ORMANLAR VE İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ Prof. Dr. Doğanay Tolunay İ.Ü. Orman Fakültesi Toprak İlmi ve Ekoloji Anabilim Dalı İSTANBUL - 2013 Prof. Dr. Doğanay Tolunay 1969 yılında Bakırköy’de doğmuştur. İlkokulu Çorlu Bakırca Köyü İlkokulunda, Ortaokul ve Liseyi Lüleburgaz Kepirtepe Öğretmen Lisesinde bitirmiştir. 1986-1990 yılları arasında İ. Ü. Orman Fakültesi Orman Mühendisliği Bölümünde okumuştur. İ.Ü. Orman Fakültesi Toprak İlmi ve Ekoloji Anabilim Dalında 1992 yılında Yüksek Lisans ve 1997 yılında doktora öğrenimini tamamlamıştır. 2000 yılında Yardımcı Doçent unvanını alan Tolunay, 2004 yılında Doçent ve 2011 yılında Profesör kadrosuna atanmıştır. Prof. Dr. Doğanay Tolunay İstanbul Üniversitesi ve İstanbul Teknik Üniversitesinde çeşitli dersler vermekte olup, Toprak İlmi, Orman Ekolojisi, Peyzaj Ekolojisi, Ekosistem Bilgisi, Hava Kirliliğinin Ekolojisi, Çevre Kirliliği, Küresel İklim Değişikliği, Yetişme Ortamı Haritacılığı konularında çalışmaktadır. Hava Kirlenmesi Araştırmaları ve Denetimi Türk Milli Komitesi Yönetim Kurulu Üyesi olan Tolunay, Orman Ekosistemlerinin İzlenmesi Programının Bilimsel Danışman heyetinde yer almaktadır. Küresel Isınma konusunda Türkiye Gazeteciler Cemiyeti ve Ekonomi Gazetecileri Derneği tarafından düzenlenen toplantılarda bilimsel danışman olarak görev yapmaktadır. Prof. Dr. Doğanay Tolunay TÜBİTAK ve diğer kuruluşlarca desteklenen çok sayıda araştırma projesinde yürütücü ve araştırmacı olarak yer almıştır. Prof. Dr. Doğanay Tolunay’ın çoğu çevre sorunları, ormancılık ve iklim değişikliği ile ilgili olan, 75’in üzerinde ulusal ve uluslararası bilimsel yayını bulunmaktadır. Tasarım ve Düzenleme: Derya TAP Orman Yük. Mühendisi M. Tamer TAP Orman Yük. Mühendisi Her hakkı mahfuzdur. İzinsiz kopyalama ve çoğaltma yapılamaz. ÖNSÖZ Bizler daha şanslıydık, derelerin tertemiz aktığı zamanları gördük, kentin içindeki bahçelerden meyve yeme lüksünü yaşadık, hatta sokak aralarında top koşturduk. Günümüz çocukları bunların çoğundan mahrum. Çocuklarımızın ellerinden bu güzellikleri bizler aldık. Günümüz çocuklarının, hatta gelecek kuşakların yoksun kaldığı güzellikler yanında bir de bizim suçumuz olan çevre kirliliği, iklim değişikliği gibi sorunları miras olarak bıraktık. Bilmeyerek yaptık bu hatayı, sonunun nereye varacağını düşünmeden hep daha iyi koşullarda yaşamak için çalıştık durduk. Daha iyi evimiz, arabamız olsun istedik. Ama bunların bir bedeli olduğunu çok geç anladık. Daha iyi yaşamak istedikçe doğayı, dünyayı tükettiğimizin yeni yeni farkına vardık. Hatta halen farkına varmayanlar var. Bu nedenle iklim değişikliği sorunu ekonomik pazarlık konusu ediliyor, yapılan toplantılardan bir sonuç çıkmıyor. Anlaşıldığı kadarıyla bizler bu sorunları çözemeyeceğiz. Çözmek de yine gelecek kuşaklara kalıyor. Bu kitap böyle ağır sorunların beklediği bugünün çocuklarına (ama aynı zamanda yarının yöneticileri!) yönelik olarak hazırlandı. Kitapla, dünya için önemi giderek artan, ama halen fazla tanımadığımız, bilmediğimiz, hatta yanlış bilgilere sahip olduğumuz ormanlar tanıtılmaya çalışıldı. Belki duydunuz, ama büyük bir ihtimalle de duymadınız 2011 yılı Uluslararası Orman Yılı olarak ilan edildi. Böylece kitapla bir bakıma Uluslararası Orman Yılında ormanları tanıtma imkanı doğdu. Aynı zamanda günümüzün en önemli sorunu olan küresel ısınma ve iklim değişikliği olayları da açıklanmaya çalışıldı. İklim değişikliğine karşı belki de son kalelerimiz olan ormanlar ile iklim değişikliği arasındaki ilişkiler üzerinde duruldu. Umarım sadece çocuklarımız için değil büyükler için de faydalı olur. Kitapta fotoğraflarını kullanmama izin veren hocalarıma, dostlarıma, kitabın hazırlanmasına aracı olan İstanbul Orman Böl. Müd. Koruma Şube Müdürü Suat Keten ve Orman Yük Müh. Derya Tap’a ve emeği geçen herkese teşekkürlerimi sunarım. 27 Ağustos 2013 Prof. Dr. Doğanay Tolunay Prof. Dr. Doğanay Tolunay İÜ Orman Fakültesi Toprak İlmi ve Ekoloji Anabilim Dalı İSTANBUL - MART 2013 Yayına Hazırlık: Suat KETEN Orman Yangınlarıyla Mücadele Şube Müdürü Derya TAP Orman Yüksek Mühendisi Sayfa ve Kapak Tasarımı: Serap BOZKURT Murat POLAT Kapak Fotoğrafı: Aykut İnce - OGM Baskı - Cilt: Portakal Baskı A.Ş. 0 212 332 28 01 ISBN 978-605-4610-20-4 1. Baskı: Mart 2013 - İstanbul Her hakkı mahfuzdur. İzinsiz kopyalama ve çoğaltma yapılamaz. İstanbul Orman Bölge Müdürlüğü ©2013 İÇİNDEKİLER GİRİŞ .............................................................................................................. 1 ORMAN VE ORMAN EKOSİSTEMİ .......................................................... 3 DÜNYADA VE TÜRKİYE’DE ORMANLAR ............................................. 7 DÜNYADA ORMANLAR ............................................................................................. 7 TÜRKİYE’DE ORMANLAR ...................................................................................... 11 ORMANLARIN İNSANLARA FAYDALARI ........................................... 17 ODUN ÜRETİMİ ...................................................................................................... 18 ODUN DıŞı ORMAN ÜRÜNLERİ-­‐GıDA VE İLAÇ ÜRETİMİ ................................ 21 SU ÜRETİMİ ............................................................................................................ 22 EROZYONU ÖNLEME ............................................................................................. 24 İKLİM DÜZENLEME, KARBON BAĞLAMA VE OKSİJEN ÜRETİMİ .................... 31 BİYOLOJİK ÇEŞİTLİLİK .......................................................................................... 32 DOĞAYı VE İNSANLARı KORUMA ........................................................................ 37 TOPLUM SAĞLıĞı ................................................................................................... 40 ESTETİK .................................................................................................................. 40 REKREASYON VE EKOTURİZM ............................................................................. 42 ULUSAL SAVUNMA ................................................................................................ 43 BİLİMSEL YARARLAR ............................................................................................ 43 YENİLENEBİLİR ENERJİ KAYNAĞı ...................................................................... 43 ORMANLAR ÜZERİNDEKİ TEHDİTLER .............................................. 48 YANGıNLAR ............................................................................................................ 48 KAÇAK KESİMLER .................................................................................................. 50 AÇMACıLıK VE USULSÜZ FAYDALANMA ............................................................ 50 KAÇAK AVCıLıK ..................................................................................................... 52 HAVA KİRLİLİĞİ ..................................................................................................... 53 BİYOTİK ZARARLıLAR ........................................................................................... 55 ABİYOTİK ZARARLıLAR ........................................................................................ 56 YASALAR ................................................................................................................. 57 İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ ................................................................................................ 58 İKLİM, KÜRESEL ISINMA, İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ VE ORMANLAR .. 59 İKLİM ....................................................................................................................... 59 KÜRESEL ISıNMA VE İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ ........................................................... 60 i ORMANLAR VE İKLİM ............................................................................................ 68 İKLİMİN ORMANLAR ÜZERİNDEKİ ETKİSİ ......................................................... 68 ORMANLARıN İKLİM ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ .................................................... 74 ORMANLAR VE İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ ..................................................................... 76 ORMANLARıN İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ ............................. 76 İKLİM DEĞİŞİKLİĞİNİN ORMANLAR ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ .......................... 95 İKLİM DEĞİŞİKLİĞİNİN DİĞER DOĞAL EKOSİSTEMLERE ETKİLERİ .................................................................................................. 107 DOĞRU BİLİNEN YANLIŞLAR ............................................................. 108 YAPILABİLECEKLER ............................................................................. 121 SONUÇ ....................................................................................................... 129 KAYNAKLAR ............................................................................................ 134 ii GİRİŞ Hafta sonu, havalar ısınmış, sıcak mı sıcak bir yaz günü. İnsanın aklına ilk ne gelir? Serin bir yerde, o günü rahat bir şekilde geçirmek değil mi? En azından benim öyle. Bunaltıcı sıcaklardan etkilenmeyeceğiniz, bildiğiniz bir yer var mı? Ya da aklınıza ilk gelen yer neresi? Klimayı olabilecek en düşük sıcaklığa ayarladığınız, pencereleri sıkı sıkıya kapalı eviniz mi? Bütün haftayı, okulda, işte geçirmiş birisi için pek çekici bir fikir değil herhalde. Özellikle son yıllarda kentlerde yaşayan nüfus arttı. Kentte yaşayanlar tüm gününü beton yığınları içinde, korna sesleri ile ve sürekli bir yerle yetişme stresiyle geçiriyorlar. Üstelik sıcak bir günde tüm gün ısınan çatılar, beton yapılar, asfalt yollar sıcağı bir kat daha arttırırken, kent de insanı bir kat daha fazla bezdirmekte. İnsanın aklına sığınacak tek bir yer geliyor, ormanlar değil mi? Çoğu insanın böyle bir günde kendini en yakın ormana atmak istediğini biliyorum. Peki, orman hakkında ne biliyoruz ya da aklımıza ne geliyor? Göknar ve Sarıçam karışık ormanı (Kastamonu, Ilgaz Dağları) 1 Aklınızdan mangal geçtiğini görür gibiyim. İnsafsız olmamak gerek, belki de bazılarına yaz aylarındaki orman yangınlarını çağrıştırıyor olabilir. Bir de eskiden 21 Mart tarihinde Ağaç Bayramları vardı, ormanın ve ağacın hatırlandığı. Okullarda ağaç dikim kampanyaları yapılırdı. Çocuklara ağaç ve orman sevgisi aşılanmaya çalışılırdı. 21 Mart aynı zamanda “Dünya Ormancılık Günü” olarak da kutlanır. Sonradan çoğu şey gibi yavaş yavaş unutulmaya başlandı. Sevindirici olansa son yıllarda 21 Mart Ağaç Bayramı tekrar hatırlanır oldu. Bunda da çevre sorunlarının, iklim değişikliğinin son yıllarda kendini daha fazla hissettirmesi etkili oldu diyebiliriz. Ormanları seviyoruz, korumaya çalışıyoruz, ama ne kadar tanıyoruz? İklim değişikliği ormanlarımızı nasıl etkileyecek? Bu kitapta ormanlar kısaca tanıtılacak ve ormanların özellikle iklim değişikliği ile olan etkileşimleri ön planda tutularak, faydaları tanıtılmaya çalışılacaktır. Göknar ormanı (Bolu, Gölcük) 2 ORMAN VE ORMAN EKOSİSTEMİ Ormanın sadece ağaç topluluğu olmadığı, günümüzde neredeyse herkes tarafından bilinmekte. Ormana en az bir kere giden bir insan, orada kuş sesleri ile yürümenin keyfine varmıştır. Doğal olarak ormanda ağaçların yanında kuşların da yaşadığını fark etmiştir. Saksağan, (Foto. Z. Arslangündoğdu) 3 Ayrıca orman denilince nedense insanın aklına ayılar gelir. Dolayısıyla ormanda ağaçların yanında hayvanların da olduğu biliniyor. Ancak orman sadece ağaçların ve hayvanların yaşadığı bir yer midir? Cevap hayır. Orman kurdu, kuşu, ağacı, çalısı yanında havası, suyu, toprağı ile diğer yerlerden oldukça farklı bir arazidir. İçinde ağaçların hâkim olduğu, ağaçların yanında diğer bitki türlerinin ve hayvanların yaşadığı kendine özgü iklimi, toprağı topoğrafyası olan bir yerdir orman. Bunlardan hayvan ve bitkilere canlı varlıklar, iklim, topoğrafya ve toprağa cansız varlıklar denir. Bir ormanda canlı ve cansız varlıklar arasında karşılıklı ilişkiler ve etkileşimler vardır. Örneğin bir yerdeki iklim ormandaki canlıların gelişmesi üzerinde etkiliyken, aynı zamanda canlılar da ormandaki iklimi etkiler. Bu sistem “orman ekosistemi” olarak adlandırılır. Bir orman ekosistemi durağan değildir. Başka bir deyişle zamanla ormanın içinde yaşayan canlıların türleri, iklimi, toprağı da değişebilmekte. Hatta orman olmayan bir arazi zamanla ormana dönüşebilir, ya da orman olan bir yer orman özelliklerini kaybedebilir. Eklenmesi gereken bir diğer konuda üzerinde ağaç olan her yerin orman ekosistemi olmadığıdır. Örneğin ağaçlandırılan bir alanda, genellikle toprak işlendiği, çalı ve otsu bitkiler temizlendiği için ağaçlar haricinde çok fazla Sarıçam ormanı, (Sündiken Ormanı) canlı bulunmaz. 4 Fıstık Çamı ağaçlandırma alanı (Foto. M. Akkaya Ancak zamanla ağaçların gelişmesi, diğer canlıların bu ağaçların arasında yuva yapmaları, ağaçların dökülen yapraklarının çürüyerek toprağı besin maddesince zenginleştirmesi, ağaç tepelerinin gölge yaparak ve kökleriyle aldıkları suyu yapraklarından terleme (transpirasyon) ile vererek mikro iklimi değiştirmeleriyle bir ekosistem oluşmaya başlar, bu süreç çok uzun yıllar alabilir. Benzer şekilde üzerinde ağaç olmayan bir alana da orman değildir denilemez. Doğal ormanların çoğunda ağaçsız açıklıklar vardır. Bu açıklıklarda çoğunlukla otlar ve bazı çalılar bulunur. Ormanda yaşayan özellikle geyik, karaca gibi otçul yabani hayvanlar ile çeşitli kuşlar için bu açıklıklar son derece önemlidir. Çünkü orman içinde ağaçların gölge yapması nedeniyle çok fazla ot bulunmaz. Hayvanlar bu açıklıklarda otlarlar ve bir tehlike anında ormanın içine saklanırlar. Bu nedenle üzerinde ağaç bulunmayan açıklıklar da orman ekosisteminin bir parçasıdır. 5 Kızılgerdan (Foto. Z. Arslangündoğdu) Peki, üzerinde boylu bitki olan her yer orman mıdır? Hayır. Bir yerdeki bitki topluluğuna orman denilebilmesi için bazı kriterler gereklidir. Öncelikle buradaki bitkilerin ağaç olması ve 5 m’den daha fazla boylanabilmesi gereklidir. Başka bir deyişle Kocayemiş, Akçakesme gibi 5 m’den fazla da boylanabilen çalı türlerinin bulunduğu yerler orman değildir. Yine çoğunlukla çalı türlerinin bulunduğu Akdeniz Bölgemizde yaygın olan makilikler de orman olarak kabul edilmez. 6 Maki (Muğla, Bodrum) DÜNYADA ve TÜRKİYE’DE ORMANLAR Dünyada Ormanlar Yaklaşık 51 milyar ha (= 510 milyon km2) olan dünya yüzeyinin % 71’i sularla kaplıdır. Bu nedenle Dünya uzaydan bakıldığında mavi bir küre olarak görünür. Dünyanın geri kalan kısmını ise karalar oluşturur. Kıta da denilen bu karalar üzerinde tarım alanları, meralar, ormanlar, çöller, çıplak kayalar, kentler gibi ekosistemler yer alır. Karaların alanı, buzla kaplı Antarktika kıtası hariç olarak ortalama 13 milyar ha’dır. Dünyadaki orman alanlarının miktarı ise 2010 yılı verilerine göre yaklaşık 4,03 milyar ha’dır ve karalara oranı % 31’dir. Dünyadaki ormanların büyük bir kısmı kuzey yarı kürede ve ekvator çevresinde bulunmaktadır. Orman alanı en fazla olan kıtalar Avrupa, Güney Amerika ve Kuzey Amerika’dır. Rusya Federasyonu, Brezilya, Kanada, Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve Çin Halk Cumhuriyeti dünya üzerinde en fazla ormana sahip olan ülkelerdir. Bu ülkeler tüm dünya ormanlarının % 53’üne sahiptir. Fransız Guyanası’nın ise tüm yüz ölçümünün % 92’si ormanlarla kaplıdır. Dünya’da kişi başına yaklaşık olarak 0,6 ha (1 ha = 10000 m2) orman alanı düşmekte. Bu da aşağı yukarı 1 futbol sahasına eşit. 7 Dünya ormanlarının çoğu doğaldır ve % 36’sında gözle görülebilir insan etkisi yoktur, hani çok kullanılan deyim ile balta girmemiş ormanlardır diyebiliriz bunlara. Dünya ormanlarının yarısından fazlası (% 57) doğal yollarla gençleştirilmiş ve insan müdahalesi etkisinde kalmış ormanlardır. Ancak ağaçlandırma ile oluşturulan ormanlar da bulunmaktadır, bunların alanı 264 milyon ha kadardır ve tüm orman alanlarının % 7’sini oluşturur. 8 Kıtaların yüz ölçümleri ve orman alanları Avrupa’da orman alanları artarken, tüm dünya genelinde ise azalıyor. 1990 yılında 4.08 milyar ha olan orman alanı 2010 yılında 4,03 milyar ha’a düşmüş. Başka bir deyişle 20 yıl içinde orman alanları 135 milyon ha azalmış. Bu değer belki çok değilmiş gibi gelebilir. Orman kaybının boyutunu açıklayabilmek için ülkemizin tüm yüz ölçümünün 77 Dünyada orman alanlarının yıllara göre değişimi 9 milyon ha olduğu hatırlayacak olursak, rakamların çarpıcılığı ortaya çıkar. Yani Dünyada son 20 yılda neredeyse ülkemiz yüz ölçümünün 2 katı kadar orman alanı yok olmuş. Yıllık orman kaybı ise 6,77 milyon ha, bu da yaklaşık olarak Avusturya’nın yüz ölçümü kadar. Orman alanları en fazla nerede azalmış tahmin edin bakalım. Doğru bildiniz, tropikal yağmur ormanlarının da yer aldığı Güney Amerika ve Afrika’da. Dünyada ormanların yayılışına bakıldığı zaman belli yerlerde toplandığı görülür. Kuzey Afrika, Arabistan Yarımadası, Orta Asya gibi bölgelerde ise neredeyse hiç orman bulunmaz. Aynı zamanda ormanları oluşturan ağaç türleri de çok farklıdır. Ormanların yayılışı ve ormanlarda bulunan ağaç türleri üzerinde özellikle iklimin önemli etkisi vardır. Dünyanın yuvarlak ve ekseninin eğik olması ile güneşin etrafında dönmesi, iklimleri oluşturur. Bu iklimler tropikal, subtropikal, ılıman ya da boreal iklim kuşağı şeklinde adlandırılır. Her iklim kuşağında farklı bitki toplumları bulunur. Örneğin tropikal kuşakta yağmur ormanları, subtropikal kuşakta çöller, ılıman kuşakta sert yapraklı ormanlar, geniş yapraklı ormanlar, kurak bölge ormanları ve bozkırlar, boreal kuşakta ise herdem yeşil ibreli ormanlar ve geniş yapraklı ormanlar bulunur. Dünya ormanlarının % 80’nin mülkiyeti devlete ait. Özel mülkiyetteki, yani kişilere ait özel ormanların oranı ise % 18 kadar. Geri kalan % 2’lik kısmın sahipleri ise ya bilinmiyor, ya da mülkiyeti tartışmalı. Doğal olarak özel ormanlar ya da devlet ormanlarının oranları ülkeden ülkeye değişmekte. Avrupa ve Kuzey Amerika’da özel ormanların oranı artarken Rusya Federasyonu, Türkiye gibi ülkelerde neredeyse tamamı devlet ormanı niteliğinde. Tüm Dünya ormanlarında bulunan ağaç serveti itibarıyla 527 milyar m3 olarak hesaplanmış. Bu da 1 ortalama 131 m3 ağaç servetine denk düşüyor. Ağaç çoğu geniş yapraklı orman ağaçlarına ait, % 61. Ağaç 10 2010 yılı ha alanda servetinin servetinin geri kalan % 39’luk bölümü ise ibreli ormanlarda bulunuyor. Tabi orman alanlarındaki azalmaya bağlı olarak ormanlardaki ağaç serveti de son 20 yılda azalmış, azalma da 3 milyar m3 kadar. Dünya ormanlarının odun ya da odun dışı orman ürünleri olarak insanlara birçok faydası var. İlerleyen bölümlerde bunlar açıklanacak. Bunların haricinde de bir çok faydası var ormanların, karbon bağlama, oksijen üretme, rekreasyon gibi. Ayrıca biyolojik çeşitliliğin korunması açısından ormanlar son derece önemli. Ama ormanlar sürekli baskı altında ve alanları azalıyor. Bu nedenle Dünyadaki orman alanlarının % 12,5’i koruma altına alınmış. Ek olarak Dünya üzerinde yaklaşık 300 milyon Türkiye’de ise 7 milyon kadar insan doğrudan ormana bağımlı olarak yaşıyor. Günümüzde ortaya çıkan küresel iklim değişikliği gibi sorunlar çoğumuz farkında olmasa da ormanların önemini arttırıyor. Bu nedenle 2011 yılı ormanların önemine, ormanların sürdürülebilir yönetimine ve korunmasına dikkat çekmek için Uluslararası Orman Yılı olarak ilan edilmiştir. Türkiye’de Ormanlar Türkiye’nin toplam orman alanı 2010 yılı verilerine göre 21,54 milyon ha. Bu orman alanlarının yaklaşık yarısı verimli (11,20 milyon ha), yarısı da verimsiz ya da bozuk ormandır (10,34 milyon ha). Verimli orman kapalılığı % 10’dan daha fazla olan ormanlardır. Kapalılık ağaçların tepelerinin toprak yüzeyini örtme oranıdır. Ormanlarımızın % 77’si koru ormanı, % 23’ü se baltalık ormandır. Koru ormanı tohumdan yetişen ağaçların oluşturduğu, baltalık orman ise kök ve kütük sürgünlerinden oluşan ormanlardır. Son yıllarda yapılan çalışmalarda baltalık orman işletmeciliğinden vazgeçildi ve baltalık ormanların zaman içinde tohumdan gelen yani koru ormanına dönüştürülmesi için çaba harcanıyor. 11 Karaçam ormanı, Kütahya Güneydoğu, Doğu Anadolu ve İç Anadolu bölgelerimizde çok fazla ormanımız bulunmaz. En fazla ormana sahip coğrafi bölgelerimiz ise Marmara ile Batı Karadeniz Bölgeleridir. 