osmanzâde tâ`ib ve halepli edip`in şiirlerinde xvııı. yüzyıl osmanlı

advertisement
The Journal of Academic Social Science Studies
International Journal of Social Science
Doi number:http://dx.doi.org/10.9761/JASSS3521
Number: 48 , p. 199-209, Summer II 2016
Yayın Süreci
Yayın Geliş Tarihi / Article Arrival Date - Yayınlanma Tarihi / The Published Date
29.04.2016
15.08.2016
OSMANZÂDE TÂ’İB VE HALEPLİ EDİP’İN ŞİİRLERİNDE
XVIII. YÜZYIL OSMANLI TOPLUM ELEŞTİRİSİ 1
CRITICIZING THE 18TH CENTURY OTTOMAN COMMUNITY IN THE
POEMS BY OSMANZÂDE TÂ’IB AND HALEPLI EDIP
Yrd. Doç. Dr. Mehmet Nuri ÇINARCI
Yüzüncü Yıl Üniversitesi Eğitim Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Eğitimi Anabilim Dalı
Öz
Tarihte yaşadığı dönemi çeşitli yönleriyle eserlerine aktaran kişilerin başında
şairler gelmektedir. Tarihin her döneminde şairlerin içinde yaşadıkları toplumda vuku
bulan kimi olaylara veya devrin genel yapısına ayna tuttukları bilinen bir durumdur.
Osmanlı toplumunun entelektüel kimlik yapısına sahip divan şairleri de bir dönem
yaygın görüş olarak kabul edilen sosyal hayattan kopuk anlayışının aksine, şiirlerinde
sosyal yaşantının her tabakasına ait hususiyetlere yer vermişlerdir. Devrinin en canlı
tanıklarından olan divan şairi, yaşadığı toplumda gerek bireylerden gerekse yönetimden
kaynaklanan çeşitli sorunları sanatçı kimliğinin de elverdiği oranda şiirlerine yansıtmaya gayret eder. XVIII. yüzyılda büyük siyasal ve toplumsal sorunların yaşandığı Osmanlı devletinde de hem merkez hem de taşrada yaşayan şairlerin bazıları tanık
oldukları kimi sosyal olayları şiirlerinde işleyerek kimi zaman çözüm önerisinde bulunmuş kimi zaman da sadece bu olayları gözlemlemekle yetinmişlerdir. Devrin önemli
şairlerinden Osmanzâde Tâ’ib ve Halepli Edip de XVIII. yüzyıl Osmanlı toplumunda
yaşamış ve yaşadıkları toplumda tanık oldukları kimi aksakları şiirlerinde dile
getirmişlerdir. Devrin toplumsal sorunlarını yansıtması amacıyla bu iki şairin
seçilmesinin en büyük sebebi ise Osmanzâde Tâ’ib’in merkezde yani İstanbul’da,
Halepli Edip’in ise hem doğduğu yer olan Halep hem de devlet memurluğu sebebiyle
bulunduğu Anadolu’nun çeşitli şehirlerinden edindiği izlenimlerdir. Bu yönüyle biri
merkez ve diğeri taşrada bulunmuş iki şairin şiirlerinde XVIII. yüzyıl Osmanlı toplumunun genel yapısı ile ilgili daha fazla bilgi mevcuttur. Bu bildirimizde XVIII. yüzyılda
farklı bölgelerde yaşamış iki şairin Osmanlı toplumu ile ilgili tenkitleri merkez ve taşra
olmak üzere iki uçlu bir bakış açısıyla ele alınmaya çalışılmıştır.
Anahtar Kelimeler: Osmanzade Taip, Halepli Edip, Toplum Eleştirisi, XVIII.
Yüzyıl Osmanlı
Bu çalışma 14-17 Ekim 2015 tarihleri arasında Sakarya’da düzenlenen Uluslararası Osmanlı Araştırmaları
Kongresi’nde sunulan bildirinin genişletilmiş halidir.
1
200
Mehmet Nuri ÇINARCI
Abstract
Among the individuals who transfer their time in history from various aspects
into their works are poets. In all periods of history, it is a well-known fact that poets
have always mirrored the general structure of the time or certain events that occurred in
their societies. In contrast with the understanding of being detached form social life,
which was once regarded as a common view; divan poets, who convey the intellectual
identity of the Ottoman community, mentioned issues regarding all phases of social life
in their poems. The divan poet, one of the most outstanding witnesses of the time, tries
to reflect various problems experienced in the society due to individuals and administration into his poems in line with his artistic identity. In the Ottoman Empire, where great
political and social problems were experienced in the 18th century, some of the poets living in the central districts as well as in rural areas mentioned certain social events they
witnessed in their poems, and they sometimes suggested solutions to these problems
and sometimes just observed these events. Among the important poets of the time, Osmanzâde Tâ’ib and Halepli Edip lived in the Ottoman society in the 18th century and
mentioned some of the troubles they witnessed in their poems. The most important reason for selecting these two poets to reflect the social problems of the time was that Osmanzâde Tâ’ib had impressions in the central district, that is in Istanbul, and that Halepli
Edip had impressions both in Halep, where he was born, and in several cities of Anadolu where he worked as a state official. In this respect, the poems by the two poets, one of
whom lived in a central district and the other in rural areas, provides more information
about the general structure of the 18th century Ottoman society. The present paper tried
to present the criticisms made by two poets living in different regions in the 18th century
regarding the Ottoman society from the two different perspectives of a central district
and rural areas.
Keywords: Osmanzade Taip, Halepli Edip, Social Criticism, 18th Century Ottoman
GİRİŞ
Anadolu’da ilkin bir beylik olarak kurulan Osmanlı devleti, zamanla hem doğu
hem de batı sınırlarında topraklarını genişleterek XVI. yüzyılda imparatorluğa geçmiş ve
üç kıtada altı yüz yıl boyunca hükümranlık
sürmüştür. Devlet olduktan sonra gerek başa
geçen hükümdarların kabiliyetli oluşu gerekse ülkede yaşayan bütün insanlar arasında
din, dil ve ırk farkı gözetmeksizin inşa edilen
adil yönetim neticesinde asırlar boyu süren
toplumsal bir barış tesis edilmiştir. İmparatorluğun yönetim ve toprak genişliği hususundaki görkemli duruşu kendisini sanat ve kültür hayatında da hissettirmiştir. Osmanlı devleti, özellikle XVI. ve XVII. yüzyılda hem Batı
dünyası hem de İslam ülkeleri için önemli bir
bilim ve kültür merkezi haline gelmiştir. Devletin niteliksel olarak bulunduğu coğrafyanın
gözde ülkesi haline gelmesinin en önemli
nedeni şüphesiz padişahların bilim insanlarını
ve sanatçıları himaye etmeleri ve çoğu zaman
da çevre ülkelerde kabiliyetiyle tanınan kişileri saraylarına davet etmeleridir. Ancak XVII.
yüzyılın sonlarına doğru yaşanan Viyana
bozgunu (1683) ve neticesinde imzalanan
Karlofça Antlaşmasıyla (1699) devlet hem
toprak kaybetmiş hem de Batı karşısında ilk
defa yaşanan bir mağlubiyet sebebiyle moralman çöküntü yaşamıştır.
