. Hatta bu egemenlik bazı uluslar, mesela Mezapotanyalılar ve Fenikeliler
için hayırlı bile olmuştur. Çünkü iç barış ve onun doğurduğu huzur, ılımlı bir vergi
sistemi, krallığı baştan başa kat eden yol sisteminin sağladığı düzenli bir ulaşım
ticaretin gelişmesini mümkün kılmış, uluslararası ticaret ise sürekli krallar tarafından
korunmuştur. Ulaşımın kolaylığı, tarım, hayvancılık ve sanayiye de yeni bir hamle
vermiştir. Bu durumdan en çok Fenike şehirleri faydalanmış, günden güne gücünü
artıran Kartaca ile işbirliği yapmak suretiyle Batı Akdeniz pazarlarını yavaş yavaş ele
geçirmeye başlamışlardır. Batı ve güney batı Anadoluda ki Yunan şehirleri de bir
taraftan İç Anadolu, diğer taraftan Ege bölgesi ve Balkan yarım adası ile ticarette
bulunmuşlar. Bu yüzden büyük maddi refaha kavuşmuşlardır. Persler bazı Yunan
şehirlerine sikke basmak hakkını vermişlerdi. Kizikoz altın sikkeler basabiliyordu
(Mansel, 1971: 259).
Bu özgürlük ortamı Yahudiler’in müreffeh bir hayat yaşamalarına yol açar.
Diğer uluslara tanınan refah unsurları yahudilerin dinsel alanda rahatlamalarına da
imkan sağlar. Persler’in sahneye çıkışı yahudiliğinde sahneye çıkışıdır. Persler, Asur
jeopolitiğinin aksini yaparak Asur nefreti ile dolu tüm halkları yanlarına çekerler.
Yani Zerdüşt mezhepler ortaya çıkar. Bunlardan biride yahudiliktir. Yahudi bezirgan
sınıfı Babil’de öğrendiği Mezapotamya birikimi ile zerdüştlüğü sentezleyerek yeni
bir din icat eder. Persler’in bu sadık topluluğu, hem ödül olarak hemde sadakat
gereği (Asur zülmünden kurtarıldıkları için) Filistin’e geri yerleştirilir ve Filistin
bölgesinin kritik ticari imtiyazları bu yahudilere teslim edilir. M.Ö. 520’ lerde bir
Pers karakolu olarak İsrail devleti kurulur. Bölgeye gelen yahudilerin ilk işi yerli
halkı tehcir etmek olur. Bölgedeki Süleyman krallığının kalıntısı olan musevi
topluluklar katledilir. Samiriler bunların en yaygın olanıdır. Yahudi hahamlar İranBabil rahip geleneğinin taklidi halinde örgütlenmiştir. Arzı mevud(vaad edilmiş
65
topraklar)ideolojisini ise Persler’in yahudileri kullanma karşılığı verdiği bir sözdür.
Persler’in yayılım politikası için uyguladığı iyi bir stratejidir (Özcan, 2005: 50-51).
2. 8. Din
Eldeki veriler ışığında Persler’in Ahuramazda diye bilinen bir tanrıya
taptıklarını ve bu tanrının yetkilerini yeryüzünde kendisince seçtiği birine verdiği
biliniyor. Darius krallık yazıtında Ahuramazda’nın kralın efendisi olduğu belirtiliyor.
Tanrının ona bilgelik ve kanun koyma gücü verdiğini gösteriyor. Yazıtta kralın elini
uçan bir figüre doğru uzatması kral ile tanrı arasındaki ilişkiyi gösteriyor olabilir.
Tanrının lütfu kralın gücüyle birleşmiştir. Böyle bir ilişki Persler’in koruyucu
tanrısına meşruiyetliklerini sağlamada aktif bir rol vermiştir. Tanrıların en büyüğü,
yeri ve göğü yaratan olma pozisyonu ona büyük şöhretinden dolayı verilmiş olabilir.
Bundan da anlaşılacağı üzere Ahuramazda’lı Pers dininde tek tanrıcılık yoktur.
Artexerxes döneminde de iki tanrıdan bahsedilir: Biri Mitras diğeri Anahita
(Aktaran: Allen, 2005: 122-123). Darius’un behistun yazıtında: “Ahura Mazda bana
krallığı verdi. Ahura Mazda krallığı elde etmemde, nezaket sahibi Ahura Mazda bu
krallığı tutmamda bana yol açtı” derken gücünü tanrıdan aldığından söz eder. Bu
birazda Babilliler’den etkilenmiş olduğunu gösteriyor. II.Nabukadnezar’ın tanrı
Marduk’u överken yaptığı övgülerin bir benzerini Darius’ta da görüyoruz. Bu
benzerliğin bir örneğini sunmak için Andre-Salvini’nin yazıtlardan yaptığı
alıntılardan bir kısmını aktarıyoruz: “Ben, Nabukadnezar, Babil kralı, güçlü prens,
Marduk’un gözdesi, asil hükümdar, Nabu’nun çok sevdiği, bilgeliği arayan (…) her
gün Esagil ve Ezida’nın doğru işleyişine ön ayak olan (…) Babil kralı
Nabupolassar’ın en büyük oğlu. Benim kutsal koruyucum tanrı beni yarattığında,
Marduk bana annemin karnında şekil verdiğinde, doğduğumda ve yaratıldığımda
(…) tanrının yolunu izledim… Büyük tanrı Marduk krallığımı yücelttiği zaman ve
tüm halklar üzerinde hükümdarlığı bana emanet ettiğinde ve göklerle dünyanın
bütünlüğünün koruyucusu Nabu halkları yönetmek için bana hakkaniyetle bir asa
verdiği vakit, onlara özen gösterdim. Dualarımı ve yakarışlarımı tanrım Marduk’a
sunuyorum…” (Andre-Salvini, 2006: 50-51)
66
Darius sonderece monoteist biri idi, onun için hep Ahura-mazda’dan
yazıtlarında bahseder. Darius kendisini Zerdüşt’le bütünleşmiş olarak görüyordu.