12 13 Türkiye’deki orman alanları (OGM, 2006) 2005 yılı verilerine göre orman alanlarının coğrafi bölgelere dağılımı (1000 ha) Coğrafi Bölge Doğu Karadeniz Batı Karadeniz Marmara Ege Batı Akdeniz Doğu Akdeniz İç Anadolu Doğu Anadolu Güneydoğu Anadolu Toplam Verimli Orman 1.337 1.729 2.012 1.831 874 1.105 889 514 330 10.621 Bozuk Orman 1.340 620 1.018 1.921 923 1.198 1.457 1.128 963 10.568 Toplam 2.677 2.349 3.030 3.752 1.797 2.303 2.346 1.642 1.293 21.189 Ülkemizde en yaygın olarak orman kuran ağaç türü, meşedir. Meşe ülkemiz için son derece önemlidir. Çünkü 24 farklı taksonu ülkemizde yayılış gösterir. Bunlardan bazıları endemiktir. Başka bir ifadeyle bu türler, ülkemizden başka hiçbir yerde bulunmaz. Meşe türlerinden sonra en fazla orman kuran türlerimiz sırasıyla Kızılçam, Karaçam, Kayın, Sarıçam, Göknar, Ardıç, Sedir ve Ladindir. Ayrıca büyük alanlarda orman kurmasa da Kızılağaç, Kestane, Fıstık çamı, Dişbudak, Gürgen, önemli orman ağacı türlerimizdir. Sığla, Servi, Porsuk, Halep çamı, Kavak, Akçaağaç, Çınar, Söğüt, Huş, Üvez, Andız, Kayacık, Yabani Kiraz gibi çok sayıda ağaç ormanlarımızda yetişir. Bozuk orman (Denizli) 14 Ülkemiz ormanları sanılanın aksine artmakta. Ülkemizde ilk orman envanterinin tamamlandığı 1972 yılından 2010 yılına kadar orman alanımız 1,34 milyon ha artmış. Bu alan yaklaşık olarak Kastamonu ilinin yüzölçümüne eşittir. Ülkemizde kişi başına düşen orman miktarı ise 0,29 ha. Bu değer dünya ortalamasının yarısına eşit ve yarım futbol sahası kadar. Ormanlarımızın artmasındaki nedenlerden birisi köyden kente olan göç. İklimin, toprağın uygun olduğu yerlerde terk edilen tarım alanları çevredeki ormanlardan gelen tohumlarla yavaş yavaş ormana dönüşüyor. Ayrıca ülkemizde önemli miktarda ağaçlandırma ile de orman kazanılıyor. Türkiye’de verimsiz orman alanlarının ağaçlandırılması ve rehabilitasyonu için 20082012 yıllarını kapsayan “ağaçlandırma ve erozyon kontrolü seferberliği eylem planı” yürürlüğe konuldu. Bu eylem planı kapsamında sadece 2010 yılında 253 milyon adet fidan dikildi. Türkiye’de orman alanlarının yıllara göre değişimi 15 2005 yılı verilerine göre Türkiye ormanlarındaki ağaç türleri (1000 ha) Ağaç Türleri Normal Kızılçam 3.000 Karaçam 2.392 Sarıçam 716 Göknar 386 Ladin 214 Sedir 199 Ardıç 78 Fıstıkçamı 28 Servi 0 Halep Çamı 0 Sahil Çamı 71 Monteri çamı 0 Diğer ibreliler 0 İbreli Toplam 7.084 Kayın 1.373 Meşe 2.005 Gürgen 10 Kızılağaç 59 Kavak 3 Kestane 60 Dişbudak 12 Ihlamur 3 Çınar 1 Okaliptüs 2 Sığla 0 Huş 0 Ilgın 0 Kıbrıs Akasyası 0 Yalancı Akasya 0 Kiraz 0 Diğer Yapraklı 8 Yapraklı Toplam 3.538 TOPLAM 10.621 16 Bozuk 2.421 1.810 524 240 84 218 370 15 1 0 6 0 0 5.689 378 4.421 0 36 5 29 2 1 0 0 0 0 0 0 0 0 5 4.878 10.568 Toplam 5.421 4.202 1.240 627 297 417 447 43 1 1 77 0 0 12.773 1.751 6.426 10 95 8 89 14 5 1 2 1 0 0 1 0 0 12 8.416 21.189 ORMANLARIN İNSANLARA FAYDALARI Ormanlar ilk insanın yeryüzünde yaşamaya başlamasından bu yana, insanlar için önemli olmuştur. İlk insanlar, ormanlardaki bitkilerin meyve, tohum, yaprak ve köklerini toplayarak beslenmişlerdir. Benzer şekilde ormanlardaki hayvanları yine ağaçlardan yaptıkları mızraklarla avlamışlardır. Ateşin bulunmasından sonra ormandan topladıkları odunları yakarak ısınmışlar, lifli bitkilerden kendilerine kıyafet yapmışlar, yabani hayvanlardan, düşman kabilelerden saklanmak için ormana sığınmışlardır. Hatta ormanları dinsel açıdan kutsal saymışlar, hatta bazen ormanlardan korkmuşlardır. Günümüzde de insanlar ormanlardan çok fazla yararlanmakta. Bu yararlanma daha çok ormandan üretilen odun gibi ürünlerden olabildiği gibi, ikliminden, güzel görünüşünden, erozyonu önlemesinden de olabilmekte. İşte ormanların insanlara sağladığı yararlar mal ve hizmetler olarak tanımlanır. Genel olarak da ormanın fonksiyonları olarak adlandırılır. Ormanların fonksiyonları aslında ormanın bir ekosistem olmasından kaynaklanmakta. Örneğin fotosentez yaparak büyüyen ağaçlar odun oluşturur, biz de bu ağaçları keseriz, orman topraklarının suyu temizlemesi sonucunda oluşan temiz içme suyunu kullanırız. Aslında ormanlar sadece canlıyken insanlara hizmet etmez, öldükleri zaman bile insanlar tarafından kullanırlar. Bugün ısınmadan enerjiye kadar çeşitli alanlarda kullandığımız kömür de aslında eski ormanların başkalaşıma uğramış halidir. Ormanlar sadece insanlar için yararlı değildir, binlerce bitki ve hayvanın yetiştiği, yaşadığı bir yerdir. Şimdi ormanların insanlara sağladıkları yararlara bir göz atalım. 17 Odun Üretimi Ormanlarla ya da ağaçlarla ilgili birçok atasözü, deyim vardır. Bunlardan belki de en fazla bilineni, ağacı “beşikten mezara kadar” kullandığımızla ilgili olanıdır. Çevremizde odundan üretilen birçok şey görebiliriz. Kâğıt, kalem, yer döşemesi, kapı, pencere, mobilya, telefon ya da elektrik direği, inşaat malzemesi, tren yollarındaki traversler gibi. Odun sayılan bu örnekler gibi 6000’den fazla alanda kullanılabilmekte, tabi bir de ısınmada. Isınma amaçlı kullanılan oduna yakacak, ısınma dışında kullanılan oduna ise yapacak odun adı verilir. Ormanlardan yapacak ve yakacak odun olarak üretilen odun miktarı ortalama 14,5 milyon m3 kadar. Son 20 yıldır ormanlardan kesilen yakacak odun azalmakta, yapacak odun miktarı ise artmakta. Devlet ormanları yanında özel ormanlardan ya da kavaklıklardan üretilen odun miktarı ise yaklaşık 4,8 milyon m3. Yurt dışından çoğunluğu yapacak olarak kullanılan ortalama 2,5 Yapacak odun 18 Yakacak odun Y apac ak odun 20 18 16 14 12 10 8 6 4 2 0 Y akac ak odun 2007 2006 2005 2004 2003 2002 2001 2000 1999 1998 1997 1996 1995 1994 1993 1992 1991 1990 1989 Toplam 1988 Odun üretim i (m ilyon m 3) milyon m3 odun ithal edilmekte. Ülkemizde ne yazık ki izinsiz ve yasa dışı olarak da ağaçlar kesiliyor. Kaçak kesim olarak adlandırılan ve özellikle yakacak odun olarak kullanılan odun miktarının ise 4 milyon m3 kadar olduğu tahmin ediliyor. Böylece ülkemizde yıllık odun tüketiminin 25-26 milyon m3 civarında olduğu söylenebilir. Bu değerlerin çok olduğu düşünülebilir. Hatta ormanlardan hiç ağaç kesilmemesi gerektiği ileri sürülebilir. Yılla r Devlet ormanlarından üretilen odun miktarları 19 Ancak burada diğer ülkeler ile bir karşılaştırma yapmak yerinde olacaktır. Örneğin orman alanı yaklaşık Türkiye kadar olan Finlandiya’da (21,9 milyon ha) yıllık olarak 64,3 milyon m3 odun üretilmekte. Orman alanı Türkiye’nin yarısı kadar olan Almanya ormanlarından (11,1 milyon ha) ise 60,8 milyon m3 ağaç kesilmekte. Örnek olarak verilen bu ülkelerde ormancılık ileri düzeydedir, ormanların çoğu ağaçlandırılma ile oluşturulmuş ve sadece odun üretimi için kullanılmaktadır. Bu nedenle rakamlar yanıltıcı olabilir. Türkiye’de ve bazı Avrupa ülkelerinde orman alanları, ormanlardaki servet ve artım miktarları (FAO, 2006) Ülke Orman Alanı (1000 ha) Orman alanının oranı (%) Ağaç serveti (1000 m3) Kesilen odun miktarı (1000 m3) Kesilen odun miktarının ağaç servetine oranı (%) Almanya Avusturya Belçika Beyaz Rusya Bulgaristan Çek Cumhuriyeti 11.076 3.862 667 7.894 3.625 2.648 31,7 46,7 22 38 32,8 34,3 3.107.870 1.159.000 172.000 1.411.000 568.000 736.000 60.770 20.127 4.368 8.568 4.200 17.274 2,0 1,7 2,5 0,6 0,7 2,3 Finlandiya 22.500 73,9 2.158.000 64.295 3,0 Fransa Hırvatistan Hollanda 15.554 2.135 365 28,3 38,2 10,8 2.465.000 352.000 65.000 51.475 4.950 1.200 2,1 1,4 1,8 İngiltere 2.845 11,8 340.000 8.895 2,6 İspanya 17.915 35,9 888.000 17.689 2,0 İsveç 27.528 66,9 3.155.000 76.780 2,4 İsviçre 1.221 30,9 449.000 6.958 1,5 İtalya Macaristan Norveç 9.979 1.976 9.387 33,9 21,5 30,7 1.447.000 337.000 863.000 9.600 5.528 9.219 0,7 1,6 1,1 Polonya 9.192 30 1.864.000 33.015 1,8 Portekiz 3.783 41,3 350.000 11.123 3,2 6.370 808.790 9.575 27,7 47,9 16,5 1.347.000 80.479.000 2.119.000 17.300 180.000 14.820 1,3 0,2 0,7 3.752 29,1 177.000 1.842 1,0 21.189 27,5 1.288.000 14,500 1,1 Romanya Rusya Federasyonu Ukrayna Yunanistan Türkiye 20 Bu nedenle ekolojik koşulları ülkemize benzeyen İtalya’yı ele alacak olursak bu ülkenin 10 milyon ha olan ormanlarından 9,6 milyon m3 odun üretilmekte. Bu değerler ile ülkemizdeki değerler karşılaştırıldığında ülkemizdeki odun kesimlerinin daha az olduğu görülmektedir. Tüm Dünyada ise yıllık olarak 1,78 milyar m3 yapacak, 1,58 milyar m3 yakacak olmak üzere toplam 3,36 milyar m3 odun ormanlardan kesiliyor. Buradan da Dünyada kişi başı yıllık odun tüketiminin 0,48 m3 kadar olduğu anlaşılıyor. Odun Dışı Orman Ürünleri-­‐Gıda ve İlaç Üretimi Ormanlardan odunun yanında başka ürünler de elde edilir. Bunlara genel olarak “odun dışı orman ürünleri” adı verilir. Bu ürünlere kekik, fıstık çamı kozalağı, defne yaprağı, reçine, sığla yağı, mantar, salep, ıhlamur, adaçayı, papatya, lavanta, ısırgan otu örnek verilebilir. Ne yazık ki bu ürünlerin çoğu ormanlardan aşırı derecede ve bilinçsizce toplanmakta. Özellikle çeşitli salep türleri yok olma tehlikesi altında. Odun dışı orman ürünleri aynı zamanda ormanların gıda fonksiyonunun da temelini oluşturur. İnsanların ormanlardan ilkel çağlardan bu yana meyve, tohum, toplayarak beslendiğinden bahsedilmişti. Halen ormanlarda doğal olarak yetişen birçok bitki ile av hayvanları insanlar tarafından gıda olarak tüketilir. Ormanlar sadece insanların besin kaynağı değildir. Aynı zamanda ormanlarda bitkiler-otçul hayvanlar-etçil hayvanlarayrıştırıcılar şeklindeki besin zincirinde, zincirin alt Orkide (Foto. A. Keten) 21 halkalarındaki canlılar bir diğerinin besin kaynağı olmaktadır. Bir ormanda bu besin zincirinin varlığı ve zincirin üst basamaklarında yaşayan canlıların bulunması o ekosistemin sağlıklı odluğunun bir göstergesidir. Örneğin bir ormanda kartal olması o orman ekosisteminin beslenme açısından dengeli olduğunu gösterir. Çünkü kartalın yaşayabilmesi için gerekli besinler (tavşanlar, diğer kuşlar gibi) ormanda yeterince vardır. Ormanlarda bulunan birçok bitki ve hayvan türü doğrudan veya dolaylı olarak birçok ilacın hammaddesini oluşturur. İnsanların % 80’nin doğal yollardan elde edilen tıbbi ürünleri kullandıkları belirtilmekte. Hatta ormanlardaki canlıların ilaç olarak kullanılabileceği düşüncesi, bazen ormanların ve doğanın bile önüne geçer. İnsanlara doğadaki canlıların önemi, o canlının günün birinde “kansere çare” olabileceği savı ile anlatılmaya çalışılır. Bu konuda her canlının yaşama hakkı olduğu nedense gözden kaçar çoğunlukla. Başka bir deyişle bir canlı insanlara faydalı olmuyorsa bile doğada bir işlevi vardır ve korunmalıdır. Bunlar haricinde orman alanlarından kil, kum, gibi mineral madde üretimleri de yapılır. Su Üretimi “Sudan ucuz” diye bir söz vardır. Bu söz artık geçerliliğini kaybetmişe benziyor. Ülkemizde olmasa bile yurt dışında 1 litre suyun fiyatı, benzinden daha pahalı. Artan çevre kirliliği sorunları, kuraklık gibi etkenler temiz ve içilebilir kalitede suyun bulunmasını güçleştirmekte. Hatta geleceğe yönelik senaryolarda 3. dünya savaşının su kıtlığından çıkacağı 22 Orman içindeki bir şelale (Foto. A. Keten) öngörülüyor. Dolayısıyla önemsiz şeyler için kullanılan “havadan sudan” ya da “ sudan sebepler” gibi deyimler de artık tarihte kaldı diyebiliriz. Özellikle ülkemizin bulunduğu coğrafyada su çok önemli bir konumda. Komşu ülkelerle yapılan su pazarlıkları hemen herkesçe bilinmekte. Suların asıl kaynağı yağışlar. Yağışlar dereleri, gölleri ve yer altı sularını besler. Kuraklık olup olmamasına bağlı olarak değişmekle birlikte, ülkemizde yağışlarla toprak yüzeyine ulaşan su miktarının ortalama yıllık 501 milyar m3 olduğu tahmin ediliyor. Bu suyun önemli bir kısmı buharlaşma ile atmosfere dönmekte ya da derelerle denizlere akmaktadır. Sonuçta Türkiye’nin yıllık olarak kullanabileceği su miktarı 110 milyar m3 kadar. Ormanlar bu konuda çok önemli bir role sahipler. Yağışların toprak içine girmeden toprak yüzeyinden akıp gitmesi (yüzeysel akış), suyun kaybı anlamına gelir. Yüzeysel akış aynı zamanda su erozyonuna da yol açar. Ormanlarda, ağaç tepelerinin yağışın şiddetini azaltması, tepelerden suların damlayarak toprağa Orman içinden akan bir dere 23 Ölü örtü ulaşması toprak yüzeyindeki bitkilerin dökülen yapraklarından oluşan ölü örtünün hem sünger gibi suyu emmesi, hem de yağışın şiddetini ikinci kez azaltması sonucunda yüzeysel akış fazla görülmez. Başka bir deyişle ormanlarda toprağa ulaşan yağışın tamamı toprağın içine sızar. Ayrıca orman topraklarının kendine özgü bir yapısı vardır. Doğal yapıda olan ve işlenmeyen orman topraklarında, toprak hayvanlarının (köstebek, fare, karınca vb) yuvaları ile ölen ağaç köklerinin çürüyerek ayrışması sonucunda oluşan boşluklar da, suyun toprağın derinlere taşınmasına yardımcı olur. Toprağın filtreleme özelliği ile de topraktan sızarak yer altı sularına giden, derelere ulaşan sular da içilecek kalitede olur. Erozyonu Önleme Çeşitli sivil toplum örgütleri erozyonu ve zararını Türkiye’ye öğretti. Ancak tekrarlamak da yarar var. Çünkü erozyon ülkemizin en önemli ekolojik sorunlarından birisi. Erozyon, toprağın taşınmasına yol açan faktörlere göre su, rüzgâr ile çığ ve buzul 24 Tokat’ta bir erozyon sahası erozyonu olarak üçe ayrılmakta. Ayrıca toprak kayması ya da heyelanlar da bu konu içinde değerlendirilebilir. Bu erozyon çeşitlerinden ülkemizde en fazla olanı, su erozyonudur. Erozyona uğrayan topraklarımızın % 99’u su erozyonundan, geriye kalan % 1’i de rüzgâr erozyonundan etkilenmekte. Su erozyonunun ülkemizde çok fazla olmasının nedeni, ülkemizin oldukça eğimli bir arazi yapısına sahip olması. Ülkemizin sadece % 8,5’lik bir bölümünün eğimi % 5’ten daha az. Eğimli alanlarda toprağa düşen yağış toprak içine sızamazsa, yüzeysel akışa geçer. Daha önce de değinildiği gibi bu da erozyona yol açabilmekte. Eğer toprak yüzeyinde bitki bulunmazsa yüzeysel akış artar, dolayısıyla erozyonla taşınan toprak miktarı da. Ülkemizde de bitki örtüsünün çeşitli nedenlerle tahrip edilmesi erozyonun fazla olmasına neden olmakta. 25 Isparta’ da bir erozyon sahası (Foto. Y. Karatepe) Topraklarımızın % 86,5’inin erozyondan etkileniyor. Ülkemizde erozyon ile taşınan toprak miktarı 500 milyon tondan daha fazla olduğu tahmin edilmekte. Bu değeri gözümüzde canlandırabilmemiz için 25 milyon kamyon kadar olduğunu söylememiz yeterli herhalde. Ülkemizden taşınan toprak miktarı yaklaşık olarak Afrika kıtasının tümünden olan toprak kaybına eşittir ve Avrupa kıtasındaki toprak kaybının yaklaşık iki katı kadar. Ormanların erozyonu önlemedeki etkisi öncelikle yüzeysel akışı azaltmasından kaynaklanır. Yine yukarıda açıklandığı üzere orman toprakları ve bu topraklar üzerindeki ölü örtü de suyu çok fazla tutar. Böylece ormanlardan yüzeysel akış olmaz veya tarım alanları, kentler vb gibi yerlere göre çok daha az olur. Ek olarak ölü örtünün parçalanması ve ayrışması ile oluşan humus ve diğer bazı organik bileşikler suyla taşınabilen kum, toz ve kili birbirine 26 Kütahya’da menderes oluşturan bir dere yapıştırarak suyun taşıyamayacağı boyutlara getirir. Ayrıca yağışın kabaca 1/3’ünü yaprak ve dalları ile tutarlar. Yaprak ve dallarda tutulan yağış da buralardan buharlaşarak tekrar atmosfere döner. Bu olaya intersepsiyon adı verilir. İntersepsiyon da yüzeysel akışın azaltılmasında etkilidir. Nitekim su toplama havzalarında ormanın çok az olduğu Fırat, Yeşilırmak ve Kızılırmak en fazla toprak taşıyan nehirlerimizdir. Burada su toplama havzasını da açıklamak gerekir. Baraj gölleri ya da doğal göller ve akarsular sadece akarsuyun veya gölün üzerine düşen yağışlarla dolmaz. Belli bir alana düşen yağış ya toprak içine sızar ya da yüzeysel akışa geçer. Yüzeysel akışa geçen su eğimli yerler boyunca akar, derelere ulaşır. Bunun fazla olması sellere ve erozyona yol açar. Toprak içine sızan su ise ya yer altı sularına kadar taşınır, ya toprakta depolanır ya da eğimli arazi de toprak içinden eğim boyunca akar ve dereleri besler. 27 Atatürk Barajı (Foto: M. D. Kantarcı) Yazın hiç yağmur yağmasa bile derelerin çoğundan su akar. Bu durum bahar aylarındaki yağışlarla ya da karların erimesiyle toprağa giren suyun yavaş yavaş derelere ulaşması ile gerçekleşir. Anlatıldığı şekilde geniş alanlardaki suyun toprak içinden ya da yüzeyinden taşınarak akarsularda toplandığı araziye havza denir. Su toplama havzasında ormanların olmaması ya da toprak yüzeyinin çıplak (bitkisiz) olması erozyonu arttırır. Bir akarsu havzasından erozyonun olması, o akarsuyun üzerinde yapılan baraj göllerinin zamanla taşınan toprakla dolmasını sağlar. Bu istenmeyen bir durumdur. Çünkü bir barajın toprakla dolması, o barajda toplanan suyun azalması anlamına gelir. Bu şekildeki barajlardan tarım alanlarını sulamak için su alınması güçleşir, aynı zamanda elektrik de üretilemez. Ülkemizdeki baraj göllerinin bir kısmı kullanım dışı kalma tehlikesiyle karşı karşıyadır. Ormanların erozyonu önlediği ile ilgili bir örnek de İstanbul’dan verelim. Belgrad ormanlarının içinde ilki 1600’lü yıllarda, sonuncusu da 1800’lü yıllarda 28 yapılmış çok büyük olmayan 6 tane bent vardır. Bunların en yenisi 200 yıl önce yapılmış olsa da henüz toprakla dolmamıştır. Ancak 2 yıl önceki kuraklıklar sırasında bentlerde su kalmadığı bir sırada biriken topraklar temizlenmiştir. Ormanların su erozyonunu önledikleri az çok bilinmekte. Ama daha az bilineni rüzgâr erozyonunu da engellediği. Rüzgâr erozyonu yarı kurak bölgelerde oluşur. Su erozyonunun tersine, rüzgâr ile kuru topraklar taşınabilir. Ülkemizde bazı yarı kurak bölgelerde ve kıyılarda rüzgârın etkisiyle kıyı ve kara kumulları görülmekte. Kıyı kumullarından en çok bilinenler Kadriye Belek, Patara, Side-Sorgun gibi turistik bölgelerdeki kumullar. Benzer şekilde İstanbul’da da Durusu (Terkos) ve Ağaçlı’da kıyı kumulları var. Kara kumullarına ise Konya Karapınar’daki kumul örnek gösterilebilir. Ülkemizde rüzgâr erozyonunun yaklaşık 500 bin ha kadar bir alanda etkili olduğu tahmin edilmekte. Rüzgâr erozyonu ile üst toprak taşındığı gibi özellikle rüzgârla taşınan ince çaplı kumlar tarım alanlarının üzerini kaplayarak buraların verimsizleşmesine, hatta kullanılamamasına da neden olabilir. Ormanların rüzgâr erozyonunu önleme etkisi, rüzgâr hızını azaltmalarından kaynaklanmakta. Ormanların ve ağaçların rüzgâr erozyonunu azaltmasında etkili olan diğer bir faktör de bunların dökülen yapraklarıdır (ölü örtü). Ölü örtü toprağın yüzeyini örterek toprağın taşınmasını engeller. Ek olarak ölü örtünün ayrışmasıyla oluşan humus daha önce açıklandığı üzere kum, toz ve kili birbirine yapıştırır ve rüzgârın taşıyamayacağı büyüklüklere getirir. Terkos’taki kumullarda yapılan çalışmalar (Foto. Çatalca Orman İşlet. Müd.) 29 Ormanların rüzgâr erozyonunu azaltma ve kumulların hareketini durdurma üzerindeki olumlu etkileri nedeniyle, kumul alanlarında ağaçlandırmalar yapılmıştır. Bunlardan en önemlisi Durusu’da (Terkos) yapılan ağaçlandırmadır. Terkos kumul ağaçlandırmasının amacı, İstanbul’un en önemli su kaynağı olan Terkos Gölünün kumlarla dolmasını engellemektir. Terkos Gölü halen İstanbul’un en önemli su kaynaklarından biridir. Ağaç kökleri (Sümela Manastırı, Maçka) Hatta uzun yıllar çeşme suyuna “Terkos” denilmiştir. Ayrıca ülkemizin başka yerlerinde de kumul ağaçlandırmaları var. Belek, Side gibi turistik bölgelerdeki ağaçlandırmalar, buraların otel ve golf sahası yapılmak üzere kiralanması ile gündeme gelmiştir. Orman ağaçları kökleriyle çok geniş bir alanda toprağı tutarlar. Ağaçların köklerini göremediğimiz için bu alanı tahmin edemeyiz. Ancak en azından ağaçların tepelerinin genişliğinde kök yayılışı yaptıkları kabul edilir. Köklerin uzunluğu ise metrelerce Kumul ağaçlandırmaları yerine yapılmış bir golf sahası 30 olabilir. Bazen sığ topraklarda ana kayaya kadar kökler gelişebilir. Ağaçlar kökleriyle toprağı tutarak özellikle eğimli alanlarda toprakların kaymasını (heyelanları) engellerler. İklim Düzenleme, Karbon Bağlama ve Oksijen Üretimi Ormanlar suyun topraklara sızmasını sağlaması, kökleriyle suyu alarak tekrar havaya vermesi, toprağı gölgelemesi gibi nedenlerle iklimi etkiler. Aynı zamanda fotosentez yapar, karbon bağlar ve oksijen üretir. Ormanların iklim düzenleme ve karbon bağlama yararları özellikle son yıllarda iklim değişikliği sorunlarının artması ve konunun öneminin anlaşılmasından sonra daha fazla ön plana çıktı. Bu nedenle ormanların iklim ile olan ilişkileri ve atmosferdeki karbondioksiti bağlamaları daha detaylı olarak ayrı bir bölümde açıklanacaktır. Abant 31 Biyolojik Çeşitlilik Biyolojik çeşitlilik yakın zamanlarda duyulmaya başlandı. Hatta Kelaynak kuşlarının bu konuda Türkiye’de çok büyük önemi vardır. Çoğu insan biyolojik çeşitliği, bazı canlı türlerinin neslinin tükenebileceğini Kelaynak kuşları ile öğrendi. Hakkını yemeyelim Akdeniz Fokları, Deniz Kaplumbağaları (Caretta caretta) da katkıda bulundu kamuoyu oluşturulmasında. Biyolojik çeşitliliğe aslında biyolojik çeşitlilik ne değildir diye başlamak gerekli. Çoğu zaman biyolojik çeşitlilik belli bir alandaki tür sayısı olarak anlaşılmakta. Ancak kesinlikle biyolojik çeşitlilik bu değildir. Öyle olsa birçok hayvanın, hatta yurtdışındaki örneklerinde olduğu gibi bitki türünün de bir arada olduğu hayvanat bahçeleri, biyolojik çeşitlilikçe zengin yerler olurdu. Bu şekildeki, yani belli bir alandaki farklı türlerin sayısı tür çeşitliliği olarak adlandırılır. Ancak belli bir alanda tür zenginliğinden söz ederken farklı türlerdeki bireylerin sayılarının da fazla olması ve birbirleri ile dengeli olması gereklidir. Bu nedenle biyolojik çeşitlilik genetik çeşitlilik, tür çeşitliliği ve ekosistem çeşitliliği olarak üç aşamada değerlendirilir. 32 Kelebek (Foto. Z. Arslangündoğdu) Pelikan (Foto. Z. Arslangündoğdu) 33 Kelebek (Foto. Z. Arslangündoğdu) Genetik çeşitlilik türler ve popülasyonlar içerisindeki kalıtsal farklılıklardır. Belli bir alanda yaşayan aynı türe ait canlıların sayısı ne kadar fazla ise, genetik çeşitlilik o kadar fazladır. Her birey farklı genlere sahiptir, bazı bireyler soğuğa, bazıları ise yüksek sıcaklıklara dayanıklı olabilir. Her bireyin genleri farklı olduğu için çeşitli hastalıklara karşı gösterdikleri direnç de farklı olur. İnsanlardan örnek verelim. Yakın akraba evlilikleri sonucunda özürlü ya da hasta çocukların doğma olasılığı daha yüksektir. Bunun nedeni anne ve babanın hastalıklı genlerinin çocuklarda baskın hale gelmesi. Bir türün neslinin sağlıklı olarak devam edebilmesi için birey sayısının çok azalmaması gerekir. Örneğin Türkiye’deki kelaynak kuşlarının sayısı 42’ye kadar düşmüştür. Üretme çalışmaları ve kuşların göç etmesine izin vermeyerek bu sayı 115’e kadar çıkmıştır. Ancak bu kadar küçük sayılarla çoğaltma acaba bir bakıma yakın akraba evliliği olmuyor mu? Benzer şekilde bir zamanlar Anadolu Parsı diye bir türümüz 34 vardı. Tamamen yok oldu ama gördüklerini söyleyenler de var. Anadolu Parsının birkaç bireyinin bulunması soyunun tükenmediği anlamına mı gelir? Bu türün yeterli sayıda bireyi olmadığı için halen yaşayan bireyleri varsa da yok olması olasılığı çok yüksektir. Çünkü birey dolayısıyla gen sayısının fazlalığı değişen koşullara uyumu arttırır. Ekosistem çeşitliliği ise belli bir alanda yetişme ortamlarında Endemik Kazdağı Göknarı veya yaşama alanlarında görülen farklılıklardır ve geniş alanlar için geçerlidir. Örneğin belli bir alanda orman, su, kumul, tarım, otlak ve benzeri ekosistemlerin fazlalığı biyolojik çeşitliliğin fazla olmasını sağlar. Çünkü her ekosistemde yaşayan canlı türleri farklıdır ve birbirleri ile etkileşirler. Örneğin yakınında su bulunmayan bir ekosistemde çok fazla canlı yaşamaz, ya da geyikler ancak yakınlarında otlak bulunan ormanlarda yaşayabilirler. Dünyada yaşayan tüm canlıların sayısını bilmemiz mümkün değil. Tüm dünyada bulunan toplam tür sayısının 5-30 milyon arasında olduğu tahmin ediliyor. 2007 yılı itibarıyla tanımlanmış ve bir ad verilmiş tür sayısı mikroorganizmalar haricinde 1,6 milyon civarında. Ülkemizde de 37 bin civarında canlı türü şu ana kadar teşhis edilmiş. Tropikal bölgelere göre düşük olsa da, Avrupa’yla kıyaslandığında oldukça zengin bir flora ve faunamız var. 37 bin canlı türümüzün bazıları sadece ülkemizde bulunmakta, diğer hiçbir ülkede bu türlere rastlanmamakta. Endemik olarak adlandırılan türlerin sayısı bitkilerde ve hayvanlarda tahminen 4.000’er (toplam 8.000) kadar. Ayrıca hayvanlardan 50 kadar, bitkilerden ise 1.284 tür nadir 35 bulunmaktadır ve tehlike altındadır. 8 hayvan ve 11 bitki türünün ise ne yazık ki nesli tükenmiştir. 