immün sistem baskılanmış hastalarda antibiyotik profilaksisinin yeri

advertisement
T.C
EGE ÜNİVERSİTESİ
TIP FAKÜLTESİ
TIBBİ FARMAKOLOJİ ANABİLİM DALI
İMMÜN SİSTEM BASKILANMIŞ HASTALARDA
ANTİBİYOTİK PROFİLAKSİSİNİN YERİ VE ÖNEMİ
BİTİRME TEZİ
Stj. Dt. Ahmet ÖZDEMİR
Danışman Öğretim Üyesi: Prof. Dr. Mehtap KÖKSAL
İZMİR - 2015
ÖNSÖZ
Mezuniyet tezimin tüm aşamalarında beni yönlendiren, her türlü bilgi ve ilgisi
ile bana destek olan, danışman hocam Prof. Dr. Sayın Mehtap KÖKSAl 'a minnet ve
teşekkürlerimi sunarım. Ayrıca eğitim hayatım boyunca ve tüm hayatımda bana
destek olan ailem ve dostlarıma teşekkür eder saygılarımı sunarım.
İZMİR-2015
Stj. Dt.Ahmet ÖZDEMİR
ii
İÇİNDEKİLER
ÖNSÖZ
TABLOLAR DİZİNİ
1. GİRİŞ VE AMAÇ .................................................................................................. 1
2. İMMÜN SİSTEM ................................................................................................. 2
2.1. Antijen ............................................................................................................. 3
2.2. İmmün Yanıtın Özellikleri .............................................................................. 3
2.3. İmmün Tolerans ............................................................................................... 5
2.4. İmmün Sistemin Organları ve Hücreleri ......................................................... 6
2.5. Antikorlar ........................................................................................................ 7
2.6. Sitokinler ......................................................................................................... 8
2.7. Kemokinler .................................................................................................... 10
2.8. Hücre Adezyon Molekülleri .......................................................................... 11
3. İMMÜN SİSTEMİ BASKILAYAN DURUMLAR ........................................... 12
3.1. İmmün Sistemi Baskılayan Hastalıklar .......................................................... 12
3.1.1. Agmmaglobulinemi .............................................................................. 12
3.1.2. Agranulositoz ....................................................................................... 12
3.1.3. Aplastik anemi...................................................................................... 13
3.1.4. Sistemik lupus eritematozus ................................................................. 15
3.1.5. Kontrol Edilemeyen Diabet .................................................................. 16
3.2. İmmün Sitemi Baskılayan İlaçlar ................................................................... 17
3.2.1. Kortikosteroidler .................................................................................. 17
3.2.2. Stostatik ajanlar .................................................................................... 18
3.2.3. Kalsinörin İnhibitörleri ......................................................................... 19
3.2.4. Plazmaferezis ve İmmümadsorban Tedavi .......................................... 20
4. PROFİLAKTİK ANTİBİYOTİK KULLANIMI .............................................. 22
4.1. Profilaktik tedavinin avantajlar ...................................................................... 23
iii
4.2. Profilaktik tedavinin dezavantajları................................................................ 23
4.3. Dişhekimliğinde profilaktik antibiyoterapinin endikasyonları....................... 24
4.4. Profilaksi gerektiren dental işlemler............................................................... 25
4.5. Antibiyotik profilaksisi gerektirmeyen dental işlemler .................................. 26
4.6. Profilaktik Antibiyotik Seçimi ....................................................................... 26
4.7. Önerilen Son Profilaksi Rejimindeki Önemli Değişiklikler........................... 28
5. İMMÜN SİSTEM BASKILANMIŞ HASTALARDA PROFİLAKSİ
KRİTERLERİ ..................................................................................................... 30
6. SONUÇ .................................................................................................................. 34
KAYNAKLAR ......................................................................................................... 35
ÖZGEÇMİŞ .............................................................................................................. 39
iv
TABLOLAR DİZİNİ
Tablo 2.1. İmmün Sistemin Organları ve Hücreleri .................................................. 6
Tablo 4.1. Profilaktik Antibiyotik Kullanım Tablosu .............................................. 27
v
1. GİRİŞ VE AMAÇ
Diş hekimliği pratiğinde kanamaya neden olan bütün işlemler, hasta kan
dolaşımında geçici bir bakteriyemi oluşturur. Bakteriyemi, her türlü cerrahi
müdahale sırasında oluştuğu gibi, diştaşı temizliği, kron preperasyonu, ortodontik
bant yerleştirilmesi gibi invaziv sayılmayacak pek çok işlem yapılırken de ortaya
çıkabilir .Dişhekimliği uygulamalarında ağızdaki dokularının kanamasına bağlı
olarak gelişen bakteriyemi geçici bir tablodur ve nadiren 15 dakikadan daha uzun
sürer.
Sağlıklı bireylerde bu durum her hangi bir sorun yaratmaz ve bir terapötik
yaklaşımı gerekli kılmaz. Ancak, bazı hastalarda, oral bakterinin hematolojik
yayılımı, vücudun diğer organlarında “metaztazik” enfeksiyonların gelişmesine
neden olabilir. Bu grup içerisinde immün sistem baskılanmış hastalar ,bakteriyel
endokardit riski taşıyan hastalar ile, bazı eklem protezi taşıyan hastalar yer alırlar.
Oluşacak bakteriyeminin hasta için bazen hayati risk taşıyabileceği bu
durumların önlenebilmesi için, preoperatif, profilaktik antibiyotik kullanılması
endikedir.
Bu derlemede diş hekimliğinde immün sistem baskılanmış hastalardan ve bu
durumlarda bakteriyemi oluşturabilecek işlemler öncesinde uygulanacak profilaksi
kriterlerinden bahsedilecektir.
2. İMMÜN SİSTEM
İmmünite, yabancı ve zararlı olan her türlü maddeye (mikroorganizma, protein ve
polisakkarid gibi) karşı organizmanın verdiği reaksiyonu tanımlayan bir kavramdır.
İmmün yanıt yabancı madde ile karşılaşmada immün sistem hücre ve
moleküllerinin karşılıklı ve düzenli etkileşimleriyle ortaya çıkan savunmadır. İmmün
yanıtı başlatan yabancı maddeler antijen veya immünojen olabilir. İmmünojen terimi,
sadece immün yanıt oluşturma yeteneğindeki herhangi bir madde için kullanılır.
Antijen ise daha ziyade bir molekülün, spesifik immünitenin ürünleri ile reaksiyona
girebilme yeteneğini tanımlar, her zaman spesifik immüniteyi oluşturması beklenmez.
Bütün immünojenlerin antijen olduğu ifade edilir, ancak bunun aksi her zaman geçerli
olmayabilir. Yeryüzünde yaklaşık 109 sayıda antijenin var olduğu kabul edilmektedir.
Hastalık yapan mikroorganizmaların çoğu iyi bir antijen yapısındadır.
İmmün yanıt normalde bireyi infeksiyonlardan ve yabancı olan maddelerden
korur. İmmün sistem vücudun hemen her yerinde karşılaştığı sayısız yabancı antijene
karşı savunma yapmak zorundadır. Bu nedenle immün sistem hücrelerinin kan, lenf
ve dokular arasında dolaşabilme ve gerekli bölgelerde yerleşebilme özellikleri
savunmada dinamik bir ağ oluşturur. Antijenin vücuda giriş yeri,oluşacak immün
yanıtı etkiler. Deri yoluyla alınan antijenler, bu dokudaki makrofajlar (Langerhans
hücre) ile tanınır ve lenfatik yoldan bölgesel lenf düğümlerine taşınır ve immün yanıt
hem antijenin giriş yerinde hemde ilişkili lenf bezinde başlar. Kan dolaşımı ile giren
antijenler dalaktaki makrofajlarca tanınır. Solunum yolu, gastrointestinal kanal
mukozasından girenler ise bölgedeki mukoza ilişkili lenfoid doku ile temas eder ve
burada gerekli immün yanıt gelişir. İmmün yanıt nerede başlamış olursa olsun kan ve
lenf yolu ile diğer bölgelere ulaşır. (1)
2
2.1. Antijen
Organizmaya girdiklerinde immün yanıt oluşturan ve sonucunda ortaya çıkan
antikor ve hücre yüzey molekülleri ile birleşme özelliği gösteren, organizmanın
yapısına yabancı olan maddelerdir. Antijenin özgüllüğünü belirleyen ve kendisine
özgül
olan
antikorları
ile
birleşmesini
sağlayan
kimyasal
grup/gruplara,
epitop/epitoplar adı verilir. Bir antijen molekülünün birden fazla epitopu bulunur.
Antijenin immünojenitesini belirleyen pekçok özellik vardır. Antijene ait olanlar;
kimyasal yapı ve heterojenite, konak için yabancı olma, konakta kalıcı olma,
moleküler ağırlık, elektriki yük, antijenin dozu ve giriş yolu. Konakçıya ait
özellikler; genetik ve yaş olarak ifade edilir. Antijenler, protein, karbonhidrat, lipid,
nükleik asit yapısında olabilir. Timus (T lenfosit) bağımlı antijenler protein
yapısındadır.