Darius için Zerdüşt son derece önemliydi. Zerdüşt’ün hayattaki tek amacı taraflarına
doğru bir inancı kazandırmaya çalışan bir peygamber olmasıydı. Ama Darius halkın
çoğunlunun poleteistlerin oluşturduğu bir imparatorluğa sahipti. Bu monoteistlik
Darius’un elde ettiği yerlerdeki yönetimlerle karşı karşıya getiriyordu, çünkü
yönetimlerin başında rahipler geliyordu. Poloteist mantığa sahip olmayan rahiplere
Darius hoşgörülü tavırlar sergilemiyordu. Aslında Darius’un bu inançlara biraz daha
saygılı
olması
gerekiyordu
ve
hiç
olmazsa
rahiplere
karşı
beslediği
hoşgörüsüzlüğünü gizlemesi gerekiyordu. Çünkü Darius bu işleri yaparken bir nevi
yaptığı şeyler Ahura-mazda tarafından yapılmış olarak algılanabilirdi. Pers
imparatorları tanrının yeryüzündeki temsilcisi konumunda olduklarından yanlış bir
intiba uyandırabilirdi (Olmstead, 1948: 195-199).
Zerdüştîlik’te iyilik tanrısı Ahura Mazda’nın İslâm literatüründeki adı
Hürmüz’dür. Zerdüştîliğin iyiliği temsil eden tanrısı, bu dinin kutsal metni
Avesta’nın dili olan Eski Farsça’da Ahura Mazda (hakîm rab) diye adlandırılmış
olup daha sonra bu isim Orta Farsça’da (Pehlevîce) Uhurmez-de (Hurmezd),
Hurmüzd, Yeni Farsça’da Urmezd, Batı kaynaklarında Ohrmazd veya Ormazd, İslâm
kaynaklarında ise Hürmüz şekline dönüşmüştür.
Milâttan önce VII. veya VI. yüzyılda yaşadığı tahmin edilen Zerdüşt’e
vahyolunduğu ileri sürülen Gâthâlar’ın da içinde yer aldığı Avesta’da Ahura Mazda
en yüce Tanrı’dır. Gâthâlar’ın mevcut metnindeki ifadelere göre Zerdüşt tek, aşkın
ve yaratıcı bir Tanrı’yı tavsif ve tebliğ etmiştir. Ahura Mazda her şeyden haberdar
olan, istikbali görüp bilen, hiç kimse tarafından aldatılması mümkün olmayan, evvel,
âhir, temizliğin ve doğruluğun yaratıcısı ve adalet sahibi hâkim bir Tanrı’dır.
Avesta’nın bir bölümünde Ahura Mazda’nın her şeyi düşüncesiyle veya
kutsal ruhu ile yarattığı ifade edilmektedir. Zerdüşt’ün öğretilerine göre iyiliğin ve
doğruluğun yaratıcısı olan Ahura Mazda yeryüzünde iyiliği temsil etmek üzere iyilik
ruhunu (spenta manyu), kötülüğü temsil etmek üzere de kötülük ruhunu (angra
manyu) yaratmıştır. İnsana iyilik veya kötülükten birini tercih etme iradesi
verilmekle birlikte ondan iyiliği seçmesi istenmiş, seçimini bu yönde kullananların
67
âhirette cennete gidecekleri, kötülüğü tercih edenlerin ise cehenneme atılacağı
belirtilmiştir.
Ancak Sâsânîler döneminde Zerdüştîliğin eski Zervanizm’den etkilenerek bir
nevi değişime uğramasından sonra iyilik ruhunun Ahura Mazda ile özdeşleştirildiği
ve böylece iyiliği Tanrı Hürmüz’ün, kötülüğü de Ehrimen’in temsil ettiği bir
düalizmin ortaya çıktığı ileri sürülmektedir. Öte yandan bazı araştırmacılar ilk önce
iki ikiz cevherin bulunduğunu, bunların bir araya geldiklerinde hayat ve ölüm olayını
meydana getirdiklerini ifade eden Gâthâlar’daki beyanları delil göstererek orta
dönem Zerdüştîlik’te oluştuğu iddia edilen söz konusu düalizmin eski İran dinine
olduğu gibi Gâthâlar’a kadar da götürülebileceğini belirtmişlerdir.
