Hüsnü Ezber Bodur & Şahin Gürsoy & Recep Kılıç & Fazlı Arabacı TÜRKİYE ALEVİLİĞİ RAPORU A REPORT ON TURKISH ALEVITES Din, çeşitli dinsel tecrübeler, mitler, ritüeller ve sembol sistemlerinden meydana gelmekte ve bu unsurlar arasındaki dengenin bozulmasıyla ve vurgunun bunlardan biri veya birkaçı üzerinde yoğunlaştırılmasıyla da bu ana dini gelenek içerisinde zamanla farklılaşmalar ve çeşitlenmeler meydana gelebilmektedir. Bu çerçevede dinin sosyal bir fenomen olması ve sosyolojik perspektifin de dini gruplar ve kurumlar ya da bunların içerisinde bireylerin davranışı ve bu gruplar arasındaki etkileşimi incelemesi, buradan hareketle dinin önemli bir karakteristiği olan dini inançların sosyologun temel ilgisini oluşturmadığını da belirtmekte yarar vardır. Dolayısıyla bu yazıda dinin tabiatüstüne inanç gibi esasına vurgu yapan substantif din tanımından ziyade hayata anlam duygusu aşılama gibi, ya da dinin ne yaptığı üzerinde odaklaşan fonksiyonel din tanımından hareketle dini oluşumların sosyal temelleri üzerinden konu ele alınmaktadır. Dini sembollerin farklı yorumları ile birlikte kültürel farklılık, inancın volk ve elit versiyonlarının gelişimi fenomeni bağlamında Aleviliğin incelenmesi, Türk toplumunda dini gerçekliğin bir yüzü üzerinde derinlik ve bakış açısı sağlayacaktır. Bu bağlamda, Anadolu Türk İslam kültürü etrafında şekillenen ve belli bir gelişim süreci içerisinde kendine özgü bir kültür, bir yaşama biçimi sunan Alevilik, çeşitli dini ve kültürel geleneklerden beslenen İslam’ın popüler anlayışını temsil eder. Her ne kadar İslami mistizmden, çeşitli mahalli dini kültürel geleneklerden, İslam öncesi veya İslam dışı dini inanış ve pratiklerin etkisiyle senkretik din anlayışı olarak Alevilik popüler olmuşsa da, Aleviliği formel ya da resmi din ile inancın volk versiyonu şeklindeki dikatomik tipoloji çerçevesinde ele almanın uygun olacağını belirtmekte yarar vardır. Dini sembollerin farklı yorumları ile birlikte kültürel farklılık, inancın volk ve elit versiyonlarının gelişimi fenomeni bağlamında Aleviliğin incelenmesi, Türk toplumunda dini gerçekliğin bir yüzü üzerinde derinlik ve bakış açısı sağlayacaktır. Bu bağlamda, Dini sembollerin farklı yorumları ile birlikte kültürel farklılık, inancın volk ve elit versiyonlarının gelişimi fenomeni bağlamında Aleviliğin incelenmesi, Türk toplumunda İletişim Prof. Dr. Hüsnü Ezber Bodur Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Kahramanmaraş / Türkiye 2 Hüsnü Ezber Bodur – Şahin Gürsoy - Recep Kılıç – Fazlı Arabacı dini gerçekliğin bir yüzü üzerinde derinlik ve bakış açısı sağlayacaktır. Bu bağlamda, Anadolu Türk İslam kültürü etrafında şekillenen ve belli bir gelişim süreci içerisinde kendine özgü bir kültür bir yaşama biçimi sunan Alevilik, çeşitli dini ve kültürel geleneklerden beslenen İslam’ın popüler anlayışını temsil eder. Her ne kadar İslami mistizmden, çeşitli mahalli dini kültürel geleneklerden, İslam öncesi veya İslam dışı dini inanış ve pratiklerin etkisiyle senkretik din anlayışı olarak Alevilik popüler olmuşsa da, Aleviliği formel ya da resmi din ile inancın volk versiyonu şeklindeki dikatomik tipoloji çerçevesinde ele almanın uygun olacağını belirtmekte yarar vardır. Tarihi toplumsal süreçte çeşitli kaynaklardan beslenerek ortaya çıkan farklı Alevi grup ve oluşumlar, partikülaristik eğilimleriyle, içinde bulundukları sosyal çevreyi reddetmeleriyle, dışlayıcı üyelik politikalarıyla, küçük inanç grubu oluşlarıyla, informal ve spontane dini pratikleriyle, herkesin eşitliği gibi sıkı sosyal ahlak anlayışıyla din sosyolojisindeki “sekt” tipi dini organizasyona benzemektedir. Bunun yanı sıra, formalresmi inancın popüler versiyonları çerçevesinde Alevilik, kitabi olmadan çok sözlü geleneklere dayanarak geliştirdiği rimelleri, felsefesi, inancı, sosyal pratikleri ve yaşam tarzıyla gayri şahsilik temelinde oluşan kendine özgü teoloji ve