Timus
bağımsız
olanlar
lipid,
polisakkarid
yapısındadır.
Mikroorganizma antijenleri dışında, izoantijenler (kan grubu antijenleri ve doku
uygunluğu antijenleri) aynı türdeki canlılarda bulunan ancak farklı yapıdaki
antijenlerdir. Normal şartlarda vücudun kendine ait antijenlere (otoantijenler) immün
cevap oluşmaz. Bazı patolojik durumlarda otoantijenlerin fiziksel ve kimyasal
özelliklerinde değişiklikler sonucunda immün cevap oluştuğunda otoimmmün
hastalıklar gelişebilir. Hapten tek başına antikor yanıtı oluşturmayan, taşıyıcı
(carrier) ile birlikte olduğunda immün yanıta yol açabilen kimyasal moleküllerdir. (2)
2.2. İmmün Yanıtın Özellikleri
Spesifite: Antijenlerin lenfositler tarafından spesifik olarak tanınan kısımlarına
"antijenik determinant" ya da epitop adı verilir. Henüz spesifik antijen ile karşılaşmamış
3
bir konakçıda her türlü antijeni tanıyıp reaksiyon verebilecek, antijen spesifik lenfosit
klonları bulunur. Yabancı antijen organizmaya girdiğinde kendine özgü yüzey
reseptörünü taşıyan lenfosit klonunu seçer ve aktive olur, çoğalır bir kısmı bellek
hücresi, bir kısmı hafıza hücresi olarak farklılaşır. Bu olaya "primer immün yanıt" denir.
Aynı antijen ile tekrar karşılaşmada; önceki karşılaşmada gerçekleşen immünizasyon
sonucu, antijen spesifik lenfositlerin klonal olarak genişlemesi ile immün yanıt daha
erken ve daha kuvvetli gelişir. Buna "sekonder immün yanıt" adı verilir.
Çeşitlilik (Diversity): Memelilerde immün sistemin 109 farklı antijeni tanıma
kapasitesi bulunduğu düşünülmektedir (3). Bu özellik "Lenfosit Repertuarı" olarak
bilinir. Bir klondaki lenfositlerin antijeni tanıyan reseptörleri aynıdır. Her lenfosit
klonunun antijen reseptöründe antijen bağlanma yerinin farklı olması repertuarın ne
kadar geniş olabileceğini göstermektedir. (4)
Hafıza (Bellek): İmmün sistemin bir antijenle tekrar karşılaşmasında daha kuvvetli
ve hızlı immün yanıtını sağlar. Bu özelliğe immünolojik bellek veya immunolojik hafıza
denilir. Antijene her maruziyet o antijen için spesifik olan klonun veya klonların artmasına
yol açar. Antijenik uyarı ile oluşan bellek hücreleri uzun ömürlüdür. (5)
Otoregülasyon: Antijenik uyarıyı takiben normal immün yanıt kendi kendini
sınırlar. İmmün yanıtın amacı zararlı olanı ve onu taşıyan hücreyi yok etmektir.
Amacına ulaştığında antijenik uyarı ortadan kalkmış olacağından immün yanıt
tamamlanmış olur. (6)
Kendini (self) yabancı olandan ayırt etme (self-non self ayrımı): İmmün
sistem kendine ait olan antijenleri yabancılardan ayırt etme özelliğini lenfositlerin
gelişme sürecinde primer lenfoid organlarda kazanır. Kendine ait yapılara karşı
immün yanıt vermez. Bu duruma self tolerans veya immün tolerans denir. Self
toleransın bozulması ile otoimmün hastalıklar gelişebilir.
4
2.3. İmmün Tolerans
İmmün yanıtı tetikleyen antijenlere immunojen, tolerans sağlayan antijenlere
tolerojen adı verilir. Başlıca tolerans gösterilen antijenler self antijenler, besin
maddeleri, kommensal bakterilerdir. İmmün yetenekli konakçının kendi (self)
antijenlerine karşı immün yanıt oluşturmaması,'self tolerans'olarak ifade edilir. İki
şekilde gelişir.
a. Santral tolerans; T lenfositlerin timusta olgunlaşma sürecinde self
antijenlerle reaksiyona giren immatür lenfositler yok edilir (klonal delesyon). Kemik
iliğinde ise immatür B lenfositlerin delesyonu ve reseptör editing (kurgulama) ile
santral B hücre toleransı sağlanır.
b. Periferik tolerans; Timusta delesyondan kaçan self reaktif lenfositler,
periferik lenfoid organlarda klonal anerji, klonal ignorance, regülatör T hücreleri ve
süpresör sitokinler gibi bazı mekanizmalarla kontrol altında tutulurlar. Periferik
lenfoid organlarda self reaktif olan matür B lenfositler anerji, delesyon ve folliküler
dışlama gibi mekanizmalarla periferik B hücre toleransı gerçekleşir.
İmmün sistem ile hiç karşılaşmamış olan self antijenler (sekestre antijenler),
bulundukları dokularda travma, infeksiyon, inflamasyon veya iskemi gibi nedenlerle
ortaya çıkabilir. Bu self antijenlerin ilk kez immün sistem ile karşılaşması spesifik
immün yanıtı oluşturur ve klinik patolojiler ortaya çıkar. Örneğin sempatik oftalmi,
orşit ve deneysel ensefalit.
Tolerans mekanizmalarındaki bozukluklar sonucu vücudun kendi yapılarına
karşı kontrol edilemeyen yanıtı, otoimmün reaksiyonlar ve doku/organ hasarı ile
sistemik veya organa özgü 'otoimmün hastalıklar' ortaya çıkabilir.
5
2.4. İmmün Sistemin Organları ve Hücreleri
İmmün sistemin organ ve dokuları başlıca iki grupta toplanır.1- Santral lenfoid
organlar: kemik iliği ve timus,lenfositlerin tüm özelliklerini kazanarak olgunlaştığı
organlardır. 2- Periferik lenfoid organlar: dalak, lenf bezi, mukozal lenfoid doku
(mucosa associated lymphoid tissue, MALT), edinsel immün yanıtın başladığı
organlardır. İmmün hücreler santral organlarda olgunlaşır, periferik organlarda
görevlerini yaparlar (7). İmmün sistemin tüm hücreleri tek bir kök hücreden gelişir.
Kemik iliğinde pluripotent hemotopoetik kök hücreden daha özelleşmiş iki farklı öncül
hücre oluşmaktadır. Bunlar myeloid progenitör hücre ve lenfoid progenitör hücredir.
Myeloid progenitor hücreden eritrosit, trombosit, granülosit, monositler ve mast
hücreleri gelişmektedir. Lenfoid progenitor hücreden lenfositler (T ve B) gelişmektedir.
Tablo 2.1. İmmün Sistemin Organları ve Hücreleri
Myeloid progenitör hücre
Lenfoid progenitör
hücre
Eritrosit
Trombosit
Granülosit
• Nötrofil • Eozinofil
• Bazofil
Hematopoetik kök
Monosit/Makrofaj
Lenfosit
hücre
• Kupffer hücresi (karaciğer)
• T lenfosit • B lenfosit
• Alveolar makrofajlar (akciğer)
• Mikroglial hücreler (santral sinir sistemi)
• Osteoklast (kemik)
• Langerhans hücreler (epidermis)
Mast hücresi
6
2.5. Antikorlar
Antijenlere karşı plazma hücrelerinde üretilen ve antijenleri ile birleşme
özelliğine sahip spesifik globulinlerdir. İmmünglobulin adı ile de anılan bir antikor
molekülü 2 ağır ve 2 hafif zincirden oluşur. İki hafif zincir ayrı ayrı disülfid bağları
ile ağır zincire bağlanır. Ağır zincirler de disülfid bağları ile birbirine bağlanır. Beş
tip ağır zincir (,,,, ) sırasıyla IgG, IgA, IgM, IgE ve IgD moleküllerini temsil
 zincirinin alt tipleri (1,2, 3,4) ve  zincirinin alt tipleri (1,2)
bulunmaktadır ve sırasıyla IgG1, IgG2, IgG3, IgG4 ve IgA1, IgA2'yi ifade
etmektedir. Antikorların ana tipleri ve alt tipleri izotip olarak da bilinir. Hafif
zincirler yapısal özelliklere göre iki tiptir (lambda:  ve kappa: ). Bir
immünglobulin molekülünde iki adet ya lambda yada kappa bulunur her ikisi aynı
immünglobulin molekülünde bulunmaz. İmmünglobulinin iki adet aynı yapıya sahip
antijen bağlayan bölgesi (Fab: Fragment antigen binding) ve fagozitlere ve
komplemana bağlanabilen kısmı (Fc: Fragment crystallizable) bulunur. Antijen
bağlayan bölgede hem hafif, hem ağır zincir bulunur. Değişken (variable) ve sabit
(constant) olan iki bölge içerir. Değişken bölgedeki amino asit diziliş farklılığı
antijen cevabın spesifik olmasını sağlar. Fc parçasında ise sadece ağır zincir bulunur
ve immünglobulin tipini belirler. (8)
Antikor Reseptörleri
Antikorlar kompleman aktivasyonu, opsonizasyon gibi etkilerini, çeşitli hücre
yüzeylerinde
bulunan
reseptörlerle
gerçekleştirirler.