XVIII. yüzyıla gelindiğinde Batı devletleri karşısında alınan mağlubiyetlerle Osmanlı imparatorluğu, Batı’dan geri kaldığının
farkına varmış, ilkin askeri ve teknik alanlarda ortaya çıkan bu geri kalmışlığın çözümünü
Batı dünyasında aramıştır. Bu bakış açısından
hareketle devletin düzeltme ve geliştirme
amaçlı ilk hamlesi askeri alanda olmuştur. Bu
nedenle padişahlar Avrupa’dan askerlik konusunda deneyimli komutanlar getirterek
kimi zaman orduda kısmi düzeltmeler yapmış; kimi zaman yeni askeri okullar açtırmış;
kimi zaman ise yeniçerilerin tepki gösterdikleri Batılı tarzda ordular kurdurtmuştur. As-
Osmanzâde Tâ’ib ve Halepli Edip’in Şiirlerinde xvııı. Yüzyıl Osmanlı Toplum Eleştirisi
keri alanda yapılan bu ıslahatların yanı sıra
siyasal ve bilimsel anlamda yapılan ıslahatlar
da kendini toplum hayatında göstermiştir. Bu
anlamda devletin Batı’nın siyasi ve askeri
gücünü anlayabilmek için giriştiği ilk önemli
teşebbüs, Nevşehirli Damat İbrahim Paşa
döneminde Paris ve Viyana’ya Osmanlı elçilerinin gönderilmesi olmuştur. Avrupa başkentlerinde kalan elçiler, ağırlıklı olarak o toplumun gündelik yaşantısı ve kültür hayatıyla
ilgili bilgi vermişlerdir. Bilimsel etkinliklerin
de yine bu yüzyılda hızlandığını görmekteyiz.
III. Ahmet’in girişimleri neticesinde matbaa
kurulmuş; I. Mahmut’un saltanat yıllarında
ise yine devlet eliyle Yalova’da bir kâğıt fabrikası açılmıştır. Matbaanın kuruluşu ve kâğıt
fabrikasının açılması kültür faaliyetlerine
ciddi bir ivme kazandırmıştır. Bu kültür faaliyetlerinden diğer biri de Damat İbrahim Paşa
döneminde devrin entelektüellerinden seçilen
tercüme heyetidir. Damat İbrahim Paşa’nın
1720 yılında kurduğu 30 kişiden oluşan tercüme heyeti, Osmanlılarda devlet tarafından
kurulan ve maaşlarını hazineden alan Batılı
anlamda ilk entelektüel teşebbüs olması sebebiyle ayrı bir öneme sahiptir (İhsanoğlu 1999:
344).
XVIII. yüzyılın başlarında devletin siyasi hayatında ortaya çıkan istikrarsızlık,
sosyal ve kültürel hayata da yansımıştır. Savaşlardan ve toprak kayıplarından yorulan
imparatorluk, 1718 yılında imzaladığı Pasarofça antlaşmasıyla sükûnet dönemine geçerek devletin kendini toparlaması amacıyla
yapılacak ıslahatlar için ciddi bir fırsat yakalanmıştır. Ancak Lale Devri olarak adlandırılan bu dönem, ıslahatlardan ziyade padişah
ve yakın çevresinin lüks ve sefahate dayalı
aşırı israflarıyla gündeme gelmiş ve bu harcamaları karşılamak amacıyla halka yüklenen
yeni vergiler Patrona Halil isyanıyla sonuçlanmıştır. III. Ahmet dönemindeki lüks yaşantı I. Abdülhamit döneminde de devam etmiş
ancak III. Selimle birlikte yasaklanmıştır. Öte
yandan yıllardır biriken problemler, toprak
201
kayıplarıyla gelen binlerce göçmenin iskânı,
Celalî isyanları ve iç karışıklıkların getirdiği
huzursuzluklar, konargöçerlerin yerleşik hayata zorlanması; beraberinde işsizlik, ekonomik sıkıntı ve ahlaki çöküntüyü getirmiştir
(Horata, 2006: 441). Özellikle sosyal hayattaki
kimi düzensizliklerin ortadan kaldırılması
amacıyla III. Selim döneminde bazı tedbirler
alınmıştır. Ancak bu tedbirler etraflı ve kökten çözümcü bir yaklaşımla meydana getirilemediği için bir müddet sonra toplum hayatındaki hükmü kendiliğinden yok olmuştur.
XVIII. yüzyıl toplum hayatındaki en belirgin
değişimlerden biri ise Batılı hayat tarzına
hayranlık duyan bir kitlenin ortaya çıkmasıdır. Batılı tarz saray ve köşklerin inşası, bir
lale soğanına yüzlerce altın verilmesi, mimaride barok, rokoko ve ampir gibi üslupların
benimsenmesi, batılı ressamlara portre çizdirilmesi vb. hususlar bu hayranlığın sosyal
hayata yansıyan en belirgin örnekleridir.