2007 yılı itibarıyla Dünyadaki ve Türkiye’deki tanımlanmış ve tehlike altındaki tür sayıları (IUCN, 2008, DKMP 2008 ve Ülgen, Zeydanlı, 2008’den derlenmiştir) Dünya Tanımlanmış Tehlike tür sayısı altındaki tür sayısı Memeliler Kuşlar Sürüngenler Kurbağagiller Balıklar Omurgasızlar (kelebekler, böcekler, yumuşakçalar gibi) Hayvanlar toplam Karayosunları Eğreltiler Açık tohumlular Çift çenekliler Tek çenekliler Yeşil yosunlar Diğer bitkiler (likenler, kahverengi yosunlar, mantarlar) TOPLAM Türkiye Tanımlanmış Nadir ve tür sayısı tehlike altındaki tür sayısı 161 23 460 17 133 12 23 5 716 ~20.600 5.416 9.956 8.240 6.199 30.000 1.203.375 1.094 1.217 422 1.808 1.201 2.108 1.263.186 15.000 13.025 980 199.350 59.300 3.715 5.956 28.849 7.850 79 139 321 7.121 778 0 9 9 22.093 910 101 35 9.100 1.765 Bilinmiyor Bilinmiyor 3.150 57 2 1 1 1.100 180 Bilinmiyor Bilinmiyor Bilinmiyor 326.175 1.589.361 8.456 16.306 15.061 37.154 1.284 1.341 Tür sayılarımız ile ilgili verilen bu bilgiler tüm Türkiye içindir ve bu türlerin bazıları orman dışında yaşamaktadır. Ancak doğallığını kaybetmemiş orman alanlarında biyolojik çeşitliliğin her üç derecesi de oldukça fazladır. İster orman ekosistemi isterse 36 göl, deniz, tarım ekosistemi olsun bir ekosisteme insan müdahalesi arttıkça, yani doğallığı azaldıkça biyolojik çeşitlilik de azalmakta. Doğayı ve İnsanları Koruma 8-9 Eylül 2009’da İstanbul ve Trakya’da sel baskınları oldu. Bu baskınlarda 30’un üzerinde insan yaşamını kaybetti. Maddi kayıplar ise milyonlarca lira tutarındaydı. Taşkın sularıyla denize taşınan toprağın bedeli ise bu hesaba dâhil değil. Selde bu kadar maddi ve manevi kaybın olması kimilerince iklim değişikliğine bağlandı. Kimilerine göre de İstanbul’a 2 gün içinde 1 m2 alana yaklaşık 200 mm (= 200 kg) yağış düşmesi afete neden olmuştu. Çoğunlukla da dere yataklarına ev yapılmasının su baskınlarına yol açtığı ifade edildi. Gözden kaçan bir nokta vardı. İstanbul’da yoğun yapılaşma nedeniyle toprak yüzeylerinin betonla, asfaltla kaplanması. Yağmur sularının neredeyse tamamı toprağa sızmadan yüzeysel akışa geçince, son yılların en büyük sel zararı ile karşılaşıldı. Bir örnek ile konu açıklanacak olursa, 1 m derinliğinde taşsız ve balçık tekstüründeki bir orman toprağı, Heyelan (Foto T. Öztürk) 37 200 mm kadar suyu gözeneklerde depolayabilir. Bu değerin İstanbul’da 3 gün içindeki yağış miktarı kadar olması dikkatinizi çekmiştir herhalde. Ormanların koruma yararı farklı şekillerdedir. Öncelikle doğal afetleri önlerler. Yukarıda açıklandığı gibi kimi zaman selleri durdururlar ya da yavaşlatırlar. Kökleriyle toprağı sararak heyelan oluşmasını engellerler. Örneğin Karadeniz’de, ormanların kesilerek fındık ve çay bahçelerine dönüştürülmeleri ya da tarla yapılmaları sonucunda, heyelanlarda artışlar olmuştur. Yine ormanların aşırı derecede tahrip olduğu Isparta’nın Senirkent İlçesinde sel ve toprak akması sonucunda 74 kişi hayatını kaybetmiştir. Ormanlar çığları da, gövdeleri ile kar hareketini durdurarak önlerler. Ormanların koruma ile ilgili diğer bir yararı da insanları gürültü zararlarından korumasıdır. Özellikle yoğun trafiğin olduğu yerlerde yol ile binalar arasında kurulacak bir orman, gürültüyü 25 desibel kadar azaltabilir. Koruma alanları Milli parklar Tabiat Parkları Tabiati koruma alanları Tabiat anıtları Yaban hayatı geliştirme alanları Yaban hayatı üretme istasyonları Muhafaza ormanları Gen koruma ormanları Tohum meşcereleri Özel çevre koruma alanları Ramsar alanları Toplam Sayı 39 29 32 105 80 22 57 193 338 14 12 Alan (ha) 878.801 78.868 63.008 5.542 1.205.599 4.551 394.853 27.736 46.086 1.206.008 200.000 4.111.052 Ormanlar insanları doğal afetlerden ya da gürültüden koruduğu gibi diğer birçok canlı ya da cansız varlığı da tehlikelere 38 karşı korurlar. Örneğin ormanlar doğala yakın yapıları ile birçok canlı için yaşama ortamlarıdır. Ormanların çoğunlukla dağlık alanlarda bulunması, insanların buralara güç ulaşması, ormanların canlılar için doğal bir sığınak olmasını sağlar. Bu nedenle ormanlarda biyolojik çeşitlilik fazladır. Ayrıca daha önce anlatıldığı gibi cansız varlıklardan toprağı erozyona karşı korurlar. Ormanların bu koruma özelliklerinden dolayı çeşitli açılardan önemli özelliklere sahip ormanlar koruma altına alınmıştır. Nadir bulunan ve endemik olan türlerin bulunduğu alanlar, bilimsel, kültürel ve estetik açıdan özelliği olan yerler, milli park, tabiat parkı, tabiat anıtı, tabiatı koruma alanı, yaban hayatı koruma alanı, doğa koruma rezervleri, biyosfer rezervleri gibi adlar altında ayrılmışlardır. Ayrıca insanları doğal afetlerden koruyan ormanlar da “muhafaza ormanı” adı altında korunmaktadır ve buralardan ağaç kesilmemektedir. Ilgaz Milli Parkı girişi 39 Artvin, Karagöl (Foto. A. Tüfekçioğlu) Toplum Sağlığı Ormanlar havadaki tozları temizler, hava kirliliğini azaltır. Ağaçların oksijen üretmesi sonucunda kentlere oranla daha temiz ve oksijence zengin bir hava yaratırlar. Ayrıca gürültüyü önlerler, yağış sularının daha fazla toprağa girmesini sağlarlar ve topraktan sızan su da temiz olur. Bu nedenle ormanlar içinden akan su pırıl pırıldır. Ormandaki derelerden soğuk suyu kana kana içebilirsiniz. Ayrıca estetik güzellikleriyle insanların hem ruhsal hem de bedensel olarak iyileşmesine yardımcı olurlar. Bu özellikleri nedeniyle yüzlerce yıldır birçok sağlık tesisi ormanların içinde ya da yakınlarında kurulmaktadır. Estetik Ülkemizde 2000’li yıllarda kentte yaşayan nüfus köyde yaşayan nüfusu geçti. Köyden kente göçün hızlı olması, kentleşmenin düzensiz olmasına yol açtı. Kent içindeki arsaların 40 Gölcük (Bolu) fiyatları alabildiğince arttı. Arsaların değeri artınca da boş bulunan her toprak parçasına ev yapıldı. Böylece kentlerde oturanlar, beton yığınları arasında yaşamak zorunda kaldılar. Çoğu ağacı olmasa bile bazı bitkileri balkonlarında yetiştirerek yeşile olan özlemlerini gidermeye çalıştılar. Son zamanlarda ise içinde yeşil alanların olduğu toplu konutların sayısı arttı. Hatta orman manzaralı evlerin fiyatları, diğerlerine göre daha pahalı. Düşünün kentin beton yığınlarını konu alan bir resim gördünüz mü? Manzara resimlerinde nedense hep ormanlar, dağlar, göller vardır. Evet, ormanların estetik olarak bir güzelliği vardır. İlkbaharda yaprakların yeşillenmesi, sonbaharda yaprakların sararması, ağaçların su yüzeyindeki yansımaları doğal bir güzelliktir. Çoğu insan bu güzellikleri görmek için ormanlara akın eder. 41 Belgrad Ormanı Rekreasyon ve Ekoturizm Rekreasyon insanların boş zamanlarında yaptıkları işlerdir. Yani sinemaya gitmek, piknik yapmak, bisiklete binmek gibi şeyler aslında birer rekreasyon faaliyetidir. Yoğun iş temposundan, kentlerdeki yaşamın sıkıcılığından bunalan insanların rekreasyon denince aklına öncelikle ormanlar gelir. Yani insanların boş zamanını geçirmek için ilk tercih edeceği yerlerin başında ormanlar yer alır. Son zamanlarda insanların doğaya olan hasretleri nedeniyle ekoturizm kavramı da yaygınlaştı. Ekoturizm kısaca doğaya zarar vermeden yapılan seyahatlerdir. Başlıca ekoturizm faaliyetleri, bisiklet, atlı doğa turizmi, doğa yürüyüşleri, dağcılık, foto safari, kuş gözlemciliği, olta balıkçılığı, nehir sporları (rafting), bitki 42 tanıma turları olarak sıralanabilir. Bu ekoturizm faaliyetlerinin çoğunun ormanlarda yapıldığı dikkatinizi hemen çekecektir. Ulusal Savunma Ormanlar askeri tesisleri, stratejik açıdan önemli endüstriyel tesisleri, çeşitli askeri araçları tepeleriyle örterek, özellikle uçaklar tarafından görülmesini engellerler. Birçok filmde askeri araçların saklanması için ağaç dallarıyla, yapraklarıyla örtüldüğünü görmüşsünüzdür. Bu olaya kamuflaj denilir. Ayrıca birçok orman ürünü de askeri amaçlarla kullanılır. Sınırlardaki ormanlar, askeri tesislerin çevresindeki ormanlar bu nedenle korunur. Ayrıca ormanlar, içinde bulunan eski savaş alanlarını ve kalıntılarını korurlar. Ülkemizde de 1. Dünya Savaşında Çanakkale Savaşlarının yapıldığı Gelibolu Yarımadası, Kurtuluş Savaşında Büyük Taarruzun başladığı Afyon Kocatepe milli park olarak korunmaktadır. Benzer şekilde 1. Dünya savaşı sırasında 90 bin askerin şehit olduğu Sarıkamış - Allahuekber Dağları da milli park ilan edilmiştir. Yine efsanevi Troya savaşlarının geçtiği Çanakkale’deki Antik Troya Kenti de milli parklarımızdan biridir. Bilimsel Yararlar Özellikle insan etkisini az olduğu doğal ormanlar, kendine özgü ekolojik süreçleri olması, binlerce canlı türüne ev sahipliği yapmaları nedeniyle özellikle Ormancılık Bilimleri, Botanik, Zooloji, Ekoloji gibi disiplinlerin başlıca çalışma alanlarını oluştururlar. Ayrıca eczacılık ve tıp alanları için de ilaç hammaddelerini içermeleri nedeniyle araştırma konusudur. Yenilenebilir Enerji Kaynağı Yaşamımızın her anında enerji tüketiriz. Bindiğimiz araçlar akaryakıt ile çalışır, yani petrol ürünleri ile. Evimizde doğal gaz veya kömür ile ısınırız. Kömür, petrol ve doğal gaza yenilenemeyen enerji ya da fosil yakıtlar denilmektedir. 43 Kullandığımız birçok araç-gereç elektriklidir. Ülkemizde elektriğin önemli bir bölümü, fosil yakıtlardan üretilmektedir. Fosil yakıtların miktarı sınırlıdır ve önümüzdeki yıllarda tükenecektir. Yenilenebilir enerji ise, kullandıkça tükenmeyen, gücünü güneşten veya magmadan alan ve hiç tükenmeyeceği düşünülen enerjidir. Türkiye’de 2007 verilerine göre elektrik üretiminde kullanılan kaynaklar Enerji Kaynağı Taş Kömürü-İthal kömür Linyit Fuel oil Motorin LPG Nafta Doğal Gaz Atıklar Hidrolik (su) Jeotermal-Rüzgar TOPLAM Gws 14.927 38.348 7.631 8 462 601 92.769 176 35.798 517 191.237 % 8 20 4 0 0 0 49 0 19 0 100 Fosil yakıtların kullanımının hava, su ve toprak kirliliğine yol açtığı eskiden beri bilinmekteydi. Ama son yıllarda fosil yakıt kullanımı ile birlikte havaya verilen CO2’in atmosferde sera etkisine yol açtığı, sera etkisine bağlı olarak da küresel ısınma ve iklim değişikliği olaylarının yaşandığı da belirlendi. Hem bu kaynakların tükenmekte olması, hem de çevre kirliliğine ve küresel ısınmaya yol açması nedeniyle temiz enerji kaynakları da denilen yenilenebilir enerji kaynaklarının önemi daha fazla anlaşıldı. 44 Rüzgâr türbini (İstanbul, Durusu) Yakacak olarak odun kullanımı 45 Endüstriyel ağaçlandırma amaçlı kurulmuş olan Sahil Çamı Ormanı Yenilenebilir enerji kaynakları denilince de akla ilk önce güneş, rüzgâr, su ve jeotermal enerji kaynakları gelmektedir. Bunlara ek olarak bitkiler ve hayvan atıkları da yenilenebilir enerji kaynaklarıdır, bunlara biyokütle de denilmektedir. Orman ürünleri deyince aklımıza ilk gelen ürün, herhalde odundur. Odunu yakarak ısınmada kullanırız. Odun da bir yenilenebilir enerji kaynağıdır. Çünkü planlı ve sürdürülebilir olarak ormanları kestiğinizde ormanlar hiç tükenmez. Özellikle fosil yakıtlar nedeniyle atmosferdeki CO2 miktarının artması odunun ısınma amaçlı kullanımının önemini arttırmıştır. Çünkü ısınmada odun kullandığımızda yer altında depolanmış olan fosil yakıtları, daha az tüketiriz. Dolayısıyla fosil yakıtlardaki karbon yer altında depolanmış olarak kalır. 46 Odun Kömürü Odunu doğrudan yakarak ısınmada kullanabileceğimiz gibi, elektrik de üretebiliriz. Bu da kömür veya doğal gaz ile çalışan termik santraller yerine, odun kullanan termik santraller ile olabilir. Ayrıca kabuk ve dal gibi odun niteliği olmayan bitki artıkları da bu santrallerde kullanılabilmektedir. Odunu doğrudan yakmak yerine çeşitli işlemlerden geçirerek etanol, biyoyağ, güneş dizeli adı verilen sıvı ürünler de elde edilebilir, bu ürünler de motorlu araçlarda ya da enerji üretiminde kullanılabilmektedir. Ancak burada dikkat edilmesi gereken konu enerji üreteceğiz diye doğal ormanlara zarar verilmemesidir. Bunun yerine hızlı gelişen Sahil Çamı, Kavak gibi türlerle ağaçlandırma yapılarak enerji üretiminde bu ağaçların odunları kullanılmalıdır. 47 ORMANLAR ÜZERİNDEKİ TEHDİTLER Türkiye’de olmasa bile dünya genelinde ormanların azaldığından daha önce söz edildi. Ormanlar birçok yararı olmasına rağmen sürekli tehdit altında. Bu bölümde ormanlar üzerinde tehdit oluşturan olaylar açıklanacaktır. Yangınlar Yaz ayları gelince içimizi bir korku sarar. Neredeyse her gün yanan bir orman haberi görürüz televizyonlarda. Ormancıları iki kere üzer televizyonlardaki yangın haberleri. Öncelikle herkes gibi yanan ağaçlara, ölen ya da yuvalarını terk etmek zorunda kalan hayvanlara üzülürler. İkincisi de ormanların sadece yangınlarla hatırlanıyor olması. Dikkat edin başka bir zaman ormanlarla ilgili bir haber duyduğunuz oluyor mu? Bir Orman yangını (Foto. M.D. Kantarcı) de hep yangınların suçlusu aranır. Öncelikle bazı gerçekleri kabul etmek gerekli. Ülkemizin birçok bölgesi, iklim gereği yangın tehlikesi altında. Ne kadar uğraşırsak uğraşalım orman yangınlarının çıkmasını tamamen engelleyemeyiz, ancak azaltabiliriz. Yanmış ağaçların temizlenmesi (Foto. M.D. Kantarcı) 48 Ülkemizde yangın ile ilgili bilgilerin tutulmaya başlandığı 70 yıldan bugüne kadar toplam 85 bin kadar yangın olmuştur. Bu yangınlarda 1,6 milyon ha orman alanı yanmıştır. Bu rakam yaklaşık olarak Tüm Kıbrıs Adasının 2 katı kadar. Yine 70 yılda yanan orman alanı miktarı 76 ülkenin yüzölçümünden fazla. Yıllık olarak baktığımızda sayısı değişmekle birlikte ortalama her yıl ortalama 1200 orman yangını çıkmakta ve her yıl ortalama 22 bin hektar alan yanmakta. Bu İstanbul’daki Belgrad ormanının yaklaşık 4 katına eşit. Orman yangınları neden çıkar? Orman yangınları doğal olarak yıldırımlar ya da rüzgârlı havalarda dalların birbirine sürtmesi sonucunda çıkabilir. Ancak Türkiye’deki orman yangınlarının başlıca sebebi, bilerek ya da bilmeyerek insan kaynaklı. Evet, orman yangınlarının % 95’inden insanlar sorumlu. Duymuşsunuzdur, piknik ateşlerinin söndürülmemesi, söndürülmeden atılan bir izmarit ya da ormanda bırakılan bir cam şişe yangına neden olabiliyor. İnsanların orman yangınlarına yol açma şekilleri o kadar farklı ki. Örneğin orman yangınlarının nedenleri arasında kız kaçırma, mısır pişirirken ateşi kontrol edememe gibi nedenler de var. İnsan kaynaklı orman Söndürülmüş piknik ateşi yangınların yarısı dikkatsizlik ve ihmalden çıkıyor. Bu bile bir dereceye kadar kabul edilebilir. Ama ya ormanların bilerek yakılması, işte bu affedilemez. İnsanlar özellikle tarla açmak, arsa sahibi olmak için ormanları yakıyor, hatta idarecilere kızarak ormanı yakanlar bile var. Özellikle 20 yıl kadar önce yerel ve genel seçimlerden önce yangınlarda artışlar vardı. Çünkü oy kaygısı ile ormanları yakanlar affedilebiliyordu. Ama artık ormanı yakanlar ya da kesenler genel aflardan yararlanamıyor. Çok güzel bir gelişme değil mi? Orman yangınlarının önemi günümüzde daha fazla arttı. Çünkü artık sadece ağaçların, hayvanların yanması değil bizi üzen, her yanan orman alanı ile birlikte atmosferdeki sera gazlarının miktarı da artıyor. Bu hem yangınlarla havaya karışan 49 CO2 ile oluyor, hem de yanan alanın bağlayacağı kadar karbon miktarı atmosferde kalıyor. Tüm Dünyada sera gazları salımlarının % 17’si orman yangınları ve çeşitli nedenlerle ormanların yok edilmesinden kaynaklanıyor. Bu değer enerji sektöründen sonra 2. sırada. Ülkemizde de 1990-2005 yılları arasındaki yangınlar ile ormanlarda depolanan 1,5 milyon ton karbon ekosistemden uzaklaşmıştır (yıllık 100 bin ton karbon). Türkiye’deki orman yangınlarını benzer ekolojik özelliklere sahip ülkeler (Yunanistan, İtalya, İspanya vb) ile karşılaştırdığımızda, ülkemizde yanan orman alanı daha azdır. Kaçak Kesimler Ormanlarımızın içinde ya da çevresinde yaklaşık 7,3 milyon insan yaşamakta. Özellikle orman içi köylerdeki insanların ekonomik durumu oldukça kötü ve bunlar geçimlerini sadece ormanlardan sağlıyorlar. Gerek bu orman içi köylerde yaşayanlar, gerekse haksız kazanç peşinde koşanlar ormanlardan izinsiz ve yaşa dışı olarak ağaç kesmektedirler. Kaçak kesimler, plansız olarak yapıldığı için ormana çok fazla zarar verebilmekte. Ülkemiz ormanlarından kaçak kesilen odun miktarının 1990 yılında 7,7 milyon ton olduğu, bu rakamın 2005 yılında 4,05 milyon tona düştüğü tahmin ediliyor. Yasal olarak ormanlardan yapılan odun üretiminin 14 milyon ton olduğu düşünüldüğünde kaçak kesimlerin boyutu ortaya çıkar. Aslında kaçak kesimler ormanlara yangınlardan daha fazla zarar veriyor. Örneğin kaçak kesimlerle ormandan uzaklaştırılan karbon miktarı yıllık 2,4 milyon ton (= 8,8 milyon ton CO2) civarında. Bu da yangınların 25 katı kadar. Açmacılık ve Usulsüz Faydalanma Açmacılık; insanların yeni tarlalar ve otlak alanları ya da arsa elde etmek için ormanı kısmen veya tamamen yakmak, ağaçları kesmek, boğmak ve kabuklarını soymak, kütüklerini sökmek 50 suretiyle alanı boşaltmasıdır. Ülkemiz ormanlarından 1988-2007 yılları arasında toplam 40 bin ha kadar bir alanda ormanlar açmacılık ile kesilmiştir. Trakya’da ormandan açılmış bir tarım arazisi Usulsüz faydalanma ise ormandan çeşitli ekonomik değeri olan bitkileri ya da odun dışındaki ürünleri izinsiz olarak toplamaktır. Eskiden beri mantar, kekik, defne yaprağı gibi ürünler ormandan toplanmaktadır. Orman köylüleri beslenmek için kendini ihtiyaçları kadar bu ürünleri toplamaktaydılar. Hatta köylülerimiz o kadar bilinçlilerdi ki, bu ürünleri her zaman toplamazlar, tohumlarını dökmesini beklerler ya da belli bir alandaki örneğin mantarların tamamını değil bir kısmını alırlardı. Bu durumda ertesi sene tekrar toplanacak bitki ya da mantar bulunabilirdi. Son yıllarda odun dışı orman ürünlerinin iyi gelir getirmesi sonucunda bunlar daha yoğun olarak toplanmaya 51 başlandı. Aşırı toplama bazı salep ve mantar türleri başta olmak üzere biyolojik çeşitliliği tehdit eder hale geldi. Kaçak Avcılık Ülkemiz insanları avlanmayı çok sever. Erkek çocukların sapan ile kuş avlamayanı var mıdır? Bilinçsizce özellikle yavrulama ya da yumurtlama dönemlerinde yapılan avlanmalar çoğu hayvan türünün büyük zarar görmesine yol açtı. Maalesef ülkemizde kaçak avcılık ile sağlıklı bilgiler yok. Ama son yıllarda denetimler ve bilinçlendirme ile birlikte kaçak avcılıkla mücadele de olumlu adımlar atıldı. Kaçak olarak avlanmış geyik (Foto. M.A. Başaran) 52 Hava Kirliliği Hava kirliliğini bilmeyen yok. Özellikle büyük kentlerde yaşayan insanlar hava kirliliğinden uzun yıllar olumsuz olarak etkilendiler. Son yıllarda doğal gaz kullanımının artması ile birlikte kentlerimiz bir parça da olsa hava kirliliğinden kurtuldu. Ormanlar üzerinde hava kirliliği doğrudan ya da dolaylı olarak iki şekilde etki yapar. Doğrudan etki, zararlı bazı gazların, özellikle kükürt dioksit (SO2) gazının fotosentez sırasında yapraklardan alınması ile olur. Yapraklardan doğrudan alınan kükürt dioksit gazı yaprak içinde sülfat ve sülfite, daha sonra sülforoz (H2SO3) ya da sülfürik aside (H2SO4) dönüşür. Yaprak içinde oluşan bu asitler de, ağaçların önce yapraklarındaki dokuların zarar görmesine, çok yoğun etki altında da ağaçların ölmesine neden olabilir. Çok yoğun olmayan hava kirliliğinde ise ağaçlar ölmeyebilir. Ama bu durumda da meyvelerinde zararlar, ağaçların tepelerinde seyrelmeler ve erken yaprak dökümü, büyümede yavaşlama gibi olaylar görülebilir. Ülkemiz ormanlarında hava kirliliği sorunları ile ilk önce Artvin-Murgul’da bulunan Göktaş Bakır İşletmesinin 1951 yılında çalışmaya başlamasıyla karşılaşılmıştır. Bu tesiste işlenen bakır madeninin içerdiği kükürt havaya karışarak çevredeki ormanların Soma Termik Santrali, Manisa (Foto. M. D. Kantarcı) 53 Yatağan’da hava kirliliği nedeniyle zarar gören ağaçlar (Foto. M.Ö. Karaöz) ölümüne sebep olmuştur. Daha sonra 70’li yıllarda İzmir-Aliağa Endüstri Bölgesi, Samsun - Gelemen’de bulunan Karadeniz Bakır işletmeleri ve Azot Endüstrisi, 80’li yıllarda Muğla-Yatağan Termik Santralı, 90’lı yıllarda yine Muğla’da bulunan Yeniköy ve Kemerköy (Gökova) Termik Santralleri çevresinde yoğun hava kirliliğinden dolayı orman ölümleri yaşanmıştır. Bitkiler üzerinde doğrudan zararlı etki yapan diğer bir gaz da ozondur. Ozon (O3) atmosferin üst tabakalarında (stratosferde) bulunduğunda güneşten dünya gelen mor ötesi (ultraviyole) ışınların yeryüzüne ulaşmasını engeller. Bu ozona yararlı ozon denir. Ancak ozon gazı, yeryüzüne yakın atmosfer tabakalarında (troposferde) kirletici bazı gazların ve özellikle azotoksitlerin güneş ışığı etkisiyle parçalanması ve bir dizi fotokimyasal süreç sonrasında oluştuğunda canlılar üzerinde olumsuz etkiler yapar. Bu ozona da zararlı ozon denir. Zararlı ozon bitkilerin yapraklarında lekeler oluşmasına neden olur. Hava kirliliğinin ağaçlar üzerindeki dolaylı etkisi asit yağışlar ile oluşur. Asit yağışlar doğrudan doğruya ağaçları öldürmez. Dolaylı olarak önce toprakların asitleşmesine yol açar, asitleşen topraklarda alüminyumlu, demirli ya da magnezyumlu bileşikler asit koşullar nedeniyle çözünür. Ağaçlar da çözünen bu 54 bileşiklerden oluşan alüminyum, demir veya magnezyum iyonları ile beslenmek zorunda kalırlar. Bu iyonların fazlası zehir etkisi yapar ve bitkiler zamanla ölebilirler. Ülkemizde asit yağmurlar lokal olarak görülmektedir. Ama ülkemiz ormanlarında asit yağışların fazla etkisi bulunmamaktadır. Biyotik Zararlılar Orman ağaçlarına zarar veren başlıca canlılar, böcek ve mantarlardır. Böcekler ve mantarlar aslında orman ekosisteminin bir parçasıdırlar. Ancak zaman zaman aşırı üreyerek ormana zarar verebilirler. Böcekler özellikle kuraklık ve aşırı sıcaklar nedeniyle bitkilerin zayıf düştükleri zamanlarda daha fazla ürerler. Böceklerin bir kısmı ağaçların yapraklarını yiyerek, bir kısmı ise odunlarında zarar yaparak ağaçların ölümüne neden olabilirler. Bu zarar bazen çok büyük boyutlara ulaşabilir ve bir yerdeki ormanın tamamı ölebilir. Uzaktan bakıldığında orman yeşil değil, tamamen kahverengi görülebilir. Bu nedenle böcek zararlarına “dumansız yangın” da denilir. Ülkemizde yıllık ortalama 550 bin hektarda böcek zararı görülmekte. Her yıl böcek zararı nedeniyle 400 bin m3 odun kesilmektedir. Ülkemiz ormanlarında çam kese böceği (çam ormanlarında) ve kabuk böcekleri (Ladin ve Göknar ormanlarında) en çok zararı vermektedir. Çam kese böceği tırtılları (Foto. M. Akkaya) 55 Böcekler yanında bazı mantarlar da ormanlarda ölümlere yol açar. Ülkemizde en fazla rastlanan mantar zararlıları kestane kanseri ve meşelerde görülen kök çürüklüğü mantarlarıdır ve özellikle Marmara bölgesinde etkili olmaktadırlar. Ayrıca geniş alanlarda olmasa da domuz, tavşan, geyik, ağaçkakan gibi hayvanlar da ağaçlara zarar verebilmekte. Çam kese böceği yuvası Abiyotik Zararlılar Ormanlar böcekler ve mantarlar yanında fırtına, kuraklık ve kar gibi faktörler ile de zarar görebilir. Bunlara abiyotik (canlı olmayan) zararlılar denilir. Çünkü şiddetli rüzgârlar ya da fırtınalar ağaçları kökleri ile birlikte devirebilir veya gövdelerini kırabilir. Aşırı kuraklıklarda, susuzluk nedeniyle ağaçlar kuruyabilir. Fazla miktardaki kar ağaçların tepesinde birikerek ağaçların kırılmasına ya da devrilmesine yol açabilir. Ülkemizde 1995-2008 yılları arasında toplam 2,92 milyon hektar alanda kar, rüzgâr ya da kuraklık zararı görülmüştür. Bu zararlar sonucunda 14 yılda toplam 13,48 milyon m3 odun zarar görmüş ve kesilmek zorunda kalmıştır. Rüzgâr, kuraklık ya da kar zararları yıldan yıla 56 Belgrad Ormanında Rüzgâr devriği değişebilmektedir. Örneğin 2001-2002 kışında Marmara Bölgesinin Anadolu Bölümü ile Batı ve Orta Karadeniz bölgelerinde 3,7 milyon m3’e eşdeğer rüzgâr devriği olmuştur. Bu da yaklaşık olarak ormanlardan her yıl kesilen odun miktarının 4’te biri kadardır. Yasalar Açık maden işletmesi Ormanları koruması gereken yasaların, ormanların azalmasına yol açtığını öğrenmek sizlere garip gelebilir. Ülkemizde maalesef orman yasasında yapılan değişiklikler ya da çıkarılan başka yasalar ile ormanlar azaltılmaktadır. Örneğin 2-B diye bilinen bir uygulama vardır. Aslında 6831 sayılı Orman Kanununun 2. maddesinin B bendidir. Bu bende göre 31.12.1981 tarihinden önce orman niteliğini kaybetmiş alanlar, orman sınırları dışına çıkarılmaktadır. Hatta günümüzde 1981 yılından sonra da orman niteliğini kaybeden alanların orman dışına çıkarılması için çalışmalar vardır. Bu beklentiler nedeniyle her yıl ortalama 5.300 ha orman alanı işgal edilmektedir. 