Yıl: 74 Sayı: 2016/3 ISSN 1300-9885 BİR GELİNCİĞİ DE SEN DESTEKLE ! “GELİNCİK” YAZ 4306 ‘YA GÖNDER TÜM OPERATÖRLER Gelincik Projesine göndereceğiniz her SMS ile 5TL’lik bağışta bulunabilirsiniz. ANKARA BAROSU BAŞKANLIĞI Adliye Sarayı Kat: 5 Sıhhiye /ANKARA T: 0.312 416 72 00 F: 0.312 309 22 37 www.ankarabarosu.org.tr ankarabarosu@ankarabarosu.org.tr ABEM–ANKARA BAROSU EĞİTİM VE KÜLTÜR MERKEZİ Ihlamur Sk. No: 1 Kızılay/ANKARA T: 0.312 416 72 00 GÖLBAŞI AVUKAT ÖZDEMİR ÖZOK SOSYAL TESİSLERİ Gazi Osman Paşa Mah. Sahil Cd. No: 46 Gölbaşı / ANKARA T: 0.312 485 03 93 - 484 46 06 ANKARA BAROSU GELİNCİK MERKEZİ Ihlamur Sk. No: 1 Kızılay/ANKARA T: 0.312 444 43 06 (5 Hat) www.gelincikprojesi.org.tr Ankara Barosu Dergisi’nde yayımlanmakta olan makaleler Journal of Ankara Bar Association is being permanently indexed in hukuk veritabanlarında taranmaktadır. law databases. İletişim Adresi | Communication Address Ankara Barosu Başkanlığı, Adliye Sarayı Kat: 5 Sıhhiye/ANKARA T: (0.312) 416 72 00 (Pbx) • F: (0.312) 416 72 80 www.ankarabarosu.org.tr ankarabarosuyayin2016@gmail.com Grafik – Tasarım | Graphic– Design Ankara Barosu Basım Tarihi | Printing Date 2016 Baskı ve Cilt | Printing and Binding Salmat Bas. Yay. Amb. San. ve Tic. Ltd. Şti. Sebze Bahçeleri Cad. (Büyük Sanayi 1. Cad.) Arpacıoğlu İşh. No: 95-1 İskitler/ANKARA Tel: (0312) 341 10 24 • Faks: (0312) 341 30 50 Dergide yayımlanan yazıların herhangi bir No part of this publication may be bölümü veya tamamı kaynak gösterilmeden reproduced or published in any form or başka bir yerde yayımlanamaz. by any means without reference to the review. ANKARA BAROSU DERGİSİ JOURNAL OF ANKARA BAR ASSOCIATION Üç Aylık (Ocak, Nisan,Temmuz, Ekim) is a refereed review, issued quarterly Hakemli, Bilimsel ve Mesleki Yerel Süreli Yayın (January, April, July, October) Ankara Barosu Başkanlığı, 2016 Tüm Hakları Saklıdır. ISSN 1300-9885 Dergide ileri sürülen görüşler yazarlarına aittir. Presidency of Ankara Bar Association, 2016 All Rights Reserved. ISSN 1300-9885 Articles published in this review reflect the views of the authors. Sahibi Ankara Barosu adına | Owner on behalf of Ankara Bar Association Av. Hakan CANDURAN Sorumlu Yazı İşleri Müdürü | Managing Editor Av. Cemalettin GÜRLER Yayın Kurulu Başkanı | Chairman of the Editorial Board Av. Dr. Mustafa Bayram MISIR Editörler Kurulu | Editorial Board Yrd. Doç. Dr. Kasım AKBAŞ Yrd. Doç. Dr. Elvan KEÇELİOĞLU Yrd. Doç. Dr. Başak ŞİT Yrd. Doç. Dr. Özge OKAY TEKİNSOY Ankara Barosu Yayın Kurulu Av. Cemalettin GÜRLER Av. Mustafa Bayram MISIR Av. Murat BÖBREK Av. Seda DUNBAY Av. Zeynep TEPEGÖZ Av. Burcu Mine GARGIN Av. Denizer ŞANLI Av. Oya GÜNENDİ YAĞAN Av. Hakan AKARKEN Av. Emre Baturay ALTINOK Av. Mahmut Fevzi ÖZLÜER Av. Gülşen UZUNER Av. Bilal KOLBÜKEN Av. Murat TEZCAN Av. Ezgi YAVUZ Av. Irmak Gökçe TOMUR Av. Rıza Yalçın KOÇAK Av. Seher KIRBAŞ CANİKOĞLU Av. Emrah ALTUNOĞLU Stj. Av. Gülseren Dilan KUZYAKA YAYIN DANIŞMANLARI | BOARD OF ADVISORS (Soyadı sırasına göre) A BAŞPINAR, Veysel Prof. Dr. Doç. Dr. ABDULHAKİMOĞULLARI, Erdal Doç. Dr. BAŞTERZİ, Süleyman ABDULLAHZADE, Cavid Doç. Dr. BAYAR, İbrahim Nihat Yrd. Doç. Dr. AĞAR, Serkan Dr. BAYKAL, Ferit Hakan Prof. Dr. AKBAŞ, Kasım Yrd. Doç. Dr. BAYKAL, Sanem Doç. Dr. AKBULUT, Olgun Yrd. Doç. Dr. BELEN, Herdem Doç. Dr. AKINCI, Müslüm Doç. Dr. BIÇAK, Vahit Prof. Dr. AKINCI, Ziya Prof. Dr. BÜYÜKTANIR, Burcu Dr. AKKAYA, Mustafa Prof. Dr. C-Ç AKKAYA, Tolga Yrd. Doç. Dr. CAN, Mertol Prof. Dr. AKSAR, Yusuf Prof. Dr. CAŞIN, Mesut Hakkı Prof. Dr. ALTAŞ, Hüseyin Prof. Dr. CENTEL, Nur Prof. Dr. ARAT, Tuğrul Prof. Dr. CENTEL, Tankut Prof. Dr. ARDIÇOĞLU, M. Artuk Yrd. Doç. Dr. CİN, Halil Prof. Dr. ARSLAN, Aziz Serkan Yrd. Doç. Dr. ÇAĞAN, Nami Prof. Dr. ARSLAN, Çetin Prof. Dr. ÇAĞLAR, Hayrettin Doç. Dr. ARSLAN, Ramazan Prof. Dr. ÇALIŞKAN, Yusuf Doç. Dr. ARTUK, Mehmet Emin Prof. Dr. ÇEÇEN, Anıl Prof. Dr. ASLAN, Zehrettin Prof. Dr. ÇETİNER, Selma Prof. Dr. ASLAN, Zühtü Prof. Dr. ÇOLAK, N. İlker Doç. Dr. AŞIK, İbrahim Yrd. Doç. Dr. D ATALI, Murat Doç. Dr. DEĞİRMENCİ, Olgun Doç. Dr. ATAY, Ender Ethem Prof. Dr. DEMİR, İsmail Yrd. Doç. Dr. ATILGAN, Eylem Ümit Yrd. Doç. Dr. DEMİR, Mehmet Prof. Dr. AVCI, Mustafa Doç. Dr. DEMİRAY, Nezahat Yrd. Doç. Dr. AYDIN, Ramazan Yrd. Doç. Dr. DEMİRBAŞ, Timur Prof. Dr. AYDIN, Ufuk Prof. Dr. DEMİRCİOĞLU, H. Reyhan Yrd. Doç. Dr. AYDOS, Oğuz Sadık Doç. Dr. DOĞAN, Murat Prof. Dr. DÖNER, İsa Yrd. Doç. Dr. DÜLGER, İbrahim Prof. Dr. B BAŞÖZEN, VI Ahmet Doç. Dr. YAYIN DANIŞMANLARI | BOARD OF ADVISORS DÜLGER, Murat Volkan Doç. Dr. E GÜVEN, Kudret Prof. Dr. H-İ ERDAĞ, Ali İhsan Yrd. Doç. Dr. HACIMAHMUTOĞLU, Sibel Doç. Dr. ERDEM, Mete Yrd. Doç. Dr. HAFIZOĞULLARI, Zeki Prof. Dr. ERDEM, Mustafa Ruhan Prof. Dr. HAKERİ, Hakan Prof. Dr. EREN, Fikret Prof. Dr. HASPOLAT, Mehmet Emin Doç. Dr. ERGİL, Doğu Prof. Dr. İNAN, Ali Naim Prof. Dr. ERİŞ, A. Uğur Yrd. Doç. Dr. İŞGÜZAR, Hasan Prof. Dr. ERKAL, Atila Yrd. Doç. Dr. K EROĞLU, Muzaffer Yrd. Doç. Dr. KABOĞLU, İbrahim Özden Prof. Dr. ERTEN, Rıfat Doç. Dr. KANADOĞLU, Korkud Prof. Dr. ERZURUMLUOĞLU, Erzan Prof. Dr. KAPLAN, İbrahim Prof. Dr. ESKİYÖRÜK, Serhat Yrd. Doç. Dr. KARAGÖZ, Kasım Doç. Dr. KARAKAŞ, Fatma Yrd. Doç. Dr. F FENDOĞLU, Hasan Tahsin Prof. Dr. KARAKEHYA, Hakan Doç. Dr. FEYZİOĞLU, Metin Prof. Dr. KARAN, Hakan Prof. Dr. KATOĞLU, Tuğrul Doç. Dr. G GEMALMAZ, Burak Yrd. Doç. Dr. KAYA, Emir Yrd. Doç. Dr. GÖKER, Cenker Yrd. Doç. Dr. KENT, Bülent Yrd. Doç. Dr. GÖKTÜRK, Neslihan Yrd. Doç. Dr. KESER, Hayri Yrd. Doç. Dr. GÖLE, Celal Prof. Dr. KILIÇOĞLU, Ahmet Prof. Dr. GÖNENÇ, Levent Doç. Dr. KOCA, Mahmut Prof. Dr. GÜLŞEN, Recep Doç. Dr. KOCAMAN, Arif B. Prof. Dr. GÜNAL, Nadi Prof. Dr. KOCAOĞLU, A. Mehmet Prof. Dr. GÜNDAY, Metin Prof. Dr. KOCAOĞLU, N. Kağan Dr. iur. GÜNEYSU, Gökhan Yrd. Doç Dr. KOCAOĞLU, S. Sinan Yrd. Doç. Dr. GÜNEYSU BORAN, Nilüfer Yrd. Doç Dr. KORKMAZ, Fahrettin Prof. Dr. GÜNEŞ, Ahmet Doç. Dr. KORKUT, Levent Yrd. Doç. Dr. GÜNGÖR, Devrim Doç. Dr. KUÇURADİ, İonna Prof. Dr. GÜNGÖR, Gülin Prof. Dr. KÜÇÜKGÜNGÖR, Erkan Prof. Dr. VII YAYIN DANIŞMANLARI | BOARD OF ADVISORS M SARAN, Birol Yrd. Doç. Dr. MOLLAMAHMUTOĞLU, Hamdi Prof. Dr. SAYGIN, Engin Yrd. Doç. Dr. MUMCUOĞLU, Maksut Prof. Dr. SAYHAN, İsmet Doç. Dr. SEVGİLİ, Didem Yrd. Doç. Dr. O-Ö ODYAKMAZ, Zehra Prof. Dr. SEZGİNER, Murat Prof. Dr. OKUR, Ali Rıza Prof. Dr. SIRMA, Özge Yrd. Doç. Dr. ONAR, Erdal Prof. Dr. SOYASLAN, Doğan Prof. Dr. OZANEMRE YAYLA, Hatice Tolunay Yrd. Doç. Dr. SÜRAL, Nurhan Prof. Dr. OZANSOY, Cüneyt Doç. Dr. ŞAHİN, Cumhur Prof. Dr. ÖKÇESİZ, Hayrettin Prof. Dr. ŞEN, Ersan Prof. Dr. ÖZBEK, Mustafa S. Doç. Dr. ŞEN, Murat Prof. Dr. ÖZBEK, Veli Özer Prof. Dr. ŞEN DOĞRAMACI, Hayriye Yrd. Doç. Dr. ÖZBUDUN, Ergun Prof. Dr. ŞENOCAK, Kemal Doç. Dr. ÖZCAN, Fatma Yrd. Doç. Dr. T ÖZDAMAR, Mehmet Doç. Dr. TAN, Ayhan Prof. Dr. ÖZEKES, Muhammet Prof. Dr. TANRIVER, Süha Prof. Dr. ÖZEL, Çağlar Prof. Dr. TAŞKIN, Ozan Ercan Yrd. Doç. Dr. ÖZEN, Muharrem Prof. Dr. TEKİNSOY, M. Ayhan Doç. Dr. ÖZGENÇ, İzzet Prof. Dr. TERCAN, Erdal Prof. Dr. ÖZKAN, Işıl Prof. Dr. TEZCAN, Durmuş Prof. Dr. ÖZKAZANÇ, Alev Prof. Dr. TİRYAKİ, Betül Yrd. Doç. Dr. ÖZTÜRK, Bahri Prof. Dr. TİRYAKİOĞLU, Bilgin Prof. Dr. ÖZTÜRK, Kaya Burak Yrd. Doç. Dr. TOROSLU, Nevzat Prof. Dr. TUNÇ, Hasan Prof. Dr. TURANBOY, Asuman Prof. Dr. TÜZÜNER, Özlem Yrd. Doç. Dr. Nur Yrd. Doç. Dr. P PAZARCI, Hüseyin Prof. Dr. R RUHİ, Ahmet Cemal Yrd. Doç. Dr. S-Ş U-Ü ULUŞAHİN, VIII YAYIN DANIŞMANLARI | BOARD OF ADVISORS UYGUR, Gülriz Prof. Dr. ÜÇIŞIK, Fehim Prof. Dr. ÜNVER, Yener Prof. Dr. ÜYE, Saim Yrd. Doç. Dr. ÜZÜLMEZ, İlhan Prof. Dr. YAVUZ, Bülent Doç. Dr. YENGİN, Halisan Dr. iur. YILDIRIM, Turan Prof. Dr. YILMAZ, Ejder Prof. Dr. YILMAZ, Süleyman Doç. Dr. YİĞİTER, Cenk Dr. YONGALIK, Aynur Prof. Dr. YUSUFOĞLU, Fülürya Dr. iur. YÜCEL, Mustafa Tören Prof. Dr. YÜCEL, Recep Doç. Dr. YÜRÜK, Ayşe Tülin Doç. Dr. Yahya Prof. Dr. Y Z ZABUNOĞLU, IX ANKARA BAROSU DERGİSİ YAYIN İLKELERİ 1. Dergiye gönderilen hakemli yazılar başka bir yerde yayımlanmamış veya yayımlanmak üzere gönderilmemiş olmalıdır. 2. Makale yazarına ait iletişim bilgileri (ünvan, ad-soyad, iletişim adresi, güncel e-posta adresi, güncel cep telefonu) makalenin son sayfasına nizami bir şekilde eklenmelidir. Makaleyi gönderen yazarın ismini yazmaması/unutması durumunda makalesi yayımlanmayacaktır. 3. Yazılar “Microsoft Word” programında (.doc veya .docx formatında) sayfa numaraları verilmiş olarak (yazı tipi Times New Roman, 12 punto, normal stil) ankarabarosuyayin2016@gmail.com adresine gönderilmelidir. 4. Makale Başlığı büyük harflerle, makale yazarının ünvanı kısaltma biçiminde, soyadı ise büyük harflerle yazılmalıdır. (Örn: Av. Ali YILMAZ vb.) 5. Makale yazarı; makalesindeki yazım hatalarını düzeltip, kontrol ettikten sonra eksiksiz bir şekilde göndermekle yükümlüdür. Hakem tarafınca belirtilen değişiklerin; makale yazarınca Word belgesinde “Metin Vurgu Rengi (Metnin vurgulayıcı kalemle işaretlenmiş gibi görünmesini sağlar)” SARI renk verilerek ve düzenlenen makalenin isim bölümüne tarih eklenerek yeniden mail aracılığı ile iletilmesi gerekmektedir. Dergiye gönderilen yazıların son denetimlerinin yapılmış olduğu, yazarın gönderdiği şekliyle yazısını “basıma” verdiği kabul edilir. Yazım yanlışlarının olağanın dışında bulunması, bilimsellik ölçütlerine uyulmaması, yazının Yayın Kurulu tarafından geri çevrilmesi için yeterli görülecektir. 6. Hakem denetiminden geçmesi istenen makalelerde en az 100, en çok 120 sözcükten oluşan tek paragraf Türkçe ve İngilizce özetlerin; her iki dilde yazı başlığının ve beşer anahtar sözcüğün de yazının başına eklenerek gönderilmesi gerekmektedir. Yazara ait makale; Makalenin Türkçe Başlığı > Yazarın Ünvanı, Adı-Soyadı (Örn: Av. Ali YILMAZ vb.) > Öz > Anahtar Kelimeler > Makalenin İngilizce Başlığı > Abstract > Keywords şeklinde sıralanmalıdır. X 7. Dipnotlar Microsoft Word programında otomatik olarak verilerek sayfa altında gösterilmeli, kaynakçaya yer verilmelidir. 8. Yayın Kurulunca ilk değerlendirmesi yapılan yazılardan yazarı tarafından hakem denetiminden geçmesi istenenler hakeme gönderilecek, hakemden gelen rapor doğrultusunda yazının yayımlanmasına, yazardan rapor çerçevesinde düzeltme istenmesine ya da yazının geri çevrilmesine karar verilecek ve yazar durumdan en kısa sürede haberdar edilecektir. Hakem raporunun olumsuz olması halinde, ikinci bir hakem incelemesi yapılmayacaktır. Hakem raporunda düzeltme istendiği takdirde, yazar tarafından sadece belirtilen düzeltmeler çerçevesinde değişiklikler yapılabilecek ve düzeltilmiş metinler için yine hakem onayı alınacaktır. 9. Yazarı tarafından hakem denetiminden geçirilmesi istenmeyen yazılar Yayın Kurulu tarafından değerlendirilecek ve yazının yayımlanmasına, hazırlanan rapor çerçevesinde yazardan düzeltme istenmesine ya da yazının geri çevrilmesine karar verilecek ve yazar durumdan en kısa sürede haberdar edilecektir. 10. Yayımlanması yayın kurulu ya da hakem tarafından uygun bulunmayan yazılar, yazarına geri gönderilmez. Yazarların her yıl dört sayı olarak yayınlanan dergimizin 1. sayısının 15 Nisan’a, 2. sayısının 15 Temmuz’a, 3. sayısının 15 Ekim’e, 4. sayısının gelen yılın 15 Ocak tarihine kadar yayınlanabileceğini gözönüne almaları gerekir. 11. Dergide çeviri, karar, kitap incelemeleri, mevzuat değerlendirmeleri ve bilgilendirici notlara da yer verilecektir. Bu nitelikteki yazıların kabulü veya geri çevrilmesi, Yayın Kurulu'nca yapılacaktır. 12. Ankara Barosu Dergisi, elektronik ortamda tam metin olarak yayımlamak da dâhil olmak üzere, kabul edilen yazıların, tüm yayın haklarına sahiptir. Yazılar için telif ücreti ödenmez. Ankara Barosu Dergisi Yayın İlkeleri’ne şartları uymayan yazıların, TÜBİTAK – ULAKBİM veritabanının gerekliliklerinden dolayı, Editör tarafından yapılacak ön kabul edilebilirlik incelemesi sonrasında hemen reddedilecektir. Bundan dolayı gönderilecek hakemli veya hakemsiz makalelerin yukarıdaki ilkelerdeki bütün şartları şekil ve esas olarak sağlaması gereklidir. XI İÇİNDEKİLER | TABLE OF CONTENTS BAŞKANIN MESAJI | PRESIDENT’S MESSAGES�������������������������������������� XIV Av. Hakan CANDURAN Av. Sadık Edoğan - Yaşam Öyküsü������������������������������������������������ 27 Av. Sadık Erdoğan Başkanlığı’ndaki Baro Çalışmalarından Bazı Örnekler� ����������������������������������������� 30 Av. Sadık Erdoğan ile Söyleşi� ����������������������������������������������������� 38 Av. Sadık Erdoğan Hakkında������������������������������������������������������� 39 Av. Sadık Erdoğan Şiirleri���������������������������������������������������������� 69 ANILAR - 2015 YILINDA YAYIMLANAN ‘KEDİ HUKUKU YEDİ’ KİTABINDAN BÖLÜMLER����������������������������������� 81 Hakemli Makaleler (Peer Revıewed Artıcles) Temel Cezanın Belirlenmesi����������������������������������������������������� 127 Dr. Gökhan TANERİ Bir İnsan Hakları Sorunu Olarak Cinsiyete Dayalı Ekonomik Ayrımcılık� �������������������������������������� 163 Arş. Gör. Zeynep İSPİR Anayasalarımızda Yargının Bağımsızlığı ve Tarafsızlığı � ������������������������������������������������������������������������� 199 Dr. Fatih ÖZKUL Hâkimlerin ve Savcıların Disiplin Yönünden Soruşturulmaları ve İşledikleri Suçlar Nedeniyle Yargılanmaları � ������������������������������������������������������������������������ 265 Arş. Gör. Eylem BAŞ Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Doçentlik Sınavı � ������������������ 361 Dr. Mustafa Yaşar DEMİRCİOĞLU XII İdare’nin Yargısal Mercilerde Temsili ve Temsilcilerin Sorumluluğu������������������������������������������������� 417 Yrd. Doç. Dr. Mehmet KARAARSLAN ERDOĞAN’IN “OTOLİMİTASYON DEKLARASYONU”, � ���������������������������� 467 OHAL VE AKADEMİK ÖZGÜRLÜK Dr. Cenk YİĞİTER Uluslararası Hukuk Açısından Çocuk Askerler ve Pkk’nın Çocuk Askerleri/Militanları����������������������������������� 483 Yrd. Doç. Dr. Serkan KEKEVİ Yrd. Doç. Dr. Gökmen KILIÇOĞLU Makaleler (Artıcles) 1915 Ermeni Tehciriyle İlgili İddialar Karşısında Almanya’nın Sorumluluğu ve Alman Parlamentosundaki Sözde Soykırım Oylaması � ���������������������������������������������������������� 513 Av. Ferhat AZNEVİ (Kanunla Da Olsa) HAGB Kararına Mahkûmiyetin Hukuki Sonuçları Bağlanabilir Mi ?������������������� 521 Av. Coşkun ÖZBUDAK 5237 Sayılı “Türk Ceza Kanunu”nun 122. Maddesindeki Son Düzenlemeler Bağlamında Engellilik Nedeniyle Yapılan Ayrımcılığa Yönelik Değerlendirmelerimiz����������������� 533 Av. Osman SEZER İcra Dairelerinin Etkinliğinin Arttırılması Model Uygulaması Üzerine������������������������������������������������������� 545 Gülcan ZİYTAK - Av. Cemalettin GÜRLER XIII BAŞKANIN MESAJI | PRESIDENT’S MESSAGES Değerli meslektaşlarım; İki yıl önce seçildiğimizde, “Hangi gruptan olursa olsun, Ankara Barosu bundan sonra seçime katılan tüm adaylarla ve tüm mensuplarıyla tek vücut olarak hareket edecektir ve bugünden itibaren Ankara Barosu bir bütündür” demiştik. Bu sözümüz doğrultusunda Yönetim Kurulu’ndaki değerli arkadaşlarımla Ankara Barosu’nu, hiçbir ayrımcı uygulama yapmadan yönettik. Bu sözün gereğini yerine getirdiğimizi; Ankara Barosu’nun, tüm meslektaşlarımızın kendini ait hissettiği bir meslek örgütü olma vasfını koruyup yükselttiğimizi umuyorum. Yönetimdeki arkadaşlarıma katkıları için teşekkür ediyorum. Ankara Barosu yönetimine seçildiğimiz günden bu yana yürüttüğümüz çalışmalardan haberdarsınız. Zorlu bir dönemin yarattığı hukuki süreçlerin içinden geçtik; geçmeye de devam ediyoruz. Baroların, yaygınlaşan sessizliği yırtan bir ses olarak hukukun üstünlüğünün, temel hak ve özgürlüklerin ve halkın savunucusu olması için elimizden gelen çabayı gösterdik. Baro olarak mücadele ettik ve bir hizmet örgütü olarak çalıştık. Asansörleri yenilemekten tutun da mAV-i uygulamasına kadar bir dizi hizmete imza attık. Adliye binalarının ayrılmasına karşı mücadele ettik; ayrılma kaçınılmaz olduğunda ise avukatların yaşamını kolaylaştırmayı hedefleyen çözümleri ürettik. Hem avukatın hakkını savunduk hem de yaşamını kolaylaştırdık. Değerli meslektaşlarım, Yola, “insan haklarının üstünlüğü” ve “hukuk devleti” diyerek çıkan ve bu ilkeleri rehberi kılan bir yönetim için çok zor bir dönemdi. Çok değil sadece üç ay önce maruz kaldığımız alçakça darbe girişimi ve ardından ilan edilen Olağanüstü Hal’le nihayet bulan; öncesinde siyasal rejim tartışmalarının alıp başını gittiği, şimdi de Olağanüstü Hal rejimi uygulamaları ile terörün de gündelik hayatımıza girerek yaygınlaştığı bir dönemdir sözünü ettiğimiz. Diyebilirim ki görev yaptığımız süre içerisinde Türkiye Cumhuriyeti tarihinde daha önce hiç yaşanmamış olaylara tanıklık ettik. Türkiye, süregiden bölücü terör yanında IŞİD terörü ile tanıştı. Barış mitinglerine, siyasi parti gösterilerine, şehirlere, sokaklara, otobüs duraklarına ve hatta düğünlerimize kadar geldi. Kilis şehir merkezimiz ve sınır bölgeleri saldırıların hedefi olurken, Türk Ordusu da Suriye’ye girmek zorunda kaldı. Türkiye, 40 yıldır verdiği terör mücadelesinin en zor günlerini yaşamaktadır. Biz, Ankara Barosu olarak teröre karşı hiç susmadık. Terörü kabullenmedik. “Terörle yaşamaya alışmamız lazım” diyenlere inat, “alışmayacağız, kabullenmeyeceğiz” dedik. Siyasetin şiddet sarmalına çekilmesine karşı çıktık; bunu yapanları lanetledik. Buradan da bir kez daha, başta 10 Ekim katliamında yitirdiğimiz XIV değerli canımız Avukat Uygar Coşgun ile menfur terör saldırılarında yitirdiğimiz Diyarbakır Barosu Başkanı Avukat Tahir Elçi ve Savcı Mehmet Selim Kiraz olmak üzere teröre kurban verdiğimiz tüm yurttaşlarımızı ve güvenlik kuvvetlerimizi saygıyla anıyor; kendilerine Allah’tan rahmet, kederli ailelerine, tüm yargı camiasına ve milletimize başsağlığı diliyoruz. Değerli meslektaşlarım; Ankara Barosu, insan haklarının üstünlüğü ilkesine bağlı bir barodur. Ankara Barosu, Anayasamızda belirlenen demokratik, laik ve sosyal hukuk devletini savunur. Ankara Barosu, çoğulcu demokrasiden yana demokrat bir barodur. Teröre karşı mücadele edilirken bu ilkelerden sapılmaması gerektiğini en acı günlerimizde vurguladık. Şimdi olağanüstü hal koşulları içinde daha güçlü ve daha gür şekilde vurguluyoruz. Unutmuş değiliz; terörün bir kesimine karşı açık bir güvenlik zafiyeti içinde olanlar, savcı Mehmet Selim Kiraz öldürüldüğünde, hiç çekinmeksizin biz avukatları suçlayabildiler. Bir hükümet, hukuk devletine sahip çıkmıyorsa; devlet işleyişinde insan haklarının üstünlüğü ilkesini hakim kılmıyorsa; özgürlük ve güvenlik dengesini, onun ölçüsü olacak bu temel iki ilke üzerinde kurmuyorsa görevi başındaki Cumhuriyet Savcısı’nı, görevi gereği kentinin tarihi dokusuna sahip çıkan Baro Başkanı’nı, koruması altındaki yasal ve meşru mitinge katılan avukatını koruyamadığında, sorumluluktan kurtulma amacı ile elbette başka sorumlular arayacak; açık bir ‘saptırma gayreti’ içine girecektir. Ve çareyi, özgürlük-güvenlik dengesini özgürlükler aleyhine, güvenlik lehine aşırı şekilde bozmakta arayacaktır. Hedefli bir terör saldırısını önleyemeyen devletin görevi, avukatları suçlamak değil, bireyi ve toplumu, özgürlüklerinin tüm güvencelerini sağlayarak korumaktır. Savcı Mehmet Selim Kiraz öldürüldüğünde Ankara Barosu olarak, avukatları suça bulaştırmaya yönelik ‘algı operasyonuna’ karşı çıktık. Bu üzücü olayın benzerinin bir daha yaşanmaması adına ortak akıl, inanç ve samimiyetle hareket edilmesi için yapılması gereken her şeye Ankara Barosu avukatlarının hazır olduğunu derhal duyurduk. XV Bizzat devletin güvenlik zafiyetinden kaynaklanan menfur olayların faturasının kimi zaman avukatlara, kimi zaman başta muhalifler olmak üzere iktidardan yana olmayan toplumsal kesimlere çıkarılmaya çalışılmasına; İç Güvenlik Paketi’yle hedeflenen olağanüstü rejim koşulları yaratılmaya çalışılmasına işaret ettik. İç Güvenlik Paketi’ne sadece Ankara Barosu olarak değil, 79 baro ve Türkiye Barolar Birliği’yle birlikte, tüm avukatlar olarak karşı çıktık. Hatırlayacaksınız; İstanbul Barosu ile birlikte Çağlayan Adliyesi’nde nöbet tuttuk; İzmir Barosu ile birlikte Gündoğdu meydanında dev bir miting yaptık ve 79 Baro Başkanı biraraya geldik. Ankara Barosu olarak, tüm barolarımızı TBMM’ye yürümeye çağırdık; meslektaşlarımızla birlikte yürüdük. Niye oradaydık; niye katıldık; niye yürüdük: Çünkü siyasi iktidarı, “Avukatlar olarak, bu vahim tasarının yasalaşması durumunda toplumsal barışın tümüyle ortadan kalkacağı; bireysel ve kolektif hukuk güvenliğinin yok edileceği ve totaliter bir düzenin keyfi uygulamaları ile karşı karşıya kalınacağı” hususlarında uyarmak istedik. Değerli meslektaşlarım; Ankara Barosu, Cumhuriyet’in anayasal kurumlarına karşı girişilecek her türlü kalkışmanın karşısındadır. 15 Temmuz gecesi yaşadığımız alçakça girişimde de koşulsuz olarak Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin ve onun bütünsel iradesinin yanında yer almış ve askeri darbeye karşı çıkmıştır. Türkiye demokrasisinin geçtiği bu büyük sınavda, haberi alır almaz duraksamadan “Darbeye Hayır” diyerek demokrasiden yana tavrımızı ortaya koyduk. Çünkü darbelerin Türkiye’ye verdiği zararı en iyi biz hukukçular biliyoruz. Çünkü darbe, her şeyden önce ‘hukuksuzluk’ demektir. Defalarca vurguladık: Ankara Barosu, Türkiye Cumhuriyeti’nin tam bağımsız, demokratik, laik, sosyal hukuk devleti olarak mevcudiyetini sürdürmesinde; içte ve dıştaki bedhahlara karşı mücadelede, hukuk devleti sınırları içerisinde taraftır. Demokratik rejime karşı yapılan, yapılmaya çalışılan bütün darbe, darbe girişimi, kalkışmalar karşısında hukukun, demokrasinin, ülkemizin bütünlüğünün savunucusuyuz. Kurtuluş Savaşı’nı veren ve Cumhuriyet’i kuran bu toprakların insanları, ulusal bütünlüğüne darbe vurmaya kalkışanlara, iç savaş çıkartmak isteyenlere karşı ülkesini korumaya devam edecek ve her zaman parlamenter demokrasinin savunucusu olacaktır. Askeri darbe girişimine karşı direnirken yitirdiğimiz başta Türk Silahlı Kuvvetleri’nin onurlu astsubayı Ömer Halisdemir olmak üzere, artık milli kahramanlar olarak anılan demokrasi şehitlerimizi buradan bir kez daha saygıyla anıyorum. Kendilerine müteşekkiriz. XVI Değerli meslektaşlarım, 15 Temmuz askeri darbe girişiminin püskürtülmüş olması ve ardından gelen Yenikapı Mitingi, Cumhuriyet’in ancak kendi temelleri üzerinde yükselebileceğini açıkça göstermiştir. Cumhuriyetimiz, sanıldığı gibi emperyalist bir savaştan yenilgi ile çıkan Osmanlı Devleti’nin mirası üzerine kendiliğinden yani doğal bir tarihi süreç içinde kurulmuş değildir. Aksine, emperyalist güçlere teslimiyeti kabul etmeyen Mustafa Kemal öncülüğünde Türk Milleti’nin gerçekleştirdiği Türk Devrimi’nin eseridir. Cumhuriyetimiz, barıştan doğmuştur: Lozan Barış’ı sadece bir antlaşma değil, Cumhuriyetimizin kurucu belgelerinden biri; başka bir ifade ile Cumhuriyetimizin tapusudur, ülke bütünlüğümüzün, ülkemizde yaşayan farklı dinler ve kültürler arasındaki toplumsal barışın kaynağıdır. Değerli meslektaşlarım, Biz avukatlar, güçlü bir tarih bilincine sahibiz. Bu noktaya sıfırdan gelmediğimizi biliyor ve hatırlıyoruz. Darbecilerin devlet içinde yuvalanmasına “ne istediler de vermedik”, diyerek yıllarca yol verildiği gibi, Anayasa sık sık ihlal edilerek, “Ülke anayasasız fiilen de yönetilir” denilerek, özetle ülkeyi anayasasız kılarak darbeci ideolojiye de bir zemin hazırlanmıştır. Bunu defalarca “dizginsiz ve sınırsız iktidar arayışı” olarak ifade ettiğimizi; uyardığımızı biliyorsunuz. Değerli meslektaşlarım; Cumhuriyet’in en önemli kazanımlarından biri de kadının özgürleşmesine hizmet eden Medeni Kanun başta olmak üzere siyasal katılma haklarını da kapsayan eşitlikçi hukuk devrimleridir. Yönetimimizin en duyarlı olduğu konulardan biri de kadın hakları olmuştur. Gelincik Projesi, başladığı günden bu yana kadın meslektaşlarımızın büyük özverisi ve özeniyle devam etmektedir. Nefretle kınadığımız ve davasına müdahil olduğumuz Özgecan Aslan cinayeti sonrasında Ankara Barosu Dergisi’nde kadına yönelik şiddetin ve ayrımcılığın tüm hukuki boyutlarının ele alındığı bir özel sayı hazırladık. Bu sayımızı, kadına yönelik ayrımcı politikaların dolaylı bir sonucu ile aramızdan ayrılan hukukçu meslektaşımız Didem Yaylalı’nın anısına adadık. Ancak kadın meslektaşlarımız takdir edeceklerdir ki bu konuda sorumluluk bizlere, ancak görevin çoğu onlara düşmektedir. Yönetime daha fazla katılmalılar. Birleşmiş Milletler belgesinde belirtildiği üzere; eşit ilişkiler kurulması yolundaki çabaların ve kadınların hayatın her alanına etkin katılımının, bir ülkedeki demokrasi kültürünün derinleşmesini sağlayacağı açıktır. XVII Değerli meslektaşlarım, Yaşadığımız darbe girişimi, bize parlamenter demokrasinin Türkiye demokrasisi açısından önemini gösterdiği gibi, kuvvetler ayrılığının da demokrasimiz için olmazsa olmaz olduğunu hatırlattı. Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi’nin 16. maddesi, “Kuvvetler ayrılığı olmayan toplumların anayasası yoktur” der. Demokrasimizin temellerinden biri, kuşkusuz kuvvetler ayrılığıdır. Cumhurbaşkanının seçimle görevine başlamış olması, ona Anayasa’nın üzerinde bir konum kazandırmaz. Anayasa’daki statüsünün üzerine çıkmaya çalışacak bir Cumhurbaşkanı’nın Anayasa krizine sebebiyet verebileceği görülmektedir. Görev yaptığımız dönemde Türkiye, tarihinde olmadığı kadar kutuplaşmış; bilinçli ve planlı bir şekilde ayrıştırılmıştır. Demokratik, laik ve sosyal hukuk devleti ülküsünde bir araya gelen, farklılıklarını bu amaçta birleştiren ve hedefini muasır medeniyet olarak çizen milletimizin bir araya gelmeye, bir olmaya ihtiyacı olduğu tartışmasızdır. Değerli meslektaşlarım; Bizler, görev dönemimiz içerisinde Ankara Barosu’nda bir bölünmeye ve kamplaşmaya mahal vermedik. Baromuza kayıtlı tüm meslektaşlarımızın ortak hassasiyetlerini savunmaya çabaladık. Adeta engizisyon mahkemelerine dönüşen yargı sisteminin içinde adaletten, hukuktan yana; insan haklarından, temel hak ve özgürlüklerden yana; yani avukatlığın ortak ilkelerinden yana olduk. Mustafa Kemal Atatürk, Cumhuriyeti “kimsesizlerin kimsesi” olarak tanımlar. Bizler de Ankara Barosu’nda bu anlayışla görev yaptık. Barolar, ülkemizin en temel demokratik, özgürlükçü ve kurumsal meslek örgütlerinin başında gelmektedir. Bizler, görev süremiz boyunca hem ülkenin demokratikleşmesi ve adaletin her alanda tesisi için mücadele ettik hem de mesleki hakların geliştirilmesi, siyasal iktidarların baskılarına karşı direnilmesi noktasında çok büyük bir çaba gösterdik. Bu çabayı sadece Ankara Barosu üyesi meslektaşlarımız için değil, Afyon Barosu üyesi meslektaşımız Avukat Umut Kılıç için de gösterdik. Hatırlayacaksınız; Avukat Umut Kılıç şahsında bir hukuk cinayeti işlendi. Hakimlik sınavına giren bu meslektaşımız, Cumhurbaşkanı’na hakaret suçundan tutuklandı. Ankara Barosu olarak, Avukat Umut Kılıç serbest bırakılana kadar aralıksız şekilde mücadele ettik ve savunmayı tutsak ettirmedik! Değerli meslektaşlarım, Bununla da yetinmedik. Avukat Umut Kılıç örnek olayı, ifade özgürlüğünün önüne dikilmiş bulunan en önemli engellerden birinin de Cumhurbaşkanı’na hakaret suçu olduğunu gösterince, bu suç tipi ile ilgili olarak bir panel düzenledik. XVIII Avrupa Komisyonu’nun danışma organı olan Venedik Komisyonu da açıkladığı raporunda kaygılarımızı paylaşmakla yetinmeyerek aynı noktalara temas etti. Venedik Komisyonu, açık ve net bir şekilde, Cumhurbaşkanı’na hakaretin cezalandırılmasını öngören TCK’nın 299’uncu maddesinin “Avrupa ve uluslararası standartlarla uyuşmadığını” belirtip Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin ifade özgürlüğüyle ilgili içtihadını ihlal edici kovuşturmaların önüne geçilmesi için “en iyi çözümün”, maddenin TCK’dan tamamen kaldırılması olacağı görüşünü savundu. Değerli meslektaşlarım; Kuvvetler ayrılığı, sadece Cumhuriyet’in değil Türk kamu hukukunun ve devlet geleneğinin de esasını oluşturur. Türk kamu hukuku da adaleti bir lütuf olarak değil bir kanunlaştırma/anayasalaştırma ve kanuna uyma olarak görmektedir. Bu yaz kayıp haberini aldığımız ve siz meslektaşlarım adına da saygıyla andığım büyük tarihçimiz Halil İnalcık’ın ifadesiyle Türk kamu hukuku geleneğinde, “Adalet, hükümdarın bir bağışlama fiili değil, yasanın doğru ve tarafsız bir şekilde uygulanmasıdır.” Bu konuda değerli yargıçlarımıza da önemli bir görev ve sorumluluk düşmektedir. Kuvvetler ayrılığının ortadan kalkmasına hizmet edecek şekilde siyasal iktidara bağımlı değil, egemenliği kullanan bağımsız bir kuvvet olduklarının bilinci ile hareket eden savcı ve yargıç, kişi olarak da demokrasimizin bir güvencesine dönüşür. Değerli meslektaşlarım, Konuya ilişkin basın açıklamalarımızı incelediğinizde, tüm bu konularda aktif bir tavır aldığımızı; teröre karşı çıktığımızı; laiklik ve ulusal egemenliğe, insan hakları ve hukuk devletine, demokrasiye, parlamenter rejime, kuvvetler ayrılığına, kısaca bir bütün olarak Cumhuriyet’e sahip çıktığımızı göreceksiniz. Ben ve yönetim kurulu üyesi meslektaşlarım, her vesile ile Anıtkabir’e başımız dik, gururla gittik. Bazıları küçümseyerek “Ata’ya şikayet ediyorlar” diyebilecektir. Hayır, yukarıda saydığımız değerlere sahip çıkıyoruz. Bugün Atatürk ve temsil ettiği değerler, demokrasimizin geleceği için anahtar önemdedir. Bu değerleri savunuyoruz. Biz yine gideceğiz hep gideceğiz. Değerli meslektaşlarım; 15 Temmuz 2016 günü başlayan ve Meclisimizi dahi bombalamaya cüret eden, kendi halkına ateş edecek kadar gözü dönmüş olan kişilerce yapılan kalkışma, devlet içine sızmış ve yuvalanmış kirli yapıların ulaştıkları noktayı açık olarak göstermiştir. Dolayısıyla bu kirli yapıların devlet örgütlenmesinden temizlenmesi ve bu temizliğin hukuk kuralları içerisinde yapılması, Türkiye Cumhuriyeti’nin geleceği için hayati önemdedir. Ankara Barosu, gözaltılar ile birlikte, gerek kollukta gerek savcılık ve sorgu hakimliklerinde Ceza Muhakemesi Kanunu uyarınca Emniyet Müdürlüğü ve XIX Cumhuriyet Savcılıklarından gelen talepler doğrultusunda avukat görevlendirmeleri yapmıştır; yapmaya devam etmektedir. Meslektaşlarımız ve Baromuz, yasadan kaynaklı görevleri gereği hangi şartlar altında olursa olsun şüphelilerin ifadesinin hukuka uygun olarak alınması, maddi gerçekliğin soruşturma dosyasına yansıyabilmesi, herkesin yargı önünde savunulma hakkına kavuşması gerektiği bilinciyle ve Ceza Muhakemeleri Kanunu amir hükümleri doğrultusunda görevlerini ifa etmektedirler. Sorgu ve yargılama süreçlerinin hukuk kurallarına uygun yürütülmesi, suçluların hak ettikleri cezaları iç hukuk ve taraf olduğumuz uluslararası hukuk kurallarına uygun olarak almaları için zorunludur. Değerli meslektaşlarım, Darbe sonrasında ilan edilen Olağanüstü Hal ve akabinde yayınlanan Olağanüstü Hal Kararnameleri, hukuk devleti ilkelerini gözardı edebilecek uygulamalara kapı aralayabilir niteliktedir. Uluslararası gözlemci kuruluşlardan ve CMK takibi yapan meslektaşlarımızdan gelen bazı şikayetler söz konusudur. Kriz ve Koordinasyon Merkezimiz olağanüstü hal uygulamalarının hak ihlaline dönüşmemesi için canla başla çalışırken hükümetin, Olağanüstü Hal ilanından doğan olağanüstü hal kararnamesi çıkarma yetkisini savunmayı devre dışı bırakarak hak ihlallerini sistematikleştirme, TBMM’yi devre dışı bırakarak devleti yeniden yapılandırmak üzere kullandığını da müşahede ettik. Olağanüstü hal, hukuk devletlerinde istisnai ve geçici olması gereken bir yönetim usulüdür. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 120. maddesinde de bu yönetim usulü olağanüstü dönemler için istisnai ve geçici olarak düzenlenmiştir. Bu yetkinin ancak geçici ve denetlenebilir bir kullanımı, demokratik anayasalarla bağdaşır. Aksi durumda, bu kurumun sistematik ve düzenli kullanımının, zorunlu olarak demokrasinin tasfiyesine yol açacağını tarihteki örneklerinden biliyoruz. Anayasamızın 121. maddesi, olağanüstü hal kararnamelerinin Bakanlar Kurulu’nca olağanüstü halin ‘gerekli kıldığı konularda’ çıkarılabileceğini belirterek KHK’lere amaç yönünden sınırlama getirmiştir. Bu KHK’lerle ancak, olağanüstü halin nedenlerini ortadan kaldırmayı amaçlayan konularda düzenleme yapılabilir. Bu KHK’ler süre bakımından da sınırlanmış olup olağanüstü halin sona ermesiyle kendiliklerinden yürürlükten kalkarlar. Anayasa Mahkemesi içtihadı ile kabul edildiği üzere olağanüstü hal kanun hükmünde kararnameleri ile yasalarda değişiklik yapılamayacağı; bunun TBMM denetimi dışına taşma anlamına geleceği tartışmasızdır. Olağanüstü hal kararnamelerinin soruşturmaya müteallik hükümlerinin ve olağanüstü hal soruşturma uygulamalarının bu amaca hasredildiğini söylemek ise güçtür. Bu zamana kadar uygulanan olağanüstü hal kararnameleri avukatları mesleklerini icra ederken birçok zorlukla ve hukuksuzlukla karşı karşıya bırakmaktadır. XX Bu kararnameler sonrasında; tutukluların avukatları ile yaptıkları görüşmeler teknik cihazlarla sesli ve görüntülü olarak kaydedilmekte ayrıca koruma infaz memuru da görüşmeyi izlemek amacıyla hazır bulunmaktadır. Tutuklunun avukatına, avukatın tutukluya belge veya belge örnekleri vermesine kısıtlama getirilmiştir. Savunma metinleri ile dilekçeler, kontrol edileceği gerekçesiyle avukatlardan alınmakta, bu dilekçelerde “şifreli mesaj” olup olmadığı incelenmekte, bu incelemeler nedeniyle de dilekçeler tutuklulara bir aydan önce ulaşmamaktadır. Cezaevlerinde yasa gereği 24 saat yapılabilecek görüşmeler, her bir tutuklu için haftanın belirli gün ve saati ile sınırlandırılmıştır. Aynı kampüs içinde bulunan cezaevlerinde farklı uygulamalar yapılmaktadır, Cezaevlerindeki avukat görüşme odaları, infaz koruma memuru eksikliği gerekçesiyle sınırlandırılmıştır. Bu nedenle, sabah erken saatlerde cezaevine giden meslektaşlarımız bütün gün bekledikleri halde müvekkilleriyle görüşemeden dönebilmektedir. Müvekkilleri ile görüşmek için bekleyen avukatlar bekleme odasına yiyecek içecek sokulmaması nedeniyle zor koşullarda görev yapmaya çalışmaktadırlar. Bu durum, sadece meslektaşlarımızın problemi değil tutuklular açısından bakıldığında da bir insan hakları problemi haline gelmiştir. Savunmaya getirilen bu kısıtlamalar, sadece avukatları savunma görevlerini yaparken zor duruma sokmamaktadır. Aynı zamanda Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 15. maddesi hükümlerince korunan hakların ihlal edildiği, işkence ve kötü muamelede bulunulduğu yönündeki iddiaların yaygınlaşması karşısında yargısal meşruiyet sorunlarına da sebebiyet vermektedir. Nitekim Avrupa Yargısının çatı örgütü Avrupa Yargı Konseyleri Ağı, Aralık ayında yapılacak Genel Kurulda HSYK’nın gözlemciliğinin askıya alınacağı kararını açıklamıştır. Olağanüstü hal rejimi bakımından da yukarıda andığımız sınırların ötesine geçen, savunma hakkını kısıtlayan düzenlemelerin, olağanüstü halin hukukiliğini ortadan kaldırdığı; amaç bakımından ölçüsüz bir özellik taşıdığı; hukuk devleti ilkesini zedelediği açıktır. Bu süreçte Bakanlık yetkilileri ile bir çok kez yapılan görüşmeler sonucunda, bazı aksaklıklar giderilmiş ayrıca sorununun çözülebilmesi için Sincan kapalı cezaevinde yeni infaz memurlarının geçici olarak görevlendirilmesi için tebligatlar yapılmaya başlanmış ve infaz memurlarının göreve başlamasıyla birlikte görüşme saatlerinin de uzatılacağı ifade edilmiştir. Değerli meslektaşlarım, Genç meslektaşlarıma bir özrüm var: Geçen dönem söz vermiştik; olmadı. Staj kaydiyesini kaldırmakla acaba hata mı ettik? Bunu bu genel kurulda yine konuşalım. Mali kaynaklarımızda daralma oldu; yapamadık. İlk Büro Projesi, vaat edip de yerine getiremediğimiz tek projedir. Önümüzde duruyor. Faaliyet raporumuzda da gördüğünüz gibi; bunun dışında verdiğimiz sözlerin çoğunu tutmayı başarmış olmanın rahatlığı içindeyiz. Bir de yaptıklarımız var. Faaliyet raporumuzda yer aldığından hepsine değil bir kısmına ve kısaca değinmek isterim. XXI Asansör çilemiz bitti. Ankara Adliyesi’ndeki üç asansör, talebimiz üzerine avukatlara tahsis edildi. Bu asansörleri yeniden yaptırdık ve bu çalışmanın avukatların katlar arası ulaşımını büyük oranda rahatlattığını görmekteyiz. Ankara Barosu olarak, Ankara Adliyesi, icra mahkemeleri ve müdürlüklerinin bulunduğu Yenimahalle’deki ek hizmet binası ile iş ve ticaret mahkemelerinin taşındığı Balgat’taki ek hizmet binasında, avukatlara ücretsiz kablosuz internet hizmeti vermeye başladık. mAV-i adıyla bir duruşma takip sistemi geliştirerek avukatları UYAP sistemine eş zamanlı olarak entegre ettik. Artık avukatlar duruşma bilgilerini akıllı cep telefonlarından izleyebiliyorlar. Vekili oldukları tüm davaların duruşma bilgilerini mAV-i’den aylık, günlük ve anlık olarak takip edebiliyorlar. Duruşmalara ait mahkeme, dosya numarası, tarih ve saat bilgilerini cep telefonlarının ekranında görebiliyorlar. Gün içinde mahkemelerin listesindeki duruşmalardan hangilerinin tamamlandığını, o an hangisinin devam etmekte olduğunu ve sıra bekleyen duruşmaları kolaylıkla takip edebiliyorlar. Kendi duruşmalarının yaklaşık olarak ne kadar süre sonra başlayacağı bilgisine sahip olabiliyorlar. CMK görevi yapan üyelerimizin ulaşım sorununu çözmek için araç filosu oluşturduk. Önce CMK görevi yapan kadın avukatlara, 1 Ocak 2015 tarihinden itibaren hafta içi saat 17:30 – 24:00 ve hafta sonu ile diğer resmi tatil günlerinde 08:00 – 24:00 saatleri arasında araç tahsis etmeye başladık. Sonra bu uygulamayı, CMK görevi yapan tüm avukatları kapsayacak şekilde genişlettik. Şimdi bu hizmeti 7 gün 24 saat verebilmek için çalışıyoruz. Adliye binaları çoğalınca, üyelerimizin adliyeler ve ek binaları arasındaki ulaşım sorununu çözmek için servis uygulaması başlattık. Meslektaşlarımız, Ankara Adliyesi’nden hafta içi her gün belirli saatlerde kalkan servis araçlarıyla Ankara Batı Adliyesi, ek binalar ve cezaevine gidebiliyor; bu adreslerden belirli saatlerde kalkan servislerle Ankara Adliyesi’ne dönebiliyorlar. Ankara Adliyesi’ndeki iş ve ticaret mahkemelerinin taşındığı Balgat’taki ek adliye binasında avukatların yaşadığı asansör, turnike ve otopark sorununu çözdük. Balgat ek binasına giriş – çıkışı kolaylaştırabilmek için binanın girişine avukatlara özel bir turnike yerleştirdik. Balgat binasındaki dört asansörden biri de bizim talebimiz doğrultusunda avukatlara tahsis edildi. Yine adliye içinde 2 katta bir meslektaşlarımızın dinlenebileceği ve çalışabileceği bilgisayar ve yazıcıların yer aldığı avukat odaları ile vestiyerleri hizmete sunduk. Balgat binasındaki otopark sorununu çözmek amacıyla ek bina yakınında 250 araçlık otoparkı da hizmete soktuk. Değerli meslektaşlarım; Ankara Barosu, Yönetim, Denetim, Disiplin kurulları yanında dayanışma sandığı ABAYS, 9 ayrı Merkez, 29 ayrı Kurul, 2 ayrı Komisyon ve 7 ayrı Kulüp’le hizmet veren bir büyük meslek örgütü. XXII Bütün kurullarımız, komisyon, merkez ve kulüplerimiz, hizmetlerini eksiksiz yerine getirdiler. İcraatlarını faaliyet raporumuzda paylaştılar. Bazı kurullarımız temel hizmetlerimizi veriyor: Staj Kurulumuz, staj hizmetlerini; CMK Kurulumuz, zorunlu müdafilik hizmetlerini; Adli Yardım Kurulumuz, adli yardım hizmetlerini koordine etti. Avukat Hakları Merkezimiz, her zaman yanınızda olmaya gayret etti. Değerli meslektaşlarım, Biliyorum; Balgat’ta hizmete giren ek bina, genel olarak bizleri memnun etmemiştir. Hatta “İkbal Adliyesi” diye mizah ve eleştiri yüklü bir ad koyduğunuzu; pek çoğunuzun da bu adı kullanarak bu adliyeyi benimsememe tutumunu sürdürdüğünüzü biliyorum. Gündeme gelir gelmez, imza kampanyası başlattık; 3 bin 469 meslektaşımız destek verdi. Bakanlık bürokratlarını ziyaret ettik. Bu çözümü benimsemediğimizi Adalet Bakanlığı’na ilettik. İki yıl içinde yeni adliye yapacağız diye söz verdiler; bu taşınma çözümünde direttiler. Sizlerle birlikte koridor eylemleri ve basın açıklamaları yaptık. Yetmedi, dava açtık. Bir de ortak akıl toplantısı yaptık; ne yapalım diye. Yönetim olarak yaptıklarımızı aktardık ve daha ne yapabiliriz diye sorduk. Ancak bu konuda yetkili olmadığımız için sayılanlardan daha öte bir şey yapılması mümkün olamadı. Tüm direnmelerimize rağmen adliye binası hizmete sokulunca da, bir hizmet örgütü olarak avukatların karşılaştığı sorunları hızlıca çözme yoluna gittik. Değerli meslektaşlarım, Bir de Yeşil Pasaport konusu var ki çözülmedi; çözülmüyor ve devletin avukatlara bakışı değişmediği sürece de çözülmeyecek gibi görünüyor. Yine de bu konudaki girişim ve mücadelemizi sonlandıracak değiliz. Türkiye tarafından imza altına alınmış uluslararası anlaşma ve kurallara göre avukatların uluslararası serbest dolaşım hakkının sağlanması bir zorunluluktur. 1990 yılında Türkiye’nin de imzalamış olduğu ve Havana Kuralları olarak da bilinen sözleşmenin 16. maddesi, “Avukatların hiçbir baskı, engelleme, taciz veya yolsuz bir müdahale ile karşılaşmadan her türlü mesleki faaliyetlerini yerine getirmelerini; yurtiçinde ve yurtdışında serbestçe seyahat edebilmelerini ve müvekkilleriyle görüşebilmelerini” öngörmektedir. Yargının üç ayağından biri olan avukatların yeşil pasaport hakkından yararlandırılmayıp sadece yargının diğer ayakları olan iddia makamı cumhuriyet savcıları ile karar mercii hakimlerin faydalandırılmalarını çifte standart olarak görüyoruz. Barolarımız ve Türkiye Barolar Birliği, gerek siyasi partiler gerekse ilgili bakanlıklar nezdinde ve TBMM’de bu sorunun çözümü konusunda defalarca girişimde bulunmuşlardır. Meclis’teki avukat vekil sayısını da düşündüğümüzde en fazla XXIII üye ile temsil edilen meslek grubu olarak girişimlerimizin sonuçsuz kalmasını trajikomik bulmaktayız. Değerli meslektaşlarım, Biliyorsunuz; Diyarbakır Baro Başkanımız Tahir Elçi’ye yönelik suikast soruşturmasına hiçbir gelişme yok. Niye yok? Neden aydınlatmıyorsunuz? Soruyorum! Olağanüstü Hal döneminde avukat gözaltılarına nezaret edecek Baro Başkanları dahi destursuz gözaltına alındı; alınıyor. Suçludur, değildir; bilemeyiz. Darbe suçuna karışanların cezalandırılması hukuk devletinin bir gereğidir. Ama bu görüntü, savunmanın bağımsızlığına yakışıyor mu? Bu görüntü ile darbecileri adil şekilde yargıladığınızı ileri sürebilecek misiniz? Soruyorum! Çözüm, basittir: İnsan haklarının üstünlüğüne dayanan hukuk devleti. Yarın değil, bugün; birazdan değil, hemen şimdi! Hangi dünya görüşünde olursak olalım hepimizin ihtiyaç duyacağı ve bugün üzerinde birleşmezsek yarın çok geç olacak olan temel ilke budur. Değerli Meslektaşlarım, Bu sayımızı Ankara Barosu Eski Başkanlarından Sadık Erdoğan’a saygı sayısı olarak çıkarıyoruz. Meslek büyüğümüz, değerli abimiz, sayı hazırlanırken çok değerli katkılar sundular ve ilk kez bu kapsamda bir saygı sayısı hazırlamış olduk. Böylece kendisine saygı göstermek için hazırlanan sayıda da emeğini esirgemeyerek Başkent Baromuza katkı vermeyi sürdürmüş oldu. Cumhuriyetçi değerlere sıkı sıkıya bağlı üstadımız Sadık Erdoğan, aynı zamanda iyi bir şair. Şöyle diyor bir şiirinde; “Bir inansanız, bir inansanız./ Ne böyle bitecek anılarımız, /Ne böyle gidecek bu upuzun yol./ Sevmekle sevilmek arası beş dakika/ Bir koşuda alacağım inansanız.” Ve elbette ve her zaman, avukat olmadan önce insani değerleri, sevgiyi, ölüme karşı hayatı savunan, “inansanız” diye seslenen şairlerden öğreniyoruz. Sadık Erdoğan hem önceki Baro başkanımız, hem değerli bir meslek büyüğümüz, hem de bir şair olarak bilincimize ve vicdanımıza yol gösterici bir şekilde seslenmeye devam ediyor. Teşekkür ederiz. Saygılarımla. Av. Hakan CANDURAN Ankara Barosu Başkanı XXIV Avuk at Sadık Erdoğan’a Saygıyla… Av. Sadık Erdoğan - Yaşam Öyküsü AV. SADIK ERDOĞAN Yaşam Öyküsü 01.01.1946’da Kırklareli, Lüleburgaz Büyükkarıştıran’da doğdu. İlk ve orta öğrenimini Büyükçekmece, Hakkari, Beytüşşebap Hilal ve Gerur köyünde ve Ürgüp, Kayseri ve Nevşehir’de yaptı. 1963 yılında Nevşehir Lisesi’ni bitiren 8 öğrenciden biriydi. Sınavda Ankara Hukuk Fakültesi’ni kazandı. O sıralarda sınıf geçme sistemi, o sınıfta okutulan derslerden kura ile çekilen ikisine yazılı sınava girmek, ikisinde de en az 7’şer not almaktı. Notlardan birisi 7’den aşağı ise, diğeri 10 bile olsa iki dersten de sınıfı geçemiyor ve yıl kaybediyordunuz. Eğer 3 yıl içinde sınıfı geçemezseniz okuldan atılıyordunuz. Eleme denen iki dersten geçerseniz, diğer kalan dört dersten, aynı gün sıra ile sözlü sınava giriyordunuz. Tüm derslerinizden en az 7’şer, yani toplam 42 not almanız gerekiyordu. Yani 6, geçer not değildi. Bunun da adı “üssümizan” idi. Milliyet Gazetesi’nde muhabirlik yaptı. Yerel gazetelerde öykü, şiir ve köşe yazıları yazdı. Merkeple köylere kitap gönderen kütüphane, ilk defa Ürgüp’te Müdür Mustafa Güzelgöz tarafından yaratıldı. Onunla yaptığı söyleşi ile de kütüphane tanındı. Birleşmiş Milletler Teşkilatı’ndan bile ödül kazandı. 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 27 Av. Sadık Erdoğan - Yaşam Öyküsü Sonraları şiir yönünde devamlı uğraşıları oldu. Çok yarışmada ödül kazandı. Antoloji ve sanat dergilerinde, Çele, Çaba, Şölen, Çoruh, Çerez, Ajanstürk, Varlık, Defne, Su vs. şiirleri yayınlandı. Kutuplarda Bahar, Ölümsüzlüğün İlk Harfi, Yeryüzü Seninle Güzel, Şiirlerim, Gül Yağmuru, Kışağacı adlarında şiir kitapları ve 2015 yılında Ankara Barosu’nun yayınladığı “Kedi Hukuku Yedi” adlı anı kitabı var. Fakülte münazara ekibindeydi ve Uğur Mumcu’dan sonraki son münazara birincilerinden birisiydi. Meşhur 1968 kuşağındandır. 1968 yılı fakülte boykotlarında önemli rol üstlendi. Öğrenciler fakülteyi işgal ettiler. Boykot Komitesi kuruldu. Sol ve sağ taraftan oluşan komitenin başkanı Abdullah Emre İleri’ydi. Hocalar ve memurlar fakülteden çıkarıldılar. İşin ciddiyetini anlatabilmek açısından, belediye otobüsleri yolcuları indirilerek sığdıkları kadar fakülte bahçesine çekildi. O sıralarda fakülte bahçesine ve içine de polis giremiyordu. Komiteden Emre İleri ile birkaç komite üyesi Prof. Turgut Akıntürk’ün evinde hocalarla toplantılar yaptı. Günler sonra komitenin istekleri kabul edildi. Eleme sistemi kaldırıldı. Ama sonrasında fakülte yönetimi, muhakkik seçtiği Yaşar Karayalçın ile tahkikat yaptı. Mahkemeye verilen ve epey uzun süre yargılanan komite üyeleri 1975 yılında 1. Asliye Ceza Mahkemesi’nde beraat ettiler. 1967 yılında Ceride Heyeti görevini yapmayınca Sedat Örsel ve Adnan Töre ile beraber Mini Ceride-i Kantarı’nı çıkardı. 1970 yılı Ceride-i Kantar dergisi başkanıydı ve aynı yıl fakülteyi bitirdi. Askerliğini Tank Asteğmen olarak yaptıktan sonra avukatlık stajını tamamladı ve 1973 yılı Mayıs ayından beri Ankara’da serbest avukatlık yapıyor. Eşi Ayşe Nermin Erdoğan da avukat olup kızları Canan ve Aslı başka meslekleri seçtiler. Atlas isimli bir torunu var. Ankara Barosu tarihinde aynı yıl mezun olup Baro Başkanlığına seçilen dört avukattan birisidir. Rahmetli Özdemir Özok, Tuncay Alemdaroğlu, Semih Güner ve kendisi 1970 yılı mezunudurlar. Ankara Barosu’nda ve Türkiye Barolar Birliği’nde değişik zamanlarda değişik görevler üstlendi. 1980 yılında Muammer Aksoy, Baro Başkanlığına seçildiğinde o da Yönetim Kurulu üyeliğine seçildi. İki yıl boyunca Başkan Yardımcılığı görevini de yaptı. Bugüne kadar değişik zamanlarda Ankara Barosu ve Türkiye Barolar Birliği dergilerinin yayın kurulu başkanlıkları ve üyeliklerini yaptı. Oldukça uzun süre 28 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 Av. Sadık Erdoğan - Yaşam Öyküsü Türkiye Barolar Birliği delegesi olarak seçildi. Türkiye Barolar Birliği Saymanlığı görevini yaptı. Ayrıca Türk Hukuk Kurumu Yönetim Kurulu Üyeliği ve Saymanlığı görevlerini de üstlendi. Baroda ve başka kurumların yarışmalarında jüri üyelikleri yaptı (Akşam Gazetesi- Şinasi Özdenoğlu yarışmaları gibi). Şair Hukukçular Antolojisi’nin hazırlayıcıları arasındadır. “Şiir Akşamüstleri” adlı programı uzun süre düzenledi ve sundu. Türkiye Barolar Birliği’nde Faruk Erem Köşesi’nin ve Ankara Barosu’nda Hukuk Müzesi’nin yaratılmasında katkıları vardır. Baronun kuruluşundan beri organlarda görev yapan yönetim kurulu, disiplin kurulu ve denetim kurulu üyelerini de 2003 yılına kadar o andaki yönetim kurulu ile beraber tam olarak düzenlemiştir. Ama şu anda bu çalışma nerededir, bilinmiyor. Kıbrıs ve Ermeni Sorununun üzerinde Baro’nun uzun süre çalışmasını Yönetim Kurulu ile beraber sağlamış ve konferanslar düzenletmiş, kitaplar yayınlanmasına da olanak sağlamıştır. Sivas Davası için çıkarılan (Şanal Sarıhan) iki ciltlik çalışma da ayrı bir eserdir. Karadeniz Barolar Birliği Başkanlığı görevine de seçilmiş ve yapmıştır (Bulgaristan, Arnavutluk, Yunanistan, Romanya, Moldova, Rusya, Ukrayna, Gürcistan, Azerbaycan Barolarının oluşturduğu birlik). Ankara Barosu’nun Gölbaşı’nda işlettiği yer satılmak üzereyken Yönetim Kurulu ile beraber satışı engellemiş ve 1/3 hisseyi Dedeman Grubu’ndan Yardımlaşma Sandığı’na almıştır. Sonraki yıl ise tesis ilerleyerek çalışmış ve bugünkü güzel durumuna gelmiştir. Yine Yönetim Kurulu ile beraber ABAYS’ın hizmetine aldığı doktor ile ciddi bir sağlık yardımını da Adliyede başlatmıştır. 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 29 Av. Sadık Erdoğan Başkanlığı’ndaki Baro Çalışmalarından Bazı Örnekler Av. Sadık Erdoğan Başkanlığı’ndaki Baro Çalışmalarından Bazı Örnekler -Avukat Sadık Erdoğan’ın baro başkanlığı dönemi 2000-2002 yılları arasındadır. 2001 yılı başında barolara ve savunma mesleğine yönelik tehditlerin yoğunlaşması üzerine “Ankara Barosu Başkanı Av. Sadık Erdoğan” imzasıyla yapılan ve ülke çapında dağıtılan açıklamada; 27 Ağustos – 7 Eylül 1990 tarihleri arasında Havana’da toplanan “Suçların Önlenmesi ve Suçluların Islahı Üzerine 8. Birleşmiş Milletler Konferansı”nda kabul edilen “Avukatların Rolüne Dair Temel Prensipler” (“Havana Kararları”) hatırlatıldı, uyarılarda bulunuldu ve gerekli düzenlemelerin yapılması istendi. -“Avukatın meslek sırrı”na saygıyı zedeleyen girişimlerin yasa önerisi şeklinde TBMM’nin gündemine getirilmesi üzerine, Ankara Barosu Başkanı Av. Sadık Erdoğan, İstanbul, İzmir ve Antalya Barosu Başkanlarıyla birlikte düzenlediği basın toplantısında bu girişime karşı çıktı, TBMM Adalet Komisyonu üyelerine tek tek başvurarak bu düzenlemenin tasarıdan çıkarılmasını istedi. -2000 yılı Kasım ayında, çeşitli cezaevlerinde başlatılan ölüm oruçları ile gündeme gelen infaz sorununa, etkin şekilde müdahale edildi. Cezaevleri ziyaret edildi, denetimler yapıldı , tutuklu ve hükümlülerle de görüşülerek raporlar hazırlanıp yetkililere iletildi. “Cezaevleri sorunu”nun bir “mimari sorun” olmadığı, öncelikle infaza ilişkin yeni ve çağdaş yasal düzenlemelere gereksinim olduğu belirtildi. Daha sonra 3 Nisan 2001 tarihinde Ankara Barosu Başkanı Av. Sadık Erdoğan, dönemin İstanbul Barosu Başkanı Av. Yücel Sayman ve İzmir Barosu Başkanı Av. Noyan Özkan imzasıyla yayınlanan “Açık Mektup”ta “insancıl ve demokratik infaz anlayışının benimsenmesi” istendi. -Keza, aynı kapsamda tartışılan “genel af ” sorunu da Ankara Barosu’nca ele alındı ve Av. Sadık Erdoğan tarafından yapılan açıklamada; “Siyasal suçları kapsam dışı bırakacak bir af uygulamasının kamu vicdanını rahatsız edeceğine kuşku yoktur. Aksine düzenleme, toplumsal barış ve uzlaşmaya hizmet etmesi gereken ‘af ’ müessesesini bir ‘toplumsal çatışma’ aracı haline getirir. “Parlamentonun af konusundaki iradesine ipotek koyan Anayasa’nın 87. maddesinin ‘erteleme’ gibi yöntemlerle Anayasa’ya karşı hile yoluyla aşılmaya çalışılmasını da doğru bulmuyoruz. Bu, eşitlik ilkesine de aykırı olacaktır. “Doğru olan, Anayasa’nın 87. maddesinin değiştirilmesi ve kamu vicdanına ters düşmeyecek, ülke koşullarına uygun bir düzenlemeye gidilmesidir” denildi ve daha sonra Anayasa’nın ilgili maddesinde yapılan değişikliğin önü açıldı. 30 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 Av. Sadık Erdoğan Başkanlığı’ndaki Baro Çalışmalarından Bazı Örnekler Adliye Binası Bahçesinde Yapılan İlk Balo’ya Gelen Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk ile -“Ölüm cezası”nın kaldırılmasının tartışıldığı 2001 yılında, açıklanan “Partiler Arası Uzlaşma Alt Komisyonu”nca benimsenen Anayasa değişikliklerinde yer alan “ölüm cezası”na ilişkin düzenlemeleri değerlendiren ve “idam, törenle adam öldürmektir” diyen Ankara Barosu Başkanı Av. Sadık Erdoğan şu açıklamayı yaptı: “Partiler Arası Uzlaşma Alt Komisyonu’nca benimsenen Anayasa değişikliği paketinde yer alan düzenleme ile ‘ölüm cezasının kaldırıldığı’ iddiası doğru değildir. “Önerilen değişiklikle yalnızca, mahkemelerin verdiği ölüm cezalarının TBMM’ce onaylanmasına ilişkin düzenleme kaldırılmaktadır... “Dikkat çekici olan bu değişiklik önerisinin gerekçesidir. Komisyonun gerekçesinde aynen; “’Bu değişiklikle, idam cezası ile ilgili ibareler çıkarılmakta; konunun 6 nolu Protokolün 2. maddesi çerçevesinde kanunla düzenlenmesi öngörülmektedir’ deniliyor. “Öncelikle belirtelim ki, bu yaklaşımı yadırgıyoruz. 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 31 Av. Sadık Erdoğan Başkanlığı’ndaki Baro Çalışmalarından Bazı Örnekler Baro Kadın Danışma Evi ile İlgili Bir Törende Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk, Ankara Başsavcısı Fahri Kasırga ve Diğer Avukatlarla Birlikte “’Ölüm cezası’, ilkesel bir sorundur. Bu sorun, ‘kişi’ye, ya da ‘Avrupa Birliği süreci’ne endekslenemez. ‘Öldürme’nin bir cezalandırma yöntemi olamayacağını, çağdaş infaz sistemlerinde bu tür bir ‘cezalandırma’nın kabul edilemeyeceğini düşünüyor, Ortaçağ’dan kalan bu ‘idam cezası’ ayıbının mevzuatımızdan kesinlikle ayıklanması gerektiğine inanıyoruz. Bunu, Avrupa Birliği ya da başka dış kuruluş ve çevreler istediği için değil, insanlık onuru ile bağdaşmadığı ve ulusumuza yakışmadığı için istiyoruz... “’İdam cezası’ gibi, ‘ölümcül’ bir sorunu dahi Avrupa üzerinden düşünen bir zihniyetin önerebileceği düzenleme elbette bu olacaktır. Anayasa’nın 6. maddesinde yer alan ‘ulusal egemenlik’ hakkından vazgeçenler, doğal olarak bunu önereceklerdir. “Türkiye, Ankara’dan yönetilmelidir. Sorun, evrensel değerler temelinde, ülkemizin demokratikleşmesi sorunu olarak ele alınmalı, sözü Avrupa’dan dolaştırmaksızın, eveleyip-gevelemeksizin, Anayasa’ya ölüm cezasının kaldırıldığı açıkça yazılmalı, hiç kimsenin bu cezaya çarptırılamayacağı ve idam edilemeyeceği (düşünülüyorsa istisnaları ile birlikte) Anayasa’da belirtilmelidir. İmzamız dahi bulunmayan yabancı Protokollere dayanılarak ve bunlara atıf yapılıp sorun ortada bırakılarak değil”. -Av. Sadık Erdoğan başkanlığındaki Ankara Barosu, “çevre” konusunda da duyarlı davrandı. 21.02.2001’de kabul edilen 4629 sayılı “Bazı Fonların Tasfiyesi 32 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 Av. Sadık Erdoğan Başkanlığı’ndaki Baro Çalışmalarından Bazı Örnekler Hakkında Kanun” Ankara Barosu Çevre Komisyonu’nca incelemeye alındı ve Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’e başvurularak; “Bu yasa ile; “1) 8 milyon orman köylümüzün kalkındırılması için ayrılan ‘ORKÖY Fonu’ (‘Orman Köylülerini Kalkındırma Fonu’), “2) Ülkemizin doğal alanlarını, parklarını, anıtlarını korumak ve geliştirmek amacıyla tahsis edilen ‘Milli Parklar Fonu’, “3) Dünyada, erozyona en fazla maruz kalan ülkemizin, toprağı koruma ve erozyonu önleme çalışmalarında kullanılan ve hayati önem taşıyan ‘Ağaçlandırma Fonu’ kaldırılacak ve; “Ayrıca bu yasanın imzalanmasıyla, ülkenin tek erozyon yasası olan 4122 sayılı ‘Milli Ağaçlandırma ve Erozyon Kontrolü Seferberlik Kanunu’nun uygulanabilmesini sağlayan gelirler de ortadan kaldırılmış ve bu yasa işlevsiz hale getirilmiş olacaktır” denildi ve yasanın imzalanmaması, bir daha görüşülmek üzere TBMM’ne geri gönderilmesi istendi. -Bergama’lı köylülerin açtıkları davalarda, siyanürcü şirket faaliyetini iptal eden yargı kararlarının uygulanmaması üzerine, 19 Haziran 2001 günü İzmirBergama-Narlıca köyüne giden Ankara Barosu Başkanı Av. Sadık Erdoğan, İstanbul Barosu Başkanı Av. Yücel Sayman ve İzmir Barosu Başkanı Av. Noyan Özkan birlikte yaptıkları basın toplantısında tepkilerini dile getirdiler. Bu basın toplantısında; “Bergamalı köylülerin açtıkları davalarda siyanürcü şirket faaliyetini iptal eden mahkeme kararları neden ve nasıl uygulanmıyor?” “Türkiye’de hukuk devleti neden gerçekleşmiyor?” “Yurttaşların hukuki güvencesi ne durumdadır?” “Adalet sistemi çöküyor mu?” “Hukuk devletine karşı yapılan saldırılara karşı barolar ne yapacaktır?” “Savunmanın güncel sorunları nelerdir?” gibi sorulara yanıt verildi. -7 Haziran 2001 günü, Av. Sadık Erdoğan başkanlığında toplanan Ankara Barosu Yönetim Kurulu, Kıbrıs konusundaki son gelişmeleri ve bu alanda yapılan dış dayatmaları değerlendirdi ve şu kararları aldı: 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 33 Av. Sadık Erdoğan Başkanlığı’ndaki Baro Çalışmalarından Bazı Örnekler “Baromuzun, Kıbrıs davasının ulusal ve uluslararası platformlarda daha güçlü ve etkin bir biçimde savunulması için görev üstlenmesine; “Bu amaçla Ankara ve Lefkoşe Barolarının önderlik edeceği, Kıbrıs Türk Kültür Derneği ve Kıbrıs Türk Kalkınma Platformu’nun da içinde olacağı bir ortak girişim başlatılmasını; “Kritik bir sürece giren Kıbrıs sorununun gerçeklerinin paneller, mesleki toplantılar, diğer etkinlikler ve aydınlatıcı yayınlarla meslektaşlarımıza, ulusal ve uluslararası kamuoyuna duyurulmasına; “Bu bağlamda, Baromuzun kuruluş yıldönümü olan 14 Temmuz 2001 tarihinde yurtdışından gelecek ve yurtiçinden katılacak seçkin hukukçu konuklarımızın oluşturduğu bir ortamda KKTC Cumhurbaşkanı Sayın Rauf Denktaş’ın görüşlerini yansıtacağı bir konferans düzenlenmesine; “Ayrıca bu toplantıda Sayın Denktaş’ın bugüne kadar Kıbrıs davasının savunulmasındaki katkıları ve başarıları için Baromuzun şükran duygularını ifade edeceği bir tören yapılmasına karar verilmiştir”. Bu kararları basına açıklayan Ankara Barosu Başkanı Av. Sadık Erdoğan; “Avrupa Birliği’nden gelen dayatmalar karşısında Kıbrıs’ı verip kurtulmayı savunanlara karşı mücadeleye devam edeceğiz. Ankara Barosu, Kıbrıs davasını ulusal perspektifle savunmaya kararlıdır” dedi. -Av. Sadık Erdoğan başkanlığındaki Ankara Barosu, Kıbrıs davasının savunulmasında kararlı tutumunu sürdürdü ve çeşitli etkinliklerde bulundu. 21 Kasım 2001 tarihinde yaptığı basın açıklamasında “Kıbrıs davasını savunmakta kararlıyız” diyen Av. Sadık Erdoğan şunları söyledi: “Türkiye, odağında Kıbrıs olan dış baskılar ve sorunlarla kuşatılmış durumda. Batı, Türkiye’yi Kıbrıs’ta kuşatarak teslim almak istiyor. “Türkiye’yi Kıbrıs’ta ‘işgalci’ ilan eden Avrupa Parlamentosu, Güney Kıbrıs Yönetimini bütün Kıbrıs’ın tek temsilcisi kabul etmekte ve onu Avrupa Birliği’ne alma hazırlıkları içinde bulunmaktadır. “Plan açıktır: Yakın bir gelecekte Kıbrıs Rum Yönetimi Avrupa Birliği’ne alınarak bütün Kıbrıs, Avrupa Birliği toprağı sayılıp; Türkiye, Avrupa Birliği topraklarını işgal etmiş konuma düşürülerek Türk Silahlı Kuvvetleri’nin adayı terketmesi istenecektir... “Oysa, Güney Kıbrıs Rum Yönetiminin Avrupa Birliği’ne tek taraflı üyelik başvurusu, uluslararası antlaşmalara aykırıdır. Baromuzun her zeminde ısrarla 34 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 Av. Sadık Erdoğan Başkanlığı’ndaki Baro Çalışmalarından Bazı Örnekler savunduğu bu tez, uluslararası hukuk alanında tanınmış İngiliz hukukçu Prof. Maurice H. Mendelson’un hazırladığı mütalaa ile de doğrulanmıştır. “Prof. Mendelson’un son mütalaası, Birleşmiş Milletler genel Kurul ve Güvenlik Konseyi belgesi olarak yayınlanmış bulunmaktadır... “Türkiye’ye Kıbrıs üzerinden yöneltilen tehdidin doğrudan toprak bütünlüğümüzü hedef aldığını biliyoruz. Kıbrıs’tan vazgeçmiş bir Türkiye, egemenliğini ve toprak bütünlüğünü koruyamaz. Bunun zorunlu sonucu, Kuzey Irak sorununda dayatılan ‘çözüm’ün de kabulü olacaktır. “Ankara Barosu, bu temel ulusal soruna sahip çıkma kararlılığındadır. Bu kapsamda KKTC Cumhurbaşkanı Sayın Rauf Denktaş’ı Türkiye’ye davet ettik. Aralık ayı içinde Sayın Denktaş’ın da katılacağı bir toplantı ile bu kararlılığımızı gösterecek ve Kıbrıs konusundaki haklı tezlerimizi bir kez daha vurgulayacağız”. -Ankara Barosu, 2002 yılı Temmuz ayında “Doğu Akdeniz’de Barış” konulu uluslararası etkinlikler düzenledi. Bu kapsamda, 17 Temmuz 2002 günü, “Hukuksal Boyutlarıyla Doğu Akdeniz’de Barış” adıyla, Antalya’da Talya Otel’de iki gün süren bir uluslararası konferans yapıldı. Av. Sadık Erdoğan’ın açış konuşmasını yaptığı bu konferansa, Portekiz’den Çin’e kadar birçok ülkenin baro başkanları, yerli ve yabancı hukuk otoriteleri ve Türkiye barolarının başkanları katıldılar. Konferans, sabahları tebliğlerin sunulup tartışıldığı, öğleden sonraları da yuvarlak masa tartışmalarının sürdürüldüğü oturumlar halinde gerçekleştirildi. Kıbrıs sorununun uluslararası boyutları, toplumlararası görüşmelerin vardığı nokta ve yakın olasılıklar konusunda önemli açıklamaların yapıldığı konferans, basına ve halka açık olarak gerçekleştirildi. -1 Haziran 2002 günü Mersin Kültür Merkezi’nde İçel Valiliği’nin desteği, Ankara ve Mersin Barosu’nun işbirliği ile “Kıbrıs Sorunu” konulu bir konferans düzenlendi. -10 gün sonra da Giresun Valiliği’nin desteği ile ve Giresun Barosu’nun da işbirliği ile Kıbrıs konulu diğer bir konferans da Giresun’da düzenlendi. -Çokça basımı yapılan ve yabancı dillere çevirilerek diğer ülkelerin barolarına, uluslararası kuruluşlara gönderilen “Kıbrıs Sorunu” isimli kitap yayınlandı. -Batı merkezli “Ermeni Soykırımı” yalanlarına karşı çıkan, bu yalanın hedefinin Türkiye’den toprak ve tazminat talebi olduğunu vurgulayan Ankara Barosu, çeşitli açıklamalarda ve etkinliklerde bulundu, yabancı dillere çevrilerek 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 35 Av. Sadık Erdoğan Başkanlığı’ndaki Baro Çalışmalarından Bazı Örnekler yabancı barolara ve uluslararası kuruluşlara da gönderilen, birçok baskı yapan “Ermeni Sorunu” isimli kitabı yayımladı. -2 Temmuz 2002 günü, Ankara Adliye Sarayı Konferans Salonu’nda “2 Temmuz Sivas Olaylarını Anma Etkinliği” düzenledi. İlhan Selçuk’un da konuşmacı olarak katıldığı bu etkinlik kapsamındaki panel, Ankara Barosu Başkanı Av. Sadık Erdoğan tarafından yönetildi. -Avusturalya’da vefat eden Nakşibendi Şeyhi Esad Coşan’ın törenle Türkiye’ye getirilip, 2 Şubat 2001’de İstanbul’da Süleymaniye Camiinin avlusuna gömülmek istenmesine, Ankara Barosu Başkanı Sadık Erdoğan karşı çıkarak Hükümeti uyardı ve “Bugün Süleymaniye Camiinin avlusuna gömülmek istenen tarikat şeyhi değil, Cumhuriyet’tir” dedi. -Ankara Barosu Başkanı Av. Sadık Erdoğan, 12 Eylül 2001 yılında ABD’de gerçekleşen saldırı üzerine aynı gün yaptığı açıklamada saldırıyı kınamış, “saldırıyı lanetliyoruz” demiş ve şu uyarıda bulunmuştur: “Ancak, dünya barışını tehdit edebilecek spekülatif değerlendirmelerden ve erken saptamalarla salt ABD ile çelişkileri olduğu gerekçesiyle dünyanın meşru güçleri ve devletlerinin intikam duygusuyla hedef alınmasından özenle kaçınmak gerekir. Teröre karşı mücadele, soğukkanlılıkla ve uluslararası kuralları uygun olarak yürütülmelidir”. -20 Ekim 2001 tarihinde Bulgaristan’ın başkenti Sofya’da toplanan Karadeniz Ülkeleri Baroları Birliği’nin 6. Genel Kurulu’na katılan Ankara Barosu ve bu birliğin Başkanı Av. Sadık Erdoğan, ABD’nin Afganistan’a yönelik saldırısını kınayan bir karar tasarısı sundu. -İsrail’in, Filistin’e yönelik saldırılarının yoğunlaşması üzerine, Ankara Barosu Başkanı Av. Sadık Erdoğan, Filistin Büyükelçiliği’ne gönderdiği mesajda, İsrail saldırılarını kınayarak, mazlum Filistin halkının yanında olduklarını bildirdi. Ankara Barosu’nun, Filistin halkının haklı davasını bütün uluslararası platformlarda savunacağını açıkladı. Aynı zamanda Karadeniz Ülkeleri Başkent Baroları Birliği Başkanı olan Av. Sadık Erdoğan, diğer ülke barolarının yanı sıra bu kuruluşu da göreve çağırdığını belirtti. -Trafik konusunda da çalışmalar yapan Ankara Barosu, Ankara Valiliği ile trafik mevzuatını ele alan etkinlikler düzenledi. -“Çözüm halkçı ekonomidir” denilen, 14 Mart 2001 tarihli açıklamada, ülkede yaşanan ekonomik sorunlar ele alındı. 36 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 Av. Sadık Erdoğan Hakkında -Gölbaşı tesislerinin imar durumu nedeni ile şuyulandırılan başkasına ait hissesi satın alınarak tesisin tamamı ABAYS’ın mülkiyetine geçirildi. -Adliye bahçesinde ilk kez balo düzenledi. Bu baloya yabancı baro başkanları, Adalet Bakanı, Türkiye’nin bazı illerinin baro başkanları ve Ankara Barosu’ndan avukatlar katıldı. Adliye bahçesi de savunmanın düzenlediği bir baroya ev sahipliği yaptı. -Sıhhiye’deki ABEM binasındaki tahrip olmuş olan toplantı/tiyatro salonu yeniden inşa edildi. Burada baro kültürel faaliyetlerinin yapılmasına olanak sağlandı. -Avukatlara hizmet vermek üzere ilk kez doktor istihdamına başlandı ve Adliye binasında muayene odası açıldı. Halen de devam etmektedir. -Ayda bir şair avukatların katıldığı“Şiir Akşamüstü”leri düzenlendi. -Danıştay törenlerinde ilk kez Ankara Barosu’na da yer verildi. -Fikri mülkiyet hukuk üzerinde devamlı özgün bir dergi çıkarılmaya başlandı. O yılki uluslararası hukuk kurultayı fikri mülkiyet adı altında yapıldı ve dünyadan sayılı uzmanlar ve hukukçular bu kurultaya katıldılar. 2000-2002 dönemi Ankara Barosu Yönetim Kurulu: Av. Uğur Uzer, Av. Ömer Çiftçi, Av. Egemen Tomak, Av. Hayrettin Kent, Av. Mehmet Cengiz, Av. Cumhur Bozkurt, Av. Samiye Eyüboğlu, Av. Hakan Çınar, Av. Emine Ergül, Av. Taner Ünlü 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 37 Av. Sadık Erdoğan ile Söyleşi 38 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 Av. Sadık Erdoğan Hakkında Ankara Barosu Başkanları Toplantısı (1 Şubat 2016) Hakkı Süha Okay, Semih Güner, Ünsal Toker, Atilâ Sav, Sadık Erdoğan, Sema Aksoy, Yekta Güngör Özden, Erzan Erzurumluoğlu, Metin Feyzioğlu, Hakan Canduran, Tuncay Alemdaroğlu Seçkin Bir Hukukçu Yekta Güngör ÖZDEN Ankara Barosu 1972-74 Dönemi Başkanı Haklıyı-haksızı, suçluyu-suçsuzu, sorumluyu-sorumsuzu, borçluyu-alacaklıyı, aykırıyı-uygunu, oluru-olmazı belirleyerek adaleti yaşama geçiren yargının en önemli dalı savunmadır. Yıllardır yinelediğim “Adalet devletin, savunma da adaletin temelidir” sözü insan varlığının değerleri konusunda tartışılmaz bir gerçeği özetlemektedir. Yürürlükteki düzenlemelerin içeriğini oluşturan hukuk kurallarının yerindeliği, yargı çalışmalarının verimliliği konularında avukatlık mesleğinin bir çalışanı olarak görev yapan avukatların yargının kurucu öğelerinden biri olduğunu benimsetme çabaları oldukça uzun zaman almıştır. Avukatlık Yasası’nın bir kamu hizmeti olarak savunmayı bağımsız biçimde yerine getireceğini öngördüğü avukat, hukukun güncelleşip yenilenmesi, yargının daha bağımsız, özgür, yansız ve etkin yapıyla işlevini yerine getirmesi için çalışanların başında gelmektedir. 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 39 Av. Sadık Erdoğan Hakkında Bu görevini de meslek kuruluşu Baro ve üstlendiği dâvalarla işlerdeki çalışmasıyla kotarmaktadır. Avukat Sadık Erdoğan, tanıdığım günden bugüne avukatlık hizmetiyle Baro yöneticisi olarak başarılı çalışmalar yapmış devingen bir meslektaşımdır. Avukatlık ruhsat belgesini de benim Baro Başkanlığım zamanında aldığını anımsıyorum. Sadık Erdoğan, Baromuzun her yönden daha güçlü, daha saygın duruma gelmesi için yoğun çalışmalar yaptığı gibi kültür alanındaki özel çalışmalarıyla da toplumda özgü yer edinen arkadaşlarımızdan biri olmuştur. Bir hukuk adamı, her şeyden önce bir kültür adamıdır. Görüşlerindeki çağdaşlık, yazılarında ve konuşmalarındaki düzen ve doyuruculuk, hukuksal değerlendirmelerindeki çekicilikle tutum ve davranış olgunluğu onun kişiliğini dokur. Sadık Erdoğan, yazıları, öyküleri, şiirleri ve kültür-sanat etkinliklerindeki girişimleri ve konuşmalarıyla aranır bir sanat dostu olmuştur. Hukukçular ayrıca örnek bir ahlâk adamıdır. Dürüst, gerçekçi güvenilir kişilikleri, adalete bağlılıkları yargıya inancı artırır ve kendi saygınlıklarını pekiştirir. İş sahiplerinin inan ve güvenini artıracak çalışmalarla hukukçular, hukuk devletinin de özverili işçileridir. Sadık Erdoğan iş sahipleriyle ilişkilerini düzenli ve temiz yürütmüş, meslek büyüklerine karşı vefası, saygısı ve efendiliğiyle de beğeni kazanıp övgüye yarar bulunmuştur. Kendisini mesleğinde başarılar, yaşamında sağlık ve mutluluk dileyerek kutluyor, Baromuzun değerbilirliğini alkışlıyor, sevgilerimi sunuyorum. Ankara, 3l/8/20l6. Sadık Erdoğan İçin Av. Atilâ SAV Ankara Barosu ve Türkiye Barolar Birliği Önceki Başkanlarından Hukukçu, avukat, şair. Güleryüzlü, insancıl. Bence Sadık Erdoğan. Kırk yılı aşkın süredir adliye koridorlarında, baro odalarında, meslek toplantılarında birlikte uğraş verdiğimiz meslektaşım, dostum Sadık’ı özetle böyle tanımlamak doğru olur. Sıkı bir örgütçüdür, barocudur, dergicidir. Öğrenci derneği ve Ceride-i Kantar’dan başlayan örgütçülüğü, ozan duygusallığı ile baro mücadeleciliği Sadık Erdoğan’ın her zaman gülümseyen sempatik çehresinin arkasındadır. Yazmayı sever, yazdırmayı da. Dergiciliği de bundan olsa gerek. 40 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 Av. Sadık Erdoğan Hakkında Sadık, eskilerin deyişi ile “kalem erbabı”ndandır. Ceride-i Kantar’da başlayan çalışmasını hep korudu. Daha sonraki süreçte Baro ve Birlik Dergilerinde çalıştı, yöneticilik yaptı. Türkiye Barolar Birliği Dergisi’nde “sanat sayfası”na yer vermekle övünür. Kendisi de yazar her türden. Beş şiir kitabını bir ömre sığdırmak ozanlığını belirler. “Kedi Hukuku Yedi” ise hukukçu gözlemciliğini ve eleştiriciliğini. 1970’de Ankara Hukuk Fakültesi’ni bitirdikten sonra 1973’te stajını tamamlayıp ruhsatını almış. Ruhsatnamesinde Başkan Yekta Güngör Özden’in imzası var. (Sağlam ve uygun). O günden beri mesleğin içinde. Eşi de meslektaşımız. Bürosu Bulvar üstünde seçkin bir handa. Sadığın Baroculuğu da sürekli oldu. 12 Eylül döneminde Baro yönetiminde idi. Unutulmaz hukukçu Başkan Muammer Aksoy’un yardımcısı olarak. Hep baro yönetimine ilişkin çalışmaların içinde oldu. Daha sonraları başkanlığa da seçildi (2000-2002 döneminde). Gerek Baro’da, gerekse Birlik’te işbirliğimiz sürdü. Destekleri unutulmaz. İşbirliğimiz, düşünce birlikteliğimizle mesleği ve meslek kuruluşumuz “savunma”yı savunduk. Yüceltmeye çalıştık. Artık eskisi kadar sık Adliye koridorlarında karşılaşamıyoruz. (Benim kusurum) Ama başka nedenlerle buluşuyoruz. Genç hukukçuların “Ceride-i Kantar” toplantılarında beni de anımsatır. Telefonda Sadık varsa iyi bir meslek çalışması haberi gelecek demektir. Her zaman güler yüzlü, olgun bir meslek adamı. Sadık Erdoğan denince mutlaka olumlu bir meslek, ya da sanat çalışması gelecektir bana. Sen çok yaşa Sadık Erdoğan! 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 41 Av. Sadık Erdoğan Hakkında Şair Sadık Av. Yaşar ÇATAK Türk Hukuk Kurumu Başkanı Çok istediğim halde Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nin henüz öğrencisi değildim. Puanım yetmemişti. Buna karşın kendi okulumdan çok Hukuk Fakültesi kantininde geçiyordu zamanımın büyük kısmı. Ankara Hukuk’ta tanık oldum, biri kara, öteki açık renkli iki söz ustasının birbiriyle diyaloguna. Masalarının etrafında hareler oluşturan arkadaşları onları dinlerken. İlhan Selçuk - Sadık Erdoğan Bir Konferansta Bende zaman zaman yan masalardan bu ortamı izlerdim. Bir yıl sonra, istediğim fakülteye kaydımı yaptırdığımda, bu ikiliyi daha da yakından tanıma olanağı buldum. Kendilerinin, edebiyata, şiire ve güldürü sanatına yatkınlıklarını gözledim. İkilinin esmeri, daha sonra bu işi profesyonel olarak da sürdürecek olan, TRT’nin ilk Talk Show programcısı ve sunucu rahmetli CENK KORAY’dı. 42 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 Av. Sadık Erdoğan Hakkında Düşün önderi, CHP’nin o zaman ki Genel Sekreteri BÜLENT ECEVİT olan “ORTANIN SOLU” siyasi dünya görüşünün üniversite gençliği içindeki örgütü, SDDF (Sosyal Demokrasi Dernekleri Federasyonu) idi. SDDF’nin kurucu derneklerinden olan AÜHF.SDD (Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Sosyal Demokrasi Derneği) nin Ahmet Baykara başkanlığındaki üye toplantısında; kantinde esmer arkadaşı (Cenk Koray) ile diyaloglarını ilgiyle izlediğim açık renkli kişiyle tanıştım. Adı SADIK ERDOĞAN’dı. Sadık Erdoğan’ın, bazen Cenk Koray’la, bazen tekil daha birçok konuşmasını, şiir okumasını lokal toplantılarda, konferans salonunda okuldan mezun olana dek izlemişimdir. Sadık Erdoğan, ödünsüz bir ATATÜRKÇÜ, İSMET PAŞA hayranı ve hepimiz gibi ECEVİT’ci idi. Erkin Topkaya, Ekrem Tekin, Abdullah Emre İleri gibi ağabeylerimizin öncülüğünde CHP Gençlik Kollarında ve AÜHF.SDD içinde başlayan düşün birliğimiz 1968 üniversite gençlik eylemlerinden bugüne süregeldi. Köy Enstitülerinin kuruluş yıldönümü için İSMET PAŞA’nın katıldığı törene, benim gibi Sadığın da aile büyüklerini getirdiğini anımsıyorum. Avukatlık mesleğine başladığımızda da Baro siyasetinde de Sadık’la hep aynı çizgi ve yapıda yer aldık. Sadık Erdoğan, öğrenciyken başladığı şiir çalışmalarına mesleğini başarıyla sürdürürken de devam etti. Kitapçıklar-Kitaplar yayınladı. 12 Eylül’ün ağır baskıcı ortamında gerçekleşen 1980 Ankara Barosu seçimlerinde, -kapatılan CHP’nin Milletvekili- MUAMMER AKSOY Demokratik Sol Avukatlar listesinden Baro Başkanlığına seçilirken, Sadık da yönetim kurulunda yer aldı. Daha sonra da Başkan Yardımcısı oldu. Bu seçim 12 Eylül’e bir karşı duruş simgesiydi. Sadık Erdoğan, Ankara Barosu’nda olduğu gibi, Türkiye Barolar Birliği’nde rahmetli ERALP ÖZGEN hocanın yönetim kurulunda sayman üye ve Kazım Yenice’nin başkanlığındaki Türk Hukuk Kurumu’nda yönetim kurulu sayman üyeliği görevlerinde, daha sonra onurla yürüttüğü, ANKARA BAROSU BAŞKANLIĞINDA, laik-demokrat-ulusalcı-çağdaş düşüncesinden ödün vermeden, hukuk ve meslek camiamıza değerli katkıları yanında tüm meslektaşlarımıza karşı, sıcak ilgi ve sorun çözücü yaklaşımını hep sürdürmüştür. 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 43 Av. Sadık Erdoğan Hakkında Sadık; tatlı, etkili söylemiyle, herkesle kolay diyalog kurabilen, ikna özelliği yüksek bir müzakerecidir de. Sevgili Sadık, sana, Nermin kardeşime, çocuklarınız ve torunlarınızla sağlıklı, mutlu yaşam diliyorum. Torino Ağustos 2001 U.İ.A Toplantısı Sadık Erdoğan, Saadet Özfırat, Uğur Uzer, Hakan Çınar Anılar Av. Ünsal TOKER Ankara Barosu Önceki Başkanlarından Sevdiğin bir dostun, bir arkadaşın hakkında bir anı yazısı yazmak söz konusu olduğunda, o kişi ile ilgili anılar canlanıverir ve bir sinema şeridi gibi geçmeye başlar gözlerinin önünden... Hele bu sevdiğin ve takdir ettiğin bir meslektaşın, mücadele arkadaşın ve bir dönem halef-selef gibi Ankara Barosunda başkanlık yapmış bir Baro Başkanı dostun olunca anılar bir başka çeşitlenip canlanıveriyor. , Sadık Başkan telefonda; Ankara Barosu Dergisinde yayınlanacak böyle bir anı yazısı için ricada bulunca, şerit hemen kendiliğinden dönmeye başladı… Sevgili Sadık Erdoğan’ın kendi Barosundaki meslektaşları ve dostları tarafından sevilip takdir edilmesi yanında, Türkiye’nin muhtelif Barolarındaki meslektaş ve dostları tarafından da sevilip takdir edilmesi hiç şüphesiz sevecen 44 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 Av. Sadık Erdoğan Hakkında tavrı ve mesleğe ve meslektaşına verdiği değer ve katkılardan kaynaklandığı yadsınamaz… Sayın Sadık Erdoğan’ında Türkiye Barolar Birliği delegesi, benimde Ankara Barosu Başkanı olduğum bir dönemde, Gaziantep’te yapılmakta olan Türkiye Barolar Birliği Genel Kurulu için Ankara Barosu Barolar Birliği delegeleri olarak hep birlikte Antep’teyiz. Ekip olarak toplanıp rahmetli Prof. Dr. Eralp Özgen’in başkanlığında bir liste ile seçimlere girmeye karar verdik. Seçime katılan başka aday ve liste çıkmadığı içinde seçim tek liste ile yapılacak. Ancak, Avukatlık Yasası gereğince listedeki kurullara yedek üye yazmak söz konusu olamadığı için ileriye dönük olasılık düşünülerek yönetim kurulu üyeliği için, oluru alınarak Sayın Sadık Erdoğan’ın ferdi aday olması konusunda anlaştık. Gündem gereğince seçime geçilince ve devam eden oylama sırasında; Sayın Sadık Erdoğan’ın yönetim asıl listemizi delecek kadar oy almaya başladığını hissedince, bizzat kendisinin–diğer oy kullanan delegelere kendisine oy vermemeleri- için ricada bulunduğunu ve listenin kendisi tarafından delinmesini bu şekilde engellediğini, ekip adamlığı anlayışı içinde gösterdiği bu özveriyi bir tatlı tebessümle hatırlıyorum... Sayın Sadık Erdoğan Gaziantep’te yapılan genel kuruldaki bu seçimden TBB yönetim kurulu l. yedek üyesi olarak çıkmış, süreçte TBB yönetim kurulu üyelerinden Sn. Tuncay Alemdaroğlu’nun Ankara Yenimahalle’de Belediye başkanı seçilmesi nedeniyle yönetim kurulu üyeliğinden istifası üzerine, Sayın Sadık Erdoğan l. yedek üye olarak yönetime davet edilmiş, Barolar Birliği tarihinde belki de eli en açık, atılımlarda cesur ve güler yüzlü Sayman üyesi olarak diğer üyeden arta kalan süreyi başarı ile tamamlamıştır. Karadeniz Ekonomik İşbirliğine taraf ülkelerin Başkent Barolarının birlikte kurdukları, önce genel sekreterlik olarak örgütlenen, bilahare, benim Ankara Barosu Başkanı olduğum dönemde yönetimi genel sekreterlikten genel başkanlığa dönüştürülen ve bundan sonra yapılan seçimde İlk genel başkanlığını Ankara Barosu Başkanı olarak yürüttüğüm BCBA’ya Sayın Sadık Erdoğan’ında Ankara Barosu Başkanı olarak başkanlık yaptığını, BCBA’nın Başkanlığını yaptığı bu dönemlerde; Karadeniz İşbirliği Anlaşması çerçevesinde birlik üyesi Barolar arası bölgesel işbirliğinin geliştirilmesi, hukukun yerelliğini evrensel İlkelere bırakması, bölgemizde; insan hakları, demokrasi ve özgürlükler gibi evrensel kavramların gelişip yerleşmesine katkılarda bulunan faaliyetleri başarı ile sürdürerek bu şekilde BCBA üyesi Baroların ve mensuplarının sevgi ve takdirini kazanmıştır. 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 45 Av. Sadık Erdoğan Hakkında Yukarıda değindiğim gibi hakkında anı yazılacak olan dost, sevilen bir meslektaş ve mücadele arkadaşı olunca, o şerit uzayıp gideceği için, hepsini burada kaleme almak yayında sağlanacak yeri aşacağından, BİR BİLGE İNSANIN DEDİĞİ GİBİ; hayat bu, ne yaptıysan, ne için çabalayıp mücadele ettiysen sadece o kalıyor bir hoş sada olarak bu gök kubbede… Sevgili Sadık Başkan’a bundan sonraki meslek ve aile yaşamında; eşi, çocukları ve torunlarının sıcaklığında, mutlu, başarılı ve sağlıklı bir ömür diliyorum. Ankara Barosu Kültür Merkezi Açılışı Sadık Erdoğan, Devlet Bakanı Tayfun İçli, Devlet Bakanı Zeki Sezer ve Ankara Valisi Yahya Gür 46 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 Av. Sadık Erdoğan Hakkında Sadık Erdoğan Hakkı Süha Okay ile Dostum Sadık..! Av. Hakkı Süha OKAY Ankara Barosu Önceki Başkanlarından Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ndeki uzun (!) öğrenciliğine rağmen fakülteye ancak onun mezun olduğu 1970 yılında başladığım için okul arkadaşı olmadık; olamadık. Ancak öğrencilik yıllarında öne çıkan popüler kişiliğini sonradan öğrenen, tanıyan biri olarak; sevilen, sayılan, ilişkilerini dostluk üzerine kuran Sadık Erdoğan’ın, öğrencilik yıllarındaki sıcaklığını ve sevecenliğini tüm yaşamında da devam ettirdiğini yakından bilirim. Bu yüzden de tanıdıklarının sevgisini hep yanında, yakınında bulmuştur. Şair, yazar, hukukçu; güler yüzlü, dost canlısı, duygularını hemen belli eden, aniden sinirlenen ama bir o kadar da çabucak sakinleşen, vücut dili kendisiyle bütünleşmiş (!) Sadık Erdoğan; her şeyden önce de ödünsüz Atatürkçü ve Cumhuriyet sevdalısı bir yurtseverdir. Bu özellikleri nedeniyle de hep özel desteklerin de katkısı ile seçildiği, sorumluluk üstlendiği baromuzda ve barolar birliğinde, doğru duruşundan ve tutarlılığından hiç ödün vermemiş; kendine has üslubuyla iz bırakmıştır. 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 47 Av. Sadık Erdoğan Hakkında Birçok açık oturum, televizyon programı ve grup çalışmasına onunla birlikte katılmış bir kişi olarak renkli konuşması ve içinde mutlaka yer alan anılarını dinlemekten her zaman büyük keyif aldım. Tek istisna dışında aynı kurulda birlikte hiç çalışmadık, hep selef halef olduk. Aynı ekip ve ilkelerin başarısı için birlikte mücadele ettik. 1992 yılında CHP yeniden açıldığında Ankara İl Disiplin Kurulu görevimiz sırasında kurul başkanlığını bana önermesinin anılarımda ayrı bir yeri vardır. Sadık Erdoğan için ön planda olmaktan daha önemlisi aynı ilkeye hizmet etmektir. Öncülük sorumluluğunu üstlenmesi gereken yerde gözünü budaktan esirgemez ve bundan kaçınmaz ama yeri geldiğinde paylaşmayı, dostlarının önünü açmayı; hiçbir şeyini esirgemeden onlara destek olmasını da bilir. Mücadeleden yılmayan bir dostum olan Sadık Erdoğan’ın insan sevgisi, gülen güzü ve mesleğimize sağladığı katkılar bir dönemi birlikte yaşayanların aklında hep kalıcı olacaktır. 