teologlarıyla hayli bürokratikleşmiş formel resmi dinle bir gerilim yaşamıştır ve yaşamaya da devam etmektedir. Bu çerçevede toplulukların, aralarındaki informel ilişkileri güçlendiren ve bir aidiyet duygusu meydana getiren, dini pratiklerde ve aktivitelerde spontanlığa ve duygusallığa vurgu yapan inanç tiplerini oluşturduklarını belirttiklerini dikkate alarak, Aleviliği Türkİslam kültürü dairesi içerisinde mütalaa etmek, Aleviliğin dinsel, sosyokültürel ve tarihsel gerçekliğine uygun düşecektir. Resmi dinin sistematik bir teoloji geliştirme eğilimi içerisinde olması ve inanç esaslarını tüm kültürlere ve inançlara hitap edeBİDDER Sosyal Bilimler Dergisi • Cilt: 1 Sayı: 1 cek tarzda evrensel boyutlara taşıma isteğine karşın, inancın halk versiyonu olan popüler din de lokal adetlerle, değerlerle, inançlarla ve kültürlerle birlikte bu tarihi geleneğin bir sentezini içerir. O halde resmi olmayan din, içinde yaşadığı kültür veya kültürlerin etkisiyle, dini mitleri ve sembolleri kendi yaşam şartlarını meşrulaştırma yönünde yorumlayarak yeni bir yaşama stili ve tarzının oluşumuna katkı sağlamaktadır. Hz. Peygamberin vefatını takiben Arap yarım adasının sosyal yapısı ve kültürel dokusu içerisinde gelişen ilk dönem siyasi olaylar, Hz. Hüseyin’in giriştiği siyasi mücadele sırasında şehit edilmesi sonrası derinleşerek, siyasi dokulu dini anlatılara ve aktarımlara dönüşmüştür. Bu süreçte, dini anlatılar içerisinde siyasal duyarlılıklar ve Ehli Beyt takipçiliğinin aktarılması, siyasi olanın dinileşmesini de beraberinde getirmiştir. Siyasi bir mücadele süreci geçirmiş din tebliğcilerinn özellikle göçer Türkler arasında dini anlatılarda bulunması, Türklere sığınan Yahya b. Abdillah’ın, Zeyd b. Ali’nin siyasal duyarlılıklarını ve görüşlerini dini anlatılar içerisinde aktarması ve daha birçok etkenle birlikte İran’ın yanı sıra Türkler arasında da Ehli Beyt sevgisinin ve duyarlılığının yerleşmesinde etkili olmuştur. İşte, Aleviliğin siyasal ve dinsel kökleri de buralara kadar uzanmaktadır. Yine Aleviliğin siyasal kökleri arasında, göçer Türklerin ekonomik, dinsel, kültürel ve sosyal gerçeklikleri çerçevesinde oluşan dini, mistik ve siyasal deneyimlerinin belirgin etkileriyle ortaya çıkmış olan Babai isyanları başta olmak üzere Anadolu’daki göçer kalkışmaları ve Safevi hareketinin ortaya çıkardığı çekişmeler ve çatışmalar Anadolu Aleviliğinin şekillenmesinde etkili olmuş diğer siyasal ve kültürel unsurlardır. Bu süreçlerle birlikte artık sosyal, kültürel ve siyasal motivasyonlu olgular ve olaylar birer dini fenomen olarak belrmiştir. Çeşitli Alevi gruplar arasında dinin lokalleşmiş versiyonu, yerine göre inanca tek doğru anlayışı olarak görmüş ve ana dini Türkiye Aleviliği Raporu gelenekle etkileşim ilişkisi bu grupların gelişim evreleri üzerinde etkili olmuştur. Anadolu’nun Türkleşmesinde ve Müslümanlaşmasında önemli rol oynayan Babaî dervişlerinin etkisiyle şekillenen ve daha sonra, Şeyh Safi’yi takip eden Safevi sufi tarikatları çerçevesinde Kızılbaşlar olarak anılan geleneksel Aleviliğin gelişim evresinde Hacı Bektaşı Veli’nin önemli bir yeri olduğu muhakkaktır. Nitekim dinimistik hüviyetiyle geleneksel Alevilik, Anadolu’da AleviBektaşi ismiyle anılmaya başlamıştır. Birçok biçim ve içeriklerde İslam dünyasının hemen her bölgesinde yaygın bir yapı olarak belirmeye başlamış olan tarikat zümreleşmeleri, Türklerin önceki dönem dini inanç dünyaları ve dini kurumsal gelenekleri ile etkileşerek göçer Türkler arasında yaygın bir yer edinmiştir. Bu süreçte, birçok geleneksel dini motif ve sosyal figür yeni dini yapı içerisine aktarılarak varlığını devam ettirmiştir. Şaman dansının semaha, dini ve sosyal bir karakter olan Kamın, Dedeye dönüşmesi ve daha birçok örnek bu sürecin belirgin izlerini taşımaktadır. Yaşanılan yoğun etkileşmeler, Anadolu Aleviliğinin belirgin dini ve kültürel kökleri arasında yer almaktadır. Göçerlerin, merkezden