XVIII. yüzyılda divan edebiyatı Osman Horata’nın ifadesiyle bahar mevsiminin
sona erdiği ve hazan rüzgârlarının estiği bir
döneme tekabül eder. Devlet ve toplum hayatındaki tüm olumsuzluklara rağmen bu yüzyıl, edebiyat için oldukça zengin bir dönemdir. Edebi anlayış olarak kendinden önceki
yüzyılın edebi zevkini devam ettiren bu yüzyıl edebiyatı, aynı zamanda divan edebiyatında en çok şairin yetiştiği devirdir. Safayi,
Salim, Beliğ, Ramiz, Silahdarzade Mehmet
Emin, Safvet, Esatzade, ve Enderunlu Akif
tezkirelerine göre bu yüzyılda yetişen şair
sayısı 1322’dir (Çeltik 1998: 49-85). Nicelik
açısından artan şair sayısına mukabil nitelik
olarak kalitenin düştüğü görülür. Öyle ki
dönem şairlerinden Sünbülzade Vehbi’nin
şiirin ayaklar altına alındığı bir dönemde
kendisine şair denilmesinden utandığını söylemesi şairin dahi şairliğe olan bakış açısının
ne denli trajik bir boyutta olduğunu ortaya
koyması açısından önemlidir. Türk devlet
geleneğinin bir parçası olan şair ve sanatkârların padişah ve devlet erkânı tarafından hi-
202
Mehmet Nuri ÇINARCI
maye edilme anlayışı kültür ve sanat hayatının canlılığını koruması bakımından bu dönemde de önemini devam ettirmiştir. Padişahların yanı sıra özellikle devrin sadrazamlarından Damat İbrahim Paşa ve Koca Ragıp
Paşa, hamilikleriyle ön plana çıkan iki büyük
devlet adamıdır. Öte yandan Osmanlı devletinde II. Murat’la başlayan hükümdar şairlerin varlığına bu yüzyılda da tanık olmaktayız.
Devrin hükümdarlarından III. Ahmet, Necip;
I. Mahmut, Sebkati; III. Mustafa, Cihangir; III.
Selim ise İlhami mahlaslarıyla şiirler yazmışlardır (İsen, vd., 2012: 184-215).
Bu dönemin akla ilk gelen isimleri,
tezkirecilerin el değmemiş düşünceler ve
kendine has hayallere sahip, yaratıcı şairler
olarak vasıflandırdığı, kendinden sonra birçok takipçi bulan üslup sahibi şairler olan
Nedim ve Şeyh Galip’tir (Horata, 2006: 452).
Divan şiirinin de aynı zamanda son önemli
temsilcileri olan bu iki üstat şair dışında bu
yüzyılda Kâmî, Arpaeminizâde Sâmî, Sünbülzâde Vehbi, Münif Paşa, Koca Ragıp Paşa,
Osmanzâde Tâ’ib ve Halepli Edip gibi ikinci
sınıf şairler de yetişmiştir. XVIII. yüzyıl, şairler arasında icra edilen sanat akımları bakımından çok zengin bir dönemdir. Bir yanda
ses ve estetiği arka planda bırakarak fikri
muhasebeyi ön planda tutup insanlara öğüt
vermeyi amaçlayan didaktik tarz, öbür yanda
mana derinliğini esas alarak ağdalı bir dille
yeni mazmunları şiirde kullanan Sebk-i Hindi
tarzı, diğer yanda ise halk diline ait yerel deyişlere yer vererek sade bir dil kullanımına
dayalı Mahalli üslup devrin en önemli sanat
akımlarıdır. Ancak şunu da göz ardı etmemek
gerekir ki bu yüzyılda geleneğin çizmiş olduğu şiir algısının bilindik yapısı içerisinde kayda değer değişimler olmuştur. Eski muvâdaate ayak uyduran Osmanlı mazmunlarının
yanında, geleneğin birikimine okurun şahsi
istidlâli eklenmeden anlaşılamayacak yeni
mazmunların da yer almaya başlaması XVIII.
asırdan itibarendir (Özgül, 2007: 29).
XVIII. yüzyıl Osmanlı toplum hayatında bir yanda yoksulluk ve iç isyanlar diğer
yanda ahlaki çöküntü ve Batılı hayat tarzına
duyulan hayranlık, özne pozisyonundaki
şairler için de sosyal tenkit ve hiciv yazma
zorunluluğunu ortaya çıkarmıştır. Öte yandan
Osmanlı toplumunda göze çarpan kimi aksaklıkların bu yüzyıldan önceki XVII. yüzyıl şairleri tarafından da eleştirildiği görülür. Bu
durumu en çok işleyen şairlerin başında
Nev’i-zâde Atâyî gelir. Atâyî, Hamse’sinde
Osmanlı toplumunda gözlemlediği kimi sorunlara ayna tutar. Bunlar arasında vakfın
istismarı, rüşvet, rüşveti oluşturan şartlar,
rüşvetin ortaya çıkardığı tipler, halkı çeşitli
şekillerde aldatanlar, içki ve zararları insanlar
arası ilişkiler gibi konular sayılabilir (Kortantamer, 1993: 90). XVII. yüzyılda yine Osmanlı
toplumunda cereyan eden kimi durumlara
eleştiri getiren diğer bir şair ise hikemi tarzın
önde gelen şairlerinden Nâbî’dir. Ancak Nâbî,
Atâyî’den farklı olarak çoğunlukla durum
eleştirisi değil tip eleştirisi yapar. Nâbî’ öğüt
kitabı olarak kaleme aldığı Hayriyye adlı eserinde bir yandan oğlu ve oğlunun şahsında
dönemin gençlerine tavsiyelerde bulunurken
diğer yandan XVII. yüzyıl Osmanlı toplumu
hakkında bazı tespitlerde bulunur. “Hayriyye’de o dönem Osmanlı toplumunun bozuk
ve çürük yanları, kötü ve ahlaksız tipleri esprili bir dille anlatılır. Zamanın müflis devlet
adamları, rüşvet yiyen kadıları, âlim geçinen
cahil uleması vb. başarıyla canlandırılır ve
davranışları
ustalıkla
kınanır.”(Mengi,
2000:187).