Hürmüz mutlak ilim ve kudret sahibi, aydınlığın, nurun ve hikmetin ruhu
olup mükemmel bir varlıktır; Ehrimen ise karanlığın ve cehaletin ruhudur ve yalnız
geçmiş olaylar hakkında bilgi sahibidir. Hürmüz’ün özelliklerinin olumsuzuna sahip
bulunan Ehrimen, kötülüğün ve Hürmüz’e muhalefet eden kötü yaratıkların yaratıcısı
olan menfi bir varlıktır. Ancak sonuçta Hürmüz tarafından alt edilecektir. Buna göre
ebedîliği söz konusu olmasa da varlığı Hürmüz için bir sınırlamadır.
Zerdüştîliğin IX. yüzyılda kaleme alınan Avesta sonrası kutsal metinlerinden
Bundahişin’e göre iyilik tanrısı haline gelen Hürmüz’ün yarattığı altı melek (ameşa
spentas) vardır. Kâinatın yaratılışına iştirak etmiş olan bu melekler kötülüğü temsil
eden Ehrimen’e karşı mücadelesinde Hürmüz’e yardımcı olmaktadır. Yaratılışta
hayvanları temiz huy (vohu manah), ateşi adalet / hakikat (aşa), yeryüzünü ihlâs /
tevazu (armaiti), madenleri saltanat / kudret (kşatra), suyu selâmet / afiyet (haurvatât)
ve bitkileri ölümsüzlük (ameretât) şeklinde adlandırılan melekler temsil etmiş ve her
biri söz konusu fonksiyonlarıyla Hürmüz’ün bir sıfatını oluşturmuştur. İnsanın
yaratılışı ise Hürmüz’e aittir.
Hürmüz yeryüzündeki kötülükten sorumlu değildir; kötülük, başlangıçtan itibaren ona muhalefet eden Ehrimen tarafından yaratılmaktadır. İyilikler konusunda
Hürmüz’e olduğu gibi kötülük konusunda da Ehrimen’e bazı ruhanî varlıklar
(amahra spentas) yardımcı olmaktadır. Zerdüştîlik’te, Avesta’daki birtakım müphem
imalara dayanılarak dünyanın ömrünün 3000’er yıllık dört dönemden ibaret olacağı
kabul edilir. İlk iki dönemde Hürmüz ve Ehrimen kuvvetlerini hazırlamış ve
karşılıklı mücadele etmişler, üçüncü dönemde Tanrı’nın vahyi ile Zerdüşt gelerek
68
Ehrimen ve onun kötü güçleriyle savaşmıştır. Son dönemde ise her binyılda bir
bakire kız, Zerdüşt’ün spermasının bulunduğu gölde yıkanıp ondan gebe kalarak bir
kahraman doğuracaktır. Saoşyant adlı üçüncü kurtarıcı döneminde kıyamet kopacak,
Ehrimen güçsüz hale gelecek, Hürmüz her yönüyle hâkim duruma geçecek ve
böylece kötülük yeryüzünden silinip atılacaktır. Diğer bir rivayete göre de Hürmüz
ve Ehrimen dokuz bin-yıllık bir mücadele dönemi için anlaşmışlar, ilk üç binyılda
Hürmüz üstün gelmiş, ikinci üç binyılda eşit güce sahip bulunmuşlar, son üç binyılda
ise Ehrimen gücünü kaybetmiştir.
Zerdüştîlik ve zamanla eski Zervanizm ile Zerdüştîliği birleştiren Mecusîlik,
akidelerini düalist bir tanrı anlayışına dayandırmaları ve böylece İslâm akaidiyle
çelişmeleri sebebiyle hem İslâm mezheplerini ve diğer dinleri konu edinen kelâm
kitaplarında inceleme konusu yapılmıştır (Aktaran: Sinanoğlu, 1998: 495–496).
Pers kralının ve bunların devrindeki Persler’in dinleri hakkında kral
yazıtlarında çok az temas edilmiştir. Eski Yunan yazıtlarının verdikleri bilgilerde az
ve güvenilirliği sorunludur. Onlar Ahuramazda’yı bile Yunan tanrısı Zeus diye
anmışlardır (Günaltay, 1948: 290). Yine de eldeki verilerin verdiği az bilgiylede olsa
Persler’in Zerdüştlük denen bir dine inandığı tarihte yerine almıştır. Bu din bir yandan
Yahudilik, Hristiyanlık ve İslamiyetle ortak inanç kavramlarına sahip olarak dikkat
çekerken, diğer yandan da Hristiyan ve yakındoğu kültürlerinin izlerini bünyesinde
toplamakla dikkat çekmektedir. Zerdüştlük’ün dinler tarihinde iki önemli noktada
kaynaklık yaptığı söylenebilir. Bunlardan birincisi monoteist bir karakter ile tanrı
inancını ele almasıdır. İkinciside mesih fikrinin kaynağının Zerdüştlük olduğudur
(Aydın, 2005: 849-850).
Zerdüşt, Mecusiliğin kurucusu olarak bilinir. Kelimenin aslı “zarat-uştra”dır.
Latince ‘zarat-ustra’, Yunanca ‘zora aster’dir. Kurduğu dine de zoraastrianizim veya
bu dindeki tanrı için kullanılan ahura-mania ismine istinaden mazdaizim veya ülkeye
atfen parsizim denir. Kur’an bu din için “mecus” deyimini kullanır. İbadetlerinde
kullandıkları ateş yakma ibadetlerinden dolayı ateşperest olarakta adlandırılırlar.