En
iyi
tanımlananlar:
mononükleer hücrelerde, nötrofillerde ve NK hücrelerde bulunan Fc reseptörü
7
(Fc RI, Fc RII, Fc III) ve mast hücreleri ve bazoofil hücrelerde bulunan Fc
reseptörüdür. (Fc I, Fc II) Fc reseptörleri kompleman reseptörleri (CR1 ve CR2)
ile birlikte immün kompleks klirensinde önemli rol oynarlar. Fc reseptörler IgE ile
birleşerek hücreleri duyarlı duruma geçirirler. Antijen ile IgE birleştiğinde reseptör
bulunan hücrede degranülasyon ve sonucunda allerjik reaksiyonlar gelişir.
Primer ve Sekonder İmmün Yanıt
Primer immün yanıt, bir antijene ilk maruziyeti takiben haftalar (6-10 gün)
içinde gelişir. Antikor izotipi genellikle IgM>IgG antikorudur. Düşük affinitelidir.
Sekonder immün yanıt, aynı antijen ile tekrar karşılaşmada daha hızlı (1-3 gün) ve
daha güçlü gelişir. IgG, bazen IgA veya IgE tipi antikor üretilir. Yüksek affinitelidir.
2.6. Sitokinler
Sitokinler, hücreler arasındaki iletişimi sağlayan protein yapısında aracı
moleküllerdir. Sitokin terimi, hücre ve hormon anlamına gelen kelimelerden oluşur.
İmmün sistemin hormonları gibi düşünülmüş, ancak birçok özellikleri ile endokrin
hormonlardan ayrılırlar. Sitokinler endokrin glandlardan değil, çeşitli hücrelerden
salgılanırlar. Çoğu salgılandığı mikroçevrede etkisini gösterir (otokrin veya parakrin
etki). Hormonlar ise uzak dokularda etki gösterirler (endokrin etki). Sitokinler
immün sistem hücrelerinin gelişmesi, farklılaşması ve aktivasyonunda, antijen
sunumu, adezyon moleküllerinin ekspresyonu, akut faz yanıtları gibi immün yanıtın
ve inflamasyonun her safhasında, hücre ölümünde, hematopoez ve yara iyileşmesi
gibi birçok biyolojik olaylarda hücreler arasındaki ilişkileri düzenleyen yüksek
düzeyde spesifik solubl proteinlerdir. Esas olarak Th hücreleri ve makrofajlar olmak
8
üzere hem spesifik, hem de doğal immün sistem hücrelerince salgılanırlar. Sitokinler
antijen spesifik olmadıkları halde yapımları ve salgılanmaları antijen uyarısına
bağlıdır. Genel olarak önceden yapılmış moleküller olarak depolanmazlar.Etkilerini
spesifik reseptörlerine bağlandıkları zaman gösterirler. Sitokinlerin hedef hücresi,
sitokini salgılayan hücrenin kendisi olabilir veya daha sıklıkla yakınındaki bir hücre
olabilir (9). IL-1 ve TNF ayrıca salgılanmadan, üretildikleri hücrenin membranına
bağlı durumda iken hedef hücredeki reseptöre bağlanarak etkilerini gösterebilirler.
Sitokinlerin Özellikleri:
• Hücrelerde büyüme,farklılaşma, aktivasyon,kemotaksi, apopitoz, fibrozis gibi
etkiler yapabilir.
• Uyarı ile geçici bir süre salgılanır ve etkisi kısa sürelidir. Kendi kendini
sınırlar.
• Normal hücre fonksiyonlarının seyri sırasında salınırlar (özellikle antijen,
immün kompleksler, kompleman, enzim veya diğer sitokinlerin uyarılarına cevap
sırasında ).
• Sistemik dolaşımda inaktif durumdadır. Etkilerini yüksek konsantrasyonda
spesifik yüksek affiniteli reseptörlerine bağlandıkları zaman gösterirler.
• Aynı hücre farklı sitokinler salgılayabilir. Farklı sitokinlerin hücre düzeyinde
etkileri aynı veya benzer olabilir.
• Bir sitokin farklı hücreleri etkileyebilir. Farklı hedef hücrelerde çok yönlü
biyolojik etkileri oluşturma "Pleiotropy" özelliğine sahiptir.
• Bir sitokin diğer sitokinlerin ekspresyonunu uyarır veya baskılayabilir:
Sitokinler sinerji etkisi gösterebilir (iki sitokinin bir hücreye toplam etkisinin, her bir
sitokinin tek başına etkilerinin toplamından daha fazla olmasıdır). Sitokinler
9
antagonistik etki gösterebilir (bir sitokin tarafından oluşturulan etkinin diğer bir
sitokince engellenmesi veya baskılanmasıdır).
• Sitokinler sadece immün hücrelerde değil, tüm hücrelerde etki yapabilir.
• Sitokinler kontrollü iletişim ağını devam ettiriler.
2.7. Kemokinler
Lökositler
için
kemotaktik
özelliği
olan
sitokin
ailesidir.
Hücre
kemotaksisinde rolleri nedeniyle bu ismi almalarına karşın immün yanıtın birçok
safhasında etkilidirler. İnflamasyon bölgesine lökositlerin göç etmesinde önemli rol
oynarlar; integrinleri aktive ederek dolaşımdaki lökositlerin vasküler endotelyuma
adezyonlarını
sağlarlar,
lökositleri
endotel
bağlantı
bölgelerine
yönelterek
inflamayon bölgesine ulaşmalarına yardım ederler. Genellikle hücre içinde hazır
olarak bulunmaz (10). LPS, IL-1,TNF, mitojenler gibi etkenlerle indüklendiklerinden
başlıca monosit-makrofaj ve endotel hücrelerince üretilirler.
Kemokinlerin fonksiyonlarına göre sınıflandırma:
• İnflamatuar kemokinler: indüklenebilir olanlar
• İmmün kemokinler: immün sistemin gelişmesi, devamlılığı ve fonksiyonu
için gereklidirler. Homeostazda, lenfoid fonksiyonlarda görev alırlar.
Kemokinlerin Fonksiyonları
• Lökositlerin inflamasyon bölgesinde birikimi
• Lökositlerin aktivasyonu
• Monosit-makrofaj birikimi
10
• T lenfosit birikimi
• Mast hücrelerinin gelişimi ve mast hücre birikimi
• Akut fazda mast hücresi degranülasyonunun uyarılması
• Akut inflamasyonda mast hücrelerinde kemokin reseptörlerinin ekspresyonu
Çeşitli biyolojik olaylarda düzenleyici olarak görev alan 50'nin üzerinde
kemokin üyesi ve 20'nin üzerinde reseptörü tanımlanmıştır. Küçük moleküllü (8-14
dalton) olup, yapısal olarak birbirine benzerler. Kemokin molekülünün Nterminalindeki sistein aminoasidinin pozisyonuna göre CXC, CC, C, CX3C olarak
isimlendirilirler.
2.8. Hücre Adezyon Molekülleri
Hücrelerin diğer hücrelerle ve ekstrasellüler matriks ile temas
ve
etkileşimlerini sağlayan bazı moleküllere hücre adezyon molekülleri adı verilir.
Lökositler ve damar endoteli üzerinde bulunan bu moleküller dolaşımda ve bazı
vücut sıvılarında serbest olarak bulunabilir ve bunlar da solubl adezyon
molekülleridir (7,8).
Adezyon molekülleri; embriyonal gelişim, lenfosit gelişimi,farklılaşması,
proliferasyonu, normal doku yapısının devam ettirilmesi, rejenerasyon ( yara
iyileşmesi), lökosit göçü, inflamasyon ve metastaz gelişimi gibi olaylarda rol
oynarlar.
Hücre adezyon molekülleri bazı özelliklerine göre gruplandırılmaktadır.
Başlıcaları; immünglobulin süper ailesi, integrinler, selektinler, musin benzeri
adezyon molekülleri olan kadherinlerdir.
11
3. İMMÜN SİSTEMİ BASKILAYAN DURUMLAR
3.1. İmmün Sistemi Baskılayan Hastalıklar
3.1.1. Agmmaglobulinemi
X'e bağlı agammaglobulinemi, Bruton tirozin kinaz (BTK)'ı haritalayan
gendeki mutasyona bağlı olarak B lenfosit gelişiminin durması sonucunda B
lenfositlerinin eksikliği ile karakterizedir. Yineleyen bakteriyel enfeksiyonlar en sık
rastlanan klinik belirtilerdir. Aşıya bağlı paralitik poliomyelit veya dermatomyozitmeningoansefalit
sendromuna
yol
açan
enterovirüsler
dışında
diğer
viral
enfeksiyonlar sorun yaratmaz. Lenfoid hipoplazinin varlığı, üç ana serum
immünglobulin düzeyinde belirgin azalma, antijenik uyarıya antikor yanıtının
olmaması ve periferik kanda B lenfositlerinin çok az sayıda olması tanıda yarar
sağlar. IVIG tedavide tek seçenektir. Süt çocuğunun geçici hipogamaglobulinemisi,
immünglobulin sentezinin gecikmesiyle karakterizedir. Eşlik eden birkaç hastalık
tablosu ile heterojen seyreder. Süt çocukluğunda serum immünglobulin düzeyleri
düşük olup, bebekler asemptomatik olabilirler veya yineleyen enfeksiyonlar
görülebilir. Klinik düzelme 9-15 aylık iken olur iken immünglobulinler 2-4
yaşlarında normal düzeye yükselir. (11)
3.1.2. Agranulositoz
Agranülositoz, vücutta ani ve sık gelişebilen tehlikeli bir lökopeni (akyuvar
sayısının azalması)dır Aslında agranülositlerin artması anlamında olsa da genellikle
12
granülosit sayısının azalması olarak kullanılır. Granülositopeni ile yakın anlamdadır.
