The Journal of Academic Social Science Studies International Journal of Social Science Doi number:http://dx.doi.org/10.9761/JASSS3521 Number: 48 , p. 199-209, Summer II 2016 Yayın Süreci Yayın Geliş Tarihi / Article Arrival Date - Yayınlanma Tarihi / The Published Date 29.04.2016 15.08.2016 OSMANZÂDE TÂ’İB VE HALEPLİ EDİP’İN ŞİİRLERİNDE XVIII. YÜZYIL OSMANLI TOPLUM ELEŞTİRİSİ 1 CRITICIZING THE 18TH CENTURY OTTOMAN COMMUNITY IN THE POEMS BY OSMANZÂDE TÂ’IB AND HALEPLI EDIP Yrd. Doç. Dr. Mehmet Nuri ÇINARCI Yüzüncü Yıl Üniversitesi Eğitim Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Eğitimi Anabilim Dalı Öz Tarihte yaşadığı dönemi çeşitli yönleriyle eserlerine aktaran kişilerin başında şairler gelmektedir. Tarihin her döneminde şairlerin içinde yaşadıkları toplumda vuku bulan kimi olaylara veya devrin genel yapısına ayna tuttukları bilinen bir durumdur. Osmanlı toplumunun entelektüel kimlik yapısına sahip divan şairleri de bir dönem yaygın görüş olarak kabul edilen sosyal hayattan kopuk anlayışının aksine, şiirlerinde sosyal yaşantının her tabakasına ait hususiyetlere yer vermişlerdir. Devrinin en canlı tanıklarından olan divan şairi, yaşadığı toplumda gerek bireylerden gerekse yönetimden kaynaklanan çeşitli sorunları sanatçı kimliğinin de elverdiği oranda şiirlerine yansıtmaya gayret eder. XVIII. yüzyılda büyük siyasal ve toplumsal sorunların yaşandığı Osmanlı devletinde de hem merkez hem de taşrada yaşayan şairlerin bazıları tanık oldukları kimi sosyal olayları şiirlerinde işleyerek kimi zaman çözüm önerisinde bulunmuş kimi zaman da sadece bu olayları gözlemlemekle yetinmişlerdir. Devrin önemli şairlerinden Osmanzâde Tâ’ib ve Halepli Edip de XVIII. yüzyıl Osmanlı toplumunda yaşamış ve yaşadıkları toplumda tanık oldukları kimi aksakları şiirlerinde dile getirmişlerdir. Devrin toplumsal sorunlarını yansıtması amacıyla bu iki şairin seçilmesinin en büyük sebebi ise Osmanzâde Tâ’ib’in merkezde yani İstanbul’da, Halepli Edip’in ise hem doğduğu yer olan Halep hem de devlet memurluğu sebebiyle bulunduğu Anadolu’nun çeşitli şehirlerinden edindiği izlenimlerdir. Bu yönüyle biri merkez ve diğeri taşrada bulunmuş iki şairin şiirlerinde XVIII. yüzyıl Osmanlı toplumunun genel yapısı ile ilgili daha fazla bilgi mevcuttur. Bu bildirimizde XVIII. yüzyılda farklı bölgelerde yaşamış iki şairin Osmanlı toplumu ile ilgili tenkitleri merkez ve taşra olmak üzere iki uçlu bir bakış açısıyla ele alınmaya çalışılmıştır. Anahtar Kelimeler: Osmanzade Taip, Halepli Edip, Toplum Eleştirisi, XVIII. Yüzyıl Osmanlı Bu çalışma 14-17 Ekim 2015 tarihleri arasında Sakarya’da düzenlenen Uluslararası Osmanlı Araştırmaları Kongresi’nde sunulan bildirinin genişletilmiş halidir. 1 200 Mehmet Nuri ÇINARCI Abstract Among the individuals who transfer their time in history from various aspects into their works are poets. In all periods of history, it is a well-known fact that poets have always mirrored the general structure of the time or certain events that occurred in their societies. In contrast with the understanding of being detached form social life, which was once regarded as a common view; divan poets, who convey the intellectual identity of the Ottoman community, mentioned issues regarding all phases of social life in their poems. The divan poet, one of the most outstanding witnesses of the time, tries to reflect various problems experienced in the society due to individuals and administration into his poems in line with his artistic identity. In the Ottoman Empire, where great political and social problems were experienced in the 18th century, some of the poets living in the central districts as well as in rural areas mentioned certain social events they witnessed in their poems, and they sometimes suggested solutions to these problems and sometimes just observed these events. Among the important poets of the time, Osmanzâde Tâ’ib and Halepli Edip lived in the Ottoman society in the 18th century and mentioned some of the troubles they witnessed in their poems. The most important reason for selecting these two poets to reflect the social problems of the time was that Osmanzâde Tâ’ib had impressions in the central district, that is in Istanbul, and that Halepli Edip had impressions both in Halep, where he was born, and in several cities of Anadolu where he worked as a state official. In this respect, the poems by the two poets, one of whom lived in a central district and the other in rural areas, provides more information about the general structure of the 18th century Ottoman society. The