53 Yıllık Birliktelik Av. Semih Güner Ankara Barosu Önceki Başkanlarından Baro Dergimiz, son birkaç yıldır yaşayan meslektaşlarımıza saygı olarak adına ve resmine Dergi kapağında yer verilerek yayınlanmakta, derginin ilgili sayısına adını veren meslektaşımız ile ilgili anılara yer vermektedir. Sıfatı, mesleğe ve hukuka katkıları ne olursa olsun yaşayan bir meslektaşımızın adına yayın yapmayı çok doğru bulmadığım için bu tür gelişmeleri uzaktan izlemekle yetindim. Temmuz ayı sonlarına doğru Ankara Barosu Dergisi Yayın Kurulu Başkanı değerli meslektaşım Av. Mustafa Bayram MISIR aradığında bu düşüncelerimi paylaşmakla beraber, konu Sadık ERDOĞAN olduğunda yarım asrı geçen dostluk, arkadaşlık ve meslektaşlığın ötesinde yaptığımız kader birliğinin gereği sevgili kardeşim için yazmamın kaçınılmaz olduğunu anladım. Kadere inanıyorsak eğer, bu kader bizi 1963 Ekim ayında Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi girişindeki kare salonda buluşturdu. Güzel ülkemizin çok farklı yörelerinden gelen iki idealist genç olarak fakülteye kayıt kuyruğunda kaderimiz birleşti. Ankara’ya yabancı olmanın, Ankara’da lise bitirememenin verdiği ortak duygular, kuşkular bizi kaynaştırdı. 48 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 Av. Sadık Erdoğan Hakkında Herkesin dört yılda mezun olup ayrıldığı fakülteden biz biraz daha geç mezun olduk. Bu durum, boşa geçen senelerin yanında daha fazla yeni arkadaşlarla birlikte olmamızı da sağladı. Bu süre içinde sevgili Sadık çok sevdiği yaşam arkadaşı Ayşe ile tanıştı. Artık şair Sadık’ın şiirlerinin odağında hep Ayşe vardı. Uzun süren öğrenimimizin ilk yıllarında bir siyasi partinin gençlik kollarında yaptığımız çalışmalar yaşantımızın renkli günleriydi. Ülkemizin kurtarıcılarından ve kurucularından İsmet İNÖNÜ’nün yaş günlerinde Karanfil Sokaktaki Genel Merkezde yaşadığımız ve resim karelerine de yansıyan anıları bugün gibi hatırlıyorum. İlk ortak çalışmamızı 1969-70 yılında Ankara Hukuk Fakültesi’nin geleneksel yayını Ceride-i Kantar’da yaptık. Yayın Kurulu olarak o güne kadar yayınlananlardan farklı olması için yaptığımız çalışmaları, baskı masraflarını karşılamak için İstanbul ve Ankara’da çaldığımız kapıları, içeriğinde yer alan her sözcüğün, her çizginin defalarca tartışıldığı toplantılarımızı şu anda da yaşıyorum. Dergiyi çıkardıktan sonra Akay’daki bir gece kulübünde verdiğimiz kokteyl öğrencilik dönemimizin son anısı olmuştu. Ankara Barosunda staj yapmaya aynı günlerde başladık. Bu döneme ilişkin olarak, o dönem Baro Başkanımız olan üstadımız Av. Atila SAV’ın bizi onurlandıran, meslektaş olduğumuzu hatırlatan, içtenlikli yaklaşım ve davranışlarına burada değinmek istiyorum. Zira, her ikimizin ortak kaderi olarak Baromuzda aldığımız görevler ve Baro Başkanı olduğumuz süre içinde hep o sıcaklığı, meslektaşa sevgi ve saygıyı yansıtmaya çalıştık. Kendimi değerlendirmem mümkün değil ama Sadık bunda çok başarılı oldu. Baroda görev yaptığı süre içinde bunu yaşadı ve yaşattı. İnsani nitelikleri ile mesleki duruşuyla genç meslektaşlarımıza örnek oldu. Staja ara verip birlikte askere gittik. Sadık Ankara’da, ben de Polatlı’da altı aylık yedek subay eğitimimizi tamamladık, bir yıl kıta hizmetinden sonra staja kaldığı yerden devam ettik. 1973 yılında 4961 sicil numarasıyla önce ben, ardından da 4978 sicil numarasıyla Sadık Ankara Barosu’na kaydolduk. Ben, Posta Caddesinde, Sadık ise Kızılay’da görkemli bir iş hanında büro açtı. Vekil edenlerin çok sayıda olduğu seri davalar alarak mesleğine iyi bir başlangıç yaptı. Fakültedeki, stajdaki birlikteliğimiz Baroda da devam etti. Bir anda kendimizi Baro etkinliklerinin içinde bulduk. İşi o kadar abartmıştık ki, 1975 yılında yapılan Genel Kurul’da bugün için rahmetli olmuş saygın bir meslek büyümüzün seçim listesinde yine bir dönem arkadaşımızla birlikte denetleme kurulu üyesi olarak seçimlere girdik. Fiilen seçilme şansımız yoktu. Öyle de oldu. Meslek kıdemimizin tutmaması nedeniyle aday olmamamız gerektiğini, seçilsek bile 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 49 Av. Sadık Erdoğan Hakkında geçersiz olacağını Baro Yönetim Kurulunda görev aldığımızda anladık. Ancak bu girişimimiz bizi Baroya ve Baro etkinliklerine kopmaz bir bağ ile bağlamış oldu. Baroculuk virüsü kanımıza karışmıştı artık. Barodaki ikinci ve uzun birlikteliğimiz Ankara Barosu Dergisinin Yayın Kurulunda değişik sıfatlarla yaptığımız çalışmalarla devam etti. Ben 1975 yılında, Sadık ise 1980 yılında Kurulda görev yapmaya başladık. Ben 19781980 yıllarında yazı işleri müdürlüğü görevini üstlendim. Sadık ise, benim ardımdan 1980-1982 yıllarında aynı görevi yaptı. Dergideki çalışmalarımız kesilmedi. Yayın kurulu üyesi olarak başladığımız ortak yayın çalışmalarımız yaklaşık otuz yıl süreyle yayın kurulu başkanlığı, dergi sorumlu müdürlüğü ve Baro Başkanı olduğumuz günlerde de Dergi sahibi olarak sürdü. Dergide birlikte görev yaptığımız 1982 yılında önceki Baro Başkanlarımızdan rahmetli üstad Av. Saffet Nezihi BÖLÜKBAŞI ve rahmetli TBB Başkanımız Prof. Dr. Av. Faruk EREM ile yaptığımız ve Baro Dergisinde yayınlanan söyleşilerin her avukatın okuması gereken bir belge olduğunu düşünüyorum. Staj Kurulu başkanı ve Avukatlık Hukuku öğretim görevlisi olarak yaptığım çalışmaları yakından takip eden sevgili Sadık, 2002 yılında Yönetim Kurulu Kararı ile bugün için altıncı baskısını yaptığım Avukatlık Hukuku kitabımın Baro Yayınları arasında yayınlanmasını sağladı. Baroda çalışmalarımız, meslek kıdemi yönünden seçilme hakkını elde etmemiz ile farklı bir boyuta ulaştı. Ben 1978 yılında yapılan seçimle (o yıllarda baro yönetim kurulları dönüşümlü olarak görev yapıyor ve her iki yıllık görev süresini tamamlayan beş yönetim kurulu üyesi yerine beş yeni üye seçiliyor, çift yıllarda ise baro başkanı diğer organ seçimleri yapılıyordu) yönetim kurulu üyesi seçildim ve yönetim kurulunun yaptığı görevlendirmede de genel sekreter olarak görev aldım. Görev sürem dolduğunda sevgili Sadık rahmetli Muammer Hocanın başkanlığını yaptığı kurulda yönetim kurulu üyeliğine seçildi. Anarşinin kol gezdiği ve ardından 1980 ihtilalinin yapıldığı, hukukun askıya alındığı o zor günlerde Baromuzu eğilmeden, dik durarak, demokrasiye ve hukukun üstünlüğüne tam bir inançla temsil ettiler. Baroda çalışmalarımız hep sürdü. Değişik kurullarda görev yaptık. Ben 1992 yılında yapılacak seçimlerde grubumuzun baro başkan aday adayı olarak girdiğim ön seçimde iki oy ile aday olamadım. Ekim ayında yapılan seçimlerde ise grubumuz başkan hariç tam liste ile seçimleri kazandı. Başkanlık seçimini kaybetmenin nedenleri arasında seçici kurulun aday belirlemesinin yanlışlığı temel etken olarak görüldü ve yeni bir sistem arayışına geçildi. Bu seçimin ardından gelen ilk seçim olan 1994 yılında sevgili Sadık, o yıl başlanan DSG baro başkan adaylarının sandıktan çıkması gerekir kararı gereği, Türk Hukuk 50 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 Av. Sadık Erdoğan Hakkında Kurumunda yapılan sandıklı seçimde sevgili sınıf arkadaşımız Av. Tuncay ALEMDAROĞLU ile girdiği ön seçim yarışını kaybetti. Baro çalışmalarına Baromuz delegesi olarak devam etti. Bu arada TBB Sayman Üyeliği görevinde bulundu. 2000 yılında Baro Başkanlığına seçilmesi üzerine bağdaşmazlık nedeniyle bu onurlu görevi sevgili Kazım KOLCUOĞLU’na devrederek Baroya döndü. Baro Başkanı olarak görev yaptığı süre içinde ben de sürdürmekte olduğum Staj Kurulu Başkanlığı görevimi sürdürdüm. Baro ile ilgili anılarımda birlikte geçirdiğimiz bu iki yılın önemi ve anlamı çok büyüktür. Karşılıklı güven ve yardımlaşma duygusunun öne çıktığı ve mesleğimiz için yapabileceğimizin en iyisini yapma anlayışı etrafında kenetlendiğimiz bu iki yıllık sürede; 4667 sayılı Yasa ile Avukatlık Yasası yarı oranda değişmiş, çok güncel olmasa da çok önemli kazanımlar elde edilmişti. Geçmiş yıllarda Avukatlık Yasası’nda Yapılacak Değişiklikleri Hazırlama Kurul ve Komisyonlarında yıllarca birlikte yaptığımız çalışmaların sonuçlarını Sevgili Sadık’ın Baro Başkanı, benim de staj kurulu başkanı olarak görev yaptığımız dönemde yaşama geçirmemiz çok önemli ve mutluk verici bir çalışma oldu. Şimdiki Staj Yönetmeliği ve Kredi Yönetmeliği o dönem yapılan çalışmaların ürünüdür. Bunda, o dönem TBB Başkanı olan sınıf arkadaşımız rahmetli Özdemir ÖZOK’un ve Yönetim Kurulu üyesi değerli arkadaşlarımızın bize güvenmesi ve önümüzü açmasının çok etkili rolü oldu. Sevgili Sadık 2000 yılı Ekim ayında Baro Başkanı seçildi. Son derece başarılı, sevecen, kucaklayıcı ve üretken bir başkanlık döneminden sonra Baromuz geleneklerine uygun olarak tekrar aday olmadı ve 2002 yılı Ekim ayında yapılan seçim sonucu başkanlık görevini bana devretti. Ben 2000 ile 2004 yılları arasındaki Baro çalışmalarını birbirinin devamı çalışmalar olarak görüyorum. Sadık Başkan başlattı, ben arkadaşlarımla devam ettirdim. Bunun örneklerini yapılaşma konularında ABEM binasında, Gölbaşı tesisimizde olduğu gibi Barolar arası dayanışmaya en güzel örnek oluşturan ve yaklaşık üçer aylık sürelerle farklı illerde yapılan Barolar Arası Dayanışma toplantılarında (Bu toplantılar 2002 yılı sonunda TBB tarafından yapılan Başkanlar Toplantılarına dönüşmüştür), Karadeniz Barolar Birliği çalışmalarında ve özellikle Kuzey Kıbrıs Türk Devletiyle sürdürülen ilişkilerde görmemiz mümkündür. Sadık Başkanın döneminde 2001 yılında Antalya Barosu’nun da katılımıyla Baromuzun önderliğinde Antalya Talya otelde yapılan Kıbrıs’ın geleceğinin tartışıldığı uluslararası toplantı ile başlayan Kıbrıs konulu çalışmalar, Cumhur Başkanı rahmetli Rauf DENKTAŞ’ın katımılıyla Ankara Dedeman Otelde yapılan toplantı, ardından benim Başkanlık döneminde Yönetim Kurulumuzun görüş birliği içinde aldığı kararlarla basınımızın 50’ye yakın temsilcisinin 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 51 Av. Sadık Erdoğan Hakkında katılımıyla Magosa’da gerçekleşen uluslararası toplantı, Annan Planının tanıtılması ve içeriği hakkında uyarılar taşıyan soru cevap yöntemi ile hazırladığımız ve 5.000 adet basılıp Kıbrıs’ta dağıtılan kitapçık, ardından İstanbul Barosu ve TBB’nin katılımıyla İstanbul’da Lütfi Kırdar Kültür Merkezi’nde gerçekleştirdiğimiz etkili çalışmalar dört yıl içinde birlikte yaptığımız çalışmaların en güzel örneklerini oluşturmaktadır. Kıbrıs konulu çalışmalarda çok şey borçlu olduğumuz sevgili Rabia BALKANLI ile sevgili Mehmet CENGİZ’e şahsım ve değerli başkanım adına çok teşekkür ediyorum. Bütün bu çalışmalarda Sadık Başkanın karşısındakine güven veren içtenlikli, önyargılardan arınmış yalın kişiliği, sevgi dolu yüreği çok etkili oldu. İnandı ve inandırdı. Ondan sonra görev yapmam aşamasında Sadık’ın yarattığı bu sevgi ve güven ortamından çok yararlandım. Ulusal ve uluslararası baro başkanları ile diyaloglarımız bunun en canlı örnekleri ile doludur. Birbirini tamamlayan, birimizin eksiğini kapamaya çalışan bir yönetim anlayışı ile sürdürdüğümüz çalışmalarda edindiğimiz dostluklar tüm canlılığı ile sürmektedir. Yazımda bir yöne daha değinmek istiyorum. 1970 Ankara Hukuk Fakültesi mezunları olarak yargıda ve yönetimde çok önemli üst düzey görev yapan arkadaşlarımız oldu. İki Yargıtay Başkanı, bir Danıştay Başkanı, çok sayıda Yargıtay ve Danıştay üyesi ve daire başkanları, Ankara’da dört Baro Başkanı, bir TBB Başkanı, çok sayıda baro başkanı, 10’na yakın Bakan ve pek çok Milletvekili çıkaran bir dönemde birlikte okuduğumuz arkadaşlarımızın üstlendiği görevler bize mutluluk ve güç verdi. İsimlerine yer vermek istemediğim bu arkadaşlarımız üstlendiğimiz görevleri yerine getirmede bize yardımcı oldular. Bu durumun bizler için bir şans olduğunu düşünüyorum. 1963 yılında bizi buluşturan kader, birlikteliğimizi halef selef olarak yaptığımız pek çok Baro görevinde de bir araya getirdi. Birlikte üzüldük, kıvancı birlikte yaşadık. Mesleğimiz için, Baromuz için ve meslektaşlarımız adına bir şeyler üretebilmenin o unutulmaz hazzını yaşadık. Şimdi sevgili Sadık, geçirdiği kalp rahatsızlıklarının etkisiyle daha sakin bir ortamda, mesleğinin yanı sıra sevgili eşi, evlatları ve torunları ile mutlu ve huzur dolu olarak yaşamını sürdürüyor. İstanbul’un ve Ayvalık’ın tüm güzelliklerini yaşıyor. Ankara Barosu Önceki Başkanlarından biri olarak kendisine mesleğimize ve baromuza yaptığı hizmetlerden dolayı sonsuz teşekkür ve şükranlarımı bu vesile ile yinelemek istiyorum. Daha nice yıllar sağlıklı ve huzur dolu günlerde birlikte olma dileklerimle… 52 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 Av. Sadık Erdoğan Hakkında Bir Mücadele Geçmişi… Avukat Sadık Erdoğan Av. Sema AKSOY Ankara Barosu Önceki Başkanlarından Avukat Sadık Erdoğan’ın toplumsal ve hukuki sorunlar karşısındaki duyarlılığı 1964’lerde rahmetli Uğur Mumcu ile birlikte öğrenci derneklerinde yaptıkları çalışmalarda kendini gösteriyordu. Fakülteyi bitirip avukat olduktan sonrada bu kez aynı duyarlılık ve mücadele Baro içerisinde devam ediyordu. 12 Eylül sonrası Ankara Barosu Başkanı olan ve yıllar sonra 31 Ocak 1990’da katledilen Avukat Muammer Aksoy ile sırt sırta vererek nasıl mücadele ettiğini, katıldığım ve oturum başkanlığını Avukat Sadık Erdoğan’ın yaptığı “Siyasal Cinayetler ve Muammer Aksoy” konu başlıklı panelde gözlerim dolarak dinlediğimi hatırlarım. Yine O panelde Ermeniler havaalanını bastığında barodaki az sayıdaki avukat arkadaşıyla nasıl bir panik yaşadığını ve onları rahatlatmak isteyen Muammer Aksoy’un “merak etmeyin avukat isterlerse ben giderim” diyerek onları nasıl rahatlattığını ve yıllar sonra Muammer Aksoy’un katledilişinin ardından Uğur Mumcu’nun onun arkasında elinde fotoğrafı ile saf tutuşunu geçmişe olan saygı, özlem ve şükran duygularıyla sesi titreyerek anlatmıştı bizlere. Ve yıllar sonra 4-5 Kasım 2000 Yılında yapılan Ankara Barosu Genel Kurulunda başkan seçilmişti. Avukat Sadık Erdoğan ilk ziyareti büyük bir avukat grubu ile birlikte Anıtkabir’e yapıyordu. Anıtkabir Özel Defterine yazdığı satırlar çalışma felsefesinin ve mücadelesinin temel taşlarını oluşturuyordu. Ankara Barosu Başkanı sıfatı ile 13 Kasım 2000 tarihli defter yaprağına şu tarihi notları düşüyordu Avukat Sadık Erdoğan: “Yüce Atamız… Ankara Barosu kurduğunuz Cumhuriyetimizle yaşıttır. Bizlere emanet ettiğiniz bu Cumhuriyetin güvenilir bekçileriyiz. Gücümüz yettiğince ve sonsuza kadar yaşatmaya devam edeceğiz. Hiçbir güç ya da güç odağı sizin düşüncelerinizin ışığını karartamaz… Düşüncelerimizdeki demokrasi kavramı, laiklik ilkesi ve çağdaşlıkla bezenecek ve Atatürkçü Düşünce ve sorumluluk bilinci ile her zaman dolu olacağız…” O dönemde Ankara Barosu Başkanlığı geçmiş çizgisini de muhafaza ederek mesleki sorunların giderilmesi, Avukatların mesleki onur ve varlığının maddi ve manevi korunması için en yüksek düzeyde mücadele ederken bir taraftan da toplumsal ve ulusal sorunlara duyarlı baro çizgisini de sürdürmeye devam etmiştir. 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 53 Av. Sadık Erdoğan Hakkında Başkanlığı döneminde Ankara barosu yayını olarak çıkarılan ‘’Hukuk Merceği’’ , özellikle o dönemin hassas konuları olan Ermeni ve Kıbrıs sorunu, Ege sorunu, Ortadoğu’daki gelişmeler, Adil yargılama hakkı , Avukatlık mesleği ile ilgili yapılan konferans ve paneller, 2002 Fikri Haklar ve Rekabet Hukuku Kurultayı bugün bile hafızalardadır. Başkanlığı döneminde özellikle staj eğitimi ve mesleki eğitime verdiği önem kendisini bugün birçoğumuzun yararlanmaya devam ettiği Ihlamur Sokaktaki Barohan’ın 3 katını kiralayıp tefriş ederek Ankara Barosu Eğitim Merkezi olarak eğitime tahsis etmesiyle kendisini gösteriyordu. Yine keza şimdi pek çok meslektaşımım aileleri ve misafirleri ile birlikte yararlandığı Gölbaşı Sosyal Tesislerinin kalan hisseleri de ABAYS a alınarak hizmete sunuluyordu. Bu arada gençlere verdiği önemi göstermek için çeşitli üniversitelerde konferanslar veriyor ve müstakbel hukukçulara sesleniyordu. Kültür, sanat faaliyetleri de Baro da tüm hızıyla devam ediyordu.Özellikle her ay hukukçu bir şairin katıldığı” şiir akşamüstleri” etkinliği bugün bile konuşulmaktadır. Tabi bu arada Başkan Yardımcılığını yürüten Avukat Uğur Uzer ve Genel Sekreter Avukat Ömer Çiftçi ve yönetim kurulunda görev alan diğer meslektaşlarımın yol arkadaşlığının varlığı da ayrı kıymettedir. Kıymetli Başkan Avukat Sadık Erdoğan bir hukukçu ve Ankara Barosu Başkanı sıfatı ile Savunmanın başı olarak; o dönemde asla siyasete, siyasi iktidara ve güce boyun eğmemiştir. Cezaevlerinde ölüm oruçlarının sürdüğü, Irak’a askeri operasyonun yapıldığı, IMF in Hükümet üzerinde kimi yasalarla ilgili biran önce çıkmalı diye baskı uyguladığı,siyanürle altın aramalarının Bergama Narlıca köyünde başlatıldığı, Beyaz Enerji soruşturmasının sürdüğü , bir kısmı avukat olan 900 ü aşkın kişinin Emniyet tarafından dinlendiği Telekulak skandalının ortaya çıktığı,bir tarikat şeyhinin cenazesinin Süleymaniye Camii bahçesine gömülmesi için kararname çıkarıldığı, Hükümetin Afganistan’a asker gönderme kararı aldığı ve daha pek çok hassas ve önemli olayın gündem olduğu bir dönemde tarihe not düşen açıklamaları ve mücadelesi ile Ankara Barosu Başkanlığı görevini fedekarca ve titizlik içerisinde sonuna kadar yürütmüştür. Ankara Barosunun bir neferi olarak hukuk devleti ve savunmanın varlığı için çabası Başkanlık dönemi bittikten sonra da tüm hızıyla devam eden değerli hukukçu, başkanım, güzel insan Ankara Barosu Önceki Başkanlarından Kıymetli Avukat Sadık Erdoğan’a saygı ile… 54 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 Av. Sadık Erdoğan Hakkında Av. Sadık ERDOĞAN, Av. Dr. Erzan ERZURUMLUOĞLU Geç tanışıp, çabuk arkadaş ve dost olduğum insan. Ortak paydamız insan; Türkiye sevdası ve hukukun üstünlüğü olduğu için, örgütlü toplum olmanın, gelişim ve değişim sürecinin olmazsa olmazı olduğuna inandığımızdan mensubu olmaktan gurur duyduğumuz Ankara Barosunun aydınlık safında birlikteyiz. Dünyaya tek pencereden değil değişik pencerelerden bakmak için edebiyata da gönül veren kardeşim. Ne mutlu bana ki geç de olsa seni tanıma fırsatı buldum. Yaşamın hep güzelliklerle dolu olsun. 19.09.2016 Eskimeyen Dostum Erol ERTUĞRUL Avukat, Yazar. Sadık Erdoğan ile ilk kez Ankara Hukuk Fakültesinde Öğrenci Derneği seçimleri sırasında tanışmıştık. Yakışıklı, mahcup, içten ve yakın bir delikanlıydı. İlerleyen yıllarda onun şairliğini de görecektik. Dernek seçimlerinden sonra da birlikte olduk. Yönetimimizdeki dernek çalışmalarına birlikte katıldık. Aydınlanmacı, Kemalist bir hukuk öğrencisiydi. Yıllar geçti, onun bu özelliği hiç değişmedi, artarak sürdü. 1965 yılında Ankara Hukuk Fakültesi Öğrenci Demeği olarak Aralık ayında Mevlana Haftası nedeni ile Konya’ya bir gezi düzenlemiştik. O gezide de birlikteydik. Törenlerden sonra güzel zaman geçirmiştik. Onun “Kutuplarda Bahar” adlı ilk şiir kitabı öğrencilik yıllarında çıktı. O yıllarda hukuk öğrencileri çoğunlukla aydınlanmacı romantik öğrencilerdi. Nazım Hikmet’in, Atilla İlhan’ın şiirleri dilimizden düşmezdi. Arkadaşlarımızdan Hüseyin Günday’ın “... Bu mevsim gelmezdi/ Bulvarlara kar yağmazdı/ Ve sensiz gecenin bu kör karanlığında/ Tanrı bizim için ağlamazdı/ Mi-Ka-Ha sana dönmek mi bir daha/ Tövbeler olsun...” diye başlayıp süren Mi-Ka-Ha adlı şiiri şimdi bile aklımızdadır. Ankara da avukatlık yapan sevgili arkadaşımız Haluk Ünsal’ın “Evvel sevdadan bi haberdi adam/ Evren sevda üstüne dediler/ Sev dediler/ Dediler de adamı hallendirdiler...” diye başlayan şiirini hepimiz bilirdik. 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 55 Av. Sadık Erdoğan Hakkında Öğrenci Derneğinde yönetim kurulu üyesi olan Cenk Koray da yakın arkadaşımızdı. Cenk Koray öğrencilik yıllarında da esprileri bırakmayan bir arkadaşımızdı. Öğrencilik yıllarından sonra İzmir’de gazetecilik yapan ve birincilik ödülleri alan Aykut Poturoğlu da unutulmaz yakın arkadaşlarımızdandı. Aykut Poturoğlu’nun şiirleri Özgür adlı bir dergide yayınlanırdı. Sonradan “Süryani” adlı bir şiir kitabı çıktı. Uğur Mumcu ortak arkadaşımızdı. Sevgili Uğur’un alçakça bir saldırı sonucunda aramızdan ayrılmasından sonra Ankara 2 Numaralı Devlet Güvenlik Mahkemesinde Uğur Mumcu, Bahriye Üçok, Ahmet Taner Kışlalı cinayetleri nedeni ile görülmekte olan Umut Davasında avukat olarak sevgili Sadık Erdoğan’la buluştuk. O Mumcu ailesinin avukatıydı. Ben Atatürkçü Düşünce Derneği Genel Merkezinin avukatıydım. Tüm duruşmalarda Turgut Kazan, Önder Sav ve öteki avukat arkadaşlarla birlikte olduk, birlikte savunmalar yaptık. Fakülteden yakın arkadaşımız Uğur Mumcu’yu savunurken yüreğimiz acılarla doldu. Böyle bir şeyi hiç düşünmemiştik. Sadık Erdoğan, Fakülteyi bitirdikten sonra Ankara’da kaldı avukatlık yaptı. Başarılı bir avukatlık dönemi yaşadı. Sonra Ankara Baro Başkanı oldu. Onun Baro Başkanlığı sırasında Ankara Barosu aydınlanmadan, Atatürkçü Düşünceden hiç ödün vermedi. Bir yığın etkinlikte konuşmacı oldu, yazılar yazdı. Yurtseverliği lâikliği, aydınlanmayı hiç elden bırakmadı. O Atatürk’ün Cumhuriyeti emanet ettiği gençlerden birisiydi. Aydınlanmacıydı, devrimciydi ve hem de romantikti, şairdi. Aslında her devrimci biraz romantiktir. Sadık Erdoğan biraz değil epey romantikti. Devrimci, romantik, yurtsever bir genç, hep genç. Sevgili eşi Ayşe nasıl karşılar bilemiyorum ama, Sadık Erdoğan üniversite yıllarında şairliği ile yakışıklılığı ile liseli kızların gözdesiydi. 2016 yılında “Kedi Hukuku Yedi” adlı ve bir tanesini de imzalayarak bana göndermek inceliğini gösterdiği bir bölüm avukatlık anılarının yer aldığı bir kitabı çıktı. Bu kitabı hukuk çevrelerinde çok ilgi gördü. Sevgili Sadık Erdoğan ile uzun yıllar yüz yüze görüşemedik. Ama birbirimizi uzaktan uzağa bile olsa hep izledik. Ankara Hukuk Fakültesi Marşı için açılan şiir yarışmasında birinci olmuştu, ancak, Turgut Kalpsüz, Jülide Gülizar, Yaşar Karayalçın’ın da yer aldığı jüri Sadık bizim arkadaşımızdır ona bu birinciliği vermesek bize darılmaz, o nedenle birinciliği Behçet Kemal Çağlar’a verelim” diyerek onun birinciliğini ötelemiş, birinciliği ünlü şair Behçet Kemal Çağlar’a vermişlerdi. Sevgili Sadık bu haksızlığı önemsememiş, olgunlukla karşılamıştı. O gerçekte onu tanıyanların gönlünde ve yüreğinde hep birinciydi. Belki de bu gerçeği bildiği için sonucu hoş görmüştü. 56 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 Av. Sadık Erdoğan Hakkında Aydınlık Gazetesinde çıkan romantik, şiirli bir yazımı okumuş ve beni telefonla arayarak kutlamıştı. O yazıda öğrencilik yıllarımızda dillerimizden düşürmediğimiz şiirlere yer vermiştim. O yazıda Erdoğan Çokduru’nun ünlü “Avanak” şiirinden bir bölüm vardı: “... Mektuplarının da hesabı görüldü o akşam/ Tekçi Rıfat’a verdim/ Takas yollu bir tek şarabını içtim/ Şaraba kül atacaktım, cigaram yoktu/ Derken resimlerin geldi aklıma bir güzel yaktım / Yanarken bile gözlerin gülüyordu...” Bu dizeleri konuştuk, duygulandık. Bu yazıdan ötürü bana “Erolcuğum senin gibi böyle adamlar kalmadı artık” demişti. Aslında böyle romantik, aydınlanmacı ve türü tükenmiş adamların hası kendisiydi. Bir Güzel İnsan, Avukat Sadık Erdoğan Av. Ömer ÇİFTÇİ Ankara Barosu Önceki Genel Sekreterlerinden Ankara Barosu Yayın Kurulu Başkanından yaklaşık bir ay önce gelen telefonda; Ankara Barosunun Ekim ayında yayınlanacak dergisinde, artık klasikleşen meslek ustalarına saygı adına, önceki dönem başkanlarından Av. Sadık Erdoğan ile ilgili bir bölüm ayırdıklarını, kendisi ile ilgili anılarında yer aldığı bir yazı kaleme alıp alamayacağımı sordular. Memnuniyetle kabul ettiğimi kendilerine bildirdim. Sadık Ağabey’i, Ankara Hukuk Fakültesinde tanıdım. Bizden iki sınıf üstte olup, Fakülte’nin en popüler öğrencilerinden idi. Derslerinin yanında pek çok uğraş alanı vardı. Bunların başında; siyaset, spor ve de olmazsa olmazı şiir denemeleri gelmekteydi. Daha o günlerde pek çok dergilerde şiirleri yayınlanıyordu. Bugüne kadar aklımda kaldığı kadar yayınlanmış 6-7 adet şiir kitabı bulunmaktadır. Sadık Ağabey, Hukuk Fakültesini bitirdikten sonra, askerlik ve staj dönemlerini tamamladıktan sonra Ankara’da serbest avukatlığa başladı. Bu arada sınıf arkadaşımız ile evlenerek, sınıfımızın da eniştesi oldu. Sadık Ağabeyle ilgili okadar yazılacak şey var ki, sayfalara sığmaz. Herkese kucak açan, yüreği sevgi ile dolu, Yüce Atatürk’ün ilke ve devrimlerini özümsemiş, hukukun üstünlüğünün gerçekleşmesi için büyük uğraş vermiş bir hukuk adamıdır. Sadık Ağabeyin Baro Başkanı olduğu 2000-2002 yıllarında Ankara Barosunda ben de Genel Sekreter olarak görev ifa etmiş, kendisi ile birlikte çalışmanın onurunu yaşamıştım. Baro Başkanı olarak tüm meslektaşlarımızı ayrım 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 57 Av. Sadık Erdoğan Hakkında yapmaksızın kucaklamış, kendilerinden gelen tüm talepleri, çözüme kavuşturmak için gecesini gündüzüne katarak çalışmıştır. O dönemde Ankara Barosu gündemi takip eden değil, gündem yaratan baro olmuştur. Yasaların hazırlığı ve uygulanmaları aşamalarında, ilk müracaat edilen yer Ankara Barosu olmuştur. Sadık Ağabeyin duygusal yönü de herkesçe bilinen bir olgudur. Hiç unutmuyorum, Ankara Barosu yönetiminde olduğumuz günlerde, cezaevlerinde siyasi hükümlü ve tutuklular arasında ölüm oruçları başlamıştı. Sadık Ağabey bir Yönetim Kurulu toplantısında konuyu gündeme getirerek, Baro olarak neler yapabiliriz diye tartıştık. Sonuçta Ankara Başsavcısı ile görüşüp, Ulucanlar Ceza ve Tutukevinde ölüm orucuna başlayan kadın mahkûmlarla görüşme karan aldık. Benimde içinde bulunduğum bir heyet Sadık Ağabeyle birlikte cezaevinin yolunu tuttuk. Cezaevinde görüştüğümüz ölüm orucundaki kadınlar sadece bizleri dinlediler. Kendileri hiçbir görüş bildirmedi. Bizim konuşmalarımızbittikten sonra da görüşmeyi sonlandırdılar. O görüşme sırasında Sadık ağabeyin Ölüm oruçlarının sonlandırılması için insanüstü bir çaba harcadığını ve bizlere “arkadaşlar, görüşme sırasında kızlarım gözümün önüne geldi” dediğini ve gözlerinin nemlendiğini unutamıyorum. Sadık Ağabey yine bir yönetim kurulu toplantısında, yılların kanayan yarası olan Kıbrıs sorunu ile ilgili olarak uluslararası bir konferans tertip edip, edemeyeceğimizi gündeme getirdi. Oluşturulan heyet çalışmalarını sonuçlandırdı ve Ankara Barosu olarak, Antalya Barosunun da desteği ile Temmuz 2002 de Antalya da “Doğu Akdeniz’de Barış” adı altında uluslararası bir konferans gerçekleştirdik. Bu konferansa dünyanın değişik ülkelerinden bilim adamları ve hukukçular katıldı. Konu, artıları ve eksileri ile tartışıldı. Çok yararlı ve verimli bir toplantı gerçekleştirildi. Bu hususu, pek çok ülkenin temsilcisinin toplantının bitiminde, bilmedikleri pek çok şeyi orada öğrendiklerini ve aydınlandıklarını bizlere iletmelerinden çıkarıyoruz. Sadık Ağabey ile Baro yönetiminden sonra özel yaşantımızda birlikteliğimiz devam etti. Yaklaşık 10 sene yaz tatillerini birlikte yaptık. Bu dönemde onu daha yakından tanıma fırsatım oldu. Onun yüzünden eksik olmayan gülen hali, insanlara candan yaklaşımı, hep iyilik yapmak isteyen davranışları, insanların sıkıntılarına çare arayışları, toplumda, meslektaşları arasında aranan, sevilen ve de özlenen biri olmasına yol açmıştır. Bu nedenle Sadık Ağabeyin seveni ve dostu çoktur. Dost meclislerinin en çok aradığı bir kimsedir. Onunla birlikteyken zamanın nasıl geçtiğinin farkına varamazsınız. Sadık Ağabey örnek bir aile babasıdır. Ailesi ve sevdikleri için yapamayacağı şey yoktur. Yıllarca kardeşlerine hem ağabeylik, hem de babalık yapmıştır. Paylaşmayı sever. 58 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 Av. Sadık Erdoğan Hakkında Sadık ağabeyin kızları İstanbul’a yerleştikten hele de torunu Atlas dünyaya geldikten sonra, Ankara-İstanbul ve yazlığının bulunduğu Ayvalık-Badavut arasında kendisine bir yol haritası çizmiş, mutluluğu huzuru bu üçgen içerisinde yakalamıştır. Sadık Ağabeyi birkaç sayfayla anlatmak mümkün değildir. Onu tanıyanlar çok yönlü kişiliğini iyi bilirler. Bu nedenle tanımayan genç meslektaşlarımıza kendisini kısaca tanıtmak istedim. Ne derece başarılı olduğumu siz okuyucuların takdirine bırakıyorum. Sadık Ağabeyime bundan sonraki yaşantısında ailesi ve dostları ile birlikte geçireceği sağlıklı, huzurlu uzun bir ömür diliyorum. Eskimeyen Arkadaşım Ahmet Refik TEKEREK E. Vali Sadık Erdoğan hakkındaki duygu ve düşüncelerimi ifade edebilmem için bir zaman tüneline girmem gerekiyor. Sadık’la tanışmamız, yarım asır öncesine gider. A.Ü. Hukuk Fakültesi’nin altmışlı yıllarında, koridorlardaki, kantindeki coşkulu ve neşeli gençlerin arasında, iki genç öğrenci tavır ve hareketleriyle herkesin dikkatini çekerdi. Fakültenin tüm sosyal ve kültürel faaliyetlerinde bu ikiliyi görmek mümkündü. Bu faal öğrencilerden bir tanesi Sadık Erdoğan, diğeri rahmetli Cenk Koray’dı. Bu ikilinin arkadaşlığı Cenk Koray’ın ölümüne kadar kesintisiz devam etti. Cenk sağ olsaydı Sadık Erdoğan hakkında en doyurucu yazıyı yazardı. Sadık fakülteyi bitirdikten sonra avukat oldu. Ben kamu görevlisi oldum. Ankara’ya her gelişimde Sadık Erdoğan’ı ziyaret ederdim. Rahmetli kayınpederi E. Vali Tahsin Aksoyoğlu saygı duyduğumuz bir meslek büyüğüydü. Sadık’ın hukukçuluğunun yanında bazı özellikleri ve güzellikleri vardır. Sadık; okuyan, yazan, güzel konuşan, ruhunda güzele ve güzelliklere yer veren şair ruhlu bir insandır. Mesleğinde temayül etmiş olan Sadık Erdoğan, haksızlığa da tahammül etmeyen bilgi ve birikimli bir insandır. Aynı zamanda çok sevecen ve şefkatli bir insandır. Ölmeden önce uzun zaman rahatsızlık çeken kayınpederine gösterdiği ilgi her türlü takdirin üstündedir. 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 59 Av. Sadık Erdoğan Hakkında Sadık’la acılarımızı ve mutluluklarımızı paylaştığımız günler oldu. Arkadaşlıklara ve dostluklara önem verir. Mazbut bir aile hayatı vardır. Sadık, eşine olduğu kadar işine de sadıktır. Sadık’ın başarısında eşi Ayşe Nermin Erdoğan’ın da katkılarını belirtmek gerekir. Atatürk ilkelerine sadakatten büyük bir haz duyar. Sadık’ın hayatında, şiirin ayrı bir yeri vardır. Son yazdığı şiirlerinin bir tanesinde “umutlarımı rafa kaldırdım” diye başlıyor “seninle işim kalmadı” diyerek şiirini bitiriyor. Sadık, senin bizimle daha çok işin var. Raflarımıza koyacağımız senden yeni kitaplarını bekliyoruz. Benim eski ama eskimeyen dostum Sadık. Arkadaşım Sadık Erdoğan İ. Halil NİMETOĞLU E. Vali Sadık Erdoğan, benim uzun yıllara dayanan dostum ve kardeşimdir. Onu değerlendirdiğimde, aklıma öncelikle insan olarak kişiliği gelir. İyi aile terbiyesi almış, insancıl, dost canlısı, Cumhuriyet değerleriyle, evrensel çağdaş değerlere bağlı ve bunları içselleştirmiş; Atatürk ilke ve devrimlerinin savunucusu, çok iyi bir aile babası. Yine Sadık Erdoğan denince aklıma onun mesleki kişiliği gelir. İnsan olarak kişiliği, mesleki kişiliğinin çok sağlam bir altyapısını oluşturmuştur. İş ahlakı ve disiplini örnek alınacak düzeydedir. Ankara Hukuk Fakültesi’nde, o yılların demokrat iklimi ve çok iyi hocaların eğitimi sonucu örnek bir hukukçu olarak 1970 yılında mezun olup, 1973 yılında avukatlığa adım attı. Halen sürdürdüğü bu meslekte, hep hukukun üstünlüğüne ve bunun korunmasına inandı, bu konuda hiç ödün vermedi. Sadık Erdoğan’ın iyi bir hukuk adamı ve avukat olmasında, yukarıda anlattıklarımın yanında onun yaşamı ilgilendiren her konuda ilgi ve bilgi sahibi olmasının payı yadsınamaz. İyi bir hukukçu; sadece hukuk disipliniyle ilgili bilgilerle donanan değil, sosyolojiden, birey ve kitleler psikolojisine, eğitimden sağlığa, çevreye, felsefe ve sanatın çeşitli dallarına değin her alanda bilgi ve kültüre sahip olmalıdır. Aynen Sadık kardeşim gibi. Onun şairliği, öykü yazarlığı, özellikle Ankara Barosu Başkanlığı sırasında çeşitli TV konuşmaları ile katıldığı toplantılarda yaptığı konuşma ve değerlendirmeler, yukarıdaki yaklaşımımın açık kanıtıdır. 60 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 Av. Sadık Erdoğan Hakkında Yaşamın hem okul hem de öğretmen olduğu gerçeğinden yola çıkarak, Sadık Erdoğan gibi kişilerden toplum, sadece mesleki açıdan değil, her bakımdan yararlanmalıdır. İnsanlarımıza yaşam okulu içinde öğretmenlik yapmaları sağlanmalıdır bu kişilerin. Hukukun zedelenmemesi ve adaletin bağımsız ve tarafsızlığını sağlamada bu gibi etkinlikler çok yararlı olacaktır. Bu konuda barolar ve bunların üst kuruluşu olan Türkiye Barolar Birliği’ne de görev düşmektedir. Bu kurumlar, Sadık Erdoğan’lara bünyelerinde çalışma ortamları sağlamalı, sık sık TV programlarına, halk eğitimi anlamında çıkmaları sağlanmalıdır. 1967 yılı Ankara Hukuk Fakültesi mezunu bir kardeşi ve dostu olarak Sadık Erdoğan’ı bu kısa değerlendirme ile anlatmanın zorluğunu burada ifade etmek isterim. Sevgili dostumun bundan sonra da çok değerli eşi Av. Ayşe Nermin Erdoğan’la her zaman olduğu gibi el ele, yan yana uzun yıllar, hukuka ve toplumumuza hizmet edeceğine inancımı vurgularken, genç hukukçular başta olmak üzere kendisinin her yönüyle örnek alınmasını diler, saygılarımı sunarım. Sadık Erdoğan’la Yaşadıklarım Av. Uğur AKSÖZ 19-20-22. Dönem Adana Milletvekili Biz ona “Şair Sadık” derdik. Bazen de “Aşık Sadık” dediğimiz de olurdu. Çünkü boş zamanlarında devamlı şiir yazardı. Dolu zamanlarında da ebedi sevdalısı ve şimdiki eşi Ayşe’ye aşık olurdu. Her gün ve yeniden aşık olmayı ilk onda görmüştüm. Dile kolay. Dört yıl Ankara Hukuk’ta her gün beraberdik. Sonra Etimesgut Zırhlı Birlikler okulunda yedek subaylık eğitiminde yine beraber olduk. Ankara’nın ışıklarına bakar bakar “ah o gemide ben de olsaydım” şarkısını söylerdik. O cehennem soğuğunda sesimiz gecenin karanlığını yırtardı ama Ankara’ya da bir türlü gidemezdik. Askerlik kolay değildi çünkü. Kemal Saldıraner adlı bir paşa Sadık’ın “gözlerinden çakıyor Teğmen Kemal yakaladıklarını” adlı sert bir savaş şiirini çok beğendiği için, sonraki dönemlerde kursa gelenlere anlatıyormuş. 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 61 Av. Sadık Erdoğan Hakkında Fakültede erkenden gelip yer tutmak çok önemliydi. Çok öğrenci bunu hep yapardı. Kimisi iyi ders çalışsın diye, bir kısmı da güzel kızlara yer vermek için. Sadık sonra şiir kitapları çıkardı. Bizlerse kantinde onun şiirlerini zevkle izlerdik. Münazaralardan birinde Sadık’ın ekibi “gençliğin bunalımı ekonomiktir” tezini savunmuş, Sadık da birinci olmuştu. Diğer ekibin tezi ise “bunalım cinseldir” yönündeydi. Avukatlığı hep önemserdi. İlahi bir meslek olarak görürdü. Arkadaşlar derdi “devletin hakimi, savcısı olan iki güç karşıda. Sen ise vatandaşı savunuyorsun. Bu ne önemli bir görevdir.” Nitekim bu hukuk aşkı da onu yıllar sonra Ankara Barosu Başkanlığı’na taşıyacak ve orada çok başarılı işler yapmasına vesile olacaktır. Bizim, Sadık’la fakültede en zevkli günlerimiz Ceride-i Kantar Dergisi’ni hazırlarken geçti. “Sayfa düzeni, matbaa ve baskı işleri, yazıları, karikatürler, resimler”. Günler rüzgar gibi geçti ve en güzel dergiyi çıkardık. İkimiz de avukatlıkta uzun yıllar çalıştık. Ben bu arada milletvekili olunca, Sadık yine karınca gibi çalışmaya başladı. Hukuk alanında ne yapılması gerekiyorsa dosya yapar ve bunları Anayasa Komisyonu’nda, Adalet Komisyonu’nda ele almamızı isterdi. Onun burada da büyük emekleri vardır. Hukukçu kolay yetişmiyor. Hele hem avukat hem şair hem de hukuka aşık hukukçu az vardır. Sadık Erdoğan, türünün son ve en saygın örneklerindendir. Odasının iki köşesinde duran İnönü ile imzalı resmi, İnönü’nün Türkiye’de yalnız onda bulunan büstü ve Prof. Muammer Aksoy’un hediyesi olan şapka, onun büyüklüğünün en görkemli tanıklarıdır. 62 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 Av. Sadık Erdoğan Hakkında “SADIK”... Av. Nail GÜRMAN Cumhuriyet’ine, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ üne, Ülkesine, insanına, hukukuna, İnancına, mesleğine, meslektaşlarına, Baro’suna, Sanatına, şiirine, duygusuna, Yüreğinin ateşine, kor’una, Ulusal ülküsüne, Türkiye’sine, Kıbrıs’ına, Bağımsızlığına, Hukuk hak ve adalet kavgasına, İnsanlığın yüce değeri, hoş görüsüne, İdeallerine ve ülkülerine, Dostluğa, dostlarına, Ailesine, Sevgisine, Ayşe’sine, Canan’ına, Aslı’sına; “Sadık” bir Başkan... “Sadık Başkan” Her şey için, hepimizden teşekkürler… Eksiği çok olan, bir özet yapabildim mi?. Bilemiyorum... Sevgiyle ve sevgiyle... Ankara, 28 Eylül 2016 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 63 Av. Sadık Erdoğan Hakkında Sadık Erdoğan Başkan’a Av. Zafer MERZİFONLUOĞLU Sayın Sadık Erdoğan ile 1997-2001 döneminde Türkiye Barolar Birliğinde ayrı Kurullarda çalışma imkânı buldum. O dönemde, ben TBB Disiplin Kurulu Üyesi olarak görev yaparken Sadık Erdoğan da TBB Yönetim Kurulunda Sayman Üye olarak görev yapmakta idi. 1998-2000 döneminde Ankara Barosu Başkanı olarak görev yapan Sayın Hakkı Süha Okay 2000 yılı Ekim ayında yapılacak olan Baro Başkanlığı seçimlerinde görevini bırakacak ve yerine yeni bir Baro Başkanı seçilecekti. Seçimlerden Önce yapılan Demokratik Sol Avukatlar Gurubu toplantılarının birinde mezuniyet dönemi ve yakın arkadaşım olan Sadık Erdoğan’la yaptığım konuşmada, bana Ankara Baro Başkanlığına aday olacağını belirtip benden ve diğer arkadaşlarımızdan destek istedi. Bu kararının aniden verilen bir karar olmayıp, daha önceden uzun müddet düşünülüp alınan bir karar olduğu ve zamanı gelince uygulamaya konduğu daha sonraki açıklamalarından anlaşılmıştır. Önce Demokratik Sol Avukatlar Gurubu adaylığı ön seçiminde, daha sonra ise Baro seçimlerinde gerekli çoğunluğu farkla sağlayıp Ankara Barosu Başkanlığı gibi önemli ve onurlu bir görevi yüklendi. Baro Başkanlığı döneminde gerçekleşen birçok önemli olaylardan birisi ve belki de başında geleni 1136 Sayılı Avukatlık Kanunun bir çok kuralını değiştiren 466 sayılı Yasanın kabulü olmuştur. Yasanın Türkiye Büyük Millet Meclisi Komisyon ve Genel Kurul toplantılarında, bu Yasanın hazırlanıp bu konuma getirilmesinde büyük emekleri geçmiş meslek büyüklerimiz ve arkadaşlarımız yanında Ankara Barosu’nun manevi ağırlığını bir Başkan olarak daima hissettirmiş ve birçok engellemeye rağmen Yasanın istenilen gibi yasallaşmasında hizmeti geçenlerden biri olmuştur, Yeni Yasanın getirdiği en büyük yeniliklerden birisi de Avukatlık Yasasının 167. maddesinde yer alan Baro Hakem Kurullarının kurulmasıdır. Avukatlık sözleşmesi ve avukatlık ücretinden doğan ihtilaflarda adli çevrenin en kıdemli Asliye Hukuk Mahkemesi Hakiminin başkanlığında, Baro Yönetim Kurulu tarafından baro üyesi avukatlar arasından seçilen iki avukattan oluşan Baro Hakem Kurulları mesleğimiz için çok ödemli bir müessese ve kazanımdı. Böyle bir Kurulun Baro Yönetim Kurulu tarafından, Av.Ünsal Toker’le birlikte seçilen iki avukat üyesinden birisi olma onuruna eriştim. Kurulda daha sonra Av. Mahmut Emin Varol ve Av. Akın Ataksoy’da görev yapmıştır. Bu görevin bizlere verilmesinde elbette Yönetim Kurulu Üyesi arkadaşlar yanında Sayın Başkan’ın şahsi ağırlığının olduğu da yadsınamaz bir gerçektir. Kurulun üyesi 64 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 Av. Sadık Erdoğan Hakkında olarak bizlerin de verilen göreve ve onuruna layık olmak için özveri ile çalıştığımız, yapılan uygulamalar ve ortaya çıkan kararlarla ispat edilmiştir. Kurulun iş hacmi bir Asliye Hukuk Mahkemesi iş hacmine ulaşmış ve yılda 350-400 esası bulmuştur. Sayın Sadık Erdoğan, Baro Başkanı olarak, Kurulun özellikle kuruluş aşamasında İşlerin bir Mahkeme düzeninde ve şeklinde çalışabilmesi için, Yönetim Kurulu ile birlikte var gücü ile çalışmış, önce Kurulun üye odası, kalem ve duruşma salonu İçin yer tahsisini C.Savcılığı nezdinde girişimleri ile sağlamış ve Türkiye Barolar Birliğince Hakem Kurulu Yönetmeliğinin çıkarılmasından sonra da, Kurul, Anayasa Mahkemesi tarafından iptaline kadar 3 yılı aşkın bir süre Ankara Barosuna yakışır bir şekilde ve örnek olacak şekilde görevini yerine getirmiştir. Meslek için çok önemli olan böyle bir Kuruluşun görevini başarı ile yerine getirmesinde başlangıç zorluklarını büyük çabası ile ortadan kaldırıp, Kurulun rahat çalışma ortamını sağlayan Başkan Sadık Erdoğan ve Yönetim Kurulu Üyesi arkadaşlarıma, Ankara Barosu Hakem Kurulunda görev yapan üyelerden birisi olarak teşekkürü bir görev biliyor ve sevgili Başkana bundan sonraki yaşamında sağlıklı ve mutlu yıllar diliyorum. 20.09.2016 Avukat Sadık Erdoğan Av. Akın ATAKSOY Sayın Erdoğan gerek avukat ve gerekse edebi kimliği ile toplumda ve Baromuzda saygın bir yer edinmiştir. Kendisi ile lise çağlarına dayanan dostluğumuz daha sonra meslektaş olarak da devam etmiştir. 1980 yılında Prof. Muammer Aksoy başkanlığındaki yönetim kurulunda birlikte görev yaptık. Sayın Erdoğan o dönemde 2 yıl başkan yardımcılığı görevinde bulundu. Bu dönemde çok önemli olaylar cereyan etti. Ermeniler Ankara Esenboğa hava alanında katliam yaptılar. Birçok insanımız katledildi. Sanıkların Baro Yönetim Kurulundan avukat talep edebilecekleri düşünülerek Yönetim Kurulunda çekilen kurada bu savunma işini yüklenmek Sayın Erdoğan’a isabet etmiştir. Ama sanıklar avukat istemedi. 12 Eylül 1980 ihtilali yapıldıktan sonra Kenan Evren Başkanlığındaki cunta üyeleri avukatları devamlı olarak eleştirmeye, yerden yere vurmaya başlamışlardı. Baro Dergilerinde Başkanımız Sayın Muammer Aksoy’un yazılarının yayınlanması engelleniyor ve dergilerde başkan köşeleri boş olarak yayınlanıyordu. 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 65 Av. Sadık Erdoğan Hakkında Yurt dışından gelen heyetlerin Ankara Barosu ile görüşme taleplerine Baro Başkanı ve Yönetim Kurulu katılmasına rağmen ihtilal hakkında kesin bir görünüm vermeleri devamlı olarak engelleniyordu. İnsanlarımız silahlanma yarışına girmişlerdi. Meslektaşlarımız da silah ruhsatı için gerekli evrakları alabilmek uğruna baromuza yoğun bir şekilde talepte bulunuyorlardı. Ülkemizde olağanüstü bir dönem yaşanıyordu. Sayın Erdoğan mesleğe başladığı ilk günden itibaren üstlendiği Ankara Barosu ve Türkiye Barolar Birliği Dergilerinin sorumlu Müdürlüğü görevine bu dönemde de ara vermemiştir. İlk şiir ve resim dalında sanat çalışmalarının dergilerimizde yayınlanmasını sağlamış, Türk Hukuk Kurumunda 2 yıl yönetim kurulu üyeliği ve saymanlık görevlerini yaparken Türk Hukuk Lügatı’nın yeniden çıkarılmasında önemli rol üstlenmiş, 1998-1999 yıllarında Türkiye Barolar Birliği yönetim kurulu üyeliği ve saymanlığı görevini yaparken de Faruk Erem Müzesinin kuruluşunu organize etmiştir. Sayın Erdoğan 2000 yılında Ankara Barosu Başkanlığına seçilmiş ve bu görevini 2 yıl sürdürmüştür. Kıbrıs konusunda Rauf Denktaş’la yakın temaslar kurmuş, Antalya’da tüm dünya hukukçularını toplayarak Kıbrıs Konferansını organize etmiştir. Ermeni sorunu konusunda Baromuzun çalışmalarıyla ilgili hazırlanan bir kitabı tüm dünya barolarına gönderilmesini sağlayarak onları aydınlatmaya çalışmıştır. Baro Başkanlığı döneminde Balkan Ülkeleri Barolar Birliği Başkanlığı görevini de yürütmüştür. Ayrıca Türkiye Barolar Birliği delegesi olarak uzun yıllar Baromuzu temsil etmiştir. Birçok yere delege olarak birlikte gidilmiş ve meslek sorunlarıyla ilgili çalışmalarda bulunulmuştur. Halen sağlığının el verdiği ölçüde mesleğimize katkı vermeye devam eden sevgili dostumuz, başkanımız Sayın Erdoğan’a bundan sonraki yaşamında da sıhhatli ve uzun bir ömür diliyorum. Saygılarımla. Anılar... Adnan KURTULUŞ Avukat Değerli Baro Başkanı Sadık Erdoğan ile birlikte Ankara Barosu Yönetim Kurulu’nda çalıştık. Kişisel görüşüme göre, girişimcilik, sosyallik ve medeni cesaret onun vazgeçilmez özellikleridir. 66 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 Av. Sadık Erdoğan Hakkında Baro başkanımız rahmetli Muammer Aksoy klasik koridor avukatlığından gelmediği için işin teknik taraflarını bizlere bırakmıştı. Ben Başkan Yardımcılığı görevini, rahmetli Özdemir Özok’dan teslim aldım, benden sonra iki dönem Sadık Erdoğan başkan yardımcılığı görevini sürdürdü. Onun sayesinde rahmetli Bülent Ecevit’i evinde üç kez ziyaret ettik. Şair Bülent Ecevit ile şair Sadık Erdoğan birbirlerine şiir kitaplarını teati ettiler. Bu toplantılarda hatırlayabildiğim kadarı ile merhum Hüseyin Avni Ferah, merhum Sadık Dikmen, Abdurrahman Vural ve sonradan Ecevit hükümetinde bakanlık yapan Metin Bostancıoğlu da vardı. Sadık Erdoğan’ın şairlikten gelme yönü oldukça ön planda olduğu için Ankara Barosunda şiir akşamları konsepti onun sayesinde baroya hediye edilmiştir. Tamamen yönetim kurulu üyelerinin katılımı ile Datça’da bir arazinin satın alınması için önayak olmuştur. Ülkemiz ve hatta dünyamız 1979 yıllarından bu yana çok evreler geçirdiği için o yıllarda çok sosyal olarak bulduğumuz olaylar şimdi nerde ise monoton duruma düştüğünden burada onları sıralamak istemiyorum. Ancak Sadık Erdoğan gerek yönetim kuruluna seçilmeden önce, gerek yönetim kurulu üyeliği gerek başkan yardımcılığı ve gerekse baro başkanlığı döneminde şair Sadık Erdoğan baroya ve avukatlık mesleğine çok güzel şeyler kazandırmıştır. Ankara Barosu’nun böyle bir girişimde bulunması ve Sadık Erdoğan’ı seçmesi son derece isabetli bir seçimdir. Hem baro yönetimini kutluyorum hem de Sadık kardeşimin bundan sonraki yaşamında ona mutlu sağlıklı ve huzurlu yıllar diliyorum. 09.09.2016 İyi Hukukçu Sadık Erdoğan Av. Zeki GÖZÜBÜYÜK 1981-1983 Ankara Barosu Yönetim Kurulu Üyesi Av. Sadık Erdoğan’la mesleğe başladığımız ilk günden itibaren “Demokratik Sol Grup” adlı grupta beraber çalıştık. 1978-1980 arası baro seçimlerinde pekişen dostluğumuz, Avukat Teoman Evren’in seçilmesi ile daha da gelişti. Ben İşkurhan grubundaydım. Ama Sadık Kızılay’da avukatlık yapıyordu. 1986 yılında Av. Muammer Aksoy baro başkan adayı oldu. Listesinde Sadık ve ben de vardık. Seçimleri kazandık. 12 Eylül 1980 yılında Kenan Evren ve dört general ihtilal yaptı. Evren; avukatları, Konya konuşması başta olmak üzere diğer miting konuşmalarında da hep ciddi şekilde eleştirdi. Toplumda uygulanması için birden fazla yasak 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 67 Av. Sadık Erdoğan Hakkında kararı çıkardı. Başkan Aksoy bundan dolayı bazı yazılarını yazamıyor ve onlar dergide beyaz sayfa olarak çıkıyordu. Bu da ihtilal heyetine ciddi bir muhalefet oluyordu. Hem de çok ciddi. Yabancı heyetler Türkiye’ye geldiklerinde mutlaka Ankara Barosu’nu ziyaret ediyor ve onların görüşlerini alıyordu. Sormuş oldukları sorular Türkiye’nin yapısıyla ilgiliydi. Muammer Aksoy verdiği cevaplarla, Türkiye’yi geniş şekilde anlatıyor, heyettekileri aydınlatmaya çalışıyordu. Baro için verilen yemekleri, baloları çoğu zaman Sadık’la beraber düzenliyorduk. Muammer Aksoy et yemiyordu, vejetaryendi. Ancak balık yiyordu. Bir toplantıda ona getireceğimiz balık unutuldu. O gece Aksoy sadece ot yedi. Sadık’la bana da epey kızdı. Ermeni suikastçılar, teröristler Esenboğa Havaalanı’nı bastılar ve çok kişiyi öldürdüler. Etrafları sarıldı, içlerinden birisi öldürüldü, diğeri sağ yakalandı. O gün Baro Yönetim Kurulu toplantısı vardı. Toplantıda “bu yakalanan katil barodan avukat isterse ne olacak” dendi. “Hiçbir avukat bu savunma görevini almak istemez” dendi. Sonra Muammer Aksoy, Yönetim Kurulu’na “kura çekelim, bu işi Yönetim Kurulu’ndan bir arkadaşımız yapsın” dedi. Kabul edildi. Çekilen kura Sadık Erdoğan’a çıkmıştı. Sadık bu duruma çok üzüldü, bizse sevindik belli etmeden. Hoca “Sadık hiç üzülme. Mahkemeye seninle ben de geleceğim ve savunmayı beraber yapacağız” dedi. Bu bizi daha da sevindirdi. Ama yargılanan terörist avukat istemedi, kısa sürede idam cezasına da çarptırıldı. Sadık mesleğin her köşesinde cansiperane çalıştı. Özverili çalışmaları sonunda da 2000 yılında Baro Başkanı seçildi. Bu görevini de başarıyla yaptı. Daha yazacak çok şey var ama fazla yer kaplamayalım. Sadık Erdoğan’a ömrü boyunca başarılar. 68 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 Av. Sadık Erdoğan Şiirleri KİTAPLARINDAN ŞİİRLER SENİ HER AN SEVEBİLİRİM - Umutlarınız oldu mu sizin de sefertasında Peynir-ekmek gibi yediğiniz saatleri? Gözlerimde yalnızlık büyüdü, dikkat et. Seni her an sevebilirim. Deli-fişek arzular geliyor içimden haa. Umursamadan dünyayı bağırıp-çağırabilirim. Şarkı da söyleyebilirim çatlak sesimle Sokaklarda sabahlara kadar dolaşabilirim. Lapa-lapa kar yağarken düşüncelerime Gözlerime vurabilir üşümüşlüğüm. Saatlerde zamanı kaybedebilirim. Biliyorum sen çıkarsın adım başı karşıma Çok bilinmeyenli binlerce denklem çıkar. - Serde erkeklik var – Kağıt fenerlerde umudumu yakabilirim. Yüzüme kapanmadan bütün kapılar, Tükenmeden yeryüzünde kaldırımlar Saçlarım dökülmeden son teline kadar, Gözlerimde yalnızlığı küçültmeliyim. 1968-Kış Ağacı’ndan 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 69 Av. Sadık Erdoğan Şiirleri ÇOCUK Söyle bana O maviyi nereden aldın çocuk Nasıl saklayabildin gözlerinde? Bak bana Ve biraz gülümse. Böylesine; — İnsanı deli edercesine — Gülümsemeyi kimden öğrendin çocuk, Nasıl esir ettin yüzüne? Anlat bana. Okulunu, derslerini, Arkadaşlarını, evini, Ve herşeyini. Sana kelimeleri böyle sihirli söylemeyi, İnsanı tatlı-tatlı zehirlemeyi kim öğretti? Seni sevmek suç mu çocuk? Gözlerini, gülümsemeni, konuşmanı sevmek suç mu? İnan bana. Yanımda olmasan da güzel, Düşünmek bile güzel seni. SENİ ÇOK SEVİYORUM ÇOCUK. 1967-Ölümsüzlüğün İlk Harfi’nden 70 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 Av. Sadık Erdoğan Şiirleri BAKIŞ MENZİLİNİN EPEYCE DIŞINDAYIM Gecenin soğuğunu ayaz köprüden geçiyorum. Donarsam kurtaracak tatlı sıcaklar uzak. Bakış menzilinin epeyce dışındayım. Göğe haber salmalı, Gerekirse yalvarmalı. Korkulu düşlerle anlaşmam var sanki. Bir yaylım ateş ki -bitmezcesineSonra da kaçıyorlar evrenin en derinliklerine, Bilinmezliklerine. Susuzluğum dayanılmaz Ve anlatılamaz doyumsuzluğa. Karanlık düşlerimle boyandı Bir başkası gelemez yanıma. Göğe haber salmalı, Gerekirse yalvarmalı. Gözlerini göndersinler. Yavaş yavaş donuyorum yoksa Bakış menzilinin epeyce dışındayım. 1974- Gül Yağmuru’ndan 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 71 Av. Sadık Erdoğan Şiirleri İNSANLAR YAŞADIKÇA Bu heyecanlı romanın kahramanı benim Okuma bilmeyen kızın elinde. 303 savaşının unutulmaz subayı Kolumda yara izi kaybolmuş ama belli. Şarapnel yarasının kalbe giden sızısı Benzemez gül dalının okşayan çiziklerine. Şimdi, her an, o günlerin içinde yaşarım, Sanki bugünmüş gibi acısını duyarım. Bir sergi geziyorum Seyrantepe’de. Barut-duman genizlerde kardeşçesine Yaşama savaşını hınca boğuyor. Gözlerinden çakıyor teğmen Kemal yakaladıklarını. Açılmayan paraşütü yukarı çekiyor Tanrı Mitralyözle düzeltiyor yaratıklarının kusurlarını. Bir yanda, ölüm kalım çabası Öte yanda, kulaklarımızı dolduran İnce sesli bir kadın, notaların katili. — Top sesleri arasında duyabildiğimiz — Yine de, müziklerin en güzeli. Şarapnel yarası barut-duman kardeşliği Gözlerinden çakılanlar 72 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 Av. Sadık Erdoğan Şiirleri Alınlarından vurulanlar Açılmayan paraşütler Mitralyöz yağmuru. Ç a ğ l a r b o y u n c a h e p b u. Ç a ğ l a r b o y u n c a h e p b u. Bitecek mi bu uğraşı, bitecek mi? Gözlerde umutlar çocukça. Ama sanmam. — Kimse de sanmıyor — Bitmeyecek bu kavga İNSANLAR YAŞADIKÇA. 1974- Gül Yağmuru’ndan 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 73 Av. Sadık Erdoğan Şiirleri ÖLÜRSEM Mavilerin en güzeli senin olsun. Al, tut, kopar gökyüzünden; giy. Yeşillerin en güzeli darılırsa darılsın, zararı yok. Bir tokat patlatırsın, olur-biter. Gülüşlerin en güzeli senin olsun. Mona Lisa çatlarsa çatlasın hırsından, bize ne. Tut saçlarından, vur yere, bir daha gülemesin Utansın çerçeveden sahte gülmeye. Şarkıların en güzeli senin olsun Notalara sığmazsa sığmasın ne yapalım? Öyle bir orkestra kuralım ki çalgısız İnsanlar utansın kendilerinden. Şiirlerin en güzeli senin olsun. Ama ben yazmalıyım, istersen olur. Seni nasıl anlatabilirim kelimelerle? Ölürsem yazamadığım içindir. 1968-Yeryüzü Seninle Güzel’den 74 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 Av. Sadık Erdoğan Şiirleri BİR İNANSANIZ Ne oluyor bu köpek havlamaları, uzun-uzun, Sanki birisini parçalıyorlar. Korkudan sokak lambalarını da söndürdüm, inanmazsınız. Gecenin rengini korkuyla boyuyorlar. Anlatılmaz bir karanlığın içerisindeyim Allahın ayazında kar donmuş, gülüşlerin donmuş Bir de kulakları tırmalayan bu uğultu yok mu Sokak lambalarını da söndürdüm korkudan, inanmazsınız. Yavaş yavaş gözlerinin ışığı dünyamı aydınlatan Ama biliyorum ki, Benim ki ölmek korkusu, Benim ki sensiz ölmek korkusu, gelin bakın. Kocaman kocaman değirmen taşları bir de. Ha düştü başıma, ha düşecek Korkudan yorganı da başıma geçirdim, inanmazsınız. Bir inansanız, bir inansanız. Ne böyle bitecek anılarımız, Ne böyle gidecek bu upuzun yol. Sevmekle sevilmek arası beş dakika Bir koşuda alacağım inansanız. 1970-Şiirlerim’den 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 75 Av. Sadık Erdoğan Şiirleri SON DÖNEMDE YAZDIĞI ŞİİRLER SOFRA Gökyüzlerinde, yıldız masalarda, dopdolusun, yalnızsın. Zamanı geçirmeye çalışacaksın, Zamanı geçirmeye çalışacaksın. Zaman geçmeyecek. Bekleyeceksin, bekleyeceksin. Ama geçmeyecek. Bakacaksın ki ileri uçta çılgın bir çatal. Arkasına takılmış sayısız kuzu kulak, Sonrasında kocaman bir kaşık, Gül tanesi bir bıçak. Sofra dolu mu dolu, ağzına kadar. Aç karnını doyurmaya mı geldin? Yoksa bana emir buyurmaya mı geldin? Sefa geldin, hoş geldin. Ön tarafta çalgıcılar çalıyor da çalıyor, Hanendeler çıldırmışlar, oynuyor da oynuyor. Sense arka taraflarda sessizce duruyorsun. Burası dünyaların çarpımı sanki, Unutma ki bir üflesen söz olur, Birazcık gülsen müzik olur. Sözcüklere külahı ters giydireceksin. Ayvalık- Ağustos 2015 76 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 Av. Sadık Erdoğan Şiirleri ŞEYTAN Sessizliğin ucuna hoparlör bağlamışlar. Ağzı bozuk geyşanın sütü bozuk anası Aklına ne gelirse düşünmeden söylüyor. Sanırsın ki, tüm kargalar, bağırınca bülbül olur. Duyulmayan şarkının bestesi yapılmamış, Sözlerini ararsan uzayda tapusuz tarla, Sözlerini ararsan bulamazsın, yazılmamış. Yarısı karın tokluğuna, İster notalı, ister notasız Şarkıyı çalan, olmayan meydanda durmadan oynuyor. İster paralı, ister parasız. Yağmayan kar taneleri sizi nasıl okşarsa Altında zevkten çıldırırsınız. Sanırsınız ki her zaman şeytan güzeldir. Sizi de kandırır, sizi de kandırır Beyaz giyse melektir. Yüreklere dokununca, çok saf olur, gönül olur. Okunamayan şiirin yarısı, tam tamına beş kuruş Öteki yarısına başka bir şey istemez. Sanırsın ki, dikenleri, toplanınca gül olur. Ankara-15.10.2012 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 77 Av. Sadık Erdoğan Şiirleri YAŞAMAK Küçük bir noktaya sığdırdım hayatı. Bu nokta koşmaktı, Bu nokta coşmaktı, Bu nokta gözlerden gönüllere bakmak, Bazen çılgın, bazen yılgın, bazen yorgun. Uçsuz bucaksız çöllerde umutları, Denizlerde gemileri yakmaktı. Bu nokta yedi kat göğe çıkmaktı, Nehirlerden nehirlere akmaktı. Küçük bir noktaya sığdırdım hayatı, Bu nokta yaşamaktı. Ankara-01.04.2012 78 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 Av. Sadık Erdoğan Şiirleri KALMADI Umutlarımı rafa kaldırdım Seninle işim zor Hem de çok zor. Gökyüzü daraldı mı hıza cefa çıkarır. Öncelikle sonsuzlukta kayboldun, Düşünce seli önüne katamadı seni. Varlıkla yokluk arası bir kara duvar Üzerinde kaval mı çalınır a iki gözüm? Umutlarımı rafa kaldırdım. Artık sesler içinde sessiz, Artık renkler içinde renksiz, Artık mavilikler kişiliksiz, Artık sensizim sensiz, Artık çerçevesiz, çaresiz. Uzun geceler boyunca, Ne rüyalar gördüm, ama onlar tektiler, Belliydi ki, Başka bir zamana gidecektiler. Umutlarımı da onlarla o zamana gönderdim. Seninle işim kalmadı. Ayvalık-02.08.2012 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 79 Av. Sadık Erdoğan Şiirleri ZAMANLAMA HATASI Kendimi bildim bileli, her zaman merak ederim. Yaşamım başka dünyalarda mı, Milat öncesi mi, sonrası mıydı? Yıllardan hangi yıldı, Günlerden hangi gündü? Yoksa o ayrı dünyalarda Bunların adları da başka mıydı? O dünyalarda da yıldızların ismi Mars, Jüpiter, Plüton Veya Venüs, Uranüs, Satürn müydü? Renkler orada da sarı, yeşil, Kırmızı, beyaz, lacivert, kavuniçi miydi? Yoksa renklerin de başka renkleri mi vardı? O dünyalarda başka güneşler mi, Oralarda hayat içinde hayat, Oralarda yaşam dışında yaşam Oralarda da bilinmezlik mi vardı? Sen var mıydın, yok muydun, Yaşananlar bir rüya mıydı? Veya zamanlama hatası. Ayvalık-Eylül 2015 80 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 ANILAR 2015 YILINDA YAYIMLANAN ‘KEDİ HUKUKU YEDİ’ KİTABINDAN BÖLÜMLER Av. Sadık Erdoğan - Anılar (Kedi Hukuku Yedi’den Bölümler) ASALA ÜYESİ YARGILANIYOR ASALA adlı gizli bir Ermeni örgütü üyesi olan Levon Ekmekjian ve Vejdi Ahmad, 27 Temmuz 1982 tarihinde Ankara Esenboğa Havaalanı’na silahlı ve bombalı saldırı yapmayı planlamışlar ve ülkemize giriş yapmışlardı. Ankara’da bir otelde kalan örgüt üyeleri, pasaportlarını, kimlikleri bilinmesin diye yakmışlar, 9 mm çapında iki makineli tabanca ile üç el bombasını bir çanta içinde saklamışlardı. Olay günü (7 Ağustos 1982 saat 16.00) havaalanına gitmişler, terminal binasının üst katında bulunan bekleme salonuna girmişlerdi. Vejdi Ahmad, el çantasını pasaport kontrol gişelerinin bulunduğu bölüme koyup bir taraftan bombanın pimini çekerken diğer taraftan da çantasından çıkardığı makineli tabancayla sağa sola ateş ederek alan müdürünün odasına girmişti. Odada bulunan Şef Doğan’ı yaralamış, sonra müdürü kendisine siper ederek, ateş ede ede, aynı kattaki lokantaya müdürle birlikte girmişti. Lokantada bulunan yabancı ve Türk uyruklu yirmiyi aşkın kişiyi tehdit ederek, elleri başları üzerinde duvar dibine dizmiş, ateş edip bağırıp çağırırken rehinelerden Polat Akın’a bir peçete üzerine “on beş dakikaya kadar Türk Hükümeti Ermeni davasını kabul etsin, görüşmeye hazırız. Meydan müdürü dahil yirmi rehine var” ibareli bir mesaj yazdırmıştı. Bu mesajı götüren çocuk geri dönmeyince, bir başka rehineyle yeniden mesaj yazdırarak yine bir başkasıyla dışarı göndermişti. Dönmediği takdirde el bombasını patlatacağını ve tüm rehineleri öldüreceğini söylemişti. Yine cevap gelmeyince ellerindeki bombalardan birisini, lokantanın sağ tarafına doğru atmış, bombanın patlaması ve sanığın arka arkaya ateş etmesi üzerine, kalabalık panik içinde, kaçmaya başlamıştı. Levon kalabalığın önüne çıkıp ateş ederek dört kişinin ölümüne, pek çok kişinin de yaralanmasına sebep olmuştu. Sonra yaralılardan beşi daha öldü, yaralanan Levon da hemen hastaneye kaldırıldı. Eylem, devletimizi açıkça hedef almaktaydı. Hava alanında çok sayıda kadın, yaşlı ve yabancı uyruklu kişiler ve çocuklar bulunmaktaydı. Burada bomba patlatıldığında çevrede çok insan ölecekti. Onların üzerine açılan ateş, amaç ne kadar siyasi olursa olsun, insani değerlere aykırıydı. Canavarca duygularla gerçekleştirilmişti! Sanıklar ifadelerinde, 1982’de Lübnan’da ASALA’ya girdiklerini, gerilla eğitimi, siyaset ve tarih dersleri aldıklarını bildirmişlerdi. 27 Temmuz’da Türkiye‘ye girdiklerini, hava alanına sık sık giderek keşif yaptıklarını, bekledikleri bomba ve silahların 2 Ağustos’ta geldiğini, bu nedenle eylemi, söz konusu tarihte gerçekleştirdiklerini söylemişlerdi. 82 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 Av. Sadık Erdoğan - Anılar (Kedi Hukuku Yedi’den Bölümler) Mahkeme, kararında uzun uzun, Türkiye’deki Ermeni sorununu anlattı: “Tarihimizde Ermenilerin de yaşadığı topraklar, 1064 yılında Selçuklu Hakanı Alparslan tarafından kazanılmıştı. Bu topraklar Bizans Devleti’ne aitti. Bu sıralarda ve sonraları Ermenilerce, Kara-Hac Armenekan, Vatan Korucuları gibi komiteler kurulmuş, 1880’de Tiflis’te Taşnak, 1887’de Cenevre’de Hınçak Komiteleri oluşturulmuştu. Osmanlı’daki Ermenileri kurtarmak için 1880’de Erzurum isyanı, 1892-1893 arası Yozgat, Kayseri, Çorum, Merzifon olayları, 1884’de Sasun İsyanı, 1895’de Babıali olayı, Zeytun İsyanı, 1896’da Van İsyanı, 1909’da Adana İsyanı birbirlerini takip etmişlerdi. Dünyadaki diğer ülkelerde ise, Ermenilerin oluşturduğu bu komiteler ile birtakım olaylar ve isyanlar Osmanlı İmparatorluğu’nun soykırımı gibi gösterilmişti.Osmanlı İmparatorluğu’nun 1.Dünya Savaşı’na girmesiyle İngiliz ve Fransız donanmaları Çanakkale Boğazı’nı zorladılar, ordular Galiçya’dan Irak’a kadar değişik cephelerde savaştılar.Savaş sırasında tüm Ermeni komiteleri kapatıldı. Ermenilerden 235 kişinin tutuklaması yapıldı. 27.05.1915’te, bir geçici kanun çıkarılarak, savaş alanında bulunan bir kısım Ermeniler, Suriye topraklarına zorla gönderildi.” *** Ağır Ceza Mahkemesinde bilirkişi olarak görev yapan Dikran Kevorkyan, sanık Levon’un ifadesini şöyle tercüme ediyordu: “Şimdi, Mukaddes kitaba ve merhum kardeşimin mezarının topraklarına el basarak derim ki, bu sarf edeceğim sözlerim herhangi bir baskı altında ve telkinle söylenmemektedir. 1915 olayları hakkında bizim büyüklerimiz ve tarihi yazanlarımız bize, Türk Milleti’nin kanımızı emdiğini, Türkiye’deki ve Türkiye dışındaki Ermenilerin sonunu getireceklerini söylediler. Ben yirmi dört yaşındayım, beynim bu fikirlerle yıkanmıştır. Beyin yıkanmışlığım Türkiye’de geçirdiğim otuz gün zarfında tanık olduğum davranışlar karşısında parça parça oldu ve ben bugün gerçeği anladığıma inanıyorum. Bize cani diye tanıtılan Türk Milleti’nin masum çocukları ve kadınları, kanlarını döken bana, kanını vererek hayatımı kurtardı. İşte bu onların asaletiydi.Ben bu gün Türk Adaleti’nin önünde bulunmaktayım. Aynanın önünde kendime baktığım zaman kendimi bir katil olarak görüyorum. Şimdi Türk Milleti’ne kardeş hane bir iki söz söyleyeceğim. Ben bir hata işledim. Yalan ve yanlış olduğu için Türk Milleti, tüm Ermenilere karşı tepki ve düşmanlık hisleri içinde olmasın. Ermeniler ve Türk Milleti ellerinden gelen her şeyi bir arada yapsınlar.” *** Tanıklardan Gülgün Şahin şu ifadeyi verdi: 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 83 Av. Sadık Erdoğan - Anılar (Kedi Hukuku Yedi’den Bölümler) “Ailemizden altı kişiyle lokantadaydık. Bir patlama sesinden sonra, terörist, elinde silahı, bomba ve önünde rehin alınmış meydan müdürü olduğu halde, içeri girdiğinde ‘kıpırdamayın’ diye bağırdı. Etrafa birkaç el ateş etti. Ellerimizi başımıza dayattırdı, iki buçuk saat duvarın önünde kaldık. Bize hitaben ‘siz Türkler bizim düşmanımızsınız, bizim dedelerimizi kesip, toprağımız olan Van, Kars gibi yerlerden attınız. Türklerin kökünü kazıyacağız’ dedi. Daha sonra bir rehineye peçete kağıdına ‘Hükümet derhal Ermeni meselesini kabul etsin’ diye yazıp yolladı. Uzun bir zaman sonra cevap gelmeyince, önce elindeki bombayı patlattı. Korktuk, hepimiz yerlere kapandık ve bundan sonra da rastgele etrafa ateş etmeye başladı. Ben bu olayda on dokuz yaşındaki çocuğumu ve halamı kaybettim. Daha sonra güvenlik kuvvetleriyle karşılıklı çatışmaya girildi ve bu şahıs vuruldu.” Bu ifadelerin hemen hemen aynısını diğer tanıklar da tekrarladılar. Mahkeme, sanık hakkında her ne kadar Türk Ceza Kanunu’nun 450/4-5. Maddelerinden kamu davası açılmışsa da duruşmada toplanan delillere göre sanığın Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin hakimiyeti altında bulunan topraklardan bir kısmını devlet idaresinden ayırmaya dayalı bir fiil işlediği sabit görüldüğünden, 125. Maddeye göre ölüm cezasına çarptırılmasına karar verdi. *** Adam, o sırada Ankara Barosu yönetim kurulu üyesiydi. Başkan yardımcılığı görevini yürütüyordu. Başkanları, yine bir terör saldırısı sonunda hayatını kaybeden, Profesör Muammer Aksoy’du. Rahmetliler Hüseyin Avni Ferah, Sadık Dikmen ve diğerleri Reşat Yalın, Şevket Şahap İnce, Berat Alemdaroğlu, Zeki Gözübüyük, Erkin Kaya, İsmet Cantürk, S. Erdal Güngör de yönetim kurulu üyesiydiler. Saldırının olduğu gün, Ulus’taki Ceza Adliyesi’nde bulunan, Baro’ya ait kütüphanede, Baro yönetim kurulu toplantısı vardı. Toplantı epey uzun sürmüştü. Ajanslar saldırıyı ön haber olarak vermeye başlamışlardı. Toplantıda, gündem tamamlandıktan sonra konu bu saldırıya geldi. Bu ASALA örgütü üyesi ya Barodan avukat isterse ne yaparız diye düşünüldü. İçlerinden bir gönüllü arandı. Hiçbir yönetim kurulu üyesi böyle bir görevi istemiyordu. Bu da Avukatlık Yasası’na aykırıydı. Başkan Muammer Aksoy kura çekmeyi önerdi. Herkesin ismi ayrı bir kâğıda yazıldı. Kurada şans adama çıkmıştı! Başkan, “Sadık, hiç üzülme. Seninle duruşmalara ben de geleceğim. O teröre bulaşmış, insanlık dışı varlığı beraber savunmaya çalışacağız,” dedi. Yapacak bir şey yoktu. Sonraki günlerde duruşma başladı. Çok kısa bir sürede bitirildi. Terörist, Barodan avukat falan da istemedi. Yani çekilen kura boşa gitmişti. 84 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 Av. Sadık Erdoğan - Anılar (Kedi Hukuku Yedi’den Bölümler) *** Adam hızlı hızlı yürüyordu. Ermenileri düşünüyordu. Dünyadaki bunun gibi olayları düşünüyordu. Ermenilerin birçok vatandaşımızı dünyanın her yerinde öldürdükleri, bu öldürmelerin uzun süredir devam ettiği sabitti. Çok ülkede, vatandaşlarımız Ermenilere düşman gibi, soykırım yapmışlar gibi, algılanıyordu. Oralarda çıkarılan taraflı yasalarla da bu destekleniyordu. Son olarak, İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek, İsviçre mahkemelerince Ermenilere karşı yaptığı “soykırım yoktur” söyleminden dolayı yargılanmış, suçlu bulunmuştu. Duruşmalarda Türkiye davaya Doğu Perinçek yanında katılmıştı. Perinçek’in itiraz duruşması Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde yapılmış, verilen ceza kalkmıştı. Karara İsviçre itiraz etti. Ermenistan müdahil olarak katıldı. İnsan Hakları Mahkemesi Büyük Dairesinde Ermenistan ve İsviçre’nin itirazları görüşüldü. Bu safhada kararın olumlu yönde çıkması bekleniyor. Rahmetli Kıbrıs Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’ın bu konuda Talat Paşa Komitesi adı altındaki çalışmaları ve bu çalışmalara katılması hiç unutulmayacaktı. Adam dünya devletlerinin bu soruna bakış açısını düşünüyordu. Ermenilere karşı yapıldığı iddia edilen soykırımın, 1. Dünya Savaşı’nda çatır çatır yanan bir ülkede yapılıp yapılmayacağının nasıl değerlendirilebileceğini düşünüyordu. İstiklal Savaşı’ndan başarıyla çıkmış Gazi Mustafa Kemal’in 29 Ekim 1923’de kurduğu tertemiz Cumhuriyeti düşünüyordu. İsmet İnönü’nün Türkiye’yi 2.Dünya Savaşına sokmayarak sergilediği büyük devlet adamlığını düşünüyordu. Çok partili hayata geçilmesini, sık sık yapılan ihtilalleri, oluşturulmaya çalışılan demokrasi ve hukuk devleti kavramlarını düşünüyordu. Cumhuriyetin ilk günlerinden beri Ermeniler tarafından öldürülen pek çok diplomat ve insanımızı düşünüyordu. Adam terörü, terör nedeniyle suç işleyenleri düşünüyordu. Ama görüyordu ki, “K e d i T e r ö r ü Y e d i,” “K e d i T e r ö r ü Y e d i.” 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 85 Av. Sadık Erdoğan - Anılar (Kedi Hukuku Yedi’den Bölümler) DANIŞTAY HUKUKU YEDİ 1980 öncesinin silah sesleriyle dolu anlarından biriydi. Nisanın sıcak bir günü, 18.30 suları… Kasımpaşa, Kızılay meydanında bulunan Beyoğlu Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) ilçe binasını, yüzleri maskeli on-on beş kişi basmışlar, otomatik silahlarıyla taramışlardı. O günler, ülkemizde her gün sağ-sol arasındaki bitmeyen kavgalara tanık olunan ve onlarca kişinin öldürüldüğü, sokaklara bile çıkmanın çok zor olduğu günlerdi. Basılan binayı iki bekçi koruyordu. Zikrullah Yılmaz ve Mehmet Tangil. Kırıkkale marka, 7,65 mm çapında mermi atabilen tabancalarıyla… Binayı tarayanlarda otomatik silahlar, koruyanlarda basit iki tabanca! Bekçiler bu saldırıda olay yerinin yanındaki bir kıraathaneye sığındılar, canlarını zor kurtardılar. Olay sonrası bağlı oldukları karakola gidip parti binasının saldırıya uğradığını bildirdiler. Polis Disiplin Tüzüğü’nün 11. Maddesine göre “amirin izni olmadan olay yerini terk etmek” suçundan ikisi de meslekten çıkarıldılar, bekçilikten atıldılar. Yani diyordu ki devlet, “sen kendini kurşunlara siper et, olay yerini sakın terk etme, ölürsen öl. Nasıl olsa görev yapıyorsun. Görev yaparken yaşamak var, ölmek de…” Danıştay’a iki bekçinin görevlerine döndürülmeleri için ayrı ayrı davalar açıldı. Danıştay 3. Dairesi davaları kabul etti ve meslekten çıkarma cezasının ağır olduğunu, bu kişilere verilebilecek en uygun cezanın meslekten uzaklaştırma cezası olacağını belirledi. Karar ikiye karşı üç oyla alınmıştı (Danıştay 3. Dairesi 1982/3010 ve 3016 esas sayılı davalar). Danıştay savcısı “Soruşturma dosyasının incelenmesinden, görevli bulunduğu yerin otomatik silahlarla taranması esnasında, olay yerinin yanındaki bir kıraathaneye sığınarak, görev yerini terk ettiği anlaşılan davacıların, ‘uzun süreli durdurma cezası’ ile cezalandırılması gerekirken, olayın oluş biçimi ve niteliği göz önüne alınmadan, ‘meslekten çıkarma cezası’ ile cezalandırılmalarında hukuk kurallarına uyarlık bulunmamaktadır” diye görüşünü bildirmiş ve 3. Daire kararında aynı gerekçeyle bekçilerin haklı olduğunu kabul etmişti ve bekçiler hakkında meslekten atılma işlemlerini iptal etmişti. İstanbul Valiliği bu iki davada, yine bir hukuk yolu olan, karar düzeltme isteminde bulundu. Valilik “iki bekçinin olay yerini terk etmeleri sonucu meslekten atılmaları doğrudur” diyor ve iki bekçi için iptal edilen işlemlerde, kararın geri alınarak, işlemlerin iptal edilmemeleri gerektiğini ileri sürüyordu. Danıştay savcısı bu istemin reddini savundu. Ancak Danıştay 3. Dairesi, daha önce olumlu oy veren iki üyenin görüşlerini değiştirmeleri üzerine, bu kez Mehmet Tangil’in aleyhine karar verdi. Yani daha önce Mehmet Tangil için iptal edilen hukuki işlem bu sefer iptal edilmedi, iptal işlemi geri alındı. 86 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 Av. Sadık Erdoğan - Anılar (Kedi Hukuku Yedi’den Bölümler) Diğer davacı Zikrullah Yılmaz’da ise valilik karar düzeltme istemi için yasal olarak gereken 15 günlük süreyi geçirdikten sonra dilekçe verdiği için istem reddolundu ve Zikrullah Yılmaz davayı bu kez de kazanmış oldu ve mesleğine geri döndü. Yani aynı olaya katılan iki bekçiden birisi göreve döndü. Diğeri dönemedi, meslekten atıldı! *** Aradan aylar geçmişti. Adam, bir akşamüzeri bürosunda oturuyordu. Sekreteri, Zikrullah Yılmaz’ın geldiğini söyledi. Elinde bir kutu pişmaniye vardı, teşekkür ziyaretine gelmişti. Göreve başladığını ve hayatının kurtulduğunu söylüyordu. Hem teröristlerce öldürülmekten hem bekçilikten atılmaktan kurtulmuştu. Bir ara görevinden atılan Mehmet Tangil’i sordu adam. Zikrullah bir müddet durakladı, sonrasında da “Abi, dedi, Mehmet intihar etti. 7,65 mm Kırıkkale tabancasıyla kendini vurdu!” Kısa bir süre geçti. Adamın gözlerinden yaşlar boşaldı. Söylenmeye başladı: “D a n ı ş t a y H u k u k ’ u Y e d i,’’ “D a n ı ş t a y H u k u k ’ u Y e d i.” 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 87 Av. Sadık Erdoğan - Anılar (Kedi Hukuku Yedi’den Bölümler) ÇALKANTILI GÜNLER VE MUAMMER AKSOY Adam avukatlığa başladığı sıralarda Türkiye’nin çalkantılı günleri artarak devam ediyordu. Ülkenin tamamı sıkıntının bir an önce bitmesini bekliyordu.1973-1980 Türkiye’sinde sol odaklar sağ odakları, sağ odaklar sol odakları yok etmeye çalışıyordu. Aralarında kıyasıya bir savaş sürüyordu. Değişik yerlerde evler, oteller, okullar, parti binaları vs. basılmakta, o yerlerdeki karşı gruptaki insanlar pervasızca öldürülmekteydi. Her gün onlarca kişi hayatını yitirmekte, diğer grupların bulunduğu tespit edilen yerleri basmalar, demokratik düzeni yok etme çabaları çılgınca boyutlarda devam etmekteydi. Vatandaş bu ortam içerisinde, serseri bir kurşuna hedef olurum korkusuyla dışarıya çıkamıyordu. Korku dağları aşmıştı. Şehirlerde bazı mahalleler “kurtarılmış bölge” kabul ediliyordu. O mahallede hangi grup sayı olarak, güç olarak üstünse, o grubun kurtarılmış bölgesi oluyordu. Herkes silahlıydı. Türkiye yasa dışı örgütlerin elindeydi. Kurtarılmış bölgelerden herkesin geçmesinin zorluğu bir başka, diğer gruptan birisinin geçmesi ise imkansızdı. Her gün sokaklarda öldürülenlerden çoğunun da katilleri bir türlü bulunamadı. Gazeteci Abdi İpekçi, sendikacı Kemal Türkler, siyasetçi Gün Sazak, savcı Doğan Öz, emniyet müdürü Cevat Yurdakul ve radyo programcısı Ümit Kaftancıoğlu gibi kişiler acımasızca öldürüldüler. Bahçelievler, Balgat, Kahramanmaraş katliamları, sıra sıra işleniyor ve ülke korku bulutlarıyla kaplanıyordu. Bu arada poliste Pol-Der ve Pol-Bir adı ile zıt görüşlüler ayrı ayrı toplanmıştı. Kim olursa olsun, herkes can güvenliğinden korkuyordu. TBMM toplanamıyordu, Cumhurbaşkanı uzun bir süreden beri seçilemiyordu. Her gün sokaklarda kan akıyordu. Üniversiteler, liseler gruplarca paylaşılmıştı. Çoğu üniversitede özellikle Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü’nde can güvenliği bulunmayan öğrenciler sınavlara giremiyor ve okuldan atılıyorlardı. Açılan davalarda bu öğrenciler için iptal kararları veriliyordu. Olağanüstü bu durumlar, demokrasinin temellerini derinden sarstı ve ülkeyi 1980 darbesine kadar götürdü. * * * Gazi Eğitim Enstitüsü’nden uzaklaştırılan bir öğrenci için verilen Danıştay kararını, olaylara çok iyi örnek olması açısından, kısaca anlatmakta yarar var. Danıştay 8. Dairesi’nin 1976/2810 esas sayılı Nuran Aksoyoğlu’nun (Erten) Avukat Ayşe Nermin Aksoyoğlu (Erdoğan) tarafından açılan davasında, “Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü’nde öğrenci olan müvekkilinin, devamsızlığı nedeniyle sınavlara alınmayarak sınıfta bırakılmasına ilişkin işlemin, can güvenliği bulunmadığı için okula devam edilemediği öne sürülerek” iptali istenmekteydi. 88 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 Av. Sadık Erdoğan - Anılar (Kedi Hukuku Yedi’den Bölümler) Danıştay raportörü Tezcan Çakır, davanın kabul edilmesi gerektiğini düşünüyordu. Mahkeme kararında “Davacının, 1975-1976 öğretim yılında, yönetmelik hükümleri uygulanmak suretiyle, devamsızlığı nedeniyle sınavlara alınmayarak, sınıfta bırakılmasına karar verilmiş, dava da devamsızlığın, okulda can güvenliği bulunmadığından ileri geldiği öne sürülerek bu işlemin iptali dileğiyle açılmıştır” deniyordu. 1975-1976 öğretim yılında, üniversite, akademi ve yüksekokullarda, çok sayıda yaralanma ve zaman zaman da ölümle sonuçlanan olayların, boykot ve öğretimi engelleme eylemlerinin meydana geldiği, bazı kurumların da önlem niteliğinde olmak üzere öğretime kapatıldığı bilinen bir gerçekti. Bu olaylar sonunda öğrenci, ya sınavlara hazırlanabilmek amacıyla her şeye rağmen okula devam etmek ya da can korkusu içinde, eğitim ve öğretim olanağından yoksun kalarak, bu çevreden uzakta ve yeteneğinin el verdiği ölçüde kendisini sınavlara hazırlamaya çalışmak zorunda kalmıştı. “İkinci yolun seçimi, yaşama içgüdüsünün, öğrenme arzusuna üstünlüğü gibi doğal bir davranışı ifade ettiğinden, bu tehlikeli ortamda okuldan uzak kalmayı yeğleyen öğrencinin özürsüz olarak devamsızlık ettiği öne sürülemez. Aksine bu durum, devamsızlığın zorunlu nedene dayalı olduğunu gösterir” deniyordu. Yani Danıştay can güvenlikleri olmayan öğrencilerin okullara gidememelerinden dolayı sınıfta bırakılamayacaklarına karar veriyordu. * * * Şimdi o tarihlerdeki önemli birkaç olayı tarihsel olarak belirtmekte yarar var. 12 Eylül 1980 darbesi nasıl oldu, biraz daha aydınlansın. Kanlı 1 Mayıs (1977) 1 Mayıs 1977 tarihinde, yaklaşık 500 bin kişi, Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu’nun düzenlemesi ile İstanbul Taksim Meydanında toplandılar. Saat 19.00 sıralarında Genel Başkan Kemal Türkler konuşurken, çevreden silah sesleri gelmeye başladı. İnsanlar panik içerisinde kaçışmaya başladılar. 34 kişi öldü, 130 kişi yaralandı. Aradan bu kadar zaman geçti, olay halen aydınlatılamadı. Perde arkası halen gizlidir. Bahçelievler Katliamı 9 Ekim 1978 tarihinde 7 Türkiye İşçi Partili genç, Ankara Bahçelievler’de, kiracı olarak oturdukları bir evde eterle bayıltıldılar, boğularak öldürüldüler. 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 89 Av. Sadık Erdoğan - Anılar (Kedi Hukuku Yedi’den Bölümler) Sonra kurşunlandılar, ölümleri kesin olsun diye kurşunlar demokrasinin göbeğine göbeğine defalarca sıkıldı. Katillerin çoğu yıllarca kaçtılar. Suçlular bulundu, olay geç aydınlatıldı hatta bunlardan bir tanesi, bu kitabın hazırlandığı bugünlerde tahliye oldu. Katillerin bir kısmı, şimdi hala sokaklarımızda geziyorlar ve yaşıyorlar. Maraş Katliamı Maraş Olayı, 22-26 Aralık 1978’de Kahramanmaraş’ta meydana gelen katliamdır. Olaylar yedi gün devam etmiştir. Alevi oldukları gerekçesiyle birçok kişi öldürülmüş, 200’e yakın ev yakılmış ve yıkılmış, 100’e yakın iş yeri tahrip edilmiştir. Açılan davalar 23 yıl sürmüş ve 22 kişi idam, 7 kişi ömür boyu hapis, 321 kişi 1 ila 24 yıl arasında hapis cezaları almıştır. * * * 12 Eylül 1980 darbesi beş generalce yapıldı. Askerler yönetime el koydu. Olaylar birden sona erdi! Kişiler ölüm korkusundan kurtuldular. Can güvenliği geri geldi. Ama siyasi partiler kapatıldı, liderleri sürgüne gönderildi. CHP Genel Başkanı Bülent Ecevit, Adalet Partisi Genel Başkanı Süleyman Demirel, Gelibolu-Hamzakoy’a gönderildi. Yanlarına eşlerini de alarak gittiler. 1980 darbesini yapanlar sol kesime de, sağ kesime de acımasızca davranmaya başladılar. İki kesimden de çok genç yargılandı, bir kısmı haksız kararlarla ve haksız yere idam edildiler. 1983 seçimleri öncesinde parti başkanları ve milletvekili listeleri veto edildi. Sosyal Demokrasi Partisi (SODEP) seçime sokulmadı. İktidara gelenlerden, Başbakan Turgut Özal, “benim memurum işini bilir” gibi sözler üretti. Siyasilerin bir kısmı teröre “üç beş çapulcunun işi” dediler. * * * Darbe yapanların, yani Milli Güvenlik Konseyi’nin, 52 no’lu kararı balyoz gibiydi. Kararın bir kısmı şöyleydi: “Türkiye Cumhuriyeti Devletinin varlığına, bağımsızlığına ve rejimine yönelik fikri ve fiziki hain saldırıların olanca genişliği ve şiddetiyle süre geldiği bir ortamda, milletimiz için başkaca bir çıkış yolu kalmadığı anda, Türk Silahlı Kuvvetleri emir ve komuta zinciri içinde ve emirle yönetime el koymuş; 12 Eylül Harekatını zorunlu kılan sebeplerle harekatın amaçları; Milli Güvenlik Konseyi’nin 1 numaralı bildirisi ve Konsey Başkanı’nın 12 Eylül günü radyo ve televizyonda yayınlanan konuşması ile kamuoyuna açıklanmıştır. 90 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 Av. Sadık Erdoğan - Anılar (Kedi Hukuku Yedi’den Bölümler) “Olağanüstü durum ve şartlar, olağanüstü tedbirleri gerektirir. Bundan dolayı, Milli Güvenlik Konseyi’nin 1 numaralı bildirisi ile parlamento ve Hükümet feshedilmiş, parlamento üyelerinin dokunulmazlığı kaldırılmış ve bütün yurtta sıkıyönetim ilan edilmiştir. Milli Güvenlik Konseyi’nin 7 Numaralı bildirisinin 1. Maddesi ile siyasi parti faaliyetleri yasaklanmıştır. Bu yasak, Milli Güvenlik Konseyi Başkanı’nın 12 Eylül 1980 günlü konuşmasında belirttiği gibi, her türlü siyasi faaliyetin her kademede durdurulmasıdır. Memleketin muhtaç olduğu huzur ortamının bir an önce sağlanması ve sağlanacak huzurun korunması için konulan bu genel siyasi faaliyet yasağı, parti yöneticilerinin, eski parlamento üyelerinin ve bütün parti mensuplarının faaliyetlerini kapsamaktadır. “Hal böyle iken, memleketi 11 Eylül 1980 ortamına getiren şartların doğmasında ve ağırlaşmasında olumsuz davranışları ile rol oynamış bulunan kimseleri eleştirmek yahut övmek veya yermek maksadı ile yayımlar yapıldığı, demeçler verildiği dikkati çekmektedir.Ayrıca eski parlamenterlerin, siyasi parti yöneticileri ve mensuplarının dünkü, bu günkü ve gelecekteki durumları konu yaparak beyanlarda bulundukları, yorumlar ve yayınlar yaptıkları görülmekte, umumi yerlerde siyasi gösteri izlenimi veren özel toplantılar düzenleyerek bunu siyasi amaçlarla kamuoyuna yansıttıkları izlenmektedir. Ayrıca kamu davası açılıncaya kadar haklarında soruşturma ve kovuşturma yapılan siyasi parti, işçi teşekkülleri, meslek kuruluşları, dernek ve siyasi kişiliklerle ilgili olarak kamuoyunun yanıltıcı ve ilgilileri etkileyici yazı yazmaları, sözlü veya yazılı beyanda bulunmaları, yorumlar yapmaları yasaktır.” deniyordu. * * * 12 Eylül 1980 ihtilalinden birkaç ay sonra Ankara Barosu seçimleri yapılacaktı. Baro başkanlığına deneyimli ve bu süreci düzgün götürebilecek bir isim arandı. Darbe içerisinde bağımsız olması gereken Baronun işlemleri nasıl yapılabilecekti? Bu çok ciddi bir sorundu. Demokratik Sol Gurubun adayı da belirlenmişti. Ancak bu ismin yeterli olmadığı öne sürülerek Avukat Nail Gürman’ın çabaları ile Türk Hukuk Kurumu Başkanı ve Anayasa Profesörü Muammer Aksoy gurubun başkan adayı olarak seçildi. Demokratik Sol Gurup Muammer Aksoy’u çok zor ikna etti. Ankara Bahçelievler semtinde bulunan Muammer Aksoy’un avukatlık bürosunda uzun toplantılar yapıldı. Seçimlerde Muammer Aksoy ve ekibi başarılı olarak seçimleri kazandı. Ne acıdır ki Muammer Aksoy bu seçim çalışmalarının yapıldığı bürosunun az ilerisindeki evinin önünde yıllar sonra kahpece pusuya düşürüldü ve öldürüldü. 