ANADOLU HALK TÜRKÜLERİNDE VERGİ İSYANI Selçuk İPEK 2010 © 2010 Ekin Yayınevi Tüm hakları mahfuzdur. Bu kitabın tamamı ya da bir kısmı 5846 Sayılı Yasa’nın hükümlerine göre, kitabı yayınlayan yayınevinin izni olmaksızın elektronik, mekanik, fotokopi ya da herhangi bir kayıt sistemi ile çoğaltılamaz, özetlenemez, yayınlanamaz, depolanamaz. Sertifika No: 0607-16-008681 ISBN: 978-605-4301-37-9 Dizgi ve Kapak Tasarımı: :Murat Baskı ve Cilt: Star Ajans Ltd. Şti. Soğukkuyu Mh. Havaalanı Cd. Güneş Sk. No: 2 Tel. (0224) 249 33 20 BURSA Sertifika No: 15366 Baskı Tarihi: Nisan 2010 EKİN Basım Yayın Dağıtım Altıparmak Cad. Burç Pasajı No.27-29 Osmangazi/BURSA Tel .: (0.224) 220 16 72 - 223 04 37 Fax.: (0.224) 223 41 12 e-mail: info@ekinyayinevi.com www.ekinyayinevi.com Özbey Çocuklarım, İpeksu ve Efe’ye ÖNSÖZ Toplumların tarihsel gelişimi üzerine çoğu zaman resmi tarih-gerçek tarih tartışmaları damgasını vurmaktadır. Bazı yazarlar, resmi tarihin, sorunlara ve olaylara halkın gözüyle bakılmadan yazıldığını, yönetime yakın olanların yönetimlerin istediği şekilde olayları yansıttığını belirtmektedirler. Bazı yazarlar da halkın gerçek tarihinin yazılabilmesi için halka başvurulması gerektiğini belirtmektedirler. Halkın sözcülüğüne başvurulmadan tarihteki toplumsal olay ve sorunların gerçek boyutlarını kavramak zordur. Bu durum maliye tarihi açısından da geçerlidir. Mali olaylar ve daha özelde vergilemeye ilişkin olaylar toplumsal tarih sürecinde önemli bir yere sahiptir. Vergiyi ödeyenle vergiyi alan arasındaki mücadele sıradan serzeniş ve sitemlerden, ayaklanmalara göçlere varacak derecede önemli sonuçlara yol açmıştır. Burada önemli bir sorun, bu sürecin arkasında yatan neden ya da nedenlerdir. Bu sorunu anlayabilmek için insanlık tarihi, maliye tarihi ve devletlerin tarihine ilişkin bir takım araştırmalar yapmak gerekmektedir. Böyle bir araştırmada konu ile ilgilenen bir bilim adamının tarihsel belgelere dayanarak ulaştığı bilgilerden, devletlerin arşivlerinde yer alan resmi belgelerden ya da tarihi bizzat yaşayarak yazanların aktardığı bilgilerden yararlanılacaktır. Ancak tarihin gerçek boyutunu anlamak için halkın sözcülüğüne başvurmanın gerekli olduğu söylenebilir. Bunu gerçekleştirmenin en güzel yollarından biri; halkın gözü, kulağı ve dili olan türkülerde ağıtlarda ve destanlarda anlatılan hikayelere kulak vermektir. Bu çalışmada yer vereceğimiz halk türküleri de Anadolu’daki vergisel sorunlara ilişkin bir çok bilgi aktarmaktadır. Bu bilgilerin iyi anlaşılması vergi tarihinin doğru anlaşılması açısından önemlidir. Türkülerde anlatılanlara bakıldığında bazen ağır vergi yükü, bazen vergi tahsildarlarının yaptığı yolsuzluk ve halka i eziyetleri, bazen de keyfi vergileme gibi farklı vergi sorunlarıyla karşılaşılmaktadır. Bazı türkülerde ise doğa olayları nedeniyle ödenemeyen vergilerden bahsedilirken bazılarında da sevgili, vergi matrahı yerine konulmaktadır. Bu çalışmanın yapılmasına neden olan en önemli faktör, Âşık Serdari’ nin “Nesini Söyleyim Canım Efendim” adlı türküsünde yer alan, “Tahsildarlar çıkmış köyleri gezer, Elinde kamçısı yoksulu ezer, …..” mısraları olmuştur. Bu mısralardan hareketle başlayan merak ve türkülerdeki mali olayları araştırma isteği bu çalışmanın yapılmasını sağlamıştır. Çalışma esnasında türküler ve şiirlerle ilgili kaynak taraması yapılırken, ayrıca halk şiiri, ağıt ve destanlar da incelenmiştir. Bu çalışmanın belki de vergi ile türküleri, destanları ve şiiri buluşturan ilk kitap olma özelliğini taşıdığı kanaatindeyiz. Bu nedenle bazı eksiklerin olması, ulaşılamamış türkü, ağıt, destan ve şiir gibi halk söyleyişi unsurlarının olması mümkündür. Çalışmanın daha da geliştirilebilmesi açısından, çalışmamızda yer ver(e)mediğimiz türkü, ağıt, destan, şiir gibi kaynakların okuyucular tarafından tarafımıza ulaştırılması memnuniyetle karşılanacaktır. Bu nedenle ilk teşekkürü, bu kitabı okuyarak eleştiri ve katkı yapanlara etmek istiyorum. Çalışma esnasında birçok üniversiteden halk edebiyatı ile ilgilenen bilim adamlarıyla bağlantı kurmama rağmen, konunun maliye boyutunun olması ve değerli bilim adamlarının zaman kısıtları nedeniyle beklediğim katkıyı alamadım. Bu açıdan üniversite camiasından en büyük katkıyı sayın hocam Prof. Dr. Nihat Falay’dan aldım. Kendisine müteşekkir olduğumu belirtmek isterim. ii Özellikle türkü araştırmaları ve kaynak taraması sürecinde derlemeci ve yazar sayın Hamdi Tanses’in desteğini aldım. Kendisine teşekkür ederim. Ayrıca çalışmalarımda yardımını esirgemeyen sevgili öğrencim ve arkadaşım İlknur Kaynar’a, bana verdikleri olumlu enerjiyle çalışma azmimi artıran ve katkılarını esirgemeyen değerli dostlarım Doç. Dr. Adnan Gerçek ve Doç. Dr. Özhan Çetinkaya’ya da çok teşekkür ederim. Çalışmalarım süresince gerekli ilgiyi gösteremediğim eşim İlknur’a, çocuklarım İpeksu ve Efe’ye anlayışlarından ve sabırlarından dolayı ne kadar teşekkür etsem azdır. Dr. Selçuk İpek Çanakkale/Nisan-2010 iii iv İÇİNDEKİLER Önsöz ............................................................................................ i İçindekiler..................................................................................... v Giriş .............................................................................................. 1 BİRİNCİ BÖLÜM VERGİ İSYANI SOSYAL EŞKİYALIK VE OSMANLI VERGİ SİSTEMİ 1. Vergi İsyanı .............................................................................. 5 2. İsyan ve Sosyal Eşkiyalık ......................................................... 7 3. Osmanlı Toprak Düzeni ve Vergi Sistemi................................ 10 3.1. Osmanlı İmparatorluğunda Sosyal Tabakalar ............................ 11 3.2. Osmanlı Toprak Düzeni ............................................................. 14 4. Osmanlı Vergi Sistemi ............................................................. 19 4.1. Vergi Sisteminin Genel Özellikleri............................................ 20 4.2. Vergi Türleri .............................................................................. 22 4.2.1. Şahıslar üzerinden alınan vergiler ..................................... 23 4.2.2. Tarım ve Hayvancılık Üzerinden Alınan Vergiler ............ 25 4.2.3. Ticaret Üzerinden Alınan Vergiler .................................... 29 4.2.4. Örfi Vergiler...................................................................... 30 4.2.5. Gümrük Vergisi ................................................................ 32 4.2.6. Madenlerden Alınan Vergiler ........................................... 33 4.3. Vergi Toplama Yöntemleri ........................................................ 33 4.3.1 Emanet Yöntemi ................................................................ 33 4.3.2. Dirlik Yöntemi .................................................................. 34 4.3.3. İltizam Yöntemi ................................................................ 35 4.3.4. Malikane Yöntemi ............................................................ 38 4.4. Vergi Ödeme Şekilleri ............................................................... 40 4.5. Muafiyet ve İstisnalar ................................................................ 41 v İKİNCİ BÖLÜM ANADOLUDA VERGİ İSYANLARI VE HALK TÜRKÜLERİNE YANSIYAN VERGİ SORUNLARI 1. Vergi Nedeniyle İsyan ve Ayaklanmalar ................................. 46 1.1. Celali İsyanları ........................................................................... 51 1.2. Patrona Halil İsyanı ................................................................... 53 1.3. Atçalı Kel Mehmet Efe İsyanı ................................................... 54 1.4. Çarşanba Kazası Vergi Direnişi ................................................. 55 1.5. Akdağ İsyanı .............................................................................. 56 1.6. Tokat Olayları ............................................................................ 56 1.7. Denizli Olayları ......................................................................... 57 1.8. Burdur Olayları .......................................................................... 57 1.9. Niş İsyanı ................................................................................... 58 1.10. Vidin Ağalık Rejimi ve Vidin İsyanı ....................................... 59 1.11. Erzurum İsyanları .................................................................... 60 1.12. Kastamonu İsyanı .................................................................... 60 1.13. Sinop İsyanı ............................................................................. 61 2. Vergi Sorunlarının Göstergesi Olarak Adaletnameler.............. 62 3. Halk Türkülerinde Yer Alan Vergi Sorunları ........................... 67 3.1. Toprak Düzeni ve Egemen Güçler Sorunu ................................ 68 3.2. Ağır Vergi Yükü Sorunu ........................................................... 73 3.3. İltizam Yönteminden Kaynaklanan Sorunlar............................. 74 3.4. Keyfi Vergileme Sorunları ve Vergilemede Yolsuzluklar ......... 81 3.5. Tımar Sisteminden Kaynaklanan Sorunlar ................................ 87 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM ANADOLU HALK TÜRKÜLERİNDE VERGİLER 1. Halk Türküsü Kavramı ............................................................. 91 2. Türkülerde Toplumsal ve Mali Olaylar .................................... 95 3. Halk Şiirinde Mali Sorunlar ve Vergi .................................... 101 4. Türküler ve Türkü Hikayelerinde Vergiler............................. 109 5. Sonuç ...................................................................................... 136 Kaynakça .................................................................................... 138 vi Giriş Bir devletin en önemli gelir kaynağı vergilerdir. İnsanların, gelişim süreci içinde toplum halinde yaşamaya başladıklarından beri vergileme sorunu yaşanmaktadır. Çünkü toplum halinde yaşamanın ortaya çıkardığı bir takım kamusal ihtiyaçların giderilmesi, toplumu yönetenlerin toplumdaki bireyleri vergilendirmesini gerektirmiştir. Aslında bu bir sınıfsal mücadeledir ve yönetenle yönetilen ilişkisinin günlük hayata yansımasından ibarettir. Başka bir deyişle egemen güçlerin, yönettikleri halk kesimini vergisel anlamda yükümlü kılma anlayışından kaynaklanmaktadır. Vergilerin tarihsel gelişimine bakıldığında devletler için hayati nitelikli bir araç olduğu ve başlangıçta gönüllülük esasına dayanmasına rağmen sonraları bir zorunluluğa dönüştüğü görülmektedir. Zorunluluğa dönüşmesi ve egemen olanların vergileme konusundaki yaklaşımları vergi alanla vergi ödeyen arasında sürekli bir çatışma ve sorun yaşanmasına neden olmuştur. Vergiler için söylenebilecek en önemli sözlerden biri de “devlet varsa vergiler olmak zorundadır” ifadesidir. Eğer vergi yoksa devletin varolması veya en azından varlığını devam ettirebilmesi mümkün değildir. Ancak vergiler öylesine etkili araçlardır ki, devletin elinde halkın refahını artırmak için kullanılabilecek bir araç olduğu gibi yoksulluk ve esaretin de aracı olabilmektedir. Halkın ağır vergiler altında ezilmesi, vergiyi yurttaşlar açısından adeta bir zulüm ve işkence aracı haline getirmektedir. Ağır vergi baskısı altında ezilen ve temel hakları elinden alınan toplumun hakim otoritenin buyruklarına itaatsizlik etmesi vergiye karşı gösterilen bir tepkidir ve bu tepkiler baskı arttıkça değişmekte ve en uç seviyesi olan verginin reddi ve vergi isyanına dönüşebilmektedir1. Tarihte çok fazla yaşanmış olan vergi isyanları Anadolu’da da cereyan etmiştir. Bu isyanlar silahlı mücadele, savaş ve ayaklanma şeklinde olmuş ve önemli sonuçlar doğurmuştur. An1 C. Can Aktan, Dilek Dileyici, Özgür Saraç, Vergi Zulüm ve İsyan, Phoenix Yayınları, Ankara, 2002, s.137-138. 1 cak bu çalışmada konu edilecek vergi isyanları silah ve savaşla olmamış, aksine sazlı sözlü bir şekilde gerçekleşmiştir. Osmanlı tarihi açısından günümüze aktarılanların doğruluğu konusunda yaşanan tartışmalarda önem arz eden birkaç noktayı belirtmek gerekmektedir 2 . İlk sorun tarihsel açıdan vakayazarlarının aktardıkları bilgilerin doğruluğu hususudur. Vakayazarlarının aktardıkları bilgilerde tarafsız bir tarihçiliğin izlerine rastlamak zordur. Kaldı ki onlar da tarafsız bir tarihçilik değil, Âli Osman’ın Şanını dile getirdiklerini belirtmektedirler. İkinci bir husus, Osmanlı’da kanunname, tahrir defterleri, mühimme defteri gibi belgeler çoğu kez mukaddimelerle ve devlet adamlarının yorumlarıyla sunulmuştur. Bu yorumlarda belgelerin ortaya koyduğu somut bilgilerle çelişen unsurlar vardır. Bu durumda araştırma yapan tarihçiler de çoğu kez farkına varmadan Osmanlı ideolojisini bilgi olarak aktarmışlardır. Pamuk3 da Osmanlı tarihinin devletçi bakış açısıyla yazıldığını ve yorumlandığını belirtmektedir. Çünkü belgeler neredeyse devlet için çalışanlar tarafından hazırlanmış, buna karşılık toplumu oluşturan kesim geriye belge olacak bir şey bırakmamıştır. Böylece devlet ve toplum özdeşleştirilmiş ve aralarındaki farklar yeterince vurgulanmamıştır. Ayrıca Osmanlı tarihinin devlet katında yazılması toplumun çelişkisiz, kaynaşmış bir bütün olarak gösterilmesine neden olmuş, üretimi gerçekleştirenlerin tarihine yeterli ilgi gösterilmemiştir. Aynı sorunun vergilerin tarihine ilişkin olarak yapılan araştırmalarda da geçerli olduğunu söylemek mümkündür. Ancak tarih sadece araştırmacıların resmi belgelere dayanarak aktardıkları veya vaka-yazarlarının aktardıklarından ibaret olmamalıdır. Özellikle konumuz gereği vergi tarihinin gelişiminde vergilemenin taraflarından biri olan halkın da sözcülüğüne başvurmak gerek2 3 2 Taner Timur, Osmanlı Toplumsal Düzeni, Ankara Üniversitesi, SBF Yayınları No:428, Sevinç Matbaası, Ankara, 1979, s.123-127. Şevket Pamuk, 100 Soruda Osmanlı Türkiye İktisadi Tarihi (1500-1914), K Kitaplığı Yayınları, İstanbul, 2003, s.8. mektedir. Bu da onun türkülerine, destanlarına, şiirlerine başvurulması demektir. Vergi sorunları, vergi isyanları ve türküleri bir arada düşünmek ilk başta anlamsız gelebilir. Ancak halkın gerçek tarihinin öğrenilmesi için yararlanılabilecek en önemli unsurlardan biri olarak gösterilebilecek halk türküleri, içinde aşk, ölüm, doğa gibi unsurları barındırmakla birlikte vergi gibi sosyal, ekonomik ve siyasal bir unsura da yer vermektedir. Dolayısıyla vergilerin tarihi gelişiminin halk dilinden aktarılabileceği en önemli kaynaklardan biri de halk türküleridir. Bedri Rahmi Eyüboğlu türküler için şunları söylemektedir: “Memleket ahvalini onlardan sor Kitaplarda değil, türkülerde ara Yemen’i Öleni, kalanı gidip gelmeyeni Ben türkülerden aldım haberi” Tüm toplumlarda olduğu gibi bizim toplumumuzda da tarihsel gelişim sınıfsal mücadeleler şeklinde olmuştur. Bu sınıfsal mücadele içinde insanların yaşam mücadelelerinin en belirgin bir biçimde yaşatıldığı ve yansıtıldığı ürünlerden biri de hak türküleridir 4. Türkülerde vergilere ilişkin olarak yer alan hususlar genel olarak bir haykırış ve isyan şeklinde dile getirilmiştir. Bu isyan bazen doğrudan vergi yönetiminin kendisine, bazen vergi tahsildarlarına bazen de dolaylı yönlerden bir şikayet şeklinde kendini göstermiştir. Ancak sonuçta silahsız ve kansız bir vergi isyanı söz konusudur. Bu isyan, genel toplumsal düzenin vergisel alana yansıması şeklindedir. Aşağıdaki şu anonim dörtlük5 Osmanlı toplum yapısını çarpıcı bir biçimde yansıtmaktadır. 4 5 Mehmet Bayrak, Eşkiyalık ve Eşkiya Türküleri, Yorum Yayınları, No:4, Ankara, 1985, s.4. Bayrak, a.g.e., s.4. 3 Şalvarı şaltak Osmanlı Eğeri kaltak Osmanlı Ekende yok biçende yok Yiyende ortak Osmanlı6. Bu dörtlük Osmanlı devlet düzenini halkın gözüyle yansıtmakla kalmayıp, mevcut ağır vergilerin üzerine yeni vergilerin de konulmasıyla isyanlara sebep olmuştur. Bu çalışmada Osmanlı vergi sisteminden kaynaklanan sorunlara halkın gözünden bakmak amaçlanmış ve bu doğrultuda halkın gerçek sözcüleri olan türkülerde yer alan vergi sorunlarına değinilmiştir. Çalışmada Anadolu halk türkülerinde yer alan vergi sorunları, Osmanlı döneminin duraklama ve çöküş sürecini kapsayacak şekilde ele alınacaktır. Çalışma üç bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde vergi isyanı ve sosyal eşkiyalık kavramına değinildikten sonra, Osmanlı toprak düzeni ve vergi sistemi de açıklanarak ileriki bölümlerde bahsedilecek sorunlara bir alt yapı oluşturulmuştur. İkinci bölümde Osmanlı’da vergi nedeniyle ortaya çıkan isyanlar ele alınmış ve vergilerin halk türkülerinde ortaya çıkmasına neden olan sorunlara değinilmiştir. Bu sorunlar toprak düzeni vergi sisteminden kaynaklanan egemen güçler sorunu, ağır vergi yükü, iltizam sisteminden kaynaklanan sorunlar ve keyfi vergileme ve vergilemede yolsuzluklar bağlamında ele alınmıştır. Üçüncü bölümde ise halk türkülerine yansıyan vergiler ve vergi sorunlarında örnekler verilmiştir. Bu bağlamda ilk olarak teknik boyutuna girmeden türkü kavramı üzerinde durulmuş, toplumsal yaşam ve mali yaşamda türkülerin yeri ve önemine değinilmiştir. Türküler bir halk şiiri türü olduklarından, bu bölümde halk şiirinde yer alan vergi sorunlarına da değinilmiştir. 6 4 Şaltak: Gevşek Kaltak: 1-Üzeri meşin, halı vb. şeylerle kaplanmamış olan eyerin tahta bölümü, 2- Atın üzerine oturmak için konulan takım, http://tdkterim.gov.tr/bts/ Erişim: 16.02.2010) BİRİNCİ BÖLÜM VERGİ İSYANI SOSYAL EŞKİYALIK VE OSMANLI VERGİ SİSTEMİ Bu bölümde ilk olarak vergi isyanı ve sosyal eşkiyalık konularına değinilecek, daha sonra da Osmanlı İmparatorluğunda toprak düzeni ve vergi sistemi hakkında bilgi verilecektir. 1. Vergi İsyanı Devlet gelirlerinin en önemli kaynağı olan verginin çok eski tarihlere kadar giden bir geçmişi bulunmaktadır7. İlk çağların bütün toplumlarında türü ve alınış şekli farklı olmakla birlikte vergi alındığı bilinmektedir. Örneğin, eski Mısır’da vergilemeye ilişkin detaylı bilgiler mevcuttur8. Eski Roma’da da vergi, savaşta yenilen ülkeleri yenenlere ödediği bir haraç niteliğinde idi ve sunulan kamu hizmetlerinin bir çeşit bedeli olarak kabul edilmiştir9. Ortaçağdan yeniçağa geçildiğinde vergiler başlangıçta olağanüstü gelir niteliğindeyken, sonraları temel bir gelir kaynağı haline gelmiştir. Özellikle 17 ve 18. yüzyıllardan itibaren vergiye verilen anlamlarda cebir kavramıyla ilişki kurulmaya başlanmıştır10. Vergilemenin gelişimi ve çağdaş bir çizgiye kavuşması batılı ülkelerde demokrasi anlayışının doğması ve mutlak siyasal iktidarın vergilendirme gücünün sınırlandırılması yönündeki girişimlerin ortaya çıkması sonucunda olmuştur. Özellikle kraliyet dönemlerinde kralların isteği ve keyfiliği vergi salmada etken olabilirken bu keyfiliğin önüne geçebilecek en önemli kavram halkın isteğine dayanan vergileme yöntemi olmuştur. İktidarın vergilendirme gücünün sınırlandırılması parlamentoların yasama yetkileri7 8 9 10 Salih Turhan, Vergi Teorisi ve Politikası, 5.bs., Filiz Kitabevi, İstanbul, 1993, s.2. Benno Torgler, Tax Morale: Theory and Empirical Analysis of Tax Compliance”, PhD Dissertation, Universitat Basel, Basel, 2003, s.4. Nihat Edizdoğan, Kamu Maliyesi-2, 5.bs, Ekin Kitabevi, Bursa, 2000, s.43-44. Nihat Falay, Maliye Tarihi (Ders Notları), 3.bs., Filiz Kitabevi, İstanbul, 2000, s.13. 5 nin kaynağı olmuştur. Tarihte ilk demokrasi savaşımı mutlak iktidarların vergilendirme konusundaki keyfî tutumlarına bir tepki olarak başlamıştır. Halk temsilcilerinden oluşan parlamentolar ilk yetkilerini vergilendirme konusunda almışlardır. Parlamentoların onayı olmaksızın vergi alınamayacağı (temsilsiz vergi olmayacağı) kuralı, batı demokrasilerinin temel anayasal ilkelerinden biri olarak kabul edilmiştir11. Batı ülkelerinde vergi sorunları zaman zaman isyanlara da neden olmuştur. Bu isyanlara örnek olarak Avrupa’da Wat Tyler İsyanı, Hampden Hareketi, Poujade Hareketi, Baş Vergisi İsyanı, Alman Köylü Hareketi, Alman Dokuma İşçileri İsyanı; Amerika’da ise Pul vergisi İsyanı, Boston Çay Partisi, Shays İsyanı, Viski İsyanı, Fries İsyanı ve Büyük Depresyon Yıllarındaki Vergi Direnişi gösterilebilir12. Gerçekten de toplumsal yapıdan kaynaklanan çeşitli nedenlerle ortaya çıkan isyanlar, toplumsal yapının vazgeçilmez unsurlarından biri olan vergiler nedeniyle de ortaya çıkabilir. Çünkü vergiler halkın sahip olduğu ekonomik gücün bir kısmının karşılıksız bir şekilde devlete ya da egemen güçlere aktarılması demektir. Bu durumda yoksul olan halk daha da yoksullaşmakta, adaletsizlikler daha da artmakta, vergiler nedeniyle katlanılan yük artık katlanılamaz hale gelmektedir. Bir Türk atasözünde belirtilen “kurt bunalırsa köye iner, kul bunalırsa dağa çıkar” ifadesinde olduğu gibi ağır vergiler karşısında yapacak bir şeyi kalmayan halk, ya birinin önderliğinde ya da birlikte yönetime başkaldırmaktadır. 11 12 6 Nami Çağan, “Demokratik Sosyal Hukuk Devletinde Vergilendirme”, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C.37, S.1-2, 1982, s.130. Ayrıntılı bilgi için bkz., Aktan vd., a.g.e., s.160 vd., Charles Adams, Those Dirty Rotten Tax, The Free Press, New York, 1998; Kenan Bulutoğlu, “Vergiye Karşı Tipik Bir Reaksiyon Poujade Hareketi” Maliye Enstitüsü Konferansları, Dördüncü Seri, İstanbul Üniversitesi Yayınları, Sermet Matbaası, Şemsettin Arkadaş, İstanbul:1959, s.173-175; Kerim A. Gök “Vergi Direncinin Gelişimi” Marmara Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, Cilt:22, Sayı:1, s.151. Vergi isyanlarının nedenleri genel olarak vergileme yetkisinin kötüye kullanılmasıdır. Bu kötüye kullanım temsilsiz sınırsız ve keyfi vergileme şeklinde ortaya çıkmaktadır. Vergileme yetkisinin kötüye kullanımı, vergilemenin meşruluğunu zedelemekte ve vergiye karşı direnişi güçlendirmektedir. Tarihte yaşanan vergi isyanlarının nedenlerine bakıldığında en önemli gerekçenin vergileme yetkisinin kötüye kullanımı ile halkın ağır vergi yükü altında ezilmesi olduğu görülmektedir13. Bir vergi isyanında isyancıların tipik haydutlar şeklinde değerlendirilmesi doğru olmaz. Çünkü vergi isyanlarında sosyal isyancı (ya da eşkiya) denilen ve halkın çıkarları doğrultusunda mücadele eden isyancı tipine rastlama olasılığı çok yüksektir. Şimdi kısaca sosyal isyancılara ya da sosyal eşkiyalara ilişkin bilgi verilecektir. 2. İsyan ve Sosyal Eşkiyalık İsyan, belirli bir otoriteye karşı toplumsal bir davranışı ifade etmektedir. İsyan tek tek bireylerin göstermiş olduğu tepkiler giderek artarak kolektif bir hal almaktadır14. Bir kişi ya da bir grubun çıkar amacı, soygun, hırsızlık gibi nedenlerle yönetime başkaldırması değil de toplumsal sorunların çözümü için kişi ya da grupların ayaklanması sözkonusudur. Zaten isyan edenlerin ya da eşkiyaların15, her iki durumda da yasa13 14 15 Aktan vd., a.g.e., s.145. Edizdoğan, e.g.e., s.53. Eşkıya kelimesi “saki” kelimesinin çoğuludur. Sözlük anlamı olarak “bahtsız”, “fena hareketli”, “haylaz”, “habîs” “haydut”, “yol kesen” manalarına gelmektedir. Osmanlı vesikalarında ise; şekavette bulunan saki veya eşkıya başlarına bir kişi ve onun emrinde topluluklar; “Kutta-i tarik, haydud, türedi eşkıyası, erazil” seklinde adlandırılırken kalabalık toplulukların şekavetleri “Türkmen eşkıyası, Ekrâd eşkıyası Levendât eşkıyası, Saruca-Sekbân, Türedi eskıyası, suhte vb.” biçiminde adlandırılmaktadırlar. Mehmet Karagöz, “17. Asrın Sonunda Filibe ve Çevresinde Eşkiyalık Hareketleri (1680-1700)”, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt:16, Sayı:2, 2006, s.373. 7 lara karşı gelmesi söz konusuyken, amaçları bunları hem halkın gözünde hem de yönetim düzeyinde farklılaştırmaktadır. Burada söz etmek istediğimiz bu tür isyancılar yani sosyal isyancılardır. Eşkiyalık bütün dünyada feodal çağın ya da o çağın uzantısının kaçınılmaz bir sonucu ve bu sistemin yarattığı bir olgudur16. Eşkiyalık halkın ekonomik olarak krizde olduğu ve aşırı yoksul düştüğü dönemlerde yaygınlaşmaktadır. Çok az işgücü talep eden ve çalışma gücünde olmasına rağmen iş bulamayanları barındıran kırsal ekonomik yapı eşkiyalığı ortaya çıkaran en önemli nedenlerdendir. Örneğin 16. yüzyılda Akdeniz’de eşkiyalığın olağanüstü artış göstermesi köylülerin hayat şartlarının aşırı kötü olmasından ileri gelmiştir17. Hobsbawm, eşkiyaları; sosyal eşkiyalar (erdemli), ilkel direniş ya da gerilla grupları, öçalıcılar, haydutlar, çapulcular, adi hırsızlar olarak sınıflandırmıştır18. Bu sınıflandırmada sosyal eşkiyalığın mutlaka diğerlerinden ayrı olarak değerlendirilmesi gerekmektedir. Sosyal eşkiyalık, bir tepki ve direnç kurumu olarak kırsal kesimin, denetleyemediği merkezi otoriteye ve ona bağlı olan ya da ona dayanarak yaşayan yerel otoriteye başkaldırışının simgesi- 16 17 18 8 Eşkiyalığın hukuksal açıdan tanımlanması ise; mal zapt etmek, öç almak, suikastte bulunmak veya ülkenin genel güvenliğini bozmak için mesken, çiftlik, ağıl köy, değirmen gibi mahalleri basarak ya da yakarak, tahrip ederek, adam öldürerek, yollarda kırlarda soygunculuk yaparak,, adam kaldırarak ve bu fiillerden dolayı, mevkuf ve mahbus iken firar ederek, silahla dolaşmak suretiyle, emniyet ve asayişi münferid ve toplu olarak tehdit ve ihlal etmektir. Ahmet Mumcu, Siyaseten, s.8, aktaran Ali Rıza Soyucak, Konya ve Çevresinde Eşkiyalık Hareketleri (1640-1675), (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Anabilim Dalı Yeniçağ Tarihi Bilim Dalı, Konya, 1997, s.18. Sabri Yetkin, Ege’de Eşkıyalar, Tarih Vakfı Yurt Yayınları:35, İstanbul, 1996, s.12. Eric Hobsbawm, Sosyal İsyancılar, Çev. Necati Doğru, 2.bs, Sarmal Yayınevi, İstanbul, 1995, s.16, 23. Hobsbawm, a.g.e. dir19. Sosyal eşkiyalık, tarihte en yaygın ve en evrensel toplumsal olaylardan biridir. Sosyal eşkiyalık tarım esasına dayanan ve halkın çoğunluğunu toprak ağaları, yöneticiler ve bankalar tarafından sömürülüp baskı gören köylülerle toprak işçilerinin olduğu toplumlarda görülmektedir. Bu nedenle modern tarım sistemlerinin hakim olduğu kapitalist ve sosyalist toplumlarda sosyal eşkiyalık görülmez. Yani modernleşme, ekonomik gelişmenin yanı sıra haberleşme imkanlarının çoğalması ve toplumsal yönetimin yaygınlık kazanması ile sosyal eşkiyalık da dahil olmak üzere her çeşit eşkiyalık ve eşkiyalığı oluşturan koşullar ortadan kalkmıştır20. Sosyal eşkiyaların bir programı olduğu kabul edilirse, bu plan mevcut düzenin restore edilmesi ya da korunması anlamını taşımaktadır. Onlar yanlışları düzeltirler, adaletsizliği önlemeyi ve adaletsizliğin acısını çıkarmayı kendilerine amaç edinirler. Bunu yaparken de zenginle fakir, kuvvetliyle zayıf arasına daha genel bir adalet kriteri koyarlar. Bu şekilde toplumla bütünleşmeleri onlara erdemli eşkıya nitelendirilmesinin yapılmasına neden olur21. Erdemli eşkiyanın yenik düşmesi ve ölümü, halkın yenik düşmesi ve ölümüyle özdeştir. Daha kötüsü onun ölümü umutların yok olması anlamını taşır. İnsan adalet olmadan yaşayabilir ama umut olmadan yaşayamaz22 . Hobsbawm, eşkiyaları köylülere yardım etmek isteyen kır isyancıları olarak değerlendirmiş ve eşkiyaların, halkları için Napolyon yada Bismark’tan daha önemli olduklarını, ve onlar için özlem ve gurur dolu türküler yakıldığını ifade etmiştir. Barkey ise eşkiyaların kırsal toplumun esas zorbaları olduklarını vurgulamaktadır. Barkey’e göre bu gruplar kırsal topluma çeşitli şekillerde zarar vermişlerdir. her şeyden önce kaynaklarını yağmalamışlar, ye- 19 20 21 22 Yetkin, a.g.e., s.9. Hobsbawm, a.g.e. Erdemli eşkiyaların nitelikleri ve halkın gözünde nasıl değerlendirildiğine ilişkin bilgi için bkz., Hobsbawm, a.g.e., s.34. Hobsbawm, a.g.e, s.43. 9 rel iktidar sahipleri tarafından kullanılmışlardır. Böyle kimselerin iyiliksever olduklarını düşünmek doğru değildir23. Hobsbawm ile Barkey arasındaki bu yaklaşım farkının sosyal isyancı ya da sosyal eşkıya kavramından kaynaklandığı söylenebilir. Çünkü Hobsbawm’ın bahsettiği isyancılar ya da eşkiyalar halkla bütünleşmiş ve onun çıkarları doğrultusunda hareket eden ve onun içinden çıkmış bir olgu iken Barkey’in bahsettiği eşkiyalar egemen güçlerin çıkarları doğrultusunda halk üzerinde baskı kuran bir tehdit mekanizmasının unsurlarıdır. 3. Osmanlı Toprak Düzeni ve Vergi Sistemi Osmanlı İmparatorluğunun ideal yapısı, üretim araçlarının tüm mülkiyetinin devleti oluşturan ve başında hükümdar bulunan bürokrasinin elinde yoğunlaşmış bir durum sergilemektedir24. Osmanlı İmparatorluğu’nun klasik kurumsal yapısı, az çok birbirine yakın büyüklükte toprakları elinde bulunduran ve merkezden atamış olduğu memurlara oransal vergi ödeyen bağımsız bir köylü kitlesini içermekte idi. Merkezden atanmış olan bu memurlar topladıkları vergiyi ya merkeze aktarırlardı ya da bunun karşılığında merkezi kimi durumlarda ise sivil nitelikte hizmetler verirlerdi. Bu memurların temel özelliği, statülerini miras yoluyla veya mahalli nüfuzlarına dayanarak değil, merkezi otorite tarafından tayin edilmiş olmaları dolayısıyla elde etmiş olmalarıydı. Bu sebeple sahip oldukları bu ayrıcalıkları kolayca geri alınarak reaya statüsüne indirilebilirlerdi. Teorik olarak 15. yüzyıldan sonra sadece hanedan ailesi varlığını başkalarına borçlu olmayan bir statüye sahipti. Bu statü padişaha güçlü kullarına servet bağışlama veya bu servetleri yok etme gücü veriyordu. Böylesine mutlak bir iktidarın kullanılabilmesi için, çevrede güç odaklarının henüz oluş23 24 10 Karen Barkey, Eşkiyalar ve Devlet, Osmanlı Tarzı Devlet Merkezileşmesi, Tarih Vakfı Yurt Yayınları: 82, İstanbul, 1999. Stefanos Yerasimos, Az Gelişmişlik Sürecinde Türkiye-I, Bizanstan Tanzimata, Çev. Babür Kuzucu, 7.bs., Belge Yayınları, İstanbul, 2000, s.211. maya başladığı süreçte yok edilmesini sağlayacak bir kontrol mekanizmasına ihtiyaç duyulması gayet doğaldır. En çarpıcı biçimde toprak yapısında görülen bu kontrol mekanizması zanaat ve ticaretin sıkı bir şekilde kurumsallaştırıldığı şehir ekonomisini de içine almakta idi. Ticaret ve zanaat üzerindeki kontrol mekanizmasını şehir ve köy iktisadi yapılarını birbirine bağlamayı amaçlayan düzenlemelerle birlikte, merkezden belirlenmiş bir iş bölümü yaratma teşebbüsünün ilk adımını oluşturduğu söylenebilir25. 3.1. Osmanlı İmparatorluğunda Sosyal Tabakalar Osmanlıda toplumun sınıfsal ayrışımını yaratan faktör devletin kendisidir. Devlet bu gücünü şüphesiz bütün toprakların ve doğal kaynakların kamu mülkü olarak kendi elinde bulunmasından alıyordu26. Osmanlıdaki bu sınıfsal ayrım ve toprak düzeni aslında artığı yaratanlarla yani vergi verenlerle artığa el koyanların yani vergi toplayanların ayrımı 27 anlamına gelmektedir. Osmanlı devletinde batılı anlamda sosyal tabakalaşma ve ve sosyal sınıflar oluşmamıştır. Batıda oluşan sosyal sınıflar ve sosyal tabakalaşmanın benzer şekilde Osmanlı’da gelişememesinin nedeni mülkiyet anlayışından kaynaklanmaktadır. Toprak mülkiyetini devletin uhdesine alması, sermayenin belirli ellerde toplanmasını engellemiş ve böylece siyasi iktidarı etkileyebilecek toprak asilleri ve büyük sermaye sahipleri gibi güçlerin oluşmasını engellemiştir28. Osmanlı’da sosyal tabakalaşmayı belirleyen önemli ayırım yöneten (askeri zümre/beraya) ve yönetilen (reaya) ayırımıdır. Askeri kesim, kendilerine tımar kesiminden, hazineden veya vakıflardan gelir ayrılan kesimdir. Bu kesimin ayrıcalığı ver25 26 27 28 Çağlar Keyder , Türkiye’de Devlet ve Sınıflar, İletişim Yayınları, İstanbul, 1989. Mustafa Akdağ,, Türkiye’nin İktisadi ve İçtimai Tarihi, 2C, Barış Yayınevi, Ankara, s.80. Pamuk, a.g.e., s.36. Ahmet Akgündüz, Said Öztürk, Bilinmeyen Osmanlı, Osmanlı Araştırmaları Vakfı, İstanbul, 1999, s.344. 11 gi toplama yükümlülüğü ve devlete hizmet etmektir. Reaya ise yönetici sınıfın üyeleri olamayan, üretim yapan ve vergi veren zümredir29. Askeri zümre; saray halkı (padişah, hocalar, eminler, hekimler), ilmiye (müderris, müftü, kadı), seyfiye (kapıkulları ve tımarlı sipahiler), ve kalemiyeden (devlet dairelerinde çalışan idari memurlar); reaya ise üretici olan ve ticaretle uğraşan ve vergi veren yerleşik veya yarı yerleşik halktan oluşmaktadır. 