present paper tried to present the criticisms made by two poets living in different regions in the 18th century regarding the Ottoman society from the two different perspectives of a central district and rural areas. Keywords: Osmanzade Taip, Halepli Edip, Social Criticism, 18th Century Ottoman GİRİŞ Anadolu’da ilkin bir beylik olarak kurulan Osmanlı devleti, zamanla hem doğu hem de batı sınırlarında topraklarını genişleterek XVI. yüzyılda imparatorluğa geçmiş ve üç kıtada altı yüz yıl boyunca hükümranlık sürmüştür. Devlet olduktan sonra gerek başa geçen hükümdarların kabiliyetli oluşu gerekse ülkede yaşayan bütün insanlar arasında din, dil ve ırk farkı gözetmeksizin inşa edilen adil yönetim neticesinde asırlar boyu süren toplumsal bir barış tesis edilmiştir. İmparatorluğun yönetim ve toprak genişliği hususundaki görkemli duruşu kendisini sanat ve kültür hayatında da hissettirmiştir. Osmanlı devleti, özellikle XVI. ve XVII. yüzyılda hem Batı dünyası hem de İslam ülkeleri için önemli bir bilim ve kültür merkezi haline gelmiştir. Devletin niteliksel olarak bulunduğu coğrafyanın gözde ülkesi haline gelmesinin en önemli nedeni şüphesiz padişahların bilim insanlarını ve sanatçıları himaye etmeleri ve çoğu zaman da çevre ülkelerde kabiliyetiyle tanınan kişileri saraylarına davet etmeleridir. Ancak XVII. yüzyılın sonlarına doğru yaşanan Viyana bozgunu (1683) ve neticesinde imzalanan Karlofça Antlaşmasıyla (1699) devlet hem toprak kaybetmiş hem de Batı karşısında ilk defa yaşanan bir mağlubiyet sebebiyle moralman çöküntü yaşamıştır. XVIII. yüzyıla gelindiğinde Batı devletleri karşısında alınan mağlubiyetlerle Osmanlı imparatorluğu, Batı’dan geri kaldığının farkına varmış, ilkin askeri ve teknik alanlarda ortaya çıkan bu geri kalmışlığın çözümünü Batı dünyasında aramıştır. Bu bakış açısından hareketle devletin düzeltme ve geliştirme amaçlı ilk hamlesi askeri alanda olmuştur. Bu nedenle padişahlar Avrupa’dan askerlik konusunda deneyimli komutanlar getirterek kimi zaman orduda kısmi düzeltmeler yapmış; kimi zaman yeni askeri okullar açtırmış; kimi zaman ise yeniçerilerin tepki gösterdikleri Batılı tarzda ordular kurdurtmuştur. As- Osmanzâde Tâ’ib ve Halepli Edip’in Şiirlerinde xvııı. Yüzyıl Osmanlı Toplum Eleştirisi keri alanda yapılan bu ıslahatların yanı sıra siyasal ve bilimsel anlamda yapılan ıslahatlar da kendini toplum hayatında göstermiştir. Bu anlamda devletin Batı’nın siyasi ve askeri gücünü anlayabilmek için giriştiği ilk önemli teşebbüs, Nevşehirli Damat İbrahim Paşa döneminde Paris ve Viyana’ya Osmanlı elçilerinin gönderilmesi olmuştur. Avrupa başkentlerinde kalan elçiler, ağırlıklı olarak o toplumun gündelik yaşantısı ve kültür hayatıyla ilgili bilgi vermişlerdir. Bilimsel etkinliklerin de yine bu yüzyılda hızlandığını görmekteyiz. III. Ahmet’in girişimleri neticesinde matbaa kurulmuş; I. Mahmut’un saltanat yıllarında ise yine devlet eliyle Yalova’da bir kâğıt fabrikası açılmıştır. Matbaanın kuruluşu ve kâğıt fabrikasının açılması kültür faaliyetlerine ciddi bir ivme kazandırmıştır. Bu kültür faaliyetlerinden diğer biri de Damat İbrahim Paşa döneminde devrin entelektüellerinden seçilen tercüme heyetidir. Damat İbrahim Paşa’nın 1720 yılında kurduğu 30 kişiden oluşan tercüme heyeti, Osmanlılarda devlet tarafından kurulan ve maaşlarını hazineden alan Batılı anlamda ilk entelektüel teşebbüs olması sebebiyle ayrı bir öneme sahiptir (İhsanoğlu 1999: 344). XVIII. yüzyılın başlarında devletin siyasi hayatında ortaya çıkan istikrarsızlık, sosyal ve kültürel hayata da yansımıştır. Savaşlardan ve toprak kayıplarından yorulan imparatorluk, 1718 yılında imzaladığı Pasarofça antlaşmasıyla sükûnet dönemine geçerek devletin kendini toparlaması amacıyla yapılacak ıslahatlar için ciddi bir fırsat yakalanmıştır. Ancak Lale Devri olarak adlandırılan bu dönem, ıslahatlardan ziyade padişah ve yakın çevresinin lüks ve sefahate dayalı aşırı israflarıyla gündeme gelmiş ve bu harcamaları karşılamak amacıyla halka yüklenen yeni vergiler Patrona Halil isyanıyla sonuçlanmıştır. III. Ahmet dönemindeki lüks yaşantı I. Abdülhamit döneminde de devam etmiş ancak III. Selimle birlikte yasaklanmıştır. Öte yandan yıllardır biriken problemler, toprak 201 kayıplarıyla gelen binlerce göçmenin iskânı, Celalî isyanları ve iç karışıklıkların getirdiği huzursuzluklar, konargöçerlerin yerleşik hayata zorlanması; beraberinde işsizlik, ekonomik sıkıntı ve ahlaki çöküntüyü getirmiştir (Horata, 2006: 441). Özellikle sosyal hayattaki kimi düzensizliklerin ortadan kaldırılması amacıyla III. Selim