1974 yılından günümüze kadar 473 bin ha alan orman sınırları dışına çıkarılmıştır. Orman Yasasının dışında Maden ve Turizmi Teşvik yasaları da ormanların azalmasına yol açmaktadır. Bir yer turizm merkezi olarak ilan edilirse, oradaki ormanlar Çevre ve Orman Bakanlığına sorulmadan belli bir süreliğine turizmcilere tahsis edilebilmekte. Bir ormanın altında maden bulunduğunda, o 57 ormanda madencilere belli sürelerle maden çıkarma izni verilebilmekte. Buna dayanarak örneğin hem tarihi ve turistik öneme, hem de geniş orman alanlarına sahip Antalya’da 2.300 kadar maden arama ve işletme ruhsatı verilmiştir. İklim Değişikliği İklim değişikliklerinin ormanlar üzerindeki etkileri yeni yeni anlaşılmaya başlandı. Hatta ormanların iklim değişikliğinin ilk kurbanları olduğunu öne sürenler bile var. Oldukça gündemde olan bu konu bir sonraki bölümde detaylı olarak açıklanacaktır. Mermer Ocağı, Isparta 58 İKLİM, KÜRESEL ISINMA, İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ VE ORMANLAR İklim Son yıllarda küresel ısınma ve iklim değişikliğini çok fazla duymaya başladık. Hatta aklımız karışmaya başladı. Nasıl karışmasın ki, bir taraftan atmosferdeki sera etkisi ile dünyanın ısındığını öğreniyoruz, sıcaklıklar artıyor. Örneğin ülkemizde meteorolojik kayıtların tutulduğundan bu güne kadar en sıcak yıl 2001, ikinci en sıcak yıl ise 1999 yılları. Yine ülkemizde Son 15 yıllık dönemde ortalama sıcaklıklar uzun dönemli sıcaklıklardan 0,48 - 1,41 oC daha yüksek. Diğer taraftan 2010 kışı Türkiye, Avrupa ve ABD’de son yılların en soğuk kışı oldu. Küresel ısınma ile birlikte kuraklıkların artacağı söyleniyor ve 2007-2008 yıllarında neredeyse içme suyu bulamaz hale geliyoruz, barajlarımızda su kalmıyor. Ama 2009’a ve 2010’un ilk altı ayına bakınca, bu sefer de aşırı yağışlardan seller olduğunu, insanlar öldüğünü, tamamen dolan barajların kapakları açıldığını görüyoruz. Haziran ayında bile seller yaşanıyor. Son elli yıllık meteorolojik kayıtları incelediğimiz de 2008 yılının yağan 504 mm yağış ile bu dönemin en kurak yılı, 2009 yılının ise 815 mm yağış ile en yağışlı yılı olduğunu görüyoruz. İnsanın aklına İstanbul Mecidiyeköy’de yağışlı bir gün 59 küresel ısınma bir kandırmaca mı sorusu geliyor. Bu durum aslında bazı kavramları yanlış bilmemizden kaynaklanıyor. Öncelikle iklim ile hava durumunu karıştırıyoruz. Hepimiz sabah kalktığımızda o gün hava kapalı mı, güneşli mi, yağmur yağacak mı diye pencereden dışarıya bakarız, ya da televizyonlardan hava durumunu izleriz. Havanın güneşli ya da yağmurlu olmasına göre giyiniriz. Hatta bazen kar yağmasını bekleriz, okullar tatil olsun diye. İşte bir yerde anlık veya birkaç günlük atmosferik olayların (yağış, sıcaklık, rüzgâr, basınç, nem vb.) tümüne hava denir. Hava durumu ise havanın kısa süreli halini ifade eder. İklim ise daha uzun süreleri kapsar. Bir bakıma bir yerde uzun yıllar yaşanan ya da gözlenen tüm hava koşullarının ortalama özellikleri ile, bu olayların yaşanma sıklıklarının zamansal dağılımlarının, gözlenen ekstrem değerlerin, şiddetli olayların ve tüm değişkenlik tiplerinin sentezi olarak tanımlanır. Hava durumu ile iklimi bir örnek ile anlatalım. Örneğin televizyonlardaki hava durumu programlarında sıkça duyarız, sıcaklıklar mevsim normallerinin altında ya da üstünde diye. Burada mevsim normalleri uzun yıllardır yapılan gözlemlerle, ölçümlerle bulunmuş ortalama sıcaklık değerleridir. Dolayısıyla iklim ile ilgilidir. O gün, o hafta ya da o ay için verilen sıcaklık değerleri ise hava durumunu ifade eder. Küresel Isınma ve İklim Değişikliği Küresel ısınma, çeşitli sebeplerle sera gazı adı verilen karbondioksit (CO2), metan (CH4), diazot monoksit (N2O), ozon (O3), su buharı (H2O), hidroflorokarbonlar (HFC), perflorokarbonlar (PFC), kükürtheksaflorid (SF6), su buharı (H2O) gibi gazların atmosferdeki miktarlarının artmasına bağlı olarak atmosferin alt tabakaları ve yeryüzündeki sıcaklıkların artmasıdır. Sera gazları, aynı seralardaki camlar gibi etki eder. Bildiğiniz gibi seralarda güneş ışığı camdan geçer ve seraların ısınmasını sağlar, 60 ama dışarı yansımaz. İşte atmosferdeki sera gazları da güneş ışığının dünyaya ulaşmasını engellemez, ama dünyadan yansıyan kızılötesi ışınımları engeller. Böylece dünya ısınır. Aslında bu iyi bir şeydir. Çünkü dünyanın ısınması canlıların yaşaması için uygun şartları oluşturur. Örneğin atmosferin sera etkisi olmasaydı dünyanın sıcaklığı –18 C° olacaktı. Ama bugün için dünyanın ortalama sıcaklığı +15 C°’dir. Sera etkisi iyi bir şeyse ve canlıların dünya üzerinde yaşaması için uygun koşulları sağlıyorsa, neden herkes sera etkisiyle dünyanın ısındığını, ilerleyen yıllarda dünyayı felaketlerin beklediğini söylüyor? Çünkü insanların fosil yakıtları daha fazla kullanması ile atmosfere daha fazla CO2 verilmeye başlandı. Atıklarımızın ayrışması ile atmosferdeki metan miktarları arttı, üstelik şimdiye kadar hiç atmosferde bulunmayan bazı gazlar da (klorlu florlu gazlar), insanlar yüzünden atmosferde var artık. Bunların sonucunda da ortalama +15 C° olan dünya sıcaklığı artıyor. Bugün 100 yıl öncesine göre dünya 0,74 C° daha sıcak. 1 C° bile değil, ne olacak ki diye düşünebilirsiniz. Çünkü aynı gün içinde bile sıcaklık farkları 10-15 C° olabiliyor. Günlük sıcaklık farkları hava durumu, atmosferdeki yaklaşık bir derecelik sıcaklık artışı ise iklim ile ilgilidir. Dünya tarihine bakıldığında, ortalama sıcaklıklarda 2-3 C°’lik soğuma ya da ısınmaların, dünyanın buzul çağına girmesine ya da aşırı kurak dönemlerin yaşanmasına neden Fidan üretiminde kullanılan bir sera 61 olduğu görülmektedir. En sıcak ve en soğuk dönemler arasındaki sıcaklık farkları 10 C° kadar. Asıl korkutucu olansa, eğer bir önlem alınmazsa küresel ısınmanın giderek artacağı tahminleridir. Uluslararası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) tarafından yüzlerce bilim insanına hazırlattırılan bir raporda, sera gazı salımları durdurulmaz ya da azaltılmazsa dünyanın sıcaklığının 6 C° kadar artacağı öne sürülüyor. İşte aklın karışması bu noktada başlıyor, dünya ısınırken dünya üzerinde bazı yerlerde sıcaklıklar artıyor, bazı yerlerde ise düşüyor. Bazı yerler kuraklaşırken, bazı yerlerde yağışlar artıyor. Bunun birçok nedeni var. Örneğin ısınma nedeniyle daha fazla buharlaşma olur ve buharlaşan su da hava hareketleri ile taşınır. İşte bu yüzden bazı yerlerde seller olurken bazı yerlerde ise kuraklık görülüyor. Üstelik aynı bölgede bile ekstrem hava olaylarında artışlar var. Bir yıl çok sıcak, bir yıl ise aşırı soğuk olabiliyor. Bu gibi olaylara iklim değişikliği adı veriliyor. Bu nedenle küresel ısınma ve iklim değişikliği birbirinden farklı olaylardır. Aralarında neden sonuç ilişkisi vardır. Küresel ısınma bir neden, iklim değişikliği ise sonuçtur. Aslında iklim değişikliği olayları, dünyanın var olmasından bu güne kadar onlarca kez yaşanmıştır. Dünya birçok kez buzul çağı dönemine girmiş, yine ısınarak buzul çağından çıkmış, buzullar arası dönem adı verilen zamanlar olmuştur. Bu dönemlerde birçok canlı yaşamış, iklimlerin değişmesi sonucunda da uyum sağlayan canlılar yaşamaya devam etmiş, ya da yeni türler evrimleşmiştir. Uyum sağlayamayan canlılar ise yok olmuşlardır. Bazı görüşlere göre dinozorların neslinin tükenmesi de bir bakıma iklim değişikliği yüzündendir. Bildiğiniz gibi dinozorların yok olması ile ilgili birçok görüş var. Bunlardan en çok kabul göreni dünyaya bir göktaşı çarpmasının dinozorların neslinin tükenmesine yol açtığıdır. Peki, bir göktaşı nasıl olur da bütün dinozorların yok olmasına neden olabilir? Dinozorların hepsi toplu halde bulunurken üzerlerine mi düşmüştür göktaşı? Hayır. Göktaşı düştüğünde ortaya çıkan toz bütün atmosferi kaplamış, güneş ışınlarının dünyaya ulaşmasını engellemiştir. Böylece dünya soğumaya başlamış, yeterince sıcaklık ve güneş ışığı almayan 62 Almanya’da hava kirliliğine neden olan bir tesis bitkiler küçülmüş ya da yok olmuştur. Böylece yeterince bitki bulamayan otçul dinozorlar azalmaya başlamıştır. Neden azalmasın ki, düşünün o kocaman cüsseleriyle bir dinozorun günlük yiyeceği bitki miktarı ne kadardır? Otçul dinozorların azalmasıyla bunlarla beslenen etçil dinozorlar da yok olmaya başlamıştır. Ama bu süreç hemen olmamış yüzlerce yıldan sonra dinozorların nesli tükenmiştir. İklim değişiklikleri zaten doğal olarak da meydana geliyorsa ve canlılar buna uyum sağlıyorsa, neden korkuyoruz o zaman. Çünkü günümüzdeki iklim değişikliğinde doğal süreçlerden çok insanlar etkili. Eskiden güneş lekeleri, dünyanın eksenindeki değişiklikler, yörünge değişiklikleri, dünyanın kendi ekseni etrafında dönerken oluşan topaç hareketlerindeki değişiklikler, volkan patlamaları, atmosferin bileşimindeki değişiklikler, kıtaların levha hareketleriyle yer değiştirmesi iklimlerin değişmesinde etkiliydi. Günümüzde söz edilen iklim değişikliği ise doğal olarak gerçekleşen iklim değişikliklerinden farklıdır. Çünkü insanlar atmosferin doğal yapısını bozmaya başlamışlardır. Aslında her şey James Watt’ın 1763 yılında buharla çalışan makineyi icadı ile başladı. Daha sonra kısa bir süre içinde buharlı trenler, gemiler icat edildi. İlk zamanlarda buhar kömürün yakılmasıyla elde ediliyordu. Önce benzinli, ardından dizel motorların icat edilmesiyle petrol ürünleri de yoğun olarak 63 girmeye başladı insanların yaşamına. Böylece sanayi devri denilen dönem başlamış oldu. 20. yüzyıla gelindiğinde fosil yakıtlar artık insanların vazgeçilemez başlıca enerji kaynağıydı. Nüfus arttıkça, kentler geliştikçe, refah düzeyi yükseldikçe daha da fazla bağımlı olduk petrol ve kömüre. Hatta bunlara bir de doğal gaz eklendi. Önceleri bu fosil yakıtların havayı kirlettiğini öğrendik. 20. yüzyılın sonlarına doğru da fosil yakıtlar nedeniyle atmosferdeki CO2 miktarının hızla artığını anladık. Sanayi devriminden önceki yaklaşık 10 bin yıllık dönemde atmosferdeki CO2 konsantrasyonunun 280 ppm (milyonda bir birim) düzeyinde olduğu sanılıyor. Oysa sanayi devriminden sonra bu değerin sürekli olarak arttığı bulunmuş ve 2010 yılında 389 ppm’e ulaşmış. Her yılda yaklaşık 2 ppm kadar da artıyor. İklim değişikliğinin önlenebilmesi için atmosferdeki CO2 miktarının 450 ppm civarında tutulması gerekli. Bu sınır değere de önümüzdeki 25-30 yılda ulaşabiliriz. 450 ppm değeri neden önemli? Yapılan hesaplamalara göre atmosferdeki CO2 miktarının 450 ppm’e ulaşması durumunda sıcaklıklar 2 C° kadar artabilir. Gerekli önlemler alınabilirse, bu noktadan geri dönülebilir. Ama sera gazlarının atmosferde daha da artmasının dünyayı bir felakete sürükleyeceğine inanıyor bilim insanları. Bir de artan sıcaklıklara doğanın nasıl bir tepki vereceği de tam olarak bilinmiyor. 2 C°’den sonra olası olumsuz etkiler artarak devam edebilir. İstanbul Boğazında Yapılaşma 64 Küresel ısınmada tek başına olmasa da fosil yakıtlar başlıca suçlu. Çünkü yer altında depolanmış olan fosil yakıtları kullanarak, bu fosil yakıtlarda depolanmış karbonun da atmosfere karışmasına yol açtık bir bakıma. Atmosfer, bitkiler, hayvanlar, toprak ve sular arasında olan karbon döngüsü bozulmuş oldu böylece. Atmosferdeki sera gazlarının artması üzerinde etkili olan başka faktörler de var. Örneğin ormanların kesilerek tarıma açılması ya da yerleşime dönüştürülmesi ile atmosferden daha az karbon bitkilerce bağlanmakta. Kentleşme ile beton ve asfalt yüzeylerin artması ısı adalarının oluşmasına yol açmakta. Tarımda aşırı kullanılan özellikle azotlu gübreler, diğer bir sera gazı olan diazot monoksitin (N2O) atmosferdeki miktarını arttırmakta. Hayvancılık ile ortaya çıkan ahır gübrelerinin ayrışması sırasında oluşan metan da başlıca sera gazlarından biri. Yine atıklarımızın Yazlıklarla betonlaşan tarım alanları 65 biriktiği çöplükler de önemli metan kaynakları arasında. Ozon tabakasının incelmesine yol açan, hani şu bir zamanlar deodorantlarda ya da buzdolaplarında kullanılan klorlu florlu karbonlar (CFC) ile bunların yerine kullanılmaya başlayan florlu karbonlar da önemli sera gazları. Küresel ısınma ve iklim değişikliğine bağlı olarak buzulların erimesi, deniz seviyelerinde yükselme ve kıyıların sular altında kalması, ekstrem hava olaylarının daha sık olması ve şiddetlenmesi, seller ve kuraklıklarda artışlar, gıda üretiminde azalmalar, bazı canlıların neslinin tükenmesi, Gulf Stream gibi bazı okyanus akıntılarının bozulması, fırtınalarda artışlar, çeşitli hastalıklarda artışlar, göçler, okyanusların asitleşmesi, mercan resiflerinin ölümü gibi olaylar beklenmekte. Hatta bazı ada devletlerinin tamamen sular altında kalması tehlikesi bile var. Hatta sıcaklık artışları 5-6 C°’ye ulaşırsa deniz diplerinde depolanmış olan metan hidrat bileşiklerinin serbest hale gelmesi, atmosfere metan salımı olması tehlikesi de var. Metan yanıcı bir gaz. Bu gazın yanması veya patlaması durumunda büyük yangınlar, hatta tsunamilerin olması da söz konusu. Kısaca balıkçısından ormancısına, işçisinden memuruna, öğrencisinden öğretmenine, köylüsünden kentlisine herkesi sıkıntılı bir dönem beklemekte. Koyun Sürüsü, Tokat 66 İklim değişikliğinin önlenebilmesi için atmosferdeki CO2 miktarının 450 ppm civarında tutulması gerekli. Ülkemizin de içinde bulunduğu coğrafyada iklim değişikliğinin etkilerinin daha fazla hissedileceği tahmin ediliyor. İklim değişikliğine bağlı olarak ülkemizi bekleyen en önemli sorunlar, kuraklık, sel ve taşkınlar, fırtınalar, sıcak veya soğuk hava dalgaları. Doğal olarak bu meteorolojik olaylar yaşamımızın her anında bizleri etkileyecektir. Örneğin tarım ürünleri azalabilecek, orman yangınları artabilecek, turizm bölgeleri olumsuz olarak etkilenebilecektir. Ancak ülkemizin her yerinde aynı yönde değişikliklerin olmayacağı düşünülüyor. Örneğin İç Anadolu ve Akdeniz Bölgelerinde kuraklıklarda, Karadeniz Bölgesinin kıyı kesiminde ise yağışlarda artışlar beklenmekte. Bu kitapta küresel ısınmanın tarım, turizm ya da ekonomi üzerindeki etkilerinden çok ormanlar üzerindeki etkileri üzerinde durulacaktır. Çünkü tarım, turizm ya da ekonomi gibi alanlarda çeşitli şekillerde iklim değişikliğinin etkilerini azaltabilirsiniz, başka bir deyişle iklim değişikliğine uyum sağlamanız daha kolaydır. Örneğin tarım alanlarında kuraklığa karşı sulama (o da Çeltik Tarlası, Balıkesir 67 su bulabilirseniz) yapabilirsiniz. Ama ormanlarda önlem almanız çok zor. Üstelik ormanların iklim değişikliğinin etkisini azaltma açısından da çok önemli yararları var. Şimdi ormanların iklim değişikliği ile ilgili özelliklerini anlamaya çalışalım. Ormanlar ve İklim Ormanlarla iklim arasında karşılıklı ilişkiler vardır. Başka bir deyişle ormanlar iklimden etkilenir, aynı zamanda da iklimi değiştirir. İklimin Ormanlar Üzerindeki Etkisi Ormanlar öncelikle yağışın ve sıcaklığın uygun olduğu bölgelerde bulunur. Çünkü su ve sıcaklık bitkilerin yaşaması için en önemli unsurlardır. Örneğin aşırı sıcak, gece ve gündüz sıcaklık farklarının fazla, yağışın yetersiz ya da iklimin kurak olduğu yerlerde orman yetişmez. Bu yüzden Kuzey Afrika’da, Orta Asya’da, Arap Yarımadasında, Avustralya ve Kuzey Amerika’nın kıyıdan uzak iç bölgelerinde pek fazla orman bulunmaz. Hatta iklim ormanların tipini de etkiler. Yağmur ormanları, sadece tropikal iklimin hâkim olduğu bölgelerde bulunur. Sıcaklıkların düşük, bitki büyüme döneminin kısa olduğu Kanada, Kuzey Avrupa ya da Rusya’nın kuzeyinde daha çok ibreli ormanlar yetişir, bu ormanlara boreal ormanlar denilir. Yine yüksek dağlık alanlarda da ibreli ormanlar görülür. Yüksek dağlarda sıcaklıkların çok düşük olması nedeniyle genellikle 2.000 m’nin üzerinde orman bulunmaz. Hatta daha da yüksek bölgelerde ağaç dahi yetişemez ve sadece otlar yaşayabilir. Ağrı Dağı gibi çok yüksek dağların zirveleri ise yılın 12 ayı buzla kaplıdır. Ülkemizde de ormanların yayılışına baktığımızda, nemli iklime sahip olan Karadeniz, Marmara, Ege ve Akdeniz Bölgesinde daha fazla ormanımızın olduğu görürüz. Karasal ya da yarı kurak iklime sahip İç Anadolu ile Güneydoğu Anadolu’da daha azdır ormanlarımız. Doğu Anadolu’da da ormanlar azdır. Ama bu bölgemizde kuraklıktan çok, soğuk nedeniyle ormanlar 68 pek fazla bulunmaz. Çünkü denizden olan yükseklik arttıkça sıcaklık azalır. sıcaklık azalması yaklaşık olarak her 100 m’de 0,5 C° kadardır. Dolayısıyla yüksek dağlarda sıcaklıklar oldukça düşüktür ve bu da ağaçların yaşamasını engeller. Sıcaklık ve su orman ağaçlarının yayılışını da etkiler. Örneğin Kızılçam ağacını iklimin daha ılıman olduğu Ege ve Akdeniz Bölgelerinde görürüz. Marmara ve Batı Karadeniz’de de vardır Kızılçam ormanları, ama vadilerden deniz etkisinin iç bölgelere sokulduğu alanlarda ancak yaşayabilir. Yine Kızılçam ormanları, 1.000-1.200 m’den daha yükseklerde nadiren bulunur. Çünkü soğuklardan dolayı artık kızılçamın yaşaması mümkün olmaz. Bazı çukur alanlarda orman bulunmaz. Bu çukur alanlarda geceleri soğuk hava birikir ve don olur. Her yıl tekrarlanan bu don olaylarından dolayı, buralarda ancak otlar yaşayabilir. Bu alanlara don çukuru adı verilir. Orman Sınırı 69 Bitkilerin tomurcuklarının patlaması, çiçeklerinin açması, yapraklanma, yeni sürgünlerin oluşması, tohum ve meyvelerin olgunlaşması hem iklim, hem de hava durumu ile ilgilidir. Bitkilerin tomurcuklarının patladığı ve büyümeye başladığı döneme vejetasyon dönemi denir. Orman ağaçları için vejetasyon döneminin ortalama sıcaklıkların 10 C° civarında olduğu zaman başladığı kabul edilir. Bu değer tarla bitkilerinde ise 5 C° civarındadır. Orman altındaki bitkilerin çoğu 10 C° den daha düşük sıcaklıklarda tomurcuklarını patlatır. Çünkü daha geç kalması durumunda ağaçlar yapraklanacağı için yeterli ışığı bulamaz. Bitkilerin tomurcukları her yıl aynı tarihte patlamaz, ya da çiçekler aynı tarihte açmaz, havaların soğuk ya da sıcak olmasına göre önce ya da sonra gerçekleşir. Suyun yeterli ya da yetersiz oluşu da ormanlardaki ağaç türünü değiştirir. Örneğin suyun az bulunduğu ya da kurak yerlerde meşe ormanları bulunur. Ama örneğin Kayın, Gürgen, Kestane gibi ağaçlar, biraz daha fazla suya ihtiyaç duyarlar. Hatta bazı ağaç türleri ancak su kenarlarında yaşayabilirler, Söğüt, Kavak, Kızılağaç gibi. Hatta sisin bile etkisi vardır ağaçların gelişmesine. Çünkü sisi aslında yeryüzüne inmiş bir bulut gibi düşünebilirsiniz. Sis çok ufak su damlacıklarından oluşur. Sisin sık sık görüldüğü yerlerde bitkiler fazla terleme (transpirasyon) yapmaz, böylece su kaybetmez ve daha iyi gelişir. Sedir ormanı içinde bir don çukuru (Foto. M.A. Başaran) 70 Orman altında çiçeklenmiş bir orman gülü Kurak iklim koşullarında bitki organlarında çeşitli değişimler oluşur. Bitkilerin yaprakları küçülür, sertleşir, tüylenir, üzerlerinde mumsu bir tabaka bulunur ve bu tabaka yaprak renginin grileşmesini sağlar. Yapraklar düz değil, güneş ışığını yansıtacak şekilde kıvrımlıdır. Bütün bunlar bitkinin su kaybını azaltmak için geliştirdiği önlemlerdir. Kar da bitkilerin gelişmesi üzerinde etkilidir. Bazı ağaçların tohumlarının, çimlenebilmesi için kar altında kalması gerekir. Hatta kar bazı bitkileri bir yorgan gibi örterek, donlardan zarar görmesini engeller. Kar yavaş yavaş erir ve kar suyunun tamamı toprağa girer. Böylece su topraklarda depolanır. Depolanan bu su da yaz aylarında kuraklıkların atlatılmasında kullanılır. Ama karın ağaçlar üzerinde zararlı etkisi de vardır. Örneğin bir ağacın üzerinde fazla kar birikmesi, o ağacın dallarının kırılmasına ya da devrilmesine yol açabilir. Eğimli alanlarda kar baskısı ile ağaçların gövdeleri eğri olarak büyür. Sıcaklık ve yağış yanında ışığa da ihtiyaç duyar bitkiler. Güneş ışığı olmadan fotosentez yapamazlar. Bu nedenle çok koyu 71 Sis içinde bir sarıçam ağacı gölge olan yerlerde bitkiler ve ağaçlar yaşayamazlar ya da zayıf büyürler. Hatta ağaçlar ışık isteklerine göre ışık ağacı, gölge ağacı gibi sınıflandırılırlar. Çam ağaçları büyümek için fazla ışığa ihtiyaç duyarlar örneğin. Sürekli rüzgârın estiği yerlerde de ağaçlar iyi gelişemez. Deniz kenarlarında görmüşsünüzdür, ağaçların tepeleri rüzgârın geldiği yönün ters tarafına doğru büyümüştür ya da ağaçlar toprağa doğru yatmıştır. Hatta fırtınalar ormanlardaki ağaçların toplu halde devrilmesine ya da kırılmasına neden olur. Fırtına düzeyinde olmasa bile hafif hafif esen rüzgârlar bile ormanları olumlu ya da olumsuz olarak etkiler. Örneğin sıcak bir günde esen kuru bir rüzgâr ağaçların daha fazla transpirasyon yapmasına ve su kaybetmesine yol açabilir. Ya da tam tersi nemli bir rüzgâr sıcak bir havada ormanların kurtarıcısı olabilir. 