30 Yerleşik reaya şehirli veya köylü olabilirdi. Şehirli reaya esnaf ve tüccardan ibarettir. Köylü reaya ise tımar ve vakıf gibi zirai toprakların reayasıdır. Yarı yerleşik zümreler de konar-göçer olarak adlandırılmışlardır31. Devlet reayaya toprak emekçilerini bünyesinde toplayan apayrı bir sınıf olarak bakmaktadır32. Köylüler resmi vakayinamelerde en fazla imparatorluk tarihindeki büyük kişilerin ya da olayların arka planı olarak yer alırlar. Resmi belgelerde tahıl, yağ, et,meyve ya da gümüş para miktarlarına dönüşmüş vergi yükümlüleri listesi olarak görünürler. Oysa köylü nüfus, Osmanlı İmparatorluğu’nun temellerinden biri ve gücünün ayrılmaz bir parçasıydı. Çoğunlukla Müslüman ve Hristiyan olan köylüler vergi veren reaya sınıfının ana kitlesini oluşturuyordu 33 . Osmanlı toprak sisteminde devlet, sipahiler ve mültezimler bir yandan reayayı toprakta tutarken, öte yandan da 29 30 31 32 33 12 Ahmet Tabakoğlu, Türk İktisat Tarihi, 6.bs., Dergah Yayınları, İstanbul, 2003, s.142; Emine Kıray, Osmanlı’da Ekonomik Yapı ve Dış Borçlar, 2. bs., İletişim Yayınları, İstanbul, 1995, s. 46; Gül Akyılmaz, “Osmanlı Devleti’nde Yönetici, Sınıf-Reaya Ayrımı” Gazi Üniversitesi Hukuk fakültesi Dergisi, C.8, S.1-11, Haziran-Aralık, 2004. Stanford Shaw, Osmanlı İmparatorluğu ve Modern Türkiye, C-1, e Yayınları, İstanbul, 1994, s.174 vd. Tabakoğlu, a.g.e., s.143. Yerasimos, a.g.e., s.215. Amy Singer, Kadılar, Kullar ve Kudüslü Köylüler, Çev. Sema Bulutsuz, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 1996, s.4. reaya üzerindeki baskıyı artırarak reayanın yarattığı artığa el koymaya çalışmıştır34 “17. yüzyıldan itibaren âyan denilen yeni bir sosyal tabakanın belirdiği görülmektedir35. Âyanlık, yerel koşulların gerekleri sonucu zaman içinde oluşmuştur. Ayan, bir kasabanın, bir kentin ya da bir bölgenin hem ileri gelenleri, etkili ve nüfuzlu kişileri, hem de halkın temsilcileri anlamına gelmekteydi. Âyan, yerel kökenli ya da yöre dışından olabiliyor, hem reaya hem de askeri sınıf arasından gelebiliyordu. Her yörenin önde gelen tüccar ve diğer sermaye sahiplerinin arasından molla, müftü, müderris gibi ulema kesiminden, yörenin vakıf gelirleriyle yaşayan eski ailelerinden ya da devletin atadığı vali, kadı veya askeri birlik komutanları arasından âyan çıkabiliyordu” 36 .Ayan, zayıflayan merkezi otoritenin boşluğunu doldurma yanında miri topraklara el koymaya ve geniş çiftlikler kurmaya, bir kısım reaya da bu çiftliklere sığınmaya başlamıştır. Devleti bir yönüyle toprakta özel mülkiyetin belirmesine yol açan ve kurduğu sistem dışında oluşan ayanlığı biraz da istemeyerek kabullenmiş ve resmi bir hüviyet vermiştir37. 17. yüzyıl sonlarında iç güvensizliğin artması, şehir ve kasabalarda yeni istikrar ve güvenlik kaynaklarının oluşma ihtiyacını ortaya çıkarmıştı. Bu ihtiyaç ayanlığı güçlendirmiştir. Devlet, kimi ayanları devlete itaat etmeyen derebeyleri olarak sınıflandırmakla birlikte gönderdiği hükümlerde beylerbeyi, sancakbeyi, kadı, molla, yanında bunları da muhatap almakta; örfi vergi ve asker toplanmasında, eşkıya takibinde onların yardımını istemektedir. Yine 17. yüzyılın sonlarında bunların denetim altına alınması için ayan meclisleri oluşturulmuştur. 1726’dan itibaren de resmen devlet 34 35 36 37 Kıray, a.g.e. Ayanlarla ilgili ayrıntılı bilgi için bkz., Ramazan Gökbunar, Türk Maliye Tarihinde Ayanlık Kurumu, Rantiyer Bir Sınıfın Oluşum Mücadelesi, Ekin Kitabevi, Bursa, 2007. Pamuk, a.g.e., s.173. Tabakoğlu, a.g.e., 148. 13 teşkilatına dahil edilmişlerdi. Artık merkezden sancak beyi gönderilmesi yerine o göreve bölgeden bir ayan getiriliyordu38. 3.2. Osmanlı Toprak Düzeni Osmanlı İmparatorluğu’nda üretimin esas olarak tarıma dayalı olması toprak düzenini daha da önemli kılmaktadır. Osmanlı toprak düzeni, uzantısı olduğu eski uygarlıkların izlerini taşımaktadır. Genel olarak Osmanlı toprakları; dirlikler (tımar, zeamet, has), vakıf arazileri, ocaklık araziler (kale muhafızlarına, tersanelere ayrılan araziler), yurtluk araziler (sınır boylarında yaşayan ve sınırı bekleyenlere tahsis edilen araziler), devlet arazileri (fethedilen veya sahipsiz araziler), mülk araziler (özel mülkiyete ait araziler) şeklinde sınıflandırılabilir39. Tarım için kullanılan toprak mülkiyeti önceleri kural olarak devlete aitken (mirî toprak) sonraları dirlik ya da tımar uygulamalarıyla kullanımı başlıca işlevleri vergi toplamak ve asker sağlamak olan kamu görevlilerine bırakılmıştır. Osmanlı toprak düzeni, tımar kurumu ile merkezi yönetimin üretim ve bölüşüm gibi belirleyici ekonomik faaliyetleri denetimi altında tutması ilkesine dayanmaktadır40. Yerasimos41’in deyimiyle, Osmanlı’da sistemin temel amacı, başlıca üretim aracı olan toprağın denetimidir. Osmanlılar kuruluş yıllarında ve sonrasında Anadolu Selçuklu toplumundan aldıkları ikta42 (sultanın önemli kişilere toprak 38 39 40 41 42 14 Tabakoğlu, a.g.e., s.148-149. Ümit Aktaş, Osmanlı Çağı ve Sonrası, Anka Yayınları:85, 2.bs., İstanbul, 2006, s.191. Yakup Kepenek, Nurhan Yentürk, Türkiye Ekonomisi, 18. bs., Remzi Kitabevi, İstanbul, 2005, s.13. Yerasimos, a.g.e., s.211. Tabakoğlu ikta sistemiyle ilgili şu bilgileri vermektedir (Tabakoğlu, a.g.e., s.95). “İkta edilen topraklarda ferdi mülkiyet söz konusu değildi. Toprağı işleyen köylüler toprağın kullanım hakkına sahiptiler. Rakabe denen soyut mülkiyet ise devlete aittir. Bu esnek mülkiyet anlayışı içinde ikta sahipleri denen askerler ise hizmetlerinin devamı ve toprağı nezaret bağışlaması) sistemini devam ettirmişlerdir 43 . Dirlik olarak da isimlendirilen iktaların özellikle askeri iktalar olarak kullanılışı, Osmanlı İmparatorluğu’nda yaygın bir müessese olan sipahi tımarının ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Büyük bir kısmı ayni olarak tahsil edilen vergi gelirlerinin nakli, paraya çevrilmesi, merkezi bir devlet hazinesinde toplanarak oradan görevlilere dağıtılmasının güçlüğü karşısında, bir kısım asker ve memurlara belirli bölgelerden kendi nam ve hesaplarına tahsil yetkisi ile birlikte vergi kaynaklarının tahsis edilmesi anlamına gelen tımar sistemi önemli bir mali kurum olmuştur. Tımar sistemi, Osmanlı’da en yaygın toprak düzenini, tarımsal artığa el koymanın en yaygın biçimini oluşturmuştur. Tımar düzeni çerçevesinde reayanın ürettiği artığa devletin vergi yoluyla el koyması da Osmanlı toplumundaki en yaygın üretim ilişkisini oluşturmaktaydı44. Yaşadığı ve görevi devam ettiği sürece bu görev karşılığında kendisine tahsis edilen vergi kaynağını da elinde bulunduracak olan tımar sahibinin, normal olarak vergi kaynağının 43 44 etme şartıyla geçimlerini sağlayan, maaşlarını bu toprakların kanunnamelerle tespit edilmiş vergi gelirlerinden elde edilen memurlar durumundaydılar. İktalar idari ve mali muhtariyete sahiptiler. Selçuklu büyük divanından tamamen ayrılmışlardı. Merkez tahsildar göndermiyor, vergiler bizzat ikta sahiplerinin kendileri tarafından maaşlarına karşılık olarak toplanıyordu. Maaşlardan fazla olan gelirler ise senelik maktu bir vergi olarak devlere intikal ediyordu. İktalar ferdi mülkiyet siz konusu olmadığından hibe, vakıf ve satışlarına müsaade edilmezdi. İktaa nezaret eden askerin ölümünden sonra büyük oğlu nezareti ele alırdı. Bu, zamanla bir örf halini almıştı fakat bunun daha çok küçük iktalarda söz konusu olduğunu görüyoruz. İkta feodalite veya derebeylik anlamına gelmediği gibi bu yola dönüşmemesi için gerekli özen gösteriliyordu. İkta edilen topraklar bazen ücretlerini nakden verileceği gerekçesiyle geri alınabiliyordu. Yine tehlikeli bir şekilde bağımsızlaşma eğilimi sezilen kumandanlardan da toprakları geri alınıyordu.” Sencer Divitçioğlu, Asya Üretim Tarzı ve Osmanlı Toplumu, Sermet Matbaası, İstanbul, 1967. Pamuk, a.g.e., s.59. 15 bakımı ve ıslahı ile doğrudan doğruya menfaatdar bunduğu için reayayı koruması, bir aracı kullanılmayacağı için verginin kolay ve masrafsız olarak toplanması, hizmetlerle vergilerin birbirlerine uygunluğu sağlanarak bir takım sorunların önlenmesi tımar sisteminin temel özelliklerindedir45. Osmanlı’da tımarların bünyesinde bulunan köyler de vergi yükümlülüğü olan bir toplum olarak görülüyor ve vergi mükellefiyetiyle toprak sahipliği arasında bire bir ilişki kuruluyordu 46 . Yani, tımarın meydana gelmesindeki temel unsur, toprağı ve sakinleriyle birlikte köylerdir. Bir tımarı bir ya da birden çok köy bir araya getirebilmekteydi47. Tımar sisteminin temel ayrılmaz parçalarından biri çift hane sistemidir. Çift hane sistemi tarımsal üretimin, her birine bir çift ya da çiftlik verilmiş olan köylü haneleri temelinde yapılan düzenlemelerden oluşmaktaydı. Bu çiftlikler, bir hanenin geçimini sağlamasına ve toprak sahibine (devlet) “kira”yı ödemesine yetecek büyüklükte idi. Çiftliğin büyüklüğü toprağın verimliliğine göre 60 ila 150 dönüm arasında değişmekte idi. Tımar sisteminde tarımsal üretimin, dolayısıyla toprağın denetimi fiilen devlet, sipahi ve çiftçi arasında paylaştırılıyordu. Osmanlı İmparatorluğunda devlet mülkiyetinde olan topraklar tapulu ve mukataalu olarak ikiye ayrılmakta idi. Bunlardan ilki, tapu düzenlemeleri çerçevesinde tapu resmi karşılığında köylülere verilen tüm toprakları, ikincisi ise, basit bir kira sözleşmesi yani mukataa çerçevesinde kiralanan toprakları kapsıyordu. Tapulama ya da tapuyla kiralama usulü, toprağa özel bir statü kazandırır ve çift hane sisteminin kapsamına alırdı. Tapulu çiftlikler, köylü ailelerine devredilen aile çiftliği birimleriydi. Mukataalu48 top45 46 47 48 16 Mehmet Genç, Osmanlı İmparatorluğunda Devler ve Ekonomi, Ötüken Yayınları, İstanbul, 2000, s.100-101. Keyder, a.g.e., s.16. Yerasimos, a.g.e., s. 240. Mukataa, hazineye gelir sağlayan vergi kaynağının adıdır. Mukataa,tek bir vergi türünü belli bir bölge veya bölgeler itibariyle kapsamına aldığı gibi, çeşitli vergi türlerini belli bir bölge veya bölgeler itibariyle de kapsamına almış olabilir. Bkz. Yavuz Cezar, Osmanlı raklar ise, bir kira sözleşmesi temelinde, toplayacağı öşürler karşılığı yalnızca toptan saptanan bir kira bedelini ödemeyi kabul eden herhangi bir kişiye kiralanabilen topraklardı. Bu tür toprakları kiralayanların kendileri, herhangi bir köylü vergisiyle yükümlü olmazlardı49 . Köylü tasarrufu altındaki toprağı sürekli işlemeyi ve zorunlu vergileri ödemeyi üstlenirdi. Ayrıca köylü ekinlik, bostan ya da çayır olarak aldığı toprağın kullanımını değiştiremezdi. Eğer toprağı üç yıl boyunca bir neden olmaksızın boş bırakırsa, sipahi toprağı başkasına verebilirdi. Toprağı işledikleri ve vergilerini ödedikleri sürece köylülerin elinden toprak alınmazdı. İmparatorlukta toprak değil de işgücü azlığı olduğundan, köylülerin topraklarından ayrılması yasaktı50. Ayrıca tımar tahsisi sipahiye toprak üzerinde bazı denetim hakları veriyordu. Toprağın köylüler tarafından kullanılması ya da bir kişiden başka bir kişiye devredilmesi konusunda devletin koymuş olduğu kuralları sipahi uygulardı. Tımarlar tahrir defterlerinde kayıtlı bölünemez ve değiştirilemez birimler oldukları için çift hane birimleri de tımar gelirini sabit tutmak amacıyla bölünemez ve değiştirilemez olarak kabul ediliyordu. Özellikle Anadolu ve Balkanlar’da hakim olan bu sistem devlet tarafından yakından takip ediliyordu. “Ortadoğu imparatorluk geleneği” olarak isimlendirilebilecek bir yapının sosyopolitik koşullarına en uygun ve en ideal sistemin bu sistem olduğu düşünülüyordu. Ancak, merkezi bürokrasinin miri topraklar üzerindeki devlet denetimini muhafaza etme çabalarına rağmen, özellikle 16. yüzyılın sonunda başlayan gerileme ve merkezin zayıflaması dönemi boyunca bu topraklar kısmen özel şahısların denetimine girdi. Miri topraklarda en önemli değişim, padişahın bireylere bu topraklar üzerinde bazı denetim hakları vermesiyle yaşandı. Merkezi- 49 50 Maliyesinde Bunalım ve Değişim Dönemi, Alan Yayıncılık, İstanbul, 1986, s. 21. Halil İnalcık, Osmanlı İmparatorluğu’nun Ekonomik ve Sosyal Tarihi, Çev. Halil Berktav, Eren Yayıncılık, İstanbul, 1997, s.150. Himmet Hülür, Gürsoy Akça, “İmparatorluktan Cumhuriyete Toplum ve Ekonominin Dönüşümü ve Merkezileşmenin Dinamikleri”, Türkiyat Araştırmaları Dergisi, S.17, Bahar -2005, 317, Kıray, a.g.e., s.49. 17 leşmenin ve tımar sisteminin baskın olduğu dönemlerde çok nadiren verilen bu tür haklar, 16. yüzyılda idari suistimaller nedeniyle giderek yaygın hale geldi. Saraya mensup veya saray çevrelerine yakın nüfuzlu kişiler, arpalık ya da mülk tahsisi şeklinde elde ettikleri devlet topraklarını daha sonra vakıflara dönüştürdüler. Toprak ve üzerindeki emeğin statüsündeki değişiklik, genelde üretimin organizasyonundaki bir değişikliği beraberinde getirmiyordu51. 16. yüzyılın sonlarından itibaren başlayan duraklama döneminde yeni topraklar fethedilemediğinden hazineye giren ganimetler oldukça azalmıştı. Askeri sınıf vergiden muaf olduğundan tek düzenli gelir kaynağı olan köylü ve esnaftı. Yeni vergi kaynaklarına el atmak amacıyla tımar sistemiyle oynanmaya başlanmıştır. Böylece Osmanlı toprak düzeni giderek etkinliğini yitirmiş, tımar sisteminin çözülmesiyle tarımsal mülkiyet yapısı da değişmiştir. Merkezi yönetim, gelir sağlamak için ya devlet arazisini doğrudan satışa çıkarmak ya da bunlar üzerindeki vergi toplama işini asker kesiminden olmayan özel girişimcilere (mültezim) bırakmak zorunda kalmıştır. Mültezimlerle birlikte devletin sivil ve asker görevlileri, özellikle merkezin gücünü ve etkinliğini yitirmesiyle devlet toprakları üzerinde fiili bir özel mülkiyet oluşturmuşlardır52. Ayanlar kanun dışı olmasına rağmen reayanın topraklarını satın almaya başlamışlar ve böylece zirai topraklarda devlet mülkiyeti ilkesi zedelenip özel mülkiyet ortaya çıkmaya başlamıştır. 18. yüzyılda devlet derebeyleşmeye karşı direnememiştir. Böylece toprakta özel mülkiyete dayalı yeni bir yapıya geçiş başlamış ve sonuçta bu durum ve sonuçta bu durum 19. yüzyıl başında bir uzlaşmayla (sened-i ittifak- 1808) sonuçlanmıştır. Daha sonra ayan, Tanzimat sonrası meclislerde görev almış ve eşraf zümresinin kökleşmesinde büyük rol oynamıştır53. 51 52 53 18 İnalcık, age s.19. William Griswold, Anadolu’da Büyük İsyan, (1591-1611), Tarih Vakfı Yurt Yayınları,-93, İstanbul, 2000, Kepenek ve Yenitürk, a.g.e., s.13. Tabakoğlu, a.g.e., s.149. 4. Osmanlı Vergi Sistemi Yaklaşık altıyüz yıl hüküm süren Osmanlı Devleti’nin şer’i hükümlere tabi olan bir İslam devleti olması, vergi sisteminin oluşumunda da etkili olmuştur 54 . Böylece doğal olarak Osmanlı hukukunun mali esasları şer’i hükümlere dayanarak meşruiyetini İslam dininden almıştır. Hz. Peygamber devrinden Tanzimat’ın ilanına kadar tüm Müslüman devletlerde ve dolayısıyla Osmanlı Devletinde esas kabul edilen vergi sistemi aynıdır ve temelde İslam Hukukunun geliştirdiği mali hükümlerden ibarettir. Bu hükümler bir bütün halinde fıkıh kitaplarında ifadesini bulmaktadır. Ama diğer taraftan İslam Hukukunun vergi konusunda baştaki idareciye verdiği bazı yetkilerden ötürü, örf ve adete dayanan vergiler hususunda bazı isim ve miktar farklılıkları da söz konusudur 55 . Dolayısıyla Osmanlı vergi sistemi şer’i ve örfi vergilerden oluşmaktadır. Ayrıca, Osmanlı İmparatorluğu, yüzyıllar süresince bir çok İslam ve Hıristiyan ülkelerinin vergi usullerinden etkilenmiştir. Osmanlı vergi sisteminin olgunlaşmasında, bu ülkelerin vergi usulleri daha çok türleri yönünden etki yapmış, ayrıca devletin yeni yeni halk kitlelerini idaresine alması ve birbirinden farklı coğrafi bölgeleri zaptedişi de mevcut düzenin değişimini ve yeni eklemeler yapılmasını zorunlu kılmıştır56. Fethedilen bir ülkedeki ekonomik ve sosyal istikrarın bozulması endişesi her bölgenin kendine özgü özellikleri dikkate alınarak vergi sistemi oluşturulmasına neden olmuştur. Bu nedenle her vilayet ve sancak için vergi sisteminin esaslarını ortaya koyan, vergi mükellefleri ile sipahi veya devlet ilişkilerinin nasıl olması gerektiğini düzenleyen ayrı ayrı kanunnameler düzenlenmiştir57. 54 55 56 57 Aktan vd., a.g.e., s.58. Abdullah Mutlu, Tanzimattan Günümüze Türkiye’de Vergileme Zihniyetinin Gelişimi, T.C. Maliye Bakanlığı Strateji Geliştirme Başkanlığı, Yayın No:2009-390, Ümit Ofset Matbaacılık, Ankara, 2009, s.46-47. Mustafa Akdağ, Türkiye’nin İktisadi ve İçtimai Tarihi, 1 C, Barış Yayınevi, Ankara, 1999, s.406. Gökbunar, a.g.e., s.11. 19 4.1. Vergi Sisteminin Genel Özellikleri Osmanlı kamu gelirlerine bileşimleri açısından bakılırsa, toplam gelirler içinde dolaysız vergiler ile tarım üzerinden alınan vergiler en büyük paya sahiptir. Bu durum, servet (zekat), gelir (öşür), baş (cizye) gibi dolaysız vergilere ağırlık verilmesinin ve tarım kesiminin ekonomide en büyük yere sahip olmasının sonucudur58. Vergi gelirlerinin ağırlıklı olarak dolaysız vergilere dayanması görünüşte adil ve mantıklıdır. Ancak sistem galip ile mağlup arasında bir ayrım gözettiğinden, suistimale müsaittir. Osmanlı İmparatorluğunun egemenliği altındaki halkların büyük bir kısmı İslamiyeti kabul etmemiştir. Bunlar Müslümanlarla aynı haklara sahip değildiler. Bu şartlar çerçevesinde dolaysız vergilerin tevziinin, tarafsızlıkla bağdaşmadığı da belirtilmektedir 59 . Gerçekten de İslam vergi hukukunun temel alınması nedeniyle, Osmanlı vergi sisteminde Müslüman olan ve olmayan vatandaşların vergi karşısındaki durumları da farklılık göstermiştir. Bu ayırım özellikle cizyede daha belirgindir. Çünkü Müslümanlar fiilen askerlik yaparlarken, Hıristiyan ve Museviler bu görevden muaf tutulmalarının karşılığı olarak cizye ödemek durumundadırlar. Bu ayırım ilk bakışta Müslüman olmayanların aleyhine bir durum ve haksızlık yaratıyor gibi görülmesine rağmen, gerçekten Müslümanlar savaşta can ve mal kaybına uğrarlarken, Müslüman olmayanlar iktisadi faaliyetlerini sürdürerek refahını artırmış ve sayıca da çoğalmıştır60. Osmanlı’da şer’i ve örfi vergilerin cins ve miktarları açıkça bilindiği gibi nerede ve ne zaman alınacakları da kanunnamelerde kesin ifadelerle tayin ve tespit edilmiştir61. Bu durum vergi 58 59 60 61 Falay, a.g.e., s.61. A. Du Velay, Türkiye Maliye Tarihi, Maliye Bakanlığı Tetkik Kurulu Neşriatı, No:178-1978, Damga Matbaası, Ankara, 1978, s.14. Falay, a.g.e., s.62. Ziya Kazıcı, Osmanlı’da Vergi Sistemi, Bilge Yayınları:88, İstanbul, 2005, s.64, Maliye Bakanlığı, Osmanlı Vergi Mevzuatı, Maliye Ba- 20 sisteminin kesin ve sağlam kurallara bağlandığını, sürekli ve basit bir yapıya sahip olduğunu göstermektedir. Bunun en büyük nedeni, Osmanlılar’ın, bir ülkeyi fethettikten sonra çok sayıda yeni vergi koyarak tümüyle yeni bir vergi sistemini getirmemiş olmalarıdır. Fetihten sonra, mevcut vergi sistemini büyük ölçüde korumuş, güvenliği ve idari etkinliği artırmaya önem vermiştir62. Kanunnamelerle tayin ve tespit edilmiş vergiler uzun süre değişikliğe uğramadan devam etmiştir. Bu durum sistemin karmaşıklığını önlemiş, taraflar arasında vergi ile ilgili ihtilafların önüne geçilmeye çalışılmıştır63. Ancak bu uygulamalar açısından Osmanlı mali tarihinin vergiler açısından en güzel döneminin İstanbul’un fethi dönemini kapsayan dönemden önceki dönem olduğu söylenebilir 64. Bu dönemden sonraki uygulamalar ihtilafların artmasına, keyfi vergilemeye ve ağır vergi yükü gibi sorunlara neden olmuştur. Osmanlılarda vergiye tabi tutulan iktisadi alan esas itibariyle zirai üretimdir. Yani devlet masrafları genellikle çiftçi halktan alınacak vergilerle karşılanacak şekilde bir mali sistem oluşturulmuştur.65 Ayrıca mükellefler şehirli ve köylü olmak üzere ikiye ayrılmıştır. Vergi yükü dağılımı şehir ve köyler arasında farklılık göstermektedir. Örneğin bazı köylerde vergi yükü hiç hissedilmezken bazı köylerde o derece ağır hale gelmiştir ki, bölge halkı zirai faaliyetlerini durdurmak ve hatta evlerini terk etmek zorunda bile kalabilmişlerdir66. Çiftçilerin kazançları üzerinden alınan vergiler miktar ve oran olarak şehirlilerin ödedikleri vergilerden çok daha fazladır67. Bu durum, çiftçilerin ağır vergi yükü altında ezildiğini göstermektedir. 62 63 64 65 66 67 kanlığı Araştırma, Planlama ve Koordinasyon Kurulu Başkanlığı, Yayın No: 1998/348, Ankara 1999. Singer, a.g.e.,s. 73-74. Falay, a.g.e., s.61, Kazıcı, a.g.e., s.65. Akdağ, a.g.e., s.411. Akdağ, a.g.e., s.406. Maliye Bakanlığı, Osmanlı Vergi Mevzuatı, Maliye Bakanlığı Araştırma, Planlama ve Koordinasyon Kurulu Başkanlığı, Yayın No:1998/348, Ankara, 1999, s.17. Akdağ, a.g.e., s.188. 21 Bazı dönemlerde kanunların uygulanamaması nedeniyle, vergi adaleti ortadan kalkmıştır. Bu dönemlerde vergiler gereği gibi tahsil edilemediği gibi, hiç vergi vermeyenlerin sayısı da artmıştır68. Osmanlı Devletinin bütün düzeni, ülkeden daha çok vergi elde etme işi olarak düşünülmüş gibidir. Sanki vergi almak kamuyu idare için değil de, aksine kamuyu idare vergi almak için bir konudur. Bu tür bir anlayış Osmanlıyı çözülmeye sürüklemekle kalmamış, Türk toplumunu da kendi öz dirlik ve düzenliğini geliştirme kudretinden yoksun bir sosyal yapı halinde yaşamaya alıştırmıştır69. 4.2. Vergi Türleri Osmanlı vergileri hukuki nitelikleri açısından şer’i vergiler ve örfi vergiler olmak üzere ikiye ayrılır70. Şer’i vergiler İslam hukuku esaslarına göre düzenlenen zekat, öşür, haraç ve cizye gibi dört zorunlu vergiden oluşmakta idi. Örfi vergiler ise işgal edilen ülkelerde öteden beri mevcut olup devam ettirilen vergilerle birlikte sonradan konulan ve belirli bir sisteme bağlanmaları olanak dışı olan vergilerden oluşmaktaydı.71. Osmanlı’da merkezi hazineye giren başlıca vergiler; iltizam esasına dayalı eyaletlerden gelen gelirler, cizye, hayvan vergisi, maden vergisi ve savaş dönemlerinde konulan olağandışı vergilerdir. Ayrıca zanaatkarlar ve tüccarlarla ilgili olarak pazar ve gümrük vergisi de alınmaktaydı. Bunlar genellikle mültezimler aracılığıyla, bazen de merkezi yönetimin maaşlı temsilcilerince toplanıyordu72. 68 69 70 71 72 22 S. Nihad Sayar, Türkiye İmparatorluk Dönemi Siyasi, Askeri, İdari ve Mali Olayları, 2.bs., İ.T.İ.A. Nihad Sayar Yayın ve Yardım Vakfı Yayınları, No:288/513, İstanbul, 1978, s.174. Akdağ, a.g.e., s.188. Falay, a.g.e., s.62. Turhan, a.g.e., s.10-11. Shaw, a.g.e. Bu kısımda Osmanlı vergileri hukuki niteliklerine göre değil, yöneldikleri kaynağa göre sınıflandırılarak ele alınacaktır. Bu şekilde bir sınıflandırma vergi sorunlarının muhataplarının daha net bir şekilde belli olmasını da sağlayabilir. Ayrıca hukuki niteliklerine göre bir sınıflandırma yapıldığında zekat’tan bahsedilmesi gerekecektir. Ancak Osmanlı İmparatorluğu’nda devlet tarafından zekat adı altında bir vergi toplanmamakla birlikte, hayvanlar ve ticaret malları üzerinden alınan vergiler bu temele dayandırılmıştır 73 . Böylece konumuzu ilgilendirmediği halde zekattan bahsedilmesi gerekmeyecektir. Osmanlı İmparatorluğunda vergiler, yöneldikleri kaynaklara göre; şahıs üzerinden alınan vergiler, tarım ve hayvanlar üzerinden alınan vergiler, ticaret üzerinden alınan vergiler, örfi vergiler, gümrük vergisi ve madenlerden alınan vergiler olarak sınıflandırılabilir74 . 4.2.1. Şahıslar üzerinden alınan vergiler i- Cizye: Cizye, Osmanlı devletinin vatandaşı olan gayri müslimlerin haklarını korumak, onlara gelebilecek zararları ortadan kaldırmak ve askerlik hizmeti karşılığında alınan bir vergidir75. Kuvvetli bir dünyevi otoriteden kaynaklanan oldukça geniş bir örfi alanı da içermesine rağmen, İslam hukukunu kendine temel alan ve ideolojik meşruiyetini bunun üzerine inşa eden Osmanlı İmparatorluğu’nda cizye en önemli vergi kalemlerinden biri olmuştur76. Cizye, halkı gayrimüslim olan ülkelerin her yıl toptan ödedikleri fetih esnasında hükümdarla gayrimüslimler arasında sulh yoluyla tayin edilen maktu cizye ve hükümdar tarafından, savaş yoluyla fethedilen ülkelerden gayrimüslim ahalinin mali du73 74 75 76 Falay, a.g.e., s.62. Gökbunar, a.g.e., s.12-21. Kazıcı, a.g.e., s.136, Akgündüz ve Öztürk, a.g.e., s.441. Oktay Özel, Osmanlı Demografi Tarihi Açısından Avarız ve Cizye Defterleri” İçinde, Osmanlı Devlet’nde Bilgi ve İstatistik, Ed. Halil İnalcık, Şevket Pamuk, Ankara DİE Yayınları, 2001, s.40. 23 rumuna göre şahıs üzerine ve kişi başına resen tarh olunan alerruus cizye olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Cizye doğrudan hazine adına cizyedar denilen memurlar aracılığıyla tahsil edilmiş, tımar ya da zeamet sahiplerine bırakılmamıştır. Kadınlar, çocuklar, yaşlılar, din adamları, hastalar ve sakatlar cizyeden muaf tutulmuşlardır77. Kazıcı78, cizyenin çok cüz’i bir miktarda alındığını, gayrimüslimler aleyhine çok da etki yapmadığını söylemektedir. ii- Bennak Resmi: Bennak evli bir reayadır yani hane sahibi sayılır. Bunlar yarım çiftten daha az büyüklükte bir toprağı ekip biçerler. Bu toprak da çift gibi sipahiye tapu harcının ödenmesi yoluyla edinilmiştir79. İşte bennak resmi, Osmanlı topraklarında oturan, hiç toprağı olmayan veya yarım çiften az yeri olup da çalışmayanlardan farklı miktarlarda alınan bir vergidir. İlmiye sınıfından olan kişiler bennak resminden muaf tutulmuşlardır.80 iii- İspenç ve Bîve Resmi: İspenç, örfi bir baş vergisidir.81 Devletin uyruğunda bulunan gayri müslim reayanın ergenlik çağına gelmiş erkeklerinden alınan bir vergidir. Devletin, Müslüman olmayan vatandaşlarından topraklı, topraksız, evli, bekar ayrımı yapmaksızın aldığı bu vergi, Müslümanlardan alınan çift resminin bir karşılığıdır82. Müslüman olan gayri müslimler de ispenç yerine bennak resmi ödemişlerdir83. Ayrıca devlet tarafından kendilerine bazı özel hizmetler yüklenen bir kısım Hıristiyan reaya da ispenç resminden kısmen veya tamamen muaf tutulmuşlardır. Osmanlı Devleti’nde kocası ölen kadının erkek evladı yoksa elinden tarla arazisinin alınarak başka bir köylüye aktarılmıştır. Eğer dul kadının erkek çocukları var ancak küçük ise, çocuklar çalışma çağına gelene kadar ırgatlarla idare edebilme koşu77 78 79 80 81 82 83 Akgündüz ve Öztürk, a.g.e., s.441, Giray, a.g.e., s.99. Kazıcı, a.g.e., s.67. Yerasimos, a.g.e., s.225. Giray, a.g.e., s.98. Halil İnalcık, Osmanlı İmparatorluğu (Toplum ve Ekonomi), 2.bs., Eren Yayıncılık, İstanbul, 1996, s.57. Kazıcı, a.g.e., s.106. İnalcık, Osmanlı İmparatorluğu (Toplum ve Ekonomi), a.g.e., s.57. 24 luyla onu bive adıyla işletmenin sahibi olarak kabul edilebilirdi84. Bu durumda kocası olmayan ve çiftlik tasarruf etmeyen gayri müslim dul kadınlar bîve resmi ödemişlerdir85. Bu vergiler tımara tahsis edilmekle birlikte, Fatih devrinde doğrudan hazineye de tahsis olunduğu görülmektedir 86. iv- Mücerred Resmi: “Çift resmi ödeyen çiftçilerle aynı evde bulunan evli olmayan az topraklı veya topraksız kişilerden alınan bir vergidir. Aynı evde oturan bekar erkek çocuklara mücerred denirdi. Verginin adı da bundan gelmektedir.87. Mücerred evlenir evlenmez derhal bennak adı altında vergi mükellefi olurdu88. 4.2.2. Tarım ve Hayvancılık Üzerinden Alınan Vergiler i- Aşar: Aşar, İslam vergi hukukuna göre tarım ürünlerinden belli oranlar dahilinde alınan bir vergidir. Osmanlı mali sisteminde devlet gelirlerinin çok önemli bir bölümünü aşar vergisi oluşturmakta ve bu verginin yükü kırsal kesime dayanmaktaydı. Ayrıca Osmanlı’da aşar sadece dini esaslara göre değil, çeşitli bölgelerden devralınan miraslara, yerel örf ve adetlere, mali ve ekonomik koşullara da dayanmıştır. Bunun yanında Osmanlıda aşar İslam’daki uygulamadan farklı olarak Müslüman olmayan bireylerden de alınmaktaydı.89. Osmanlı uygulaması İslam vergi hukukundaki aşar ile bazı yönlerden farklılık göstermektedir. Osmanlıda aşar her zaman 1/10 oranında alınmamıştır. Toprağın verimine göre oranı bazen 84 85 86 87 88 89 İnalcık, Osmanlı İmparatorluğu (Toplum ve Ekonomi), a.g.e. Kazıcı, a.g.e., s.108. İnalcık, Osmanlı İmparatorluğu (Toplum ve Ekonomi), a.g.e., s.58-60. Filiz Giray, Maliye Tarihi, Ezgi Kitabevi, Bursa, 2001, s.98. İnalcık, Osmanlı İmparatorluğu (Toplum ve Ekonomi), a.g.e., s.44. Giray, a.g.e., s.93, Abdüllatif Şener, Tanzimat Dönemi Osmanlı Vergi Sistemi, Doktora Tezi, Gazi Üniversitesi, SBE, Ankara, 1987, s.111. 25 1/20 olmuştur90. Sulanmamış toprak ürünlerinden 1/10 oranında, sulanmış toprak ürünlerinden ise 1/20 oranında aşar alınırdı. Sulanmış ve sulanmamış toprak arasındaki fark, sulama durumunda çiftçinin, bu iş için emek ve sermaye harcamasından ileri gelmektedir. Eğer toprak çiftçinin emeği ve yaptığı birtakım masraflarla sulanmışsa aşarın oranı 1/20’dir. fakat toprağın sulanması için çiftçi hiçbir emek veya sermaye harcamamışsa, toprak yağmurla sulanmışsa bu oran 1/10’a yükselmekteydi. Aşar vergisinin alınabilmesi için öncelikli olarak mahsulün elde edildiği arazinin “aşar arazisi” olması gerekir91. Aşar arazisinin yanında bir de haraç arazisi bulunmaktadır. Osmanlıda arazi 14. yüzyılın son çeyreğine kadar aşar arazi ve haraç arazisi olarak ikiye ayrılmış ve aşar arazi vergiye tabi tutulmuşken, bu dönemden itibaren böyle bir ayrım yapılmamıştır92. Aşar vergisinin alınması sırasında bunun tamamlayıcısı olarak bir de salariye alınmıştır. Bu da vergi toplayanların reayadan yemlik vb. adlar altında aldıkları bir vergi türüdür93. Aşarın kapsamına giren vergiler resm-i bağ, resm-i şıra, resm-i bağçe, resm-i bostan, resm-i fevakih, resm-i pamuk, resm-i odun,.resm-i harir, resm-i çayır, resm-i ağ, resm-i kovan olarak sıralanabilir94. ii- Haraç: Haraç, şer-i vergi grubu içinde yer alan ve gayrimüslimlerden alınan bir arazi mahsulü vergisidir. Eğer gayrimüslim bir ülke fethedildiği zaman halkı oradan kaldırmadan yerli halkın elinde bırakılan veya yeni getirilen gayrimüslimlere verilen topraklara haraç arazisi, bu arazi üzerinden alınan vergiye de haraç denilmektedir95. 90 91 92 93 94 95 26 Falay, a.g.e., s.63. Aktan vd., a.g.e., s.19. Falay, a.g.e., s.63, Kazıcı, a.g.e., s.117. Kazıcı, a.g.e., s.124. Kazıcı, a.g.e., s.126 vd. Sayar, a.g.e., s.6, Erol Özbilgen, Bütün Yönleriyle Osmanlı, 3.bs., İz Yayıncılık, İstanbul, 2007, s.665. Osmanlı Devleti’nin arazilerinin ağırlıklı olarak miri araziden oluşması ve bu miri araziden çeşitli isimler altında vergi alınması aslında harac olarak isimlendirilebilir. Savaş yoluyla fethedildikten sonra gayrimüslimlerin ellerinde bırakılan veya gayrimüslimlerle yapılan barış sonucunda egemenliği altına aldığı arazilere haraci arazi denilmektedir. Bu arazilerde ikamet eden gayrimüslimlerden alınan haraç arazi vergisidir. Miri arazi, mahiyeti itibariyle haraci arazi kabul edildiği için Osmanlı vergi hukukunun temelini ve meşruiyet dayanağını haraci araziden alınan vergiler oluşturmuştur denilebilir96. Haraç; harac-ı mukasem ve harac-ı muvazzaf olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Harac-ı mukasem, toprak ürünlerinden yerin verim gücüne göre (vergi matrahı ürün miktarı), yılda kaç kez ürün alınıyorsa her defasında alınan aynî bir vergidir. Bu vergiler temelde Osmanlılarda öşür adı altında alınan ve Müslümanların ödedikleri vergileri içerir. Harac-ı muvazzaf ise yine toprak ürünlerinden yılda bir defa dönüm başına ve maktu olarak alınan vergilerdir97. Bu gruba giren vergilerden konumuzla ilgili olanları şunlardır98: -Çift Resmi: Müslüman reayadan tasarruf etmiş olduğu tam ve yarım çiftlik yer karşılığı olarak alınan bir vergidir. Bu vergi, bir çift toprak sahibi köylü ailelerinin ödedikleri bir hane resmi olarak da değerlendirileceği gibi 99 , reayanın sipahiye kârı yerine getirmekle yükümlü olduğu hizmetlerin nakde çevrilmiş şekli olarak da değerlendirilebilir100. -Çift Bozan Resmi: 16. yüzyılın ortalarına kadar işlenebilir toprakların göreli olarak bolluğu, buna karşılık tarımsal nüfusun sınırlı kalışı devletin emeğe verdiği önemi artırmış ve reayanın toprağını bırakıp göç etmesini engellemek amacıyla bu vergi ko- 96 Akgündüz ve Öztürk, a.g.e., s.439. Falay, a.g.e., s.63. 98 Daha ayrıntılı bilgi için bkz, Kazıcı, 2005: 89 vd. 99 İnalcık, Osmanlı İmparatorluğu (Toplum ve Ekonomi), a.g.e., s.39. 100 Kazıcı, a.g.e., s.91. 97 27 nulmuştur101. Bu verginin yükümlüsü haklı bir gerekçesi olmadan toprağını terk eden çiftçilerdir. Devlet kendisine arazi tahsis ettiği bir kimseyi, bu arazinin sebepsiz yere terk edilmesi yüzünden adeta para cezasına çarptırmaktadır. -Dönüm Resmi: Sipahi tarafından tapuya verilmemiş arazi üzerinden araziyi kullananların dönüm başına ödedikleri bir vergidir102. iii- Ağnam Resmi: Osmanlı Devletinde bilhassa büyük ölçüde koyun besiciliği yapan, başka bir ifade ile ağnama (koyun, keçi) sahip olan müslümanların vermekle yükümlü oldukları bir vergidir. Bu vergi, tımarın uygulandığı yerlerde tımar sahipleri, miri araziye ait olan yerlerde de doğrudan devlet görevlileri tarafından toplanmıştır103. iv- Ondalık Ağnam Resmi: Bazı bölgelerde ayni, bazı bölgelerde de nakdi olarak toplanan bu vergi esas olarak ordunun et ihtiyacını karşılamak üzere alınmıştır. v- Otlak Resmi: Sürülerini başka bir tımar sahibinin tımarında otlatan veya miri topraklarda yaylatan sürü sahipleri, göçebe kabileler ve gezginci Yörüklerden yılda bir defaya mahsus olmak üzere alınan bir vergidir. Bazı yerlerde ayni, bazı yerlerde de nakdi olarak alınmıştır.104 vi- Zebiha resmi: Şehir ve kasabaların dışında inşa edilmiş bulunan mezbahanelerde kesimi yapılan hayvanlardan alınan vergidir. vii: Selamet akçası: Halk arasında toprak bastı parası, mali literatürde geçit resmi diye de bilinen ve taşrada koyun veya keçi sürülerinin derbent ve tehlikeli geçitlerden geçişleri esnasında alınan bir vergidir. 101 102 103 104 28 Pamuk, a.g.e. s.50. Giray, a.g.e., s.97. Kazıcı, a.g.e., s.48. Kazıcı, a.g.e., s.152. viii-Ağnam Bacı: Pazar ve panayırlara getirilen koyun ve keçi alım satımlarından alınan vergidir. ix- Ağıl Resmi: Osmanlı mali literatüründe çit parası olarak da bilinen bu vergi, toprak sahibi yani sipahi tarafından alınmıştır. x- Canavar Resmi: Gayri müslim vatandaşlardan besledikleri domuz başına alınan bir vergidir. 