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 91 Av. Sadık Erdoğan - Anılar (Kedi Hukuku Yedi’den Bölümler) Bu kahpece cinayetler Bahriye Üçok, Uğur Mumcu, Necip Hablemitoğlu, Ahmet Taner Kışlalı gibi değerleri aramızdan tek tek aldı. Darbenin ilk günlerinde ve sonrasında Türkiye’deki sistemi incelemek için gelen yabancı heyetler mutlaka Ankara Barosunu ziyaret ediyorlar ve yönetim kurulu üyeleriyle beraber Muammer Aksoy’u dinliyorlardı. Bu toplantılardan hiç birisinde Aksoy, darbeyi yapanları açıkça suçlamadı ama darbenin demokrasiye uygun olmadığını belirten cevapları hiç çekinmeden ve açıkça verdi. Muammer Aksoy hümanist, demokrasi kavramına çok önem veren, saygın ve ciddi bir bilim adamıydı. Baro başkanı olarak onunla çalışmak yönetim kurulu üyeleri olarak bizim için büyük bir onurdu. 16 Mayıs 1981 tarihli Türkiye Barolar Birliği 16. Genel Kurulu’nda Ankara Barosu Başkanı Muammer Aksoy çok ilginç bir konuşma yaptı. Bu konuşma metni, o tarihteki Yönetim Kurulu tarafından da benimsenmişti. Rahmetliler M. Ali Çobaner, Murat Aslan, Sadık Dikmen, Hüseyin Avni Ferah ve Adnan Kurtuluş, Abdurrahman Vural, Akın Ataksoy, Erkin Kaya, Şevket Şahap İnce ve Sadık Erdoğan Yönetim Kurulu’nu oluşturuyordu. Konuşmasında başkan, meslek kuruluşlarının çoğulcu demokrasinin en önemli öğeleri olduğunu belirtiyor, hukukçuların meslek kuruluşlarının özel önemi ve işlevlerinin gerçek niteliğini söylüyor, avukatlığın “hak uğrunda bir savaş mesleği” olduğunu ve terör olaylarını önleme ve can güvenliğini sağlama zorunluluğu özgürlüklerin ve dokunulmazlıkların geçici olarak askıya alınmasını gerekli hale getirmiştir, diyordu. Ayrıca “Ülkemizde yıllardan beri ama özellikle 1980’de, terör (ve buna bağlı olarak can güvenliğinin yok edilişi) gittikçe artan bir hızla tırmanmış; devletin temellerini sarsan, varlığını ve bütünlüğünü tehdit eden, vatandaşı dayanılmaz bir huzursuzluk içerisine sürükleyen, korkunç düzeye getirmiştir. Birçok insan, hatta toplum yaşamımızda çok önemli yerler işgal etmiş kişiler, sırf siyasal görüşlerinden ötürü, barbarca öldürülmüşlerdir” diyordu. Konuşmanın bir kısmı şöyleydi: “Can güvenliğinin ve kişi huzurunun böylesine yok olduğu bir toplumda, demokrasiden, özgürlüklerden, hukuk devleti ilkelerinden, dokunulmazlıklardan ve güvencelerden söz etmek, aslında gerçekle alay etmekten başka bir anlam taşıyamaz. Bütün bu yüksek değerler, ancak can güvenliğinin sağlandığı bir ortamda, içeriğe ve anlama sahip olabilirler. Bu nedenledir ki, can güvenliğini yeniden sağlamak, Hukuk Devleti ilkelerini ve özgürlükleri – kâğıt üstündeki boş laflar olmaktan çıkararak – gerçek yaşamda uygulanabilen canlı kurum ve kurallar haline getirmek, demokratik kurum ve kuruluşlara işlerlik kazandırabilmek amacıyla, çeşitli alanlardaki özgürlüklerin geçici olarak ciddi ölçüde 92 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 Av. Sadık Erdoğan - Anılar (Kedi Hukuku Yedi’den Bölümler) kısıtlanmış bulunmasını, kaçınılmaz bir sonuç olarak anlayışıyla karşılamak, hukukçu unvanına layık kişilerden beklenecek basiretin, gerçekçiliğin ve toplumsal gereksinmelere gözünü kapamayan akılcılığın zorunlu bir sonucudur. Bazı hukuk kuralları ve kurumları öylesine kutsaldır ki, onların bir süre için dahi askıya alınmasını kabul etmektense, binlerce insanın ölmesini, hatta devletin parçalanmasını, toplumun iç savaşa sürüklenmesini bile kabul etmek, göze alınmalıdır ve yerinde olur diyecek kadar bağnaz ve yaşama yabancı bir düşünüşü, çağdaş hukuk anlayışı asla benimseyemez!” Dönemine göre hayli cesur bu konuşmadan biraz daha alıntı yapalım: “Sanığı işkenceye başvurmaksızın konuşturacak insancıl bir yöntemi yaratmak şarttır. Bu da, konuşan sanığı ödüllendirmektir: Suç ortaklarını, hele genç kişileri robotlaştırarak suça azmettiren bir takım siyasal iktidar mecnunu asıl failleri, somut ve objektif kanıtlarla ortaya koyan gençlerin cezaları büyük ölçüde hafifletilirse, onları konuşturmak için işkenceye gerek kalmayacaktır ve bir kez daha belirtelim ki, olağanüstü zamanlarda bile, yargıçların güvenceleri, mahkemelerin bağımsızlıkları ne kadar önemli ve vazgeçilmez ise, savunma hakkının doğrudan doğruya ya da dolaylı olarak kısıtlanmaması da o kadar önemli ve vazgeçilmez bir ilkedir. Evet, olağanüstü dönemlerde hürriyetler bir süre askıya alınabilirler, ama adaletin gerçekleştirilmesi için zorunlu güvenceler dahi askıya alınırlarsa, bu, ‘olağanüstü dönemlerde adaletsizlik egemen olabilir, olağanüstü dönemlerde suçlu olan suçsuz, suçsuz olan suçlu sayılabilir’ anlamına gelir ki, böyle bir düşünüş ve uygulayış, devletin temellerini baltalar. Yıllarca önce büyük bir hukuk bilgininin dile getirdiği bir gerçek, bugün de değerini koruyor: Bir suçsuzun mahkum olması, toplum için uzun vadede, yüz suçlunun beraat etmesinden daha zararlıdır…” * BUNDAN SONRAKİ KURUCU MECLİS’E İLİŞKİN 5 SATIR, 52 SAYILI KARAR NEDENİYLE DERGİDEN ÇIKARILMIŞTIR. * BU DİP NOTUNUN 15 SATIRI, 52 SAYILI KARAR NEDENİYLE DERGİDEN ÇIKARILMIŞTIR. * BURADAKİ KURUCU MECLİS’E İLİŞKİN 23 SATIR, 52 SAYILI KARAR NEDENİYLE DERGİDEN ÇIKARILMIŞTIR. * 184 NCÜ SAYFADAKİ DİP NOTUNUN DEVAMINI OLUŞTURAN 9 SATIR, 52 SAYILI KARAR NEDENİYLE DERGİDEN ÇIKARILMIŞTIR. * BU DİP NOTUNUN 18 SATIRI, 52 SAYILI KARAR NEDENİYLE DERGİDEN ÇIKARILMIŞTIR. 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 93 Av. Sadık Erdoğan - Anılar (Kedi Hukuku Yedi’den Bölümler) Görüldüğü gibi, 52 Sayılı Milli Birlik Komitesi Kararı ile kesinlikle yasaklandığı için, Ankara Barosu Başkanı’nın bazı konuşmaları dergimize yazılamıyordu. Ankara Barosu Başkanı Muammer Aksoy “Nihayet, adalet mekanizmasının temeli olan bir kurum üzerinde birkaç cümleyle durarak, sözlerime son vermek isterim: Tarafsız adalet, ancak güvenceli yargıçlar ve güvenceli savcılar sayesinde gerçekleştirilir. Bir ülkede ‘Hakimlerin güvencesi ve (savcıların güvencesi), vicdanlarındadır’ sözü, ‘o ülkede, yargıçların ve savcıların kahraman olduğu oranda adalet vardır’ anlamına gelir. Demokrasi, kahramanların rejimi değil, dürüst fakat sade insanların rejimidir. Adaletin tarafsızlığı ve kutsal savunmanın ağırlığı ancak ve ancak ‘yargıçların ve savcıların, objektif güvencelere bağlı olduğu (gerek atanmalarında, gerek terfilerinde, gerekse görevden uzaklaştırılmalarında, siyasal iktidarın tamamen etkisi ve iradesi dışında kaldığı) yerde gerçekleştirilebilir. Özellikle ülkemizde, bu ilkeden ayrılmak, adalet için (ve sonunda toplum ve devlet için) giderilemez zararların doğmasına neden olur. Toplumumuz, siyasal iktidarın yargıçları atama ve görevden uzaklaştırabilme deneyini çok acı olarak yaşamış ve bunun sonunda adalet mekanizması, bir süre saygınlığını büyük ölçüde yitirmiştir. O kadar ki bu yüzden parlamenterlerin görevlerini yerine getirebilmeleri bile, büyük darbe yemiştir. Ülkemizde bir zamanlar siyasal iktidarın yargıçları atayıp kolayca görevlerinden uzaklaştırabilme yetkisine sahip olması yüzünden, ‘Millet Kürsüsünde dile getirdiği masum sözlerden ötürü’ bir parti lideri ve ‘sokakta vatandaşların elini sıktığı için’ bir parti genel sekreteri tutuklanabilmiştir. Yargıçların kaderlerini, değişen siyasal iktidarların keyfine bırakmak (hırslarına ve kaprislerine terk etmek), son dönemde bir kez daha yaşadığımız korkunç ‘partizan idare yaratma’ çabalarının yanında, ‘partizan adalet mekanizması yaratma’ ve ‘özgürlükleri asıl güvencesinden yoksun bırakma’ felaketini de yeniden hortlatabilir. Montesquieu’nün dediği gibi, ‘Yargılama erki, yasama veya yürütmenin etkisinden kurtulmamış bir ülkede hürriyet yoktur. Çünkü her şeyin sonunda adil bir mahkemenin bulunabileceği, toplumda en büyük güven duygusunu sağlar. Bu bakımdan, adalete güven toplumu tutan bağların başında gelir.’ Günümüzün ünlü anayasa hukuku bilgini Prof. Duverger’in sözcükleriyle: Adaletin bulunmadığı bir ülkede, herkes suçludur” diye konuşmasını bitiriyordu. Görüldüğü gibi o günlerde ülkemizde hürriyetler insafsızca ve acımasızca sınırlanmıştı. * * * Aradan çok zaman geçti. 12 Eylül 1980 darbesini yapanlar hakkında dava açıldı. Dava sonucu hayatta kalan iki orgeneral Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya ağır cezalara çarptırıldılar. Yargılamaları yapan hakimler için bazı köşe yazarları, “en az 60 yaşında olmaları gerekir” dediler. “O günleri bilmeleri, 94 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 Av. Sadık Erdoğan - Anılar (Kedi Hukuku Yedi’den Bölümler) yaşamaları gerekir” dediler. Kenan Evren istese çok yıl iktidarda kalırdı. Hiç sevmediği Turgut Özal’ın iktidara gelmesini önlerdi. Cumhurbaşkanlığına adaylığını koydu, yüzde 92 oy alarak, ezici bir çoğunlukla seçildi. O günlerde halk, “Asker gelsin de kurtulalım” diye yalvarıyor, dua ediyordu. Asker geldi, büyük bir sevinç ve coşkuyla karşılandı. Ama sonra işin rengi değişti. 1982 yılında Kırklareli’nde görevli bir albay arkadaşım, Akın Baysan, (1963 yılında Ankara Hukuk Fakültesi sıralarında bir yıl beraber okumuştuk. O daha sonra Kara Harp Okulu’na gitmişti) hakkında doğru dürüst hiçbir delil olmadığı halde, yıllar sonrasında, sahte bir suçlamaya uğradı ve yargılandı. Yalan yanlış ileri sürülen, işkence yaptığı ve işkenceye teşvik ettiği suçlamaları iddiası, mahkemece kabul edilmedi. Ciddi bir gerçek daha ortaya çıktı. O olağanüstü hal zamanında Türkiye’nin tüm ordusu da suçlu sayılamazdı. Hak ve adalet kavramı kişilere göre değil olaylara göre şekillenirdi. Adaletin temelindeki harç, buydu. * * * Adam yürüyordu. Hak ve özgürlüklerle, adaletle uğraşmanın güzelliğini düşünüyordu. Tomurcuklar açtıklarında güzelliklerini sonsuza kadar devam ettirebilmelidir. Bu insanoğlunun gerçekleştirmeye çalışacağı çok ciddi bir hedef olmalıdır. Muammer Aksoy, Uğur Mumcu, Bahriye Üçok, Turan Dursun, Necip Hablemitoğlu gibi nice aydın insan bu tomurcukların içerisinde herkese örnek olmalıdır, diyordu. Adam ömür boyu bu yolda yürüyecekti ve bilecekti ki, “T o m u r c u k l a r i ç e r i s i n d e k i M u a m m e r A k s o y’l a r Ö l m e z!’’ “T o m u r c u k l a r i ç e r i s i n d e k i M u a m m e r A k s o y’l a r Ö l m e z!’’ 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 95 Av. Sadık Erdoğan - Anılar (Kedi Hukuku Yedi’den Bölümler) GÜZELLİK YARIŞMASI Cenk Koray ve Süha Özgermi anısına… Adam bu kez bir güzellik yarışmasına doğru yürüyordu. Güzellik yarışmasında yarışanların, tüm güzelliklerini seyredenlere sunmalarının, ne kadar zor olduğunu düşünüyordu. Çünkü sunulan güzellik, sadece yüzün, gözlerin, saçların, göğüslerin, kalçaların, bacakların güzelliği değil, o kişideki anlam ve kültürü de kapsamalıydı. Bunlar olduğu zaman, sayılan fiziki güzellikler, daha güzel olabiliyordu. İnsanlar zihinlerinde güzelliği daha çok hissediyorlardı. Yontulan mermerde bile, yaratılan kadın veya erkeğin güzelliği, kaşları, gözleri ve adaleleri değildi insana duyguydu. Ayrıca güzellik göreceli bir kavramdı. Cenk Koray[1] Hukuk Fakültesi’nde adamla beraber Mosmor adlı bir gruptaydı. Diğer grup üyeleri Yüksel Bilgin, Kurtuluş Çelebi, Tanju Uygur, Mesut Erdem, Yücel Argun, Ali Erdal Özcan ve Temel Önder’den oluşuyordu. Bu grup bazen hocalardan hangisinin ayaklarına değişik renk çorap giydiğini tespit ediyor ve Fakülte dergisinde mizahi bir şekilde ele alıyor, (bunu çoğunlukla rahmetli ekonomi profesörü Mahmut Koloğlu yapıyordu) Fakülte’ye gelen yeni kaydolmuş kızların en güzelleri kimdir diye araştırdıklarını, fakültede aranılan, sorulan ve imrenilen bir grup olduklarını dile getiriyorlardı. Cenk Koray, Akşam gazetesinde günlük yazılar yazıyordu. Köşesinde bazen şiir yarışmaları düzenliyordu. Adam bu yarışmalardan birisinde, seçme kurulu üyesi olarak bulunuyordu. Bazen bu toplantıların yapıldığı günlerde, Süha Özgermi de, Cenk Koray’ı ziyarete geliyordu. Adam, Cenk ve Süha, toplantı aralarında sohbetler ediyorlardı. Cenk, koyu bir Beşiktaş taraftarı, Süha en az onun kadar koyu bir Galatasaray taraftarı ve Adam da çok koyu bir Fenerbahçe taraftarıydı. Bu takımların durumları da tartışılıyor, ülke sorunlarına bakılıyor, Süha’nın bir [1] Cenk Koray, 1944 yılında doğdu. Ankara Koleji’nden sonra, Ankara Hukuk Fakültesi’ni bitirdi. TRT sunuculuğu yaptı. Oğlu Nihat, kolları arasında öldü, Cenk adeta hayata küstü. 23.07.2000 yılında İstanbul’daki evinde, sabah saat 05.00 civarı öldü. Yayınlanmış kitapları, gazetelerde köşe yazıları ve bazı filmlerde de oyunculuğu var. Tenis hakemliğindeki başarısı, Beşiktaş Basın sözcülüğü görevi ve Televizyondaki Tele Kutu Yarışması unutulmazlıkları arasında. Kız kardeşi Rahşende Şamlı ve eniştesi Mehmet Şamlı, onun ölümünden sonra toplumda daha iyi hatırlanması ve yaşaması için büyük çaba harcıyorlar. Cenk Koray’ın şiir kitapları, Kutsal Vadideki Tapınak, Kan, Sadık Erdoğan’ın Kış Ağacı kitabı ile beraber Bay Tataya, diğer kitapları Kur’an İslamiyet, Atatürk ve 19 Mucizesi, Rutubet Fıkralar, Atatürk ve Din, ayrıca Yeni Ormanın Çocukları diye bir çevirisi var. Rol aldığı filmler ise, Aile Pansiyonu, Abuzer Kadayıf idi. 96 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 Av. Sadık Erdoğan - Anılar (Kedi Hukuku Yedi’den Bölümler) ara yaptığı giyim ticareti konuşuluyor ve sakat kaldığı kaza, çok zengin olduğu zamanlardaki yaşantısı ve düzenlemesini yaptığı güzellik yarışmaları konu ediliyordu. Dünyanın her ülkesinde güzellik yarışmaları yapılır ve sonunda en güzel kızlar seçilmeye çalışılır. Türkiye’de her yıl birkaç yarışma düzenlenir. Bunlardan birisi de “Miss Globe” güzellik yarışmasıdır. O yıl organizatörlüğünü yine Süha Özgermi, sunuculuğunu Cenk Koray yapmıştı. Jüri üyeleri ise ünlü sanatçılardan, Gönül Yazar ve Sibel Turnagöl ünlü bir futbol antrenörü olan Yılmaz Vural gibi isimlerden oluşmuştu. Bursa’da yapılan yarışmadan sonra, bir televizyon kanalında yarışmayla ilgili bir program sunuldu. Burada bir ajansın iki kadın yöneticisi, son derece taraflı ifadelerle yarışmayı anlattılar, Süha Özgermi ve sunucu Cenk Koray’ı suçlamaya kalktılar. “Yarışmacı kızların kullanılmak istendiğini, kamp döneminde davetsiz misafirlerin ve ziyaretçilerin varlığının huzursuzluk yarattığını, bunlara Süha Özgermi[2] tarafından müsaade edildiğini, kendilerinin koridorlarda sabahlara kadar nöbet tuttuklarını söylediler. İnsanların teklif getirirken çok rahat olduklarını, bana bir sigara verir misin, bir bardak su verir misin, der gibi gelip talep ettiklerini, kamp yerinin bir pazar yerine çevrilme isteğine tanık olduklarını söylediler. Televizyon programı sunucusu, “Anladığım kadarıyla bir kadın pazarı, değil mi?” deyince; katılımcılar, “Gerçekten olaya öyle bakıldı” diye cevap verdiler. Güzellik yarışması sunucusu Cenk Koray için de, çok saygı duydukları bir sanatçı olduğunu söylüyorlar, ama bu yarışmada bize baskı uyguladı ve sıkıntı yarattı diyorlardı. Sunucu, - “Yarışmanın amacı, gerçekten yarışmaya katılan kızların, bir takım zengin insanlara peşkeş çekilmesi mi?” diye sorduğunda, - “Evet, onu da yaşadık,” cevabını veriyorlardı. [2] Süha Özgermi, 1923 tarihinde İstanbul’da dünyaya geldi. Ankara Hukuk Fakültesi mezunudur. Galatasaray kulübünün Genel Sekreterliğini de yapmıştı. 1988 yılında, Çin asıllı bir Amerikalının teklifiyle, Dünya Güzellik Yarışması’nın Türkiye’de, Bodrum Halikarnas’da yapılmasını sağladı. Bundan sonra da, 10 yıl üst üste, bu yarışmaları düzenledi. “Dünya Medeniyetler Kraliçesi yarışmasının patentini aldı. Güzellik yarışmalarını Adıyaman Nemrut Dağı, Şanlıurfa, Ankara, Çanakkale, İzmir Eski Foça, Belek, Selçuk, Gaziantep, Samsun ve İstanbul’da yaparak ülkemizin tarihini dünyaya tanıtmaya çalıştı. Antalya Aspendos’ta bile güzellik yarışması düzenledi. 2013 yılında Kıbrıs’ta öldü.” 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 97 Av. Sadık Erdoğan - Anılar (Kedi Hukuku Yedi’den Bölümler) “Yarışmada Miss Turizm seçilen ve Türkiye adına Brezilya’da yarışmaya hak kazanan K.R. de tacını geri verecek kadar kızgın ve üzgündü” iddiasında da bulundular. Dahası, “Biz bu yarışmada çok yaralandık. Ajansımızın yarışmacıları içinden sadece bir kişi güzel olarak seçildi. Miss Turizm Güzeli oldu. Diğer kızlarımızdan hiçbiri seçilemedi. Bizi dereceye almamalarından son derece rahatsızız” diyorlardı ve Süha Özgermi’ye inanılmaz suçlamalarda bulunuyorlar ve “Milli Bir Peşkeşçi” diyorlardı. Görüldüğü gibi perde arkasında yaşandığı iddia edilen çirkin olaylar, ahlaksız teklifler ve taciz girişimleri yarışma organize komitesine suç olarak atılıyordu. Televizyon programı sunucusunun “Bir kadın pazarı, değil mi?” sorusu çok ağır hakaret içeriyordu. “Birtakım insanlara peşkeş çekilmesi mi?” sorusu da aynı nitelikteydi ve yarışmaya katılan güzelleri de zan altında bırakıyordu. Sonra da “Milli Çapkın”a yeni bir takma isim diye “Milli Bir Peşkeşçi” diyorlar, ama bunu kimin söylediğini de belirtmiyorlardı. Yani haberi veren televizyon kanalı hiç özenli davranmadan, yanlış bir haber yapıyordu. Bu konularda çok davalar açıldı. Bu davalardan çoğu da karşı tarafça takip edilmedi, sonuçsuz bırakıldı. Yine bir toplantıda Cenk ile Süha hakkında Sabah gazetesinde yapılan, hoş olmayan, taraflı yayın anlatıldı. Adam, Cenk ve Süha, üç hukukçu, aralarında konuşarak dava açmaya karar verdiler. Davayı o sırada yönetim kurulu üyesi ve Barolar Birliği Saymanı olan adam açacaktı. * * * Yarışma, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde yapılmıştı. 9 Haziran 2000’de Sabah gazetesinde ilk sayfada hakkında“Milli Şarlatan” diye başlık atılan ve Süha Özgermi’nin, güzel bir kızla dans ettiği bir fotoğrafının da bulunduğu bir haber yayınlandı ve onun sahtekâr olduğundan söz edildi. Yarışmaya Yunan güzeli de davet edilmişti. Dünyanın birçok ülkesinden yarışmacılar katılıyorlardı ve basın kuruluşlarında ilan edilen uluslararası bir yarışma olarak düzenlenmişti. Amaç Kıbrıs’ta yıllardır gerginlik içindeki iki halkın birbirlerine biraz daha yakınlaşmalarını sağlamaktı. Böyle bir durum “şarlatanlık” olarak değerlendirilemezdi. Yunan güzeli kendi isteğiyle yarışmaya katılmıştı. Kıbrıs’ta yapılan basın toplantısında, yarışmaya katılmasının doğuracağı sonuçları bildiğini söylemişti. Sonrasında Yunan ve Rum Hükümetlerinin baskısıyla yarışmadan 98 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 Av. Sadık Erdoğan - Anılar (Kedi Hukuku Yedi’den Bölümler) çekildi. Bu aşamada bile kendisinin zoraki fotoğrafının çekildiğinden ve kandırıldığından bahsetmedi. Sabah gazetesi Süha Özgermi’yi şarlatanlık ve sahtekarlıkla suçluyordu! Asılsız haber aynen şöyleydi: “Genç kadınlara düşkünlüğü nedeni ile adı Milli Çapkın’a çıkan 76 yaşındaki Özgermi, skandal yarattı. Yarışma İstanbul’da diyerek kandırdığı Yunan Güzeli Katerina Delli‘yi, fotoğraf bahanesiyle Girne’ye götürdü, elinde Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti bayrağıyla fotoğraflarını çektirdi. Fotoğraflar ajanslarca dünyaya geçilince, Yunanistan ve Kıbrıs Rum Kesim’inde kıyamet koptu. Ortalık ayağa kalkınca güzel yarışmadan çekilip ülkesine döndü. Her yarışmada skandal yaratan Özgermi ise utanmadan Yunanistan’ı suçladı.” Haberde “Suçlamaları Yunan güzeli yapmıştır” diye bir açıklama bile yoktu! Herhangi bir kaynak da belirtilmiyordu. Gazete sanki taraftı. Mahkeme, kararında gazetenin yaptığı yayını tam olarak anlattı. Davacı Süha Özgermi’nin şahsiyet haklarının ağır bir şekilde ihlal edildiğini belirtti. Gazetenin sahibi “Bilgin Yayıncılık”tı. Bundan dolayı “Bilgin Yayıncılık” hakkındaki davanın açılamayacağı söylendi. Ancak gazetenin sorumlu müdürü olan kişi hakkındaki dava kısmen kabul ediliyordu (Ankara 3. Asliye Hukuk Mahkemesi 2000/466 Esas sayılı dava) Yargıtay kararında da bu konu bu şekilde geçti. Sorumlu müdür hakkında verilen karar kesinleşti.Sorumlu müdürden alınması gereken tazminat, malvarlığı yetersiz olduğundan dolayı alınamadı. Hukukta bu durum her zaman aykırı sonuçlar doğurur. Gazetede çıkan haber tamamen gerçek olduğu halde, o anlarda gazete sahibi değiştiyse, davacılar haklarını gazeteden alamazlar, karşılarındaki muhatap sadece sorumlu müdürdür. * * * Adam yürürken gazetenin künye bölümünü düşünüyordu. Sabah gazetesi, haberi kendisine göre, olduğunca açık ve net bir şekilde, değiştirerek ve kasıtlı yazıyordu. Değişen sahipleri açısından dava reddolunuyor, sorumlu müdür ise cezalandırılıyordu. Bu tazminat da o kişiden alınamıyordu. Yürümekle yokuşlar tükenmiyordu, yollar eskimiyordu, sırlar açığa çıkmıyordu. Ama Adam boyuna yürüyor ve mırıldanıyordu: “K e d i G ü z e l l i k Y a r ı ş m a s ı n ı Y e d i,’’ “K e d i G ü z e l l i k Y a r ı ş m a s ı n ı Y e d i.’’ 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 99 Av. Sadık Erdoğan - Anılar (Kedi Hukuku Yedi’den Bölümler) KARADENİZ BAROLAR BİRLİĞİ Lüks bir otelin üçüncü katındaki bir salonda, Karadeniz Barolar Birliği’nden avukatlar bir arada, ülkelerindeki disiplin hukukunu gözden geçiriyor, tartışıyorlardı. Bulgar meslektaşların ev sahipliğinde Romanyalı, Makedonyalı, Ürdünlü ve Türk Avukatlar bir masa etrafında toplanmışlardı. Sofya, Bükreş, Makedonya, Ürdün ve Ankara Barosu Başkanı Semih Güner toplantıya katılmışlardı. Konuşulanlar diğer dillere çevriliyordu. Karadeniz kıyısında, tarihi bir kentti Nesebar. Burgaz kentiyle yan yana, sırt sırta. Güzel, şirin bir Bulgar şehriydi. Yaklaşık 70 bin Türk yaşıyordu. Neredeyse yeni bina yoktu. Sadece binalar değil, taşlarla kaplı sokaklarıyla özenle korunmuş, butik bir kasabaydı. Trakya’da Dereköy sınır kapısından girdiler Bulgaristan’a. Yemyeşil bir bitki örtüsü sarmalamıştı her tarafı. Eskice yollardan giderek birkaç saat sonra Burgaz’a vardılar. Orada bir şehir turu yaptıktan sonra da Nesebar’a ulaştılar. Otel, şehrin güzel bir yerinde oldukça iyi bir oteldi. Bizden sonra diğer ülkelerden gelen avukat arkadaşlarımız da aramıza katıldılar. Sofya Barosu Başkanı Natalia Tzenova ve diğer Bulgaristanlı avukatlar, bizleri ilgiyle ağırlıyorlardı. Önce otelde bir kokteyl partiye katıldılar. Akşam yemeğinden sonra da dinlenmeye çekildiler. Ertesi gün toplantı başladı. Adamın da aralarında bulunduğu katılımcılar, ülkelerindeki avukatların disiplin hukukunu masaya yatırdılar, en ince noktalara kadar incelediler ve karşılaştırdılar. * * * Adam, Ankara Barosu Başkanlığına seçilmişti. Sonrasında Bükreş Barosu Başkanı Toma Dragomir’in kendisini tebriki ve bir törene davet yazısı geldi: “Sevgili arkadaşım, Aralık ayı Bükreş Barosu için genç avukatlar ödül töreninin yapıldığı bir aydır. Bu gelenek özenle korunmaktadır. 2000 yılı ödül şenliği, 16 Aralık 2000 tarihinde düzenlenecektir. Töreni izleyen resepsiyonda hukuk ve politika alanında ünlü Romen Temsilcilerinin yanında, Ankara Barosu’ndan siz, önceki dönem Başkanlarından Hakkı Süha Okay, Ünsal Toker ile beraber; Belçika, Paris ve Versay Baroları’nın temsilcileri de hazır bulunacaktır. Ağırlama giderleriniz Bükreş Barosu tarafından karşılanacaktır.” Bu mesaja adam şu yanıtla karşılık verdi: “Yüzyılları aşan bir dostluğu, karşılıklı olarak pekiştirmeye çalıştığımız bu yıllarda, NATO üyeliği, Avrupa Birliği adaylığı gibi, uluslararası kurumların çatısı altında buluşma azminde 100 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 Av. Sadık Erdoğan - Anılar (Kedi Hukuku Yedi’den Bölümler) olan ülkelerimiz, ticaret alanındaki gelişmelere paralel olarak güvenlik ve askeri alanlardaki işbirliği girişimleri ile tarihsel dostluğu yarınlara taşıma arzusundadır, Karadeniz Barolar Birliği ile temeli atılan hukuk alanındaki iş birliğinin kurumsallaşacağına inanıyoruz.” Törene heyet katıldı. Romanya Cumhurbaşkanı Ion Iliescu, baro başkanı olan adamı tarihi bir sarayda verilen kokteyl partide, yanında ağırladı. Karadeniz Barolar Birliği ve iki ülke arasındaki bazı konular gözden geçirildi ve ele alındı. * * * Karadeniz Barolar Birliği yaptığı toplantılarda çok önemli kararlar alıyor ve bunları hem kendi ülkelerinde hem de dünyada yayıyordu. Örneğin, bunlardan bir tanesi şöyleydi. Ankara, Bükreş, Bakü, Tiflis, Atina ve Sofya Baro Başkanları’nın aldıkları karara göre “11 Eylül 2001 tarihinde Amerika’da gerçekleştirilen insanlık dışı terörist saldırıyı şiddetle kınıyoruz. Terörün anlamı üzerinde tüm ülkeler anlaşmalı ve teröristler adalet önüne çıkarılmalıdır. Barış sürekli olmalıdır. Her devlet, savaşla sonuçlanabilecek maceralardan kaçınmalıdır. Çünkü savaşın olduğu yerde hukukun varlığından söz edilemez. Karadeniz Ülkeleri Baroları Birliği olarak barış istiyor ve her ne sebeple olursa olsun sivillerin öldürülmesine karşı çıkıyoruz. Bizler ‘hukuk siyasallaştırılmamalı, siyaset hukuksallaştırılmamalıdır’ ilkesini savunuyoruz.” Bir başka toplantıya Ankara, Bükreş, Sofya, Kiev, Kişinev, Bakü, Tiflis Barolarının Başkanları katıldı. Adam Karadeniz Ülkeleri Barolar Birliği Başkanlığını da yapıyordu. Kuruluştan başlayarak, şu ana kadar yapılan çalışmaları ve başarılarıyla birlikte Birliğin Karadeniz Ekonomik İşbirliği Parlamento Asamblesi Siyasi ve Hukuki İşler Komitesi’nin toplantılarına, gözlemci statüsü ile katılma başvurusu yaptığını anlattı. Başvuruda dönemin Dışişleri Bakanı İsmail Cem muhatap alınıyordu. Karadeniz Barolar Birliğinin niteliği anlatılıyordu. Karadeniz Ekonomik İşbirliğine üye ülkelerin barolarının öncülüğünde kurulmuş uluslararası bir organizasyon olduğu söyleniyordu. Başvurunun değerlendirilmesi amacıyla 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel ve dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’e durumun bildirildiği ve iki Cumhurbaşkanı tarafından da gereğinin yapılması yönünde talimat verildiği öğreniliyordu. Bunun için, 10-11 Nisan 2002 tarihlerinde Ankara Barosu tarafından önemli bir adım atılmıştı. Bükreş’te yapılan KEİPA Hukuk ve Siyasi İşler Komitesi’nin 19. Toplantısına Karadeniz Barolar Birliğini temsilen misafir 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 101 Av. Sadık Erdoğan - Anılar (Kedi Hukuku Yedi’den Bölümler) statüsü ile katılınmış, Türk parlamenterlerin desteğiyle delegelerin tamamına yakınıyla görüşme olanağı bulunmuş ve talepler delegelere iletilmişti. 26 Nisan 2002’de Karadeniz Ekonomik İşbirliği Dışişleri Bakanları toplantısı yapılacağından, bu toplantıda taleplerimizin değerlendirilmesi ve kabulü de istenmişti. Ancak bu kitabın yazıldığı ana kadar bu konuda herhangi bir çözüm sağlanamadı. * * * Aradan bu kadar zaman geçti. Çok defa başvurulduğu halde, hukukla çok ilgili olan bu konu üzerinde teşkilata üye ülkelerce hiçbir çalışma yapılmadı. Neden Karadeniz Ekonomik İşbirliği Teşkilatının hukuk işlerini, bu kadar ülke barosunun oluşturduğu Karadeniz Barolar Birliği yapamamaktaydı? Adam düşündü durdu. Hukuku düşündü. Uluslararası Hukuku düşündü. Uzun süre başkanlığını yaptığı Karadeniz Barolar Birliğini düşündü. Birlik kurulurken amaçlarının hukukun üstünlüğünün her tarafta dalgalanması olması gerektiğini düşünen Ankara Barosu Başkanları Erdal Merdol’u, Ünsal Toker’i, Hakkı Süha Okay’ı, Semih Güner’i, Vedat Ahsen Coşar’ı, Metin Feyzioğlu’nu, Sema Aksoy’u ve Hakan Canduran’ı düşündü. Bir sonuca varamadı. Sonra da dedi ki, “Kedi Uluslararası Hukuk’u Yedi” “Kedi Uluslararası Hukuk’u Yedi” 102 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 Av. Sadık Erdoğan - Anılar (Kedi Hukuku Yedi’den Bölümler) 2000-2002 Ankara Barosu Organlarının Sn. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’i Ziyareti Emine Ergül (Yön. Kur. Ü.), Samiye Eyüboğlu (Yön. Kur. Ü.), Hayrettin Kent (Yön. Kur. Ü.), Mehmet Cengiz (Yön. Kur. Ü.), Ömer Çiftçi (Genel Sekreter), Hakan Çınar (Yön. Kur. Ü.), Uğur Uzer (Bşk. Yard.), Cumhur Bozkurt (Yön. Kur. Ü.), Sadık Erdoğan (Baro Başkanı), Egemen Tomak (Sayman), Ahmet Necdet Sezer (Cumhurbaşkanı), Abidin Şahin (Dis. Krl. Ü.), Hasan Dülgeroğlu (Dis. Krl. Başk.), Kaya Köseoğlu (Dis. Krl. Ü.), Kemal Ergün (Dis. Krl. Ü.), Mesut Sönmez (Den. Krl. Ü.), Fikret Aydın (Den. Krl. Ü.), Zekiye Karaca Boz (Den. Krl. Ü.), Taner Ünlü (Yön. Kur. Ü.), Hamit Baykara (Dis. Krl. Ü.) HASAN–I HAYRO Alacakaranlık yerini henüz aydınlığa bırakmamıştı. 1956’nın çok soğuk bir Haziran günü sabah saatleriydi. Hakkari’nin Beytüşşebap ilçesinin Hilal köyü Jandarma Karakolu’nun çok yakınındaki bir barakada kalıyorlardı. Babası bu karakolun komutanıydı. O barakayı da, olağandışı şartlarda güvenli kalabilmek amacıyla zar zor yaptırmıştı. Baba, her sabah olduğu gibi bu sabah da çok erken kalkmış ve üniformasını giymişti. Yine barakadan çıkacak, karakol çevresini kontrol edecek, belirli 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 103 Av. Sadık Erdoğan - Anılar (Kedi Hukuku Yedi’den Bölümler) noktalarda nöbet bekleyen nöbetçileri gözden geçirecekti. Jandarma Karakolu, yatakhane, yemekhane ve üç ufak odadan ibaretti. Karakolda yirmi kadar er vardı. * * * Hilal köyü, karşılıklı iki dağ arasına kurulmuş ve ortasından büyükçe bir dere geçen, kırk – elli hanelik bir köydü. Karakol, köyü tepeden gören, yüksek bir sırta yapılmıştı. Köylüler, aralarında kan davaları da olan, birkaç aşiretten oluşuyordu. Yol kesme, yağma, cinayet gibi suçların çoğu, bu köyde oturanlar tarafından işleniyordu, ama kimlikleri bilinmiyordu. Sarp dağlarda ve sınır komşu Irak’ta saklanan, çok sayıda suçlunun yaşadığı bu köyde huzur bulmak zordu. Herkes birbirinden korkuyordu. Üç ay kadar önce, bir askeri birliğe baskın yapan ve askerlerimizi şehit edenler de bu köydendi. * * * Baba, barakadan çıktı. Peşinden çocuk da çıktı. Karşıdaki çalılıkların yanında, belli belirsiz bir karartı duruyordu. Elinde onlara doğrultulmuş bir silah vardı. Çok zor seçiliyordu. Baba ürkmüştü. “Hey, kim var orada?” diye bağırdı. Belindeki tabancasına davranan baba, silahını çekemedi, çekse bile, çekene kadar, karşısındaki çoktan kendi silahını ateşlerdi. Ama öyle olmadı. Karartı bir an durdu. Sonra koşarak uzaklaştı bulunduğu yerden. Çocuk ve babası şaşırmış, donmuş kalmışlardı. Hemen evin yan tarafında bulunan nöbetçi kulübesindeki er ise uyuyakalmıştı. Baba, dokuz yaşındaki oğlunun elinden tuttu. Bir oda, bir mutfak ve odunluktan oluşan barakaya döndü. Kardeşleri Mucip ve Mete uyuyorlardı. Annesi kalkmıştı. Ona olayı anlattı baba. “Herhalde Hasan-ı Hayro’ydu. İsteseydi beni çok rahat vurur, öldürürdü. Ama vurmadı. Herhalde Sadık’ın yanımda olması bizi kurtardı.” Annesi hıçkıra hıçkıra ağladı. Baba, sapsarı bir yüzle kalakalmıştı. Hasan-ı Hayro, o günlerde, yörenin kaçak suçlularından biriydi. Ünü çok yaygındı. Adam öldürme suçundan dolayı idam cezasına çarptırılmıştı. İşlediği suç bir namus meselesindendi. Köy merasındaki bir çardakta, karısı ve çocuğuyla uyuyan Şerif isimli köylüsünü çardağı basarak öldürmüştü. * * * 1954 yılının bir Temmuz gününde, karakola Böcük köyünün Erkek Mahmut lakaplı bekçisi geldi. Çardakta işlenen cinayeti bildirdi. Baba katırına bindi ve yanına aldığı jandarmalarla birlikte 3 bin 400 metre yüksekliğindeki Tanin Dağı’nın doruklarına, Böcüklülerin merasına tırmandı. 104 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 Av. Sadık Erdoğan - Anılar (Kedi Hukuku Yedi’den Bölümler) Biraz araştırıldığında, anlaşıldı ki, öldürülen kişi birkaç yıl önce köy muhtarının kız kardeşini, aynı zamanda da bekçi Erkek Mahmut’un karısını Irak’a kaçırmış, sonra da geri getirmişti. Yine bu kişi, askerlik yapan birisinin karısını da kaçırmış ve şimdi onunla birlikte yaşıyordu. Köylülerin çoğu da bu şahısla selamı sabahı kesmişlerdi. Hasan oğlu Hayri yani kısaca Hasan-ı Hayro da bunlardan biriydi. Karısı kaçırılan askerdeki çocuğun da amcasıydı. Bu yüzden ve öç alma hırsıyla çardağından kaçırdığı kadın ve çocuğu ile uyuyan Şerif ’i silahındaki tüm mermileri sıkarak, acımasızca öldürmüştü. Sadık ERDOĞAN, Romanya Cumhurbaşkanı Ion ILIESCU ve Fevzi ÇAMLI Beytüşşebap’tan birkaç gün içinde zorlukla gelebilen hakim yardımcısı Zeki Bey ve heyettekiler, tespitlerini yapmış, bu arada yakalanan katil, Hakkari’ye gönderilmiş ve orada yargılanarak, “tasarlayarak ve canavarca bir hisle adam öldürme” suçundan dolayı idama mahkum edilmişti. Cezasının uygulanmasını beklerken de bir fırsat bulup hapishaneden kaçmıştı. Bu olaydan sonra, çevrede bulunanlar, yaşayanlar, her cinayeti, her tür adli olayı Hasan-ı Hayro ve adamlarına yüklemeye başladılar. Çünkü Hasan-ı Hayro ve adamları bir türlü yakalanmıyorlardı. Böyle böyle Hasan-ı Hayro çok cinayet olayının ve gasp-yağma gibi olayların faili olarak bilinir, aranır olmuştu. * 2016/3 Ankara Barosu Dergisi * * 105 Av. Sadık Erdoğan - Anılar (Kedi Hukuku Yedi’den Bölümler) Komutana pusu kurma olayından on-on beş gün kadar önceydi. Hava yeni aydınlanıyordu. Karakolun karşısındaki tepeden çok sayıda silah sesi geldi. O tarafta Nezir ve Hoşan Mahalleleri vardı. Tepe ve üzeri oldukça net görülüyordu. İnsanlar bile seçiliyordu. Mahalle sakinleri kadınlı-erkekli silah seslerinin geldiği yöne doğru koşuşuyorlardı. Koşanlar, yamaçta üç top ağaç olan yerde durakladılar. Beş-on dakika sonra kadınlar orada kaldı, erkekler köye dönmeye başladılar. Komutan iyice endişelenmişti. Birkaç jandarma eri, adam ve kardeşleri, karşı tepede olanları karakolun hemen yanındaki duvarın arkasından izliyor ve seçmeye çalışıyorlardı. Olay yerinde kadınların kalması, erkeklerin ise geri dönmesi hayra işaret değildi. Bu ölüme işaret ediyordu. Aşiret geleneklerinde, ölümlerde, olay yerinde sadece kadınlar kalırdı. Bundan önceki olaylarda hep böyle olmuştu. Komutan yanına iki jandarma eri alarak olayın olduğu tepeye gitti. Erkekler, öldürülen Mustafa Babat’ın evinin toprak damında toplanmışlardı. Mustafa’nın kardeşi Yusuf, ağabeyinin ve akrabaları olan Tahir’in Hasan-ı Hayro ve adamlarınca öldürüldüğünü söyledi. Kendisine devletin her şeyi çözeceği, katillerin mutlaka yakalanıp cezalarını çekecekleri söylendi. Olay yerine, nöbetçi erler bırakıldı. Daha sonra karakola dönen baba, Beytüşşebap İlçesi Jandarma Komutanlığına, manyetolu telefonla, bin bir güçlükle olayı bildirdi. İlçeden yola çıkan jandarma heyeti, savcı, doktor ve yetkililer; katır sırtında, o dik dağları aşarak, ancak iki gün sonra oraya gelebildiler ve olaya el koyabildiler. Deliller toplandı, tanıklar dinlendi, tutanak tutuldu. Ölenlerin gömülmesine izin verildi. Çoğunluğun ifadesinde belirtilen Hasan-ı Hayro ve adamları, yeni cinayetlerin failleri olarak bir kez daha aranmaya başlandılar. Ama o coğrafyada ve o şartlarda bulunabilmeleri mucizeydi. Irak sınırı o kadar yakındı ki, kaçanlar kolayca girip çıkıyorlardı, rahatça kayboluyorlardı. Köylülerin korku içerisinde bekledikleri ve kendilerini savunmaları için çareler aradıkları biliniyordu. Karakola müracaat eden, gönüllü bekçi olmak isteyen 12 kişi hakkında, İlçe Jandarma Komutanlığına durum bildirildi. Kendilerine silah verilmesi istendi. Jandarmaya yardım edecekleri, aynı zamanda kendilerini de koruyacakları anlatıldı. İstem komutanlıkça uygun bulundu, kendilerine silah da verildi. İşte bu haberi duyan Hasan-ı Hayro, komutana daha çok kin beslemeye başladı. O öfkeyle karakolun yanında bulunan, kaldıkları barakanın tam karşısına gelerek onu öldürmeyi planladı. Ancak komutanın yanında çocuğunu görmesi, uyuyan vicdanını uyandırmış olmalı ki, vurmaktan vazgeçti ve karanlığa doğru koşarak kayboldu. 106 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 Av. Sadık Erdoğan - Anılar (Kedi Hukuku Yedi’den Bölümler) * * * Aradan yıllar geçti. O çocuk, Ankara Hukuk Fakültesi’ni 1970 yılında bitirmiş, Avukat olmuştu. 2007 yılının bir Ağustos günüydü. Ayvalık Badavut’ta adli tatildeydi. Evinin balkonunda otururken, oldukça uzun bir plajı sağlı sollu izlemek mümkündü. Her gün bir simit arabasının başında, şivesinden doğulu olduğu rahatlıkla anlaşılan kara yağız bir çocuk, simitlerini satar dururdu. Sakinlerin bir kısmıyla sohbet etmeye bayılırdı. Bir akşamüzeri balkonda çay içilirken, tezgâhını bıraktı ve balkona doğru yaklaştı. “Abi seninle biraz konuşmak istiyorum” dedi. “Nedir söylemek istediğin?” diye sordu adam. “Siz avukatmışsınız. Benim de bir davam var, size o dava ne olabilir diye sormak istiyorum,” dedi. Sonra anlatmaya başladı. Adı Rıfat soyadı Varil’di. Burhaniye Ağır Ceza Mahkemesinde, bir grupla beraber “göçmen kaçakçılığı” suçlamasıyla yargılanmış ve altı yıl hapis cezası almıştı. Kararı tüm sanıkların temyiz ettiklerini ve dosyanın da şu anda Yargıtay’da olduğunu söyledi. * * * Ertesi gün dosya örneğini getirdi. Adam inceledi. Karar hatalıydı. İddianamede, suç tarihi olarak belirli bir tarihten bahsedilmemiş, “2004 ve sonrası” denmişti. Sanıkların örgütlü olarak kaçak göçmenleri yurt dışına kaçırdıkları ya da kaçırma hazırlıkları içinde olduklarının tespit edildiği öne sürülüyordu. Hiçbir sanık suçlamayı kabul etmemişti. Kimleri “hangi tarih veya tarihlerde, nereden ve ne şekilde yurt dışına çıkardıkları” söylenmemişti. Bu suçtan dolayı somut olaylar ile mevcut deliller arasındaki bağ ve sanıkların durumları, konumları irdelenmemişti. Her bir eylemin hangi delillerle ve ne şekilde oluştuğu da yeterince tartışılıp değerlendirilmemişti. Karar, genel ve soyut ifadelerle, yetersiz gerekçe ve eksik soruşturmayla verilmişti. Olayda bir suçüstü durumu yoktu. Rıfat Varil’in evinde yapılan aramada patlak bir lastik bot, bir teneke makine yağı bulunmuştu. Ayvalık İlçe Jandarma Komutanlığı’nın yazısında belirtilen, göçmen kaçakçılığı olayları, soruşturma evrakları dosyaya getirilip, bir inceleme yapılmamıştı. Yani adama göre karar yanlıştı. Rıfat Varil vekaletname verdi. Ankara’da ek bir savunma dilekçesi Yargıtay 8. Ceza Dairesi 2007/7296 esas sayılı dosyaya verildi. Karar hemen hemen sıralanan gerekçelerle bozuldu. Sonuç Rıfat Varil’e bildirildi. Rıfat’ın sevinci sonsuzdu. 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 107 Av. Sadık Erdoğan - Anılar (Kedi Hukuku Yedi’den Bölümler) Ertesi yıl, yine tatilde balkonda otururken, bir akşamüzeri Rıfat geldi. Elinde büyük iki teneke vardı. Birinde zeytin, diğerinde zeytinyağı olduğunu söyledi. Hediye olarak getirmişti. Çay ikram edildi. Rıfat’ın verdiği vekaletnamede “Mardin Dargeçit Temelli köyü” yazıyordu. Konuşurken adam da çocukluğunda oralarda yaşadığını ve ilkokulu Hakkari’nin Beytüşşebap ilçesinin Hilal köyünde bitirdiğini söyledi. O aklından bir türlü çıkmayan sabahı anlattı. “Cinayetlerden aranan Hasan-ı Hayro babamı vuracaktı, ama beni görünce vurmadı, kaçtı gitti” deyince Rıfat Varil şaşırdı kaldı. “O komutanın sarı ufak çocuğu sen miydin?” dedi. Şaşırma sırası adamdaydı. “Hasan-ı Hayro benim dedemdi. Uzun süre yakalanmamış sonra teslim olmuş. Uzun bir süre hapiste yattı. 1975 affıyla hapisten çıktı. Benim doğumumu da gördü. Beni çok severdi. Masal gibi anlatmıştı o olayı. Senin gibi bir çocuktu. Ama kumraldı. O olmasaydı komutanı vurmuştum. Ama çocuğun gözleri pırıl pırıldı, ürkekti, korkup kalmıştı. Tetiği çekemedim, döndüm koşarak kaçtım oradan. Komutan da istese beni vururdu. Ama o da vurmadı, vuramadı.” Rıfat Varil dedesi Hasan-ı Hayro’nun 1995 yılında öldüğünü söyledi. Eceliyle, yatağında. Adam gözlerini kapadı. Düşündü durdu zamanı. Şimdiyi düşündü. Sonra dedi ki, “K e d i z a m a n i ç i n d e z a m a n ı y e d i,” “K e d i z a m a n i ç i n d e z a m a n ı y e d i.” 108 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 Av. Sadık Erdoğan - Anılar (Kedi Hukuku Yedi’den Bölümler) BAHÇELİEVLER POLİS KARAKOLU Mesleğindeki ikinci yılıydı. 1975 Mart’ı… Ailesiyle birlikte Ankara, Cebeci’de oturuyordu. Saat gece yarısına yakın telefon çaldı. Bahçelievler Polis Karakolu’ndan arıyorlardı. Kendi adını vererek Bahçelievler’de az önce otomobiliyle bir kaza yaptığını ve kaçtığını söylediler. Hemen karakola gelmesi gerektiğini bildirdiler. Adam epey zamandır evde olduğunu, evinin Cebeci’de olduğu, otomobilin kapı önünde park edildiğini, böyle bir kazaya sebep olmadığını belirtti. Telefonu kapattı. Ancak şüpheyle, kapının önüne indi, otomobile baktı. Kapının önünde tam park ettiği gibi duruyordu. Tekrar eve çıktı. Ancak, emekli asker olan babası, telefondan tedirgin olmuştu. Birlikte, telefonla arandıkları karakola gitmeye karar verdiler. Başkomiserin odası, hemen girişte, sağ taraftaydı. Kapıda bulunan polis, yarı açık kapıyı açtı, içeri girdi. Başkomisere “Avukat olan adam geldi,” dedi. Başkomiser, avukata ve yanındaki babasına hakaret eder gibi baktı. Uzunca bir süre bekledi. Sonra ayağa kalktı: “O, eşek oğlu eşek sen misin?” diye kükredi. Baba, bu küfüre çok sinirlenmişti. Sinirden titriyordu. “Bu gördüğünüz çocuk benim oğlumdur. Ben onu dağ başlarında okuttum. Ona ve bana nasıl küfür edersin?” diye çıkıştı. Başkomiser babaya yaklaştı, oldukça ciddi bir tokat vurdu. Baba titremesinin artması üzerine kısa bir süre durdu. Sonra o da başkomisere aynı şekilde tokatla cevap verdi. Polisler odaya dolmuşlardı. Babayı hep beraber, uzun süre dövdüler. Bir ikisi de adamı kollarından tutuyorlardı. Bir müddet sonra Adam’ı götürüp, alt kattaki çok ufak olan nezarete attılar. - “Beni buraya atamazsınız, ben avukatım. Bırakın baro başkanını arayayım, yasal olarak avukatlara böyle davranılamaz!” dedi, ama kimse bu sözlere aldırmadı. 01.00 sularında yaptıkları hatayı anladılar ki, adamı nezarethaneden çıkardılar ve üst katta, giriş kısmında bir odaya götürüp, oturttular. Odaya girerken adam, babasının prangaya bağlandığını perişan bir vaziyette, başı öne eğik, gözleri kapalı bir şekilde oturduğunu gördü. 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 109 Av. Sadık Erdoğan - Anılar (Kedi Hukuku Yedi’den Bölümler) O sırada odaya giren polislerden bir tanesi duvardaki Atatürk portresine bakıp, bu adamı sen bu memlekete avukat yaptın diyerek söyleniyor ve adamdan karşı cevap almayı umuyordu. Adamın müstakbel kayınpederi valiydi. Onu aramak istedi. Bir müddet duraladılar. Ama aramadılar. Adam kimi aramak istediyse engellediler. Prangadaki babasının durumunun kötü olduğunu, onun Adli Tıbba götürülmesi gerektiğini söyledi. Herhalde durumun epeyce kötüye gittiğini fark ettiler ki, Adli Tıbba götürdüler. Sonrasında tekrar karakola getirdiler. Baba ayakta bile zor durduğu halde, Adli Tıp raporunda sapasağlamdı! Bu arada, odaya gelen birkaç polis yaptıklarının doğru olmadığını ve üzüldüklerini söylüyorlardı. Çünkü ertesi gün neler olacağı az çok ortadaydı. Kendilerini kurtarma derdindeydiler. Sabaha karşı karakola bir kadın getirdiler. Kadının ifadesini aldılar. Adamın biri, otomobiliyle bu kadını takip etmiş, rahatsız etmiş ve bu karakola sığınana kadar kadını rahatsız etmeye devam etmişti. Kadın karakola girince tacizci otomobille kaçmıştı. Telefon numarasını nasıl buldukları belli değildi ama karakoldan telefon edilmesi üzerine karakola gelmişti! Kurguya göre, işte bu tacizci de bizzat Avukat’tı! Ertesi gün sabah 09.00’da, o sırada Ulus semtinde bulunan tarihi binadaki ceza adliyesine adam ve babasını götürdüler. Babası, karakolda sekiz polisi dövmekten, adamsa bir kadını “sarkıntılık ve bunaltma, rahatsız etme, tedirgin etme” suçundan dolayı yargılandılar. Sabaha karşı bulunup getirilen ve karakolda zorla verdirilen ifadesinde Adam’ı suçlayan kadın, bu tutumunu kendisine yedirememiş olmalı ki, mahkemede söylediklerinin yalan olduğunu itiraf etti. Otomobili kullanan şahsın “bu adam” olmadığını açıkça söyledi. Tanık olan birkaç polis ifadeleriyle bunu destekleyince, adam o gün, o celsede beraat etti. Babası ise yargılandı, sekiz polisi karakolda dövmekten suçlu bulundu ve ceza yasasında bulunan “karşı tarafın fiili sonucu o fiile cevap verildiğinde ceza söz konusu olmaz” hükmüne rağmen, hakim kendisine altı ay hapis cezası verdi. * * * Adam 18.03.1975 tarihinde birer dilekçe ile Cumhurbaşkanı, Başbakan, Adalet Bakanı, Emniyet Genel Müdürlüğü, Ankara Emniyet Müdürlüğü, Ankara 110 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 Av. Sadık Erdoğan - Anılar (Kedi Hukuku Yedi’den Bölümler) Valiliği, Cumhuriyet Savcılığı, Türkiye Barolar Birliği ve Ankara Barosu’na olayı bildirdi. Şöyle diyordu dilekçesinde: “Ankara Barosu avukatlarındanım. Bir suç işlediğim bildirilerek, Cebeci’deki evimden 17 Mart gecesi 23.00 sıralarında telefonla çağırılmam üzerine, babam ile beraber gittiğim Bahçelievler Polis Karakolu’nda, haksız ve sebepsiz her türlü hakarete maruz kaldım. Nezarete atıldım ve gözlerimin önünde 60 yaşındaki babamı, evire çevire dövdüler.Bu hareket, şahsımda avukatlara indirilmiş büyük bir darbedir. “Sığınacağımız en emin yer olan polis karakolunda hakaretlerle, en ağır küfürleri eden, dayaklar atan, sonra da sahte ifadelerle evraklar düzenleyen Türk polisini düşünmek çok zor. Bu hareketleri yapan, Bahçelievler Polis Karakolu’nun komiser muavinlerinden Yavuz İzci ve ekmek yer gibi, Atatürk’e, avukatlara ve avukat olan bana küfürler ve hakaretler eden Yakup Doğan ve diğer birkaç arkadaşı, babama vurdukları tokatlar ve tekmelerle, adalete de küfürler ederek, aslında kendi vicdanlarının sesini ters olarak dinlemişler veya dinlemeye çalışmışlardır. “Aynı karakolda birkaç ay önce yine böyle ters davranılan bir diğer avukat olayı da adliyeye intikal etmiştir. Sık sık tekrarlanan bu olaylar, yaşama güvencemize vurulan kapkara birer kelepçeden başka bir şey değildir. Ayrıca suçlu olan bir kişinin bile göreceği muamele, yukarıda anlattığımız muamele değildir. Gerekenin yapılmasını saygılarımla arz ederim.” Adamın babası Cumhuriyet Savcılığına verdiği dilekçede polisler Yavuz İzci ve Yakup Doğan’ın, kendisini tekmelediklerini, kendisine ve oğluna hakaretler ettiklerini söylemişti. Diğer polislerin karakolda hiyerarşik durumu göz önüne alındığında, karşı tanıklık yapacakları sabit olsa bile, olayın yakın tanıkları olduğunu, kendisi için yakın tanık olarak, olayı en iyi gören, zaten karakola kendisinin çağrılması üzerine beraber gittikleri oğlu olduğunu belirtmişti. Ankara 11. Sulh Ceza Mahkemesi’nin 1975/244 esas sayılı dosyasındaki kararında adam aklandı. Mahkeme şöyle diyordu kararında: “Sanık adı geçen suçu (sarkıntılık ve bunaltma, rahatsız etme, tedirgin etme) işlemediğini savunmuştur. Gerçekten bu savunması karşısında olan bir delile rastlanmamıştır. Olayın şikayetçisi bile ifadelerinde kendisini iki kişinin taksi ile takip ettiğini, (özel araba dememekte ve taksi demektedir) korna çaldıklarını, taksiyi kullananın bu avukat olmadığını, başka bir şahıs olduğunu söylemiş, olayın tek şahidi Mustafa Şen adındaki polis memuru, arabanın içinde bulunan şahısların suçu işledikleri söylenen şahıslar olmadıklarını bildirmiştir.” 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 111 Av. Sadık Erdoğan - Anılar (Kedi Hukuku Yedi’den Bölümler) Karar kanun yollarından geçerek kesinleşti. 20 Mart 1975 tarihinde Başbakan Ord. Prof. Dr. Sadi Irmak adama şu cevabı verdi: “Sayın Av. Sadık Erdoğan, 18.03.1975 tarihli mektubunuzu aldım. Konuyu Sayın İçişleri Bakanı ile Sayın Adalet Bakanı’na ilettim. Bilginizi rica eder saygılar sunarım.” Adalet Bakanlığından 4 Haziran 1975’te gelen cevapta ise “konunun tetkik edildiği, efrada karşı kötü muamelede bulunmak ve görev sırasında hakaret etmek suçlarından dolayı sanıklar Yavuz İzci, Yakup Doğan haklarında Ankara Asliye Ceza Hakimliği’ne kamu davası açıldığı anlaşılmıştır” deniyordu. Cumhuriyet Savcılığı da adama aynı şekilde cevap veriyordu. * * * Adamın böyle bir olay karşısında üzüntüsü sonsuzdu. Böyle bir olay avukat olmayı bırakın, her insanda çok ciddi sonuçlar doğurabilecek, travma yaratabilecek bir olaydı. Bu acı yıllar boyu sürdü. Polisler adaletin en yakın bekçileridir, diye bilinir. Ama adam bu acıyla, onlara hep sorgulayan gözlerle baktı. Ne yazık ki, bu ve benzeri vakalar 1975’te olduğu gibi, sonrasında da yaşandı, halen de yaşanıyor. Birtakım yasal yürüyüşlerde bile polisler insanları copluyor, üzerlerine gaz bombası atıyor, su sıkıyor, onlara acımasızca kurşun atıyor, ellerini kollarını kırarcasına büküyor. Çivili sopalı, sivil polis olduğu sanılan bir takım kişiler de karşılarında sanki düşman varmış gibi insanlara saldırıyorlar. Bu polislerden bir kısmı yargılanmaları sonucu cezalar alsalar da, Gezi Olayları dahil bazı olaylarda gözü kör olanlar, sakatlananlar bir daha eskiye dönemiyor, giden göz geri gelmiyor! Ahmet Atakan, Mustafa Sarı, Mehmet Ayvalıtaş, Abdullah Cömert, Ethem Sarısülük, Ali İsmail Korkmaz, Berkin Elvan gibi onlarca kişinin bu olaylarda yaşamlarını kaybettiklerini de kayıt düşelim. Adam hukuk devletinin egemen olmasını, emniyet güçlerinin her zaman tüm asaletleriyle bireyin yanında olmasını istiyor, suçluların, suçsuzlar kadar hassasiyetle korunmalarını, suçsuz olanların da kötü muameleye uğramamalarını istiyordu. 112 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 Av. Sadık Erdoğan - Anılar (Kedi Hukuku Yedi’den Bölümler) Adam bıkmadan, usanmadan yürüyordu. Polis teşkilatındaki yakın dostlarını, polis olan akrabalarını ve hiç suçsuzken dayak yiyen rahmetli asker babasını düşünüyordu. Zamanında, Ankara’da bir Cumhuriyet Savcısının hüviyetinin polislerce, gizlice yırtılması sonucu, çok uzak bir yere çorap ve ayakkabıları alınarak bırakıldığını, soğuk bir havada ıssız bir yoldan, zorlanarak şehre döndüğünü ve böylece adi bir şekilde sözde cezalandırıldığını da duymuştu. O zamanlar inanmamıştı ama Bahçelievler Karakolundaki başına gelen bu olaydan sonra, inanmak gerektiğini düşünmüş ve anlamıştı. * * * Adam 1999’da Türkiye Barolar Birliği yönetim kurulu üyesi ve saymanıydı. Türkiye’deki avukatlar bir vakıf kuracaklardı. Kurucular arasında, rahmetli Barolar Birliği Başkanı Eralp Özgen, Zafer Merzifonluoğlu, Meclis Başkan Vekili Ayşenur Bahçekapılı, sonraki Türkiye Barolar Birliği Başkanı Özdemir Özok, Erkin Kaya, Kemal Hakimoğlu, Burhan Karaçelik, Hüseyin Erkenci, Sabri Kurt, Yıldız Bagatur, Zeki Ekmen, Kazım Kolcuoğlu, Şefik Kırcı, Erdoğan Saruhanoğlu, İlhan Babür gibi isimler yanında, kendisi de vardı. Vakıf kurmak için gerekli olan belgelerden biri adli sicil kaydıydı. Bu kayıtlar getirtildi. Adam ile birlikte bir barolar birliği yöneticisinin kayıtlarında sabıka kaydı gözüküyordu. Ama hem adamın hem de diğer yöneticinin böyle bir sabıkaları hiç olmamıştı. Kesinlikle bir yanlışlık vardı. Adam yaşamında çok titiz birisiydi. Kendisini bildi bileli, tüm evraklarını ve belgelerini saklardı. İşte bu olayla ilgili kesinleşmiş beraat kararı kendisinde duruyordu. Karar adli sicile verildi, adli sicil yanlış olan kaydı düzeltti. * * * Türkiye’de adalet “hem geç, hem güç, hem de pahalı” olarak gerçekleşiyordu. İşte burada da pahalılık, adaletin gerçekleşmesinde alınan para değil, adamın adli sicil kaydında sabıka olarak bulunmasıyla gerçekleşiyordu.Adam söylendi, günlerce söylendi durdu. Güvencemizi polis sağlayacak, buna inanmamız gerek, bundan hiç şüphe duymamamız gerek… Adalet sistemi içinde yıllarca dolaştı durdu. Adli sicil kayıtlarını, dayak yiyen sıska bir adamın sekiz polisi tek başına dövmesini ve karşılığında o dönemdeki ceza yasasında bulunan 272. Maddedeki hüküm olmasına rağmen, hapis cezası almasını düşündü durdu. Kapı açılmaz bir kilitle kilitlenmişti ve onu bir türlü açamadı. Öyle ki kırk yılı aşkın avukatlığında da açamadı. “K e d i Ö z g ü r l ü ğ ü Y e d i,” “K e d i Ö z g ü r l ü ğ ü Y e d i.” 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 113 Av. Sadık Erdoğan - Anılar (Kedi Hukuku Yedi’den Bölümler) DOĞU AKDENİZ’DE BARIŞ Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni kazanmıştım. 1963 yılıydı. Ankara’da Uğurlu Sokak’ta, fakültenin çok yakınında bir evde oturuyorduk. Evin bodrum katında, ufak bir dairemsi bölüm vardı. Görevli kullanılmadığı için burası az bir parayla kiraya veriliyordu. Bir gün, apartman sakinleri konuşurken duydum. Kıbrıs’tan torunları katledilmiş bir teyze, Cevahir teyze, burayı tutmak ama kira bedelinde de indirim yapılmasını istiyordu. Kıbrıs’tan zorla kaçtığını ve Türkiye’de oturmak zorunda olduğunu söylüyordu. Apartman sakinleri oy birliğiyle ona bu olanağı tanıdılar. Sonraları Kıbrıslı Cevahir teyze arada sırada bizim eve gelmeye başladı. Rahmetli anneme Kıbrıs’taki Rumların ahlak dışı olaylarından ve cinayetlerinden bahsediyor, öldürülen torunlarını, yakınlarını anlatıyor ve gözyaşları bitmiyordu. O sırada böyle bir felaket ortamı haline gelen Kıbrıs’tan, çok insanla beraber basit deniz taşıtlarıyla kaçışını da üzülerek anlatıyordu. * * * Adam 1962 yılında, Nevşehir’de lise son sınıf öğrencisiydi. Aynı zamanda da Milliyet gazetesinin Nevşehir muhabirliğini yapıyordu. O sıralarda Kıbrıs’ta Rumlar ve Türkler bir arada, ama devamlı kavga halinde yaşıyorlardı. Kıbrıs Cumhurbaşkanı Makarios isimli bir Başpiskopostu. 2. Dünya Savaşı’ndan sonra, Kıbrıs’ın Yunanistan’la birleştirilmesi amacıyla başlatılan Enosis Hareketi’nin önderleri arasındaydı. Yoksul bir çobanın oğluydu. Albay Grivas’ın EOKA’yı (Kıbrıslı Savaşçılar Milli Organizasyonu) kurarak başlattığı kanlı ve silahlı eylemleri, perde arkasından yönetmekle suçlanan Makarios, Seyşel Adaları’na sürgüne gönderildi. Ardından EOKA’nın silahlı eylemleri hızla tırmandı. Sonra Kıbrıs’a dönmesine izin verilen Makarios, Şubat 1959’da Enosis isteğinden vazgeçerek uzlaşmaya yanaştı. Sonuçta 13 Aralık 1959’da Bağımsız Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanlığına seçildi. Yardımcılığına ise Türk toplumundan Fazıl Küçük getirildi. Kısa bir süre sonra Makarios, anayasanın değiştirilmesini istedi. Aralık 1963’te başlayan Türklere saldırılar iki toplum arasındaki çatışmalar ve Yunanistan ile Türkiye’nin sürekli adaya karışmaları, Makarios hükümetini güçlüklere sürükledi. Makarios, Şubat 1968’te ikinci bir dönem için cumhurbaşkanı seçildi. 1972 ve 1973’te Kıbrıs’ın öbür din adamları tarafından istifaya çağırıldı. Buna rağmen 1973’te tek aday olarak üçüncü kez cumhurbaşkanı oldu. Temmuz 1974’te Kıbrıs Rum Birlikleri bir darbe düzenlediler. Makarios Malta’ya, ardından Londra’ya kaçmak zorunda kaldı. Birkaç gün sonra Birleşmiş 114 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 Av. Sadık Erdoğan - Anılar (Kedi Hukuku Yedi’den Bölümler) Milletler Genel Kurulunda yapmış olduğu konuşmada bu darbeyi, Yunanistan’daki cuntanın yaptığını, Türkiye ve İngiltere gibi garantör olan ülkelerin adaya müdahale etmesi gerektiğini söyledi. Daha sonra, Türkiye Kıbrıs’a askeri bir müdahalede bulunarak adanın kuzeyinde ayrı bir Türk devletinin kurulmasını sağladı. * * * Makarios 1962 yılında ilk cumhurbaşkanlığı zamanında Türkiye’yi ziyaret etti. Nevşehir, Göreme yöresini de gezdi. Göreme eski kiliseler diyarıdır. Milliyet gazetesi Makarios’u takip etme görevini bana verdi. Birçok gazeteci geziyi yakından izliyor, Makarios’u takip ediyordu. Makarios, Göreme’de bir kiliseyi gezerken ben hemen yanında not alarak dolaşıyordum. Makarios, kendisinden imza istediğimi sandı, defterimi alıp, açık olan sayfayı kırmızı mürekkepli bir kalemle imzaladı. O imza bende halen “istenmeyen bir hatıra” olarak duruyor! * * * Kıbrıs sorunu uzun yıllardır devam ediyor. Henüz çözüme kavuşmadı. Başbakan Bülent Ecevit ve Dışişleri Bakanı Turan Güneş zamanında, 1974’te Kıbrıs’a askeri müdahale yapıldı. Birkaç yıl sonra Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) kuruldu. Ama Kıbrıs’ta cinayetler, olaylar, iki halk arasındaki çatışmalar devam etti gitti. Muratağa, Sandallar, Atlılar kasabalarında ve diğer birçok yerde insanlarımız acımasızca ve bazen toplu olarak öldürüldüler. Lefkoşa halen iki kısma ayrılmış halde duruyor. Bir kısmı Rumlarda diğer kısmı Türklerde. Tam ortasında Birleşmiş Milletler kuvvetleri var. * * * Adam 2000 yılında Ankara Barosu başkanı oldu. Kıbrıs’ta cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’tı. Ankara Barosunun Kıbrıs ziyaretlerinde Denktaş, “Bu soruna dünyada barolar sahip çıksaydı, bu iş bu kadar uzun sürmezdi,” dedi. Adam ve Uğur Uzel, Ömer Çiftçi, Mehmet Cengiz, Samiye Eyüboğlu, Emine Ergül, Hakan Çınar, Cumhur Bozkurt, Egemen Tomak, Hayrettin Kent, Taner Ünlü yönetiminde, Abidin Şahin, Hasan Dülgeroğlu, Kaya Köseoğlu, Kemal Ergün, Mesut Sönmez, Fikret Aydın, Zekiye Karaca Boz ve Hamit Baykara denetiminde olan Ankara Barosu, sorunu ele aldı. Öncelikle Türkiye’de 1 Haziran 2001’de Mersin’de, hemen sonra 8 Haziran’da Giresun’da, bu sorun her yönüyle, tarihsel boyutlarıyla anlatıldı. Dönemin Giresun valisi Ali Haydar Öner ve Mersin valisi 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 115 Av. Sadık Erdoğan - Anılar (Kedi Hukuku Yedi’den Bölümler) Kıbrıs Cumhurbaşkanı Rauf DENKTAŞ ve Sadık ERDOĞAN Akif Tığ, ayrıca Giresun Baro Başkanı Erkan Şansal Dikmen ve yönetim kurulu üyeleriyle Mersin Baro Başkanı Mahmut Ocak ve yönetim kurulu üyeleri bu soruna çok ilgi gösterdiler. * * * 13 Aralık 2001 günü Ankara Hilton Otel’de, Rauf Denktaş, sunuculuğunu adamın yaptığı, uzun bir konferans verdi. Konferans sonunda, o akşam özel davetli gazetecilerle bir yemek yendi. Kıbrıs Sorunu uzun uzun tartışıldı. Rauf Denktaş en başından beri bu sorunu, yaşadıkları zaman içerisinde ve sonraki olaylarla yoğurarak anlattı. Gazetecilerin sorduğu sorulara net cevaplar verdi. “Türkiye’deki ve dünyadaki hukukçular olaya zamanında yer verselerdi ve bu sorunu hukuki açıdan tam olarak anlatabilselerdi bu sorun, çok kısa zamanda çözüme kavuşurdu,” dedi. Ancak devletlerin kendi faydalanmalarını ön plana alarak, bu sorunu hep ikinci planda tuttuklarını ısrarla belirtti. Gazetecilerden çoğu olayı köşelerinde uzun uzun yazdılar. Kıbrıs Sorunu epey ön saflara çıkmıştı. Örneğin, Yavuz Donat şu yazıyı yazmıştı: 116 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 Av. Sadık Erdoğan - Anılar (Kedi Hukuku Yedi’den Bölümler) “Baro Başkanı Avukat Sadık Erdoğan, konukları Denktaş onuruna bir yemek vermişti. O yemeğe davetliydik. Gece boyunca Cumhurbaşkanı Denktaş’ı dinledik. Büyük bir ‘deneyim küpü’. Ömrünü Kıbrıs davasına vermiş bir ‘ulusal kahraman’. Bir hakimin oğlu. Annesini ‘çok küçükken’ kaybetmiş. Sütanne tarafından büyütülmüş. Kıbrıs’ın zirvesine kadar yükselmiş. Ama ‘hiç değişmemiş’. İçimizden biri. Onu sevimli kılan yanlarından en önemlisi de galiba bu. Yemekte hep bir şeye dikkat ettik. Karşımdaki bu ‘yaşayan tarih’ gerçekten Kıbrıs Sorunu’nun çözümünü istiyor mu? Yoksa istiyor görünüp de ipe un mu seriyor? “Rumlar Türkiye ile yeni bir kriz istiyorlar. Kriz çıkınca çözümü Türkiye’nin engellediğini iddia edecekler. Kimileri diyor ki: Ver Kıbrıs’ı. Bunlar daha sonra sıranın Ege’ye geleceğini göremiyor mu? Denktaş yemekte sık sık medyadan yakındı. Yunan medyasının Rum tezine destek verdiğinden bahsetti, sonra da kendisinin Türk medyasından gereken ilgiyi görmediğinden. Tabii bu arada öz eleştiri de yapmadı değil. Örneğin: Bizim de kusurlarımız oldu. İdaresizlik, usulsüzlük, bencillik oldu. “Gözlemimiz o ki. Denktaş çözümsüzlük yanlısı ve uzlaşmaya kapalı bir lider değil. Gerçekten Rumlarla köprü, işbirliği, barış istiyor. Ancak sütten öylesine ağzı yanmış ki. Hatta sadece ağzı değil. Öylesine yüzü gözü yanmış ki, yoğurdu üfleyerek yemek istiyor.” Yemeğe Donat’ın dışında, Sedat Ergin, Mustafa Balbay, Fikret Bila, Ertürk Yöntem, Hulki Cevizoğlu ve Sebahattin Önkibar katılmıştı. Tüm yazarlar köşelerinde, Hulki Cevizoğlu da Ceviz Kabuğu programında, Rauf Denktaş ve yıllardır süren Kıbrıs Sorununu uzun uzun incelemişler ve tartışmışlardı. Adam bu sırada 1967’deki günleri ve Kıbrıs’taki yaşamı düşündü. Yakın arkadaşı, Piyade Yüzbaşı Akın Baysan o sırada Kıbrıs’taki Türkiye Askeri Birliğinde ağır havan topu komutanıydı. Fazıl Küçük, Kıbrıs’ın cumhurbaşkanı olan Makarios’un yardımcısı idi. Gönyeli adlı ufak Kıbrıs kasabasında futbol maçları yapılırdı ve bu maçlara Rauf Denktaş da hakemlik yapardı. Adamın gözlerinin önünden bunlar geçti. * * * Ankara Barosu 17 Temmuz 2001’de Antalya Barosu Başkanı Gürkut Acar ve Antalya Barosu’nun da desteği ile Antalya’da dünyanın çok ülkesinden gelen bilim adamları, baro başkanları ve baro temsilcileri, Kıbrıs’tan gelen birtakım konuklar ile “Hukuksal Boyutları ile Doğu Akdeniz’de Barış” konferansını yaptı. Konferans uzun sürdü. Dört gün süren toplantılarda barış, istikrar ve güvenliğin sağlanması ve Avrupa Birliği ile ilişkiler bağlamında Kıbrıs Sorununun önemi 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 117 Av. Sadık Erdoğan - Anılar (Kedi Hukuku Yedi’den Bölümler) üzerinde duruldu. Konu uluslararası hukuk ve Kıbrıs’a ilişkin uluslararası sözleşmeler kapsamında ele alınıp tartışıldı. Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin tek taraflı başvurusuyla tüm Kıbrıs’ın Avrupa Birliği’ne alınması girişimi yoğun biçimde tartışıldı. Konferans, sabahları tebliğlerin sunulduğu ve öğleden sonraları da yuvarlak masa tartışmalarının yapıldığı oturumlar halinde gerçekleşti. * * * Türkiye’nin Kıbrıs Devleti’ne vücut veren Londra ve Zürih Antlaşmalarından doğan garantörlük haklarından vazgeçmesi Kıbrıs’taki Türklere azınlık hakkı verilmesi ile yetinmesi istenmekteydi. Güney Kıbrıs Rum Kesimi’ni tüm adanın tek meşru temsilcisi kabul eden batının bu konudaki planı da şuydu: Güney Kıbrıs Rum Kesimi’nin Avrupa Birliği üyeliği için yaptığı tek taraflı başvuru esas alınarak Kıbrıs Avrupa Birliği’ne alınacak ve böylece tüm Kıbrıs adası, AB toprağı kabul edilerek, zaten şimdiden “işgalci” ilan ettikleri Türkiye’nin adadan çekilmesi, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin adayı terk etmesi istenecek… Bunu kabul etmeyecek olan Türkiye’ye, AB üyeliğini ret ve ekonomik ambargolar dahil her türlü yaptırım uygulanacaktı. Ankara Barosu’nun düzenlediği bu toplantılar şu somut gerçeği de bilinçlere çıkarmıştı: “Hukuk eğer arkasında kuvvet varsa anlamlıdır!” * * * Kıbrıs Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş, 2 Temmuz 2001 günü yapılacak konferansla ilgili şu telgrafı gönderdi: “14 Temmuz’da gerçekleştirmeyi öngördüğünüz ve büyük bir heyecanla kabul ettiğim konferansınıza Kıbrıs’taki son gelişmeler nedeniyle katılmam mümkün olmayacaktır. Sizlere ilginiz için bir kez daha teşekkür eder, başarı dileklerimle saygılar sunarım.” * * * Toplantıya 22 ülke katıldı. Türkiye’den 22 baro katıldı. Dönemin Lefkoşa Baro Başkanı Enver Öztürk ile Yunanistan’dan da katılanlar oldu. Güney Kıbrıs katılmadı. Katılan ünlü isimlerden bazıları şöyleydi: Prof. Mendelsen, Dr. Christian Heinze, Tirani, Makedonya, Çin, Malta, Avrupa Barolar Birliği, Bükreş, Selanik, Kuveyt, Beyrut, Budapeşte, Portekiz, Brüksel, Pakistan, Uluslararası Avukatlar 118 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 Av. Sadık Erdoğan - Anılar (Kedi Hukuku Yedi’den Bölümler) Kıbrıs Büyükelçisi, Sadık Erdoğan, Rauf Denktaş, Mümtaz Soysal, Şükrü Sina Gürel Bir Akşam Yemeğinde Birliği, İsrail Baro Başkanı, Dr. Anna Luciavalvo, Clement Dodd, Stephan Talmon, Londra Üniversitesi, La Sapienza Üniversitesi, Tueblingen Üniversitesi yetkilileri, ayrıca ünlü yazarlar da vardı. Türkiye’den de Türkiye Barolar Birliği Başkanı Özdemir Özok, Kırıkkale Barosu Başkanı Enver Kılıç, Isparta Barosu Başkanı Faik Yıldız, Antalya Barosu Başkanı Gürkut Acar, Kayseri Barosu Başkanı Halit Ökçesiz, Amasya Barosu Başkanı Hıfzı Torumtay, Kırşehir Barosu Başkanı Kazım Özdemir, Mardin Barosu Başkanı M. Nuri Özgün, Konya Barosu Başkanı Abdullah Akçay, Erzurum Barosu Başkanı Faruk Terzioğlu, Tekirdağ Barosu Başkanı Güneş Gürseler, Ankara Barosu önceki başkanları Hakkı Süha Okay ve Ünsal Toker, Niğde Barosu Başkanı Hasan Çetinkaya, Uşak Barosu Başkanı Koray Atak, Kütahya Barosu Başkanı Osman Emet, Edirne Barosu Başkanı Rıfat Çulha, Ordu Barosu Başkanı Tevfik Karabulut, Denizli Barosu Başkanı Yıldırım Aycan ve Adalet Bakanlığı’ndan üst düzey temsilciler, Adalet Bakanı Prof. Dr. Hikmet Sami Türk, Prof. Dr. Mümtaz Soysal, Prof. Dr. Anıl Çeçen, Prof. Dr. Emin Gürses, Prof. Dr. Füsun Arsava, Prof. Dr. Hasan Ünal, Prof Dr. Metin Öztürk, Prof Dr. Zehra Odyakmaz vs. Ayrıca toplantıları dönemin Antalya valisi de takip etti. * 2016/3 Ankara Barosu Dergisi * * 119 Av. Sadık Erdoğan - Anılar (Kedi Hukuku Yedi’den Bölümler) Lefkoşe Barosu Ziyareti Semih Güner, Uğur Uzer, Sadık Erdoğan, Rabia Balkanlı ve Kıbrıslı Avukatlar Antalya’daki konferansa katılanlardan Bükreş Barosundan gelen Christian Iordanescu, “Bu konferans hakkında birkaç şey söylemek istiyorum. Sanıyorum bu konferansı organize ederken kimseyi itham etmek düşünülmedi. Amaç olaylara yeni bir bakış açısı getirmekti. Sistemimizi ve düşüncelerimizi değiştirmemizin zamanı geldi.Geçmişten bahsetmeyelim, geçmişte olanlar değil, geleceğe bakalım. Diplomatik yol yegane yoldur bence. Bu problemleri ancak diplomatik yoldan ortadan kaldırabiliriz. İtalya’dan gelen profesörün de belirttiği gibi, bütün bu problemde olduğu gibi, taraflar bir masa etrafına oturmalı, tıpkı bizim yaptığımız gibi. İyi bir gelecek için iyi anlaşmalar nasıl yapılabilir bunu araştırmalı. Ben Prof. Anıl Çeçen’in de dediklerine inanıyorum. Kendisi bu sabah bütün bu alanı kapsayan sorunlardan bahsetti. Sadece Kıbrıs sorunu yok burada. Ortada başka sorunlar da var. İsrail sorunu var, Irak sorunu var. Gördüğüm kadarıyla televizyonlardan seyrettiğim kadarıyla Bay Wolfovitz geliyor, bu sorunları konuşmak üzere. Birileri de Türkiye’ye baskı yapıldığından bahsetti. Irak’a yapılan saldırıya katılmasına imkan sağlanması için baskı yapılıyor. Ama bence elinizde bir güç var. Avrupa yapısına uyum sağlamak için ilk önce 120 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 Av. Sadık Erdoğan - Anılar (Kedi Hukuku Yedi’den Bölümler) küreselleşme, belki ilk adım. Bütün bunlar diplomasi yoluyla gerçekleşebilir. Ben ona inanıyorum,” demişti. Çin’den gelen Baro Başkanı Fu Yang şöyle söylüyordu: “Sayın Başkan, hanımefendiler, beyefendiler, biz Çin’den geldik ve sizlere, bize gösterdiğiniz konukseverliğe ve bu konferansa davet için teşekkür etmek isterim. Bizim baromuz, bu konuda çok az bilgi sahibidir. Kıbrıs konularını hemen hemen hiç bilmiyoruz ve bütün konuşmacıların ve katılımcıların katkılarından gördüğümüz kadarıyla Kıbrıs konusu ile ilgili tarafların aslında hepsinin Çin’le dostluk ilişkileri içinde olduğunu görüyoruz. Dolayısıyla Akdeniz’deki barış sadece bu bölgeyi ilgilendirmiyor. Aynı zamanda bütün dünya barışı ile ilgili. 30 sene kadar evvel bütün dünyada kimse Hong Kong’un, Macau’nun geleceğinin ne olacağını bilmiyordu. 20 yıl kadar önce, geçen yüzyılın son kısımlarında İngiltere, Portekiz ile müzakerelere girdik, Hong Kong ve Macau konusunu barışçıl bir şekilde hallettik ve bunlar Çin’e geri verildi. Benim bu olaylardan edindiğim şudur: Barış ancak müzakere yolundan elde edilebilir. Bu sorunların çözümü sadece tarihe ve geçmişe dayalı değil, aynı zamanda politika ve stratejiye de dayanmaktadır ama konuşmaların büyük çoğunluğu da yasal belgelere dayandırılarak yapıldı. Biz Kıbrıs konusunda bir fikir beyan edemediğimiz için Çin halkı ve hukukçuları adına burada dile getirilmiş bütün fikirleri dinlemiş olmaktan çok memnunuz. Bunlardan büyük fayda elde ettik bu konferansta. Umuyoruz gerçekten Doğu Akdeniz’deki sorunlar barışçıl yollardan çözümlenir.” Pakistan Barosu Başkanı Muhammed Ashraf Wahlah ise şunları aktardı: “Ankara ve Antalya Baroları’na şükran borçluyum. Bize bu toplantıya katılma şerefini bahşettiler. Ben Kıbrıs konusunda daha evvel bu kadar bilgi sahibi değildim ve işin ciddiyetini bu toplantıya kadar bilmiyordum. Türkiye’nin bir sorunu olarak Pakistanlı kişilerden de bizler, bunu şimdi anlamış bulunmaktayız. Herhangi bir forumda ya da herhangi bir uluslararası düzeyde, birlikte davranacağımızı söylemek istiyoruz. Geçmişte de birlikte olduk. İleride de birlikte olacağız. Memleketime geri döndüğümde Pakistan basınında ve televizyonlarında bu konuya önem vereceğimizi belirtiyorum. Hepinize teşekkür ediyorum.” Makedonya Barosu Başkanı Nenad Janicevic “Bu toplantıya üyelerinden sevgi ve selam getirdiğini” söyledi. Ayrıca,“Makedonya küçük fakat güzel bir ülke. 2 milyon kadar nüfusu var. Geçmiş yıllarda, geçiş dönemini yaşadık. Eski Yugoslav rejiminin çatışma alanlarından uzak durmaya çalıştık. Devlet 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 121 Av. Sadık Erdoğan - Anılar (Kedi Hukuku Yedi’den Bölümler) koşullara adapte olmak durumundaydı. Kişisel olarak hukukçular var olma çabalarının yerinde kalmasına gayret ettiler. İnsan haklarını ve hürriyetlerini koruma konusunda büyük çaba vermek zorunda kaldılar. Değişik dinlerden değişik dillerden kişiler burada konuştular ama hukukçular için bir tek dil var. O da hukukçuların dili, yani hukuk. Daha evvel dendiği gibi yalancılar esirlerden çıkar ama özgür insanın sahibi gerçektir. 2000 yılı kışında Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda Yunanistan Cumhurbaşkanı konuştu ve Avrupa’daki son Berlin Duvarı’nın yıkılması gerektiğini söyledi. Bunlar tartışılırken belki diplomasinin limitleri ve kuralları aşılıyor olabilir. Berlin Duvarı’nın Kıbrıs’la ne ilgisi olduğunu bize bu sabah Bay Stephan açıkladı. Onlar farklı toplumlar, orada yaşayanlar birbirine güvenmiyorlar. Belki de Selanikli avukat arkadaşımız bunun sorumlusunun sadece Yunanlılar mı olduğunu sorduğunda, bunu belirtmek istiyordu.” Prof. Mümtaz Soysal, Türkiye’de ilk defa iki baronun, Kıbrıs konusunu inceleyen bir konferans düzenlediğini vurguluyor ve devam ediyordu: “Propaganda yapmak için değil, yasal tartışmalar olduğu için, bu bir başlangıç. 40 yıldan fazla bir süredir Kıbrıs konusunun içindeyiz. Kopenhag Zirvesi’nden birkaç ay önce kendimizi ifade etmeye çalışıyoruz. Biraz geç ama yine de takdir edilecek bir şey. Yasal olarak tamamen haklı olduğumuz konularda kendimizi ifade edememekle ya da kendimizi ifade etme noktasına gelmediğimiz için büyük bir hata yaptığımızı düşünüyorum. “Sadece Kıbrıs yüzünden değil, 19. yüzyıldan başlayarak Balkan ayaklanmalarında Türkler kurban edilmişti. Ama yine de kasap olarak tanıtılmışlardı. Tüm bunlara hukuk dünyasının dikkatini çekmeliydik. Ama galiba Osmanlı İmparatorluğu’ndan bu yana bu yaklaşım içinde olduk, anlayış için yalvarmadık. Kıbrıs davasında bu kadar haklı olduğumuz bir durumda bile, gerçek bir çabanın gösterilmemiş olması beni son derece üzüyor. Ama bir şey unutuldu. Bu süreç boyunca haksızlıklar sadece medya ya da değişik hükümetler tarafından değil, uluslararası hukuk kurulları tarafından da yapıldı. Bunu çok açık bir şekilde gördük. Avrupa Adalet Divanı ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, ya da Avrupa Birliği Organlarındaki avukatlar veya uluslararası hukukun fazla ıvır zıvır ürettiği ülkelerde, onlar tarafından yapılan haksızlıklar, bence bizim uluslararası forumda adalete olan inancımızı yitirmemize sebep oldu. Adalet aranırsa ve istediğimiz şey barışsa, yüksek kurumların adil olmamakla suçlanması gerekir ve biz de bundan korkmamalıyız. Strasbourg’ta, Lüksemburg’ta, Brüksel’de bunu yüksek sesle söylemeliyiz. Çünkü hukuk katlediliyor. Bizi adalete inanmayan bir toplum haline getiriyorsunuz. Kendinizden utanmıyor musunuz demeliyiz.” 122 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 Av. Sadık Erdoğan - Anılar (Kedi Hukuku Yedi’den Bölümler) Uğur Uzel, Semih Güner, Hakan Çınar, Rabia Balkanlı ve kendisinden oluşan organizasyon komitesi adına Avukat Metin Başbay şu güzel konuşmayı yaptı: “… Bayanlar ve baylar, Bundan tam 200 bin yıl önce bu bölgede ilk insanlar yaşadılar. Prometheus ateşi bu topraklarda yakıldı. Bizler de bugün burada toplandık ve bir ateş yaktık. Barışın ateşini. Şimdi hepiniz bu büyük ateşten birer meşale alınız ve kendi ülkelerinize götürünüz. Barışın ateşini orada yeniden ve daha güçlü yakınız. Barışı yakalamak için yaptığımız bu toplantılarda, doğu Akdeniz’de barışı şu an sağlayamadık. Ancak şu anda sağladığımız en belirgin şey Budapeşte’den Andrea Szucs, Çin’den Lan Hong, Paris’ten Christine ve Paul Nemo, Malta’dan Joseph Azopardi ve Yunanistan’dan komşum ve dostum Polixeni Velou ile dostluk ve barışı sağlamamızdır. İnsanların art düşüncelerden arındıklarında anlaşmalarının ne kadar kolay olduğunu hep beraber gözlemledik. Gündüz tartıştık ama akşam hep beraber barışa kadeh kaldırdık. Biz hepinizi çok seviyoruz. Sizler de birbirinizi ve bizi çok sevin lütfen!” Adam konferansın kapanışını şu sözlerle yaptı: “Doğu Akdeniz’de yüzen kin ve garez olmamalıdır. Barış olmalıdır. Gökyüzünde uçuşan hava kabarcıkları, yere barış güvercinleri gibi düşmeli, insanlar o güvercinleri tuttukları zeytin dallarında beslemelidirler. Her güzelliğin bir sonu vardır. Ama bizim güzelliğimiz yeni başladı, sonsuza kadar da devam edecek. Bu güzelliğin adı hukuktur!” * * * Konferans bitiminde yurt televizyonlarında ve basında çok ilgi gördü. Günlerce bahsedildi, yazıldı, çizildi. Baroların niçin bugüne kadar bu olaya el atmadığı düşünüldü. Bundan sonra ise bu konulara daha çok yer verilmesi, ilgilenilmesi, Kıbrıs’ın iki ayrı toplum olarak dünya içerisinde yer alması gerektiğinin en iyi şekilde yorumlanması ve tüm dünya devletlerine anlatılması, anlatılabilmesi için daha çok çalışmanın mecburiyeti dile getirildi. Rauf Denktaş, konunun Ankara Barosu tarafından işlenmesi karşısında gerçekten mutlu olmuştu. Bu toplantıların bir kısmı Kıbrıs’ta yapıldı. Gazeteciler, yetkili konuşmacılar Kıbrıs’a götürüldü. Olay oradaki üniversitelerin büyük ve dolu salonlarında ele alındı. Tüm bu uğraşılar 1950’lerden beri sarf edilen çabaları bir yere taşımadı. Avrupa devletleri, Güney Kıbrıs’ı Avrupa Birliği’ne 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 123 Av. Sadık Erdoğan - Anılar (Kedi Hukuku Yedi’den Bölümler) aldılar. Bırakın Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin tanınmasını, Türkiye bile halen Avrupa Birliği’ne alınmadı.Antalya Konferansı’ndan sonra çok uzun süre yani yıllardır devam eden Kıbrıs Sorunu halen çözülemedi. Aradan 13 yıl geçti. Ne zaman çözülür onu da bilen yok. Arkamızda hep acı dolu günler var. * * * Adam boyuna yürüyordu. Yürümekten hiç bıkmıyordu. Önüne herhangi bir sorun çıksa da çıkmasa da yürüyecekti. Önemli olan hak düzenini hiç gözden kaçırmamak, yaşam içerisinde hep en iyiyi, en doğruyu yapabilmeye çalışmaktı. Adam konferanstan çıktığı günü hatırladı ve söylendi: “K e d i K ı b r ı s S o r u n u n u Y e d i, ” “K e d i K ı b r ı s S o r u n u n u Y e d i. ” 124 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 Hakemli Makaleler Peer Reviewed Articles HAKEMLİ Temel Cezanın Belirlenmesi* Dr. Gökhan TANERİ** Makalenin Geldiği Tarih: 25.04.2016 Kabul Tarihi: 10.08.2016 * Bu makale hakem incelemesinden geçmiştir ve TÜBİTAK – ULAKBİM Veri Tabanında indekslenmektedir. ** Adana 24. Asliye Ceza Mahkemesi Hakimi. ÖZ Ceza yargılaması sonucunda, öncelikle suçun sübutu hakkında karar verilecektir. Bundan sonra yapılacak işlem, kanunda belirtilen alt ve üst sınırlar arasında temel cezanın belirlenmesidir. Temel cezanın belirlenmesi Türk Ceza Kanunu’nun m. 61’de düzenlenmiştir. Somut olayda sanık ve mağdura ilişkin özellikler ile sanığın duruşma sırasında gösterdiği tutum ve davranış temel cezanın belirlenmesinde etkili olacaktır. Sanık hakkında ancak temel cezanın belirlenmesinden sonra kanunda yer alan artırım indirim nedenleri uygulanarak sonuç ceza belirlenecektir. Adil yargılama ilkesinin gerçekleşmesi, doğru yapılacak bir tespitle mümkün olacaktır. Anahtar Kelimeler: Kanunilik ilkesi, suç ve cezalar, adli para cezası, orantılılık ilkesi, hükmün açıklanmasının geri bırakılması DETERMINATION OF THE BASIC PENALTY ABSTR ACT As a result of criminal proceedings, priority will be decided on realization of the crime. After that, the process of the determination of the basic penalty specified in the law between lower and upper limits. The determination of the basic penalty is arranged in Article 61 of the Turkish Penal Code. Defendant’s and victim’s characteristics and defendant’s attitude and behavior in criminal process will actually determine in concrete event. Final penalty will determine by just after that basic penalty determination with take into consideration of increasing and decreasing causes. The realization of fair trial principles will possible with true determination. Keywords: The principle of legality, crime and penalties, criminal fines, the principle of proportionality, postponed of announcement the decision of criminal court. 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 129 HAKEMLİ Dr. Gökhan TANERİ HAKEMLİ Temel Cezanın Belirlenmesi I. GİRİŞ Temel cezanın belirlenmesi, yargılamanın sona erdiğinin bildirilmesinden sonra suçun sübutunun açıklanması ile birlikte yapılan ilk işlemdir. İyi yapılmış muhakeme, iyi bir temel ceza belirlemesini sağlayacak ve temel cezanın belirlenmesinden sonra cezada yapılacak artırım ve indirimler, cezanın kişi yönünden somutlaşmasına hizmet edecektir. Esas olarak temel cezanın belirlenmesi, somut olaya ilişkin özelliklerin tespiti ile cezanın bireyselleştirilmesi amacına hizmet eder. Temel cezanın, hukuka ve somut olaya uygun belirlenmesi adalet ve hakkaniyete hizmet eden en önemli muhakeme işlemlerinden biridir. Bu çalışmada, genel olarak 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu ile belirlenen temel cezanın belirlenmesi kıstasları üzerinde durulacak ve örnek Yargıtay kararları ile konu incelenecektir. II. GENEL OLARAK A. SOYUT CEZA BELİRLEMESİ Cezaları soyut ve somut ceza şeklinde ayırabilmek mümkündür. Soyut ceza, hükmün kanunda yer alış şekli; somut ceza ise, cezanın sanık yönünden uygulanmasıdır. Hâkim, cezanın somutlaştırılması sırasında, takdir hakkını yasal gerekçelere uygun kullanmak zorundadır.[1] Soyut cezanın belirlenmesi, kanun koyucunun takdirini ilgilendiren bir husustur. Kanun koyucu öncelikle cezaların türünü ve her bir ceza türünün ağırlığına ilişkin değerlendirmeden sonra, soyut ilkelerle her suç için hangi türden ve hangi ağırlıkta ceza verileceğini belirlemektedir.[2] [1] Veli Özer Özbek/Mehmet Nihat Kanbur/Koray Doğan/Pınar Bacaksız/İlker Tepe, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, 5. Baskı, 2014, s. 693; Aynı yönde, Demirbaş, Timur, Ceza Hukuku Genel Hükümler, 10. Baskı, 2014, s. 655. Zafer’e göre ise cezanın belirlenmesi üç aşamalıdır. Birinci aşama, kanun koyucunun, cezanın çeşitlerini ve türlerini belirlemesidir. Buna genel soyut belirleme denir. Ceza kanununun, genel hükümler başlıklı kitabında tanımlanmış suçların karşılığı olan cezanın çeşidi ve süresi belirtilmiştir. İkinci aşamada, özel hükümler kısmında her bir suç açısından, cezanın çeşit ve süresi belirlenir. Buna, özel soyut belirleme denir. Üçüncü aşamada ise, ceza yargılaması sonunda, hakim tarafından soyut ceza esas alınarak somut olayda faile uygulanacak somut ceza belirlenir. Zafer, Hamide, Ceza Hukuku Genel Hükümler TCK m. 1-75, 4. Baskı, 2015, s. 479, 480, 481; Aynı yönde, Akbulut, Berrin, Ceza Hukuku Genel Hükümler, 2015, s. 700. [2] Hasan Gerçeker, Yorumlu ve Uygulamalı Türk Ceza Kanunu, 2.Baskı, C. 1, 2014, s. 948., İlhan Üzülmez, “Yeni Ceza Kanunu’nun Sisteminde Cezanın Belirlenmesi ve Bireyselleştirilmesi”, EÜHFD., C. X, S. 3-4, 2006, s. 203. 130 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 Günümüz Avrupa Ceza Hukuku açısından temel nokta, toplumsal ve demokratik ceza hukukuna dayanma arzusudur. Klasik devletin ceza hukukunu kötüye kullanmaması için hukuki açıdan sınırlanması gerekmektedir. Bu sınırlamanın soyut ilkeler ve kanun önünde eşitlik gibi düşüncelerle yapılması gerekmektedir. Özel önleme, ultima ratio, güvenlik önlemlerinde sınırlılık, demokratik devlet, insanilik, kusur, orantılılık ve yeniden topluma kazandırma gibi ilkeler, ceza hukuku açısından Avrupa’da yaygınlaştırılmaya çalışılan değerlerdir.[3] Soyut ceza açısından önemli olan orantılılık ilkesi, failin eyleminin ağırlığı ile başvurulacak önlemin ağırlığı arasında bulunması istenen dengedir. Bu bakımdan suçun ağırlığı ölçüsünde ağır önlemlere başvurulabilecektir. Daha hafif bir yaptırıma başvurabilme ile ceza yargılamasının amacına ulaşabilmesi mümkün olduğunda, hafif yaptırımla yetinilmesi de orantılılık ilkesinin bir gereğidir. Esas olarak orantılılık ilkesinde asıl amaç aşırılığın önlenmesidir.[4] Soyut cezaların belirlenmesinde orantılılık ilkesinin gözetilmesi aynı zamanda, cezada kanunilik ilkesinin de doğal sonucudur.[5] Çağdaş ceza hukukunun temelini, hukuk devleti ilkesi oluşturmaktadır. Yargılama sonucunda beklenen yarar ve verilecek ceza arasında makul bir oran bulunması gerekir. Soyut ceza açısından orantılılık ilkesi, hukuk devleti ilkesinin de bir gereğidir. Bu ilkeye göre ağır nitelikte olan fiil için daha ağır ceza verilmelidir. Adam öldürme cezası ile hırsızlığın cezasının aynı olmaması gerekir.