Granülositsayısının (bu sınıf nötrofil, bazofil ve eozinofilleri içerir) 500/ml’nin
altında olmasıdır.
Agranülositoz, asemptomatik olabileceği gibi ani ateş ve boğaz ağrısı ile de
kendini gösterebilir.Herhangi bir organın çok hızlı ilerleyen enfeksiyonu da olabilir.
(Örn:pnömoni, idrar yolları enfeksiyonu). Hızlı bir şekilde sepsis de gerçekleşebilir.
Çok sayıda ilaç da agranülositoz sebebi olabilir. Antiepileptikler, tiroid
baskılayan ilaçlar (karbimazol, metimazol),metamizol, antibiyotikler (penisilin,
kloramfenikol vekotrimaksazol), sitotoksik ilaçlar, altın, NSAIDler (indometazin,
naproksen, fenilbütazon), bazı antipiskotikler (atipik antipsikotik olan klozapin)
agranülositoza yol açabilir.Mirtazapin kullanan bazı hastalarda akyuvar sayısında ve
mutlak nötrofil sayısında düşme görülmüştür.
Fakat bu reaksiyon genellikle idiyosenkratiktir, bununla birlikte uzmanların
hastaları, agranülositoza bağlı enfeksiyonlar konusunda, özellikle ateş ve boğaz
ağrısına karşı uyarmaları gerekmektedir. (12)
3.1.3. Aplastik anemi
Aplastik anemi (AA) anormal infiltrasyon ve retikülin lif artışı olmaksızın
hiposellüler kemik iliği ve pansitopeni ile seyreden idyopatik/idyosenkrazik veya
kalıtsal bir kemik iliği yetersizliği hastalığıdır. Yıllık insidansı milyonda 2-4’tür. Her
yaş grubunda görülmekle birlikte genç erişkinlerde daha sık görülür. Sıklık 60 yaş
üzerinde ikinci bir zirve yapar. Kemik iliğinde tahmin edilebilir şekilde kalıcı ya da
geçici aplazi yapabilen durumların AA kapsamında incelenmemesi, ilaca ya da
hastalığa bağlı ilik aplazisi olarak adlandırılmaları daha uygundur. Aplastik anemi
13
semptomları, düşük kan hücresi sayısından kaynaklanır. Bir kişinin semptomlarının
şiddeti, sahip olduğu kan hücresi sayısına bağlıdır.
-Düşük alyuvar sayısı, kişinin yorgun veya zayıf hissetmesine, nefessiz
kalmasına ve solgun gözükmesine neden olabilir.
-Düşük akyuvar sayısı, sık veya şiddetli enfeksiyonlara neden olabilir.
-Düşük platelet sayısı, kolay kanamaya veya cilt altında kızarma ve kırmızı
noktalara (peteşi) veya durdurulması zor kanamalara neden olabilir.
Orta şiddette aplastik anemisi olan bir kişide, bu semptomlar hafif veya orta
şiddette gözlemlenebilir. Şiddetli veya çok şiddetli aplastik anemisi olan bir kişide,
enfeksiyonlar veya kanamalar hayatı tehdit edici şiddette olabilir.
İdyopatik AA, kemik iliğinin otoimmun bir hastalığı olarak kabul
edilmektedir. Çoğu olguda altta yatan neden bulunamaz. Tetikleyici bir faktörün ön
planda olduğu nadir bazı durumlarda kök hücre hasarının bu etmenin uyardığı
idiosenkrazik otoimmun mekanizmalarla oluştuğu ileri sürülmektedir (13). AA ile en
sık ilişkilendirilen etmenler arasında, ilaçlar (antibiyotikler, antiinflamatuar ilaçlar,
antikonvülzanlar, antitiroid ilaçlar, antidepresanlar, oral antidiyabetikler ve
antimalariyaller), virüsler (hepatit) ve kimyasal toksinler (benzen ve pestisidler) yer
almaktadır. Klinik bulgular sitopenilere bağlı olarak gelişir. Belirti ve bulgular
aniden ortaya çıkabileceği gibi hastalık sinsi başlangıçlı da olabilir. Efor dispnesi,
halsizlik, kanama eğilimi, kolay çürük oluşumu, dişeti kanaması, hipermenore, ateş,
tekrarlayan infeksiyonlar sık izlenen bulgulardır. İnfeksiyon etkeni çoğu kez
bakteriyeldir. Uzamış nötropenide mantar infeksiyonları da akla gelmelidir. Fizik
muayenede solukluk yanısıra ve peteşi, ekimoz gibi kanama bulgularının varlığı
saptanabilir. AA organomegali ve lenfadenopatiye yol açmaz. (14)
14
3.1.4. Sistemik lupus eritematozus
Sistemik lupus eritematozus (SLE), immün sistem ilişkili doku hasarı ile
seyreden multisistemik otoimmün bir hastalık olup, antinükleer antikor varlığı ile
karakterizedir. SLE de cilt, eklemler, böbrek, akciğer, kardiyovasküler sistem, sinir
sistemi, seröz membranlar ve hematolojik sistem tutulabilir. Oldukça heterojen bir
hastalık olup, her hastada farklı klinik özelliklerle kendini gösterebilir. Hastalık pek
çok olguda remisyon ve relapslarla seyretse de, bazı hastalarda kronik aktivite
paterni gösterebilir. SLE kadınlarda erkeklere oranla çok daha yaygındır (9:1), en sık
doğurganlık çağındaki kadınlarda görülür. Prevalansı oldukça değişkendir; Kuzey
Avrupa da 100.000 kişide 40 hasta iken, siyahlarda bu oran 100 000 kişide 200
hastadır. Etiyolojisi tam olarak bilinmese de multifaktöriyel olduğu açıktır. Genetik,
hormonal, immünolojik ve çevresel faktörlerin SLE nin patogenezinde rol aldığı
düşünülmektedir.
SLE’nin temel patolojik ozelliği inflamasyon ve vaskuler patoloji; immun
kompleks depolanması ve vaskulit/vaskulopati ile ortaya cıkar. SLE’da pek cok
patolojik bulgu varlığına rağmen tanıya katkıları aynı olcude değildir. SLE tanısını
kuvvetle duşunduren bir bulgu, hematoksilen cisimciklerin varlığıdır. Bunlar butun
organlarda değişik buyukluklerde, hematoksilen eosin boya ile oval kırmızımsı-mor
homojen materyal olarak gorulur ve dejenere olmuş kromatin agregatlarına
benzerler. İceriğinde DNA ve immunglobulin bulunur (15).
Hematoksilen
cisimcikler,
parcalanmış
nukleus
artıklarıyla
nukleus
proteinlerine karşı antikor ilişkisini yansıtır ve polimorf nuveli lokositlerce fagozite
edilmeleri karakteristik “LE” (lupus eritematozus) hucresini oluşturur. En carpıcı
patoloji fibrinoid nekrozdur, ozellikle arter, arteriol ve kapillerleri etkiler. Daha az
15
spesifik olan diğer bulgu “onion skin” (soğan zarı), dalağın lenf follikulundeki
santral arterlerin konsantrik bağ dokusu ile sarılmış gorunumudur. Benzer lezyonlar
trombotik trombositopenik purpurada da gorulebilir. SLE icin karakteristik olan,
ancak nadir gorulen Libman Sacks endokarditinde, kucuk frajil vejetasyonlar kalp
kapakları üzerinde ve kanın cıkış yonunde cok sayıda bulunurlar, mitral kapakta sık
yerleşirler. Kucuk verruler mikroskopik olarak mononukleer hucreleri, nekrotik
hucre artıklarını ve trombusleri içerir (15).
3.1.5. Kontrol Edilemeyen Diabet
Diabetes mellitus kronik hiperglisemi ile seyreden, etyolojisi değişik bir dizi
metabolik bozukluğu ifade eder. İnsulin sekresyonunda azalma ya da insulin
etkisinin yetersiz olması ve bazen de her ikisinin kusurlarından kaynaklanan
karbonhidrat, protein ve yağ metabolizması bozuklukları kronik hiperglisemiye yol
açar. İyi kontrol edilemeyen hiperglisemi uzun dönemde vücudun çeşitli organ ve
sistemlerinde hasarlar, fonksiyon bozuklukları ve yetersizlikler ile seyreder. Hastalık
genellikle ağız kuruluğu, polidipsi, poliüri, bulanık görme ve kilo kaybı gibi
semptomlar ile ortaya çıkar. Daha ağır formlarında ise ketoasidoz veya non-ketotik
hiperozmolar hiperglisemi gelişerek stupor, koma, hatta ölüm ile sonlanabilir.