4.2.3. Ticaret Üzerinden Alınan Vergiler Osmanlı’da ticaret üzerinden alınan vergiler ihtisab rüsumu olarak nitelendirilmiştir. Bu vergiler ihtisab ağası, muhtesib, ihtisab emini olarak nitelendirilen memurlar tarafından toplanmıştır. Ticaretten alınan vergilerin önemli bir bölümü merkezi hazineye gönderilmiş, kalan kısmı tahsildarların giderleri için kullanılmıştır105. Aşağıda bu vergiler sıralanmaktadır106. i-Yevmiye-i Dekakin: Günlük ihtiyaç maddeleri satan dükkanlarla, dükkan olmayıp da her gün açılan hanlardan alınan bir vergidir. Kepenk açma parası da denilmektedir. ii- Damga Vergisi: İktisadi hayatta ürünlerin kalite ve standartlarının korunması için devletin yaptığı damgalama işinden alınan bir vergidir. Damgalama işi bir anlamda saltan malın garantisi oluyordu. iii- Bac-ı Bazar: Pazara getirilen malların alım satımı üzerinden alınan bir vergidir. Pazara getirilip satılamayan mallardan vergi alınmamaktadır. iv- Gemi İhtisâbiyesi: Liman kentlerine yük gemilerinin boşalttıkları mallardan alınan bir vergidir. Burada devlet hazinesi adına alınan vergiden başka harç adı altında çok az bir vergi daha alınıyordu. 105 106 Gökbunar, a.g.e., s.13. Ayrıntılı bilgi için bkz, Kazıcı, a.g.e.,s.163 vd. 29 v- Resm-i Bitirme: Sebze, peynir, yoğurt, pasta, şekerleme, pastırma üretimi üzerinden yılda bir kere toptan olarak alınan bir vergidir. 4.2.4. Örfi Vergiler Osmanlı’da baş gösteren mali sıkıntılar yüzünden konulan örfi vergiler107, imparatorluğun kuruluşundan beri uygulanmıştır. Bunlar ya savaş gibi olağanüstü harcamaları karşılamak veya bazı yerel ve idari ihtiyaçları gidermek üzere konulan ve yerel örf ve adetten kaynaklanan vergilerdir. Bu vergiler her ne kadar geçici ve olağanüstü ödemeler için düşünülen ve bu durum ortadan kalkınca kaldırılması gereken bir vergi olsa da imparatorluğun iç ve dış sorunlarla karşı karşıya bulunması nedeniyle savaşların merkezi hazine üzerindeki parasal yükü artırması nedeniyle nakit olarak ve daha sık toplanmaya başlanmış ve 16. yüzyılın sonlarından itibaren sürekli ve olağan gelirler haline gelmişlerdir108. Osmanlı İmparatorluğunda örfi vergiler iki ana gruba ayrılmaktadır. Birincisi, devletin idare ve yargı organlarının ifa ettikleri hizmetler karşılığında halktan aldıkları vergilerdir (rüsum-ı örfiye). Harç karakterli bu vergiler tevzi defterlerine dahil edilmeyip doğrudan hizmeti yapan kadı ve diğer kamu görevlileri veya serbest tımarlarda tımar sahibi tarafından tahsil edilirdi. İkinci grupta ise merkez hazinesi tarafından tahsil edilen tekalif-i divaniye (avarız vergileri) bulunmaktadır. Esas önemli olan örfi vergiler bu ikinci grupta yer alanlardır. Bu gruptaki vergiler Tanzimatla birlikte kaldırılmıştır109. Zaten Osmanlı maliyesinde örfi vergiler avarız adı altında toplanmıştır110 Avarız köylü hanelerinden ayrı 107 108 109 110 30 Kazıcı, a.g.e., s.193. Falay, a.g.e., s.64, Özbilgen, a.g.e., s.665, Pamuk, a.g.e., s.55. Erdoğan Öner, Mali Olaylar ve Düzenlemeler Işığında Osmanlı İmparatorluğu ve Cumhuriyet Döneminde Mali İdare, Maliye Bakanlığı Araştırma, Planlama Ve Koordinasyon Kurulu Başkanlığı Yayınları No: 2001/359, Ankara, 2001, s.136, Şener, a.g.e., s.83. Giray, a.g.e., s.101. ayrı toplanmaz, örneğin bir köyün tümünden belirli miktarda gıda maddesi, ordu için gerekli malzeme veya nakit talep edilirdi111. Müslüman ve gayrimüslim tebadan alınan avarızdan din adamları, askeriye sınıfından olanlar, fakirler, bir nevi askerlik sayılan derbendciler, menzilci, köprücü, çeltikçi ve keresteci gibi devlete bedenen veya aynen bazı hizmetler veren kişi ve gruplar muaf tutulmuştur. Avarız vergilerinin sayısı zamanla 90’ı bulmuştur. Bunlardan bazıları şunlardır112; i- Nüzül: Ordunun ihtiyacı olan zahirenin temini için alınan vergidir. ii- Sürsat: Ordunun erzakının bir yere nakli şeklindeki bir ayni yükümlüktür. iii-İştira Zahiresi: Devletin tespit etmiş olduğu fiyatlarla halktan erzak alınmasıdır. Bu uygulamada fiyat, piyasa fiyatı olup, halk belirlenen bu fiyat üzerinden devletin istediği kadar erzağı sağlamakla yükümlü tutulmuştur. iii-Avarız Akçesi: Savaş masraflarını karşılamak üzere avarız hanesi başına alınan ve zaman içerisinde paranın değerinin düşmesine paralel olarak miktarı artırılan maktu ve nakdi bir vergidir. iv- İmdadiye-i Seferiye: Savaş harcamalarını karşılamak üzere alınan bir vergidir. v- İmdadiye-i Hazariye: Barış dönemlerinde ordunun giderlerini karşılamak üzere alınan bir vergidir. Tanzimatın ilanıyla birlikte mali alanda da bir takım değişiklikler olmuş ve yeni vergiler uygulanmaya başlanmıştır. Bu vergilerden bazıları şunlardır. vi- Ancemaatin vergisi: Bu vergi, örfi vergileri baş vergisi durumundan kurtararak herkesi sahip olduğu emlak ve hayvanlarına göre, tüccar ve esnafı yıllık gelirine göre vergilendirmeyi amaç111 112 Pamuk, a.g.e., s.55. Öner, a.g.e., s.136-138; Sayar, a.g.e., s.70; Özel, a.g.m., s.40. 31 lamıştır. Bu verginin tahsili iltizama verilmemiş, halk temsilcileri vasıtasıyla toplanmıştır113. vii- Emlak Vergisi: Arazi ve binaların değeri üzerinden ve kiraya verilen konutların kira gelirlerinden alınan bir vergidir. Bu vergiden kaynaklanan bazı sorunların giderilmesi için yapılan düzenlemeyle bina vergisinde düzenleme yapılmış ve çıkarılan musakkafat vergisiyle binaların gayrisafi iradı üzerinden vergi alınmıştır114. viii-Temettü Vergisi: Ticaret, sanat, meslek ve emek gelirleri üzerinden alınan bir vergidir. ix-Dersaadet Vergisi: İstanbul halkı bazı vergilerden muaf tutulmuştur. Eleştirilere neden olan bu durum Tanzimat sonrasında kaldırılmış ve İstanbul halkından da diğer illerde olduğu gibi vergi alınması kararlaştırılmıştır. x- Bedel-i Askeri: Tanzimattan sonra cizyenin kaldırılması ile birlikte, askerlikten muaf tutulmaları karşılığında gayri müslimlerden bu vergi alınmaya başlanmıştır. xi- Baş Vergisi: Başta İstanbul olmak üzere şehirlerde yaşayan 18 yaşını geçmiş erkek nüfustan alınan bir şahsi vergidir. 4.2.5. Gümrük Vergisi Osmanlı Devleti’nde gümrükler harici ve dahili olmak üzere ikiye ayrılmıştır. Dahili gümrük vergileri ülke sınırları içinde iskele ve ticaret yollarından alınan gümrük resimleri iken, harici gümrük vergileri ise ithalat, ihracat ve transit geçen yabancı menşeli eşyadan alınan vergiler olmuştur115. Gümrük vergileri dört çeşittir. Birincisi Osmanlı sınırları içinden kara ve deniz yoluyla gönderilen mallardan alınan “amediye”dir. İkincisi, Osmanlı sınırlar dışına çıkarılan mallardan çıkış 113 114 115 32 Giray, a.g.e., s.105. Giray, a.g.e., s.107. Öner, a.g.e., s. 127-128. esnasında alınan “refetiye”dir. Üçüncüsü, dışarıdan Osmanlı sınırlarına getirilip satılan mallardan alınan “mastariye” , dördüncüsü yabancı bir ülkeden Osmanlı sınırlarına giren ve tüketilmeden başka bir ülkeye gönderilen mallar için alınan “mûruriye” dir. 4.2.6. Madenlerden Alınan Vergiler Osmanlı Devletinin kuruluşundan Tanzimata kadar hangi tür arazi olursa olsun, arazilerden çıkan madenlerden beşte bir alınmıştır. Kalan kısmı ise bulan kişiye ait olmuştur. Tanzimattan sonra çıkarılan arazi kanunnamesi ile kime ait olursa olsun miri ve mevkuf arazilerde çıkan madenlerin tamamının devlete ait olacağı, araziye tasarruf edenlerle vakfın çıkan madenden pay alamayacağı, diğer arazilerde çıkan madenlerin ise yalnız beşte birini devletin, diğerini bulanın alacağı belirtilmiştir116. 4.3. Vergi Toplama Yöntemleri Vergilendirme ve vergi toplama konusunda tarımın hakim olduğu sanayi öncesi ekonomilerin ortak sorunları Osmanlı ekonomisi için de geçerlidir. Devlet yönetimi bunları çözme konusunda uzun bir süreçte, çeşitli zorluklar gösteren, orijinal ve kendine has yöntemler geliştirmiştir117. Osmanlı Devletinde vergi toplama yöntemleri emanet, dirlik, iltizam ve malikane yöntemlerinden oluşmaktadır. 4.3.1 Emanet Yöntemi Bu yöntem, vergilerin ücretli devlet memurları (emin) yani tahsildarlar aracılığıyla toplanması demektir. Emanet yönteminde, verginin tarhı ve tahsiliyle ilgili bütün işlemler, maaşlı devlet memurları ve tahsildarları aracılığı ile yapılmaktadır. Bu durum, 116 117 Öner, a.g.e., s.126. Genç, a.g.e., s.99. 33 hem mükellefin güvencesi hem de hazinenin yararı bakımından en uygun usuldür denilebilir 118 . Bazen miri arazilerin hasılatlarının tam olarak bilinmemesi, ihalede istenilen değeri bulamaması veya elde edilen gelirin azalması ve mültezimlerden tatminkar teklifler gelmemesi nedeniyle vergilerin emanet yoluyla tahsiline gidilmişti.119. Emin, devletten maaş alır ve zarar durumunda sorumluluk üstlenmez. Mukataa emâneten idâre ediliyorsa emin denilen memur vergiyi doğrudan, görevliler aracılığı ile devlet adına tahsil eder ve mültezime giden kâr hazîneye kalmış olur 120. “Bu yöntemle idare edilen hazine gelirlerinin başlıca kaynağını kentlerdeki ticari ve sınai işletmeler ile maden işletmeleri ve para cezaları oluşturmaktadır. Öte yandan kamuya ait toprakların bir kısmının gelirleri de yine hazineye ayrılmıştır.121. 4.3.2. Dirlik Yöntemi Dirlik yöntemi, kamu hizmetlerinde çalışan kişilere görevleri karşılığı ücret olarak gelir ayrılması demektir. Bu yöntem çoğunluğunu sipahilerin oluşturduğu hizmetlilerin maaşlarının bizzat para olarak ödenmesi yerine, bazı vergileri kendi nam ve hesaplarına, birer vergi toplama memuru gibi doğrudan doğruya almaları esasına dayanmaktadır. Bu ödeme daha çok yüksek dereceli memurları, kadıları ve tımarlı sipahileri esas almakta ve aynı zamanda bir vergi toplama yöntemi olarak kabul edilmektedir122. Osmanlı dirlikleri has, zeamet ve tımar olmak üzere üçe ayrılmaktadır. Has, yıllık geliri 100.000 akçeden fazla olan ve 118 119 120 121 122 34 Aksoy, a.g.e., s.220. Özbilgen, a.g.e., s.690, Suraiya Faroghı, “Krizler ve Değişim (15901699)”, içinde, Osmanlı İmparatorluğunun Ekonomik ve Sosyal Tarihi, Ed. Halil İnalcık, Donald Quataert,C.2, 2.bs, Eren Yayıncılık, İstanbul, 2006, s.663. Yavuz Cezar, Osmanlı Maliyesinde Bunalım ve Değişim Dönemi, Alan Yayıncılık, İstanbul, 1986, s.22. Falay, a.g.e., s.65. Falay, a.g.e., s.65. şehzade, vezir beylerbeyi gibi üst düzey yöneticilere verilen dirliklerdir. Zeamet, yıllık geliri 20.000-100.000 akçe arası olan ve subaşı, defterdar, alaybeyi gibi kimselere verilmiştir. Tımar ise yıllık geliri 20.000 akçeye kadar olan dirliklerdir. Çoğu kez tımar kavramı diğerlerinin yerine de kullanılmaktadır. “Dirlik olarak verilen arazilerde, dirlik sahipleri dirlik arazisinin mülkiyetine sahip olmazlardı. Dirlik sahibi sadece köylülerden vergileri toplama hakkına sahipti. Dirlik yönteminde şöyle bir uygulama da görülebilmekteydi: Dirlik sahipleri parasızlık yüzünden ya da karlı bulmadıkları için tımarları olan yerlerin yıllık gelirini götürü olarak satıp peşin para almaktaydılar. Bu durum dirliğin iltizama verilmesiydi. Tımar gelirini satın alan mültezimler, dirlik sahiplerine ödediklerinden daha fazla vergi toplamak durumundaydılar. Dolayısıyla iltizam usulünün sakıncalı uygulaması tımar sistemine de taşınabilmekteydi. Bu nedenle devlet çıkardığı fermanlarla dirliklerin iltizama verilmesini yasaklamışsa da tam önleyici bir sonuç elde edememiştir”123. 4.3.3. İltizam Yöntemi İltizam usulü, 16. yüzyıldaki gelişmelere bağlı olarak (ticaret yollarının değişmesi, Avrupa topraklarına gümüş gibi değerli madenlerin girişi ve sonradan gelen fiyat devrimi) ortaya çıkan mali krize cevaben kullanılmaya başlanmıştır. Bu sistem, kısa dönemde Osmanlı’nın nakit ihtiyacına bir çözüm bulmuşsa da, uzun dönemde vergi tabanında bir aşınmaya yol açmıştır. İltizam sisteminin 17. ve 18. yüzyıllarda yayılması üreticiler ve bürokratlar arasındaki direkt iletişime engel olmuştur. Bunun sonucunda köylüler, tek amacı en kısa zamanda karlarını maksimize etmek olan taşeron mültezimlerle yüzleşmek zorunda kalmıştırlar. Direkt üreticilerle bağlantılı olarak mültezimlerin ya da onların temsilcilerinin amaçlarını gerçekleştirmek için sınırsız bir özgürlüğü vardı. 123 Giray, a.g.e., s.115. 35 Bu yüzden köylülerin de bunlara karşı korunması da ortadan kalkmış oluyordu124. Erken dönem Osmanlı Devleti’nde, iltizam sisteminin kötü bir siyaset olmaktan çok uzakta olduğu ve devlete birçok avantajlar sağladığı da ileri sürülmektedir. İltizam sistemi sayesinde devlet piyasa dalgalanması, doğal afet ya da askeri veya siyasi başarısızlıkla toprağın kaybedilmesi gibi riskler olmadan peşin olarak para sağlıyordu125. İltizam yöntemi, vergi kaynaklarından sağlanan gelirlerin peşin olarak doğrudan merkezi hazinede toplanması ve oradan belirli kesimler (saray, ordu mensupları ve bürokrasi) için maaş olarak ödenmesi ihtiyacından dolayı da uygulanmış ve zamanla yaygınlık kazanmıştır126. Bu yöntem vergilerin özellikle ayni olarak alındığı dönemde uygulanmasına rağmen nakdi olarak toplandığı dönemlerde de uygulandığı görülmektedir. Özellikle maliye örgütünün tam olarak kurulmadığı dönemlerde vergi idaresi vergilerin ayni olarak tarh ve tahsili işlemini gerçekleştiremiyordu. Vergilerin ayni olarak tarh ve tahsili sonunda, vergi hasılatı özellikle zirai mahsul şeklinde alınan malların taşınması, saklanması ve elden çıkarılması çok büyük taşıma, depolama ve pazarlama masraflarına sebep oluyordu. Bu nedenle devlet, vergi kanunlarıyla belirtilen 124 125 126 36 Kate Fleet, “Tax-Farming in the Early Otoman State”, The Medieval History Journal, Vol. 6, No. 2, 2003, p. 249. Konumuz gereği mali boyutundan bahsetsek de iltizam usulünün farklı yönlerden de etkileri mevcuttur. Örneğin, devlete risksiz bir gelir sağlamanın yanı sıra, sistem, ticaret üzerinde uyarıcı gibi bir etki gösterir. Mültezimlerin yatırımları tarımsal üretimi cesaretlendirir ve gümrük vergilerinin de etkili bir biçimde toplanmasını sağlar. İltizam sisteminin karmaşık bir örgütlenmeye sahip olmaması da (vergi toplayıcılarının olmaması, bürokrasinin olmaması) sistemin devlete sağladığı faydalardan biridir. Bundan başka, iltizam sistemi Osmanlı Devleti’nde ve onun daha sonradan işgal ettiği yerlerde de önceden bilinen ve denenmiş bir sistem olması dolayısıyla uygulaması kolay bir sistemdi. Bkz. Fleet, a.g.e., s. 252. Akgündüz ve Öztürk, a.g.e., s.486, Yücel Özkaya, 18. Yüzyılda Osmanlı Toplumu, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2008, s.101. tarh ve tahsil hakkını sözleşmeyle mültezimlere belli bir bedel karşılığında devrediyordu127. Bu devretme işlemi genellikle açık artırma şeklinde olmuştur. “Yıllık gelirinin asgari kıymeti genellikle maliye tarafından tespit edilmiş olarak hazine defterinde yer alan mukataaların belirli bir dönem için (1-3 yıl) temin edebileceği azami kıymeti de kar gayesi ile hareket eden mültezimlerin rekabeti ile açık artırma şeklinde elde ederdi”. Mültezim olarak seçilen özel kişiler devlete en çok gelir sağlamayı garanti edenlerdir. Mültezimin kazancı vergi olarak topladığı bedelden, devlete ödediği bedel ve verginin tahsiliyle ilgili giderleri düştükten sonra kalan kısımdır128. İltizam, hem devletle köylüler hem de üst düzey bölgesel görevliler ile köylüler arasındaki ilişkide görülen bir ara vergi toplama biçimidir. İltizam uygulamasında aslında devlet ile mültezimler arasında bir aracılık sözleşmesi yapılmaktadır. Çünkü gerek tımar sahipleri gerekse mültezimler devletin ya da devlet görevlilerinin aracılarıydılar. Ancak köylünün emeğindeki çıkarları farklıydı. Mültezimler vergi toplama imtiyazı karşılığında devlete daha önce ödedikleri parayı çıkarıp, fazlasını kar olarak elde etmeye şartlanmışlardı. Yani mültezimlerin çıkarı, köylülerin emeğinin ürünlerine dayanıyordu129. Sömürünün başlangıç noktası da buradaydı. Tahsilat yöntemindeki kararsızlık ve vergilerin ayni olarak alınmasının güçlükleri, merkezi yönetimi mecburi olarak vergileri iltizam usulüne bağlamaya yöneltmiştir. Öyle ki; devlet gerek mültezimlerin ve çiftçilerin iltizam usulüyle yaptıkları suistimalleri ve hileleri, gerekse vergiyi ödeyenlerin baskı ve eziyetine uğramalarını kabul etmek zorunda kalmıştır130. Bu durumu Fazıl Pelin şöyle ifade etmektedir: “Şahsi menfaati peşinde koşan mültezim, bilhassa devlet teşkilatının çok 127 128 129 130 Şerafettin Aksoy, Kamu Maliyesi, 3.bs., Filiz Kitabevi, İstanbul, 1998, s.217. Genç, a.g.e., s.101. Barkey, a.g.e., s.104. Maliye Bakanlığı, a.g.e., s.20-21, Velay, a.g.e., s.14. 37 zayıf olduğu zamanlarda, devlet nüfuzunu gölgede bırakacak bir derebeyi kesilir. Bir taraftan cebir ve kuvvetle halkı, diğer taraftan aralarında anlaşıp varidatı kapatmak sureti ile devleti soyar”131. 4.3.4. Malikane Yöntemi Tımarların iltizama verilip mukataaya dönüştürülmesi, vergi konusu olan zirai işletmeleri verimsizleştirmeleri ile sonuçlandı. Bunun üzerine de tımar sisteminde evvelce var olan güvenliğin mukataa sisteminde ihya edilmesi için 1696 da malikane sistemi getirildi. Böylece tımardan iltizama, iltizamdan da malikaneye doğru bir eğilim belirdi. Bu bir yandan da toprakta özel mülkiyet ve vakıflaşma eğilimini de beraberinde getirmiştir132. 17. yüzyıldan itibaren iltizamın uygulandığı alan oldukça genişlemiş ve devlet mültezimlere gittikçe daha geniş yetkiler tanımaya başlamıştır. Mültezimler mukataaları üzerlerine aldıkça, zamanın kısalığını yani vergi toplama sürelerinin azlığını düşünerek, bölgelerinin imarına, bakımına önem vermediğinden, köylülere yardım etmediğinden, ahaliden fazla vergi toplamaya çalıştıklarından devlet yeni tedbirler almak zorunluluğu duymuştur. Bunun üzerine, “belirli bedelleri senesinde teslim kılınmak ve önceden bir miktar “mu’accele” de alınmak şeklinde bunların “kayd-ı hayat” şartıyla verilmesi ile hem memleketin onarılacağı, hem de zulmün azalacağı düşünülerek miri mukataaların bir kısmının böyle dağıtılması kararlaştırıldı ve bunlara “ malikane mukataatı” adı verildi. Devlet hazinesinde kalanlara da eskisi gibi “mukataatı mıriye” denildi”133 Malikanelerin tüm hasılatı malikane sahibine bırakılmıştır . Malikaneciye reayadan temel vergiler yanında diğer vergi, 134 131 132 133 134 38 Fazıl Pelin, Finans İlmi ve Finansal Kanunlar, Kitap I, İstanbul, 1945, s.249 vd. Ahmet Tabakoğlu, Gerileme Dönemine Girerken Osmanlı Maliyesi, 1. bs., Dergah Yayınları, İstanbul, 1985, s.207. Özkaya, a.g.e., s.102. Cezar, a.g.e., s.165. resim, harç ve cezaları toplama yetkisi de verilmiştir135. Bu yolla; çıplak mülkiyeti daima devlete ait sayılmakla beraber, miri topraklar gerçekte büyük arazi halinde yerel ayan ve eşraf eline düşmüştür136. Malikane sisteminin amacı, sık sık değişen mültezimlerin belli bir süre içinde mümkün olduğu kadar fazla kar elde etmek için vergi kaynağında yaptıkları tahribatı ortadan kaldırmak üzere değişmez bir mültezim uygulamasının getirilmesidir. Devletin bu sistemden beklentisi, vergi mükellefi durumunda bulunan üretici kesimin üretim kapasitelerinin artırılmasıdır. Özellikle tarım kesimi artan ölçüde nakdileşen vergileri ödemek için genellikle borçlanmak zorunda kalıyordu. Tefecilerin eline düşüp tüm mal varlığını kaybetme tehlikesine karşı oldukça etkili olabilen tımar sisteminin de gerilemesiyle tefecilerin elinden çiftçileri kurtarmak devlet için önemli bir sorun olmuştur. Bu sorunu çözmek için toprağın sürekli tasarruf hakkı malikane olarak verilmiştir. Malikane sistemi, nakdi ekonominin yeni şartlarına intibak ettirilmiş şekli ile tımar sisteminin yeniden düzenlenmesi veya iltizam usulüyle birleştirilmesi gibi de düşünülebilir. Ancak mukataasını bekleyip vergileri toplaması istenen malikane sahiplerinin zamanla İstanbul’a yerleşip malikanesini iltizama verdiği görülmüştür137. Malikane sistemi tımar sistemini canlandıramadığı gibi iltizam yönteminin sakıncalarını da sürdürmüştür. Mültezimlerin ömür boyu kullanacakları işletmelerine yatırım yapıp üretimi artırmaya çalışacakları ve böylece daha fazla gelir sağlanacağı düşüncesi gerçekleşmemiş 138, tarımsal üretimin de giderek zayıflaması nedeniyle iltizam usulü gibi malikane sistemi de başarılı 135 Coşkun Çakır, Tanzimat Dönemi Osmanlı Maliyesi, Küre Yayınları, İstanbul, 2001, s.19, Pamuk, a.g.e., s.181. 136 Halil İnalcık, Devlet-i ‘Aliyye, Osmanlı İmparatorluğu Üzerine Araştırmalar, 2.bs, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2009, s.335, M. Belin, Osmanlı İmparatorluğunun İktisadi Tarihi, Çev. Oğuz Ceylan, Gündoğan Yayınları, Ankara, 1999, s.44-45. 137 Genç, a.g.e., s.105. 138 Ahmet Tabakoğlu, Gerileme Dönemine Girerken Osmanlı Maliyesi, 1. bs., Dergah Yayınları, İstanbul, 1985, s.135. 39 olamamıştır139. Bu nedenle malikane sistemi fazla yaygınlık kazanamamış ve 19. yüzyılın başlarında uygulamaya son verilmiştir140. 4.4. Vergi Ödeme Şekilleri Osmanlıda vergi ödeme şekilleri nakdi ödeme, ayni ödeme ve hizmet biçiminde ödeme olarak üçe ayrılmaktadır. Bunlar kısaca şu şekilde açıklanabilir141 . Cizye, harac-ı muvazzafa niteliğindeki vergiler, kişisel vergiler ve mültezimlerin devlete yaptıkları peşin veya taksit ödemeleri nakden yapılmıştır. Emanet yöntemindeki bazı vergilerle dirlik yönteminde ürün üzerinden alınanların dışındaki ödemeler nakden yapılmıştır. Aşar, harac-ı mukaseme, emanet yöntemine göre tahsil edilen bazı vergiler ve dirlik yönteminde ürün üzerinden alınan vergiler ayni olarak ödenmiştir. Ayni ödemelerin geçerli olduğu durumda her iki tarafın da kabul etmesi koşuluyla nakdi ödeme de yapılabilirdi. Vergiler içinde ayni vergiler oransal bir öneme sahiptir. Verginin ayni olarak tahsil edilmesi, adaletli alınması şartıyla, mükellef için bir kolaylık olmasına rağmen, hazineyi zorluklar içerisinde bırakmıştır. Şöyle ki; gelirlerin en büyük kısmının tahsili, toprak mahsulünü etkileyen olayların gidişatına bağlı kalmıştır. Çeşitli nedenlerle yeterli ürün alınamaması, aşar vergilerinde düşmeye neden olmaktadır142. Vergilerin ayni olarak alınmasının diğer bir olumsuz yönü de, ayınları nakde çevirme sorunudur. Nakde çevirmenin gerektirdiği uzun işlemler, merkeze olan uzaklık, yeterli denetimin olmayışı gibi nedenler her türlü suistimale yol açmıştır. Bu nedenler 139 140 141 142 40 Çakır, a.g.e., s.19. Pamuk, a.g.e., s.183. Giray, a.g.e., s.117. Velay, a.g.e., s.14. hazineye zarar verdiği gibi, mükellefin vergiden kaçmasına da neden olmuştur143. Osmanlı’da vergi borcu emek sunumu şeklinde de ödenmiştir. Avarız grubundaki vergilerde bu ödeme biçimini görmek mümkündür. 4.5. Muafiyet ve İstisnalar Osmanlı vergi sisteminde ekonomik, sosyal, bölgesel ve dini nedenlerle çeşitli istisna ve muafiyet uygulamalarına yer verilmiştir. Örneğin; Osmanlı’da bölgelere göre farklılık gösteren üç ayrı vergi düzeni mevcuttur. Özellikle Tanzimattan sonraki dönemde; Tanzimatın uygulandığı alan, mali idarelerinde bağımsız olan alanlar ve mali örgüt itibariyle merkeze bağlı olmakla birlikte Tanzimat reformlarının uygulanmadığı, eski vergi düzenlerini koruyan bölgeler vergiden müstesna tutulmuştur 144. Osmanlı Devleti’nde vergilerden muafiyet üç kademede ortaya çıkmıştır. Vergi muafiyetleri ilk olarak avârızdan, sonra raiyyet rüsumundan ve nihayet şer’i vergilerden başlamıştır. Şer’î vergilerden muafiyet olağanüstü durumlarda ve nadiren yapılmıştır. Genellikle Osmanlı Devleti’nde askerlerin avârız–ı divaniyye, raiyyet rüsumu ve bazı diğer örfi vergilerden muaf oldukları kabul edilmiştir. Bütün bu muafiyetlerin de din ve devlet için birtakım hizmetler karşılığı bağışlandığı düşünülmüştür. 16.yüzyıldan itibaren herhangi bir suretle padişahtan berat alarak vergi muafiyeti sağlayanların sayısı çok arttığı için devlet gelir kaynaklarını korumak endişesi ile askerî sınıfı daraltmaya çalışarak bazı sınıfları askerî statüsünden çıkarmıştır. Ayrıca hemen belirtmek gerekir ki sadece yönetici sınıf üyeleri değil ortakçı, çeltikçi, tuzcu gibi devlet için üretim yapan reaya gurupları da daima avârız vergisinden 143 144 Velay, a.g.e., s.14. Şener, a.g.e., s.176. 41 muaf tutuldukları gibi zaman zaman bu bağışıklığın kapsamına raiyyet rüsumu da girmiştir145. Reayadan olup da vergilemeye konu olmuş varlığın sahibi bulunanlar, kanunnamelerin çizdiği şartlar içinde devletin vergi ödeyicisiydiler. O halde reaya dışında kalanlar vergilemeye konu varlıklara sahip olsalar da vergi ödemiyorlardı146 . Yani “askeri” genel deyimi içine giren büyüklü küçüklü devlet adamları olan padişahtan tımar erine değin reaya olmayanlardan vergi alınmıyor145 146 42 Akyılmaz, a.g.e.; İnalcık, Osmanlı İmparatorluğu (Toplum ve Ekonomi), a.g.e. Yönetici sınıf ile reayanın hukuki statüleri arasındaki en önemli fark askerîlerin bir takım vergilerden muaf olmalarıdır. Reaya değişik isimler altında çok sayıda vergi ödemek zorundayken askerîler devlete hizmet ettikleri prensibinden yola çıkılarak bu mükellefiyetin dışında tutulmuşlardır. Üstelik de bu muafiyet yalnız kendileri için değil aile üyeleri için de geçerli olmuş ve padişahtan alınan bir beratla askerî statüsü kazanılarak vergi muafiyeti kapsamına girilmiştir. İki grup arasında vergilendirme konusunda önemli farklılıklar söz konusu olduğu için, vergileri düzenleyen kanunnâmelerde askerî–reaya ayırımı üzerinde titizlikle durularak, askerî sınıfı teşkil eden zümreler ayrı ayrı belirtilmiştir. Örneğin 17.yüzyıla ait bir kanunnâmede askerî sınıfa mensup olup, vergiden muaf olanlar tek tek sayılmıştır. “Berât–ı Şerif ile hitâbet–ı imâmet, kitâbet, cibayet, meşihât, nezâret, cüz, tesbihhan, vakf, mezrea, tekiye ve benzerlerini tasarruf edenler; yaya, müsellem, yörük, tatar, canbaz, voynuk, sâdet, mutak, kâtip, müdebber, doğancı, yuvacı, derbentçi, köprücü, çeltikçi, tuzcu, kadı, nâib, şehir kethüdaları ve dahi ortakçı ve tekâlif–i örfiyyeden muaf olanlar dahi askerîdir ve mansıb tasarruf etmeyen mülâzımın külliyen askerîdir”. Yönetici sınıfa mensup olanların evlâdları ve eşi öldükten sonra reayadan birisine nikâhlanmamış olmak şartıyla zevceleri de askerî sınıftan sayılarak vergiden muaf tutulmuşlardır. Yönetici sınıf için vergi muafiyetinin kapsamı o kadar geniş tutulmuştur ki bunların diğer yakın akrabaları ve hatta köleleri (kulları) dahi askerî statüsünde kabul edilerek vergi ödememişlerdir. Askerî sınıfa girmiş olanlar vazife ve berat almadıkları zaman da bu sıfatlarını korumuşlardır. Fakat mazuliyet hali uzun bir süre devam edip, iş ve ticaret hayatına atıldıkları takdirde askerilik sıfatları ve vergi muafiyetleri kalkmıştır (Akyılmaz, 2004). du.147. Bunun yanında reaya oldukları halde, kanunnamelere konan hükümler veya padişahın verdiği özel beratlar ile vergiden muaf tutulanlar vardı ki bunların sayıları da oldukça fazla idi. Bu şekilde vergi ödemekten muaf tutulanlar, kendilerine devletin verdiği bazı hizmetler karşılığında muaf olanlarla, doğrudan doğruya bağışlananlar olmak üzere ikiye ayrılmaktadır148. Vergi mükellefi durumunda olan reaya arasında, çiftçilerin maliye karşısındaki durumu daha ziyade kiracı gibi olduğundan kazançlarının %20’sine ve belki de daha fazlasına kadar olanı ellerinden alınmakta, raiyyetlikten çıkabilmeleri bir takım kayıtlar altında bulunmakta, buna karşılık şehirlinin varlık ve kazanç üzerinden ödediği verginin oranı %10’u zor bulmakta idi. Hele kiralık ev, dükkan, han, hamam için ödediği vergi hiç denecek kadar az ve nakit parası tamamen vergilendirme dışı idi. Dini hizmetlerde bulunan müftü imam gibi kimseler ve peygamber soyundan gelen kimseler vergiden muaf tutulmuşlardır. Din adamlarına tanınan muafiyet yalnızca Müslüman din adamları için değil, Müslüman olmayan din adamları için de geçerli olmuştur149. Osmanlı’da bazı kimseler de yaptıkları kamu hizmetlerinden dolayı vergiden muaf tutulmuşlardır. Bunlar; ülkede ulaşım güvenliğini sağlamak üzere dağ, geçit gibi yerlerde kurulan derbentlerdeki reaya, belli yol ve köprü gibi tesislerin bakım ve güvenliğinden sorumlu olan köy halkı, bazı kamu iktisadi işletmelerine sürekli olarak işçi ve diğer girdileri sağlama yükümlülüğünde olan köy ve kasaba halkı, kalelerin bakım ve korunmasını üstlenmiş kişiler, saraya belli bazı hizmetler sunmakla yükümlü kimseler ve sipahilerdir150. Devletin uyguladığı iskan politikası nedeniyle göçe zorlananlar iki yıl süreyle vergiden muaf tutulmuşlardır. Bu konuda 147 148 149 150 Akdağ, a.g.e., s.199. Akdağ, a.g.e., s.201. Giray, a.g.e., s.118. Giray, a.g.e., s.118. 43 farklı uygulamalar da yapılmış, örneğin İspanya’dan kaçarak Osmanlı’ya sığınanlar Anadolu’nun belli şehirlerine yerleştirilmiş ve beş yıl süre ile bazı vergilerden muaf tutulmuşlardır 151. Ayrıca Osmanlı’da farklı amaçlarla da bazı vergi istisnaları uygulanmıştır. Örneğin boş yerlerin imar edilerek tarıma açılması durumunda ürün çeşidine göre belli bir süre vergi istisnası uygulanmıştır. Ayrıca sosyal amaçlı olarak da iç karışıklıklar ve doğal afetler nedeniyle ödeme gücü azalan vergi yükümlülerine yönelik geçici vergi muafiyetleri de sık uygulanmıştır 152. Bu bölümde anlatılanlar özetlenecek olursa, vergi, yöneten ve yönetilen ilişkilerinde en önemli potansiyel sorun kaynağıdır. Bu sorun bazen isyanlara da yol açmıştır. Bu isyanlara yol açan sorunlar Osmanlı vergi sisteminde de mevcuttur. Temelde toprağa dayalı bir üretim yapısı olan ve çiftçi, köylü kesimi vergilendiren Osmanlı’da bir çok vergi uygulanmış, farklı tahsilat yöntemleri kullanılmıştır. Bu noktada son cümle olarak söylenmesi gereken husus, Osmanlı’da gerek konumuz gereği gerekse diğer açılardan en önemli verginin aşar vergisi, bu vergiye ilişkin en önemli sorunun ise vergi yükünün ağırlığı ve tahsilat yöntemi olan iltizamdan kaynaklanan sorunlardır. İkinci bölümde bu hususlara yer verilecektir. 151 152 44 Mecit Eş Tarihsel Bir Bakışla Klasik Osmanlı Maliyesi, 2.bs, Kütahya, 1996, s.93-94’ten aktaran, Giray, a.g.e.,s.119. Şener, a.g.e., s.182-183. İKİNCİ BÖLÜM ANADOLUDA VERGİ İSYANLARI VE HALK TÜRKÜLERİNE YANSIYAN VERGİ SORUNLARI Bir ülkede devletin yurttaşlarıyla ilişki kurmasındaki kilit faktör vergilerdir. Çünkü devletin egemenlik hakkı ve bu hakkın kullanımı belirgin bir şekilde vergilendirme sürecinde yaşanmaktadır. Mutlaka diğer alanlarda da devletin egemenlik hakkını kullanması söz konusudur. Ancak vergilemenin yapılamadığı ve gelir yetersizliği içerisinde yaşayan bir devletin diğer alanlarda egemenlik yetkisini kullanma şansı da sınırlı olacaktır. Osmanlı İmparatorluğu’nda devlete ve yönetime karşı birçok isyanın çıktığı bilinmektedir. Bu isyanlarda siyasi, dini, etnik ve ekonomik ve toplumsal birçok faktör etkili olmuştur153. Osmanlı düzeni bu ayaklanmalara ortam sağlamaya uygundu ve düzen, yönetim, yöneticiler, ilişkiler ve bunların biçimi ayaklanmalara yeşerme ortamı sağlıyordu154. Osmanlı’da 16. yüzyıla kadar süren yükselme dönemi, bu yüzyılın ortalarından itibaren yerini duraklamaya bırakmıştır. Bu dönemden itibaren ayaklanmaların yoğunlaştığı görülmektedir. Ayaklanmaların en yoğun olduğu dönem ülke ekonomisinin bozulduğu, yönetimde de her türlü çözülmenin olduğu 16. ve 17. yüzyıllardır. Devlete sunulan raporlarda (1564) halkın açlıktan “ ot otladığı”ndan söz edilmiştir. Kanuni, 2.Selim’e anarşik bir ülke bırakmıştır. Bu dönemde devlet mekanizmasında, yeniçeri gibi bir kurallı askeri ocakta çözülmeler ve bozulmalar başlamıştır155. 17. yüzyılda merkezi devletin gücü önemli ölçüde azalmış ve ortaya çıkan iktidar boşluğunu hiçbir toplumsal ya da siyasal güç dolduramamıştır. Özellikle taşrada, Balkanlarda ve Anadolu’da iktidar boşluğu daha belirgin olmuştur. Merkezi yönetimin atadığı valiler sık sık ayaklanmış, İstanbul’a karşı bağımsızlıklarını ilan etmişlerdir. Bu ayaklanmaların toplumsal tabanını ya da emek gücünü topraklarını terk eden köylüler oluşturmuştur. Mer153 154 155 Aktan vd., a.g.e., s.194. Öz, a.g.e., s.58. Baki Öz, Osmanlı’da Alevi Ayaklanmaları, Ant Yayınları, İstanbul, 1992, s.58-59. 