[6] Orantılılık ilkesinin doğal sonucu olarak bu ceza-fayda dengesizliğinin bulunması halinde işlemin yapılmaması gerekir.[7] Suçların soyut olarak belirlenmesi orantılılık ilkesi ile birlikte değerlendirilmelidir. Orantılılık ilkesi ile ceza siyaseti, temel insan hakları, hukuk devleti [3] Yener Ünver, Ceza Hukukuyla Korunması Amaçlanan Hukuksal Değer, 2003, s. 433; Birtek’e göre, hakim somut cezayı belirlerken mutlak bir takdir yetkisine sahip değildir. Sanığın eyleminin suç niteliğini taşıması (kanunilik) ilkesinin öncelikle bulunması gerekir. Bu eylem nedeniyle failin kusurlu olması (kusurluluk ilkesi) işlenen eylem ile orantılı bir ceza belirlenmesi (orantılılık) ve aynı suçu işleyen ve aynı hukuki statüde bulunan bütün failler yönünden aynı uygulamanın yapılması(eşitlik ilkesi) şartlarına da uyulması gerekir. Ayrıca gerekçe de hakimin somut cezayı belirleme yetkisini kanuni sınırlar içinde kullanıp kullanmadığını göstermede kullanılan ölçütlerden birisidir. Birtek, Fatih, Ceza Hukuku Genel Hükümler Temel Bilgiler, 3. Baskı, s. 352. [4] Hüseyin Ertuğrul, “Ceza Muhakemesinde Katlanma Yükümlülüğü”, Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C. XII, Sa. 1-2, 2008, s. 688. (http://webftp.gazi.edu.tr/hukuk/dergi/12_26.pdf ) [5] Zafer, s. 480. [6] Hakan Hakan(2009) Ceza Hukuku, Genel Hükümler, 8. Baskı, s. 42. [7] Bahri Öztürk/Mustafa Ruhan Erdem, Uygulamalı Ceza Muhakemesi Hukuku, 2007, s. 166. 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 131 HAKEMLİ Dr. Gökhan TANERİ HAKEMLİ Temel Cezanın Belirlenmesi gibi ilkelere göre yasama organı tarafından ceza gerektiren davranışlar ve ceza miktarları belirlenecektir. Cezanın soyut belirlenmesinin sonuçları şunlardır: 1. Cezaların soyut ve genel olarak belirlenmesi kanun koyucuyu bağlar. Kanun koyucu bu şekilde belirlenmeyen bir ceza türünü, özel kısımda belirleyemez. Genel üst sınırın üzerinde bir ceza miktarına özel kısımda yer veremez. 2. Suç karşılığı ceza türünün gösterilmesi ancak miktarın gösterilmemesi halinde o cezaya ilişkin genel sınırlar dikkate alınacaktır.[8] B. SOMUT CEZA BELİRLEMESİ Somut cezanın belirlenmesi ise duruşma hâkimine aittir. Suçların gerçekleşme şekli birbirinden farklı olduğu gibi suç işleyenlerin özel durumları, sosyal ve psikolojik halleri de birbirinden farklıdır. Bu nedenle eylem ile yaptırım arasında denge kurulması, cezanın kişiselleştirilmesi açısından önemlidir. Bu dengenin kurulması somut olayın özelliklerine göre hâkime aittir.[9] Temel cezanın belirlenmesi şu başlıklara ayrılarak incelenebilir: i- Ceza türünün belirlenmesi, ii- Kanunda belirlenen alt ve üst sınırlar arasında temel cezanın belirlenmesi, iii- Suçun olası kast veya bilinçli taksirle işlenmiş olması halinde buna uygun cezanın belirlenmesi, iv- Suçun nitelikli hallerinin uygulanması, v- Yukarıdaki belirlemelerden sonra, teşebbüs, iştirak, zincirleme suç, haksız tahrik, yaş küçüklüğü, akıl hastalığı ve cezada indirim yapılmasını gerektiren şahsi sebeplere ilişkin hükümlerin uygulanması ile sonuç cezanın belirlenmesi. Cezada şahsi indirim yapılmasına gerektiren nedenlere, sağır ve dilsizlik, akrabalık TCK m. 167’de belirtilen yağma ve nitelikli yağma haricinde malvarlığına karşı suçların yasada belirtilen akrabalar arasında işlenmesi hali ile yalan tanıklık suçunun yine belli akrabalar arasında işlenmesi halindeki şahsi cezasızlık sebebine ilişkin TCK m. 273 örnek olarak gösterilebilir. [8] Demirbaş, s. 655. [9] Gerçeker, s. 949. 132 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 III. CEZA TÜRÜNÜN BELİRLENMESİ Kanunda konusu suç teşkil eden eylemin karşılığı ceza türünün belirlenmesi gerekir. Bazı hükümlerde, cezanın alt ve üst sınırlarından birisinin gösterilmediği gibi seçimlik olarak hapis veya para cezasının belirlendiği ya da hem hapis hem de para cezasının belirlenebildiği görülebilmektedir. Cezanın belirlenmesi aşamasında kanunda tek bir ceza hükmü öngörülmüş ise sorun yoktur. Ancak birden fazla ceza hükmüne yer verilmiş olması halinde ceza hükümleri arasında bağlaca bakılmalıdır. Cezalar arasında “ve” bağlacı bulunması halinde her iki cezaya da hükmedilmesi zorunludur. İki ceza arasında “veya” bağlacı bulunması halinde seçenekli yaptırım söz konusudur. Bu durumda hangi yaptırımın uygulanacağı hâkimin takdiri ile belirlenecektir.[10] Her iki cezaya birlikte hükmedilmesi halinde, temel ceza belirlemesinin her iki suç yönünden de orantılı olması gerekmektedir. Cezalardan birinin alt sınırdan diğerinin ise üst sınırdan belirlenebilmesi mümkün değildir.[11] Uygulama sırasında cezanın hapis veya para cezası olarak belirlenmesi halinde bu konudaki takdir hakkı hâkime aittir. Ancak hâkim her iki halde de, bu seçime ilişkin tercihini gerekçelendirmek zorundadır. Özellikle hürriyeti bağlayıcı cezaların tercih edilmesinde takdir hakkının yerinde kullanılması Yargıtay denetiminden de geçerek gereken dikkat ve hassasiyetin gösterilip gösterilmediği değerlendirilmektedir. Sanık hakkında soyut cezanın hapis cezası ile birlikte adli para cezası olarak belirlenmesi halinde de TCK m. 61 hükümleri gereğince temel cezanın her iki ceza yönünden belirlenmesi ve takdirin her iki ceza yönünden de benzer şekilde uygulanması gerekir. Ancak aksi yönde uygulamalar da bulunmaktadır.[12] A. Temel Cezanın Belirlenmesini Etkileyen Nedenler 1. Seçenek Yaptırımların Uygulanması Türk Ceza Kanunu m. 50/1 fıkrasına göre: “Kısa süreli hapis cezası, suçlunun kişiliğine, sosyal ve ekonomik durumuna, yargılama sürecinde duyduğu pişmanlığa ve suçun işlenmesindeki özelliklere göre; [10] Gerçeker, s. 950. [11] Halûk Toroslu, Ceza Müeyyidesi, Ankara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kamu Hukuku (Ceza Hukuku) Anabilim Dalı, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, 2007, s. 120. [12] Zafer, s. 489. 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 133 HAKEMLİ Dr. Gökhan TANERİ HAKEMLİ Temel Cezanın Belirlenmesi a) Adlî para cezasına, b) Mağdurun veya kamunun uğradığı zararın aynen iade, suçtan önceki hâle getirme veya tazmin suretiyle, tamamen giderilmesine, c) En az iki yıl süreyle, bir meslek veya sanat edinmeyi sağlamak amacıyla, gerektiğinde barınma imkânı da bulunan bir eğitim kurumuna devam etmeye, d) Mahkûm olunan cezanın yarısından bir katına kadar süreyle, belirli yerlere gitmekten veya belirli etkinlikleri yapmaktan yasaklanmaya, e) Sağladığı hak ve yetkiler kötüye kullanılmak suretiyle veya gerektirdiği dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı davranılarak suç işlenmiş olması durumunda; mahkûm olunan cezanın yarısından bir katına kadar süreyle, ilgili ehliyet ve ruhsat belgelerinin geri alınmasına, belli bir meslek ve sanatı yapmaktan yasaklanmaya, f) Mahkûm olunan cezanın yarısından bir katına kadar süreyle ve gönüllü olmak koşuluyla kamuya yararlı bir işte çalıştırılmaya, Çevrilebilir.” Türk Ceza Kanunu m. 49/2 fıkrasına göre, hükmedilen bir yıl veya daha az süreli hapis cezası kısa süreli hapis cezasıdır. 6217 sayılı Yargı Hizmetlerinin Hızlandırılması Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun m. 26 ile 5320 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun’a ek Geçici m. 2 gereğince üç bin Türk Lirası dâhil adli para cezasına mahkûmiyet hükümlerine karşı temyiz yoluna başvurulması mümkün değildir. Ceza muhakemesinin mümkün olan en kısa sürede sonuçlanması, ceza yaptırımı ile ceza siyasetinin amaçlarına ulaşılabilmesi nedenleriyle somut olayda seçenek yaptırım olarak adli para cezasının seçilmesi mümkündür. Seçenek yaptırımlar konusunda temel cezanın belirlenmesinde diğer sınırlayıcı hüküm TCK m. 50/2 fıkrasıdır. Bu halde de, suç tanımından hapis cezası ile adli para cezasının seçenek olarak öngörüldüğü hallerde hapis cezasına hükmedildiği takdirde, bu ceza artık adli para cezasına çevrilemeyecektir. Seçenek yaptırımların belirlenmesinde de orantılılık ilkesi dikkate alınmalıdır.[13] [13] 4. CD. 4/2/2015 gün, 2013/6028 Esas 2015/3651 Karar- UYAP: ““Mala zarar verme, yaralama ve hakaret suçlarında; TCK’da hapis cezası ile adli para cezasının seçenekli yaptırım olarak öngörüldüğü hallerde TCK’nın 61. maddesindeki ölçütlere göre somut olay irdelenip aynı Kanunun 3. maddesindeki fiilin ağırlığıyla orantılı ceza ve güvenlik tedbirine hükmolunur ilkesi de gözetilerek, seçenekli yaptırımlardan hangisinin seçildiğinin gösterilmesi sonra da alt ve üst sınırlar arasında temel cezanın belirlenmesi gerekirken, yetersiz gerekçeyle hapis cezasının tercih edilmesi,...Kanuna aykırı...” 134 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 2- Hükmün Açıklanmasının Geri Bırakılması Ceza türünün belirlenmesinde etkin olan bir diğer kanuni etken hükmün açıklanmasının geri bırakılması uygulamasıdır. Gerçekten CMK m. 231/6 fıkrasına göre: a) Sanığın daha önce kasıtlı bir suçtan mahkûm olmamış bulunması, b) Mahkemece, sanığın kişilik özellikleri ile duruşmadaki tutum ve davranışları göz önünde bulundurularak yeniden suç işlemeyeceği hususunda kanaate varılması, c) Suçun işlenmesiyle mağdurun veya kamunun uğradığı zararın, aynen iade, suçtan önceki hale getirme veya tazmin suretiyle tamamen giderilmesi, şartlarının bir arada bulunması halinde sanık hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı uygulanabilecektir. Uygulama kapsamını genişletecek sonuç doğuran pek çok Yargıtay kararı ile birlikte sanık hakkında şartların bulunması halinde hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilmesi zorunluluk gibi görünmektedir. Bu halde itiraz ve itiraz mercilerinin kesin kararı ile birlikte kararın kesinleşme süreci kısalacak ve dosya Yargıtay aşamasından geçmeyecektir. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması halinde, CMK 231/7 fıkrası gereğince, açıklanmasının geri bırakılması kararı verilen hükümde, sanık hakkında hapis cezasının ertelenebilmesi ya da kısa süreli olması halinde seçenek yaptırıma çevrilebilmesi mümkün değildir. Sanık hakkında verilecek hüküm bu aşamada kanunda belirlenen soyut cezanın, seçimlik yaptırım olarak belirlenmesi halinde hapis cezası tercih edildiği takdirde bunun kısa süreli olması halinde, seçenek yaptırım uygulamasına gidilemeyeceği ve hiçbir şekilde ertelenemeyeceği yönündedir. Bu hükümler de temel cezanın belirlenmesi yönünden hâkimi sınırlayıcıdır. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması konusunda bir diğer sınırlayıcı hüküm yine 6545 sayılı yasa 72. Maddesi ile 5271 sayılı CMK’nın 231. Maddesi, 8. Fıkrasına ilk cümleden sonra gelmek üzere eklenen; “Denetim süresi içinde, kişi hakkında kasıtlı bir suç nedeniyle bir daha hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilemez.” hükmüdür. Bu hükme göre de sanık hakkında bir kez hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verildiği takdirde yeniden hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilebilmesi mümkün değildir. 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 135 HAKEMLİ Dr. Gökhan TANERİ HAKEMLİ Temel Cezanın Belirlenmesi Bu halde, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının maddi ceza hukukuna ilişkin olup olmadığının değerlendirilmesi gerekir. Özellikle sanık yönünden lehe/aleyhe kanun değerlendirmesi yapılması sırasında hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilmesi önemlidir. Sanığın 28 Haziran 2014 günü 29044 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanan 6545 sayılı Türk Ceza Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’dan önce verilen Hükmün Açıklanmasının Geri Bırakılması Kararı bu tarihten sonra verilen Hükmün Açıklanmasının Geri Bırakılması kararları yönünden engelleyici olabilecek midir? Diğer bir anlatımla, TCK 7/2 fıkrasına göre, “Suçun işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanun ile sonradan yürürlüğe giren kanunların hükümleri farklı ise, failin lehine olan kanun uygulanır ve infaz olunur.” Bu halde, sanık hakkında daha önce verilmiş olan hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararları yeniden hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilmesine engel olacak mıdır? Üstelik 3. fıkrada, hapis cezasının ertelenmesi, koşullu salıverme ve tekerrürle ilgili olanlar hariç infazla ilgili olan hükümlerin derhal uygulanacağı hükmüne yer verilmiştir. Her ne kadar hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına açıkça fıkrada yer verilmemiş ise de niteliği itibarıyla erteleme olarak değerlendirilebilecek hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı yönünden lehe/aleyhe değerlendirmesi yapılması için öncelikle değerlendirileceği sonucunu çıkartmak mümkündür. Sanık hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılması hükümlerinin uygulanması sırasında hükmedilen yaptırımların, hükmün açıklanması aşamasında aynen korunması gerektiği konusunda Yargıtay uygulamalarında birlik olduğunu söylemek gerekir. Bu konuda, kanun lâfzından hükmün aynen korunması çıkartılamamaktadır. Ancak, Yargıtay daire uygulamaları ile hükmün aynen korunması gerektiği sıklıkla vurgulanmakta, ancak sanık lehine olarak seçenek yaptırımların uygulanması hatta cezanın bu aşamada ertelenmesi halinde aleyhe temyiz bulunmaması nedeniyle onama yapılması uygulamasına sıklıkla karşılaşılmaktadır. Hükmün Açıklanmasının Geri Bırakılması uygulamasında, Temel cezanın belirlenmesi konusunda hâkimi sınırlayan bir diğer hüküm 6545 sayılı yasa ile yapılan değişiklikle TCK m. 191’e ilişkindir. 6545 sayılı yasa m. 85 ile 5320 sayılı kanuna eklenen geçici 7/2 fıkrasına göre: “Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla Türk Ceza Kanununun 191 inci maddesinde tanımlanan suç nedeniyle yürütülen kovuşturmalarda, hakkında daha önce denetimli serbestlik veya tedavi tedbiri uygulanmayan kişilerle ilgili olarak 191 inci madde hükümleri çerçevesinde hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilir.” 136 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 Bu durumda, uyuşturucu madde kullanmak suçundan açılan kamu davaları açısından, mahkeme hâkiminin başka bir karar vermek bakımından takdir hakkı yoktur. Yalnız hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı vermesi gerekir. Bu halde, hükmün açıklanmasının geri bırakılması yönünden genel şartların da aranmaması gerekir. Yani, 6545 sayılı yasa hükümleri gereğince sanık hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilebilmesi için sanık rızası aranmayacağı gibi hükmün açıklanmasının geri bırakılması metninin ayrıca ceza hükmü taşıması da gerekli değildir. Geçici metin olmasına rağmen uyuşturucu madde kullanma suçunda özel affa benzer bir etki doğuran kanun metni açısından hâkimin temel cezanın belirlenmesinde herhangi bir fonksiyonu yoktur. 3. Zorunlu Seçenek Yaptırım TCK m. 50/3 fıkrasına göre, “Daha önce hapis cezasına mahkûm edilmemiş olmak koşuluyla, mahkûm olunan otuz gün ve daha az süreli hapis cezası ile fiili işlediği tarihte onsekiz yaşını doldurmamış veya altmışbeş yaşını bitirmiş bulunanların mahkûm edildiği bir yıl veya daha az süreli hapis cezası, birinci fıkrada yazılı seçenek yaptırımlardan birine çevrilir.” 2. CD. 05.02.2013 gün, 2011/23326 Esas 2013/1987 Karar sayılı ilamında, 25 günlük hapis cezasına hükmedilen sanığın, daha önce mahkûm olmaması nedeniyle seçenek yaptırım uygulama zorunluluğu bozma kararına konu edilmiştir. 4-Tekerrür Tekrarlanma anlamına gelen tekerrür,[14]en az ikinci kez suç işlenmesi halidir.[15] Tekerrür hükümlerinin amacı, özellikle ilk defa suç işleyen kişi ile suç işlemekte ısrar eden kişi arasında fark oluşturmaktır.[16] a-) Daha önceden işlenen suçtan dolayı mahkûm olma, [14] Türk Dil Kurumu, Güncel Sözlük, (http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_gts&arama=gts&guid=TDK. GTS.5514db5d95f793.20877998) [15] Hakeri, s. 548. [16] Faruk Erem, (1944) “Tekerrür Hakkındaki Kanun Hükümlerinin Tetkiki”, Ankara Üniversitesi, Hukuk Fakültesi Dergisi, C. 2, Sa. 2-3, 1944, s. 191. (http://dergiler.ankara. edu.tr/dergiler/38/225/1940.pdf ) 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 137 HAKEMLİ Dr. Gökhan TANERİ HAKEMLİ Temel Cezanın Belirlenmesi b-) Daha önceki mahkûmiyetin ceza mahkûmiyeti olması zorunluluğu, c-)Verilen cezanın kesinleşmiş olması, ç-) Kesinleşen cezanın infazının gerekli olmaması, d-)Yeni bir suçun işlenmiş olması, e-) Beş yıldan fazla mahkûmiyet halinde beş yıl ve beş yıl dâhil, beş yıla kadar işlenen suçlarda ise üç yıl içinde yeni bir suçun işlenmiş olması şartlarının bir arada gerçekleşmiş olması halinde sanık mükerrir sayılacak ve hakkında tekerrüre ilişkin hükümler uygulanacaktır. Tekerrür hükümlerinin uygulanmasının en önemli sonucu, tekerrür halinde sonraki suça ilişkin kanun maddesinde seçimlik olarak hapis cezasıyla adli para cezasının öngörülmüş olması halinde, hapis cezasına hükmolunmasıdır. Burada hâkime takdir yetkisi verilmemiş, hapis cezasını seçme zorunluluğuna yer verilmiştir. Mükerrir olan sanık hakkında TCK m. 50/2 fıkrasının uygulanabilmesi bu nedenle mümkün değildir. Hapis cezasını seçenek yaptırıma çevirirken, suçlunun kişiliği değerlendirilecek ve seçenek yaptırıma çevirmede sanığın kişiliği çelişkiye düşülmeden değerlendirilecektir.[17]Ancak Yargıtay 2. Ceza Dairesi, 2. CD. 26.06.2012 gün, 2010/29612 Esas 2012/17410 Karar sayılı ilamında olduğu gibi sanık hakkında TCK m. 50/3 fıkrası gereğince zorunlu hapis cezası uygulanması halinin sanık hakkında adli para cezasına çevirmeye engel olmadığı görüşündedir. Bu uygulama, kanunun açık lâfzına aykırı görünmektedir. 5. Lehe/Aleyhe Kanun Değerlendirmesi TCK m. 7 hükmüne göre sanık hakkında lehe aleyhe kanunun değerlendirilmesi gerekir.[18] Maddesine göre; [17] Özcan Özbey, “Suçta Tekerrür ve Mükerrirlere Özgü Güvenlik Tedbirleri” TBB Dergisi, Sa. 88, 2010, s. 93. [18] “(1) İşlendiği zaman yürürlükte bulunan kanuna göre suç sayılmayan bir fiilden dolayı kimseye ceza verilemez ve güvenlik tedbiri uygulanamaz. İşlendikten sonra yürürlüğe giren kanuna göre suç sayılmayan bir fiilden dolayı da kimse cezalandırılamaz ve hakkında güvenlik tedbiri uygulanamaz. Böyle bir ceza veya güvenlik tedbiri hükmolunmuşsa infazı ve kanuni neticeleri kendiliğinden kalkar. (2) Suçun işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanun ile sonradan yürürlüğe giren kanunların hükümleri farklı ise, failin lehine olan kanun uygulanır ve infaz olunur. (3) (Değişik: 29/6/2005 – 5377/2 md.) Hapis cezasının ertelenmesi, koşullu salıverilme ve tekerrürle ilgili olanlar hariç; infaz rejimine ilişkin hükümler, derhal uygulanır. 138 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu m. 2 hükmü ile “kanunsuz suç ve ceza olmaz” ilkesine yer verilmiş ve geçmişe uygulama yasağı ile somutlaştırılmıştır. Geriye yürüme yasağının istisnası ise lehe kanunun geriye yürümesidir. İşlendiği zamanın kanununa göre suç oluşturan bir fiil, daha sonra yürürlüğe giren bir kanunla suç olmaktan çıkarıldığı takdirde failin lehine olan sonraki kanun geçmişe yürürlü olarak uygulanacaktır. Yürürlüğe giren kanun, bir suçun unsurlarında, mahkûmiyetin kanuni neticelerinde fail lehine değişiklikler öngördüğü takdirde kanun, yürürlüğe girdiği tarihten önce işlenmiş olan fiillere de uygulanacaktır.[19] 6. Kusur Yeteneğini Etkileyen Sebepler a-) Yaş Küçüklüğü Türk Ceza Kanunu m. 31/1 fıkrasına göre: “Fiili işlediği sırada oniki yaşını doldurmamış olan çocukların ceza sorumluluğu yoktur. Bu kişiler hakkında, ceza kovuşturması yapılamaz; ancak, çocuklara özgü güvenlik tedbirleri uygulanabilir.” Yine Türk Ceza Kanunu m. 31/2 fıkrasına göre: “Fiili işlediği sırada oniki yaşını doldurmuş olup da onbeş yaşını doldurmamış olanların işlediği fiilin hukukî anlam ve sonuçlarını algılayamaması veya davranışlarını yönlendirme yeteneğinin yeterince gelişmemiş olması hâlinde ceza sorumluluğu yoktur. Ancak bu kişiler hakkında çocuklara özgü güvenlik tedbirlerine hükmolunur.” b-) Akıl Hastalığı Benzer bir hükme akıl hastalığı açısından da yer verilmiştir. Türk Ceza Kanunu m. 32/1 fıkrasına göre: “Akıl hastalığı nedeniyle, işlediği fiilin hukukî anlam ve sonuçlarını algılayamayan veya bu fiille ilgili olarak davranışlarını yönlendirme yeteneği önemli derecede azalmış olan kişiye ceza verilmez. Ancak, bu kişiler hakkında güvenlik tedbirine hükmolunur.” (4) Geçici veya süreli kanunların, yürürlükte bulundukları süre içinde işlenmiş olan suçlar hakkında uygulanmasına devam edilir.” [19] M. Kerem Osmanoğlu, “Ceza Hukukunda Geriye Yürüme Yasağı”, EÜHFD., C. XIV, S. 3-4, 2010, s. 95. (http://www.erzincan.edu.tr/birim/HukukDergi/makale/2010_IV_2.4.pdf ) 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 139 HAKEMLİ Dr. Gökhan TANERİ HAKEMLİ Temel Cezanın Belirlenmesi c-) Sağır ve Dilsizlik Türk Ceza Kanunu m. 33’e göre, sağır ve dilsizler açısından ceza sorumluluğu yaş sınırı onbeştir. Onbeş yaşını tamamlamamış sağır ve dilsizlerin ceza sorumluluğu yoktur. 15-18 yaş grubundaki sağır ve dilsizler için ise fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını algılayamama veya davranışlarını yönlendirme yeteneğinin gelişip gelişmediği araştırılacaktır. Bu gelişimin sağlanmamış olması halinde bu kişiler yönünden ceza sorumluluğu yoktur. ç-) Geçici Nedenler Türk Ceza Kanunu m. 34/1 fıkrasına göre: “Geçici bir nedenle ya da irade dışı alınan alkol veya uyuşturucu madde etkisiyle, işlediği fiilin hukukî anlam ve sonuçlarını algılayamayan veya bu fiille ilgili olarak davranışlarını yönlendirme yeteneği önemli derecede azalmış olan kişiye ceza verilmez.” Geçici nedenler, uyku ali, ateşli hastalık, sara nöbeti, yeni doğum yapmış kadını psikolojik durumu olarak örneklenmektedir. Bu hükümlerin uygulanabilmesi açısından failin, bu durumlara kasten ya da taksirli olarak sebep olmaması ve bu geçici sebeplerin isnat yeteneğini kaldırması gerekir.[20] 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nda da paralel bir düzenlemeye yer verilmekle birlikte 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nda geçici nedenlerin bulunması halinde 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’ndan farklı olarak bu halde güvenlik tedbirlerine yer verilmemiştir. Bu halde failde tehlikelilik hali bulunmadığından 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun güvenlik tedbirleri öngörmeyen hükümleri yerinde olmuştur.[21] 7. Kusurluluğu Etkileyen Sebepler a-) Hukuka Aykırı ve Bağlayıcı Emir Türk Ceza Kanunu m. 24 ilk iki fıkrasına göre ceza sorumluluğunun bulunmaması mümkündür. Buna göre: “1] Kanunun hükmünü yerine getiren kimseye ceza verilmez. [20] Hakeri, s. 282. [21] Özbek vd., s. 397. 140 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 [2] Yetkili bir merciden verilip, yerine getirilmesi görev gereği zorunlu olan bir emri uygulayan sorumlu olmaz” b-) Zorunluluk Hali Türk Ceza Kanunu m. 25/2 fıkrasında zaruret haline yer verilmiştir: “Gerek kendisine gerek başkasına ait bir hakka yönelik olup, bilerek neden olmadığı ve başka suretle korunmak olanağı bulunmayan ağır ve muhakkak bir tehlikeden kurtulmak veya başkasını kurtarmak zorunluluğu ile ve tehlikenin ağırlığı ile konu ve kullanılan vasıta arasında orantı bulunmak koşulu ile işlenen fiillerden dolayı faile ceza verilmez.” c-) Kaza ve Tesadüf Ceza hukuku anlamında fail veya üçüncü kişiler tarafından öngörülmesi mümkün olmayan neticedir. Öngörülebilir olmayan bir neticenin öngörülmemiş olması anlamına gelen kaza ve tesadüf halinde kusur bulunmadığından faile ceza verilebilmesi mümkün değildir.[22] ç-) Cebir ve Şiddet, Korkutma ve Tehdit Türk Ceza Kanunu m. 28’de: “[1] Karşı koyamayacağı veya kurtulamayacağı cebir ve şiddet veya muhakkak ve ağır bir korkutma veya tehdit sonucu suç işleyen kimseye ceza verilmez. Bu gibi hâllerde cebir ve şiddet, korkutma ve tehdidi kullanan kişi suçun faili sayılır.” Cebir halinde mevcut bir kötülük bulunmaktadır. Ancak tehdit halinde gelecekte gerçekleştirilecek bir kötülükten bahsedilerek kişiye suç işletilmektedir.[23] d-) Hata Hata, gerçeğin bilinmemesi ya da yeteri kadar bilinmemesi nedeniyle iradenin yanlış şekilde oluşmasıdır. Hatanın iki şekilde belirmesi mümkündür: i-) Fail, işlediği fiili cezalandıran bir kuralın bulunduğu konusunda bilgi sahibi değildir veya mevcut bir kuralın uygulama alanını hatalı değerlendirmektedir. Bu durumda hukuki hata ya da yasak hatası söz konusudur. [22] Hakeri, s. 303, Özbek vd., s. 370. [23] Hakeri, s. 305. 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 141 HAKEMLİ Dr. Gökhan TANERİ HAKEMLİ Temel Cezanın Belirlenmesi ii-) Fail, suçu oluşturan maddi unsurlarda, nitelikli hallerde veya hukuka uygunluk nedenlerinde hata halindedir. Bu durumda, fiili hata ya da genel olarak tipte hata söz konusudur.[24] Haksızlık yanılgısına ilişkin olan hüküm, kanunu bilmemek mazeret sayılmaz kuralının (TCK m. 4), mutlak uygulanmasına ilişkin eleştirileri ortadan kaldırma amacıyla kanuna alınmıştır.[25] Ancak TCK m. 30/4 fıkrasındaki düzenlemenin TCK m. 4’te düzenlenen, “kanunu bilmemek mazeret sayılmaz” kuralını hükümsüz kıldığı da ileri sürülmektedir.[26] Lâfzi açıdan bakıldığında son değerlendirmenin doğru olduğunu söylemek mümkündür. 8. Hukuka Uygunluk Sebepleri a-) Hukuka Uygun Emrin Yerine Getirilmesi Türk Ceza Kanunu m. 24/2 fıkrasına göre: “Yetkili bir merciden verilip, yerine getirilmesi görev gereği zorunlu olan bir emri uygulayan sorumlu olmaz.” Bu hükme göre hukuka aykırı olmakla birlikte bağlayıcı emri yerine getiren kamu görevlisinin kusuru kalktığından hukuken sorumlu tutulması mümkün değildir. b-) Kanun Hükmünü İcra Türk Ceza Kanunu m. 24/1 fıkrasına göre: “Kanunun hükmünü yerine getiren kimseye ceza verilmez.” Buna göre Türk Medeni Kanunu m. 432 ve devamı maddeleri gereğince akıl hastaları hakkında tedavi işlemleri için hastaneye yatırılması kararını veren hâkimin; İcra İflâs Kanunu 3. Maddesine göre haciz işlemi yapan icra memurunun, takibi şikâyete bağlı suçlarda şikâyet hakkını kullanan şikâyetçinin TCK m. 276 ve CMK m. 62’ye göre bilirkişilik yapan kişinin, Türk Ceza Kanunu m. 234/2 fıkrası gereğince terbiye yetkisini kullanan anne, baba, öğretmen ya da [24] Olgun Değirmenci, “Ceza Hukukunda Yanılma Kavramı ve Hukuka Uygunluk Nedenlerinde Yanılma”, TBB Dergisi, Sa. 110, 2014., s. 182. (http://tbbdergisi.barobirlik.org.tr/m2014-110-1343) [25] Sesim Soyer Güleç, “Türk Ceza Kanununda Haksızlık Yanılgısı (m. 30/4)”, Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C. 10, Sa. 1., 2008, s. 64. (http://webb.deu.edu.tr/hukuk/dergiler/dergimiz10-1/3sesimsoyer.pdf ) [26] Değirmenci, s. 183. 142 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 ustanın, CMK m. 90 gereğince yakalama işlemini yerine getiren kişinin, Türk Ceza Kanunu m. 128 ile CMK m. 149 ve devamı maddelerine göre savunma hakkını kullanan müdafiin fiillerinin hukuka uygun olması halinde sorumlu tutulabilmeleri mümkün değildir.[27] c-) Meşru Savunma Türk Ceza Kanunu m. 25/1 fıkrasına göre: “Gerek kendisine ve gerek başkasına ait bir hakka yönelmiş, gerçekleşen, gerçekleşmesi veya tekrarı muhakkak olan haksız bir saldırıyı o anda hal ve koşullara göre saldırı ile orantılı biçimde defetmek zorunluluğu ile işlenen fiillerden dolayı faile ceza verilmez.” Kanunda belirtilen şartların gerçekleşmesi halinde fail hakkında ceza belirlenmesi yoluna gidilemeyecektir. d-) Hakkın Kullanılması Türk Ceza Kanunu m. 26/1 fıkrasında: “Hakkını kullanan kimseye ceza verilmez.” Bu haklar yasadan, sözleşmeden ya da örf ve adetten kaynaklanabilir. Genel olarak şu şekilde sınıflandırmak mümkündür: i-Eleştiri Hakkı, ii- Spor Faaliyetleri iii- Bir İş Meslek, Sanat veya Bilim Faaliyetinin İcrası e-) İlgilinin Rızası Türk Ceza Kanunu m. 26/2 fıkrasında: “Kişinin üzerinde mutlak surette tasarruf edebileceği bir hakkına ilişkin olmak üzere, açıkladığı rızası çerçevesinde işlenen fiilden dolayı kimseye ceza verilmez. 9. Hakaret Suçunun Yaralama Suçuna Tepki Olarak İşlenmesi [27] Hakeri, s. 225, 226. 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 143 HAKEMLİ Dr. Gökhan TANERİ HAKEMLİ Temel Cezanın Belirlenmesi Türk Ceza Kanunu m.129/2.fıkrasında: “Bu suçun, kasten yaralama suçuna tepki olarak işlenmesi hâlinde, kişiye ceza verilmez.” Hükmüne yer verilmiş olup, bu halde de hâkim ceza belirleme yoluna gitmeyecektir. Belirtilen hallerin tamamının fail yönünden temel cezanın belirlenmesine ilişkin yasal sınırlar oluşturduğunu yasalarda belirtilen hallerin gerçekleşmesi halinde hâkim ya da mahkeme tarafından herhangi bir ceza belirleme işlemi yapılmayacaktır. IV. TEMEL CEZANIN BELİRLENMESİ Temel cezanın belirlenmesi faile ve fiile ilişkin hususlar açısından değerlendirilmelidir. Fiile ilişkin hususlar, kullanılan araç, suçun işlendiği zaman ve yer, zararın veya tehlikenin ağırlığı; faile ilişkin hususlar ise, kastın ve taksirin yoğunluğu, suçun sebep, saikleri, ve failin amacı, failin geçmişi ve failin şahsi ve sosyal durumu olarak değerlendirilebilir. Failin geçmişi, kişiliğinin ve geleceğinin de göstergesidir. Sosyal statüleri farklı iki kişinin farklı şekilde cezalandırılması mümkündür. Bu haller bütün olarak temel cezanın belirlenmesinde etkili olacaktır.[28] Ceza türünün belirlenmesi aşamasından sonra ceza miktarının belirlenmesi gerekir. Bu durumda cezanın alt ve üst sınırlar arasında belirlenmesi gerekir. Kanunda cezanın alt ve üst sınırlarının gösterilmiş olduğu durumlar “basamaklı ceza” olarak adlandırılmaktadır.[29] Suçlar için öngörülen cezaların, maktu(kati/ kesin), basamaklı veya seçimlik olarak düzenlenmesi mümkündür.[30] Uygulamada gerekçesiz, “takdiren ve teşdiden” ceza uygulamasının hukuki dayanaktan yoksun olduğu, hukuk devletinde kabul edilemez nitelikte olduğu belirtilmiştir.[31] Ancak ceza uygulaması konusunda takdir yetkisinin hâkimde olduğunu belirttikten sonra “takdiren-teşdiden” ceza uygulamasının yerinde olmadığını savunmak bize göre çelişkilidir. Yargıtay uygulamalarında da, hükümde “takdiren/teşdiden” lâfzına yer verilmesi yeterli görülmemekte, alt [28] Soyaslan, Doğan, Ceza Hukuku Genel Hükümler, 6. Baskı, s. 562. [29] Özbek vd., s. 694. [30] Zafer, s. 480. [31] Özbek vd., s. 694; Zafer’e göre de, “takdiren” sözcüğünün kullanılması, gerekçe teşkil etmez. Hakim, gerek temel cezayı belirlerken, gerekse diğer aşamalarda yaptığı tercihi gerekçelendirmelidir. Zafer, s. 495. 144 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 sınırdan uzaklaşılarak ceza verilmesi halinde ayrıca yeterli gerekçe oluşturulması gerekmektedir.[32] Hâkim somut olayda pek çok nedeni takdir hakkını kullanırken dikkate alacaktır. Cezanın iki sınır arasında tayin ve takdiri mahkememin yetkisi içinde ise de hâkim bu takdir hakkını adalet ve nesafet kuralları ile sınırlı olarak kullanmak zorundadır.[33] Gerekçelendirmede de çelişkiye düşmemek önemlidir. Örneğin hakimin cezayı alt sınırdan tespit ederken gösterdiği gerekçe ile erteleme talebini reddederken gösterdiği gerekçe çelişmemelidir.[34] Çalışkan’a göre ise cezanın belirlenmesinde: i-) Kanunilik ilkesi, ii-) Kusur ilkesi, iii-) Mükerrer değerlendirme yasağı ilkesi, iv-) Gerekçe gösterilmesi ilkelerinin gözetilmesi gerekir.[35] Sanığın suç işleme kastı, somut olayın özelliğine göre olaydan sonraki tutum ve davranışı, savunmasında pişmanlık duyduğunu, mağdurdan özür dilediğini belirtmesi ancak davranışları ile husumeti devam ettirmesi, başka olaylara neden olması gibi hallerde sanık hakkında cezanın alt sınırdan uzaklaşılarak belirlenmesi konusunda yeterli sayılacaktır. Pek çok durumda Yargıtay’ın bozma kararlarıyla hâkimin takdir hakkına müdahale etmesi hâkimin bağımsızlığı ilkesi ile de bağdaşmamaktadır.[36] Ağırlaştırılmış müebbet hapis ve müebbet hapis cezalarında ayrıca belirlenecek bir temel ceza yoktur. Çünkü bu cezaların bizatihi kendisi temel ceza niteliğindedir. Bu durumda hâkimin yapması gereken eylemin sabit olup olmadığının tespiti ile yetinmektir. Eylemin sabit olduğu belirlendiğinde müebbet hapse ilişkin cezalara hükmedilecektir. Soyut cezanın belirlenmesinde temel ilke TCK m. 3/1 fıkrasında düzenlenen “orantılılık ilkesi”dir. “Suç ve cezaların kanuniliği ilkesi” de temel cezanın belirlenmesi konusunda diğer ölçüdür. Bu temel ilkeler dışında sanık hakkında [32] Gerçeker, s. 951. [33] Haydar Erol, Yeni Türk Ceza Kanunu, 2005, s. 297. [34] Zafer, s. 495. [35] Suat Çalışkan, Cinsel Dokunulmazlığa Karşı Suçlar, 2013, s. 724, 725. [36] Özbek vd., s. 695. 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 145 HAKEMLİ Dr. Gökhan TANERİ HAKEMLİ Temel Cezanın Belirlenmesi cezanın bireyselleştirilmesi amacına hizmet eden madde TCK m. 61’de düzenlenen “Temel cezanın belirlenmesi” hükümleridir. Türk Ceza Kanunu’nun hâkime alt ve üst sınırlar arasında geniş bir makasta ceza belirleme yetkisinin verilmesi de doktrinde “kanunilik ve belirlilik” ilkesine aykırı olduğu gerekçesi ile eleştirilmektedir.[37]Cezada makasın geniş tutulması ancak “orantılılık” ilkesine aykırı olarak kabul edilebilir. Aksi halde kanunda yer alan bir hükmün kanunilik ilkesine aykırı olduğunu söylemek mümkün olmadığı gibi belirlilik ilkesine aykırı olduğunu söylemek de mümkün değildir. Belirlilik, kanunda düzenlenen ve suçun unsurlarına ilişkin sözcüklerin doğru seçilmesidir. Bu durumda, her iki ilkenin de ihlâl edildiğini söylemek mümkün değildir. Türk Ceza Kanunu, uygulamacıya olan güven nedeniyle ceza miktarlarının artırıldığını, cezada alt ve üst sınırlar arasındaki makasın geniş tutulduğunu söylemek mümkündür. Ancak soyut ceza hükümlerinin somutlaştırılması amacına hizmet eden 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun ise pek çok hükmü bütün ayrıntısıyla düzenleyerek uygulamacıya yön verdiğini söylemek gerekir. V. MÜKERRER DEĞERLENDİRME YASAĞI Cezanın belirlenmesinde bir diğer dikkat çeken hüküm, TCK m. 61/3 fıkrasıdır. Bu fıkraya göre: “Birinci fıkrada belirtilen hususların suçun unsurunu oluşturduğu hallerde, bunlar temel cezanın belirlenmesinde ayrıca göz önünde bulundurulmaz.” Bu hükme göre, sanık hakkında temel cezanın belirlenmesinde hükmün aynı zamanda unsur olması halinde bu husus ikinci kez dikkate alınmayacaktır. Kanun gerekçesinde “mükerrer değerlendirme yasağı” olarak düzenlenen hükmün suçun nitelikli halleri açısından da dikkate alınması gerekir.[38] Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin 3. CD. 24.09.2013 gün, 2012/34698 Esas 2013/32115 Karar, 3. CD. 16.09.2013 gün, 2012/29553 Esas 2013/30595 Karar, 3. CD. 16.09.2013 gün, 2012/29066 Esas 2013/30629 Karar, 3. CD. 24.09.2013 gün, 2012/29019 Esas 2013/32010 Karar, 3.CD. 10/07/2014 gün, 2014/2635 Esas 2014/28203 Karar sayılı ilamlarında belirtildiği gibi yaralama suçunda, sanık hakkında birden fazla artırım nedeninin bulunması halinde bu hususun suçun işleniş biçimine göre alt sınırdan uzaklaşılarak belirlenmesi [37] Özbek vd., s. 696. [38] Özbek vd., s. 697. 146 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 gerekir. Bu hali mükerrer uygulama yasağının da hakkaniyet gereği zorunlu olarak aşılması olarak değerlendirmek gerekir. Türk Ceza Kanunu m. 61 ile temel cezanın belirlenmesinde yedi kıstas öngörülmüştür. Temel cezanın belirlenmesinde bu hükümler, “sınırlı sayı” ilkesine göre düzenlenmiştir. Bu nedenle maddede yer alan sebepler dışında bir sebebin temel cezanın belirlenmesinde esas alınmaması gerekir.[39] Hâkim temel cezanın belirlenmesinde kanundaki alt ve üst sınırları dikkate alacaktır. Kanundaki bu alt ve üst sınırların dışına çıkılması hukuken mümkün değildir. VI. CEZANIN BELİRLENMESİNDE DİKKATE ALINMASI GEREKEN ÖZELLİKLER A- SUÇUN İŞLENİŞ BİÇİMİ Sanığın suçun işlenmesi sırasında göstermiş olduğu davranışlar, mağdurun suçun işlenmesine neden olması, suçun mağdur ve üçüncü kişiler üzerindeki etkileri gibi haller suçun işleniş biçimidir. Bize göre kavram dikkatli seçilmemiştir. Suça ilişkin her türlü unsurun suçun işleniş biçimi olarak değerlendirilmesi mümkündür. Lâfza göre şu şekilde sınıflandırmak mümkündür: Failden kaynaklanan suçun işleniş biçimi, Suçta kullanılan araçtan kaynaklanan suçun işleniş biçimi, Suçtan sonraki davranışa göre suçun işleniş biçimi. Zamana göre suçun işleniş biçimi: Suçtan önceki, Suç sırasındaki, Suçtan sonraki hallere göre değerlendirmek mümkündür. Daha farklı bir bakış açısıyla, Sanığa göre suçun işleniş biçimi, Mağdura göre suçun işleniş biçimi, Üçüncü kişilere göre suçun işleniş biçimi de farklı farklı olabilecektir. [39] Gerçeker, s. 950; Zafer, s. 490.; Birtek, 353. 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 147 HAKEMLİ Dr. Gökhan TANERİ HAKEMLİ Temel Cezanın Belirlenmesi Örneğin, Yargıtay 12. Ceza Dairesi’nin 28/03/2013 gün, 2012/9575 Esas 2013/7930 Karar sayılı ilamında, bir olayda birden fazla artırım nedeni bulunması halinde temel cezanın asgari hadden uzaklaşılarak belirlenmesi gerektiği belirtilmiştir. Yargıtay 11. Ceza Dairesi sahte belgelerin çokluğuna ilişkin 5/2/2015 gün, 2013/2820 Esas 2015/1308 Karar sayılı ilamında suça konu belgelerin farklı zamanlarda oluşturulduğuna ilişkin delil bulunmaması nedeniyle TCK m. 43 hükmünün uygulanma imkânsızlığını belirttikten sonra bu durumun sanık hakkında temel cezanın belirlenmesi sırasında alt sınırdan uzaklaşma nedeni sayılabileceğini belirtmiştir. Temel cezanın belirlenmesinde suçun işleniş biçimi kanundan kaynaklanan cezada alt sınırdan uzaklaşma nedeni olarak da değerlendirilebilir. Örneğin yaralama suçunun nitelikli hallerinin uygulanmasında birden fazla nitelikli halin aynı olayda gerçekleşmesi halinde fail hakkında kanun lafzı gereği birden fazla artırım uygulanamayacak, bu husus temel cezanın belirlenmesi sırasında cezanın alt sınırından uzaklaşma nedeni olarak değerlendirilecektir.[40] B. SUÇUN İŞLENMESİNDE KULLANILAN ARAÇLAR Suçun işlenmesinde kullanılan araçlar da temel cezanın belirlenmesi konusunda belirleyici olabilecektir. Ancak yine suçun unsuru ya da artırıcı nedeni olmama konusunda gereken dikkat ve özenin gösterilmesi gerekmektedir. Silahlı tehdit, silahla yaralama gibi hallerde suçun unsuru olan silahın niteliğine göre cezanın alt sınırından uzaklaşılabilir mi? Somut olayın özelliklerine göre bunun dikkate alınabilmesi gerektiği görüşündeyiz. Çünkü ölümle tehdidin tabanca ile yapılması ile el bombası ile yapılması arasında fark vardır. Bu farkın cezanın belirlenmesinde dikkate alınması gerekir. Mükerrer değerlendirme yasağına konu olması gereken, salt unsur olan silâhın kullanılması olması gerekir. C. SUÇUN İŞLENDİĞİ ZAMAN VE YER [40] 3.CD. 23/02/2015 gün, 2014/33166 Esas 2015/6670 Karar- UYAP: ““Kardeşi olan mağduru 5237 sayılı TCK’nin 6/1-f. maddesince silahtan sayılan bıçak ile yaralayan sanığa verilen cezanın TCK’nin 86/3. maddesine göre ancak bir kez artırılabileceği ve bu durumun temel cezanın belirlenmesi sırasında alt sınırdan uzaklaşma nedeni yapılabileceği gözetilmeden, TCK’nin 86/2. maddesince temel ceza belirlendikten sonra TCK’nin 86/3-a ve 86/3-e maddesi uyarınca cezanın iki defa arttırılması suretiyle sanığa fazla ceza verilmesi,…” 148 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 Mükerrer değerlendirme yasağı bu hüküm açısından da dikkate alınmalıdır. Örneğin hırsızlık suçuna konu olan eşyanın, kamu kurum ve kuruluşunda ya da ibadete ayrılmış yerlerde bulunması hali cezada artırım nedeni olarak TCK 142/1-a maddesinde düzenlenmiştir. Bu durumda ayrıca sanık hakkında bu tip yerlerde bulunan eşya ile ilgili temel cezanın belirlenmesi yoluna gidilmemesi gerekir. Suçun işlendiği yer ve zaman dilimi aynı zamanda, CMK 170/1-i bendinde iddianamede belirtilmesi gereken unsurlar arasında gösterilmiştir. Bu husus CMK 174 maddesinde düzenlenen iddianamenin iadesi nedenlerinden sayılmamıştır. Suçun işlendiği yer ve zaman dilimi, CMK 232/2-c bendinde de hüküm fıkrasında yer verilmesi gereken unsurlar arasında gösterilmiştir. Yargıtay kararlarında da suçun işlendiği yer ve zaman dilimine açıkça yer verilmemiş olması hususunun zaman zaman bozmaya konu yapıldığı görülmektedir. Suçun somutlaştırılması açısından önemli bir şekli şart olan suçun işlendiği yer ve zaman diliminin, CMK 232/2-c maddesi açısından hükmün kurucu unsuru gibi gösterilmiş olmasının ve Yargıtay bozma kararlarının isabetli olduğu söylenebilir ise de ülkemizin özellikle ceza davalarında nihai karara ulaşma süresinin uzunluğu dikkate alındığında iddianame metninden anlaşılabildiği takdirde ayrıca bozmaya konu yapılmaması gerekir. Çünkü hâkim, CMK 225. Maddesi gereğince iddianamede yer alan fiil ve faille bağlıdır ve buna uygun muhakeme gerçekleştirildiği takdirde yalnız hükümde bu hususun bozmaya konu yapılmaması gerekir. Ç. SUÇ KONUSUNUN ÖNEM VE DEĞERİ Suç konusunun önem ve değeri temel cezanın belirlenmesi açısından kanuni nedenler arasında düzenlenmiştir. Örneğin suçun konusunun mağdur için önemi, gelir-geçim kaynağı olması ve hırsızlık suçuna konu olması gibi durumlarda temel cezanın belirlenmesinde alt sınırdan uzaklaşılabilecektir. Ancak temel cezanın belirlenmesinde mükerrer uygulama yasağı bu husus açısından da dikkate alınmalıdır. Suç konusunun önem ve değeri cezanın alt sınırdan belirlenmesi ya da alt sınırdan uzaklaşılarak belirlenmesi açısından göz önünde bulundurulur. Uyuşturucu madde suçlarında, suça konu ve ele geçen uyuşturucu madde miktarı hem failin kastını belirlemede hem de cezanın belirlenmesinde dikkate alınır. Ele geçirilen uyuşturucu miktarı arttıkça alt sınırdan uzaklaşılarak hüküm kurulması gerekir.[41] [41] Çalışkan, s. 728. 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 149 HAKEMLİ Dr. Gökhan TANERİ HAKEMLİ Temel Cezanın Belirlenmesi Suç konusunun önem ve değeri lâfzi olarak değerlendirildiğinde muğlak bir kavramdır. Bu anlamda suç konusunun önem ve değeri objektif bir kıstasa göre mi yoksa sanığa ya da mağdura göre mi belirlenecektir? Bize göre suç konusunun gerek objektif ve gerekse mağdura göre önem ve değeri temel cezanın belirlenmesinde dikkate alınmalıdır. Örneğin, Ankara 1. Asliye Ceza Mahkemesi’nin 10/10/2012 gün, 2012/1171 Esas ve 2012/1752 Karar sayılı ilamını değerlendiren 7. Ceza Dairesi, somut olayda 2440 paket olan kaçak sigarayı, “Dava konusu edilen ve ele geçirilen sigaraların miktarı nazara alındığında, cezaların şahsiliği ve uygulama birliğinin sağlanması bakımından daha çok miktarda bandrolsüz sigara satışı yapanlarla suça konu miktardaki bandrolsüz sigara satışı yapanlar arasında asgari ve azami had aralığında hakça oranda bir temel ceza belirlenmesi gerekirken dosya içeriğinde uygun düşmeyen ve yasal olmayan gerekçeyle asgari hadden uzaklaşılarak fazla miktarda ceza tayini,…” sözleriyle değerlendirmiştir. Benzer şekilde 77 paket sigara için teşdiden ceza uygulaması da, dosya içeriğine uygun düşmeyen ve yasal olmayan gerekçelerle asgari hadden uzaklaşılarak ceza tayini olarak değerlendirilmiştir.[42] D. MEYDANA GELEN ZARAR VE TEHLİKENİN AĞIRLIĞI Meydana gelen zarar ve tehlikenin ağırlığı temel cezanın belirlenmesinde dikkate alınması gereken diğer bir ölçüdür. Belirtilen ölçü açısından da “mükerrer değerlendirme yasağı” geçerlidir. Benzer bir hükme teşebbüs aşaması açısından da yer verilmiştir. TCK m. 35/2 fıkrasına göre: “Suça teşebbüs halinde fail, meydana gelen zarar veya tehlikenin ağırlığına göre, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası yerine on üç yıldan yirmi yıla kadar, müebbet hapis cezası yerine dokuz yıldan on beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Diğer hallerde verilecek cezanın dörtte birinden dörtte üçüne kadarı indirilir.” [42] 7. CD. 9/2/2015 gün, 2014/1304 Esas 2015//9946 Karar-UYAP: ““Mahkemece teşdit ve temel cezanın belirlenmesindeki gerekçede, TCK’nın 61.maddesindeki bir kısım ifadeler yazılmış olmakla beraber, somut olayla ilişkilendirilebilecek hususiyetin bulunmadığı, özellikle kaçak eşyanın miktarı itibarıyla suç konusunun önem ve değerine göre, cezaların şahsiliği ve uygulamada birliğin sağlanması bakımından, benzer olaylarla mukayese edildiğinde, daha çok miktarda sigara kaçakçılığı yapanlarla daha az miktarda kaçakçılık yapanlar arasında hakkaniyete uygun, adil bir ceza tayin edebilmek bakımından, 77 paket sigara kaçakçılığı yapan sanığın cezasının teşdiden verilerek dosya içeriğine uygun düşmeyen ve yasal olmayan gerekçeyle asgari hadden uzaklaşılarak fazla miktarda ceza tayini,…yasaya aykırı” 150 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 Söz konusu hüküm suçun özel görünüş şekillerinden olduğundan mükerrer değerlendirme yasağı teşebbüs hükümlerinin uygulanmasında geçerli değildir. Mükerrer değerlendirme yasağı yalnız suçun unsurları ve nitelikli halleri bakımından geçerlidir. Buna göre suçun özel görüşün şekli açısından mükerrer değerlendirme yasağı söz konusu değildir. Ancak doktrinde mükerrer değerlendirme yasağının teşebbüsü de kapsaması gerektiği ve teşebbüse ilişkin hükümlerin uygulanmasında zarar ve tehlikenin ağırlığının yalnız sonuç cezanın belirlenmesinde esas alınması gerektiği belirtilmektedir.[43] Teşebbüs hükümlerinin uygulanmasında zarar ve tehlikenin ağırlığı özellikle kasten öldürme suçları açısından sıklıkla bozmaya konu yapılmaktadır. Özellikle kasten öldürme suçlarında eksik teşebbüs/tam teşebbüs ayrımının kaldırılmış olması etkisini göstermektedir. Her türlü teşebbüs halinde indirim oranının tam olarak uygulanması bozmaya konu edilebilmektedir. 12. CD. 17.04.2013 gün, 2012/24392 Esas 2013/10345 Karar “…Taksirli suçlar açısından temel cezanın belirlenmesinde TCK’nın 61/1 ve 22/4. madde ve fıkralarında yer alan ölçütlerden olan failin kusuru, meydana gelen zararın ağırlığı, suçun işleniş biçimi ile suçun işlendiği yer ve zaman nazara alınmak suretiyle TCK’nın 3/1. maddesi uyarınca işlenen fiilin ağırlığıyla orantılı olacak şekilde maddede öngörülen alt ve üst sınırlar arasında hakkaniyete uygun bir cezaya hükmolunması gerektiği gözetilmeden, meydana getirdiği kaza sonucu mağdurun vücut fonksiyonlarına etkisi ağır (4) derece kemik kırığı oluşacak şekilde yaralanmasına sebebiyet veren sanık hakkında, temel cezanın asgari hadden belirlenmesi suretiyle adalet ve hakkaniyete uygun olmayacak şekilde az ceza tayini, Kanuna aykırı olup,…” Yargıtay 12. Ceza Dairesi, 10/4/2013 gün, 2012/16665 Esas 2013/9355 Karar sayılı ilâmında ise sanığın tali kusurlu dahi olsa yaralı sayısı ve yaralanma derecesi ile suçun işleniş biçimi ile suçun işlendiği yer ve zaman dikkate alınmak suretiyle sanığın cezasının alt sınırdan uzaklaşılarak tespit edilmesi gerektiği hususunu vurgulamıştır. 1. CD. 11/07/2014 2013/5924 Esas 2014/3808 Karar “…Ciddi bir engel bulunmamasına rağmen sanıkların mağdurda meydana getirdikleri yaraların yeri ve niteliği, olayın gelişimi ve sanıkların sayısı da dikkate alındığında, sanıkların eyleme bağlı olarak ortaya çıkan kastlarının yaralamaya yönelik olduğu anlaşılmakla, olayın oluşu ve yaraların niteliği de gözetilerek, bıçakla kasten yaralama suçundan alt sınırdan uzaklaşılmak suretiyle hüküm [43] Özbek vd., s. 699. 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 151 HAKEMLİ Dr. Gökhan TANERİ HAKEMLİ Temel Cezanın Belirlenmesi kurulması yerine, suç vasfında hataya düşülerek, kasten öldürmeye teşebbüs suçundan yazılı şekilde hüküm kurulması,…” Yine, Yargıtay 1. CD.’nin 06/03/2014 gün, 2014/1037 Esas 2014/1382 1.CD. 25/2/2015 gün, 2014/27 Esas 2015/950 Karar1.CD. 18/2/2015 gün, 2014/6538 Esas 2015/819 Karar, 1.CD. 18/2/2015gün, 2014/200 Esas 2015/802 Karar, 1.CD. 25/2/2015 gün, 2014/27 Esas 2015/950 Karar, 1.CD. 4/2/2015 gün, 2013/6212 Esas 2015/444 Karar, 1.CD. 4/2/2015 gün, 2013/6223 Esas 2015/448 Karar sayılı ilamlarına göre, yaralama suçunda, yaraların sayısı ve tespit edilen özellikleri ile zarar ve tehlikenin ağırlığına göre TCK 61. Maddesi gereğince temel cezanın belirlenmesinde alt sınırdan uzaklaşılması gerekir. E. FAİLİN KAST veya TAKSİRE DAYALI KUSURUNUN AĞIRLIĞI Kastın ağırlığı, failin gerçekleştirmek istediği sonuç açısından kararlılığını, suçu işlemekteki ya da neticeyi gerçekleştirmekteki ısrarı; taksirin ağırlığı ise failin göstermesi gereken objektif özen yükümlülüğünün ağırlığı anlamına gelir. Failin kastının ağırlığı bakımından ne kadar kararlı olduğu failin suç yolunda harcadığı çabanın ve aştığı zorlukların çokluğu amaca ulaşma bakımından gösterdiği kararlılık olarak değerlendirilmelidir. Kast ve taksire dayalı kusurun ağırlığı da temel cezanın belirlenmesinde mükerrer değerlendirme yasağına tabidir. Bu nedenle özel kast anlamına gelen hükümlerin uygulanmasında kast ve taksire dayalı kusurun ağırlığı temel cezanın belirlenmesinde dikkate alınamaz. Benzer şekilde tasarlayarak adam öldürme halinde de mükerrer değerlendirme yasağı gereğince sanık hakkında kast ve taksire dayalı kusurun ağırlığı nedeniyle temel cezanın belirlenmesi yoluna gidilemez.[44] Taksirin derecelendirilmesinde dikkate alınması gereken husus failin göstermesi gereken objektif özen yükümlülüğünün ağırlığıdır. Failin göstermeyi ihmal ettiği özen yükümlülüğünün ağırlığı, temel cezanın belirlenmesinde ölçü norm olarak dikkate alınabilecektir. Özellikle netice sebebiyle ağırlaşmış suçlar bakımından varlığı aranan ağır taksir kavramı özel hukukta kullanılmaktadır. [44] Özbek vd., özel kast/genel kast ayrımının yalnızca konuyu ifade etmek açısından kullanılan bir kavram olduğu ve özel kastın bulunmadığı görüşündedir. Fail saik ve kastının özel olarak suç tipinde düzenlenmemiş olması halinde mükerrer değerlendirme yasağı söz konusu olmayacağından fail hakkında TCK 61/1-f bendine göre cezanın belirlenmesi yönünden esas alınabilecektir. Özbek vd., s. 701. 152 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 Ağır Taksir Kavramı, Türk Ceza Kanunu’nda dikkate alınmamakla birlikte temel cezanın belirlenmesinde failin taksirinin ağırlığı olarak dikkate alınabilir.[45] Madde metninde belirtilen kast ve taksirin ağırlığı ile anlaşılması gereken bilinçli taksir/olası kast kavramları değildir. Olası kast ve bilinçli taksir temel cezanın belirlenmesinde değil, temel ceza belirlendikten sonra sonuç cezanın belirlenmesinde dikkate alınır. Örneğin Yargıtay 12. Ceza Dairesi, 15/10/2012 gün, 2012/9980 Esas 2012/21844 Karar sayılı ilamında asli ve tali kusurlu sanıklar arasında ceza miktarı yönünden fark olması gerektiğini belirtmektedir. F. FAİLİN GÜTTÜĞÜ AMAÇ VE SAİK Amaç, failin suçla elde etmek istediği menfaat ve saik ise faili suça iten nedendir. Suçun özel kastla işlenmesi durumunda mükerrer değerlendirme yasağı gereğince temel cezanın belirlenmesine esas alınamayacaktır. Özellikle taksirli suçlar bakımından failin güttüğü amaç ve saik kavramına yer verilmiş olması bozma kararlarına konu yapılmaktadır. Gerçekten, dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı davranışla işlenebilen taksirli suçlar yönünden failin güttüğü amaç ve saikten bahsedilemez. Çünkü istem dışı bir davranış söz konusudur (Örneğin, Ceza Genel Kurulu, 07/07/2009 tarih 2009/9-62 Esas-191 Karar sayılı ilamı ile, 12. CD. 06.03.2013 gün, 2012/15135 Esas 2013/5510 Karar, 12. CD. 20.03.2013 gün, 2012/14775 Esas 2013/6958 Karar, 12.CD. 20.03.2013 gün, 2012/14777 Esas 2013/6959 Karar, 12. CD. 25.2.2013 gün, 2012/13576 Esas 2013/4188 Karar sayılı ilamlarında taksirli suçlar açısından failin güttüğü amaç ve saikin temel cezanın belirlenmesinde ölçü olamayacağı belirtilmiştir.) 765 sayılı Türk Ceza Kanunu m. 29 hükmü ile, temel cezanın belirlenmesini düzenlemiş ve maddenin son fıkrasında “fiilin diğer özellikleri” gibi muğlak bir kavrama yer verilmişti. Ancak 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu bu kıstasa yer verilmemiş, böylelikle sınırlı sayı ilkesi benimsenmiştir. Türk Ceza Kanunu m. 61/7 fıkrasında da kanunda açıkça yer verilmeyen hallerde cezanın artırılmasının ya da eksiltilmesinin mümkün olmadığı düzenlenmiştir. Bu hükme rağmen Türk Ceza Kanunu m. 62’de takdiri indirim nedenlerini düzenlemesinde, “gibi nedenlerin” indirime konu yapılabileceği belirtilmekle, hâkime tanınan takdir [45] Özbek vd., s. 701. 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 153 HAKEMLİ Dr. Gökhan TANERİ HAKEMLİ Temel Cezanın Belirlenmesi yetkisini daraltmamak ve hayatın çeşitliliğini karşılayabilmek amaçlanmış[46]ve Türk Ceza Kanunu m. 61/7 fıkrasındaki sınırlayıcı hüküm takdiri indirim nedenlerinde aşılmıştır. 765 sayılı TCK m. 29’da düzenlenen cezanın asgari hadden tayini halinde dahi takdiri sebeplerin kararda gösterilmesine 5237 sayılı TCK’da yer verilmemiştir. Ancak 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu m. 34 gereğince hâkim ve mahkemelerin her türlü kararının gerekçeli olması zorunluluğu dikkate alındığında hükme yasada ayrıca yer verilmemiş olmasının bir önemi yoktur. Mahkeme kararlarının gerekçeli olması Anayasa m. 141’de düzenlenmiş olmakla anayasal bir ilke haline gelmiştir. Gerekçe temel bir hak olması yanında “gerekçeli karar hakkı” adil yargılanma hakkının da unsuru sayılmakta, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi m. 6 kapsamında değerlendirilmektedir. Temyiz mahkemeleri ile bireysel başvuru hakkının tanınmasıyla birlikte Anayasa Mahkemesi gerekçeli karar yönünden değerlendirmelerde bulunmakta bu konuda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatları ile uyum sağlanmaya çalışılmaktadır.[47]Gerekçe keyfiliği önler. Kararların denetimini kolaylaştırır. Gerekçeler tatmin edici olmalıdır. Eksik gerekçeli kararlar da gerekçesiz hükmündedir.[48] G. OLASI KAST VE BİLİNÇLİ TAKSİR HALİ Temel cezanın belirlenmesine ilişkin TCK 61/2 fıkrasında olası kast ve bilinçli taksirle suçun işlenmesi halinde birinci fıkraya göre belirlenen temel ceza üzerinden artırım ya da indirim yapılacaktır. Faile önce yasadaki kast ya da taksire ilişkin hüküm uygulanacak ve sonra somut olayın özelliklerine göre bilinçli taksirle artırım ya da olası kastla indirim yoluna gidilecektir. Haksızlık içeriği bakımından, suçun olası kastla işlenmesi doğrudan kasta nazaran daha az, bilinçli taksirle işlenmesi bilinçsiz taksire nazaran daha fazla ceza ile cezalandırılmayı gerekmektedir.[49] VII. CEZALARIN HESAPLANMASINDA ESAS ALINACAK BİRİMLER A. GENEL OLARAK [46] Emrah Dertli, “Cezanın Belirlenmesi ve Bireyselleştirilmesi”, Türk Hukuk Sitesi, (http://www.turkhukuksitesi.com/makale_788.htm) [47] Nedim Bekri, “Gerekçeli Karar Hakkı”, Ankara Barosu Dergisi, Sa. 3, 2014, s. 207. (http://www.ankarabarosu.org.tr/siteler/ankarabarosu/tekmakale/2014-3/6.pdf ) [48] Zafer, s. 495. [49] İzzet Özgenç, Türk Ceza Kanunu Gazi Şerhi, 2006, s. 718. 154 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 Hapis cezasının süresi gün, ay ve yıl hesabıyla belirlenir. Bir gün, yirmi dört saat; bir ay, otuz gündür. Yıl, resmî takvime göre hesap edilir. Hapis cezası için bir günün, adli para cezası için bir Türk Lirasının artakalanı hesaba katılmaz ve bu cezalar infaz edilmez. Gün, ay ve yıl dışında bir zaman birimiyle cezanın hesaplanması mümkün değildir. Yıl olarak hesap edilen bir ceza artırım sonucunda küsuratlı hale gelmişse, önce ay, sonra gün olarak belirlenir. Günün altına düşen küsuratlar dikkate alınmaz. Örneğin, 2 yıl olarak belirlenen temel cezanın yeni TCK’nın 43/1’inci maddesinde öngörülen zincirleme suç hükmü uygulanarak en az 1/4 oranında artırım ile yapılan hesap sonucunda önce yıllar aya çevrilerek, 2 (yıl) x 12 ay = 24 ay, 24 ay x 1/4 = 6 ay ve 2 yıl hapsin ¼ artırılması ile 2 yıl 6 ay olarak hesaplanacaktır. Bu ceza ise, takdiri indirim nedenlerinin uygulanması için yine önce aya çevrilerek 2 (yıl) x 12 ay = 24 ay, 24 ay + 6 ay = 30 ay olarak saptanacak ve sonuçta 2 yıl 6 ay hapis cezası, yeni TCK’nın 62’nci maddesi uyarınca 1/6 oranında (30 ay x 1/6 = 5 ay) olarak indirilmekle 2 yıl 1 ay hapis olarak belirlenecektir. Ay olarak belirlenen cezaların artırılması halinde, ceza yılı geçse dahi ceza hükümde ay olarak gösterilmelidir. Aksi takdirde fail aleyhine sonuç doğmaktadır. Cezanın kanunda yıl olarak düzenlenmesi halinde ise artırma ya da eksiltme yapılması gerektiği takdirde ceza aylara bölünebilir. Ancak hesaplama yapıldıktan sonra sonuç cezanın yine yıl ve ay şeklinde yazılması gerekir. Aksi takdirde fail hakkında eksik ceza hükmedilmiş olacaktır.[50] B. ADLİ PARA CEZASININ BİREYSELLEŞTİRİLMESİ BELİRLENMESİ VE Cezanın bireyselleştirilmesi, fail esas alınarak gerçekleştirilen uygulamadır. Suç işleyen kişinin özellikleri, geçmişi, sosyal ilişkileri, ekonomik durumu, bakmakla yükümlü olduğu kişi sayısı, kusurunun ağırlığı gibi durumlar cezanın bireyselleştirilmesinde dikkate alınacaktır. Erteleme, adli para cezasında gün karşılığı olan miktarın belirlenmesi, seçimlik cezalardan hangisinin uygulanacağı, kısa süreli hapis cezasının seçenek yaptırımlara çevrilmesi gibi uygulamalar da cezanın bireyselleştirilmesidir.[51] [50] Özbek vd., s. 712. [51] Akbulut, s. 700. 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 155 HAKEMLİ Dr. Gökhan TANERİ HAKEMLİ Temel Cezanın Belirlenmesi Hapis cezasına seçenek olarak adli para cezasının belirlenmesi ve bireyselleştirilmesi, adli para cezası 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nda hapis cezasına seçenek veya hapis cezasının yanında bir yaptırım olarak belirlenmiştir. 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu ile “Gün Para Cezası” sistemi benimsenmiştir. Buna göre adli para cezalarının belirlenmesi, “lira” üzerinden değil, “gün” üzerinden belirlenecektir. Bu gün birimlerinin para birimlerine çevrilmesinde ilk olarak suça ilişkin kanun maddesinde belirtilen alt ve süt sınırlar arasında temel gün sayısı belirlenecek ve gün sayısı üzerinden TCK 61. maddesindeki sıra dikkate alınarak yapılan artırım ve indirimden sonra sonuç gün cezası belirlenecektir. Sonrasında en az yirmi ve en çok yüz Türk Lirası üzerinden adli para cezası belirlenecektir. Cezanın seçenek yaptırım olarak düzenlenmesi halinde, cezanın uygulanmasında iki hususa dikkat edilmelidir. Bunlardan birincisi, hapis cezasına hükmedilmesi halinde bunun artık adli para cezasına çevrilemeyeceğine ilişkin TCK 50/2 maddesidir. İkincisi ise tekerrür halinde sonraki suça ilişkin kanun maddesinde hapis cezası ile adli para cezasının seçenek olarak öngörülmesi halinde, hapis cezasına hükmedilmesi zorunluluğudur. Adli para cezasının belirlenmesi Çalışkan’a göre beş aşamada yapılabilir: i-) Tam gün sayısı belirlenmelidir. ii-) Tam gün sayısı üzerinden artırım ve indirim yapılmalıdır. iii-) Bir gün karşılığı adli para cezası miktarı takdir edilmelidir. iv-) Tam gün sayısı ile bir gün karşılığı adli para cezası miktarı çarpılmalıdır. v-) Adli para cezasının ödenmesinde, süre verme veya taksitle ödeme belirlenmelidir.[52] Adli para cezasının seçenek yaptırım olarak düzenlendiği hallerde üç aşamada bu tespit yapılacaktır: 1. Karar Mahkeme kişinin cezasının adli para cezası mı yoksa hapis cezası olarak mı verileceğini takdir edecektir. Bu tercihin yapılmasında sadece suçlunun kişiliği dikkate alınmalıdır. Bu cezanın bireyselleştirilmesi araçlarından yalnızca birisidir. Bu belirlemede 62. maddenin ikinci fıkrasındaki “failin geçmişi, sosyal [52] Çalışkan, s. 732. 156 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 ilişkileri, fiilden sonraki ve yargılama sürecindeki davranışları, cezanın failin geleceği üzerindeki olası etkileri gibi hususlar” ın yanı sıra sanığın ekonomik durumu da göz önünde bulundurulur.[53] 2. Gün Sayısını Belirleme Adlî para cezasının tercih edilmesi halinde, adlî para cezasının hesaplanmasına esas alınacak gün sayısı kanunun 61. maddesinde belirtilen kıstaslara göre belirlenir. Bu belirlemede aynen hapis cezasının belirlenmesinde ve cezanın bireyselleştirilmesinde izlenen yol izlenecektir.[54] Bu hesaplamada temel gün belirlenirken, beş gün ile yedi yüz otuz gün arasında bir gün mü yoksa ilgili suç tanımındaki hapis cezasının alt ve üst sınırının mı esas alınacağı konusunda kanunda tam bir açıklık yer almamaktaydı ve bu uygulamada farklı farklı sonuçlar doğurmaktaydı. Kanunda özellikle adli para cezasının alt sınırının açıkça belirlenmesine ilişkin eksiklik, 5377 sayılı yasa ile 61.maddeye sekizinci fıkra ile “Adlî para cezasının seçimlik ceza olarak öngörüldüğü suçlarda bu cezaya ilişkin gün biriminin alt sınırı, o suç tanımındaki hapis cezasının alt sınırından az; üst sınırı da, hapis cezasının üst sınırından fazla olamaz.” hükmü ile düzeltilmiş ve uygulamadaki farklı uygulamaların önüne geçilmiştir. 5377 sayılı yasa ile kanunla getirilen Türk Ceza Kanunu 61/son maddesinin gerekçesinde, “Adli para cezasının hesaplanmasında başta Yargıtay olmak üzere hakim ve savcılarda oluşan tereddüdün giderilmesi amacıyla söz konusu maddeye yeni bir fıkra eklenmiştir.” ifadesine yer verilmiştir. 3. Ekonomik ve Diğer Şahsi Hallerin Belirlenmesi Adli para cezasının belirlenmesinde, sanığın ekonomik ve şahsi halleri göz önünde tutulacaktır. Sanığın ödeyebileceği miktar, ceza miktarı olarak belirlenmelidir. Maddenin gerekçesinde de gün para cezasına ilişkin bu husus: “Gün para cezası sisteminin temel amacı, para cezasının kişinin ödeme gücüne göre belirlenmesi yoluyla suç işleyen zengin ile fakir arasındaki eşitsizliği gidermektir.” [53] Özgenç, s. 718 [54] Özgenç, s.718. 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 157 HAKEMLİ Dr. Gökhan TANERİ HAKEMLİ Temel Cezanın Belirlenmesi şeklinde belirtilmiştir. Suç işleyen kişinin ekonomik durumu dikkate alınmadan hükmolunan para cezası eşitlik ilkesine aykırı sonuçlar doğuracaktır.[55] Sonuçta mahkeme tarafından belirlenen kişinin bir gün ödeyebileceği miktar ile sonuç gün sayısı çarpılmak suretiyle, adli para cezasının miktarı tespit edilmektedir. Bu sistemde çarpım sonucu bulunan miktar üzerinden değil gün üzerinden artırım ve indirim yapılmaktadır. Sanık suçtan bir kazanç elde etmişse bu kazancın da ayrıca müsaderesi gerekir. Türk Ceza Kanununun benimsediği temel düşünceye göre, suç işlemek bir kazanç kaynağı olarak görülemez ve suçtan elde edilen gelir, kişinin yanında kâr olarak kalamaz.[56] Suçtan elde edilen gelirin tam olarak belirlenemediği hallerde, sanığın adli para cezası uygulamasında 61. maddenin birinci fıkrasındaki ölçülerin yanı sıra suçu işlememek suretiyle kişinin elde ettiği takdir edilen gelir miktarı da değerlendirilecektir.[57] Adli para cezasının belirlenmesinde ilgili suç tanımında düzenlenmiş olan üst sınır ile adli para cezası için kanunda öngörülmüş olan genel alt sınır arasında bir gün takdir edilecektir. İştirak halinde işlenen suçlarda ise her bir suç ortağının suçun işlenmesinden elde ettiği menfaat değerlendirilerek adli para cezası gün alt sınırı belirlenecektir. Gün biriminin belirlenmesinden sonra, bir gün karşılığı hükmedilecek para miktarı belirlenecektir. Bir gün karşılığı para miktarı, en az yirmi ve en çok yüz Türk Lirası’dır. Hâkim bir gün karşılığı para miktarını takdir ederken failin ekonomik ve diğer şahsi hallerini dikkate alacaktır. Hâkim kişinin ekonomik durumunu incelerken özellikle gelirleri ile zorunlu giderlerini göz önünde bulundurmalıdır. Hâkimin, failin ekonomik durumunu malvarlığının aktif ve pasifleri ile ortaya koyarak kesin bir şekilde tespit etmesi gerekli değildir. Para miktarını takdir etmesine yetecek araştırma yapması yeterlidir.[58] [55] Özgenç, s.719. [56] Özgenç, s.721. [57] Özgenç, s.721, Çalışkan, 734. [58] Çalışkan, s. 734. 158 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 SONUÇ Türk Ceza Kanunu uygulamasında, temel cezanın belirlenmesi, sanık hakkında hükmolunacak yaptırımın esasını oluşturması açısından önemlidir. Çalışmada temel cezanın belirlenmesinde ölçü normlar ile fiilin sabit olmasına rağmen ceza hâkimini sonuç cezayı belirleme konusunda sınırlayan hükümlere yer verilmiştir. Çalışmada belirtilenler dışında da temel cezanın belirlenmesi aşamasına geçilmesini engelleyen usûl hukukuna ilişkin hükümler bulunmaktadır. Temel cezanın belirlenmesinde, somut olayın özellikleri ve faile ilişkin bir takım özellikler etkili olabileceği gibi kanundan kaynaklanan nedenler de temel cezanın belirlenmesine etki edebilir. Temel cezanın belirlenmesinden sonra cezada artırım ve indirime gidilerek sonuç cezaya ulaşılacaktır. Adil yargılanma hakkının yerine getirilebilmesi açısından her aşaması önemli ve aynı değerde olan muhakemenin ulaştığı sonuç, her yönüyle adalet ve hakkaniyete uygun olarak belirlenmelidir. 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 159 HAKEMLİ Dr. Gökhan TANERİ HAKEMLİ Temel Cezanın Belirlenmesi KAYNAKÇA Akbulut, Berrin, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Adalet Yayınevi, Ankara, 2015 Bekri Nedim, “Gerekçeli Karar Hakkı”, Ankara Barosu Dergisi, Sa. 3, 2014, S. 203-228, http://www.ankarabarosu.org.tr/siteler/ankarabarosu/tekmakale/2014-3/6. pdf erişim: 26/3/2015 Birtek Fatih, Ceza Hukuku Genel Hükümler Temel Bilgiler, 3. Baskı, Adalet Yayınevi, Ankara, 2014 Çalışkan Suat, Cinsel Dokunulmazlığa Karşı Suçlar, Adalet Yayınevi, Ankara, 2013 Değirmenci Olgun, Ceza Hukukunda Yanılma Kavramı ve Hukuka Uygunluk Nedenlerinde Yanılma, TBB Dergisi, Sa. 110, 2014, S. 129-188., http://tbbdergisi.barobirlik.org.tr/m2014-110-1343 erişim: 05/04/2014 Demirbaş Timur, Ceza Hukuku Genel Hükümler, 10. Baskı, Seçkin Yayınevi, Ankara, 2014 Erem Faruk “Tekerrür Hakkındaki Kanun Hükümlerinin Tetkiki”, Ankara Üniversitesi, Hukuk Fakültesi Dergisi, C. 2, Sa. 2-3, 1944, S. 191-222, http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/38/225/1940.pdf erişim: 27/3/2015 Erol Haydar, Yeni Türk Ceza Kanunu, Yayın Matbaacılık, Ankara, 2005 Ertuğrul Hüseyin Ceza Muhakemesinde Katlanma Yükümlülüğü, Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C. XII, Sa. 1-2, 2008, S. 687-699, http://webftp.gazi.edu.tr/hukuk/dergi/12_26.pdf erişim: 22/02/2015 Gerçeker Hasan, Yorumlu ve Uygulamalı Türk Ceza Kanunu, 2.Baskı, C. 1, Ankara: Seçkin Yayınevi, 2014 Güleç Sesim Soyer, Türk Ceza Kanununda Haksızlık Yanılgısı (m. 30/4), Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C. 10, Sa. 1., 2008, S. 59-91, http://webb.deu.edu.tr/hukuk/dergiler/dergimiz10-1/3sesimsoyer.pdf erişim: 05/04/2014 Hakeri Hakan, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Ankara: Seçkin Yayınevi, 2009 160 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 Osmanoğlu M. Kerem, “Ceza Hukukunda Geriye Yürüme Yasağı”, EÜHFD., C. XIV, S. 3-4, 2010, S. 89-116, http://www.erzincan.edu.tr/birim/HukukDergi/makale/2010_IV_2.4.pdf erişim: 27/3/2015 Özbek Veli Özer/Kanbur Mehmet Nihat/Doğan Koray/Bacaksız Pınar/ Tepe İlker, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, 5. Baskı, Ankara: Seçkin Yayınevi, 2014 Özbey Özcan “Suçta Tekerrür ve Mükerrirlere Özgü Güvenlik Tedbirleri” TBB Dergisi, Sa. 88, 2010, S. 55-105, Özgenç İzzet, Türk Ceza Kanunu Gazi Şerhi, Adalet Bakanlığı Eğitim Dairesi Başkanlığı Ankara 2006 Öztürk Bahri/Erdem Mustafa Ruhan, Uygulamalı Ceza Muhakemesi Hukuku, Seçkin Yayınevi, Ankara, 2007 Soyaslan, Doğan, Ceza Hukuku Genel Hükümler, 6. Baskı, Yetkin Yayınevi, Ankara, 2014 Toroslu Halûk, Ceza Müeyyidesi, Ankara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kamu Hukuku (Ceza Hukuku) Anabilim Dalı, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, 2007 Türk Dil Kurumu, Güncel Sözlük, http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_gts&arama=gts&guid=TDK. GTS.5514db5d95f793.20877998 erişim: 27/3/2015 Ünver Yener, Ceza Hukukuyla Korunması Amaçlanan Hukuksal Değer, Ankara: Seçkin Yayınevi, 2003 Üzülmez İlhan, “Yeni Ceza Kanunu’nun Sisteminde Cezanın Belirlenmesi ve Bireyselleştirilmesi”, EÜHFD., C. X, S. 3-4, 2006, S. 203-235. Zafer Hamide, Ceza Hukuku Genel Hükümler TCK m. 1-75, 4. Baskı, Beta Yayınevi, Ankara, 2015. 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 161 HAKEMLİ Dr. Gökhan TANERİ HAKEMLİ Bir İnsan Hakları Sorunu Olar ak Cinsiyete Dayalı Ekonomik Ayrımcılık* Arş. Gör. Zeynep İSPİR** Makalenin Geldiği Tarih: 19.09.2016 Kabul Tarihi: 26.09.2016 Bu makale, 25-27 Mart 2015 tarihleri arasında Doğu Akdeniz Üniversitesi’nde düzenlenmiş olan “Neoliberal Söylem ve Toplumsal Cinsiyet Eşitliği” genel temalı 5. Uluslararası Kadın ve Toplumsal Cinsiyet Araştırmaları Konferansında sunulmuş olan “Cinsiyete Dayalı Ekonomik Ayrımcılık” başlıklı tebliğin geliştirilerek güncellenmiş halidir. * Bu makale hakem incelemesinden geçmiştir ve TÜBİTAK – ULAKBİM Veri Tabanında indekslenmektedir. ** Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Hukuk Felsefesi ve Sosyolojisi Anabilim Dalı Araştırma Görevlisi. ÖZ Ayrımcılığın farklı boyutları ve yol açtığı sorunlar insan hakları alanının ve pozitif hukukun gündeminde önemli bir yer teşkil etmektedir. Farklı tanımlamaları olmakla birlikte, bir kişi ya da grubun ırk, cinsiyet, belirli kişisel ya da sosyal özelliklere sahip olma gibi sebeplerle farklı muameleye tabi tutulması şeklinde anlaşılabilecek ayrımcılığın, cinsiyete dayalı olan şekli, kimi zaman ekonomik ayrımcılık şeklinde karşımıza çıkmaktadır. Bu türden ayrımcılığın kaynağına ve sonuçlarına bakıldığında sorunun sadece hukuki düzenleme eksikliğine indirgenemeyecek niteliği gözler önüne serilmektedir. Cinsiyete dayalı ekonomik ayrımcılık, çalışma yaşamının tamamında gözlenebilmektedir. Bu tür ayrımcılık “ev içi alan”da da görülmektedir. Bu durum özellikle kadının sosyal ve ekonomik hak kayıplarını beraberinde getirmektedir. Böyle bakıldığında ayrımcılığa ilişkin bir tartışmada çalışma hakkını sadece ekonomik bir hak olarak ele almamak, bu hakkın sosyal haklar bütünü içindeki yerini ve –kişi yaşamına etkileri hesaba katıldığında– temel haklarla doğrudan ilişkisini ayrıca göz önünde bulundurmak gerekli görünmektedir. Anahtar Kelimeler: Ayrımcılık, eşitlik, cinsiyete dayalı ayrımcılık, ekonomik ayrımcılık, ekonomik şiddet. 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 165 HAKEMLİ Arş. Gör. Zeynep İSPİR HAKEMLİ Bir İnsan Hakları Sorunu Olarak Cinsiyete Dayalı Ekonomik Ayrımcılık GENDER BASED ECONOMIC DISCRIMINATION AS A HUMAN RIGHTS PROBLEM ABSTR ACT Different dimensions of discrimination and the problems based on the concept occupy an important place in the agenda of human rights and positive legal theory. Although it has different definitions, discrimination might be defined as treating differently to a person or a group on the basis of race, gender, certain personal or social characteristics etc. Sometimes discrimination based on gender appears as economic discrimination. When one considers the sources and effects of that kind of discrimination, it can be seen that the problem is not lack of legal regulations on the issue. Gender based economic discrimination can be seen through whole working processes. It appears also in “domestic area”. It brings social and economic disadvantages especially to the women. In this respect, in a discussion on discrimination, if one takes into account the impact of discrimination in a person’s life, right to work should not be restricted in the economic rights area only; instead, the place of this right in whole social rights structure and the direct relation between the problem and basic rights should also be examined. Keywords: Discrimination, equality, gender based discrimination, economic discrimination, economic violence. 166 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 “Kadının aile ocağı dışında çalışması, onun ananevi rolüne alışkın olan zihnimizde daima bir mesele olarak kalmaktadır.”[1] GİRİŞ Cinsiyete dayalı ekonomik ayrımcılık, ekonomik, sosyal, kültürel pek çok kaynakla ilişkili olduğundan, farklı disiplinlerin tartışmaya açtığı bir sorundur. Bu soruna ilişkin sorumluluğu olan alanların başında hukuk gelmektedir; zira hukuktan beklenen, cinsiyete dayalı ekonomik ayrımcılık oluştuğunda zararı telafi etmek kadar –hatta bundan daha önemli olacak şekilde– yapabiliyorsa, ayrımcılığın oluşmamasını da sağlamaktır. Ayrımcılık beraberinde hak kayıplarını doğurmaktadır, bu metinde özellikle vurgulanmak istenen cinsiyete dayalı ayrımcılığın insan hakları perspektifiyle değerlendirilmesi ve buna göre çözümler bulunması gereğidir. Hak gözeten normlar getirmek de bu çözümün bir parçası sayılabilir. Bununla birlikte bir hakkın korunuyor olması için o hakkın sadece yasal olarak düzenleniyor olması yetmemektedir. Bu konuda ABD’deki durumla ilgili bir değerlendirme yapan Catharine MacKinnon’ın “Cinsiyet eşitliği yasaları, kadınların gereksinim duydukları şeyleri, yani doğuştan gelen bir koşula bağlanıp toplumsal olarak kendilerinden esirgenenleri; gerçekleşebilir düzeyde fiziksel güvenlik, kendini ifade, bireysellik, asgari saygı ve onurla yaşanan üretken hayatlar sürme şansını elde etmelerinde son derece etkisiz olmuştur”[2] şeklindeki tespiti maddi eşitlik ile şekli eşitliğin her durumda birlikte gerçekleşmediğini göstermesi açısından önemli görünmektedir. Dolayısıyla cinsiyet eşitliğini sağlamak için çıkarılan yasalardan beklenen “cinsiyetlere kör”[3] bir yaklaşımdan kaçınılırken, esas olarak maddi eşitliği ve daha genel anlamda insan haklarının gereklerini yerine getirmeleri olacaktır. Hak koruma adına sadece şekli eşitliğin benimsenmesi ve maddi eşitliğin dikkate alınmaması yeni hak kayıplarını beraberinde getirebilmektedir.[4] [1] Hamide Topçuoğlu, Kadınların Çalışma Saikleri ve Kadın Kazancının Aile Bütçesindeki Rolü, Ankara: Kültür Matbaası, 1957, s. IX. [2] Catharine A. MacKinnon, Feminism Unmodified: Discourses on Life and Law’dan aktaran Will Kymlicka, Çağdaş Siyaset Felsefesine Giriş, çev.: Ebru Kılıç, 1. Bası, İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2004, s.524. [3]Kymlicka, Çağdaş Siyaset Felsefesine Giriş, s.524. [4] Burada özellikle vurgulanmak istenen yargı kararlarında da sıkça karşımıza çıkan şekli eşitlik ve maddi eşitliktir. Şekli (hukuki) eşitlik kanunların genel ve soyut nitelikte oluşu, herkese eşit olarak uygulanması olarak anlaşılmaktadır. Maddi (hukuki) eşitlik ise “aynı durumda bulunanlar için haklarda ve ödevlerde, yararlarda ve yükümlülüklerde, yetkilerde ve sorumluluklarda, fırsatlarda ve hizmetlerde eşit davranma zorunluluğunu” içeren ve şeklin ötesinde içeriğin de hesaba katılması gereken bir eşitlik türüdür. (Bkz. Ergun Özbudun, 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 167 HAKEMLİ Arş. Gör. Zeynep İSPİR HAKEMLİ Bir İnsan Hakları Sorunu Olarak Cinsiyete Dayalı Ekonomik Ayrımcılık Özellikle eşit haklar istemi yanında farklılıklarına özgü hukuksal düzenleme talepleri de olanların bu taleplerinin gerektiği gibi dikkate alınmaması sonucu, belirli bir cinsiyete mensup olmak ya da olmamak, çalışma yaşamına ve ekonomik hayata katılım bakımından bir dezavantaja dönüşmektedir. Bu noktada gözden kaçırılmaması gerekense, sadece şekli bir eşitlik anlayışını benimseyip aynılıktan hareket etmenin de, “gerekleri ve amacı doğru değerlendirilmemiş” bir farklılık yaklaşımından hareket etmenin de[5], aşağıda sonuçları ele alınmaya çalışılacak olan mahkeme kararı örneğinde olduğu gibi, ekonomik şiddeti doğurabilme riski taşıdığıdır. I) CİNSİYETE DAYALI AYRIMCILIK KAVRAMI A) Ayrımcılık Kavramı Ayrımcılık, haklı ya da haksız olarak kişilere farklı davranılması[6] ya da bazı kişilere, diğerlerine göre daha dezavantajlı olacakları şekilde muamele edilmesi[7] şeklinde tanımlanabilmektedir. Bir başka tanıma göre ayrımcılık, “aynı olduğu ya da aynı değeri taşıdığı düşünülen şeylerden birinin diğerinden veya diğerlerinden farklı bir muameleye tabi tutulması ya da öyle olduğunun düşünülmesi durumu” olarak ifade edilmektedir.[8] Bu tanımlayıcı ifadelerin yanı sıra ayrımcılığın normatif anlamlarından da söz edilmektedir. Bunlardan birine göre ayrımcılık, “bireyin ahlâken itiraz edilebilir her tür farklı muamelesi” şeklinde açıklanabilirken bir başkası, diğerleri haklarının tamamından Türk Anayasa Hukuku, 15.Baskı, Ankara: Yetkin Yayınları, 2014, ss.156-157.) Şekli eşitlik genelde kanun önünde eşitlik olarak karşımıza çıkarken, maddi eşitliğin sağlandığı durumlarda, elbette “haklı nedenler”in var olması kaydıyla, dezavantajlı durumda olanların korunması, adil çözüm bulmak için farklılıkların gözetilmesi söz konusu olmaktadır. Böylece eşitlik ilkesi bir yandan herkese eşit ve tarafsız olarak uygulanan yasaların varlığını öngörmekteyken, bir yandan da yasaların hakkaniyet ve adaletin gereklerini sağlamasını da şart koşmuş olmaktadır. (Bkz. Merih Öden, Türk Anayasa Hukukunda Eşitlik İlkesi, Ankara: Yetkin Yayınları, 2003, s.191. Öden, eşitliğin gerçekleşmesi için bu koşullar bütününün birlikte aranmasını “hukukun iç ahlakı” ve “yasama etiği (legislative ethics, the ethics of legislation)” kavramlarına da göndermeyle ortaya koymaktadır. Bkz. Öden, Türk Anayasa Hukukunda Eşitlik İlkesi, dipnot 66, s.191. ) [5] Aşağıda aynılık ve farklılık yaklaşımı ikiliğine yönelik eleştiri üzerinde daha detaylı durulacaktır. [6] Andrew Altman, “Civil Rights”, http://plato.stanford.edu/entries/civil-rights/, Erişim Tarihi: 29.08.2016. [7] Altman, “Civil Rights”, http://plato.stanford.edu/entries/civil-rights/, Erişim Tarihi: 29.08.2016. [8] Harun Tepe, “Etik Bir Sorun Olarak Ayrımcılık”, ‘Pratik Etik’-Etiğin Pratik Sorunları, Ankara: BilgeSu Yayınları, 2016, s.186. 168 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 yararlanırken bazı kişilerin yurttaşlık haklarının haksız yere inkârı veya kısıtlanması olarak dile getirilmektedir.[9] Aşağıda daha detaylı olarak değinileceği üzere hukuki belgelerde de ayrımcılık kavramına yer verildiği görülmektedir. Ancak bir tanım veriyor olması bakımından 111 No’lu İstihdamda ve Meslek Alanında Ayrımcılık Yasağı Hakkında Uluslararası Çalışma Örgütü Sözleşmesi’ne bu kısımda da değinilebilir. Bu sözleşme, ayrımcılıkla ilgili tanım yapan ilk uluslararası sözleşme olarak bilinmektedir ve bu sözleşmenin birinci maddesinde de ayrımcılık, “iş veya meslek edinmede veya edinilen iş veya meslekte tabi olunacak muamelede eşitliği yok edici veya bozucu etkisi olan ırk, renk, cinsiyet, din, politik inanç, ulusal veya sosyal köken bakımından yapılan her türlü ayrılık gözetme, dışlama veya üstün tutma” şeklinde ifade edilmiştir.[10] Ayrımcılık türlerine ilişkin bir belirlemede bulunan, Avrupa Konseyi’nin 5 Temmuz 2006 tarihinde yayınlanan direktifinde de cinsiyet ayrımcılığı doğrudan ve dolaylı ayrımcılık çerçevesinde tanımlanmıştır. Direktifin “tanımlar” başlıklı 2. maddesinin 1. fıkrasının a bendinde doğrudan ayrımcılık, b bendinde dolaylı ayrımcılık tanımlanmıştır. Buna göre doğrudan ayrımcılık, cinsiyete dayalı olarak, bir kişinin, karşılaştırılabilir durumdaki bir diğerine oranla daha az tercih edilir bir muameleye tabi tutulması, şimdiye kadar tutulmuş olması veya tutulabilme ihtimali olması olarak ifade edilirken; dolaylı ayrımcılık ise, görünüşte tarafsız olan bir hüküm, kriter veya uygulamanın; cinsiyetinden dolayı kişiyi diğer kişilerle karşılaştırıldığında belirli dezavantajlı bir konuma düşürmesi halinde, bu tarafsız hüküm, kriter veya uygulama; meşru bir amaçla nesnel olarak haklılık kazanmamışsa ve söz konusu amacı gerçekleştirmek için kullanılan araçlar uygun ve gerekli değilse gerçekleşmiş olacaktır.[11] [9]Altman, http://plato.stanford.edu/entries/civil-rights/, Erişim Tarihi: 29.08.2016. Altman yazısının devamında bu iki anlamda ayrımcılığın farklı şekilde değerlendirilmesi gerektiğini; zira farklı muamelenin ahlâken itiraz edilebilir kimi formlarının vatandaşlık haklarının haksız yere inkârı veya kısıtlanması sayılamayabileceğini de belirtmektedir. [10] Kadriye Bakırcı, Uluslararası Hukuk, AB ve ABD Hukuku İle Karşılaştırmalı Çalışma Yaşamında Kadın-Erkek Eşitliği Arayışı-Cinsiyet Ayrımcılığı Yasağı ve Türkiye, 2.Baskı, Ankara: Seçkin Yayıncılık, 2012, s.59. [11] Bkz. Council Directive, 2006/54/EC, “On the implementation of the principle of equal opportunities and equal treatment of men and women in matters of employment and occupation (recast)”, http://eur-lex.europa.eu/eli/dir/2006/54/oj, Erişim tarihi: 29.08.2016. Benzer bir düzenlemeyi Konsey’in 29 Temmuz 2000 tarihinde yayınladığı insanlar arasında ırk ve etnik kökene bakmaksızın eşit muamele ilkesinin uygulanmasını sağlayan direktifinin 2. maddesinde de görmek mümkündür. Buna göre, doğrudan ayrımcılık, (ırk ve etnik kökene dayalı olarak) bir kişinin, karşılaştırılabilir durumdaki bir diğerine oranla daha az tercih edilir bir muameleye tâbi tutulması, şimdiye kadar tutulmuş olması veya tutulabilme ihtimali olması olarak ifade edilebilecektir. Dolaylı ayrımcılık ise, görünüşte tarafsız olan bir hüküm, kriter veya uygulamanın; ırksal veya etnik kökeninden dolayı kişiyi diğer kişilerle karşılaştırıldığında belirli dezavantajlı bir konuma düşürmesi halinde, bu tarafsız hüküm, kriter veya uygulama; meşru bir amaçla 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 169 HAKEMLİ Arş. Gör. Zeynep İSPİR HAKEMLİ Bir İnsan Hakları Sorunu Olarak Cinsiyete Dayalı Ekonomik Ayrımcılık Ayrımcılığın farklı tanım ve anlamlarına yer verilmeye çalışılan bu başlık altında son olarak üzerinde durulması gereken bir ayrım da negatif ayrımcılık ile pozitif ayrımcılıktır. “Negatif ayrımcılık bir grup aleyhine yapılan muamele anlamına gelirken, pozitif ayrımcılık bir grup lehine yapılan muameleleri betimler.”