döneminde bazı tedbirler alınmıştır. Ancak bu tedbirler etraflı ve kökten çözümcü bir yaklaşımla meydana getirilemediği için bir müddet sonra toplum hayatındaki hükmü kendiliğinden yok olmuştur. XVIII. yüzyıl toplum hayatındaki en belirgin değişimlerden biri ise Batılı hayat tarzına hayranlık duyan bir kitlenin ortaya çıkmasıdır. Batılı tarz saray ve köşklerin inşası, bir lale soğanına yüzlerce altın verilmesi, mimaride barok, rokoko ve ampir gibi üslupların benimsenmesi, batılı ressamlara portre çizdirilmesi vb. hususlar bu hayranlığın sosyal hayata yansıyan en belirgin örnekleridir. XVIII. yüzyılda divan edebiyatı Osman Horata’nın ifadesiyle bahar mevsiminin sona erdiği ve hazan rüzgârlarının estiği bir döneme tekabül eder. Devlet ve toplum hayatındaki tüm olumsuzluklara rağmen bu yüzyıl, edebiyat için oldukça zengin bir dönemdir. Edebi anlayış olarak kendinden önceki yüzyılın edebi zevkini devam ettiren bu yüzyıl edebiyatı, aynı zamanda divan edebiyatında en çok şairin yetiştiği devirdir. Safayi, Salim, Beliğ, Ramiz, Silahdarzade Mehmet Emin, Safvet, Esatzade, ve Enderunlu Akif tezkirelerine göre bu yüzyılda yetişen şair sayısı 1322’dir (Çeltik 1998: 49-85). Nicelik açısından artan şair sayısına mukabil nitelik olarak kalitenin düştüğü görülür. Öyle ki dönem şairlerinden Sünbülzade Vehbi’nin şiirin ayaklar altına alındığı bir dönemde kendisine şair denilmesinden utandığını söylemesi şairin dahi şairliğe olan bakış açısının ne denli trajik bir boyutta olduğunu ortaya koyması açısından önemlidir. Türk devlet geleneğinin bir parçası olan şair ve sanatkârların padişah ve devlet erkânı tarafından hi- 202 Mehmet Nuri ÇINARCI maye edilme anlayışı kültür ve sanat hayatının canlılığını koruması bakımından bu dönemde de önemini devam ettirmiştir. Padişahların yanı sıra özellikle devrin sadrazamlarından Damat İbrahim Paşa ve Koca Ragıp Paşa, hamilikleriyle ön plana çıkan iki büyük devlet adamıdır. Öte yandan Osmanlı devletinde II. Murat’la başlayan hükümdar şairlerin varlığına bu yüzyılda da tanık olmaktayız. Devrin hükümdarlarından III. Ahmet, Necip; I. Mahmut, Sebkati; III. Mustafa, Cihangir; III. Selim ise İlhami mahlaslarıyla şiirler yazmışlardır (İsen, vd., 2012: 184-215). Bu dönemin akla ilk gelen isimleri, tezkirecilerin el değmemiş düşünceler ve kendine has hayallere sahip, yaratıcı şairler olarak vasıflandırdığı, kendinden sonra birçok takipçi bulan üslup sahibi şairler olan Nedim ve Şeyh Galip’tir (Horata, 2006: 452). Divan şiirinin de aynı zamanda son önemli temsilcileri olan bu iki üstat şair dışında bu yüzyılda Kâmî, Arpaeminizâde Sâmî, Sünbülzâde Vehbi, Münif Paşa, Koca Ragıp Paşa, Osmanzâde Tâ’ib ve Halepli Edip gibi ikinci sınıf şairler de yetişmiştir. XVIII. yüzyıl, şairler arasında icra edilen sanat akımları bakımından çok zengin bir dönemdir. Bir yanda ses ve estetiği arka planda bırakarak fikri muhasebeyi ön planda tutup insanlara öğüt vermeyi amaçlayan didaktik tarz, öbür yanda mana derinliğini esas alarak ağdalı bir dille yeni mazmunları şiirde kullanan Sebk-i Hindi tarzı, diğer yanda ise halk diline ait yerel deyişlere yer vererek sade bir dil kullanımına dayalı Mahalli üslup devrin en önemli sanat akımlarıdır. Ancak şunu da göz ardı etmemek gerekir ki bu yüzyılda geleneğin çizmiş olduğu şiir algısının bilindik yapısı içerisinde kayda değer değişimler olmuştur. Eski muvâdaate ayak uyduran Osmanlı mazmunlarının yanında, geleneğin birikimine okurun şahsi istidlâli eklenmeden anlaşılamayacak yeni mazmunların da yer almaya başlaması XVIII. asırdan itibarendir (Özgül, 2007: 29). XVIII. yüzyıl Osmanlı toplum hayatında bir yanda yoksulluk ve iç isyanlar diğer yanda ahlaki çöküntü ve Batılı hayat tarzına duyulan hayranlık, özne pozisyonundaki şairler için de sosyal tenkit ve hiciv yazma zorunluluğunu ortaya çıkarmıştır. Öte yandan Osmanlı toplumunda göze çarpan kimi aksaklıkların bu yüzyıldan önceki XVII. yüzyıl şairleri tarafından da eleştirildiği görülür. Bu durumu en çok işleyen şairlerin başında Nev’i-zâde Atâyî gelir. Atâyî, Hamse’sinde Osmanlı toplumunda gözlemlediği kimi sorunlara ayna tutar. Bunlar arasında vakfın istismarı, rüşvet, rüşveti oluşturan şartlar, rüşvetin ortaya çıkardığı tipler, halkı çeşitli şekillerde aldatanlar, içki ve zararları insanlar arası ilişkiler gibi konular sayılabilir (Kortantamer, 1993: 90). XVII. yüzyılda yine Osmanlı toplumunda cereyan eden kimi durumlara eleştiri getiren diğer bir şair ise hikemi tarzın önde gelen şairlerinden Nâbî’dir. Ancak Nâbî, Atâyî’den farklı olarak çoğunlukla durum eleştirisi değil tip eleştirisi yapar. Nâbî’ öğüt kitabı olarak kaleme aldığı Hayriyye adlı eserinde bir yandan oğlu ve oğlunun şahsında dönemin gençlerine tavsiyelerde bulunurken diğer yandan XVII. yüzyıl Osmanlı toplumu hakkında bazı tespitlerde bulunur. “Hayriyye’de o dönem Osmanlı toplumunun bozuk ve çürük yanları, kötü ve ahlaksız tipleri esprili bir dille anlatılır. Zamanın müflis devlet adamları, rüşvet yiyen kadıları, âlim geçinen cahil uleması vb. başarıyla canlandırılır ve davranışları ustalıkla kınanır.”