45 keze karşı ayaklanan valiler reayaya baskı yapmış, çeşitli bahanelerle ağır vergiler koymuşlardır. Bunun yanında kırsal alandaki bağımsız eşkıya hareketleri yine bu dönemde hareketlilik kazanmıştır156. Düzenin işleyişi asker – sivil seçkinlerin, yani bürokrasinin elindeydi. Osmanlı’da “Ehl-i Örf” olarak adlandırılan yöneticiler tutum ve davranışlarıyla, uyguladıkları yönetimle ayaklanmalara çanak hazırlıyorlardı. Bazen halka baskı, sömürü ve kırım uygulayarak; bazen ayaklanmacıları ve eşkıyayı destekleyerek veya kullanarak; bazen bizzat kendileri ayaklanarak; bazen de ayaklanmacılara ödünler vererek, devlet görevlerine atayarak bunu yapıyorlardı.157. Anadolu kırsalındaki huzursuzluk bir dereceye kadar, büyük çoğunluğu Müslüman olan vergi mükellefi köylüler (ya da hem Müslüman hem de Hıristiyanların dönemin kaynaklarında adlandırıldığı gibi şekliyle reaya ) ile vergiden muaf askeri sınıf arasındaki çatışma şekline bürünmüştür158 1. Vergi Nedeniyle İsyan ve Ayaklanmalar Maliye ilminin en zor konularından biri toplumdaki bireylerin vergi yüküne ne kadar katlanacaklarını, kimlerin vergi dışı bırakılacağını, kimlerin ne ölçüde vergi vereceklerini adil bir şekilde belirlemektir. Bu nedenle insanlık tarihinde devletlerin idare edenleriyle idare edilenleri arasındaki çekişme konularının en önemlilerinden birini vergilemenin haklılığı veya haksızlığı üzerine karşılıklı iddialar oluşturmuştur. Devlet-halk ilişkileri de bu olumsuz etkiden dolayı çoğu kez ağır bunalımlara sürüklenmiştir. “Türk toplumunun iç tarihi incelendiği zaman, hükümet adamları ile reaya arasında bitmez tükenmez çekişmelerin kaynağının da 156 157 158 46 Pamuk, a.g.e., 171. Öz, a.g.e., s.58. Halil İnalcık, Osmanlı’da Devlet Hukuk Adalet, Eren Yayınları, İstanbul, 2000, s.565. hep vergi alıp vermenin yarattığı anlaşmazlıklardan kaynaklandığı görülmektedir.159. Osmanlı sicillerinde sık sık geçen “isyan” ve “zulüm” sözcükleri, acımasızca sömüren görevlilere karşı ayaklanan köylüler mitosunu güçlendirmektedir. Ama bu kalıplaşmış ifadelerin ardında neler olduğunu anlamaya çalışırsak, tek tek olaylara ilişkin ayrıntılardan köylülerin görevlilere ve kanunlara karşı gelirken toplu bir isyan hareketinde bulundukları sonucunu çıkaramayız. Su borularında delikler açıyor, harman yerinden tahıl çalıyor, görevlileri dövüyor, çeşitli hilelerle vergi toplayıcıları aldatmaya çalışıyorlardı. Tüm bu eylemler tek bir amaca ulaşmak üzere eşgüdümlü olarak planlansaydı, o zaman bunlar bir ayaklanmanın görünümleri olarak nitelenebilirdi. Oysa bunlar, tek tek kişilerin, bir köyün ya da bir köyde Bedevi’ler ortaklaşa gerçekleştirdiği bireysel eylemlerdi. Sancak çapında daha geniş bir örgütlenme ya da eşgüdüm, herkesçe tanınan belirli bir önderlik ya da ortak bir amaç söz konusu değildi. Köylülerin “isyan” ları yerel ve kısa vadeli yararlar elde etmeye yönelikti; Osmanlı valisini alaşağı etmeyi ya da imparatorluğu yıkmayı amaçlamıyordu160. Osmanlı Devleti’nin özellikle klasik döneminde servetin kaynağının sadece toprak olduğu görüşünün hakim olması dönemin temel karakteristik özelliğini oluşturmaktadır. Bundan dolayı Osmanlı Devleti’nin en önemli gelir kaynakları arazi ve araziye bağlı unsurlardır. Sermayenin ve teşebbüsün vergiye esas alınmaya çalışılması 19. yüzyılla birlikte başlar. Şer’i vergilerin dayanağı Kur’an, sünnet ve icma-ı ümmet ile sabit olduğu için mükellefler bu vergileri öderlerken aynı zamanda dini vecibelerini yerine getirdiklerini düşündüklerinden dolayı bu vergiler devlet tarafından rahat tahsil edilmiştir. Bunun için batıdakine benzer vergi isyanları Osmanlı Devleti’nde görülmemiştir. Osmanlıdaki vergi isyanlarının nedenleri ağırlıklı olarak siyasi olarak düşünülebilir161. 159 160 161 Akdağ, a.g.e., 193. Singer, a.g.e., 152. Mutlu, a.g.e., s.56. 47 Geniş topraklara ve birçok ülkeye egemen Osmanlı Devleti her ne kadar merkezi bir yönetim uyguladıysa da huzur ve güveni sağlama açısından pek başarılı olamadı. Yönetimle halk katmanları arasında sürekli çelişkiler yaşanıyordu. Çoğu kez toplumda kıtlık, açlık yaşanmasına karşın yönetim hesapsız giderler yapıyordu. Giderleri karşılayacak kaynaklar kurumuştu. Anadolu her türlü güvenlikten yoksun, devletin güvenlik güçlerinden uzaktı. Özellikle Anadolu’nun kırsal kesimleri daha çekilmez duruma gelmişti. Her türlü asker kaçağının, eşkıyanın, yasa kaçağının sığınağı Anadolu’nun uçsuz bucaksız kırsal kesimleri olmuştu. Bu kümelerin tümü Anadolu köylü insanının sırtında asalak olarak yaşadığı gibi, aynı zamanda canını ve malını da tehdit ediyordu. Savaşlardan kaçan ve ocağından kovulan yeniçeriler Anadolu’ya sığınmışlardı. Devlet düzenine bir türlü girmeyen aşiretler hem kendileri huzursuzdular, hem bulundukları yörelerde huzursuzluk kaynağı oluyorlardı. Göçerler de yaylak-kışlak arasında gidişgelişlerinde çevrelerine zarar veriyorlardı162. Yönetici kesim halkın zararına ve halkın sırtında büyük ölçülerde servet biriktirmişlerdi. Bürokrasi palazlanırken, geniş kamu yığınları yoksullaşıyordu. Bu gidiş zaman zaman halkın tepkilerine yol açmıştı. Ulema-asker-sivil bürokratlar sarayla bütünleşerek halk üzerinde baskı ve sömürü aygıtı olmuşlardır. Merkezi feodaliteyle bütünleşen devlet ve devlet kadroları halk üzerinde geniş bir rüşvet ağı kurmuşlardı163. Başkaldırı olaylarının boyutu ne olursa olsun, devlet olaya “düzeni korumak” açısından yaklaşıyordu. Suçlu halk görülüyor, sıkıntıyı halk çekiyordu. Sipahi baskılarında olsun, hükümetle ayan veya ayanla ayan çekişmelerinde olsun, ayaklanmacılar üzerine asker gönderilmelerinde olsun sıkıntıyı çeken, kıyım ve kırıma uğrayan geniş kamu yığınları oluyordu. 17. yüzyıldan itibaren elinde birçok sarıca-sekban164 bulunduran eşkıya başları türemişti. 162 163 164 48 Öz, a.g.e., s.78-80. Öz, a.g.e., 53-56. Tımar sisteminin bozulmasıyla tımarlı sipahilerin yerini alan ve yeni yöneticilerin kendi kapılarında topladıkları başıbozuk silahlı gruplardır. Bunlar aynı zamanda sancakbeyi, mütesellim gibi devlet görevlileriydi165. Barkey’e göre Osmanlı devleti kısa vadedeki sonuçlarına aldırmadan paralı ordular kurup dağıttıkça eşkiyalık yayılmıştır. İyice geliştiğinde de devlet hem bu kişileri kullanmış hem de kendini eşkıya reisleriyle pazarlığın içinde bulmuştur. Eşkiyalar, ayrıca köylüyü sindirmek için haydutları kullanan pek çok yerel yöneticinin gerektiğinde başvurabileceği aracılar haline gelmiştir. Devlet ise bu durumu halkın gözünde meşruiyetini artırmak için kullanmıştır. Barkey ayrıca Osmanlıdaki eşkiyalığı egemen sınıfın ihtiyaçlarına göre sahte bir tehdit olarak kullanılan ya da devletin yönetim mekanizmasıyla bütünleştirilen yapay bir toplumsal kurgu olarak nitelendirmektedir166. Osmanlı İmparatorluğu’nda vergi yükümlülerinin yükümlülükleri şer’i ve örfi vergilerle sınırlı kalmamıştır. Bu mali yükümlülüklerle birlikte reayanın angarya olarak nitelendirilebilecek bedeni birtakım yükümlülükleri de olmuştur. Sınır boylarında ve bazı askeri bölgelerde padişaha ve bazı saray erkanına ait çayırların ve bağların bulunması sebebiyle ortaya bu çayırların biçilmesi veya bağların bakımı gibi sorunlar çıkmakta idi. Bu bölgelere ait kanunnamelerde, reaya için yılın sınırlı bazı günlerinde bu işler için çalışma zorunluluğu getirildiği görülmüştür. Aynı durum verginin tahsilinde yararlanılan iltizam usulünün uygulandığı dönemlerde de devam etmiştir. 17. yüzyıldan itibaren önemli bir güç haline gelen mültezimler üzerinde devletin otoritesi zamanla zayıflamış ve kontrol edilemez hale gelmiştir. Mültezimler sorumlu oldukları bölgenin vergisini kanunnamelerde belirtilen miktarlardan fazla toplamaya başlamış ve zamanla halktan bid’at (adet) adı altında gelenekselleşen paralar toplamaya başlamışlardır167. Osmanlı Devleti’nde vergi tahsili devletin en önemli sorunları arasında yer almıştır. Sorunun temelini ise, Osmanlı Devle165 166 167 Öz, a.g.e., s.60. Barkey, a.g.e., s.13, 146. Aktan vd., a.g.e., s.195. 49 ti’nde kamu görevlilerine maaşlarının, merkezi bütçeden aktarılan ödeneklerle değil, bazı vergi gelirlerinin doğrudan kendilerine maaş olarak tahsis edilmesi yöntemiyle ödenmesi oluşturmaktaydı. Zaman içerisinde, kamu görevini yürüten kişilerin bu görevlerinin veya diğer bir ifadeyle mali rantlarının herhangi bir nedenle sona erdirilmesi bu kişilerle devlet arasında çatışmaların dogmasına yol açmıştır. Diğer yandan bazı kamu görevlilerinin maaşlarının karşılığı olarak topladıkları gelirler, hem kamu hizmetlerinin yerine getirilmesinde hem de geçimlerini sağlayacak kadar yeterli olmaması gibi nedenlerle kendilerine verilen yetkileri kötüye kullanarak halktan kanun dışı vergiler toplamaya başlamışlardır. Bu durum halk ile bu tip yöneticiler arasında gerginliklere yol açmış, devletin meşruiyeti zedelenmiştir. Merkezi yönetim ise Adaletnameler, Tanzimat Fermanı, Islahat Fermanı çıkartarak ve bir takım önlemler almıştır168. “Köylülerin, toplumun üretken olmayan kesiminin yükünü taşıması, tarım devletlerinin neredeyse tümünde görülen bir durumdur. Köylülerin ekmeği üzerinde hak iddia edenlerin gün be gün arttığı Osmanlı İmparatorluğunda da durum farklı değildi. Vergi ödeme güçleri azalan köylüler, o yılın hasadı pay sahiplerine dağıtıldıktan sonra iki yakalarını bir araya getirmek için sık sık borçlanıyorlardı. Taşra görevlilerinin sürekli olarak köylülerin mallarına kanun dışı yollarla el koymaları, köylülerin zaten pamuk ipliğine bağlı olan geçimlerini daha da güçleştiriyordu. Köylülerin en yakın müttefiki sayılanlardan (kadılar) en çetin düşmanlarına (mültezimler) kadar tüm taşragörevlileri köylüleri soymak için çeşitli yollar icat etmişlerdi. Resmi görevlilerin soygunlarının yanında bir de eşkiyalar ve kendi insanlarını bile soyan kır haydutları vardı. Dolayısıyla, resmi muhassıllar, eşkiyalar ya da meşru kökenli asiler artık birbirlerinden ayırt edilemiyorlardı. Kırsal kesimde, devletin meşru ve gayri meşru görevlileri arasındaki ayrım bulanıklaşmıştı. Büyük kapıhalkları besleyen ve yönetim adına 168 50 Ali Rıza Gökbunar, “Celali Ayaklanmalarının Maliye Tarihi Açısından Değerlendirilmesi” Celal Bayar Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilgiler Fakültesi, Yönetim Bilimleri Dergisi, 2007 s.2. vergi toplayan kişiler ile talanı kutsayan gayri meşru eşkıya reisleri arasında pek az bir fark vardı. Özellikle köylü için, kaynağı kim olursa olsun suistimal suistimaldi. Bu etkenlerle, köylülerin “çift bozan akçesi”ni ödeyip yükümlülüklerini toprak sahibinin sırtına yıkıp gitmelerinin görece kolaylığı birleşince köylerde serbestçe hareket edebilen işsiz güçsüz kişiler birikmeye başladı. Resmi görevliler, resmi gelirlerindeki kayıpları köylülerin sırtından geçinerek topraklarından faydalanarak telafi edebiliyorlardı. Döneme ait belgeler, sancak beylerinin, muhafızların, kumandanların, çeşitli yerel yöneticilerin ve yeniçerilerin köylülerin parasına ve ürününe zorla el koyduğu vakalarla doludur. Döneme ait pek çok adaletnamede tasvir edilen bu davranışlar uzun uzun anlatılmaya değer”169. 1.1. Celali İsyanları Celali ayaklanmaları, vergi yükü altında ezilenler, toprakları ellerinden alınmış eski sipahiler, topraksız köylüler, geçim sıkıntısı çekenler vb. gruplar tarafından çıkarılmış büyük bir isyan hareketidir 170 . Osmanlı imparatorluğunda ortaya çıkan isyanlar içerisinde Celali İsyanları en geniş bölgeye yayılan ve uzun süre devam eden bir isyan niteliği taşımaktadır. Celali İsyanlarının en önemli ve ayırt edici özelliği, isyanda bulunan grupların çok ağır vergi yükü altında olmaları ve vergi zulmüne uğramalarıdır. Ancak zamanla bu gruplar içinden çıkan Celali bölükleri de halka zulüm yapmış ve halkı topraklarından etmiştir. Bu durum da Celali İsyanlarının bir diğer sebebini oluşturmuştur. Bu bağlamda halkın uğradığı haksız muamele ve zulüm, bu isyanların hem nedeni hem de sonucu niteliğindedir. Ayrıca Celali İsyanları hem sivil hem de resmi itaatsizlik örneği olarak gösterilebilir. Özellikle geniş halk kitleleri tarafından destek bulan bu isyan, daha sonra da devlet içerisinde bir takım idari görevler üstlenen kişilerin de katılımına sahne olmuştur. Bu dönemde yaşanan ve Celali İsyanları olarak 169 170 Barkey, a.g.e., s.147-148. Gökbunar, a.g.e., s.63. 51 adlandırılan ve 16. yüzyılın başlarından 17. yüzyıla kadar süren isyanlardan en önemlileri Şeyh Celal, Baba Zünun, Kalender Çelebi ve Karayazıcı İsyanlarıdır171. 1509–1590 tarihleri arasında yaşanan ve Celali İsyanlarından ilk tehlikeli İsyan Yavuz Sultan Selim’in Mısır seferi sırasında Yozgat (Bozok) çevresindeki Türkmenler arasında meydana gelmiştir172. Şeyh Celâl Ayaklanması’nda (1517) "yoksul halkın, topraksız olan köylülerin, ağır vergi yükü altında ezilenlerin hayatını düzeltmek ve bu haksızlara son verebilmek için yaklaşık 20 bin kişi toplanmıştır. Bu ayaklanmaya katılanlara Osmanlı yöneticileri tarafından "Celâli" adı verilmiş ve bu tarihten sonra da Osmanlılar, bu terimi ne türden olursa olsun bütün ayaklanmalar için kullanmışlardır173. Kanuni Sultan Süleyman’ın, tahta geçtikten sonra mali bunalıma engel olmak için "arazi tahriri"ni yenilemek suretiyle, hazine gelirini arttırmaya yönelik hareketleri ülke çapında halkın tepkisine neden olmuştur. Bunun nedeni hem tımarlı sipahilerin hem de çiftçilerin (raiyyetin) arazi yazım sonuçlarından etkilenecek olmalarıydı. İl yazıcılarının sipahilerin beratlarında kayıtlı yerlerden "ifrazlar" bularak hazineye geri alacakları tarlaların dönümlerini fazla göstererek de çiftçilerin vergi yükünü ağırlaştıracakları söylentileri halkın hoşnutsuzluğunu arttırarak aniden geniş isyanların çıkmasına yol açmıştır174. Bunun yanında 1550-1576 yılları toprak mülkiyeti düzeninin değişmesi ve ekonomik darlık nedenleriyle isyan birikiminin tamamlandığı, korkunç bir işsiz yığınının Anadolu’yu sardığı dönemdir. 1550 yıllarından beri süre gelen değişim, Tımarlı Sipahilerin saf dışı edilmesi; birikmiş servetlerin yaygınlaşan iltizam usulüyle toprağın yönelmesi şeklindedir Memur-Askerlerin koruyucu denetiminden yoksun kalarak tefecilerin 171 172 173 174 52 Aktan vd., a.g.e., s.208; ayrıca, Celali İsyanlarının sosyal ve siyasal boyutlarına ilişkin ayrıntılı bilgi için bkz., Griswold, 2000, Aktan vd., 2002, s.208 vd. Aktan vd., age, s.13. Yerasimos, a.g.e., s.437 vd., Gökbunar, a.g.e., s. 9. Gökbunar, a.g.e., s.9-10. eline düşen ve ağır vergiler altında ezilen köylü yığınlarının tarlaları hukuk kuralları zorlanarak ellerinden alınmakta, geleneksel tarım düzeni bozulmakta, köylü ırgatlaşmaktadır. Celali isyanları bu değişimin önce sonucu sonra hızlandırıcısı olmuş;düzenin yıkımıyla isyanlar arasında bir zincirleme etki-tepki ilişkisi meydana gelmiştir175 . Osmanlı yönetimi tanrısal otorite olarak görülen padişaha karşı ayaklanan insanları dinsizlikle suçlayarak, onları diğer alt tabaka insanlarından soyutlamada başarılı olmuştur. Bozoklu Celal ve arkadaşlarının dinsiz sayılması, bundan sonra Anadolu’da çıkan isyanlara Celali hareketleri gözüyle bakılması, özelden genele yükselen çifte suçlamayı da beraberinde getirmiştir 176. Celali başkaldırıları işsiz akınları biçiminde kentlere de yansımış, geleneksel yapıyı çökertmiştir. Kent ve kasabalar da eski düzen güven ve denge yok olmuş, bu yerler sürekli karışıklıklar ve patlamalara gebe olan, soygun bir yapıya dönüştürmüştür 177 . Celali hareketinin önemli bir özelliği de özelliği, kimin kimden yana olduğu pek anlaşılmayan bir kavgada herkesin birbirine saldırması, fakat sonuçta hep köylünün zararlı çıkmasıdır178. 1.2. Patrona Halil İsyanı 18. yüzyıl başlarında uygulanan vergileri ödemekte bile güçlük çeken esnafa perakende mallar üzerinden alınmak üzere yeni bir vergi konulmuştur. 1730’da padişahın sefere çıkma kararı ile ciddi bir şekilde bu verginin tahsilatına başlanmış bu durumda esnafın ve esnaflaşan yeniçerilerin hoşnutsuzluğu artmıştır. Ordunun sefere hazırlanması nedeniyle birçok esnaf ordugaha gelmiş, çadır kurmuş ve ticari bir takım yatırımlar yapmıştı. Yeniçeriler 175 176 177 178 İsmail Cem, Türkiye’de Geri Kalmışlığın Tarihi, 15.bs., Can Yayınları, İstanbul, 2002, 184-185. Ahmet Hezarfen, Rumeli ve Anadolu Ayan ve Eşkiyası, Analiz Basım Yayın, İstanbul, 2002. Belin, a.g.e., s.44. Cem, a.g.e., s.187. 53 ise dükkanlarını kapatıp veya var olan işlerini bozup orduya katılmışlardı. Fakat ordunun harekete geçmemesi esnafın ve yeniçerilerin zararına neden olmuştur. Bu sebepten dolayı bir çok esnaf sermayesini kaybetmiştir. Bu durumun sonucunda ticaretle uğraşan yeniçeriler halkla birlikte isyan çıkarmışlardır. Ortaya çıkan isyan hiçbir direnme ile karşılaşmamış ihtilalciler 30 Eylül 1730’da amaçlarına ulaşmışlardır. Başta İbrahim Paşa olmak üzere bazı vezirler öldürülmüş III. Ahmet’in yerine I. Mahmut getirilmiş ve İbrahim Paşa’nın bütün mal ve servetine el konulmuştur. Yeni tahta geçmiş olan I. Mahmut, Patrona Halil’i çağırmış isteklerini sormuş, o da halkı ezen vergilerin kaldırılmasını istemiştir. Sonunda hükümet esnafın isteklerini kabul etmekten başka çare bulamamış, isyan sadrazam, defterdar gibi birçok devlet görevlisinin öldürülmesi ile sonuçlanmış ve böylece Lale Devri de sona ermiştir179. 1.3. Atçalı Kel Mehmet Efe İsyanı 19. yüzyılda meydana gelen halk hareketlerinden biri, Kel Mehmet liderliğinde olan ve tam anlamıyla bir halk hareketi olarak ortaya çıkan isyandır. Bu hareketin bir halk hareketi niteliğine bürünmesinin temel nedeni, Atça ve Aydın civarında korumasız insanları ezen ve sömüren ayan ve eşrafa karşı mücadeleye girişerek adaleti sağlamaya çalışması, zenginden alıp fakire vermesi, on binlerce insanı peşinden sürüklemesi ve halk için tükenmeyen bir umut olmasıdır. Bu dönemde Aydın ve çevresinde halk, gelen mültezim, mütesellim ve voyvodaların halktan aşırı vergi almasından ve buna itiraz edenlerin şiddetle cezalandırılmasından şikayetçi idi. Mültezim ve voyvodaların elindeki en önemli koz ise söz konusu vergilere karşı gelinmesi durumunda padişaha baş kaldırılmış olacağını ileri sürmeleriydi180. Ancak çıkan isyan sonucunda savaş vergileri ve örfi vergilerden bunalan Aydınlılar bu vergiler- 179 180 54 Gök, a.g.e., s. 158. Aktan vd., a.g.e., s. 214. den kurtulmuştur. Daha sonra mültezim ve zabitlerin halka kanunsuz olarak yükledikleri vergiler kaldırılmıştır. Atçalı Kel Mehmet isyanı saraya ve padişaha karşı bir başkaldırı değil, kendilerine vergilendirilme yetkisi verilen ve padişahın vermiş olduğu bu yetkiyi kötüye kullanan görevlilerin haksız muamele ve zulmüne karşı bir isyan niteliği taşımaktadır181. Kel Mehmet, ilk olarak halkı bunaltan savaş vergileri ve tekliflerini kaldırdığını ilan etmiş, daha sonra da yerel yöneticilerin halktan keyfi olarak topladıkları vergilerini azaltmış ve bazılarını da kaldırmıştır. Merkezi hükümet için toplanan vergileri ise kanunların emrettiği şekilde toplatıp İstanbul’a göndermiştir182. 1.4. Çarşanba Kazası Vergi Direnişi 1840 yılında Rumeli’de Cuma muhassıllığına tabi Çarşanba Kazası halkının kendilerinden istenen vergileri reddetmesiyle gelişen bir direniştir. Olaya sebebiyet veren husus, muhassılın aşırı vergi talebidir. Hazinenin nakit ihtiyacının artması ve hasat döneminde olunması nedeniyle halkın yeterli kaynağa sahip olacağı düşüncesiyle halka bir miktar peşin vergi yüklenmesi yönünde uygulamaya gidilmiştir. Alınan bu peşin vergi daha sonra hesaplanacak yıllık vergiden mahsup edilecek ve geriye kalan kısım tahsil edilecektir. Halk ise normal ödenen vergiye ek olarak alınacağını düşündüğü bu vergiye karşı çıkmıştır. Bu direnişte bölgedeki önde gelen kişilerin kışkırtmalarının da etkili olduğu vurgulanmaktadır. Tanzimatın ilanıyla birlikte herkesten mali gücüne göre vergi alınmasına olumlu yaklaşılmakla birlikte zenginler mali güçlerinin ortaya çıkmasını engellemek için halkı tahrir işlemlerine karşı kışkırtmışlardır. Yönetim, önemli bir sorun yaşanmadan vergi tahsilatını sağlamak için halkın ikna edilmesi yolunu uygun bulmuş ve gö- 181 182 Gök, a.g.e., s.159. Gökbunar, a.g.e., s.108. 55 revlilerden halkın sorularına uygun cevaplar verilerek vergilerin tahsilinin sağlanmasını istemişlerdir183. 1.5. Akdağ İsyanı Tanzimatın ilanından sonra Bozok Sancağına bağlı Akdağ Kazasında bir kısım vergilerden ve özellikle muhassılların bazı yolsuzluklarından kaynaklanan direnişler olmuştur. Olay, mutasarrıfın, kendisinin ve maden müdürünün görevlerinin sona erdiğini söylemesinin ardından halkın konulan vergilerin affedildiğini ileri sürerek vergi ödemeyi reddetmesiyle başlamıştır. Belli sayıda eşkiyanın öncülüğünde olaylar büyümüş ve civar kasabalara da yayılmıştır. Sonuçta çok uzun sürmese de geniş katılımlı direnişler, toplanması gereken vergilerin aksamasına, birçok insanın mal ve canlarına zarar gelmesine neden olmuş, olaylar ancak kuvvet kullanarak durdurulabilmiştir184. 1.6. Tokat Olayları Tokat olayları, Tanzimatın uygulamaya konulmasının ardından Tokat’ta şehrin ileri gelenleriyle muhassıl arasında tahrir işlemi dolayısıyla çıkmıştır. Olaylar, muhassılın vergilemedeki yeni uygulamalar dolayısıyla yeniden tahrir işlemi yapmasına izin vermeyenlerin yönlendirmesiyle gelişmiştir. Olay Amasya ve Samsun gibi civar illere de yansımış, halkın muhalefeti artarak vergilerin tahsilini aksatacak boyutlara ulaşmıştır. Tokat olayları Sivas’tan gelen bir askeri birlik tarafından bastırılmış ve olaya sebebiyet verenler yargı önüne çıkarılarak çeşitli cezalara çarptırılmışlardır185. 183 184 185 56 Ahmet Uzun, Tanzimat ve Sosyal Direnişler, Eren Yayınları, İstanbul, 2002, s.15-18. Uzun, a.g.e., s.23. Uzun, a.g.e., s.30-34. 1.7. Denizli Olayları Tanzimattan sonra Denizli halkı kendilerine muhassıl olarak atanan Tavaslızade Osman Ağa’nın önceki dönemlerdeki zulüm ve baskılarını gerekçe göstererek direnişe geçmiştir. Halk, Osman Ağa’nın peşin ödenmek koşuluyla aşırı miktarda vergi saldığını, Tanzimattan sonra yasaklanmasına rağmen halka çeşitli angaryalar yüklediğini ileri sürerek bu kişinin gelmesi durumunda topyekün savaşı göze aldıklarını belirtmiştir. Merkezi yönetim de halkın isteğinin sadece muhassılın değiştirilmesi ile sınırlı olduğundan hareketle kuvvet kullanmamış, yeni bir muhassıl atayarak sorunu çözme yoluna gitmiştir186. 1.8. Burdur Olayları Burdur’da yapılan tahrirler sonucu herkesin gelirine göre belirli bir miktar alınan vergiye yörenin bazı ileri gelenleri itiraz etmişlerdir. İtirazlarına, fazladan toplanan vergilerin meclis üyelerine kalacağı iddiasını da ekleyip halkı ikna etmişler kentte huzursuzluk baş göstermiştir187. Böylece Burdur’da halk, olması gerekenden daha fazla vergi konulduğunu iddia ederek muhassıl ve adamlarına saldırmış ve ölüm ve yaralanmayla sonuçlanan olaylar yaşanmıştır. Olaylarda şehrin ileri gelenlerinin yönlendirmesi de söz konusudur. Olayın sonunda failler yakalanamamış ancak olayla ilgisi olduğu tespit edilen bazı kişilere çeşitli küçük cezalar verilmiştir188. Burdur olayları civardaki bazı kasabalara da yayılmıştır. Özellikle Yalvaç kazasında muhassılın vergi toplamsına tepki gösteren ve vergi vermek istemeyenlerin bir araya gelmesiyle olaylar büyümüş ve civar köylerin de desteğiyle cidi bir hal almıştır. So- 186 187 188 Uzun, a.g.e., s.35-37. Çakır, a.g.e., 131. Uzun, a.g.e., s. 37-38. 57 nuçta muhassılın yerine başka bir muhassıl atanmış ve devlet olayları bastırmak için bölgeye asker sevk etmiştir189. 1.9. Niş İsyanı Tanzimat Fermanının ilanından sonra Osmanlı Devleti’nin Rumeli Eyaleti’nde çıkan bir isyandır. Niş isyanının birçok faktörü olmasına rağmen, esas sebep, Tanzimat ile getirilen yeni vergi düzenlemelerinin geniş halk kitlelerinde yarattığı hoşnutsuzluktur. Bu durum, isyana ilişkin hazırlanan raporlarda da görülmektedir. İsyanda halkın genel durumunun olumsuzluğu yanında, vergilerin ağırlığından adaletsiz dağılımına kadar bir çok şikayetle karşılaşıldığı görülmektedir. Bu isyanda, isyana öncülük eden kişilerin halkı ayaklandırmak için en sık kullandıkları gerekçe vergilerin ağırlığı olmuştur190. Tanzimat Fermanının ilanından sonra herkesin belirli bir oranda geliri üzerinden vergi ödemesi esası ile angaryaların ve iltizam usulünün kaldırılması Niş bölgesinde özel bir fermanla reayanın hazır bulunduğu bir toplantıda ilan edilmiştir. Buna göre herkes servetinin yüz kuruşta üç kuruş on iki parasını (bir kuruş kırk para) devlete vergi olarak verecek, bu vergiden Müslümanlar ve diğer imtiyazlı kişiler istisna edilmeyecek ve reayanın vergisi her köyün görevlisi tarafından toplanacak, kanun dışı hiçbir vergi alınmayacak, memurlar herhangi şekilde kendileri için reayadan hiçbir şey almayacaklar ve kendilerini reayaya besletmeyeceklerdi. Köylerden subaşılar kaldırılacak, kırserdarı kalacak, o da masrafını kendi cebinden karşılayacaktı. Reaya yapılan bu ıslahatı memnuniyetle karşıladı ancak fermanın getirdiği yeniliklerin uygulamak kolay değildi. Öncelikle reaya tahrir sırasında servetlerinin fazla belirlenmesinden şikayetçi idi. Diğer taraftan daha önce vergi ödemeyen grupların vergiye tabi olması, bu grupların tepkisine yol açıyordu. Bu vergiden muaf gruplardan biri Niş kalesindeki Müslüman halktı. Bunun dışında vergiye tabi olan Hıristiyan zen189 190 58 Çakır, a.g.e., s.136. Uzun, a.g.e., s.44. ginler ise vergilerin arttırılmasından şikayetçi idi. Yani hem Müslümanlar hem de Hıristiyanlar yeni düzenlemelerden rahatsızlık duymaya başlamışlardı. Bu hoşnutsuz kesim reayayı da kışkırtarak isyanın ortaya çıkmasına sebep oldu. Daha sonra vergileri ödemeyi reddeden reayaya vergileri ödemeleri için süre verilmiş fakat verilen süre geçtiği halde vergiler ödenmemiştir. Ayrıca vergileri ödemeyi reddeden köylü Niş Kalesini kuşatmıştır. Ancak isyan kısa sürede bastırılmıştır191. 1.10. Vidin Ağalık Rejimi ve Vidin İsyanı Osmanlı Devleti’nin Rumeli eyaletinde yer alan Vidin bölgesinde ayanların hakimiyeti söz konusu idi. Vidin isyanı da ayanların halka yapmış olduğu eziyetler sonucunda ortaya çıkmıştır. Bu bölgede kararlaştırılan miktardan fazla vergi alınması üzerine itirazlar olmuş ve muhassılın görevine son verilmiştir. Vidin’de hem mevcut oranın üzerinde vergi alınması hem de halkın temel ve zorunlu ihtiyacı olan sebzelerden aşar alınmaması kararlaştırılmasına rağmen alınmaya çalışılması huzursuzluklara yol açmıştır192. Bölgede halk devlete verdiği verginin yanında ağalara da vergi ödemekteydi. Hükümet incelemelerinde ağalara ödenen vergilerin devlete ödenen vergilere eşit hatta daha fazla olduğu görülmüştür. Ayrıca ağaların köylere gönderdiği adamlar köylülerin sırtından yer içer ve geçinirdi. İşte ağa namına köyü hükmü altında tutan, reayayı keyfine göre para cezasına çarptıran bu köy kahyaları, Vidin köylerinde yılda bir iki defa vergi mültezimleri ile kendini belli eden zayıf devlet otoritesi yanında hakiki ağalar hakimiyetini temsil etmekteydiler193. Bu şekilde ayanların özellikle Tanzimat’ın ilanından sonra güçlenmesi ve hatta taşrada hükümetten daha güçlü hale gelmeleri halkın birtakım şikayetlerine neden ol191 192 193 Aktan vd., a.g.e., s.217-21;, Çakır, a.g.e., s.137. Çakır, a.g.e., s.140. İnalcık, Osmanlı İmparatorluğu (Toplum ve Ekonomi), a..g.e., s.124. 59 muştur. Aslında bu isyanın sebebi Vidin bölgesindeki toprakların hemen hemen tamamının az sayıdaki Müslüman ağaların eline geçmesi ve buna karşın reayanın ekonomik durumunun giderek kötüleşmesidir. Bu sebepten dolayı bu isyan toprağı olmayan reayanın arazilerin çoğunu elinde bulunduran ağalara karşı başkaldırısıdır. İsyan sonucunda ağalık rejimi zayıflatılmış ve arazilerin reayaya satılmasına izin verilmiştir194. 1.11. Erzurum İsyanları Erzurum isyanlarının en temel sebebi hükümetin toplamaya karar verdiği iki yeni vergi idi. Bu vergiler biri kişiler üzerinden alınan şahsi vergi, diğeri evcil hayvanlar üzerinden alınan vergi idi. Erzurum’da bu vergiler sebebiyle iki büyük isyan çıkmıştır. En önemli isyan Şubat 1906 yılında meydana gelmiştir. Vali Nazım Paşa toplamış olduğu vergileri vilayetin ihtiyaçları için kullanması gerekirken yaklaşık %25’lik bir kısmını İstanbul’a göndermiş ve karşılığında kişisel bir takım çıkarlar elde etmiştir. Diğer taraftan bu dönemde devlet dairelerinde rüşvetsiz ve iltimassız iş görülemez hale gelmiş, vergi gerekçesi ile halktan usulsüz vergi toplanmıştır. Bu olaylar sonucunda 15 Mart 1907’de kent halkından 20.000 kişilik bir kalabalık postaneyi kuşatmıştır. Bu direniş hareketi 1907 Martında kesin başarıya ulaşmış ve getirilen iki yeni vergi yürürlükten kaldırılmıştır195. 1.12. Kastamonu İsyanı Bu isyanın başlıca sebebi, Erzurum isyanında olduğu gibi şahsi vergi idi. Bu vergi uygulamada gelir ayrımı yapılmaksızın herkesten aynı miktarda alınmakta ve belirli kişilere ayrıcalık sağlanarak bu kişiler vergiden muaf tutulmaktaydı. Bu dönemde bazı devlet memurlarının vergiden muaf olması halkın tepkisini çekiyordu. Ayrıca halkın şikayetçi olduğu bir başka nokta da vergile194 195 60 Aktan vd., a.g.e., 222. Aktan, a.g.e., s.223-229. mede adaletsizlik yapıldığı yönünde idi. Bu memurların başında da Kastamonu valisi Enis Paşa vardı. Vali Enis Paşanın vergi ödememesine rağmen lüks bir yaşam sürmesi dikkat çekiyordu. Bu durumu askerlere şikayet eden halk olumlu bir cevap alamamıştı. Saraya gönderdikleri dilekçeleri de dikkate alınmayan halk, 1906 yılında yapılan belediye seçimlerini de boykot etmiş, istedikleri yine dikkate alınmayınca kalabalık bir grup vilayet konağı önünde gösteri yaparak postaneyi ele geçirmiştir. Bu durumda şehrin ileri gelenleri göstericilerle görüşmek istemiş fakat göstericiler görüşmeye gelen heyeti rehin almışlardır. İsyan sonucunda halkın isteği olmuş, vali ve defterdar görevden alınmışlardır196. 1.13. Sinop İsyanı Sinop isyanı da Kastamonu isyanına benzer sebeplerden dolayı ortaya çıkmıştır. Vergiden çok bunalmış olan halk diğer taraftan da mutasarrıfın yolsuzluklarına katlanamamış ve harekete geçmiştir. Ayrıca o dönemde Sinop hapishanesinde olan Çerkes Gül Hasan adında bir haydutun hapis süresi bitmeden mutasarrıf tarafından hapishaneden çıkarılması ve hapisten çıktıktan birkaç gün sonra eşkiyalığa başlaması halkı daha da fazla tedirgin etmiştir. Halkın bu eşkiyalık hareketleri içerisinde mutasarrıfın da katkısı olduğunu ve verdikleri her şeyin yarısının mutasarrıfa gittiğini fark etmeleri sonucunda halk toplanarak postaneye yürümüştür. Bu noktada belirtmek gerekir ki halkın bu isyanı saraya değil mutasarrıfa karşı olmuştur. Bu isyan sonucunda mutasarrıfın kötü yönetimi ve zulmü saraya iletilmiş ve İstanbul’dan cevap gelinceye kadar halk telgrafhanede ve sokaklarda heyecanla beklemiştir. Daha sonra İstanbul’dan gelen telgrafta mutasarrıfın görevden alındığının belirtilmesi üzerine dağılmışlardır197. Osmanlı’da isyanlar özellikle siyasi nedenlerle yapılmışsa sert önlemler alınırken, Yukarıda bahsedilen isyanlardan da anlaşılacağı üzere, Bâbıâli özellikle Anadolu’daki olaylarda çok gerekli 196 197 Aktan vd., a.g.e., s.229-231. Aktan vd., a.g.e., s.231-232. 61 olmadan kuvvet kullanma yoluna gitmiyordu. Bu yüzden Osmanlı hükümeti’nin, vergilerden kaynaklanan direnişlerde memurların hem halka yönelik baskılarının hem de onların kendi aralarındaki çekişmelerinin yol açtığı huzursuzlukları dikkate aldığı ve nihai olarak bazı görevlilerin azledilmesi gibi halkı yatıştıracak tedbirlerle yetinmeyi daha uygun bulduğu da söylenebilir198. 2. Vergi Sorunlarının Göstergesi Olarak Adaletnameler Osmanlı İmparatorluğu konusunda çalışan uzmanların; köylülerin beylerbeyleri, askeri yetkililer, mültezimler ve kadılar gibi görevliler tarafından nasıl suistimal edildiğini araştırmak için başvurdukları kaynaklardan biri de adaletnamelerdir199. “Adaletname, devlet otoritesini temsil edenlerin, reayaya karşı bu otoriteyi kötüye kullanmalarını, kanun, hak ve adalete aykırı tutumlarını olağanüstü tedbirlerle yasaklayan beyanname şeklinde bir padişah hükmüdür”200. Padişahın doğrudan doğruya verdiği bir emir olan adaletnamelerin; hüküm ve siyaset sahibi yüksek idarecilere hitaben yazılmış olması, genel bir nitelik taşıması, bir takım hak ve bağışıklıkları korumak için yazılması, halka ilan edilmiş bir beyanname niteliği taşıması gibi genel özellikleri bulunmaktadır201. Adaletnamede hükümdarın, bütün otoriteler, kanun ve nizamlar üstünde olan mutlak otoritesi, bir haksızlığı bertaraf etmek için en son tedbir olarak ortaya çıkmaktadır. Osmanlıda aşar yolsuzlukları, salmalar gibi reayanın yükümlü olduğu vergiler ve hizmetlerle, kadıların aldıkları rüşvet ve yaptıkları yolsuzluklar ve angarya hizmetler farklı dönemlerde reaya ile askeri sınıf arasında 198 199 200 201 62 Uzun, a.g.e., s.37. Barkley, a.g.e., 103. İnalcık, Osmanlı’da Devlet, Hukuk Adalet, a.g.e., s.75. İnalcık, Osmanlı’da Devlet, Hukuk Adalet, a.g.e., s.120-122. daima çatışma konusu olmuş ve adaletnameler en çok bu konularda çıkarılmıştır202. Özellikle 17.yüzyıldan itibaren merkeze uzak bölgelerde bazı yöneticiler tarafından halktan kanunsuz vergi toplandığı görülmektedir. Buna karşılık Osmanlı padişahları bu uygulamalarla mücadele açısından böyle bir yola başvurulmaması için çeşitli adaletnameler çıkarmışlardır203. Âyanların ve diğer yerel güçlerin halka yönelik olarak yaptıkları haksızlıklara ve sömürülere ilişkin olarak çıkarılan adaletnamelerde halkın sömürülmesini önlemek amacıyla gerekli tedbirlerin alınması için yerel yöneticilere çeşitli emirler verilmiştir204. Adaletnameler genelde reayanın yükümlü olduğu vergiler ve hizmetlerle ilgilidir. Bu konuda özellikle salgun ve salma uygulamasında sorunların fazla olduğu söylenebilir. Salgun veya salma reayadan istenen olağanüstü nakdi veya ayni vergilerdir. Genellikle hane başına belli miktarda arpa ve buğday ve başka yiyecek şeyler toplamaktan ibarettir. Osmanlıda salgunlara sadece olağanüstü durumlarda, memleket yararı için ve padişahın özel emriyle izin verilmiştir. Görevlilerin reayadan kendileri için aidat veya hizmet istemeleri kabul edilmemektedir205. Adaletnameler aracılığıyla, yasaklara aykırı olan, hükümdarlık kavramında bulunan adalet anlayışına ters düşen bu hareketleri ortadan kaldırma çabalarına girilmiştir. Ancak bu adaletnamelerin 17. ve 18. yüzyılda arka arkaya çıkarılmış olması, bunların düzeltmeye çalıştıkları koşulların güçsüz bir merkezi yönetimin kararlarına rağmen köylü üzerinde etkili olmayı sürdürdüklerinin kanıtıdır.206. 202 203 204 205 206 Adaletnamelerde bahsedilen zulümlerle ilgili ayrıntılı bilgi için bkz. İnalcık, Osmanlı’da Devlet, Hukuk Adalet, a.g.e. Kazıcı, a.g.e., s.196. Gökbunar, a.g.e., s.110. İnalcık, Osmanlı’da Devlet, Hukuk Adalet, a.g.e. Shaw, a.g.e., s.242. 