[12] Aynı işi yapmalarına rağmen kadın işçiye erkek işçiye göre daha düşük ücret vermek kadın işçi bakımından negatif ayrımcılıkken, seçimlerde kadınlar lehine uygulanan kota uygulamaları pozitif ayrımcılık örneği olarak gösterilebilir. Günümüzde kamu kurumlarına, diğer kurum ve kuruluşlara ayrımcılık yapmama yükümlülüğü getiren ve buna ilişkin ödevler yükleyen bir eğilim olduğu, bu yönde düzenlemeler getirildiği gözlenmektedir.[13] Ayrımcılığa karşı düzenlemeler yapılmasının nasıl temellendirileceği konusunda değişik görüşler bulunmaktadır. Dolaylı ayrımcılığın, sıklıkla, kavramsal ve politik olarak doğrudan ayrımcılığa bağlı olarak değerlendirildiğini ileri süren Oran Doyle, John Gardner’in ayrımcılık hakkındaki görüşlerini değerlendirdiği makalesinde şöyle bir belirlemede bulunmaktadır: “Profesör John Gardner ayrımcılık karşıtı hukukun diğer insanların özerkliğine saygı göstermek ödevleri temelinde haklı çıkarılacağını öne sürmektedir.”[14] Kendisi bu görüşe karşı çıkan Doyle’a göre özerkliğe dayanılarak yapılan analizler doğrudan ya da dolaylı ayrımcılığın yasaklanması için tatmin edici bir temellendirme sağlamamaktadır. Doyle’un bir başka eleştirisi de ayrımcılığın yasaklanmasına temel oluşturacak bir ölçüt olarak sunulan rasyonaliteye ilişkindir. Bu anlayışa göre ayrımcılık belirli alanlarda neredeyse her zaman irrasyoneldir ve bu yüzden yasaklanması gerekir. Doyle’un Gardner’dan alıntılayarak verdiği örnekler ayrımcılığın yasaklanmasının, ayrımcı düzenlemelerin irrasyonel bulunmalarıyla açıklanmasının güçlüğünü göstermek bakımından dile getirilmiştir. Bu örneklerde “eğer siyahlar geldiğinde diğer müşteriler barı terk ediyorlarsa ya da kadın çalışanlarınız çocuk bakımı sorumluluklarına yönelip eğitimleri için yaptığınız yatırımların karşılığını daha nesnel olarak haklılık kazanmamışsa ve söz konusu amacı gerçekleştirmek için kullanılan araçlar uygun ve gerekli değilse gerçekleşmiş olacaktır. (Bkz. Council Directive 2000/43/ EC, “Implementing The Principle Of Equal Treatment Between Persons Irrespective Of Racial Or Ethnic Origin”, http://eur-lex.europa.eu/LexUriServ/LexUriServ.do?uri=CEL EX:32000L0043:en:HTML, Erişim tarihi: 29.08.2016.) [12] Murat Yüksel, Feminist Hukuk Kuramı ve Feminist Düşünce Teorileri, 1. Bası, İstanbul: Beta Yayınları, 2003, s.154. [13] Oran Doyle, “Direct Discrimination, Indirect Discrimination and Autonomy”, Oxford Journal of Legal Studies, 27(3), 2007, s.537. Buna örnek olarak Avrupa Birliği’nin belirli bağlamlarda belirli alanlarda doğrudan ve dolaylı ayrımcılığı yasaklayan düzenlemelerinden söz edilebilir. [14] Doyle, “Direct Discrimination, Indirect Discrimination and Autonomy”, s. 537. 170 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 az vereceklerse, beğenin ya da beğenmeyin, bunlar siyahlar ve kadınların doğum yaşı için ayrımcılık nedenleri olacaktır.” denilmektedir.[15] Görülmektedir ki burada örneklenen durumlara farklı ve haklı nedenlerle itiraz etmek, örneğin etik gerekçelerle ve adaletin gereklerinden hareket ederek karşı çıkmak mümkündür. Bununla birlikte belirli bir ekonomik beklenti temelinden hareket edip bir aykırılık görünmediğini iddia edenler de olabilecektir. Dolayısıyla itirazları sadece “belirli bir” rasyonalite temelinde açıklamak yeterli olamamaktadır. Bununla birlikte eşit vatandaşlık ilkesinin sağladığı hakların dayanaksız şekilde, belirli vatandaşlarca kullanılamaması öncelikle bir adaletsizlik olarak görülmelidir. Çünkü ırk, cinsiyet gibi sebeplerle kişiye farklı muamele etmek ve onu dezavantajlı duruma düşürmek kişinin temel haklarını ihlal etmek olacaktır.[16] Ayrımcılık kavramı incelenirken, kavramın “değer boyutu, onun bir ezbere değerlendirmeye dayanan değerlendirmenin sonucu olduğu, yani onun etik boyutu”[17] göz ardı edilmemelidir. Burada özellikle “ayrımcılığa konu olan şeyin değerine ilişkin kabul”de bir sorun bulunmaktadır. Harun Tepe bu durumu şöyle ifade etmektedir: “…ayrımcılık konusu olan şeyin aynı türden şeylerle aynı değere sahip olduğu, aralarında bir değer farkının olmadığı, bu nedenle farklı muamele görmesinin bir haksızlık olduğu düşünülmektedir.”[18] Ayrımcılığın değer ve değerlendirme ile doğrudan ilgisinin bir diğer göstergesi, ayrımcılığın “etik açıdan sorunlu ya da etik olmayan kimi değerlendirmelerin yol açtığı bir sorun” oluşudur; zira “ayrımcılık yapan kişi bir değerlendirme hatası yapmakta…değerlendirmede, değerlendirilenin konuyla doğrudan ilgisi olmayan unsurları merkeze alınmakta ya da onların değerlendirmede belirleyici olmasına izin verilmektedir.”[19] Aşağıda değinilecek olan cinsiyete dayalı ayrımcılığın kaynağını görmek için bu değer ve değerlendirme yaklaşımı özellikle önemlidir. [15] Doyle, “Direct Discrimination, Indirect Discrimination and Autonomy”, ss. 543-544. [16] Altman, “Civil Rights”, http://plato.stanford.edu/entries/civil-rights/, Erişim Tarihi: 29.08.2016. [17] Tepe, “Etik Bir Sorun Olarak Ayrımcılık”, s. 185. [18] Tepe, “Etik Bir Sorun Olarak Ayrımcılık”, s. 187. [19] Tepe, “Etik Bir Sorun Olarak Ayrımcılık”, s.187-188. Burada yollama yapılan, bir değer felsefesi kavramı olarak değerlendirme eylemidir. Değerlendirme kavramı, amacı, unsurları ve türleri için bkz. İoanna Kuçuradi, İnsan ve Değerleri, Ankara: Türkiye Felsefe Kurumu Yayınları, 2013. 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 171 HAKEMLİ Arş. Gör. Zeynep İSPİR HAKEMLİ Bir İnsan Hakları Sorunu Olarak Cinsiyete Dayalı Ekonomik Ayrımcılık B) Cinsiyete Dayalı Ayrımcılık[20] Toplumsal, siyasal ve hukuki düzlemde pek çok tartışmanın konusu olan eşitlik ve cinsiyet ayrımcılığına ilişkin yollamaların çoğu Eski Yunan’dan başlamaktadır. Örneğin, bugün anlaşılan şekliyle hukuki eşitsizliğe sebep olabilecek bir cinsiyet ayrımcılığından çok, kadın ve erkeğin fizyolojik açıdan farklılığına ilişkin bir belirlemede bulunuyor görünse de, Platon kadınla erkeğin doğaları gereği eşit olmadığını ileri sürmektedir.[21] Özgür ve özerk bir birey olarak tanınma, yurttaşlık ve vatandaşlık hakları bakımından kadın ve erkeğin eşitsiz konumu da uzun bir geçmişe sahiptir. Koşullar çeşitli nedenlerle doğayla çelişmediği sürece, erkeğin doğası gereği yönetmeye kadından daha yatkın olduğunu, erkekle kadın arasında yöneten-yönetilen ilişkisinin sürekli olduğunu, erkeğin görevinin getirmek, kadının görevinin korumak olduğunu belirten Aristoteles’in görüşleri de bu bağlamda örnek gösterilmektedir.[22] Yine bir başka düşünür, John Stuart Mill, “kadınların da her türlü girişimde erkeklerle eşit düzeyde [20] Bu çalışmada özellikle kadına yönelik cinsiyete dayalı ekonomik ayrımcılık üzerinde durulacaktır; ancak cinsiyete dayalı ayrımcılık ile sadece kadına yönelik ayrımcılık kastedilmemektedir. Toplumsal cinsiyet perspektifinden bakıldığında farklı cinsel yönelimleri de kapsayan bir ayrımcılık anlayışının bugün özellikle uluslararası belgelerde yer bulduğunu belirtmek gerekmektedir. Bu konuda daha detaylı bilgi için bkz. Gülriz Uygur, “Toplumsal Cinsiyet ve Adalet: Hukuk Adaletsizdir”, Ankara Barosu Dergisi, Yıl: 73, 2015(4), 2015, ss.122-123. Kadriye Bakırcı’nın “toplumsal cinsiyet klişeleri” üzerine yazdıkları da bu perspektifle yapılan bir değerlendirmedir. Bkz. Bakırcı, Uluslararası Hukuk, AB ve ABD Hukuku İle.., 2012, ss. 288-296. Ayrıca uluslararası sözleşmelerde “toplumsal cinsiyet” kavramının kullanımı ve Türk hukukunun meseleye yaklaşımına ilişkin bir eleştiri için bkz. Feride Acar, “CEDAW’dan İstanbul Sözleşmesi’ne: Kadınların İnsan Hakları ve Kadınlara Karşı Şiddete İlişkin Uluslararası Standartların Evrimi”, Kadınların ve Kız Çocuklarının İnsan Hakları: Kadına Yönelik Şiddet ve Ev-İçi Şiddet, Editörler: Funda Kaya, Nadire Özdemir, Gülriz Uygur, Ankara: Savaş Yayınevi, 2014. s.70. [21]Platon’un Devlet adlı eserinin kadın ve erkeğin farklılığına işaret eden diyaloglarından birinde şöyle denilmektedir: ”…Gerçi aşağı yukarı her işte erkek kadından üstündür, ama birçok kadınlar, birçok işlerde, bazı erkekleri aşar. Toptan bakacak olursak bu söylediğin doğru.” Ancak aynı bölümün devamında bütün mesleklerin ifasında kadınların daha zayıf taraf olacağı çekincesiyle birlikte “…Demek ki, devletin yönetiminde kadının kadın olduğu için, erkeğin de erkek olduğu için daha iyi yapacağı iş yoktur. Yaratılıştan her iki cinste de aynı güçler vardır. Kadın da erkek gibi bütün işleri görebilir…” de denilmektedir. Aynı şekilde kadınlara da koruyuculuk yaptırılabileceği ancak erkeklerden güçsüz olmaları sebebiyle onlara erkeklerden daha hafif görevler verilmesi gerektiği de belirtilmektedir. Bkz. Platon, Devlet, çev.: Sabahattin Eyüboğlu, M. Ali Cimcoz, 9. Baskı, İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2005, s. 131. [22] Bkz. Aristoteles, “Farklı Alanlar”, Siyasal Düşünce içinde, der.: Michael Rosen, Jonathan Woolf, çev.: Sevda Çalışkan, Hamit Çalışkan, Ankara: Dost Yayınları, 2006, ss.58-59. Bu konudaki bir çalışma için bkz. Hatice Nur Erkızan, “Aristoteles’te Akılsallığın Kavranımı ve Kadın”, Doğu Batı, Yıl 2, S. 5, 1998-9, ss. 221-231. 172 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 başarılı olabileceğini vurgulamakla”[23] birlikte, evliliği tercih eden kadının aile içindeki cinsiyete dayalı iş bölümünü kabul etmiş sayılacağı şeklinde görüşler ileri sürmektedir.[24] Bu konuda örnek olması bakımından belirtilen isimlerle sınırlı olmayan bir görüşler listesi uzayıp gitmektedir. Ayrımcılık konusu incelenirken kadının maruz kaldığı eşitsiz muameleye, feminist hukuk teorisinin nasıl yaklaştığına bakmak, bu noktada yerinde görünmektedir; zira ayrımcılık konusu özellikle hukuki sonuçları bakımından feminist hukuk teorisi bakımından da değerlendirilmiştir.[25] “Hukukun ataerkil bir kurum olarak eleştirilmesi ve analizi”[26] şeklinde tanımlanabilecek feminist hukuk teorisi, ceza hukuku, sözleşme ve haksız fiil hukukunun erkeklerin egemen olduğu bir toplum modeline ve piyasa sistemine göre oluşturulmuş olması, kadının çalışma hayatında daha düşük ücretle çalıştırılması, iş yerinde cinsel taciz, kürtaj hakkı, doğum izni, şiddet, pornografi, evlilik dışı ilişkiden doğan çocuğun korunması, taşıyıcı annelik, gebelik ve doğum sırasında kadının sosyal ve ekonomik açıdan toplumsal yaşamın dışına itilmemesi, kadın-erkek eşitliği yanında kadın-erkek farklılığı gibi konuları tartışmaktadır.[27] Feminizmin eşitlik talebinin temelinde yer alan “cinsiyete dayalı iş bölümünün başta aile ve toplum üzerinde olmak üzere yaşamın her alanındaki uzantılarının kaldırılması”[28] düşüncesi zamanla “toplumdaki ataerkil düşünce ve kurumların ve kadın-erkek farklılık politikası çerçevesinde vücut bulan normların kadın perspektifi doğrultusunda dönüştürülmesi”[29] şeklinde ifade edilmiştir. Ataerkilliğin evrensel bir olgu olduğunu ileri süren dolayısıyla sorunun sadece hukuk alanında tartışılamayacağını düşünmemize de imkân veren görüşler [23]Kymlicka, Çağdaş Siyaset Felsefesine Giriş, s.536. [24] Bkz. Kymlicka, Çağdaş Siyaset Felsefesine Giriş, s.536. [25] Kadının erkek karşısındaki sosyal, siyasal ve hukuki bakımdan eşitsizliği ve bu eşitsizliğin nasıl çözümlenmesi gerektiği üzerinde duran feminist teorinin tüm yönleriyle incelenmesi çalışmanın kapsamını aştığından burada sadece çalışma konumuzla ilgisi bakımından teorinin eşitlik ve cinsiyet ayrımcılığıyla bağlantılı noktalarına değinilmekle yetinilecek, ayrıca feminist hukuk teorisinin bu bağlamdaki saptamaları ve talepleri ortaya konulmaya çalışılacaktır. [26] Fatma İrem Çağlar, “Feminist Hukuk Teorisine Kısa Bir Giriş”, Hukuk Felsefesi ve Sosyolojisi Arkivi, Haz.: Hayrettin Ökçesiz, S. 4, İstanbul: İstanbul Barosu Yayınları, 2001, s.84. [27] Bkz. Adnan Güriz, Feminizm, Postmodernizm ve Hukuk- Bir İnceleme, Ankara: Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayınları, 1997. Ayrıca insan hakları metinlerine ve haklar söylemine yönelik feminist eleştiri için bkz. Fatma İrem Çağlar, “Feminist Perspektiften İnsan Hakları”, Hukuk Felsefesi ve Sosyolojisi Arkivi, Haz.: Hayrettin Ökçesiz, S. 7, İstanbul: İstanbul Barosu Yayınları, 2003, ss. 73-98. [28]Yüksel, Feminist Hukuk Kuramı…, s.148. [29]Yüksel, Feminist Hukuk Kuramı…, s.148-149. 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 173 HAKEMLİ Arş. Gör. Zeynep İSPİR HAKEMLİ Bir İnsan Hakları Sorunu Olarak Cinsiyete Dayalı Ekonomik Ayrımcılık ataerkilliğin toplumsal ve kültürel yapının belirlenmesindeki rolüne dikkati çekmektedirler.[30] Bunun sonucunda da ev içi alanın özel alan olarak kabulü ve kadına tahsisi, kamusal alanın ise erkeğe özgülenmiş olması sebebiyle, kadının kamusal alandaki varlığının geri plana itilmesi olgusuyla karşılaşılmaktadır. Liberal siyasal düşünceyle bağlantılı olarak ortaya konulabilen kamusal alan-özel alan ayrımı devletin alanı/toplumun alanı, ev içi alan/ev dışı alan şeklinde bir ikiliği de beraberinde getirmektedir.[31] Aksu Bora böylesi bir ikiliğin sonuçlarını şöyle dile getirmektedir[32]: “…Bu kavram ikilisi, tüm bir düşünce tarihinin üzerine oturduğu birkaç yapıtaşından biri. İki ayrı alan varsa bu iki alanda iki ayrı kurallar seti kullanılacaktır, dolayısıyla iki ayrı iktidar biçimi ve iki ayrı iktidar odağının varsayılması gerekir –özel alan diğerkamlığın, vericiliğin, duyguların, kabullenilmiş bir eşitsizliğin, informel ilişkilerin; kamu alanı ise adaletin, rasyonalitenin, sorumluluk ve hesap vermenin, eşitliğin, formel ilişkilerin alanı…” Geçmişten günümüze erkeğin akılsal, kadınınsa duygusal olarak tanımlanması kadının kamu alanına çıkabilmesi önündeki engellerden biri olmuştur.[33] Ev içi alanla sınırlandırılmış kadın doğrudan kendini ifade ve temsil imkânı bulamamıştır ve böyle bakıldığında haklı ve masum görünen biyolojik gerekçelerin arka planında başka düşünsel özellikler içerdiği söylenebilecektir.[34] Bugün kamusal alana ilişkin tartışmalarda cinsiyete dayalı eşitsizlikler, kadının siyasal yaşamdaki katılımının yetersizliği, ekonomik alanda yeterince varlık gösterememesi sorunları böylesi bir anlayışın, çoğunlukla yerleşik bazı değer yargılarının sonucu olarak ortaya çıkmaktadır. Eşitsizlik beraberinde ayrımcılığı da getirmektedir. En yaygın anlaşılış biçimiyle cinsiyet ayrımcılığı, yararlar ve konumların dağıtılmasında cinsiyetin [30]Yüksel, Feminist Hukuk Kuramı…, s.151. [31] Aksu Bora, “Kamusal Alan Sahiden ‘Kamusal’ mı?”, Kamusal Alan içinde, ed.:Meral Özbek, 1.Baskı, İstanbul: Hil Yayın, 2004, s. 529. Martha Nussbaum’un liberal adalet anlayışını eleştiren görüşlerini ortaya koyarken dikkatlerimize sunduğu bir husus da kamusal alan-özel alan ayrımının eleştirisidir. Bu eleştiri ve değerlendirilmesi için bkz. Uygur, “Toplumsal Cinsiyet ve Adalet: Hukuk Adaletsizdir”, ss.123-126. [32] Bora, “Kamusal Alan Sahiden ‘Kamusal’ mı?”, s.529. [33] Songül Demir, “Kamusal Alanın Belirlenmesinde Ben İle Ötekinin Yeri”, Doğu Batı, Yıl 2, S. 5, 1998-9, s.234. [34] Demir, “Kamusal Alanın Belirlenmesinde Ben İle Ötekinin Yeri”, s.234. Demir, bu özelliği “Birinin sesi olarak konuşan akıl, hep erkeğin sesi olarak karşımıza çıkmıştır.” şeklinde ortaya koymuştur. 174 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 keyfî ve akıldışı kullanımı anlamına gelmektedir.[35] Eşitlik taleplerinin karşılığını, özellikle evrensel insan haklarının ortaya çıkışı, demokratik hareketler ve eşitliği temel alan anayasal hareketlerle birlikte bulduğu söylenebilirse de kadın-erkek eşitliği konusundaki hukuksal düzenleme problemlerinin yirminci yüzyıla kadar sürdüğü söylenebilir.[36] Kadınların erkeklerle eşit haklara sahip olup hukuken eşit şekilde korunmalarının tarihi 1970’lere denk gelecektir.[37] Bununla birlikte aşağıda da değinileceği üzere, tek başına hukukun sağladığı eşitlik, ayrımcılığa yol açan esas kaynak kurutulmadıkça, yeni eşitsizlikler doğmasını engelleyememektedir. II) CİNSİYETE DAYALI EKONOMİK AYRIMCILIK A) Ekonomik Ayrımcılık Kavramının Hak Kategorileri İçerisindeki Yeri Ekonomik ayrımcılık değişik türden sınıflandırmalara tâbi tutulan insan hakları kategorileri içerisinde farklı haklarla ilişkilendirilebilir; ancak temelde sosyal ve ekonomik haklarla bağlantısı özellikle dikkati çekmektedir. Ekonomik, sosyal ve kültürel hakların birbirinden kesin çizgilerle ayrılamayan kesişim alanlarına sahip olmaları, etkileri ve sonuçları bakımından ortaklıklar taşıyan yönleri bu hakların birlikte de değerlendirilebileceği sonucunu ortaya çıkarmaktadır. Ekonomik, sosyal ve kültürel haklardan pek çoğunun hangi niteliğinin ağır bastığının belirlenmesinin oldukça güç olduğu, hatta bunun bir ölçüde gereksiz olduğu da ileri sürülmüştür.[38] Gerçekten de cinsiyete dayalı ekonomik ayrımcılığın söz konusu olduğu alanlarda bireylerin ekonomik hakları zarar görürken, bu hakların ihlali halinde ya da gereklerinin yerine getirilmemesi durumunda sosyal haklar bakımından da olumsuz sonuçlar doğmaktadır. Burada sosyal hakları ekonomik ve kültürel haklardan farklı kılan ayrı ve özellikli konumunu dışlamak kastedilmemektedir; ancak bahsi geçen ayrımcılık alanı tek bir hak kategorisine indirgenemeyecek sonuçlar doğurmaktadır. Bir yanıyla makul ve tatmin edici bir yaşam düzeyini sağlama konusunda bireye yetkiler sağlayan, öte yandan bireyin sosyal ve ekonomik özgürlüğü için [35]Kymlicka, Çağdaş Siyaset Felsefesine Giriş, s. 524. [36]Yüksel, Feminist Hukuk Kuramı…, s. 148. [37]Yüksel, Feminist Hukuk Kuramı…, s.148. [38] Bülent Algan, Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Hakların Korunması, Ankara: Seçkin Yayınları, 2007, s.32. Algan, ekonomik, sosyal ve kültürel hakların bütüncül bir yaklaşımla tek bir kavram altında ele alınmasını daha doğru bulmaktadır. Bkz. Algan, Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Hakların Korunması, s.32. 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 175 HAKEMLİ Arş. Gör. Zeynep İSPİR HAKEMLİ Bir İnsan Hakları Sorunu Olarak Cinsiyete Dayalı Ekonomik Ayrımcılık temel oluşturan ekonomik haklar[39], birey lehine belli ekonomik amaçları gerçekleştirecek haklardır.[40] Bu hakları mülkiyet hakkı, sözleşme ve özel girişim özgürlüğü ile çalışma, sözleşme ve özel teşebbüsler kurma serbestisi ile sınırlandıran bir görüş olmakla birlikte[41] günümüzde özellikle evrensel insan hakları belgelerinde bu hak daha geniş şekilde anlaşılmaktadır.[42] Burada değinilmesi gereken bir diğer nokta, cinsiyete dayalı ekonomik ayrımcılık konusunda özellikle dikkati çeken çalışma hakkının yukarıda değinilen ekonomik, sosyal, kültürel haklar bütünlüğü içerisinde ele alınmasının yerindeliğidir; zira bu hak, ekonomik hak olması yanında sosyal haklar kategorisi içinde de değerlendirilmesi gereken bir haktır.[43] Kişinin kendini ve olanaklarını gerçekleştirip geliştirmesi için imkân sağlaması bakımından, çalışma hakkının temel insan haklarıyla bağı koparılmadan, beraberce değerlendirilmesi daha uygun görünmektedir. İnsan haklarına ilişkin çeşitli türden kategorizasyonlar, insan haklarının bütünsel değerlendirilmesi gereğinin önüne geçirilmemelidir. B) Cinsiyete Dayalı Ekonomik Ayrımcılık Kavramının Pozitif Hukuk Düzenlemeleri İçerisindeki Yeri Ekonomik, sosyal ve kültürel haklar bütünü içerisinde yer alan haklar, bu hakların güvenceye alınması, korunması, gereklerinin yerine getirilmesi bakımından devlete birtakım sorumluluklar yüklemektedirler.[44] Hukuk devleti [39] Asbjorn Eide, “Ekonomic, Social and Cultural Rights as Human Rights”, Ekonomic, Social and Cultural Rights-A Textbook’tan aktaran Algan, Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Hakların Korunması, s.29. [40]Algan, Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Hakların Korunması, s.28. Ekonomik haklar bakımından bu tanımlamadan başka tanımlar da yapılmıştır. Örneğin bir başka yaklaşım, ekonomik hakların “hukuk öznelerinin ekonomik ve sosyal ilişkilerindeki hak ve özgürlüklerini liberal ekonomi felsefesine uygun olarak düzenlemekte ve güvence altına almakta” olduğunu belirtmektedir. Bkz. Bülent Tanör, Necmi Yüzbaşıoğlu, 1982 Anayasasına Göre Türk Anayasa Hukuku, 8.bası, İstanbul: Beta Yayınları, 2006, ss.169-170. [41]Tanör,Yüzbaşıoğlu, 1982 Anayasasına Göre Türk Anayasa Hukuku, s.170. [42] Ayrıntılı bilgi için bkz. Algan, Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Hakların Korunması, s.28. [43] Bu konuda bkz. Algan, Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Hakların Korunması, s.27. [44] Bu edimler, bir hakkın yasalarca düzenlenmesi, ihlali halinde gerekli yaptırım yollarının işletilebileceği mekanizmaların oluşturulması, hakkın yerine getirebilmesi için gereken koşulların sağlanması gibi yapma edimleri şeklinde kendilerini gösterebilecekleri gibi, sendika kurma hakkı, grev hakkı gibi haklarda karşımıza çıkan bir karışmama edimi şeklinde de belirebilir. Bu konudaki kapsamlı bir çalışma için bkz. Özge Yücel Dericiler, Sosyal Haklar ve İnsan Hakları Hukuku Çerçevesinde Devletin Yükümlülükleri: Refah Devletinin Krizi Ekseninde Bir İnceleme, İstanbul: On İki Levha Yayıncılık, 2014. 176 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 anlayışının gelişmesine paralel olarak bu haklar anayasal ve yasal düzeyde güvenceye kavuşturulmuş, ayrıca uluslararası belgelerin konusu olmuşlardır. Cinsiyete dayalı eşitsizliğin özellikle kadınlar aleyhine yarattığı ekonomik ve sosyal hak kayıpları düşünüldüğünde bu düzenlemeler ayrı bir önem taşımaktadır. Tarihsel açıdan liberal demokrasi ve hukuk devleti anlayışının ortaya çıkmasıyla birlikte kadınların eğitim, istihdam, siyasi görevlerden vs. eşit düzeyde yararlanabilmesi için oluşturulan ayrımcılık karşıtı yasalarla, cinsiyet eşitliği sağlanmaya çalışılmıştır.[45] Günümüze değin yapılan hukuki düzenlemelerle de aynı amaç güdülmüş, dezavantajlı durumda olanların en azından hukuken korunması için cinsiyete dayalı ekonomik ayrımcılık daha geniş şekilde ele alınmıştır. Bir sorunun hukuk eliyle çözümü açısından, ilgili soruna ilişkin bir hukuki araç olarak pozitif hukuk düzenlemelerine sahip olmak pratik bir öneme sahiptir. Aşağıda, pozitif hukuk düzenlemelerinin tek başına hak koruma amacını gerçekleştirmeye yetip yetemeyeceği konusuna değinmeden önce, konuya ilişkin ne gibi hukuk araçlarına sahip olduğumuza dair bazı örneklere, bir değerlendirme yapabilmek üzere, bakılacaktır. Uluslararası belgelerdeki düzenlemeler cinsiyete dayalı ayrımcılık sorunu için hukuki çözümler üretebilmek adına referans olmaları bakımından incelendiğinde, özellikle eşitliğe ve ayrımcılık yasağına vurgu yapan düzenleme örnekleri karşımıza çıkmaktadır. Bunların pek çoğu cinsiyete dayalı ekonomik ayrımcılık bakımından da referans olan hukuk araçlarıdır. Bu bakımdan Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin “tüm insanların özgür, onur ve haklar bakımından eşit doğduğunu” belirten ilk maddesi temel referans kaynağı olabilecektir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin özellikle ayrımcılık yasağını düzenleyen 14. maddesi; kadınlara yönelik ayrımcılığa ilişkin uluslararası hukuk belgeleri içerisinde en önemli metinlerden biri sayılan Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi’nin (CEDAW), özellikle kadınlara karşı ayrımcılıkla neyin kastedildiğini belirten 1. maddesi ile sözleşmeye taraf devletlerin ayrımcılık karşısında üstlenmeleri gereken sorumluluk ve ödevleri belirten 2., 3. ve 5.maddeleri; Avrupa Sosyal Şartı’nın çalışan kadınların anne olmaları durumunda korunma hakkını düzenleyen 8. maddesi, istihdam ve meslek konularında cinsiyete dayalı ayrım yapılmaksızın fırsat eşitliğinin sağlanması ve eşit muamele görme hakkını düzenleyen 20. maddesi, onurlu çalışma hakkına ilişkin 26. maddesi, ailevi sorumlulukları olan çalışanların fırsat eşitliği ve eşit muamele görme hakkını düzenleyen 27. maddesi, toplumsal dışlanma ve yoksulluğa karşı korunma hakkını içeren 30. maddesi; Uluslararası Çalışma Örgütünün 100 No’lu Eşit Değerde İş İçin [45]Kymlicka, Çağdaş Siyaset Felsefesine Giriş, s.523. 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 177 HAKEMLİ Arş. Gör. Zeynep İSPİR HAKEMLİ Bir İnsan Hakları Sorunu Olarak Cinsiyete Dayalı Ekonomik Ayrımcılık Erkek ve Kadın İşçiler Arasında Ücret Eşitliği Hakkında Sözleşmesi’nin ücret ve eşitlikten ne anlaşılması gerektiğini dile getiren 1. maddesi, sözleşmeye taraf devletler açısından sorumluluğa ilişkin genel çerçeveyi çizen 2. maddesi; yine Uluslarası Çalışma Örgütü’nün 111 Sayılı Ayrımcılık (İş ve Meslek) Sözleşmesi’nin “ayırım”ın neyi ifade ettiğini açıklayan 1. maddesi, sözleşmeye taraf olanların sorumluluklarına ilişkin 2. ve 3. maddeleri, ayrımcılık sayılamayacak durumlara ilişkin 5.maddesi ekonomik ayrımcılığa sebep olacak durumlar karşısında başvurulabilecek uluslararası hukuk araçlarına örnek olarak gösterilebilir. Her ne kadar uluslararası hukukta, toplumsal cinsiyet algısına ilişkin tam bir dönüşümün gerçekleşmediği eleştirileri geçerliliğini koruyor olsa da, özellikle uluslararası hukuk alanında “insan hakları anlayışına toplumsal cinsiyet perspektifini yerleştirmek bakımından”[46] önemli adımlar atıldığı söylenmelidir. Uluslararası düzenlemelerin yanı sıra ulusal mevzuatımız içerisinde de eşitliğin sağlanmasına, ayrımcılığın önlenmesine yönelik, dolayısıyla cinsiyete dayalı ekonomik ayrımcılıkla mücadeleyle ilişkilendirilebilecek hukuki düzenlemelerden örnekler bulmak mümkündür. Bunların başında, Anayasa’nın eşitlik ilkesiyle ilgili 10. maddesi[47], özel olarak aile içinde eşler arasında eşitlikle ilgili bir düzenleme içermesi nedeniyle 41. madde ile insan haklarına ilişkin uluslararası düzenlemelerin iç hukuktaki yerine ilişkin 90.madde öncelikle belirtilmelidir. Bilindiği üzere Anayasanın 90. maddesinin son fıkrasına göre: “…Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır”. Cinsiyete dayalı ekonomik ayrımcılık sorunu bir adalet ve insan hakları sorunudur. Bu temelde bir ihlal gerçekleştiğinde, yukarıda örnekleri verilen insan hakları alanında taraf olduğumuz uluslararası belgelerin hak koruyucu hükümleri mevcutsa, bunlar öncelikle uygulanmak durumundadırlar. Yukarıda sayılan düzenlemeler dışında, kişinin yaşama, maddi ve manevi varlığı koruma ve geliştirme hakkına vurgu yapan 17.madde, angarya ve [46] Kadına yönelik şiddeti bir insan hakkı ihlali olarak görüp bu bağı hukuksal düzenlemelerdeki dönüşüm çerçevesinde de değerlendiren kapsamlı bir çalışma için bkz. Gülriz Uygur, İrem Çağlar Gürgey, “Kadınların ve Kız Çocuklarının İnsan Hakları İhlali ve Bunun Bir Örneği Olarak Kadına Yönelik Şiddet”, Kadınların ve Kız Çocuklarının İnsan Hakları: Kadına Yönelik Şiddet ve Ev-İçi Şiddet, Editörler: Funda Kaya, Nadire Özdemir, Gülriz Uygur, Ankara: Savaş Yayınevi, 2014, ss.9-60. [47] 2004 yılında yapılan değişiklikle Anayasanın 10.maddesine “Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür. “ şeklinde bir fıkra eklenmiş oluşu, Özbudun tarafından, bu düzenlemenin devletin kadınlar lehine ayrımcılıkta bulunabilmesine imkân tanımış olduğu şeklinde yorumlanmıştır. (Bkz. Özbudun, Türk Anayasa Hukuku, s. 158.) 178 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 zorla çalıştırma yasağına ilişkin 18. madde, çalışma ve sözleşme özgürlüğüne ilişkin 48. madde, çalışma hakkına ilişkin 49. madde de anayasal düzenlemeler açısından örnek olarak gösterilebilir.[48] Türk Medeni Kanunu’nda yapılan değişikliklerle de eşler arasında eşitlik temeline dayalı bir hukuki rejim oluşturulmaya çalışılmıştır. Aile reisinin koca olduğunu belirten eski düzenleme yerine evlilik birliğini eşlerin birlikte yöneteceğine ve birliğin giderlerine eşlerin güçleri oranında emek ve malvarlıklarıyla birlikte katılacaklarına ilişkin düzenleme içeren 186. madde, evlilik birliğini temsil hakkının eşlerin her ikisine de verilmiş oluşuna ilişkin 188.madde, meslek ve iş seçiminde eşin diğer eşten izin alma zorunluluğu olmadığını belirten 192.madde[49], eşler arasında başka türlüsü belirtilmedikçe yasal mal rejiminin edinilmiş mallara katılma rejimi olarak kabulüne ilişkin 202.madde, aile konutu üzerindeki tasarruflar için eşlerin ortak rızasını arayan 194. madde, Medeni Kanun içerisinde cinsiyet eşitliğine vurgu yapan düzenlemelerden bazılarıdır. İş Kanunu’nda, iş ilişkisinde cinsiyet nedeniyle ayrımcılık yapılamayacağını, aynı veya eşit değerde bir iş için cinsiyet nedeniyle daha düşük ücret kararlaştırılamayacağına ilişkin 5. madde; cinsiyet, medeni hal ve aile yükümlülükleri, hamilelik ve doğumun iş akdinin feshi için geçerli sebep oluşturamayacağına ilişkin düzenleme içeren 18. madde; işyerinde işçinin, işveren, diğer bir işçi veya üçüncü kişiler tarafından cinsel tacize uğraması ve bu durumu işverene bildirmesine rağmen gerekli önlemlerin alınmaması halinde işçinin haklı nedenle işi derhal fesih hakkına sahip olduğuna ilişkin 24. madde; analık halinde çalışma ve süt izni sürelerinin düzenlenmesine ilişkin 74.madde[50] İş Kanunu’ndan konumuzla ilişkili gösterilecek hükümlerden bazılarıdır. [48] Cinsiyete dayalı ekonomik ayrımcılık sorununun görünüm biçimleri elbette sadece çalışma hakkına indirgenemeyecek genişliktedir. Burada çalışma hakkını düzenleyen maddelere özellikle vurgu yapılmasının nedeni cinsiyete dayalı ekonomik ayrımcılığın, hakka ilişkin tüm bu hukuki düzenlemelerin varlığına rağmen çalışma hakkı bağlamında oldukça sık karşımıza çıkmakta oluşudur. [49] Bu düzenlemeyle eşler mesleklerini diğer eşten izin almadan sürdürebileceklerdir. Ayrıca maddenin devamında “eşlerin meslek seçiminde evlilik birliğinin huzur ve yararını göz önünde tutması” gerektiği yer almıştır. (Eski Kanundaki kadının meslek seçiminde eşinden izin alacağı yönündeki düzenleme 1990 yılında Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmiştir. Bu Anayasa Mahkemesi Kararı için bkz. E.1990/30, K.1990/31, Karar Tarihi: 29.11.1990, Resmi Gazete Sayısı: 21272.) [50] Madde metninde 2016 yılında değişiklik olmasına rağmen eleştirilen hususların bazılarının mevzuatta varlığını koruyor olmaları sebebiyle, annelik izni, babalık izni, ebeveyn izni ayrımları ve ebeveyn izni ile genel anlamda bakım hizmetlerinin mevzuattaki yerinin eleştirisi için bkz. Kadriye Bakırcı “Hangi Çalışma Hukuku: Aile Dostu mu Kadın Dostu 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 179 HAKEMLİ Arş. Gör. Zeynep İSPİR HAKEMLİ Bir İnsan Hakları Sorunu Olarak Cinsiyete Dayalı Ekonomik Ayrımcılık Türk Ceza Kanunu’nda da cinsiyete dayalı ayrımcılığı önlemeye yönelik düzenlemeler bulunmaktadır. Kanun’da nefret ve ayrımcılığı düzenleyen 122.madde bunun bir örneğidir. Bunun dışında Türk Ceza Kanunu’nun cinsel tacizin cezalandırılmasını düzenleyen 105. maddesinde, cinsel taciz suçunun nitelikli halleri belirlenmiş, buna göre hiyerarşi ve hizmet ilişkisinden kaynaklanan nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle ya da aynı işyerinde çalışmanın sağladığı kolaylıktan yararlanılarak kişiye karşı cinsel tacizde bulunulması suçu daha ağır bir yaptırım içerecek şekilde kaleme alınmıştır. Yukarıda bazı örnekleri vermekle yetinilen anayasal ve yasal düzenlemeler haricinde yönetmelik ve genelge düzeyinde de konuyla ilişkili düzenlemeler bulunmaktadır.[51] Burada cinsiyete dayalı ekonomik ayrımcılık durumunda başvurulabilecek olan ulusal ve uluslararası pozitif hukuk düzenlemelerinden bazı örnekler vermekle yetinilmiştir.[52] Yasal düzenlemelerin varlığına rağmen cinsiyete dayalı ekonomik ayrımcılık bir sorun olarak farklı görünümleriyle karşımıza çıkmaya devam etmektedir. İşe alımdan başlayarak çalışma sürecinin tamamında ve hatta bitiminde karşılaşılabilen ayrımcı muameleler (örneğin, aynı özellikleri taşımaya ve aynı işi yapmaya rağmen farklı ücret almak, farklı koşullarda çalışmak), özellikle kadın çalışanın annelik sürecine bağlı birtakım taleplerinin karşılanmaması veya görmezden gelinmesi ve bunun yarattığı hak kayıpları (örneğin, gebelik, emzirme gibi durumlar söz konusu olduğunda karşılaşılan sorunlar), karşılıksız emek problemi (örneğin, ev içi emeğin değerlendirme dışı tutuluşu mu?”, Başka Bir Aile Anlayışı Mümkün mü? Konferans Kitabı, İstanbul, 2014,ss.60-79. https://tr.boell.org/sites/default/files/baska_bir_aile_anlayisi_mumkun_mu.pdf, Erişim tarihi: 29.08.2016. [51] Bu örneklerin bazıları için bkz. “Türkiye’de Kadın”, http://kadininstatusu.aile.gov.tr/ uygulamalar/turkiyede-kadin, Erişim tarihi: 29.08.2016. [52] Bununla birlikte mevzuat içerisinden bu başlık altında yer verilen örnekler, metnin odaklandığı cinsiyete dayalı ekonomik ayrımcılık problemi ile doğrudan ilgisi sebebiyle ilk bakışta dikkati çeken hukuki metinlerdir. Esas olarak hukuki metinlerin var olmalarının tek başlarına yeterli olmadıkları üzerinde durulacağından, mevzuat, tüketici bir değerlendirmeyle ele alınmamıştır. Cinsiyet ayrımcılığına ilişkin daha detaylı ve karşılaştırmalı bir mevzuat taraması ve karar değerlendirmeleri için bkz. Bakırcı, Uluslararası Hukuk, AB ve ABD Hukuku İle…, 2012. Ayrıca konuyu Avrupa Birliği İş Hukuku çerçevesinde inceleyen bir çalışma için bkz. Gözde Kaya, Avrupa Birliği İş Hukukunda Cinsiyet Ayrımcılığı, Avrupa Birliği Bakanlığı Akademik Araştırmalar Serisi-1,2012, http:// www.ab.gov.tr/files/pub/gozde_kaya_doktora_tezi.pdf, Erişim tarihi: 29.08.2016. Bu kaynaklara ek olarak, uluslararası insan hakları belgelerinde kadınların özellikle sosyal haklar bağlamındaki yerine ilişkin örnekler için bkz. Yücel Dericiler, Sosyal Haklar ve İnsan Hakları Hukuku Çerçevesinde Devletin Yükümlülükleri…, 2014. 180 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 ya da ücretsiz tarım işçilerinin durumu) uğraştığımız meselenin düzenleme noksanlığına indirgenemeyecek nitelikte olduğunu göstermektedir. Aşağıda Türkiye’de cinsiyete dayalı ekonomik ayrımcılık olgusunun nasıl gözlendiği literatürdeki tartışmalar ve bir Anayasa Mahkemesi kararı örneği üzerinde durularak değerlendirilmeye çalışılacaktır. III) TÜRKİYE’DE CİNSİYETE DAYALI EKONOMİK AYRIMCILIK OLGUSU VE BİR YARGI KARARI ÖRNEĞİ ÜZERİNDEN DEĞERLENDİRME A) Türkiye’de Cinsiyete Dayalı Ekonomik Ayrımcılık Olgusuna Genel Bakış Cinsiyete dayalı ekonomik ayrımcılık tüm dünya ölçeğinde gözlenen bir sorundur. Ülkemizde de sorun çeşitli şekillerde varlığını sürdürmektedir. Türkiye’de kadının konumuyla ilgili yapılan araştırmaların bazıları tarihsel bir yöntem izleyerek İslamiyet öncesi eski Türk toplumlarındaki dönem, İslamiyet sonrası ve Osmanlı İmparatorluğu dönemi ve Cumhuriyet dönemleri üzerinden açıklamalarda bulunmaktadırlar.[53] Bu süreci açıklamak çalışmamızın kapsamını aştığından bu bölümde özellikle günümüz Türkiyesi’ndeki durum üzerinde durulmaya çalışılacaktır; ancak, 1957 yılında Hamide Topçuoğlu tarafından yayınlanan Kadının Çalışma Saikleri ve Kadın Kazancının Aile Bütçesindeki Rolü başlıklı çalışmadaki bazı saptamalar, Cumhuriyetle birlikte kadının toplum hayatındaki rolünün ve ekonomik açıdan ne durumda olduğunun sorgulanmaya başlaması açısından bugünle benzer sorunlara işaret ediyor görünmektedir. Topçuoğlu’nun, “muhtelif dünya görüşleri, çeşitli dini telakkiler, muhtelif siyasi cereyanlar kadının aile ocağı dışındaki faaliyeti hakkında çeşitli tavırlar takınırlar”[54] şeklindeki ifadesi, bugünle ortaklıklar kurulabilecek ayrımcılığa yol açan birtakım değer yargılarını akla getirmektedir. Konuya ilişkin pek çok farklı disiplinin katkısıyla yapılan çalışmalar[55] sorunun değişik ve değişen [53] Bir örneği için bkz. Aytunç Altındal, Türkiye’de Kadın, 8. Basım, İstanbul: Alfa Yayınları, 2004. [54]Topçuoğlu, Kadının Çalışma Saikleri…, s. IX. [55] Hatta konuya farklı paradigmalar getirmek üzere yeni tartışma alanları açılmaktadır. Örneğin, iktisadi alandaki çalışmalar içerisinde, ana akım iktisadi bilginin başvurduğu kavramlar olarak kıtlık, bencillik, rekabet gibi kavramların da sorgulanır olduğu ve bunun için başka kavramların ve alternatif modellemelerin geliştirildiğini anlatan bir çalışma örneği olması bakımından bkz. Ömer Eroğlu-Ruhan İşler, Feminist İktisat-İktisat Düşüncesinde Farklı Bir Bakış, Ankara: Asil Yayınları, 2006.Yine dosya konusu olarak feminist ekonomiyi seçen ve geleneksel iktisat paradigmasına eleştiriler getiren ve alanın 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 181 HAKEMLİ Arş. Gör. Zeynep İSPİR HAKEMLİ Bir İnsan Hakları Sorunu Olarak Cinsiyete Dayalı Ekonomik Ayrımcılık şekillerde gündelik hayatımızın içinde bulunduğunu göstermektedir. Hangi nedenle olursa olsun ekonomik yaşamın dışına itilen kadınların durumu istatistiklere de yansımaktadır. Örneğin aşağıda bir kısmı alıntılanan ve 2007 yılında yayınlanan bir araştırmanın sonuçları, kadının çalışma yaşamındaki konumuna ilişkin ipuçları vermektedir[56]: “Kırsal kesimde yaşanan üretim daralması, aile ve iş yaşamının uyumlaştırılmaması, işe alımda ve işe yükselmede kadınlara yönelik ayrımcı uygulamalar nedeniyle kadınların işgücüne katılımı çok düşüktür. Kadınlar Türkiye’de % 25 oranında işgücüne katılmaktadırlar. Buna mukabil kayıt dışı alanda çalışanların %65.5’i kadındır. Çalışan kadınların yıllık kazancı erkek kazancının ancak %34.4’üne ulaşmaktadır. Çalışmayan genç nüfusun %88’i kadındır. Mülk edinmede de kadınlar erkeklere oranla çok geride kalmaktadır. Türkiye’de mülksüz (araç ve gayrimenkul) kadın oranı %80.2’dir.” Kadın Adayları Destekleme Derneği (KA.DER) tarafından hazırlanan Kadın Siyaset Programı’ndan alınan bu belirlemeler Türkiye’de kadının ekonomik yaşama katılımı, gelirlerin paylaşımı konusunda problemler yaşandığını göstermektedir. Daha güncel olması bakımından Türkiye İstatistik Kurumu’nun 2015 yılı verilerine bakıldığında da örneğin işgücüne katılım bakımından kadınların oranının %31,5 olduğu görülmektedir.[57] Bu durum yıllar içinde bir artış olduğunu göstermektedir; ancak AB ve OECD ülkelerinde bu oranın %57.2 civarında seyrettiği belirtilmektedir[58] ki bu da Türkiye’nin bu açıdan oldukça geride olduğunun göstergesi sayılabilir. yeni yaklaşım biçimlerini de içeren çalışmalara yer veren bir diğer yayın için bkz. Fe Dergi, Feminist İktisat Özel Sayısı, Cilt 3, sayı 2, 2011. (Online erişim için: http://cins.ankara. edu.tr/20112.html, Erişim tarihi: 29.08.2016) [56] Türkiye’de Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığa Son Vermek İçin Kadın Siyaset Programı, Ka.Der Yayınları, İstanbul, 2007. [57] Bkz. İşgücü İstatistikleri-2015, http://www.tuik.gov.tr/PreHaberBultenleri.do?id=21567, Erişim tarihi: 29.08.2016. [58] Burcu Özçelik Sözer, “Kadının ‘İş’i Zor”, Hürriyet İnsan Kaynakları ve İş Fırsatları GazetesiKadınlar Günü Özel Sayısı, 6 Mart 2016, s. 2. 182 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 Kadının ev içi emeğinin karşılıksız bırakılması[59], işe alımda ayrımcı uygulamalar ya da kadınların daha düşük ücretlerle çalıştırılıyor olması[60], toplumsal cinsiyet rollerinin etkisi[61] gibi sebeplerle cinsiyete dayalı ekonomik ayrımcılık oluşmakta ve yukarıda verilen oranların kadın çalışanlar lehine yükselmesinin önü kesilmektedir.[62] Kadının mesleki ve teknik eğitim yoluyla niteliksel gelişimini ve iş gücü piyasasına girişini sağlayacak gerekli mekanizmaların oluşturulamaması yasalardaki eşitlikçi yapıya rağmen kadınlarının iş gücüne katılım oranını etkilemektedir.[63] Kadınların ücretsiz aile işçiliğine ve hane içi görünmeyen emeğine de bu noktada dikkat çekilmelidir. Karşılıksız emek kavramı, “piyasa değeri olarak karşılığı olmayan, meta ekonomisi sınırları dışında gerçekleşen, büyük bir kısmını günlük yaşamsal ihtiyaçları sağlayan ev içi işlerin oluşturduğu ekonomik veya ekonomiyi doğrudan etkileyen faaliyetler”[64] şeklinde tanımlanmaktadır. Örneğin ev işleri bağlamında düşünüldüğünde, bu çalışmanın sevgi ilişkisi çerçevesinde ele alınması, yukarıda kamusal alanözel alan ikiliği ortaya konarken belirtildiği üzere, diğerkâmlık ve fedakârlıkla ilişkilendirilmesi; belirli mesai saatleri olmaması ve çalışma ve günlük yaşamın [59] Ev içi alandaki emek konusundaki bir çalışma için bkz. Maxine Molyneux, “Ev Emeği Tartışması ve Ötesi”, Kadının Görünmeyen Emeği, Hazırlayanlar: Gülnur Acar Savran, Nesrin Tura Demiryontan, İstanbul: Yordam Kitap, 2008, ss. 115-155. Kadının karşılıksız emeğini ekonomik şiddet bağlamında değerlendiren bir çalışma olarak bkz. Emel Memiş, “Ekonomik Şiddet Kapsamında Karşılıksız Emek”, Kadınların ve Kız Çocuklarının İnsan Hakları: Kadına Yönelik Şiddet ve Ev-İçi Şiddet, Editörler: Funda Kaya, Nadire Özdemir, Gülriz Uygur, Ankara: Savaş Yayınevi, 2014, ss.165-176. [60] Bu konudaki bazı veriler için bkz. Noyan Doğan, “Kadın-erkek ücrette de eşitlenemedi”, Hürriyet İnsan Kaynakları ve İş Fırsatları Gazetesi- Kadınlar Günü Özel Sayısı, 6 Mart 2016, s.4. [61] Ataerkil bakış açısı sebebiyle kadının aile içindeki öncelikli görevinin çocuk ve yaşlı bakımına indirgenmesi buna örnek olarak gösterilebilecektir. (Bkz. Özçelik Sözer, “Kadının ‘İş’i Zor”, s. 2.) [62] Melda Sur da kadını korumaya yönelik ulusal ve uluslararası düzenlemelerin bazı toplumsal gerçeklikler sebebiyle eksik kaldığını belirtmiştir. Buna göre üç başlık yukarıda sayılanlara benzer şekilde: 1) kadının çalışmasının önemli ölçüde aile çevresinde, ücretsiz gerçekleşmesi, 2) uygulamada kadın ücretlerinin daha düşük olması, 3) mevzuat ve uygulamanın kadın iş gücünü piyasadan çekilmeye yöneltmesi şeklinde sıralanmıştır. Bkz. Melda Sur, “Çalışma Hayatında Kadının Hukuki Durumu”, Farklı Cinslerin Eşitliği Sempozyumu, Yayıma Hazırlayan: Zafer Gören, İzmir: Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi Döner Sermaye İşletmesi Yayınları, 1998, ss. 169, 170. [63] 1995 Yılında Pekin’de Gerçekleşen 4. Dünya Kadın Konferansı Sonuçlarının Uygulanması ve İzlenmesine İlişkin Ulusal Eylem Planı, T.C. Başbakanlık Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü Yayını, Ankara, 1998, s.46. [64] Emel Memiş- Özge Okay, “Eviçi Uğraşlardan İktisatta Karşılıksız Emeğe: Türkiye Üzerine Yapılan Çalışmalara İlişkin Bir Değerlendirme”, Birkaç Arpa Boyu…21.Yüzyıla Girerken Türkiye’de Feminist Çalışmalar-Prof. Dr. Nermin Abadan Unat’a Armağan, Derleyen: Serpil Sancar, İstanbul: Koç Üniversitesi Yayınları, 2011, s.241. 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 183 HAKEMLİ Arş. Gör. Zeynep İSPİR HAKEMLİ Bir İnsan Hakları Sorunu Olarak Cinsiyete Dayalı Ekonomik Ayrımcılık birbirinden kolaylıkla ayırt edilemiyor oluşu sebebiyle belirsiz olması gibi nedenler bu emeğin kavramlaştırılmasını güçleştirmektedir.[65] Meseleyi bir ekonomik şiddet örneği olarak ele alan bir başka çalışmasında Emel Memiş bu konuda şunları söylemektedir[66]: “…Ücretsiz aile işçiliği sadece kadınların maruz kaldığı bir ekonomik şiddet değildir. Ancak verilere bakıldığından yaygın istihdam biçiminin ücretsiz aile işçiliği olduğu tarım sektörünün kadın emeğinin yoğunlaştığı ve tarımın bu anlamda başat sektör olduğu görülür. Kadınların geçimlik üretimdeki rolüne ilişkin çalışmalar, köyden kente göçün hızlandığını ve erkeklerin yoğun olarak göç etmesi nedeniyle köylerde geçimlik meta üretimini kadınların üstlendiğini vurgulamış ve bu olguyu tarımın kadınlaşması olarak tanımlamıştır. Kadını ekonomik olarak tüm yaşamı boyunca bağımlı kılan, insan onuruna yaraşır bir yaşam standardını sağlayacak gelirden yoksun bırakan, güvencesiz, insana yakışır çalışma koşullarından uzak ücretsiz aile işçiliği ve kadının başta çalışma hakkını engelleyen karşılıksız emeği, temel insan haklarından faydalanmasını engeller...” Memiş değerlendirmesinin devamında, “ekonomik şiddetin önemli tezahürlerinden biri olarak kadının daha çok karşılıksız emek cephesinde yer almasının basit bir işbölümü sonucuymuş gibi algılanmaması gerektiği” ve bunun insan haklarını ihlal edebilecek vahim sonuçları olabileceği konusunda da bizleri uyarmaktadır.[67] Bir yandan karşılıksız emek bir ayrımcılık ve şiddet doğururken, iş gücüne ücretli olarak katılan kadının da farklı açılardan cinsiyete dayalı ayrımcılıkla mücadele ettiği bir gerçektir. İş gücü piyasasında yer alan kadının konumunu, toplumsal cinsiyet rolleri, ataerkil değer yargıları ve ayrımcılık büyük oranda belirlemektedir.[68] Dünya ekonomilerindeki yeni gelişmeler çerçevesinde yeni çalışma biçimleri oluşurken, iş gücü içerisinde bu durum kadınların toplumsal cinsiyet algısıyla kendilerine yüklenen rollere göre işlerde çalışmasına sebep olmaktadır.[69] Bu algının ve kabullerin etkisiyle hâlâ belirli meslekler kadınlar [65] Bkz. Memiş, Okay, “Eviçi Uğraşlardan İktisatta Karşılıksız Emeğe…”, ss.242-243. Memiş ve Okay’ın çalışmalarında, sınıflamanın kendisinin de eleştirilebilir yanları belirtilmekle birlikte, karşılıksız emeğin farklı kategorizasyonlarına (ev içi emek, enformel sektörde kullanılan emek, geçimlik sektörde kullanılan emek ve gönüllü emek) ev içi emekten farklı türleri de içerecek şekilde yer verilmiştir. Gönüllü emek, enformel alanda kullanılan emek, geçimlik emek hakkında detaylı bilgi için bkz. Memiş, Okay, “Eviçi Uğraşlardan İktisatta Karşılıksız Emeğe…”, ss. 249-255. [66] Memiş, “Ekonomik Şiddet Kapsamında Karşılıksız Emek”, s.171. [67] Bkz. Memiş, “Ekonomik Şiddet Kapsamında Karşılıksız Emek”, s.175. [68] Filiz Kardam- Gülay Toksöz, “Gender Based Discrimination At Work In Turkey: A Cross-Sectoral Overview”, Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, 59 (4), 2004, s.151. [69] Kardam, Toksöz, “Gender Based Discrimination At Work In Turkey…”, s.170. 184 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 için uygun bulunmakta ya da uygun bulunmamaktadır. Bunların sonucunda ucuz iş gücü kaynağı olarak görülmek, daha düşük ücret alıyor olmak, sosyal güvence ve diğer kazanımlar açısından (promosyon vs.) sıkıntılar yaşıyor olmak, çalışan kadının karşılaştığı problemlerden bazılarıdır.[70] Bugün kadının ağır çalışma şartlarına karşı korunması fikrinin bile yeni ihtiyaç ve gelişmeler dikkate alınarak tartışmaya açıldığı[71], itfaiye, polis, ordu teşkilatları gibi belli yerlere girişte aranan boy ve ağırlık kurallarının bu işin erkeklerce yapılacağı düşünülerek başta erkekler için tasarlanmış olduğundan[72] hareketle dönüştürülmeleri gerektiği önerileri düşünüldüğünde, üzerinde durduğumuz alanın sabit ve değişmez değil, devingen yapıda olduğu ve bu özelliğiyle sürekli yeni çözüm önerilerinin tartışılması gereğinden söz edilmelidir. Yukarıda da değinildiği üzere ucuz ve ikincil emek olarak görülen kadın emeği, düşük statülü, düşük ücretli, süreksiz ve geçici olarak çalışılan, sosyal güvenceden yoksun çalışma koşulları içerisindeki işlerde kullanılmaktadır. Ayrıca hem işe girerken hem de girdikten sonra karşılaştığı cinsiyete dayalı ayrımcılık kadının çalışma yaşamında ve ekonomik ve sosyal haklarını kullanması önünde büyük engel oluşturmaktadır.[73] B) Bir Yargı Kararı Örneği Üzerinden Cinsiyete Dayalı Ekonomik Ayrımcılık Sosyal gerçeklikler, yasal düzenlemeler ve sivil toplum kuruluşlarının değerlendirmeleri dışında cinsiyete dayalı ekonomik ayrımcılıkla ilgili yargı kararları da konumuz bakımından önem taşımaktadır. Bu bölümde değerlendirilecek karar Anayasa Mahkemesi tarafından İzmir 6. İş Mahkemesi’nin itirazı üzerine yapılan inceleme sonucu 19.06.2008 tarihinde verilmiştir.[74] Karara konu olayda, evlenme nedeniyle iş akdini feshederek işten ayrılan kadın işçinin kıdem tazminatı istemiyle açtığı bir dava söz konusudur. İş Mahkemesi, kıdem tazminatına ilişkin hükmün davaya konu olan bölümünün, Anayasa’nın eşitlik ilkesini düzenleyen 10. maddesine aykırı olduğunu ileri sürerek Anayasa Mahkemesine başvurmuştur. Bunun üzerine, Anayasa’ya aykırılığı ileri sürülerek iptali istenen 1475 sayılı İş Kanunu’nun kıdem tazminatını düzenleyen 14. maddesinin birinci fıkrasındaki “…kadının evlendiği [70] Kardam, Toksöz, “Gender Based Discrimination At Work In Turkey…” s.170. [71] Sur, “Çalışma Hayatında Kadının Hukuki Durumu”, s.172, 173. [72]Kymlicka, Çağdaş Siyaset Felsefesine Giriş, s. 525, 526. [73] Ulusal Eylem Planı, s.52-53. [74] E.2006/ 156, K. 2008/125, Karar Tarihi.: 19.06.2008. Resmi Gazete Sayısı: 27066 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 185 HAKEMLİ Arş. Gör. Zeynep İSPİR HAKEMLİ Bir İnsan Hakları Sorunu Olarak Cinsiyete Dayalı Ekonomik Ayrımcılık tarihten itibaren bir yıl içerisinde kendi arzusu ile sona ermesi…” bölümünün, Anayasa’nın 10. maddesine aykırı olduğu iddiası, Anayasa Mahkemesi tarafından incelenmiştir. İş Kanunu’nun kıdem tazminatını düzenleyen 14. maddesinde işçinin kıdem tazminatı almaya hak kazandığı hallerden biri “ … kadının evlendiği tarihten itibaren bir yıl içerisinde [iş akdini] kendi arzusu ile sona erdirilmesi…. hallerinde işçinin işe başladığı tarihten itibaren hizmet akdinin devamı süresince her geçen tam yıl için işverence işçiye 30 günlük ücret tutarındaki kıdem tazminatı ödenir. Bir yıldan artan süreler için de aynı oran üzerinden ödeme yapılır” şeklindedir. İtirazın gerekçesinde özetle, kıdem tazminatının her halükarda ödenmediği, bu tazminatın “işveren tarafından haklı bir sebebe dayanmadan iş akdi feshedilen işçiye veya haklı bir sebebe dayanarak iş akdini kendisi fesheden işçiye, yasal olarak hak kazandığı emeklilik hakkını kullanması sebebi ile… iş akdini sonlandırmak zorunda kalan işçiye ve nihayet kendi ihtiyarında olmadan, iradesi dışında…, oluşan mücbir bir sebebin varlığı halinde iş akdini feshetmek zorunda kalan işçiye” verileceği dile getirilmiştir. İtirazın gerekçesinin devamında kadına yukarıdaki yolla kıdem tazminatı verilmesinin gerekçesini oluşturabileceği düşünülen 743 sayılı Türk Kanunu Medenisi’ndeki, kadının çalışmasını kocasının iznine bağlayan hükmün artık Türk Medeni Kanunu’nda bulunmaması sebebiyle, kadının çalışamamasını mücbir bir sebeple engelleyen durumun ortadan kalktığı dile getirilmektedir. İtirazın üçüncü gerekçesi ise yine Türk Medeni Kanunu’nda ikametgâhın belirlenmesi, ailenin geçiminin sağlanması gibi konularda ortak hak ve sorumluluklara sahip eşlerden söz edildiği, dolayısıyla kadının artık kocasının seçtiği ikametgâhı kabul etmek zorunda olmadığı, sırf bu yüzden iş akdini feshetmesinin haklı veya mücbir bir sebep oluşturmayacağı savı üzerinde şekillenmektedir. Bu ve benzeri gerekçelerle söz konusu hükmün Anayasa’da düzenlenen eşitlik ilkesi ile İş Kanunu’nda düzenlenen eşit davranma ilkesine aykırı olduğunu iddia eden İş Mahkemesi, toplumsal yapımızın erkek eşin kadın eşe nazaran daha baskın olmasını destekliyor oluşunu da itirazında dile getirip kabul etmekte; ancak yasa koyucunun bu açıdan toplum tarafından yönlendirilmek yerine toplumu yönlendirmesi gerektiğini de belirtmektedir. Anayasa Mahkemesi itiraz sonucu kanunun ilgili hükmünü Anayasa’nın 10., 41. ve 50. maddeleri çerçevesinde değerlendirmiştir. Buna göre: a) 10. madde açısından inceleme yapan Anayasa Mahkemesi “Anayasa’nın 10. maddesinde öngörülen eşitlik, herkesin her yönden aynı kurallara bağlı olacağı anlamına gelmemektedir. Durum ve konumlarındaki özellikler kimi 186 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 kişiler ya da topluluklar için değişik kuralları ve uygulamaları gerekli kılabilir. Kadının toplum ve aile yaşamında üstlendiği sorumluluk, görev ve paylaşım gibi toplumsal gerçekler kadın çalışanlar yararına değişik kural ve uygulamaları gerekli kılabileceğinden, kadın çalışanların durum ve konumlarındaki özellikleri gözetilerek getirilmiş bulunan kural Anayasa’nın eşitlik ilkesine aykırılık oluşturmamaktadır.” sonucuna varmıştır. b) Anayasa Mahkemesi, 41. maddedeki “ailenin toplumun temeli olduğu ve devletin ailenin huzur ve refahı için gerekli tedbirleri alacağı” yönündeki düzenleme ile, c) 50. maddedeki “Kimse, yaşına, cinsiyetine ve gücüne uymayan işlerde çalıştırılamaz. Küçükler ve kadınlar ile bedenî ve ruhî yetersizliği olanlar çalışma şartları bakımından özel olarak korunurlar…” hükmünde kadının çalışma koşulları bakımından özel olarak korunması gereğini de ayrıca hükmünü desteklemek için kullanmış, kadın işçileri koruyan uluslararası sözleşmelere de yollamalarda bulunmuştur. Sonuçta iki üyenin karşı oyuyla kıdem tazminatına ilişkin bu düzenleme anayasaya aykırı bulunmamıştır. Esasa ilişkin değerlendirmeden bir bölüm şu şekildedir: “Kimi sosyal gerçeklerin doğurduğu zorunluluktan kaynaklanan ve aile birliği içerisinde yüklenilen görevlerin boyut ve önemi gözetilerek evlenmesi nedeniyle hizmet akdini kendi arzusu ile sona erdiren kadın çalışanı ve aile birliğini korumaya yönelik düzenlemenin, Anayasa’ya aykırılığından söz edilemez.” İptale konu olan düzenleme açısından işçiye kıdem tazminatı ödenmesini gerektirecek fesih hallerinden biri olarak “kadın işçinin evlenme tarihinden itibaren bir yıl içinde iş sözleşmesini feshetmesi” düzenlenmektedir. Hüküm sadece kadın işçilerin evlilik sebebiyle iş sözleşmesini feshetmeleri durumunu düzenlemiş olduğundan erkek işçiler evlenmelerinin ardından bu hükme dayanarak iş sözleşmesini feshedip kıdem tazminatı talebinde bulunamayacaktır.[75] 1475 sayılı İş Kanunu’nun kıdem tazminatını düzenleyen 14. maddesi, şu an yürürlükte olan 4857 sayılı İş Kanunu kapsamında da korunduğundan tartışma güncelliğini korumaktadır.[76] Cinsiyete dayalı ekonomik ayrımcılığın [75] Nuri Çelik- Nurşen Caniklioğlu- Talat Canbolat, İş Hukuku Dersleri, 28. Baskı, İstanbul: Beta Yayınları, 2015, s.443. Konu hakkında öğretideki diğer görüşlerden örnekler ve Yargıtay kararları için bkz. Çelik, Caniklioğlu, Canbolat, İş Hukuku Dersleri, ss.443-445. [76] Bakırcı’nın ifade ettiği üzere madde korunmakla birlikte “yürürlükten kaldırılabileceği düşüncesiyle 4857 sayılı Kanun’a ek geçici 14. madde olarak eklenmiştir. 4857 sayılı İş K’nun geçici 6. maddesiyle kıdem tazminatı için bir kıdem tazminatı fonu kurulması 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 187 HAKEMLİ Arş. Gör. Zeynep İSPİR HAKEMLİ Bir İnsan Hakları Sorunu Olarak Cinsiyete Dayalı Ekonomik Ayrımcılık değerlendirilmeye çalışıldığı bu metinde söz konusu karara yollama yapılmasının temel nedeni, kararın sonuçlarının, kadının çalışma yaşamına dahil oluşu ile sosyal adalet ve insan hakları arasında bir bağ kurmayı gerektiriyor oluşudur. Karara ilişkin detaylı değerlendirmelerden birisi, kararın gerekçesine olmasa da sonuç bölümüne katıldığını belirten[77] Kadriye Bakırcı tarafından yapılmıştır. Bakırcı, Anayasa Mahkemesine başvuruda da kullanılan gerekçelerden birisi olan, 743 sayılı Medeni Kanun’un kadının çalışmasını kocanın iznine bağlayan hükmünün yokluğunda kadının işten ayrılmasına neden olabilecek bir mücbir sebebin kalmadığı, dolayısıyla da kıdem tazminatı alamaması gerektiği iddiasına ilişkin olarak şunları söylemektedir[78]: “1475 sayılı İşK’nun 14. maddesinin ikinci fıkrasına ilişkin gerekçede, şimdi yürürlükte olmayan 743 sayılı Medeni Kanunun 159. maddesindeki kadının meslek ve sanatla uğraşmasını, Kanundaki koşullarla kocasının iznine bağlayan kural nedeniyle kocanın izin vermemesi durumunda işçinin işinden ayrılmak zorunda kalmasının, 1475 sayılı Kanuna yansıtılmasından ibaret olduğunu belirtmiştir. Ancak 1475 sayılı İşK’nun 14. Maddesinin 2. fıkrası düzenlenirken, evlendikten sonra “eşinin izin vermemesi nedeniyle çalışamayan kadın işçi” denmemiş, “iş sözleşmesini kendi arzusuyla sona erdiren kadın işçi” denmiştir.” Mevzuata ilişkin bu belirlemesinin ardından Bakırcı, Anayasa mahkemesinin gerekçesindeki “kadınlar ve erkekler arasında geleneksel değer yargılarına bağlı bir farklılığa dayanılarak ayrım yaratılmasını” kabul edilemez bulmakta ve söz konusu gerekçenin Türkiye’nin de taraf olduğu Kadınlara Yönelik Her Türlü Ayrımcılığın Ortadan Kaldırılması Sözleşmesi’nin (CEDAW), taraf devletlere yükümlülükler getiren 5. maddesine aykırı olduğunu ileri sürmektedir.[79] Bu aykırılık iddiasına neden olarak ise Anayasa Mahkemesi’nin “aile öngörülmüştür. Ancak kıdem tazminatı fonunun yürürlüğe gireceği tarihe kadar işçilerin kıdemleri için 1475 sayılı İş K’nun 14. maddesi hükümlerine göre kıdem tazminatı haklarının saklı olduğu hükme bağlanmıştır.” (Bkz. Bakırcı, Uluslararası Hukuk, AB ve ABD Hukuku ile…, 2012, s.156.) [77]Bakırcı, Uluslararası Hukuk, AB ve ABD Hukuku İle..., 2012, s.158. [78]Bakırcı, Uluslararası Hukuk, AB ve ABD Hukuku İle…,2012, s.156. [79] Kadınlara Yönelik Her Türlü Ayrımcılığın Ortadan Kaldırılması Sözleşmesi’nin 5.maddesi şu şekildedir: “Madde 5: Taraf Devletler aşağıdaki bütün uygun önlemleri alacaklardır: a. Her iki cinsten birinin aşağılığı veya üstünlüğü fikrine veya kadın ile erkeğin kalıplaşmış rollerine dayalı ön yargıların, geleneksel ve diğer bütün uygulamaların ortadan kaldırılmasını sağlamak amacıyla kadın ve erkeklerin sosyal ve kültürel davranış kalıplarını değiştirmek; b. Anneliğin sosyal bir görev olarak anlaşılmasını ve çocukların yetiştirilmesi ve gelişiminde kadın ve erkeğin ortak sorumluluğunun tanınmasını öngören ve her durumda çocukların çıkarlarını her şeyden önce gözeten anlayışa dayanan bir aile eğitimini sağlamak.” 188 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 yükümlülüklerinin kadına ait olduğu biçimindeki değer yargılarını pekiştirici” gerekçeler ortaya koymasını göstermiştir. Ayrıca Sözleşme’nin, taraf devletleri, kadının anne olması durumunda, kadın-erkek eşitliğini çalışma yaşamında hayata geçirmek adına yükümlendiren diğer maddelerine (m.2/c, m.12/2, m.16/d) yollamada bulunmuştur.[80] Kadının kıdem tazminatına hak kazanması sonucunu doğuracak hüküm kurulurken Anayasa Mahkemesi başka bir argüman ortaya koymalıydı sonucuna varmamızı sağlayan Bakırcı’ya göre[81]: “..İş Hukuku alanında kadınlar ve erkekler arasındaki,...mevcut hukuksal farklılıklar ve dolayısıyla devletin ve yerel yönetimlerin, i) çocuk bakım hizmetlerini sağlama, ii) kadın ile erkeğin kalıplaşmış rollerine dayalı önyargıları ve kadın ve erkeklerin sosyal ve kültürel davranış kalıplarını değiştirme, iii) çocukların yetiştirilmesi ve gelişiminde kadın ve erkeğin ortak yükümlülüğünün tanınmasını öngören bir aile eğitimini sağlama yükümlülüklerini yerine getirmemeleri nedenleriyle sonuca gidilmesi gerekirdi.” Bakırcı’nın karar konusundaki analizi ve değerlendirmesi incelendiğinde, yasal olmayan, çoğu toplumsal cinsiyet kalıplarına dayalı kabul ve değer yargıları nedenleriyle ayrımcılığa maruz kalan kadının, bir kez de hukuk eliyle maddi kazanımdan mahrum bırakılarak cezalandırılmaması gayesi güttüğü görülmektedir; zira devlete yüklenen sorumluluklar çerçevesinde kadını çalışma yaşamından uzaklaştıran faktörlerin ortadan kaldırılması mümkündür. Aile birliğine ilişkin sorumluluklar açısından eşler arasında iş bölümünü destekleyen bir çalışma rejiminin oluşturulması; kreş, bakımevi gibi hizmetlerin sağlanması; çocuk ve yaşlıların bakımı, ailenin giderlerinin karşılanması gibi aileye ilişkin yükümlülüklerin erkek ya da kadın tek bir eşin sorumluluğunda görülmemesi ve eşler arasında eşitliği gerçekleştirecek şekilde paylaştırılması sosyal devletin de bir gereğidir. Tüm bunlar birarada düşünüldüğünde Bakırcı’nın “devlet ailevi sorumlulukları kadının sırtına yükleyen ayrımcı politika ve mevzuatını değiştirmedikçe bu düzenleme muhafaza edilmelidir”[82] görüşünün ardında böyle bir düşüncenin yatıyor olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Bunu şu ifadelerden de anlamak mümkündür[83]: “…sözü edilen hukuksal düzenlemelerdeki eşitlik ilkesine aykırılıklar, eksiklikler veya boşluklar, uygulamadaki sorunlar, kadınların haklardan eşit olarak yararlanmalarını engellemektedir. Kadın işçiler, hem iş hem aile yükümlülükleri çok ağır geldiğinden, işten ayrılmayı tercih edebilmekte ve bu durum kadınların çalışma hakkından yoksun [80] Bkz. Bakırcı, Uluslararası Hukuk, AB ve ABD Hukuku İle…,2012, ss.158-159. [81]Bakırcı, Uluslararası Hukuk, AB ve ABD Hukuku İle…, 2012, s.159. [82]Bakırcı, Uluslararası Hukuk, AB ve ABD Hukuku İle…,2012, s.160. [83]Bakırcı, Uluslararası Hukuk, AB ve ABD Hukuku İle…,2012, s.160. 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 189 HAKEMLİ Arş. Gör. Zeynep İSPİR HAKEMLİ Bir İnsan Hakları Sorunu Olarak Cinsiyete Dayalı Ekonomik Ayrımcılık kalmalarına yol açtığı gibi, kadınlar konusundaki önyargıları pekiştirmekte, geleneksel değerlerin ve rollerin devamına hizmet etmekte ve daha da önemlisi kadınların yoksulluğuna yol açmaktadır.” Gerçekten de söz konusu karar, yani kadınların evlenme nedeniyle iş akitlerini feshetmeleri halinde kıdem tazminatı almalarına izin veren hükmün yürürlüğünün devamı, kısa vadede ve dava özelindeki “o tek durumda”, “belirli bir sebeple” işten ayrılmak durumunda olan kadın çalışanın en azından bir de maddi olarak geçici de olsa mağdur edilmemesi sonucunu doğurabilir.[84] Bununla birlikte, iş akdini feshetmeye sebep olan durumun kendisi, örneğin kadının başka bir yerde çalışmaya başlaması gibi bir nedenden değil de, kadını çalışma yaşamının dışına iten toplumsal değer yargılarından kaynağını alıyorsa, düzenlemenin “sonuçları”, adaletin gerekleri ve kadının uzun vadede korunması çerçevesinde tartışmaya açık hale gelmektedir. Çünkü bu halde çalışan, bir defaya mahsus olarak kıdem tazminatı kaybından korunmuş olmakla birlikte, belki de yaşamı boyunca olası bir ekonomik şiddet tehdidiyle karşı karşıya kalabilecektir. Bu durumun sorumlusu elbette mevcut yasal düzenlemenin varlığı değildir; ancak açıkça görülmektedir ki hüküm korunacak olsa bile kadın her durumda ekonomik şiddete maruz kalabilme tehlikesi altında yaşamını sürdürmektedir. Kaynağı doğru tespit edilmedikçe ve bununla mücadele edilmedikçe, kadın çalışan açısından genellikle değer yargılarından kaynağını alan bir eşitsizlik temelinde cinsiyete dayalı ekonomik ayrımcılık ortaya çıkmaktadır. Cinsiyete dayalı ayrımcılığın önüne geçebilmek için farklılıklara özgü taleplerin dikkate alınması, hak koruyucu çözümler geliştirmek, farklılıkların bir dezavantaja dönüşmesini önlemek için önemli görülmektedir. Bununla birlikte aynılık /farklılık yaklaşımlarının tek başına çözüm getirmediği, hatta sorunu daha da kökleştirdiği de ileri sürülmüştür. Catharine A. MacKinnon’ın, cinsiyet eşitliği yasaları çerçevesinde tartışılan aynılık ve farklılık yaklaşımlarını incelediği ve bu ikiliğin kendisini değerlendirdiği görüşlerinde böylesi bir eleştiriyi görmek mümkündür.[85] Bu eleştirinin temelinde, cinsiyeti bir aynılık ve farklılık [84] Bu sebep eşin diğer eşin çalışmasına izin vermemesi de olabilir ve bu yolla ayrımcılık bir ekonomik şiddet aracına da dönüşmüş olabilir. Bu konuda Memiş şunları söylemektedir: “Erkek, kadının ücretli bir işte çalışmasına izin vermeyerek ve/veya eğitim olanaklarına erişimini kısıtlayarak kadının gelir elde etme kapasitesini engellediğinde bu ekonomik sömürü daha da derinleşir.” (Memiş, “Ekonomik Şiddet Kapsamında Karşılıksız Emek”, s.169.) [85] Yazar cinsiyet ayrımcılığına ilişkin düzenlemelerde aynılık ve farklılık yaklaşımlarının genel görünümü hakkında şunları söylemektedir: “Cinsiyet ayrımcılığı yasası, onu destekleyen yaygın ahlak anlayışıyla birlikte, eşitlik ve toplumsal cinsiyet konularına aynılık ve farklılık açısından yaklaşır. Politika, hukuk ve toplumsal algılamaya da egemen olan bu yaklaşıma göre, eşitlik bir farklılık değil bir denklik, cinsiyet ise bir denklik değil bir 190 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 sorunu olarak ele almanın, toplumsal cinsiyet açısından esas problem olarak ele alınması gereken hususları, yani toplumsal hiyerarşi ve eşitsizlik sistemlerini gizliyor olduğu iddiası vardır.[86] MacKinnon’a göre farklılık, eşitsizlik sonrasında, eşitsizlik olduğu için, ortaya çıkan bir durumdur. Yazar bunu şöyle ifade etmektedir[87]: “Önce eşitsizlik, sonra farklılık gelir. Eşitsizlik, maddi ve içeriklidir ve bir orantısızlığı tanımlamaktadır; farklılık ise düşünsel düzeyde ve yanlış bir simetriye sahip olup, soyuttur. O halde, farklılık üzerinde odaklanan bir tartışma ve bir toplumsal cinsiyet yasası, onları eleştirir ya da sorun yapar gibi görünse de, aslında onları tarafsızlaştıracak, rasyonelleştirecek ve iktidarla ilgili anlaşmazlıkları örtecek bir ideoloji hizmeti görmektedir.” Bu eleştiriye göre aynılık / farklılık yaklaşımı kadınlara eşitlik açısından katkıda bulunmamış; aksine daha az şey elde etmelerine neden olmuştur.[88] Doğada cinsiyetin iki kutupluluk değil bütünlük olarak ele alındığını, iki kutupluluğu yaratanın toplum olduğunu[89] dile getiren MacKinnon’a göre, “farklı olmak” bakımından bir cinsiyet diğerinden farklı durumda değildir. Yani her cinsiyet diğerine göre değerlendirildiğinde eşit şekilde farklıdır. Bir cinsiyetin diğerinden farklı olması konusunda erkeklerin ölçü alınması bu açıdan da problemli görünmektedir.[90] Meseleyi aynılık/ farklılık türünden ikilikler üzerinden ele almanın doğuracağı sakıncaları dile getirişi, esas problemin “toplumsal cinsiyet hiyerarşisi”[91] olduğu ve bu aşılmadan yasal düzenlemelerin eşitlik getiremeyeceği belirlemesi, farklılıktır. Bireylere eşit davranılmasını sağlamayı amaçlayan yasal buyruk, hem sistemi kapsayan bir norm hem de konuyla ilgili hukuksal bir öğreti olarak, benzerlere benzer şekilde, benzemeyenlere ise farklı şekilde davranma meselesi haline gelirken, cinsler de toplumsal olarak karşılıklı benzemezlikleriyle tanımlanırlar.” Catharine A. MacKinnon, Feminist Bir Devlet Kuramına Doğru, çev.: Türkan Yöney, Sabir Yücesoy, İstanbul: Metis Yayınları, 2003, s.248. [86] Bkz. MacKinnon, Feminist Bir Devlet Kuramına Doğru s.251.Buna göre, “eğer cinsiyetin sağladığı toplumsal iktidar olmasa, cinsiyet farklılık olarak kabul edilmeyebilir, epistemolojik olarak da farklılık anlamına gelmeyebilirdi.”( MacKinnon, Feminist Bir Devlet Kuramına Doğru, s.251.) [87]MacKinnon, Feminist Bir Devlet Kuramına Doğru, s.251. [88] Bkz. MacKinnon, Feminist Bir Devlet Kuramına Doğru, ss.258, 260. [89]MacKinnon, Feminist Bir Devlet Kuramına Doğru, s. 267. [90] Bkz. MacKinnon, Feminist Bir Devlet Kuramına Doğru, s.253. [91]MacKinnon, Feminist Bir Devlet Kuramına Doğru, s.266. 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 191 HAKEMLİ Arş. Gör. Zeynep İSPİR HAKEMLİ Bir İnsan Hakları Sorunu Olarak Cinsiyete Dayalı Ekonomik Ayrımcılık “cinsiyet eşitliğini cinsiyet farklılığıyla sınırlamanın”[92] sakıncalarını ortaya koyuyor oluşu bu eleştiriyi güçlü kılmaktadır. MacKinnon’ın yukarıdaki eleştirilerini de dikkate alarak baktığımızda, hukuksal düzenlemeler açısından pek çok olumlu adımın atıldığı, kökleşmiş olduğu düşünülen ve kadına karşı ayrımcılığı destekleyen kimi kavram ve kurumların pozitif hukukun dışına itilmiş olduğu söylenebilirse de, yukarıda da değinildiği üzere, cinsiyete dayalı ekonomik ayrımcılık ülkemizde ve dünyada bir olgu olarak varlığını sürdürmektedir. Türü ne olursa olsun, adaletsizliğe yol açması bakımından ayrımcılık, çok boyutlu ve çok katmanlı bir mücadeleyi gerektirmektedir. Bu konunun insan haklarıyla ilgisi kurulmadan çözülmesi mümkün görünmemektedir; ancak, Tepe’nin belirttiği üzere “ayrımcılığın kötü bir şey olduğunun öğretilmesi”, bunun “bir insan hakkı ihlali olduğunun ya da insan hakkı ihlallerine yol açtığının sürekli tekrar edilmesi” de tek çare değildir; zira, bu mücadele ancak “kişilerin her kişideki insan olma ortak kimliğinin farkına varmaları, bu kimliğe uygun davranmanın gereklerinin bilgisini edinmeleri, en sonunda da özgür kişiler olarak doğru değerlendirmeler yapabilir olmalarıyla” başarılı olabilecektir.[93] Hukukun oluşturulmasının ve uygulanmasının yanı sıra, genel olarak kamu politikalarının, sosyal politikaların oluşturulması aşamasında, bu politikaların uzun erimli sonuçlarının, kişi ve toplum hayatına etkileri böylesi bir “değerlendirme”nin konusu yapılmalıdır. Ayrımcılığın yarattığı dezavantajlı durumun önüne geçmek için kanun koyucuya, hukuk uygulayıcısına, sosyal politikaları belirleyen aktörlere ve dolayısıyla kişiler olarak tek tek bizlere, ayrımcılık ve eşitlik tartışmalarının bu etik yönünü de gözden kaçırmamak ödevi yüklenmektedir. [92]MacKinnon, Feminist Bir Devlet Kuramına Doğru, s.268. [93] Tepe, “Etik Bir Sorun Olarak Ayrımcılık”, s. 191. 192 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 SONUÇ Cinsiyete dayalı ekonomik ayrımcılıkla ilgili yapılacak düzenlemeler, alınacak kararlar, sosyal adaletin gerçekleşmesi bakımından önem taşımaktadır. Kamu gücü ve onun uygulayıcısı olan tek tek kişiler sosyal adaletin gerekleri açısından birtakım yapma edimleriyle de yükümlüdürler. Dolayısıyla cinsiyete dayalı ekonomik ayrımcılığın önüne geçecek düzenlemeler getirmek, imkânlar yaratmak ve çalışma ortamının buna göre düzenlenmesini sağlamak temelde insan haklarının gereği olarak görülmelidir. Ayrıca bu ayrımcılık türü açısından, politika belirleyicinin, yasa koyucunun ve uygulamacının gözetmesi gereken şey, kadının ekonomik yaşama katılımını sağlamak olmalıdır; dolayısıyla onu bu yaşamın dışında tutacak düzenlemeler getirilmemesine dikkat edilmelidir. İlk bakışta çalışma yaşamında farklılıkları gözeten bir eşitlik getirdiği düşünülen ve hukukumuza dahil edilecek her yeni düzenleme açısından aynı kaygı korunmalıdır. Bunun için öncelikle, getirilecek her yasal düzenlemenin amacı insan haklarıyla ilgisi kurularak ortaya konulmalı, yürürlükteki düzenlemeler de aynı amaç çerçevesinde değerlendirilmelidir. 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 193 HAKEMLİ Arş. Gör. Zeynep İSPİR HAKEMLİ Bir İnsan Hakları Sorunu Olarak Cinsiyete Dayalı Ekonomik Ayrımcılık KAYNAKÇA Kitaplar ve Makaleler: Acar, Feride. (2014). CEDAW’dan İstanbul Sözleşmesi’ne: Kadınların İnsan Hakları ve Kadınlara Karşı Şiddete İlişkin Uluslararası Standartların Evrimi, Kadınların ve Kız Çocuklarının İnsan Hakları: Kadına Yönelik Şiddet ve Ev-İçi Şiddet, Editörler: Funda Kaya, Nadire Özdemir, Gülriz Uygur, Ankara: Savaş Yayınevi, 61-75. Algan, Bülent. (2007). Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Hakların Korunması, Ankara: Seçkin Yayınları. Altındal, Aytunç.(2004). Türkiye’de Kadın, 8. Basım, İstanbul: Alfa Yayınları. Altman, Andrew. “Civil Rights”, 29.08.2016 tarihinde http://plato.stanford.edu/ entries/civil-rights/ adresinden erişildi. Aristoteles. (2006). Farklı Alanlar, Siyasal Düşünce içinde, der.: Michael Rosen, Jonathan Woolf, çev.: Sevda Çalışkan, Hamit Çalışkan, Ankara: Dost Yayınları, 58-59. Bakırcı, Kadire. (2012). Uluslararası Hukuk, AB ve ABD Hukuku İle Karşılaştırmalı Çalışma Yaşamında Kadın-Erkek Eşitliği Arayışı-Cinsiyet Ayrımcılığı Yasağı ve Türkiye, 2.Baskı, Ankara: Seçkin Yayıncılık. Bakırcı, Kadriye. (2014). Hangi Çalışma Hukuku: Aile Dostu mu Kadın Dostu mu?, Başka Bir Aile Anlayışı Mümkün mü? Konferans Kitabı, İstanbul, 60-79. (29.08.2016 tarihinde https://tr.boell.org/sites/default/files/baska_bir_aile_anlayisi_mumkun_mu.pdf adresinden erişildi.) Bora, Aksu. (2004). Kamusal Alan Sahiden ‘Kamusal’ mı?, Kamusal Alan içinde, ed.:Meral Özbek, 1. Baskı, İstanbul: Hil Yayın, 529-538. Çağlar, Fatma İrem. (2001). Feminist Hukuk Teorisine Kısa Bir Giriş, Hukuk Felsefesi ve Sosyolojisi Arkivi, Haz.: Hayrettin Ökçesiz, S. 4, İstanbul: İstanbul Barosu Yayınları, 82-104. Çağlar, Fatma İrem. (2003). Feminist Perspektiften İnsan Hakları, Hukuk Felsefesi ve Sosyolojisi Arkivi, Haz.: Hayrettin Ökçesiz, S. 7, İstanbul: İstanbul Barosu Yayınları, 73-98. Çelik, Nuri–Caniklioğlu, Nurşen–Canbolat, Talat. (2015). İş Hukuku Dersleri, 28. Baskı, İstanbul: Beta Yayınları. Demir, Songül. (1998-9). Kamusal Alanın Belirlenmesinde Ben İle Ötekinin Yeri, Doğu Batı, Yıl 2, S. 5, 233-237. 194 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 Dericiler, Özge Yücel. (2014). Sosyal Haklar ve İnsan Hakları Hukuku Çerçevesinde Devletin Yükümlülükleri: Refah Devletinin Krizi Ekseninde Bir İnceleme, İstanbul: On İki Levha Yayıncılık. Doğan, Noyan. (6 Mart 2016). Kadın-erkek ücrette de eşitlenemedi, Hürriyet İnsan Kaynakları ve İş Fırsatları Gazetesi- Kadınlar Günü Özel Sayısı, 4. Doyle, Oran. (2007). Direct Discrimination, Indirect Discrimination and Autonomy, Oxford Journal of Legal Studies, 27(3), 537-553. Erkızan, Hatice Nur (1998-9). Aristoteles’te Akılsallığın Kavranımı ve Kadın, Doğu Batı, Yıl 2, S. 5, 221-231. Eroğlu, Ömer- İşler, Ruhan. (2006). Feminist İktisat-İktisat Düşüncesinde Farklı Bir Bakış, Ankara: Asil Yayınları. Fe Dergi, Feminist İktisat Özel Sayısı. (2011). Cilt 3, sayı 2, (29.08.2016 tarihinde http://cins.ankara.edu.tr/20112.html adresinden erişildi. Güriz, Adnan. (1997). Feminizm, Postmodernizm ve Hukuk- Bir İnceleme, Ankara: Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayınları. Kardam, Filiz- Toksöz, Gülay. (2004). Gender Based Discrimination At Work In Turkey: A Cross-Sectoral Overview, Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, 59 (4), 151-172. Kaya, Gözde.(2012). Avrupa Birliği İş Hukukunda Cinsiyet Ayrımcılığı, Avrupa Birliği Bakanlığı Akademik Araştırmalar Serisi-1, 29.08.2016 tarihinde http://www. ab.gov.tr/files/pub/gozde_kaya_doktora_tezi.pdf adresinden erişildi. Kuçuradi, İoanna. (2013). İnsan ve Değerleri, Ankara: Türkiye Felsefe Kurumu Yayınları. Kymlicka, Will. (2004). Çağdaş Siyaset Felsefesine Giriş, çev.: Ebru Kılıç, 1. Bası, İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları. MacKinnon, Catharine A. (2003). Feminist Bir Devlet Kuramına Doğru, çev.: Türkan Yöney, Sabir Yücesoy, İstanbul: Metis Yayınları. Memiş, Emel. (2014). Ekonomik Şiddet Kapsamında Karşılıksız Emek, Kadınların ve Kız Çocuklarının İnsan Hakları: Kadına Yönelik Şiddet ve Ev-İçi Şiddet, Editörler: Funda Kaya, Nadire Özdemir, Gülriz Uygur, Ankara: Savaş Yayınevi, 165-176. Memiş, Emel- Okay, Özge. (2011). Eviçi Uğraşlardan İktisatta Karşılıksız Emeğe: Türkiye Üzerine Yapılan Çalışmalara İlişkin Bir Değerlendirme, Birkaç Arpa Boyu…21. Yüzyıla Girerken Türkiye’de Feminist Çalışmalar-Prof. Dr. Nermin Abadan Unat’a Armağan, Derleyen: Serpil Sancar, İstanbul: Koç Üniversitesi Yayınları, 239-268. 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 195 HAKEMLİ Arş. Gör. Zeynep İSPİR HAKEMLİ Bir İnsan Hakları Sorunu Olarak Cinsiyete Dayalı Ekonomik Ayrımcılık Molyneux, Maxine. (2008). Ev Emeği Tartışması ve Ötesi, Kadının Görünmeyen Emeği, Hazırlayanlar: Gülnur Acar Savran, Nesrin Tura Demiryontan, İstanbul: Yordam Kitap, 115-155. Öden, Merih. (2003). Türk Anayasa Hukukunda Eşitlik İlkesi, Ankara: Yetkin Yayınları. Özbudun, Ergun. (2014). Türk Anayasa Hukuku, 15. Baskı, Ankara: Yetkin Yayınları. Platon. (2005). Devlet, çev.: Sabahattin Eyüboğlu, M. Ali Cimcoz, 9. Baskı, İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları. Sözer, Burcu Özçelik. (6 Mart 2016). Kadının ‘İş’i Zor, Hürriyet İnsan Kaynakları ve İş Fırsatları Gazetesi- Kadınlar Günü Özel Sayısı, 2. Sur, Melda. (1998). Çalışma Hayatında Kadının Hukuki Durumu, Farklı Cinslerin Eşitliği Sempozyumu, Yayıma Hazırlayan: Zafer Gören, İzmir: Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi Döner Sermaye İşletmesi Yayınları, 167-174. Tanör, Bülent- Yüzbaşıoğlu, Necmi. (2006). 1982 Anayasasına Göre Türk Anayasa Hukuku, 8.bası, İstanbul: Beta Yayınları. Tepe, Harun. (2016). Etik Bir Sorun Olarak Ayrımcılık, ‘Pratik Etik’-Etiğin Pratik Sorunları, Ankara: BilgeSu Yayınları, 185-191. Topçuoğlu, Hamide. (1957). Kadınların Çalışma Saikleri ve Kadın Kazancının Aile Bütçesindeki Rolü, Ankara: Kültür Matbaası. Uygur, Gülriz- Çağlar Gürgey, İrem. (2014). Kadınların ve Kız Çocuklarının İnsan Hakları İhlali ve Bunun Bir Örneği Olarak Kadına Yönelik Şiddet, Kadınların ve Kız Çocuklarının İnsan Hakları: Kadına Yönelik Şiddet ve Ev-İçi Şiddet, Editörler: Funda Kaya, Nadire Özdemir, Gülriz Uygur, Ankara: Savaş Yayınevi, 9-60. Uygur, Gülriz. (2015). Toplumsal Cinsiyet ve Adalet: Hukuk Adaletsizdir, Ankara Barosu Dergisi, Yıl: 73, 2015(4), 121-132. Yüksel, Murat. (2003). Feminist Hukuk Kuramı ve Feminist Düşünce Teorileri, 1. Bası, İstanbul: Beta Yayınları. Diğer Kaynaklar: Türkiye’de Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığa Son Vermek İçin Kadın Siyaset Programı (2007). Ka.Der Yayınları, İstanbul. 1995 Yılında Pekin’de Gerçekleşen 4. Dünya Kadın Konferansı Sonuçlarının Uygulanması ve İzlenmesine İlişkin Ulusal Eylem Planı (1998). T.C. Başbakanlık Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü Yayını, Ankara. 196 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 “İş gücü istatistikleri 2015”, 29.08.2016 tarihinde http://www.tuik.gov.tr/PreHaberBultenleri.do?id=21567 adresinden erişildi. “Türkiye’de Kadın”, 29.08.2016 tarihinde http://kadininstatusu.aile.gov.tr/uygulamalar/turkiyede-kadin adresinden erişildi. Council Directive, 2006/54/EC, “On the implementation of the principle of equal opportunities and equal treatment of men and women in matters of employment and occupation (recast)”, 29.08.2016 tarihinde http://eur-lex.europa.eu/eli/dir/2006/54/ oj adresinden erişildi. Council Directive 2000/43/EC, “Implementing The Principle Of Equal Treatment Between Persons Irrespective Of Racial Or Ethnic Origin”, 29.08.2016 tarihinde http:// eur-lex.europa.eu/LexUriServ/LexUriServ.do?uri=CELEX:32000L0043:en:HTML adresinden erişildi. Anayasa Mahkemesi Kararı: E.2006/ 156, K. 2008/125, Karar Tarihi.: 19.06.2008. Resmi Gazete Sayısı: 27066 Anayasa Mahkemesi Kararı: E.1990/30, K.1990/31, Karar Tarihi: 29.11.1990, Resmi Gazete Sayısı: 21272. 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 197 HAKEMLİ Arş. Gör. Zeynep İSPİR HAKEMLİ Anayasalarımızda Yargının Bağımsızlığı ve Tar afsızlığı* Dr. Fatih ÖZKUL** Makalenin Geldiği Tarih: 01.04.2016 Kabul Tarihi: 14.04.2016 * Bu makale hakem incelemesinden geçmiştir ve TÜBİTAK – ULAKBİM Veri Tabanında indekslenmektedir. ** Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı. ÖZ Hukuk devleti ilkesi yargının diğer erklerden bağımsız olmasını gerektirir. Yargının bağımsızlığı kadar önemli bir diğer kavram da yargının tarafsızlığıdır. Yargının bağımsız ve tarafsız olması gerektiği düşüncesi, neredeyse tüm dünya ülkelerinde kabul görmektedir. Makalede öncelikle yargının bağımsızlığı ile tarafsızlığı kavramlarının tanımı yapılmış, daha sonra da anılan kavramlarla kuvvetler ayrılığı ve hukuk devleti ilkeleri arasındaki ilişki irdelenmiştir. Çalışmanın ilerleyen kısımlarında ise, 1876 Anayasası’ndan itibaren, Anayasalarımızda yargının bağımsızlığı ile tarafsızlığı konuları ve bu bağlamda karşılaşılan güçlükler ele alınmıştır. 1876 Anayasası 1921 Anayasası’nın aksine tarafsızlık ve bağımsızlık yönünde çok önemli düzenlemeler içermektedir. 1924 Anayasası’nda bağımsızlık ve tarafsızlık konusundaki düzenlemeler ise hem yetersizdir, hem de fiilen uygulanamamıştır. 1961 Anayasası’nda büyük ölçüde yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı sağlanmış, ancak 1982 Anayasası’nın ilk hali ile tekrar geriye dönüş yaşanmıştır. 2010 yılında gerçekleştirilen Anayasa değişikliği ile Türkiye’de yargı alanında olumlu yönde önemli düzenlemeler yapılmış olmakla birlikte, yasama organının Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’na üye seçmemesi sebebiyle, yargı erkinin demokratik meşruiyeti noktasında 1961 Anayasası’ndan geride kalındığı, uygulamada da bağımsızlığı ve tarafsızlığı sağlayabilmekte sorunlar yaşandığı görülmüştür. Anahtar Sözcükler: 1876 Anayasası’ndan bugüne Anayasalarımızda yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı, yargının bağımsızlığı, yargının tarafsızlığı, hukuk devleti, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu. 