Semptomlar çoğu kez ağır değildir, bazen hastayı çok rahatsız etmedikleri için tanı
gecikebilir, ancak yine de farkına varılmayan hiperglisemi organ ve sistemlerde
hasarlar yapabilir ve diyabet tanısı konulduğunda bir kısım olguda hastalığın
patolojik ve fonksiyonel değişikliklerinin başlamış olduğu görülür (16).
16
3.2.İmmün Sitemi Baskılayan İlaçlar
3.2.1. Kortikosteroidler
Kortikosteroidler bilinen en eski immünsüpresif ilaç olmasına rağmen
günümüzde hala en sık kullanılmaktdırlar.Etki mekanizmaları özellikle inflamasyonu
baskılmak ve immün yanıtı değiştirmektir.
Etki mekanizmaları :
• İnflamasyon bölgesine lökosit akışını baskılar.
• Lökosit, fibroblast ve endotel hücre fonksiyonunu etkiler.
• İnflamatuar olaylarda etkili olan humoral faktörlerin etkilerini baskılar.
Dolaşımdaki monositlerin, T hücrelerin, eozinofillerin ve bazofillerin
sayılarını azaltır; nötrofillerin sayılarını artırır. Monositlerin ve makrofajların hücre
yüzeyindeki MHC klass II moleküllerinin ve Fc reseptörlerinin ekspresyonunu azaltır
ve ayrıca bu hücreler tarafından IL-2, IL-6, TNF-alfa gibi proinflamatuar sitokinlerin
sentezini baskılar. Gecikmiş tip aşırı duyarlılık reaksiyonunu engeller. T lenfositler
ile ilişkili olan IL-2 oluşumunu inhibe eder. B lenfositler ve antikor yapımı üzerine
etkileri çelişkilidir. Ancak kronik kullanımda hipogammaglobulinemi'ye neden
olabilir. İnflamasyonda önemli fonksiyona sahip, endotel hücreleri üzerine etki
ederek, damar geçirgenliliğini azaltır (17). Ayrıca endotel hücrelerinin adezyon
molekül ekspresyonunu azaltır; IL-1 ve prostaglandin oluşumunu baskılar. Hem
endotel hem de düz kaslardaki endotelin reseptörlerinin ekspresyonunu inhibe eder.
Özellikle yüksek doz kullanımda kronik inflamasyonda rolü olan fibroblastları
baskılar. Kollajen, elastin ve glikozamin oluşumunu inhibe eder. Eritrositler dahil
pek çok hücre immünglobulin Fc kısmı için, Fc reseptörü taşırlar. Kortikosteroidler,
17
bu reseptörün ekspresyonunu azaltırlar. Retiküloendotelyal sistem hücrelerinde bu
reseptörün azalması, antikor kaplı eritrositlerin ve trombositlerin klirensini azaltarak,
otoimmün hemolitik anemide ve otoimmün trombositopenide faydalı etkisini ortaya
çıkarır. Yüksek doz steroidler, replikasyonu inhibe ederek, kollajen ve osteokalsin
sentezini baskılayarak, kemik formasyonunu azaltır. Ayrıca, PGE1 ve PGE2'nin
kemikte sentezini ve anjiogeneze sebep olan vasküler endotelyal büyüme faktörünü
de inhibe eder. Kortikosteroidlerin önemli klinik etkilerinden biri de antiinflamatuar
etkileridir. İnflamasyonun gelişiminde pek çok humoral faktör rol alır. Bunların
başında prostaglandinler ve sitokinler gelir. Glukokortikoidlerin önemli etkileri
özellikle lipokortin başta olmak üzere bazı proteinlerin sentez hızını artırarak ortaya
çıkar. Lipokortin'in antiinflamatuar etkisi, membrana bağlı fosfolipidlerin araşidonik
asite dönüşümünü sağlayan fosfolipaz A2 enzimini inhibe etmek suretiyledir.
Neticede glukokortikoidler, prostaglandinlerin, lökotrinlerin ve oksijen radikallerinin
oluşumunu etkiler. Kortikosteroidler, lipokortin oluşumunu uyararak IL-1, IL-2, IL-2
reseptör,
INF-alfa,
TNF
gibi
sitokinlerin
oluşumunu
da
inhibe
eder.
Kortikosteroidler, kollajenaz, elastaz ve plazminojen aktivatör gibi proinflamatuar
enzimlerin sentezini de baskılar (18)
3.2.2. Stostatik ajanlar
Bu grup ilaçlar organ transplantasyonları, sistemik lupus eritomatozus (SLE),
romatoid artrit (RA),sistemik vaskülitler,skleroderma ,dermatomiozitis,polimiyozitis
ve çeşitleri organ spesifik otoimmün bozuklukların tedavisinde kullanılırlar (19).
Kortikosteroidlerin yan etkileri nedeniyle kullanılmadıkları durumlarda veya
18
kortikosteroidlerin
kullanım
dozlarını
azaltmak
amacıyla
da
tedaviye
eklenmektedirler (20). Bu grup ilaçlar;
1-Metotreksat
2-Aztioprin
3-Siklofosfamid
4-Klorambusil
5-Leflunamid
6-Mikofenolat Mofetil
3.2.3. Kalsinörin İnhibitörleri
Böbrek
immünsüpresif
nakli
tedavi
yapılan
hastalarda,
uygulanmaktadır.
greft
reddinin
İmmünsüpresif
engellenmesi
tedavide
için
kullanılan
ilaçlardan kalsinörin inhibitörleri (takrolimus ve siklosporin) temel tedavi olarak
önemli bir yer tutmaktadır. Kalsinörin inhibitörleri kritik doz ilaç özelliğine sahip
olduğundan, kan düzeylerinin izlenmesi, bu ilaçların optimum dozunun seçiminde ve
ayarlanmasında önemlidir. Düzeylerinin düşük olması yetersiz immünsüpresyona ve
rejeksiyon riskinin artmasına, yüksek düzeyler ise nefrotoksisite ve nörotoksisite gibi
yan etkilere neden olmaktadır. İlaçların etkinliğindeki artış ve yan etki sıklığında
azalma, ilaç tedavisinin bireyselleştirilmesi ile sağlanabilmektedir. İlaç tedavisinin
bireyselleştirilmesinde farmakodinamik ve farmakokinetik faktörlerin yanı sıra
farmakogenetik faktörler de rol almaktadır. Genetik faktörler ilaç metabolizmasını
değiştirerek ya da enzimlerin veya reseptörlerin, substrat ve ligantlarına bağlanma
afinitelerini değiştirerek ilaç yanıtını etkileyebilirler. İlaç yanıtını değiştirebilen
önemli polimorfik yapılar, sitokrom P450 (CYP) enzimleri, ilaç hedef molekülleri
19
(serotoninerjik, dopaminerjik reseptörler) ve ilaç transportörleri (p-glikoprotein)'dir.
Nakil sonrası kullanılan kalsinörin inhibitörleri karaciğerde P450 enzim sistemi
tarafından
(CYP3A4,
CYP3A5)
metabolize
edilmektedir.
Siklosporin
ve
takrolimusun MDR-1 geni ile kodlanan p-glikoproptein için bir substrat olduğu
bilinmektedir. Bu enzimlerin çoğunluğu karaciğerde bulunmaktadır. Bireyler
arasındaki genetik yapının değişikliğine bağlı olarak ilaçların eliminasyonu ve
metabolizasyonu farklı olabilir. Genetik polimorfizm gösteren enzimlerin tedavi
sürecinde bilinmesi tedavinin uygunluğunu sağlama açısından önemli olabilmektedir.
Bireyselleştirilmiş
ilaç
tedavisinde
farmakogenetik faktörler rol
farmakokinetik,
oynamaktadır.
farmakodinamik
Terapötik penceresi
ve
dar olan
immünsüpresiflerin yan etkilerini önlemek için yavaş metabolize olan bireylerde
düşük dozlarda kullanılması gerekliliği farmakogenetik çalışmalar sonucu ortaya
konmuştur (21).
3.2.4. Plazmaferezis ve İmmümadsorban Tedavi
Plazmafereze dayalı tedavi yöntemlerinin özü, immün kompleksler, proteine
bağlı toksinler, otoantikorlar ve yüksek molekül ağırlıklı solütler ile proteine bağlı
solütlerin uzaklaştırılmasına dayanır; solütlerin bu uzaklaştırmasının klinik etkisi
genellikle immünsupresif tedaviden daha hızlıdır. Plazmaferez tedavisi ile birlikte
genellikle altta yatan hastalığa yönelik immünsupresif tedavi de başlanır (22).