72 Kar altında bir orman Doğal nedenlerle çıkan orman yangınlarının en büyük nedeni yıldırımlardır. Bir ağaca düşen yıldırım bu ağacın tutuşmasına neden olabilir ve tutuşan bu ağaçtan diğer ağaçlara yangın sıçrayabilir. Yıldırımlar yangına neden olmasa bile düştüğü ağaçta kalıcı zararlara yol açabilir. Bayrak oluşumu 73 Ormanların İklim Üzerindeki Etkileri Buraya kadar bazı iklim elemanlarının ormanları nasıl etkilediğini anlattık. Şimdi de ormanların iklimi nasıl değiştirdiğine bir göz atalım. Makro iklim ya da bölgesel iklim ormanların yayılışını belirlerken ormanlar daha çok mikro iklimi ya da lokal iklimi değiştirirler. Ormanlar tepeleriyle toprağı kapatarak gölge yaparlar. Ormanlardaki ağaçların tepelerinden güneş enerjisinin bir kısmı yansıtılır. Ormanın altına güneş enerjisinin küçük bir bölümü geçer. Güneş ışınlarının yüzeyler tarafından yansıtılmasına albedo denir. Bir yüzeyin albedosu ne kadar düşükse o kadar fazla ısınır ve çevresini o kadar fazla ısıtır. Koyu renkli yüzeylerin albedosu düşüktür. Ağaçların yeşil renkli tepeleri örneğin asfalta, kırmızı renkli çatılara oranla daha düşük albedoya sahiptir. Bu nedenle yazın kentler daha sıcak, ormanlar daha serindir. Ağaçların tepeleri kış aylarında da karasal ışınımı azaltır. Karasal ışınım, güneş ışınları tarafından ısıtılmış yüzeylerin ısısını çevresine yaymasıdır. Bu nedenle de kış aylarında ormanlar kentlerden olmasa da tarım alanlarından daha sıcaktır. Ayrıca ormanlarda gece ile gündüz arasındaki sıcaklık farkları, kentler ve tarım alanlarına göre daha azdır. İnsanların yaz aylarında ormanlara gitmesinin nedeni budur. Ormanların yazın daha serin, kışın ise daha sıcak olması ve kentler ya da tarım alanlarındaki lokal iklimden farklılığı, ormanların bitişiğindeki ekosistemlerle ormanlar arasında bir hava akımı olmasını sağlar. Bu hava hareketleriyle örneğin kentin kirli havası ormanlara gelir ve ormanlar tarafından temizlenir, ya da ormandaki temiz ve oksijence zengin hava kentlere taşınır. Örneğin İstanbul’da ormanlar kentin kuzeyinde yer alır ve bu ormanlarca üretilen 74 İstanbul Boğazında yerleşim Ormanlarda yağışın bir kısmının yapraklarda tutularak buradan buharlaştığı, orman altına ulaşan yağışın ise neredeyse tamamının toprağa sızdığı, toprağa sızan suyun bir kısmının da toprakta depolandığı daha önce anlatılmıştı. Ormanlardaki ağaçlar topraklarda depolanan bu suyu kökleriyle yapraklarına taşırlar ve terleme ile buharlaştırırlar. Kentlerde ise toprak yüzeyleri, binalarla asfaltla kaplandığı için yağış suları kanalizasyona gider. Bu nedenle ormanlardaki hava nemi kentlere göre daha fazladır. Ormanlar rüzgârların yönünü de değiştirirler. Örneğin sürekli rüzgâr altında bulunan bir kentin rüzgârla arasına kurulacak bir orman kentin daha az rüzgâr almasını sağlayabilir. Ya da tam tersi 75 rüzgâr almayan, bu nedenle kirli kent havasının yer değiştirmediği kentlerde kurulacak ormanlar ile hava akımları ve rüzgârlar yönlendirilerek kent havasının temizlenmesi sağlanabilir. Ülkemizde yeşil kuşak ağaçlandırmaları adı altında birçok kentin çevresinde bu tarzda ağaçlandırmalar yapılmıştır. Daha küçük alanlarda ağaçlarla kurulacak rüzgâr perdeleri de rüzgârın hızını, kurutucu etkisini azaltarak tarım alanlarını koruyabilmektedir. Bazen tek bir ağaç bile iklimi değiştirebilmektedir. Örneğin evlerimizin güneyine evimizi gölgeleyecek şekilde kışın yaprağını döken bir ağaç diktiğimizde, evlerimiz yazın daha serin olur. Kışın ise ağaç yaprağını dökeceği için güneş ışınları evin içine girer ve evimiz daha sıcak olur. Ormanlar ve İklim Değişikliği İklim değişikliğinin farkına varılmasından sonra ormanların önemi arttı. Çünkü ormanların iklim değişikliğinin önlenmesinde katkısı çok büyük. Aynı zamanda ormanların azalması da küresel ısınmayı ve iklim değişikliğini arttırıyor. Ama iklimin değişmesi de ormanların üzerinde olumsuz etkilere sahip. Yani yine karşılıklı ve karmaşık ilişkiler söz konusu. Ormanların İklim Değişikliği Üzerindeki Etkileri Ormanlar hem iklim değişikliğini azaltırlar, hem de küresel ısınmayı arttırırlar. Yine aklımız karıştı değil mi? Önce ormanlar küresel ısınmayı ve iklim değişikliğini nasıl azaltır, bunu açıklayalım. Küresel ısınmanın nedenlerini hatırlayalım. Nelerdi? Atmosferde her geçen gün miktarı artan başta karbondioksit olmak üzere diğer sera gazları. Peki, ne yapmamız gerekli, hem sera gazlarının atmosfere salımını azaltmak, hem de atmosferde bulunan karbon miktarını azaltmak değil mi? Sera gazı salımını daha az fosil yakıt kullanarak azaltabiliriz. Ya zaten atmosferde olan karbondioksiti nasıl 76 Hamiabat Termik Santrali, Lüleburgaz azaltırız? Bunun için küresel karbon döngüsünü incelemek gerekli. Küresel karbon döngüsü, karbonun atmosfer, canlılar (bitkiler, hayvanlar ve insanlar), karalar ve sular arasında değişik kimyasal bileşikler halinde dolaşmasıdır. Kısaca açıklayalım. Atmosferdeki karbondioksit fotosentez ile bitkiler tarafından alınır. Peki, fotosentez nedir? Bitkilerin havadan karbondioksiti, topraktan kökleriyle suyu alarak yapraklarındaki klorofiller ve güneş ışığı yardımıyla karbonhidrat ve oksijen üretmesidir. Yapraklarda üretilen bu karbonhidratlar da daha sonra ağacın yeni yapraklar, meyveler ve odun üretmesinde kullanılır. Başka bir deyimle bitkiler havadaki karbonu oduna dönüştürürler. Karbonun bağlandığı bitkinin yaprakları, dalları, meyveleri, kuruyunca dökülerek toprağın üzerinde birikirler. Toprak üzerinde biriken bu artıklara ölü örtü denir. Ölü örtü zamanla ayrışarak humus haline gelir ve yağmur sularıyla ya da toprak canlılarının karıştırması ile toprağın içine doğru taşınır ve burada da birikir. Toprak üzerindeki ölü örtü ya da toprağa karışmış olan humus mantarlar, bakteriler ve bazı toprak hayvancıkları tarafından yenilir. Bu 77 yenme sonucunda da bitkisel artıklardaki karbonlu bileşikler solunum ile karbondioksit şeklinde tekrar atmosfere verilir. Sadece mikroskobik boyuttaki toprak canlıları değil, tüm canlılar (ağaçlar da dâhil) solunumları sırasında atmosfere karbondioksit verirler. Bitkiler fotosentez ile ürettikleri karbonhidratları solunum ile harcayarak CO2 üretirler. İnsanlar ve hayvanlar ise bünyelerine karbonu diğer canlıları (bitkileri ve hayvanları) yiyerek alırlar. Solunum ile de aynı bitkilerde olduğu gibi çeşitli bileşikler halindeki karbonu yakarak nefes verme sırasında CO2 olarak havaya atarlar. Karbon döngüsünde suların da olduğu söylenmişti. Şimdiye kadar anlatılanlarda sulardan hiç bahsedilmedi. Sularda, özellikle de okyanuslarda da fotosentez yapan canlılar (fitoplanktonlar, çeşitli su bitkileri gibi) vardır. Bu canlılar da aynı karalardaki bitkiler gibi karbonu bağlarlar, öldüklerinde de deniz ya da okyanus diplerinde birikirler. Yine bu bitkiler ile diğer su canlıları da solunum ile atmosfere CO2 verirler. Ayrıca denizlerde ve okyanuslarda karbon suda birikebilir. Bu birikme canlılar aracılığıyla olmaz. CO2 su ile çok kolay tepkimeye giren bir gazdır ve bu kimyasal bir tepkime sonucunda karbonik asit oluşur, bu şekilde de sularda karbon birikimi gerçekleşir. Kısaca özetleyecek olursak karbon atmosferde, karalardaki bitkilerde ve diğer canlılarda, topraklarda, sularda ve sularda yaşayan canlılarda birikir. İşte karbonun biriktiği bu yerlere “karbon havuzu” adı verilir. Bu havuzlardan atmosferde 760 milyar ton, karalardaki bitkilerde 500 milyar ton, topraklarda 2 trilyon ton, denizlerdeki canlılar ve okyanus ya da deniz suyunda da 39 trilyon ton karbon vardır. Bu havuzlar arasında karbon yer değiştirir. Örneğin her yıl karalardaki bitkiler ve ormanlar tarafından yaklaşık 60 milyar ton karbon fotosentez ile atmosferden alınır ve doğal koşullarda bu miktardan biraz daha az karbon solunum ile tekrar atmosfere verilir. Yeryüzünde bir de bu karbon döngüsüne katılmayan karbon havuzları da vardır. Örneğin kayalarda karbon inorganik bileşikler 78 Küresel karbon döngüsü (Botkin ve Keller 1995 ve Janzen 2004’ten değiştirilerek) halinde bağlı olabilir. Bu bileşiklerin en fazla bilineni kireçtir. Kimyasal formülü CaCO3 olan ve bilimsel adı kalsiyum karbonat olan kireç, tortul kayalarda bulunur. Kireç ayrışarak CO2 şeklinde atmosfere karışabilir. Ancak bunun miktarı azdır ve bu nedenle karbon döngüsü içinde sayılmaz. Karbon, ayrıca yeraltında bulunan fosil yakıtlarda da depolanmış haldedir. Kömür, petrol ve doğal gaz yataklarındaki depolanmış karbon miktarının 4 trilyon ton kadar olduğu tahmin edilmekte. Fosil yakıtlardaki bu karbon, fosil yakıtlar kullanılmadığı sürece yeraltında kalır ve karbon döngüsüne katılmaz. Küresel ısınma sorunu da işte bu noktada kendini gösteriyor. Yüzlerce, hatta binlerce yıldır doğal olarak (insan etkisi olmadan) devam eden karbon döngüsünde atmosferde, okyanuslarda, topraklarda ve bitkilerde biriken karbon miktarı çok fazla 79 değişmemiştir. Bu nedenle 1750’li yıllardan önceki 10 bin yıllık dönemde atmosferdeki karbon konsantrasyonu 260-280 ppm civarında sabit kalmıştır. Fosil yakıtların kullanılmaya başlaması ile birlikte bu karbon döngüsü bozulmuş ve atmosferdeki karbon miktarı artmaya başlamıştır. 2000-2005 yılları arasında fosil yakıt kullanımı ve çimento sanayisi nedeniyle atmosfere yıllık ortalama 7,2 milyar ton karbon salındığı, buna ek olarak ormansızlaşma nedeniyle de yıllık 1,6 milyar ton karbonun atmosfere verildiği tahmin edilmekte. Buna karşılık okyanuslar tarafından yıllık 2,2 milyar ton, karalardaki bitkiler ile topraklar tarafından ise yıllık 2,5 milyar ton karbonun atmosferden alındığı hesaplanmış, karalarda bağlanan karbonun ise çok büyük kısmı ormanlardaki bitkiler ve toprak tarafından tutulmakta. Ama ormanlar sürekli azaldığı için, bir yılda net olarak ancak 0,9 milyar ton azaltabiliyor havadaki karbonu. Sonuç olarak atmosferdeki karbon miktarı her yıl 4,1 milyar ton artıyor. Atmosferdeki karbon konsantrasyonları 1958 yılından bu yana Hawaii’deki Mauna Loa’da bulunan bir istasyonda ölçülmekte. Burası havayı kirleten kaynaklardan uzaklığı, temiz havası ve insanlar tarafından bozulmamış doğası nedeniyle seçilmiş. Charles David Keeling tarafından başlatılan çalışmalar sonucunda artık herkes atmosferdeki CO2 miktarının her yıl arttığı biliyor. Yine bu ölçümler sırasında CO2 konsantrasyonlarının aylık olarak değiştiği de bulunmuş. Yıl içinde CO2 konsantrasyonunun ocak ayından mayısa kadar arttığı, daha sonra ekim ayına kadar azaldığı, bu aydan sonra tekrar arttığı ölçülmüş. İşte yıl içindeki bu dalgalanmaların nedeni ormanlardır. Ormanlar bir bakıma nefes alır ve atmosferdeki CO2 konsantrasyonunun yıl içinde değişimi de bunun göstergesidir. Düşünelim ormanlar ne zaman fotosenteze başlarlar, ilkbaharda değil mi? Ülkemizde örneğin hangi ayda başlar bitkiler 80 yapraklanmaya, genellikle mart aylarında. Ama soğuk bölgelerde daha geç başlar vejetasyon dönemi. Özellikle Kuzey Avrupa, Kuzey Rusya gibi bölgelerde ormanların fotosentez yapmaya başlaması mayıs, haziran aylarını bulabilir. Çünkü daha önce değinildiği gibi, ağaçların vejetasyon döneminin başlaması için havaların ısınması gerekli. Ormanlar vejetasyon dönemi başladığında fotosentez yaparak atmosferden CO2 almaya başlarlar ve böylece atmosferdeki CO2 miktarı azalır. Ama havaların soğuması ile birlikte ağaçların yaprakları dökülür, her dem yeşil ormanlarda ise fotosentez azalır, böylece artık atmosferden CO2 alınamaz. Hemen aklınıza şu soru gelebilir, güney yarımkürede de ormanlar var, bu ormanlar kuzey yarıküredeki ormanların aksine bizdeki sonbahar ve kış aylarında daha fazla fotosentez yapıyor diyebilirsiniz. Ama bunların etkisi görülmüyor. Bunun nedeni de Kuzey Yarımkürede daha fazla orman olması. İklim değişikliği gündeme geldikten sonra en çok duyduğum sorular, bir ağaçta ne kadar karbon vardır? Ya da bir yılda Atmosferdeki CO2 konsantrasyonun yıllara göre değişimi (Keeling eğrisi) (www.esrl.noaa.gov/gmd/ccgg/trends) 81 Aralık K as ım E kim E ylül Ağus tos T emmuz Haz iran Mayıs Nis an Mart Ş ubat Ocak C O2 (ppm) 391 390 389 388 387 386 385 384 383 382 381 Atmosferdeki CO2 konsantrasyonunun aylık değişimi atmosferden ne kadar karbon alır ve biriktirir? soruları. Bu ağacın yaşına, çapına, türüne göre ormanda ya da açık alanda yetişmesine bağlı olarak değişir. Genç bir ağaçta, yaşlı ağaca göre daha az karbon birikmiştir. Ağacın çapının kalın olması daha fazla karbon depolandığı anlamına gelir. Hızlı gelişen türler aynı zaman diliminde yavaş büyüyen ağaçlara göre daha fazla karbon biriktirir. Ormanda yetişen ağaçlarda karbonun çoğu odunda bulunur. Açık alanda yetişen ağaçlarda ise gövde odununun yanında dallarda da karbon fazlaca birikir. Bu nedenle ormancılar tek ağacın tuttuğu karbon yerine belli bir alandaki karbon ile ilgilenirler ve genellikle 1 hektar (10000 m2) alan için konuşurlar. Üstelik ormanda karbon sadece ağaçların dallarında, yapraklarında ya da gövdelerinde depolanmaz. Ağaçların kökleri, ölü örtü, ağaçların ölmüş gövdeleri ya da dalları ve topraklar da birer karbon havuzudur. 82 Ölü odun 83 Ormanlarda depolanan karbon miktarı enlemlere göre değişir. Örneğin 1990 yılı için yapılan bir hesaplamada tropikal ormanlarda toplam 212 milyar karbonun ağaçlarda, 216 milyar tonu topraklarda olmak üzere toplam 428 milyar ton karbon depolandığı belirlenmiş. Bu değer ülkemiz ormanlarının da yer aldığı ılıman kuşaktaki ormanlar için toplam, 159 milyar ton, kuzey enlemlerdeki boreal kuşak ormanları için ise 559 milyar ton olarak bulunmuş. Tabi bu ormanların alanları farklı olduğu için karşılaştırma yapmak zor. Bir hektar alandaki karbon miktarlarına bakarak bir karşılaştırma yapabiliriz. Sadece ağaçlarda depolanmış karbonu ele aldığımızda 1 hektar alan için 120,5 ton ile en fazla tropikal ormanlarda karbon bulunduğunu görüyoruz. Ilıman kuşak ve boreal kuşak ormanlarında ise neredeyse bunu yarısı kadar karbon var. Tropikal bölgelerdeki sıcak ve nemli iklim ve ağaçların 12 ay boyunca sürekli büyümesi ile bu normal bir sonuç. Topraklara baktığımızda ise 1 ha alanda en fazla karbonun 343,8 ton ile boreal kuşak ormanlarında olduğu görülüyor. Tropikal ormanlardaki topraklarda bunun üçte biri, ılıman kuşak ormanlarındaki topraklarda ise neredeyse 4’te biri kadar karbon depolanmış halde. Ormanlardaki bitkilerde ve topraklarda depolanmış karbon miktarı tarım alanlarından, çöllerden ya da tundralardan çok çok fazla. Verilen bu değerlerin 1990 yılı için olduğunu ve günümüzde ise özellikle tropikal ormanlarda depolanmış karbon miktarının daha az olduğunu da ekleyelim. 84 bir Karaçam ormanı, Denizli Yaşlı Verilen bu değerler ormanlarda depolanmış karbon miktarını gösteriyor. Ama yıllık olarak atmosferden ne kadar karbon alındığını açıklamıyor. Büyük çoğunluğu ormanlar tarafından olmak üzere karalardaki bitkiler ve topraklar her yıl atmosferden 2,5 milyar ton karbon alıyor. Ama ormansızlaşma ile de 1,6 milyar ton karbon atmosfere karışıyor. Net olarak ise ormanlar ancak her yıl 0,9 milyar ton azaltabiliyor atmosferdeki karbonu. Bir hektar alan içinse bu değer ortalama 0,25 ton, yani 250 kg kadar. Gelelim insanların bir yılda ne kadar karbon ürettiğine. Bu durum ülkeden ülkeye değişiyor. Gelişmişlik düzeyi arttıkça kişi başına sera gazı salımı artıyor. Örneğin Amerika Birleşik Devletlerinde kişi başına 19,8 ton karbondioksit salınıyor atmosfere. Bu da yaklaşık 5,4 ton karbona denk. Ama kişi başına en yüksek salımlar Körfez ülkelerinde. Dünya üzerinde kişi başına 55,5 ton 1990 yılı için Dünya üzerindeki biyomlarda vejetasyon ve topraklarda tahmini karbon stoku (Janzen 2004) Biyomlar Tropikal Ormanlar Ilıman Bölge Ormanları Boreal Ormanlar Tropikal Savanlar ve Otlaklar Ilıman Bölge Otlakları ve Çalılıklar Çöller ve Yarı Çöller Tundra Tarım Sulak Alanlar TOPLAM Alan (milyar ha) Toplam C Miktarı Bitki Toprak (milyar t) (milyar t) Toplam (milyar t) Birim Alandaki C Miktarı Bitki Toprak (t/ha) (t/ha) 1,76 212 216 428 120,5 122,7 1,04 59 100 159 56,7 96,2 1,37 88 471 559 64,2 343,8 2,25 66 264 330 29,3 117,3 1,25 9 295 304 7,2 236,0 4,55 8 191 199 1,8 42,0 0,95 1,6 0,35 15,12 6 3 15 466 121 128 225 2011 127 131 240 2477 6,3 1,9 42,9 30,8 127,4 80,0 642,9 133,0 85 CO2 ile liderlik Katar’da. Bu ülkeyi Birleşik Arap Emirlikleri ve Kuveyt izliyor. Kanada’da yıllık kişi başı karbondioksit salımı 17,4 ton, Rusya’da 11,2 ton, Avrupa Birliği ortalaması 10,2 ton. Çin ve Hindistan’da sera gazı salımları yüksek olmasına rağmen nüfus fazla olduğu için kişi başına düşen yıllık CO2 salımı düşük. Kişi başına yıllık olarak Çin’de 4,6 ton, Hindistan’da ise 1,2 ton CO2 atmosfere verilmekte. Az gelişmiş ülkelerde örneğin Tanzanya’da kişi başına salım 0,1 ton kadar. Hatta Burundi, Nijer, Mozambik, Afganistan gibi ülkelerde ölçülemeyecek kadar düşük. Ülkemizi merak ediyorsunuz değil mi? Ülkemizde 1990 yılında toplam 170,06 milyon ton sera gazı salımı varken, 2007 yılında 372,64 milyon tona çıkmış. Yani sera gazı salımlarımız % 119 artmış. Bu değer ile ülkemiz sera gazı salımlarındaki artış açısından açık ara birinci. Şöyle ki Türkiye’den sonra gelen İspanya’da 1990-2007 yılları arasında sera gazı salımları % 53,5 oranında artmış. Ülkemiz Çin ve ABD’nin ilk sıralarda olduğu en çok sera gazı üretenler liginde ilk 20’yi zorluyor. Hatta enerji üretiminde planlanan fosil yakıtlarla işletilecek olan termik santralleri de düşünecek olursak, daha üst sıralara tırmanacağız Sanayi tesislerinden kaynaklanan hava kirliliği 86 demektir. 1990-2007 yılları arasında Almanya, Danimarka, İngiltere, Belçika, İsveç, İsviçre gibi ülkelerde ise sera gazı salımları azalmış. Hatta eski Doğu Bloku ülkelerinde sera gazı salımları 17 yıllık süre içinde % 30-50 arasında azalmış. Ülkemizde kişi başı sera gazı salımı 1990 yılında 3 ton iken, 2007 yılında 5 tonun üzerine çıkmış. Körfez ülkeleri, ABD ya da Avrupa Birliği ülkeleri ile karşılaştırıldığında oldukça az gibi görünüyor değil mi? Ama bu göreceli bir yaklaşım. Afrika ya da bazı Asya ülkelerine göre de çok fazla sera gazı üretiyoruz. Ülkemiz ormanlarında ne kadar karbon tutuluyor? Orman alanımız 21,2 milyon ha. Bu kadar alanda, sadece canlı bitkilerde depolanmış olarak bulunan karbon miktarının, 480 milyon ton olduğu hesaplanmış. Bu da bir hektar ormanda ortalama 22,7 ton kadar karbon olduğu anlamına gelir. Ama daha önce de anlatılmıştı. Ormanlarımızın yarısı bozuk karakterlidir ve verimsizdir diye. Verimsiz ormanlarda birikmiş karbon miktarı çok düşüktür. Verimli ormanlarımızda depolanmış karbon miktarı bir hektar alanda 41,7 ton’dur. Bu değer Avrupa ormanlarında ise 43,9 ton/ha kadardır. Ormanlarda karbon sadece canlı bitkilerde değil, aynı zamanda ölü bitki artıklarında ve topraklarda da bulunur. Ülkemiz orman toprakları ile ilgili çok fazla bilgi olmasa da 1 hektar alanda 78,0 ton toprakta, 5,9 ton da ölü örtüde olmak üzere toplam 83,9 ton organik karbon depolandığı hesaplanmış. Çok kaba olarak ülkemiz orman topraklarında ve ölü örtüdeki depolanmış toplam karbon miktarı 1,8 milyar ton olarak tahmin edilebilir. Başka bir deyişle ülkemiz orman topraklarında orman ağaçlarındaki karbonun 3 katı kadar karbon depolanmış durumda. Peki, ülkemiz ormanları her yıl atmosferden ne kadar karbondioksiti alarak oduna dönüştürüyor. Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi kapsamında, 2005 yılı için hazırlanan ulusal sera gazları envanterine göre, ülkemiz ormanları yıllık net 13,1 milyon ton karbonu atmosferden alıyor. Bu da 48 milyon ton CO2’e eşit. Başka araştırmalara göre ise 87 ormanlarımızdan kaçak kesimler yapıldığı için bu değerin yarı yarıya düşük olduğu bulunmuş. Bu çalışmalara göre ülkemiz ormanları 2005 yılı değerlerine göre 6,82 milyon ton karbonu ya da 25 milyon CO2’i oduna dönüştürerek, atmosferdeki karbon miktarını azaltıyor. Ormanlarımız 2005 yılı itibarıyla Türkiye’nin toplam sera gazları salımının ise bir hesaplamaya göre % 15,4’ünü, diğer hesaplamaya göre ise % 8,0’ini karşılayabiliyor ancak. Hangi değer olursa olsun, biriktirdiğimizden fazla sera gazı ürettiğimiz için küresel ısınmayı arttıran bir ülke durumundayız. Ormanlar sadece atmosferdeki karbonu bağlayarak küresel ısınmayı azaltmaz, dolaylı olarak da küresel ısınma ve iklim değişikliğini azaltıcı etkileri vardır. Bunlardan birisi ısınmada ya da enerji üretiminde fosil yakıt kullanmak yerine, odun kullanmaktır. Hatırlayalım, küresel ısınmanın en büyük nedeni neydi? Fosil yakıtların kullanımı değil mi? İşte bu fosil yakıtlar yerine biz sobalarımızda kömür yerine odun yakarsak, odun ile çalışan enerji santralleri kurarsak, ya da bitkilerden elde edilen biyoyakıtları kullanırsak daha az fosil yakıt tüketmiş oluruz. Üstelik odunun enerji değeri, taş kömüründeki kadar yüksek olmasa da ülkemizdeki linyit kömürlerinden daha fazladır. Örneğin bir kilo odunun ısıl değeri 4.000 kilokaloridir (kcal). Ülkemizdeki tüm linyit kömürü kaynaklarımızın sadece % 4,3 kadarı 4.200 kcal/kg’dan daha fazla ısıl değere sahip. % 75’inin ise ısıl değeri 2.400 kcal/kg’dan daha az. Başka bir deyişle bir kilo odunu yakarak elde edeceğimiz ısı enerjisi için neredeyse iki kg linyit yakmamız gerekli. Üstelik kömürlerimizde yüksek oranda kükürt de var. Böylece kömür yaktığımızda kükürt dioksit (SO2) gazı havaya karışıyor. Bu gaz da hava kirliliğine ve asit yağmurlara neden oluyor. Odun yakıldığında ise çok çok az miktarda SO2 havaya karışır. Böylece ısınmada kömür yerine odun kullandığımızda, hem yer altından daha az fosil yakıt çıkartılır, karbon yer altında tutulmuş olur ve atmosfere daha az karbondioksit veririz, hem de hava kirliliğini önlemiş oluruz. 