Bilindiği gibi toplumda insan hayatını
olumsuz yönde etkileyen büyük sorunların
ortaya çıkışı ile hayatı her yönüyle irdeleyen
sosyal tenkitin artışı arasında önemli bir bağ
vardır. Nitekim XV. ve XVI. yüzyıldan farklı
olarak bu yüzyılda toplumsal hayatı çeşitli
yönleriyle tenkit eden şair sayısında da ciddi
bir artış olmuştur. Bu yüzyılın heccavları olarak Osmanzâde Tâ’ib, Haşmet, Kânî, Sünbülzâde Vehbi, Surûrî ve Ref’i’yi sayabiliriz
(Güven, 2006: 583). İstanbul dışında oluşturulan edebi muhitler içerisinde yetişenler arasında Âgâh, Hâmî, Lebib ve Refî’-i Âmidî gibi
Diyarbakırlı şairler ile Hâzık ve Zihnî gibi
Erzurumlu şairler dikkati çekmekteydiler
Osmanzâde Tâ’ib ve Halepli Edip’in Şiirlerinde xvııı. Yüzyıl Osmanlı Toplum Eleştirisi
(Öztekin, 2006: 56). Devrin şairleri tarafından
kaleme alınan hicviyelerde eleştirilen genel
husus ise toplumsal yozlaşma ve sosyal aksaklıklardır. İsimleri zikredilen bu heccav
şairlerin mensup oldukları coğrafi çevreler
göz önünde bulundurulduğunda şairlerin
merkez ve taşra olmak üzere iki farklı yerde
konumlandıkları görülür. Merkez ve taşranın
hem toplumsal hem de idari yapı olarak birbirlerinden farklı niteliklere sahip oldukları
aşikârdır. Dolayısıyla çevresinde cereyan
eden olayları şiirlerinde anlatan bir merkez
şairi ile bir taşra şairinin şikâyet ettikleri konular da birbirlerinden farklı olur. Her şairin
yaşadığı çevrenin genel özelliklerini şiirlerinde yansıttığı düsturundan hareketle merkezdeki toplumsal eleştiriler için Osmanzâde
Tâ’ib’in taşradaki toplumsal eleştiriler için
Halepli Edip’in şiirleri seçilmiştir.
1. OSMANZÂDE TÂ’İB VE HALEPLİ EDİP’İN ŞİİRLERİNDE TOPLUMSAL ELEŞTİRİ
Osmanzâde Tâ’ib ve Halepli Edip’in
şiirlerinde yer alan toplumsal eleştiriler ile
ilgili bilgi vermeden önce her iki şairin hayatına kısaca değinmek gerekir. Asıl adı Ahmet
olan Osmanzâde Tâ’ib, 1660’ta İstanbul’da
doğmuştur. Aydın bir ailenin çocuğu olması
hasebiyle iyi bir eğitim almış ve İstanbul’un
birçok medreselerinde müderrislik yapmıştır.
Müderrislik vazifesi akabinde Şam kadılığına
tayin edilen şair, bir müddet sonra oradan
azledilmiş ve bu kez Mısır’a kadı olarak tayin
edilmiştir. Mısır valisini eleştiren bir ifade
kullanması sebebiyle vali tarafından 1724’te
zehirletilerek öldürülmüştür. Ahmed Tâ’ib,
Nef’i’den sonra hicvi yüzünden katledilen
ikinci şair olmuş, ölümüne dönemin şairleri
tarafından tarihler düşülmüştür (Özcan, 2013:
3). III. Ahmet ve Damat İbrahim Paşa’ya yakınlığıyla bilinen şair, padişaha sunduğu ahlaki, tarihi ve biyografik eserlerden dolayı
onun takdirini kazanmıştır. Padişahın 1721
yılında dünyaya gelen oğlu İbrahim için yaz-
203
dığı kasideyle yine padişah tarafından asrın
melikü’ş-şu’arâsı seçilmiştir (Yatman, 1989: 2).
III. Ahmed’in resmi fermanıyla devrin reis-i
şairanı ilan edilen Osmanzâde Tâ’ib, sosyal
konuları irdeleyen hiciv ve nükteleri ile tanınmıştır. Buna karşılık, şöhretine uygun bir
sanat hayatı olmamış, devrinde sosyal konulara olan duyarlılığı, hicivleri ve nükteleri ile
tanınan vasat bir şair olarak kalmıştır (Horata,
2009: 79). Tâ’ib, geçimsiz ve sözünü esirgemeyen bir karakter yapısına sahip olması sebebiyle sık sık tarizlerle karşı karşıya kalmış,
yapılan bu sataşmalar karşısında ise çoğu
zaman susmayı tercih etmiştir. İlk mahlası
Hamdi olduğu halde yazdığı hicviyelerden
pişmanlık duyarak tövbe eden manasına gelen Tâ’ib mahlasını kullanmıştır. Manzum ve
mensur birçok eseri mevcuttur. Kaynaklarda
mürettep bir divanı olduğundan bahsedilmesine rağmen bu eser henüz ele geçirilememiştir. Mustafa Yatman, şairin dağınık halde
bulunan şiirlerini toplayarak onları yayımlamıştır.
XVIII. yüzyılın özellikle divanında
kullandığı ağır dil ve çok sayıda cinasla öne
çıkan diğer bir şairi Halepli Edip’tir. Halepli
Edip, dönemin tezkirelerinde ve diğer biyografik eserlerinde yer almayan bir şairdir
(Mum, 2004: 5). Safâyî tezkiresi, Nuhbetü’lâsâr, Sicill-i Osmânî ve Tuhfe-i Nâilî gibi eserlerde Halepli olduğu belirtilen ve Alaşehir
kadılığı yaptığı söylenen bir Edip’ten bahsedilmesine rağmen onun farklı bir Edip olduğu
tespit edilmiştir. Asıl adı Abdullah olan Halepli Edip’in doğum tarihi bilinmemekle beraber 1748’de vefat etmiştir. Şiirlerinden kesin
olarak Halep’te doğduğu anlaşılan Edip,
Arapça ve Farsçayı şiir yazabilecek derecede
bilmektedir.
XVIII. yüzyıl Osmanlı imparatorluğu
sınırlarında yaşayan bu iki şair, biri merkez
(İstanbul) ve diğeri taşra (Halep) olmak üzere
iki farklı şehirde bulunmuşlardır. Yaşadıkları
şehirler her ne kadar farklı coğrafyalarda yer
alsa da her iki şairin muhatap oldukları yöne-
204
Mehmet Nuri ÇINARCI
tim ve içinde yaşadıkları toplumun kültürel
değerleri aynıdır. Bundan dolayı birtakım
küçük nüanslar dışında şiirlerinde toplum ve
bireye getirmiş oldukları eleştiriler birbirine
yakındır. Her iki şair de XVIII. yüzyıl Osmanlı
toplumunda görülen sosyal sıkıntıları dile
getirmiş ve kimi zaman da bir idareci veya
sosyolog gibi çeşitli çözüm önerilerinde bulunmuşlardır. Osmanzâde Tâ’ib ve Halepli
Edip’in şiirlerinde görülen toplumsal eleştirileri şu alt başlıklar altında inceleyebiliriz.