63 Adaletnamelerde halkın karşı karşıya kaldığı baskı ve zulmü görmek mümkündür. Çünkü adaletnameler mevcut sorunların giderilmesi için çıkarılmaktadır. Örneğin 1540 tarihinde tımar sahiplerinin aşarı mahsul üzerinden aynen almak yerine harmanda fazlasıyla bir ücret takdir olunarak alması üzerine çıkarılan adaletnamede bunun kanunlarca yasaklanan kötü adetlerden biri olduğu belirtilmektedir207. 1595 yılında II. Mehmet’in cülusunda gönderilen bir adaletnamede imparatorluğun içine düşmüş olduğu kargaşa ve yaygın hale gelmiş yolsuzluklar anlatılmakta ve aykırı hareket eden görevliler şiddetli cezalarla tehdit edilmektedir. Bu adaletnamede; vezirler, beylerbeyleri, sancak beyleri, subaşılar, mültezimler ve kadıların halka angarya yükledikleri, halkın yanında yer almak yerine eşkiyayla birlikte hareket ettikleri, halkı yerlerinden göçmeye mecbur ettikleri belirtilerek özellikle vergileme konusunda keyfi vergileme yaptıkları, vergileme işlemlerinde (özellikle aşarda) yolsuzluk yaptıklarına değinilmektedir208. 1609 yılında I. Ahmed’in ilan ettiği adaletname dönemin karışık durumunu yansıtmaktadır. Adaletnamede Rumeli ve Anadolu’da bulunan beylerbeyi, sancakbeyi ve kadılara şöyle denmektedir209. “Siz vilayeti dolaşıp suçluları izleme göreviniz için değil, fakat yalnız kanuna aykırı olarak halktan para toplamak için devre çıkmaktasınız. Bu amaçla gereğinden fazla atlı ile bizzat yaptığınız bu ‘devirler’ sırasında şu yolsuzlukları yaptığınız duyurulmuştur: Birisi ağaçtan düşmüş olsa, siz buna bir katil süsü vererek o köye gidip yerleşiyor, sözde katili ortaya çıkartmak için köylüleri zincire vurmak veya dövmek suretiyle onlara kötü muamele yapıyorsunuz. Öşr-i diyet adı altında köylüden ücretsiz at, katır, arpa, saman, odun, ot, koyun, kuzu, tavuk, yağ, bal vesair yiyecek topluyorsunuz. Has gelirinizi de ölçüsüz olarak voyvodalarınıza iltizama veriyorsunuz. Onlar da çok sayıda atlı ile devre çıkıyor; haslarınızdaki gelirleri defterde yazıldığı gibi kanuna göre almak207 208 209 64 İnalcık, Osmanlı’da Devlet, Hukuk Adalet, a.g.e., s.106. İnalcık, Osmanlı’da Devlet, Hukuk Adalet, a.g.e., 324-326. İnalcık, Osmanlı’da Devlet, Hukuk Adalet, a.g.e., s.326-327. la yetinmiyor, keyiflerince almaya çalışıyorlar. Onlar, suçu araştırma bahanesiyle, sıradan köylerden başka bağışıklı olan padişah hassı, evkaf ve emlake dahi giriyorlar; her bir köyden, fazladan ayda otuz kırk altın istiyorlar. Padişah onlarda hitapla, siz beyler ve voyvadalarınız, eşkiyanın hakkından gelecek yerde onlardan para alıp serbest bıraktığınız için yüz bulan eşkıya, gruplar halinde reaya üzerine düşmüştür. İşte bu gibi zulümler benim kulağıma kadar gelmiştir. Adaletname şöyle devam etmektedir: Sizleri beylerbeyi ve sancak beyi ta’yin etmekten, has vermekten amaç, devre çıkıp mal toplayıp memleketi harap etmeniz için değildir. Orada şeriat ve kanun hükümetlerini yerine getirmek ve hiç kimseye zulüm yaptırmamak, ortaya çıkan ve düzeni bozan kimseleri ele geçirmek, gerekiyorsa hapsedip hükümete arz etmek ve ya oradaki kadı’nın hükümete göre suçlunun cezasını vermektir; bu yolla memleketi her şekilde korumak abadan ve refahlı kılmaktır. dan ,katledilenin akrabasına ait olan diyetten başka, öşr-i diyet adı altında para alınması kanuna haykırıdır ve yasaklanmıştır. Öşr-i diyet almak için iki-üçyüzaltı ile bir köye inen beyler, o köyün haraplığına sebep olmaktadırlar. Yine adı geçen adaletnameye göre, kadılar vergi defterlerini düzenlerken vergi yükümlülüklerini, rüşvet koparmak için, bilerek fazla göstermektedirler. Reayanın mahkemeden aldıkları belgelerden ve kopyalarından, kanunda yazılan orandan fazla resim almaktadırlar. Keza, bir tımar, zaviye ve ya dini görev üzerinde aynı zamanda hak iddia eden birden fazla kimse var ise, çok rüşvet verene bu yeri sağlayan belge çıkarmakta, padişah emirlerini dikkate almamaktadırlar. Bu tarihlere doğru yaygın bir yolsuzluk da, naiblikleri iltizam ile satmaktır. Biliyoruz ki, bir kadı kaza dairesinde nahiyelere kendine vekil olarak naibler ta’yin etme yetkisine sahiptir. Onlar, bu naiblikleri, kim fazla para verirse ona tevcih etmektedirler. Naibler ise, sık sık devre çıkmakta, çeşitli resimler toplamak için reayayı rahatsız etmekte ve kalabalık maiyetlerini bu ziyaretlerinde köylüye bedava besletmektedirler. Aynı adaletname haktan ve ya bazı zorbaların yolsuzluklarına da işaret etmektedir. Bu gibiler, sözde hediye gibi reayaya ufak bir şey, bir 65 bıçak, bir takke ve ya bir kalıp sabun gönderir, sonra karşılığında onlardan koyun, kovan, yahut her köylü ailesinden iki üç ölçek arpa buğdayı isterler. Bunu çoğu zaman askerler, ihtiyaçlarını karşılamak için yapmaktadırlar. Askeri sınıftan bazı zorbalar da, kasabalara gelen malı, kasaba dışında ucuza alıp sonra kasabada yüksek fiyatla usulüyle halkı soymaktadırlar. Nihayet adaletname tefecilerin köylü için nasıl bir afet haline geldiğini şöyle tavsiye etmektedir: Askeri sınıfın kanunsuz soygunları yüzünden fakir düşen reaya, ister istemez tefecilerden yüksek faizle para almakta; faiz miktarı yüzde elliye kadar yükselmektedir. Daima ağırlaşan bu borcu hiçbir zaman ödeyemeyen reaya, ücretsiz tepecinin hizmeti altına girmek zorunda kalmakta, gerçekte onun kulu haline gelmektedir. Karşı geleni, zindana attırmak, tefeci için her zaman kolay bir iştir.” Pasarofça Antlaşmasından sonra yayınlanan bir adaletnamede de seferlerin reaya üzerinde yarattığı baskıdan söz edilmiş, vergi toplayıcıların bundan istifade ederek kendilerine çıkar sağlamak için çabaladıkları belirtilmiştir. Bunlar devletin bilgisi ve izni dışında halka ek mükellefiyet yüklemekten de geri kalmamışlardır. Barış dönemine girilmesi sebebiyle savaş döneminde yürürlükte olan bütün olağanüstü vergilerin bu arada vezir, emir ve mütesellimlerin halka yükledikleri çeşitli tekalif-i şakkanın 210 artık alınmaması gerektiği ve devletin savaş vergisi olan imdad-ı seferriyenin de kaldırıldığı bildirilmekte idi. Devlet kadıların adalet 210 66 Kanunlara aykırı istenen hizmet ve paraya tekalif-i şakka, yani kanun dışı vergiler denirdi. Devlet bazen özel bir emirle paşa ve beylere salma vergi, salgun toplama veya hizmet yükleme yetkisi verirdi. Fakat bey ve paşaların kendiliklerinden yaptıkları bu gibi isteklere merkezi otorite, kuvvetli olduğu dönemlerde şiddetli tepki gösterir, görevliyi azlederdi. Merkezi otoritenin zayıfladığı dönemde, reayanın soyulmasına önemli sorunlara neden olan yolsuzlukların başında bu gibi tekalif gelmektedir Bkz. İnalcık, Devlet-i Aliyye, a.g.e., s. 321-322. Tekalif-i Şakka şeklinde alınan vergilere “toprak bastı parası, harc-ı hüccet, müruriye, ikramiye, öşr-i diyet, at-baba, tahsildariye, mübaşiriye, ihzariye, ondalık, kapu harcı, kaftan baha, nalbaha, teşrifiye, eşkıya teftişi, kolcu sarrafiye, harc-ı defter ve harac-ı mahkeme” örnek olarak gösterilebilir. mercii olmalarına rağmen tıpkı ehl-i örf gibi halka eziyet etmelerinden şikayetçi idi. Bununla ilgili başka bir hükümde kadı ve kadı vekillerinin halka kendileri için ek mükellefiyet yüklediklerinden ve bunun da devlet vergilerinin toplanmasını zorlaştırdığından bahsedilmiştir. Cizyedar, voyvoda, avarız tahsildarı gibi yetkililerin kendilerine tahsis edilen resimleri devletin tespit ettiği miktarın üzerinde tahsil etmemeleri ve halktan parasız yem ve yemek talep etmemeleri bekleniyordu 211. Ayanlar, salyane adıyla düzenlenen vergilere kendileri için akçeler eklemekteydi. 4 Aralık 1757’de, her tarafa yazılan adaletname-i hümayunda, ayanların ve kadıların durumuna da değinilmiş, Anadolu ve Rumeli’deki kadılar,naipler,subaylar ve ayanların ahaliyi ürkütüp, yerinden kaldırtmamaları tekrarlanmıştı212. Özetle devletin koyduğu kanunlarla yine devletin koyduğu ve sipahilerin keyfi davranışlarını yasaklayan adaletnamelerin hükümlerine bakarak Osmanlı ülkesinin çok da hak ve adalet diyarı olmadığı söylenebilir. Aslında bunun devlet anlayışı olmadığı da ortadadır. Çünkü iyimser bir yaklaşımla adaletnamelerin merkezi devletin güçlü olduğu dönem ve mekanlarda merkezi devletin niyet ve düzen anlayışını yansıttığı söylenebilir. Merkezi yönetimin zayıfladığı dönemlerde ise reaya üzerindeki baskılar artmıştır. Bu nedenle mevcut kanunlara rağmen, bu kanunlara aykırı davranışların önüne geçmek amacıyla adaletname çıkarılması bu tür keyfi davranışlara ne kadar sık rastlanıldığının ve önünün alınamadığının bir göstergesidir213. 3. Halk Türkülerinde Yer Alan Vergi Sorunları Osmanlı vergi sistemi ve sorunları denilince belki de üzerinde çok tartışılacak ve ciltlerce kitap yazılabilecek bir konu ortaya atılmış demektir. Ancak bu çalışmada konumuzla sınırlı kalmak 211 212 213 Aktan vd., a.g.e., s.213. Özkaya, a.g.e., s.198. Pamuk, a.g.e., s.54. 67 amacıyla Osmanlı vergi sisteminin sadece halk türkülerinde karşımıza sorunlarına değinilecektir. Halk türkülerinde vergilemeye ilişkin olarak en çok ağır vergi yükü ve keyfi vergileme, vergi tahsildarları ve mültezimler ve tımar sisteminden kaynaklanan sorunlardan bahsedilmektedir. Bu sorunların temelinde de toprak düzeni ve bu düzenden kaynaklanan egemen güçler sorunu vardır. Bu nedenle bu kısımda bu hususlara ilişkin sorunlardan bahsedilecektir. 3.1. Toprak Düzeni ve Egemen Güçler Sorunu Osmanlı düzeninde bütün değerlerin yaratıcısı köylülerdi. Dolayısıyla, yarattıkları değerin bir bölümüne öteki zümreler ve saray sahip çıkmaktaydı. Başlangıçta özel mülkiyetin çok sınırlı olduğu sosyal yapıda klasik anlamdaki sınıfsal sömürünün, Avrupa ölçülerine vurulamayacak kadar önemsiz olduğu söylenebilir. Ancak, özel mülkiyetin ve onun sonucunda derebeyliğin yaygınlaşması ise, tabiatıyla, Osmanlı ülkesinde de köylülerin batı derebeyliklerini hatırlatan ölçülerle sömürülmesine yol açmıştır214. Osmanlı’da köylüler üzerindeki sömürü yapısı genelde bir himaye zincirinden geçmekte ve bu zincirin son halkası olan köylü bu bağlantıların toplam eziyetini çekmekteydi. Köylülerin bu bağımlılık zincirinden kaynaklı sömürü dolayısıyla sık sık mahkemeye başvurduğu oluyordu. Örneğin, ileride de bahsedileceği gibi vergi toplama işi eziyetli hale geldikçe vergi toplayan mültezim, sancakbeyi ya da tımar sahipleri, haklarını simsarlık tarzı bir anlaşma ile aracılara devretmiş, bu durum da köylü ile toprak sahibi arasındaki ilişkileri daha da zayıflatmıştır. Bu durum köylülerin daha fazla sömürülmesine neden olmuştur.215 Köylülerin sorunlarının çözümü için yönetime ulaşmasında ilk üç padişah döneminde padişahlarla birebir ilişki kurması mümkün iken, özellikle Fatih döneminden itibaren padişahların halktan uzaklaştıkları ve sorun214 215 68 Cem, a.g.e., s.200. Barkey, a.g.e.,s.103. ların oldukça geniş bir bürokratik işlemler zinciriyle çözülmeye çalışıldığı görülmektedir. Bu dönem Anadolu halkının devletiyle çekişmesinin başlangıç dönemleri olarak kabul edilebilir216. Anadolu köylüsü özellikle 16. ve 17. yüzyıllarda düzenle çelişkiye girmiş; eşkıya, hırsız, haydut, Celali olmuş ve düzene baş kaldırmış 200-300 bin insanla karşı karşıya kalmıştır. Onun yarattığı sıkıntı ve bunalımla iç içe olmuştur. Güvensizdir, güvenliksizdir. Düzensizlik doruktaydı. Güvenlikli ulaşım düşünülemez olmuştu. Yollar ve hac yollarında her gün soygun olayları oluyordu. Bu genel güvensizlik genellikle kırsal kesimlerde yoğunlaşmaktaydı. Zaman zaman güven duyulması gereken devlet güvenlik güçleri de onlar için eşkıyayı, haydutu aratmayacak ölçüde baskı ve kıyım öğesidir. Bu durum köylerin boşalmasına, reayanın çiftçiliği bırakmasına, Osmanlı ekonomisinin temeli olan tarım üretiminin düşmesine ve buna koşut olarak düzenin oldukça bozulmasına neden oldu217. “16.yüzyılın sonlarından itibaren tımar sistemindeki bozulmaya paralel olarak, devlet boş tımarları iltizama vermek gibi bir çözüme yöneldiğinde mahalli eşraf bunları ele geçirmekte başkalarına oranla daha şanslı olmuşlardır. Çıkarlarıyla ve önemli teminatlarla, bulunduğu yerde kökleşmiş olması eşrafa devletin gözünde kapıkullarından ve hepsi de geçici diğer devlet memurlarından daha emin bir yer kazandırmıştır. Hatta eyalet yöneticileri bile iltizamla ellerinde topladıkları büyük toprakları duruma daha derinliğine vakıf, dolayısıyla reayayı son damlasına kadar sağmakta daha usta olan mahalli mültezimlere geçirmeyi tercih etmişlerdir. Ayrıca ikide bir yer değiştiren yöneticiler, yeni geldikleri bir yerde kendilerine ranttan önemli bir pay verebilecek tecrübeli kişilerin bulunmasından hoşnut kalmaktadırlar. Böylece büyük memurlar bugün var yarın yokken mahalli mültezimler hep yerlerinde kalmışlar ve ağır ağır ama emin bir biçimde toprağa 216 217 Metin Kazancı, “Osmanlı’da Halkla İlişkiler”, Selçuk Üniversitesi İletişim Dergisi, C.4, S.3, 2006, s.6-8. Öz, a.g.e., s.80. 69 kök salmışlardır”218. Ayrıca bu yerel güçler merkezi bürokrasiyi atlatarak köylülerden çekilen artığa el koymanın yolunu da bulduklarında, bağımsız bir iktisadi güç elde ederek merkezi yönetim karşısında bir tehdit unsuru haline gelmiştir. Malikane sisteminin gelişmesiyle birlikte miri topraklar ve üzerindeki köylü mukataa sahibine fiilen bağımlı hale gelmiştir. Halbuki daha önce mukataa sahibi köylü idi. Köylü, kanunla saptanmış vergi ve resimler tımar veya has sahibine öderdi, başka bir şey ödemek zorunda değildi. Yeni durumda toprağın tasarruf hakkını devletle reaya arasına girmiş olan zengin ve nüfuzlu bir ağalar zümresi elde etmiş olup köylü devlete ait vergilerden başka bu ağalara da ayrıca bir rant ödemektedir. Mukataa sahipleri çoğunlukla askeri sınıftan iken, bu süreçte mukataa topraklarını ele geçiren ağalar, zamanla mahalli vergilerin toplanması, asker yazılması ve mahalli asayişin sağlanması gibi idari görevleri de yüklenerek ayanlar devrini açmışlardır219. 17. yüzyılın başlarında Osmanlı toplumu, artık gittikçe güçlenen bey ve ağaların egemenliğine girmiş, köylü çağımıza dek sürecek yalnızlığa ve yoksulluğuna terk edilmiştir. Bu yüzyılda Anadolu köylüsü iki çıkmaz arasında sıkışıp kalmıştır; ya ırgatlaşmaya, sömürüye, soyguna rıza gösterip yeni düzene, yarı köleliğe ayak uyduracak, ya da köyünü terk edip kimsenin ulaşamayacağı uzak köşelere, sarp yerlere kaçmıştır. Toprak mülkiyetinin değişmesinden ötürü ekonomik ve sosyal yapının uğradığı çöküntü Celali İsyanları’ndan başlayarak izlenebilir. Bu isyanlar, düzen değişiminin bir sonucu ve hızlandırıcı etkenidir. Yarattıkları karmaşıklık beylerin ve ağaların türemesini kolaylaştırmış, uzunca bir süre, toprak, kapanın elinde kalmıştır. İltizamın yaygınlaştığı ve toprak mülkiyetinin özelleştiği oranda, devlet ekonominin iplerini elinden kaçırmıştır. Bir zamanların o çok korkulan başıboş ekonomik güçleri artık egemen duruma gelmişlerdir. Celali isyanının “büyük kaçgunluk” döneminden sonra, tarım kesiminden alınan vergilerde önemli bir düşme olmuştur. Köylerin boşalması, halkın 218 219 70 Yerasimos, a.g.e., s.479. İnalcık, a.g.e., s.331-332. yeni ve sapa yerleşme merkezleri araması gibi nedenler bir yandan üretimi, öte yandan vergileri azaltmış; devlet iltizam usulünde ek gelir beklerken, eski gelirlerin düşmesiyle de karşılaşmıştı220. Osmanlı’da belli bölgelerin vergi gelirleri yerel yöneticilere ve özellikle ayanlara bırakılırken zulüm ve yolsuzlukların önlenebileceği düşünülmüştür. Fakat sonuç istenilen gibi olmamış, ayanların idari ve diğer bilgilerden yoksun olmaları bu kurumun en kötü idari gelenekler üzerine kurulmasına yol açmıştır. Bazı ayanlar elde ettikleri görevleri sayesinde servetlerini artırma yolunu seçmişler ve yasak olmasına rağmen halkın zahirelerini zorla toplayarak yabancılara satmışlardır221. Şahısların ya da devletin gelirlerinin yerel aracılar ya da mültezimler tarafından toplanmasının 17. yüzyıldan itibaren yaygın bir uygulama haline gelmesiyle, bu aracılar, zaman içinde, taşradaki gelir kaynaklarını, dolayısıyla da toprağın kullanımını ve tarımı denetim altında tutan ayan haline geldiler222. “Merkezi otoritenin çıkardığı yasaları görünürde kabul eden âyanlar, halk üzerinde şiddet uygulayarak terör estirmekten çekinmemiş, insanlara acımasızca davranmışlardır. Bunu da koruduğu eşkıya gücü ile gerçekleştirmiştir. Âyanlık mücadelesi sırasında taraflar hiçbir otoriteyi ve denetimi umursamamış, yasaları ve devleti adeta yok saymışlardır. Her türlü entrikaya, hileye başvurmuşlar, yoksul ve korumasız halka büyük zararlar vermişler, evlerini, samanlıklarını, ekinlerini yakmışlar, kan dökmekten ve can almaktan kaçınmamışlardır. Bu yönüyle İtalya-Sicilya’daki mafyanın Anadolu’ya yansıması “mütegalibe- ayanmütesellim- voyvoda şeklinde olmuştur”223. 220 221 222 223 Cem, a.g.e. Özkaya, a.g.e. Halil İnalcık, “Çiftliklerin Doğuşu: Devlet, Toprak Sahipleri ve Kiracılar”, İçinde, Osmanlı Toprak Mülkiyeti ve Ticari Tarım, Ed. Çağlar Keyder, Faruk Tabak, Çev. Zeynep Altok, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 1998, s.25. Murat Çulcu, Sikkesiz Sultanlar: Türkiye’de Mafialaşmanın Kökenleri, İstanbul, E Yayınları, 2002, s. 260-266’dan aktaran Gökbunar, a.g.e., s.111. 71 “18. ve 19. yüzyıl yöneticileri gibi, ayanların da halkla ilişkileri genellikle iyi değildi. Ayanlar, çıkarları için vergi dağıtım ve toplanmasında yolsuzluk yapıyorlar, diğer yönetici ve görevlilerle birlikte halk yararına olmayan işlere karışıyorlardı. Ayanların merkezi yönetim karşısında zenginleşmesi ve güçlenmesinin bir başka nedeni de devletin doğrudan topladığı vergiler olmuştur. Devlet bu vergileri toplayabilmek için merkezden tahsildar gönderiyordu. Ancak bu kişilerin hem güvenlik hem de ekonomik donanımı yoktu. Bu nedenle tahsildarlar belli bir bölgeye ulaştıklarında görevlerini yapamıyorlardı. Kaldı ki yerel güç odakları (eşraf, hanedan, derebeyi, ayanlar, mütegalibe gibi) da halkı vergi ödememeleri yönünde kışkırtıyorlardı. Dirlik sahipleri ve merkezi yöneticiler gerekli vergileri toplayabilmek için devreye yine yerel güç odaklarını ve özellikle ayanları sokuyorlardı. Böylece ayanlar, diğer güç odakları ile birlikte yerel düzeyde egemenliklerini tam anlamıyla ilan ediyorlardı. Bu arada ayanların himayesi altına girenler vergi ödemiyorlardı. Ayanlar olağanüstü koşulları fırsat bilerek köylülerden halsız ve fazla para topluyor, bu yoldan zenginliklerine zenginlik katıyorlardı224. 19. yüzyılda devletin en önemli sorunu mültezimlerin büyük toprak sahibi veya derebeylerine dönüşmesini ve böylece 18. yüzyılda olduğu gibi devlete karşı çıkmasını engellemekti. Bu bağlamda devlet vergileri kendi toplamaya çalışmış ancak mültezimlerin özel gücü nedeniyle köylüler devletin temsilcileriyle ilişkiye girmek istememişler ve vergi gelirleri fiilen azalmıştır. 19. yüzyılda devlet iltizam kurumunu ortadan kaldıracak güce sahip olmasa da herhangi bir mültezimi ortadan kaldıracak ekonomik ve siyasal güce ulaşmıştı. Ayan ve mültezim köylü ile devlet arasındaki ilişkilerde aracılık yapıyor, devlete vergi öderken köylüyü de aşırı derece sömürmekten vazgeçmesi gerekiyordu. Devlet iltizam ihalelerini sıklaştırarak mültezimler üzerindeki denetimini artırmaya ve gelirlerinin gerçek değerini korumaya çalışıyordu. Ancak bu durum, mültezimlerin köylülerin refahı için duydukları kaygıyı daha da azaltıyor ve sömürüyü daha da artırıyordu. 224 72 Çulcu a.g.e., s.274-277’den aktaran Gökbunar, a.g.e., s.103-104. 3.2. Ağır Vergi Yükü Sorunu Anadolu çiftçisinin maruz kaldığı baskılara dair çokça tekrarlanmış, ancak abartılı bir görüş vardır: “Gerçektende Osmanlı İmparatorluğu’ndaki küçük üretici, belki de dünyada en çok vergilendirilmiş bireydir”225. Bu görüşün doğru yönleri oldukça fazladır. Çünkü, birinci bölümde sıraladığımız Osmanlı vergilerinden elde edilen gelirler ile reayanın vergi diye ödedikleri kesinlikle birbirine eşit değildir. Bahsedilen vergi düzeni devletin geliri yönündendir. Vergi ödeyenler açısından ise durum farklıdır. Çünkü reayadan hazineyle hiçbir ilişkisi bulunmayan tekalif-i şakka adlı vergiler de alınmaktaydı.226. Reaya bir taraftan köylerde çiftlikler kuran resmi hüviyeti haiz kişilerle diğer tarafta ağır vergi talebinde bulunan devletin taleplerine muhatap oluyordu. Dönemin mali şartlarının devleti tımar sahiplerinden daha çok vergi almak yoluna itmesi, toprak üzerinde çalışan ve ucuz kredi kaynaklarından mahrum köylü halkı, fakir çiftçiyi sermaye sahibi mütegalibeden maliyeti yüksek kredi almaya zorlamıştır. baş gösteren kıtlıklar ve güvensizlikler ortamında borcunu ödeyemeyen çiftçinin toprağına sermaye sahibi ya el koymuş ya da çok düşük fiyatla bu toprağı satın almıştır227. Taşradaki idarecilerin çoğu görevlerini belli bir bedel ödeyerek satın aldıklarından, bu bedelleri kısa bir süre için tayin edildikleri görev 225 226 227 Donald Quataert, Anadolu’ da Osmanlı Reformu ve Tarım 18761908, Çev. Nilay Özok Gündoğan, Azat Zana Gündoğan, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2008, s.51., Osmanlı İmparatorluğunda vergi yüküne ilişkin istatistiki bilgi için bkz., Shaw, a.g.e.; Aktan vd., a.g.e.; Tevfik Güran, “Tanzimat Döneminde Osmanlı Maliyesi: Bütçe ve Hazine Hesapları, 1841-1861”, Türk Tarih Kurumu, Türk Tarih Belgeleri Dergisi, C:XIII, S.17, T.T.K. Basımevi, Ankara,1988; Vedat Eldem, Osmanlı İmparatorluğunun İktisadi Şartları Hakkında Bir Tetkik, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu, Türk Tarih Kurumu Yayınları, VII. Dizi, S.96, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1994. Akdağ, a.g.e., s.191. Akgündüz ve Öztürk a.g.e., s.463. 73 bölgelerinde mal ve vergi toplayarak çıkarmaya çalışmaları halkın ağır vergi yükü altında kalmasına neden olmuş ve büyük bir tepki doğurmuştur228. Mühimme defterleri ve Şeriyye Sicilleri Anadolu halkının durumuna ilişkin adeta bir röntgen filmi gibidir. Bu belgelere göre halkın büyük bir kısmı ödeme gücünü aşan vergilerden çok çekmiş, adaletsiz vergilerden bunalmış, yerel yöneticilerin keyfi davranışlarından bunalmıştır229. Örneğin, vergi dağıtımında önemli bir yer olan tevzi defterlerinin hazırlanmasında da ayanlar önemli bir güç haline gelmişlerdir. Bunlar kendilerine tabi köylere vergilemede kolaylık sağlarken diğer köylerin vergi yükünü artırmışlardır230. Üretici reaya devlete ödediği vergilerin yanı sıra, çiftlik sahibine de önemli bir para vermek zorunda bırakılıyordu. Yani çiftlik olarak adlandırılan toprakların büyük çoğunluğunda, küçük köylü işletmelerine dayanan yapı varlığını koruyor, ancak reaya üzerindeki baskı ve sömürü artmış oluyordu. Yörenin ayanından bir kişinin hem devlet adına vergi topladığı, hem de çiftlik sahibi olarak üreticiden kira talep ettiği durumlara sık rastlanmaktaydı231. Tımar sisteminin bozulmasıyla tarım dışı kesimden gelen vergi gelirlerinde düşme olmuş, vergi gelirlerini artırma girişimleri tarımsal yapının dengesini daha da bozarak durumu ağırlaştırmıştır232. 3.3. İltizam Yönteminden Kaynaklanan Sorunlar Modern Osmanlı tarihçilerinin de hemfikir olduğu üzere iltizam sistemi, merkezi yönetimin bozulmasıyla mültezimler tarafından suiistimal edilmiş bir vergi toplama sistemidir. Yani otomatikman sistemin kötü olduğunu söylemek yanlış olur. Sistemin kö228 229 230 231 232 74 Gökbunar, a.g.e., s.72. Kazancı, a.g.e., s.11. Gökbunar, a.g.e., s.103. Pamuk, a.g.e., s.190. Keyder, a.g.e., s.18. tülüğü suistimal edilmesinden kaynaklanmaktadır. İşte bu suistimalden dolayı, Linda Darling’in de dediği gibi “iltizam usulü diğer vergileme tekniklerinden daha fazla olarak gerilemenin sembolik taşıyıcısıdır”233. Ne var ki hükümet açısından iltizam sisteminin, maaşlı vergi memurlarından oluşan büyük ve pahalı bir gruba duyulan ihtiyacı ortadan kaldırmak gibi bir avantajı vardı. İdare, öşrü doğrudan toplamayı denemek yerine, iltizamla toplamayı mali olarak daha karlı buluyordu. Hükümetin doğrudan vergi toplarken girdiği masraflar genellikle yüksekti.234. İltizam, üreticilerin, tek kaygıları kendi acil çıkarlarını gözetmek olan şahısların kontrolü altına gitmelerine sebep oluyordu ki bu da hükümet gelirleri için hayati öneme sahip olan uzun dönemli üretim olanaklarının ihmali anlamına geliyordu. Yasal olarak sadece sözleşmede belirtilmiş miktarı toplamaya izinli oldukları halde mültezimler daha yüksek oranda vergi topluyorlar; bazen de vergiyi bir kez topluyor, bunu harcadıktan sonra ikinci defa topluyorlardı. İyi niyetli açıklamalara rağmen, hükümet denetiminin etkisiz olması üreticileri gerçek anlamda korumayı engelliyordu235. Özellikle aşar iltizamında mültezim düşük ahlaklı, mütegallibe236 zihniyetinde bir kişi ise; köye vaktinde gelmez, ekinlerin vaktinde kaldırılmasını engeller, köylüyle uyuşmaz, bu suretle rençberi müşkül vaziyette bırakırdı. Neticede köylü, harman mev233 234 235 236 Fleet, a.g.e., s.53. Quataert a.g.e., 53. Quataert a.g.e., s.52. Gerçekten de iltizam sistemini suiistimale açan merkezi yönetimin gücünün azalması ve mültezimler üzerindeki kontrolünü kaybetmesidir. Erken dönemde böyle bir kontrol zaafı yoktu. Hızlıca genişlemesine rağmen devlet henüz doğal sınırlarına ulaşmamıştı. Merkezden devletin her yeri kontrol edilebiliyordu. Örneğin, II. Mehmet, vergileri ödemeyen mültezimlerin idam edildiği ve böylelikle devletin güçlü otoritesini ilerletmek ve suiistimali önlemek için çok sert bir sistem getirmiştir. Bkz. Fleet, a.g.e., s. 252. Zorba, zorba takımı. 75 simini geçirmek korkusu ile mültezimin haksız isteklerine katlanmak zorunda kalırdı 237 . Üreticiyle muhatap olan mültezimlerin karlarını maksimize edebilmek için tahsil sırasında başvurdukları yolsuzluklar ve aşırı talepler yüzünden üreticinin vergi yükü artarken, devletin vergi kaybı büyümüştür238. Köylüler de görevlilere karşı ortak bir tutum içindeydi. Yönetimin adamları, arkalarına ordunun ve yargının da gücünü alarak köylülerden düzenli olarak belli bir vergi topluyordu. Verginin miktarı ve bileşenleri yasalarla belirlenmişti. Köylüler daha yüksek otoritelere olan bu yükümlülüklerini biliyor ve yerine getiriyorlardı. Ama kendilerini bu vergi toplama işini görevliler için özellikle kolaylaştırmakla yükümlü hissetmiyorlardı. Resmen vermek zorunda olduklarından fazla tek bir arpa ya da buğday tanesi, tek bir üzüm ya da zeytin vermeye niyetli değillerdi. Dahası belgeler, köylülerin sistemin zayıflıklarını kendi yararlarına kullanmaktan kaçınmadıklarını göstermektedir. Bu nedenle hisselere ayrılmadan önce harman yerinde tahıl çalıyor, gözden uzak toprakları ekiyor, ölçüleri birbiri yerine kullanarak hile yapıyor ve suyu tarlalarına aktarıyorlardı. Canları istediğinde ya da kışkırtıldıklarında görevlilere saldırıyor, otoritenin fiziksel gücünün sınırlarını ve vergi toplayıcının kolunun nerelere uzandığını görüyorlardı. Bütün bunlar karşısında çaresiz kalan görevliler yasaları hiçe sayıp köylülere baskı yapabiliyorlardı. Ama genellikle köylülere karşı kadıya başvurup dava açıyorlardı. Görevlilere duyulan temel bir hoşnutsuzluk köylüleri birleştiriyor gibi görünse de, kendi aralarında her zaman birleşmiş değillerdi. Dahası, temelde otoriteden nefret etseler bile, bu onları görevliler ve Osmanlılarla tüm ilişkilerini kesmek gibi bir tavra götürmüyordu. Kadılar, kanunun temsilcisiydi ve sipahiler ile sancakbeylerine karşı başvurulan merciy237 238 76 Necdet Sakaoğlu, “Mültezimlerin Aşar Toplama Yöntemleri”, Tarih ve Toplum Dergisi, İletişim Yayınları, C.5, Ocak-1986, s.8. Güran, a.g.m.,s.223, Ahmet Uzun, “Tanzimat Döneminde Vergilere İlişkin Temel Sorunlar 1840-1860, Maliye Araştırma Merkezi Konferansları, Prof.Dr. Arif Nemli’ye Armağan, İstanbul Üniv., İkt.Fak., Maliye Araştırma Merkezi Yayınları, 19.Seri,Yıl:2000-2001, İstanbul, 2001. di. Uzaklık, maliyet ve kuşku gibi nedenler köylüleri kadıya başvurmaktan tümüyle alıkoymuyordu239. Osmanlı iltizam sisteminin esnekliği, mültezimin işini kolaylaştıryordu. Çünkü aldığı işi mekan temelinde bölüp ortaya çıkan hisseleri bu tür gelirleri daha iyi toplayabilecek ve kendisine karşı sorumlu olacak yerel alt-mültezimlere satabiliyordu. İltizam hiyerarşisinin (ihaleciler hiyerarşisi de denilebilir) tepesinde ise devletle doğrudan ilişki kuran ve ihale bedellerini düşük tutmak için danışıklı dövüş içinde olan payitahtın büyük servet sahibi bankerleri yer alıyordu. Bu bankerlik rolünü üstlenen zengin sarraflar, mültezimlere kredi açmak ve kefil olmak suretiyle onların hazineye olan sözleşme yükümlülüklerini yerine getirmelerini sağlıyorlardı 240. Vergi toplamada mültezimlerin yaptıkları usulsüzlüklerin ve onda birlik aşar oranının çok fazla artırılmasının ayaklanmalara yol açtığını anlayan devlet, Tanzimatla birlikte, vergilerin zamanında, eşitlik ve adalet ilkesini göz önünde tutarak toplanması çabasına girişmiştir. Bu nedenle 1840 yılında iltizam usulü kaldırılarak vergi toplamada yörenin egemen güçlerinden ve yerel yöneticilerin baskılarından kurtulmak amaçlanmıştı. Ancak göreve getirilenlerin eski mültezimlerle yakın ilişki içinde olanlardan seçilmesi, çıkarlarının zedeleneceğini anlayan yerel güçlü ailelerin direnişine yol açmış ve iltizam usulü 1842’de yeniden uygulanmaya başlanmıştır241. Tanzimat döneminde mültezimlerin devreden çıkarılarak, aşarın toplanmasının merkezileştirilmeye çalışılması; bunun sonucunda önce geçici tahsildarlar, sonra tam zamanlı memurlar eliyle toplanmaya çalışılmasıyla birlikte,242 çoğu yerde ayni olarak toplanan aşarın nakde çevrilmesini ve pazarlanmasını devlet üstlenmek zorunda kalmıştır. Ancak gerekli depolama ve taşıma imkanları bulunmadığından, toplanan ürün en doğru zamanda ve en doğ239 240 241 242 Singer, a.g.e., s.152. İnalcık, a.g.e., s.105, Kıray, a.g.e., s.185. Shaw, a.g.e., Yetkin, a.g.e., s.27. Öner, a.g.e., s.367. 77 ru yerde piyasaya sürülerek, aşar gelirinin maksimize edilmesi mümkün olmamıştır. Bununla birlikte, geçici ve tam zamanlı tahsildarların büyük yolsuzlukları hem merkez, hem de köylüler açısından büyük sorunlar yaratmış, tahsildarların suistimallerini önlemek için ayrıntılı yönetmelikler hazırlanmıştır. Bir yandan da örnek bölge olarak seçilen bazı bölgelerde aşar yerine nakdi bir arazi vergisine geçmek düşüncesiyle, toprak ölçümüne ve verimlilik saptanmasına, kadastrolaşmaya girilmiştir243. Osmanlı merkezindeki idari yeniden örgütlenme sık sık, ‘eyaletlerine’ çok ender giden sadece ismen mevcut yöneticilere gelir bağlanmasına yol açıyordu. Sürekli seferde olan ya da payitahtta alıkonan böyle yöneticileri vergi tahsilatını yapan vekiller (mütesellim) temsil ederdi. Bu mütesellimler genellikle vergilerin ödenmesini sağlama kabiliyetleri göz önüne alınarak seçilirlerdi; dolayısıyla da idaresine baktıkları eyalette ilişkileri olan kişilerdi. Yerel bir güç tabanına sahip kişiler taşra idaresine mültezimlik yoluyla da gidebilirlerdi. Ayrıca büyük mukataa birimlerinden sorumlu mültezimler, köylerin vergilerinin toplama işini taşeronlara kiralıyorlar, vakıflarda genellikle küçük ölçekli, köye yerleşik mültezimler istihdam ediyorlardı. Sonuç olarak ellerinde mütevazi miktarda hazır nakit bulunan insanlar için bile sermaye yatırımı yapma fırsatı mevcuttu ve yerel düzeyde başarı kazananların daha üst seviyedeki işlere geçmesi mümkündü 244. Devlet mali olarak sıkıntıya düştüğünden, açık artırmada belirlenen iltizam bedelinin bir kısmını mültezimden peşin olarak almıştır. Verginin tahakkukundan bile aylarca evvel gittikçe artan oranda bir peşinatın yatırılması zorunluluğu, sonuçta müzayede şartlarından biri haline gelince esas itibariyle askeri zümre mensupları elinde bulunan iltizamlara gayrimüslim sarrafların da aralarında yer aldığı mali sermaye sahibi bir zümre daha hakim olmaya başlamıştır. Bu zümrenin asıl hedefi mümkün olduğunca yüksek 243 244 78 Engin Deniz Akarlı, “1872-1916 Bütçeleri Işığında Osmanlı Maliyesinin Sıkıntıları”, Cavit Orhan Tütengil’e Armağan, İ.Ü.İktisat Fakültesi Yayınları,1.C., İstanbul, 1982, s.231, Uzun, a.g.e., s.101. İnalcık, a.g.e., s.690-691. kar elde etmek olduğundan, tahsilini geçici bir süre yüklendiği vergi kaynağının himayesi ile ilgilenmediği için vergilendirme faaliyeti, ekonomiyi artan ölçüde tahrip edici bir karakter kazanmaya başlamıştır245. Hatta mültezimler, devletin zayıfladığı oranda büyümüşler, maddi kuvvetlerine kaba kuvvetlerini de ekleyerek baskınlar yapmaya, iltizam bedelini devlete ödememeye başlamışlardı. Bir toprağı iltizama alan, genellikle köylüyü borçlandırarak kendi gücünü artırıyordu. Sonra, borçlu köylünün ‘kiracılık’ hakkını çeşitli yollardan elinden alıyor, zamanla onu ‘ortakçı’ ya da ‘ırgat’ durumuna düşürüyordu. Böylece, devlete ödeyeceği iltizam bedelinden çok fazlasını kazanma imkanı doğmaktaydı. Mültezimin çoğunlukla bir devlet memuru niteliğiyle elinde kuvvet bulundurması ya da kargaşa ortamından yararlanıp ücretli levendler tutması, köylüyü bu yeni ‘toprak sahibi’ karşısında büsbütün güçsüz kılmaktaydı246. 19.yüzyılda iltizam sistemi Osmanlı düşüşünün simgesi olarak görülmektedir. Merkez de facto bağımsız ayanlar karşısında sürekli kaybediyor ve mültezimler üzerinde etkili bir kontrol uygulamakta gittikçe başarısız oluyordu. Bu şartlar altında köylünün, devlet karşısında iyice güçlenmiş olan mültezim tarafından adeta kanı emiliyordu. Bu mali ve yönetsel anarşinin içinde mültezimler, bunların çalışanları ve bunların taşeronları birçok bürokratik yasa boşlukları ve fırsatlar bulmuşlar ve köylülerin elindeki her şeyi alarak kendi alanlarını genişletmişlerdir. 