(Mengi, 2000:187). Bilindiği gibi toplumda insan hayatını olumsuz yönde etkileyen büyük sorunların ortaya çıkışı ile hayatı her yönüyle irdeleyen sosyal tenkitin artışı arasında önemli bir bağ vardır. Nitekim XV. ve XVI. yüzyıldan farklı olarak bu yüzyılda toplumsal hayatı çeşitli yönleriyle tenkit eden şair sayısında da ciddi bir artış olmuştur. Bu yüzyılın heccavları olarak Osmanzâde Tâ’ib, Haşmet, Kânî, Sünbülzâde Vehbi, Surûrî ve Ref’i’yi sayabiliriz (Güven, 2006: 583). İstanbul dışında oluşturulan edebi muhitler içerisinde yetişenler arasında Âgâh, Hâmî, Lebib ve Refî’-i Âmidî gibi Diyarbakırlı şairler ile Hâzık ve Zihnî gibi Erzurumlu şairler dikkati çekmekteydiler Osmanzâde Tâ’ib ve Halepli Edip’in Şiirlerinde xvııı. Yüzyıl Osmanlı Toplum Eleştirisi (Öztekin, 2006: 56). Devrin şairleri tarafından kaleme alınan hicviyelerde eleştirilen genel husus ise toplumsal yozlaşma ve sosyal aksaklıklardır. İsimleri zikredilen bu heccav şairlerin mensup oldukları coğrafi çevreler göz önünde bulundurulduğunda şairlerin merkez ve taşra olmak üzere iki farklı yerde konumlandıkları görülür. Merkez ve taşranın hem toplumsal hem de idari yapı olarak birbirlerinden farklı niteliklere sahip oldukları aşikârdır. Dolayısıyla çevresinde cereyan eden olayları şiirlerinde anlatan bir merkez şairi ile bir taşra şairinin şikâyet ettikleri konular da birbirlerinden farklı olur. Her şairin yaşadığı çevrenin genel özelliklerini şiirlerinde yansıttığı düsturundan hareketle merkezdeki toplumsal eleştiriler için Osmanzâde Tâ’ib’in taşradaki toplumsal eleştiriler için Halepli Edip’in şiirleri seçilmiştir. 1. OSMANZÂDE TÂ’İB VE HALEPLİ EDİP’İN ŞİİRLERİNDE TOPLUMSAL ELEŞTİRİ Osmanzâde Tâ’ib ve Halepli Edip’in şiirlerinde yer alan toplumsal eleştiriler ile ilgili bilgi vermeden önce her iki şairin hayatına kısaca değinmek gerekir. Asıl adı Ahmet olan Osmanzâde Tâ’ib, 1660’ta İstanbul’da doğmuştur. Aydın bir ailenin çocuğu olması hasebiyle iyi bir eğitim almış ve İstanbul’un birçok medreselerinde müderrislik yapmıştır. Müderrislik vazifesi akabinde Şam kadılığına tayin edilen şair, bir müddet sonra oradan azledilmiş ve bu kez Mısır’a kadı olarak tayin edilmiştir. Mısır valisini eleştiren bir ifade kullanması sebebiyle vali tarafından 1724’te zehirletilerek öldürülmüştür. Ahmed Tâ’ib, Nef’i’den sonra hicvi yüzünden katledilen ikinci şair olmuş, ölümüne dönemin şairleri tarafından tarihler düşülmüştür (Özcan, 2013: 3). III. Ahmet ve Damat İbrahim Paşa’ya yakınlığıyla bilinen şair, padişaha sunduğu ahlaki, tarihi ve biyografik eserlerden dolayı onun takdirini kazanmıştır. Padişahın 1721 yılında dünyaya gelen oğlu İbrahim için yaz- 203 dığı kasideyle yine padişah tarafından asrın melikü’ş-şu’arâsı seçilmiştir (Yatman, 1989: 2). III. Ahmed’in resmi fermanıyla devrin reis-i şairanı ilan edilen Osmanzâde Tâ’ib, sosyal konuları irdeleyen hiciv ve nükteleri ile tanınmıştır. Buna karşılık, şöhretine uygun bir sanat hayatı olmamış, devrinde sosyal konulara olan duyarlılığı, hicivleri ve nükteleri ile tanınan vasat bir şair olarak kalmıştır (Horata, 2009: 79). Tâ’ib, geçimsiz ve sözünü esirgemeyen bir karakter yapısına sahip olması sebebiyle sık sık tarizlerle karşı karşıya kalmış, yapılan bu sataşmalar karşısında ise çoğu zaman susmayı tercih etmiştir. İlk mahlası Hamdi olduğu halde yazdığı hicviyelerden pişmanlık duyarak tövbe eden manasına gelen Tâ’ib mahlasını kullanmıştır. Manzum ve mensur birçok eseri mevcuttur. Kaynaklarda mürettep bir divanı olduğundan bahsedilmesine rağmen bu eser henüz ele geçirilememiştir. Mustafa Yatman, şairin dağınık halde bulunan şiirlerini toplayarak onları yayımlamıştır. XVIII. yüzyılın özellikle divanında kullandığı ağır dil ve çok sayıda cinasla öne çıkan diğer bir şairi Halepli Edip’tir. Halepli Edip, dönemin tezkirelerinde ve diğer biyografik eserlerinde yer almayan bir şairdir (Mum, 2004: 5). Safâyî tezkiresi, Nuhbetü’lâsâr, Sicill-i Osmânî ve Tuhfe-i Nâilî gibi eserlerde Halepli olduğu belirtilen ve Alaşehir kadılığı yaptığı söylenen bir Edip’ten bahsedilmesine rağmen onun