88 Bitkileri ya da orman ağaçlarını sadece odun amaçlı kullanarak küresel ısınmayı azaltamayız. Odundan yapılmış ürünleri de kullanarak küresel ısınmayı azaltabiliriz. Örneğin 1 m3 odun yaklaşık olarak yarım ton ağırlığındadır. Ağaçların kuru ağırlıklarının yarısı da karbondur. Dolayısıyla 1 m3 odunda 250 kg kadar karbon bulunur. Bu kadar karbon da 0,92 ton CO2’ye eşdeğerdir. Yani 1 m3 odun kabaca 1 ton CO2 anlamına gelir. Ağırlık olarak ise 1 ton odunda yaklaşık 0,5 ton karbon vardır. Evimizdeki kapı, pencere ya da zeminde odundan yapılmış ürünleri kullanırsak ya da masalarda, sandalyelerde ahşabı tercih edersek, bunların ağırlıklarının yarısı kadar karbonu orada depolamış oluruz. Böylece atmosferde depolanacak olan karbonu evimizde biriktiririz. Hemen ağaçları kesmesek de, ağaçlarda birikse bu karbon diyebilirsiniz. Evet, doğrudur, canlı ağaçlar kesilmişlerine göre daha çok karbon bağlar. Ama ağaçlarda bir gün ölür ve ayrışarak atmosfere CO2 olarak döner. Üstelik ağaçlar yaşlandıkça daha az karbon emer. Bu nedenle planlı ve sürdürülebilir ormancılık anlayışında yaşlı ağaçlar kesilir ve ormanlar gençleştirilir. Ormanlar gençleştiğinde atmosferden daha fazla karbon alınarak bağlanır. Genç ormanlardan ise hastalıklı ağaçlar ya da çok sık olan ormanlardan ise bazı sağlıklı ağaçlar kesilir. Aralama adı verilen bu kesimlerden sonra ağaçlar daha hızlı büyür. Çünkü çok sık ormanlarda ağaç başına alınan su ve besin maddesi de düşük olur ve ağaçlar hızlı gelişemez. Ayrıca ülkemiz ormanlarından hiçbir zaman ormanın ürettiğinden fazlası kesilmez. Şöyle bir örnek ile açıklayalım. Paranızı bankaya yatırdınız. Banka size her yıl bir faiz geliri verir, eğer bu faizi bankadan almazsanız paranız sürekli artar. Bankanın verdiği faizin bir kısmını alır harcarsanız, az da olsa yine anaparanız artmaya devam eder. Ama bankadan çektiğiniz faiz geliri ile bir kısım ihtiyaçlarınızı karşılarsınız. Ama bankanın verdiği faiz gelirinden fazlasını çekerseniz, bankadaki anaparanız da azalmaya başlar. Bu örneğe göre ormanlardaki ağaçlarımız bizim anaparamızdır. Ormanların her yıl büyüyerek oluşturduğu odun ise faiz gelirimiz. Ormancılıkta ağaçların her yıl büyüyerek oluşturduğu odun miktarına artım denir. Sürdürülebilir ormancılık 89 anlayışında bu yıllık artımın bir kısmı kesilir. Bir kısmı ise ormanda bırakılır ve dolayısıyla anaparaya eklenir. Hiçbir zaman anaparanın yani ormanların azalmasına olanak sağlanmaz. Tabi bunun bütün ülkelerde böyle olduğunu söylememiz mümkün değil. Özellikle tropikal ormanlar sürekli kesiliyor ve alanları azalıyor. Dolayısıyla ormanlar tarafından tutulan karbon miktarı her yıl düşüyor. Bu nedenle yakacak olarak ya da mobilyalarda, kapı ve pencerelerde odun tercih edeceksek, buralardaki odunun ormanlara zarar vermeden kesildiğinden emin olmalıyız ve öncelikle kendi ülkemizdeki ormanlardan üretilmiş odunlarla yapılmış eşyaları tercih etmeliyiz. Başka bir deyişle yerli malı kullanmalıyız. Çünkü ülkemiz ormanlarından üretilen odunlar sürdürülebilir olarak kesilmekte. Ayrıca yurtdışından gelen odunlar çok uzun mesafelerden getirildiği ve bunların taşınması sırasında da fosil yakıtlar kullanıldığı için atmosfere CO2 verilir. Bu durum sadece odun için değil yurt dışından gelen her türlü ürün için de söz konusudur. Aynı ürünün yerlisini kullanırsak karbon ayakizimiz küçülür. Ayrıca ormanlarına zarar vererek kesen ülkelerden, ya da özellikle tropikal ormanlardan gelen odunları tercih etmemeliyiz. Böyle bir tepki ile belki tropikal ormanların azalmasını da önleyebiliriz. Odunun ya da ahşabın kullanılması başka şekillerde de iklimin korunmasına hizmet eder. Örneğin odundan üretilmiş çatı materyalleri, binaların iç veya dış duvarlarının kaplanmasında kullanılan ahşap paneller ya da zeminde kullanılan parkeler ısı yalıtımı sağlar. Böylece evlerimiz kışın daha sıcak, yazın ise daha serin olur. Evimizi ısıtmak ya da soğutmak için daha fazla da enerji harcamayız. Bunun anlamı fosil yakıt kullanılarak üretilmiş enerjiden tasarruf, atmosfere daha az CO2 salımı, doğal gaz ve elektrik faturalarında azalma, yani ekonomik kazançtır. Ayrıca ahşabın bina içlerinde kullanımı estetik güzellik de yaratır. Bütün bunlar da insanların yaşam kalitesinin artmasını sağlar. Ayrıca ahşaptan ürün elde etmek enerji açısından daha verimlidir. Örneğin kapı ve pencereler ahşap, PVC (polivinil 90 Bir gemi söküm tesisi klorür) ya da metalden üretilebilir. Bunların üretilmesi sırasında belli bir enerji harcanır. Ahşabın hem üretiminde hem de işlenmesinde metal ya da PVC’den yapılan ürünlere göre çok daha az enerji harcanır. Düşünün metali öncelikle yeraltındaki madenlerden çıkartacaksınız, bu çıkartma sırasında kamyonlar, kepçeler kullanacaksınız ve benzin ya da mazot harcayacaksınız. Daha sonra fabrikalar götüreceksiniz, yine akaryakıt harcanacak. Fabrikalarda yüksek sıcaklıklarda madeni eriteceksiniz ve fosil yakıt kullanacaksınız. Örneğin yapı malzemesi olarak alüminyumun kullanılması halinde ahşaba göre 126 kat, çelik kullanılması halinde ise 24 kat daha fazla fosil enerji kullanılıyor. Daha az enerji tüketimi, daha az CO2 salımı demektir. PVC ise bir bakıma petrol türevi. Yani üretiminde doğrudan fosil yakıtlar kullanılıyor. Metal ya da PVC ürünlerin eskidiklerinde imhası da ayrı sorun. Metalleri eriterek tekrar kullanabilirsiniz (ve eritmede fosil yakıt kullanırsınız), ama PVC yakılarak imha edildiğinde petrolden üretildiği için yer altında durması gereken karbon atmosfere karışır. Ahşap ürünler ise kullanıldıktan sonra yakıldıklarında yine atmosfere karbon verilir, ama bu karbon zaten karbon döngüsünde olduğundan atmosfere 91 Ahşap bir antika eser ek yük getirmez. Şimdi ahşap çok çabuk çürüyor diyebilirsiniz. Ama iyi korunmuş, ahşaptan üretilmiş bir pencere 100 yıl kadar çürümeden ve bozulmadan kullanılabilir. Ev içindeki mobilyalarda ise bu süre çok daha uzundur. Odun ve diğer bazı bitkisel artıklardan biyoyakıt da üretilmektedir. Petrol ve doğal gaz fiyatlarının her geçen gün arttığı günümüzde, hem odun hem de biyoyakıt kaynağı olarak ağaçların kullanılması, yenilenebilir bir enerji kaynağı olduğu için ormanlar cazip bir alternatif haline gelmektedir. Ama burada da dikkat edilmesi gereken nokta, biyoyakıt üretmek için ormanlardan aşırı kesimler yapılmamasıdır. Hatta ormanlardaki ölü örtü, ölü odun ve kesim artıklarının toplanarak enerji santrallerinde yakılması da gündemde. Ama bütün bu sayılanlar birer karbon havuzu. Yani karbon buralarda biriktirilmiş durumda. Ormanlardan biyoenerji üretmek için öncelikle ağaçlandırma alanları tercih edilmeli. Hızlı gelişen ağaçların kullanıldığı ağaçlandırma alanlarında aynı tarımda olduğu gibi sulama, gübreleme gibi bakım işlemleri ile kısa sürede daha fazla odun 92 Trakya’da kanola ekilmiş bir tarla elde edilmeli. Doğal ormanlardaki ölü bitkisel artıklar toplanarak enerji üretiminde bunların kullanılması, doğal ormanların sağlığını riske sokabilir. Ormanlar için olmasa da tarım alanları için ülkemizde yaşanan bir örnek bulunmaktadır. Ülkemizde yetişen bir bitki olmamasına rağmen kanola bitkisi son yıllarda çiftçimiz tarafından fazla miktarda ekilmeye başladı. Kanola aslında bir yağ bitkisi. Bu bitkiden elde edilen kanola yağı yemeklerde kullanıldığı gibi, çoğunlukla biyodizel üretiminde kullanılır. Ülkemizde kanola üreten çiftçilere devlet tarafından teşvik ödenmekte. Bu nedenle çiftçiler daha fazla kanola üretiyorlar. Hatta bu o kadar ileriye gitmiştir ki, buğday ya da ayçiçeği yerine kanola ekiliyor. Bunun sonucunda da yeterli buğday üretememeye başlandı ve yurt dışından buğday ithal eder hale geldik. Dolayısıyla biyoyakıt üreteceğiz derken, gıda güvenliğimiz tehlikeye girdi. 93 Ormanların suyun yüzeysel akışa geçmesini engellediği ve orman topraklarında suyun depolanabildiği, böylece sel ve taşkınları engellediği anlatılmıştı. İklim değişikliklerinin olası etkilerinden biri de sellerde ve taşkınlardaki artışlar. Dolayısıyla ormanların bu yararı daha fazla önem kazanıyor. Biraz da ormanların küresel ısınmayı ve iklim değişikliklerini arttıran etkilerinden söz edelim. Bu da olur mu demeyin. Çünkü orman yangınları ile atmosfere karbondioksit veriliyor. Ayrıca ormanların kesilmesi ya da yanması sonucunda orman alanları azalıyor. Orman alanlarının azalması atmosferden her yıl daha az karbondioksitin alınması anlamını taşıyor. Orman alanlarının azalması ya da başka bir deyişle ormansızlaşma sonucunda her yıl atmosferden alınamayan karbon miktarı 1,6 milyar ton kadar. Bu değer sera gazı salımı yapan kaynaklar açısından değerlendirildiğinde fosil yakıt kullanan enerji sektöründen sonra ikinci sırada. Dünya genelinde sera gazlarının artışından % 65 oranında enerji sektörü, % 17 ormansızlaşma, % 14 tarım, % 1 endüstriyel flor gazları, % 3 atıklar sorumlu. Albedo kavramı da daha önce anlatılmıştı. Albedo basitçe koyu renkler açık renklere göre daha çok ısınır olarak anlatılabilir. Ormanların albedo değeri topraklara göre yüksektir. Çünkü kahverengi ya da siyaha yakın olan topraklar güneş ışınlarını daha az yansıtır ve daha fazla ısınır. Düşünün ormanları kestiğinizde geriye ne kalır. Topraklar değil mi? Ya bir de buraya asfalt dökerseniz ya da binalar yaparsanız ne olur? Yeşil renkli ormanları daha koyu renge dönüştürdüğünüz için yeryüzü ısınmaya başlar ve küresel ısınma artar. Ormanların küresel ısınmayı tetiklemesi, yine iklim değişikliğinin olumsuz etkisiyle olabilir. Ormanlardaki topraklarda, özellikle kuzey enlemlerde ağaçlardan fazla karbon depolanmıştır. Orman topraklarında depolanan bu karbon döngüye çok fazla girmez. Çünkü soğuk ve nemli iklimde ölen bitkilerin artıkları çok zor ayrışır. İklimin ılımanlaşması ile birlikte soğuk ve 94 nemli bölgelerdeki orman ya da tundra topraklarındaki organik maddelerin daha çabuk ayrışacağı tahmin ediliyor. Böylece buralardaki topraklardan CO2 salımı olacaktır. Bu da atmosferdeki CO2 konsantrasyonunu arttıracaktır. İklim Değişikliğinin Ormanlar Üzerindeki Etkileri İklim değişikliğinin ormanlar üzerindeki etkilerini anlamak için, eskiden yaşanmış doğal iklim değişikliklerinde ormanlara neler olduğuna bir bakalım. Dünya üzerinde doğal nedenlerle birçok iklim değişikliği olayları olmuştur. Yakın tarihlerdeki iklimolayları ya da iklim değişikliklerini meteoroloji istasyonlarında yapılan ölçümlerle belirlenebilir. Ama bu ölçümler ancak birkaç yüz yıldır yapılabiliyor. Ülkemizde ise ancak Cumhuriyet’ten sonra başlanmış. Peki, binlerce hatta milyonlarca yıl önceki iklimleri nasıl biliyoruz? Aslında iklimlerin canlı ve cansız tanıkları var. Cansız tanıklar kayalar, topraklar, buzullar ve çeşitli jeolojik oluşumlardır. Örneğin bir yerde tortul kayalar varsa bir zamanlar o yörede yağışların fazla olduğu söylenebilir. Buzulların oluşturduğu moren adı verilen çakıllar geçmişteki soğuk bir iklimin göstergesidir. Bir yörede tuzlu ya da jipsli kayalar varsa, iklimin eskiden sıcak ve kurak olduğu tahmini yapılabilir. Son yıllarda kutuplardaki ya da yüksek dağlardaki buzullardan alınan ve karot adı verilen örneklerle binlerce yıl öncesindeki iklimler yorumlanabilmekte. Hatta buz karotları ile eski zamanlarda atmosferdeki karbondioksit konsantrasyonları bile tahmin edilebilmekte. 95 Meteoroloji istasyonu İklimin canlı tanıkları ise bitki ve hayvan fosilleri, taşlaşmış (petrifiye) ağaçlar, arkeolojik kazılarda bulunan bitki artıkları ya da bina, ev, hatta gemi yapımında kullanılmış olan ağaçlar, göller çevresindeki tortullarda ya da kömür madenlerinde bulunan polenlerdir. Örneğin bir yörede denizlerde yaşayan mercan kalıntıları bulunuyorsa oranın sıcak olduğu söylenebilir. İstanbul’da Sekoya denilen bir ağacın bir zamanlar doğal olarak yaşadığını biliyor musunuz? Bu ağaç dünyanın en fazla boy yapan ağacı olarak bilinir. Boyları 110 m’ye ulaşabilen bu ağaçların çapları ise 4-5 m olabilir. Günümüzde bu ağaçlar doğal olarak sadece ABD’nin Büyük Okyanus kıyısındaki nemli bölgelerinde yetişiyor. İstanbul’da bir zamanlar bu ağacın yetiştiğini nereden öğreniyoruz, bilim insanlarınca İstanbul’un Karadeniz sahilinde bulunan Ağaçlı kömür ocaklarından çıkarılan polenlerden. Yaklaşık 25 milyon yıl önce İstanbul’da Sekoya ağacı varmış, ilginç değil mi? Demek ki iklim Sekoya ağaçlarının yetişmesi için yeterince nemli ve sıcakmış. Hatta İstanbul’da bu zamanlar yavaş yavaş iklimin değişmeye başladığını ve kuraklaştığını da polen analizlerinden anlıyoruz. Çünkü kömür tabakalarının üst kısımlarına doğru günümüzde de kurak iklimlerde yaşayan ardıç 96 Taşlaşmış (petrifiye) ağaç (Foto. Ü. Akkemik) ağaçlarının polenlerine rastlanmış. Başka bir çalışmada da, Ankara çevresinde 17-18 milyon yıl önce yine Sekoyaların yaşadığı belirlenmiş. Ama bu sefer polenlerden değil, volkanik faaliyetler sonucunda taşlaşmış ağaçlardan oluşan bir fosil ormandaki, taşlaşmış ağaç gövdelerinde yapılan incelemelerden. Fosil bitkiler bizlere binlerce yıl önceki iklimi anlatırken, canlı ağaçlar da birkaç bin yıllık iklim hakkında bilgi verir. Hepinizin bildiği gibi, ağaçlar büyürken gövdelerinde her yıl bir halka oluştururlar. Biz bu halkaları sayarak ağaçların yaşını bulabiliriz. Bu halkalar bazen geniş bazen dar olabilir. Yıllık halka denilen bu yaş halkaları iklimin sıcak ve nemli olduğu zamanlar daha geniş, kurak olduğu zamanlar ise daha dar olmaktadır. Bunlar yardımıyla kurak ya da nemli geçen yılları tam olarak bulabiliriz. Örneğin ülkemizde ağaçların yıllık halkaları incelenerek yapılan bir çalışmada, Batı Anadolu’da 1650, 1660 ve 1693 yıllarında kuraklıklar yaşandığı bulunmuş. Ülkemizdeki ormanların doğal iklim değişiklikleri sırasındaki durumları neydi acaba? Öncelikle ülkemizin potansiyel orman alanlarına bakalım. Yapılan incelemeler bugünkü iklim 97 Ağaçlardaki yıllık halkalar (Foto. A. Çömez) koşullarında İç Anadolu bozkırı haricinde ülkemizde diğer bölgelerimizde orman yetişebileceğini ya da en azından ağaçlıklı bir bitki örtüsünün bulunabileceğini gösteriyor. Türkiye’nin potansiyel orman alanları (Aytuğ ve Görcelioğlu, 1993) 98 18 bin-16 bin yıl önce Anadolu’daki orman durumu (Aytuğ ve Görcelioğlu, 1993) Acaba yıllar önce nasıldı? Polen araştırmaları ile ülkemizde 18 bin yıl öncesinden günümüze kadar ormanların yayıldığı alanlar çıkarılmış. Buna göre ülkemizde günümüzden 18 bin-16 bin yıl önce, iklimin oldukça soğuk ve sıcaklıkların 6-8 C° kadar az olduğu, aynı zamanda da kuraklık yaşandığı tahmin ediliyor. Soğuk nedeniyle ormanların dağlarda çok yükseklere çıkamadığı, ormanların Karadeniz’in sıcaklığın ağaçların gelişmesini engellemediği kıyı kesimlerinde bulunduğu, Ege ve Akdeniz bölgelerinde ağaçlık alanların yayılış gösterdiği belirlenmiş. İç, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da ise bozkırlar hakimmiş. Bu dönem son buzul çağının en şiddetli dönemi aynı zamanda. Avrupa’nın geniş bölümü buzullar altında. Ama ülkemizde buzulların ancak yüksek dağların zirvelerinde olduğu tahmin ediliyor. Günümüzden 12 bin-11 bin yıl önce ise, son buzul çağının sona ermesinden dolayı sıcaklıklar artmış, ama halen günümüzden 2-3 C° daha soğukmuş, sıcaklığın artmasına rağmen orman alanları genişlememiş. Bu durumun yağışların yetersiz olmasından kaynaklandığı düşünülüyor. 99 12 bin-11 bin yıl önce Anadolu’daki orman durumu (Aytuğ ve Görcelioğlu, 1993) 8 bin yıl önce Anadolu’daki orman durumu 12 bin-11 bin yıl önce Anadolu’daki orman durumu (Aytuğ ve Görcelioğlu, 1993) Günümüzden 8 bin yıl önce, sıcaklıkların artmasıyla birlikte orman alanlarının genişlemeye başladığı tahmin ediliyor. Ama halen günümüzdeki potansiyel yayılış alanlarına ulaşamadığı bulunmuş. 100 4 bin yıl önce Anadolu’daki orman durumu (Aytuğ ve Görcelioğlu, 1993) 4 bin yıl önce ise, iklimin ılımanlaşmasına bağlı olarak orman alanları, genel hatlarıyla günümüzdeki potansiyel dağılış durumuna ulaşmış. Ama geçen 4 bin yıllık sürede, ülkemizin dünya üzerindeki en eski yerleşim alanlarından olması nedeniyle iklim etkisi ile olmasa da insanların eliyle ormanlarımız tahrip olmuştur. Bu nedenle ülkemizde potansiyel olarak orman olması gereken yerlerde bugün orman bulunmamaktadır. Dünyanın zaman zaman doğal olarak yaşadığı iklim değişiklikleri orman alanlarının genişlemesine ya da daralmasına yol açmış. Örneğin ülkemizde son buzul çağından sonra iklimlerin ısınması ve yağışın artması ile orman alanları genişlemiş. İşte bu iklim değişiklikleri orman ağaçlarının göç etmesine neden olmaktadır. Bu göç, insan ya da hayvanların göçleri gibi bir günde kilometrelerce yol alınarak gerçekleşmez. 1 m yol almak için onlarca yıl geçmesi gerekebilir. İklimin soğuması ile birlikte sıcağa ihtiyaç duyan bitkiler güneye doğru göç eder. Bu ağaçların yerine ise soğuğa dayanabilen ağaçlar gelir. Sıcaklıklar artmaya başladığında ise sıcağı seven bitkiler, elverişli sıcaklık koşullarından dolayı kuzeye doğru sokulurlar, tabi bu sırada soğuk iklim ağaçları geri çekilmek zorunda kalır. Örneğin bugün sadece Toroslarda bulunan Sedir ağacının, günümüzden 100 milyon yıl önce Kuzey Avrupa ve Kuzey Amerika’da doğal olarak yayıldığı 101 belirlenmiş. Daha sonra yaşanan bir buzul döneminde ise Sedir ağaçları yavaş yavaş güneye göç etmek zorunda kalmışlar. Benzer şekilde iklimin soğuk olduğu ya da Kuzey Avrupa’da buzul devrinin yaşandığı zamanlar, soğuk ve nemli iklimin bitkisi olan Kayın ağacı da güneye göç etmiş, daha sonra buzul dönemleri arasındaki sıcak iklim koşullarında kuzeye çekilmiştir. Buzul dönemleri ve aralarındaki ısınma dönemlerinde, sürekli bu şekilde göçler yaşanmıştır. Bu göçler ülkemizdeki biyolojik çeşitliliğin de temelini oluşturmakta. Özellikle Trakya, Kuzey Doğu Anadolu ve Güney Doğu Anadolu’dan göçler alınıp verilmiştir. Ağaçların ve diğer bitkilerin, hatta hayvanların bu göçlerinde mikro iklim koşullarının bulunduğu yerlerdeki canlılar uygun iklim nedeniyle göç etmeden kalmışlardır. Örneğin Kayın ağacı genellikle Karadeniz bölgesinde bulunurken güneyde Amanos dağlarında orman kurmaktadır. Benzer şekilde Tokat’ta Niksar ve Erbaa İlçelerinde Sedir ormanları, İstanbul’daki Adalarda ve Batı Karadeniz’in deniz etkisini alan vadilerinde Kızılçam ormanlarına rastlanmaktadır. Yine İstanbul’da Karadeniz Kıyısındaki Çilingoz’da bulunan Karaçam ormanları da tüm Trakya’daki tek doğal Karaçam ormanıdır. Bu ormanlar doğal iklim değişiklikleri sırasında buralara sokulmuş ve kalmış ormanlardır. Bunlara kalıntı (relikt) ormanlar adı verilir. Bu durum yüksek dağlar için de geçerlidir. İklim ısındıkça soğuğa dayanan bitkiler zirveye doğru tırmanırlar, sıcağa ihtiyaç duyanlar da bunların yerine. Soğukların artışı ile bu sefer yüksek dağlardan kaçış başlar, bitkiler daha alçak yükseltilere doğru göç ederler. Doğal olarak bitkilerin göçleri anlatıldığı kadar kolay olmadı. Daha önce de söylendiği gibi yüzlerce yıl sürdü. Ayrıca bazen göç yollarındaki engeller (bariyerler) nedeniyle yollarına devam edemediler ve yok oldular. Bu engeller denizler ve yüksek dağlık alanlardır. Örneğin Avrupa için Alp Dağları doğal bir engeldir. Buzul dönemine girilmesiyle birlikte güneye göç eden türler oldukça yüksek olan ve buzlarla kaplanmış Alp dağlarıyla 102 karşılaştılar. Ama Alpleri aşarak İtalya’ya ya da Balkanlara ulaşamadılar. Kuzey Amerika’da ise göçte bir engel olmadığı için bitkiler güneye doğru ilerleyebilmişti. Ülkemizde de yüksek dağlar, özellikle Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu’daki dağlar, bu şekilde engeller oluşturmuştur. Ama ülkemizin yüksek dağları, bu göçler sırasında bazı türler için sığınak görevi de üstlenmiştir. Bu nedenle ülkemizde biyolojik çeşitlilik oldukça fazladır. Günümüzde yaşanan iklim değişikliğinin de benzer göçlere neden olması beklenmekte. Bu göçler kuşlar ve bazı hayvanlar için nispeten daha kolaydır. Ama ya bitkiler, göllerde ve akarsularda yaşayan, ya da çok hızlı hareket edemeyen hayvanlar kolayca göç edebilecekler mi? Oldukça zor görünüyor. Daha önce yaşanan iklim değişikliklerinde iklimler oldukça yavaş değiştiği ve değişimler yüzlerce yıl sürdüğü için bitkilerin uyum sağlaması ve göçleri daha kolay olmuştu. Ama şimdi öyle mi? Önümüzdeki 100 yıl içinde en iyi senaryoya göre 2 derece, en kötü senaryoya göre ise 6 derecelik ısınma bekleniyor. 100 yıllık bir dönem bitkilerin göçü için yeterli mi sizce? İklim değişikliğinin ormanlar üzerinde yapacağı en önemli etkilerden birisi de orman yangınlarındaki artışlar. Ülkemizin orman yangınları açısından hassas olan Ege ve Akdeniz bölgelerinde, önümüzdeki yıllarda sıcaklık artışları ve kuraklıklar bekleniyor. Doğal olarak da sıcaklık artışı ve kuraklıklar da yangın riskini arttırıyor. Orman yangınları da atmosfere CO2 salımı ve ormanların azalmasından dolayı atmosferden daha az CO2 alınması anlamına geliyor. Sıcaklık ve kuraklıklardaki artış aynı zamanda böcek ve mantar zararlarında da artış demektir. Çünkü böcek ve mantarlar, susuzluk nedeniyle zayıf düşen ağaçlarda daha fazla zarar yapıyor. Ayrıca iklimin sıcaklaşması bazı böceklerin uçma zamanı denilen kelebek haline gelmesi ve yumurtalarını bırakma döneminin daha önce gerçekleşmesine yol açabilir. Bu da böcek zararlarının artmasına yol açabilir. Kısaca 103 iklim değişikliği hem dumanlı, hem de dumansız yangınları arttırabilir ülkemizde. Ülkemizde çalışmalara yeni başlansa da yurt dışında onlarca yıldan beri bitkilerin tomurcuklarının patladığı ya da çiçeklenmenin başladığı tarihler kayıt ediliyor. Bu kayıtlara göre bitkilerde 30-40 yıl öncesine göre tomurcuklar 5-10 gün daha önce patlıyor, çiçekler erken açıyor. Dolayısıyla büyüme dönemi de daha uzun oluyor. Bu durum genel olarak iklimin ısındığının göstergesi. Ne güzel, bitkiler daha uzun süre büyüdükleri için daha fazla fotosentez yapacaktır diyebilirsiniz. Ama bu durum bitkileri ilkbahar ve sonbaharda olabilecek don zararlarına karşı hassas hale getiriyor. Ayrıca aynı alanda büyüyen ağaçlar, çalılar ve otlar arasındaki dengenin de bozulmasına yol açabilir. Ormanlarımızı sadece kuraklıklar olumsuz etkilemeyecektir. İklim değişikliğine bağlı olarak sel, taşkın ve fırtınaların hem miktar, hem de şiddetinde artışlar öngörülmekte. Bunlar da daha önce anlatıldığı üzere ormanlarımızda ağaçların devrilmesine, kırılmasına ve kurumasına yol açabilecektir. İklim değişikliğinin beklenen etkilerinden bir diğeri de, buzulların erimesine bağlı olarak deniz seviyelerinde yükselme. Deniz seviyesinde yükselme ormanları nasıl etkileyecek diye düşünebilirsiniz. Çünkü ormanlarımızın çoğu dağlarda. Ama deniz kıyısında bulunan ormanlarımız da var. Örneğin Kırklareli’nde, Bulgaristan sınırındaki İğneada’da, denizden yüksekliği 0 ile 20 m arasında değişen, longoz adı verilen ormanlarımız var. Bu ormanlar dağlardan akan derelerin deniz kenarında oluşturduğu alüvyaller üzerinde yetişiyor. Sadece 2.500 ha büyüklüğünde olan bu ormanlar, bir doğa harikası ve sınırda bulunduğu için bozulmadan kalmış. 2008 yılında da milli park olarak koruma altına alındı. Deniz seviyesinde olabilecek her hangi bir yükselme bu ormanlarımızın deniz suyu ve tuzlanma etkisiyle yok olmasına neden olabilecektir. Bu tehlike kıyılarda bulunan tüm orman alanlarımız için geçerli. 104 Biliyorsunuz küresel ısınmanın en büyük nedeni atmosferdeki CO2 artışı. Bu CO2 artışı da bitkileri ve ormanları etkileyecektir. Ama çoğu kişi, CO2 gazının zaten bitkiler için gerekli olduğunu, fotosentezde bu gazın kullanıldığını, dolayısıyla CO2 artışı ile bitkilerin daha iyi büyüyeceğini söyleyecektir. Doğrudur, CO2 artışı bitkiler üzerinde bir çeşit gübreleme etkisi yapacaktır. Araştırmalar da bunu doğruluyor. Bu gübreleme etkisi ağaçların daha hızlı büyümesine ve daha fazla fotosentez yapmasına neden olabilir. Bu da ormanların bağladığı karbon miktarında artış demek. Ama durum böyle olmayabilir. Artan CO2 ile daha fazla fotosentez yapan bitkiler, daha fazla suya ve azot, fosfor, potasyum gibi besin maddelerine gereksinim duyacaklardır. Bunlardan biri bile eksik olursa ağaçlar beklendiği kadar odun üretemezler. Bir de sıcaklıkların artışı var. Sıcaklıklar arttıkça, solunum da artar. Solunum artışı, daha fazla CO2 üretmek anlamına gelir. Ağaçlar artan CO2 ile su ve diğer besin maddelerini bulsalar bile, ürettikleri organik maddeleri solunum Hamam Gölü, İğneada ve longoz ormanı 105 sırasında harcayacaklardır. Ayrıca CO2 artışı ormanlarda bazı türlerin diğerlerine oranla daha hızlı gelişmesini sağlayabilir. Çünkü her bitkinin fotosentez yapma gücü birbirinden farklıdır. Bunun sonucunda özellikle hızlı gelişen türler dediğimiz bazı türler, diğer ağaçları ya da bitkileri örterek veya onların yetişme alanlarını işgal ederek ormandan uzaklaştırabilir. Bu da özellikle ormanların dengesinin bozulmasına ve biyolojik çeşitliliğin azalmasına yol açabilecektir. 