ve kurumsal yapıdan daha da ayrıştığı bir dönemde Balım Sultan ile birlikte yeni bir dinamizm kazanan Bektaşi tekkesi, merkez ile göçerler arasında bir araform tarzı olarak daha güçlü bir şekilde ortaya çıkmıştır. Bu açıdan Aleviliğin, siyasal ve kültürel kökleri bulunan halk İslamı yönü öne çıkmış bir sufi yapılanması olduğunu söylemek mümkündür. Özellikle şehir Bektaşiliğinin mistik örgütlenme ve tarikat yönü çok belirgindir. Bektaşilik, daha çok şehir yaşamıyla ilişkilenerek çevrede örgütlenmiş, göçer olguların izlerini taşıyan sufi bir ekol görünümündedir. Kızılbaşlık ise; göçerlerin sosyokültürel yaşam gerçeklikleri içerisinde mistik olgular ve anlatılar etrafında gelişmiş, eski dini kültlerin de izlerini taşıyan halk İslamı tarzında dini mistik ve sosyal bir olgu olarak belirmektedir. Öncelikle 3 Hacı Bektaş bir sufidir ve eserleri Kur’an ve hadislerden beslenen dinî ve ahlaki öğütler içermektedir. Bektaşilik ise tipik bir tarikat örgütlenmesi çerçevesinde şekillenmiştir. Zengin sözlü anlatıların yanı sıra, Erkannameler, Buyruklar, Cönknameler, Fütüvvetnameler, Velâyetnameler, Menakıpnameler, Makalatlar, Tercümanlar, Cem risaleleri, Divanlar ve Gülbanklar gibi Alevilik kayaklarının hepsinde İslam dini’nin temel değerleri önemli bir yer tutmaktadır. Beliren inanç algıları ve ritüellerde yaşanılan farklılaşmaların sosyal, kültürel ve hatta siyasal etkiler etrafında şekillendiğini ve dinamik birer zenginlik unsuru olduklarını söylemek mümkün olacaktır. Bu zenginlik içerisinde Alevilik ve Bektaşilik, kültürel ve mistik içerikleriyle birlikte İslamiyet dairesinde gelişerek şekillenmiş tarihsel geleneği olan dinsel bir gerçeklik olarak belirmektedir. Bir başka ifadeyle Alevilik, Allah’a, Peygamber’e, ahirete ve meleklere iman gibi temel inanç konularında İslam öğretisi çerçevesinde yer almakta ve İslam’ın diğer inanç öğretileriyle yakın benzerlikler içermektedir. Bu durum, Alevilik öğretilerinin yer aldığı önemli kaynak eserler incelendiğinde görülebileceği gibi, bilimsel yöntemlerle yapılmış birçok alan araştırmasının verileriyle de doğrulanmaktadır. Aleviliğin törensel sistemi (âdâb ve erkânı) tamamen bir tarikat yapılanması biçiminde şekillenmiştir. Dinî mistik önder (pîr, mürşit, dede veya yetkilendirilmiş/icazet verilmiş temsilci), tâlip, dinî topluluğa giriş seremonisi, mürşit önderliğinde gerçekleştirilen dinî mistik tören gibi unsurlar, tamamen birer tarikat olgularıdır. Musahiplik ve düşkünlük şekillerinde ortaya çıkan motifler ise, sosyal barış ve huzur ortamını sağlayıcı dinî sembollere bürünmüş birer davranış modelleridir ve topluluğun güvenliği ve geleceği açısından son derece önemlidirler. Dinin, sosyokültürel normların oluşmasındaki kurucu rolü veya topluluk örgütlenmeleri ile siyasal tutumların şekillenmesinde dinî telkin, motif ve sembollerin de belirleyici olması göz önünde bulundurulduğunda Alevi- BİDDER Sosyal Bilimler Dergisi • Cilt: 1 Sayı: 1 4 Hüsnü Ezber Bodur – Şahin Gürsoy - Recep Kılıç – Fazlı Arabacı liğin tarikat yönü kendisini göstermektedir. Bu durum özellikle Bektaşilik açısından çok daha belirgindir. Mitolojik anlatılar bir tarafa, öğreti ve ahlak sistemi ile mistik söyleyişler yönünden de Alevilik, tipik tarikat özelliği göstermektedir. Alevi semahlarının benzerleri Mevlevi semaları veya Rufai zikirleridir. Birçok Alevi söyleyişi içerisinde yer bulan siyasal ifade, sembol ve olgular ise, Aleviliğin tarihsel siyasal deneyimlerinin etkisiyle deyişlere yerleşmiş anlatı, ağıt ve yakarışlardır ki buralarda da yine dinî ve mistik içerikler söz konusu olabilmektedir. Bu nedenle, Aleviliğin dinsel kimliği üzerine son dönemlerde yapılan tartışmaların ve geliştirilmeye çalışılan Alevilik tanımlamalarının birçoğunun tarihsel, sosyal ve dinsel geleneklerden ve olgusal gerçekliklerden uzak oluştuğunu söylemek yerinde olacaktır. 