farklı bir Edip olduğu tespit edilmiştir. Asıl adı Abdullah olan Halepli Edip’in doğum tarihi bilinmemekle beraber 1748’de vefat etmiştir. Şiirlerinden kesin olarak Halep’te doğduğu anlaşılan Edip, Arapça ve Farsçayı şiir yazabilecek derecede bilmektedir. XVIII. yüzyıl Osmanlı imparatorluğu sınırlarında yaşayan bu iki şair, biri merkez (İstanbul) ve diğeri taşra (Halep) olmak üzere iki farklı şehirde bulunmuşlardır. Yaşadıkları şehirler her ne kadar farklı coğrafyalarda yer alsa da her iki şairin muhatap oldukları yöne- 204 Mehmet Nuri ÇINARCI tim ve içinde yaşadıkları toplumun kültürel değerleri aynıdır. Bundan dolayı birtakım küçük nüanslar dışında şiirlerinde toplum ve bireye getirmiş oldukları eleştiriler birbirine yakındır. Her iki şair de XVIII. yüzyıl Osmanlı toplumunda görülen sosyal sıkıntıları dile getirmiş ve kimi zaman da bir idareci veya sosyolog gibi çeşitli çözüm önerilerinde bulunmuşlardır. Osmanzâde Tâ’ib ve Halepli Edip’in şiirlerinde görülen toplumsal eleştirileri şu alt başlıklar altında inceleyebiliriz. 1.1. Devlet Yöneticilerine Dair Eleştiriler Osmanlı devleti, monarşik bir yapıya sahip olduğu için bütün idare tek elde yani padişahta toplanmıştır. Ancak padişah bütün bu sorumluluklarını tek başına yerine getiremediğinden elindeki idare gücünü sadrazam, vezir, şeyhülislam, beylerbeyi ve sancak beyi gibi devlet adamları arasında bölüştürmüştür. Bulundukları kurumlarda yöneticilik yapan bu devlet adamları esas itibariyle idareyi padişah adına sağlamışlardır. Osmanzâde Tâ’ib’in şiirlerinde, kadı, şeyhülislam, kazasker ve kethüda gibi birçok yöneticiye yönelik eleştiriler yer almaktadır. Hatta bazı dizelerde bu yöneticilerin isimleri birebir zikredilir. Hûn-ı nâ-hakkı ibâhet ile itdin iftâ Hây Kandilci gidi resm-i şerî’at bu mudur Cümle imzaladı fetvânı gürûh-ı fesekâ Cehl ile teşmiyet-i hedm-i diyânet bu mudur (Kaside-i Hezl-amiz, 1-2) Zorba kadısı o Begler Hocası asbe-i vakt Ne fesâd itdi görün hükm-i hükümet bu mudur O Behaklı Hasan’ı eyliyeler tezkereci Mecdiyâ sadr-ı Anadolu’ya şöhret bu mudur (Kaside-i Hezl-amiz, 17-18) Ehl-i İslâm’ı biri birine katdın söz ile Söyle et Sadrî-i çingâne meşîhat bu mudur (Kaside-i Hezl-amiz, 53) İstanbul’un semtlerinden Kumpkapı’da çıkan yangına yazdığı tarihte ise yangının çıkmasına neden olan sebepleri sıralamış; son dizede esas müsebbibin İstanbul valileri olduğunu vurgulanmıştır. Pâdişâhım meded âteşlere yandırdı bizi Nemçe sekban başının şâ’imet-i ef’âli (Tarih-i İhrak-ı Kumkapı, 1) Böyle ma’mûreyi sad hayf ki vîrân itdi Ola vîrâne hâbâset-gede-i âmâli (Tarih-i İhrak-ı Kumkapı, 5) Nice câmi’ nice mekteb nice mescid yandı Görmedik dâiresinde bir eli kancalı (Tarih-i İhrak-ı Kumkapı, 6) Yanarak yoksa revâ mı diyeler târîhin Yakdı İstanbuli vâlîlerinin ihmâli (Tarihi İhrak-ı Kumkapı, 10) Halepli Edip’in şiirlerinde ilkin makam ismi verilmeden kimi yöneticilerin eleştirisi yapılır. Bu yöneticilerin padişah mı, sadrazam mı yoksa şehrin valisi mi olduğu çok belirgin değildir. Bir yönüyle şair, aslında ideal olan yöneticinin vasıflarının aksine iyi bir yöneticide olmaması gereken özellikleri sıralar. Buna göre devrin yöneticisi, fakire cömertlik elini uzatmayan, elini eteğini öptürmekten zevk alan ve hayır dualarına değil, kendisini metheden şiirleri taltif eden bir karakter yapısına sahiptir. Yed-i ihsânı bir muhtâca memdûd eylemez asla Dirâz eyler fem-i takbîle ammâ dest ü dâmânı Du’â-yı ehl-i ‘aczi şânına görmez revâ zîrâ Keremle hâdimân-ı devleti etmiş senâhânı Nefâyisle demâdem sîr ider münimleri ancak Simâtından dehân-ı câyi’e rûzî değil nânı (G. 2073, 2-4) Edip’e göre zamanın yöneticileri, cömert olmak yerine açgözlü ve yoksullara ihsanda bulunmayan bir görüntü sergilerler. Zengin olma hırsı gözlerini o denli kör etmiştir ki sosyal konumlarına aldırış etmeden rahatça yalan söyleyebilmektedirler. Hırs u tama’da şimdi Edîbâ zamanenin Tab’-ı fakiri oldu muvafık emirine (G. 1235,5) Tezvîr ile musâdere-i mâl-ı nâs içün Seyr et evâmirin o sutûr-ı mürettebin (G. Osmanzâde Tâ’ib ve Halepli Edip’in Şiirlerinde xvııı. Yüzyıl Osmanlı Toplum Eleştirisi 205 1140,8) 863, 4) Edip’in kimi beyitlerinde ise valilerden doğrudan bahsedilerek topluma karşı adil davranmadıkları ve milletin yurdunu talan ettikleri belirtilir. Öte yandan valiyle birlikte kadının da ismi zikredilerek toplum nezdindeki kusurlarından bahsedilmesi dikkat çekicidir. Fakat îrâd-ı nakd-ı sîm ü zerdir fikret-i kâdî Hemân hedm-i diyâr-ı nâsdır endişe-i vâlî (G. 1818,5) Vülât-ı kevnde cedvâ-yı nasfet bînevâlidir Ne kâdînin nevâl-i ‘adli mer’îdir