Kurucusunun ismi Zarath (güzel doğru) ve Uştra (develer) kelimelerinin terkibinden
meydana gelip “güzel develere sahip olan” anlamındadır. Halk etimolijisi Zerdüşt
ismini “yaşayan yıldız” olarak manalandırır. Mecusilik hakkındaki bilgilere çeşitli
69
kaynaklardan ulaşılabiliniyor. Oxfordlu Thomas Hyde, 1700 yılında “historia
religionis veterum Perserum, eorumque magarum” isimli bir eser yazmış ve bu
kendisinden sonraki yazarlara kaynak olmuştur. 18. yüzyıl ortalarına kadar bu dinin
kutsal kitabı avesta kesin olarak bilinmiyordu. Nihayet 7 kasım 1754 tarihinde genç
bir Fransız alimi olan Anquetiel Duperran, parsiliğe meyletmiş ve Fransız askeri
rölünde Hindistan’daki parsiler arasına girmeyi başarıp onlardan ders alır. Sonunda
bazı kitapları ve bu ara avestayı Fransız Doğu Hindistan cemiyetine kaçırır.
Fransızcaya tercüme eder ve 1771 yılında Paris’te yayınlar. Bu suretle ilim dünyası
Mecusiliğin temel kaynağına ulaşmış olur.
Zerdüşt’ün ölümünden sonra ortaya çıkan kutsal kitabın ismi avestadır.
Apastak kelimesinden türemiştir. Genellikle “esas metin” olarak tercüme edilir.
Avesta ifade ve muhteva bakımından anlaşılması çok zor kitaplardandır. Daha ilk
zamanlarda avestayı anlama problemleri doğmuş ve şerhlerinin ortaya çıkmasına
sebep olmuştur ki bu şerhlere “zend” (ilim) adı verilir. Zamanla zend ve avesta
birleşip “zend-avesta” meydana gelir. Kitabın ana kısmını 72 bölümden meydana
gelen ibadet kitabı olarak kabul edilen ‘yasna’ teşkil eder. Bir başka bölümünü de
‘gata’lar oluşturur.
Yerli rivayetlere göre Zerdüşt Arya ülkesi denen bir bölgede yaşamıştır. Burası
İran’ın doğusudur. Gatalar’ın haber verdiği coğrafi ve iktisadi şartlar bu bölgenin
hayvancılıkla geçinen dağlık bir bölge olduğunu gösterir. Buradaki halk dağlara,
göllere, nehirlere kurbanlar kesip bir çok tanrıya tapıyorlardı. Dua ve kurban işleriyle
ilgilenen rahipler vardı. Soma içkisinin yerini haoma (ne olduğu bilinmeyen,tanrı
olarak kişileştirilmiş bir bitki) almıştı. Zerdüşt böyle bir ortamda doğmuştu.
Bazılarına göre Zerdüşt M.Ö. 1000 yıllarında veya Persler devrinde yaşamıştı. İran
kaynaklarına göre Zerdüşt, İskenderden 258 sene önce yaşamış ki ekseri tarihçiler bu
tarihi kabul eder. Yani Zerdüşt’ün M.Ö 6. yüzyılda Persler devrinde yaşadığı
kanaatindedirler. Farsça çivi yazılarında ve Yunan rivayetlerinden öğrenilen büyük
Darius’un babası Viştaspa (MÖ 621 -581) ile yasna 51,76 da zikredilen Zerdüşt’e
inanan
hükümdar
Viştaspa’nın
aynı
kimse
olduğu
kanaati
bu
görüşü
kuvvetlendirmektedir. Bu hesapla Zerdüşt’ün M.Ö. 630 yılında Horasan bölgesinde
doğduğu anlaşılmaktadır.
70
Zerdüşt daha gençlik yıllarında yaşıtlarına göre daha çok gelişip olgunlaşır.
Babası 20 yaşlarındayken onu evlendirir. Bu dönemden sonra Zerdüşt sık sık dağlara
ve ıssız yerlere çekilerek kendisine has bir inziva hayatı sürer. Tahminen 30-40
yaşları arasında bir bahar bayramında Daitya (Amu-derya) nehri kenarında VohuManah isimli bir melek kendisine görünür ve ulu tanrı Ahura-mazda’nın vahyini
getirdiğini müjdeler. Bu hadisenin M.Ö. 600 yılı mart ayına rastlaması muhtemeldir
ve kral Hüsrev’in doğum gününe rastlar. Kendisine görünün melek ona peygamberlik
vazifesini getirmişti.
Zerdüşt’ün Voho-Manah ismini verdiği melek isminin, kelime manası “iyi ruhiyi duygu, iyi düşünce” anlamındadır. Zerdüşt melekle karşılaşma olayını şöyle
anlatır: “İyi ruhla kendimi kaybettiğimde, kimsin kime aitsin diye bana sordu. Onun
birinci sualine ben Zerdüşt’üm, yalancıların hakiki bir düşmanıyım fakat doğru
insanlarında güçlü bir destekcisi olmak isterim” dedim .
Halkına dini anlatır ve halkı inanmayınca onlardan ayrılıp doğuya gider.
Horasan’a ilerler orda kabul edilmeyince yine yoluna devam eder ve Kavi
Viştaspa’nın ülkesine sığınır. Burada yalnız iltica hakkı verilmekle kalınmaz, aynı
zamanda dinini tebliğede izin verilir. Burada yerli din adamlarının muhalefetiyle
karşılaşır ve zindana atılır. Bu sıkıntı ve baskılardan hükümdarın sevdiği atını tedavi
ederek kurtulur.