1.1. Devlet Yöneticilerine Dair Eleştiriler
Osmanlı devleti, monarşik bir yapıya
sahip olduğu için bütün idare tek elde yani
padişahta toplanmıştır. Ancak padişah bütün
bu sorumluluklarını tek başına yerine getiremediğinden elindeki idare gücünü sadrazam,
vezir, şeyhülislam, beylerbeyi ve sancak beyi
gibi devlet adamları arasında bölüştürmüştür.
Bulundukları kurumlarda yöneticilik yapan
bu devlet adamları esas itibariyle idareyi padişah adına sağlamışlardır. Osmanzâde
Tâ’ib’in şiirlerinde, kadı, şeyhülislam, kazasker ve kethüda gibi birçok yöneticiye yönelik
eleştiriler yer almaktadır. Hatta bazı dizelerde
bu yöneticilerin isimleri birebir zikredilir.
Hûn-ı nâ-hakkı ibâhet ile itdin iftâ
Hây Kandilci gidi resm-i şerî’at bu mudur
Cümle imzaladı fetvânı gürûh-ı fesekâ
Cehl ile teşmiyet-i hedm-i diyânet bu mudur (Kaside-i Hezl-amiz, 1-2)
Zorba kadısı o Begler Hocası asbe-i vakt
Ne fesâd itdi görün hükm-i hükümet bu
mudur
O Behaklı Hasan’ı eyliyeler tezkereci
Mecdiyâ sadr-ı Anadolu’ya şöhret bu
mudur (Kaside-i Hezl-amiz, 17-18)
Ehl-i İslâm’ı biri birine katdın söz ile
Söyle et Sadrî-i çingâne meşîhat bu mudur (Kaside-i Hezl-amiz, 53)
İstanbul’un semtlerinden Kumpkapı’da çıkan yangına yazdığı tarihte ise yangının çıkmasına neden olan sebepleri sıralamış;
son dizede esas müsebbibin İstanbul valileri
olduğunu vurgulanmıştır.
Pâdişâhım meded âteşlere yandırdı bizi
Nemçe sekban başının şâ’imet-i ef’âli (Tarih-i İhrak-ı Kumkapı, 1)
Böyle ma’mûreyi sad hayf ki vîrân itdi
Ola vîrâne hâbâset-gede-i âmâli (Tarih-i
İhrak-ı Kumkapı, 5)
Nice câmi’ nice mekteb nice mescid yandı
Görmedik dâiresinde bir eli kancalı (Tarih-i İhrak-ı Kumkapı, 6)
Yanarak yoksa revâ mı diyeler târîhin
Yakdı İstanbuli vâlîlerinin ihmâli (Tarihi İhrak-ı Kumkapı, 10)
Halepli Edip’in şiirlerinde ilkin makam ismi verilmeden kimi yöneticilerin eleştirisi yapılır. Bu yöneticilerin padişah mı, sadrazam mı yoksa şehrin valisi mi olduğu çok
belirgin değildir. Bir yönüyle şair, aslında
ideal olan yöneticinin vasıflarının aksine iyi
bir yöneticide olmaması gereken özellikleri
sıralar. Buna göre devrin yöneticisi, fakire
cömertlik elini uzatmayan, elini eteğini öptürmekten zevk alan ve hayır dualarına değil,
kendisini metheden şiirleri taltif eden bir karakter yapısına sahiptir.
Yed-i ihsânı bir muhtâca memdûd eylemez asla
Dirâz eyler fem-i takbîle ammâ dest ü
dâmânı
Du’â-yı ehl-i ‘aczi şânına görmez revâ
zîrâ
Keremle hâdimân-ı devleti etmiş senâhânı
Nefâyisle demâdem sîr ider münimleri
ancak
Simâtından dehân-ı câyi’e rûzî değil nânı
(G. 2073, 2-4)
Edip’e göre zamanın yöneticileri,
cömert olmak yerine açgözlü ve yoksullara
ihsanda bulunmayan bir görüntü sergilerler.
Zengin olma hırsı gözlerini o denli kör etmiştir ki sosyal konumlarına aldırış etmeden
rahatça yalan söyleyebilmektedirler.
Hırs u tama’da şimdi Edîbâ zamanenin
Tab’-ı fakiri oldu muvafık emirine (G.
1235,5)
Tezvîr ile musâdere-i mâl-ı nâs içün
Seyr et evâmirin o sutûr-ı mürettebin (G.
Osmanzâde Tâ’ib ve Halepli Edip’in Şiirlerinde xvııı. Yüzyıl Osmanlı Toplum Eleştirisi
205
1140,8)
863, 4)
Edip’in kimi beyitlerinde ise valilerden doğrudan bahsedilerek topluma karşı
adil davranmadıkları ve milletin yurdunu
talan ettikleri belirtilir. Öte yandan valiyle
birlikte kadının da ismi zikredilerek toplum
nezdindeki kusurlarından bahsedilmesi dikkat çekicidir.
Fakat îrâd-ı nakd-ı sîm ü zerdir fikret-i
kâdî
Hemân hedm-i diyâr-ı nâsdır endişe-i vâlî
(G. 1818,5)
Vülât-ı kevnde cedvâ-yı nasfet bînevâlidir
Ne kâdînin nevâl-i ‘adli mer’îdir ne
vâlînin (G. 858,3)
Kadı ve müftüler Osmanzâde Tâ’ib’in
şiirlerinde olduğu gibi Halepli Edip’in şiirlerinde de eleştirilmiştir. Edip, kadıların rüşvete
ve güzel kadınlara karşı düşkün olduklarını,
para kazanma hırsı nedeniyle gözlerinin hiçbir şey görmediğini ve yapmış oldukları kötülükleri saklama gereği dahi duymadıklarını
belirtir.
Müzâb-ı nâr-ı cahîm olsa meyl-i kâdinin
‘İnâk-ı gâniye-i ‘anberîn-zevâ-‘ibedir
Hilâf-ı şer’ ise de pîşgâh-ı kâdîde
Mu’idd-i rüşvetin âmâli sanma hâ’ibedir
Hevâ-yı hırs ile ser-mest-i keyf-i dînârın
Hayâl-i tâb-ı sekârdan havâsı gâ’ibedir
(G. 445, 2-4)
Din ile ilgili hüküm verme kurumlarından olan kadılık dışında müftüler de eleştirilmiştir. Edip’e göre rüşvet illeti kadılar gibi
müftülere de bulaşmıştır. Ayrıca ilim merci
olması gereken müftüler cahildir. Şiirlerde
müftü yerine fakih ifadesi kullanılmıştır. Osmanlı toplumunda fakihlik diye ayrı bir statü
de bulunmadığına göre fakihle kastedilen
müftüdür (Mum, 2004: 80).