19.yüzyılda, ki bu dönemde zirai vergileme mültezim ve üretici arasında ve devlet tarafından etkisiz ve münferit biçimde kontrol edilen bir ilişkiye dönüştürülmüştür. İltizam sistemi malın serbest dolaşımının önünde önemli bir engel teşkil etti. Avrupalı tüccarlar bir yandan kazançlı iltizamları kendileri satın alırken diğer yandan da bu sistemin kendi ticaretlerine yaptığı negatif etkilerden şikâyet ediyorlardı. Elena Frangakis-Syrett’e göre iltizam sistemi, tarım ve ticaret üzerinde yaptığı negatif etkiden başka aynı zamanda 1838 Balta Limanı Antlaşması’nın ruhuna da aykırıydı. 19.yüzyıl Osmanlı tarihçisi 245 246 Genç, a.g.e., s.103. Cem, a.g.e., s.195. 79 Ahmed Cevdet Paşa, Bosna ve Rumeli’deki müfettişlik döneminde mültezimlerin suiistimal içeren davranışlarını görmüş ve ayrıca Berkofça’da (şimdiki Bulgaristan) mültezimlere yönelik şikâyetleri dinlemiştir247. Osmanlının son yıllarında Abdülhamit hükümeti hem doğrudan vergi toplama yöntemini, hem de iltizamı kullanıyor ve hasadın muhtemel değerinin ve en uygun vergi toplama yönteminin tespit edilmesi amacıyla tarlalara temsilciler göndermek üzere her vilayette bulunan idare meclislerinden faydalanıyordu. İltizamın hakimiyeti, 1880 yılında hükümet tarafından doğrudan vergi toplamak için yürürlükten kaldırılmasıyla sona erdi. Hükümet doğrudan vergi toplamadan hoşnut olmadığı için 1886 yılında uygulamayı tersine çevirdi ve Aydın haricindeki tüm vilayetlerde iltizam sistemini resmi olarak yeniden kurdu. Bu tarihten Abdülhamit döneminin sonuna kadar iltizam, vergi toplamanın tek yolu olmasa da hakim biçimi olarak kaldı.248 İltizam sistemine ilişkin bahsedilen sorunlardan sonra mültezimlerle halk arasında yaşananlar nedeniyle sık sık mahkemeye başvurulduğu görülmektedir. Birkaç örnek verilecek olursa: 1700 yılında Silistre’ye koyun vergisi toplamaya giden Tahsildar Ali, vergisini vermek istemeyen çobanların koyunlarını alıp evine getirmiş ve arkasından çobanlar gelip koyunlarını zorla almışlardır. Tahsildar da evinin zorla basıldığını, bazı eşyalarının ve bir miktar parasının alındığını ileri sürerek mahkemeye başvurmuş ve çobanları hapse attırmıştır249. 1725 yılında Hezargrad (Razgrad-Bulgaristan) ilçe ahalisi, kıtlık nedeniyle devlet zahiresini ödeyemediklerinden, bunun bir kısmının bağışlanması için İstanbul’a ricacı yollamışlardır. Ancak padişahın bu ricayı kabul etmesine rağmen, ricacı, bunun kabulü 247 248 249 80 Fleet, a.g.e., s.250. Quataert, a.g.e., s.48. Hezarfen, a.g.e., s.99. için 8.5 lira verdiğini söyleyerek halktan zorla para toplamak istemiş ve olay mahkemeye intikal etmiştir250. 1582 yılında Silistre sancağında saray katibinin bağların dönümünden 30 akçe, kilise ve manastırlar için yasal olmayarak 20180 akçe, beşikteki erkek çocuklar için de 3’er akçe aldığı için Hezargrad ve Silistre Kadılığı’na şikayet edilmiştir251. 3.4. Keyfi Vergileme Sorunları ve Vergilemede Yolsuzluklar Osmanlının her döneminde yerel otorite sahiplerinin yolsuzlukları olmuştur. Bu yolsuzluklar özellikle merkezi otoritenin zayıfladığı, mali ve ekonomik sorunların belirgin bir şekilde yaşandığı dönemlerde artmıştır. Tımar sistemi dolayısıyla Osmanlı idaresi köyde sipahiye reaya ve toprak üzerinde bazı kanuni haklar tanımak zorunda kalmıştır ki, bu haklar bütün sınırlama ve kontrollere karşın çoğu kez kötüye kullanılmıştır252. 16. yüzyılın başlarından itibaren toprakta çalışanlar ya da köylüler en çok nüfus değişimlerinden, devletin merkezileşme çabalarından kaynaklanan vergi artışlarından ve merkezi yönetimin meşru ve gayri meşru görevlilerinin yağmalarından etkileniyorlardı253. Oransız vergi yükü altındaki üretici, aynı zamanda suiistimallerin ve aşar toplama sisteminin kendi doğal zorluklarının da ceremesini çekiyordu ki bunlar aynı zamanda hükümet aleyhine de işleyen etkenler olmuştur254. 17. yüzyıl, Osmanlı merkezi idaresinden mali taleplerin arttığı bir dönem olmuştur. Bunun sonrasında, merkez, üzerindeki sorumlulukların daha büyük bir kısmını taşra yöneticilerine yük250 251 252 253 254 Başbakanlık Osmanlı Arşivi , Ali Emiri Tasnifi , 3. Ahmet, No:2942, Hezarfen, a.g.e., s.143. Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Mühimme Defteri, c.47, s.59/116, Hezarfen,, a.g.e., s.69. İnalcık, a.g.e., s.320 vd. Barkey, a.g.e., s.147. Quataert, a.g.e., s.51-52. 81 leme eğilimine girmiş; bu nedenle genel ihtiyaçları büyüyen taşra yöneticilerinin cevabı da ‘eyaletlerinin’ ahalisine özel vergiler getirmek olmuştu. Ayrıca özelikle 17. yüzyıl başlarında imparatorluğun bir çok yerinde nüfusun azalması ve arkası kesilmeyen göçler, tek tek örneklerde söz konusu olan insan sayısı çok yüksek olmasa da, belli bölgelerdeki vergi tabanını kuvvetle etkilemiş olmalıdır. Sonuçta istenen vergileri vergi yükümlüsü nüfusun sayısına az çok uydurmak için sürekli ayarlamalar yapılması gerekiyordu. Bu ayarlama işlemini kontrol edebilen ayan, hem kendilerine hem de bölgelerindeki insanlara mali avantajlar sağlıyordu.255 Çünkü, vergi almak üzere gelenler, ellerindeki emirle topladıklarını, ‘devlet için’ diye alıyorlar ve ahalinin gözleri önünce kendi şahıslarına harcamaktan çekinmiyorlardı. 16. yüzyıldan beri, devlete vergi vermek inancı yerine, ehl-i örf’e soyulmak kanaati iyice yerleşmişti. İstanbul ricalinin kendi adlarına soygun yaptırmaları, beylerbeylerinin para ve malzeme toplayarak saray, han, hamam kurmaları her zaman olağandı256. Eskiden Osmanlı köylüsü devletin toprağında ve koruyucu memurların denetiminde, devletin sağladığı güvenlik içinde çalışırken, sonraları durum tamamen değişmişti. Devlet ortadan yok olmuş, köylü bağımsız ekonomik güçlerin insaf ve silahına terk edilmişti. “16. yüzyılda Osmanlı reayasının emeği, usulsüz vergi ve angarya yolu ile devlet hizmetlerini kendilerine servet yapmaları için harcanmakta idi”257. Osmanlı düzenindeki değişim kaçınılmaz şekilde devlet yönetimini etkilemiş, onu adeta felce uğratmıştı. Özellikle toprak edinme imkanının birdenbire genişlemesi, iltizam usulünün yaygınlaşması. ‘Rical (İstanbul’da bulunup da vilayetlerde hasları ve çiftlikleri bulunan hükümet büyükleri) ve ümera (Sancakbeyi ile Beylerbeyleri) ise, reayanın sırtından geniş servet edinme konusunda daha çok imkanlara sahip idiler. Bu gibilerin haslarının ba255 256 257 82 İnalcık, Osmanlı’da Devlet, Hukuk, Adalet, a.g.e., s.690. Cem, a.g.e., s.198. Cem, a.g.e., s.200. şına koydukları voyvodaları, ‘serbest’ idareye sahip has ve zeamet köylerini, hem birer vergi amili, hem de idareci olarak yönettiklerinden, buralardaki yolsuzlukları da sonsuzdu258. 17. yüzyıldan itibaren tımar ve zeamet usulü büsbütün çığırından çıkmıştı. Çiftçi ve köylü gaddar mültezimlerin ellerinde esirdi. Memleketin hiçbir tarafında can, mal emniyeti kalmamıştı. Bütün memuriyetler rüşvet mukabilinde veriliyordu. Valiler, mutasarruflar, mütesellimler, derebeyleri, ayanlar, eşkıyayı aratacak derecede gemi azıya almışlardı. Türlü adlarla alınan vergilerin haddi hesabı yoktu. Aşar, haraç, gümrük ve vergilerin mühim bir kısmı mültezimlere ihale olunurdu. Vergilerin birkaç seneliği birden peşin olarak iltizama verilirdi. Zahireyi çiftçi ve köylü yalnız muayyen adamlara satabilirdi. Dahili gümrüklerin tazyiki, ihracat gümrüğünün ağırlığı çiftçiyi büsbütün eziyordu259. Üstelik devlet görevlilerinin maaşlarını kendi topladıkları vergiler biçiminde alma usulü, bu karmaşık dönemde tam bir baskı aracına dönüşüyor; memura, köylü üzerinde kayıtsız şartsız bir tasarruf imkanı sağlıyordu. Memurun her yönde kullanabileceği gücü, devlet denetiminin kaybolduğu bir ortamda bu vergi toplayıcılığı niteliğiyle biraz daha pekişmiş oluyordu260. Reayanın hükümet görevlilerince her fırsatta soyulmaları acı yakınmalara sebep olduğundan, “hukuk-u fukaranın geri verilmesi” için çıkarılan fermanlara göre hareket eden kadıların önünde, sırf gürültüyü örtbas etmek amacıyla birkaç kişi uzlaştırıcı diye araya giriyorlar, fukaranın hakkı çok zaman gene alınamıyordu. Bu türlü soygunların suç sayılmayıp, sırf soygunun geri alınmasına çalışılması ile yetinilmesi biçimindeki olaylara ve bu şekil garip haklaştırmalara 16. yüzyıldan itibaren çok rastlanmıştır261. İmparatorluğun içinde bulunduğu siyasi kriz de önemli bir etkendi. Merkezi iktidar ve onun hem kendi yerel temsilcileri, hem de ayan üzerindeki denetimin zayıflaması, aşırı vergilendirme yö258 259 260 261 Cem, a.g.e., s.206-207. Cem, a.g.e., s.201. Cem, a.g.e., s.200. Akdağ, a.g.e., s.208. 83 nündeki genel eğilimi perçinliyordu. Reayanın suiistimallere, aşırı vergilere, haksız el koymalara direnmesi imkansızlaşıyordu, kaçmak bir kez daha tek seçenek olarak kalıyordu262. 18. yüzyıl boyunca miri mukataalardan vergi toplayan mültezimler ve muhassıllar sürekli olarak yolsuzluk yapmışlardı. Bunu önlemek için Anadolu valisine, Anadolu eyaletlerindeki görevlilere yazılan fermanlarda, mültezimlerin, muhassılların gözetilip korunduğu, miri mukataa gelirinin gereği gibi toplandığı, ancak, yine de “mal-ı miri” nin tahsilinin geciktiği, bu gecikmenin olmaması gerektiği yinelenmekteydi263. Hamallar, kayıkçılar, esnaflar, esnaf kethüdalarına kadar herkes malikane alıp, mutasarrıf olduğu malikaneyi kendi mülkü gibi kullanıp, bunu başka birilerine vermeye başlamış ve böylece mukataalar beş-on kişinin üzerinde kalarak iltizam ile geçinen mültezimler fakir düşmüşlerdi. Ama, esas önemli olan, malikane mutasarrıflarının faiz ile bunları birisine, alan da bir başkasına vermesiyle, bunların elden ele dolaşmaya başlamasıdır. Bunun sonucunda malikanelerden yalnızca mutasarrıf olan değil, bunu ele geçirenlerin hepsi yararlanma yoluna gittiğinden reaya gittikçe fakir düşmüştür. Reaya, kendisine yapılan zulümlerden dolayı şikayette bulundukça, malikane mutasarrıfları “bu malikaneler serbest üzere tasarruf olunur” diyerek vali ve hakimlerin işe karışmalarını önlemekteydiler. Ayrıca, malikane usulü, valilerin gelirlerinin azalmasına da neden olmuştu. Valiler, bunun acısını halka zulmederek, para toplayarak çıkarmaktaydılar264. Beylerbeylerinin, sancakbeylerinin tekalif-i şakkayı nasıl topladıklarına, halkın bu konudaki şikayetlerine kısaca değinilecek olursa265. 262 263 264 265 84 Gilles Veinstein, Çiftlik Tartışması Üzerine”, İçinde, Osmanlı Toprak Mülkiyeti ve Ticari Tarım, Ed. Çağlar Keyder, Faruk Tabak, Çev. Zeynep Altok, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 1998, s.44. Özkaya, a.g.e., s.122. Özkaya, a.g.e., s.122. Özkaya, a.g.e., s.196. Köylülerin en çok şikayet ettikleri hususlar, normal vergilerini ödedikleri halde, kendilerinden zorla “tekalif-i şakka” alınmasıydı. Örneğin, vergilerini ödedikleri halde kendilerine karışılmaması gerekirken, mütesellim tarafından kanunsuz olarak kendilerine tekalif-i şakka yüklendiği birçok uygulama olmuştur. Seferler nedeniyle ağır vergiler bir yandan, eşkıyalar diğer yandan halkı perişan etmişti. Nisan 1777 ortalarında yazılan adalet fermanında bunların önlenmesi tekrarlanmış ve halkın ödeyeceği imdadiyelerin dışında bir şey ödenmemesi tembih olunmuştu. 1767’deki Kırım sorunu nedeniyle valiler, gittikleri kaza ve nahiyelere on beşer-yirmişer akçe yüklemişler ve bunları zorla almışlardı. Bununla da yetinmeyerek, yolları üzerinde olmayan yakın yerlere uğrayıp, eyalet ve sancak içindeki yerlerden tehditle vergi almışlardır. Bu bozuk düzen içerisinde, valilerle ortaklaşa hareket eden kadılar ve ayanlarda çıkarları için paşalara verilen tutarların üzerine “defter harcı ve vilayet masarifi ve ayan ücreti” adlarıyla paralar almışlar ve böylece “emval-i miriyeden hariç” senede üçer-dörder defa vergi toplanır olmuştur. Bunların önlenmesi için Nisan 1779 başlarında yazılan adalet fermanında, bu işlerin yapılmaması, bu fermanın kadı siciline işlenmesi, bunlara aykırı hareket edenlerin ismiyle, defterlerinin İstanbul’a yollanması belirtilmekteydi. Osmanlı ülkesindeki kazalar, kasabalar, köyler, halkına vilayet masrafları adıyla ismi ve yeri belli olmayan hesapları kapsayan defterler düzenlenmeyecekti. Bu tip salyane defterlerinin düzenlenmesinde vilayet ayanının büyük önemi vardı. Çünkü, vilayet ayanları kendi çıkarları da olduğundan bu defterlerin sık sık düzenlenmesine izin vermekteydiler. Bilindiği üzere halkın üzerine vergi salınacağı zaman, halkın temsilcisi durumundaki vilayet ileri gelenlerinin fikri alınırdı. Valilerin seferiye ve hazariye ile yetinmedikleri, tekalif-i şakka toplamaya devam ettikleri, fakir halkın üzerine bölük gönderdikleri, vilayet ayanlarının herkesin tahammülüne göre vergi düzenlemedikleri, kadıların kendileri için defterlere akçeler koydukları görülmektedir. 85 Taşralarda tevzii defterlerine pek çok kanun dışı vergiler konduğu, örneğin devlet tarafından beylerbeyi, sancakbeyleri ve mütesellimlerle gönderilen mübaşirler ve memurlar için “kahve parası” kaydının bulunduğu görülmektedir. Rumeli’deki ve Anadolu’daki kazalarda bazı görevliler, ismi ve yeri belli olmayan paraları diledikleri gibi defterlere koyup, toplamaya devam etmekteydiler. Bunları önlemek için Ağustos 1794’te kanundışı vergi toplayanlara verilecek cezalar belirtilmiş ve tevzii defterlerinin nasıl düzenleneceği açıklanmıştı. Valilerin en önemli gelirleri şüphesiz imdadiyelerdi. Bunlar taksitlere bölünür, iki-üç hatta dört taksitte toplanırdı. Valiler ve hakimler serbest olan yerlerden imdadiye ve tekalif-i şakka toplayamazlardı. Ama, buna uyulmadığı da sık görülmektedir. Bazı yerlerde ise, ödendiği halde, imdadiyelerin tekrar tekrar toplanılması cihetine gidildiği görülmektedir. İmdadiyelerin sık sık ve belirtilenden fazla toplanmaması için ya da şakka türünden vergilerin toplanmasını önlemek amacıyla çeşitli tarihlerde yayınlanan fermanlar bir işe yaramamıştır. Halk, özellikle şakka türünden vergilerden kurtulmak için gereğinde valinin kazalarına uğramasını önlemek için kendilerine rüşvet teklif ettikleri gibi, bazı valiler de eğer istedikleri parayı vermezlerse, köylerine ineceklerini reayaya bildirmekte, bu yüzden de köylüler ister istemez istenen parayı valilere ödemeyi tercih etmekteydiler. Valiler, gerek hediye adıyla fazla miktarda ödedikleri paraları ve harçları halktan çıkarmak, gerekse geleceklerini garanti altına almak için usulsüz yollara başvuruyorlardı. Görev yerlerinde çok az bir süre kalan ve elinde eskisi gibi kuvvet ve servet bulunmayan valilerin bu tip hareketleri, bozulmuş olan düzende, sürekli ve güvenli bir göreve sahip olamayışlarından, gereksinmeleri için fazla paraya ihtiyaç duymalarından ileri geliyordu266. Hasat zamanı, sipahilere köylüler üzerindeki yetkilerini çeşitli şekillerde suistimal etme imkanı veriyordu. Görevliler köy266 86 Özkaya, a.g.e., s.201. lülerin vergi payını dürüstçe vermesini güvence altına almaya, köylüler de görevlilerin yalnızca kendi paylarını almasını sağlamaya çalışıyordu. Daha fazlasını aldıklarında onları kadıya şikayet ediyorlardı267. Ancak vergi toplayanların kendi paylarından biraz fazlasını alması ya da köylülerin ürün paylaşılmadan önce birazını saklaması gibi kurallara aykırı uygulamalar, seyrek olduğunda, muhtemelen, harman yerinde olağan sayılabilecek durumlardı. Bir sipahi, bir kilo buğday eksik kuşkusuyla her seferinde kadıya çıkmıyordu. Köylüler de her yolsuzlukta kadıya gitmek zahmetine katlanmıyordu. Gerçekten de dayanılmaz bir durum söz konusu değil ise, hareketli hasat ve harman döneminde kimse bir gün bile yitirmek istemeyecekti268. 3.5. Tımar Sisteminden Kaynaklanan Sorunlar Tımar sisteminde sipahi, tımar olarak kendisine verilen yerde kanunla saptanmış belli vergi ve resimleri doğrudan kendisi için toplamaktadır. Her tımarın gelir miktarı bellidir. Bu gelirin azalmaması veya kaybolmaması için devlet, sipahiye ayrıca reayanın toprak tasarrufu üzerinde bir takım kontrol hakları vermiştir. Ancak toprak ve köylüler üzerindeki denetimleri açısından, tımar sahipleri batılı feodal lordlarla karşılaştırılamaz. Tımarlar, kendilerine tahsis edilen vergi gelirini toplamaya yetkiliydiler ama kanunun tanımladığı hizmetler hariç, toprak veya köylüler üzerinde somut bir hakları yoktu. Devletin temsilcileri olarak, sadece kanuna göre toprağın tasarruf ve kullanım sürecini gözetiyorlardı. Ama reayaya ayrılmış toprakları edinme ve ekip biçmeleri kesinlikle yasaktı269. Geleneksel sosyal düzeni değiştiren beyler ve ağalar çeşitli toplum katlarından türemişlerdi. Ancak hepsinin ortak yanları vardı. Genellikle, ya servetlerini toprağa yönelterek mülkiyetin sağladığı kuvvet sayesinde bir takım askeri ve idari yetkileri ellerine 267 268 269 Singer, a.g.e., s.127. Singer, a.g.e., s.127. İnalcık, a.g.e., s.158. 87 almışlar ya da askeri ve idari yetkilerine dayanarak toprak edinmişlerdi. Servet ve irili ufaklı toprak parçaları şeklinde beliren bu yeni gücün meydana çıkış nedeni ise, toprak mülkiyeti düzenindeki değişim olmuştu. Tefecilik ve benzeri yollardan biriken servet toprak mülkiyetine dönüşünce derebeyliğin ilk koşulu karşılanmış; buna olayların da yardımıyla, kısa zamanda askeri ve idari imtiyazlar eklenmişti270. Osmanlı’da karışık ortamdan yararlanan gruplardan biri de tımarlı sipahilerin büyükleriydi. Sipahilerin önemli bölümü mali darlıktan ötürü tımarlarını terk edip ortadan kalkarken, aynı mali darlık bazılarının güçlenmesine yol açmıştı. Bunlardan çoğu resmen tımarlı sipahi olarak gözükmekle beraber, aslında, birkaç tımarı birden elinde toplamak imkanını bularak, bu dirliklerin üretiminden ‘sırf bir mültezim gibi istifade eden, fakat, iltizam bedelini devletlere değil de nüfuzlu bir takım ricale rüşvet olarak veren bu yoldan geniş kazanç imkanı bulan kimselerdi271. Koçi Bey’in 4. Murad’a sunduğu risalenin çoğu tımar düzeninin bozulması ile ilgilidir. Koçi Bey bu risalede tımarların devlet büyüklerinin adamlarına verildiğini, eski tımar düzeninin ortadan kaldırıldığını, imparatorluk kurumları arasındaki denge unsurlarının bozulduğunu, bunun sonucu olarak da büyük bunalımların ortaya çıktığını vurgulamaktadır272. Tımar sistemi içerisindeki yolsuzluklar zamanla artmıştır. Bunların başında tımarların beratla verilmesi geleneğinin terk edilmesi gelir. Yine tımar ve zeamet sahipleri ölünce mahlul kalan (boşalan) tımarları oğullarına, yoksa kardeşlerine, bunlarda yoksa akrabalarına verilir yabancı bir kimseye verilemezdi. Oysa nakit sıkıntısı bu kuralın çiğnenmesine yol açmıştı273. Zamanla gelirleri giderlerini karşılayamayınca, topladıkları vergiler yetersiz kalan 270 271 272 273 88 Cem, a.g.e., s.193. Cem, a.g.e., s.195. Belin, a.g.e., s.38. Tabakoğlu, a.g.e., s.208. tımarlıların yasaları çiğneyip vergileri aşırı bir biçimde arttırmaya kalkmaları karışıklara ve çatışmalara yol açabilecek bir eğimdir274. Tımar sistemi iltizam yöntemiyle karşılaştırıldığında iltizam yönteminin tarımsal üreticiler üzerinde daha yüksek vergi yükü baskısı oluşturduğu söylenebilir. Çünkü tımar sisteminde gelirin devamlılığını sağlamak için reayanın kollanması ve ağır vergi yükü altında ezilmemesi gerekiyordu. İltizam sisteminde ise herhangi bir işletmeyi ya da vergi tahsil işini üç yıllığına alan kişi için bu zaman süresi içinde en fazla geliri tahsil etme endişesi bulunuyordu. Bu nedenle tımarlı sipahinin reaya için taşıdığı kaygılar mültezim için geçerli değildi275. Karşılaştırılabilir maddi veriler olmadığından köylülerin ne kadar sömürüldüğünü kesin olarak saptamak ve bunu başka toprak rejimlerindeki değerlerle karşılaştırmak mümkün değildir. Ancak, köylülerin beylerbeyleri, askeri yetkililer, mültezimler ve kadılar gibi görevliler tarafından sömürüye uğradığı adaletnamelerde açık bir şekilde görülmektedir. Ayrıca vergi toplayan diğer kişilerle birlikte mültezimler, sancak beyleri ya da tımar sahiplerinin haklarını simsarlık tarzı bir anlaşma ile aracılara devretmeleri köylüler üzerindeki sömürüyü daha da artırıyordu276. Daha önce de belirttiğimiz gibi Osmanlı vergi sisteminde yer alan veya vergi sistemini etkileyen sorunlar bunlarla sınırlı değildir. Ancak konumuz gereği halk türkülerine yansıyan sorunlarla sınırlı kalınmıştır. Bundan sonraki bölümde ise halk türkülerinde yer alan vergi sorunlarına örnekler verilecektir. 274 275 276 Belin, a.g.e., s.24. Akgündüz ve Öztürk, a.g.e., s.489. Barkey, a.g.e., s.103. 89 90 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM ANADOLU HALK TÜRKÜLERİNDE VERGİLER Bu bölümde, önceki bölümlerde yapılan açıklamalar doğrultusunda türkülere yer verilecektir. Bu bağlamda ilk olarak konuyla ilgisi ölçüsünde ilk olarak türkü kavramına değinilecek, türkünün halk şiirinin bir türü kabul edilmesi dolayısıyla halk şiirine de kısaca değinilecektir. Daha sonra da vergi sorunlarından bahseden türküler ele alınacaktır. 1. Halk Türküsü Kavramı Doğumundan ölümüne kadar geçen süre içinde Türk insanının sosyal, kültürel, ekonomik, siyasal ve dini hayatında önemli bir yeri olan “türkü” kavramı üzerine bilim insanları ve araştırmacılar çeşitli görüşler ileri sürmüşler ve farklı yaklaşımlar sergilemişlerdir277. Örneğin Püsküllüoğlu 278’na göre türkü, sözleri genellikle halk şiiri biçiminde olan, yazanı ve besteleyeni bilinmeyen halk ezgileriyle oluşmuş bir şarkı türü olarak tanımlanabileceği gibi bireyin ya da toplumun acılarını, sevinçleri vb. dile getiren, kendine özgü bir ezgiyle söylenen bir koşuk biçimi olarak da tanımlanabilir. Türkü kelimesinin kaynağının Türk sözcüğünde türediği bilinmektedir. O halde türkünün Türk halkının ortaklaşa yarattığı sözlü ve ezgili ürünler olduğu söylenebilir279. Bazı çalışmalarda da türkü; büyük tarihi olaylar karşısında halk kitlelerinin sevinçlerini ve ümitsizliklerini, büyük şahsiyetler hakkındaki saygınlıklarını veya nefretlerini ve aşk hikayelerini de277 Ali Yakıcı, Halk Şiirinde Türkü, Akçağ Yayınları, Ankara, 2007, s.37. 278 Ali Püsküllüoğlu, Türkçe Sözlük, İstanbul, 1995’ten aktaran Yakıcı, a.g.e., s.33. 279 Mehmet Özbek, Folklor ve Türkülerimiz, Ötüken Yayınları, Ankara, 1975, s.63. Çalışmamızda türkülerle ilgili teknik bilgilere yer verilmemiştir. Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz. Yakıcı, a.g.e.; P. Naili Boratav, 100 Soruda Türk Halk Edebiyatı, 10. bs. Gerçek Yayınevi, İstanbul, 2000, s. 150 vd. 91 rin bir muhteva içinde dile getiren edebi ve aynı zamanda musiki bakımından da önemi olan kendine has bestelerle söylenen, dar anlamıyla ise tarihi bir belge mahiyeti gösteren Türk halk şiirinin en eski türlerinden biri280 olarak tanımlanırken, Ruhi Su da türküleri; toplumu etkileyen olayları, toplumun içindeki sürtüşmeleri, halkın aydın kişileri olan halk ozanlarının düşüncelerini yansıtan belgeler olarak nitelendirmektedir281. Tüm halkların halk türkülerinde ortak olan konu şudur: Halk türküleri, kollektif bir bilincin ürünüdür. Yani bir türkü, her zaman belli bir yaşamsal duruma yöneliktir ve "tarihin" ait oldugu halk üzerindeki etkilerini içerir. Bunun da ötesinde türkülerin, kayboluş ya da zamanla toplum içinde tecrit edilmiş olguların, yani duyguların ya da erotik isteklerin dile getirilmesi gibi, tabu olan konuları anlatılması gibi özellikleri de vardır282. Halk türküleri konusunda belki de verebileceğimiz en net ve somut tanım Başgöz283 tarafından yapılmıştır. O’na göre Türkiye’nin sözlü geleneğinde, bir ezgi ile söylenen halk şiirlerinin her çeşidi için yaygın olarak kullanılan ad “halk türküsü”dür. Buradaki halk şiiri ifadesi hem anonim şiir hem de âşıkların şiiri anlamındadır. Âşıkların şiirleri de bir ezgiyle söylendiği için, yaratıcıları anonim olmadığı halde onlara da türkü denilmektedir.284 Köroğlu, Karacaoğlan, Dadaloğlu, Dertli, Ruhsati, Emrah ve Seyrani bu âşıklarımızdan bazılarıdır. O halde türküler temelde iki kaynaktan beslenmektedir. Bunlardan birincisi Türk halk edebiyatı ve aşık edebiyatıdır. İkincisi ise anonim türkülerdir. Anonim türküle- 280 281 282 283 284 92 Herbert Jansky, “Türk Halk Şiiri”, Çev. Abdurrahman Güzel, Dünya Edebiyatından Seçmeler 4, Ekim 1977, s.57-58’den aktaran Yakıcı, a.g.e., s.43-44. Mehmet Bayrak, Öyküleriyle Halk Anlatı Türküleri, Ankara, 1996, s.120. Klaus Detlev Wannig, Türk Halk Kültüründe İnsan, (Çev. Mustafa Özdemir), Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, Sayı:11, 1999. İlhan Başgöz, Türkü, Pan Yayıncılık, İstanbul, 2008, s.15. Başgöz, a.g.e., s.15. rinde başlangıçta mutlaka bir söyleyicisi vardır. Ancak aradan uzun süre geçmesi nedeniyle bunlar unutulmuştur. Yerli sözlü gelenekte gerek töreni (türkünün çağrılması düzenli bir tören içinde yapılıyorsa), gerekse çağrılan metni ve onun ezgisini adlandırmak için özel deyimler vardır. Ancak bu deyimler anlam kesinliğinden yoksundurlar ve bu bakımdan anlaşmazlığa yol açabilirler. Kimi zaman “ağıt”ın bütün konu ve biçim özelliklerini gösteren bir parça “türkü” veya “deme” sözleriyle de adlandırılabilmektedir285. Bu nedenle bölgelere ve konulara göre özel hallerde ya da ezgi ve sözlerin çeşitlenmesine göre türkü kelimesi yerine şarkı, deyiş, deme, ağıt, adları da kullanılmaktadır286. Türkülerin ortaya çıkışları hususunda Kaya (1999: 132) şunları söylemektedir: “Türküler genellikle bir olay, bir arzu ve bir heyecan üzerine doğarlar. Başlangıçta sahipleri belli ürünlerdir. Ancak zamanla türkünün asıl sahipleri unutulur ve sonraki nesiller tarafından halkın dilinde dolaşa dolaşa farklı coğrafyalara yayılır. Türküler böylelikle anonimleşirler. Önceleri mahalli hüviyetler gösteren türküler, zamanla milli hüviyete bürünürler. Türkülerin anonimleşmesinde, daha ziyade göçler, kervanlar, askeri sevkler, gurbete iş güç için gidişler, gezgin halk şairlerinin faaliyetleri, yakın zamanlarda basın ve yayın organları rol oynar”. Türküler, sanatsal ve bilimsel kaygılar taşımadan meydana getirilmiş dolayısıyla kurallar üzerine yapılanma ihtiyacı doğmamıştır. Türküler değişik bakışlarla ve değişik yönlerden sınıflandırılabilir. Konularına, hece sayılarına vb. özelliklerine göre eşkıya, gurbet, yergi, aşk, tabiat türküleri ya da 7 heceli, 8 heceli türküler gibi farklı isimler de alırlar. Ayrıca yapılarında kararlılık gösteren türküler ve yapılarında kararlılık bulunmayan türküler sınıflandırması da yapılabilir287. Ancak bu şekilde büyük ve dinamik bir türkü külliyatını durağan ve değişmez bir sınıflandırma içine hapsetmek çok zordur. Çünkü yapılacak sınıflandırma içinde 285 286 287 A. Şükrü Esen, Anadolu Türküleri, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Tisa Matbaası, Ankara, 1982, s.9. Boratav, a.g.e., s.150-151. Esen, a.g.e., s.9. 93 yer alacak türler başka bir türün de yer aldığı kümede gösterilebilir. Bu durum en iyi şekilde Boratav’ın türkülere ilişkin yaptığı sınıflandırmada görülebilir. Boratav türkülere ilişkin şöyle bir sınıflandırma yapmaktadır: 1- Lirik Türküler: Ninniler, aşk türküleri, gurbet türküleri, askerlik ve hapishane türküleri, ağıtlar. 2- Taşlama, Yergi ve Güldürü Türküleri. 3- Anlatı Türküleri: Efsane konulu türküler, bölgelere ya da bireylere özgü konuları olan türküler, tarihi konuları olan türküler. 4- İş türküleri 5- Tören türküleri: Bayram türküleri, düğün türküleri, dini türküler, 6- Oyun ve dans türküleri: çocuk ve büyüklerin oyunlarında söylenen türküler. Boratav’ın bu sınıflandırması içinde, lirik türküler içinde yer alan ninni ve asker türkülerinde lirik olmayan örnekler bulunabilir. Ağıtlar aynı zamanda tören türküleridir. Bu nedenle türkülerin net bir şekilde sınıflandırılması çok zordur288. Yukarıdaki sınıflandırma doğrultusunda ele alacağımız türküler daha çok anlatı türküleri ve yergi türküleridir. Çünkü anlatı ve yergi türküleri toplumsal bir takım sorunlar ve sınıfsal çelişkilerden ve buna bağlı hak isteyiciliğinden doğmaktadır289. Vergilere ilişkin sorunları anlatan türkülerin de anlatı türküleri ile yergi türküleri olduğunu belirtmek gerekir. Çünkü vergi isyanları nedeniyle efsaneye dönüşen sosyal eşkiyalar, belirli konulardaki vergisel sorunlar, vergi idaresine yakarış, mali yönetimin halka yaklaşımı ve vergi tahsildarlarının yaptıkları eziyetleri konu alan türküler ancak bu sınıflandırma içine konulabilir. 288 289 94 Başgöz, a.g.e., s.33. Bayrak, a.g.e., s.121. 2. Türkülerde Toplumsal ve Mali Olaylar Toplum yaşamına ilişkin bilgi edinirken mutlak anlamda resmi belgelere bağlı kalmak yanlış sonuçlara ulaşmaya neden olabilir. Daha önce de belirttiğimiz gibi olaylara sadece devletin veya yönetici sınıfın gözüyle değil halkın gözüyle de bakmak gerekmektedir. Devlet belgeleriyle halk ürünleri arasındaki tutarsızlık Osmanlı İmparatorluğu’nda da mevcuttur. Devlet ve görevliler, belgelerde ünlü sosyal isyancılardan celali diye bahsetmiş ve bölgesel güçlerden bunların yok edilmelerini istemiştir. Genelde halk edebiyatı ve özelde ise Türküler ise onları Anadolu’nun kırsal kesimindeki her erkek çocuğunun özendiği kahramanlara dönüştürmüştür290. Yerel zulme karşı isyan eden, haksızlığa dayanamayıp başkaldıran ve böylelikle halk arasında şöhreti duyulan sosyal isyancı tiplemesine en güzel örneklerden biri Köroğlu’dur. Köroğlu’nun zulme karşı bir ozan, bir halk şairi olarak meşhur bir çağrısı vardır291. Köroğlu’yum kayaları yararım Halkın kılıcıyım hakkı ararım Şahtan padişahtan hesap sorarım Uykudan uyanan katılır bana. Döneme ait kimi belgeler, Köroğlu’nun hem zalimliğiyle bilinen kadılara diğer yerel görevlilere ve hem de masum köylülere saldırdığını göstermektedir. Kimi belgelerde ise onun toplumsal bilinci görülmekte, öteki isyancıların aksine Köroğlu ve adamlarının kendi güvenliklerini tehlikeye atma pahasına da olsa köylülerin tarlalarını asla çiğnemedikleri belirtilmektedir. 290 291 Ancak bunlarında kendi içinde çelişik noktaları vardır. Bu nedenle Barkey, halk ürünlerinin de sorgulanmadan kabul edilmesinin yanlışlığına vurgu yapmaktadır. Bkz. Barkey, a.g.e., s. 186. Bayrak, a.g.e., s.37. 95 Türküler toplum yaşamının günlük işleyişi açısından bir nevi bir anlatım mekanizmasıdır. Türküler toplumda bazen tiyatronun, kitabın, gazetenin ve bazen de ahlakın yerini almıştır. Bu nedenle türkülerin hemen hemen hepsinde sosyal, siyasal ve ekonomik bir boyut vardır. Ekonomik sorunların, sosyal ve siyasal olayların toprak düzeninden kaynaklanan sorunların türkülerde ağıt, taşlama, ninni ve hikayeler şeklinde ortaya çıktığı görülmektedir. Toplumun olaylar karşısındaki tepkisi türkülere yansımaktadır. Diğer halk şiirlerindeki bireysel özelliğe rağmen, türkülerde sosyal yön ağır basmaktadır. Halkın sevgisi, nefreti, acısı, tutkusu kısaca her şeyi türkülerde yankı bulmaktadır 292 . Toplumsal yaşamda türkülerin önemli işlevleri olduğunu söyleyebiliriz. Türkü, modern iletişim araçlarını yokluğunda mektup, telgraf, elektronik posta gibi bir iletişim aracı olmuştur. Türkü, değerler taşıyıcısıdır. Kişisel ve sosyal değerlerimiz türküler aracılığıyla, insandan insana, kuşaktan kuşağa aktarılır. Bu değerlere açık veya dolaylı destek verir veya karşı çıkar. Türkülere yansıyan değerler mutlaka kurulu düzene destek veren değerler değildir. Örneğin Sultana, Padişaha, Hükümete destek veren türkü metnine rastlamak çok zordur. Ancak padişaha sitem eden ve onu uyaran türkülere rastlamak mümkündür. “Hiç mi merhamet yok Sultan Aziz’de”, “Sultan Reşat vermez bize tezkere, bizi kandırı” veya “Padişahım haberin olsun Urum elleri satıldı” diyen türkülerde bunu açıkça görmek mümkündür293. Osmanlı tarihine ilişkin resmi kayıtlarda çoğu kez bulunamayan bireysel ve toplumsal halk hareketlerine ilişkin bilgileri türkülerde yakalamak mümkündür. Bu türkülerin bir başka önemli yanı daha vardır. Bilindiği gibi Osmanlı tarihi, resmi yazıcıların elinden çıkan ve sarayın görüşünü yansıtmakla görevli olanlar tarafından yazılmıştır. Diğer resmi yazışmalar da (Mühimme Defterleri, Şer’iye Sicilleri) hemen hemen aynı doğrultudadır. Şer’iye Sicillerinin önemi daha çok olayı canlı olarak yakalamasındadır. 292 293 96 Güzel ve Torun, 2005’den aktaran, Yakıcı, a.g.e., s.43. Başgöz, a.g.e., s.144-146. Bu bakımdan bu kayıtlar birçok konuda bilgi vermektedirler. Ancak görüleceği üzere söz konusu kaynakların tamamı taraflardan birinin yani yönetenlerin sözcülüğünü yapmaktadır. Öte yandan halkın sözcülüğünü yapanlarsa, kaynağını halktan ve halkın temsilcilerinden alan türkülerdir. Bunun için de türkülerde resmi yargılamanın yerini halk yargılaması almaktadır294. Yöneten–yönetilen ilişkisindeki çatışmaları konu alan türkülerde konumuzla ilgili özellikler şu şekilde sıralanabilir295: Bu türkülerde slogan haykıran bir eda yoktur. Başkaldırma ve yiğitlik ile hüzün sürekli iç içedir. Bireysel ve toplumsal başkaldırıcıların başından geçenleri anlatan manzum ürünler olarak da nitelendirilebilirler. Genellikle kapitalizm öncesi üretim ilişkilerinde ortaya çıkar ve kırsal kesimle ilgilidir. Olay kahramanı hemen bütünüyle olumlu yönleriyle doğruluk, dürüstlük, açıklık, mertlik ve yiğitlik yönleriyle verilir. Çeşitli toplumsal ve tarihsel olaylar bu türkülerin temel öğe ve temalarından biridir. Türkü kahramanının yaşadığı dönemin zulüm, baskı ve haksızlıklarına duyduğu kin, nefret ve başkaldırı hemen her türküde açık ya da kapalı bir şekilde kendini gösterir. Türkü kahramanı adaletin, doğruluğun, eşitliğin simgesi olarak görünür. Vergi isyanları kısmında yer verdiğimiz Burdur halk ayaklanmasıyla ilgili olarak bir destandan alınan296 “Dururken önce erâzil yürüdü Ol vaki dağları duman bürüdü Kahpe beyler, Atçalı Kel yürüdü Şol beylerde yüz yalanı seyrettim”297 294 295 296 297 Bayrak, a.g.e., s.127-128. Bayrak, a.g.e., s.128-131. Bayrak, a.g.e., s.313. Erazil: Rezil, perişan Vakî: Saklayan, koruyan. 