ne vâlînin (G. 858,3) Kadı ve müftüler Osmanzâde Tâ’ib’in şiirlerinde olduğu gibi Halepli Edip’in şiirlerinde de eleştirilmiştir. Edip, kadıların rüşvete ve güzel kadınlara karşı düşkün olduklarını, para kazanma hırsı nedeniyle gözlerinin hiçbir şey görmediğini ve yapmış oldukları kötülükleri saklama gereği dahi duymadıklarını belirtir. Müzâb-ı nâr-ı cahîm olsa meyl-i kâdinin ‘İnâk-ı gâniye-i ‘anberîn-zevâ-‘ibedir Hilâf-ı şer’ ise de pîşgâh-ı kâdîde Mu’idd-i rüşvetin âmâli sanma hâ’ibedir Hevâ-yı hırs ile ser-mest-i keyf-i dînârın Hayâl-i tâb-ı sekârdan havâsı gâ’ibedir (G. 445, 2-4) Din ile ilgili hüküm verme kurumlarından olan kadılık dışında müftüler de eleştirilmiştir. Edip’e göre rüşvet illeti kadılar gibi müftülere de bulaşmıştır. Ayrıca ilim merci olması gereken müftüler cahildir. Şiirlerde müftü yerine fakih ifadesi kullanılmıştır. Osmanlı toplumunda fakihlik diye ayrı bir statü de bulunmadığına göre fakihle kastedilen müftüdür (Mum, 2004: 80). ‘Azn-i tekfir-i hatâyâ anı tekfîr eyler Tâ’atin sudu nedir muttaki-i mağrura (G. 1353, 6) Fark etmedin usulü ‘acebdir fürû’dan Hayretde koydu halkı fakîhâ belâdetin (G. 1.2. Şairlere Yöenlik Eleştirler Bilindiği gibi XVIII. yüzyıl, şair bolluğundan dolayı klasik edebiyatımızda şiir ve şair asrı olarak nitelendirilmiştir. Şair sayısında görülen artışın aksine iyi şairlerin az oluşu hiç şüphesiz Osmanzâde Tâ’ib’in dikkatini de çekmiştir. Tâ’ib’e göre kendini şair zanneden kişilerin çok azı şiir sanatını bilir ve icra eder. Bunların çoğu toplum nezdinde kendilerine şair dedirtmek için menşe’lerini Germiyan ve Kirman’a dayandırır. Ancak Gülistan’ı dahi okumamış bu mahlas erbabı olmayan kimi köylü, kimi Mazenderanlı ve kimi şehirli şairlerden bahsetmek sadece baş ağrıtır. Mevâli zümresin addeylemem şâir gürûhundan Ki nâdir bulunur nazm-âşinâ merd-i suhan-dânı Belî birkaç yeni şâirleri şimdi zuhur itdi Ki zu’mumca kimisi Germiyânî kimi Kirmânî (K. 2, 35-36) Belâ bunda biraz etfâl-i endek-sâl vardır kim Dahi üstâddan görmüş değillerken Gülistân’ı Önüne geçmek içün daima merdân-ı meydânın Kemâl-i şevk ile teşmir iderler sâk u dâmânı Sudâ’ îrâs ider nakli sayılmaz mahlâs erbâbı Kimi şehrî kimi Mazenderânî kimi dihkânî (K. 2, 43-45) III. Ahmet tarafından devrin reis-i şairanı seçilen Tâ’ib, bu unvanından dolayı gerçek şairi seçme yetkisini kendinde bularak hangi meslek gurubunda kimin gerçek şair olduğuna dair isim verip çeşitli saptamalarda bulunur ve vekili olarak Vehbi’yi tayin ettiğini belirtir. Velî ben bildiğim şâir fakat Neylî vü Kâmî’dir Hatâdır gayre itmem şâiriyyet ile bühtânı Müderrislerde ancak Âsım-ı hoş-gû mü- 206 Mehmet Nuri ÇINARCI sellemdir Ki nazm ü nesr ü fazl u ma’rifetde yokdur akrânı Eğer meşk itse Mektubi-i Defterdâr İzzet Bey İderlerdi reîs-i zümre-i nazm-âverân ânı Reşid ü Sâlim ü Şehrî vü Lem’î vü Rahîmî’dir Be-nâm-ı şâirân-ı zümre-i küttâb-ı dîvânî (K. 2, 37-40) Vekilimdir benim Vehbî-yi mu’ciz-dem beyân itsün Sunûf-ı tâze-guyânı gürûh-ı yâve-destânı (K. 2, 51) 1.3. Batılı Hayat Tarzına Duyulan Hayranlığa Yönelik Eleştiriler XVIII. yüzyıl Osmanlı toplum yapısında görülen kısmı değişikliklerden biri de ilkin saray mensuplarında başlayan akabinde ise toplumun alt katmanlarına inen Batılı hayat tarzına duyulan hayranlıktır. Toplum yaşantısında kimi zaman mimaride, kimi zaman sanatta, kimi zaman da giyim kuşamda kendisini gösteren bu tarza yönelik hayranlık, Osmanzâde Tâ’ib’in eleştirilerine maruz kalmıştır. Şair Sakıb’ın Osmanlı’ya sığınan İsveç kralına kaside sunması üzerine Tâ’ib, hicviye niteliğinde yazdığı Sakıbiyye adlı şiirinde Sakıb’ın şahsı üzerinden bütün Batı hayranlarını eleştirir. Eleştirilen temel noktalar ise kılık kıyafet ve Hristiyanlık özentisidir. Senin ahvâlini Sâkıb gelenlerden su’âl itdim Didiler suhre-i bezm-i kıral-ı mülk-i İsveç’dir Başında âftâbe arkasında câme-i Rûmî Heman gûyâ mücessem suret-i büthâne-i Beç’di Bisât-ı işret ü âlât-ı tersâyı müheyyadır Fakat yanında noksanı çelipâ ile bir meçdir Emârât-ı müselmânîden anda nesne yok ancak Elinde bir muzahref nesne var nâmı Kebîkeç’dir Yaraşur mu sana fistân-ı zerrîn-bâf-ı Efrencî Boyunca hil’at-ı şâyeste ancak köhne berzeçtir (Sakıbiyye, 1-5) Batılıya ya da kendi ifadesiyle kâfire özenti, sadece Sakıb’la sınırlı bir durum değildir. Toplumun genelinde böyle bir özenti söz konusudur. Kâfir-pesend rağbeti vardır zemânede Altının en güzîdesi şimdi bacaklıdır 1.4. Ahlaki Çöküntüye Yönelik Eleştiriler XVIII. yüzyıl divan şairlerinin önemli bir kısmı bu devirde artış gösteren ahlaki değerlerin yozlaşmasına tepki göstermiş ve