Rivayetlerden Zerdüşt, Horezm’e gelir çeşitli vaazlerde bulunur ve inancını
kökleştirir. Ve bir çok kişi bu dine geçer. Kraliçe Hutavsa ve kocası Viştaspa’ da bu
dine girerler. Hızla yayılan bu din sınırları da aşar ve bu dini benimseyenler
Viştaspa’nın ülkesine sığınırlar. Buna son vermek isteyen Turan ülkesi hükümdarı
Arcataspa, Viştaspa’nın ülkesine saldırır. Zerdüşt yakalanarak M.Ö. 533 yılında 77
yaşında öldürülür.
Zerdüşt kendisini tebliğ hizmetine çağıran tanrıyı “Ahura-mazda” diye
adlandırıyordu. İsmi “herşeyi bilen rab” olarak tercume edilir. Zerdüşt, Ahura-mazda
adını verdiği Allah’ı ‘gerçek nizam ve fiiliyatın yaratıcısı ve Rabbi’ olarak
sıfatlandırır. Varlıklara hayır ve şerri takdir eden O’dur. Herşey bilen ve gören,
iyiliğe iyilikle, kötülüğe kötülükle karşılık veren odur; ancak iyi ve kötüyü kader
olarak önceden takdir etmemiştir. Bu sebeple kader değişebilir. İyi ve kötü kuvvetler
71
mücadelesinde insan iradesi serbesttir. Ahura-Mazda’nın sadece iyi ve temiz
varlıkları yarattığı kötü ve temiz olmayan varlıkları ise, şeytani kuvvet Ehriman’ın
yarattığı ifade edilir (Sarıkçıoğlu, 2002: 124-129; Schimmel, 1999: 87-98).
72
SONUÇ
Persler’in askeri politikalarında ve çevrelerine yayılımlarında, ilkin komşu
ülkelerin birbirleriyle olan münasebetlerini iyi kritik edip sonra harekete geçen bir
siyaset izlediği görülüyor. Bu dönemde yani Persler’in yükselmeye başladığı
sıralarda gerek bölge coğrafyasında gerekse bölge dışı coğrafyalarda ki mücadeleler
Persler’in yayılımını ve yükselişini kolaylaştıran bir etkendi. Bunu fırsat bilen büyük
Kyros öncelikle Med İmparatorluğunu, kendinden önceki hükümdarların deneyim ve
başarılarını örnek alarak, disiplinli bir ordu kurup ortadan kaldırır. Böylece
imparatorluğu kurma aşamasında ilk adımını atar. Kyros bu öngörülü ve ilerici savaş
politikasını takip eden süreçte Lydia Devleti’ni yıkarken de sergiler. Lydia ile
savaşta tam bir savaş dehası olarak, zamanın savaş politikalarını aşan bir strateji ile
Lydia Devleti’ni yener. Lydia Devleti ile savaşta ona yardım götürecek tüm yolları
kapatır ve savaşın sonbahara denk gelmesini kendi lehine çevirerek terhis edilmiş
olan Lydia ordusunun yokluğundan istifade saldırmaya devam eder ve savaşı zaferle
sonuçlandırır. Sonrasında Babil Devleti’ni yenerken, Babilliler’den ileri gelenleri ile
anlaşması onun amacına yönelik ne kadar ciddi duruş sergilediğini gösterir. Çünkü
ilerleme ve genişleme politikasına sahip bir lider için askeri politikayı iyi bilmek
gerekir. Askeri politikanın yanında coğrafi bilgiye de sahip olması gerekiliyordu.
Lydia’yı sonbaharda yenen Kyros sahip olduğu savaş politikasıyla, Babillileri de
coğrafi bilgiyle suların çekildiği bir zamanda yaptığı bir seferle yener.
Kyros’tan sonra yerine geçen oğlu Kambyses de iyi bir savaş politikasına
sahip olup, ülke sınırlarının genişlemesinde ve ticaret ağının gelişmesinde önemli bir
yere sahip olan Mısır’a saldırır. İmparatorluk derecesine yükselmeyi isteyen bir
uygarlık için azla yetinilmemesi gerektiğinin farkındaydılar. Devam eden süreçte
belirli bir amacın gerçekleştirilmesine yönelmiş çeşitli faaliyetler sergileniyordu.
Belki amaç imparatorluk kurmak değildi ama bir büyüme prensibi oluşturmaydı.
İlkin düzenli faaliyetlerden meydana gelen bir yönetim politikası oluşturulurken
faaliyetlerin uyumlu ve sistemli olmasına dikkat ediliyordu. Bunun en bariz örneğini
yukarıda da belirttiğimiz gibi imparatorluğun kurucularının izlemiş olduğu
politikalardan anlıyoruz. Bu politika içerisinde imparatorlar istedikleri düzeni
73
kurmak, bozulmaya yüz tutmamak ve yaptıklarıyla uyumlu olmak için ellerinden
geleni yapmaya gayret etmişlerdir. Örneğin; İmparator olmak için belirlenen şartlar
içerisinde askeri bir disiplinle eğitilmek gerekiyorsa, bunu hemen icra ederlerdi. Bu
yüzden bir savaşa çıkıldığında imparator donanımlı bir şekilde savaşa gitmiş
oluyordu.