Plazmaferez işlemi için yeterli kan akımı (yaklaşık 40-60 ml/dakika) ve kanın
sistemde antikoagülasyonu gereklidir. Plazmaferez işlemi özel plazmaferez makinesi
ve özel membran gerekir. Plazmaferez için yeterli kan akımını sağlamak için,
tedavinin süresi göz önünde bulundurularak femoral, subklavyen veya internal
20
juguler venin kateterizasyonu veya arteriyovenöz fistül açılması gerekir. Plazmaferez
tedavisi oldukça pahalı bir tedavi yöntemidir. Plazmaferez tedavisi esnasında birçok
komplikasyon izlenebilir. Plazmafereze bağlı mortalite değişik serilerde 1/400 ile
1/5000 arasında değişir. Ölümlerin birçoğu fatal kardiyak aritmi ile ilgilidir.
Kardiyak aritmilerin en önemli nedeni sitratın antikoagülan olarak kullanılmasıdır.
Ölümlerin yaklaşık 1/3’ünden akut akciğer ödemi veya erişkin respiratuvar distres
sendromu sorumludur. Pulmoner komplikasyonlar, önemli ölçüde replasman sıvısı
olarak plazmanın kullanıldığı işlemlerde görülmektedir. Diğer ölüm nedenleri,
tromboembolik olay, kanama, anafilaksi, vasküler yol ile ilgili komplikasyonlardır.
Minör komplikasyonlar ise işlemlerin % 20-30’unda izlenir. Ayrıca plazmaferez
işlemi ile ilişkili vasküler girişim yolu veya antikoagülasyona ait komplikasyonlar
izlenebilir (23).
21
4. PROFİLAKTİK ANTİBİYOTİK KULLANIMI
Dişhekimliği uygulamalarında profilaktik antibiyotik kullanımı iki hasta
grubunda düşünülür; birinci grup hastalarda, planlanan cerrahi girişim öncesinde,
girişim bölgesinde oluşabilecek enfeksiyonu kontrol altına almak amacıyla
antibiyotik kullanılabilir. Geniş alanlı cerrahi işlem gerektiren olgular yanı sıra,
özellikle kemoterapi gören, immunosupresif ilaç alan, ve bazı diabet hastaları bu
grup içerisinde sayılabilir. İkinci grup hastalar, uygulanacak girişim sırasında
oluşacak bakteriyemi nedeniyle özel dikkat isteyen hastalardır. Dişhekimliği
pratiğinde kanamaya neden olan bütün işlemler, hasta kan dolaşımında geçici bir
bakteriyemi oluşturur. Bakteriyemi, her türlü cerrahi müdahale sırasında oluştuğu
gibi, diştaşı temizliği, kron preperasyonu, ortodontik bant yerleştirilmesi gibi invasiv
sayılmayacak pek çok işlem yapılırken de ortaya çıkabilir (24). Dişhekimliği
uygulamalarında ağızdaki dokularının kanamasına bağlı olarak gelişen bakteriyemi
geçici bir tablodur ve nadiren 15 dakikadan daha uzun sürer.
Sağlıklı bireylerde bu durum her hangi bir sorun yaratmaz ve bir terapötik
yaklaşımı gerekli kılmaz. Ancak, bazı hastalarda, oral bakterinin hematolojik
yayılımı, vücudun diğer organlarında “metaztazik” enfeksiyonların gelişmesine
neden olabilir. Bu grup içerisinde bakteriyel endokardit riski taşıyan hastalar ile, bazı
eklem protezi taşıyan hastalar yer alırlar.Oluşacak bakteriyeminin hasta için bazen
hayati risk taşıyabileceği bu durumların önlenebilmesi için, preoperatif, profilaktik
antibiyotik kullanılması endikedir. Geniş bölgede cerrahi girişim planlanan
hastalarda; bozulmuş ya da suprese edilmiş konak direnci nedeniyle, dental
prosedürler öncesi profilaktik antibiyotik kullanımının endike olduğu birinci grup
hastalarda; kullanılacak antibiyotik cinsi ve dozajı, yapılması düşünülen işlemler,
22
hastanın sistemik durumu ve dokuların durumu göz önüne alınarak planlanır. Bu
grup hastalarda hekim, olgunun özelliklerini dikkate alarak karar vermek
durumundadır.
İkinci gruba giren, ve oluşabilecek bakteriyemi nedeniyle metastazik
enfeksiyon riski taşıyan hastalarda olguların belirlenmesi, ve uygun profilaktik
antibiyotik rejiminin uygulanması, bazı medikal kuruluşların standartları ve
tavsiyeleri doğrultusunda planlanır (25). Amerikan Kalp Birliği (American Heart
Association –AHA), Amerikan Ortopedik Cerrahlar Akademisi (American Academy
of Orthopaedic Surgeons-AAOS) ve Amerikan Dişhekimleri Birliği (American
Dental Association-ADA), belirli aralıklarla yayınladıkları raporlar ile, hekim
dünyasına tavsiyelerde bulunurlar. Bakteriyel endokardit riski ya da eklem protezinin
enfeksiyonu riski taşıyan hastalarda profilaktik antibiyotik kullanımı, sözü edilen
raporlar ve tavsiyeler uyarınca düzenlenmektedir.
4.1. Profilaktik tedavinin avantajlar
1-Enfeksiyon insidansını azaltır
2- Maliyeti azaltır.
3- Total antibiyotik kullanımını azaltır.
4- Dirençli bakteri artışına izin vermez.
4.2. Profilaktik tedavinin dezavantajları
1-Konak florası değişir.
2- Hiçbir fayda sağlanamayabilir.
3- Cerrahi prensipler dışına çıkan uygulamalar olabilir.
23
4.3. Dişhekimliğinde profilaktik antibiyoterapinin endikasyonları
1-Bakteriyel endokardit riski taşıyan hasta grupları (26,27,28):
-Bioprotetik ve homograft kapaklar dahil olmak üzere kalp kapakçık protezleri
- Önceden geçirilmiş bakteriyel endokardit hikayesi
- Konjenital Kalp Hastalıkları:
a) Palyatif şant ve nakiller dahil tedavi edilmemiş siyanotik konjenital kalp
hastalıkları
b) Cerrahi veya kateterle müdahele edilmiş, protetik materyal veya aletle
tamamen tedavi edilen konjenital kalp defektleri, işlemi takiben 6 ay süresince
c) Protetik materyal veya aletin bitişiğinde rezidüel defekti olan tamir edilmiş
konjenital kalp yetmezliği olan hastalar
- Kardiyak valvulopati gelişmiş kardiyak transplantasyon hastaları
2- Suni veya transplante organ taşıyan hasta grupları:
Ortodontik protez taşıyanlar
Transplante böbrek taşıyanlar
3- Splenektomi uygulanmış (dalağı alınmış) hastalar
4- İmplantlar ile tedavi görmüş hidrosefalik hastalar
5- Nefrit tedavisi görmüş veya görmekte olanlar
6- İmmün sistemi baskılanan hastalar
Hastalık nedeniyle:
Aplastik anemi
Agammaglobulinemi
Agranulositoz
Lupus eritematozus
24
Kontrol edilemeyen diyabet
İlaçlar nedeniyle:
Antineoplastik ilaçlar
İmmünosupresif ilaçlar
Adrenal kortikosteroidler
Radyoterapi
7- Orofasial ağır travmatik yaraları ve maksillomandibuler kırıkları olan
hastalar
8- Kardiyovasküler anomalileri olan Down sendromlu bireyler
4.4. Profilaksi gerektiren dental işlemler (26,27,28)
Periapikal bölgede gingival dokunun manipulasyonunu veya oral mukozanın
perforsayonunu içeren dental prosedürler.
Diş çekimi
Kanamalı periodontal işlemler
implant yerleştirilmesi
Avülse diş tedavilerinde
Endodontik tedavilerde apeks dışına taşılıyorsa
intraligamenter anestezi
subgingival band yerleştirilmesi
Subgingival bölgeye fiber veya strip yerleştirilmesi.
Diş veya implant temizliği yapılırken kanama olabileceği düşünülüyorsa.
Detartraj, küretaj, kök düzleme, cep ölçümü dahil bütün periodontal cerrahi
girişimler
25
4.5. Antibiyotik profilaksisi gerektirmeyen dental işlemler:
(operatif ve
protetik)
(Non-intraligamenter)
mesi
aparey uyumlandırılması.
4.6. Profilaktik Antibiyotik Seçimi
Antibiyotik florada en çok bulunan ve en etkili olan mikroorganizmaya etki
göstermelidir. Bunlar aerob, anaerob streptokoklar ve anaerob gram (-) koklardır.
Seçilen antibiyotik dar spektrumlu olmalıdır bu sayede konak organizma
minimum etkilenmelidir.
Hasta için en az toksik etki olmalıdır.
Seçilen ilaç bakterisid etkili olmalıdır.
Seçilecek antibiyotik hastanın daha önce kullandığı antibiyotik olmaması
gerekir.