18. yüz yıla kadar Alevilik kavramı Şiiliği ve genel bir Hz. Ali taraftarlığını ifade ederken; Yeni Çeri Ocağının kapatılması sürecinde yaşanılan siyasal olaylardan sonra Bektaşi ve Kızılbaş kitleler için ortak şemsiye bir kavram olarak kullanılır olmuştur. Aslında geniş ve kapsayıcı bir terim ve kavram olarak Alevilik, dedelerin ritüelleri yönetmeleri, mistik yolun kurallarını öğretmeleri, çeşitli problemleri çözmede aracılık rolü üstlenmeleri gibi dini sosyal ve hukuki otoriteleri bağlamında küçük gruplar halinde yaşamış çeşitli Alevi oluşumları kapsayan ortak yeni bir isimlemedir. Cumhuriyet döneminde daha da belirginleşerek devam eden Alevi kavramının kuşatıcılığına karşın, Bektaşi ve Kızılbaş topluluklar arasında alt içerik ayırımları da bilinir olmaya devam etmektedir. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla birlikte Türk toplum dokusunun değiştirilmesi ve milli kimlik etrafında sosyal bütünleşmenin güçlendirilmesi yönünde girişilen reformlar bağlamında 1925 yılında Tekke ve Zaviyelerin kapatılması ve her türlü tarikat faaliyetlerinin yasaklanması, Alevilikte önemli olan dedelik kurumunu da zayıflatBİDDER Sosyal Bilimler Dergisi • Cilt: 1 Sayı: 1 mıştır. Belki de bundan daha önemlisi, Türk toplumunun modernleşmesine paralel olarak şehirleşme süreci kapsamında bilhassa 1950’li yıllarda şehir merkezlerine doğru yaşanan göç olgusu dedelerle, ekonomik motiflerle şehirlere göç eden Alevilerin, yani taliplerin arasındaki bağı kopararak geleneksel Aleviliğin sosyal dokusunu iyice bozmuştur. Bu çerçevede 1960’li yıllarda, bilhassa gençler arasında hızlı sosyal değişim sürecinin etkisiyle ortaya çıkan gençlik alt kültürü, aile ve iş sorumluluğu olmayan gençlerin daha çok özgürlük talebiyle ortaya çıkmalarında açıkça görülmeye başlamıştır. Böylece bilhassa Alevi gençler, 1960’lı yıllarda büyüyen ve egemen sosyal norm ve değerlere alternatif olarak görülen radikal siyasi hareketlerin içerisinde yer almaya başlamışlardır. Alevi kültüründe izleri bulunan toplumsal rahatsızlara karşı eşitlikçi ahlak vurgusuyla bozuk düzeni düzeltme arzusuna dayalı sosyal değerler Alevi gençlerin sol ideolojilere meyletmelerini kolaylaştırmıştır. Bu süreçte, yani hızlı sosyal değişmenin neden olduğu anomik durumda geleneğin yeniden keşfi anlamında Aleviliğin dini ideolojik bağlamda yeniden canlandırıldığını ve bunun aktörleri olarak da fonksiyonları iyice daralan dedelerin yerine yeni şehirli seküler Alevi elit zümrenin çıktığına şahit olunmuştur. Bununla ilişkili olarak, şehirlere yerleşen Alevi kesimler modern hukuki düzenlemeler çerçevesinde insan hakları ve temel özgürlüklere vurgu yapan yeni söylemleriyle sesini daha çok duyurmaya ve etkili olmaya başlamışlardır. Kentlere göç ve sosyal değişme ile birlikte kendisini gösteren yeni durum, yani kapalı ve grup bilinci yüksek topluluk halinden, sosyal ve siyasal yaşamın daha dinamik olarak belirdiği kentsel olgularla tanışma durumu, Alevilerin geleneksel örgütlü yaşam dinamiklerinin etkinliğini kaybetmesine yol açarak, sosyal ve dini geleneklerden ve tarihsel gerçekliklerden başka Alevilik denemelerinin ortaya çıkmasını da beraberinde getirmiştir. Cumhuriyet Türkiye’sinde siyasal dönüşümden başka olarak ortaya çıkan sosyokültürel Türkiye Aleviliği Raporu ve ekonomik değişmeler, Aleviliğin dinsel algı biçimi ve örgütsel yapı dinamikleri üzerinde de birçok etkiyi beraberinde getirmiştir. Bu dönemlerde Aleviliğin, farklı yüklemelerle ve köklü içerik ve nitelik değişmesi zorlamalarıyla da yüzleşmek durumunda kaldığı açıktır. Cumhuriyet, bu yönüyle de Alevilik için ayrı bir sosyal, kültürel, dinsel ve ekonomik tecrübe olarak belirmektedir. Günümüzde Alevilik, geleneksel öğreti ve kurumları bağlamında olduğu kadar, yeni felsefi algı ve tanımlamalar çerçevesinde de tartışılmaktadır. Bu durumun ortaya çıkmasında Avrupa’dan Türkiye’ye doğru yönelmiş Alevi örgütlenmesinin önemli bir payı olduğunu