Bu
durumun
tarihi
bir
örneğini
vermek
gerekirse,
Osmanlı
İmparatorluğu’nun başındaki padişahlar başa gelmeden önce bir sancak beyliği
eğitiminden geçerlerdi. Bunu yapmalarındaki kasıt hem savaşa donanımlı bir
komutan olarak, hem de devletin başına geçecek yetkin bir devlet adamı yetiştirme
planlanmasıydı.
Ayrıca
imparatorluk
padişahları
da
kendilerinden
önceki
uygarlıkların savaş stratejilerini iyi bilmek zorundaydılar. Xerxes’in Yunanistan’a
sefer yapmak için gemilerden köprü yapmasını, Fatih’in karadan gemiler yürütmesi
olayında görüyoruz. Fatih Sultan Mehmet’in bu savaş stratejisini okuduğunu gösterir.
Tabi bu ilerleme politikası ve süreci daimi olmuyordu. Bir yerde açık
verilebiliyordu.
İmparatorluğu
kuranlar
onu
ne
zorluklara
kurduklarını
bildiklerinden, daima imparatorluğu korumaya çalışmışlardı. Sonradan gelen nesiller
biraz daha muhafazakâr oluyorlardı. Ama devam eden nesiller bu sürecin nasıl
işlediğini tam anlamadıklarından bu mirası rahat yok edebiliyorlar. Bunu
imparatorluğun sonlara doğru çökmesinde görüyoruz. İlerleyen zamanlarda başa
gelen yöneticilerin yayılımcı politikalardan vazgeçmesi ve imparatorluğu koruma
prensibinden vazgeçilmesi çökmeyi hızlandıran nedenlerden olmuştur. Pers
İmparatorluğu’nda çökmenin başlamasının en büyük nedeni imparator adaylarının,
politika ilminden yoksun olup siyasi olmayan faaliyetlere düşmeleridir. Son süreçte
ordunun başında savaşa gitmeme durumu ve bayanların siyaset üzerindeki entrikaları
bu çöküşü hızlandırmaktaydı. Böylece bir yönetim politikası kayboluyordu. Tekâmül
(ilerleyen) süreçli tarihte imparatorlukların genelinin yıkılışlarında uyumlu ve
bütüncül politikadan ayrılmaları etkili olmuştur.
Pers İmparatorluğu’nun hoşgörülü siyasetinde ise tüm halklara serbestîyet
verdiklerini görüyoruz. Feth ettikleri bölgelerdeki halklara sevecen davranmaları ve
onların
dininde
özgür,
kontrol
mekanizmasındaysa
özerk
bırakılmaları
imparatorluğun genişlemesinde büyük bir etkiye sahip olmuştur. Belki bunda en
büyük payı kralın direk tanrı değil de tanrıdan aldığı görevi gereği gibi yerine
getirme politikası yatmaktadır. Çünkü yıkılış sürecine kadar gelen tüm imparatorlar
74
fethettikleri ülkelerde oranın tanrılarına ve dini geleneklerine saygı göstermişlerdir.
Aksine Mısır firavunları kendilerini tanrı ilan edip halklarına hep zulüm etmişlerdir.
Pers İmparatorluğu’nun yıkılışından sonra Mısır’ı alan B. İskender de aynı saygıyı
göstermiştir. Ayrıca Persler o zaman için fevkalade olan satraplık sistemini yaygın
hale getirmişlerdir. Satraplık merkezlerine bir özerklik verip bir nevi içişlerinde
serbest bırakmıştır.
Tabi bu satraplık merkezleri yönetimden atanan memurlarca da idare edilip
teftiş ediliyorlardı. O zaman dahi bir müfettişlik sistemi vardı. Ve bu müfettişlik
sistemi yanında istihbarat sistemi de gelişmişti. İstihbarat sisteminin zamanın da
görevini yapabilmesi için de müthiş bir yol ağı kurulmuştur. Bu yol ağı ayrıca posta
sisteminin de gelişmesini sağlamıştır. Yani sistem işlerlikli bir politika izlerken ince
ayrıntılara dikkat edilmeye gayret edilmiştir. Bu yol ağının gelişmesi beraberinde
ticareti de geliştiriyordu. O yol ağlarının üzerine kurulan hanlar günümüz tesislerinin
bir prototipini teşkil ediyordu. Bu gibi temellendirilmiş sistemler, tekâmül dediğimiz
ilerlemeci tarihin örneklerini net bir şekilde sunuyor.
Aslında ilerlemeci tarihte
bazen jeopolitik öneme sahip merkezlerde hep gündemdeki yerini koruyor. Örneğin
Karadeniz suları bunun iyi bir fenomenini temsil eder. O zamanlarda Pers
imparatorluğu için geçiş güzergâhına ve stratejik bir konuma sahip olan Karadeniz,
yakın zamanda da sıcak sulara inmek isteyen Ruslar için de önemli bir konuma sahip
olup, günümüzde de halen bu stratejik ve jeopolitik önemini korumaktadır.