97 dörtlüğü halkın türkü kahramanına verdiği değeri ve yeri göstermesi açısından önemlidir. Türkülerin en önemli unsurlarından biri de aşıklardır. Aşık kelimesinin genel anlamı yanında dilimizde özel bir anlamı bulunmaktadır. Bu kelime yerine daha önceleri saz şairi, halk şairi gibi ifadeler kullanılsa da son yıllarda halk ozanı sözü kullanılmaktadır. Aşık, Türk halk edebiyatında yaklaşık 16. yüzyılın başlarından bu yana beliren bir sanatçı tipidir. Aşık şiir yazmaz, söyler. O’nda şiir müzikten ayrılmaz298. “Âşıklar yüzyıllar boyu halkın his ve duygularını, kendi yaratıcı güç ve yetenekleri oranında dile getirmişlerdir. Bu özellikleriyle de halkın toplumsal, kültürel ve sosyal yaşamında önemli roller üstlenmişlerdir. İnsan psikolojisi gereği âşıklar da toplumdan, yönetimden beklediklerini göremeyince karşılaştıkları aksaklıkları düzensizlikleri ve adaletsizlikleri kıyasıya yermişler, olumsuzluklara tepkiler göstermişlerdir. Âşıkların türkü ve şiirleri incelendiğinde başkaldırı ve yergi şiirlerini oluşturan olgu genellikle ekonomik bozulmaya, sarayın ve taşra yönetiminin çeşitli adlarla aldığı vergi, rüşvet ve yapılan talanlara dayanmaktadır. Osmanlı döneminde âşıkların dizelerinde yansıttıkları tepkiler bir nevi başkaldırı olarak nitelendirilirse de bu başkaldırı isyan boyutuna varmayan; genel olarak çekinmeden gözler önüne serilen; dozu kimi zaman yüksek tutulmuş eleştiriler niteliğindedir. Haksızlığın had safhaya çıkması, düzenin bozulması, yoksulluğun kasıp kavurması üzerine : İdris terzilik icat etmeden Geçti endazeden boyumuz bizim Anka yaratmayız Kaf’a gitmeden Binbir çile çeker soyumuz bizim gibi dertli deyişleriyle bilinen Sivaslı Feryadî vurup sazının teline. 298 98 Boratav, a.g.e., s.20-21. Bağımıza gazel düştü güz oldu Geçti giden gönlüm ömür az oldu Feryadî’nin yareleri yüz oldu Çekemem bu derdi bölek seninle deyip uzun hava formunda yanık türküleriyle sergilemektedir acıyı ve umutsuzluğu”299. Ruhsatî’nin: “Bu nasıl hükümet bu nasıl gidiş Semaya çekildi insaf adalet” biçimindeki serzenişleri, toplumdaki bozukluğu ve çalkanışı dile getiren belge niteliğindeki söylemlerdir300. Sivaslı Meslekî’nin türkü formunda söylediği: Şu dünyaya güvenilmez Ölmeyince kan kesilmez Meslekîm artar eksilmez Zulüm yavaşça yavaşça dizelerinin de sosyal ve ekonomik boyutunu gözardı etmemek gerekmektedir301. Osmanlı döneminde tımar ve zeamet gibi bir görev ele geçiren, yönetici konumuna giren kimselerin bütün amacı yaşam koşullarını iyileştirerek refah içinde yaşamını sürdürmek olmuştur. Yönetici, varlığına varlık katarken, halk açlık sınırına inmiş, bu durum âşığın dilinde: 299 300 301 Mehmet Yardımcı, Edebiyat Tarihi Çerçevesinde Âşık Edebiyatı Araştırmaları, Ürün Yayınları, Ankara, 2008. Yardımcı, a.g.e. Yardımcı, a.g.e. 99 “Vâkıf ol halime benim efendim Bir açlıktan başka diyeceğim yok Yoksulluk oduna yandım alıştım Akşamdan sabaha yiyeceğim yok” biçiminde tele dökülmüştür.302 Yöneticiler için halkın vergisini verebilmek uğruna çektiği çileler önemli olmamıştır. Bunlar için önemli olan, yoksul halkın bir şekilde paraya çevrilebilen her şeyini satıp vergiyi alabilmektir. Aşağıdaki dörtlükler de bu durumu yansıtmaktadır303. Ki beyler başladı zulme Ve rağbet kalmadı ilme Gözüm ağla hiç gülme Zaman ahir zaman oldu. Alırlar kadılar rüşvet Edip müminlere himmet Fakire yoktur şefkat Zaman ahir zaman oldu. Daha önce de belirttiğimiz gibi türkülerde yer alan isyanlar silahlı ayaklanma şeklinde değil, bir haykırış ve şikayet niteliğindedir. Çünkü Osmanlı vergi uygulamalarında halkın birlikte hareket etmesinin önü kesilmişti. Osmanlı’da vergileme sürecindeki devlet denetimi de köylülerin ortak tepki gösterme olasılığı üzerinde belirleyici olmuştur. Genel olarak vergilerin ödenmesinin köyün ortak sorumluluğu olduğu durumlarda örgütlenme düzeyi artmaktadır. Çünkü toplu vergileme iletişimi ve örgütlenmeyi teşvik etmektedir. Ancak bu örgütlenme, toplumun hakim sınıflar ta302 303 Yardımcı, a.g.e. Doğan Atalay, Destanlarımız (Sadık-Ahir Zaman Destanı), Mut, 1982, s.124. 100 rafından sıkı bir şekilde denetlenmediği durumlarda olabilmektedir. Osmanlı’da vergiler çoğunlukla toplu olarak değil bireysel olarak alınıyordu ve pek çok verginin toplanması yerel görevlilerin, yerel memurların ve kadıların müdahalesini gerektiriyordu. Kolektif yükümlülükler katı bir resmi gözetim altında yerine getirildiğinden, ortak sorumlulukları bu köylülerin kaynaşmasına katkıda bulunmamıştır304. Çiftçi ve köylüleri bir topluluk halinde bir araya getirme potansiyeli taşıyan vergiler, köylünün doğrudan devlete ödediği vergilerdir. Bunlar, özellikle birimlerin gelirine göre üç ila on haneden oluşan özel mali birimlerden (avarız hanesi) alınan avarız vergileri ve örfi vergilerdir. Bu vergilere ilişkin bazı hususlar köylülere ve örgütlenmelerine ilişkin bilgi edinmemizi sağlamaktadır. Vergi toplama yöntemleri, aynı zamanda kolletif eylem potansiyelini azaltan katı bir denetim uygulandığını göstermektedir305. Şu husus da mutlaka belirtilmeli ki, vergiler sadece sosyal ve siyasal amaçlı olarak türkülerde yer almamıştır. Bazen de benzetme amaçlı olarak sevgiliye bir yakıştırma olarak da karşımıza çıkmaktadır. “Alim Pınarının Arkası Mezar” adlı Şarkışla türküsünde bu durumu görmek mümkündür306. Daramış zülfünü dökmüş gerdana Yar senin nerene bulam mahana Sen bir ağ buğday ol ben olam şahna Ölçem ölçem öşürünü ben alam307 3. Halk Şiirinde Mali Sorunlar ve Vergi Halk şiiri, halk şairinin sanat mahsullerini yazı yoluyla değil, ağızdan ağıza, sözlü gelenek yoluyla yaymasıyla oluşmuştur. 304 305 306 307 Barkey, a.g.e., s.115. Barkey, a.g.e., s.115. TRT rep. No: 4581. Şahna: Harmandaki ürünlerin güvenliği açısından mültezim adına bekçilik yapan kişi. 101 Halk şairleri şiirlerini yazmazlar, çalıp, çağırıp söylerlerdi. Böylece bu şairler en eski çağların şiir geleneğini devam ettirmişlerdir.308 Halk şiiri değişik konuları içermekle birlikte309,. 18. yüzyılda toplum sorunlarına eğilir hale gelmiş, 19. yüzyılda en verimli, en olgun çağını yaşamış ve gerçekçi boyutunu tam anlamıyla bu yüzyılda kazanmıştır. Bireysel ve toplumsal alanlarda geçmiş yüzyılların tüm olanaklarından yararlanan ozanlar, ortaya sağlam şiirler koymuşlardır (Zelyut, 1989). 19. yüzyılda halk şiirinin iç çelişkilerin artması ve düşünce akımlarının yaygınlaşmasıyla halk şiiri daha protest bir hal almıştır. Bu dönemde halk ozanlarının öncekilere göre çok daha politize oldukları söylenebilir. Dönemlerin tüm kötülüklerini ve yolsuzluklarını bu dönem ozanlarının şiirlerinde rahatlıkla bulabiliriz. Bu açıdan bu dönemin sözcüsünün Seyrani olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır310. Seyrani, Tanzimat sonrasında huzursuzluklara, yozlaşmaya ve batı taklitçiliğine karşı millî ve dînî değerlerine bağlı halkın gösterdiği tepkini bir sözcüsü durumundadır. O, gördüğü kötülükler ve haksızlıklar karşısında susmamış, bu yolda hayatını hiçe saymıştır311. Ödün vermeyen bir ozandır Seyrani. Tüm yolsuzlukların kaynağı olarak İstanbul’un sınıfsal yönetimini görünce, eleştirisini oraya yöneltmiştir. Canı pahasına padişaha atan ozan, memleketine gelince egemen sınıfın diğer üyelerini eleştirmiştir. Çünkü tüm kötülüklerin bunların başının altından çıktığını anlamıştı. Osmanlı’da rüşvet, her düzeyde söz konusuydu. Ama merkez bürokrasisi etkenliğini koruduğu ve rüşvetin oranı çok yüksek olmadığı sürece sistemi yürüyordu. Bu gibi kişisel veya kolektif şikayet dilekçele- 308 309 310 311 Boratav, a.g.e., s.20. Boratav, a.g.e., s.21. Bayrak, a.g.e., s.73. Hasan Avni Yüksel, Âşık Seyrânî, Hayatı ve Şiirleri, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, No: 751, Ankara, 1987, s.16. 102 riyle baş edebilmek için özel bir kalem ve defter ihdas edilmişti. Bu durum Seyrani’nin dizelerine aşağıdaki gibi dökülmüştür312. Eyvah fukaranın beli büküldü Medet ticaretin gücüne kaldık Eyiler alemden göçtü çekildi Bizler zamanenin piçine kaldık. Rüşvet ile yazar hakim hücceti Hüccet ile alır kadı rüşveti Kimse bilmez oldu sözü sohbeti Bozuldu sikkenin tucuna kaldık Sene bin iki yüz altmış beş tamam Okunur ezanlar boş bekler imam Seyrani bu nutkun sonu vesselam İnanın dünyanın ucuna kaldık313 Bozuk düzen ve adaletsiz uygulamalar Osmanlı toplumunun en belirgin özelliklerinden birisi olmuştur. Bu düzende adalet kavramından, insan hak ve özgürlüklerinden, demokratik bir düzenden çok fazla söz edilmesi mümkün değildir314. Adaletsiz düzene başkaldıranların en önemlilerinden biri de Pir Sultan Abdal’dır. Pir Sultan Abdal’ın şiirlerinde devlet düzeninin bozukluğu, yöneticilerin zulmü, kadıların bağnazlığı, haram yemesi ve yalan fetvalar vermeleri, konumlarıyla eylemlerinin birbirine uymamasını aşağıda görüldüğü gibi çarpıcı biçimde dile getirmektedir315. 312 313 314 315 Muzaffer Uyguner, Seyranî, 1.bs., Bilgi Yayınları, 306, Yazarlar Dizisi.8, İstanbul, 1991, s.117. Hüccet: Bir iddianın doğruluğunu ispat için gösterilen resmi vesika, delil, kanıt. Öz, a.g.e. s.61. Öz, a.g.e., s.62-63. 103 Koca başlı koca kadı Sende hiç din iman var mı? Haramı helali yedi Sende hiç din iman var mı? Fetva verir yalan yulan Domuz gibi dağı dolan Sırtına vururum palan Senin gibi hayvan var mı İman eder, amel etmez Hakkın buyruğuna gitmez, Kadılar yaş yere yatmaz Hiç böyle kör şeytan var mı? Mehmet Bayrak, doğru bir görüşle; “Pir Sultan’la başlayan ve halk tarafından beslenerek bu günlere getirilen bir ‘Pir Sultan Şiir Geleneği’ oluşturulduğunu belirtmekteyiz. Bu gelenek, Osmanlı resmi ideolojisine ve yönetimine karşı bir nitelik taşır 316 diyerek Osmanlı döneminde çeşitli baskılar karşısında halkın direnişinin gelenek biçiminde aşıklara yansıdığını ileri sürmektedir. 18.yüzyılın önemli âşıklarından Kabasakal Mehmet’in: Yiyiciler akça ister cereme Verilen malımız gelmez kaleme Perişanlık sayi oldu aleme Kullarına imdat kılın efendim Akşam olur yiyiciler derilir Fulkara kulların kusurun bulur Haftada hem üç yüz kuruşun alır Keyfiyet halimiz bilin efendim317 316 317 Bayrak, a.g.e., s.35. Cereme: Ceza, ücret 104 söylediği bu tür şiirlerin yorumuyla ortaya çıkan tablo, sonuçta yoksulların, mazlumların insanca yaşama istemiyle ilgilidir318. Halk şiirinde toplumun büyük yeri vardır. Rahatlıkla eleştirilir, öğüt verilir, kınanır, yerilir, hayran, kul köle olunur, can feda edilir. Şiir-öğüt-tenkit üçlüsü bu şiirin töresidir. İlgisiz hükümete rahatlıkla haykırılır, zalimlere, haksızlara çekinmede karşı çıkılır, ahlak dışı hareket edenler çok ağır bir dille yerilir. Halk şairi halkın gözü, kulağı, kalbi ve dilidir. Halkın derdi, dileği sevgisi ve nefreti aşığın dilinde ve telinde şekillenir. Dadaloğlu’nun, “Belimizde kılıncımız kirmani Taşı deler mızrağımın temreni Hakkımızda devlet vermiş fermanı Ferman padişahın, dağlar bizimdir” dörtlüğü bunu açıkça göstermektedir319. Halkın içinde bulunduğu kötü durumu padişahın bilmemesi durumunda onu uyarmak amacıyla em bilgi vermekte hem de belirli makamları şikayet etmektedir320. Şeyhülislâmdan sorma (bizi ey) haşmetmeâb Sevâba günah der günaha sevâb Fukara hakkında hayırlı cevab Söyleyecek dili kökten kurumuş”. Seyranî, ülkedeki başıbozuk gidişin kaynağının üst yönetimde olduğunu ve bu çözülmenin alt kademelere doğru yayıldığını şu dizelerde ifade etmektedir. 318 319 320 Yardımcı, a.g.e. Özbek, a.g.e., s.41. Yüksel, a.g.e., s.20. 105 Mahkeme meclisi icat olduğu Çeşme-i rüşvetin akmaklığından Kaza bela ile alem dolduğu Kazların kadıya uçmaklığından Selefin rüşvetle hüccet yazması Halefin anlayıp hükmün bozması Yıkılan binanın birden tozması Asıl sermayenin topraklığından (…) Dünyadan ahrete gidip gelmemek Olmasa iktiza eder ölmemek Balık baştan kokar bunu bilmemek Seyrani gafilin ahmaklığından321 Yine Aşık Dertli, kadıların rüşvet aldığını, yolsuzluk yaptığını aşağıdaki dörtlüklerle vurgulamaktadır322 Telli sazdır bunu adı Ne ayet dinler ne kadı Bunu çalan anlar kendi Şeytan bunun neresinde (….) Abdest alsan aldın demez Namaz kılsan kıldın demez Kadı gibi haram yemez Şeytan bunun neresinde (….) Yazanı bilinmeyen şu destanda, yoksul köylülerin durumu yansıtılırken, yöneticilerin baskı ve ezgisi de eleştiriliyor: Alemi yaradan yetiş imdada 321 322 Uyguner, a.g.e., s.117. Uyguner, Dertli, a.g.e., s.84. 106 Kati çok bunda kaldı fukara Günden güne oldu zulüm ziyade Bir acayip halde kaldı fukara Haneye dokuz yüz düştü salyana Şüphe yok eriştik ahır zamana Niceler muhtaç oldu aziz nana Elleri koynunda kaldı fukara (….) Biraz ekin eker ,biraz kaldırır Anı da şahnaya yarı böldürür Çifti dağıtmayı göze aldırır Elleri koynunda kaldı fukara Şahnalar gelir harman gezerek Sanki tohum vermişler müşterek Yarı koymaz, yarıcılık diyerek İşte böyle müflis kaldı fukara323 Aşağıdaki şiir de Osmanlı Devleti’nde yoksul halkın, yani reayanın durumunu belgeleyen gerçekçi bir şiir niteliğindedir. Merkezi yönetimin ve bağımsızlaşan yerel yöneticilerinin yaptıkları soyguna dayanamayan çalışan sınıf insanları, sonunda soygun düzenini yaratanlara başvuruyorlar. Bu durumda yoksullar sömürünün durmasını ve yok olmasını isteyemezler. Ancak belirli sömürücü yığınlardan birisini yeğleyerek hangisine soyulacaklarını kararlaştırabilirler. Bir bölüm yoksul, bağımsızlaşan derebeylerin yanında yer alarak devlete karşı gelmiş ve kendisinin derebeyinin soymasına boyun eğmiştir. Bir bölümü ise derebeylerine karşı gelerek devlet soygununa boyun eğmek istemiştir. Ama bunlar bağımsızlaşan derebeyler tarafından da soyulmak istenince, ister is323 Bun: Bunalım, Salyane: Yılda bir alınan vergi Şahna: Harmandaki ürünlerin güvenliği açısından mültezim adına bekçilik yapan kişi. 107 temez aşağıdaki gibi yakınmalar ortaya çıkmıştır. Buradaki yakınma sömürüden değil, çift katlı sömürüden yakınmadır. Fukara kulların arz-ı hal kıldı Ahvâller(i) ziyade perişen oldu. Masumlar mektebde okumaz oldu Masumlar duasın alın efendim (…) Yiyiciler akçe ister zaleme Verilen malimiz gelmez kaleme Perişanlık şayi oldu aleme Kullarına imdat kılın efendim Akşam olur yiyiciler derilür Fukara kulların kusurun bulur Haftada hem üç yüz kuruşun alur Keyfiyet(-i) hâlimiz bilin efendim Silahdar yazmağa tertib olundu Gitmeyenler için defter verildi Üçyüzden ziyade kulun soyuldu Reâyâ ahvâlin bilin efendim Yetmiş kadar adam mahbus bulundu Nice bi-günahlar zahimdar oldu Mütevelli imama sebebi oldu Kulların ahvâlin bilin efendim Yetmiş âdem ile ihzar oldu Reâyâ kulların hâli bilindi Üç kimse üstüne hüccet olundu Hal(i)mize merhamet kılın efendim. Kara Molla Oğlu araya girdi Altı kese akçeye halas buldu 108 Reaya’ya cebren salyane oldu Bize olan zulmü bilin efendim. Otuz kese akçe tercim olundu Beş çifti olanın ikisi kaldı Ak(ı) bet Devec(i) Osman belasın buldu Şairin aklından gelin efendim. Reâyâ kulların çektiler gücün İmam adam gönderdi töhmet içün Devletli Beyfendimizin başıyçün Tezkiye edin de sorun efendim. (….) Bir eğitim görmeyen, bilgisi gözleme ve kişisel sezgiye dayanan; sanatının temeli olduğu için geleneğe sıkı sıkıya bağlı olan ve yazılı kültürden uzak bulunan bütün ozanlar gibi Kabasakal Mehmet, kurtuluşu egemen sınıftan beklemektedir. Bu başkaları tarafından kurtarılma olgusu değişik biçimlere girerek hala yaşamaktadır. Özellikle kırsal alanlarda rahatça izlenebilir. Gör şu felek bize ahır neyledi Danacı Vezir’i zebûn eyledi Yedibin dana salyane eyledi Kalmadı danamız bil padişahım (…) 4. Türküler ve Türkü Hikayelerinde Vergiler Osmanlı vergi sisteminin sorunlarından halk türkülerine yansıyanlar; ağır vergi yükü, keyfi vergileme ve vergilemede yolsuzluklar, mültezimlerden kaynaklanan sorunlar ve toprak sisteminden kaynaklanan sorunlar olduğu daha önce sıralanmıştı. Bu sorunları anlatan türküleri bir sınıflandırma altında vermek zordur. 109 Çünkü bazı türküler birkaç sorunu birden dile getirmektedir. Örneğin, aşar vergisi ile ilgili bir sorunu anlatan türküde aynı zamanda mültezim ve ağır vergi yükü sorunundan da söz edilmektedir. Bu nedenle türküleri bahsettiği sorunlar şeklinde sınıflandırmak yerine genel olarak vermeyi uygun bulduk. Daha önce de belirttiğimiz gibi halk türkülerine en çok aşar vergisi, mültezimler ve keyfi vergileme (ya da vergileme yetkisinin kötüye kullanılması) konu olmuştur. Şimdi bunlara örnekler verilecektir. İlk türkü “Aşar Destanı” adlı Aşık Nigari’ye ait bir türküdür. Bilindiği gibi, Osmanlı vergi sistemi denilince akla ilk gelen aşar vergisidir. Çünkü çok geniş bir kesimi oluşturan köylü yani çiftçi kesimin devlete karşı verdiği mücadelenin en önemli sebebi belki de bu vergiydi. Toplanmasındaki usulsüzlükler ve farklı oran uygulamaları halkı perişan etmiştir. Özellikle aşarın iltizam yoluyla toplanması ve bu süreçteki uygulamalar vergilemeyi adeta bir işkenceye dönüştürmekteydi. Yedigün mecmuasında bu durum şu şekilde anlatılmaktadır: “Devlete verdikleri bedelin kırk, elli ve belki daha fazla katını çıkarmak için mültezimler, insaflarına ve anlayışlarına göre her şeyi –hem de devlet adına- yapabilirlerdi. Eli kırbaçlı mültezim köye girdiği zaman bir hükümdar gibi karşılanmak isterdi. Köyü şereflendirdiği(!) günlerde, köy ağası ona evini açmaya mecburdu. Onun taş yüreğini bir parça yumuşatmak ve insanlık damarlarını harekete geçirmek ümidiyle köylü ne yapacağnı bilmezdi. Mültezim, harman yerlerinden başlayarak, zavallı köylünün kulübesine kadar musallat olurdu. Ona karşı gelinemezdi. Çünkü ona karşı gelmek; devlete baş kaldırmak, peygamberin vekili ve Allah’ın gölgesi olduğunu söyleyen padişaha karşı gelmekti…”324 Bu türküde vergi toplayıcılarının vergi tahsilinde halkı sıkıntıya sokan uygulamalarına değinilmekte ve bu uygulamaların halkta bıraktığı etki vurgulanmaktadır. Her ne kadar yasaklanmış olsa da görevlilerin, hizmetleri ve masrafları için ver324 Sakaoğlu, a.g.e., s.6. 110 giden ayrı olarak topladıkları aidatlar halkın perişan olmasına neden olmuş ve zaman zaman üretim faaliyetlerini de durma noktasına getirmiştir325. İşte üretime bağlı bir vergi olan aşara ilişkin türküde bunlar dile getirilmektedir. Bütün malım aldın ey kanlı zalim Şikayet ederim hüdaya seni Garip mecnun gibi perişan halim Şu fani dünyada ağlattın beni Ezelden cinsinde meymenet yoktur Ettiğin işlere ah eden çoktur Cümlenin rızkını verici haktır Görmedim sen gibi bir alçak deni Kendini bilmeyen it yer yer gider Çevirdi ağyarlar etrafım yeder Cenabım saklasın bundanda beter Bana hasım olanın kapansın evi Gör neler işledi ol yüzü kara Derunuma onulmaz yaralar açtı Düştüm bülbül gibi ben ahüzara Gözlerine insin bela dumanı Helal , haram demez aldığın yudar Bu kadar eşyayı bilmemki nider Hemen marifeti vurgunluk eder Aldı ben fakirin eldeki varı.326 Halk burada vergi tahsildarına (mültezim) isyan ederken aslında sistemin temel sorununu da dile getirmektedir. Mültezimin 325 326 Uzun, a.g.e., s.10. Den: Tane Ağyar: Yabancılar, eller. 111 karını artırabilmek için yaptığı suistimalleri dile getirmektedir. Gücünü devletten alan mültezimlerin soygunlarına karşı koyamayan halk sonunda nefretinin de etkisiyle onu tanrıya şikayet etmektedir. Aynı durum çiftçi ile mültezimin karşılıklı söyleşmesi biçiminde oluşturulan başka bir destanda daha yalın ve çarpıcı bir biçimde anlatılmaktadır. Ağır vergi yükünün ve mültezimin keyfi uygulamalarının anlatıldığı bu destanın sonunda çiftçi karısıyla dertleşirken sözü şöyle bağlar327: Deminden kuşluk öşürcüler geldiler Zahirem samanım bütün aldılar Bir tek yaba ile beni saldılar Değirmen mi, tohum mu kaldı avrat? Yine aşağıdaki “aşar vergisi ve arık toklu” isimli türkü de vergi toplayıcıların, istedikleri vergi miktarına ulaşabilmek için köylünün neyi var neyi yoksa almaya çalıştığının, başka bir deyişle aslında vergi kaynağını da kuruttuğunun göstergesidir. Tahsildar bey niye güldün kuzuya Hele bir bak ağzındaki azıya Razıyım ben yazacağın cezaya Saymışsın tahsildar devlet sağ olsun Bu bir koyun olur ağzı havalı Taze kızlar gibi sırtı boyalı Çoban arkasından çalar kavalı Yazmışsın tahsildar devlet sağ olsun Bilmeyen yok şu toklunun namını Kırşehir'de sattırayım yağını 327 Bayrak, a.g.e., s.27. 112 İstanbul'a yükledeyim yününü Yazmışsın tahsildar devlet sağ olsun Boğazında vardır bir top karası Üç günlükken öldü bunun anası Devlet sandığını doldurur parası Saymışsın tahsildar vatan sağ olsun Aşar Vergisi ve Arık Toklu isimli türkünün hikayesi şu şekildedir: “Kırşehir, Mucur'a bağlı Çatalarkaç köyünden Ger Ali, çok fakir bir aile reisidir. Dönem, Osmanlı'nın son yıllarıdır. Köye aşar vergisi toplamaya gelen memurun, hayvanları ve hatta tavukları bile yazdığını duyan Ger Ali, biricik arık toklusunu köyün dışındaki bir dereye götürür, saklar. Bunu gören aynı köyden bir vatandaş, memura durumu bildirir. Tahsildar gider, tokluyu eliyle koymuş gibi bulur. Bulur ama toklu oldukça zayıf, arık bir tokludur. Memur, Ger Ali'ye alaylı bir tavırla "Sakladığın toklu da bu muydu?" diye çıkışır. Tahsildarın, toklusunu yazacağını anlayan Ger Ali, efkarlanır, elini kulağına atar ve bu türküyü söyler. Çok uzun olduğu bildirilen türkünün ancak dört kıt'ası derlenebilmiştir”328. Osmanlı’da köylüler mültezimlerin aşırı baskılarına maruz kalmışlardır. Mültezimler (ve tımar sahipleri) kanuni vergiyi (özellikle aşarda) almakla yetinmeyip, vakitli vakitsiz köylere inmeyi, hanelerden ücretsiz yiyecek, giyecek, hayvan, arpa istemeyi, türlü bahanelerle köylüyü angaryaya koşmayı, buna yanaşmayanları zincire vurmayı, tahılı uzak pazarlara taşıtmayı, yönetici takımına yaslanıp akla gelmedik zulümlerde bulunmayı, hizmetkar hakkı, kilercilik diye yasadışı vergiler talep etmeyi alışkanlık edinmişlerdir329. 328 329 Baki Yaşa Altınok, Öyküleriyle Kırşehir Türküleri Destanları, Ağıtları, Oba Yayıncılık, Ankara, Mayıs, 2003, s.227. Sakaoğlu, a.g.e., s.5. 113 Mültezimler halkı soymak için çeşitli yöntemler geliştirmişlerdir. En yaygın olarak kullandıkları yöntemse ürünün satın alınmasını geciktirerek ürünün çürüyeceği korkusunu yamak, böylece ürünü çok ucuz fiyattan ele geçirmekti. Mültezimin kullandığı diğer bir yöntem de ürünü zamanında almaması ve köylünün ürünü tüketmesini beklemekti. Köylü ürünü tüketince de iki katını köylüden zorla alıyordu. Köylü ise elinde gerçekten parası olmadığı halde vergi ödeyemeyeceğini söylediğinde ise hemen işkence ve baskıya maruz kalırdı330. İşkenceden sonra ürün bulunursa mültezimin payının ambarlara ve kasalara götürülmesi için köylü angaryaya tabi tutulurdu. Şayet vergi ürün olarak ödenemezse; köylünün sabanı, öküzü, yatağı, kap kacağı gibi her türlü malı yok pahasına satılırdı331. İşin ilginç olan tarafı ise bunu da jandarma desteğiyle yapmasıydı332. Bu durum köylünün mültezimlere bakışını da etkilemekte ve onu adeta bir şeytan gibi görmelerine sebep olmaktadırlar. Aşağıdaki destan bunu çok açık bir şekilde yansıtmaktadır333. Dinle'n ağalar Öşürlü'nün sözün Kara olsun iki yüzün Başındaki bir top bezin Küpe batır Koca Şeytan Oldun fıkara kasabı Değiştirdin sen nesebi Ahrette külek hesabı 330 331 332 333 19. yüzyıl sonlarında kaymakamlık yapan Tahsin Uzer, yönetici olarak yaşadığı vergi toplama işkencesini şöyle anlatmaktadır: “Zaptiyeden Kara Osman Çavuş, fakir halk parayı ödeyemeyince bütün hepsini tek tek ağaca bağlayıp dövüyordu. Bunu niçin yaptığını sorduğumda ise, ben onlardan vergi borçlarını almak için böyle bir nizam kurdum diyordu”. Bkz. Yetkin, a.g.e., s.28. Yetkin, a.g.e., s.27-28. Velay, a.g.e., s.35. Yaşar Kemal, Sarı Defterdekiler: Folklor Derlemeleri, 1.bs, İstanbul, t.y, s.147-148. 114 Veremezsin Koca Şeytan Ahalinin canını yaktın Yarısını ata döktün Kıl çaldın torba diktin Utanman mı Koca Şeytan Deftere ettin hileyi İnşallah buldun belayı Günahtan yaptın kaleyi Dikilirsin Koca Şeytan Altında var yağız at Kalemi etti gene hareket Dedin harına bereket Berhudar ol Koca Şeytan Ekinler oluyor göcek Gene öşür alınacak Verelim yitip sen ölürken Sana davul çalınacak Kör avradın eri sensin Şeytanların piri sensin Anavarza'ya taş dizen Kaltabanın biri sensin Öşürlü'yü aciz ettik Çok söyledik taciz ettik İki türkü haciz ettik Darıldın mı Koca Şeytan “Sultan Abdülmecid’in “sirkat-i müevvel” (hırsızlığın değiştirilmiş adı) dediği iltizam Osmanlı’da kolay kolay değiştirilemedi. Köylü bu beladan kurtulmanın çaresini toprağını terk etmekte, bağını bahçesini kurutmakta bulmuştu. “Kesimci” dediği 115 mültezimle ilişkisi tamamen dramatikleşince de ozan şu türküyü yakmıştır”334. Aldı Kesimci: Yükleyin badası durdurman salın Arzuhal verin de iane alın Hemi bir başlı olun üğüdün gelin Hayli kârınız var sizin bu sene. AldıÇiftçi: İki aydır hep çalıştım durmadım Günlerim geçti kimseyi görmeden Bir pilav pişirdim eski yarmadan İstersen Kadı’da yeminler ettir. Aldı Kesimci: Hiç boşa gidip Kadı’ya varma Sende yokmuş dediler yarma Canımı acıttın söylenip durma Vermem denesini boşa yorulma Aldı Çiftçi: Nasıl olur bir avucun verince Gözüm korktu heybetini görünce Ol habibin huzuruna varınca Alırlar hakkımı sende komazlar Aldı Kesimci: Biz de geldik buralarda durmayız Çok söylenme samanı da vermeyiz Oralarda bizler sizi görmeyiz Benim işim o yerlerde dumandır. 334 Yalman t.y., s.226’dan aktaran Sakaoğlu, a.g.e., s.5. 116 Aldı Çiftçi: Yaktın ciğerimi nasıl durayım Devlet salgın ister nerden vereyim Bana bir iş bul da onu göreyim Kış gelir de orta yerde kalırım Aldı Kesimci: Birazınız gelin atıma bakın Birazınız davarım suya çekin Dilenip devşirin artlıca eksik Yeni sene ben öşürü alırım. Aldı Çiftçi: Göçer gider ayrı yerde kışlarım Şimden geri bildiğimi işlerim Satarım mülkümü çifti boşlarım Kalan öşrü vermem boşa yorulma Bu türkü; ağır vergi yükünün, aşar vergisinin, mültezimin keyfi uygulamalarının yoksul halkta bıraktığı etkiyi ve yakarışı gösteren güzel bir türküdür. Köylü burada, vergilerle baş edemediği durumda, en sonunda toprağını terk edip gitmeyi (çift bozan) bile göze almaktadır. Aslında başka çaresi de yoktur. Osmanlı’da vergilerin iltizam usulüyle toplanmasında iltizamı alan mültezim, verginin toplanma işini yanında çalıştırdığı adamlarına da verebilmekteydi. Halk bu kişilere öşürcü demekte ve bunları köylerine sokmak istememektedir. Hatta köye öşürcü geleceği duyulduğunda önceden köy dışında mevzilenen köylüler, öşürcünün köye gelmemesi için silahlı çatışmaya bile girebilmektedir. Aşağıdaki türkü, vergi baskısı altında kalan köylünün artık vergi ödememek için vergi toplayıcılarını köye sokmamak adına göze aldıkları direnişi gözler önüne sermektedir. 117 Çatal çama kurşun attım geçmedi Ali efeye ayran verdim içmedi aman yandım aman Öşürcü Yakup elime geçmedi Teke bıçak tırpan gibi biçmedi aman yandım aman Kova kova çapulama kum doldu Silahlarım senin için dün doldu aman yandım aman Öşürcüler bizim köyden kovuldu Düşmanlarım dumanlara boğuldu aman yandım aman335 Kanunlarla, devlete ve halka hizmet eden bazı görevlilere, hizmetleri karşılığında reayadan belli bir miktar resim toplaması izni verilmiştir. Örneğin vergi tahsildarı kendi geçimi için reayadan hane başına az bir miktar resim toplardı. Merkezi yönetimin kontrol sistemi iyi işlediği zaman bu gibi görevlilerin yetkilerini kötüye kullanmaları biraz da olsa önlenebiliyordu. 336 Bu açıdan özellikle iltizam sisteminden kaynaklanan sorunlar daha önce de belirtilmişti. Bir yandan merkezi idarenin memurlarının doğrudan topladığı vergiler, diğer yandan yerel güçlerin aldığı vergi adı altında getirdikleri yükümlülükler üzerine Âşık Talibi’nin (1733-1813) aşağıdaki dörtlükleri halkın düşüncelerine tercüman olmaktadır337. Dağa çıksam ayısı var kurdu var Düze insem sıtması var derdi var Köye insem tahsildar var vergi var Şaştım anam bu salgının elinden Ayrıca vergilerin ayni olarak tahsilinde de (özellikle aşar vergisinde) önemli yolsuzluklar yapılmıştır. Köylünün aşar olarak getirdiği mahsulü ambara devredilirken kileye çevirmede yapılan 335 336 337 TRT Rep. 500 İnalcık, a.g.e., s.322. Bayrak, a.g.e., s.9. 118 çeşitli hilelerle ürün olduğundan daha düşük gösterilmiş ve halktan “bakayanız kaldı” denilerek tekrar zahire getirmesi istenmiştir. Yeniden getirilen mahsulün ölçümünde de yine hileler devam etmiştir.338 Âşık Tâlibî bu durumu ise şöyle dile getirmektedir. Tâlibî’yim kurtulmadım çileden Mültezimler öşür alır kileden En doğrusu kaçmak imiş Zile’den Hiç gelmemek nûrun âlâ nur imiş Kaygusuz Abdal’a ait “Koyun Bine Yeteceğiz” adlı türküde de hayvanlar üzerinden alınan vergilerin ağırlığı vurgulanmaktadır. 339 Koyun bine yeticeğiz Sürmeğe de yarağ olur Beş yüzünü satıcağız Harçlanmağa gereğ olur. 17. yüzyılda kadılık ve sancakbeyliği gibi önemli görevler alınıp satılmaya başlanmıştır. Mansıp veya memuriyetini bu şekilde alan kişilerin çoğu, verdikleri paraları çıkarmaya fırsat bulamadan yerlerini başkalarına satmışlardır. Bu nedenle halk vergi toplama adı altında açıktan açığa sömürülmüştür. Hatta padişah ve divan, sefahat a da öteki harcamalarının gerektirdiği paraları bulamayınca, valilerden ya da ricalden bağışlar ve peşkeşler biçiminde isteklerde bulunmak suretiyle soyguna kendileri de katılmıştır. 17. yüzyıl’da valiler, bir yandan halktan sağladığı salmalar ile ücretlerini ödemek üzere, topladığı levendlerden ibaret askerlerinin başına komutan, öte yandan kapısında toplanmış bir sürü in338 339 Uzun, a.g.e., s.28. Abdülbaki Gölpınarlı, Kaygusuz Abdal, Hayatı, Yaşamı, Eserleri, İstanbul, 1962, s.42. 119 sanı halkın sırtından geçindirme çabasında bulunan bir soyguncu durumuna düşmüşlerdir. 340 Bu keyfi uygulamaları Aşık Seyrani’nin bir türküsünden alınan341 aşağıdaki dörtlük güzel bir şekilde ortaya koymaktadır. Hükm-i Şeriatça fakir ü mazlum Emanetullahtır değil mi malum Zalimin keyfince icra-yı rüsum Edenler çekmez mi azab-ı niran (….) 16. yüzyılın sonlarından itibaren toplumsal düzeni bozulmaya başlayan Osmanlı İmparatorluğu’nda Anadolu kırsalında kapılanacak yer arayan ve bu arada köylülerin sırtından geçinen oldukça fazla sayıda çete baş göstermeye başlamıştı. Aynı zamanda beylerbeyleri de iktidarlarını sürdürebilmek için görevde bulundukları süre içinde kasalarını doldurmak zorunda kaldıklarından bunu da genellikle kırsal alanı dolaşıp reayaya çeşitli salmalar salarak gerçekleştiriyorlardı. Bu uygulamalar resmen onaylanmıyor hatta dönemin padişahları tarafından şiddetle kınanıyordu. Örneğin, 3. Murad hazinenin vergi kaynaklarını güvence altına alabilmek için, vali ve adamlarını köylerine sokmamasına bile izin vermişti. Ancak reayanın korunmasına ilişkin padişah fermanlarının uygulanmasını sağlamak genellikle mümkün olamamıştır 342 . Buna ilişkin güzel bir örnek 17. yüzyılın başlarında Kurt Ahmet Paşa’nın halka yaptığı zulümlerdir343. Kırşehir, Bozok, Kayseri ve Niğde; Tavil Ahmed ve Karakaş adlı Celâli kitleleri tarafından 1603'de işgal edildiği dönemlerde bu dört sancağın muhafızı Kurt Ahmet Paşa idi. Celâli Deli 340 341 342 343 Akdağ, 1966’dan aktaran Gökbunar, a.g.e., s.108. Mustafa İslamoğlu, Seyrani: Hayatı, Kişiliği, Sanatı, Şiirleri: Denge Yayınları, İstanbul, 2002, s.256. Suraiya Faroghi, a.g.m., s.564. Altınok, a.g.e., s.32. 120 Hasan'a karşı Celâli Serdarı Hüsrev Paşa tarafından tayin edilen Kurt Ahmet Paşa, Kırşehir ve havalisinde baskı ve zulüm uygulamaya başlamıştır. Kırşehir'deki kervansaraylar, hanlar boş dururken beğendikleri evleri zorla boşalttırıp yerleşiyorlar, halkı sokağa atıp evlerine atlarını bağlıyorlardı. Bu zorbalar yoksul halkın sırtından her gün karınlarını doyuruyorlar, halkta buldukları at, deve ve diğer hayvanları gasbediyorlardı. Ekonomik bakımdan biraz iyi olan kimselere olmadık suç yükleyip hapsedip elinde avucunda nesi varsa alıyorlardı. Kabresığmaz, Tanrıbilmez adlarıyla anılan ve Kurt Ahmet Paşanın emriyle "Başbuğ" atanan zalimler ile bunların emrindeki seksen yüz kişilik silahlı askerler korumasız köylü halkın paralarını, mallarını ellerinden zorla alıyorlar, direnen halkı da derhal öldürüyorlardı. Hayvanlarının ve askerlerinin tüm masrafları halka ait olmak üzere Kırşehir merkezde iki ay oturan zalim Kurt Ahmet Paşa ve askerleri, yaptıkları yetmiyormuş gibi esnafın dükkânlarını yıkıyor hatta kıza, geline sarkıntılık etmeye teşebbüs ediyorlardı. Bu zulümlerden bıkan devletin resmi Kadı'sı Silahtar Maksut Efendi, vergi memuru Ferhat Çavuş, (O an üzerinde devlet namına topladığı on bin altın bulunuyordu.) Sarayın işlerini yürüten memur Zaim Mestan Ağa, kendilerine bağlı askerlerle birlikte Kale muhafızı ile birleşerek Cemele Kalesine sığınmışlardı. Hazineye ait altınların Kale muhafızına teslim edildiğini duyan Kurt Ahmet Paşa, bir gece ansızın adamlarıyla Cemele Kalesi'ne baskın düzenledi; fakat içeri girmeyi başaramadı. Hatta Kırşehir subaşılığı yapan katibi Davut adlı eşkıyabaşı kaleden atılan bir silahla öldürüldü. Kurt Ahmet Paşa ve adamlarının Kırşehir halkına yaptığı zulümler Baş Serdar tarafından duyulması üzerine Kırşehir Sancağına Muharrem Bey atanmış, gücü kırılan zalim Kurt Ahmet Paşa da Kayseri taraflarına kaçmıştır. 