106 İKLİM DEĞİŞİKLİĞİNİN DİĞER DOĞAL EKOSİSTEMLERE ETKİLERİ İklim değişiklikleri sadece ormanlar üzerinde etkili olmayacak. Birçok doğal ekosistemler ya da kültür ekosistemleri olumsuz etkilenebilecek. Örneğin yağışların azalması nedeniyle sulak alanlar kuruyabilecektir. Ya da aşırı seller ve taşkınlar nedeniyle sulak alanların erozyonla dolması, ya da buralardaki su bitkilerinin ve balık yumurtalarının taşınan toprakla örtülmesi tehlikesi de vardır. Hem kutuplardaki, hem de karalardaki buzulların eridiğini biliyoruz. Kutuplardaki buzulların erimesi deniz seviyelerini yükseltiyor. Bu durum verimli tarlaların, deltaların deniz altında kalmasına yol açabilecek ya da buralarda tuzluluk sorunları görülebilecek. Karalardaki buzulların erimesi ise insanların içme suyu kaynaklarının azalması anlamına geliyor. Çünkü kara buzulları yaz aylarında yavaş yavaş eriyerek dereleri ve yer altı sularını besliyor. Sıcaklık artışları deniz suyu sıcaklıklarını da arttırabilir. Bu da deniz canlılarının göçlerine ya da bazı istilacı canlıların yaşam alanlarını genişletmesine yol açabilir. Sıcaklık artışı, çöllerin genişlemesine, kentlerin, tarım alanlarının ve ormanların çölden taşınan kumlarla zarar görmesine yol açabilir. Sıcaklık ve kuraklık artışı tarımsal üretimi azaltabilir. Ama günümüzde tarım için uygun sıcaklıkların olmadığı kuzey enlemler tarım yapılır hale de gelebilir. Doğal olarak bütün bunlar tahmin. Doğanın kendisine yapılan zorlamalara karşı ne gibi tepkiler vereceği belli değil. Üstelik iklimlerdeki değişiklikler, daha önce anlatıldığı gibi birçok faktörü tetiklemekte. Bunlardan bazılarının iklim değişikliğinin etkisini azaltabileceği gibi arttırması da mümkün. 107 DOĞRU BİLİNEN YANLIŞLAR Gerek ormanlarımız, gerekse küresel iklim değişikliği ile ilgili hemen herkes az çok bilgi sahibi. Hele günümüzde internet üzerinden istediğimiz bilgiye ulaşmak o kadar kolay ki. Ama internetten bulduğumuz her bilgi doğru mu? Ya da kulaktan kulağa yayılan bilgiye ne kadar güvenilebilir? Anlatılan şekilde edinilen bilgiler de önemli yanlışlar var. Bunlara aşağıda bazı örnekler verilmiştir. Ormanlardan ağaç kesilmemelidir: Çoğu insan ormanlardan ağaç kesilmemesi gerektiğine inanıyor. Hatta ormancıları, ağaç katliamı yapmakla suçlayanlar bile var. Ama ormancılar tarafından ağaçlar bilinçsiz olarak kesilmez. Ormanlardan ağaçlar ormanı gençleştirmek için kesilir, ya da belli bir alanda çok fazla sayıda olan ağaçlar kesilerek geride kalanların daha iyi gelişmesi sağlanır. Daha önce de anlatıldığı gibi ormanların her yıl ürettiği odun miktarına artım denir ve bu artımın sadece bir kısmı kesilerek ormandan uzaklaştırılır. Bu nedenle ülkemiz ormanlarındaki servet her Kesilmiş bir Sarıçam Ağacı geçen gün artmakta. Ülkemizde birçok boş yer var, buraları ağaçlandıralım: Bir yerde ağaçlandırma ile orman kurulması için bazı koşulların uygun olması gerekir. Öncelikle ağaçların yaşaması için uygun sıcaklık ve yağış, daha sonra da ağaçların köklerini geliştireceği toprak olmalı. Üstelik toprağın bitkilerin gelişmesi için uygun 108 derinliğe, besin maddesi miktarına sahip olması gerekli. Bir de toprakların bitkilerin yaşamasını engelleyen olumsuz özellikleri olmamalı. Ülkemizde özellikle İç Anadolu Bölgesinin binlerce yıldır bozkır özelliğinde olduğu, buralarda geniş orman alanlarının Taşlık nedeniyle başarısız olmuş bir ağaçlandırma alanı olmadığı biliniyor. Ayrıca yine İç Anadolu’da, Güneydoğu Anadolu’da tuzlu ve jipsli topraklar var. Diğer bölgelerimizde ise çıplak alanlardan toprak erozyonla taşındığı için kayalar açığa çıkmış. Bu gibi alanlarda ağaçlandırma yapılamaz. Bir de bazı ağaçlar her yerde yetişmez. Örneğin Konya’da Kayın ağacı dikemezsiniz, serin ve nemli iklimde yaşayabilen bu ağaç, Konya’nın karasal ve yarı kurak ikliminde yaşamaz. Bir başka örnek daha var. On yıl kadar önce Pavlonya diye anavatanı Çin olan bir ağaç türü, hızlı büyümesi nedeniyle mucize ağaç olarak ülkemize getirildi. Sonuç ne oldu dersiniz? Anavatanında çok çabuk büyüyen, 5-10 yıl içinde kesilecek çapa ulaşan bu ağaç, ülkemizde kavaklardan daha yavaş gelişti. Yanan orman alanlarını hemen ağaçlandıralım: Ülkemizde insanlar orman yangınlarına karşı çok hassaslar. Yanmış, simsiyah olmuş alanların hemen ağaçlandırılması isteniyor. Bunda belki de yanan alanların bazı insanlarca işgal 109 edileceği düşüncesi de etkili olabilir. Ama yasalara göre yanan bir orman alanı aynı yıl içinde ağaçlandırılır. Ama bu da çok doğru değil. Doğal bir orman binlerce yıldan bugüne orada yaşamaktadır. Bu uzun dönemler boyunca ağaçlar o bölgenin ekolojik koşullarına uyum sağlamıştır. Bozkır, Eskişehir Bu da ağaçlara belli bir genetik çeşitlilik sağlamıştır. Aynı ağaç türünün değişik bölgelerde yaşayan bireyleri birbirinden genetik olarak farklı olabilir. Bir bölgedeki ağaçlar soğuğa, diğer bir bölgedeki ağaçlar ise kuraklığa dayanıklı olabilir. Ormancılıkta buna orijin adı verilir. Aynı ağaç türünün farklı orijinlerinden tohumlar toplanarak fidan üretilir ve bunlarla ağaçlandırma yapılır. Ama yangınlar önceden öngörülmeyen felaketler olduğu için, yanan bölgeden daha önceden toplanmış tohumlarla yetiştirilmiş fidanlar bulmak zordur. Bulunsa bile miktarı yetmeyebilir. Böylece başka orijinlerdeki fidanlar dikilmek zorunda kalır. Bu da bir çeşit genetik kirliliğe yol açar. Üzerinde durulması gereken bir diğer konu Akdeniz bölgesinde orman yangınlarının binlerce yıldan bugüne kadar sürekli olduğu. Orman yangınları bu bölgemizin bir parçası. Bu nedenle ormanlardaki ağaçlar ve diğer bitkiler orman yangınlarına uyum sağlamışlardır. Özellikle Kızılçam ormanlarında yangınlar, 110 kozalakların sıcaktan dolayı açılmasını ve daha fazla tohum dökülmesini sağlıyor. Kızılçam ormanlarında hiç ağaçlandırma yapmayıp, bir yıl beklendiğinde ağaçlardan dökülen tohumlardan fidanların çimlendiğini görürüz. Örneğin 1994 yılında Gelibolu Yarımadasında büyük bir yangın oldu, binlerce hektar Kızılçam Yangın sonrası bir orman alanı (Foto. M.D. Kantarcı) orman alanı yandı. Hemen ağaçlandırma kampanyaları yapıldı, İstanbul ve İstanbul Teknik Üniversitesi öğrencileri, ormancıların önderliğinde ağaçlar diktiler. Yangın büyük olduğundan Türkiye’nin her tarafından fidanlar geldi, üstelik sadece kızılçam değil, neredeyse fidanlıklarda yetiştirilen her tür ağaç fidanı. Ertesi sene ormanları gezdiğimizde, bazı türlere ait fidanların öldüğünü gördük. Bazı alanlarda ise diktiğimiz fidanları bulamadık. Çünkü kızılçamın dökülen tohumları çimlenmişti. Ormancılar 5-6 m2’ye bir fidan dikerken, doğal yollarla 1 m2’ye 25-30 fidan geldiğini saydık. Ayrıca ormanlar ve makiliklerdeki birçok çalı, yangından sonra hemen sürgün vererek bir yıl içinde 1-1,5 m boya ulaşabiliyor. Dolayısıyla her yerde olmasa da bazı orman alanlarında yangından bir yıl sonra, sadece koruyarak tekrar bitki örtüsüne kavuşabiliyorsunuz. Orman alanlarımız azalıyor: Ülkemizde Her yıl orman yangınları oluyor, insanlar ormanları keserek tarla açıyor ya da 111 bina yapıyor. Bunları duyanlar da ormanların azaldığını sanıyor. Ülkemizde 1946-2007 yılları arasında 2 milyon ha ağaçlandırma yapılmış. Bunların bir kısmı zaten orman olan alanlarda, bir kısmı ise orman olmayan alanlarda. Ayrıca son yıllarda köyden kente göçlerin artmasıyla orman içindeki ya da kenarındaki ekilmeyen tarlalar da ormana dönmeye başladı. Bu nedenle Dünyada orman alanları azalırken ülkemizde artmakta. Yaprağını dökmeyen her ağaç çamdır: Yaz kış yeşil olan ibreli ağaçların hepsine çam deniliyor. Aslında ibreli ağaçlar o kadar birbirinden farklı ki. Nasıl elmayla armut ya da kiraz ile şeftali ağaçları birbirinden farklı ise, ibreli ağaçlar arasında da o kadar fark var. Ülkemizde çam olarak Karaçam, Kızılçam, Sarıçam, Fıstık Çamı ve Halep Çamı olmak üzere 5 değişik ağaç türümüz doğal olarak yetişiyor. Ama yine ibreli olan Ladin, Göknar, Sedir, hatta Ardıç ve Servi ağaçlarına da çam deniliyor. Bunlar birçok özellikleriyle çamlardan farklıdır ve çam denilmemesi gerekir. Yaprağını dökmeyen ağaç: Tüm ağaçlar yapraklarını dökerler. Meşe, Kayın gibi geniş yapraklı ağaçlar kış aylarını yapraksız olarak geçirir. Ama Çam, Ladin, Göknar, Sedir gibi 112 Tuzlu su ile sulanmış kayın ağacının yaprakları ibreli türlerde, ağaçların yaprakları uzun yıllar ağaç üzerinde kalabilir. Çamlarda yapraklar 3-5 yıl, Göknar ve Ladinde ise 1012 yıl yapraklar ağaç üzerinde kalabilir. Daha yaşlı yapraklar, aynı geniş yapraklı ağaçlarda olduğu gibi her yıl dökülür. Ormanlar yağışı attırır: Bir yerde orman kurduğunuzda, o bölgenin daha fazla yağmur alacağına inanılıyor. Bu inanış orman alanlarına bakıldığında buraların genellikle fazla yağışlı olmasından kaynaklanıyor. Ama gözden kaçan nokta genellikle dağlık alanlarda bulunan ormanların, buralarda yağışın fazla olması nedeniyle yaşadığı. Ormanlar yağışı çok fazla arttırmaz, hatta kentlerde yağış orman alanlarına göre daha fazla olabilir. Çünkü kentlerin kirli havası ve havadaki tozlar, su buharının yoğunlaşarak yağışa dönüşmesini sağlar. Ama bu aramızda kalsın, olur mu? Abant Gölü Tabiat Parkı 113 Yangınları söndürmede büyük uçaklar kullanılmalıdır: Ülkemizde yaz ayları ile birlikte orman yangınları gündeme oturur. Her yangından sonra da yangınların söndürülmesinde eksiklikler olduğu, fazla su taşımayan helikopterlerle ya da uçaklarla yangınların söndürülmeye çalışıldığı söylenir. ABD, ya da Avustralya gibi ülkeler örnek verilerek biz de niye büyük uçaklar kullanılmıyor, eleştirileri yapılır. Ülkemizin arazi koşulları maalesef çok büyük uçakların kullanılmasına izin vermiyor. Çünkü ülkemiz dağlık bir yapıya sahip ve ormanlarımızın neredeyse tamamı bu dağlık arazide. Çok büyük uçakların bu dağlık arazide ya da dağların arasındaki vadilerde manevra yapması çok zor. Ağaçlar konuşmaz: Ağaçlar bildiğimiz şekilde konuşmaz, ama bir çeşit işaret diliyle sorunlarını ya da memnuniyetini anlatabilir. Ağaçlar işaret dilini genellikle yaprakları ile konuşur. Örneğin susuz kaldığında yaprakları pörsür ya da rengi solmaya başlar, hatta ormanlarda kurak dönemlerde yapraklar zamanından önce dökülür. Ya da bir besin maddesine ihtiyaç duyuyorsa, zararlı bir maddenin (hava kirliliği, tuz gibi) etkisinde kaldıysa da yapraklarda çeşitli sararmalar, kızarmalar ve leke oluşumları görülür. Uzmanlar bu renklenme ve yaprak kayıplarına bakarak, bitkinin hangi besin maddesine ihtiyacı olduğunu ya da neden zarar gördüğünü anlayabilir. Bir bitkinin güzel çiçekler açması, yapraklarının koyu yeşil olması, formunun güzelliği ise iyi beslendiğini, keyfinin yerinde olduğunu gösterir. Ağaçlar sadece yaprakları ile değil neredeyse tüm organları ile dertlerini anlatırlar. Örneğin bazı bitkiler zor şartlar altında geleceğini güvence altına almak için daha fazla tohum üretebilir. Böylece dışarıdan bakanlar bir ağaç üzerinde çok fazla tohum varsa, ağacın stres altında olduğunu anlayabilir. Milli parklar piknik alanlarıdır: Ülkemiz ormanlarında milli parklar, tabiat parkları, tabiatı koruma ormanı gibi adlarla çok farklı şekillerde koruma alanları bulunuyor. Bu alanlar nadir 114 Samandere Şelalesi, Düzce bulunan bazı özelliklerinden dolayı, ya da tehlike altındaki türlerin bulunduğu ormanları korumak için ayrılmıştır. Ama ülkemizde insanlar, korunan alanlara doğal güzelliklerin eşliğinde piknik yapmak için gidiyor. Yurt dışındaki korunan alanlarda insanların dolaşacağı yerlere özel patikalar yapılmıştır, bu patikaların dışına çıkılmaz. İnsanlar hayvanları rahatsız etmemek için gürültü yapmaz. Ülkemizde piknik yapmak için mesire yerleri ayrılmıştır. Amacımız doğayı incelemek nadir güzellikleri görmek değilse, sadece keyifli bir hafta sonu geçirmek istiyorsak, bu mesire yerlerini kullanmalıyız. 115 Derelerimizden su boşuna akıyor: Bu konu özellikle nehirler üzerinde 2000 civarında hidroelektrik [tesisi yapılması sırasında sıkça gündeme geldi. Santral yapılmasında dereler boşa mı aksın dendi. Hidroelektrik santral yapılarak boş akan suların değerlendirileceği söylendi. Aslında hiçbir dere boşa akmaz. Dereler ve akarsular geçtikleri yerlerdeki çeşitli ekosistemler için vazgeçilmezdir. Örneğin kızıl ağaç, söğüt, kavak, akça ağaç, diş Ağaçlandırılacak araziden diri örtü temizliği Foto M. Akkaya budak gibi ağaçlarla saz ve kamış gibi su isteği fazla olan bitkilerden oluşan su kenarı (riperian) ekosistemleri için derelerin suyu vazgeçilmezdir. Su kenarı ekosistemleri erozyonla derelere taşman toprağı engellerler ve suyun temiz olmasını sağlarlar. Aynı zaman da taşkınların önlenmesinde de çok önemlidirler. Yine daha önce açıklanan longoz (su basar) orman ekosistemleri derlerin getirdiği suya ve taşkınlarla gelen besin maddesine bağımlıdırlar. Eğer suyu keserseniz bu ormanlar yok olurlar. 116 Benzer şekilde deltalar da akarsuların denize döküldükleri alanlarda, bu suların getirdiği topraklarla oluşurlar. Bu deltalar üzerindeki topraklar çok verimli olduğu için tarımsal üretim çok fazladır. Deltalarda topraklar verimlidir. Çünkü akarsular yukarı havzalarından sürekli olarak taze su ve besin maddesi getirir. Su kesilirse ya da azalırsa tarımsal üretim de düşer. Örneğin Nil Nehri üzerinde yapılan barajlardan sonra eskisi kadar su akışı olmadığı için tarımsal üretim azalmıştır. Nehirlerin denizlere döküldüğü alanlarda (nehir ağzı ekosistemleri) nehirler tarafından taşınan taze su ve besin nedeniyle biyolojik çeşitlilik oldukça fazladır. Buralar “güneş enerjisine ek olarak doğal yolla ek enerji alan ekosistemler” olarak sınıflandırılırlar. Ağaçlandırmalar karbon birikimini arttırır: Bu yanlış bir bilgiden çok, eksik bir bilgi. Bir yeri ağaçlandırdığınızda ilk önce karbon birikimi azalır. Çünkü ağaçlandırmadan önce buralarda yaşayan bitkiler temizlenir. Böylece fotosentez yapan bitkiler ağaçlandırılan alandan uzaklaştırılır. Bunların yerine dikilen fidanlar ise ancak yıllar sonra, kesilen bitkilerin biriktirdiği karbonu bağlayabilir ve daha fazlasını havadan alabilir. Bir de ağaçlandırmalarda toprak sürülür. Toprakların sürülmesi ile topraklardaki karbon hızla ayrışır ve CO2 olarak atmosfere karışır. Topraklardaki karbon miktarı ancak yıllar sonra ağaçların dökülen yaprakları ayrıştıkça artar. Sera gazı salımlarını durdurursak, küresel ısınmayı durdururuz: Sera gazı salımlarını sıfırlasak da küresel ısınma devam edecektir. Çünkü atmosferde miktarı artan CO2 ve diğer sera gazlarının atmosferde kalma süreleri vardır. Örneğin CO2 5 yıl gibi kısa bir sürede döngüsünü tamamlayabildiği gibi, 200 yıl kadar da atmosferde kalabilir. Ortalama olarak karbondioksitin atmosferdeki kalış süresi 100 yıl kabul ediliyor. Bu durum çoğu sera gazı için de geçerli. Perflorokarbonların atmosferde kalma süresinin ise binlerce yıl olduğu saptanmış. Yani, hemen bugün karbon salımlarını sıfırlasak bile küresel ısınma devam edecektir. Ayrıca atmosferdeki CO2’i emen kaynaklara (orman ve 117 Sapanca Gölündeki su kenarı ekosistemi okyanuslar) zarar verdiğimiz sürece, hiç fosil yakıt kullanmasak dahi atmosferdeki CO2 azalmayacaktır. Başka bir ifadeyle “sıfır karbon” diye bir yaklaşım var. Bu yaklaşımın temeli insan etkinliklerinden kaynaklanan karbon salımlarını tamamen durdurmak. Hiç karbon salmayıp, ormanları tahribe devam edersek küresel ısınma devam edecektir. Küresel ısınma ile mücadele, ekonomiye çok fazla yük getirir: Kyoto protokolü 2012’de işlevini tamamlıyor. 2009 Aralık ayında Kopenhag’ta Kyoto sonrasında yapılabilecekler tartışıldı. Ama bir sonuca varılamadı. Nedeni ekonomik pazarlıklar. Her ülke, sera gazları salımını azaltmanın ekonomisini olumsuz etkileyeceğini düşünüyor. Bazı ülkeler, gelişmiş ülkeler şimdiye kadar çok fazla sera gazı üretti, bizim de onlar kadar hakkımız var diye düşünüyor. Bazı ülkeler sera gazı salımlarını azaltırsak gelişme hızımız azalır, ekonomik kayba uğrarız diye korkuyorlar. Sera gazları salımlarının azaltılmasının maliyeti 118 nedir? Dünya genelinde % 20 azaltmak için, Gayri Safi Yurtiçi Hâsıla’nın yüzde 1’inden az bir maliyet gerekiyor. Peki küresel ısınmanın maliyetini hesaplayabiliyor muyuz? Hayır. Sellerle uğranan maddi kayıplar, turizm ve tarımda yaşanacak kayıplar hiç dikkate alınmıyor. Ya sıcak hava dalgalarında, sellerde hayatlarını kaybedenler ne olacak? İnsan hayatı para ile ölçülebilir mi? Nesli tükenen bir canlının bedeli nedir? Ya da yanan bir orman alanın bedeli? Sadece üzerindeki ağaçların tutarı mı? Ya ormanların diğer faydaları, su üretmesi, toprağı koruması hesaplanıyor mu? Sizce güzel bir manzaranın fiyatı nedir? Bu örnekler arttırılabilir. Dolayısıyla küresel ısınmanın maliyetini ortaya koyamıyoruz. Ama bugün için bu maliyet çok yüksek olmasa bile önümüzdeki yıllarda artacağı kesin. Yine de bazı rakamlar vermek mümkün. Örneğin İstanbul’da, Eylül 2009’da meydana gelen sel felaketinin maliyetinin yaklaşık 400 milyon TL kadar olduğu tahmin edilmekte. Ülkemizde her yıl, ortalama 200 kadar sel ve taşkın olayı oluyor ve bu olayların ülke ekonomisinde yol açtığı kayıplar yıllık 150 milyon TL kadar. İklim değişikliğinin etkilerinden birisi de seller ve taşkınlarda artışlar değil miydi? Ünlü ekonomist Nicholas Stern tarafından küresel ısınmanın getireceği toplam zararın, dünyanın toplam gayri safi milli hâsılasının % 5 ile % 20’sine denk düşeceği hesaplanmış. 2008 yılı verilerine göre dünya gayri safi milli hâsılası 61 trilyon dolar kadar. Demek ki, iklim değişikliği nedeniyle 3 ile 20 trilyon dolar civarında bir ekonomik kayıp dünyayı beklemekte. Bunları öğrendikten sonra, küresel ısınma için kaynak ayırmak, önlemler almak gereksiz sizce? Az akaryakıt tüketen otomobil, daha az sera gazı üretir: Doğrudur, bir otomobilin motor hacmi küçükse daha az CO2 salımına yol açacaktır. Özellikle gittikçe yaygınlaşan arazi tipi araçlar daha fazla CO2 üretmekte. Ancak gözden kaçan nokta, 119 araçlarla kat edilen mesafe. Aracınız ne kadar az CO2 üretirse üretsin, her yere otomobille gitmek, çok kısa yollar için bile otomobil kullanmak, bir yıl içinde araç ile çok fazla kilometre yapmak, CO2 salımını arttıracaktır. Hatta küçük araçların sera gazı salımları, arazi araçlarından bile daha fazla olabilecektir. 120 YAPILABİLECEKLER Doğayı, çevreyi, iklimi korumak için yapılabilecek çok şey var aslında. Doğayı korumak ve iklim değişikliği ile mücadele etmek için fazladan çaba harcamaya da gerek yok. Günlük yaşantımızda yapacağımız ufak tefek değişiklikler doğada büyük iyileşmelere neden olacaktır. Doğa koruma konusunda bilinçlenmek bile yeterli olacaktır. Çevre kirliliği, küresel ısınma, ozon tabakasının incelmesi gibi ilk bakışta birbiri ile ilgisi yokmuş gibi duran sorunların, aslında tek bir kaynağı var, insan. İnsanlar hep daha iyi yaşamak istiyor. Bu isteklerini gerçekleştirmek içinse, doğayı aşırı zorluyor. Bu sorunların önlenmesi de yine insanların elinde. Küresel ısınma ve diğer ekolojik sorunların önlenmesi için devlet ve hükümetler, şirketler ve bireyler olarak yapabileceklerimiz var. Devletler ve hükümetlerin küresel ısınma ve iklim değişikliğini önlemek için atacağı adımlar, şirketlerin ya da bireylerin alacağı önlemlerden daha etkili olacaktır. Aslında iklim değişikliği konusunda bazı çalışmalar yapılmıyor değil. Örneğin Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi 1992 yılında hazırlandı ve 1994’te yürürlüğü girdi. Bu sözleşmenin uygulanmasını düzenleyen Kyoto Protokolü ise 1997 yılında hazırlandı. Ülkemizde Kyoto Protokolü’ne katılımın uygun olduğuna dair kanun, 5 Şubat 2009’da TBMM’de kabul edildi ve Türkiye 26 Ağustos 2009 tarihinde resmen Kyoto Protokolüne taraf oldu. Ülkemizin, tanınan özel durumu nedeniyle, şu an için sera gazı azaltım yükümlülüğü bulunmamakta. Ancak, Kyoto Protokolü 2012 yılında yürürlükten kalkmaktadır ve 2012 yılından sonra küresel ısınma ile ilgili atılacak adımların düzenlenmesi konusunda yapılan görüşmelerden sonuç alınamamakta. Devlet ve hükümetlerin öncelikle iklim değişikliği ile mücadele ve iklim değişikliğine uyum politikaları olması gerekir. 121 Türkiye’de iklim değişikliği eylem planı hazırlanıyor. Bazı eksiklikleri olsa bile olumlu bir adım. Boğaziçi Köprüsü, İstanbul İklim değişikliği ile mücadele sera gazları salımlarının azaltılması ile olur. Ülkemizin maalesef sera gazlarını azaltmak için bir taahhüdü yok. Sera gazlarını azaltmak için için devletler yenilenebilir enerji üretimine öncelik verebilir. Fosil yakıt kullanımından kaynaklanan salımları azaltmak için teknoloji araştırmalarına kaynak sağlayabilir. Özel sektörden kaynaklanan karbon salımlarını azaltmak için teşvikler ya da cezalar uygulayabilir. Büyük yatırımlar planlanırken ekonomik değil, ekolojik düşünülebilir. Örneğin 3. köprünün İstanbul’un kuzeyindeki ormanlık alanlardan geçmesi ekonomik olabilir, ancak ekolojik değildir. Çünkü İstanbul’un son doğa parçaları da tehlike altında kalacaktır. Yine devlet ve hükümetler tarım, ulaştırma, sanayi, ormancılık, turizm, inşaat gibi alanlarda doğaya saygılı politikalar uygulayabilir. İklim değişikliğine uyum ise, iklim değişikliğinin oluşturduğu riskleri öngörmek ve bunların olumsuz etkilerini en aza indirmek için önlemler almaktır. Türkiye’yi bekleyen risklerin neler olduğunun saptanması, iklim değişikliğine karşı hassas bölgelerin belirlenmesi, toplumun ve tarım, turizm, ulaşım, inşaat, sanayi gibi sektörlerin iklim değişikliğinden nasıl etkileneceğinin ortaya 122 konulması, oluşacak risklerin ve sorunların çözümü için stratejiler geliştirilmesi gerekmekte. Benzer şekilde şirketler de sera gazı salımlarını azaltabilir. Kâr odaklı olan ve doğaya zarar veren üretim anlayışından vazgeçebilir. Kendi sera gazı salımlarını düşürebilir ya da enerji tasarrufuna öncelik verebilir. Devletlerin ve şirketlerin iklim değişikliğine karşı ne gibi önlemler alabileceği çok uzun anlatılabilecek bir konu. Ama burada bizlerin birey olarak neler yapabileceği üzerinde durmakta fayda var. Bir kişinin alacağı önlem küresel bir sorunu nasıl azaltacaktır diye düşünebilirsiniz. Her yıl atmosferdeki karbon milyarlarca ton arterken, bizlerin 1-2 kg daha az karbon salımı yapmamızın ne anlamı var diyebilirsiniz. Okyanuslar milyonlarca su damlasının birleşmesinden oluşuyor. Bizler daha bilinçli olursak şirketlerin ve hükümetlerin politikalarını da değiştirebiliriz. Bu nedenle aşağıda küresel ısınmayı ve diğer çevre sorunlarını azaltmak için birey olarak yapabileceklerimiz kısaca açıklanmıştır. Yenilenebilir enerji kaynaklarını kullanalım: Sera gazlarının büyük bölümü enerji üretiminde fosil yakıt kullanımından kaynaklanıyor. Güneş, rüzgâr, su, biyokütle gibi yenilenebilir enerji kaynaklarından üretilen enerjiyi kullandığımızda, daha az fosil yakıt tüketiriz. Evimizde, okulumuzda, işyerimizde yenilenebilir enerji kaynağı kullanılmasına çalışalım. Yerli malı kullanalım: Yurt dışından getirilen ürünler, uçak, tren, gemi, kamyon gibi araçlarla taşınıyor. Bir ürün ne kadar uzaktan getirilirse, o kadar çok akaryakıt kullanılır ve CO2 salımı olur. 123 Ağaç Dikelim Ağaçtan yapılmış oyuncaklar 124 Aşırı tüketmeyelim: Giyecekten yiyeceğe her alanda mutlaka aşırı tüketimden kaçınmalıyız. Tükettiğimiz her şey için enerji harcanır. İhtiyaç duymadığımız, kullanmayacağımız ya da yemeyeceğiniz bir şey satın aldığınızda bunların yerine yenileri üretilecektir. Tasarruf edelim: Enerjiyi ve suyu tasarruflu kullanalım. Gereksiz lambaları söndürelim, daha az enerji tüketen verimli ampuller kullanalım. Duş alırken, dişlerimizi fırçalarken daha az su kullanalım. Karbon ayak izimizi öğrenelim: Karbon ayak izi küresel ısınmadaki payımızdır. Bir yıl içinde yaptıklarımızla, ya da kullandıklarımızla atmosfere verdiğimiz karbon miktarıdır. Karbon ayakizimiz büyüdükçe atmosfere daha fazla karbon veriyoruz demektir. Doğadan bilinçsizce toplanan ürünlerle imal edilmiş, yiyecek içecek, giyecekleri kullanmayalım: Bunun belki de küresel ısınma ile ilgisi yok ama, aşırı şekilde toplanması salep, mantar, kekik gibi bitkilerin neslinin tükenmesi tehlikesine yol açabilir. Daha fazla odun kullanalım: Odun yenilenebilir enerji kaynağıdır. Ormanlara zarar vermeden kesilmiş (sürdürülebilir olarak işletilen), sertifikalı ve özellikle kendi ülkemizde üretilmiş odunu kullanırsak daha az sera gazı üretiriz. Bu nedenle hem ısınmada, hem de eşyalarda odundan yapılanları seçelim ve bunu herkese söyleyelim. Tropikal ağaçlardan üretilmiş ürünleri almayalım. Ağaç dikelim: Bu kitapta ağaçların ve ormanların yararları anlatıldı. Ağaçların ve ormanların iklimi korumadan su üretimine kadar birçok faydası var. Bu nedenle ne kadar çok ağaç dikersek o kadar iyi. Ülkemizde bu konuya çok büyük önem veriliyor, birçok kampanya düzenleniyor. Ağaç dikimi konusundaki toplumsal 125 hassasiyet bazen yanlışlara bile yol açıyor. Daha önce de değinildiği gibi her yere ağaç dikilemez, her ağacın yaşamak için değişik sıcaklık, nem, toprak isteği vardır ve bunların uygun olduğu yerlerde yetişebilir. Ağaç dikelim ama doğru ağacı, doğru yere ve doğru zamanda. Kompost yapalım: çevremizde görmüşüzdür, çimleri, otları biçerler, ağaçları budarlar. Kesilen bu artıklar sonra ne olur? Çoğunlukla çöpe gider ya da yakılırlar. Bu gibi durumda bunlar CO2 salımı yaparlar. Kesilen bitki artıkları aslında belli bir yerde biriktirilerek humus haline getirilebilir, bu olaya kompost yapımı adı verilir. Kompostlar toprağa karıştırılarak toprağın organik madde içeriği yükseltilebilir ve bitkilerin gübre ihtiyacı karşılanabilir, hem de karbon toprakta depolanmış olur. Yürüyelim, bisiklete binelim, toplu taşıma araçlarını kullanalım: Kısa mesafeli yerlere giderken araç kullanmayalım. Yürüyerek gidelim. Daha fazla bisiklet kullanalım. Eğer yaşadığımız kentte bisiklet yolları yoksa yöneticilerden bisiklet yolları isteyelim. Uzak mesafelere giderken tren, otobüs, vapur gibi toplu taşıma araçlarını kullanalım. Yeniden kullanılabilen malzemeleri tercih edelim: Özellikle ambalajlarda kullanılan cam ve tenekelerin üretiminde çok fazla CO2 salımı olur. Örneğin cam yapımı için kumlar yüzlerce derece sıcaklıkta ergitilir. Tekrar kullanımını sağladığımız her cam ve teneke ambalaj ile daha az CO2 salımını sağlarız. Benzer şekilde kâğıtlarında da geri dönüşümünü sağlayarak, küresel ısınmanın azaltılmasına küçük de olsa katkıda bulunabiliriz. 