belirtmek yerinde olacaktır. Bu bağlamda, felsefi bir içerikle ortaya çıkan Alevilik tanımlamalarında geleneksel birikimlerin ve dedelerin etkili olduğunu söylemek oldukça zordur. Son dönemlerde birçok sosyal ve siyasal ilişki ile değişik felsefi akımlardan beslenmiş olan örgütlerin, Alevilik üzerinde belirleyici olmaya çalıştıkları görülmektedir. Sosyoekonomik ve siyasal birikimlere paralel olarak kentlerdeki Alevi örgütlenmelerinin medya başta olmak üzere iletişim araçlarını etkin kullanmaları, iletişim etkinlikleri kadar sosyal ve siyasal baskı niteliklerini de artırmaktadır. Son dönemlerde Diyanet, cemevi ve din eğitimi gibi konular önceliğinde beliren kamusal ve kurumsal istemlerde de bu baskı mekanizmaları etkiliğini hissettirmektedir. Modern Alevilik ya da Aleviliğin yeniden ihyası olarak isimlendirebildiğimiz bu yeni evrede şehirleşme ve sekülerleşme süreçlerinin oldukça önemli rol oynadığını söyleyebiliriz. Başta Almanya olmak üzere diğer Batılı sanayileşmiş ülkelere iş göçü bağlamında yerleşen Alevi vatandaşların, dinin anlam ve aidiyet duygusu sağlama yönündeki fonksiyonları çerçevesinde Alevi inanç, değer, kültür ve yaşam biçimine yaptıkları vurguyu içeren çeşitli faaliyetler içerisine girmişlerdir. Aleviliğin kendi bünyesindeki gelişmelere ilaveten dışsal faktörler olarak yeni bir form 5 ve biçim kazanmasına ve değişik bir görünümünde ortaya çıkmasında yardımcı olmaktadır. Hem Türkiye’de iç dinamikleri hem de başta Almanya olmak üzere diğer Batı Avrupa ülkelerindeki dışsal faktörler, Aleviliğin yeni bir form ve biçimde yeniden yapılanmasına yol açmış ve bu süreçte sürekli dine yapılan vurgu nedeniyle Alevilik dini olarak yeniden ihya edilmiştir. Bilhassa 1990’lı yıllarda hem Türkiye’de hem de Batı Avrupa’da şehirleşme ve sekülerleşme dinamikleri bağlamında BektaşiAlevi geleneği etrafında birçok dernek ve organizasyonun kuruluşuna şahit olunmuştur. Yeni seküler Alevi elitin öncülüğünde oluşturulan sosyal sektör organizasyonlarının gerek yayınları ve çeşitli kültürel etkinlikleri, gerekse bu dedelerin ve seküler elitin dini düşüncelerini içeren kitaplar, söyleşiler, paneller ve konferanslar Aleviliğin çeşitli yüzleriyle ilgili geniş bir literatürün doğmasına neden olmuştur. Ayrıca Alevilikle ilgili olarak ampirik ‘örnek olay’ ve ‘saha’ araştırmaları, daha küçük ölçekli Alevi gruplar hakkında da yeni tipolojilerin geliştirilmesine katkıda bulunmaktadır. AleviBektaşi yazınında en çok tartışılan konular arasında Alevilerin Diyanet İşleri Başkanlığında dedelerin temsili, cem evlerinin ibadet yeri olup olmaması problemi, D.İ.B.’nin lağvedilmesi, zorunlu din dersinin kaldırılması, dedelik kurumu etrafında gelişen tartışmalar çerçevesinde Aleviliğin İslam’ın dışında yeni bir dini oluşum olup olmadığı, ya da Aleviliğin İslami gelenek içerisinde mi değerlendirilmesi gerektiği, Aleviliğin ne olduğu ve Alevilik adına kimlerin ve hangi oluşum ve organizasyonların sözcülük edeceği hususları öne çıkmaktadır. Aslında bu tartışmaların seyri üzerinde Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde, bilhassa Almanya’da yaşayan Alevilerin ve kuruluşlarının söylemlerinin etkili olduğu daha önce de ifade edilmiştir. Almanya’nın kendi yapısından kaynaklanan dinsekülerleşme ilişkisi bağlamındaki BİDDER Sosyal Bilimler Dergisi • Cilt: 1 Sayı: 1 6 Hüsnü Ezber Bodur – Şahin Gürsoy - Recep Kılıç – Fazlı Arabacı dini gelişmeler ve dini organizasyon tipleri Aleviliğin gelişmesi üzerinde etkili olmuştur. Şüphesiz Almanya’da, Aleviliğin İslam’ın bir yorumu ya da popüler formundan biri olmasından ziyade İslam dışında kendi başına bir inanç ve yaşam tarzı, yani ayrı bir din olduğu yönündeki tartışmalar dikkat çekmektedir. Sosyoloji yazınında çokça yer alan dini organizasyon tipleri ile ilgili açıklamalar ışığında bu tartışmaları değerlendirebiliriz: Batılı sosyal bilimcilerin kendi toplumları ile ilgili gözlemlerine