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 201 HAKEMLİ Anayasalarımızda Yargının Bağımsızlığı ve Tarafsızlığı Dr. Fatih ÖZKUL HAKEMLİ Anayasalarımızda Yargının Bağımsızlığı ve Tarafsızlığı Dr. Fatih ÖZKUL INDEPENDENCE AND IMPARTIALITY OF THE JUDICIARY IN OUR CONSTITUTIONS ABSTR ACT Rule of law requires judiciary be independent than other state powers. Another important concept as well as independency of judiciary is impartiality of judiciary. The idea of judicial independence and impartiality is widely accepted among all countries in the world. In this article, firstly the meaning of judicial independence and impartiality is defined, and then the relationship of these concepts between the seperation of powers and the rule of law is examined. Following part of the article, judicial independence and impartiality, difficulties encountered in practise of these principles starting from the Constitution of 1876 up today is studied. The Constitution of 1876 sets forth very important regulations about independence and impartiality topics contrary to the Constitution of 1921. Regulations related to these topics in 1924 Constitution were both inadequate and unapllied. During the 1961 Constitution, judicial independence has been highly achieved, but the Constitution of the first version of 1982 had been taken step back again. Despite the achievement of beneficial regulations, which has vital impartance in the field of judiciary in the 2010 constitutional amendments, it is concluded that, concerning especially due to not electing members of Supreme Council of Judges and Prosecutors by legislature, these changes are staying behind the Constitution of 1961 with regard to democratic legitimacy of judicial power and also problems in practise to ensure independence and impartiality is observed. Keywords: The independence and impartiality of the judiciary in our Constitutions since the 1876 Constitution, independence of the judiciary, impartiality of the judiciary, rule of law, Supreme Council of Judges and Prosecutors. 202 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 GİRİŞ Çoğulcu demokrasilerin vazgeçilmez iki temel ilkesi kuvvetler ayrılığı ve hukuk devleti ilkeleridir. Hukuk devletinin en önemli unsurlarından olan yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı, modern demokrasiye sahip tüm dünya ülkelerinde kabul görmekte, hatta siyasal, kültürel ve ekonomik gelişmişlik düzeyini belirlemede bir ölçüt olarak kullanılmaktadır. Gerçekten de, temel hak ve özgürlüklerin güvencesi olan, yürütme ve yasama organlarının işlemlerini denetleyen, vatandaşlarının hukuki ihtilaflarına çözüm bulan yargı organları, yasama ve yürütme organları karşısında bağımsızlığa sahip olmadıkları veya tarafsızlıklarını koruyamadıkları takdirde, yargısal denetimi benimsemenin bir anlamı kalmayacak, siyasal iktidarın sınırlarını çizen kuvvetler ayrılığı ile hukuk devleti ilkelerinden de söz edilemeyecektir.[1] Yargı organının, demokratik ve sosyal bir hukuk devletinde bireysel hak ve özgürlükleri, toplumun temel değerlerini, uzlaşma noktalarını koruma ve güvencesi olma fonksiyonunu üstlenmesinden dolayı, hâkimlerin bu görevlerini yapabilmeleri için, yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığının sağlanması karşımıza bir zorunluluk olarak çıkmaktadır.[2] Yargı bağımsızlığı en genel tanımıyla hiçbir devlet organının, makamın, kişinin ya da kurumun, yargı yetkisinin kullanılması nedeniyle mahkemelere ve orada görevli hâkimlere etki edememesi, müdahalede bulunamaması anlamına gelir.[3] Yargı bağımsızlığı kadar önemli olan bir başka ilke de yargının tarafsızlığıdır.[4] Yargının bağımsızlığı ile tarafsızlığı, birbirlerine paralel ve aynı zamanda birbirlerini tamamlayan iki kardeş kavramdır. Aslında yargının işlevi söz konusu olduğunda, tarafsızlık ve eşitlik kavramları, yargı bağımsızlığından daha önce akla gelmektedir. Bağımsızlığı sağlamaya yarayan her hüküm, bir [1] ÖZBUDUN, Ergun, Türk Anayasa Hukuku, Yetkin Yayınları, Ankara, 2010, s. 130. [2] Uluslararası hukuk belgelerinde de, devletlerin yargının bağımsızlığını sağlamalarının lüzumuna değinilmiş ve bu amaca ulaşabilmek için de, öngörülen ilkelere anayasa ve kanunlarda yer verilmesi gerekliliği üzerinde durulmuştur. Örneğin bkz., Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Bildirisi’nin 10., Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi’nin 14. ve Avrupa Birliği Antlaşması ile Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. maddeleri. [3] ATAR, Yavuz, Türk Anayasa Hukuku, Mimoza Yayınları, Konya, 2007, s. 95; KUNTER, Nurullah/YENİSEY, Feridun, Muhakeme Dalı Olarak Ceza Muhakemesi Hukuku, Beta Yayınları, İstanbul, 1998, s. 315; GÜNDAY, Metin, İdare Hukuku, Ankara, 2004, s. 46. [4] Yargının bağımsızlığına eşlik eden en önemli ilkelerden birisi de yargının tarafsızlığıdır. Hatta bağımsızlık ve tarafsızlık bir madalyonun iki yüzü gibi görülmüş, birini ötekinden ayırmanın imkânsız olduğu üzerinde durulmuştur. Bkz., VOLCANSEK, Mary L., “Appointing Judges the European Way”, Fordham Urban Law Journal, Vol.:34, 2007, s. 363-385. İlerleyen bölümde yargının bağımsızlığı ilkesi ile yargının tarafsızlığı ilkelerinin birbirleriyle olan ilişkileri üzerinde daha ayrıntılı durulacaktır. 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 203 HAKEMLİ Anayasalarımızda Yargının Bağımsızlığı ve Tarafsızlığı Dr. Fatih ÖZKUL HAKEMLİ Anayasalarımızda Yargının Bağımsızlığı ve Tarafsızlığı Dr. Fatih ÖZKUL de tarafsızlık boyutuyla değerlendirilmelidir.[5] Bağımsızlık, yargının dışarıdan gelen etkilere karşı korunmasını ifade ederken, tarafsızlık bağımsızlığın sağlanmasından sonra, hâkimin yargılama aşamasında önyargılı hükümlerden, siyasi eğilimlerinden kaçınarak, adaletle ve hakkaniyete göre objektif bir şekilde, hukuka uygun olarak karar verebilmesi anlamına gelir.[6] Yargı bağımsızlığının anayasal bir ilke olarak tanınması, genelde kolay değiştirilemeyeceği kabul edilen anayasa hükümlerinin, yasama ve yürütme organlarını da bağlaması sebebiyle önemlidir. Yine, toplumsal düzenin korunması ve geliştirilmesi açısından kayda değer bir fonksiyona sahip olan yargı bağımsızlığı ilkesini gerçek anlamda uygulayabilmek için hâkim adaylarının nitelikleri, atanmaları, yükseltilmeleri, tayinleri ve nakilleri, özlük hakları gibi konulara ilişkin düzenlemeler üzerinde de durulması gerekir. Deneyimler göstermiştir ki, herhangi bir kişiyi belirli bir göreve getiren organ veya kurum, o görevlinin faaliyetleri üzerinde dolaylı yoldan bile olsa etkili olabilmektedir. Hâkimin, kendisini atayan organa olan şükran borcu kararlarına da yansıyabilir. Dolayısıyla, hâkimleri mesleğe kabul ederek, onların özlük işleri hakkında karar veren yargı kurullarının, yapıları ve çalışma usullerinin incelenmesi çalışmamız açısından önem arz etmektedir. Konuyu Ülkemiz açısından değerlendirdiğimizde, 1921 Anayasası hariç tüm Anayasalarımızda yargı bağımsızlığına ilişkin hükümlerin bulunduğunu görmekteyiz. 1876 ve 1924 Anayasaları, yargı bağımsızlığına ilişkin düzenlemeleri bünyesinde barındırmaktadır. Yine 1961 Anayasası, özellikle 1971 değişikliği öncesinde, yargının siyasallaşmasını önlemek, bağımsızlığını ve tarafsızlığını bütün güvenceleri ile gerçekleştirebilmek amacıyla kapsamlı hükümler getirmiştir. Keza 1982 Anayasası da, hem 2010 değişikliği öncesinde, hem de 2010 değişikliği sonrasında bağımsızlık konusunu ele almıştır. Konunun işlenişinde bütünlük sağlayabilmek amacıyla, çalışmanın ilk bölümünde kavramların tanımı mahiyetinde, kuvvetler ayrılığı ile hukuk devleti ilkeleri üzerinde duracağız. II. bölümde, Anayasalarımızdaki düzenlemeleri daha iyi anlayabilmek, kıyas yapabilmek için yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı hakkındaki temel bilgilere değineceğiz. İlerleyen kısımda ise Anayasalarımızdaki hükümlerden, karşılaşılan problemlerden yola çıkarak, geçmişten günümüze [5] Bu doğrultuda çalışmamızın başlığı da, “Anayasalarımızda Yargının Bağımsızlığı” olarak değil, “Anayasalarımızda Yargının Bağımsızlığı ve Tarafsızlığı” şeklinde seçilmiş ve okuyucunun her iki kavram arasındaki ilişkiyi değerlendirilip muhakeme edebilmesi amaçlanmıştır. [6] SANCAR, Mithat, “Ağır Adaletsizlik Halleri”, Evrensel Gazetesi, 07.09.2007. 204 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 Ülkemizde yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı konusunu değerlendirecek ve gerek görülen kısımlarda öneriler getirerek bir sonuca ulaşmaya çalışacağız. I. KUVVETLER AYRILIĞI ve HUKUK DEVLETİ İLKELERİ Demokratik rejimlerde bağımsız ve tarafsız bir yargı organı, temel hak ve özgürlüklerin korunmasındaki en büyük güvencedir.[7] Yargının bu işlevini daha iyi ifade edebilmesi için yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığının, anayasa hukukunun en temel iki ilkesiyle yani, “hukuk devleti” ve “kuvvetler ayrılığı” ilkeleriyle ilişkilendirilmesi gerekir. A. Kuvvetler Ayrılığı İlkesi 18. Yüzyılın sonlarında ortaya çıkan anayasacılık akımına göre, anayasaların gerçek fonksiyonları devlet iktidarlarını sınırlamaktır.[8] Devlet iktidarını etkin bir şekilde sınırlamayan metnin adı anayasa olsa bile, fonksiyonel anlamda bu bir anayasa olamayacaktır.[9] Devlet iktidarının etkin biçimde sınırlandırılabilmenin yolu ise kuvvetler ayrılığından, yani iktidarın, devletin çeşitli organları arasında bölüşülüp paylaşılmasından geçer.[10] Bu sayede egemenliğine kendilerine tahsis edilen parçasını kullanan organlar, sahip oldukları karşılıklı yetkiler yoluyla birbirlerini denetleyebilecek, dengeleyecek[11] ve ortaya iktidarın tek elde toplanmasını önleyen, bireyin hak ve özgürlüklerine güvence oluşturan bir [7] DURSUN, Hasan, “Erkler Ayrılığı ve Yargıç Bağımsızlığı”, Türkiye Barolar Birliği Dergisi, S. 80, 2009, s. 31. [8] Daha ayrıntılı bilgi için bkz., CAMPELL, Peter, “Avrupa’da Parlamenter Hükümetin Bazı Yönleri”, (Çev.: ÖZBUDUN, Ergun), Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C. 20, S. 1-4, 1963, s. 81-82. [9] GÖZÜBÜYÜK, A. Şeref, Anayasa Hukuku, Turhan Kitabevi Yayınları, Ankara, 1998, s. 15; TUNAYA, Tarık Zafer, Siyasal Kurumlar ve Anayasa Hukuku, Ekin Yayınevi, İstanbul, 1982, s. 152-153; GÖNENÇ, Levent, “Meşruiyet Kavramı ve Anayasaların Meşruiyeti Problemi”, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C. 50, 2001, s. 131-152. [10] TURHAN, Mehmet, “Anayasacılık ve Kuvvetler Ayrılığı Kuramı”, Hukuk Felsefesi Sosyolojisi Arkivi, (Haz.: ÖKÇESİZ, Hayrettin) Afa Yayınları, İstanbul, 1995, s. 106-113. [11] GEMALMAZ, Mehmet Semih, Ulusalüstü İnsan Hakları Hukukunun Genel Teorisine Giriş, Beta Yayınları, İstanbul, 1997, s. 33. 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 205 HAKEMLİ Anayasalarımızda Yargının Bağımsızlığı ve Tarafsızlığı Dr. Fatih ÖZKUL HAKEMLİ Anayasalarımızda Yargının Bağımsızlığı ve Tarafsızlığı Dr. Fatih ÖZKUL anayasal devlet[12] çıkacaktır.[13] Dolayısıyla, kuvvetler ayrılığı deyiminden ilk olarak anlaşılması gereken, devletin üç hukukî iktidarı olan yasama, yürütme ve yargı organlarının, aralarında işbirliği bulunan ayrı devlet organlarına verilmiş olmasıdır.[14] Ancak yeri gelmişken şu husus üzerinde önemle durmak gerekir ki, kuvvetler ayrılığının çağdaş anlamı, yasama ve yürütme organları arasındaki ayrımdan ziyade, yargı organının bu iki siyasal nitelikli organa karşı olan bağımsızlığının teminat altına alınabilmiş olmasında yatar.[15] Yasama ve yürütme organlarının kendilerine çizilen hukuki sınırları aşıp aşmadıkları, eğer aşmışlar ise öngörülen müeyyidelerin yerine getirilebilmesi,[16] [12] Her devletin bir anayasası olmasına rağmen, sahip olunan rejim anayasal olmayabilir. Anayasalar, yalnızca bir devletin hukuki statüsü olmayıp, aynı zamanda devlet içinde siyasi iktidarı ve toplum içinde de devlet iktidarını sınırlayan, temel hak ve özgürlükleri güvence altına alan temel uzlaşma metinleridir. İşte anayasal devlet ile kastedilen, anayasaların bu ikinci anlamlarına uygun, temel hak ve özgürlükleri koruma fonksiyonlarını yerine getirebilmeleridir. Bkz., THOMAS, William David, What Is A Constitution, Gareth Stevens Publishing 2008, s. 6; ERDOĞAN, Mustafa, Anayasal Demokrasi, Siyasal Kitabevi, Ankara, 1996, s. 75-77; FRIEDRICH, Carl J., Sınırlı Devlet (Çev. TURHAN, Mehmet), Gündoğan Yayınları, Ankara, 1999, s. 57-81; TURİNAY, Y. Turhan, “Kuralların Kuralı: Anayasanın Hukuki Boyutunun Evrensel Serüveni”, Türkiye Barolar Birliği Dergisi, 2012/99, s. 170-171. [13] WHEARE, Kenneth C., Modern Anayasalar, (Çev.: TURHAN, Mehmet), Değişim Yayınları, İstanbul, 1984, s. 8-9; ARMAĞAN, Servet, 1961 Anayasası ve Bakanlar Kurulu, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayınları, İstanbul, 1978, s. 174-176; KUZU, Burhan, Anayasa Hukukumuzda Yürütme Organının Düzenleyici İşlem Yapma ve Güçlendirmesi Eğilimi, Filiz Kitabevi Yayınları, İstanbul, 1987, s. 182-183; GÖNENÇ, Levent, “Siyaset Bilimi ve Anayasalar”, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, C. 53, 1999, s. 101. [14] GÖREN, Zafer, Anayasa Hukuku, Yetkin Yayınları, Ankara, 2011, s. 157; ARSEL, İlhan, Anayasa Hukuku, Doğuş Matbaası, Ankara, 1964, s. 198-200. [15] Anayasacılık akımının başlangıcında mevcut olmayan siyasal partiler, son yüzyıl içerisinde büyük bir gelişme göstererek siyaset ve anayasa hukuku alanlarının gerçek hâkimleri durumuna gelmişlerdir. Özellikle yürütme organının ancak yasama organının güveni ile görevde kalabildiği parlamenter rejimlerde, yürütme organı ile yasama organı arasında sıkı bir bağ oluşmakta ve kuvvetlerin ayrılığı işlememektedir. Bu durumda da yargı organı, hürriyetçi demokrasinin korunmasında çok önemli bir fonksiyon üstlenmektedir. Bkz., TURGUT, Nükhet, Siyasal Muhalefet, Birey Toplum Yayınları, Ankara, 1984, s. 44; TUNÇ, Hasan, Parlamento İçi Muhalefet, Cemre Yayınları, Konya, 1997, s. 76; TURHAN, Mehmet, Siyasal Elitler, Gündoğan Yayınları Ankara, 2002, s. 133; MICELI, Vincenzo, Modern Parlamentolar-Parlamento Hukuk ve Siyaseti Etütlerinden, (Çev.: AKGÜÇ, Atıf ), Ulus Basımevi, Ankara, 1946, s. 81-95; OKANDAN, Recai Galip, “Amme Hukukunda Kuvvetler Bölümü Meselesi”, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mecmuası, C. 2, S. 7-8, 1976, s. 502-523. [16] Yargı bağımsızlığının diğer bir boyutunu, yargı organının verdiği kararlara diğer devlet organlarının müdahale edememesi, onları değiştirememesi, üzerlerinde bir tasarrufta bulunamaması oluşturur. Bkz., ÖZBUDUN, Ergun, “Yargının Tarafsızlığı ve Bağımsızlığı”, Zaman Gazetesi, 26.06. 2007. 206 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 ancak yasama ve yürütmeden ayrı, bağımsız bir yargı organının mevcut olması halinde mümkün olabilir.[17] Bu sayede kuvvetler ayrılığı ilkesinin özünü oluşturan bağımsız yargı organları, verdikleri kararlar ile hukuk devleti ilkesinin hayata geçirilmesine, biçimlenmesine de hizmet etmiş olmaktadır.[18] Siyasal iktidar karşısında bireyin korunması gereğini önemle vurgulayan ve insanı merkez alan bir dünya görüşünün, siyasal ve anayasal düzlemde yansımasını sağlayan kuvvetler ayrılığı, ancak yargı organlarının bağımsızlığı çerçevesinde anlam kazanabilir.[19] B. Hukuk Devleti İlkesi Hukuk devleti,[20] vatandaşların hukuki güvenlik içinde bulundukları, devletin eylem ve işlemlerinde hukuk kurallarıyla bağlı olduğu sistemi ifade etmektedir.[21] Hukuk devleti ilkesi, devletin hukuk kurallarıyla bağlı sayılmadığı polis devletinin[22] karşıtı olarak kullanılmaktadır. Çağdaş demokratik uygar[17] Bkz., Venedik Komisyonu, Yargı Sisteminin Bağımsızlığı Raporu sonuçlar kısmı. www.venice.coe.int/webforms/documents/default.aspx?pdffile=CDL..., erişim tarihi, 07.06.2015. [18] Burada, üst mahkemelerin, alt derece mahkemelerin kararlarını kanun yolu yönünden inceleyebilmeleri ve kararları bozabilmelerinin yargı bağımsızlığı ile ne derece bağdaştığı sorusu akla gelebilir. Temyiz ve itiraz incelemeleri, yargı kararlarının kalitesinin arttırılmasına, hukukun genel ve objektif bir şekilde uygulanmasına, alt derece mahkemeleri için yol gösterici olmasına katkıda bulunduğu ve hâkimlerin kararları üzerinde baskı kurmadığı, onları kontrol etmek amacıyla kullanılmadığı sürece yargı bağımsızlığına aykırı bir durum olarak kabul edilmemelidir. Bkz., Birleşmiş Milletler, Yargı Bağımsızlığının Temel İlkeleri, 4. www.barobirlik.org.tr/.../bm_yargi_bağimsizligi_temel_prensipleri. pdf., erişim tarihi, 08.05.2014. [19] OKTAY, Cemil, “Kuvvetler Ayrılığı İlkesinin Yargı Açısından Anlamı ve Türkiye Örneği”, Anayasa Yargısı, C. 1, Ankara, 1982, s. 222. [20] Almancada “rechsstaat” deyimini olduğu gibi yansıtan “hukuk devleti” kelimesi anılan dilde, yönetilenlere hukuki güven sağlayan devlet düzeni karşılığında kullanılmaktadır. 1924 Anayasası’nda açıkça ifade edilmemiş olan, ancak uygulandığı dönem ve öncesinde sıklıkla dile getirilen hukuk devleti ilkesi, hukukumuzda ilk kez 1961 Anayasası ile birlikte hukuki ve sosyal temellerine kavuşmuştur. Bkz., SOYSAL, Mümtaz, Anayasaya Giriş, İmge Kitabevi İstanbul, 2011, s. 238. [21] SOYSAL, 2011, s. 239; ÖZBUDUN, 2010, s. 123. AYM de birçok kararında hukuk devleti ilkesini ele almıştır. Yüksek Mahkeme anılan ilkeyi “insan haklarına saygılı ve bu hakları koruyucu, adil bir hukuk düzeni kuran ve bunu devam ettirmekle kendisini yükümlü sayan, bütün eylem ve işlemleri yargı denetimine bağlı olan devlet” şeklinde tanımlamaktadır. Ayrıntılı örnek karar için bkz., E.:1976/1, K.: 1979/28 K.T.: 25.05.1976, Anayasa Mahkemesi Kararlar Dergisi, S. 14, s. 189. [22] Almancada “Polizeistaat” sözünden çevrilen polis devleti kavramı, 17. ve 18. Yüzyıllardaki mutlak hükümdarlık döneminde, toplumun refahı için her türlü tedbiri almak ve vatandaşların bütün haklarına karışmak yetkisine sahip olan rejimleri ifade etmek için 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 207 HAKEMLİ Anayasalarımızda Yargının Bağımsızlığı ve Tarafsızlığı Dr. Fatih ÖZKUL HAKEMLİ Anayasalarımızda Yargının Bağımsızlığı ve Tarafsızlığı Dr. Fatih ÖZKUL lığın ve gelişmişliğin en önemli göstergelerinden biri olarak sayılan bu ilke var olabilmek için belli şartlara ihtiyaç duymaktadır. Öncelikle iktidar anayasayla sınırlandırılmış,[23] temel hak ve hürriyetler güvence altına alınmış,[24] yasama organından çıkan yasalar ile yürütme organı işlemlerinin yargısal denetiminin sağlanmış olması gereklidir.[25] Yine, ceza sorumluluğuna ilişkin ilkeler[26] anlaşılır bir şekilde tespit edilebilmeli, hukukun genel ilkeleri[27] ve kanuni hâkim kullanılmıştır. Dolayısıyla “polis” sözcüğü, “kolluk gücü” anlamında değil, devlet düzeni ve bu düzen içindeki kamu gücünün karşılığı olarak ifade edilmiş, ancak zaman içerisindeki uygulamalar sonucunda, kayıtsız ve sınırsız yetkilerle donatılmış devlet gücünün keyfiliğe kayması anlamını içermiştir. SOYSAL, 2011, s. 238. [23] 18. Yüzyılın sonlarından itibaren anayasacılık hareketlerinin en temel amacı, devlet yapısını ve bu yapının çalışma mekanizmasını belli kurallara bağlamak, temel hak ve özgürlükler lehine sınırlamak, kuvvetler ayrılığını gerçekleştirebilmek olmuştur. Bu sebeple anayasacılık hareketleriyle, anayasal devlet ilkesinin kabulü ve hukuk devletini gerçekleştirme çabaları arasında büyük bir paralellik vardır. Bkz., SANCAR, Mithat/ATILGAN, Eylem Ümit, “Adalet Biraz Es Geçiliyor…”(Demokratikleşme Sürecinde Hakim ve Savcılar), Tesev Yayınları, İstanbul, 2009, s. 62-63. [24] Temel hak ve hürriyetleri güvence altına alabilmek için başvurulan en asli yol, bunları kolay değiştirilemeyeceği kabul edilen anayasalarda saymak ve düzenlemek suretiyle, yöneticilerin keyfi davranışlarını önlemek olmuştur. Bkz., ÜNAL, Şeref, “Yargı Bağımsızlığı”, Amme İdaresi Dergisi, C.37, S.3, Eylül, 2004, s. 63; GÖNENÇ, Levent, “Yargının Bağımsızlığı ve Tarafsızlığı”, Tepav Anayasa Çalışma Metinleri 3, www.tepav.org.tr/tr/yayin/s/392., erişim tarihi, 29.07.2015. [25] Hukuk devleti ilkesinin gerçekleşebilmesi açısından, yasama organı işlemleri ile yürütme organı işlemlerinin, bağımsız yargı organlarınca etkili bir şekilde denetlenebilir olması çok önemlidir. Onun içindir ki, böyle bir yetkiyi kullanacak olan hâkimlerin seçilmeleri ve göreve geliş yolları üzerinde hassasiyetle durulmalıdır. Bkz., SURLU, Mehmet Handan, “Gündemden İnmeyen Sorun: Yargı Bağımsızlığı veya Türk Yargı Bağımsızlığının Simgesi Olarak Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun Özlenen Oluşumu”, Anayasa ve Uyum Yasaları, Türkiye Barolar Birliği Yayınları, Aralık 2002, s. 91-92. [26] Ceza hukukunda suç ve cezaya ilişkin kimi ilkeler, hukuk devletinin gerçekleştirilebilmesi açısından temel bir fonksiyon üstlenmektedir. Örneğin, 1982 Anayasası’nın 38. maddesinde hüküm altına alınan, suçta ve cezada kanunilik, ceza yerine geçen güvenlik tedbirlerinin ancak kanunla konulabileceği ilkeleri masumiyet karinesi, ceza sorumluluğunun şahsiliği, genel müsadere cezasının verilemeyeceği, idarenin kişi hürriyetinin sınırlanması sonucunu doğuran müeyyide uygulayamayacağı gibi düzenlemeler ile ceza sorumluluğuna ilişkin temel kaidelerin çerçevesi Anayasa ile çizilmektedir. Daha ayrıntılı bilgi için bkz., ARSLAN, Çetin/ÖZKUL, Fatih, “Yargı Kararları Işığında 1982 Anayasası’nda Suç ve Cezaya İlişkin Temel İlkelerin Değerlendirilmesi”, Türkiye Adalet Akademisi Dergisi, Ekim 2013, S.15, Y.4, s. 39-67. [27] Hukukun genel ilkelerinin, herkesçe kabul görecek tanımını yapabilmesinin zorluğundan dolayı, bu konuda pozitif bir temel olarak, Milletlerarası Adalet Divanı Statüsü’nün 38. maddesinden yararlanılabileceği ileri sürülmüştür. Bkz. ÖZBUDUN, 2010, s. 132133. Bu sayede, anayasa yargısı da dâhil olmak üzere her düzeyde hâkim, önüne gelen uyuşmazlık hakkında karar verirken, pozitif hukukun yanında, hukukun bilinen ve tüm uygar ülkelerin benimseyip uyduğu ilkelerini de göz önüne almak zorunda kalacak, bu da hukuk devletinin gerçekleşmesine katkı sağlayacaktır. Türk Anayasa Mahkemesi de 208 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 güvencesi[28] tanınmış olmalıdır. Ancak, hukuk devletinin en fonksiyonel unsurlarından birisi yargı bağımsızlığıdır.[29] Kavramı ileride ele alacağımız için, bu başlık altında sadece, yasama ve yürütme organlarının işlemlerini hukuka uygunluk açısından denetleyecek olan yargı organlarının, denetledikleri organlar karşısında tam bir bağımsızlığa sahip olamadıkları takdirde, yargısal denetimden beklenen faydaların da ortadan kalkacağını ve hukuk devleti ilkesinin hayata geçirilmesinin mümkün olamayacağını belirtmekle yetiniyoruz.[30] II. YARGININ BAĞIMSIZLIĞI VE TARAFSIZLIĞI KAVRAMLARI Bu bölümde öncelikle yargının bağımsızlığı kavramı üzerinde duracağız; daha sonra da tarafsızlık kavramını ele alarak, her iki kavram arasındaki ilişkiyi gözler önüne sermeye çalışacağız. A. Yargının Bağımsızlığı Yukarıda da değinildiği üzere, yargı bağımsızlığı, en genel anlamıyla, hâkimlerin kararlarını verirken özgür olmalarını, hiçbir olumsuz baskı ve etki altında kalmadan mesleki faaliyetlerini yerine getirebilmelerini ifade etmektedir. Modern dünyanın geldiği aşamada yargının bağımsızlığı, demokratik rejimlerin en temel unsurlarından birisi olarak karşımıza çıkmakta[31] ve çeşitli yasal bir çok kararında hukukun genel ilkelerini, “hukukun bilinen ve tüm uygar ülkelerin benimseyip uyduğu ilkeler” şeklinde tanımlamıştır, İlk örnek karar için bkz., E.:1963/166, K.: 1964/76, K.T.: 22.12.1964, Anayasa Mahkemesi Kararlar Dergisi, S.2, s. 291. [28] Kanunî (olağan-tabiî) mahkeme, olaydan önce kurulmuş ve somut olay ile kuruluş bakımından ilgisi olmayan mahkeme anlamına gelmektedir. Bu mahkemenin hâkimine de kanunî hâkim denir. Dolayısıyla, kanunî hâkim ilkesiyle, davanın olaydan sonra çıkarılacak bir kanunla kurulacak bir mahkeme tarafından görülmesi yasaklanmakta, yani kişiye özgü mahkeme ve hâkim kurma imkânı ortadan kaldırılmaktadır. GÖZLER, Kemal, Türk Anayasa Hukuku, Ekin Kitabevi Yayınları, Bursa, 2000, s. 844-845. [29] ÖZEN, Muharrem, “Yargı Bağımsızlığını Zedeleyen Düzenleme, Uygulamalar ve Bağımsızlığı Sağlamaya Yönelik Çözüm Önerileri”, Ankara Barosu Dergisi, Y. 68, S. 2010/1, s. 31-32. [30] Kemal Gözler, tüm bu unsurlara ek olarak, hukuk devletinin en önemli şartlarından birisinin, bizzat yargı organının kendisinin hukuka uygun davranması olduğunu ileri sürmektedir. Bkz., GÖZLER, 2000, s. 176-177. [31] Özellikle liberal demokratik rejimlerde yargı organlarının bağımsız olması, temel hak ve özgürlüklerin de güvence altına alınmış olduğunu göstermektedir. Otoriter veya totaliter rejimlerde ise yargı, temel hak ve özgürlüklerin koruyucusu olarak değil, tersine temel hak ve özgürlükleri kendi siyasi görüşleri doğrultusunda kullanmaya yarayan, mevcut rejimin baskı araçlarından birisi olarak işlev görmektedir. Bu tür rejimlerde mahkemeler adalet aranan yerler değil, rejim karşıtlarını yargılayan, cezalandıran birer devlet kurumları haline gelmişlerdir. Bkz., HILBINK, Lisa, Judges Beyond Politics in Democracy and Dictatorship: 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 209 HAKEMLİ Anayasalarımızda Yargının Bağımsızlığı ve Tarafsızlığı Dr. Fatih ÖZKUL HAKEMLİ Anayasalarımızda Yargının Bağımsızlığı ve Tarafsızlığı Dr. Fatih ÖZKUL düzenlemelere[32] konu olmaktadır. Ancak yargı bağımsızlığının çok boyutlu Lessons from Chile, Cambridge University Press, Cambridge, 2007. Örneğin Sovyetler Birliği döneminde, Sovyet vatandaşları için mahkemeler hak aramak için başvurulan bir organ olmaktan ziyade, Komünist Parti kararlarının kendilerine tebliğ edildiği, sıradan resmi daireler konumundaydılar. Bkz., SOLOMON, Peter, H./FOGLESONG, Todd S., Courts and Transition in Russia: The Challenge of Judicial Reform, Westview Press, Boulder, 2000; HENDLEY, Kathryn, “Telephone Law and the Rule of Law: The Russian Case”, Hague Journal on The Rule of Law, Vol.1, No.2, 2009, s. 241-264. [32] Bu konuda karşılaştırmalı hukukun örnek verilerine genel hatlarıyla bakılığında ise şu bilgilere rastlamaktayız. Almanya Anayasası’nın 97. maddesi uyarınca hâkimler bağımsızdır ve sadece kanunlara bağlı olarak hareket ederler. Hâkimler görev süreleri sona ermeden ve istekleri dışında, ancak mahkeme kararıyla ve yasaların öngördüğü şekilde azledilip, geçici veya sürekli olarak görevden alınabilirler. Emekliye ayrılacakların yaş sınırı yasayla tespit edilir. Mahkemelerin kuruluş veya yargı çevresinin değiştirilmesi halinde, maaşları kesintisiz verilmek suretiyle başka bir mahkemeye atanabilirler. Federal hâkimlerin hukuki statüleri federal yasayla düzenlenir. Federal hâkimin görev sırasında veya dışında, Anayasa’nın temel ilkelerine veya bir eyaletin anayasal düzenine aykırı hareket etmesi halinde, Federal Meclis’in başvurusu üzerine, Anayasa Mahkemesi üçte iki çoğunlukla onun başka bir göreve atanmasını veya emekliye sevk edilmesine karar verebilir. 98. madde uyarınca, bir hâkim hakkında kamu davası açma yetkisi Federal Anayasa Mahkemesi’ne aittir. Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Anayasası’nın 1. bölümünün 3. maddesi uyarınca, Yüksek Mahkeme ile alt mahkeme yargıçları, iyi halleri sürdüğü sürece görevde kalır ve görevde bulundukları sürede de hizmetleri karşılığında maaş alırlar. Anayasa’nın açıklama metninde ise şu şekilde bir düzenleme yer almaktadır: “Anayasa, Federal Mahkemeleri hem Kongre’den hem de Başkandan bağımsız tutmak için her türlü çabayı gösterir.” Yargıçların görevde kalabilme güvenceleri, görevi kötüye kullanmakla suçlanıp mahkûm olmadıkları takdirde, yaşamları boyunca devam eder. Avusturya Anayasası’nın 86. maddesi uyarınca, hâkimler yargısal görevlerini yerine getirirken bağımsızdırlar. Bir hâkim, kanunda yargı ile ilgili idari davalar için öngörülmüş haller hariç olmak üzere, kendisine tanınan yetkileri hukuka uygun olarak kullandığı takdirde, hiçbir meclis veya komisyon tarafından azledilemez. 88. madde uyarınca emeklilik yaşı kanunla düzenlenir; hâkimler ancak kanunda belirtilen hâl ve yöntemlerle ve adli kararla görevlerinden alınabilirler. Belçika Anayasası’nın 151. maddesi uyarınca, hâkimler yargı görevlerini yerine getirirken bağımsızdırlar. 152. madde uyarınca kanunda belirtilen yaştan önce emekliliğe sevk edilemezler; yasada belirlenen emekli aylığını alırlar. Mahkeme kararı olmaksızın hiçbir hâkim görevden alınamaz ve uzaklaştırılamaz. Hâkim, ancak kendi isteğiyle yeni bir göreve atanabilir. 154. madde uyarınca yargı mensuplarının maaşları kanunla belirlenir. 155. madde uyarınca bir hâkim, hükümetten ücretli bir görev kabul edemez. Danimarka Anayasası’nın 64. maddesi uyarınca hâkimler mahkeme kararı olmadan görevlerinden alınamaz; mahkemelerin teşkilatında gerçekleştirilen yapısal değişiklikler hariç, istekleri dışında görev yerleri değiştirilemez. Hâkim, kanunda belirtilen yaş sınırından önce ancak kendi isteğiyle emekliye ayrılabilir. Fransız Anayasası’nın 64. maddesinde, Fransa Cumhurbaşkanı’nın yargı erkinin bağımsızlığının garantörü olduğu, hâkimlerin statüsünün kanunla düzenleneceği ve görevlerinden azledilemeyecekleri belirtilmiştir. İspanya Anayasası’nın 117. maddesi uyarınca, hâkimler, ancak kanunda öngörülen sebepler ve belirtilen teminatlara tabi olmak şartıyla azledilebilir, geçici olarak görevden alınabilir, yerleri değiştirilebilir veya emekliye sevk edilebilirler. İrlanda Anayasası yargı ile ilgili düzenlemeye 34. maddesinde yer vermiştir. Diğer ülke Anayasalarından farklı olarak, hâkimler ve savcılar için görevlerine başlarken zorunlu olarak imzalamaları gereken bir yemin metni öngörmüştür. Bu metinde görevlerini tarafsız olarak yerine getirecekleri vurgulanmaktadır. Tüm hâkimler yargı 210 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 bir kavram olmasından dolayı, daha iyi anlaşılabilmesi çeşitli yönleriyle ele alınması, tek bir unsura indirgenmemesi gerekir. [33] 1. Dış Bağımsızlık ve İç Bağımsızlık Dış bağımsızlık, hâkimin önündeki somut uyuşmazlıkla ilgili yargılama sürecinde, hüküm aşamasında diğer devlet organlarından, yani yasama ve yürütme fonksiyonunu yerine getirirken bağımsızdırlar; parlamento meclislerine üye seçilemezler, maaşlı başka bir görev üstlenemezler. Yargıtay veya Yüksek Mahkeme hâkimleri, koşulları daha önceden belirlenmiş hukuk dışı hallerde bulunmaları ve iş göremeyecek durumda olmaları dışında görevlerinden alınamazlar. Ayrıca görevlerinden alınabilmeleri için de, Temsilciler Meclisi’nin veya Senato’nun kararı gereklidir. 35. madde uyarınca görevi devam ettiği sürece bir hâkimin maaşında kesinti yapılamaz. İtalyan Anayasası’nın 104. maddesi uyarınca hâkimlik, özerk ve diğer her türlü kuvvetten bağımsız bir görevdir. 107. madde uyarınca hâkimler azledilemez, Yüksek Hâkimler Kurulu’nun veya kendi rızaları dâhilinde alınmış bir karar olmadan görevlerinden alınamazlar. Japonya Anayasası’nın 77. maddesi uyarınca hâkimler bağımsızdır ve sadece kanunlara ve Anayasa’ya bağlı olarak hareket ederler. Suç işleme hali hariç, görevlerini aklen veya bedenen yapamayacakları adli kurumlar tarafından tespit edilmedikçe görevlerinden alınamazlar. 78. madde uyarınca icra organları hâkimlere karşı adli tedbir alamazlar. 80. madde uyarınca hâkimlerin ücretleri görevleri süresince indirilemez. Macaristan Anayasası’nın 26. maddesi uyarınca hâkimler bağımsızdır ve sadece yasalara bağlıdır. Hâkimlere yargı faaliyetleri ile ilgili bir talimat verilemez, ancak kanunda belirtilen kurallar dâhilinde görevlerinden azledilebilirler. Polonya Anayasası’nın 178. maddesi uyarınca hâkimler yargı fonksiyonunu yerine getirirken bağımsızdırlar ve sadece Anayasa ve kanunlarla bağlıdırlar, hâkim bağımsızlığıyla bağdaşmayan kamusal faaliyetlerde bulunamazlar. Bir hâkimin görevden alınması, isteği dışında başka bir göreve atanması sadece kanunda belirlenen hallerde veya mahkeme kararıyla mümkündür; emeklilik yaş sınırı kanunla belirlenir. 181. madde uyarınca hâkim, kanunda belirtilen mahkemenin ön izni olmaksızın cezai sorumluluğa maruz bırakılamaz ve hürriyetinden mahrum edilemez. Portekiz Anayasası’nın 216. maddesi uyarınca hâkimler görevlerinde teminata sahiptir, kanunda belirtilen haller dışında görevleri değiştirilemez, geçici olarak işten el çektirilemez, emekli edilemez ve görevlerinden azledilemezler; ücretsiz ders verme ve hukuki araştırmalar dışında herhangi bir kamusal veya özel faaliyet üstlenemezler. Romanya Anayasası’nın 123. maddesi uyarınca hâkimler bağımsız olup, sadece kanunlara bağlı olarak görev yaparlar; terfi etmeleri, yer değiştirmeleri ya da herhangi bir yaptırıma tabi olmaları ancak Romanya Yüksek Yargı Kurulu’nun kararı ile mümkündür. 124. madde uyarınca akademik çalışmalar hariç, kamuda veya özel sektörde görev alamazlar. İncelenen örneklerden de anlaşılacağı üzere, değişik Ülkelerdeki ortak nokta hâkim bağımsızlığını sağlayabilmektir; bu temel yaklaşım dışındaki düzenlemeler ise yönetim biçimlerine göre farklılık arz etmektedir. Bkz., PALABIYIK, Hakan, Çeşitli Ülke Anayasalarında Hakimlik ve Savcılık Mesleği ile Hakimlik Savcılık Teminatının Düzenlenişi, https://yenianayasa.tbmm. gov.tr., erişim tarihi, 04.01.2015. Yukarıda belirtilen ülke Anayasalarının ilgili maddelerinin İngilizce metinlerine ulaşabilmek için, şu anayasa hukuku sitelerine başvurulabilir. I. ICL: International Constitutional Law (A. Tschentscher): http://www.servat.unibe.ch/law/icl/ II. Database of national and state constitutions and related documents: http://confinder. richmond.edu. [33] SHETREET, S./DESCHÊNES, J., Judicial Independence: The Contemporary Debate, M. Hijhoff, Boston, 1985, s. 590. 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 211 HAKEMLİ Anayasalarımızda Yargının Bağımsızlığı ve Tarafsızlığı Dr. Fatih ÖZKUL HAKEMLİ Anayasalarımızda Yargının Bağımsızlığı ve Tarafsızlığı Dr. Fatih ÖZKUL erklerinden, gelebilecek olan herhangi bir baskıya, etkiye maruz kalmadan karar verebilmesi anlamına gelir.[34] Buna ek olarak yargı organı, yargının dışında yer alan siyasal partiler, sivil toplum kuruluşları, kamuoyu ile kitle iletişim araçları [34] Örneğin, bir Afrika ülkesi olan Zimbabwe’de yaşananlar bu duruma örnek olarak gösterilebilir. Zimbabwe’de, hükümetin toprak reformuna karşı çıkan yargıçların bazıları, maruz kaldıkları tehdit ve baskılar üzerine görevlerinden ayrılmak zorunda kalmışlardır. Görevde kalan yargıçlara ise, hükümetin lehinde karar vermelerini sağlayabilmek amacıyla, kamulaştırma yoluyla el konulan topraklar dağıtılmıştır. Bkz., MOYO, Gugulethu, “Corrupt Judges and Land Rights in Zimbabwe”, Global Corruption Report 2007, Corruption in Judicial System, Der.: Transparency International, Cambridge University Press, Cambridge, 2007, s. 35-39. Bazı örneklerde ise yasama ve yürütme organlarının, yargı kurumlarını oluşturma, yapılarını ve çalışma koşullarını belirleme yetkilerini yargı üzerinde baskı aracı olarak kullandıkları görülmektedir. Örneğin, ABD Başkanlarından Franklin Roosevelt, 1937 yılında bir yasa tasarı ile Yüksek Mahkeme’nin yeniden yapılandırılmasını, yani üye sayısını artırmayı önermiştir; bu girişimin amacı, üye sayısının çoğaltılması suretiyle Roosvelt’in ekonomik politikalarını destekleyecek bir Mahkeme kompozisyonu oluşturmak idi. Ancak kamuoyundan gelen tepkiler üzerine söz konusu tasarı geri çekilmiştir. Bkz., MCKENNA, M. C., Franklin Roosvelt and the Great Constitutional War: The Court –Packing Crisis of 1937, Fordham University Press, New York 2002. Benzer bir olay da, 2004 yılında Venezüella’da yaşanmıştır. Venezuela Anayasası’nın 72. maddesine göre, halk tarafından seçilen kamu görevlileri, geri çağırmaya (recall) ilişkin bir halkoylaması yoluyla, yine halk tarafından görevinden alınabilmektedir. Anayasa’daki bu hüküm Başkan Hugo Chavez için uygulanmıştır. Chavez, halkoylaması öncesinde Yüksek Mahkeme üyelerinin sayısını yirmiden otuz ikiye çıkaran ve Mahkeme üyelerinin seçim yönteminde, hukuki statülerinde değişiklikler yapan bir kanunu imzalayarak yürürlüğe sokmuştur. Bu yasa sayesinde, Chavez’i destekleyen Parlamento çoğunluğu, geri çağırmaya ilişkin halk oylamasında nihai kararı verecek makam olan Yüksek Mahkeme’nin kompozisyonunu belirleyebilme imkânına sahip olmuştur. Bkz., CASTALDI, Lauren, “Judicial Independence Threatened in Venezuela: The Removal of Venezuelan Judges and the Comlications of Rule of Law Reform”, Georgetown Journal of International Law, Vol.37, No.3, 2006, s. 477-507. Kimi yazarlar, Ülkemizde 2010 Anayasa değişikliğiyle yapılan AYM’ye ilişkin yapısal değişiklikleri, yukarıdaki örneklere benzerliği nedeniyle “mahkemeyi doldurma” projesi olarak nitelendirmişlerdir. Bkz., BALİ, Aslı Ü., “Unpacking Turkey’s “Court-Packing” Referendum”, Middle East Report Online, November 5, 2010, http://www.marip.org/mero/mero110510.html; YEGİNSU, Can, “Turkey Packs the Court”, The New York Rewiew of Books, Blog, September 22, 2010, http//www.nybooks. com/blogs/nyrblog/2010/sep/22/turkey-packs-court., erişim tarihleri, 01.03.2015. 212 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 (özellikle medya),[35] davanın tarafları, davadan menfaati olanlar gibi, kişi ve kurumlardan gelebilecek olumsuz etkilere karşı da korunmalıdır.[36] İç bağımsızlıkta ise olumsuz etki ve baskıların yargı dışı kurumlardan değil, bizzat hâkimlerin meslektaşlarından, üst düzeyde görev alan yüksek hâkimler gibi yargı hiyerarşisi içerisinde yer alan kişi veya mahkemelerden gelmesi söz konusudur; hâkimler yargı teşkilatı içerisinde yer alan kişi ve mahkemelerden de emir ve talimat almamalı, telkin yoluyla onlardan etkilenmemelidirler.[37] 2. Bireysel Bağımsızlık ve Kurumsal Bağımsızlık İç bağımsızlık ile dış bağımsızlık, yargıya olası etki ve müdahalelerin kaynağı göz önüne alınarak yapılan bir ayrımdır. Söz konusu etki ve müdahalelerin hedefleri gözetildiğinde ise karşımıza bireysel bağımsızlık ile kurumsal bağımsızlık [35] Günümüzde yargının bağımsızlığını sağlayabilmede, özellikle kamuoyuna, çevreye ve medyaya karşı korunma önem kazanmaktadır. Basın özgürlüğü kişilik haklarının, kamu düzeninin, adli görevlerin yerine getirilmesi yönünden bazı sınırlamalara tabi tutulabilir. Örneğin, 1982 Anayasası’nın 28. maddesinin 6. fıkrasında, yargılama yetkisinin etki altında kalmadan, amacına uygun olarak gerçekleştirilebilmesi amacıyla, kanunda belirtilecek sınırlar içerisinde hâkim kararıyla basın özgürlüğünün sınırlanabileceği hüküm altına alınmıştır. Bkz., İÇEL, Kayıhan, Kitle Haberleşme Hukuku, İstanbul, 1998, s. 60-61; TOROSLU, Nevzat, Medya ve Hukuk: Basın Özgürlüğü ve Sınırları, Medya Gücü ve Demokratik Kurumlar (Der. KORKMAZ, Alemdar), İstanbul 1999, s. 73-74. [36] Konuya ilişkin bir örnek Meksika’dan verilebilir; ülkede yoğun bir uyuşturucu trafiği olduğu malumdur. Uyuşturucu kaçakçılığı ile ilgili davalara bakan yargıçlar rüşvet ya da şiddet ikileminde kalmış gözükmektedir. İspanyolca’da yer alan “plato o plomo” yani “gümüş veya kurşun” terimi, bu davalara bakan yargıçların karşı karşıya kaldıkları iki ayrı seçeneğe, yani rüşveti veya şiddeti ifade etmektedir. Bkz., MENENDEZ, Jorge Fernândez, “Mexico: the Traffickers’ Judges”, Global Corruption Report 2007, Corruption in Judicial System, Der.: Transparancy International, Cambridge University Press, Cambridge 2007, s. 77-79. [37] Yargı içi bağımsızlık ilkesinin bu boyutu, Venedik Komisyonu’nun yargıçların bağımsızlığına ilişkin raporunda, “her bir yargıcın bağımsızlığının yargısal karar verme faaliyetleri kapsamında karşılaşılacak, yargıçlar arası bir tabiiyet ilişkisiyle uyuşmaması” şeklinde ifade edilmiştir. Bkz., European Commission for Democracy Through Law, Venice Commission, Report on the Independence of the Judicial System, Part I: The Independence of Judges, Adopted by the Venice Commission at its 82nd Plenary Session, Venice, 12-13 March 2010), www.venice.coe.int/webforms/.../default.aspx?..., erişim tarihi, 12.11.2015. Yine, yargı içi bağımsızlığın önemine Japonya örneği ile değinilmektedir. Japonya’da, II. Dünya Savaşı sonrasında iktidarı denetleyen bir yargı organı yerine, aksine siyasal iktidar ile uyum içerisinde çalışan bir yargı organı ortaya çıkmıştır. Bu durumun en önemli sebebi olarak da, yargısal hiyerarşide üst basamaklarda bulunan yüksek yargıçların, uzun yıllar iktidarda kalan Liberal Demokrat Parti’ye yakın olmaları ve kendi tercihlerini hiyerarşide alt basamakta bulunan yargıçlara dayatma istekleri gösterilmiştir. Ayrıntılı bilgi için bkz., RAMSEYER, J. Mark/RASMUSEN, Eric, Measuring Judicial Independence: The Political Economy of Judging in Japan, University of Chicago Press, Chicago, 2003. 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 213 HAKEMLİ Anayasalarımızda Yargının Bağımsızlığı ve Tarafsızlığı Dr. Fatih ÖZKUL HAKEMLİ Anayasalarımızda Yargının Bağımsızlığı ve Tarafsızlığı Dr. Fatih ÖZKUL çıkar. Bireysel bağımsızlık hâkimlerin, bireysel olarak baskı ve müdahalelere maruz kalmamalarını, kurumsal bağımsızlık ise yargı organının kurumsal olarak olumsuz etkilere[38] karşı korunmasını ifade eder.[39] B. Yargının Tarafsızlığı Hâkim, adli veya idari uyuşmazlığa konu olan somut davada karar veren durumundadır. Kararını verirken ilgili kuralları yorumlar ve uygulanacak kanun maddesini tespit eder. İşte hâkimin bu faaliyeti sırasında, davayı adil bir biçimde çözebilmesi, tarafların ve hukuk sisteminin kabul edebileceği bir sonuca ulaşabilmesi için, herhangi bir etkiye maruz kalmaması, bilgi ve tecrübesiyle, bunların yetmediği durumlarda akla dayanan vicdani kanaatine göre, hukuk kuralları çerçevesinde bir karar vermesi gerekmektedir. Kaldı ki, şekli anlamda bile olsa dava taraflarının, hâkim önünde eşit şansa sahip olmayı ve eşit muameleye tabi tutulmayı isteme hakları vardır. Hâkim yargılama faaliyetini yerine getirirken kendisini sadece hukuka ve vicdanına göre sorumlu hissetmeli, herhangi bir önyargı ve peşin hükme sahip olmamalı, tarafgir davranmamalıdır.[40] Bağımsızlık daha çok hâkimin çevreden [38] Örneğin, Rusya Federasyonu’nda yaşananlar, yasama ve yürütme organının sahip oldukları yetkilerin, yargı organına baskı yapmak amacıyla, olumsuz etki şeklinde kullanılmasına örnek teşkil edebilir. Rusya Federasyonu’nda Anayasa Mahkemesi, Devlet Başkanı Boris Yeltsin’in hedefi haline gelmiştir. Yeltsin, Mahkemeyi pasifize etmek için birçok yol denemiş, ancak başarılı olamayınca 1993 yılında 1612 sayılı Başkanlık Kararnamesi ile Mahkemenin faaliyetlerini askıya almıştır. Bkz., TROCHEV, Alexei, Judging Russia, Constitutional Court in Russian Politics, 1990-2006, Cambridge University Press, Cambridge 2008, s. 102. [39] BARAK, Aharon, The Judge in a Democracy, Princeton University Press, Cambridge, 2006, s. 78. [40] Tarafsızlık ilkesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) 6. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının içeriğini belirlemede bir ölçüt olarak kullanılmaktadır. AİHS, tarafsızlık konusunu sübjektif ve objektif olmak üzere iki boyutuyla ele almaktadır. Öncelikle, bir mahkemenin tarafsızlığından söz edebilmek için, o mahkemenin sübjektif olarak tarafsız olması, yani mahkeme üyelerinin önyargıdan uzak durmaları gerekmektedir. İkinci olarak da, mahkeme objektif yönden de tarafsız olmalıdır; yani eğer ortaya meşru şüpheler çıkmış ise, bu şüpheleri bertaraf etmeye yetecek yeterli ve güvenilir güvenceler sunulmalıdır. Bkz., MIZRAK. Dilan, “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. Maddesi Kapsamında Mahkemelerin Objektif Açıdan Tarafsızlığı İlkesi”, http://ihm.politics.ankara. edu.tr/userfiles/file/Calisma-Metinleri/dilen.pdf. Erişim tarihi, 21.06.2015; İNCEOĞLU, Sibel, İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi Kararlarında Adil Yargılanma Hakkı, Beta Yayınları, İstanbul, 2005, s. 188; GÖLCÜKLÜ, Feyyaz/GÖZÜBÜYÜK, Şeref, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Uygulaması, Turhan Yayınevi, Ankara, 2002, s. 282. Örnek Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararları için ayrıca bkz., Piersack/Belçika. 01.10.1982, A.53; Holm/İsveç, 25.11.1993, A.279. Yine, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonu’nun 23 Nisan 2003 tarihli oturumunda kabul edilerek, bir Birleşmiş Milletler belgesi haline gelen ve 2006 yılında Ülkemiz Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nca da kabul edilen 214 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 gelen etkilere karşı korunmasını sağlamaya yönelik iken, tarafsızlık hâkimin, bireysel kanaatlerinden sıyrılarak, peşin hükümlerden, önyargılardan kurtularak, kanun hükmünü önündeki uyuşmazlığa adaletli bir şekilde uygulamasını ifade eder.[41] Kısacası bağımsızlık hâkimin adil karar vermesi için gerekli ortamın hazırlanması, tarafsızlık ise hazırlanan bu uygun ortamda hâkimin iç muhakeme aşamasında, adaletli bir şekilde karar vermesidir.[42] Bağımsızlığın sağlanması, tarafsızlığın da sağlandığı anlamına gelmez; çünkü en güvenilir hâkim bile, kişisel nedenlerle, siyasi görüşleri doğrultusunda veya sadece menfaatini gözeterek karar verebilir. Yani bağımsızlık, tarafsızlığı sağlamada ancak bir ön şart olarak karşımıza çıkmaktadır. Bağımsızlık yasal düzenlemeler ile sağlanabilecek bir unsur iken, tarafsızlık genelde ancak karar açıklandıktan sonra daha net şekilde anlaşılabilmektedir.[43] Eğer hâkim olumsuz etkiler sonucu, hukuk kurallarını tarafsız bir biçimde uygulamaz, adalet ve hakkaniyete aykırı olarak, davanın taraflarından birinin lehine karar verirse, toplumun hukuk düzenine olan inancı da sarsılacak, bu durum da zincirleme birçok başka sorunun doğmasına yol açabilecektir. Burada, yargı organlarının tarafsızlığına olan inancın, o ülkedeki hukuk sisteminin meşruluğuna ve yargı bağımsızlığına olan inanç ile doğru orantılı olacağı gözden kaçırılmamalıdır. Bangalore Yargı Etiği İlkelerine göre, tarafsızlık “yargı görevinin tam ve doğru bir şekilde yerine getirilmesi esası” olarak tanımlanmış ve hâkimin “görevini yerine getirirken “davayla ilgili olmayan sebeplere dayanarak herhangi bir kişi ya da gruba karşı sözle veya davranışlarıyla meyilli ya da önyargılı olarak hareket edemeyeceği” hüküm altına alınmıştır. Bkz., www. hsyk.gov.tr/yiub/bangalore-yargi-etiği-ilkeleri-tr.pdf, erişim tarihi, 20.10.2014. Ayrıca bkz., TEZCAN, Durmuş/ERDEM M. Ruhan/SANCAKDAR, Oğuz, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Işığında Türkiye’nin İnsan Hakları Sorunu, Seçkin Yayınevi, Ankara, 2002, s. 254; DİNÇ, Güney, Sorularla Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, Türkiye Barolar Birliği Yayınları, 2006, s. 177-179; [41] CENTEL, Nur, “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine Göre Mahkemelerin Bağımsızlığı ile Tarafsızlığı ve Türk Hukuku”, Prof. Dr. Nurullah Kunter’e Armağan, İstanbul, 1998, s. 45. [42] Bu anlamda tarafsızlık yargının bir özelliği değil, onun özü olarak görülmektedir. Tarafsızlığını yitirmiş bir makam “yargı organı” olarak nitelendirilemez. Bkz., SANCAR/ ATILGAN, 2009, s. 108. [43] Bu sebeple dava görülmeden önce, yargıcın tarafsızlığı konusunda şüphe duyuluyorsa, bir önlem olarak hâkimin davaya bakamayacağı haller, hâkimin reddi veya bizzat kendisinin davadan çekilmesi gibi hukuki tedbirler öngörülebilir. Örneğin, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 22 ve 32. maddeleri arasında ceza hukuku yönünden konuyla ilgili ayrıntılı düzenleme mevcuttur. 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 215 HAKEMLİ Anayasalarımızda Yargının Bağımsızlığı ve Tarafsızlığı Dr. Fatih ÖZKUL HAKEMLİ Anayasalarımızda Yargının Bağımsızlığı ve Tarafsızlığı Dr. Fatih ÖZKUL III. 1876 ve 1921 ANAYASALARINDA A. 1876 Anayasası’nda Monarşik bir sistemi ve egemenliğin hükümdara ait olduğunu benimseyen 1876 Anayasası (Kanun-u Esasî) yargıyı bir kuvvet olarak nitelendirmemiş, yargı organına ilişkin bölümün başlığı olarak “mehakim” (mahkemeler) deyimini kullanmıştır. Ancak 1876 Anayasası, yargı bağımsızlığından söz eden ilk metin olarak anılması[44] ve yargı konusunda getirdiği güvencelerin hiç de az olmaması sebebiyle anayasal tarihimizde belli bir öneme sahiptir. 1876 Anayasası yargıyı bir kuvvet olarak nitelendirmemiş olsa da, yargı bağımsızlığına ilişkin ilkelere yer vermiştir. Örneğin, 81. maddesinde yargıçların görevlerinden alınamayacakları, görevlerinden çekilmelerinin kabul edilebileceği, yükselmelerinin, mesleklerinin, görev yerlerinin değiştirilmesinin, emeklilikleri ve bir suçtan dolayı mahkûm olma nedeniyle görevden alınmalarının özel yasa hükümlerine bağlı olacağı, 82. maddesinde yargılamanın aleni olacağı, 85. maddesinde her davanın ait olacağı mahkemede görüleceği, kişiler ile hükümet arasındaki davaların bile genel mahkemelere tabi olacağı, 86. maddesinde mahkemelerin her türlü müdahalenin dışında oldukları, 88. maddesinde mahkemelerin sınıflarının, görevlerinin, yetki dereceleri ve bölünmelerinin, yargıçların görevlendirilmelerinin yasalara dayanacağı, 89. maddesinde olağanüstü mahkeme kurulma yasağı, 90. maddesinde ise hâkimlerin devletin maaşlı bir başka memuriyetini kabul edemeyecekleri hüküm altına alınmıştır. Yargı bağımsızlığı açısından önemli olan bu hükümler,[45] II. Abdülhamit’in 13 Şubat 1878’de Anayasa’yı askıya alması ile ortadan kalkmıştır.[46] B. 1921 Anayasası’nda 1921 Anayasası yasama ve yürütme yetkisinin tek elde toplanmasını öngören, kuvvetler birliği ilkesi ile meclis hükümeti sistemini benimsemiştir.[47] Meclis hükümeti teorisinde yargı organının da aynı ele verilmesi yoktur; ancak olağanüstü bir dönemde tatbik edilen 1921 Anayasası dönemindeki uygulamalara [44] SAYAN, İpek Özkal, “Türkiye’de Yargı Bağımsızlığı Sorunu”, Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Dergisi, Güz 2008, C.4, S.2-4, s. 48. [45] İlgili maddeler için bkz., KİLİ, Suna/GÖZÜBÜYÜK, Şeref, Sened-i İttifaktan Günümüze Türk Anayasa Metinleri, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2006, s. 46-47. [46] GÖRÜRYILMAZ, Mustafa, Türklerde Anayasa Hukukunun Gelişimi, Işık Yayınevi, Ankara 2007, s. 209. [47] 1921 Anayasası hakkında bkz., ÖZBUDUN, Ergun, 1921 Anayasası, Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara, 1992. 216 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 baktığımızda, yargı teşkilatının da kuvvetler birliğinin içinde, yani yasama organının etkisinde kaldığını görmekteyiz.[48] 1921 Anayasası, yargı bağımsızlığına ilişkin bir hüküm içermemesine rağmen, yargı konusunda 1876 Anayasası hükümlerinin, 1921 Anayasası döneminde de yürürlükte olduğu düşünülebilir; çünkü 1921 Anayasası 1876 Anayasası’nı yürürlükten kaldırmamıştır. Her iki Anayasa hükümlerinin çatışması durumunda, 1876 Anayasası hükümlerinin zımnen ilga edildiği, 1921 Anayasası hükümleri ile çatışmadığı durumlarda ise 1876 Anayasası hükümlerinin geçerli olduğu kabul edilmiştir. Uygulamada da çoğu konularda (özellikle başkomutanlık) 1876 Anayasası’ndan faydalanma yoluna gidilmiştir.[49] Ancak yargı organı yönünden bu ilke pek de geçerli olamamıştır. Örneğin, kurtuluş savaşının kazanılması amacıyla kurulan ve üyeleri yasama organı tarafından kendi üyeleri arasından seçilen İstiklal Mahkemeleri, tabiatıyla hâkimlerin bağımsızlığı ve kanuni hâkim güvencelerine tamamıyla aykırıydı. Ancak dönemin olağanüstü koşullarında kurulan bu Mahkemelere ilişkin tartışmaların, hukuki olmaktan ziyade siyasi ve tarihi olması gerektiği kanaatindeyiz. IV. 1924 ve 1961 ANAYASALARINDA A. 1924 Anayasası’nda Yargı fonksiyonundan söz etmeyen 1921 Anayasası’ndan sonra yürürlüğe giren ve kuvvetler birliği ilkesini kabul eden 1924 Anayasası, 4. maddesinde egemenliğin yalnızca Türk Milletinin tek ve gerçek temsilcisi olan Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) tarafından kullanılacağını belirttikten sonra, 5. maddesinde yasama ve yürütme fonksiyonlarını TBMM’de toplamıştır.[50] Aynı Anayasa’nın 8. maddesinde ise “hakk-ı kazâ, Millet nâmına, usûlü ve kanun dairesinde müstakil mehâkim tarafından istimal olunur” şeklindeki düzenlemeyle, yargı yetkisinin millet adına bağımsız mahkemelerce kullanılacağı hüküm altına alınmıştır.[51] 1924 Anayasası’nın önceki fasıllardaki başlıklarında, yasama ve yürütmeden “vazife” olarak bahsedilirken, yargıdan “kuvvet” olarak bahsedilmesi, Anayasa’nın benimsemiş olduğu kuvvetler birliği ilkesiyle pek de [48] GÖZLER, 2000, s. 52. [49] GÖZLER, 2000, s. 47-48. [50] ARSEL, İlhan, “Constitutional Development of Turkey since Republic, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C.18, S. 1-4, s. 59. [51] Uygulamada ise Meclis, dilediği takdirde yargı yetkisini bizzat kendisi kullanabilme imkânına sahiptir. İstiklal Mahkemeleri ile somut örneği oluşturulan bu yargı çeşidi, 1949 tarihine kadar yürürlükte kalmıştır. Bkz., SAYAN, 2008, s. 48. 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 217 HAKEMLİ Anayasalarımızda Yargının Bağımsızlığı ve Tarafsızlığı Dr. Fatih ÖZKUL HAKEMLİ Anayasalarımızda Yargının Bağımsızlığı ve Tarafsızlığı Dr. Fatih ÖZKUL bağdaşmamaktadır; tamamen yasama organının üstünlüğünü kabul eden bir Anayasa’nın, yasama fonksiyonu hakkında “görev” terimini kullanırken, yargı organını bir “kuvvet” olarak vasıflandırmasını açıklamak zordur.[52] 1924 Anayasası’nın yargı ile ilgili düzenlemelerini incelediğimizde şu hükümlerin getirilmiş olduğunu görmekteyiz. Mahkemelerin kuruluş görev ve yetkileri kanunla gösterilir (m. 53). Hâkimler, bütün davaların görülmesinde ve hükmünde bağımsızdırlar ve bu işlerine hiçbir türlü karışılamaz. Ancak kanun hükmüne bağlıdırlar. Mahkemelerin kararlarının TBMM ve Bakanlar Kurulu hiçbir türlü değiştiremezler, geciktiremezler ve hükümlerin yerine getirilmesine engel olamazlar (m. 54). Hâkimler, kanunla gösterilen haller ve usuller dışında görevlerinden çıkarılamazlar (m. 55). Hâkimlerin nitelikleri, hakları, görevleri, aylık ve ödenekleri, nasıl tayin olunacakları ve görevlerinden nasıl çıkarılacakları özel kanunla gösterilir (m. 56). Hâkimler, kanunla gösterilenlerden başka genel veya özel hiçbir görev alamazlar (m. 57). Mahkemelerde yargılamalar herkese açıktır. Yalnız yargılama usulü kanunları gereğince bir yargılamanın kapalı olmasına mahkeme karar verebilir (m. 58). Herkes mahkeme önünde haklarını korumak için gerekli gördüğü yasal araçları kullanmakta serbesttir (m. 59). Hiçbir mahkeme görev ve yetkisi içindeki davalara bakmazlık edemez. Görev ve yetki dışındaki davalar ancak bir kararla reddolunur (m. 60).[53] Yukarıdaki düzenlemeler doğrultusunda, ilk bakışta 1924 Anayasası’nda yargı bağımsızlığı ilkesinin kabul edilmiş olduğu izlenimi uyansa da,[54] Anayasa’nın [52] Anayasa’daki bu düzenleme şekli, yargının konumunun yükseltilmesi olarak da yorumlanmıştır. Bkz., TANÖR, Bülent, Osmanlı-Türk Anayasal Gelişmeleri, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2009, s. 254; OKANDAN, Recai Galip, “20 Nisan 1340 Anayasamıza Göre Hakkı Kaza”, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mecmuası, C.32, S.2-4, s. 421; KAPANİ, Münci, İcra Organı Karşısında Hâkimlerin İstiklâli, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayınları, Ankara, 1956, s. 28. Gözler ise, bu durumun bir rastlantıdan ibaret olduğunu düşünmektedir. Bkz., GÖZLER, 2000, s. 67. [53] KİLİ/GÖZÜBÜYÜK, 2006, s. 140-141. [54] Bu ilk izlenimin aksine, yargı bağımsızlığına ilişkin düzenlemeler açısından, 1924 Anayasası’nın 1876 Anayasası’ndan daha geride olduğu ileri sürülmüştür. Örneğin 1876 Anayasası’nda yer alan doğal yargıç ilkesi güvence altına alınmış iken, aynı ilke 1924 Anayasasında herhangi bir düzenlemeye konu olmamıştır. Aksine, Anayasa’nın Meclis görüşmelerinde “fevkalade mahiyeti haiz mahkeme teşkili memnudur” şeklindeki, olağanüstü mahkeme kurma yasağına ilişkin ek fıkra önerisi reddedilmiştir. Bkz., GÖZÜBÜYÜK, Şeref A./SEZGİN, Zekai, 1924 Anayasası Hakkında Meclis Görüşmeleri, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, 1957, s. 414. Yine, idari dava ve ihtilaflara bakmakla görevlendirilen Şura-ı Devlet (m.51), yargı bölümünde değil yürütme bölümünde düzenlenmiştir. Kaldı ki, nizamnamelerin (tüzüklerin) kanunlara aykırılığını denetleme görevi Şura-ı Devlete değil, TBMM’ye aittir. Ayrıca 1924 Anayasası, 25. maddesindeki düzenleme ile kanunların yorumlanması yetkisini mahkemelere değil, yasama organına verilmiş olduğu da unutulmamalıdır. 218 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 uygulanması safhasında, belirtilen güvencelere uyulduğu söylenemez. Diğer taraftan, 1924 Anayasası’nda yargıyla ilgili hükümlerde, yasama organı karşısında bir güvence de oluşturulamamıştır; çünkü Anayasa’da getirilen güvenceler “kanun dairesinde” sınırlandırılmıştır.[55] Özellikle Anayasa’nın 55. maddesinde, yargı bağımsızlığının temel unsurunu oluşturan hâkimlerin azlolunamayacağı ilkesine kanunla istisna getirilip, takdirin yasama organına bırakılmış olması, yine 56. maddede hâkimlerin özlük haklarının ve bağımsızlık ile ilgili önemli hususların çıkarılacak olan kanuna tabi kılınması, pratikte yargının bağımsızlığını sağlamayı neredeyse imkânsızlaştırmıştır. Tatbikatta da, hâkimlerin tayin, terfi, nakil ve disiplin işlerinde yürütme organının yetkili kılınmış olması ve hâkimlerin yaş haddi dikkate alınmaksızın “görülen lüzum” üzerine resen emekliye sevk edilebilmeleri, yargı organını yürütme organına bağımlı kılmıştır. Anayasa’nın yukarıda belirtilen hükümleri paralelinde, önce 03.03.1926 tarihli 766 sayılı Kanun,[56] daha sonra ise bu Kanun’u yürürlükten kaldıran 04.07.1943 tarih ve 2556 sayılı Hâkimler Kanunu[57] kabul edilmiştir. 766 sayılı Kanun’da yargı bağımsızlığı kurumsal olarak düzenlenmemiştir. İntihab encümeni olarak adlandırılan ve kuruluş şekli 2010 Anayasa değişikliği öncesindeki Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’na benzeyen Kurul’da ağırlık, Adalet Bakanlığı temsilcilerindedir. İntihab Encümeni Adalet Bakanı, Müsteşar, bir Temyiz Mahkemesi Başkanı, üç Temyiz Mahkemesi Üyesi, Personel İşleri Müdürü, Ceza İşleri Müdürü, Hukuk İşleri Müdürü, Teftiş Heyeti Başkanından oluşmaktadır. İntihab encümeninin görevi ise hâkimlerin mesleğe kabulü, terfileri, yer değiştirmeleri ve disiplin işlerine bakmaktan ibarettir. Daha sonra yürürlüğe giren 2556 sayılı Hâkimler Kanunu’nun 4. maddesinde, hâkim adaylığına kabul tümüyle Adalet Bakanlığı’na bırakılmıştır. Adaylar arasından seçilenler muavinlik sınavına kabul edilmektedir. Hâkimlerin denetimi ise Bakanlık müfettişlerince yapılmaktadır. Ayırma Meclisi olarak adlandırılan Kurul, yine 2010 Anayasa değişikliği öncesi HSYK’ya benzer bir şekilde yapılandırılmıştır. Ayırma Meclisi Yargıtay 1. Başkanı, Cumhuriyet Başsavcısı, Adliye vekilince bir yıl için seçilen dört Yargıtay üyesi, Teftiş Kurulu Başkanı, Hukuk, Ceza ve Zat İşleri Müdürlerinden oluşmaktadır. İki ayrı gruba ayrılarak görevini yerine getiren bu Meclisin, Yargıtay Başkanı’nın başkanlığında toplanan ilk grubu hâkimlere ait terfi defterini, Cumhuriyet Başsavcısı’nın başkanlığında toplanan [55] Bu dönemde tek parti rejimine uygun olarak yetkilerin tek elde toplanması sonucu, TBMM’nin tasarrufları denetim dışı kalmış ve dönemin yasalarında da aynı anlayış egemen olmuştur, Bkz., SAYAN, 2008, s. 50. [56] Bkz., 20.03.1926 tarih, 326 sayılı RG. [57] Bkz., 14.07.1934 tarih, 2572 sayılı RG. 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 219 HAKEMLİ Anayasalarımızda Yargının Bağımsızlığı ve Tarafsızlığı Dr. Fatih ÖZKUL HAKEMLİ Anayasalarımızda Yargının Bağımsızlığı ve Tarafsızlığı Dr. Fatih ÖZKUL ikinci grubu ise savcılara ait terfi defterini hazırlamaktadır. Defterler üzerinden hâkim ve savcıların atanması yetkisi ise 79. madde uyarınca Adalet Bakanı’na aittir.[58] Görüldüğü üzere Kurul’un oluşumunda Adalet Bakanlığı ağırlıkta olup, terfi işlemleri Ayırma Meclisi kararları ile yapılmaktadır. Hâkimlerin denetimi Adalet Bakanı’na aittir; ihtar cezası yine Bakan’ın doğrudan ya da teklifi üzerine verilebilmektedir. Ayrıca 2556 sayılı Kanun’da, yargı güvencesi “asli maaşı 60 ve daha yukarı” olanlar için tanınmış, bu maaş hakkına erişememiş durumdakiler için ise güvence kabul edilmemiştir.[59] Anılan Kanun’da 1949 yılında yapılan değişiklikten sonra, hâkimlerin “takdire” bağlı olarak görevden çıkartılabilmeleri olanağı da sağlanmıştır. Aynı şekilde Kanun’un 62. maddesi, savcılığa nakledilecek olan bir hâkimin bu konudaki rızasının alınmasının gerekli olmadığı biçiminde yorumlanınca, yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı Adalet Bakanı’nın iradesi ile sınırlı duruma gelmiştir.[60] Her ne kadar yargı bağımsızlığının sağlanması düşüncesiyle hâkimlik teminatı adı altında çeşitli hükümlere[61] yer verilmiş ise de, fiiliyatta söz konusu düzenlemeler yetersiz [58] Ayrıca Hâkimler Kanunu’na göre, birinci sınıfa ayrılmış bir hâkimi Yargıtay üyeliğine seçme yetkisi ile, Yargıtay Daire Başkanları ve Cumhuriyet Başsavcısı’nı seçme yetkisi Adalet Bakanı’na aitti; Yargıtay Başkanı’nı seçme yetkisi ise Bakanlar Kurulu’na verilmişti. Dolayısıyla, Ayırma Meclisi’ndeki söz sahibi kuvvet yürütme erkiydi. Bkz., KUNTER, Nurullah, “Türkiye’de Kaza Kuvveti”, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mecmuası, C.XXV, S.1-4, İstanbul, 1960, s. 52. [59] Düzenlemenin 1924 Anayasası’na aykırılığı ileri sürülmüş ancak bir sonuç alınamamıştır. Bkz., ÖZEK, Çetin, “Yargının İdari Denetimi”, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mecmuası, XLV-XLVII (1-4), 1979-1981, s. 934. [60] ÜNVER, Yener, “Yargı Bağımsızlığı Açısından Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu”, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mecmuası, 1, S.1-4, 1998-1990, s. 170-173. [61] Bu hükümler 62. madde uyarınca şu şekilde düzenleme altına alınmıştır: 1. Hâkim mahkemenin ilgası veya kadronun tenkisi sebeplerine müsteniden olsa bile maaşından mahrum edilemez. 2. Hâkimlerin mevki ve memuriyetleri, muvafakatleri alınmadan, terfi suretiyle de olsa değiştirilemez. 3. Hâkimler vekâlet emrine alınamaz. 4. Kanun hükümleri dışında emekliye ayrılamaz. 220 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 kalmış,[62] özlük işlerinde tek yetkili kurum yürütme organı olmuştur.[63] Dolayısıyla, 1924 Anayasası’nda ve bu Anayasa doğrultusunda düzenlenen 776 ile 2566 sayılı Kanunlarda, yargı bağımsızlığından bir kavram olarak söz edildiği, ancak kurumsal veya bireysel olarak bağımsızlık ile tarafsızlığı sağlamaya yetecek adımların atılmadığı söylenebilir. B. 1961 Anayasası’nda 1961 Anayasası’nda demokratik rejim bütün güvenceleriyle oluşturulmak istendiği için, iki meclisli parlamentoya ve Anayasa Mahkemesi’ne sahip bir egemenlik anlayışı kabul edilmiş, erkler ayrılığı yumuşak olan parlamenter rejim öngörülmüştür.[64] Anayasa’da erkler arasında ise öncelikle yargı güçlendirilmeye [62] Özellikle 2566 sayılı Kanun’daki düzenlemeler gerek doktrinde, gerekse uygulamada eleştirilmiştir. Yapılan eleştiriler şu şekilde özetlenebilir. Teminat açısından hâkimler arasında ayrım yapılması ve belli bir maaşa ulaşanların teminattan faydalanabilmeleri eşitliğe aykırıdır. Hâkim kadrolarının kaldırılması ve azaltılmasının Adalet Bakanlığı’nın takdirinde olması suiistimale açıktır. Bkz., İSTANBULLU, Tahsin, Hâkimler ve Hukuku, İstanbul 1939, s. 134-135; KAPANİ, 1956, s. 110. Emeklilik açısından da bir güvence yoktur. Emekli Sandığı Kanunu’na hâkim ve savcılar açısından özel bir hüküm konulmamış olduğundan, görevde otuz yılı veya altmış beş yaşı dolduran hâkimler ile savcılar diğer kişiler gibi emekliye sevk edilebileceklerdir. Hâkimler hakkında yapılacak soruşturmalar için izin verme yetkisinin Adalet Bakanı’nda olması yargı bağımsızlığı ile uyuşmamaktadır. Bkz., KUNTER, 1960, s. 53-54. Bu konuda izin verme yetkisi bir hâkime veya hâkimlerden oluşan bir kurula verilmelidir. Hâkimlerin terfileri açısından tutulacak olan defterlerin göz önüne alınacağı kabul edilmiş olsa da, hâkime hangi görevin teklif edileceği ve görevin kabul edilmemesi halinde maaş ve ödeneğin kesilmesi yetkisi Adalet Bakanı’na ait olduğundan, terfi defterine göre terfi gerçek bir teminat sağlamamaktadır. Bkz., FINDIKGİL, Yavuz, “Hâkimlik Teminatı”, İstanbul Barosu Dergisi, İstanbul, 1950, s. 405. [63] 1924 Anayasası’nın sonlarına doğru, yargı erki ile yürütme kuvveti arasındaki gerilimin iyice arttığı zamanlarda, yukarıda eleştirilerde haklılık payı olduğu anlaşılmıştır. Bu dönemde yukarıda da belirtildiği üzere, hâkimlerin özlük işleri bakımından, diğer devlet memurları gibi 5434 sayılı Emekli Sandığı Kanunu’na tabi olmalarından dolayı, hâkimlik teminatının en önemli unsurlarından birisi olan emekliliğe sevk yasağı işlememiş, aksine dönemin hükümetinin elinde etkili bir tehdit unsuru olarak kullanılmıştır. 1953 yılında Emekli Sandığı Kanunu’nun 39/b maddesinde 7242 sayılı Kanun’la yapılan değişiklik sonucu, otuz hizmet yılını tamamlamış olan hâkimler, diğer devlet memurları ile birlikte yaş şartı aranmaksızın “görülen lüzum üzerine” resen emekliye sevk edilmiştir. Aradaki çatışma, 1954 yılında ise had safhaya ulaşarak yüksek mahkemelere de sıçramıştır. O yıl Emekli Sandığı Kanunu’nda yapılan bir başka değişiklik ile yirmi beş hizmet yılını dolduran Yargıtay Başkan ve Üyeleri de altmış beş yaşından önce emekli edilebilir duruma getirilmiştir. Dönemin hükümeti Kanun’un uygulanması çerçevesinde bir dizi Yüksek Mahkeme üyesini emekliye sevk etmiştir. Söz konusu Kanun’da, emekliye ayırma işlemlerine karşı yargı yoluna başvurabilme olanağı da yasaklanmıştır. Ayrıntılı bilgi için bkz., ÜNAL, Şeref, Anayasa Hukuku Açısından Mahkemelerin Bağımsızlığı ve Hakimlik Teminatı, TBMM Kültür Sanat ve Yayın Kurulu Yayınları, Ankara, 1994, s. 70-72. [64] GÖZLER, 2000, s. 84-88. 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 221 HAKEMLİ Anayasalarımızda Yargının Bağımsızlığı ve Tarafsızlığı Dr. Fatih ÖZKUL HAKEMLİ Anayasalarımızda Yargının Bağımsızlığı ve Tarafsızlığı Dr. Fatih ÖZKUL çalışılmıştır. 1961 Anayasası’nda 20 Eylül 1971’de 1488 sayılı Kanun[65] ile yapılan, yargı bağımsızlığını da etkileyecek nitelikteki değişikliklerle ise daha güçlü bir yürütme organına ulaşmak hedeflenmiş, 1982 Anayasası ile 1961 Anayasası arasında[66] adeta bir geçiş köprüsü oluşturulmuştur.[67] 1. 1971 Anayasa Değişikliği Öncesinde 1961 Anayasası’nın ilk halinde, 1924 Anayasası’nın uygulandığı dönemde yargı ile yürütme organları arasındaki anlaşmazlıklarından doğan aksaklıklar göz önüne alınarak, yargı kuvveti yeniden düzenlenmiş ve bu bağlamda, yargı organlarının hiçbir etki (özellikle yürütmeden kaynaklanan) altında kalmadan görev yapabilmeleri amaçlanmıştır.[68] Bu gerekçe ile Anayasa’nın III. bölümündeki Cumhuriyetin temel kuruluşuna ilişkin bölüme “Yargı” başlığı da konulmuş ve 7. maddedeki “Yargı yetkisi Türk Milleti adına bağımsız mahkemelerce kullanılır” şeklindeki düzenlemeyle yargı erki, yasama ve yürütme erklerinin yanında üçüncü bir kuvvet olarak kabul edilmiştir.[69] Mahkemelerin bağımsızlığı başlığı altında düzenlenen Anayasa’nın 132. maddesindeki “Hâkimler, görevlerinde bağımsızdırlar; Anayasaya, kanuna, hukuka ve vicdani kanaatlerine göre hüküm verirler. Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hâkimlere emir ve tâlimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz. Görülmekte olan bir dâva hakkında Yasama Meclislerinde yargı yetkisinin kullanılması ile ilgili soru sorulamaz, görüşme yapılamaz veya herhangi bir beyanda bulunulamaz. Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez.” şeklindeki düzenleme ile yargı bağımsızlığı anayasal olarak tanınmıştır. 133. madde uyarınca “Hâkimler azlolunamaz. Kendileri istemedikçe, Anayasada gösterilen yaştan önce emekliye ayrılamaz; bir mahkemenin veya kadronun kaldırılması sebebiyle de olsa, aylıklarından yoksun [65] Bkz., 22.09.1971 tarih, 13964 sayılı RG. [66] 1961 ve 1982 Anayasaları arasında kategorik bir karşılaştırma için bkz., TANÖR, Bülent, İki Anayasa 1961-1982, Beta Yayınları, İstanbul, 1991. [67] KABOĞLU, İ. Ömer, “Türkiye’de Anayasal Reformlar Üzerine”, Anayasa Reformları ve Avrupa Anayasası, Türkiye Barolar Birliği Yayınları, Ankara, 2002, s. 55-56. [68] ALDIKAÇTI, Orhan, Anayasa Hukukumuzun Gelişmesi ve 1961 Anayasası, İstanbul, 1982, s. 343. [69] 1961 Anayasası ile yargının, 1924 ve yabancı ülke anayasalarına oranla böylesine yüceltilmiş olmasındaki amacın altında, yargı mensuplarındaki sorumluluk duygusunu güçlendirmek ve Anayasa yoluyla “bağımsız yargı karakteri” yaratma çabasının yattığı ileri sürülmüştür. Bkz., SOYSAL, Mümtaz, 100 Soruda Anayasanın Anlamı, İstanbul, 1992, s. 186. 222 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 kılınamaz. Meslekten çıkarılmayı gerektiren bir suçtan dolayı hüküm giymiş olanlarla görevini sağlık bakımından yerine getiremeyeceği kesin olarak anlaşılanlar ve meslekte kalmalarının caiz olmadığına karar verilenler hakkında kanundaki istisnalar saklıdır.” Yine Anayasa’nın 1971 değişikliğinden önceki 134. maddesi gereğince “Hâkimlerin nitelikleri, atanmaları, hakları ve ödevleri, aylık ve ödenekleri, meslekte ilerlemeleri, görevlerinin veya görev yerlerinin geçici veya sürekli olarak değiştirilmesi, haklarında disiplin kovuşturması açılması ve disiplin cezası verilmesi, görevleriyle ilgili suçlarından dolayı soruşturma yapılmasına ve yargılanmalarına karar verilmesi, meslekten çıkarılmayı gerektiren suçluluk veya yetersizlik halleri ve diğer özlük işleri, mahkemelerin bağımsızlığı esasına göre, kanunla düzenlenir. Hâkimler altmışbeş yaşını bitirinceye kadar hizmet görürler. Askerî hakimlerin yaş haddi kanunla belirlenir. Hakimler, kanunda belirtilenlerden başka, genel ve özel hiçbir görev alamazlar.” Bu düzenlemelerle hâkimlik teminatı anayasal güvenceye bağlanmıştır. Hukukumuzda hâkimlerin emeklilik yaşı, ilk kez 1961 Anayasası ile teminata kavuşturulmuştur. Yukarıda da değindiğimiz üzere, hâkimler 1961 Anayasası dönemine kadar emeklilik bakımından Emekli Sandığı Kanununa tabi idiler.[70] Bilindiği gibi 1961 Anayasası döneminde, hâkim ve savcıların yönetimi ve denetimi ile ilgili kurullar ayrı ayrı oluşturulmuştur. Savcılık teşkilatı hakkındaki düzenleme 137. maddededir. Madde uyarınca, “Kanun, Cumhuriyet Savcılarının ve Kanun sözcülerinin özlük işlerinde ve görevlerini yapmalarında teminat sağlayıcı hükümler koyar. Cumhuriyet Başsavcısı, Baş kanun sözcüsü ve Askeri Yargıtay Başsavcısı, yüksek mahkemeler hâkimleri hakkındaki hükümlere tabidir.” 1961 Anayasası’nın ilk halinde savcılık teminatı öngörülmemiştir; hâkimlerin özlük işlerini yürütecek olan Kurul savcıları kapsamamaktadır. Cumhuriyet savcılarının denetimi ve haklarındaki soruşturma Adalet Bakanlığı müfettişleri veya üst dereceli Cumhuriyet savcıları tarafından yapılmaktadır. Anayasa’da savcılar ile bağımsızlıkları mutlak olması gerektiği düşünülen hâkimler arasında ayrım yapılmıştır. Biz bu noktaya çalışmanın 1982 Anayasası’na ilişkin bölümünde değineceğiz. 1961 Anayasası’nın yargı alanında getirdiği en önemli yeniliklerden birisi de, Hâkimlerin bağımsızlığını sağlamak üzere kurulan Yüksek Hâkimler Kurulu’dur. [70] Ancak, 1961 Anayasası’nda emeklilik bakımından altmış beş yaş sınırının getirilmiş olmasıyla beraber, 1924 Anayasası döneminde çıkarılan kanun hükümlerinin halen yürürlükte olması sebebiyle, anayasal güvencenin fiilen sağlanamadığı ileri sürülmüştür. Bkz., KURU, Baki, Hakim ve Savcıların Bağımsızlığı ve Teminatı, Ankara, 1966, s. 31. AYM de, önüne gelen davada, Emekli Sandığı Kanunu’nun39/b-II. hükmünün, Anayasa’nın açık hükmü karşısında uygulanabilme olanağı kalmadığı gerekçesiyle, Anayasa’nın anılan Kanun hükmünü zımnen ilga ettiğine karar vermiştir. Bkz., E.:1962/262, K.:1963/21, K.T.: 30.01.1963. 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 223 HAKEMLİ Anayasalarımızda Yargının Bağımsızlığı ve Tarafsızlığı Dr. Fatih ÖZKUL HAKEMLİ Anayasalarımızda Yargının Bağımsızlığı ve Tarafsızlığı Dr. Fatih ÖZKUL Yeni düzenleme ile hâkimlerin özlük işleri hakkında karar verme yetkisi yürütme organından alınarak, anayasal düzenleme ve buna istinaden çıkarılan 22.04.1962 tarihli 45 sayılı Kanunla[71] kurulan Yüksek Hâkimler Kurulu’na verilmektedir. Anayasa’nın 1971 değişikliği öncesindeki 143. maddesi uyarınca“Yüksek Hakimler Kurulu, onsekiz asıl ve beş yedek üyeden kuruludur. Bu üyelerden altısı Yargıtay genel kurulunca, altısı birince sınıfa ayrılmış hakimlerce ve kendi aralarından gizli oyla seçilir. Millet Meclisi ve Cumhuriyet Senatosu, yüksek mahkemelerde hakimlik etmiş veya bunlara üye olma şartlarını kazanmış kimseler arasından gizli oyla ve üye tamsayılarının salt çoğunluğu ile üçer üye seçerler. Bu usulle Yargıtay Genel Kurulunca iki, birinci sınıfa ayrılmış hakimler ile Millet Meclisi ve Cumhuriyet Senatosu tarafından birer yedek üye seçilir. Yüksek Hakimler Kurulu, üye tamsayısının salt çoğunluğu ile kendi içinden Başkanını seçer. Yüksek Hakimler Kurulu üyelerinin görev süresi dört yıldır. Her iki yılda yarısının seçimi yenilenir. Hakimlik görevinde iken seçilmiş olan üyeler ardı ardına ilk defa seçilemez. Yüksek Hakimler Kurulu üyeleri, görevleri süresince başka bir iş ve görev alamazlar. Yüksek Hakimler Kurulunun kuruluşu, çalışma usulleri, bölümleri ve bu bölümlerin görevleriyle toplantı ve karar yeter sayıları, Başkan ve üyelerinin aylık ve ödenekleri kanunla düzenlenir. Adalet Bakanı, Yüksek Hakimler Kurulu toplantılarına katılabilir; oylamaya katılamaz.”[72] Devam eden 144. maddenin ilk hali de, “Hakimlerin [71] Bkz., 25.04.1962 tarih, 7203 sayılı RG. [72] 143. maddenin ilk şeklinin gerekçesi şöyledir: “Hakimlik teminatının sağlanması için, hakimlerin özlük işleri hakkında kararlar alma yetkisinin yürütme organından alınarak yargı organı içinde teşkil edilecek bir kurula verilmesi prensibinden hareket edildiği malumdur. Yüksek Hakimler Kurulu adını taşıyacak olan bu kurulun teşkili için, Yargıtay’ca altı, birinci sınıf hakimlerce kendi aralarından altı, millet Meclisi ve Cumhuriyet Meclisi tarafından yüksek mahkemelerde hakimlik etmiş veya bunlara üye olma şartlarını kazanmış kimseler arasından üçer üye seçilecek ve böylece on sekiz üyeden oluşacaktır. Bu üyeler seçildikleri dört sene müddet için görevlerinin devamı müddetince başka bir iş alamayacaklardır. Yüksek hakimler Kurulu’nun, görevin icap ettirdiğine göre, bölümler halinde genel kurul halinde çalışması esasları da kanunla düzenlenecektir. Diğer taraftan Yüksek Hakimler Kurulu toplantılarına Adalet Bakanı’nın katılabilmesi fakat oy verememesi esası da bu madde ile kabul olunmuştur.” Bkz., nakleden, ÜNVER, 1988-1990, s. 174. Görüleceği üzere, maddenin ilk haline göre, on sekiz asıl ve beş yedek üyeden oluşan Kurul’a batılı örneklerde olduğu gibi yasama organı tarafından üye seçilmektedir. Kurul üyelerinin üçte biri milletvekilleri ve senatörler tarafından seçilmektedir. Yüksek Hâkimler Kurulu’na Yasama Meclisleri tarafından üye seçilmemesi gerektiği karşı bir eleştiri olarak ileri sürülmüş ve bunun sebebi olarak da, Yasama Meclisleri tarafından seçilecek üyelerin, hâkimler arasından seçilmesinin şart koşulmamış olması yüzünden, herhangi bir yüksek mahkemeye üye olma şartlarını taşıyan kişinin de Hâkimler Yüksek Kurulu’na üye olarak seçilebilme ihtimali gösterilmiştir. Ayrıca, Yasama Meclisleri Üyeleri’nin, adayları teker teker tanıyabilme olanağının bulunmaması sebebiyle, Kurul üyeliğine seçilmek isteyen kişi zorunlu olarak bir siyasi partinin desteğini arayacak ve bu yönde çaba sarf edecektir. Yine, Millet Meclisi ve Senato’da çoğunluğu sağlayabilen bir iktidar, kendi politik eğilimlerine uygun kişileri üye olarak seçerek, Kurul’a şahsi menfaatleri doğrultusunda yön verebilme imkânına kavuşacaktır. Bkz, KURU, 224 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 bütün özlük işleri hakkında karar verme yetkisi Yüksek Hakimler Kurulunundur. Bir hakimin, her ne sebeple olursa olsun, meslekten çıkarılması hakkındaki karar, genel kurulun salt çoğunluğuyla alınır. Adalet Bakanı, gerekli gördüğü hallerde, bir hakim hakkında disiplin kovuşturması açılması için Yüksek Hakimler kuruluna başvurabilir. Bir mahkemenin veya bir kadronun kaldırılması veya bir mahkemenin yargı çevresinin değiştirilmesi, Yüksek Hakimler Kurulunun uygun görmesine bağlıdır. Hakimlerin denetimi, belli konular için Yüksek Hakimler Kurulunca görevlendirilecek üst derecedeki hakimler eliyle yapılır.” biçiminde kaleme alınmıştır.[73] Bu hükümlerden, 1961 Anayasası’nın ilk halinde, yargı bağımsızlığı konusunun hâkimlerin seçtikleri bir Kurul ile çözülmek istendiği, Kurul’un oluşumunda yasama organına da yer verilerek demokratik meşruiyete daha uygun, çoğulcu bir düzenleme getirildiği, ayrıca birinci sınıfa ayrılmış hâkimlere 1966, s. 20. maddenin uygulanması sırasında Yasama Meclisleri tarafından yapılması gereken seçimlerin zamanında yapılamaması Kurul’un işleyişinde aksamalara sebep olmuştur. 02.05.1962 tarihinde kurulan Yüksek Hâkimler Kurulu’nun ilk üye seçimi, Yasama Meclisleri’ndeki gecikmeler sebebiyle 30.11.1962 tarihinde, ilk Kurul toplantısı da ancak 22.12.1962 tarihinde yapılabilmiştir. Yargıtay Genel Kurulu ve birinci sınıfa ayrılmış hâkimlerin seçimlerini zamanında yapmalarına karşılık, Yasama Meclisleri’ndeki seçimler çok uzun sürmüştür. Hatta Cumhuriyet Senatosu tarafından seçilmesi gereken iki üyenin bir türlü seçilememesi ve yeni üyelerin seçilip göreve başlayıncaya kadar eski üyelerin görevlerine devam etmeleri gerektiğinden, Yargıtay Genel Kurulu, Millet Meclisi ve birinci sınıfa ayrılmış hâkimler tarafından seçilen üyeler iki yıla yakın bir süre görevlerine başlayamamışlardır. Bkz., KURU, 1966, s. 21. Ayrıca Kurul’a sadece birinci sınıfa ayrılmış hakimler tarafından üye seçilmesi, hakimler arasında ayrım yapılmış olduğundan dolayı da eleştirilmiştir. Hâkimlerin birbirlerini tanımamaları sebebiyle, seçime bölgecilik ve tavizcilik gibi hususların karışması ihtimali de başka bir sorundur. Bkz., ÜNAL, 1994, s. 80-81. Kurul’un bağımsız bir bütçesinin bulunmaması da eleştirilere konu olmuştur. Bkz., SENGİR, Turgut, Yargı Bağımsızlığı ve Sonuçları, İstanbul Barosu Yayınları, İstanbul, 1965, s. 35. AYM ise, bağımsız bir bütçeye sahip olabilme imkanını tanımayan Yüksek Hakimler Kurulu Kanunu’nun 67. maddesini Anayasa’ya uygun bularak iptal etmemiştir. Bkz., E.: 1963/169, K.: 1963/113, K.T.: 15.05.1963. [73] 144. maddenin ilk şeklinin gerekçesi de şu şekildedir. “133. maddenin gerekçesinde belirtildiği üzere, Yüksek Hâkimler Kurulu hâkimlik teminatının sağlanması amacıyla kurulmuş ve hâkimlerin bütün özlük işlerinde karar verme yetkisini yalnız bu kurula tanınmıştır. 144’üncü madde kurulun bu yetkilerini düzenlemektedir. Filhakika 134’üncü maddede gösterilen hâkimin meslek hayatına dair bütün konularda Yüksek Hâkimler Kurulu karar verecektir. Ancak gerekli görülen hallerde Adalet Bakanı’na bir hâkim hakkındaki disiplin kovuşturması açılmasını istemek hakkının tanınması uygun görülmüştür. Diğer taraftan bir mahkemenin kaldırılması veya yargı çevresinin değiştirilmesi hususunda, Bakanlık tarafından bir karar alınmadan evvel, Yüksek Hâkimler Kurulunun uygun mütalaasının alınması gerekecektir. Bu madde ile hâkimlerin denetimi hakkında da yeni bir esas konmaktadır. Buna göre hâkimlerin denetimi belli konular için görevlendirilecek üst dereceli hâkimler marifetiyle yapılacaktır.” Bkz., Nakleden, ÜNVER, 1998-1990, s. 174. Hâkimlerin denetimi ile haklarındaki soruşturmanın Yüksek Hâkimler Kurulu’na bağlı, sürekli görevde ve Kurulca atanan müfettişler hâkimlerce yapılması, yürütme organının yargı üzerindeki olumsuz etkilerini önlemeye hizmet edebilecek nitelikte bir düzenlemedir. 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 225 HAKEMLİ Anayasalarımızda Yargının Bağımsızlığı ve Tarafsızlığı Dr. Fatih ÖZKUL HAKEMLİ Anayasalarımızda Yargının Bağımsızlığı ve Tarafsızlığı Dr. Fatih ÖZKUL de Kurul’a üye seçme hakkı tanınarak seçkinci bir anlayışın benimsenmediği anlaşılmaktadır.[74] Yürütme organının[75] önceden sahip olduğu hâkimlerin mesleğe kabulleri, terfileri, tayinleri, yerlerinin değiştirilmesi, görevlerine son verilmesi gibi yetkilerine son verilmiştir.[76] Ayrıca hâkimlerin özlük işleri[77] hakkında Kurul tarafından alınan kararlar, bir öneri veya danışma niteliğinde olmayan, hiçbir makam veya merciin onayına tabi olmadan sonuç doğuran icrası zorunlu kararlardandır.[78]Kaldı ki bu dönemde hâkimler, daire kararlarına karşı genel kurula itiraz etme ve Danıştay’a iptal davası açabilme hakkına da sahiptir. Hâkimlerin hâkimler tarafından seçilmesi sistemini ifade eden bu [74] Daha ayrıntılı bilgi için bkz., CAN, Osman, “Yargı ve Demokratik Meşruiyet”, Radikal Gazetesi, 09.12.2007; AÇIKMEŞE, Sinem Akgül, “Avrupa Birliğinde Demokratik Meşruiyet Sorunu”, Ankara Avrupa Çalışmaları Dergisi, C.2, No.4, Bahar 2003, s. 23-45; TOSUN, Fahri Mutlu, “Yargı ve Demokratik Meşruiyet”, Türkiye Tabibler Birliği Dergisi, S.88, s. 320-332. [75] 1961 Anayasası döneminde AYM, bizzat Yüksek Hâkimler Kurulu tarafından açılan iptal davasında, Adalet Bakanı’nın Kurul’da yer almasının Anayasa’ya aykırı olmadığına hükmetmiştir. Bkz., E.: 1963/169, K.: 1963/113, K.T.: 15.05.1963, 14.08.1963 tarih, 11480 sayılı RG. [76] Ayrıca, 1961 Anayasası uygulamasında, 2556 sayılı Kanun’un 1972 yılında değiştirilmesine kadar olan dönemde, hâkimler coğrafi güvenceden de yararlanmıştır. Coğrafi güvence uyarınca, hâkimin izni olmaksızın terfi suretiyle de olsa, mevki ve memuriyeti değiştirilememekteydi. Bkz., KURU, 1966, s. 40. [77] Bu dönemde, 1961 Anayasası’nın Danıştay’ı düzenleyen 140. maddesindeki, idari hâkimlerin özlük işleri konusunda kanunla özel düzenleme yapılacağı yönündeki kural gereği, Yüksek Hâkimler Kurulu da sadece adli hâkimlerin özlük işleri hakkında yetkili olmuştur. [78] KURU, 1966, s. 20. 