121 Kurt Ahmet Paşanın yaptığı zulümler Kırşehir halkında derin izler bırakmıştır. Halkın çektiği ızdıraplara tercüman olan bir ozan bu olayı şu dizelerle dile getirmiştir.344 Kulların ahvalin eyleyim beyan Reaya halini bil padişahım Harami elinde kaldık el aman Balçıkta dönmüyor dil padişahım (….) Akşam olur yiyiciler derilir Çıkan soframıza kusur bulunur Her haneden zorla kuruş alınır Soyulur sırtından çul padişahım (….) Kaçan halas olur tımarhaneye Tesellim avarız saldı haneye Dilimiz varmıyor Sultan demeye İşte böyle böyle hal padişahım Burada aynı zamanda avarız vergileri ile ilgili bir olaydan da bahsedilmektedir. Avarız vergilerinin toplanması için farklı bir usul kullanılmıştır. Ülke nüfusu daha önceleri vergileri paylaştıracak şekilde vergi hanelerine bölünüp vergiye ihtiyaç duyulduğunda avarız hanelerinden vergi alınırdı. Avarız vergileri 3-10 haneden oluşan avarız hanesi denen birimler üzerine tarh edilip alınırdı345. Bu türkü aynı zamanda askerlerin servet biriktirme şekillerini de belirten bir nitelik arz etmektedir. Toplumun servet biriktirme olanağı en fazla olan tabakası asker sınıfıdır. Bunlar, halkın içine düştüğü yoksulluk felaketini sömürerek, faizcilik, ortakçılık gibi yollarla köylünün sırtından çok büyük servetler edinip 16. yüzyılın ortalarından itibaren ortaya yepyeni bir sınıf çıkarmışlar344 345 Altınok, a.g.e., s.33. Giray, a.g.e., s.101, Faroghi, a.g.e., s.658. 122 dır. Bu konuda fakir fukaradan çok yakınmalar olmuş, hükümet durumu bütün açıklığı ile kavramış, bunlarla mücadeleye girişmiş ancak başarılı olamamıştır346. Osmanlı’da zaman zaman yerleşik ve yarı yerleşik (konar göçer) reaya arasında çatışmalar olmuştur. Bu durumda devlet yerleşiklerin yanında olmuştur. Bu olgunun da etkisiyle Osmanlı devleti 16. yüzyıldan itibaren aşiretleri iskan siyaseti izlemişlerdir.347 Bu durumda konar göçerler bir yandan devleti karşılarına almışlar bir yandan da tahsildarların baskısına isyan etmişlerdir. Bu durum Şarkışlalı Aşık Serdari’den alınan aşağıdaki türküde açıkça görülmektedir. Nesini söyleyim canım efendim Gayrı düzen tutmaz telimiz bizim Arzuhal etsem de deftere sığmaz Omuzdan kesilmiş kolumuz bizim Sefil irençberin tebdili şaştı Borç kemalin buldu boyundan aştı İntikal parası binleri geçti Dahi doğrulmaz belimiz bizim Fukara ehlinin yüzü soğuktur Yıl perhizi tutmuş içi kovuktur İneği davarı iki tavuktur Bundan başka yoktur malımız bizim (….) Fukara halini kimse sormuyor Ehl-i diyanetin yüzü gülmüyor Padişah sikkesi selam vermiyor Kefensiz kalacak ölümüz bizim (….) 346 347 Akdağ, a.g.e., s.83. Tabakoğlu, a.g.e., s.145. 123 Tahsildarlar çıkmış köyleri gezer Elinde kamçısı fakiri ezer Döşeği yorganı mezatta gezer Hasırdan serilir çulumuz bizim (….) Serdari halimiz böyle n'olacak Kısa çöp uzundan hakkın alacak Mamurlar yıkılıp viran olacak Akibet dağılır ilimiz bizim Türkülerde bazen ilginç vergiden kaçınma yöntemlerine de rastlanmaktadır. Bunun ilginç örneklerinden biri de haraçtır. Haraç Osmanlı’da daha çok gayrimüslim tebaayı ilgilendiren bir vergidir. Verginin ağır geldiği durumlarda bir vergiden kaçınma mekanizması olarak Müslüman olma (veya Müslüman gibi görünmek) yoluna başvurulması aşağıda Aşık Seyrani’den alınan bir Develi türküsünde görülmektedir348. Edelim Nazm İle Bir Hoş Nasihat (….) Sorsa ne olduğun bilmezsin iman Anın'çün bilinmez yahşiyle yaman Haraç korkusundan olmuş Müslüman Bir alay nimeti küfran olanlar (….) Niçin garip oldu hükm-ü şariat Kadının müftünün yediği rüşvet İçkiden zinadan cahile növet Vermiyor hafız-ı Kur'an olanlar (….) 348 Vasfi Mahir Kocatürk, Saz Şiiri Antolojisi, Ayyıldız Matbaası, Ankara, 1963, s.342-344. 124 Burada hemen belirtmek gerekir ki haraç ödemekten kurtulmak için Müslüman olmayan bir kişinin Müslümanlığı seçmesi vergiden kaçınma iken, Müslüman gibi görünmesi bir vergi kaçırma eylemidir349. Ancak bizi ilgilendiren eylemin niteliğinden çok vergiye karşı gösterilen bir tepki olmasıdır. Bu türküde ağır vergi yükünden kurtulmak için din değiştirme yoluna bile gidildiği görülmektedir. Bazı türküler de vardır ki sözlerinde vergiye ilişkin bir husus bulunmamaktadır. Yani türkünün içeriğinde herhangi bir vergi sorunu yer almamaktadır. Ancak bu türkülerin ortaya çıkış sebebi veya yakılış sebebi vergilere dayanmaktadır. Dolayısıyla sözlerinde değil de hikayesinde vergi sorunları yer alan türküler de vardır. Bu türkülerin en tipik örnekleri; Atçalı Kel Mehmet Efe Türküsü, Hüseyin Efe Türküsü ve Sepetçioğlu Türküsüdür. Şimdi bu türkülere değinilecektir. ATÇALI KEL MEHMET EFE TÜRKÜSÜ Bu türkünün sözlerinde vergilere ilişkin bir husustan bahsedilmemektedir. Ancak türkünün doğuşu ve türküye konu olan olaylar içinde vergiler de önemli bir yer tutmaktadır. Atçalı Kel Mehmet Efe isyanından ikinci bölümde de bahsedilmişti. Eşkiyaların genellikle soygun, adam öldürme, tecavüz gibi eylemlerine karşı sosyal eşkıya olarak nitelendirebileceğimiz Atçalı Kel Mehmet Efe’de bu tür eylemler görülmemektedir Atçalı Kel Mehmet Efe’nin halkın içinden çıkan ve halkın çıkarları doğrultusunda hareket eden bir kişi olması dolayısıyla, devlet güçleri ve devletin yerel bazı destekçileri tarafından öldürülmesinin ardından, Hobsbawm’ın sosyal eşkıya tiplemesine uyan Atçalı Kel Mehmet Efe’ye halk tarafından bu türkü yakılmıştır. 349 Ahmet Ozansoy, Türkülerde Vergiler”, Yaklaşım, S.192, Aralık2008. 125 Bayrak350, Atçalı Kel Mehmet Efe ve bu Efe’ye yakılan türküye ilişkin şu bilgileri vermektedir: “Mehmet Efe, genç yaşında dağa çıkmış, daha sonra bir ihtilalin lideri olmuştur.Kel Memet'in liderliğinde meydana çıkan Aydın ayaklanması tam manasıyla bir halk ihtilali karakterini taşır görünmektedir. Çünkü Kel Mehmet, şimdiye kadar gelmiş geçmiş eşkıyaların yapamadığı bir işi başarmıştır.Aydın ihtilaline lider olan Mehmet ilk olarak savaş vergilerinden bunalan Aydınlılara bu vergiyi kaldırdığını ilan etti. Daha sonraları mültezimlerin, voyvodaların ve zabitlerin halktan keyfi olarak topladıkları vergileri kaldırdı. Merkezi hükümet için toplanan vergileri kanunların emrettiği şekilde toplayarak İstanbul’a göndermiştir. Kel Mehmet bunlarla da yetinmedi, hükümetten serbest ticaret ve tarımın korunmasını, kanunların değiştirilmesini, daha eşit kanunlar yapılmasını ve askerliğin yeni esaslara bağlanmasını istedi. Kel Mehmet'in ilk ayaklanmasında yalnız Aydın mütesellimi ve yanındaki adamları hariç, diğer kasabalarının hiç birisinde ona karşı silah atılmadı. Aksine, adamlarıyla birlikte bu kasabalara birer kurtarıcı gibi girdi. Halk, Kel Mehmet'in ileri sürdüğü fikirleri samimi, ciddi ve adil buldu.. Onun etrafında toplanıverdi... Böylece Aydın ihtilali dediğimiz ihtilal başladı... Aydın'a bir vali gibi yerleşen Kel Mehmet, eski düzeni kökünden yıktı.. Kötü idareciler ve ayanlar bulundukları yerlerden kaçtılar. Onların yerlerine adamlarını koydu, ileri sürdüğü esaslara göre hakim olduğu bölgeyi idareye başladı. Kel Mehmet, idaresi altında bulunan yerlerde halkının malına, canına ve ırzına saygı gösterdi. Gezi hürriyetine engel olmadı. Üstelik padişahı da efendi ve halife olarak tanıdı, ahlaksız, zalim ve hırsız memurların amansız bir düşmanı oldu. Ağır vergiler altında inleyen, dövülen, hapsedilen ve sürgüne gönderilen 350 Bayrak, a.g.e., s.313-314. 126 halkın koruyuculuğunu yaptı. Çilelerle dolu bu halkı, zalim memurların pençesinden kurtarmak için elinden gelen her şeyi yaptı. Kel Mehmet'ten önce gelen şakiler, astılar, kestiler, soydular, halkın kızlarını, oğullarını dağlara kaçırdılar, kanunları çiğnediler düzenleri bozdular. Halbuki Kel Mehmet, onların aksine zulmü ve adaletsizliği ortadan kaldırmak, yeni bir düzen kurmak için çalıştı. O bu idealleri uğruna fermanlı oldu ve başverdi... Fakat onun ileri sürdüğü fikirler, İkinci Mahmut'un yaptığı yenilikler hareketinde, Tanzimatın ve Birinci Meşrutiyetin ilanında önemli rol oynadı.” Osmanlı Devleti Aydın İhtilali dolayısıyla yayınladığı fermanda, memurlarını ve idari düzenini savunmuş ise de bu ihtilalden sonra yaptığı yeni ıslahat hareketleri ve yayınladığı Tanzimat fermanıyla getirdiği düzenlemelerle Atçalı Kel Mehmet Efe’nin ve Aydınlılar’ın ileri sürmüş olduğu fikirleri aynen kabul etmiştir. Zulmü azaltmak, keyfi yönetimi yok etmek,, herkesin servetine ve malına göre vergi vermesini temin amacıyla eski düzen kökünden yıkılmış ve yeni kurallar getirilmiştir.351 Bu türkünün sözleri aşağıdaki gibidir: Aydın dağlarında gezerim gayri Yazıldı fermanım okundu gayri Aldım martinimi çıktım dağlara Dünya bir olsa tutulmam gayri Atçalı Mehmet'im bilsinler beni Yoksulun yanında görsünler beni Koyarım bu yola bu tatlı canımı Dünya bir olsa tutulmam gayri Oniki yaşımda binerdim taya Minnet etmezdim paşaya beye Bizi yaman bildirmişler devlete Dünya bir olsa tutulmam gayri 351 Gökbunar, a.g.e., s.33. 127 HÜSEYİN EFE TÜRKÜSÜ Bu türkünün sözleri vergi ile bir bağlantısı olmadığı izlenimi verse de türkünün yakılış sebebinin altında vergi olayı vardır. Hüseyin Efe Türküsü’nün öyküsü şöyle anlatılmaktadır: “Yaklaşık 200-300 yıl önce hükümet miri bir araziyi köylünün elinden almış ve bu yetmiyormuş gibi köylüye çok da ağır bir vergi getirmiştir… Köylü bu vergiyi ödeyememiş ve bir çok köylü Hüseyin Efe’nin önderliğinde dağa çıkmıştır… Günlerden bir gün Hüseyin Efe’ yi Taşoluk’ta kıstırmışlar. Efenin en yaman arkadaşı da yardıma gelememiş. Efe yaralar almış ve çokça kan akmış. Kızanları (arkadaşları), kaçıralım demişler ama durumu çok ağırmış. Belki hastaneye ulaştırsak kurtulur diye düşünmüşler. Bunun üzerine “teslim olduk”diye haber göndermişler. Ancak ertesi gün bir de duymuşlar ki Hüseyin Efe’ yi asmışlar. Efe’nin asılması üzerine köylü de bu türküyü yakmış”352 Hüseyin Efe türküsünün sözleri aşağıdaki gibidir353: HÜSEYİN EFE TÜRKÜSÜ Üsyakadan çıktım başım selamet Taşoluğa indimkoptu kıyamet Mehmet efem allahına emanet Amanın ağalar böyle de zülüm olur mu? Teslim olan efeye böyle de ölüm olur mu? (….) Hüseyin efe iniyor yokuştan Silahları gözükmüyor gümüşten Vallah billah haberim yoktu bu işten Amanın ağalar,böyle de zülüm olur mu? Teslim olan efeye böyle de ölüm olur mu? 352 353 Bayrak, a.g.e., s.346. Işıtman, 1942, aktaran, Bayrak, a.g.e., s.345-346. 128 SEPETÇİOĞLU TÜRKÜSÜ Derebeyini öldüren Osman’ın dağa çıkışını ve halkın da desteğiyle verdiği mücadeleyi anlatan Sepetçioğlu Türküsünde doğrudan vergiye ilişkin bir ifade yer almamasına rağmen, türküye sebebiyet veren konu vergidir. Sepetçioğlu Osman Efe halk tarihinin ‘Erdemli Başkaldırı’ türündeki ilginç kahramanlarından birisidir. Sadi Yaver Ataman, Sepetçioğlu’nun yetiştiği ortam, yaşamı ve başkaldırısı konusunda şu bilgiyi vermektedir: “(…)18’inci yüzyıl, Anadolu’da yer yer derebeylerinin en şiddetli hüküm sürdüğü bir dönemdir. Hükümet içinde hükümet kuran ve haksızlıkla yöneten derebeylerine karşı zaman zaman bilinçli bir halk hareketini temsil eden halk kahramanları çıkmıştır. Bunlar yaşadıkları çağın zulmüne karşı maddi güçleri ile olduğu kadar içsel duygularının kuvvetiyle de savaşa girişerek, özgürlük düşüncesinin birer savaşçısı olmuşlardır. İşte bunlardan biri de Sepetçioğlu Osman Efe’dir. Kastamonu’da baskıcı ve zorba bir yönetim sürmekte olan derebeyi, koyduğu ağır vergilerle halkı haraca kesmekte ve ezmektedir. Bir gün dükkanında çalışırken, haraç toplayan derebeyinin adamları, Osman’ı da vergi olarak bir haftaya kadar yüz sepet vermesi için zorlarlar. Osman, derebeyinin adamlarına bu kadar sepeti yapacak gücü olmadığını anlatmaya çalışır,fakat dinletemez. Onların ağır saldırıları karşısında, derebeyi için ileri geri söz söylediği bahanesi ile zorla yakalanarak derebeyinin huzuruna çıkarılır. Derebeyi Sepetçioğluna hakaret eder ve onu öldürmeye kalkar. Ancak Sepetçioğlu bir fırsatını bularak yanında taşıdığı saldırmayla derebeyini öldürür. Zindana atılan Sepetçioğlu bir süre sonra kaçar ve dağlarda mücadeleye devam eder….”354 354 Bayrak, a.g.e., s.321-322. 129 Türkünün sözleri de aşağıdaki gibidir355. Yaslan Sepetçioğlu yaslan Lâleli çimenli dağlara yaslan Analar doğurmaz sen gibi aslan Yassıl dağlar yassıl arslan geliyor, (…) Kalk gidelim kışla önü aşağı Salıvermiş ince belden kuşağı Yaman olur Kastamonu uşağı Yassıl dağlar yassıl, Osman Efe’m geliyor. Anadolu halk türkülerinde karşılaşılan vergi sorunlarının temelinde bazen de doğa olayları yatmaktadır. Bilindiği gibi Osmanlı vergi sisteminin temelini köylülerden ve çiftçilerden alınan vergiler oluşturmaktadır. Bunlar da tarıma dayalı üretimleri dolayısıyla vergi ödemektedirler. Normal dönemde zaten ağır olan vergi yükü, hayvan istilası, kıtlık gibi doğa olayları nedeniyle dönem dönem daha da ağırlaşmıştır. Bu durumda devletin zaman zaman vergileri erteleme veya silme yoluna gittiği görülmektedir. İşte sözünü ettiğimiz bu tür doğal olaylardan kaynaklanan vergi sorunları da türkülere yansımıştır. Bunun tipik örneği aşar vergisinde görülmektedir. Zira kötü bir iklim, ayın olarak alınan aşarın tahsilatı üzerinde derhal etkisini göstermiştir. Tahsilat bazen 1/3 oranında azalmış, bazen de yarıya inmiştir. Bunun sonucunda elinde buğdayı olmayan köylü şahıs vergisini veremeyecek duruma gelmiştir356. Bu durumda halk devletten verginin alınmamasını ve borçların silinmesini beklemiştir. Bu durum Afrika üzerinden gelen çekirgelerin Anadolu’da ta- 355 356 Hamdi Tanses, Öyküleriyle Halk Türküleri (Notalı), Tay Yayınları, İstanbul, 2005, s.161-162. Velay, a.g.e., s.106. 130 rım alanlarına zarar vermesi üzerine yakılan Afyon türküsünde açık bir şekilde görülmektedir357. Çekirgenin teşiri Arpa buğday devşiri Tel çekelim devlete Kimden alcak öşürü Çekirgenin kararı Yere düşse kararı Varın söylen Beytullah'a Neye verecek kararı Entarimi al ettim Yenlerini dar ettim Bu devletin önünde Yatağımı don ettim 1800'ler, Orta Anadolu'nun en ağır kıtlık günlerini yaşadığı yüzyıldır. Aşağıdaki “Adana’da Biter Taze Arpalar” adlı türkü o günlerin ve daha sonraki yılların ağır koşullarını ve halkın çektiği ıztırabı dile getirmektedir.358 . Bu dönemde yaşam güçlüğü çeken halk, aynı zamanda ağır vergi yükü altında ezilmekte, vergilerini güçlükle ödeyebilmektedir. Türküde, halkın vergisini ödeyebilmek için günlük ihtiyaçlarından bile vazgeçmek zorunda olduğu anlaşılmaktadır. Adana'da biter taze arpalar Yollarda jandarma bizi hırpalar Ekmek diye ağlar küçük körpeler 357 358 Özbek, a.g.e., s.345. Altınok, a.g.e., s.153-156. 131 Aman Allah rızkımızı kesme ver Aman Ağam gurbet elde durma gel Ağlayı ağlayı aşar yatırdım Gaz kalmadı karanlıkta oturdum Ölüm kefenini borca getirdim Aman Allah rızkımızı kesme ver Aman Ağam gurbet elde durma gel Zenginler de edasında sürsünde Fukara karardı keven isinde Gelinler kocasız gurbet yasında Aman Allah rızkımızı kesme ver Aman Ağam gurbet elde durma gel (….) Benzer bir doğa olayı da 1871'de başlayıp 1874 yılına kadar dört yıl süren yine bir kıtlık şeklinde yaşanmıştır. Kırşehir ve Orta Anadolu yöresini kasıp kavuran ağır kıtlık günlerinde Kırşehir'den gönderilen ve İstanbul'da 15 Mayıs 1874 tarihli Basiret gazetesinde yayınlanan bir mektupta bu kıtlıkta bölge halkının ölmüş hayvan eti, ağaç kabuğu, ayrık otu yediği yazılmaktadır. Yine aynı gazetenin 25 Haziran 1874 günü çıkan sayısında da bu kıtlık hakkında şöyle yazılıdır. Ankara Valisi Derviş Paşa'nın Ankara'ya geldiği gün aç kalan dört beş bin kişinin valiyi karşılayıp feryat figan ettiklerini, halkın bu acıklı durumunun yürekler paralayıcı olduğu, aç halkın karşısına valinin resmi elbisesi ile çıkamadığı, kıtlık nedeniyle Orta Anadolu halkının yurtlarını bırakıp başka bölgelere göç ettiği bildirilmektedir. Aşağıdaki destanlarda da belirtildiği gibi 359 , Kırşehir, Keskin, Kayseri, Nevşehir, Yozgat ve Ankara başta olmak üzere 359 Altınok, a.g.e. 132 Orta Anadolu'yu kasıp kavuran kıtlık, bu yörelerde maddi yönden ağır tahribata neden olmuştur. Bir türlü bitmek bilmeyen savaşlar, vergi memurlarının acımasız baskısı ve bir de bunların üzerine binen kıtlık, Anadolu halkını canından bezdirmiş, bu acıyı halk, yıllarca üzerinden kolay kolay atamamıştır. Dört yıl sürdüğü bildirilen bu ağır kıtlık günlerini Kırşehirli Âşık Hüseyin şöyle anlatmaktadır. Hökümet mültezim başından savar Çarşıya varınca zaptiye kovar Halini arz etsen yatırır döver Her tarafta birden yandık yareden 1871'de başlayıp 1874 yılına kadar tam dört yıl süren ağır kıtlık günlerini Âşık Hüseyin gibi Âşık Said de dile getirmiştir360 Mültezim ambara vurdu kilidi Rüzgarlar dağıttı çıkan bulutu Zenginlerde kurban kesmez göründü Aman Allah derde deva yareden Doğal olaylardan kaynaklanan vergi sorunlarını anlatan bir diğer türkü de “Dinleyin Efendim (Fareler)” adlı türküdür. Fare istilasının yaratacağı sorunu fark edip, üretime zarar vermesi nedeniyle mültezimle sorun yaşayacağını anlayan köylünün duygularını yansıtan türkünün sözleri de şu şekildedir361 (….) Kıtlığın elinden çok çile çektim Harcadım, evimi başıma yıktım 360 361 Altınok, a.g.e., s.149-152 http://www.turkudostlari.org/8108/Asik-Emsali/Dinleyin-Efendim(Fareler)-sozleri.html: 133 Temin-i idare bir tohum ektim Yetmeden göğ iken yoldu fareler (….) Gördüğü insana dalaşmak ister Hemen karşı koyup söyleşmek ister Mültezimler ile uğraşmak ister İlkbahardan behi verdi fareler (….) Vergi sorunlarından kaynaklı türkülere verdiğimiz örnekleri mizahi yönü olan bir türküyle bitirmek istiyoruz. “Araştırmacı Ata Eroğlu’nun tespitlerine göre; (…) yıllarca televizyon ve radyolarda zevkle dinlenilen ‘tiridine bandım’ türküsü de vergi ve tahsildar zoruyla yakılmış bir türküdür. Aşar vergisini veremediği için bir çift öküzünden biri alınan vatandaşın, boyunduruğa kendisinin girmesini anlatan bu türkü mizahi yönüyle ilgi toplamıştır”.362 Manda yuva yapmış söğüt dalına Yavrusunu sinek kapmış gördün mü Sabah erken çifte giderken Öküzüm torbadan düştü gördün mü? Vergi sorunlarına ilişkin türküler, Anadolu halkının yüzyıllarca öteden gelen sıkıntılarını ve şikayetlerini yansıtmaktadırlar. Türküleri okurken veya söylerken salt müziğine yoğunlaşmak veya sözlerini gelişigüzel bir şekilde icra etmek, türkünün ruhuna ulaşmayı engellemektedir. Bu nedenle türkülerin sözlerinin iyi özümsenmesi tarihi gerçeklere halk gözünden bakılmasını ve tarihsel gelişmelerin daha net anlaşılmasını sağlayabilir. 362 Cazim Gürbüz, Edebiyatlaşan Vergiler, Bilgeoğuz Yayınları, 1.bs., İstanbul, 2007, s.51. 134 İlk iki bölümde bahsettiğimiz konular doğrultusunda üçüncü bölümde verdiğimiz örnek türkülerin sayısının artırılması belki de türkü derleyicilerinin önemini ve sorumluluklarını artırmaktadır. Çünkü halkın sosyal, ekonomik ve siyasal anlamda gerçek tarihine ulaşmada yararlanılacak önemli araçlardan biri de türkülerdir. Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun “ben türkülerden aldım haberi” derken bu açıdan türkülerin önemini ortaya koyduğu da söylenebilir. 135 Sonuç Vergilerin tarihi gelişimi incelendiğinde çok değişik aşamalardan geçtiği görülmektedir. Bu aşamalar daha çok konuya ilişkin tarihsel araştırmalardan öğrenilmektedir. Ancak geçmişte yaşanan vergi sorunları sadece maliye tarihi kitaplarından değil, halkın anlatımıyla günümüze gelen türkülerden de öğrenilebilmektedir. “Vergi” ve “türkü” kelimelerinin bir arada kullanılması ilk bakışta anlamsız gelebilir. Ancak türküler, halkın gerçek tarihine ışık tutması açısından önemli bir işlev görmektedir. Türkülerin bu açıdan önemi tarihe sadece resmi tarih açısından değil, halkın gözüyle de bakılmasını sağlamasıdır. Bu çalışmada Osmanlı vergi sistemi ve bu sistemin sorunları halk türkülerine yansıyan boyutlarıyla ele alınmıştır. Türkülerin, toplumların tarihi gelişimini yansıtma özelliğinin Osmanlı vergi sisteminin sorunları açısından da geçerli olduğu görülmektedir. Toprak düzeninden başlayan sorunların üst yapıda ortaya çıkardığı durum toplum düzeninde ve ekonomik anlamda vergi yapısında önemli sorunlara yol açmıştır. Anadolu halk türkülerinde vergi ve vergi sorunlarına ilişkin bir değerlendirme yapılacak olursa, karşılaşılan en önemli verginin aşar, en önemli vergi sorunlarının da ağır vergi yükü, mültezimlerin halka yaptığı baskı ve zulümler, yöneticilerin keyfi vergileme yapmaları, vergilemede karşılaşılan usulsüzlükler ve yolsuzluklar olduğu söylenebilir. Bu sorunlar Osmanlı İmparatorluğu’nda zaman zaman ayaklanma şeklinde isyana dönüşürken, bu isyan bazen türkülerde ve halk şiirinde ifade bulmuştur. Türkülerdeki vergi sorunları silahsız bir isyan şeklinde kendini göstermiş ve halkın vergilere ilişkin duygu ve düşüncelerine tercüman olmuştur. Türkülerdeki vergi isyanı bazen en üst kademedeki yöneticiye yapılan bir şikayet şeklinde olmuş, bazen de bu yöneticiye uyarı ve eleştiri boyutuna varmıştır. Yöneticilerden umulanın elde 136 edilememesi durumunda ise türkülerde tanrıya yakarışın olduğu görülmektedir. Türkülerdeki bu anlatımlarda halkın içine düştüğü durum net bir şekilde ve bazen abartılı olarak verildiği gibi alaycı bazı anlatımlar da mevcuttur. Bazı türkülerin sözlerinde vergi sorunlarından bahsedilmemekle birlikte bunların ortaya çıkış sebeplerinin vergi sorunundan kaynaklandığı görülmektedir. Bazı türkülerde söz edilen vergi sorunları ise yöneticilerden veya sistemin içsel yapısından değil de doğa olaylarından kaynaklanmaktadır. Çalışmamızda Anadolu halk türkülerinde anlatılan vergi sorunlarından anlaşılacağı üzere, vergi sorunları ister yöneticilerden, ister sistemin kendi iç dinamiklerinden, isterse doğa olaylarından kaynaklansın sonuçta kaybeden hep Anadolu köylüsü ve çiftçisi olmuştur. Bu durum daha önce belirttiğimiz “gerçekten de Osmanlı İmparatorluğu’ndaki küçük üretici, belki de dünyada en çok vergilendirilmiş bireydir” görüşünü doğrular niteliktedir. 137 Kaynakça ADAMS, Charles, Those Dirty Rotten Tax, The Free Pres, New York, 1998. AKARLI Engin Deniz, “1872-1916 Bütçeleri Işığında Osmanlı Maliyesinin Sıkıntıları”, Cavit Orhan Tütengil’e Armağan, İ.Ü.İktisat Fakültesi Yayınları,1.C., İstanbul,1982. AKDAĞ Mustafa, Türkiye’nin İktisadi ve İçtimai Tarihi, Barış Yayınevi, Ankara, 1999. AKGÜNDÜZ, Ahmet; ÖZTÜRK, Said, Bilinmeyen Osmanlı, Osmanlı Araştırmaları Vakfı, İstanbul, 1999. AKSOY, Şerafettin, Kamu Maliyesi, 3.bs., Filiz Kitabevi, İstanbul, 1998. AKTAN, C.Can; DİLEYİCİ, Dilek; SARAÇ, Özgür, Vergi Zulüm ve İsyan, Phoenix Yayınları, Ankara, 2002. AKTAŞ, Ümit, Osmanlı Çağı ve Sonrası, Anka Yayınları:85, 2.bs, İstanbul, 2006. AKYILMAZ, Gül, “Osmanlı Devleti’nde Yönetici Sınıf-Reaya Ayrımı”, Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C.8, S.I-II, Haziran-Aralık, 2004. ALTINOK, Baki Yaşa, Öyküleriyle Kırşehir Türküleri Destanları, Ağıtları, Oba Yayıncılık, Ankara, Mayıs, 2003. ATALAY, Doğan, Destanlarımız(Sadık-Ahir Mut, 1982. BARKEY, Karen, Eşkiyalar ve Devlet, Osmanlı Tarzı Devlet Merkezileşmesi, Tarih Vakfı Yurt Yayınları: 82, İstanbul, 1999. BAŞGÖZ, İlhan, Türkü, Pan Yayıncılık, İstanbul, 2008. BAYRAK, Mehmet, Eşkiyalık ve Eşkiya Türküleri, Yorum Yayınları, No:4, Ankara, 1985. BAYRAK, Mehmet, Öyküleriyle Halk Anlatı Türküleri, Ankara, 1996. 138 Zaman Destanı), BELIN, M., Osmanlı İmparatorluğunun İktisadi Tarihi, Çev. Oğuz Ceylan, Gündoğan Yayınları, Ankara, 1999. BORATAV, P. Naili, 100 Soruda Türk Halk Edebiyatı, 10. bs. Gerçek Yayınevi, İstanbul, 2000. BULUTOĞLU, Kenan, “Vergiye Karşı Tipik Bir Reaksiyon Poujade Hareketi”, , Maliye Enstitüsü Konferansları, İ.Ü.İ.F. Maliye Enstitüsü yayınları No: 6, Sermet Matbaası Şemsettin Arkadaş, İstanbul, 1959, ss.173-197. CEM, İsmail, Türkiye’de Geri Kalmışlığın Tarihi, 15.bs., Can Yayınları, İstanbul, 2002. CEZAR, Yavuz, Osmanlı Maliyesinde Bunalım ve Değişim Dönemi, Alan Yayıncılık, İstanbul, 1986. ÇAKIR, Coşkun, Tanzimat Dönemi Osmanlı Maliyesi, Küre Yayınları, İstanbul, 2001. DİVİTÇİOĞLU, Sencer, Asya Üretim Tarzı ve Osmanlı Toplumu, Sermet Matbaası, İstanbul, 1967. EDİZDOĞAN, Nihat, Kamu Maliyesi-2, 5.bs, Ekin Kitabevi, Bursa, 2000. ELDEM, Vedat, Osmanlı İmparatorluğunun İktisadi Şartları Hakkında Bir Tetkik, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu, Türk Tarih Kurumu Yayınları, VII. Dizi,S.96, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1994. ESEN, A. Şükrü, Anadolu Türküleri, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Tisa Matbaası, Ankara, 1982. FALAY, Nihat, Maliye Tarihi (Ders Notları), 3.bs., Filiz Kitabevi, İstanbul, 2000. FAROGHI, Suraiya, “Krizler ve Değişim (1590-1699)”, içinde, Osmanlı İmparatorluğunun Ekonomik ve Sosyal Tarihi, Ed. Halil İnalcık, Donald Quataert,C.2, 2.bs, Eren Yayıncılık, İstanbul, 2006, ss.545-757. FLEET, Kate, “Tax-Farming in the Early Otoman State”, The Medieval History Journal, Vol. 6, No. 2, 2003, pp.249-258. 139 GENÇ, Mehmet, GİRAY, Filiz, GÖK, A. Kerim, GÖKBUNAR, Ramazan, GÖKBUNAR, Ramazan, GÖLPINARLI Abdülbaki GRISWOLD, William, GÜRAN, Tevfik, GÜRBÜZ, Cazim, HEZARFEN, Ahmet HOBSBAWM, Eric, HÜLÜR, Himmet, AKÇA, Gürsoy, İNALCIK, Halil, İNALCIK, Halil, 140 Osmanlı İmparatorluğunda Devlet ve Ekonomi, Ötüken Yayınları, İstanbul, 2000. Maliye Tarihi, Ezgi Kitabevi, Bursa, 2001. “Vergi Direncinin Gelişimi” Marmara Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, Cilt: 22, Sayı 1, 2007, ss.143-163. “Atçalı Kel Mehmet Ayaklanması: Vergiye Farklı Bir Başkaldırı Örneği”,Yönetim ve Ekonomi, C.11, S.1, 2004, ss.27-33. Türk Maliye Tarihinde Ayanlık Kurumu, Rantiyer Bir Sınıfın Oluşum Mücadelesi, Ekin Kitabevi, Bursa, 2007. Kaygusuz Abdal, Hayatı, Yaşamı, Eserleri, İstanbul, 1962, s.42. Anadolu’da Büyük İsyan (1591-1611), Tarih Vakfı Yurt Yayınları-93, İstanbul, 2000. “Tanzimat Döneminde Osmanlı Maliyesi: Bütçe ve Hazine Hesapları, 1841-1861”, Türk Tarih Kurumu, Türk Tarih Belgeleri Dergisi, C:XIII, S.17, T.T.K. Basımevi, Ankara, 1988. Edebiyatlaşan Vergiler, 1. bs. Bilgeoğuz Yayınları, İstanbul, 2007. Rumeli ve Anadolu Ayan ve Eşkiyası, Analiz Basım Yayın, İstanbul, 2002. Sosyal İsyancılar, Çev. Necati Doğru, 2.bs, Sarmal Yayınevi, İstanbul, 1995. “İmparatorluktan Cumhuriyete Toplum ve Ekonominin Dönüşümü ve Merkezileşmenin Dinamikleri”, Türkiyat Araştırmaları Dergisi, S.17, Bahar-2005, ss.311-341. “Çiftliklerin Doğuşu: Devlet, Toprak Sahipleri ve Kiracılar”, İçinde, Osmanlı Toprak Mülkiyeti ve Ticari Tarım, Ed. Çağlar Keyder, Faruk Tabak, Çev. Zeynep Altok, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 1998, ss.17-35. Devlet-i ‘Aliyye, Osmanlı İmparatorluğu Üzerine Araştırmalar, 2.bs, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2009. İNALCIK, Halil, Osmanlı’da Devlet Hukuk Adalet, Eren Yayınları, İstanbul,2000 İNALCIK, Halil, Osmanlı İmparatorluğu (Toplum ve Ekonomi), 2.bs., Eren Yayıncılık, İstanbul, 1996. İNALCIK, Halil, Osmanlı İmparatorluğunun Ekonomik ve Sosyal Tarihi, Çev. Halil Berktay, Eren Yayıncılık, İstanbul, 1997. İSLAMOĞLU, Mustafa, Seyrani: Hayatı, Kişiliği, Sanatı, Şiirleri: Denge Yayınları, İstanbul, 2002. JANSKY, Herbert, Türk Halk Şiiri, Çev. Abdurrahman Güzel, Dünya Edebiyatından Seçmeler, Ekim, 1977, Aktaran, Yakıcı, 43,44. KARAGÖZ, Mehmet, “17. Asrın Sonunda Filibe ve Çevresinde Eşkiyalık Hareketleri (1680-1700)”, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt:16, Sayı:2, 2006, ss.373-402. KAYA, Doğan, Anonim Halk Şiiri, Akçağ Yayınları, Ankara 1999. KAZANCI, Metin, “Osmanlı’da Halkla İlişkiler”, Selçuk Üniversitesi İletişim Dergisi, C.4, S.3, 2006, ss.5-20. KAZICI, Ziya, Osmanlı’da Vergi Sistemi, Bilge Yayınları:88, İstanbul, 2005. KEMAL, Yaşar, Sarı Defterdekiler: Folklor Derlemeleri, 1.bs, İstanbul, t.y. KEPENEK, Yakup; YENTÜRK Nurhan, Türkiye Ekonomisi, 18.bs, Remzi Kitabevi, İstanbul, 2005. KEYDER, Çağlar, Türkiye’de Devlet ve Sınıflar, İletişim Yayınları, İstanbul, 1989. KIRAY, Emine, Osmanlı’da Ekonomik Yapı ve Dış Borçlar, 2. bs., İletişim Yayınları, İstanbul, 1995. KOCATÜRK, Vasfi Mahir, Saz Şiiri Antolojisi, Ayyıldız Matbaası, Ankara, 1963. MALİYE BAKANLIĞI, Osmanlı Vergi Mevzuatı, Maliye Bakanlığı Araştırma, Planlama ve Koordinasyon Kurulu Başkanlığı, Yayın No:1998/348, Ankara, 1999. 141 MUTLU, Abdullah, Tanzimattan Günümüze Türkiye’de Vergileme Zihniyetinin Gelişimi, T.C. Maliye Bakanlığı Strateji Geliştirme Başkanlığı Yayın No: 2009390, Ümit Ofset Matbaacılık, Ankara, 2009. OZANSOY, Ahmet, “Türkülerde Vergiler”, Yaklaşım, S.192, Aralık2008. ÖNER, Erdoğan, Mali Olaylar ve Düzenlemeler Işığında Osmanlı İmparatorluğu ve Cumhuriyet Döneminde Mali İdare, Maliye Bakanlığı Araştırma, Planlama Ve Koordinasyon Kurulu Başkanlığı Yayınları No:2001/359, Ankara, 2001. ÖZ, Baki, Osmanlı’da Alevi Ayaklanmaları, Ant Yayınları, İstanbul, 1992. ÖZBEK, Mehmet, Folklor ve Türkülerimiz, Ötüken Yayınları, Ankara, 1975. ÖZBİLGEN, Erol, Bütün Yönleriyle Osmanlı, 3.bs., İz Yayıncılık, İstanbul, 2007. ÖZEL, Oktay, “Osmanlı Demografi Tarihi Açısından Avarız ve Cizye Defterleri”, İçinde, Osmanlı Devleti’nde Bilgi ve İstatistik, Ed. Halil İnalcık, Şevket Pamuk, Ankara, DİE Yayınları, 2001, ss.35-50. ÖZKAYA, Yücel, 18. Yüzyılda Osmanlı Toplumu, Yapı Kredi yayınları, İstanbul, 2008. PAMUK, Şevket, 100 Soruda Osmanlı Türkiye İktisadi Tarihi (1500-1914), K Kitaplığı Yayınları, İstanbul, 2003. PELİN, Fazıl, Finans İlmi ve Finansal Kanunlar, Kitap I, İstanbul, 1945. QUATAERT, Donald, Anadolu’ da Osmanlı Reformu ve Tarım 18761908, Çev. Nilay Özok Gündoğan, Azat Zana Gündoğan, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2008. SAKAOĞLU, Necdet, “Mültezimlerin Aşar Toplama Yöntemleri”, Tarih ve Toplum Dergisi, İletişim Yayınları, C.5, Ocak-1986, ss.5-8. 142 SAYÂR, Nihad S. Türkiye İmparatorluk Dönemi Siyasi, Askeri, İdari ve Mali Olayları, 2.bs., İ.İ.T.İ.A. Nihad Sayar Yayın ve Yardım Vakfı Yayınları No:288/513, İstanbul,1978. SHAW, Stanford, Osmanlı İmparatorluğu ve Modern Türkiye, C.1, e Yayınları, İstanbul, 1994. SINGER, Amy, Kadılar, Kullar ve Kudüslü Köylüler, Çev. Sema Bulutsuz, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 1996. ŞENER, Abdüllatif, Tanzimat Dönemi Osmanlı Vergi Sistemi, Doktora Tezi, Gazi Üniversitesi,SBE, Ankara, 1987. SOYUCAK Ali Rıza Konya ve Çevresinde Eşkiyalık Hareketleri (1640-1675), (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Anabilim Dalı Yeniçağ Tarihi Bilim Dalı, Konya, 1997. TABAKOĞLU, Ahmet, Gerileme Dönemine Girerken Osmanlı Maliyesi, 1. bs., Dergah Yayınları, İstanbul, 1985. TABAKOĞLU, Ahmet, Türk İktisat Tarihi, 6.bs, Dergah Yayınları, İstanbul, 2003. TANSES Hamdi, Öyküleriyle Halk Türküleri (Notalı), Tay Yayınları, İstanbul, 2005. TİMUR, Taner, Osmanlı Toplumsal Düzeni, Ankara Üniversitesi, SBF Yayınları No:428, Sevinç Matbaası, Ankara, 1979. TORGLER, Benno, Tax Morale: Theory and Empirical Analysis of Tax Compliance”, PhD Dissertation, Universitat Basel, Basel, 2003. TRT Müzik Dairesi THM Repertuarı. TURHAN, Salih, Vergi Teorisi ve Politikası, 5.bs., Filiz Kitabevi, İstanbul, 1993. WANNIG, Klaus Detlev, Türk Halk Kültüründe İnsan, (Çev. Mustafa Özdemir), Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, Sayı:11, 1999, ss.42-51. UYGUNER, Muzaffer, Dertli, 1.bs, Bilgi Yayınları: 306, Yazarlar Dizisi: 8, İstanbul, 1991. 143 UYGUNER, Muzaffer, Seyranî, 1.bs, Bilgi Yayınları: 306, Yazarlar Dizisi: 7, İstanbul, 1991. UZUN, Ahmet, Tanzimat ve Sosyal Direnişler, Eren Yayınları, İstanbul, 2002. UZUN Ahmet, “Tanzimat Döneminde Vergilere İlişkin Temel Sorunlar 1840-1860, Maliye Araştırma Merkezi Konferansları, Prof.Dr. Arif Nemli’ye Armağan, İstanbul Üniv., İkt.Fak., Maliye Araştırma Merkezi Yayınları, 19.Seri,Yıl:2000-2001, İstanbul,2001. VEINSTEIN, Gilles, “Çiftlik Tartışması Üzerine”, İçinde, Osmanlı Toprak Mülkiyeti ve Ticari Tarım, Ed. Çağlar Keyder, Faruk Tabak, Çev. Zeynep Altok, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 1998, ss. 36-58. VELAY, A. Du, Türkiye Maliye Tarihi, Maliye Bakanlığı Tetkik Kurulu Neşriatı No:178-1978, Damga Matbaası, Ankara,1978. YAKICI, Ali, Halk Şiirinde Türkü, Akçağ Yayınları, Ankara, 2007. YARDIMCI, Mehmet, Edebiyat Tarihi Çerçevesinde Âşık Edebiyatı Araştırmaları, Ürün Yayınları, Ankara, 2008. YERASIMOS, Stefanos Az Gelişmişlik Sürecinde Türkiye-I, Bizanstan Tanzimata, Çev.Babür Kuzucu, 7.bs. Belge Yayınları, İstanbul, 2000. YETKİN, Sabri, Ege’de Eşkıyalar, Tarih Vakfı Yurt Yayınları:35, İstanbul, 1996. YÜKSEL, Hasan Avni, Âşık Seyrânî, Hayatı ve Şiirleri, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, No: 751, Ankara, 1987. http://www.turkudostlari.org http://www.tdkterim.gov.tr 144