dayanarak geliştirdikleri bu dini grup tipolojilerinin büyük ölçüde Hıristiyan kültürüyle kayıtlı olduğu, hatta belli tarihseltoplumsal şartlar çerçevesinde oluşturulduğu gözden uzak tutulmamalıdır. Bu bakımdan dünyanın çeşitli toplumlarında tecrübe edilen dini inanç ve pratiklerin, dinin sosyal bir fenomen oluşu gerçekliğine dayanarak sonsuz sayıda dinsel grup içerisinde yaşandığı ve bu nedenle de sayısız dini grup formasyonuna yol açtığı ve açabileceği söylenebilir. Ancak çok sayıda bu dini grup fenomeninden yola çıkarak soyut ideal tiplerin üretilebilmesi ve bunların da çeşitli dini oluşumlarla ilgili açıklamalarda birer tahlil aracı olabilecekleri de ihtimal dâhilindedir. Buna göre, sosyolog kimliğinden ziyade teolog kimliği öne çıkan Amerikalı teologsosyolog Neibuhr’un çeşitli dini organizasyon tiplerinin oluşmasında dini faktörlerin yanı sıra sosyal faktörlerin etkili olduğunu belirtmesi ve bu çerçevede sekt, denomination ve kilise tiplendirmesinin din sosyolojisi alanında araştırma yapan birçok sosyolog tarafından önemli bir analiz aracı olarak kullanıldığını belirtmek gerekir. Din sosyologları, ana dini gelenekten kendine özgü inanış ve pratikleriyle ayrılıp yeni bir din hüviyeti kazandığı söylenen kilise tipi oluşumların sekt (sect) denen ve bunun tipik karakteristiklerinin çoğuna uyan İslami gelenekteki fırka tipinden, yani daha çok karizmatik bir liderin etrafında oluşup içinde yer aldığı büyük toplumla çatışma ilişkisi içinde olan küçük gruplardan evirildiğini BİDDER Sosyal Bilimler Dergisi • Cilt: 1 Sayı: 1 ileri sürerler. Ayrıca bu iki tip arasında bir ara form olarak “denomination” ya da “mezhep” olarak dilimize çevirebileceğimiz bir dini oluşumun varlığından da söz edilmektedir. Şüphesiz birbirleriyle çok belirgin çizgilerle ayrılmayan ancak bu tipleri oluşturan temel karakteristiklerin bir bölümünü veya çoğunu bünyesinde barındıran dini oluşumlar ya da hareketler çerçevesinde mistik formlar ve son yıllarda bilhassa sanayileşmiş ülkelerde görülen ve küçük kült tipi inançlardan gelişen yeni dini hareketler biçimindeki yeni bir dini form da dikkatlerden kaçmamaktadır. Bu kısa teorik bilgiler ışığında küçük bir sekt veya cemaat tipi oluşundan kilise organizasyonuna geçişin en tipik karakteristiği olarak ana dini bünyeden ayrı kendine özgü inanç ve pratikleri, oluşturulup ve geliştirilmesi ve bunların belli bir müfredat çerçevesinde eğitimöğretim yoluyla yeni kuşaklara aktarılması teşkil eder. Öte yandan, sekteryan küçük dini grup tipolojisinde duygu yoğunluğu yüksek ve biraz da kendiliğinden olan dini pratik ve aktivitelerin yerine daha formel ve düzenli dini pratiklerin yapılabilmesine imkan sağlayacak mekanların, yani ibadet yerlerinin oluşturulması da kilise tipi bir yapılanmanın önemli bir karakteristiği olarak görülmektedir. Bazı dini meselelerin ulusal sınırları aşarak uluslar arası bir boyut kazanması bağlamında Alevi inanç ve pratiklerinin standardize edilmesi yönündeki taleplerin Alman makamlarınca uygun görülmesi ve bu çerçevede yasal düzenlemelerin yapılması Aleviliğe kilise tipi yeni bir statü kazandırma çabalan olarak görülebilir. Mesela, 1990’lı yılların sonlarından itibaren AleviSünni İslami eğitim müfredatı hazırlama çerçevesinde Alevi Birlikleri Federasyonunun Sünni çevrelerle işbirliği halinde bir din eğitimi müfredatı geliştirme yönündeki ortak çabaların başarısızlıkla sonuçlandığını belirtmek gerekir. Yine, Almanya’daki faaliyetçi aktivist Alevilerin çabalarıyla “dede konseyi”nin kurulması, “kilise”de önemli dini otorite kaynağı olan Türkiye Aleviliği Raporu konsülleri hatırlatmaktadır. O halde bunların faaliyetlerinde Sünni İslam’dan farklılaşan, hatta bizatihi İslam’dan ayrı yeni bir din olma eğilimi çerçevesinde sözlü geleneği yazılı ve standart hale getirme girişimiyle ezoterik bir doktrinden bir dini oluşuma doğru gelişim çizgisinin takip edildiği