126 Deniz kirliliği, İstanbul Alışkanlıklarımızı değiştirelim: Bazen farkında bile olmayız, elimiz elektrik düğmesine gider ve odanın içi yeterince ışık almasına rağmen lambalar yanar. Dişlerimizi fırçalarken musluk sürekli açıktır ve kullanmadığımız halde su boşu boşuna akar. Bunlar suyu ve enerjiyi boşu boşuna harcadığımız, biraz dikkatle vazgeçebileceğimiz alışkanlıklarımızdır. Daha az enerji tüketen, karbon salımı az olan ürünleri tercih edelim: Teknoloji geliştikçe, enerji tasarruflu ampuller, otomobiller, buzdolabı, televizyon gibi gereçler üretilmeye başlandı. Bu tür gereçleri alırken enerji tasarruflu olanları tercih ederek hem daha az enerji harcarız, hem de ev giderlerinden tasarruf ederiz. Ama dikkat etmemiz gereken nokta, ancak halen kullandığımız araç-gereçler artık kullanılamaz hale geldiğinde, 127 zorunlu olarak değiştirmek gerektiğinde enerji tasarruflu olanları satın almak. Bir doğa eğitimi, İstanbul Evlerimizi yalıtalım: En fazla fosil yakıtı ısınmada harcıyoruz. Ama özellikle ülkemizde evlerin yalıtımları iyi olmadığı için, bir bakıma havayı ısıtıyoruz. Çünkü evlerden sürekli ısı kaçağı oluyor. Pencerelerde çift cam kullanarak, duvarlarımızı, zemin ve tavanları ahşap ya da benzeri ürünlerle kaplayarak daha iyi yalıtım sağlayabiliriz ve daha az enerji tüketiriz. Çevremizdekileri uyaralım: Öncelikle küresel ısınma ve diğer çevre sorunlarını, bunları önlemek için neler yapabileceğimizi öğrenelim. Öğrendiklerimizi arkadaşlarımızla ailemizle paylaşalım. Fosil yakıtları aşırı kullananları, çevreyi kirletenleri uyaralım. Hatta içinde yaşadığımız kentin belediyelerine, milletvekillerine, küresel ısınma konusunda neler yaptıklarını soralım. 128 SONUÇ Ormanlar doğanın bozulmadan kalmış son birkaç noktasından bir tanesi. Ama üzerindeki baskılar her geçen gün artıyor. Halen Dünyada ve ülkemizde milyonlarca insan doğrudan ormanlarda yaşıyor. Ormanlarda yaşamayan insanlar ise dolaylı olarak ormanlardan yararlanıyor. Ama ormanların insanlara sunduğu yararlar ormanların azalması nedeniyle büyük tehlike altında. İşte bu nedenle 2011 yılı Uluslar arası Orman Yılı olarak ilan edildi, ana teması ise “orman ve insan”. Orman ve insan ilişkisi aslında insanlığın başladığı 2 milyon yıldan beri devam ediyor. Aslında tek taraflı bir ilişki bu ve hep ormanlar zarar görmüş. Önceleri sadece insanlara besin ve barınak sağlamış ormanlar. Ama insanlar ormanlardaki yangınlardan sonra, yanan alanlarda yenilebilen bazı bitkilerin daha fazla yetiştiğini görmüşler. Böylece kes yak olarak adlandırılan bir dönem başlamış. İnsanlar ormanları bilerek kesmişler ve yakmışlar, ardından gelen besinlerden yararlanmak için. Çünkü orman toprağı organik maddece zengindir, yanan ağaçların külleri de toprağı gübreler. Ağaçların gölgesi de olmadığından otsu ya da çalımsı bazı bitkiler hızla gelişirler yangından sonra. Ama bu geçici bir durumdur. Ağaçsız kalan toprak kısa sürede erozyona uğramış, topraklarda organik madde kalmayınca da besin elde edilememiş. Ne yapmış peki atalarımız, başka bir ormanı yakmışlar. Günümüzde de Avustralya’daki yerlilerden bazıları halen bu şekilde besin elde ediyor. Daha sonra insanoğlu tarımı keşfetmiş günümüzden 10 bin yıl önce. Böylece besin elde etmek için oradan oraya göçmelerine gerek kalmamış ve yerleşik hayata geçişler başlamış. Ne güzel diye düşünebilirsiniz, artık ormanları yakmayacaklar. Hayır, bu sefer de yeni tarım alanları kazanmak için ormanları kesmişler. İnsanların yerleşik hayata geçmesinde son buzul çağının sona ermesi (günümüzden 12 bin yıl önce) etkili olmuş. Bir bakıma 129 iklim değişikliği insanların yaşam tarzını değiştirmiş. İlk tarıma geçilen bölge olan Mezopotamya ve çevresinde oluşan ılıman ve yağışlı iklim buğday ve arpa gibi birçok yenilebilen bitki türünün yetişmesine olanak sağlamış. Tarıma başlandıktan sonra bazı hayvanlar da evcilleştirilmiş. Bilin bakalım bu neye yol açmış, otlak kazanmak için ormanların kesilmesine. Ardından bazı kayalardaki madenlerin yüksek ateşte ergidiğini ve kolay şekillendiğini fark etmişler. Önce Bakır, sonra Tunç ve Demir çağlarına girilmiş. Peki madenleri neyle ergitmişler, tabii ki odunla. Daha sonra sabanı, arabayı bulmuşlar, tekneler yapmışlar ve bunlarda da hep odun kullanmışlar. Ev yapımı, ısınma ve yemek pişirmek için de odundan yararlanmışlar. Tarım ile fazla besin üretince nüfus artmış, nüfus artınca da daha fazla besin gerekmiş. Tarım başladığı ilk yıllarda yani günümüzden 10-12 bin yıl önce 4 milyon insan nüfusu olduğu tahmin ediliyor. Günümüzde ise 7 milyarı geçtik. Sonra devletler, imparatorluklar kurmuşlar insanlar, birbirleriyle savaşmışlar. Savaş arabaları, gemiler yapmışlar odundan. Büyük tapınaklar yapmışlar, koca koca taşları üst üste dizmişler Mısır Piramitlerinde olduğu gibi. Taşları da odunlar üzerinde yuvarlayarak duvarları örmüşler ya da devasa anıtlar dikmişler. Nüfus artınca köyler yavaş yavaş kente dönüşmüş. Tabi kentlerin ihtiyacı olan gıdaların üretilmesi için daha fazla tarlaya ve ısınmak için daha fazla oduna ihtiyaç duyulmuş. 19. Yüzyıla kadar odun başlıca enerji kaynağı olarak kalmış, ancak bu zaman odun yerine kömür yaygın olarak kullanılmaya başlanmış. Aslında kömür çok önceleri biliniyor ve kullanılıyordu, ama işletmesi zordu ve odun üretimi daha kolaydı. Daha sonra kömüre petrol ve doğal gaz eklenmiş. 15. yüzyıldan itibaren sömürgecilik dönemi yaşanmış. Bu dönemde en önemli taşıt gemiler. Amerika kıtasını keşfeden Kristof Kolomp’un seyahat ettiği gemiler tamamen ahşaptandı. Ahşap gemiler 19. Yüzyılın ortalarına kadar devam etti. 130 Sömürgeciliğin ormanlar üzerinde de olumsuz etkileri oldu. Yeni Dünyanın ormanları kesilerek Eski Dünyaya taşınmaya başladı. İnsanların Amerika kıtasına hücum etmesiyle birlikte buralardaki ormanlar ticari olarak kesilmeye başlandı ya da ormanlar tamamen yok edilerek tütün, kahve tarlalarına dönüştürüldü. Daha yakın zamanlarda hızlı sanayileşmeden ve kentleşmeden kaynaklanan hava, su ve toprak kirlilikleri yaşandı. Enerji de fosil yakıtların kullanılması ormanlar üzerindeki baskı biraz olsun azalttı, ama kirlilikten dolayı ormanlar zarar görmeye başlandı. Özellikle 1970’li yılardan itibaren kükürtdioksit kaynaklı hava kirliliğinin ormanlar üzerinde olumsuz etkisi oldu. Kentleşmenin de ormanlar üzerindeki baskısı arttı. Çoğu gelişmekte olan ülkelerde kentler ya doğrudan ormanlara yapıldı. Ya da tarlalarını arsa olarak satan çiftçiler yeni tarlalarını ormanlardan açtılar. Burada kısaca insan ve orman ilişkisi anlatılmaya çalışıldı. Hep orman zararlı çıktı. İnsanın tarıma başlamasından bugüne kadar orman alanlarının yarısının yok olduğu tahmin ediliyor. Yaklaşık 10 bin yılda 8 milyar ha’dan 4 milyar ha’a düştü orman alanları ve halen de azalıyor. Ama tek kaybeden orman değildi, insanlarda çok şey kaybettiler. Tarih ormanlarını yok eden ve doğaya uygun hareket etmeyen uygarlıkların yok oluşuna da tanıklık etti. Örneğin tarıma ilk geçilen Mezopotamya da bilinçsiz sulama toprakların tuzlanmasına neden olmuş ve buradaki Sümer Devleti bu nedenle yıkılmış. Pasifik Okyanusunda bulunan Paskalya Adası çok ilginç bir örnek. Adada 600’den fazla dev heykel var. Ama ada keşfedildiğinde adada oldukça ilkel bir halkı yaşıyormuş ki, heykelleri o insanların yapmış olmasının imkânsız olduğu düşünülmüş. Gerçek ancak günümüzde ortaya çıktı. Adaya ilk insanlar geldiğinde ada tamamen ormanlarla kaplıymış. Ardından nüfus arttıkça tarla açmak, ev yapmak ve ısınmak için ormanlar kesilmiş. Adada refah düzeyi bir zamanlar o kadar ileriymiş ki, 131 insanlar besin üretmek için fazla zaman harcamıyor ve boş zamanlarında büyük heykeller yontuyorlarmış. Heykelleri de ağaç kütükleri üzerinde hareket ettiriyorlarmış, ama kesile kesile adada tek bir ağaç bile kalmamış. Ardından erozyonla toprağın kaybedilmesiyle ürün yetiştiremez olmuş. Adada ağaç kalmadığı için tekne yapamadıklarından balık dahi avlayamamışlar. Kulübe de yapamadıkları için mağaralarda yaşamaya başlamışlar. Dünya tarihi incelendiğinde bu örnekler o kadar çok ki. Mayalar, İndüs medeniyeti, Vikinglerin Grönland’ta kurdukları yerleşim hep ormanların kesilmesi, aşırı erozyon gibi doğa tahribatı nedeniyle tamamen yok olmuş. Çin’de, Avrupa’da, Ortadoğu’da ve Anadolu’da ormanların kesilmesi nedeniyle erozyonlar olmuş. Özellikle ülkemiz toprakları yaklaşık 10 bin yıldır insana vatan olmuş. Karşılığında ormanlarının yarısından fazlasını kaybetmiş. Ormansızlaşmadan kaynaklanan erozyon nedeniyle de topraklarımızı halen kaybediyoruz. Yakın çevremizde doğa tahribatıyla ilgili daha birçok örnek var. Örneğin Sedir ormanları. Toroslarda yaşayan Sedir ağacının bilimsel adı Lübnan Sediri ve aynı zamanda Lübnan Bayrağı üzerinde de Sedir resmi var. Ama Lübnan’da neredeyse hiç Sedir ağacı kalmadı, ufak bir alanda var ve onlarda sıkı koruma altında. Gılgamış Destanını okudunuz mu? Tarihin ilk yazılı destanı. Uruk kentinin kralı Gılgamış’ın hikayesi anlatılıyor. İlginç olanı Gılgamış’ın dağlardaki Sedir Ormanlarının Bekçisi Humbaba’yı öldürmesi ve ağaçları kesmesi. Bir başka örnek Anadolu’dan, Friglerden. Kral Midas’ın yönettiği halk. Bu halk Eskişehir, Kütahya, Ankara çevresinde bir devlet kurmuşlardı. Frigler zamanında ormanlar önemli derecede yok olduğundan, daha sonra buraları ele geçiren Roma Kralı Hadrianus ormanlara girişi yasaklamış. Osmanlıdan da örnek verilim. İstanbul binlerce yıldan beri birçok medeniyete ev sahipliği yapmış ve her zaman dünyanın en 132 büyük kentleri arasında yer almış. Ama kentin önemli bir sorunu var, su. Daha Romalılar zamanından beri kente su kilometrelerce öteden getirilmiş. Kentin hemen kuzeyindeki Belgrad Ormanları da su üretimi açısından çok önemliymiş. Fatih Sultan Mehmet bu orman için “ormandan dal kesenin kolunu, ağaç kesenin başını keserim” demiştir. Tarih boyunca arada Fatih Sultan Mehmet gibi ormanları koruma yönünde kararlar alan krallar, padişahlar olsa da ormanların önemi neredeyse hiç anlaşılamamış. Ama günümüzde ortaya çıkan iklim değişikliği gibi ekolojik sorunlar ormanların değerinin anlaşılmasına yol açtı. Çünkü ormanlar bir bakıma iklim değişikliğinin freni. Ayrıca kentlerde yaşayan nüfusun artması, doğaya hasret insanların ormana bakışını değiştirdi. Ormanlardan odundan daha fazla olarak rekreasyonel olarak yararlanılıyor artık. Bugüne kadar iklim değişikliği ile ilgili birçok şey duydunuz ya da öğrendiniz. Belki günümüzde yaşanan iklim değişikliği olaylarının insan etkisi ile değil doğal olarak meydana geldiği iddiaları da kulağınıza geldi. Burada bu iddiaların doğruluğu ya da yanlışlığı irdelenmemiştir. Ama söylenmesi gereken insanlığın yavaş yavaş doğayı tükettiği. Bir bakıma bindiğimiz dalı kesiyoruz Nasrettin Hoca gibi. Hep daha fazlayı isteme alışkanlığımız, çevremizi ve doğayı düşünmememiz bizleri bir bilinmeze doğru götürüyor. Evet böyle gidersek, adı ister iklim değişikliği olsun, isterse su, kuraklık, ozon tabakasının delinmesi, enerji, gıda güvenliği sorunu olsun bazı ekolojik sorunlarla er geç karşılaşacağımız kesin. Bunları önlemenin ya da geciktirmenin yolu, doğaya saygı ve doğayı anlamaktan geçiyor. Belki duydunuz, bilim insanları atmosferdeki karbonu emen yapay ağaçlar geliştirdiler, acaba gerçeğinin yerini ne kadar tutar? Bu yapay ağaç erozyonu önleyebilir mi örneğin? Ormanları, önemini ve yararlarını tanıyarak atabiliriz ilk adımlarımızı. 133 KAYNAKLAR Akkemik, Ü., Türkoğlu, N., Poole, I., Çiçek, İ., Köse, N., Gürgen, G., 2009. Woods of a miocene petrified forest near Ankara, Turkey. Turkish Journal of Agriculture and Forestry 33:89-97. Asan, Ü., 1995. Global iklim değişimi ve Türkiye ormanlarında karbon birikimi. İ.Ü. Orman Fakültesi Dergisi B 1-2: 23-38. Asan, Ü., 1999. Climate change, carbon sinks and the forests of Turkey. In: Proceedings of the International Conference on Tropical Forests and Climate Change: Status, Issues and Challenges (TFCC ’98) Philippines, pp. 157-170. Atalay, İ., 2008. Ekosistem Ekolojisi ve Coğrafyası (2 Cilt). Çevre ve Orman Bakanlığı. AGM.Yayın No: 327. Ankara. Aytuğ, B., Görcelioğlu, E., 1993. Anadolu bitki örtüsününün geç kuaternerdeki gelişimi. İ.Ü. Orman Fakültesi Dergisi, Seri B, 43 (3-4): 27-56. Balcı, A. N., 1996. Toprak Koruması. İ.Ü. Yayın No. 3947, Orman Fakültesi Yayın No. 439, İstanbul. Botkin, D., Keller, E., 1995.Environmental Science Earth As a Living Planet, John Wiley&Sons, Inc. Çepel, N., 1983. Orman Ekolojisi. İ.Ü. Yayın No. 3140, Orman Fakültesi Yayın No.337, İstanbul. ÇOB, 2009. Ormancılık İstatistikleri 2007. Çevre ve Orman Bakanlığı Yayınları, Ankara. Diamond, J., (Çeviri Kıral, E.) 2006. Çöküş, Medeniyetler Nasıl Ayakta Kalır ya da Yıkılır? Timaş Yayınları/1457, Popüler Bilim/2, Entegre Matbaacılık, İstanbul. Dixon, R.K., Brown, S., Houghton, R.A., Solomon, A.M., Trexler, M.C., Wisniewski, J., 1994. Carbon pools and fluxes of global forest ecosystems. Science 263: 185–190. DKMP, 2008. Ulusal Biyolojik Çeşitlilik Stratejisi ve Eylem Planı 2007. Çevre ve Orman Bakanlığı, Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü Yayınları, Ankara. DPT, 2001. Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı, Ormancılık Özel İhtisas Raporu, DPT: 2531, ÖİK: 547, 539 p. http://ekutup.dpt.gov.tr/ormancil/oik547.pdf. DPT, 2007. Dokuzuncu Beş Yıllık Kalkınma Planı, Ormancılık Özel İhtisas Raporu, DPT: 2712, ÖİK: 665, 102 p. http://ekutup.dpt.gov.tr/ormancil/oik665.pdf. Dream Home China, BC Forest Products Demonstration Community, 2003. www.dreamhomechina.com. 134 Eken, G., Bozdoğan, M., İsfendiyaroğlu, S., Kılıç, D.T., Lise, Y., (editörler) 2006. Türkiye’nin Önemli Doğa Alanları. Doğa Derneği, Ankara. Engür, M. O., Kartal, S. N., 2006. 21. Yüzyılın yapı malzemesi. 3. Ulusal Yapı Malzemesi Kongresi, 15-17 Kasım 2006, İstanbul. FAO, 2000. Forest resources of Europe, CIS, North America, Australia, Japan and New Zealand. Geneve Timber and Forest Study Papers, No. 17. United Nations Economic Commission for Europe (Geneva), Food and Agriculture Organization of the United Nations, Roma, p. 445. FAO, 2006. Global Forest Resources Assessment 2005, global assessment of growing stock, biomass and carbon stock. Food and Agriculture Organization of the United Nations, Forestry Department, Working Paper 106/E, Rome, 54 pp. FAO, 2008. Natural inquirer the world’s forest edition. Volume XI, No. 1. FAO, 2010. Global Forest Resources Assessment 2010, main report. Food and Agriculture Organization of the United Nations, Forestry Paper 163, Rome, 340 pp. Goodale, C.L., Aps, M., Birdsey, R.A., Field, C.B., Heath, L.S., Houghton, R.A., Jenkins, J., Kohlmaier, G.H., Kurz, W., Liu, S., Nabuurs, G.J., Nilsson, S., Shvidenko, A.Z., 2002. Forest carbon sinks in the Northern Hemisphere. Ecological Applications 12: 891-899. Gönençgil, B., 2009. İklim ve Biz. İstanbul Valiliği Çevre ve Orman İl Müdürlüğü. 34 s. İlten, N., Bulgurcu, H., 2002. Evlerde iç hava kalitesi ile ilgili bir araştırma. 4. Balıkesir Mühendislik Sempozyumu, 11-13 Eylül 2002, Balıkesir. IPCC (Intergovernmental Panel on Climate Change), 2003. Good practice guidance for land use, land-use change and forestry. Kanagawa, Japan: Institute for Global Environment Strategies. IPCC (Intergovernmental Panel on Climate Change), 2007. Climate Change 2007: Synthesis Report. Jandl, R., Lindner, M., Vesterdal, L., Bauwens, B., Baritz, R., Hagedorn, F., Johnson, D. W., Minkinen, K., Byrne, K.A., 2007. How strongly can forest management influence soil carbon sequestration?, Geoderma 137: 253268. Janssens, I.A., Freibauer, A., Ciais, P., Smith, P., Nabuurs, G.J., Folberth, G., Schlamadinger, B., Hutjes, R.W.A., Ceulemans, R., Schulze, E.D., Valentini, R., Dolman, A.J., 2003. Europe’s terrestrial biosphere absorbs 7 to 12% of European anthropogenic CO2 emissions. Science 300: 15381542. Janzen, H.H., 2004. Carbon cycling in earth systems-a soil science perspective, Agriculture, Ecosystems and Environment 104: 399-417. Kadıoğlu, M., 2007. Küresel İklim Değişimi ve Türkiye: Bildiğiniz Havaların Sonu. (2. Baskı), Güncel Yayıncılık, İstanbul. 135 Karlıoğlu, N., Akkemik, Ü., Caner, H., 2009. Detection of some woody plants in Late Oligocene forests of İstanbul. Turkish Journal of Agriculture and Forestry 33: 577-584. Kemal, M., Semerkant, O., 1984. Türkiye linyit potansiyeli ve kullanım olanağı Türkiye 4.Kömür Kongresi, Maden Mühendisleri Odası Yayını, Zonguldak, s. 17-31. Konukçu, M., 2001. Ormanlar ve Ormancılığımız “Faydaları, İstatistiki Gerçekler Anayasa, Kalkınma Planları, Hükümet Programları Ve Yıllık Programlar’da Ormancılık”. Devlet Planlama Teşkilatı Yayınları No: 2630. Köse, N., 2006. Batı Anadolu’da İklim Değişkenliği ve Yıllık Halka Gelişimi. Doktora Tezi. İstanbul Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü. Lynas, M., Kutluğ, N., 2009. Karbon Ayak İziniz, Karbon Kirliliğinizi Düşürmek İçin Basit Önlemler. Açık Radyo Kitapları 2, Yaylacık Matbaacılık, İstanbul. Mayer, H., Sevim, M., 1959. Lübnan sediri, Lübnan’daki 5000 yıllık tahribatı, Anadolu’da bugünkü yayılış sahası ve bu ağaç türünün Alplere tekrar getirilmesi hakkında düşünceler (Çeviren: N. Çepel). İ.Ü. Orman Fakültesi Dergisi, Seri B, 9 (2): 111-142. Montgomery, D.R., (Çeviri: Anıl, E.) 2010. Toprak uygarlıkların erozyonu. Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları. Nabuurs, G.J., Päivinen, R., Sikkema, R., Mohren, G.M.J., 1997. The role of European Forests in the Global carbon cycle-a review. Biomass and Bioenergy 13: 345-358. NIR Turkey, 2007. National Greenhouse Gas Inventory Report of the Turkey, NIR, (Reported Inventory 2005). Retrieved September 05, 2009, from http://unfccc.int/national_reports/annex_i_ghg_inventories/national_invent ories_submissions/items/3929.php. NOAA/ESRL, 2010. Dr. Pieter Tans, NOAA/ESRL www.esrl.noaa.gov/gmd/ccgg/trends). OGM, 2006. Orman Varlığımız. Çevre ve Orman Bakanlığı, Orman Genel Müdürlüğü, Ankara. OGM, 2009a. Orman Atlası. Çevre ve Orman Bakanlığı, Orman Genel Müdürlüğü Yayınları, Ankara. OGM, 2009b. Yenilenebilir Enerjide Orman Biyokütlesinin Durumu. Çevre ve Orman Bakanlığı, Orman Genel Müdürlüğü Yayınları, Ankara. Pointing, C., 2008. Dünyanın yeşil tarihi, Çevre ve büyük uygarlıkların çöküşü. Sabancı Üniversitesi Yayınları Stern, N. 2006. The economics of climate change. The Stern review. Cambridge, UK, Cambridge University Press. Tolunay, D., Çömez, A., 2007. Orman topraklarında karbon depolanması ve Türkiye’deki durum. Küresel İklim Değişimi ve Su Sorunlarının Çözümünde Ormanlar. 13-14 Aralık 2007, İstanbul. 136 Tolunay, D., Çömez, A., 2008. Türkiye ormanlarında toprak ve ölü örtüde depolanmış organik karbon miktarları. Hava Kirliliği ve Kontrolü Ulusal Sempozyumu 2008. 22-25 Ekim 2008, Hatay. Tolunay, D., 2010. Total carbon stock and carbon accumulation in living tree biomass in forest ecosystems of Turkey. Turkish Journal of Agriculture and Forestry. Tolunay, D., 2010. EGD Küresel Isınma Kurultayı Sonuç Bildirgesi. Ekonomi Gazetecileri Derneği (EGD) Küresel Isınma Kurultayı, 16 Haziran 2010, Ankara. Türkeş, M., 2008. İklim değişikliği ve küresel ısınma olgusu: bilimsel değerlendirme. Küresel Isınma ve Kyoto Protokolü, İklim Değişikliğinin Bilimsel, Ekonomik ve Politik Analizi (ed: E. Karakaya). Bağlam Yayıncılık, İstanbul. Ülgen, H., Zeydanlı, U., (editörler) 2008. Orman ve Biyolojik Çeşitlilik. Doğa Koruma Merkezi, Ankara. Worldwatch Institute, 2009. Dünyanın Durumu 2009 Isınmakta olan bir dünyaya bakış. Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları Zieliński, J., Petrova, A., Tomaszewski, D., 2006. Quercus trojana subsp. yaltirikii (Fagaceae), a new subspecies from southern Turkey. Willdenowia 36: 845-849. 137 138