226 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 yeni kooptasyon sisteminin,[79] 1950’li yıllarda yürürlükte olan önceki hâkimler rejimine bir tepki olarak ortaya çıktığı ileri sürülmüştür.[80] 2. 1971 Anayasa Değişikliği Sonrasında 1960’lı yılların sonlarına doğru ortaya çıkmaya başlayan siyasal şiddet ortamının ve terör olaylarının önlenememesi sonucunda, Anayasa’ya yöneltilen suçlamalar da artmış, bu gelişmeler üzerine Türk Silahlı Kuvvetleri’nin 12 Mart 1971 muhtırası ile Demirel Hükümeti istifaya zorlanarak, ordu desteğinde bir partiler üstü geçici yönetim kurulmasıyla Anayasa değişikliği gündeme gelmiştir.[81] 1961 Anayasası, 1971-1973 ara rejim döneminde iki önemli değişikliğe uğramıştır. Konumuz açısından önemli olan, 1488 sayılı Kanun’la [79] Kooptasyon sistemi ile kuvvetler ayrılığı ilkesi en katı şekilde yorumlanmakta, hâkimler veya yüksek dereceli mahkemelerin hâkimleri, ya görev yapacakları mahkemelerin hâkimleri tarafından, ya da hâkimlerin çoğunlukta olduğu özel olarak oluşturulan kurullar tarafından seçilmektedir. Söz konusu kurullar hâkim atamaları yanında, yargı personel politikasında da söz sahibi olabilmektedir. Sistemi savunanlar, bu yapıda hâkimlerin bağımsızlığının en iyi şekilde sağlanabileceğini, atama, terfi ve diğer özlük işlerinde yasama ya da yürütme organlarının söz sahibi olamayacak olmaları sebebiyle, yargı bağımsızlığının ideal şekilde gerçekleşeceğini ifade etmektedirler. Bkz. KAPANİ, 1956, s. 52. Ayrıca, Bu sayede mesleki yetenekten yoksun kimselerin seçilebilme şansları da azalmaktadır. Bkz., TOSUN, Öztekin, Türk Suç Muhakemesi Hukuku, C.I-IV, İstanbul 1984, s. 466; POSTACIOĞLU, 1975, s. 34. Haliyle bu seçim şekline eleştiriler de yöneltilmektedir. Bu eleştiriler özetle, hâkimlerin özlük haklarının sadece hâkimlerden oluşan bir kurula verilmesinin hâkimler arasında bağımlılık ilişkisi yaratacağı, kendi başlarına karar verebilme yeteneklerinin azalacağı, bir zümre egemenliğine yol açılabileceği ve en önemlisi hâkimler ile halk arasında hiçbir bağın kurulamayacak olması noktalarında toplanmaktadır. Bkz., BERKİN, B. Necmeddin, “Hakimler ve Savcılar Hukukuna Getirilen Yenilikler”, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mecmuası, 1973, C.38, s. 355; ÜNAL, 1994, s. 61-62. [80] Yüksek Hâkimler Kurulu’nun oluşturulmasının en önemli sebeplerinden birisi olarak, 1961 Anayasası dönemine kadar hâkimlerin özlük işlerini düzenleme yetkisine sahip olan Adalet Bakanlarının, yetkilerini hâkimler üzerinde bir baskı aracı olarak kullanmış olmaları gösterilmiştir. Bkz., POSTACIOĞLU, İlhan E., Medeni Usul Hukuku Dersleri, İstanbul Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 1975, s. 36; ALDIKAÇTI, 1982, s. 345; ÜNAL, 2004, s.77. Kurul’un 1961 Anayasası’nın değişiklikten önceki halinde, bölümlerinden başka müfettişleri, kalemi, dolayısıyla ayrı bir çalışma yeri bulunmaktadır. Ayrıca yürütme organının hâkimlerin atanması, meslekte yükseltilmeleri, yerlerinin değiştirilmesi, görevlerine son verilmesi veya bir hâkimin meslek hayatıyla ilgili konularda tasarrufta bulunabilmesi gibi yetkilerine de son verilmiştir. Bkz., SAYAN, 2008, s. 51. Ayrıca 1961 Anayasası’nda, “Yüksek Hakimler Kurulu’nun” yüksek yargı organları arasında belirtmiş olmasından dolayı, hâkimlerin özlük işlerinin ve disiplin hukuku konularındaki hususların, özel olarak oluşturulacak bir “yargı organı” aracılığıyla gerçekleştirilmesinin gerektiği de ileri sürülmüştür. ÖZEK, 1979-1981, s. 939. [81] Bkz., AKINCI, Abdulvahap, “Türkiye’nin Darbe Geleneği: 1960 ve 1971 Müdahaleleri”, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, Nisan 2004, 9(1), s. 66-68. 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 227 HAKEMLİ Anayasalarımızda Yargının Bağımsızlığı ve Tarafsızlığı Dr. Fatih ÖZKUL HAKEMLİ Anayasalarımızda Yargının Bağımsızlığı ve Tarafsızlığı Dr. Fatih ÖZKUL yapılan (Anayasanın 35 maddesi değiştirilip, 9 geçici hüküm eklenmiştir) 20 Eylül 1971 tarihli değişikliktir.[82] İlk olarak 20.09.1971 tarih ve 1488 sayılı Kanun ile Anayasa’nın 137. maddesinde savcılık teşkilatında yeni bir düzenlemeye gidilmiş ve Yüksek Savcılar Kurulu oluşturulmuştur. Madde uyarınca, “Cumhuriyet savcıları, idari görevleri yönünden Adalet Bakanlığına bağlıdır. Cumhuriyet savcılarının Yargıtay üyeliğine seçilmeleri dışında kalan bütün özlük işleri ve disiplin cezaları ile meslekten çıkarılmaları hakkında karar verme yetkisi Yüksek Savcılar Kurulunundur. (Bu Kurulun kararları kesin olup bunlar aleyhine başka bir mercie başvurulamaz.) Ancak disiplin ve meslekten çıkarma cezaları ile ilgili kararların bir defa daha incelenmesini Adalet Bakanı ve hakkında karar verilen Cumhuriyet Savcısı isteyebilir. Yüksek Savcılar Kurulu, Adalet Bakanının başkanlığında Cumhuriyet Başsavcısı, Yargıtay Ceza Daireleri Genel Kurulunca seçilen üç asıl ve iki yedek üye ile Adalet Başkanlığı Müsteşarı ve Özlük İşleri Genel Müdüründen kuruludur. Adalet Bakanı bulunmadığı zaman Kurula Cumhuriyet Başsavcısı Başkanlık eder. Gecikmesinde sakınca bulunan hallerde, Adalet Bakanlığı Cumhuriyet savcılarını geçici yetki ile görevlendirerek bu kararı ilk toplantısında Kurulun onanmasına sunar. Bakanlık Merkez kuruluşunda geçici veya sürekli olarak çalıştırılacak Cumhuriyet savcılarını, muvafakatlerini alarak, atama yetkisi Adalet Bakanına aittir.” Görüleceği üzere, Cumhuriyet savcılarının Yargıtay üyeliğine seçilmeleri dışında kalan bütün özlük işleri, ayrı bir Kurul olan Yüksek Savcılar Kurulu’na bırakılmıştır. Bu Kurul’un kararları kesin olduğundan, aleyhine başka mercilere başvurulamamaktadır.[83]Ancak, disiplin ve meslekten çıkarma cezaları ile ilgili kararların bir defa daha incelenmesini Adalet Bakanı veya hakkında karar verilen Cumhuriyet savcısı isteyebilmektedir. Kurul, Adalet Bakanı’nın başkanlığında Cumhuriyet Başsavcısı, Yargıtay Ceza Daireleri Genel Kurulu’nca seçilen üç asıl iki yedek üye ile Adalet Bakanlığı Müsteşarı ve Özlük İşleri Genel Müdürü’nden oluşmaktadır. Bakan olmadığı zamanlarda Kurul’a Cumhuriyet Başsavcısı başkanlık etmektedir. Cumhuriyet Savcılarının denetimi ve haklarındaki soruşturma, Adalet Bakanlığı müfettişleri veya üst dereceli Cumhuriyet savcıları eliyle yapılmaktadır. Cumhuriyet Başsavcısı yüksek mahkeme hâkimleri hakkındaki hükümlere tabidir. Değişiklik ile Adalet Bakanı’na ilk Kurul toplantısında sunulmak üzere, Cumhuriyet savcılarını geçici olarak görevlendirebilme, Bakanlık merkez teşkilatında rıza ile geçici veya süreli çalışmak üzere atama yapabilme yetkisi de tanınmıştır. Bu tür atama ve görevlendirmelerin, hizmet [82] Bkz., 22.09.1971 tarih ve 13964 sayılı Resmi Gazete. [83] İlgili hükmün, yargı yolu yasağı getiren kısmı, AYM tarafından, hukuk devletine aykırı olduğu gerekçesiyle iptal edilmiştir. Bkz., E.: 1977/82 E., K.: 1977/117, K.T.: 27.09.1977, 14.01.1978 tarih, 16169 sayılı RG. 228 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 gereklerinin dışında kötüye kullanılarak, yargı görevlileri üzerinde baskı oluşturabilme imkânını sağlayabileceği gözden kaçırılmamalıdır. Anayasa’nın 143. maddesi hükmü ise artık şu şekildedir: “Yüksek Hâkimler Kurulu, onbir asıl ve üç yedek üyeden kuruludur. Üyeler, Yargıtay Genel Kurulunca, kendi üyeleri arasından ve üye tamsayısının salt çoğunluğu ile gizli oyla seçilir. Yüksek Hâkimler Kurulu, üye tamsayısının salt çoğunluğu ile, kendi içinden Başkanını ve bölüm başkanlarını seçer. Yüksek Hâkimler Kurulu üyelerinin görev süresi dört yıldır. Süresi bitenler yeniden seçilebilirler. Yüksek Hâkimler Kurulu üyeleri, görevleri süresince başka bir iş ve görev alamazlar. Yüksek Hâkimler Kurulunun kuruluşu, çalışma usulleri, bölümleri ve bu bölümlerin görevleriyle, toplantı ve karar yeter sayıları, Başkan ve üyelerinin aylık ve ödenekleri kanunla düzenlenir. Adalet Bakanı, gerekli gördüğü hallerde Yüksek Hâkimler Kurulu toplantılarına başkanlık eder.” Söz konusu değişiklikle Yüksek Hâkimler Kurulu üyelerinin, sadece Yargıtay Genel Kurulu tarafından seçilmesi öngörülmüş ve Kurul üyelerinin sayısı yirmi üçten on dörde indirilmiştir. Maddenin ilk halinde, hâkimlik görevinde iken Yüksek Hâkimler Kurulu’na seçilmiş üyeler, görev süreleri olan dört yılın sonunda yeniden üyeliğe seçilememektedir. Değişiklik sonrası ise görev süresi sona eren üyeler yeniden seçilebilecektir. Ayrıca Adalet Bakanı da, Kurul toplantılarına katılabilmekle beraber oy kullanma hakkına sahip değil iken, yeni düzenlemeyle gerekli gördüğü hallerde Kurul toplantılarına başkanlık ederek oy kullanabilme hakkına sahip olmuştur.[84] Bu sayede 1961 Anayasası’nın, Yüksek Hâkimler Kurulu’nun Kurul bölüm ve başkanlarını kendi üyeleri arasından, üye tam sayısının salt çoğunluğu ile seçeceğine ilişkin 143. maddesi hükmü de işlevsiz hale getirilmiş, yürütme organının Kurul’a etki edebilme imkânı artırılmıştır.[85] 144. madde ise değişiklik sonrası artık şu şekildedir: “Yüksek Hakimler Kurulu, adliye mahkemeleri hakimlerinin özlük işleri hakkında kesin karar verir. [84] 45 sayılı Kanun’un 4. maddesinin son fıkrası ile Kurul toplantılarına katılabilme imkânını sağlamak amacıyla, Kurul’un toplantı gün, saat ve yeri ile gündeminin en az kırk sekiz saat önce Adalet Bakanı’na bildirilmesi zorunluluğu getirilmiştir. [85] Kimi yazarlar, benimsenen bu yeni seçim şeklini, özellikle Kurul’a üye seçiminde yasama organının yetkisinin kaldırılmış olmasını, yargının sahasına artık parti politikalarının ve siyasi eğilimlerin karışamayacak olması sebebiyle olumlu bulmuştur. Bkz., ÜNVER, 1988-1990, s. 179. Karşı görüş olarak ise, parlamentoya tanınmış olan seçme yetkisinin kaldırılmasının, yargı organının ulus iradesinden kopmasına, yargı bağımsızlığı ile ulusal egemenlik arasındaki dengenin bozulmasına, yol açabileceği düşüncesi ileri sürülmüştür. Bkz., SOYSAL, 1992, s. 189. Yine, Türkiye Barolar Birliği değişikliği eleştirmiş ve getirilen yenilik ile saf kooptasyon sisteminin bir sakıncası olarak, hakimlerin diğer yargı dalındaki görevli hakimlere karşı bağımlı hale geleceklerini, seçme ve seçilme hakkının yalnızca Yargıtay üyelerine değil, bütün hakimlere verilmesi gerektiğini savunmuştur. Bkz., ÜNAL, 1994, s. 82-83. 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 229 HAKEMLİ Anayasalarımızda Yargının Bağımsızlığı ve Tarafsızlığı Dr. Fatih ÖZKUL HAKEMLİ Anayasalarımızda Yargının Bağımsızlığı ve Tarafsızlığı Dr. Fatih ÖZKUL Bu kararlar aleyhine başka mercilere başvurulamaz. Ancak, disiplin ve meslekten çıkarma cezaları ile ilgili kararların bir defa daha incelenmesini, Adalet Bakanı veya hakkında karar verilen hakim isteyebilir. Bir hakimin her ne sebeple olursa olsun, meslekten çıkarılması hakkındaki karar Yüksek Hakimler Kurulu Genel Kurulunun salt çoğunluğu ile alınır. Adalet Bakanı gerekli gördüğü hallerde, bir hakim hakkında disiplin kovuşturması açılmasını Yüksek Hakimler Kurulundan isteyebilir. Bir mahkemenin veya bir hakimin kadrosunun kaldırılması veya bir mahkemenin yargı çevresinin değiştirilmesi, Yüksek Hakimler Kurulunun uygun görmesine bağlıdır. Hâkimlerin denetimi ve haklarındaki soruşturma, Yüksek Hâkimler Kuruluna bağlı ve sürekli olarak görevli müfettiş hâkimler eliyle yapılır. Müfettiş hâkimler, hâkim ve Cumhuriyet savcıları ile bu mesleklerden sayılanlar arasından Yüksek Hâkimler Kurulunca atanır. Müfettiş hakimlerin nitelikleri ile atanma usulleri, hakları, ödevleri, ödenek ve yollukları, meslekte ilerlemeleri, haklarında disiplin kovuşturması yapılması ve disiplin cezası uygulanması, hakimlik teminatı esaslarına göre kanunla düzenlenir.” Burada en dikkat çekici husus, artık Kurul kararlarının kesin hale gelmesi ve bu kararlara karşı başka mercilere başvurulamayacak olmasıdır.[86] Görüleceği üzere, 1961 Anayasası’nın ilk hali ile yargının siyasallaşmasını önleyebilmek, yargının bağımsızlığını ve tarafsızlığını sağlayabilmek amacıyla Hâkimler Yüksek Kurulu kurulmuş, Kurul’un oluşumunda da TBMM’ye üçte birlik bir pay verilerek demokratik meşruiyet gözetilmeye, göreli olarak dengeli bir yapı oluşturulmaya çalışılmıştır. 1971 değişikleriyle bu yapı terk edilerek, tamamen bürokratik, seçkinci bir yaklaşım benimsenmiş, yürütme organının Kurul’da daha fazla söz sahibi olmasının yolu açılmıştır. V. 1982 ANAYASASI’NDA 1961 Anayasası’ndan farklı olarak 1982 Anayasası’nın en temel özelliklerinden birisi, günün koşullarındaki genel eğilime uygun olarak,[87] devlet yapısı içerisinde [86] O dönemde AYM’nin, Anayasa değişikliklerini Anayasa’ya uygunluk açısından denetleme eğilimi vardı. Bu denetimin önüne geçmek için, 1488 sayılı Kanun ile Anayasa’nın 147. maddesinde de değişiklik yapılarak, Yüksek Hâkimler Kurulu başkan ve üyelerinin görevleriyle ilgili suçlarından dolayı, AYM tarafından Yüce Divan sıfatıyla yargılanabilecekleri hükmü getirildi. Bkz., ALDIKAÇTI, 1982, s. 346. Ancak buna rağmen, Anayasa’nın 144. maddesindeki “bu kararlar aleyhine başka mercilere başvurulamaz” hükmü, hukuk devletine aykırı olduğu gerekçesiyle Anayasaya aykırı bulunarak, Yüksek Mahkeme tarafından iptal edilmiştir. Bkz., E.: 1976/43, K.:1977/4, K.T.: 27.01.1977, 21.04.1977 tarihli RG. [87] Yürütme organının güçlendirilmesine yönelik eğilim hakkında bkz., KUZU, 1987, s. 84-139. 230 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 yürütme organını güçlendirmektir.[88] Anayasa’da, 07.05.2010 tarihinde 5982 sayılı Yasa ile yapılan değişiklik konumuz açısından önemli olduğu için, yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığını 2010 değişikliği öncesi ve sonrası olmak üzere iki alt başlık altında inceleyeceğiz. A. 2010 Anayasa Değişikliği Öncesinde 1982 Anayasası da hukuk devleti ilkesini benimsemiş ve “Cumhuriyetin nitelikleri” başlıklı ikinci maddesinde anılan ilkeye yer vermiştir. Ayrıca Anayasa’nın başlangıç kısmında egemenliği “millet adına kullanmaya yetkili kılınan hiçbir kişi ve kuruluşun, bu Anayasada gösterilen hürriyetçi demokrasi ve bunun icaplarıyla belirlenmiş hukuk düzeni dışına çıkamayacağı” belirtilerek, hukuk devleti ilkesinin tüm kişi ve kuruluşları bağladığı[89] vurgulanmıştır.[90] Anayasanın 9. maddesinde de “yargı yetkisi, Türk Milleti adına bağımsız mahkemelerce kullanılır.” denilmektedir. Anayasa’nın 37. maddesi uyarınca “Hiç kimse kanunen tabî olduğu mahkemeden başka bir merci önüne çıkarılamaz. Bir kimseyi kanunen tabî olduğu mahkemeden başka bir merci önüne çıkarma sonucunu doğuran yargı yetkisine sahip olağanüstü merciler kurulamaz.” Hukuk devleti ilkesinin egemen olduğu ülkelerde, doğal hâkim ilkesi anayasal bir güvenceye kavuşturulmuştur. Anayasamızda da, 37. maddedeki hüküm ile olağanüstü mahkemelerin kurulması yasaklamakta, yasama organına hâkim bağımsızlığını ihlal etmeme görevi yüklenmektedir.[91] Doğal hâkim ilkesi, ceza hukukunun en temel esası olan ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 2. maddesinde düzenlenen “kanunsuz suç ve ceza olmaz” ilkesinin uygulamadaki görünümüdür; bu ilke ile toplumda hukuki güvenlik sağlanabilmesi amaçlanmaktadır.[92] Yine Anayasa’nın 38. maddesinin 1. fıkrasında ki “Kimse, işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanunun suç saymadığı bir fiilden dolayı ceza[88] KUZU, Burhan, 1982 Anayasasının Temel Nitelikleri ve Getirdiği Yenilikler, Filiz Kitabevi Yayınları, İstanbul, 1990, s. 39. [89] Düzenlemenin önemi hakkında bkz., TANÖR, Bülent/YÜZBAŞIOĞLU, Necmi, 1982 Anayasasına Göre Türk Anayasa Hukuku, İstanbul, 2002, s. 105. [90] Soysal, bu düzenlemenin bir temenniden ibaret olduğunu, yasa koyucunun ne ölçüde hukuk devletine önem verdiğini anlayabilmek için, Anayasa’nın hukuk devleti ile ilgili diğer düzenlemelerine de bakılması gerektiğini ifade etmiştir. Bkz., SOYSAL, 1992, s. 176. [91] YURTCAN, Erdener, Cumhuriyet Savcısının ve Ceza Yargıcının El Kitabı, İstanbul 2000, s. 202. [92] Ayrıntılı bilgi için bkz., BAKICI, Sedat, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Adalet Yayınevi, Ankara, 2007, s. 11-26. Ayrıca hukuk kuralarının genel ve soyut nitelikte olması da, hâkimlerin bağımsızlığını destekleyen bir unsurdur; bu durum esasen yasama yetkininin genelliğinden kaynaklanmaktadır. ÖZEN, 2010, s. 39. 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 231 HAKEMLİ Anayasalarımızda Yargının Bağımsızlığı ve Tarafsızlığı Dr. Fatih ÖZKUL HAKEMLİ Anayasalarımızda Yargının Bağımsızlığı ve Tarafsızlığı Dr. Fatih ÖZKUL landırılamaz; kimseye suçu işlediği zaman kanunda o suç için konulmuş olan cezadan daha ağır bir ceza verilemez.” şeklindeki düzenlemeyle, ceza hukuku kurallarının geçmişe uygulanamayacağı kabul edilerek, yasama organının, suçun işlenmesinden sonra yeni bir düzenlemeyle daha ağır yaptırım uygulayabilme imkânı ortadan kaldırılmakta, suçun faili için hukuki teminat sağlanmakta, hâkimin ve yargının bir baskı aracı olarak kullanılması önlenmektedir.[93] Yargı yetkisinin kullanılması ile ilgili 138. maddedeki düzenleme ise şu şekildedir: “Hâkimler, görevlerinde bağımsızdırlar; Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdanî kanaatlerine göre hüküm verirler. Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hâkimlere emir ve talimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz. Görülmekte olan bir dava hakkında Yasama Meclisinde yargı yetkisinin kullanılması ile ilgili soru sorulamaz, görüşme yapılamaz veya herhangi bir beyanda bulunulamaz. Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez.” Maddenin kaleme alınışını incelediğimizde, yargı yetkisinin mahkemelerce bağımsız şekilde kullanılabilmesi için ayrıntılı bir düzenlemeye gidildiğini görüyoruz.[94]Madde uyarınca, yasama organı olan TBMM, kanun ve parlamento kararı ile veya siyasi denetim fonksiyonu aracılığıyla mahkeme ve hâkimlere yargı yetkisinin kullanılması ile ilgili olmak koşuluyla emir ve talimat veremez, genelge, tavsiye ve telkinde bulunamaz. Bunun sonucu olarak mahkeme kararlarına etki edemez, verilen kararları değiştiremez ve hükümlerin infazına engel olamaz.[95] Bu yasak kanunların emredici ve mecburiliği ilkeleri [93] Keza, 5237 sayılı TCK’nın 7. maddesinde de aynı ilke benimsenmiş, istisnası ise 2. fıkrada belirtilmiştir. Buna göre, suçun işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanun ile sonradan yürürlüğe giren kanunun hükümleri farklı ise, failin lehine olan uygulanıp infaz edilecektir. Bkz., BAKICI, 2007, s. 42-82. [94] Kimi yazarlar, Anayasa’nın 138. maddesindeki düzenlemenin, en ileri demokrasilerdeki örneklere eşdeğer olduğunu düşünmektedir. Bkz., KURU, 1966, s. 2. Bizim de görüşlerine katıldığımız bazı yazarlar ise, demokratik bir düzene sahip olmayan Hitler ve Mussolini dönemi Anayasalarında bile “yargı bağımsızlığı” kavramının bulunduğunu, yargıya ait prensiplerin anayasalarda teorik düzeyde yer almasının hiçbir anlamı olmadığını savunmaktadır. Bkz., DEMİRKOL, Ferman, Yargı Bağımsızlığı, Kazancı Yayınları, İstanbul, 1991, s. 58-59. [95] Yasama organının genel veya özel af çıkarması ise bu ilkenin istisnasını oluşturmaktadır; yasama organı af kanunları ile verilmiş veya verilecek olan yargı kararlarını dolaylı şekilde etkileyebilmektedir. Bkz., KURU, 1966, s. Yine, 12. 07.05.2004 tarih ve 5170 sayılı Kanun’la değiştirilmeden önceki dönemlerde, mahkemelerce verilerek kesinleşen ölüm cezalarının yerine getirilmesine veya getirilmemesine TBMM’nin karar vermesi bu ilkenin bir başka istisnasını oluşturmaktadır. Aynı şekilde Anayasa’nın 104. maddesi uyarınca, yürütme organı olarak Cumhurbaşkanı’nın sürekli hastalık, sakatlık ve kocama sebebi ile belirli kişilerin cezalarını hafifletmek veya kaldırmak yetkisini kullanması da yargı 232 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 ile de çelişmemektedir. Çünkü kanunlar, somut olayı çözmeyen soyut ve genel kuralları koymaktadır. Hâkim ise somut uyuşmazlığı çözen süje olarak, yasama organının emir ve talimatlarına muhatap olmamalıdır. Burada, görülmekte olan bir dava ile ilgili olarak yargı yetkisinin kullanılmasına müdahale niteliğinde işlemler yasaklanmakta;[96] hüküm ile yasama organının yargı yetkisinin kullanılmasına etki edebilmesi ve müdahalede bulunabilmesinin yolu kapatılmaktadır.[97] Ancak Anayasa’nın bu hükmü, TBMM’nin meclis soruşturması ve hazırlık komisyonu çalışmalarını durduracak şekilde yorumlanmamalıdır.[98] 138. maddede getirilen yasakların yürütme organını da hedeflediği muhakkaktır; çünkü yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığına yönelik en büyük ihlaller genelde yürütme kuvvetinden gelmektedir.[99] Yürütme organı da aynen yasama organı gibi, yargı kararlarını değiştiremeyecek ve bunların yerine getirilmesini engelleyemeyecektir.[100] Zaten, hâkim kararlarının, başka bir makamın onayına gerek olmaksızın sonuç doğurması da yargı bağımsızlığının diğer bir göstergesidir. Dolayısıyla, mahkeme kararlarının yürütme organının onayına tabi kılınması, ya da karar aşamasında yürütmenin katılımı Anayasa’ya aykırılık oluşturacaktır.[101] Günümüzde yürütme erkinin, hâkimlerin özlük işleriyle ilgili düzenlemeleri yapmak suretiyle, doğrudan veya dolaylı olarak yargı erkine etki edebilme bağımsızlığını ihlal eden bir durum olarak nitelendirilmemelidir. Bkz., ÖZKUL, Fatih, 1982 Anayasasında Cumhurbaşkanı, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara, 2011, s. 138-140. [96] KUNTER/YENİSEY, 1989, s. 246. [97] Parlamento üyelerinin ve Adalet Bakanı’nın, görülmekte olan bir davayı örnek göstererek yargı sistemini eleştirmesinin mümkün olup olmayacağı üzerinde durmak gerekir. Kanaatimizce, görülmekte olan bir davayı etkileme niteliğinde olmayan, adalet hizmetlerinin işleyişine katkı sağlamayı hedefleyen söylemlerin meşru sayılması gerekir, kaldı ki verilecek bir soru önergesi de aynı sonucu doğuracaktır. Adalet hizmetlerinin yerine getirilmesinde siyasi sorumluluğu bulunan Bakan’ın, yasama organında bu konuda değerlendirme ve özeleştiride bulunması kadar doğal bir şey yoktur. Bkz., ÜNAL, 1994. s. 15-16; CENTEL, 1998, s. 15. Özen, burada bir ayrım getirerek, Adalet Bakanı’nın TBMM dışında bu nitelikte bir düşünce açıklamasında bulunmasının amaca uygun olmayacağını düşünmektedir, Bkz., ÖZEN, 2010, s. 37. [98] ÖZEN, 2010, s. 37. [99] KURU, 1966, s. 12; ÖZEN, 2010, s. 39-40. [100] Aksine tutumun yaptırımı, 5237 sayılı TCK’nun 257. maddesinde “Görevi Kötüye Kullanma” başlığı altında suç olarak düzenlenmiştir. [101] Nitekim AYM de, 1961 Anayasası döneminde, şartla salıvermeyi Adalet Bakanı’nın onayına bağlayan hükmü ve Yargıtay Daire başkanlarının, Yargıtay Birinci Başkanı’nın görüşü alınarak Adalet Bakanı tarafından görevlendirilmelerine dair düzenlemeyi, hâkim bağımsızlığına aykırı olduğu gerekçesiyle Anayasaya aykırı bularak iptal etmiştir. Bkz., E.: 1963/99, K.: 1963/38, K.T.: 13.05.1964. 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 233 HAKEMLİ Anayasalarımızda Yargının Bağımsızlığı ve Tarafsızlığı Dr. Fatih ÖZKUL HAKEMLİ Anayasalarımızda Yargının Bağımsızlığı ve Tarafsızlığı Dr. Fatih ÖZKUL imkânına sahip olduğu göz ardı edilmemelidir.[102] Bu sebeple, hâkimlerin yürütme organına karşı bağımsızlığının en önemli güvencesi hâkimlik teminatıdır.[103]Bu kurum sayesinde hâkimin siyasal iktidar karşısında kendini tam olarak güvende hissetmesi, kararlarını her türlü endişe ve korkudan uzak verebilmesi mümkün olabilir.[104] Hâkimlik teminatı, hâkimin kişiliği için değil, toplumun huzur ve güveni için öngörülmüş bir güvencedir.[105] Hâkimlik teminatını sağlamaya yönelik olarak hüküm altına alınan 139. maddeyi incelediğimizde ise hâkimlik ve savcılık teminatı başlığı altında kaleme alınan şu düzenlemeyi görmekteyiz: “Hâkimler ve savcılar azlolunamaz, kendileri istemedikçe Anayasada gösterilen yaştan önce emekliye ayrılamaz; bir mahkemenin veya kadronun kaldırılması sebebiyle de olsa, aylık, ödenek ve diğer özlük haklarından yoksun kılınamaz. Meslekten çıkarılmayı gerektiren bir suçtan dolayı hüküm giymiş olanlar, görevini sağlık bakımından yerine getiremeyeceği kesin olarak anlaşılanlar veya meslekte kalmalarının uygun olmadığına karar verilenler hakkında kanundaki istisnalar saklıdır.” Görüleceği üzere, düzenlemeyle, 1961 Anayasası’ndan farklı olarak hâkimlik teminatına bir de savcılık teminatı eklenmiş,[106] getirilen güvencelerle hâkim ve savcıların, yasama [102] KARDAŞ, Ümit, Türkiye’nin Demokratikleşmesinde Öncelikler, İstanbul, 2004, s. 50. [103] Yargı bağımsızlığının fiilen sağlanabilmesinde çok önemli bir işleve olan hâkimlik güvencesi, uzun mücadeleler sonucunda kazanılmıştır. Anılan güvencenin yazılı olarak ilk defa 1701 tarihinde “Act of Settlement” ile İngiltere’de kabul edildiği görülmektedir. Bkz., KAPANİ, 1956, s. 86. [104] Esasen hâkimlik güvencesinin dar ve geniş olmak üzere iki anlamı olduğu söylenebilir. Dar anlamda hâkimlik güvencesi, hâkimlerin azledilmemesini, yani görevden alınamamalarını ifade etmektedir. Geniş anlamda ise hâkimlerin görevlerinden alınamamalarının yanında, kanunda belirtilen nedenler ve usuller dışında görevlerinden geçici de olsa uzaklaştırılamamalarını, onayları olmaksızın görev yerlerinin değiştirilememesini, emekliye ayrılamamalarını ve maaşlarından, diğer özlük haklarından yoksun bırakılamamalarını ifade etmektedir. Bkz., KAPANİ, 1956, s. 84-85; KARDAŞ, 2004, s. 51; ÖZEN, 2010, s. 41. [105] KARDAŞ, 2004, s. 51. [106] 1982 Anayasası’ndaki “Hâkimlik ve Savcılık Mesleği” başlıklı maddenin 1961Anayasası’nın ilk halindeki düzenlemeden farklı olarak, savcıları da kapsamış olmasının sebebi, savcıların görevlerinin adli ve idari olmak üzere ikiye ayrılmış olmasıdır; savcılar idari görevleri yönünden Anayasa’nın 144. maddesi gereği Adalet Bakanlığına bağlıdır. Ayrıca hâkim ve savcı olup, adalet hizmetinde idari görevde çalışanlar da hâkimler ve savcılar hakkındaki hükümlere tabi kılınmıştır. Özen, hâkimlik güvencesinden savcıların da aynen yararlanmasının, hâkim bağımsızlığı ile hâkim güvencesi arasındaki bağı zayıflattığını düşünmektedir. Yazara göre, işlevleri ve kullandıkları yetkiler farklı olan bu iki mesleğin güvencelerinin de birbirlerinden farklı olması gerekirdi. Bkz., ÖZEN, 2010, s. 40-41. Biz bu kanaatte değiliz. 5271 sayılı Türk Ceza Muhakemesi Kanunu’nu incelediğimizde, Cumhuriyet savcılarının gerek soruşturma (CMK 157-172), gerekse kovuşturma (CMK 175-227) aşamalarındaki fonksiyonlarının çok etkili ve fazla olduğu, kişiyi hak ve özgürlüklerinden yoksun bırakma ve kamu davasına yön verme açısından yetki sahibi oldukları anlaşılmaktadır. Yine ceza yargılaması bittikten sonra, Cumhuriyet savcısının 234 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 ve yürütme organlarından gelebilecek muhtemel baskılardan etkilenmemeleri, görevlerini gereği gibi yerine getirilebilmeleri amaçlanmıştır. Ancak burada, “… meslekte kalmalarının uygun olmadığına karar verilenler” terimi oldukça belirsiz bir tanımdır. Disiplin cezası sonucu meslekten çıkarılma dışında, bu tür içeriği belirsiz ve her türlü nedenle doldurulabilecek bir istisnaya yer vermek, yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı açısından oldukça riskli bir durum oluşturmaktadır. Anayasa’nın 140. maddesi “Hâkimler ve savcılar adlî ve idarî yargı hâkim ve savcıları olarak görev yaparlar. Bu görevler meslekten hâkim ve savcılar eliyle yürütülür. Hâkimler, mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına göre görev ifa ederler. Hâkim ve savcıların nitelikleri, atanmaları, hakları ve ödevleri, aylık ve ödenekleri, meslekte ilerlemeleri, görevlerinin ve görev yerlerinin geçici veya sürekli olarak değiştirilmesi, haklarında disiplin kovuşturması açılması ve disiplin cezası verilmesi, görevleriyle ilgili veya görevleri sırasında işledikleri suçlarından dolayı soruşturma yapılması ve yargılanmalarına karar verilmesi, meslekten çıkarmayı gerektiren suçluluk veya yetersizlik halleri ve meslek içi eğitimleri ile diğer özlük işleri mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına göre kanunla düzenlenir. Hâkimler ve savcılar altmışbeş yaşını bitirinceye kadar hizmet görürler; askerî hâkimlerin yaş haddi, yükselme ve emeklilikleri kanunda gösterilir. Hâkimler ve savcılar, kanunda belirtilenlerden başka, resmî ve özel hiçbir görev alamazlar. Hâkimler ve savcılar idarî görevleri yönünden Adalet Bakanlığına bağlıdırlar. Hâkim ve savcı olup da adalet hizmetindeki idarî görevlerde çalışanlar, hâkimler ve savcılar hakkındaki hükümlere tâbidirler. Bunlar, hâkimler ve savcılara ait esaslar dairesinde sınıflandırılır ve derecelendirilirler, hâkimlere ve savcılara tanınan her türlü haklardan yararlanırlar.” şeklinde kaleme alınmıştır. Düzenlemeden de anlaşılacağı üzere, Anayasa’da hâkimlerin özlük işlerinin kanunla belirleneceği ile yetinilmemiş, ayrıca nelerin kanunla düzenleneceği ve bu düzenlemelerin “mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına göre” yapılması gerektiği vurgulanmıştır. Bu sayede, parlamentonun bu esaslara aykırı kanun çıkaramayacağı kabul edilerek, yasama organına karşı yargı bağımsızlığı korunmak istenmiştir.[107] Üzerinde durulması gereken bir nokta da, hâkim ve savcıların idari yönden Adalet Bakanı’na bağlı olmalarıdır. Savcıların idari yönden Adalet Bakanı’na bağlılığı kısmen izah edilebilir olsa bile, hukuk devletinde hâkimler idari yönden de olsa Adalet Bakanı’na bağlı olmamalıdır. Aslında bağımsızlık ve tarafsızlık açısından uygunu, gerek savcıların kararı temyiz etme veya etmeme (CMK 267-307), dolayısıyla hükmü kesinleştirip kesinleştirmeme konusundaki yetkileri de gözden kaçırılmamalıdır. Savcılar da, hâkimlerde olduğu gibi bir teminata sahip olmadıkları takdirde, yürütme organının olumsuz yönde baskısına maruz kalabilirler. [107] SOYASLAN, Doğan, Ceza Muhakemeleri Usulü Hukuku, Ankara 2000, s. 192. 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 235 HAKEMLİ Anayasalarımızda Yargının Bağımsızlığı ve Tarafsızlığı Dr. Fatih ÖZKUL HAKEMLİ Anayasalarımızda Yargının Bağımsızlığı ve Tarafsızlığı Dr. Fatih ÖZKUL gerekse hâkimlerin idari yönden, yargının denetim ve yönetiminde söz sahibi olan HSYK’ya bağlı olmalarıdır. Hâkim ve savcıların denetimini düzenleyen 144. maddeye göre ise “hakim ve savcıların görevlerini; kanun, tüzük, yönetmeliklere ve genelgelere (hakimler için idari nitelikteki genelgelere) uygun olarak yapıp yapmadıklarını denetleme; görevlerinden dolayı veya görevleri sırasında suç işleyip işlemediklerini, hal ve eylemlerinin sıfat ve görevlerindeki icaplara uyup uymadığını araştırma ve gerektiğinde haklarında inceleme ve soruşturma, Adalet Bakanının izni ile adalet müfettişleri tarafından yapılır. Adalet Bakanı soruşturma ve inceleme işlemlerini, hakkında soruşturma ve inceleme yapılacak olandan daha kıdemli hakim veya savcı eliyle yaptırabilir.” 1961 Anayasası’ndan farklı olarak, 1982 Anayasası’yla hâkim ve savcıların denetim yetkisi birleştirilerek Adalet Bakanına verilmektedir.[108] 1961 Anayasası’nda Yüksek Hâkimler Kurulu adıyla oluşturulan ve yargı mensuplarının mesleğe alınmaları, tayinleri, özlük işlerinin yürütülmesi, idari denetimlerinin yapılması gibi konularda sorumlu ve yetkili olan Kurul, bu sefer 1982 Anayasası’nın 159. maddesinde Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) adıyla karşımıza çıkmaktadır. Hâkimlerin bağımsızlığını güvence altına alacak, yürütme organının yargı erki üzerindeki baskısına ortadan kaldırmaya yarayacak yollardan birisi de, özlük haklarının yürütme organı tarafından değil, bağımsız bir kurula bırakılmasıdır. Bu konuda araştırma yapıldığında, karşılaştırmalı hukukta farklı sistemlerin ve düzenlemelerin benimsendiğini görmekteyiz.[109] [108] Adalet müfettişlerinin HSYK yerine Bakan’a bağlı olması, müfettişlerin ancak Bakan izni ile soruşturma yapabilmeleri bütün Avrupa Birliği ilerleme Raporlarında ve İstişari Ziyaret Raporları’nda eleştirilmiştir. Bkz., http://www.abgm.adalet.gov.tr/altmenu/ilerleme. html., erişim tarihi, 12.10.2014; http://www.abgm.adalet.gov.tr/altmenu/istisari-ziyaret.html, erişim tarihi, 13.10.2014. [109] Genelde, hâkimlerin mesleğe kabul edilmeleri ve özlük işlerinin hangi organ tarafından yapılması gerektiği, o ülkenin siyasal ve tarihsel süreciyle ilgili bir konudur. Hâkimlerin seçilmesinde halk tarafından seçilme, yasama organı tarafından seçilme, yürütme organı tarafından atanma, bizzat hâkimler tarafından seçilme, özel kurullar tarafından atanma şeklinde beş ana sistem bulunmaktadır. Hâkimlerin halk tarafından seçilmesi sisteminin uygulandığı ülkelere kısmen Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve İsviçre, yasama organı tarafından seçilmesine yine ABD, İsviçre ile Almanya örnek olarak gösterilebilir. Yürütme organı tarafından atanma sistemini uygulayan ülkelere de, Almanya, Avusturya, yine kısmen ABD, İngiltere, İsveç, Norveç ve Finlandiya örnek olarak gösterilebilir. Ancak, İngiltere’de aynı zamanda kabine üyesi olan Lord Chancellor’un yargı üyelerini ataması da dâhil olmak üzere yargı üzerindeki yetkileri, 2005 tarihli Anayasal Reform Yasası ile önemli ölçüde sınırlanmış ve söz konusu yetkiler, başyargıç olarak nitelendirilebilecek olan Lord Chief Justice’e geçmiştir. Bkz., İNCEOĞLU, Sibel, “Yeni Anayasada Bağımsız Bir Yargı İçin Neler yapmalı? Uluslararası Belgeler Işığında Öneriler”; www.tbbdergisi.barobirlik. org.tr/m2011-95-725; erişim tarihi, 10.10.2015. Hâkimler tarafından seçilme sisteminde hâkimler, ya yüksek dereceli mahkemelerin ya da görev yapacakları mahkemelerin hâkimleri 236 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 1982 Anayasası 1961 Anayasası’ndan farklı olarak hâkimlerin özlük işlerini yürütecek özel kurulun savcıları da kapsaması nedeniyle, “Yüksek Hâkimler Kurulu” yerine “Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu”nu öngörmüştür.[110] 1982 Anayasası’nın 2010 değişikliği öncesinde, yargı bağımsızlığı yönünden büyük önem taşıyan 159. maddesi ise şu şekildedir: “Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu, mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına göre kurulur ve görev yapar. Kurulun Başkanı, Adalet Bakanıdır. Adalet Bakanlığı Müsteşarı Kurulun tabîî üyesidir. Kurulun üç asıl ve üç yedek üyesi Yargıtay Genel Kurulunun, iki asıl ve iki yedek üyesi Danıştay Genel Kurulunun kendi üyeleri arasından, her üyelik için gösterecekleri üçer aday içinden Cumhurbaşkanınca, dört yıl için seçilir. Süresi biten üyeler yeniden seçilebilirler. Kurul, seçimle gelen asıl üyeleri arasından bir başkanvekili seçer. Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu; adlî ve idarî yargı hâkim ve savcıların mesleğe kabul etme, atama ve nakletme, geçici yetki verme, yükselme ve birinci sınıfa ayırma, kadro dağıtma, meslekte kalmaları uygun görülmeyenler hakkında karar verme, disiplin cezaların verme, görevden uzaklaştırma işlemlerini yapar. Adalet Bakanlığının, bir mahkemenin veya bir hâkimin yargı çevresinin değiştirilmesi konusundaki tekliflerini karara bağlar. Ayrıca Anayasa ve kanunlarla verilen diğer görevleri yerine getirir. Kurul kararlarına karşı yargı mercilerine başvurulamaz. Kurulun görevlerini yerine getirmesi, seçim ve çalışma usulleriyle itirazların Kurul bünyesinde incelenmesi esasları kanunla düzenlenir. Adalet Bakanlığının merkez kuruluşunda geçici veya sürekli olarak çalıştırılacak hâkim ve savcıların muvafakatlerini alarak atama yetkisi Adalet Bakanına aittir. Adalet Bakanı Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun ilk toplantısında onaya sunulmak üzere, gecikmesinde sakınca bulunan hallerde hizmetin aksamaması için hâkim ve savcıları geçici yetki ile görevlendirebilir.” 1982 Anayasası’nın belirlediği bu yeni Kurul, 1961 Anayasası’nın öngördüğü yapıdan farklıdır. 1982 Anayasası’nın 159. maddesindeki düzenlemenin, yargı bağımsızlığı ile bağdaşmadığı ileri sürülmüş ve bu doğrultuda tarafından seçilmektedir. Bu sistemi uygulayan ülkelere örnek olarak, İsviçre, Finlandiya ve Kolombiya örnek olarak gösterilebilir. Özel kurullar tarafından atanma yoluna ise Fransa, İspanya, İtalya ve Portekiz’de rastlanmaktadır. Ayrıca ülkeler, farklı mahkemelere farklı atama veya seçim yolları da kabul edebilmektedir. Bu sistemler ve ülkelerin farklı uygulamaları hakkında daha ayrıntılı bilgi için bkz., CENTEL, Nur, “Yargı Bağımsızlığı”, Anayasa ve Uyum Yasaları, Türkiye Barolar Birliği Yayınları, Ankara, 2002, s. 110-113; ÜNAL, 1994, s. 46-65; ÜNVER, 1988-1990, s. 160-170; KARDAŞ, 2004, s. 23-29; YANIK, 2010, s. 163-165. [110] Aslında, Danışma Meclisi Anayasa taslağında iki ayrı kurul öngörülmesine rağmen, Milli Güvenlik Kurulu hâkim ve savcıları tek kurul altında toplamıştır. Bkz., KIRMAZ, Bilal, Hakimlerin Denetimi ve Yargı Bağımsızlığı, Adalet Yayınevi, Ankara, 2009, s. 119. 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 237 HAKEMLİ Anayasalarımızda Yargının Bağımsızlığı ve Tarafsızlığı Dr. Fatih ÖZKUL HAKEMLİ Anayasalarımızda Yargının Bağımsızlığı ve Tarafsızlığı Dr. Fatih ÖZKUL da eleştirilerek[111] yeni öneriler getirilmiştir.[112] İlk olarak kurulun oluşum [111] Bu konudaki temel eleştiriler için, 24 Temmuz 2009’da Adalet Bakanlığı’nın web sayfasında yayınlanan ve aynı gün Bakanlar Kurulu’nun bilgisine sunulan “Yargı Reformu Stratejisi” belgesine bakılabilir. Söz konusu belgede yargının bağımsızlığını, tarafsızlığını, etkinliğini ve verimliliğini güçlendirmeye yönelik hedeflere yer verilmiştir. Bu bağlamda, HSYK’nın objektiflik, tarafsızlık, şeffaflık ve hesap verilebilirlik temelinde, geniş tabanlı temsil esasına dayanarak yeniden yapılandırılmasına, kararlarına karşı etkili bir itiraz sisteminin getirilmesine, sekretaryasının ve denetim sisteminin yeniden düzenlenmesine ilişkin değerlendirmelerde bulunulmuştur, Bkz., http://www.sgb.adalet.gov.tr/yrs/belgeler/yrs. pdf., erişim tarihi, 14.06.2015. [112] Bu noktada kamuoyu ile paylaşılan Anayasa taslaklarına göz atmamızda da fayda vardır. 1991 yılında TÜSİAD’ın dokuz akademisyene hazırlatmış olduğu Anayasa önerisinde, sadece hâkimler için Hâkimler Yüksek Kurulu kurulması önerilmiş, savcılar ve kanun sözcüleri için benzer yüksek kurullar kurulması konusundaki takdir kanun koyucuya bırakılmıştır. TÜSİAD’ın önerisi uyarınca on sekiz asıl ve beş yedek üyeden oluşacak olan Hâkimler Yüksek Kurulunun on bir asıl ve üç yedek üyesi Yargıtay Genel Kurulu’nca, yedi asıl ve iki yedek üyesi ise Danıştay Genel Kurulu’nca, kendi başkan ve üyeleri ya da birinci sınıfa ayrılmış hâkimler arasından seçilmesi esası benimsenmiştir. Öneriye göre Adalet Bakanı, gerekli gördüğü hallerde Kurul toplantılarına başkanlık edebilecek, ancak oylamalara katılamayacaktır. Bkz., Yeni Anayasa İçin Öneriler, TÜSİAD, Ankara, 1993, s. 117-118. Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği’nin (TOBB) 2000 yılında hazırlattığı Anayasa önerisinde de, TÜSİAD’ın önerisindeki oluşum modeli aynen benimsenmiştir. On sekiz ve beş yedek üyeden oluşacak Kurul üyelerinin, aynen TÜSİAD önerisindeki sayılarla ve aynı kişiler arasından seçilmesi öngörülmüştür. Adalet Bakanı’nın Kurul ile ilişkisi de muhafaza edilmiştir. TOBB’nin tasarısındaki tek fark, Kurul’un sadece hâkimlerin değil, savcıların özlük hakları konusunda da yetkili olmasıdır. Bkz., Odalar ve Borsalar Birliği Türkiye Cumhuriyeti Anayasa Önerisi Anayasa 2000, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği Yayını, Ankara, 2000, s. 112-113 Türkiye Barolar Birliği’nin (TBB) 2001 tarihli önerisinde ise, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun yedi asıl ve dört yedek üyeden oluşması kabul edilerek, Kurul’un dört asıl ve üç yedek üyesinin Yargıtay Genel Kurulu’nun, üç asıl ve iki yedek üyesinin ise Danıştay Genel Kurulu’nun kendi üyeleri arasından seçilmesi önerilmiştir. Bu öneride Adalet Bakanı’nın gerekli gördüğü durumlarda toplantılara katılarak başkanlık edebilmesi, ancak oy kullanamaması esası kabul edilmiştir. Bkz., TBB Türkiye Cumhuriyeti Anayasa Önerisi, Türkiye Barolar Birliği Yayını Ankara, 2001, s. 103-104. TBB’nin, 2007 yılında hazırlattığı bir diğer Anayasa önerisinde ise, hakimler ve savcılar için iki ayrı Kurul öngörülmüştür. Yedi asıl ve dört yedek üyeden oluşacağı kabul edilen Hâkimler Yüksek Kurulu’nun üç asıl iki yedek üyesinin Yargıtay Genel Kurulu’nun, üç asıl ve bir yedek üyesinin Danıştay Genel Kurulu’nun kendi üyeleri açısından ve bir asıl ile bir yedek üyenin ise, TBB yönetim kurulu tarafından, yirmi yıl avukatlık yapmış olanlar arasından dört yıllığına seçileceği öngörülmüştür. Ayrıca, Cumhurbaşkanı’nın Kurul’un doğal başkanı olduğu ve gerekli gördüğü hallerde Kurul toplantılarına başkanlık edebileceği; Adalet Bakanı’nın ise Kurul toplantılarına katılarak öneri ve isteklerde bulunabileceği ancak oy kullanamayacağı kabul edilmiştir. Barolar Birliği’nin önerisinde Savcılar Yüksek Kurulu ise yedi asıl ve dört yedek üyeden oluşacaktır. Beş asıl, iki yedek üyenin Yargıtay’ca kendi üyeleri arasından, bir asıl ve bir yedek üyenin Danıştay’ın kendi mensubu savcıları arasından, bir asıl ile bir yedek üyenin ise TBB Yönetim Kurulu tarafından yirmi yıl avukatlık yapmış olanlar arasından seçileceği öngörülmüştür. Ayrıca öneriye göre Kurul’un başkanı Adalet Bakanı olup, Müsteşarı da doğal üyesidir. Bkz., TBB Türkiye Cumhuriyeti Anayasa Önerisi Geliştirilmiş Gerekçeli Yeni Metin, TBB Yayınları, Ankara, 2007, s. 306-312. Ergun Özbudun ve beş 238 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 şekli[113] incelendiğinde, Adalet Bakanı ve Müsteşarı’nın Kurul’un doğal üyesi haline getirildiklerini, Yargıtay ve Danıştay Genel Kurullarının belirlediği asıl ve yedek üyelerin ise yürütmenin başı olan Cumhurbaşkanı tarafından seçildiklerini görmekteyiz.[114] Ayrıca Kurul, sadece hâkimlerin değil, savcıların da özlük işlerini düzenlemede yetkili kılınmıştır. Düzenlemeyle, HSYK kararları tümüyle yargı denetiminin dışında tutulmuştur. Bu durum yargı bağımsızlığına, Anayasanın 125. maddesinde hüküm altına alınan “idarenin her türlü eylem ve işlemine karşı yargı yolunun açık olduğuna” ilişkin düzenlemeye aykırı olduğu gibi, hukuk devleti ilkesi ile de tezatlık oluşturmaktadır. Kurul’un çoğunluğu hâkimlerden oluşsa bile, ifa edilen görev idari olduğu için, yapılan işlemlerin de yargısal denetime tabi olması gerekirdi.[115] Hâkim ve savcıların özlük işleriyle ilgili karar vererek, onları akademisyen tarafından 2008 yılında hazırlanan ve kamuoyuna Özbudun Tasarısı olarak yansıyan Anayasa önerisine göre ise, on yedi asıl ve dört yedek üyeden oluşan Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun beş asıl ve bir yedek üyesinin TBMM tarafından, birinci sınıfa ayrılmış hâkim ve savcılar arasından üye tam sayısının salt çoğunluğunun oyu ile, üç asıl ve bir yedek üyesinin Yargıtay Genel Kurulu’nca, iki asıl ve bir yedek üyesinin Danıştay Genel Kurulu’nca, dört asıl ve bir yedek üyesinin birinci sınıfa ayrılmış adli yargı hakim ve savcılarınca, iki asıl üyesinin ise birinci sınıfa ayrılmış idari yargı hakim ve savcılarınca kendi aralarından gizli oyla seçilmesi öngörülmüştür. Adalet Bakanı ve Müsteşarı Kurul’un doğal üyesidir. Bkz., Türkiye Cumhuriyeti Anayasa Önerisi, http:// ntvmsbc.com/news/419865.asp., erişim tarihi, 12.12.2013. [113] 1982 Anayasası Danışma Meclisi Taslağında Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı veya vekili de Kurul’un üyesi olarak öngörülmüş ise de, bu durum Milli Güvenlik Kurulu tarafından taslaktan çıkarılmıştır. Bkz., KUZU, Burhan, Anayasa ve İlgili Mevzuat, Filiz Kitabevi, İstanbul, 2009, s. 196. [114] Girişim gücü Adalet Bakanı ve Müsteşarına teslim edilen, oluşumu Cumhurbaşkanı’nın politik tercihlerine bırakılan, yargıdan gelen üyelerin bir anlamda “danışman” niteliğinde çalıştığı bir Kurul’un bağımsız olabileceğini iddia etmenin, fazla iyimserlik olacağı ileri sürülmüştür. Bkz., SAYAN, 2008, s. 53; BALTACI, 2013, s. 161. [115] AİHM, Kayasu & Türkiye davasında, Kurul kararlarına karşı yargı yolunun kapalı olmasını ve Kurul’un kendi içerisinde tarafsızlığı üzerinde kuşkuya yer bırakmayacak etkili bir itiraz mekanizmasının bulunmayışını, AİHS’nin 13. maddesinin ihlali olarak değerlendirmiştir. Bkz., Kayasu & Türkiye davası, Başvuru No: 64119/00, Karar Sıra No: 10308, K.T.: 13.11.2008. HSYK kararlarına karşı yargı yolunun açılması durumunda ise karşımıza şu durum çıkacaktır. HSYK idari yargıda görevli hâkimlerin özlük hakları ile ilgili olarak karar alan tek organdır. Dolayısıyla, idari yargı hâkimlerinin, kendi özlük hakları konusunda karar mercii olan Kurul’un işlemlerini denetlemesi süreci ilginç bir hâl olarak kabul edilebilir. Çünkü Yargıtay ve Danıştay üyelerini HSYK, HSYK üyelerini ise Yargıtay ve Danıştay üyeleri seçmektedir. Karşılıklı olarak birbirlerini seçme durumunda olan bu organlardan HSYK’nın kararları, aynı zamanda HSYK’nın oluşumuna katkı sağlayan Danıştay tarafından denetlenebilecektir. Tabii ki, bu tür olasılıkların hiçbirisi, Kurul kararlarına karşı yargı yolunun kapalı olmasının mazereti olamaz. 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 239 HAKEMLİ Anayasalarımızda Yargının Bağımsızlığı ve Tarafsızlığı Dr. Fatih ÖZKUL HAKEMLİ Anayasalarımızda Yargının Bağımsızlığı ve Tarafsızlığı Dr. Fatih ÖZKUL mesleğe kabul eden[116] bir idari organın tasarruflarının yargı denetimine tabi olmaması, yürütme organına mahkemeler üzerinde bağımsızlığı ve tarafsızlığı bertaraf edecek şekilde olumsuz etkilerde bulunabilme imkânını sunabilir. Hâkimlerin atanma, yükselme,[117] yer değiştirme, denetim ve disiplin gibi özlük işleri hâkim güvencesiyle yakından ilgilidir; yürütme organı mahkemelere doğrudan etki edebilme imkânına sahip olmasa da, yargıçlar üzerinde baskı kurabilir.[118] Ayrıca, aynen 1961 Anayasası’nı incelerken değindiğimiz gibi, Adalet Bakanı’nın hâkim ve savcıları geçici yetki ile görevlendirebilmesi, kötüye kullanıldığı takdirde bağımsızlık ve tarafsızlık açısından olumsuz sonuçlara yol açabilecek bir tasarruf olarak varlığını devam ettirmiştir. 2010 değişikliği öncesi oluşturulan HSYK’nın üye sayısı ve üyelerin kaynağı dikkate alındığında da, demokratik hukuk devleti ile bağdaşmayan bir düzenlemenin kabul edilmiş olduğu söylenebilir. Öncelikle temsil kabiliyeti oldukça daraltılıp, yedi üyeli hale getirilen HSYK’nın Adalet Bakanı başkanı, Müsteşarı ise doğal üyesidir. Kurul’un üç asıl ve üç üyesi Yargıtay, iki asıl ve iki yedek üyesi ise Danıştay üyeleri arasından seçilmektedir. Üyelerinin ikisi dışında tümünün yüksek yargı organı üyeleri arasından seçilmesi, yine bizzat hâkim ve savcılarca eleştirilmiştir.[119]Yargı bürokrasisi üzerinde önemli yetkileri [116] Ülkemizde yargı bağımsızlığına ilk olumsuz müdahalenin adli personelin hizmete giriş sınavları ile başladığı iddia edilmiştir. 1982 sonrasında Adalet Bakanlığı’nca açılan sınavlarda, Bakanlığın HSYK’daki gücü sayesinde siyasal partilerin yargıda kadrolaşmasının sağlandığı ifade edilmiştir. Bkz., SAYAN, 2008, s. 55-56. [117] Anayasa’nın 159. maddesi ile 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanunu’nun 18. maddesi uyarınca hâkim ve savcıların terfi ve yükselmelerinde yetkili kurum HSYK’dır. Hâkim ve savcıların terfilerine esas olan 2802 sayılı Yasa’nın, 22.12.2005 tarih ve 5435 sayılı Yasa ile değiştirilmeden önceki hükmü uyarınca, terfi sonuçları büyük oranda Yüksek Mahkeme’den iş geçirmeye ve bulunduğu bölge için kabul edilmiş oranda iş çıkarmaya bağlıydı. Uzun yıllarca not oranı, kanun yolundan geçen iş sayısı ve müfettişlerce düzenlenen “hal kâğıdı” ölçütlerine dayanan, meslekte yükselmeyi iş çıkarma ve yüksek mahkeme içtihatlarına uygun karar verebilme yüzdesine bağlayan ve bu sebeple, ağır iş yükü altındaki hâkimleri hataya zorlayan terfi sistemi, bizzat yargı mensuplarınca eleştirilerek bağımsızlık vurgusu yapılmıştır. Bkz., http://www.yarsav.org.tr/wp-content/uploads/2010/01/anketraporu, pdf., erişim tarihi, 10.09.2014. 5435 sayılı Yasa için bkz., 24.12.2105 tarih, 26033 sayılı RG. 5435 sayılı Yasa ile terfi edebilmek için Yargıtay’dan belli oranda iş geçirme şartı kaldırılarak, hâkim bağımsızlığı konusunda önemli bir adım atılmıştır. [118] ÖZBUDUN, 2010, s. 382. Venedik Komisyonu Adli Atamalar Raporu’nda ve bütün İstişari Ziyaret Raporları’nda, özellikle disiplin tedbirleri ile ilgili verilen kararlar için, bağımsız mahkemelere başvuru imkânının tanınması tavsiye edilmektedir. Bkz., http:// www.venice.coe.int/docs/2007/CDL-AD(2007)028-e.asp, erişim tarihi, 10.10.2014; http://www.abgm.adalet.gov.tr/altmenu/istisari-ziyaret.html., erişim tarihi, 10.10.2014. [119] BALTACI, 2013, s. 162. 240 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 olan[120] Kurul’da büyük oranda yüksek mahkeme üyelerinin söz sahibi olması, kooptasyon adı verilen, belirli bir kast zihniyetine sahip yargı teknokrasisinin oluşumuna yol açabilir. Kaldı ki, Danıştay üyelerinin dörtte üçünün, Yargıtay üyelerinin ise tamamının HSYK tarafından seçildiği göz önüne alındığında, bu eleştirilerde haklılık payı olduğu kendiliğinden ortaya çıkmaktadır.[121] Ayrıca, [120] Kurulun yetkilerinin 1961 Anayasası’na göre bir ölçüde daraltılmış olduğu da söylenebilir. Kurul, 1961 Anayasası döneminde kendi varlık ve görev alanı ile ilgili AYM’ye iptal davası açma yetkisine sahipken, 1982 Anayasasının ilgili maddesi Kurul’un bu yetkisini kaldırılmıştır. [121] HAKYEMEZ, Yusuf Şevki, “Demokratik Hukuk Devleti Bağlamında Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun Yeniden Yapılandırılması”, Erzincan Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C.XIII, S. 1-2, 2009, s. 82; ÖZBUDUN, 2010, s. 383. Demokrasi ve Özgürlükler İçin Avrupa Hakimler Birliği, 16 Ocak 1993 yılında açıkladığı Palermo Bildirisi’nde, hukukun üstünlüğünün önemli bir unsuru olan demokratik, bağımsız ve şeffaf bir yargı oluşturabilmek için “bağımsız yargısal idari kurulların” gerekli olduğuna karar vermiş ve bu konuda AİHS’ne ek bir protokol yapılmasını tavsiye etmiştir. Bkz., http://medel.bugiweb.com/usr/Palermo%20ENG%20rev.pdf., erişim tarihi, 22.01.2015. Bu doğrultuda Avrupa Konseyi bünyesinde yürütülen çalışmalar neticesinde kabul edilen Hâkimlerin Statüsü Hakkında Avrupa Şartı’nda ise, hâkimlerin seçimi, atanması, tayini, kariyer ilerlemeleri ve meslekten ayrılmaları ile ilgili her kararın yasama ve yürütme organlarından bağımsız bir organ tarafından alınması önerilmiştir. Bkz., http://www. coe.int/t/e/legal-affairs-legal-cooperation/legal-professionals/judges/instruments-anddocuments/charte%20 eng.pdf., erişim tarihi, 17.01.2015. Ayrıca Anayasa değişikliği öncesindeki HSYK’nın yapısı ve çalışma usulleri, Türkiye’nin de taraf olduğu, Avrupa Konseyi bünyesinde yayımlanan iki önemli raporun içeriği ile de çelişmektedir. Bunlarda ilki, yine Venedik Komisyonu’na ait olan “Yargısal Atamalar” başlıklı rapordur. Bkz., http:// www.venice.coe.int, /docs/2007/CDL-JD(2007)001-, erişim tarihi, 22.01.2015. Diğeri ise, Avrupa Konseyi Yargıçları Danışma Kurulu’nun (AYDK) 10 numaralı görüşüdür. Bkz., http://www.coe.int/t/dghl/cooperation/ccje/textes/Avis-en.asp., erişim tarihi, 22.01.2015. Her iki raporda da, yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı ile vatandaşların adalete olan güven duyguları üzerinde önemli fonksiyona sahip olan Yüksek Yargı Konseyleri’nin, her ülkenin özgün şartlarına göre oluşturulabileceği belirtildikten sonra, Yargı Konseyi’nin hâkim üyelerle, hâkim olmayan üyelerden müteşekkil karma bir yapıya sahip olmasının avantajları üzerinde durulmuştur. AYDK’ya göre, Yargı Konseyi’nin hâkimlik mesleğinden gelen üyeleri, yargının her düzeyindeki hâkimler arasından, kendi eşitlerince seçilmelidir. Bu tür bir yöntem, yargının tümünün Yargı Konseyi’nde temsiline olanak tanıyacağı gibi, alt derecede görev yapan hâkimlerin, yüksek yargı kuruluşları karşısında bağımsızlığını da sağlayacaktır. (AYDK, para. 27). Yargı Konseyi’nin hâkimlik mesleğinden gelmeyen üyeleri, parlamento tarafından hukuk profesörleri, avukatlar, işletme yöneticileri ve seçkin vatandaşlar arasından seçilebilir. Hukuk mesleğinden gelmeyen kişilerin Yargı Konseyleri’nde yer almaları Ülkemizde yadırgansa da AYDK, modern yargı yönetimine işletme, finans, bilgi teknolojisi, sosyal bilimler gibi hukuk dışındaki alanlarda tecrübeleri olan kişilerin katkıları ile sağlanabileceğini belirtmektedir (AYDK, para. 22). Venedik Komisyonu ise raporunda, yargı konseyi üyelerinin bir kısmının parlamento tarafından seçilmesinin, konseye demokratik meşruiyet kazandıracağını vurgulamaktadır (para. 31). Ancak her iki raporda da, parlamentonun Yargı Konseyi’ne üye seçme yetkininin, nitelikli oy çoğunluğuna bağlanması gerektiği belirtilmektedir. Bkz., Görüleceği üzere, 2010 değişikliği öncesi HSYK’nın yapısı ve çalışma usulleri, Avrupa Birliği müktesebatı ile uyum içerisinde değildir. TUSİAD tarafından hazırlanan 2007 tarihli raporda da, HSYK’nın 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 241 HAKEMLİ Anayasalarımızda Yargının Bağımsızlığı ve Tarafsızlığı Dr. Fatih ÖZKUL HAKEMLİ Anayasalarımızda Yargının Bağımsızlığı ve Tarafsızlığı Dr. Fatih ÖZKUL yargı kadrosundaki adli hâkim ve savcıların sayısı, idari yargıda görev yapanların neredeyse altı katıydı. Bu oran dikkate alındığında, kanaatimizce Kurul’da adli yargıyı temsil eden Yargıtay üyelerinin sayısı, Danıştay üyelerinin sayısına göre eksik kalmakta ve bu sebeple de adli yargı noksan temsil edilmekteydi. Kurul’un kendisine ait bir sekretaryasının,[122] binasının bulunmaması, personel ve bütçesinin Adalet Bakanlığı’na bağlı olması, Bakan’ın HSYK’ya başkanlık etmesi, Bakanlık Müsteşarı’nın da Kurul’un doğal üyesi olması olumsuz unsurlar arasında kabul edilmiş ve bu sayede, yürütmenin yargı organları üzerinde baskı kurma imkânına sahip olduğu ileri sürülmüştür.[123] Örneğin, 2007 yılında yaşandığı gibi, Kurul’un doğal üyesi olan Müsteşarın toplantılara katılmaması sebebiyle HSYK da toplanamadığından, bir dönem karar alınamaz hale gelmiştir.[124] Hâkimlerin ve savcıların bağımsızlıkları ile tarafsızlıklarının sağlanması açısından, hâkimlerin idari denetimlerinin hangi usullerle yapıldığı da büyük önem arz etmektedir. 2010 değişikliği öncesinde konuyla ilgili 1982 Anayasası’nın 144. maddesi şu şekildedir. “Hâkim ve savcıların görevlerini; kanun, tüzük, yönetmeliklere ve genelgelere (Hakimler için idarî nitelikteki genelgeler) uygun olarak yapıp yapmadıklarını denetleme; görevlerinden dolayı veya görevleri sırasında suç işleyip işlemediklerini, hal ve eylemlerinin sıfat ve görevleri icaplarına uyup uymadığını araştırma ve gerektiğinde haklarında inceleme ve soruşturma, Adalet Bakanlığının izni ile adalet müfettişleri tarafından yapılır. Adalet Bakanı soruşturma ve inceleme işlemlerini, hakkında soruşturma ve inceleme yapılacak olandan daha kıdemli hâkim veya savcı eliyle de yaptırabilir.” Hâkimlerin idari statüsünün 1961 Anayasası’ndaki sistem örnek alınarak, yeniden düzenlenmesi gerektiği vurgulanmıştır. Bkz., 1 Ocak 2014 Tarihinde Avrupa Birliğine Tam Üyelik Hedefine Doğru: Güçlü Demokrasi Güçlü Sosyal Yapı Güçlü Ekonomi, TUSİAD Yayını, Haziran 2007, s. 50. [122] Kurul’un kendisine ait bir sekretaryasının bulunmaması yanında, hâkimlerle ilgili tüm açık ve gizli sicillerin Adalet Bakanlığı’nda tutuluyor olması, kuvvetler ayrılığı ile yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığına aykırı görülmüştür. Bkz., BJORNBERG, Kjell- RICHMOND, Paul, “Türkiye Cumhuriyeti’nde Yargı sisteminin İşleyişi Hakkında İstişarî Ziyaret Raporu”, I. İstişari Ziyaret Raporu, Brüksel 2003, s. 50. Bkz., http://www.abgm.adalet.gov.tr/pdf/ ist3tr.pdf., erişim tarihi, 12.10.2014. [123] Hâkimlerin, savcılar gibi idari bakımdan Adalet Bakanlığına bağlı olmaları, denetimlerinin HSYK tarafından değil, adalet müfettişleri tarafından yapılması, hâkim ve savcı kararnameleri taslaklarının Adalet Bakanlığı Personel Genel Müdürlüğü’nce hazırlanması, HSYK’nın gündeminin Adalet Bakanlığı’nca belirlenmesi hususları birlikte değerlendirildiğinde, söz konusu eleştirilerde haklılık payı olduğu ortaya çıkmaktadır. Bkz., GÜLER, Birgül, Ayman, Türkiye’nin Yönetimi-Yapı, İmge Kitabevi Yayınları, Ankara, 2009, s. 228; BALTACI, 2013, s. 162. [124] Bkz., 24.03. 2010 ve 20.08. 2010 tarihli gazete ve televizyon haberleri. 242 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 denetiminde Adalet Bakanlığının söz sahibi olması, yürütme organının yargı üzerine etki edebilme imkânını sağladığı için, yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığına da aykırı görülmüştür.[125] Daha önce de değindiğimiz gibi, Teftiş Kurulunun Adalet Bakanlığına bağlı olarak çalışması,[126] HSYK binasının Bakanlık binaları bünyesinde olması, yine sekretarya görevinin Bakanlık Personel Genel Müdürlüğü görevlilerce yerine getirilmesi, bu sefer de hâkimlerin idari denetimleri yönünden yargının bağımsızlığı ile tarafsızlığını zedeleyen bir unsur olarak karşımıza çıkmaktadır.[127] B. 2010 Anayasa Değişikliği Sonrasında 2010 yılında 07.05.2010 tarih ve 5982 sayılı Kanun[128] ile gerçekleştirilen Anayasa değişikliği ile Ülkemizde yargı alanında önemli yenilikler gerçekleştirilmiştir.[129] Öncelikle adalet hizmetlerinin denetimi başlıklı 144. madde uyarınca “Adalet hizmetleri ile savcıların idarî görevleri yönünden Adalet Bakanlığınca denetimi, adalet müfettişleri ile hâkim ve savcı mesleğinden olan iç denetçiler; araştırma, inceleme ve soruşturma işlemleri ise adalet müfettişleri eliyle yapılır. Buna ilişkin usul ve esaslar kanunla düzenlenir.” Bu değişiklik ile teftiş sistemi ikiye ayrılmaktadır. Adalet Bakanlığı’na bağlı adalet personeli için Bakanlığın teftiş [125] GÖZÜBÜYÜK 1998, s. 238. [126] Yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığını etkileyen en önemli hususlardan birisi de, hâkim ve savcıların denetimidir. Denetim konusunda ağırlıklı yetkinin yürütme organının temsilcilerine ait olması halinde, yargının bağımsızlığı ile tarafsızlığının tam olarak gerçekleşebileceğini iddia etmek güçtür. Bkz., ÖZBUDUN, 2010, S. 386-387. [127] SAYAN, 2008, s. 53. [128] Bkz., 13.05.2010 tarih ve 27580 sayılı RG. [129] Adalet ve Kalkınma Partisi’ne (AKP) karşı Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nca açılan parti kapatma davası, AYM’nin bunun üzerine davalı Parti’yi devlet yardımından kısmen yoksun bırakma yaptırımı ile cezalandırması, AYM’nin 2008 yılında Anayasa’nın 10 ve 42. maddelerinde gerçekleştirilen değişikleri esas açısından denetleyerek iptal etmesi, hükümetin icraatlarının ve kimi idari tasarruflarının idari yargı mercileri tarafından hukukilik denetiminin ötesine geçilerek iptal edildiği iddiası, özellikle Ergenekon davası başta olmak üzere, ağırlıklı olarak adli yargıdaki kimi ceza davaları ve soruşturmalarına yönelik o zamanki HSYK’nın yüksek yargıdan gelen üyelerinin tutundukları tavır, siyasal iktidarın Anayasa’da yargı ile ilgili değişiklik yapmasının temel gerekçesini oluşturmuştur. Başta ana muhalefet partisi olmak üzere, diğer muhalefet partileri ve bazı yargı çevrelerince, özellikle yargının siyasallaştırıldığı gerekçesi ile bu düzenlemelere karşı çıkılmıştır. TBMM’deki oylamaya Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) ve Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) katılmazken, Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) değişikliğe muhalefet etmiş, Parlamento’da temsil edilmeyen, Saadet ve Büyük Birlik Partisi (BBP) ise pakete destek vereceklerini açıklamışlardır. Bkz., 7-12-14 Mayıs 2010 tarihli gazete ve haber programları. Yargıçlar ve Savcılar Sendikasının (YARSAV) değişiklik paketine yönelik değerlendirmesi için bkz., www. yarsav.org.tr./index.php?p=175., erişim tarihi, 05.05.2015. 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 243 HAKEMLİ Anayasalarımızda Yargının Bağımsızlığı ve Tarafsızlığı Dr. Fatih ÖZKUL HAKEMLİ Anayasalarımızda Yargının Bağımsızlığı ve Tarafsızlığı Dr. Fatih ÖZKUL yetkisi devam etmekte iken, aşağıda 159. maddede de görüleceği üzere, hâkim ve savcılar için inceleme ve soruşturma işlemleri, ilgili dairenin teklifi ve HSYK başkanının onayıyla Kurul müfettişlerince yapılacaktır. Dolayısıyla, eski düzenlemeden farklı olarak, yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı güçlendirilmekte, teftiş ile ilgili yetkilerin büyük çoğunluğu Bakandan alınarak HSYK’ya verilmektedir. HSYK, hâkim ve savcıları denetleyecek olan kurum müfettişlerinin seçilmesi, eğitilmesi, çalıştırılması ve harekete geçirilmesi konusunda tek başına yetkili olduğu için, Adalet Bakanı’nın yargı üzerindeki denetim yetkisi büyük ölçüde azalmaktadır.[130] Adalet müfettişleri ve iç denetçiler, yargısal faaliyet dışında [130] Bkz., 11.12.2010 tarih, 6087 sayılı Kanun’un 9, 14,15, 16 ve 17. maddeleri. 18.12.2010 tarih ve 27789 sayılı RG. Ancak anılan Kanun ile ilgili olarak, kamuoyunda 17 Aralık soruşturması olarak bilinen olaylar zinciri üzerine, Adalet Bakanı’nın Kurul’daki yetkilerinin artırılmasına yönelik bir değişiklik önerisi hazırlanmıştır. Çalışma konumuz açısından süreç hakkında kısa bir bilgi vermekte fayda vardır. Eylül 2012 ve Şubat 2013’teki bir dizi ihbarla başlayıp, 17 Aralık 2013 günü görevli Cumhuriyet savcısının gözaltı talimatı ve arama kararlarının yerine getirilmesi sebebiyle kamuoyunun haberdar olduğu soruşturma neticesinde, aralarında iş adamları, bürokratlar, banka müdürü, çeşitli düzeyde kamu görevlileri ve 61. Hükümet Kabine üyesi dört Bakan ve üç Bakan çocuğunun olduğu kişiler gözaltına alınmış, ev ve işyerlerinde arama yapılmıştır. Hükümet, soruşturmayı bir siyasi operasyon olarak nitelendirerek, Ülkede özellikle yargı içerisinde belli bir dini cemaat yapılanması olduğunu, “paralel yapı” olarak nitelendirilen bu cemaatin, ülke yönetiminde söz sahibi olmak amacıyla hâkimler, savcılar ve kolluk görevlileri vasıtasıyla, sahte ve uydurma delillerle, şantaj yapmak suretiyle hareket ettiğini ifade etmiştir. 17 Aralık soruşturmasını yürüten Cumhuriyet savcısı, bu kez 25 Aralıkta kara para aklama, yolsuzluk iddiası ile ilgili olarak ikinci bir soruşturma başlatmış ve 26 Aralık 2013 tarihinde adliye önünde bir basın açıklaması yaparak, soruşturma yapmasının engellendiğini kamuoyuna duyurmuştur. Aynı gün ve takip eden günde de HSYK açıklama yaparak, soruşturmayı durdurma girişimlerini kınadığını açıklamıştır. Soruşturmaları siyasi bir operasyon ve darbe teşebbüsü olarak nitelendiren Hükümet, HSYK’nın yapısında değişiklik öngören 6524 sayılı, Bakan’a hâkim, savcı, adalet müfettişlerinin atanması, disiplin soruşturmaları, Kurul işlemleri ve görev dağılımı gibi konularda çok geniş yetkiler veren yasayı çıkarmıştır; ayrıcı anılan Yasa yürürlüğe girdiği anda Adalet Akademisi’nin yönetim kurulları ile üyelerinin görevleri de sona erecektir. Yasa’nın yürürlüğe girmesini müteakip, dönemin HSYK üyesince, altmış altı sayfalık bir açıklama yapılarak, değişikliğin Anayasa’ya aykırı olduğu ileri sürülmüştür. Ana muhalefet partisinin, düzenlemenin Anayasa’ya aykırı olduğu iddiasıyla başvurusu üzerine de AYM, oyçokluğu ile verdiği kararla, düzenlemenin Adalet Bakanı’na verdiği yetkileri Anayasa’ya aykırı bularak (hukuk devleti, erkler aykırılığı, yargının bağımsızlığı gerekçeleriyle) iptal etmiştir. Basın açıklamaları için bkz., 17, 25, 26, 31 Aralık 2013 tarihli gazete ve haber programları. 6524 sayılı Yasa metni için bkz., 27 Şubat 2014 tarih, 28926 mükerrer sayılı RG. AYM’nin 6524 sayılı Yasa’yı iptaline ilişkin kararı için bkz., E.: 2014/55, K.: 2014/81, K.T:10.04.2014. İlerleyen süreçte bu sefer, paralel yapı olarak adlandırılan dini cemaate yönelik cezai soruşturmalar başlatılır. Soruşturmalar sonucunda kamuoyunda Ergenekon, Balyoz, Askeri Casusluk isimleri ile bilinen davaları, cemaatin kolluk görevlilerindeki mensupları aracılığıyla sahte deliller üreterek yönlendirdiği, yargıdaki hâkim ve savcı mensupları vasıtasıyla da karara bağladığı iddia edilir. Devam eden zaman diliminde, cemaate üye oldukları ve bu menfaat doğrultusunda taraflı görev yaptıkları iddiasıyla haklarında disiplin soruşturması başlatılan üç Cumhuriyet savcısı, Ülkeyi terk ederek yurt dışına çıkar. Bu önemli olaylar, Ülkemizde yargının bağımsızlığı 244 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 kalan icra, noter, cezaevi gibi adalet personelini denetlerken, Kurul müfettişleri hâkim ve savcıları denetlemektedir. Ayrıca yeni düzenlemeyle disiplin ile ilgili işlemlere karşı önceki örneklerine oranla daha etkili bir itiraz sisteminin de getirilmiş olduğu söylenebilir. Kurul artık daireler şeklinde yapılandırıldığı için, özellikle soruşturma izinleri bakımından teklif ve karar yetkilerinin tek elde toplanmasının sakıncaları kısmen ortadan kalkmaktadır. Yeni sistemde hâkim ve savcılar hakkında soruşturma izni verilmesini talep eden daire ile, bu konuda karar verecek olan daire farklı olmakta ve işleme karşı itiraz edilmesi halinde kararı, Genel Kurul vermektedir.[131] Konumuz açısından önemli olan bir diğer unsur ise HSYK’nın oluşumu ve Kurul’un çalışmalarına ilişkin, yargının bağımsızlığı ile tarafsızlığını da etkileyen yeni 159. maddedeki düzenlemedir. 5982 sayılı Yasa ile değişik Anayasa’nın 159. maddesi artık şu şekildedir: “Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu, mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına göre kurulur ve görev yapar. Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu yirmiiki asıl ve oniki yedek üyeden oluşur; üç daire halinde çalışır. Kurulun Başkanı Adalet Bakanıdır. Adalet Bakanlığı Müsteşarı Kurulun tabiî üyesidir. Kurulun, dört asıl üyesi, nitelikleri kanunda belirtilen; yükseköğretim kurumlarının hukuk dallarında görev yapan öğretim üyeleri ile avukatlar arasından Cumhurbaşkanınca, üç asıl ve üç yedek üyesi Yargıtay üyeleri arasından Yargıtay Genel Kurulunca, iki asıl ve iki yedek üyesi Danıştay üyeleri arasından Danıştay Genel Kurulunca, bir asıl ve bir yedek üyesi Türkiye Adalet Akademisi Genel Kurulunca kendi üyeleri arasından, yedi asıl ve dört yedek üyesi birinci sınıf olup, birinci sınıfa ayrılmayı gerektiren nitelikleri yitirmemiş adlî yargı hâkim ve savcıları arasından adlî yargı hâkim ve savcılarınca, üç asıl ve iki yedek üyesi birinci sınıf olup, birinci sınıfa ayrılmayı gerektiren nitelikleri yitirmemiş idarî ve tarafsızlığı konusunda, aslında bitmemiş olan tartışmaların yerinden başlamasına sebep olduğu gibi, halk nezdinde yargıya olan güvenin azalmasına da yol açmıştır. Örneğin, bir kamuoyu araştırma şirketi tarafından yapılan ve 30 Kasım 2015’te yayınlanan anketteki bilgiler çok düşündürücüdür. Türk halkının çalışan kesiminin yüzde otuz beşi, kendisine fazla mesai ücreti ödenmediği halde mahkemeye başvursa bile haksız çıkacağını, davayı işverenin kazanacağını düşünmektedir. Kadınların yüzde kırk beşi eşleri veya aileleri tarafından kötü muameleye, kastan yaralama eylemine maruz kaldıkları halde, mahkemeye başvurmaları halinde haksız çıkacaklarına inanmaktadır. Halkın yüzde elli dördü yargıya güvenmediği gibi, yargının zengin kesimin yanında olduğuna, ekonomik sınıf ayrımını gözeterek karar verdiğine inanmaktadır. Bkz. 30 Kasım 2015 tarihli NTV ana haber programı, www.ntv.com.tr. Benzer sonuçlara ilişkin çalışmalar için ayrıca bkz., www. khas.edu.tr/news/970, www.dogrulukpayi.com/beyanat/545c69eac5859., erişim tarihleri, 01.11.2015 [131] 6087 sayılı Kanunun 4, 7 ve 9. maddeleri. 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 245 HAKEMLİ Anayasalarımızda Yargının Bağımsızlığı ve Tarafsızlığı Dr. Fatih ÖZKUL HAKEMLİ Anayasalarımızda Yargının Bağımsızlığı ve Tarafsızlığı Dr. Fatih ÖZKUL yargı hâkim ve savcıları arasından idarî yargı hâkim ve savcılarınca, dört yıl için seçilir. Süresi biten üyeler yeniden seçilebilir.[132] Kurul üyeliği seçimi, üyelerin görev süresinin dolmasından önceki altmış gün içinde yapılır. Cumhurbaşkanı tarafından seçilen üyelerin görev süreleri dolmadan Kurul üyeliğinin boşalması durumunda, boşalmayı takip eden altmış gün içinde, yeni üyelerin seçimi yapılır. Diğer üyeliklerin boşalması halinde, asıl üyenin yedeği tarafından kalan süre tamamlanır. Yargıtay, Danıştay ve Türkiye Adalet Akademisi genel kurullarından seçilecek Kurul üyeliği için her üyenin, birinci sınıf adlî ve idarî yargı hâkim ve savcıları arasından seçilecek Kurul üyeliği için her hâkim ve savcının oy kullanacağı seçimlerde, en fazla oy alan adaylar sırasıyla asıl ve yedek üye seçilir. Bu seçimler her dönem için bir defada ve gizli oyla yapılır.[133] Kurulun, Adalet Bakanı ile Adalet Bakanlığı Müsteşarı dışındaki asıl üyeleri, görevlerinin devamı süresince; kanunda belirlenenler dışında başka bir görev alamazlar veya Kurul tarafından başka bir göreve atanamaz ve seçilemezler. Kurulun yönetimi ve temsili Kurul Başkanına aittir. Kurul Başkanı dairelerin çalışmalarına katılamaz. Kurul, kendi üyeleri arasından daire başkanlarını ve daire başkanlarından birini de başkanvekili olarak seçer. Başkan, yetkilerinden bir kısmını başkanvekiline devredebilir. Kurul, adlî ve idarî yargı hâkim ve savcılarını mesleğe kabul etme, atama ve nakletme, geçici yetki verme, yükselme ve birinci sınıfa ayırma, kadro dağıtma, meslekte kalmaları uygun görülmeyenler hakkında karar verme, disiplin cezası verme, görevden uzaklaştırma işlemlerini yapar; Adalet Bakanlığının, bir mahkemenin kaldırılması veya yargı çevresinin değiştirilmesi konusundaki tekliflerini karara bağlar; ayrıca, Anayasa ve kanunlarla verilen diğer görevleri yerine getirir. Hâkim ve savcıların görevlerini; kanun, tüzük, yönetmeliklere ve genelgelere (hâkimler için idarî nitelikteki genelgelere) uygun olarak yapıp yapmadıklarını denetleme; görevlerinden dolayı veya görevleri sırasında suç işleyip işlemediklerini, hal ve eylemlerinin sıfat ve görevleri icaplarına uyup uymadığını araştırma ve [132] Bu fıkranın ikinci cümlesindeki, “hukuk,” ibaresinden sonra gelen “… iktisat ve siyasal bilimler …” ve aynı cümledeki “öğretim üyeleri,” ibaresinden sonra gelen “… üst kademe yöneticileri …” ibareleri AYM tarafından iptal edilmiştir. Bkz., E.: 2010/49, K.: 2010/87, K.T.: 07.07.2010, 01.08.2010 tarih, 27659 mükerrer sayılı RG. [133] Bu fıkranın üçüncü cümlesindeki, “her hâkim ve savcının;” ibaresinden sonra gelen “… ancak bir aday için …” ibaresi AYM tarafından iptal edilmiştir. Bkz., E.: 2010/49, K.: 2010/87, K.T.: 07.07.2010, 01.08.2010 tarih, 27659 mükerrer sayılı RG. Kararın doğurduğu hukuki sonuçlara ileride değinilecektir. 246 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 gerektiğinde haklarında inceleme ve soruşturma işlemleri, ilgili dairenin teklifi ve Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Başkanının oluru ile Kurul müfettişlerine yaptırılır. Soruşturma ve inceleme işlemleri, hakkında soruşturma ve inceleme yapılacak olandan daha kıdemli hâkim veya savcı eliyle de yaptırılabilir. Kurulun meslekten çıkarma cezasına ilişkin olanlar dışındaki kararlarına karşı yargı mercilerine başvurulamaz. Kurula bağlı Genel Sekreterlik kurulur. Genel Sekreter, birinci sınıf hâkim ve savcılardan Kurulun teklif ettiği üç aday arasından Kurul Başkanı tarafından atanır. Kurul müfettişleri ile Kurulda geçici veya sürekli olarak çalıştırılacak hâkim ve savcıları, muvafakatlerini alarak atama yetkisi Kurula aittir. Adalet Bakanlığının merkez, bağlı ve ilgili kuruluşlarında geçici veya sürekli olarak çalıştırılacak hâkim ve savcılar ile adalet müfettişlerini ve hâkim ve savcı mesleğinden olan iç denetçileri, muvafakatlerini alarak atama yetkisi Adalet Bakanına aittir. Kurul üyelerinin seçimi, dairelerin oluşumu ve işbölümü, Kurulun ve dairelerin görevleri, toplantı ve karar yeter sayıları, çalışma usul ve esasları, dairelerin karar ve işlemlerine karşı yapılacak itirazlar ve bunların incelenmesi usulü ile Genel Sekreterliğin kuruluş ve görevleri kanunla düzenlenir.” 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 247 HAKEMLİ Anayasalarımızda Yargının Bağımsızlığı ve Tarafsızlığı Dr. Fatih ÖZKUL HAKEMLİ Anayasalarımızda Yargının Bağımsızlığı ve Tarafsızlığı Dr. Fatih ÖZKUL 2010 Anayasa değişikliği ile uluslararası standartlarla[134] uyum içerisinde [134] Konuyu daha iyi anlayabilmek amacıyla, Batı demokrasilerinde, özellikle Avrupa Birliği (AB) ülkelerinde HSYK benzeri kuruluşların ne tür bir yapıya sahip olduklarının genel hatlarıyla gözden geçirilmesinde fayda vardır. Fransa’da hâkimlerin ve savcıların özlük hakları konusunda karar verme yetkisi, Hâkimler Konseyi ile Savcılar Konseyi şeklinde iki ayrı organa aittir. 1958 tarihli Anayasa’nın 65. maddesinde 2008 yılında yapılan değişiklikten sonra, Kurul’un hâkimlere ilişkin bölümü şu şekilde oluşmaktadır: Yargıtay 1. Başkanı başkanlığında beş hâkim, bir savcı, Danıştay tarafından atanan bir Danıştay üyesi, bir avukat ile parlamento, yargı ve yürütme üyesi olmayan altı kişi. Son altı üyenin ikisini Cumhurbaşkanı, ikisini Millet Meclisi Başkanı ve ikisini Senato Başkanı seçmektedir. Savcılara ilişkin Kurul ise, Yargıtay Başsavcısı başkanlığında beş savcı, bir hâkim, bir Danıştay üyesi, bir avukat ve altı üyeden oluşmaktadır. Savcılara ilişkin Kurul’daki altı üyenin ikisini Cumhurbaşkanı, ikisini Millet Meclisi Başkanı ve ikisini Senato Başkanı seçmektedir. Adalet Bakanı 2008 değişikliğinin öncesinin aksine Kurul’a üye değildir. Bununla birlikte Bakan, Yüksek Yargı Konseyi’nin her iki bölümünün de toplantılarına, disiplinle ilgili olanlar hariç katılabilir, fakat oy kullanamaz. Fransız Anayasası için bkz., http://www.assemblee-nationale.fr/english/8ab.asp-1., erişim tarihi, 14.04.2015. İtalya’da Anayasa’nın 105. maddesi uyarıca yirmi yedi üyeden oluşan Hâkimlik Yüksek Konseyi de karma bir yapıya sahiptir. Cumhurbaşkanı Konsey’in Başkanı, Yargıtay Başkanı ve Başsavcısı doğal üyesidir. Konsey’in, ikisi Yargıtay üyeleri, onu birinci sınıfa ayrılmış hâkimler arasından olmak üzere toplam on iki üyesi, birinci sınıfa ayrılmış hâkimler tarafından; dört üyesi, birinci sınıfa ayrılmış savcılarca kendi aralarından, sekiz üyesi ise, Parlamento’nun beşte üç çoğunluğuyla avukatlar ve hukukçu öğretim üyeleri arasından seçilmektedir. 1947 tarihli İtalya Anayasası için bkz., http://www.servat.unibe.ch/law/ icl/it00000-html, erişim tarihi, 15.04.2015. İspanya’da ise Anayasanın 122. maddesi uyarınca, Yargı Kuvveti Genel Konseyi yirmi üyeden oluşmakta ve bu üyelerin on ikisi hâkimler, dördü Meclis, dördü Senato arasından olmak üzere tümü Kral tarafından atanmaktadır.1978 tarihli Anayasa uyarınca, yirmi üyeden dördünü Parlamento’nun Temsilciler Meclisi kanadı, dört üyeyi ise Senato kanadı üçte beş çoğunluğun oyu ile mesleklerinde on beş yıllık deneyimi olan avukat ve hukukçular arasından, yine altışar üyeyi hâkimler arasından her iki Meclis ayrı ayrı yaptığı seçimlerde üçte beş çoğunluk oyu ile belirleyerek Kral’a sunmaktadır. İspanya Anayasası için bkz., http://www.servat.unibe. ch/law/icl/sp-indx.html., erişim tarihi, 12.04.2015. 1975 tarihli Portekiz Anayasası’nın 220. maddesi uyarınca, Yargı Kurulu, Yüksek Mahkeme Başkanı’nın başkanlığında toplanmaktadır. Birisi hâkim olmak üzere yedi üye Cumhurbaşkanı’nca atanmaktadır. Yedi üye Meclis tarafından seçilmekte, yedi üye ise orantılı temsil esasına göre hâkimler arasından seçilmektedir. Portekiz Anayasası için bkz., http://www.servat.unibe.ch/law/ icl/po00000-.html. Erişim tarihi, 17.04.2015. 1991 tarihli Slovenya Anayasası’nın 131. maddesine göre, Yargı Konseyi on bir üyeden oluşmaktadır. Üyelerden beş tanesi Cumhurbaşkanı’nın hukuk profesörleri, savcı ve diğer hukukçular arasından önerdiği adaylar içerisinden Ulusal Meclis tarafından seçilmektedir. Altı üye ise bizzat görevdeki hâkimler tarafından seçilmektedir. Slovenya Anayasası için bkz., http://www.servat.unibe. ch/law/icl/si00000-.html., erişim tarihi, 18.04.2015. 1997 tarihli Polonya Anayasası’nın 187. maddesi uyarınca, Ulusal Yargı Konseyi, Yüksek Mahkeme Başkanı, Adalet Bakanı, Yüksek İdare mahkemesi Başkanı, Cumhurbaşkanı tarafından atanan bir üye ile olağan mahkemeler, idare mahkemeleri ve askeri mahkemelerdeki hâkimler arasından Yüksek Mahkeme tarafından seçilen on beş üye, Temsilciler Meclisi’nin kendi üyeleri arasından seçtiği dört üye ve Senato’nun kendi üyeleri arasından seçtiği iki üyeden oluşmaktadır. Polonya Anayasası için bkz., http://www.servat.unibe.ch/law/icl/pl10000-.html., erişim tarihi, 19.04.2015. Hollanda’da beş kişiden oluşan Kurul’un üç üyesi birinci sınıfa ayrılmış 248 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 olan bir HSYK oluşturulmaya çalışılmıştır.[135] Yeni düzenlemeye göre Adalet Bakanı yine Kurul’un başkanı olarak kalmış,[136] Bakanlık Müsteşarı’nın tabii üyeliğinde de herhangi bir değişiklik olmamıştır. Ancak, Bakan ile Müsteşarı’nın Kurul’daki konumlarında Anayasa değişikliği öncesi döneme göre nispeten bir zayıflama olduğu söylenebilir. Kurul’un üç daire halinde görev yapması benimsenerek, dairelerin çalışmalarına Adalet Bakanı’nın katılmaması esası kabul edilmiştir. Adalet Bakanı sadece, HSYK genel kuruluna katılarak ol hâkimler, iki üyesi iktisat, işletme vb. eğitim almış yöneticiler arasından, Adalet Bakanı’nın önerisi üzerine Kral tarafından atanmaktadır. Bkz., PALABIYIK, Hakan, Çeşitli Ülke Anayasalarında Hakimlik ve Savcılık Mesleği ile Hakimlik Savcılık Teminatının Düzenlenişi, https://yenianayasa.tbmm.gov.tr., erişim Tarihi, 04.01.2015. Yukarıda belirtilen ülke Anayasalarının ilgili maddelerinin İngilizce metnine ulaşabilmek için, şu anayasa hukuku sitelerine başvurulabilir: I. ICL: International Constitutional Law (A. Tschentscher): http://www.servat.unibe.ch/law/icl/ II. Database of national and state constitutions and related documents: http://confinder.richmond.edu. Görüldüğü üzere, demokratik ülkelerin önemli bir kısmında, yargı mensuplarının özlük hakları üzerinde karar verme yetkisini haiz organların üyelerini seçme yetkisi sadece yargı kuruluşlarına tanınmamakta, yasama ve yürütme organlarına da bu yönde yetki sunulmakta ve karma bir oluşum yöntemi benimsenmektedir. Kanaatimizce de doğru olan bu yaklaşım, kurulların demokratik meşruiyeti ile hesap verilebilirliği artırmaktadır. [135] 5982 sayılı Anayasa değişikliğine ilişkin Yasanın, genel ve madde gerekçeleri için bkz., https://www2.tbmm.gov.tr/d23/2/3-0656.pdf., erişim tarihi, 02.02.2014. [136] Adalet Bakanı’nın, Kurul’un üyesi ve aynı zamanda başkanı olması ise, Avrupa standartları ve Venedik Komisyonu’nun konuya ilişkin raporuna atıfta bulunularak kimi yazarlarca eleştirilmiştir. Kurul başkanının, politika ile ilgisi olmayan kişiler arasından ve seçimle gelen üyeler içinden seçilmesi gerektiği ileri sürülmüştür. Bkz., HAKYEMEZ, Yusuf Şevki, “2010 Anayasa Değişiklikleri ve Demokratik Hukuk Devleti”, Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C.XIV, Y.2010, S. 2, s. 402; KIRMAZ, 2009, s. 126-127. Aslında gerek AYDK, gerekse Venedik Komisyonu, Devlet Başkanı’nın sembolik yetkilere haiz olduğu parlamenter sistemlerde, yargı konseyine başkanlık etme yetkisinin Devlet Başkanı’na sunulmasında bir sakınca görmemektedir. Buna karşılık Ülkemizde de olduğu gibi, Cumhurbaşkanı’nın güçlü yetkilere sahip olduğu sistemlerde, AYDK Yargı Konseyi Başkanlığı’nın, Konsey’in yargıç üyelerinden birisine ait olması gerektiğini vurgularken, Venedik Komisyonu, başkanın yargıç olmayan üyeler arasından seçilmesini önermektedir. (AYDK, para.33; Venedik Komisyonu, para.34). Raporlar için bkz., http://www.coe.int/t/ dghl/cooperation/ccje/textes/Avis-en.asp., erişim tarihi, 10.07.2014; http://www.venice. coe.int/docs/2007/CDL-JD(2007)001-e.asp., erişim tarihi: 11.07.2014 Biz burada kısmen farklı kanaatteyiz. Daire çalışmalarına katılmayıp oy kullanamayan ve yargının işleyişi yönünden siyasi olarak hesap verme sorumluluğu bulunan Bakan’ın, Kurul başkanı veya üyesi olmasında bir sakınca yoktur; aksine Bakan, Kurul ile yürütme organı arasında iletişimi ve dengeyi sağlayan bir unsur olarak görülebilir. Yargının en üst idari Kurulu’nun, diğer devlet kurumlarıyla uyum içinde ve koordineli çalışabilmesi için, yargı mensubu olmayan temsili bir kişiliğe ihtiyaç olacağı göz ardı edilmemelidir. Nitekim aralarında Fransa, İtalya, Danimarka, Hollanda, Estonya, Polonya, İrlanda, Litvanya, Slovakya gibi Avrupa Konseyi üyesi ülkelerde de, Adalet Bakanı veya yürütmenin bir temsilcisi Kurul üyeliği yapmaktadır. Bkz., KIRMAZ, 2009, s. 212. Ancak, burada yeri gelmişken, Anayasa’nın 140/6. maddesi uyarınca hâkimlerin idari yönden Adalet Bakanı’na bağlı olmalarının, hukuk devleti açısından bir eksiklik olduğunu yine belirtmeliyiz. 