26
Tablo 4.1. Profilaktik Antibiyotik Kullanım Tablosu (26,27,28)
HASTA
Standart genel profilaksi
(tek doz)
İLAÇ
Amoxicillin
DOZAJ (*)
Erişkin: İşlemden 1 saat önce ağızdan 2,0g
Çocuk: İşlemden 1 saat önce ağızdan 50mg/kg
Erişkin: İşlemden 30 dakika önce, IM veya IV
Ağızdan ilaç alamayan
hasta (tek doz)
Ampicillin
2,0g
Çocuk: İşlemden 30 dakika önce IM veya IV
50mg/kg
Clindamycin
Erişkin: İşlemden 1 saat önce ağızdan 600mg
Çocuk: İşlemden 1 saat önce ağızdan 20mg/kg
Veya
Cephalexin (**)
Penicillin’e allerjik hasta
veya
(tek doz)
Cefadroxil
Erişkin: İşlemden 1 saat önce ağızdan 2,0g
Çocuk: İşlemden 1 saat önce ağızdan 50mg/kg
Veya
Azithromycin
Clarithromycin
Erişkin: İşlemden 1 saat önce ağızdan 500mg
Çocuk: İşlemden 1 saat önce ağızdan 15mg/kg
Erişkin: İşlemden 30 dakika önce IV 600mg
Clindamycin
Penicillin’e allerjik ve
ağızdan ilaç alamayan
Çocuk: İşlemden 30 dakika önce IV 20mg/kg
Erişkin: İşlemden 30dakika önce IM veya IV 1,0g
Veya
hasta (tek doz)
Çocuk: İşlemden 30 dakika önce IM veya IV
Cefazolin (**)
25mg/kg
*
Total çocuk dozu erişkin dozunu aşmamalıdır.
**
Peniciline ani-tip hipersensitivite reaksiyonu (urtiker, anjio-ödem, anaflaksi) olan kişilerde
cephalosporinler kullanılmamalıdır.
**
Bu program Amerikan Kalp Birliği (AHA), Amerikan Dişhekimleri Birliği (ADA) ve Amerikan
Ortopedik Cerrahlar Akademisi’ nin (AAOS) tavsiye ve uyarıları doğrultusunda hazırlanmıştır
(29,30) .
27
4.7. Önerilen Son Profilaksi Rejimindeki Önemli Değişiklikler
• Başlangıç oral amoksisilin dozu 2 g’a düşürülmüştür.
• Altı saat sonraki takip dozu artık önerilmemektedir.
• Penisiline allerjik hastalarda artık eritromisin önerilmemektedir.
• Eritromisin yerine klindamisin ve diğer alternatif ilaçlar tercih edilmiştir.
• Mitral valv prolapsuslu hastalarda değişen görüşler.
S. viridans (alfa-hemolitik streptokoklar), dental ve oral işlemler sonrasında en
sık endokardite neden olan mikroorganizmalardır. Bu nedenle uygulanacak
profilaktik antibiyotik, bu mikroorganizmalar için etkin olmalıdır.
Sentetik penisilinlerden; amoksisilin, ampisilin viridans streptokoklara eşit
düzeyde etki gösterir. Ancak amoksisilin, gastrointestinal kanaldan diğerlerine göre
çok daha iyi emilmesi, yüksek serum seviyelerine ulaşması ve gastrointestinal yan
etkilerinin az olması nedeniyle, oral yoldan profilaksi uygulamasında ilk tercih edilen
antibiyotiktir.
Yapılan son çalışmalar, 2 g’lık yeni doz uygulamasının, 3 g’lık eski doz
uygulamasına eşit, kan serum düzeyi sağladığını ve çok daha az gastrointestinal yan
etkiye sahip olduğunu göstermiştir. Buna göre yeni amoksisilin dozu; yetişkinde 2 g,
çocuklarda 50 mg/kg’dır.
İşlemden bir saat önce verilen 2 g amoksisilin dozu, oral streptokoklar
üzerindeki minimum inhibitör konsantrasyonu (MİK) seviyesini 6-14 saat
koruyabilmesi
nedeniyle
işlemden
sonraki
ikinci
doz
uygulaması
artık
önerilmemektedir. Ampisilin oral alındığında gastrointestinal sistemden emiliminin
iyi olmaması ve buna bağlı MİK düzeyine ulaşmayan serum seviyeleri nedeniyle oral
yoldan profilakside tercih edilmez. Oral alamayan hastalarda parenteral profilaksi
28
için uygulanır. Eritromisin, gastrointestinal sistemde oluşturduğu yan etkiler ve buna
bağlı istenilen serum seviyelerinin korunamaması nedeniyle artık tercih edilmeyen
bir
profilaksi
ajanıdır.
Eritromisin
yerine;
klindamisinler,
birinci
kuşak
sefalosporinler (sefaleksin, sefadroksil), ikinci ve üçüncü kuşak makrolidler
(azitromisin, klaritromisin) kullanılmalıdır.
29
5. İMMÜN
SİSTEM
BASKILANMIŞ
HASTALARDA
PROFİLAKSİ
KRİTERLERİ
Standart genel profilaksi rejimi (penisilin allerjisi yok ve oral ilaç
alabiliyorsa):
• Ajan Amoksisilin
• Doz Yetişkin 2 g; çocuk 50 mg/kg
• Süre İşlemden bir saat önce
Oral ilaç alınamıyorsa profilaksi rejimi
• Ajan Ampisilin
• Doz Yetişkin 2 g IM, IV; çocuk 50 mg/kg
IM, IV
• Süre İşlemden 30 dakika önce
Penisilin allerjisi var ve oral ilaç alabiliyorsa profilaksi rejimi 1
• Ajan Klindamisin
• Doz Yetişkin 600 mg; çocuk 20 mg/kg
• Süre İşlemden bir saat önce
Penisilin allerjisi var ve oral ilaç alabiliyorsa profilaksi rejimi 2
• Ajan Sefaleksin, sefadroksil
• Doz Yetişkin 2 g; çocuk 50 mg/kg
• Süre İşlemden bir saat önce
30
Penisilin allerjisi var ve oral ilaç alabiliyorsa profilaksi rejimi 3
• Ajan Azitromisin, klaritromisin
• Doz Yetişkin 500 mg; çocuk 15 mg/kg
• Süre İşlemden bir saat once
** Penisiline karşı Tip I akut hipertansitivite gösteren (ürtiker, anjiyoödem
veya
anafilaksi) hastalarda, sefalosporinlere
karşı da
çapraz
reaksiyonlar
oluşabileceğinden kullanılmamalıdır.
Penisilin allerjisi var ve oral ilaç alınamıyorsa profilaksi rejimi 1
• Ajan Klindamisin
• Doz Yetişkin 600 mg IV; çocuk 20 mg/kg IV
• Süre İşlemden 30 dakika önce
Penisilin allerjisi var ve oral ilaç alınamıyorsa profilaksi rejimi 2
• Ajan Sefazolin
• Doz Yetişkin 1 g IM, IV; çocuk 25 mg/kg
IM, IV
• Süre İşlemden 30 dakika önce
Antibiyotik profilaksisine ek olarak; risk grubundaki hastaların %0.2’lik,
klorheksidin içeren bir antiseptik solüsyon ile 30 saniye gargara yapmaları
sağlanmalıdır.
Bu profilaksi rejiminde değişiklik gerektiren hastaya özel durumlar olabilir mi?
On yaşında 50 kg bir çocukta standart oral profilaksi nasıl yapılmalıdır?
50 mg/kg x 50= 2500 mg= 2.5 g
Çocuk dozu hiçbir şekilde yetişkin dozu geçmemelidir !!!!
31
Hasta herhangi bir nedenle zaten antibiyotik kullanıyorsa; kullandığı
antibiyotik profilaksi için kullanılabilecek bir antibiyotik olsa bile bu ilacın dozunu
arttırmak yerine farklı gruptan bir ilaç seçilmelidir. Örneğin; penisilin V tedavisi alan
bir hastada, oral kavitedeki viridans streptokoklar amoksisilin ve ampisilinlere de
direnç geliştirebilir. Hatta sefalosporinlere karşı da çapraz direnç oluşturabilir. Bu
gibi durumlarda, klindamisin, azitromisin veya klaritromisin grubu antibiyotikler
tercih edilmelidir. Ekstraoral yaklaşımla apse açımı veya osteomiyelit tedavisi
yapılacak risk grubu hastalarda; stafilokoklar, bu kronik infeksiyonlardan sorumlu,
inatçı ve tedaviye zor yanıt veren mikroorganizmalardır. Stafilokoklar bakteremik
infeksiyonlar oluşturabilir. Bu yüzden profilaksi yapılmalıdır (26,27,28).
Profilaksi Gerektiren Hastalarda Dental İşlem Sıklığı
Özellikle penisilin ve penisilin grubu antibiyotikler dental tedavilerde
endokardit profilaksisinde başlıca ilaç olurken, tek doz profilaksi uygulamasında bile
antibiyotiğe dirençli bakteriler ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle direnç geliştiren
suşlara bağlı endokardit riski doğmaktadır. Tek doz profilaktik antibiyotik
uygulamasından 10-24 saat içerisinde ilaca dirençli mikroorganizma suşları
oluşmakta ve en az beş gün süreyle oral florada kalmaktadır (31).