çoğu şiirlerinde bu durumu eleştirmiştir. Toplumun içinde yaşayan bir şair olarak, insanları ve onların davranışlarını birebir gözlemleme fırsatı bulan Halepli Edip, bu ahlaki çöküntüyü ayrıntılarıyla gözler önüne sermektedir. En çok yakındığı konulardan biri ar ve namus duygusunun zayıflamasıdır. Edîbâ kalmamış dil-dâde-i vuslat helâlinden Hemân fi’l-i harâmı şimdi cümle hâs u ‘am ister (G. 385, 5) Zen ü merdin bu devr-i fahşda ‘ismetfürûşânı Komuş birden zer-i meskûke çeşm-i bend-i sirvâli (G. 1818, 7) Ahlaki çöküntüye yol açan ve ciddi manada eleştirilen diğer bir konu da erkeklerin cinsel tercihlerindeki farklılıktır. Oğlancılık olarak da tabir edilen bu durum başta Kur’an-ı Kerim olmak üzere İslâm inanç esaslarını anlatan birçok kaynak tarafından da eleştirilmiş hatta lanetlenmiştir. XVI. yüzyıl tezkirelerinden Meşâ’irü’ş-şu’arâ ve XVII. yüzyıl tezkirelerinden Mecma’ü’l-havâs’ta da bu mevzuya yer verilmiştir. Edip, kadından ziyade erkeğe yönelik bu eğilimi ifade ettikten sonra eğilimin ortaya çıktığı yerin İsfahan, Tebriz ve İstanbul olduğunu dile getirir. Bu da yukarıda isimlerini zikrettiğimiz ve İstanbul ile İran’da yazılan tezkirelerin bir bakıma Edip’in fikirleriyle paralellik gösterdiğini ortaya koymaktadır. Gör şöhret-i maklûbu ricâlindeki dehrin Merdânı bu gün mâde gibi tâlib-i nerdir Osmanzâde Tâ’ib ve Halepli Edip’in Şiirlerinde xvııı. Yüzyıl Osmanlı Toplum Eleştirisi Merdân-ı zamânın hele yok farkı nisâdan Ancak nazar-ı sürbe-i nisvânda zekerdir (K. 1, 80-81) Emel-i vasl-ı gulâm-ı ‘Acemile sûfî ‘Azm eder mülk-i Sıfahâna değil Tebrîze (G. 1383, 3) Sürbe-i hîzân-ı aktâr-ı cihân İstanbûla ‘Azm-i râh eyler ki bî-had tâlib-i istin bula (G. 1319, 1) 1.5. Diğer Sosyal Sorunlara Yönelik Eleştiriler Osmanzâde Tâ’ib ve Halepli Edip, divanlarında yukarıda isimlerini zikrettiğimiz sosyal sorunların dışında çok belirgin olmamakla beraber toplum hayatını aksatan ve insanlar için sosyal bir yara olarak görülen farklı konulara da eleştiriler getirmişlerdir. Bu yönüyle bakıldığında her asırda toplumun sorunlarına tercüman olan şiir ve şair XVIII. yüzyıldaki bu misyonunu kısmen de olsa Osmanzade Taip ve Halepli Edip aracılığıyla ifa etmeye çalışmıştır. Toplum, en basit tarifiyle bireylerin bir araya gelerek oluşturdukları ve karmaşık niteliğe sahip bir yapıdır. Toplumun genel niteliğini belirleyen ana etmen, hiç kuşku yok ki kötü ve iyi olarak tarif edilen kimi davranışların bireyler tarafından ne kadar sıklıkla tekrar edildiğine bağlı bir durumdur. Halepli Edip, şiirlerinde insanların erdem olarak tarif ettikleri cömertlik, hoşgörü, dürüstlük, kanaatkârlık gibi davranışların yerini cimrilik, açgözlülük, yalancılık ve riya gibi kötü davranışların aldığını belirtir. İnsanlar yoksulu kollayıp gözetlemek yerine yetimin dahi malına göz dikmişlerdir. Yokdur cihânda şöhret-i nâm-ı kerem bu gün Gûyâ ki istimâ’-ı keremden kerem bugün (G. 1070, 2) Zâ’id oldukça icârât-ı dükân u hânın Yine ol dil-bestesisin hân-ı emîr u hânın (G. 847, 2) Hâtır-ı ehl-i tama’ ni’met-i elvân ister Halkda sâdece bir ni’met-i nânın yeri yok 207 (G. 778, 4) Bu mâtem-hânede küttâb-ı kısmet mâl-ı eytâmı Mu’ayyendir hemân hükkâm ile huddâma taksime (G. 1727, 4) Avrupa devletleri XVI. yüzyıldan itibaren kilisenin düşünce dünyası üzerindeki hükmünü yıkmış; Reform ve Rönesans gibi devrim niteliğindeki yenileşme hareketlerini toplumsal hayata geçirmiştir. Coğrafi keşifler ve özellikle XVIII. yüzyılda gerçekleştirilen Sanayi İnkılabı Osmanlı ekonomisini derinden sarsmıştır. Bir yandan Avrupa ekonomisinin giderek güçlenmesi bir yandan ise Avrupa devletlerine karşı yapılan ve kaybedilen savaşların getirmiş olduğu vergi yükü, Osmanlı toplumunun fakirleşmesine ve hayat pahalılığının ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Osmanzâde Tâ’ib, “Kaside-i Arîzatu’lFukarâ” adlı kasidesini tamamen hayat pahalılığını ve yoksulların içler acısı halini göstermek için yazmıştır. Etme ahvâl-i halkı istisfâr Nakl idersem keder verir zirâ Çıkdı âteş bahâsına heyzûm Satılur dirhem ile ‘ûd-âsâ Ya kömür şöyle kim gubârı dahi Tûtyâ oldu dideye hâlâ Arpayı hod tefahhus eyleme kim Arpalık hâsılı yetişmez ana (Kaside-i Arîzatu’l-Fukarâ, 4-7) Koltuğunda somun sanup sevinir Bir fakîr olsa mübtelâ-yı belâ (Kaside-i Arîzatu’l-Fukarâ, 21) Osmanzâde Tâ’ib, Nusret Paşa’nın vezir olması nedeniyle yazdığı şiirde hacca giden ve yolda eşkıyalar tarafından ya soyulan ya da haraç alınan hacıların durumunu gözler önüne sererek bu asayiş sorununu eleştirmiş ve sorunu çözen Nusret Paşa’ya övgüler dizmiştir. Nice eyyâmdır düşvar