Aslında politika bir nevi boşluk kabul etmeyen ve bu politik boşluğun bir
devletin hasımları tarafından doldurulan siyasi fırsatçılığa dönüştürüldüğü bir
sistemdir. Yani bir tür fırsat değerlendirmesidir. Pers İmparatorluğu’nun yükselişinde
gördüğümüz gibi Medler’in politik boşluğunu çok iyi değerlendirip yükselişlerini
hızlandırmanın ilk adımını atmışlardır. Giriş kısmında da belirttiğimiz gibi politika
akıllı devlet adamını barındırmaya sahip olmalıdır. Çünkü baştaki devlet adamının
bir tavizi oluşan boşluğu doldurmaya çalışan başka fırsatçılar için müthiş bir açık
olur. Buna bir örnek verirsek Pers İmparatoru Artaxerxes II, ülkesine hükmedemeyip
satrapları üzerinde de gerekli otoriteyi kuramayınca zaten isyan için fırsat bekleyen
Mısır Devleti’ne ve diğer satraplık merkezlerine bir fırsat vermiş oluyordu.
Artaxerxes II, kendisinden öncekilerin yürüttüğü politikalardan uzak yaşayınca
imparatorluğu da bir felakete sürüklüyordu.
75
Bir devletin politikasını anlayabilmek için o devletin komşuları ile olan
ilişkilerini iyi gözlemlemek gerekir. Bölgesel olarak komşular ile iyi tutum içerisinde
olmak bir devletin en büyük politik stratejisi olmalıdır. Bölgesel birlik içerisinde
çevredeki her bir komşunun kaybı o devletin yok oluşu içinde bir risk teşkil eder.
Sonuç olarak yükselmenin zirvesine eren bir imparatorluk kendi sonunu da
hazırlamış oluyor. Çünkü geniş ve kozmopolitik bir coğrafyaya hükmetmek kolay
olmadığından yönetim mekanizmasındaki kopukluklardan dolayı bu son kaçınılmaz
olur.
76
KAYNAKÇA
Aiskhylos. (1968). Persler (Çeviren: Güngör Dilmen Kalyoncu) İstanbul: Milli
Eğitim Basımevi.
Allen, Lindsay (2005). The Persian Empire A History. London: The British Museum
Company Ltd.
Andre-Salvini, Beatrice. (2006). Babil. (1. Baskı) (Çeviri: Dost Kitabevi Yayınları)
Ankara: Dost Kitabevi Yayınları.
Aristo. (2007). Politika. (1. Baskı ) (Çeviren: Ersin Uysal) İstanbul: Dergâh
Yayınları.
Arrianos, Flavius. (2005). Aleksandrou Anabasis (İskender’in Seferi). (Çeviren:
Furkan Akderin) İstanbul: Alfa Yayınları.
Aydın, Mehmet (2005). Zerdüştlük Maddesi, Ansiklopedik Dinler Sözlüğü, Konya:
Damla Ofset A.Ş.
Bahar, Hasan (2009). Eski Çağ Uygarlıkları (1. Baskı). Konya: Mesa Yayınevi.
Bulaç, Ali (2006). Din ve Modernizm (2.Baskı) İstanbul: Yeni Akademi Yayınları.
Casabonne, Olivier (2007). Akamenid İmparatorluğu Büyük Kral ve Persler.
Arkeoatlas Dergisi Sayı:6
Çam, Esat (2000). Siyaset Bilimine Giriş. İstanbul: Der Yayınevi
Diakov V. – Kovalev S. (2008). İlkçağ Tarihi 1. Cilt Orta Doğu, Uzak Doğu, Eski
Yunan. (Çeviren: Özdemir İnce) İstanbul: Yordam Kitap Basın Yayın.
Dursun, Davut (2002). Siyaset Bilimi (1. Baskı) İstanbul: Beta Basım Yayım
Dağıtım A.Ş.
Eflatun (Platon). (2005). Devlet. (Hazırlayan: Yılmaz Yaşar) İstanbul: Karanfil
Yayınları.
Garthwaite, Gene R.(2005). The Persians. Usa: Blackwell Publishing
Günaltay, Şemsettin (1948). İran Tarihi C.1 En Eski Çağlardan İskender’in Asya
Seferine Kadar. Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi
77
H. McNeill, William. (2007). Dünya Tarihi. (12. Baskı) (Çeviren: Alaeddin Şenel)
Ankara: İmge Kitabevi
Head, Duncan (1992). The Achaemenid Persian Army. London: British Library:
Montvert Publications.
Herodotos (1973). Herodot Tarihi (1.Baskı) (Çeviren: Müntekim Ökmen) İstanbul:
Remzi Kitabevi.
Kılıç, Serap Özkan (2008). Pers Ordusu: Eskiçağ’dan Modern Çağ’a Ordular
Oluşum, Teşkilat ve İşlev (Editör: Feridun Emecen) İstanbul: Kitabevi Yayınları.
Ksenophon, (1998). Anabasis (Onbinlerin Dönüşü). (Çeviren: Tanju Gökcöl).
İstanbul: Sosyal Yayınlar.
Ksenophon, (2007). Kyroupaideia ( Kyros’un Eğitimi). ( Çeviren: Furkan Akderin).
İstanbul: Alfa Yayınları.
Lloyd, Seton (1998). Türkiye’nin Tarihi. Bir Gezginin Gözüyle Anadolu Uygarlıkları
(8.Baskı) (Çeviren: Ender Varinlioğlu). Ankara: Tübitak Yayınları.