‘Azn-i tekfir-i hatâyâ anı tekfîr eyler
Tâ’atin sudu nedir muttaki-i mağrura (G.
1353, 6)
Fark etmedin usulü ‘acebdir fürû’dan
Hayretde koydu halkı fakîhâ belâdetin (G.
1.2. Şairlere Yöenlik Eleştirler
Bilindiği gibi XVIII. yüzyıl, şair bolluğundan dolayı klasik edebiyatımızda şiir ve
şair asrı olarak nitelendirilmiştir. Şair sayısında görülen artışın aksine iyi şairlerin az oluşu
hiç şüphesiz Osmanzâde Tâ’ib’in dikkatini de
çekmiştir. Tâ’ib’e göre kendini şair zanneden
kişilerin çok azı şiir sanatını bilir ve icra eder.
Bunların çoğu toplum nezdinde kendilerine
şair dedirtmek için menşe’lerini Germiyan ve
Kirman’a dayandırır. Ancak Gülistan’ı dahi
okumamış bu mahlas erbabı olmayan kimi
köylü, kimi Mazenderanlı ve kimi şehirli şairlerden bahsetmek sadece baş ağrıtır.
Mevâli zümresin addeylemem şâir
gürûhundan
Ki nâdir bulunur nazm-âşinâ merd-i
suhan-dânı
Belî birkaç yeni şâirleri şimdi zuhur itdi
Ki zu’mumca kimisi Germiyânî kimi
Kirmânî (K. 2, 35-36)
Belâ bunda biraz etfâl-i endek-sâl vardır
kim
Dahi üstâddan görmüş değillerken Gülistân’ı
Önüne geçmek içün daima merdân-ı
meydânın
Kemâl-i şevk ile teşmir iderler sâk u
dâmânı
Sudâ’ îrâs ider nakli sayılmaz mahlâs
erbâbı
Kimi şehrî kimi Mazenderânî kimi
dihkânî (K. 2, 43-45)
III. Ahmet tarafından devrin reis-i şairanı seçilen Tâ’ib, bu unvanından dolayı gerçek şairi seçme yetkisini kendinde bularak
hangi meslek gurubunda kimin gerçek şair
olduğuna dair isim verip çeşitli saptamalarda
bulunur ve vekili olarak Vehbi’yi tayin ettiğini belirtir.
Velî ben bildiğim şâir fakat Neylî vü
Kâmî’dir
Hatâdır gayre itmem şâiriyyet ile bühtânı
Müderrislerde ancak Âsım-ı hoş-gû mü-
206
Mehmet Nuri ÇINARCI
sellemdir
Ki nazm ü nesr ü fazl u ma’rifetde yokdur
akrânı
Eğer meşk itse Mektubi-i Defterdâr İzzet
Bey
İderlerdi reîs-i zümre-i nazm-âverân ânı
Reşid ü Sâlim ü Şehrî vü Lem’î vü
Rahîmî’dir
Be-nâm-ı şâirân-ı zümre-i küttâb-ı dîvânî
(K. 2, 37-40)
Vekilimdir benim Vehbî-yi mu’ciz-dem
beyân itsün
Sunûf-ı tâze-guyânı gürûh-ı yâve-destânı
(K. 2, 51)
1.3. Batılı Hayat Tarzına Duyulan
Hayranlığa Yönelik Eleştiriler
XVIII. yüzyıl Osmanlı toplum yapısında görülen kısmı değişikliklerden biri de
ilkin saray mensuplarında başlayan akabinde
ise toplumun alt katmanlarına inen Batılı hayat tarzına duyulan hayranlıktır. Toplum
yaşantısında kimi zaman mimaride, kimi zaman sanatta, kimi zaman da giyim kuşamda
kendisini gösteren bu tarza yönelik hayranlık,
Osmanzâde Tâ’ib’in eleştirilerine maruz kalmıştır. Şair Sakıb’ın Osmanlı’ya sığınan İsveç
kralına kaside sunması üzerine Tâ’ib, hicviye
niteliğinde yazdığı Sakıbiyye adlı şiirinde
Sakıb’ın şahsı üzerinden bütün Batı hayranlarını eleştirir. Eleştirilen temel noktalar ise kılık
kıyafet ve Hristiyanlık özentisidir.
Senin ahvâlini Sâkıb gelenlerden su’âl itdim
Didiler suhre-i bezm-i kıral-ı mülk-i İsveç’dir
Başında âftâbe arkasında câme-i Rûmî
Heman gûyâ mücessem suret-i büthâne-i
Beç’di
Bisât-ı işret ü âlât-ı tersâyı müheyyadır
Fakat yanında noksanı çelipâ ile bir meçdir
Emârât-ı müselmânîden anda nesne yok
ancak
Elinde bir muzahref nesne var nâmı
Kebîkeç’dir
Yaraşur mu sana fistân-ı zerrîn-bâf-ı Efrencî
Boyunca hil’at-ı şâyeste ancak köhne berzeçtir (Sakıbiyye, 1-5)
Batılıya ya da kendi ifadesiyle kâfire
özenti, sadece Sakıb’la sınırlı bir durum değildir. Toplumun genelinde böyle bir özenti
söz konusudur.
Kâfir-pesend rağbeti vardır zemânede
Altının en güzîdesi şimdi bacaklıdır
1.4. Ahlaki Çöküntüye Yönelik Eleştiriler
XVIII. yüzyıl divan şairlerinin önemli
bir kısmı bu devirde artış gösteren ahlaki
değerlerin yozlaşmasına tepki göstermiş ve
çoğu şiirlerinde bu durumu eleştirmiştir. Toplumun içinde yaşayan bir şair olarak, insanları
ve onların davranışlarını birebir gözlemleme
fırsatı bulan Halepli Edip, bu ahlaki çöküntüyü ayrıntılarıyla gözler önüne sermektedir. En
çok yakındığı konulardan biri ar ve namus
duygusunun zayıflamasıdır.