idi âmed şûd-i huccâc İderlerdi gelince Şâm’a ifnâ-yı ser ü sâmân (G. 6, 3) 208 Mehmet Nuri ÇINARCI Alurken surre dest-i kahr ile mu’tâddan efzûn Gelüp şimdi virirler havf-ı şemşîrinle nakd-i cân (G. 6, 7) SONUÇ XVIII. yüzyıl Osmanlı toplumunda şairler tarafından eleştirilen birçok durumun asıl itibariyle XVII. yüzyılda görülmeye başlandığı ve yine bu yüzyıl şairleri tarafından da eleştirildiği görülmektedir. XVII. yüzyılda görülen toplumsal sorunların başta Atâyî ve Nâbî olmak üzere devrin diğer şairlerinden Ni’metî, Hâletî, Fevzî, Râmî gibi şairler tarafından eleştirildikleri görülür. Bu dönem şairlerin şiirlerinde eleştirdikleri toplumsal konuları şu başlıklar altında sıralayabiliriz. Devlet yönetimindeki ve toplumdaki bozulmalar, askeri yapıdaki değişiklikler ve bozulmalar, Celali isyanları, ekonomik kriz, yasaklar, dini çatışmalar, veba salgını ve deprem ve yangındır (Keskin, 2009: 38-39). Başlıklardan da anlaşıldığı kadarıyla toplum katına sirayet eden sıkıntıların önemli bir kısmının devlet yönetiminden kaynaklandığı görülmektedir. Bahsi geçen bu aksaklıklar kimi zaman şair ve devlet adamlarının eserlerinde sadece sözle eleştirdikleri bir mevzu konumundayken kimi zaman da insanların ortak tepkisiyle yerel ve genel isyanlara dönüşmüştür. XVII. yüzyılda vuku bulan birçok olayın aynı şekilde XVIII. yüzyılda da devam ettiği aşikârdır. XVIII yüzyıl, Osmanlı devletinde siyasi istikrarsızlığın yaşandığı ve imparatorluğun parçalanma dönemine girdiği bir dönemdir. Devletin genel yapısında görülen aksaklıklar toplum hayatına da yansımıştır. Sosyal hayatta ortaya çıkan ahlaki yozlaşma, idarecilerin adil olmayan yönetimleri, rüşvet, iltimas, hayat pahalılığı vb. hususlar toplumun bir ferdi olan şairlerin de dikkatlerini çekmiştir. Devrin biri merkez, diğeri taşrada hayatını idame ettiren bu iki şairi de insanların muzdarip oldukları sıkıntıları görmezden gelmemiş; imkânları dâhilinde bu sıkıntıları şiirlerinde dile getirmişlerdir. Merkez şairlerinden olan Tâ’ib ile taşra şairi olan Edip’in şiirlerinde, değindikleri sosyal tenkitlerin nitelik bakımından çok büyük farklılıklar taşıdıkları söylenemez. Şiirlerde eleştirilen ortak konular ahlaki çöküntü, devlet yöneticilerinin haksız tutumları, hayat pahalılığı ve insanların kötü karakterli davranış yapılarıdır. Osmanzâde Tâ’ib, Halepli Edip’ten farklı olarak devrin şairlerine ve Batılı tarzı hayat tarzına duyulan hayranlığı da eleştirmiştir. KAYNAKÇA Çeltik, H. (1998). 18. Y.Y. Tezkirelerindeki Divan Şairleri, Journal of Turkish Studies, S.22, s. 49-85. Güven, Hikmet F. (2006) Klasik Türk Edebiyatında Hiciv ve Mizah, Türk Edebiyatı Tarihi, ( Haz.: Sait Talat Halman, Osman Horata), İstanbul: Kültür veTurizm Bakanlığı Yayınları, 2006, C. 2. Horata, O. (2006). Klasik Estetikte Hazan Rüzgarları, Şiir, Türk Edebiyatı Tarihi, (Haz.: Sait Talat Halman, Osman Horata), İstanbul: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, 2006, C. 2. Horata, O. (2009) Has Bahçede Hazan Vakti, XVIII. Yüzyıl: Son Klasik Dönem Türk Edebiyatı, Akçağ Yayınları: Ankara. İhsanoğlu, E. (1999). Eğitim ve Bilim, Osmanlı Medeniyeti Tarihi, İstanbul: Feza Gazetecilik A.Ş. Yayınları, C. 1, s. 221-361 İsen, M., Bilkan, Ali F., Durmuş, İsen T. (2012). Sultanların Şiirleri, Şiirlerin Sultanları, İstanbul: Kapı Yayınları. Keskin, Neslihan İlknur (2009). Sosyal Hayatın 17. Yüzyıl Osmanlı Şiirine Yansımaları ve Anlam Çerçeveleri, (Yayınlanmamış Doktora Tezi), Gazi Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara. Kortantamer, Tunca (1993). 17. Yüzyıl Şairi Atâyî’nin Hamse’sinde Osmanlı İmparatorluğunun Görüntüsü, Eski Türk Edebiyatı Makaleler, Ankara: Akçağ Yayınları. Özcan, A. (2013). Osmanzade Ahmed Taip, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C. 34. Özgül, M. Kayahan (2007). Gelenek Bozulur- Osmanzâde Tâ’ib ve Halepli Edip’in Şiirlerinde xvııı. Yüzyıl Osmanlı Toplum Eleştirisi ken Mazmuna Bakış Eski Türk Edebiyatına Modern Yaklaşımlar I. (Haz. Hatice Aynur ve Diğ.) İstanbul: Turkuaz Yayınları. Öztekin, Ö. (2006). XVIII. Yüzyıl Divan Şiirinde Toplumsal Hayatın İzleri, Divanlardan Yansıyan Görüntüler, Ankara: Ürün Yayınları. Mengi, Mine (2000). Gerileme Devrini Belgeleyen Bir Edebi Eser: Nâbî’nin Hay- 209 riyye’si, Divan Şiiri Yazıları, Ankara: Akçağ Yayınları. Mum, C. (2004). Halepli Edîp Divanı, (Yayınlanmamış Doktora Tezi), Hacettepe Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara. Yatman, M. (1989). Osman-zâde Tâib Divânı’ndan Seçmeler, Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları. 210 Mehmet Nuri ÇINARCI