• Tekrarlayan dental işlemler için antibiyotiğe duyarlı oral floranın yeniden
oluşması beklenmelidir.
• İki dental işlem arası yedi gün olmalıdır.
• Altı saat içerisinde birden çok dental işlem planlanmalıdır.
Risk grubundaki bir hastada profilaksi gerektirmeyen bir dental işlem sırasında
beklenmeyen bir kanama olursa ne yapılmalıdır?
32
Yapılan deneysel çalışmalar bakteri girişinden sonra iki saat içinde verilen
antibiyotiğin etkin bir profilaksi sağlayabildiğini göstermiştir (32).
33
6. SONUÇ
Geçici bakteriyemi, diş hekimliği uygulamalarının pek çoğunda kaçınılmaz
olarak karşılaşılan bir tablodur. Bu durumun ciddi sorunlar yaratabileceği risk taşıyan
hasta grupları, genellikle dikkatli bir anamnez taramasında belirlenebilir. İmmün
sistem baskılanmış hastalar, bakteriyel endokardit veya metastazik enfeksiyon riski
olduğu düşünülen olgularda uygun premedikasyon ciddi sorunların önlenmesi
bakımından önemli bir yaklaşımdır.
İmmün süpresif durumlar gerek bakteriyel endokardit ve gerekse eklem
protezi enfeksiyonu riski taşıyan hastalarda profilaktik antibiyotik kullanımı
konusunda, zaman zaman literatürde değişik görüşlere rastlamak mümkündür. Risk
grubu hastalarda profilaktik premedikasyonun gerekliliği ve koruma etkinliğini
tartışan yayınlarda (33,34,35,36) farklı değerlendirmeler öne sürülebilmektedir.
Ancak, konunun hayati tehlike arzedebilmesi nedeniyle, her türlü tartışmayı
giderebilecek geniş çaplı kıyaslamalı deneyler yapılması söz konusu olamamaktadır.
Risk grubu hastalarda premedikasyon yapılmadan cerrahi girişimde bulunup
sonuçlarını gözlemek, ve böylelikle kesin yargılara ulaşmak imkansızdır.
Dolayısıyla, dişhekimliği pratiğinde hukuki ve etik hekim sorumluluğu, uluslararası
kuruluşlarca belirlenip yayınlanan standartlara uymak gerekliliğini vurgulamaktadır.
34
KAYNAKLAR
1.
Abbas AK,Lichtman AH. Basic immunology: functions and disorders of the
immune system. 2nd ed. Phiadelphia, PA: W.B Saunders Co, Updated edition
2006-2007.
2.
Akira S, Uematsu S, Takeuchi O. Pathogen recognition and innate immunity
Cell 2006, 124: 783-801
3.
Takeda K, Akira S, Toll-like receptors in innate immunity. Int Immunol
2005,17: 1-14.
4.
Kabalitz D, Medzhitov R. Innate immunity-cross-talk with adaptive immunity
through pattern recognition receptors and cytokins. Curr Opin Immunol
2007,19:1-3.
5.
Jensen PE. Recent advances in antigen processing and presentation. Nat
Immunol 2007, 8 (10):1041-8.
6.
Jr Janeway CA, Travers P, Walport M,Shlomchik MJ (eds).Antigen
recognition by B-cell and T-cell receptors. Immunobiology. 6th edition.
NewYork USA: Garland Science,2005, pp:103-134.
7.
Roitt I, Brostoff J (eds), Antibodies. In Immunology 6th edition, Spain Mosby ,
2001,pp 65-85.
8.
Mossmann TR, Coffman RL. TH1 and TH2 cells: different patterns of
lymphokine secretion lead to different functional properties. Annu Rev
Immunol 1985,7: 145-73.
9.
Sakaguchi S.Regulatory T cells Springer Semin immunopathol 2006, 28:1-2.
35
10.
Sakaguchi S, Sakaguchi N, Shimizu J , Yamazaki S, Sakihama T, Itoh M,
Kuniyasu Y, Nomura T, Toda M, Takahashi T. Immunolojic tolerance
maintained by CD25+CD4+ regulatory T cells: their common role in
controlling autoimmunity , tumor immunity and transplantation tolerance.
Immunological Review 2001,182: 18-32.
11.
Turkiye Klinikleri J Pediatr Sci 2005,1 (5):7-9.
12.
Am Fam Physician. 1999 Jan 1,59 (1):159-61.
13.
Brodsky RA. Acquired aplastic anemia Wintrobe’s Clinical Hematology 12th
ed. Lippincott Williams and Wilkins. Ed. Greer JP et al. 2009, 1185-1195
14.
Segel GB, Lichtman MA. Aplastic anemia: Acquired and inherited. Williams
Hematology 8th ed.McGrawHill Companies Ed. Kaushansky K et al 2010,
463-483.
15.
Turkiye Klinikleri J Immunol Rheumatol-Special Topics 2011,4 (3):1-10.
16.
Turkiye Klinikleri J Endocrin 2003,1 (3):157-68.
17.
van Vollenhoven, R.F., Corticosteroids in rheumatic disease Understanding
their effects is key to their use. Postgrad Med, 1998, 103 (2):137-42.
18.
Morand, E.F., Corticosteroids in the treatment of rheumatological disease Curr
Opin Rheumatol, 2000, 12 (3): 171-7.
19.
Weijl, N. I., Cleton, F. J., Osanto, S. Free radicals and antioxidants in
chemotherapy-induced toxicity. Cancer Treatment Reviews, 1997, 23 (4), 209240.
20.
Crohns, M., Liippo, K., Erhola, M., Kankaanranta, H., Moilanen, E., Alho, H.,
Kellokumpu-Lehtinen, P. Concurrent decline of several antioxidants and
markers of oxidative stress during combination chemotherapy for small cell
lung cancer. Clinical Biochemistry, 2009, 42 (12), 1236-1245.
36
21.
Turkiye Klinikleri J Nephrol 2011, 6 (2):62-8.
22.
Arık N, Akpolat T, Karaaslan Y, Turgan Ç. Plazmaferez ve renal hastalıklarda
kullanımı. Türk İlaç ve Tedavi Dergisi 1991, 4: 557-561.
23.
2.Hakim RM, Siami GA. Plasmapheresis. Handbook of Dialysis. Daugirdas JT,
Ing TS (eds). Little, Brown and Company, Boston, 1994, 218-241.
24.
Doerffel W, Fietze I, Baumann G, et al. Severe prosthetic valve-related
endocarditis following dental scaling: a case report. Quintessence Int. 1997, 28:
271-274.
25.
Little J. The American Heart Association’s guidelines for the prevention of
bacterial endocarditis : a critical review. Gen Dent 1998, 46:508-515.
26.
Seymour, R.A, Hogg, S.D, Antibiotics and chemoprophylaxis Periodontology
2000, Vol. 46, 2008, 80-108.
27.
Guideline on Antibiotic Prophylaxis for Dental Patients at Risk for Infection,
REFERENCE MANUAL V 31 / NO 6 09 / 10.
28.
Roda, R.P, Bagán, J.V, Bielsa, J.M.S, Pastor , J.M.S, Antibiotic use in dental
practice Med Oral Patol Oral Cir Bucal 2007,12: E186-92.
29.
Adnan S, et al Prevention of bacterial endocarditis: Recommendations by the
American Heart Association. J Am Med Assoc. 277: 1997, 1794-1801.
30.
American Dental Association, Ameican Academy of Orthopaedic Surgeons.
Advisory statement: Antibiotic prophylaxis for dental patients with total joint
replacement. J Am Dent Assoc. 1997, 128: 1007-1008.
31.
Adnan S, et al Prevention of bacterial endocarditis: Recommendations by the
American Heart Association. J Am Med Assoc. 1997, 277: 1794-1801.
37
32.
American Dental Association, Ameican Academy of Orthopaedic Surgeons.
Advisory statement: Antibiotic prophylaxis for dental patients with total joint
replacement. J Am Dent Assoc. 1997, 128: 1007-1008.
33.
Roberts GJ. Dentists are innocent ! Everyday bacteremia is the real culprit: a
review and assessment. Pediatr Cardiol 1999, 20: 317-325.
34.
Segreti J. Is antibiotic prophylaxis necessary for preventing prosthetic device
infection? Infect Dis Clin North Am 1999, 13: 871-877.
35.
Lockhart PB, Durack DT. Oral microflora as a cause of endocarditis and other
distant site infections. Infect Dis Clin North Am, 1999, 13: 833-850.
36.
Lockhart PB, Loven B, Brennan MT, Fox PC. The evidence bas efor the
efficacy of antibiotic prophylaxis in dental practice. JADA, 2007, 138: 458474.
38
ÖZGEÇMİŞ
1991 yılında Erzurum’un Olur ilçesinde doğdum. İlköğretimi Aşağı Çayırlı
Şehit Taner Çiçek İlköğretim Okulu’nda tamamladım. Orta öğrenimimi Oltu
Karabekir Ortaokulu’nda tamamladım. 2005 yılında Rize Fen Lisesi’ne başladım.
2009 yılında Ege Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi’ni kazandım.
39
Download