Edîbâ kalmamış dil-dâde-i vuslat helâlinden
Hemân fi’l-i harâmı şimdi cümle hâs u
‘am ister (G. 385, 5)
Zen ü merdin bu devr-i fahşda ‘ismetfürûşânı
Komuş birden zer-i meskûke çeşm-i bend-i
sirvâli (G. 1818, 7)
Ahlaki çöküntüye yol açan ve ciddi
manada eleştirilen diğer bir konu da erkeklerin cinsel tercihlerindeki farklılıktır. Oğlancılık olarak da tabir edilen bu durum başta
Kur’an-ı Kerim olmak üzere İslâm inanç esaslarını anlatan birçok kaynak tarafından da
eleştirilmiş hatta lanetlenmiştir. XVI. yüzyıl
tezkirelerinden Meşâ’irü’ş-şu’arâ ve XVII. yüzyıl tezkirelerinden Mecma’ü’l-havâs’ta da bu
mevzuya yer verilmiştir. Edip, kadından ziyade erkeğe yönelik bu eğilimi ifade ettikten
sonra eğilimin ortaya çıktığı yerin İsfahan,
Tebriz ve İstanbul olduğunu dile getirir. Bu
da yukarıda isimlerini zikrettiğimiz ve İstanbul ile İran’da yazılan tezkirelerin bir bakıma
Edip’in fikirleriyle paralellik gösterdiğini
ortaya koymaktadır.
Gör şöhret-i maklûbu ricâlindeki dehrin
Merdânı bu gün mâde gibi tâlib-i nerdir
Osmanzâde Tâ’ib ve Halepli Edip’in Şiirlerinde xvııı. Yüzyıl Osmanlı Toplum Eleştirisi
Merdân-ı zamânın hele yok farkı nisâdan
Ancak nazar-ı sürbe-i nisvânda zekerdir
(K. 1, 80-81)
Emel-i vasl-ı gulâm-ı ‘Acemile sûfî
‘Azm eder mülk-i Sıfahâna değil Tebrîze
(G. 1383, 3)
Sürbe-i hîzân-ı aktâr-ı cihân İstanbûla
‘Azm-i râh eyler ki bî-had tâlib-i istin bula (G. 1319, 1)
1.5. Diğer Sosyal Sorunlara Yönelik
Eleştiriler
Osmanzâde Tâ’ib ve Halepli Edip, divanlarında yukarıda isimlerini zikrettiğimiz
sosyal sorunların dışında çok belirgin olmamakla beraber toplum hayatını aksatan ve
insanlar için sosyal bir yara olarak görülen
farklı konulara da eleştiriler getirmişlerdir. Bu
yönüyle bakıldığında her asırda toplumun
sorunlarına tercüman olan şiir ve şair XVIII.
yüzyıldaki bu misyonunu kısmen de olsa
Osmanzade Taip ve Halepli Edip aracılığıyla
ifa etmeye çalışmıştır.
Toplum, en basit tarifiyle bireylerin
bir araya gelerek oluşturdukları ve karmaşık
niteliğe sahip bir yapıdır. Toplumun genel
niteliğini belirleyen ana etmen, hiç kuşku yok
ki kötü ve iyi olarak tarif edilen kimi davranışların bireyler tarafından ne kadar sıklıkla
tekrar edildiğine bağlı bir durumdur. Halepli
Edip, şiirlerinde insanların erdem olarak tarif
ettikleri cömertlik, hoşgörü, dürüstlük, kanaatkârlık gibi davranışların yerini cimrilik,
açgözlülük, yalancılık ve riya gibi kötü davranışların aldığını belirtir. İnsanlar yoksulu
kollayıp gözetlemek yerine yetimin dahi malına göz dikmişlerdir.
Yokdur cihânda şöhret-i nâm-ı kerem bu
gün
Gûyâ ki istimâ’-ı keremden kerem bugün
(G. 1070, 2)
Zâ’id oldukça icârât-ı dükân u hânın
Yine ol dil-bestesisin hân-ı emîr u hânın
(G. 847, 2)
Hâtır-ı ehl-i tama’ ni’met-i elvân ister
Halkda sâdece bir ni’met-i nânın yeri yok
207
(G. 778, 4)
Bu mâtem-hânede küttâb-ı kısmet mâl-ı
eytâmı
Mu’ayyendir hemân hükkâm ile huddâma
taksime (G. 1727, 4)
Avrupa devletleri XVI. yüzyıldan itibaren kilisenin düşünce dünyası üzerindeki
hükmünü yıkmış; Reform ve Rönesans gibi
devrim niteliğindeki yenileşme hareketlerini
toplumsal hayata geçirmiştir. Coğrafi keşifler
ve özellikle XVIII. yüzyılda gerçekleştirilen
Sanayi İnkılabı Osmanlı ekonomisini derinden sarsmıştır. Bir yandan Avrupa ekonomisinin giderek güçlenmesi bir yandan ise Avrupa devletlerine karşı yapılan ve kaybedilen
savaşların getirmiş olduğu vergi yükü, Osmanlı toplumunun fakirleşmesine ve hayat
pahalılığının ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Osmanzâde Tâ’ib, “Kaside-i Arîzatu’lFukarâ” adlı kasidesini tamamen hayat pahalılığını ve yoksulların içler acısı halini göstermek için yazmıştır.
Etme ahvâl-i halkı istisfâr
Nakl idersem keder verir zirâ
Çıkdı âteş bahâsına heyzûm
Satılur dirhem ile ‘ûd-âsâ
Ya kömür şöyle kim gubârı dahi
Tûtyâ oldu dideye hâlâ
Arpayı hod tefahhus eyleme kim
Arpalık hâsılı yetişmez ana (Kaside-i
Arîzatu’l-Fukarâ, 4-7)
Koltuğunda somun sanup sevinir
Bir fakîr olsa mübtelâ-yı belâ (Kaside-i
Arîzatu’l-Fukarâ, 21)
Osmanzâde Tâ’ib, Nusret Paşa’nın
vezir olması nedeniyle yazdığı şiirde hacca
giden ve yolda eşkıyalar tarafından ya soyulan ya da haraç alınan hacıların durumunu
gözler önüne sererek bu asayiş sorununu
eleştirmiş ve sorunu çözen Nusret Paşa’ya
övgüler dizmiştir.