anlaşılmaktadır. Aslında din eğitimi müfredatı hazırlama yönündeki bu girişimler daha yakından analiz edildiğinde; gerek çeşitli Alevi gruplar arasındaki görüş ayrılıkları, gerekse de Diyanet’le ilişkilerindeki çatışmacı yön açıkça görülür. Sosyolojik çatışma perspektifi sosyokültürel, ekonomik ve siyasal kıt kaynaklar üzerinden yürütülen çatışmanın yüzeyde dini ideolojik söylemle ifadelendirileceği ileri sürülmektedir. Bu bakış açısından Almanya Alevi Birlikleri Federasyonunun Alevilikle Sünnilik arasında keskin çizgiler ortaya koymaya çalışması ve Müslümanlığın özünde olan kadınerkek eşitliği ve poligamiye karşı oluşu gibi temel doktrinlerine kontrast olacak şekilde Aleviliğin temel inançları olarak bunların vurgulanması Aleviliği İslam’ın dışında ayrı bir inanç sistemi olarak gösterme amacı güttüğü anlaşılmaktadır. Aleviliğin Türkiye’de Diyanette temsili çerçevesinde gelişen tartışmaların yoğunlaşmasında küreselleşme sürecinin etkileri görülmektedir. Küreselleşme bir yandan Batılı değerlerin ve kültürel kalıpların evrenselleşmesine yol açarken, diğer taraftan yerel değerlerin ve geleneklerin yeniden canlanmasına yol açmaktadır. Bu bağlamda küreselleşme ekonomik alanda liberalleşmeye yol açıp, Batılı modernitenin değerleriyle uyumlu prensipleri benimserken, diğer yandan değişik kültürel unsurların canlanmasına ve değişik biçimler alan tanınma ve kimlik politikalarının doğmasına yol açmaktadır. Hak ve özgürlük iddiaları çerçevesinde Alevi kültürünün canlanması çerçevesinde bu liberal ortamın şartlarından yararlanarak yeni taleplerle bu tür grupların ortaya çıktıklarından daha önce de söz edilmiştir. Bu bakımdan ayrı bir din dersi müfredatının ve 7 bir ders kitabının hazırlanmasına ilaveten, bu programlar cemevini Alevilerin ibadet yeri olarak ortaya koyma girişimleri, yani caminin alternatifi bir başka ‘mabet’ olarak cemevi formunda ibadet mekanları oluşturma girişimlerini, sosyal bütünleşmenin önemli dinamiklerinden birisi olan dini yapının iç dinamikleri üzerinden birer ayrıştırma unsuru olarak dinsel ve sosyal bütünleşme bağlamında ulusal birliğimizi tehdit edecek potansiyel kaynaklardan biri şeklinde görülebilir. Bir din olmaktan çok, Türk kültürünün önemli girdileri arasında gösterebileceğimiz Alevilik felsefesi ve düşüncesinden hareketle zorlama din bağlamındaki faaliyetlerin, karşıt olarak dini gruplaşma yönündeki teşebbüslerin besleyicisi olması da sosyal bütünleşme açısından bir başka açmaz olarak görünmektedir ki Cumhuriyet öngörülerinin ve kazanımlarının bu açılardan da değerli olduğu aşikardır. Aynı şekilde tekke, zaviye ve başka birçok mekan gibi, dini ve mistik törenlerin ve ibadetlerin yapıldığı ve bazı sosyal işlerin çözüme kavuşturulduğu bir yer olma hüviyetine sahip cemevinin, İslam’a özgü dini bir sembol konumundaki camiye alternatif ayrı bir mabet olarak sunulmasındaki ısrarın, Aleviliği, siyasi ve felsefi etkileşimli İslam dışı ayrı bir din şeklinde inşa etme isteğiyle ilişkili olduğunu belirtmek gerekir. Ayrıca, cemevlerinin kamusal alana taşınması ile ortaya çıkacak olan dinsel, siyasal ve ekonomik ayrıcalıkların, Alevilikle benzer tarihsel ve mistik geleneğe sahip başka dini mistik oluşumlar açısından da birer hak ve özgürlük alanı olarak belireceği ortadadır. Laikliği temeline yerleştiren Türkiye Cumhuriyeti’nde Diyanet İşleri Başkanlığı tüm din hizmetlerini yürütmek üzere yasayla kurulmuş bir kamu kurumudur. Bugünkü modern seküler dünyada din ve devlet ilişkilerine baktığımızda bunların üç kategoride toplandığını söyleyebiliriz. Birincisi, sanayileşmiş Batılı ülkelerin bir çoğunda din devletin kontrolünde ve himavesi altındadır. Örneğin, İngiltere’de devletin resmi kilisesi BİDDER Sosyal Bilimler Dergisi • Cilt: 1 Sayı: 1 8 Hüsnü Ezber Bodur – Şahin Gürsoy - Recep Kılıç – Fazlı Arabacı olan AngloSankson kilisesi ile İngiliz Devleti arasındaki ilişkiler gösterilebilir. İkinci olarak, dine