Mansel, Arif M. (1971). Ege ve Yunan Tarihi. Ankara: Türk Tarih Kurumu
Basımevi.
Memiş, Ekrem (1993). Eski Çağ Tarihinde Doğu-Batı Mücadelesi. Konya: Selçuk
Üniversitesi Yayınları.
Olmstead, A.T. (1948). History Of The Persian Empire. Chicago, Usa: The
University Of Chicago Press,.
Özcan, Ahmet (2005). Teolojinin Jeopolitiği: Tarih, Din ve Devlet. Yarın Dergisi,
Sayı: 35 İstanbul: Toprak Bas. Yay. Ltd. Şti.
Plutakhos, (2006). Bioi Paralelloi. (Çeviren: Furkan Akderin) İstanbul: Alfa Basım
Yayım Dağıtım Ltd. Şti.
Plutarkhos, (2001). Büyük İskender Hayatı ve Savaşları, İstanbul: Kastaş Yayınevi
R. P. Mielke, Thomas (2002). Darius, (Çeviren: Atilla Dirim). Ankara: Yurt Kitap
Yayın.
Roaf, Michael (1996). Atlaslı Büyük Uygarlıklar Ansiklopedisi Mezopotamya ve
Eski Yakın Doğu C.9. (Çeviren: Zülal Kılıç) İstanbul: İletişim Yayınları.
78
Sarıkçıoğlu, Ekrem (2002). Başlangıçtan Günümüze Dinler Tarihi (4.Baskı) Isparta:
Fakülte Kitabevi.
Schimmel, Annemarie (1999). Dinler Tarihine Giriş ( Editör: Recep Kibar) İstanbul:
Kırkambar Yayınları.
Sever, Erol. (1996). Asur Tarihi. (2. Baskı) İstanbul: Kaynak Yayınları.
Sevin, Veli (1982). Anadolu Uygarlıkları, Görsel Anadolu Tarihi Ansiklopedisi C.2.
Görsel Yayınları.
Sevin, Veli (2001). Anadolu’nun Tarihi Coğrafyası 1, Ankara: Türk Tarih Kurumu
Yayınları.
Sinanoğlu, Mustafa (1998). Hürmüz: Tdv. İslam Ansiklopedisi, Cilt: 18 İstanbul:
Tdv Yayınları.
Souza, Philip de (2003). Essential Histories, The Greek and Persian Wars 499-386
B.C. Oxford (England): Osprey Publishing Ltd.
Taşkın, Ersen (1992). Eski Anadolu Tarihinde Persler, Yüksek Lisans Tezi, Konya:
Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.
Tekin, Oğuz (1997). Antik Nümismatik ve Anadolu (2.Baskı) İstanbul: Arkeoloji ve
Sanat Yayınları.
Tekin, Oğuz (2007). Eski Anadolu ve Trakya, Ege Göçlerinden Roma
İmparatorluğu’nun İkiye Ayrılmasına Kadar (1.Baskı)
İstanbul: İletişim
Yayınları.
Thukydides, (1972). Peleponnesliler ile Atinalılar’ın Savaşı I. Kitap (2.Baskı)
(Çeviren: Halil Demircioğlu). Ankara: Ankara Üniversitesi Basımevi.
Tolman, Herbert C. (1890-1908). Ancient Persian Lexicon and Texts. New York:
American Book Company.
Wieshöfer, Josef (2003). Antik Pers Tarihi (1.Baskı) (Çeviren: M. Ali İnci) İstanbul:
Telos Yayınları.
79
İnternet
www.Vikipedia, Antik Çağda Savaş: 02.08.10
http://upload.wikimedia.org/wikipedia/0/0e/battle_gaugamela_decisive.gif.
80
EKLER
Ek-1: Persler’in Coğrafi Sınırları
Kaynak : Roaf, 1996: 203
Ek-2: Ksenophon’un Takip Ettiği Yol Güzergahı
Kaynak : Ksenophon. Anabasis: 266
81
Ek-3: İmparatorluğun Yol Ağı
Kaynak : Roaf, 1996: 212
82
Ek-4A: İmparatorluğun Satraplık Merkezleri ve Ödenen Vergiler
Kaynak : Roaf, 1996: 208
83
Ek-4B: İmparatorluğun Satraplık Merkezleri ve Ödenen Vergiler
Kaynak : Roaf, 1996: 209
84
T.C.
SELÇUK ÜNİVERSİTESİ
Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü
ÖZGEÇMIŞ
Adı Soyadı:
Doğum Yeri:
Doğum Tarihi:
Medeni Durumu:
Öğrenim Durumu
Derece
İlköğretim
Yavuz ARSLAN
VAN
10/04/1979
BEKÂR
Ortaöğretim
Ş.İ. Karaoğlanoğlu
Lise
Mehmet Akif Ersoy
Lisans
Selçuk Üniversitesi
Yüksek Lisans
Selçuk Üniversitesi
Becerileri:
İlgi Alanları:
İş Deneyimi:
Aldığı Ödüller:
Hakkımda bilgi almak için
önerebileceğim şahıslar:
Tel:
E-Posta:
Adres
Okulun Adı
Ş.İ. Karaoğlanoğlu
Program
Yer
VAN
Yıl
19851990
VAN
19901993
Sözel
VAN
19931996
Arkeoloji KONYA 20012005
Eski Çağ KONYA 2007Tarihi
2010
Download