Nice eyyâmdır düşvar idi âmed şûd-i huccâc
İderlerdi gelince Şâm’a ifnâ-yı ser ü
sâmân (G. 6, 3)
208
Mehmet Nuri ÇINARCI
Alurken surre dest-i kahr ile mu’tâddan
efzûn
Gelüp şimdi virirler havf-ı şemşîrinle
nakd-i cân (G. 6, 7)
SONUÇ
XVIII. yüzyıl Osmanlı toplumunda şairler tarafından eleştirilen birçok durumun
asıl itibariyle XVII. yüzyılda görülmeye başlandığı ve yine bu yüzyıl şairleri tarafından
da eleştirildiği görülmektedir. XVII. yüzyılda
görülen toplumsal sorunların başta Atâyî ve
Nâbî olmak üzere devrin diğer şairlerinden
Ni’metî, Hâletî, Fevzî, Râmî gibi şairler tarafından eleştirildikleri görülür. Bu dönem şairlerin şiirlerinde eleştirdikleri toplumsal konuları şu başlıklar altında sıralayabiliriz. Devlet
yönetimindeki ve toplumdaki bozulmalar,
askeri yapıdaki değişiklikler ve bozulmalar,
Celali isyanları, ekonomik kriz, yasaklar, dini
çatışmalar, veba salgını ve deprem ve yangındır (Keskin, 2009: 38-39). Başlıklardan da anlaşıldığı kadarıyla toplum katına sirayet eden
sıkıntıların önemli bir kısmının devlet yönetiminden kaynaklandığı görülmektedir. Bahsi
geçen bu aksaklıklar kimi zaman şair ve devlet adamlarının eserlerinde sadece sözle eleştirdikleri bir mevzu konumundayken kimi
zaman da insanların ortak tepkisiyle yerel ve
genel isyanlara dönüşmüştür. XVII. yüzyılda
vuku bulan birçok olayın aynı şekilde XVIII.
yüzyılda da devam ettiği aşikârdır.
XVIII yüzyıl, Osmanlı devletinde siyasi istikrarsızlığın yaşandığı ve imparatorluğun parçalanma dönemine girdiği bir dönemdir. Devletin genel yapısında görülen
aksaklıklar toplum hayatına da yansımıştır.
Sosyal hayatta ortaya çıkan ahlaki yozlaşma,
idarecilerin adil olmayan yönetimleri, rüşvet,
iltimas, hayat pahalılığı vb. hususlar toplumun bir ferdi olan şairlerin de dikkatlerini
çekmiştir. Devrin biri merkez, diğeri taşrada
hayatını idame ettiren bu iki şairi de insanların muzdarip oldukları sıkıntıları görmezden
gelmemiş; imkânları dâhilinde bu sıkıntıları
şiirlerinde dile getirmişlerdir. Merkez şairlerinden olan Tâ’ib ile taşra şairi olan Edip’in
şiirlerinde, değindikleri sosyal tenkitlerin
nitelik bakımından çok büyük farklılıklar
taşıdıkları söylenemez. Şiirlerde eleştirilen
ortak konular ahlaki çöküntü, devlet yöneticilerinin haksız tutumları, hayat pahalılığı ve
insanların kötü karakterli davranış yapılarıdır. Osmanzâde Tâ’ib, Halepli Edip’ten farklı
olarak devrin şairlerine ve Batılı tarzı hayat
tarzına duyulan hayranlığı da eleştirmiştir.
KAYNAKÇA
Çeltik, H. (1998). 18. Y.Y. Tezkirelerindeki
Divan Şairleri, Journal of Turkish Studies, S.22, s. 49-85.
Güven, Hikmet F. (2006) Klasik Türk Edebiyatında Hiciv ve Mizah, Türk Edebiyatı
Tarihi, ( Haz.: Sait Talat Halman, Osman Horata), İstanbul: Kültür veTurizm Bakanlığı Yayınları, 2006, C. 2.
Horata, O. (2006). Klasik Estetikte Hazan
Rüzgarları, Şiir, Türk Edebiyatı Tarihi,
(Haz.: Sait Talat Halman, Osman Horata), İstanbul: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, 2006, C. 2.
Horata, O. (2009) Has Bahçede Hazan Vakti,
XVIII. Yüzyıl: Son Klasik Dönem Türk
Edebiyatı, Akçağ Yayınları: Ankara.
İhsanoğlu, E. (1999). Eğitim ve Bilim, Osmanlı
Medeniyeti Tarihi, İstanbul: Feza Gazetecilik A.Ş. Yayınları, C. 1, s. 221-361
İsen, M., Bilkan, Ali F., Durmuş, İsen T. (2012).
Sultanların Şiirleri, Şiirlerin Sultanları,
İstanbul: Kapı Yayınları.
Keskin, Neslihan İlknur (2009). Sosyal Hayatın
17. Yüzyıl Osmanlı Şiirine Yansımaları
ve Anlam Çerçeveleri, (Yayınlanmamış
Doktora Tezi), Gazi Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara.
Kortantamer, Tunca (1993). 17. Yüzyıl Şairi
Atâyî’nin Hamse’sinde Osmanlı İmparatorluğunun Görüntüsü, Eski Türk
Edebiyatı Makaleler, Ankara: Akçağ
Yayınları.
Özcan, A. (2013). Osmanzade Ahmed Taip,
Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C. 34.
Özgül, M. Kayahan (2007). Gelenek Bozulur-
Osmanzâde Tâ’ib ve Halepli Edip’in Şiirlerinde xvııı. Yüzyıl Osmanlı Toplum Eleştirisi
ken Mazmuna Bakış Eski Türk Edebiyatına Modern Yaklaşımlar I. (Haz. Hatice
Aynur ve Diğ.) İstanbul: Turkuaz Yayınları.
Öztekin, Ö. (2006). XVIII. Yüzyıl Divan Şiirinde
Toplumsal Hayatın İzleri, Divanlardan
Yansıyan Görüntüler, Ankara: Ürün
Yayınları.
Mengi, Mine (2000). Gerileme Devrini Belgeleyen Bir Edebi Eser: Nâbî’nin Hay-
209
riyye’si, Divan Şiiri Yazıları, Ankara:
Akçağ Yayınları.
Mum, C. (2004). Halepli Edîp Divanı, (Yayınlanmamış Doktora Tezi), Hacettepe
Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara.
Yatman, M. (1989). Osman-zâde Tâib
Divânı’ndan Seçmeler, Ankara: Kültür
Bakanlığı Yayınları.
210
Mehmet Nuri ÇINARCI
Download