karşı olmamakla beraber tüm dinlere karşı eşit mesafede olan ve çeşitli dinlerin bir arada bulunduğu Amerika birleşik Devletleri’ndeki takip edilen din politikası bu kategoride gösterilebilir. Üçüncü kategoride, dine karşı olan ve ateizmi bir devlet politikası olarak gösteren eski Sovyetler Birliği örneğindeki Komünist Blok ülkelerindeki uygulama örneği verilebilir. Bu bakımdan toplum sağlığını tehdit edebilecek olan ve toplumda ayrışmaya yol açma potansiyeli taşıyan her türlü mezhebi ve dini grupsal farklılaşmalar ilkin özgürlük talebi olarak hoş karşılansa da, bunun uzun ömürlü toplumsal yaşamda dramatik çatışmalara yol açabileceği gözden uzak tutulmamalıdır Kurumsal ve fonksiyonel sorunları bir yana mezhep, cemaat, tarikat ve din algıları üstü bir Cumhuriyet kurumu olarak teşkilatlandırılmış olan Diyanet İşleri Başkanlığı bünyesinde tarikat ve cemaatlerin temsil edilmesi, toplumsal odaklı dini misyonundan başka dinî ve hukuki içerikli birçok sorunları da beraberinde getirecektir. Bu nedenle cemevi konusu çok yönlüdür ve Diyanet’in kurumsal kimliği ve örgüt yapısının değerlendirilmesinde, İslam’ın kendine özgü dini karakterinin ve bu dini karakter içerisinde Alevilik de dahil olmak üzere, belirmiş olan dini mistik zenginliklerin ana bünye karşısındaki yeri ve konumu ile birlikte, Diyanetin UlusDevlet bütünlüğü ve sosyal bütünleşme açısından yerine getirdiği işlev, Türkiye’nin toplumsal gerçekliği ve anayasal yapısı ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Cumhuriyet değerleri ve kazanımları gibi birçok dinamiğin de göz önünde bulundurulması önemli olacaktır. Burada, bir yapı çözümlemesi olarak Aleviliğin özünde var olduğu ısrarla vurgulanan hoşgörü ve demokratik tavrı, son dönemlerde Alevilikle ilgili konuların tartışılması sırasında ve birçok Alevi örgüt yapılanması içerisinde bulmanın kolay olmadığını, olgusal bir BİDDER Sosyal Bilimler Dergisi • Cilt: 1 Sayı: 1 tesbit olarak belirtmek gerekir. Ayrıca, bütün örgütler için söz konusu olmamakla birlikte, birçok Alevi örgütlenmesinin, ötekileştirici tutumları yaygın olarak kullandığı da gözlemlenmektedir. Alevilik, Türk kültürünün ve toplumsal dinamiklerinin önemli unsurlarından biridir. Kökleri yüzyıllara uzanan ‘72 milleti hoş görmek’ şeklinde ifade bulan zengin hoşgörü ve derin sosyal bütünleşme bağları, Alevilik öğretisi içerisinde toplumsal bir değer halini almıştır. Ancak, Aleviliğin tarihsel tecrübesinde ve günümüzdeki Alevilikle ilgili bazı söylemlerde görülen ötekileştirme vurgusunda ise siyasal etkilerin daha öne çıktığı düşünülmektedir. Sosyokültürel ve dinsel gerçekliği çerçevesinde Aleviliğin bir alt kültür unsuru olarak kültürel dinamizmin bir parçası olması yönüne işaret ederken; farklılaşmayı ifade eder anlamda bir etnikliğin veya azınlıklaştırıcı bir değerlendirmenin ise Alevilik açısından mümkün olmadığını vurgulamak yerinde olacaktır. Aksine, Aleviliğin sosyal bütünleşme açısından önemli bir dinamiklik ve zenginlik olarak belirdiğini ifade etmek gerekir. Aleviliğin dinsel kimliği ve Alevilikle ilgili üretilecek sosyal ve siyasal politikalarda güncel siyasal ve sosyal etkilerin yanı sıra, Aleviliğin dini ve mistik karakterinin tarihi kökleri ile sosyokültürel gerçekliğinin gözetilmesi, karar verici siyasal iradenin ortaya koyacağı tutum belirlemesi açısından önemli olacaktır. O halde, sosyal bütünleşme ve aydınlanma açısından Cumhuriyet kazanımlarının önemi, Diyanetin laik üst kimliği, DKAB Dersinin toplumsal değerler sistemine de uygunluk gözetilerek daha da nesnel ve mezhepler ve gruplar üstü sunulmasının imkanlılığı gibi konular Alevilikle ilgili kamusal taleplerin değerlendirilmesinde önemli olacaktır. Yine bu açıdan da, sosyal değere sahip dini içerikli siyasal politikaların çok yönlü ve olguların doğa gerçekliklerine uygun olarak geliştirilmesinin sosyal bünye istikrarı açısından katkı sağlayacağı açıktır