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 249 HAKEMLİ Anayasalarımızda Yargının Bağımsızlığı ve Tarafsızlığı Dr. Fatih ÖZKUL HAKEMLİ Anayasalarımızda Yargının Bağımsızlığı ve Tarafsızlığı Dr. Fatih ÖZKUL kullanabilecektir. Hâkim ve savcıların özlük işlerinin görüşüleceği dairelerin çalışmalarına Adalet Bakanı’nın katılamaması ve bu dairelerde oy hakkının bulunmamasının, yargı üzerinde yürütmenin etkisini azaltan bir husus olarak görülebilir. Disiplin konuları başta olmak üzere, özlük konularındaki kararlar dairelerde alınacağına göre, Bakan’ın genel kurulda yer alması sebebiyle bu tür önemli konularda oy hakkının bulunmaması, yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı yönünden anlamlı bir gelişmedir. Kurul’un doğal üyesi olan Adalet Bakanlığı Müsteşarı ise dairelerden birinin çalışmalarına katılarak oy kullanabilmektedir. Kurul’un ve dairelerin toplanarak çalışabilmelerin için Müsteşar’ın toplantıya katılması zorunluluğunun kaldırılmış olması da önemli bir yeniliktir.[137] Yapılan düzenleme ile HSYK, yürütme organı karşısında değişiklik öncesine göre daha bağımsız bir konuma gelmiştir. Kurulun oluşum usulüne bakıldığında da çoğulcu ve karma yapı anlamında önemli değişiklerin yapıldığı görülmektedir.[138] Kurul artık, yirmi iki asıl ve [137] Daha önce de değindiğimiz gibi, Anayasa değişikliği öncesinde, Müsteşar’ın toplantılara katılmamasından dolayı HSYK’nın toplanamadığı ve karar alamadığı durumlar yaşanmıştır. Yürütme organına karşı sorumlu bir bürokrat konumunda olan Müsteşar’ın, kurulun çalışmasını engelleyebilme imkânına sahip olması, yargının bağımsızlığı ile tarafsızlığını zedeleyen bir durum olarak görülmelidir. Bkz., BALTACI, 2013, s. 163. [138] Değişikliğe ilişkin öneride HSYK’nın oluşumunda farkı eğilimleri daha fazla temsil edilebilecek bir formül benimsenmişti. Öngörülen seçim sistemi her hâkimin bir kişiye oy vermesi üzerine kurulmuştu. Ancak AYM’nin, paketin Anayasaya aykırı olduğu gerekçesiyle açılan davada verdiği iptal kararı sonrasında, her hâkimin boş olan üyelik kadar oy kullanabilmesi, dolayısıyla Yargıtay, Danıştay, idari ve adli yargı mensupları arasından seçilecek üyeler belirlenirken, tek bir listenin delinmeden temsil edilmesi gibi bir sonuç ortaya çıkmıştır. Bu durum da, farklı listelerin ortaya çıkmasına ve bu listeler üzerinden blok oy kullanmaya teşvike, bazı kesimlerin ise kurulda hiç temsil edilememesine yol açmıştır. AYM bu bağlamda iptal kararını şu gerekçeye dayandırmıştır. “5982 sayılı Kanun’un, 22. Maddesiyle değiştirilen Anayasanın 159. Maddesinin beşinci fıkrasında Yargıtay, Danıştay ve Türkiye Adalet Akademisi ile birici sınıf adli ve idari yargı hakim ve savcıları tarafından Kurul üyelerinin doğrudan seçilmesi öngörülmektedir. Ancak bu seçimlerde her seçmenin ancak bir aday için oy kullanması esası getirilmiştir: Buna göre, Yargıtay Genel Kurulunca seçilecek üç asıl üç yedek olmak üzere toplam altı Kurul üyesi için her Yargıtay üyesi ancak bir adaya oy verebilecektir. Bu durumda her Yargıtay üyesi altı kurul üyesinden yalnız birisi için oy kullanabilecek, diğerlerinin seçimine iradesi yansımayacaktır. Aynı durum Danıştay tarafından seçilecek iki asıl, iki yedek; Türkiye Adalet Akademisi tarafından seçilecek bir asıl, bir yedek; adli yargı hakim ve savcıları tarafından seçilecek yedi asıl, dört yedek ve idari yargı hakim ve savcıları tarafından seçilecek üç asıl, iki yedek üyenin seçimi için de geçerlidir. Buna göre bazı adaylar açısından seçmenlere oy kullanma hakkı tanınmayarak sonuçları seçmen iradesini yansıtmaktan uzak olan bir seçim usulünün demokratik olmadığında kuşku yoktur: Seçmen iradesinin gerçek anlamda oya yansımasını sınırlayan böylece oy kullananların iradesini olumsuz yönde etkileyen bir düzenlemenin hukuk devletinin temel öğesi olan bağımsız ve tarafsız bir yargının oluşmasını da engelleyeceği açıktır...” Bkz., E.: 2010/29, K.: 2010/87, K.T.: 07.07.2010. Mithat Sancar, Bu iptal kararının HSYK’nın özünü zedelediğini, çoğulculuğu engellediğini düşünmektedir. Bkz., SANCAR, Mithat, Referandum Sonrasında 250 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 on iki yedek üyeden oluşmaktadır. Anayasa değişikliği öncesi yedi üyeli olan HSYK, Adalet Bakanı ve Müsteşarı’na ek olarak Danıştay ve Yargıtay üyeleri arasından seçilen beş üyeden oluşurken, yapılan değişiklik ile yirmi iki üyeli hale getirilerek, Kurul’un yapısı karma bir hale getirilmiştir. Bu karma yapı, hem kendi çıkarlarını koruma, kayırmacılık algısını ortadan kaldırma, hem de toplumun farklı görüşlerinin yansıtılarak temsil edilmesi açısından katkı ve meşruiyet kaynağı sağlayabilir. Değişiklikle Kurul, eski düzenlemedeki üyelere ek olarak, hukuk alanında çalışan üniversite öğretim üyeleri, Adalet Akademisi, avukatlar adli ve idare ilk derece mahkemelerinde görev yapmakta olan hâkim ve savcılar arasından seçilen üyelerden oluşacaktır. Yeni HSYK’nın üye kaynağının bu şekilde çeşitlendirilmesinin,[139] kurulda tek tip ve bürokratik üye profilinin oluşma ihtimalini zayıflattığı veya kuruldaki olası gruplaşmaları önleyebileceği umulmaktadır.[140] Önceki yapıda yedi üyeden oluşan HSYK’nın iki üyesinden birisi yürütme organının temsilcisi, diğeri de onun atadığı bürokrat iken, yeni düzenlemede Bakan ve Müsteşar yirmi iki üyeli bir Kurul’un iki üyesi konumuna gelmişlerdir. Bu sayede, belli bir ideolojiyi paylaşan oluşumların yargı bürokrasisinin üst yapısında ağırlık kazanması daha az ihtimal dâhilindedir. Getirilen düzenlemenin en önemli yeniliği ise, Kurul’un yirmi iki üyesinden on üyesinin adli ve idari ilk derece mahkemelerinde görev yapan, birinci sınıfa ayrılmış hâkimler arasından seçilmesidir; bu sayede bürokratik ve seçkinci HSYK: HSYK’nın Yeni Yapısı ve İşleyişine Dair Yuvarlak Masa Toplantısı, Tesev Yayınları, Eylül 2012, s. 20-21. [139] Özellikle yargı dışından gelen üyelerin, Kurul çalışmalarına kendi alanlarındaki birikimlerini katarak, çalışmalara farklı bir gözle bakılmasını sağlamaları olumlu görülmelidir. Kurul’un kasta dayalı, mesleki kooptatif yapıda olmaması için hakim ve savcılar dışındaki hukukçuların da Kurul’da yer alması gerekir; bu sayede Kurulda çoğulcu bir bakış açısı yakalanabilir. Aynı görüş doğrultusunda bkz., HAKYEMEZ, 2010, S. 2, s. 401. [140] Az sayı yerine kalabalık ve karma oluşuma dayalı bir yapının karar almasında, arkadaşlık ilişkilerinin, kişisel menfaatlerin, ideolojik endişe ve kayırmaların olumsuz etkilerine daha az rastlama ihtimali yüksektir. Bkz., HAKYEMEZ, 2010, s. 400-401. Ancak Kurula, adli ve idari yargıda görev yapan hâkim ve savcılar arasından üye seçilmesi usulünün, yargı teşkilatında bir kutuplaşma ve seçim havası oluşturduğundan bahisle eleştirildiği de görülmektedir. Bkz., 12 Ekim 2014 tarihli haber programları ve gazeteler. Bu eleştirilerde haklılık payı olsa bile, 26.04.1961 tarihli, 298 sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun uyarınca, adaylar propaganda amaçlı açık ya da kapalı salon toplantıları yapamayacak, vaadde bulunamayacak, broşür ve promosyon dağıtamayacaklardır. Bunlara ek olarak, seçimlerin Yüksek Seçim Kurulu’nun yönetim ve denetiminde yapılacak olması, seçim sonuçlarının Ulusal Yargı Ağı Projesi (UYAP) yoluyla, seçim gününün akşamında açıklanması hususları da birlikte değerlendirildiğinde, sürekli seçim atmosferi ve siyasal kutuplaşma oluşacağına yönelik tereddütlerin çok da anlamlı görülmemesi gerekir. Kaldı ki seçim işleminin olduğu her yerde, belli ölçüde de olsa siyasal tercihlerin ön plana çıkabilmesi ihtimali normal karşılanmalıdır. 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 251 HAKEMLİ Anayasalarımızda Yargının Bağımsızlığı ve Tarafsızlığı Dr. Fatih ÖZKUL HAKEMLİ Anayasalarımızda Yargının Bağımsızlığı ve Tarafsızlığı Dr. Fatih ÖZKUL yapıdan uzaklaşılmaktadır.[141] Yargı dışından gelen üyelerin, halk tarafından seçilen Cumhurbaşkanı’nca seçilmesi demokratik meşruiyete katkı sağlamaktadır. HSYK’ya bağlı yeni bir sekretaryanın kurulmasıyla,[142] bu konuda uzun süredir devam eden eleştiriler karşılanmıştır. Yukarıda da belirtildiği gibi, hâkim ve savcıların denetimleri daha önce Adalet Bakanı’na bağlı müfettişlerce yapılmakta iken, yapılan değişiklikle teftiş kurulu bizzat HSYK’ya bağlanmaktadır. Bu durum, 2010 değişikliği öncesine göre yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı açısından önemli bir gelişme olarak görülmelidir. Hâkim ve savcıların inceleme ve soruşturma işlemleri, ilgili dairenin teklifi ve HSYK başkanının onayıyla Kurul müfettişlerince yapılacaktır. Ancak maddede yer alan soruşturma izni verilip verilmemesi konusunda Adalet Bakanı’nın onayının aranması kanaatimizce isabetli değildir. Bakan’a, ilgili daireden soruşturma başlatılmasını sadece talep edebilme yetkisinin tanınmış olması, yargının bağımsızlığı açısından daha yerinde bir düzenleme olurdu. Kurul’un meslekten çıkarma cezalarına karşı yargı yolunun açılmış olması da önemli ama yetersiz bir yeniliktir.[143] Kurul’un [141] Bununla birlikte yeni düzenlemede demokratik meşruiyet açısından halen bazı eksikliklerin olduğu söylenebilir. Yargı erkinin “millet adına” ve yürütme erkinden bağımsız olarak karar verdiği göz önüne alınarak, HSYK’nın oluşumunda, TBMM’nin de belli sayıda üye seçerek söz sahibi olması gerekirdi. Halk tarafından seçilen Cumhurbaşkanı’nın HSYK’ya üye seçmesi demokratik meşruiyete belli ölçüde katkı sağlasa da, bu yöndeki eksikliği tam olarak karşılamamaktadır. Nitekim Avrupa Ülkelerinde bu konuda yaygın bir uygulama bulunmaktadır. Daha önce de belirttiğimiz gibi Fransa, İtalya, Belçika, İspanya ve İsveç gibi Avrupa Konseyi üyesi ülkelerde yargı kurullarına yasama organı temsilcileri de katılmaktadır. Aynı konuda bkz., Venedik Komisyonu 14 Mart 2007 tarihli (CDL-JD(2007)001) numaralı “Yargısal Atamalar” başlıklı raporunun 28 ve 30. maddeleri. http://www.venice.coe.int/webforms/documents/CDL-JD(2007)001-e.aspx., erişim tarihi, 21.06.2015. Kaldı ki, AİHM de pek çok kararında, hâkimlerin kim tarafından atandıkları hususunun, yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı, dolayısıyla adil yargılanma hakkı açısından kesin bir ölçü olamayacağına vurgu yapmıştır. Bkz., İNCEOĞLU, 2005, s. 167. [142] Ayrıca yeni oluşturulan sekretaryaya Adalet Bakanlığı’ndan ayrı kendisine ait bir fiziksel mekân verilmek suretiyle, bağımsız bir teşkilata sahip olma daha anlamlı hale getirilmiştir, HSYK’nın algısal olarak kurumsal özerkliği belirginleştirilmiştir. Yine, yeni HSYK’ya kendisine ait bir bütçe tahsis edilerek, mali olarak Adalet Bakanlığı’na bağımlı olmaktan kurtarılmış, kurumsal özerklik işlevsel hale getirilmiştir. Bu konuda AYDK’nın ayrıntılı görüşü için bkz., http://www.coe.int/t/dghl/cooperation/ccje/textes/Avis-en.asp., erişim tarihi, 14.06.2015. [143] AYM, Anayasa değişikliklerinin iptali dolayısıyla açılan davada verdiği kararında, HSYK yönünden getirilen yeniliklerin, yargı bağımsızlığı açısından eskiye oranla daha sağlam güvenceler getirdiği hususunu şu şekilde ifade etmiştir: “Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun yapısıyla ilgili olarak 5982 sayılı Yasa’nın 22. maddesiyle yapılan yeni düzenlemeyle Kurulun üye sayısının artırıldığı, seçim tabanının genişletildiği, Kurul üyelerinin büyük çoğunluğunun yargıçlar tarafından doğrudan seçilmesinin kabul edildiği, Kurul’un kendi sekretaryasına kavuşturulduğu ve Teftiş Kurulunun Kurul’a bağlandığı böylece özerk yapısının güçlendirildiği gözükmektedir. Cumhurbaşkanının Kurul’a üye atama yetkisinin 252 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 tüm kararlarına karşı yargı yolu açılmalıdır. Yine HSYK, tayin kriterlerini yayınlamakta, atamalarda ve hâkim terfilerinde kadro tanımlarını, örnek teşkil edebilecek bazı kararlarını internet sitesinde[144] duyurmakta,[145] çalışmalarından hâkim ve savcıları haberdar etmekte, karşılaşılan güçlükleri aşmak için aldığı önlemleri kamuoyu ile paylaşmaktadır. Bunlar yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığını sağlamaya yönelik önemli adımlar olarak görülmekle birlikte arzulanan, Kurul’un tüm kararlarının erişilebilir nitelikte olmasıdır. Kurul üyelerinin sadece bir dönem görev yapmalarının, yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı açısından daha isabetli olacağı söylenebilir. Kurul’a üye olarak seçilebilme yeterliliği açısından bakıldığında, birçok adayın bulunabileceği göz önüne alındığında, mevcut üyenin yeniden seçilmesinin sağlayacağı faydayı açıklamak zordur. Dolayısıyla, yeni sistemde ortaya çıkabilecek olan sorunlardan birisi, HSYK üyelerinin bir kez daha seçilebilecek olmaları sebebiyle, karar alırken bağımsız ve tarafsız davranmak yerine popülizme kaçabilecek olmaları ihtimalidir. Bütün bu olasılıklara rağmen, 2010 Anayasa değişikliği ile 1961 Anayasası’yla başlayıp 1971 değişikliği ile devam eden ve özellikle 1982 Anayasası’nda zirve noktasına ulaşan bürokratik ve vesayetçi yapıdan büyük ölçüde uzaklaşılmıştır. sınırlandırıldığı, Adalet Bakanı’nın dairelerin çalışmasına katılmasının yasaklandığı, Bakan’ın Teftiş Kurulu üzerindeki mutlak kontrolünün kaldırıldığı, böylece yürütmenin Kurul üzerindeki yetkisinin belli ölçüde azaltıldığı anlaşılmaktadır. Kurul’un kararlarının kısmen de olsa yargı denetimine açılmış olmasının hukuk devletinin güçlendirilmesine yönelik bir adım olduğu gözükmektedir. Bu nedenle, söz konusu hükümlerin yargı bağımsızlığını dolayısıyla hukuk devleti ilkesini ortadan kaldırdığı ya da içini boşaltarak anlamsız hale getirdiği söylenemez.”, Bkz., E.: 2010/49, K.:2010/87, K.T: 07.07.2010. Aynı doğrultuda, HSYK ile ilgili Anayasa değişikliği, Avrupa Birliği Komisyonu tarafından hazırlanan 2010 ilerleme raporunda da olumlu karşılanmıştır. Bkz., 2010 Yılı Türkiye İlerleme Raporu, TC Başbakanlık Avrupa Birliği Genel Sekreterliği Yayını, Ankara, 2010, s. 7-8, 75. [144]Bkz., http://www.hsyk.gov.tr. [145] Yıllar önce hazırlanan bir raporda, Ülkemizde HSYK’nın çalışmalarında şeffaflığın olmadığı, faaliyetlerin bir gizlilik perdesi altına gerçekleştirildiği ayrıntısıyla belirtilmiştir. Bkz., TANÖR, Bülent, Türkiye’de Demokratikleşme Perspektifleri, TÜSİAD Raporu, İstanbul, 1997, s. 23. 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 253 HAKEMLİ Anayasalarımızda Yargının Bağımsızlığı ve Tarafsızlığı Dr. Fatih ÖZKUL HAKEMLİ Anayasalarımızda Yargının Bağımsızlığı ve Tarafsızlığı Dr. Fatih ÖZKUL SONUÇ Adaleti tesis etmeyi sağlayan yargı organlarına bu görevlerini hiçbir etki ve baskı altında kalmadan, hukuki anlamda yerine getirebilmeleri amacıyla, devletin diğer organlarından farklı olarak önemli ayrıcalıklar verilmiştir. Yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı sağlanmadan, bu hassas görevin ideal ölçülerde yerine getirebilmesi mümkün olamaz. Yargı bağımsızlığı hiçbir devlet organının, makamın, kişinin ya da kurumun, yargı yetkisinin kullanılması nedeniyle mahkemelere ve orada görevli hâkimlere etki edememesi, müdahalede bulunamaması anlamına gelmektedir. Bağımsızlık kadar önemli ve ondan ayrılmayan bir diğer ilke ise tarafsızlıktır. Tarafsızlık, hâkimin yargılama yaparken yan tutmamasını, taraflara karşı objektif olmasını ve kişiliğinden sıyrılabilmesin ifade eder. Aslında tarafsızlık bağımsızlıktan daha önce söz konusu olmuş ve bağımsızlık adeta, tarafsızlığı sağlayabilmenin bir aracı olarak görülmüştür. Yargının bağımsızlığını ısrarlı şekilde vurgu yapıldığı halde, bu vurgu aynı ölçüde tarafsızlığa yapılmamaktadır. Tarafsız olmayan yargının bağımsız olması tek başına hiçbir anlam ifade etmeyecek, aksine yargı, siyasal sistem içerisinde olması gerekenden daha güçlü ve bir o kadar da tehlikeli bir aktör olarak ortaya çıkabilecektir. Bu sebeple, yargının bağımsızlığı ile tarafsızlığı aynı ölçüde önemli ve birlikte olduğu oranda amacına hizmet edebilecektir. Yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığını gerçekleştirebilmek bir gaye değil, hukuk düzeninin adaletli bir şekilde kurulup devam ettirilebilmesi için bir araç olarak görülmelidir. Bu noktada da yargı bağımsızlığı, yargı erkine tanınmış bir ayrıcalık olmayıp, yargılama görevini yerine getiren hâkimlerin emir almama, baskı altında tutulup yönlendirilmeme, verdiği kararlardan dolayı azledilmeme, görev yeri değişikliği gibi sorunlarla karşılaşmamalarını ifade eder. Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren yargı erki, kimi kesimlerin güçlerini gösterdikleri bir alan olmuş ve zaman zaman çok ciddi baskılar altında kalmıştır. Anayasal tarihimizi incelediğimizde, 1876 Anayasası’nda yargının bağımsızlığını ve tarafsızlığını sağlamaya yönelik hükümlerin, bugünkü Anayasaları kıskandıracak düzeyde olduğunu, fakat siyasi olaylar sebebiyle bu düzenlemelerin uygulanamadığını görmekteyiz. Olağanüstü bir dönemin Anayasası olan ve kuvvetler birliği ile meclis hükümeti sistemini benimseyen 1921 Anayasası’nda, haliyle çalışma konumuzla ilgili hüküm bulunmamaktadır. 1924 Anayasası’nı incelediğimizde ise, yargının bağımsızlığı ile tarafsızlığının teorik düzeyde kaldığını, kurumsal veya bireysel olarak gerekli teminatı sağlamaya yetecek adımlar atılamadığı gibi, aksine Anayasa’nın uygulanması döneminde, olumsuz olarak nitelendirilebilecek örneklere rastlandığı görülmektedir. 1961 Anayasası incelediğinde, yargı erkinin güçlendirilmeye çalışıldığı, bağımsızlığı ve tarafsızlığı gerçek 254 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 anlamda hayata geçirmek amacıyla, anayasal düzenlemeler ile çoğulcu ve dengeli bir yapı oluşturulmaya çalışıldığı, bu doğrultuda yeni bir HSYK oluşturulduğu, ancak 1971 değişiklikleri ile bu yapının terk edilerek bürokratik ve seçkinci bir yaklaşımın benimsenmeye başlandığı anlaşılmaktadır. 1982 Anayasası’nın ilk halinde de, hâkim bağımsızlığına ilişkin nitelikli düzenlemelerin bulunduğu, fakat Anayasa’nın HSYK’da benimsediği bürokratik, seçkinci, yargının Yüksek Mahkemelerde çalışan üyelerine önem veren anlayışından dolayı, umut edilen hedeflere ulaşılamadığı görülmektedir. 2010 Anayasa değişikliği sonrası oluşturulan Kurul’un üye sayısının fazla olması, daireler halinde yapılanma, Adalet Bakanı’nın dairelerin çalışmalarına katılmayıp sadece genel kurula başkanlık etmesi, Kurul için bir sekreterlik, bağımsız bina, bütçe oluşturulmuş olması, hâkim ve savcıların denetimi ve soruşturma izinlerinin kısmen Adalet Bakanı’ndan alınarak Kurula bırakılması gibi hususlar, yargının bağımsızlığı ile tarafsızlığını sağlamaya yönelik önemli adımlar olarak görülmelidir. Adalet Bakanı ve Müsteşarı’nın Kurul yapısı içerisinde yer almalarında bir sakınca görülmemelidir. Demokratik bir hukuk devletinde, adalet hizmetlerinin iyi işleyip işlemediği, adalet hizmetine ayrılan kamusal kaynakların yerinde kullanılıp kullanılmadığı konularında topluma hesap verebilecek en uygun aktör, siyasi sorumluluğu bulunan Adalet Bakanı’dır. Halktan alınan yetkiyle, halk adına kullanılan yargılama yetkisi, toplumdan kopuk, kendi içine kapalı ve hesap sorulamaz bir şekilde kullanılmamalıdır; aksi halin kabulü yargıya olan güveni ve saygıyı azaltmakta, mahkemelerin itibarını düşürmektedir. Avrupa’daki yargı kurulları incelendiğinde, örnek tek bir modelin bulunmadığı, ağırlıklı uygulamanın karma oluşum biçiminde olduğu, bu bağlamda da kurullarda yasama ve yürütmenin seçtiği üyelerin yer almasının bir sorun teşkil etmediği, aksine demokratik meşruiyeti pekiştirdiği görülmektedir. HSYK’ya yasama organının üye seçmemesi, egemenliğin gerçek sahibi ile hiçbir bağı olmayan ve meşruluk tartışmalarının odağında bir kurum ortaya çıkarabilir. Milli iradeyle herhangi bir bağı kalmayan yargı, zamanla toplumsal gelişmelerin gerisinde kalarak, değişimlere karşı duyarsız hale gelebilir. 2010 değişikliğinden sonra yaşanan güncel adli olaylar da göz önüne alındığında, yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığına ilişkin şüphelerin, devam ettiği anlaşılmakta ve Anayasa değişikliği ile yeni bir HSYK arayışı içerisine girildiğine ilişkin bilgilerin kamuoyu ile paylaşıldığı görülmektedir.[146] Eğer [146] Örneğin TÜSİAD yargı bağımsızlığı için reform istemiştir; aynı gün Başbakan yardımcısı Lütfi Elvan, adalet reformunun yapılacağını duyurmuştur. Bkz., 03.12.2015 tarihli haber programları. Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, Adalet eski Bakanı Kenan İpek’ten görevi 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 255 HAKEMLİ Anayasalarımızda Yargının Bağımsızlığı ve Tarafsızlığı Dr. Fatih ÖZKUL HAKEMLİ Anayasalarımızda Yargının Bağımsızlığı ve Tarafsızlığı Dr. Fatih ÖZKUL HSYK’nın yapısı ile ilgili yeni bir Anayasa değişikliği öngörülüyor ise, Kurul’da mutlaka yine karma bir oluşum ve mümkün olduğunca geniş tabanlı temsil esası benimsenmelidir. Kanaatimizce oluşturulması düşünülen yeni yapı, eski uygulamalara dönüş niteliğinde olmamalıdır. Türkiye’de son zamanlarda dile getirilen HSYK’nın siyasallaşma olasılığı üzerinde durularak, yeni bir seçim modelinin benimsenmesi, özellikle yargı kürsüsünde görev yapan hâkim ve savcıların, kendi aralarından Kurul’a seçim yapabilme haklarının alınması isabetli bir değişiklik olmayacaktır. Siyasallaşmanın kurumsal olarak değil, tamamen Kurul üyelerinin tutumuyla ilgili bir olgu olacağı unutulmamalıdır. Kaldı ki atanma, yükselme ve benzeri özlük haklarına ilişkin yetkiler, hangi organ tarafından kullanılırsa kullanılsın, bünyesinde mutlaka belli bir oranda bağımlılık ilişkisi ortaya çıkarmaktadır. HSYK’nın işleyişine ilişkin sorunların, bugüne kadar gelinen süreçte değişik boyutlarıyla kendisini gösterdiği bir gerçektir. Ancak, Anayasa’da mutlaka bir değişiklik yapılmak isteniyorsa, oluşturulacak yeni HSYK, hâkim ve savcıları tek çatı altında toplayarak yirmi altı kişiden oluşacak biçimde genel hatlarıyla şu şekilde öngörülebilir. Kurul’un başkanı Adalet Bakanı, Müsteşarı ise doğal üyesi olabilir. Kurulun dört üyesini Yargıtay Genel Kurulu, iki üyesini Danıştay Genel Kurulu kendi üyeleri arasından üye tam sayısının salt çoğunluğu ile seçebilir. Altı adli yargı ve üçü idari yargı içinden gelmek üzere toplam dokuz üye ilk derece adli ve idari hâkimleri ile istinaf mahkemelerinde görevli hâkim ve savcılar tarafından seçilebilir. Dört üyeyi TBMM salt çoğunlukla, iki üyeyi ise Cumhurbaşkanı, mesleki deneyimi ve yargıya ilişkin çalışmaları ile bilinen hukukçu yazarlar veya hukuk, siyaset bilimi, sosyoloji alanında çalışan öğretim üyeleri arasından seçebilir. İki üye ise TBB Yönetim Kurulu tarafından, fiili olarak mesleklerinde çalışmış avukatlar arasından, bir üye de, Adalet Akademisi’nce kendi üyeleri arasından seçilebilir. Asgari yaş sınırı elli olmalıdır. Üyeler dört yıllığına seçilmeli, sadece bir dönem görev yapabilmeli, hâkim ve savcılar yönünden birinci sınıf olma şartı aranmalıdır. Adalet Bakanı oy hakkı bulunmamakla birlikte daire toplantılarına katılabilmeli, Kurul’un tüm kararlarına karşı yargı yolu açılarak, Danıştay’a başvurabilme imkânı tanınmalıdır. Kurul kararlarına karşı yargı yolu açık olduğu takdirde, hangi organın kaç üye seçtiği, yürütme organı temsilcilerinin toplantılara katılarak oy kullanıp kullanmadığı, Kurul’a kimin başkanlık ettiği gibi hususlar üzerindeki tartışmalar büyük oranda devralması sırasında, gazeteciler ile yaptığı söyleşide, adalet reformunun yapılacağını, HSYK’nın yapısında değişikliğe gidilebileceğini, Kurul’a adli ve idari yargıda görev yapan hâkim ve savcılarca üye seçilmesi usulünün beklenen faydayı vermediğini, bundan vazgeçilmesine yönelik adımların atılmasının daha yerinde olacağını ifade etmiştir. Bkz, 25.11.2015 tarihli haber programları. 256 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 anlamsız kalacaktır. Kurul’un, ayrı bütçeye, ayrı binaya sahip, kendi personeli ve sekretaryası ile daireler şeklinde çalışma niteliğindeki yapısına devam edilmelidir. Hâkim ve savcılar hakkında inceleme ve soruşturma yapılabilmesi için Adalet Bakanı’nın olur vermesi şartı kaldırılmalıdır. HSYK’nın yeniden yapılandırılmasında vazgeçilmemesi gereken tek ilke yargının bağımsızlığını ve tarafsızlığını sağlayabilmek olmalı, kamuoyunda, öğretide, Katılım Ortaklığı Belgesinde, İlerleme Raporları’nda ve AB İstişari Ziyaret Raporları’nda paylaşılan eleştiriler, Ülkemiz koşulları da göz önünde bulundurularak yeniden değerlendirilmelidir. Gerçekleştirdiği görevin önemiyle ilgili olarak HSYK’daki çalışmalar önceki örneklerinde olduğu gibi gizlilik anlayışı ile yapılmamalı, alınan her karar kamuoyu ile paylaşılmalıdır; bu sayede yargı ile halk arasındaki iletişimsizliğin önüne geçilebilir. HSYK iki yılda bir yargının işleyişi ile ilgili rapor hazırlamalı ve yargıyı etkileyen kanunlar hakkında açıklama yapabilme yetkisine sahip olmalıdır. Yargının yürütme ve yasama organları ile olan bağının kopmamasına özen gösterilmekle birlikte, hâkim ve savcıların Anayasa’nın 140. maddesindeki düzenlemenin aksine olarak, idari bakımdan Adalet Bakanlığı’na değil, HSYK’ya bağlı olmaları yönünde Anayasa değişikliği yapılmalıdır. Ülkemizde birçok konuda olduğu gibi, yaşanan hukuksal sorunların, salt teorik düzenlemelerle çözülebileceğine inanmak fazla iyimserlik olacaktır. Yargı fonksiyonuna etkinlik ve verimlilik kazandırılmadan hukuk devleti hayata geçirilemez. Yargı mensupları, evrensel hukuk ilkeleri, temel hak ve özgürlüklerin üstünlüğüyle donatılmış bir hukuk algısına sahip olamadıkları sürece,[147] yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı konusundaki normatif güvenceler ne derece güçlü olursa olsun, demokratik hukuk devletini hayata geçirebilmek mümkün olmayacaktır. [147] Bu konuda uzun vadeli bir çözüm olarak, Adalet Akademisi müfredatında, doğal hukuk öğretisinin işleneceği hukuk felsefesi dersleri açılmalı ve bu sayede insan haklarının felsefi temellerine öncelik tanıyan bir bakış açısı geliştirilmelidir. 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 257 HAKEMLİ Anayasalarımızda Yargının Bağımsızlığı ve Tarafsızlığı Dr. Fatih ÖZKUL HAKEMLİ Anayasalarımızda Yargının Bağımsızlığı ve Tarafsızlığı Dr. Fatih ÖZKUL KAYNAKÇA AÇIKMEŞE, Sinem Akgül, “Avrupa Birliğinde Demokratik Meşruiyet Sorunu”, Ankara Avrupa Çalışmaları Dergisi, C.2, No.4, Bahar 2003, s. 23-45. AKINCI, Abdulvahap, “Türkiye’nin Darbe Geleneği: 1960 ve 1971 Müdahaleleri”, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, Nisan 2004, 9(1), ss. 55-72. ALDIKAÇTI, Orhan, Anayasa Hukukumuzun Gelişmesi ve 1961 Anayasası, İstanbul 1982. ARMAĞAN, Servet, 1961 Anayasası ve Bakanlar Kurulu, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayınları, İstanbul 1978. ARSEL, İlhan, “Constitutional Development of Turkey since Republic, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C.18, S. 1-4 ARSEL, İlhan, Anayasa Hukuku, Doğuş Matbaası, Ankara 1964, s. 198-200. ARSLAN, Çetin/ÖZKUL, Fatih, “Yargı Kararları Işığında 1982 Anayasasında Suç ve Cezaya İlişkin temel İlkelerin Değerlendirilmesi”, Türkiye Adalet Akademisi Dergisi, Ekim 2013, S.15, Y.4, s. 39-67. ATAR, Yavuz, Türk Anayasa Hukuku, Mimoza Yayınları, Konya 2007. BAKICI, Sedat, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Adalet Yayınevi, Ankara 2007. BALİ, Asli Ü., “Unpacking Turkey’s “Court- Packing” Referendum”, Middle East Report Online, November 5, 2010, http://www.marip.org/mero/mero110510.html. BARAK, Aharon, The Judge in a Democracy, Princeton University Press, Cambridge, 2006. BERKİN, B. Necmeddin, “Hakimler ve Savcılar hukukuna Getirilen Yenilikler”, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mecmuası, 1973, C.38. CAMPELL, Peter, “Avrupa’da Parlamenter Hükümetin Bazı Yönleri”, (Çev., ÖZBUDUN, Ergun), Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt:20, Sayı: 1-4, Ankara 1963, s. 79-90. CAN, Osman, “Yargı ve Demokratik Meşruiyet”, Radikal Gazetesi, 09.12.2007. CASTALDI, Lauren, “Judicial Independence Threatened in Venezuela: The Removal of Venezuelan Judges and the Comlications of Rule of Law Reform”, Georgetown Journal of International Law, Vol.37, No.3, 2006 CENTEL, Nur, “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine Göre Mahkemelerin Bağımsızlığı ile Tarafsızlığı ve Türk Hukuku”, Prof. Dr. Nurullah Kunter’e Armağan, İstanbul 1998. CENTEL, Nur, “Yargı Bağımsızlığı”, Anayasa ve Uyum Yasaları, Türkiye Barolar Birliği Yayınları, Ankara 2002, s. 105-127. 258 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 DEMİRKOL, Ferman, Yargı Bağımsızlığı, Kazancı Yayınları, İstanbul 1991. DİNÇ, Güney, Sorularla Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, Türkiye Barolar Birliği Yayınları, 2006. DURSUN, Hasan, “Erkler Ayrılığı ve Yargıç Bağımsızlığı”, Türkiye Barolar Birliği Dergisi, S. 80, 2009, ss. 29-104. ERDOĞAN, Mustafa, Anayasal Demokrasi, Siyasal Kitabevi, Ankara 1996. FINDIKGİL, Yavuz, Hâkimlik Teminatı, İstanbul Barosu Dergisi, İstanbul 1950, ss. 397-411. FRIEDRICH, Carl J., Sınırlı Devlet (Çev. TURHAN, Mehmet), Gündoğan Yayınları, Ankara 1999, s. 57-81. GEMALMAZ, Mehmet Semih, Ulusalüstü İnsan Hakları Hukukunun Genel Teorisine Giriş, Beta Yayınları, İstanbul 1997. GÖLCÜKLÜ, Feyyaz/GÖZÜBÜYÜK, Şeref, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Uygulaması, Turhan Yayınevi, Ankara 2002. GÖNENÇ, Levent, “Siyaset Bilimi ve Anayasalar”, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, Cilt:53, Ankara 1999. GÖNENÇ, Levent, “Meşruiyet Kavramı ve Anayasaların Meşruiyeti Problemi”, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt:50, Ankara 2001, s. 131-152. GÖNENÇ, Levent, “Yargının Bağımsızlığı ve Tarafsızlığı”, Tepav Anayasa Çalışma Metinleri 3, www.tepav.org.tr/tr/yayin/s/392, (erişim tarihi, 29.07.2015) GÖREN, Zafer, Anayasa Hukuku, Yetkin Yayınları, Ankara 2011. GÖRÜRYILMAZ, Mustafa, Türklerde Anayasa Hukukunun Gelişimi, Işık Yayınevi, Ankara 2007. GÖZLER, Kemal, Türk Anayasa Hukuku, Ekin Kitabevi Yayınları, Bursa 2000. GÖZÜBÜYÜK, Şeref A./SEZGİN, Zekai, 1924 Anayasası Hakkında Meclis Görüşmeleri, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, Ankara 1957 GÖZÜBÜYÜK, A. Şeref, Anayasa Hukuku, Turhan Kitabevi Yayınları, Ankara 1998. GÜLER, Birgül, Ayman, Türkiye’nin Yönetimi-Yapı, İmge Kitabevi Yayınları, Ankara 2009. GÜNDAY, Metin, İdare Hukuku, Ankara 2004. HAKYEMEZ, Yusuf Şevki, “Demokratik Hukuk Devleti Bağlamında Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun Yeniden Yapılandırılması”, Erzincan Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C.XIII, S. 1-2, 2009, ss.59-85. 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 259 HAKEMLİ Anayasalarımızda Yargının Bağımsızlığı ve Tarafsızlığı Dr. Fatih ÖZKUL HAKEMLİ Anayasalarımızda Yargının Bağımsızlığı ve Tarafsızlığı Dr. Fatih ÖZKUL HAKYEMEZ, Yusuf Şevki, “2010 Anayasa Değişiklikleri ve Demokratik Hukuk Devleti”, Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C.XIV, Y.2010, S. 2, ss. 387-406. HENDLEY, Kathryn, “Telephone Law’ and the Rule of Law:’The Russian Case”, Hague Journal on The Rule of Law, Vol.1, No.2, 2009. HILBINK, Lisa, Judges Beyond Politics in Democracy and Dictatorship: Lessons from Chile, Cambridge University Press, Cambridge 2007. İÇEL, Kayıhan, Kitle Haberleşme Hukuku, İstanbul 1998. İNCEOĞLU, Sibel, İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi Kararlarında Adil Yargılanma Hakkı, Beta Yayınları, İstanbul 2005. İNCEOĞLU, Sibel, “Yeni Anayasada Bağımsız Bir Yargı İçin Neler yapmalı? Uluslararası Belgeler Işığında Öneriler”; www.tbbdergisi.barobirlik.org.tr/m2011-95-725. İSTANBULLU, Tahsin, Hâkimler ve Hukuku, İstanbul 1939 KABOĞLU, İ. Ömer, “Türkiye’de Anayasal Reformlar Üzerine”, Anayasa Reformları ve Avrupa Anayasası, Türkiye Barolar Birliği Yayınları, Ankara 2002, ss. 49-80. KAPANİ, Münci, İcra Organı Karşısında Hâkimlerin İstiklâli, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayınları, Ankara 1956. KARDAŞ, Ümit, Türkiye’nin Demokratikleşmesinde Öncelikler, İstanbul 2004. KIRMAZ, Bilal, Hakimlerin Denetimi ve Yargı Bağımsızlığı, Adalet Yayınevi, Ankara 2009. KİLİ, Suna/GÖZÜBÜYÜK, Şeref, Sened-i İttifaktan Günümüze Türk Anayasa Metinleri, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 2006. KUNTER, Nurullah, “Türkiye’de Kaza Kuvveti”, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mecmuası, C.XXV, S.1-4, İstanbul 1960. ss. 1-52. KUNTER, Nurullah/YENİSEY, Feridun, Muhakeme Dalı Olarak Ceza Muhakemesi Hukuku, Beta Yayınları, İstanbul 1998. KURU, Baki, Hakim ve Savcıların Bağımsızlığı ve Teminatı, Ankara 1966. KUZU, Burhan, Anayasa Hukukumuzda Yürütme Organının Düzenleyici İşlem Yapma ve Güçlendirmesi Eğilimi, Filiz Kitabevi Yayınları, İstanbul 1987. KUZU, Burhan, 1982 Anayasasının Temel Nitelikleri ve Getirdiği Yenilikler, Filiz Kitabevi Yayınları, İstanbul, 1990. KUZU, Burhan, Anayasa ve İlgili Mevzuat, Filiz Kitabevi, İstanbul 2009. MCKENNA, M. C., Franklin Roosvelt and the Great Constitutional War: The Court –Packing Crisis of 1937, Fordham University Press, New York 2002. 260 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 MENENDEZ, Jorge Fernândez, “Mexico: the Traffickers’ Judges”, Global Corruption Report 2007, Corruption in Judicial System içinde, Der: Transparancy International, Cambridge University Press, Cambridge 2007. MICELI, Vincenzo, Modern Parlamentolar-Parlamento Hukuk ve Siyaseti Etütlerinden, (Çev., AKGÜÇ, Atıf ), Ulus Basımevi, Ankara 1946. MIZRAK. Dilan, “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. Maddesi Kapsamında Mahkemelerin Objektif Açıdan Tarafsızlığı İlkesi”, http://ihm.politics.ankara.edu.tr/ userfiles/file/Calisma-Metinleri/dilen.pdf. (erişim tarihi, 21.06.2015) MOYO, Gugulethu, “Corrupt Judges and Land Rights in Zimbabwe”, Global Corruption Report 2007, Corruption in Judicial System içinde, Der: Transparancy International, Cambridge University Press, Cambridge 2007. OKANDAN, Recai Galip, “20 Nisan 1340 Anayasamıza Göre Hakkı Kaza”, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mecmuası, C.32, S.2-4, ss. 411-428. OKANDAN, Recai Galip, “Amme Hukukunda Kuvvetler Bölümü Meselesi”, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mecmuası, Cilt: 2, Sayı:7-8, İstanbul 1976, s. 502-523. OKTAY, Cemil, “Kuvvetler Ayrılığı İlkesinin Yargı Açısından Anlamı ve Türkiye Örneği”, Anayasa Yargısı, Cilt:1, Ankara 1982. ÖZBUDUN, Ergun, 1921 Anayasası, Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara 1992. ÖZBUDUN, Ergun, “Yargının Tarafsızlığı ve Bağımsızlığı”, Zaman Gazetesi, 26 Haziran 2007. ÖZBUDUN, Ergun, Türk Anayasa Hukuku, Yetkin Yayınları, Ankara 2010. ÖZEK, Çetin, “Yargının İdari Denetimi”, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mecmuası, XLV-XLVII (1-4), 1979-1981, ss. 915-980. ÖZEN, Muharrem, “Yargı Bağımsızlığını Zedeleyen Düzenleme, Uygulamalar ve Bağımsızlığı Sağlamaya Yönelik Çözüm Önerileri”, Ankara Barosu Dergisi, Y. 68, S. 2010/1, ss. 31-65. ÖZKUL, Fatih, 1982 Anayasasında Cumhurbaşkanı, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayınları, Ankara 2011. PALABIYIK, Hakan, Çeşitli Ülke Anayasalarında Hakimlik ve Savcılık Mesleği ile Hakimlik Savcılık Teminatının Düzenlenişi, https://yenianayasa.tbmm.gov.tr. POSTACIOĞLU, İlhan E., Medeni Usul Hukuku Dersleri, İstanbul Üniversitesi Yayınları, İstanbul 1975. RAMSEYER, J. Mark/RASMUSEN, Eric, Measuring Judicial Independence: The Political Economy of Judging in Japan, University of Chicago Press, Chicago, 2003. SANCAR, Mithat, “Ağır Adaletsizlik Halleri”, Evrensel Gazetesi, 7 Eylül 2007. 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 261 HAKEMLİ Anayasalarımızda Yargının Bağımsızlığı ve Tarafsızlığı Dr. Fatih ÖZKUL HAKEMLİ Anayasalarımızda Yargının Bağımsızlığı ve Tarafsızlığı Dr. Fatih ÖZKUL SANCAR, Mithat/ATILGAN, Eylem Ümit, “Adalet Biraz Es Geçiliyor…” (Demokratikleşme Sürecinde Hakim ve Savcılar), Tesev Yayınları, İstanbul 2009. SANCAR, Mithat, Referandum Sonrasında HSYK: HSYK’nın Yeni Yapısı ve İşleyişine Dair Yuvarlak Masa Toplantısı, Tesev Yayınları, Eylül 2012. SAYAN, İpek Özkal, “Türkiye’de Yargı Bağımsızlığı Sorunu”, Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Dergisi, Güz 2008, C.4, S.2-4, ss. 44-73. SENGİR, Turgut, Yargı Bağımsızlığı ve Sonuçları, İstanbul Barosu Yayınları, İstanbul 1965. SHETREET, S./DESCHENES, J., Judicial Independence: the Contemporary Debate, M. Hijhoff, Boston, 1985. SOLOMON, Peter, H./FOGLESONG, Todd S., Courts and Transition in Russia: The Challenge of Judicial Reform, Westview Press, Boulder, 2000. SOYASLAN, Doğan, Ceza Muhakemeleri Usulü Hukuku, Ankara 2000. SOYSAL, Mümtaz, 100 Soruda Anayasanın Anlamı, İstanbul 1979. SOYSAL, Mümtaz, Anayasaya Giriş, İmge Kitabevi İstanbul 2011. SURLU, Mehmet Handan, “Gündemden İnmeyen Sorun: Yargı Bağımsızlığı veya Türk Yargı Bağımsızlığının Simgesi Olarak Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun Özlenen Oluşumu”, Anayasa ve Uyum Yasaları, Türkiye Barolar Birliği Yayınları, Aralık 2002, ss. 84-93. TANÖR, Bülent/YÜZBAŞIOĞLU, Necmi, 1982 Anayasasına Göre Türk Anayasa Hukuku, İstanbul 2002 TANÖR, Bülent, İki Anayasa 1961-1982, Beta Yayınları, İstanbul 1991. TANÖR, Bülent, Osmanlı-Türk Anayasal Gelişmeleri, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2009. TANÖR, Bülent, Türkiye’de Demokratikleşme Perspektifleri, TÜSİAD, Raporu, İstanbul 1997. TEZCAN, Durmuş/ERDEM M. Ruhan/SANCAKDAR, Oğuz, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Işığında Türkiye’nin İnsan Hakları Sorunu, Seçkin Yayınevi, Ankara 2002. THOMAS, William David, What Is A Constitution, Gareth Stevens Publishing 2008. TOROSLU, Nevzat, Medya ve Hukuk: Basın Özgürlüğü ve Sınırları, Medya Gücü ve Demokratik Kurumlar (Der. KORKMAZ, Alemdar), İstanbul 1999. TOSUN, Fahri Mutlu, “Yargı ve Demokratik Meşruiyet”, Türkiye Tabibler Birliği Dergisi, S.88, s. 320-332. TOSUN, Öztekin, Türk Suç Muhakemesi Hukuku, C.I-IV, İstanbul 1984. 262 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 TROCHEV, Alexei, Judging Russia, Constitutional Court in Russian Politics, 19902006, Cambridge University Press, Cambridge 2008. TUNAYA, Tarık Zafer, Siyasal Kurumlar ve Anayasa Hukuku, Ekin Yayınevi İstanbul 1982. TUNÇ, Hasan, Parlamento İçi Muhalefet, Cemre Yayınları, Konya 1997. TURGUT, Nükhet, Siyasal Muhalefet, Birey Toplum Yayınları, Ankara 1984. TURHAN, Mehmet, “Anayasacılık ve Kuvvetler Ayrılığı Kuramı”, Hukuk Felsefesi Sosyolojisi Arkivi, (Haz., ÖKÇESİZ, Hayrettin) Afa Yayınları, İstanbul 1995. TURHAN, Mehmet, Siyasal Elitler, Gündoğan Yayınları Ankara 2002. TURİNAY, Y. Turhan, “Kuralların Kuralı: Anayasanın Hukuki Boyutunun Evrensel Serüveni”, Türkiye Barolar Birliği Dergisi, 2012/99, ss.165-228. ÜNAL, Şeref, Anayasa Hukuku Açısından Mahkemelerin Bağımsızlığı ve Hakimlik Teminatı, TBMM Kültür Sanat ve Yayın Kurulu Yayınları, Ankara 1994. ÜNAL, Şeref, “Yargı Bağımsızlığı”, Amme İdaresi Dergisi, C.37, S.3, Eylül 2004, ss. 63-81. ÜNVER, Yener, “Yargı Bağımsızlığı Açısından Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu”, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mecmuası, 1988-1990, S.1-4, ss.153-196. VOLCANSEK, Mary L., “Appointing Judges the European Way”, Fordham Urban Law Journal, Vol.34, 2007. YANIK, Murat, “Karşılaştırmalı Hukuk ve Uluslar arası Standartlar Işığında HSYK’nın Oluşumu, Çalışma Şekli ve Kararlarının Denetimi”, Anayasa Yargısı, 27, Y. 2010, ss. 161-216. YEGİNSU, Can, “Turkey Packs the Court”, The New York Rewiew of Books, Blog, September 22, 2010, http//www.nybooks.com/blogs/nyrblog/2010/sep/22/ turkey-packs-court. YURTCAN, Erdener, Cumhuriyet Savcısının ve Ceza Yargıcının El Kitabı, İstanbul 2000. WHEARE, Kenneth C., Modern Anayasalar, (Çev., TURHAN, Mehmet), Değişim Yayınları, İstanbul 1984. 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 263 HAKEMLİ Anayasalarımızda Yargının Bağımsızlığı ve Tarafsızlığı Dr. Fatih ÖZKUL HAKEMLİ Hâkimlerin ve Savcıların Disiplin Yönünden Soruşturulmaları ve İşledikleri Suçlar Nedeniyle Yargılanmaları* Arş. Gör. Eylem BAŞ** Makalenin Geldiği Tarih: 30.12.2015 Kabul Tarihi: 22.04.2016 * Bu makale hakem incelemesinden geçmiştir ve TÜBİTAK – ULAKBİM Veri Tabanında indekslenmektedir. ** Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Ceza ve Ceza Muhakemesi Hukuku Anabilim Dalı Öğretim Elemanı. ÖZ Hâkimlerin ve savcıların hukuka aykırı fiillerinden dolayı sorumluluğu, hukuk devletinin bir gereğidir. İncelemenin temel konusunu, 6087 Sayılı Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Kanunu’na (HSYKK) ve 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanunu’na (HSK) tabi olan hâkimlerin ve savcıların disiplin yönünden soruşturulmalarının yürütülmesi ve işledikleri suçlar nedeniyle yargılanmaları oluşturmaktadır. Bu nedenle söz konusu incelemede, hâkimlerin ve savcıların hukuki sorumluluklarına değinilmemektedir. Hâkimlik ve savcılık teminatının pratik bir değer kazanabilmesinde, hâkimlerin ve savcıların atama, yer değiştirme, yükseltilme, denetim ve disiplin gibi özlük işlerini gerçekleştirecek organın ya da kurulun kimliği ve hukuki statüsü önem taşıdığından, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun (HSYK) yapısından da yer yer bahsedilmektedir. Anahtar Kelimeler: Hâkimler, Savcılar, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu, Disiplin Soruşturması, Suç, Ceza Muhakemesi DISCIPLINARY AND CRIMINAL PROCEEDINGS ABOUT JUDGES AND PROSECUTORS ABSTR ACT Liability about unlawful acts of judges and prosecutors is a necessity of the rule of law. The key issue in this article is disciplinary and criminal proceedings about judges and prosecutors, who subject to The Code of High Council of Judges And Prosecutors number 6087 (HSYKK) and The Code of Judges And Prosecutors number 2802 (HSK). Therefore, civil liabilities of judges and prosecutors are not mentioned in this article. The structure of the High Council of Judges and Prosecutors, which decides about appointment, mobilization, ennobling, discipline and so forth personal affairs of judges and prosecutors, is also mentioned partly to give a practical value for security of tenure of judges and prosecutors. Keywords: Judges, Prosecutors, High Council of Judges and Prosecutors, Disciplinary Proceeding, Crime, Criminal Proceeding 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 267 HAKEMLİ Arş. Gör. Eylem BAŞ HAKEMLİ Hâkimlerin ve Savcıların Disiplin Yönünden Soruşturulmaları ve İşledikleri Suçlar Nedeniyle Yargılanmaları GİRİŞ Mahkemelerin bağımsızlığı, hâkimlerin yürütme ve yasama organına bağlı olmadıkları, onlardan ayrı oldukları, bu iki organın hâkimlere emir ve talimat verememesi ve tavsiyelerde bulunamaması anlamına gelir. Hâkimlik teminatıysa, hâkimlerin bağımsızlığını korumaya hizmet eden kurumlardan yalnızca birisi ancak en önemlisidir.[1] Esasında hâkimler bakımından bağımsızlık söz konusuyken, savcılar bağımlıdır.[2] Bu durum, bu iki mesleğin teminatlarında farklılık yaratır.[3] Hâkimlerin bağımsızlığı ve teminatı ile savcıların teminatı, hâkimlerin ve savcıların görevlerini gerçekleştirirken mutlak bir serbestîye sahip olmaları şeklinde yorumlanamaz.[4] Hâkimlerin ve savcıların hukuka aykırı fiillerinden dolayı sorumluluğu, hukuk devletinin bir gereğidir. Hâkimlerin ve savcıların hukukî sorumluluğu, yargısal kararlarından dolayı bir zarara uğrayan kimsenin, bu kişiler aleyhine tazminat davası açabilmesidir.[5] Disiplin sorumluluğu, hâkimlerin ve savcıların disiplin cezasını gerektiren fiillerinden dolayı idare hukuku esaslarına göre bir disiplin cezasına mahkûm edilebilmesidir. Cezai sorumluluğuysa, ceza kanunlarına göre suç teşkil eden fiillerinden dolayı cezalandırılabilmeleridir. Anayasa (Ay.) m. 129/son gereğince memurlar ve diğer kamu görevlileri hakkında işledikleri iddia edilen suçlardan ötürü ceza kovuşturması açılması, kanunla belirlenen istisnalar dışında, kanunun gösterdiği idarî merciin iznine bağlıdır. Hâkimler ve savcılar, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu (TCK) m. 6 uyarınca kamu görevlisi sayılmalarına karşın; bu kişilerin kural olarak görevle ilgili ya da görev sırasında işledikleri suçlar bakımından soruşturulmaları, 4483 sayılı Devlet Memurlarının ve Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun’a göre (DMVKYHK) değil, HSYKK ve HSK uyarınca gerçekleştirilmektedir.[6] [1] TANİLLİ, Server, Devlet ve Demokrasi Anayasa Hukukuna Giriş, İstanbul Üniversitesi Yayınlarından No: 2858, İstanbul 1981, s. 590. [2] CENTEL, Nur/ZAFER, Hamide, Ceza Muhakemesi Hukuku, Beta Yayıncılık, İstanbul 2008, s. 520. [3] KUNTER, Nurullah/YENİSEY, Feridun/NUHOĞLU, Ayşe, Muhakeme Hukuku Dalı Olarak Ceza Muhakemesi Hukuku, Beta Yayıncılık, İstanbul 2010, s. 325; PEKCANITEZ, Hakan/ATALAY, Oğuz/ÖZEKES, Muhammet, Medeni Usul Hukuku, Yetkin Yayınları, Ankara 2007, s. 161. [4] KIRATLI, Metin, “Yargının Sorumluluğu”, İnsan Hakları Merkezi Dergisi, C. 3, S. 3, s. 3. [5] KILIÇOĞLU, Ahmet M., “Hâkimlerin Hukuki Sorumluluğu, AÜHFD, Yıl 1973, Cilt 30, Sayı 1-4, s. 231-232. [6]“…4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanunun 2 inci maddesinde, bu Kanunun Devletin ve diğer kamu tüzel kişilerinin genel idare esaslarına göre yürüttükleri kamu hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevleri ifa eden memurlar 268 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 Hâkimler ve savcılar bakımından öngörülen özel düzenlemelerle, bu kimselerin gerçekleştirdikleri görevin önemine binaen gereksiz yere rahatsız edilmeyerek yargının gecikmesinin önlenmesi amaçlanmıştır. Ay. m. 140/3 gereğince[7] hâkimlerin ve savcıların haklarında disiplin kovuşturması açılmasına ve disiplin cezası verilmesine, görevleriyle ilgili veya görevleri sırasında işledikleri suçlardan dolayı soruşturma yapılmasına ve yargılanmalarına karar verilmesine, meslekten çıkarmayı gerektiren suçluluk veya yetersizlik hallerine ilişkin hususlar mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına göre, kanunla düzenlenir. Kanun koyucu da söz konusu anayasa hükmü gereğince HSK ve HSYKK ile hâkimlerin ve savcıların soruşturma ve kovuşturma usulünü düzenlemiştir. Hâkimlerin ve savcıların görevleri esnasında ya da görevleri nedeniyle işledikleri suçlar ya da kişisel suçları nedeniyle haklarındaki soruşturma ve kovuşturma işlemleri söz konusu kanunlara göre yapılır. Ay. m. 142 gereğince, mahkemelerin kuruluşu, görev ve yetkileri, işleyişi ve yargılama usulleri kanunla düzenlenir. Ancak bununla da yetinilmeyerek yüksek mahkemelerle ilgili hususlara anayasada da yer verilmiştir. Anayasa, yargı işlevini yerine getiren birden fazla yargı düzeni olduğunu, bu düzenlerin başında yer alan Yüksek Mahkemeleri sayarak belirtmiştir. Uyuşmazlık Mahkemesi hariç olmak üzere, yüksek mahkemelerin başkan ve üyelerinin disiplin yönünden soruşturulmalarının yürütülmesi ve yargılanmaları usulleri farklı düzenlenerek, HSK ve HSYKK’ya tabi kılınmamıştır. AYM, Yargıtay ve Danıştay Başkan ve üyeleriyle Yargıtay ve Danıştay Cumhuriyet Başsavcıları ve HSYK Daire Başkan ve üyeleri haklarındaki inceleme, soruşturma ve kovuşturma usulleri kendi özel kanunlarında ayrıca düzenlendiğinden, bu kişiler hakkında HSK’nın uygulanması söz konusu olmayıp, özel yasalarındaki soruşturma ve kovuşturmaya ilişkin hükümler uygulama alanı bulur. Ancak bu çalışmada HSK ve HSYKK’ya tabi olan hâkimlerin ve savcıların işledikleri suçlar nedeniyle soruşturulmaları ve kovuşturulmaları incelenecektir. Yine HSK ve HSYKK’ya tabi olmamaları nedeniyle HSYK üyelerinin ve ilk derece askeri mahkemelerinde, Sayıştay’da, Yüksek Seçim Kurulu ile İl ve İlçe Seçim Kurulları’nda görev yapan askeri hâkimlerin ve savcıların işledikleri suçlar nedeniyle soruşturulmalarına ve yargılanmalarına çalışmada yer verilmemiştir. ve diğer kamu görevlilerinin görevleri sebebiyle işledikleri suçlar hakkında uygulanacağı, özel soruşturma ve kovuşturma usullerine tabi olanlara ilişkin kanun hükümlerinin saklı olduğu kuralına yer verilmiş bulunduğundan, 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanununa tabi olanlar hakkında 4483 sayılı Kanun hükümlerinin uygulanma olanağı bulunmamaktadır...” D. 1. D. E. 2004/268 K. 2004/242 T. 5.10.2004 (www.kazanci.com). [7] Bu hüküm, kapsamına savcıların dâhil edilmesi hariç olmak üzere 1961 Anayasası m. 134 ile benzer hususları taşımaktadır. 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 269 HAKEMLİ Arş. Gör. Eylem BAŞ HAKEMLİ Hâkimlerin ve Savcıların Disiplin Yönünden Soruşturulmaları ve İşledikleri Suçlar Nedeniyle Yargılanmaları I. HÂKİMLERİN VE SAVCILARIN SORUMLULUKLARI Mahkemelerin bağımsızlığı, hâkimlerin kararlarında ve işlemlerinde mutlak bir şekilde sorumsuz oldukları şeklinde yorumlanamaz. Hâkimlerin ve savcıların, hukuku ihlal ettikleri hallerde hesap vermeleri gereklidir. Devletin, bütün faaliyetlerinden dolayı sorumlu olması da bunu gerektirir. Hâkimlerin ve savcıların hesap verebilir olması, hukuk devletinin bir gereğidir. Ancak hesap verilebilirlikle amaçlanan yargının kusurlu davranışlarından dolayı topluma ve taraflara karşı sorumlu olması olup, siyasi organlara karşı sorumlu olması değildir.[8] Hâkim verdiği kararında yalnızca hukukla bağlıdır ve bunun dışındaki her türlü dış etkiye karşı bağımsızdır. Hâkimin yargısal bir uyuşmazlıkla ilgili oyu, kanaati ya da kararından dolayı sorumluluğu yoktur. Zira hâkimin vereceği kararda sorumluluğu yalnızca kanuna ve vicdanına karşıdır.[9] Yasal ve haklı nedenlerin varlığı halinde hâkimlerin ve savcıların disiplin ya da suç yönünden soruşturulması ya da kovuşturulması mümkündür. Ancak bu durum hâkimlerce ve savcılarca verilen kararların isabetsizliğine değil; veriliş biçimine ya da söz konusu kararlarda taraflı davranıldığı iddiasına dayandırılmalıdır. Bir karardaki hukuki hata, sırf taraflı davranıldığının bir göstergesi olarak düşünülmemelidir. Şayet bu iddia başka delillerle doğrulanamıyorsa incelemeye ve soruşturmaya son verilmelidir.[10] Görevin gerçekleştiriliş şekline ve bazı usul kurallarına olan riayetsizliğin de hâkimlerin denetlenmesine konu olabilmesi mümkündür. Örneğin verilen keşif kararına rağmen bir mazeret bulunmaksızın gitmemek, sürekli bir şekilde duruşmalara hazırlıksız çıkarak yargılamanın uzamasına neden olmak, olay yerine gitmediği halde gitmiş gibi tutanak düzenlemek gibi hallerin disiplin veya ceza soruşturmasına konu edilmesi mümkündür.[11] [8] İNCEOĞLU, Sibel, Yargı Bağımsızlığı ve Yargıya Güven Ekseninde Yargıcın Davranış İlkeleri, Beta Yayıncılık, İstanbul 2008, s. 3. [9] FEYZİOĞLU, Metin, Ceza Muhakemesinde Vicdani Kanaat, Yetkin Yayınları, Ankara 2002, s. 129. [10]“…Sanık, çocuklarına ders veren ve okulda başarılı olmalarını sağlayan, aynı zamanda öğretmen olan davacı vekiline vefa borcunu ödemek için… görevde yetkisini kötüye kullanarak ilk açılan 13 dosyanın kararlarını verdikten sonra, yeniden aynı mahiyette açılan 10 adet davaya bakmak istememesine karşın, evvelce verilen kararların örnek gösterilmesi ve bu yönde icbar edilmesi nedeniyle aynı şekilde ilçe ve mevkileri ile tarafları farklı taşınmazlarla ilgili yeniden kararlar veren hakim sanığın eylemleri, “iki ayrı suç işleme kararının” varlığı nedeniyle TCK. nun 240, 80. maddelerine uyan iki ayrı müteselsil suç oluşturur…” YCGK E. 1997/4-58 K. 1997/94 T. 8.4.1997 (www.kazanci.com). [11] GÖKCAN, Hasan Tahsin/ARTUÇ, Mustafa, Ceza Hukukunda Kamu Görevlisi ve Özel Soruşturma Usulleri (Memur Yargılaması), Seçkin Yayıncılık, Ankara 2012, s. 827. 270 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 İdari denetimde yalnızca hâkimin gerçekleştirdiği işlemin gerçekleştiriliş biçimi ve gerekli eğitimlere katılmaması gibi haller incelenebilir. Hâkimin verdiği karardaki hukuki hatalar incelenemez. Söz konusu hal kanun yolu kapsamında düşünülmelidir. Kararın içeriğiyle ilgili gerçekleştirilen inceleme, hukuka aykırı kabul edilmelidir. Hâkimlerin verdiği yargısal kararların denetimi, ilgili usul kanunlarınca öngörülen itiraz, istinaf, temyiz gibi yasa yollarıyla gerçekleşmektedir. Hâkimlerin idari yönden denetlenmelerinde her ne kadar bir sakınca bulunmasa da verilen kararların hukuken doğru olup olmadığının denetimi, Ay. m. 138 ve m. 140’ta öngörülen mahkemelerin bağımsızlığına ve mesleki güvencelere aykırı bir nitelik taşır. Zira hâkimin bir uyuşmazlıkla ilgili olarak verdiği kararın idari bakımdan denetlenmesi, Ay. m. 138/2’de belirtilen, hakimlere emir ve talimat verilemeyeceğine; tavsiye ve telkinde bulunulamayacağına ilişkin hükümle çelişir ve hukuka aykırılık taşır. Bu nedenle bir hâkimin önündeki yargısal uyuşmazlıkla ilgili olarak hukuk kurallarını yorumlayarak verdiği kararın, sırf isabetli değil denilerek denetlenmesi ve hâkimin sorumluluğuna gidilmesi hukuka uygun değildir. Hâkim idari yönden denetlenirken, yargısal kararlarının hukukiliği ve yerindeliği denetlenemez.[12] A. DİSİPLİN SORUMLULUKLARI Demokratik bir toplumda hâkimin davranış ilkelerinin belirlenerek korunması, yargıya olan güvenin sağlanmasının bir gereğidir. Halkın yargının herhangi bir etki altında kalmaksızın özenli bir şekilde hareket ettiğine ve donanımlı olduğuna güvenmesi önemlidir. Aksinin kabulü halinde hukuk devleti ilkesi zedelenir. Bu zedelenmenin engellenmesi için hâkimin bağımsızlık, tarafsızlık, dürüstlük, mesleğe yaraşırlık, eşitlik, ehliyet ve özen gibi davranış ilkelerini ihlal ettiğinde, uygun usullerle, ihlalin soruşturulması ve gerekiyorsa hâkim hakkında yaptırım uygulanması gereklidir. Hâkimlik, kişilerin hakları üzerinde hüküm kurulması yönünde yetki veren özel bir meslektir. Bu nedenle hâkim, hem bağımsız hem de tarafsız olmalıdır ve bu şekilde olduğu yönünde görüntü vermelidir.[13] Kamu hukuku kuralları uyarınca ataması gerçekleştirilen, görev ve yetkileriyle diğer aylık ve ödenek gibi özlük hakları yönünden güvence altına alınan kamu görevlileri genel olarak 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’na (DMK) tabidir. Ay. m. 128 gereğince devletin, kamu iktisadî teşebbüslerinin ve diğer kamu tüzel kişilerinin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları [12] GÖKCAN/ARTUÇ, s. 825-826. [13] İNCEOĞLU, Yargı, s. 353. 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 271 HAKEMLİ Arş. Gör. Eylem BAŞ HAKEMLİ Hâkimlerin ve Savcıların Disiplin Yönünden Soruşturulmaları ve İşledikleri Suçlar Nedeniyle Yargılanmaları kamu hizmetlerinin gerektirdiği aslî ve sürekli görevler, memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle görülür. Memurların ve diğer kamu görevlilerinin nitelikleri, atanmaları, görev ve yetkileri, hakları ve yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri ve diğer özlük işleri kanunla düzenlenir. Bu hüküm gereğince kamu personeline ilişkin disiplin cezalarının kanunla düzenlenmesi gereklidir.[14] Memurlarla ilgili olarak öngörülen düzenlemeler açık bir şekilde öngörülmediği müddetçe, hâkimler ve savcılar hakkında uygulanamaz.[15] DMK’ya tabi olan personel bakımından uygulama alanı bulacak disiplin hükümleri genel kanun niteliğinde olan DMK m. 124 ila m. 136 uyarınca gerçekleştirilir. Hâkimler ve savcılar hakkında uygulama alanı bulacak disiplin suçları ve cezaları bakımındansa HSK m. 62 ila m. 76 hükümleri uygulama alanı bulur. DMK m. 125 gereği özel kanunların disiplin suç ve cezalarına ilişkin hükümleri saklıdır. Hâkimler ve savcılar hakkında; sıfat ve görevleri gereklerine uymayan hal ve hareketlerinin tespit edilmesi üzerine, durumun niteliğine ve ağırlık derecesine göre, HSYK tarafından uyarma, aylıktan kesme, kınama, kademe ilerlemesini durdurma, derece yükselmesini durdurma, yer değiştirme, meslekten çıkarma şeklinde[16] disiplin cezası verilebilir.[17] (HSK m. 62/1).[18] HSK’da öngörülen disiplin cezaları tahdidi bir şekilde sayılmıştır. Bu nedenle söz konusu cezaların kıyas yoluyla genişletilmesi ya da daraltılması mümkün değildir. Disiplin hukukunda disiplin cezaları bakımından yasallık ilkesi hâkimken, disiplin suçları [14] GÜNDAY, Metin, İdare Hukuku, İmaj Yayıncılık, Ankara 2013, s. 237-238. [15] ALDEMİR, Hüsnü, “Hâkimlerin ve Savcıların Disiplin Sorumluluğu”, Terazi Hukuk Dergisi, Y. 8, S.78, Şubat 2013, s. 64. [16] Disiplin prosedürü işletilmeksizin sözlü uyarıda bulunulması disiplin cezası olarak düşünülmemelidir. Bu durum hiyerarşik üstlerin astları üzerindeki rutin denetimi kapsamındadır, ortada kesin ve yürütülebilir işlem yoktur. Yazılı uyarı yapılmış ve yazı içeriğinde açıkça uyarı cezası olduğu belirtilmiyorsa, yazının ilgilinin özlük dosyasına konması ve menfaatini zedeleyebilmesi olasılığı karşısında, icrai bir idari işlem olarak görülerek bu ikazın sebep unsuru bakımından denetimin yapılması isabetli olur. Bkz. ULUSOY, Ali D., İdari Yaptırımlar, On İki Levha Yayıncılık, İstanbul 2013, s. 158-160. [17] Memurlardan farklı olarak hâkimler ve savcılar hakkında derece ilerlemesini durdurma ve yer değiştirme cezaları düzenlenmiştir. Memurlar bakımından aylıktan kesme cezası, kınama cezasına nazaran daha ağır bir cezayken hâkimler ve savcılar bakımından kınama cezası daha ağır bir ceza olarak öngörülmüştür. Bkz. ALDEMİR, “Disiplin”, s. 65-66. [18]“…Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Neşter-2 Operasyonu’nun ardından görülmekte olan bazı davaları etkilemeye yönelik girişim iddiaları üzerine başlatılan soruşturma sonucunda bazı hâkim ve savcılara cezalar verdi. Kurul, 2 hâkime “yer değiştirme” 3 hâkim ve 1 savcıya “kınama” cezası verirken, 6 hâkim hakkında disiplin cezasına yer olmadığına karar verdi…” 12.11.2004 tarihlı haber metni için bkz. http://arsiv.ntvmsnbc.com/news/295888.asp 272 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 bakımından bu ilke geçerli değildir.[19] Bu durum idari cezalardaki suç ve cezaların kanuniliği ilkesiyle uyumludur.[20] Ancak söz konusu halin anayasaya aykırı olduğu söylenebilir. Zira hâkimler ve savcılar bakımından disiplin suçlarının ve cezalarının mümkün olduğu ölçüde somut bir şekilde düzenlenmiş olması, bağımsızlık ilkesi bakımından ayrı bir güvence oluşturabilir.[21] Bu, hukuk devleti olmanın da bir gereğidir.[22] Hâkimlerin ifade özgürlüğü, yargının tarafsızlığını ve bağımsızlığını engellemez. Her ne kadar hâkimler ve savcılar partizan bir görüntüden kaçınmak için tartışmalı konularda yorum yaparken, hükümeti açıkça eleştirirken ya da överken dikkatli olmamalılarsa da; yargı reformu gibi konularda fikirlerini açıklama konusunda özgür olmalıdırlar.[23] B. CEZAİ SORUMLULUKLARI Hâkimlerin ve savcıların görevlerinden doğan veya görevleri sırasında suç işlemeleri mümkün olduğu gibi kişisel suç işlemeleri de mümkündür. “Görevden doğan” ve “görev sebebiyle işlenen suç” ifadeleri; MVDKYHK’nın uygulanmasıyla ilgili olarak, memuriyet görevinden doğan, görev ile bağlantılı ve görevden yararlanarak işlenebilen, yani yalnızca memurlar tarafından işlenebilen, failin memur olmasının suç tipinde kurucu unsur olarak öngörüldüğü suçlar şeklinde tanımlanmıştır.[24] Görev suçları, kamu görevlilerinin kamu görevlisi olmaları nedeniyle kanundan kaynaklanan yükümlülüklerine aykırı fiillerini yaptırıma bağlayan suç tipleridir. Hâkimin ya da savcının görevinden doğan ve göreviyle [19] Zira m. 63, m. 65 ve m. 66’da da belirtildiği üzere kanunda açıkça gösterilmemesine karşın, nitelikleri ve ağırlıkları bakımından açıkça disiplin suçu olarak tanımlanan eylemlere benzer eylemlerde bulunmak duruma göre uyarma, kınama ya da kademe ilerlemesinin durdurulması cezasını gerektirebilir. [20] ULUSOY, s. 151. [21] ALDEMİR, “Disiplin”, s. 65. [22] BALCI, Murat, “Devlet Memuriyetinden Çıkarma Cezası”, Terazi Hukuk Dergisi, Y. 5, S. 44, Nisan 2010, s.156. ss. 151-170. [23] 14.10.1996’da İstanbul DGM’ye bağlı olan savcı Mete Göktürk’ün bir gazetede, Türk yargısının bağımsız olmadığına ilişkin görüşünü belirtmesi ve bunu bir televizyon kanalında tekrar etmesi üzerine, Adalet Bakanlığı, Mete Göktürk hakkında soruşturma açmış ve bu soruşturmanın sonunda Yargıtay Başsavcısı, Göktürk’ü yargıya hakaret etmekle suçlamıştır. Ancak bu fiilin görevle ilgisi olmadığı kişisel bir suç olduğu belirtilerek görevsizlik kararı verilmiştir. Bunun üzerine Beyoğlu Ağır Ceza Mahkemesi, Mete Göktürk hakkında ceza vermemiş olsa da HSYK Mete Göktürk hakkında gelecekteki terfilerin dondurulmasına karar vermiştir. Mete Göktürk, bu karara itiraz etse de itiraz lehine sonuçlanmamıştır. Bkz. MADGWICK, Justice Rodney/ORTON, Frank/RICHMOND, Paul, Türkiye Cumhuriyeti’nde Hâkim Ve Avukatların Bağımsızlığı: Heyet Raporu, 14-25 Kasım 1999, (Çev.: Cihan Deniz ZARAKOLU), Belge Yayınları, İstanbul 2001, s. 102. [24] YCGK E. 2004/2-10 K. 2004/40 T. 17.2.2004 (www.kazanci.com) 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 273 HAKEMLİ Arş. Gör. Eylem BAŞ HAKEMLİ Hâkimlerin ve Savcıların Disiplin Yönünden Soruşturulmaları ve İşledikleri Suçlar Nedeniyle Yargılanmaları bağlantılı oluşan suç bu kapsamda düşünülmelidir.[25] Gerekçeli kararın geç yazılması halinde TCK m. 257/2’de öngörülen görevi kötüye kullanma suçunun oluşması bu duruma örnek gösterilebilir.[26] Kişi, hâkim ya da savcı gibi kamu görevlisi olmasaydı bu suçu işleyemezdi deniliyorsa, görevden doğan suç söz konusudur. Görevden doğan suçun görev icra edilirken işlenmesi şart değildir.[27] Görev dışında, örneğin yıllık izinde bile işlenmesi mümkündür. Örnek olarak, hâkimin ya da savcının yıllık izindeyken kendi yetkisinde bulunan bir dosya hakkında rüşvet anlaşması yapması hali gösterilebilir. Yine gitmediği halde keşfe gitmiş gibi tutanak düzenleme, duruşma zaptını değiştirme, müfettiş tavsiyelerini ısrarla yerine getirmeme, uzun bir süre dosyayı işlemsiz bırakma, gerekçeli kararı uzun süre yazmama gibi haller, hâkimlerin ve savcıların görevinden doğan suçlara örnek verilebilir.[28] “Görev esnasında işlenen suç” görevin icra edildiği sırada işlenmelidir. Suçla, görev arasında herhangi bir illiyet bağı aranmamaktadır. Söz konusu hallere hâkimin duruşmada ya da keşifte sanığa sövmesi, boşanma davasının taraflarından birine cinsel tacizde bulunması ya da savcının otopsi esnasında doktoru yaralaması örnek gösterilebilir. Bu suçlar her ne kadar görevle alakalı olmasa da görev esnasında işlenen suçlardır. Hâkimlerin ya da savcıların görevle ilgisi bulunmayan ya da görev esnasında işledikleri suçların dışındaki tüm suçlar kişisel suçlardır.[29] Kişisel bir mesele sebebiyle, üçüncü kişiyle yapılan tartışma [25] İnfaz hesabında hata sonucu hükümlünün cezaevinde fazladan yatmasına neden olan savcıyla ilgili olarak Yargıtay, görevi kötüye kullanma ve savsama suçlarının genel kastla işlenen suçlardan olduğunu, suça konu eylemlerin bilerek yapılmasının ve sonucunun da fail tarafından istenmesi gerektiğine vurgu yaparak söz konusu savcının kastının olmadığını, insani yanılgı ile yanlış uygulama gerçekleştirdiği belirtmiştir. Y. 4. CD. 2005/22 E. 2005/38 K. 6.10.2005 T. (Karar metni için bkz. GÖKCAN/ARTUÇ, s. 865-867.). “…Görev suçlarında önkoşul, memurun yasaya aykırı olarak yaptığı işlem ya da tasarrufun onun görev alanına girmesi gerektiğidir. Sanık yargıcın eylemi yazı yazarak yakınanı adliyeye getirmekten ibarettir. Bu yazıyı yazmak CYY’nin 158. maddesine göre yargıcın görev ve yetkisinde olduğundan suçun görev unsuru oluşmaktadır. Ne var ki sanık, bu yetkiyi kişisel nedenle ve koşulları bulunmamasına karşın keyfi olarak kullanmıştır. Eylem kişiye yönelik, zarar verici ve bireysel hakkı ihlal edici niteliktedir. Sanık yakınanın şikâyetini önlemek gibi kendisiyle ilgili özel amaçla suçu işlediği anlaşıldığından TCY’nin 22/1 gereğince cezalandırılmasına karar verilmiştir…” Y. 4. CD. 2005/32 E. 2005/46 K. 24.11.2005 T. (Karar metni için bkz. GÖKCAN/ARTUÇ, s. 864-865.). [26] Y. 4. CD. 2005/44 E. 2005/39 K. 13.10.2005 T. (Karar metni için bkz. GÖKCAN/ ARTUÇ, s. 862-864) [27] TOPUZ, İbrahim, Açıklamalı-İçtihatlı Memur Yargılama Hukuku, Mahalli İdareler Derneği Yayınları, Ankara 2001, s. 134. [28] GÖKCAN/ARTUÇ, s. 829. [29]“…Son soruşturmanın açılmasına dair verilen kararda, Adıyaman Cumhuriyet Savcısı olan sanık Alaeddin Çiçek’in 17.11.2005 tarihini 18.11.2005 tarihine bağlayan gece 01.30-02.00 274 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 üzerine kasten yaralama, hakaret, tehdit gibi suçların işlenmesi halinde, bu suçları işleyen hâkimler ya da savcılar hakkında genel hükümler uygulama alanı bulur.[30] Hâkimlerin ve savcıların kişisel suçları içinde cezai anlamdaki suçlar ve cezalar düşünülmelidir. İdari suçlar ve cezalar bakımından genel hükümlere gidilmelidir. Bu durumda, hâkimler ve savcılar hakkında 5326 sayılı Kabahatler Kanunu (KK) m. 24 gereğince mahkeme tarafından idari yaptırım kararı verilir.[31] sıralarında sarhoş vaziyette kimlikleri meçhul iki şahısla birlikte adliyeye gelerek içeriye girmek istemesi ancak gece bekçisinin uyarıları üzerine adliyeye giremeyip, sarhoşluğun etkisiyle Adıyaman Cumhuriyet Başsavcısına, Ağır Ceza Mahkemesi Başkanına, diğer Hâkim ve Cumhuriyet Savcılarına sinkaflı sözlerle küfür edip adliyenin giriş kapısı tarafındaki ana caddeye bakan bahçesine aleni olarak küçük tuvaletini yapması şeklinde açıklanan yargılama konusu maddi olayda Yargıtay Ceza Genel Kurulunca çözümü gereken uyuşmazlık, sanığa atılı suçun görevden doğan veya görev sırasında işlenen suç mu yoksa kişisel suç mu olduğuna, dolayısıyla da yargılama görev ve yetkisinin Şanlıurfa 2.Ağır Ceza Mahkemesine mi yoksa Yargıtay 9. Ceza Dairesine mi ait olduğuna ilişkindir. Yargılama görev ve yetkisi, sanığa atılı suçun görevden doğan veya görev sırasında işlenen suç olduğunun kabulü halinde 2802 sayılı Yasanın 90. maddesi uyarınca Yargıtay 9. Ceza Dairesine, kişisel suç olarak kabulü halinde ise anılan Yasanın 93. maddesi uyarınca Şanlıurfa 2.Ağır Ceza Mahkemesine ait olacaktır… Olay sırasında herhangi bir nedenle görevli olduğuna dair dosya içerisinde bilgi ve belge bulunmayan, bununla birlikte olaydaki konumu ve davranışları nedeniyle de adliyeye herhangi bir görevin ifası için gelmediği açıkça anlaşılan Adıyaman Cumhuriyet Savcısı olan sanığın, mesai saatleri dışında gece 01.30-02.00 sıralarında işlediği iddia edilen ve yukarıda açıklanan eylemlerinin görevinden doğduğunun veya görev sırasında işlendiğinin kabulü olanaklı değildir. Bu eylemler sanık Cumhuriyet savcısının kişisel suçu niteliğindedir… Çoğunluk görüşüne katılmayan bir Genel Kurul Üyesi, Cumhuriyet Savcıları yirmi dört saat görevli olduklarından suçun görev sırasında işlendiği düşüncesiyle karşı oy kullanmıştır…” YCGK, E. 2007/222, K. 2007/273, T. 11.12.2007 (www.kazanci.com) [30] ALDEMİR, Hüsnü, Hâkimlik ve Savcılık Mesleğinin Temel Esasları, Seçkin Yayıncılık, Ankara 2013, s. 651. [31] Yargıtay 7. Ceza Dairesinin 23/10/1998 tarihli 1998/7126-8379, 19/11/1999 tarihli ve 1999/13029-11389 sayılı kararlarında; “Hâkim ve savcıların 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’na aykırılık teşkil eden eylemlerinin, 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanunu’nun 93’üncü maddesi kapsamında kişisel suç olduğu, trafik zabıtasının sadece eylemi tespite yönelik tutanak düzenleyebileceği, aksine davranışın Yargıtay 4. Ceza Dairesinin 18/03/1997 tarih ve 1997/1730-1999 sayılı kararında belirtildiği gibi 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 228’inci maddesinde öngörülen suçu oluşturacağı” belirtildiğinden uygulamada kargaşanın önlenmesi amacıyla HSYK Genel Sekreterliği tarafından, 6.7.2011’de hâkimin ya da Cumhuriyet savcısının, trafik kuralını ihlal etmesi nedeniyle ilgili olarak, trafik zabıtasının söz konusu eylemi tespite yönelik tutanak düzenlemesinden sonraki işlemlerin HSK’nın 93’üncü maddesi hükümleri çerçevesinde yürütülmesi gerektiğini belirten bir yazı yayınlanmıştır. Ayrıca bu yazıda Hâkimler ve Savcılar Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı da dayanak olarak gösterilmiştir. (Bkz. www.izmirbim.adalet.gov.tr/belgeler/ hakimtrafikceza.doc). Zira tasarıda hâkimlerin ve savcıların kabahatleri bakımından özel bir usul öngörülmüştür. (Bkz. http://www.kgm.adalet.gov.tr/Tasariasamalari/Gorus/ Kanunlar/2802.pdf ) 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 275 HAKEMLİ Arş. Gör. Eylem BAŞ HAKEMLİ Hâkimlerin ve Savcıların Disiplin Yönünden Soruşturulmaları ve İşledikleri Suçlar Nedeniyle Yargılanmaları II. HSK VE HSYKK’YA TABİ OLAN HÂKİMLER VE SAVCILARIN DİSİPLİN SORUŞTURMASININ YÜRÜTÜLMESİNİN GENEL ESASLARI HSK m. 1’de, HSK’nın amacının, adli ve idari yargı hâkimlerinin ve savcılarının haklarında disiplin kovuşturması açılması ve disiplin cezası verilmesi, hâkimlerin ve savcıların görevleriyle ilgili veya görevleri sırasında işledikleri suçlardan veya kişisel suçlarından dolayı haklarında soruşturma yapılması ve yargılanmalarına karar verilmesi ve meslekten çıkarılmayı gerektiren suçluluk veya yetersizlik hallerini düzenlemek olduğu belirtilmiştir. Amacından da anlaşılacağı üzere HSK’da öngörülen özel soruşturma yöntemi, adli ve idari yargı hâkimleri ve Cumhuriyet savcıları için geçerlidir. HSK, adli yargı hâkimleri ve Cumhuriyet savcıları ile idari yargı hâkimleri ve savcıları hakkında uygulanır. Yargıtay ve Danıştay Başkan ve üyeleriyle ilgili olaraksa HSK’da belirtilen özlük hakları uygulama alanı bulur.[32] (HSK m. 2/1). HSK’nın uygulamasında, hâkim; adli yargıda mahkeme başkan ve üyelerini, hâkimleri, Yargıtay tetkik hâkimleri ile Adalet Bakanlığı merkez, bağlı ve ilgili kuruluşlarında idari görevlerde çalışan hâkimleri; idari yargıdaysa, mahkeme başkan ve üyelerini, hâkimleri, Danıştay tetkik hâkimleri ile Adalet Bakanlığı merkez, bağlı ve ilgili kuruluşlarında idari görevlerde çalışan hâkimleri ifade eder. (HSK m. 3/a). HSK’nın uygulamasında, savcı; adli yargıda; il ve ilçe Cumhuriyet başsavcılarını, Cumhuriyet başsavcı vekillerini, Cumhuriyet savcılarını, Yargıtay Cumhuriyet savcıları ile Adalet Bakanlığı merkez, bağlı ve ilgili kuruluşlarında idari görevlerde çalışan savcıları; idari yargıdaysa, Danıştay savcıları ile Adalet Bakanlığı merkez, bağlı ve ilgili kuruluşlarında[33] idari görevlerde çalışan savcıları, ifade etmektedir. (HSK m. 3/b). Adalet Bakanlığı merkez, bağlı ve ilgili kuruluşlarındaki birinci sınıf hâkimler ve savcılar, disiplin cezası, soruşturma ve kovuşturma bakımından Yargıtay üyeleri hakkındaki hükümlere tabidir.[34] Ancak soruşturma yapılması Adalet Bakanının istemine [32] Özlük hakları bakımından HSYK’nın ilk yürürlüğe girdiği halinde Anayasa Mahkemesi üyeleri de bu kanun kapsamındaydı. Ancak 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun m. 75/3 ile “Anayasa Mahkemesi üyeleri” bu kapsamdan çıkarılmıştır. Bkz. RG. 30.3.2011, S. 27894. [33] HSK’nın ilk yürürlüğe girdiği halde “Adalet Bakanlığı merkez kuruluşunda” şeklinde yer alan ve hem hâkimler hem de savcılar bakımından geçerli olan ifade, 5435 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun m. 39 ile “Adalet Bakanlığı merkez, bağlı ve ilgili kuruluşlarında” şeklinde değiştirilmiş ve bu değişiklik kanunun Resmi Gazete’de (RG) yayınlanmasıyla yürürlüğe girmiştir. Bkz. RG. 24.12.2005, S. 26033 [34]“…Son soruşturmanın açılması kararında sanığın hakaret suçunu görev sırasında işlediğinin kabul edilmesi karşısında, 2802 sayılı Yasanın 90. maddesi uyarınca birinci sınıfa ayrılmış 276 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 bağlıdır. (HSK m. 98). Kural olarak adaylık dönemini geçirip gerekli olan koşullara uygun olarak ehliyetini kanıtlamış olmadıkça, hiç kimse hâkimliğe ve savcılığa atanamadığından[35] hâkim ve savcı adayları, DMK’daki, genel idare hizmetleri sınıfına dâhil olup, hâkimliğin ve savcılığın sınıf ve derecelerine dâhil değildirler ve haklarında, DMK’nın, HSK’ya aykırı olmayan hükümleri uygulanır.[36] Hâkim ve savcı adaylarının HSYK tarafından atandıktan sonra ancak henüz göreve başlamadan önce suç işlemeleri halinde, bu kişiler her ne olup olmadığı araştırılarak, birinci sınıfa ayrıldığının saptanması durumunda davaya bakma görevinin Yargıtay’ın ilgili dairesi olacağı gözetilerek görevsizlik kararı verilmesi yerine, belirtilen husus araştırılmadan yargılamaya devam edilerek hüküm kurulması, yasaya aykırıdır…” Y. 4. CD. 2002/28549 E. 2004/428 K. 211.2004 T. (GÖKCAN/ARTUÇ, s. 870). [35] Bu durumun istisnası HSK m. 39’da; “Diğer hizmetlerden mesleğe atanma: Madde 39 – (Yeniden düzenleme: 15/1/2003-4790/2 md.) Hukuk fakültelerinde maddî hukuk ve usul hukuku dallarında hukuk dersi veren profesörler ve doçentler, almakta oldukları kadro aylıklarının karşılığı sınıf ve derecedeki adlî yargı hâkim ve savcılıklarına; hukuk, siyasal bilgiler, iktisat, işletme, idarî ilimler fakültelerinde idare, maliye ve ekonomi dallarında ders veren profesörler ve doçentler, almakta oldukları kadro aylıklarının karşılığı sınıf ve derecedeki idarî yargı hâkim ve savcılıklarına atanabilirler. (Mülga ikinci ve üçüncü fıkra: 22/12/2005–5435/43 md.) Birinci fıkrada yazılı şartları taşıyan isteklilerin mesleğe alınıp alınmayacakları ve alınmaları halinde girebilecekleri sınıf ve dereceler Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca belli edilir.” şeklinde belirtilmiştir. [36] Hâkim adayı Tolga Onur hakkında, Ankara Adalet Komisyonu Başkanlığı, DMK m. 125/1-B-k uyarınca borçlarını ödemeyerek hakkında yasal yollara başvurulmasına sebebiyet vermek eyleminden dolayı kınama cezası vermiştir. HSYK ise buna dayanarak Tolga Onur hakkında mesleğe kabul etmeme kararı vermiştir. Bkz. ERTEKİN, Orhan Gazi/ÖZSU, Faruk/ŞAHİN, Kemal/ŞAKAR, Muzaffer/YİĞİT, Uğur, Türkiye’de Yargı Yoktur, Tekin Yayınevi, İstanbul 2014, s. 151-152. Yine benzer şekilde hâkim adayı Didem Yaylalı’nın basında alkol kullandığı ve tayt giydiği gerekçesiyle olduğu bildirilen ancak HSYK’nın resmi açıklaması uyarınca mazeretsiz olarak görevine gelmemesi ve usulsüz belge sunarak görevle ilgili konularda yükümlü olduğu kişilere yalan ve yanlış beyanda bulunduğu gerekçeleri ile Didem Yaylalı hakkında disiplin soruşturması yapılmış ve Türkiye Adalet Akademisi’nce 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 125/C maddesinin (b) ve (d) fıkraları uyarınca kendisine “aylıktan kesme cezası” verilmiştir. Bu cezanın iptali amacıyla idare mahkemesine gidilmiş ancak idare mahkemesi kararda hukuka aykırılık bulunmadığını belirtmiştir. HSYK tarafından söz konusu kararlar esas alınarak mesleğe kabul etmeme kararı verilmiştir. Bkz. http://www.hukukihaber.net/gundem/hsyk-hakimadayi-didem-yaylali-ile-ilgili-iddialar-gercek-disi-h36607.html Yine bir hâkim adayının, iki gün işe gelmemesi nedeniyle hakkında aylıktan kesme cezası verilerek adaylığına son verilmiştir. Danıştay, hâkim adaylığına son verilmesini idari tedbir olarak nitelendirerek bu kararı onaylamıştır. D. İDDK, 30.1.2013, YD. İtr. No: 2012/499. (Bkz. ULUSOY, s. 111.) 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 277 HAKEMLİ Arş. Gör. Eylem BAŞ HAKEMLİ Hâkimlerin ve Savcıların Disiplin Yönünden Soruşturulmaları ve İşledikleri Suçlar Nedeniyle Yargılanmaları kadar atanmış ve artık hâkim ve savcı olsalar da, ortada görev sırasında ya da görev sebebiyle işlenen bir suç bulunmadığından bu kişilerin kişisel suçları söz konusu olabilir. Bu durumda HSK m. 93’te kişisel suçlarla ilgili öngörülen düzenlemeye göre soruşturma yapılması gereklidir.[37] Hâkimlerin ve savcıların suçlarına herhangi bir şekilde iştirak edenler her ne kadar hâkim ya da savcı olmasalar da (zabıt kâtibi, mübaşir, avukat, icra görevlisi, infaz memuru ve kolluk görevlisi gibi)[38] MVDKGYHK m. 10’da öngörülen yapıya paralel bir şekilde, hâkimler ve savcılarla aynı soruşturma ve kovuşturma mercilerine tabidirler.[39] (HSK m. 86).[40] [37] GÖKCAN/ARTUÇ, s. 828. [38] GÖKCAN/ARTUÇ, s. 828. [39]“…İddianame ve dosya içeriğine göre her iki sanığın suç tarihinde 1. sınıfa ayrılmış... İcra Hukuk Mahkemesi hâkimi olan A.İ.’nin rüşvet almaya kalkışma suçuna iştirak ettiklerinin ileri sürüldüğü, aynı eylemden dolayı Beyoğlu 3. Ağır Ceza Mahkemesinin 23.10.2007 günlü son soruşturmanın açılması kararıyla sanık A. İ. hakkında yetkili olmadığı bir iş için yarar sağlama, adı geçen sanıklar hakkında ise bu suça iştirakten dava açıldığı ve Yargıtay 5. Ceza Dairesinin 2008/3 MD. sayılı dosyası üzerinden görülmeye devam edildiği, 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanunu’nun 86. maddesinin “Hakim ve savcıların suçlarına iştirak edenler aynı soruşturma ve kovuşturma mercilerine tabidirler” hükmü karşısında sanıklar K. ve N.’nin suçuna katıldıkları iddia edilen hakimle aynı mahkemede yargılanmaları gerektiği ve esasen dairemizde birlikte yargılamalarının devam ettiği gözetilerek, mükerrer açılmış iş bu davanın birleştirilmesine karar verilmesi yerine, yargılamaya devam edilerek yazılı biçimde mahkumiyet hükmü kurulması…” Y. 5. CD. E. 2009/461 K. 2009/7888 T. 22.6.2009 (www.kazanci.com). [40]“HSYK, 17 Aralık yolsuzluk soruşturmasıyla ilgili olarak ortaya atılan tüm iddiaların incelenmesine karar vererek HSYK’nın 7.1.2014’te yapılan toplantısında, 17 Aralık soruşturmasını yürüten savcılar Zekeriya Öz ve 2. soruşturma talimatını veren Muammer Akkaş ile İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Turan Çolakkadı arasında geçen karşılıklı suçlamalar mercek altındaydı. Zekeriya Öz ve Muammer Akkaş usulsüz soruşturma yürütmekle, Turan Çolakkadı ve Terörden Sorumlu Başsavcı Vekili Oktay Erdoğan ise soruşturmayı engellemek ve karartmakla suçlanıyordu. Kurul, ayrıca, Mummer Akkaş tarafından çıkartılan gözaltına listesinin uygulanmadığı iddialarını değerlendirdi. 17 Aralık operasyonu sonrasında göreve getirilen İstanbul Emniyet Müdürü Selami Altınok’un soruşturmayı kararttığı iddia ediliyordu. Kurul’dan savcılar ve Emniyet Müdürü Altınok için inceleme kararı çıktı.” http:// www.radikal.com.tr/turkiye/hsyk_savci_zekeriya_oz_icin_toplandi-1169644. 8.1.2014’te Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Turan Çolakkadı, Vekili Oktay Erdoğan ve İstanbul Emniyet Müdürü ile ilgili soruşturma izni vermeyeceğini belirtmiştir. http://www.radikal.com.tr/politika/bozdag_bassavci_ve_emniyet_muduru_ icin_hsykya_izin_vermeyi_dusunmuyorum-1169887 278 HSYK’nın emniyet müdürü Selami Altınok hakkında inceleme kararı vermesinin hukuka uygun olmadığı, yapılan yönetmelik değişikliği çerçevesinde emniyet müdürüne talimat vermesi gereken kişinin Cumhuriyet Başsavcısı olduğu, emniyet müdürüne talimat vermek suretiyle iş yaptırmaya çalışan savcının hukuku çiğnediği, şayet emniyet müdürü hukuka aykırı bir işlem yapmışsa emniyet müdürü hakkında ancak Başsavcılığın soruşturma başlatabileceği ve HSYK’nın bu konuda bir görevinin ve yetkisinin bulunmadığı belirtilmiştir. Bkz. http://www.stargundem.com/ Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 5235 sayılı Adlî Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun m. 47 gereğince Bölge Adliye Mahkemesi başkanı, daire başkanları, üyeleri, Cumhuriyet başsavcısı ve Cumhuriyet savcıları hakkında, bu kişilerin görevlerinden doğan veya görevleri sırasında işledikleri yahut kişisel suçlarından, sıfat ve görevleri gereklerine uymayan tutum ve davranışlarından dolayı haklarında yapılacak soruşturma ve kovuşturmalarda HSK hükümleri uygulama alanı bulur. HSK m. 82/1’de hâkimlerin ve savcıların “görevden doğan” veya “görev sırasında işlenen suçları”, “sıfat ve görevleri gereğine uymayan (yani disiplin cezasını gerektiren) tutum ve davranışları” nedeniyle, haklarında inceleme ve soruşturma yapılması her ne kadar Adalet Bakanlığı’nın iznine bağlanmışsa da HSYKK m. 9/3-ç gereğince üçüncü dairenin[41] hâkimlerin ve savcıların gundem/1374167-hsyknin-emniyet-mudurunu-inceleme-yetkisi-var-mi.html. HSYK’nın emniyet müdürü hakkında inceleme yetkisinin olmadığı yönünde bkz. http://www. hurriyet.com.tr/gundem/25517232.asp CMK m. 161/5 gereğince, kanun tarafından kendilerine verilen veya kanun dairesinde kendilerinden istenen adliye ile ilgili görevleri veya işleri kötüye kullanan veya ihmal eden kamu görevlileri ile Cumhuriyet savcılarının sözlü veya yazılı istem ve emirlerini yaparken bu görevlerini kötüye kullanan veya ihmal eden kolluk âmirleri ve memurları hakkında Cumhuriyet savcılarınca doğrudan doğruya soruşturma yapılır. Valiler ve kaymakamlar hakkında 2.12.1999 tarihli ve 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun hükümleri; en üst dereceli kolluk amirleri hakkında ise, hâkimlerin görevlerinden dolayı tâbi oldukları yargılama usulü uygulanır. Bu nedenle de HSYK’nın emniyet müdürü Selami Altınok hakkında inceleme kararı vermesi mümkündür. HSYK da aynı doğrultuda 18.10.2011 tarihli, 17 nolu en üst dereceli kolluk amirleri hakkındaki araştırma, inceleme ve soruşturma işlemleri genelgesinde bunu belirtmiştir. HSYK’nın 18.10.2011 tarihli 17 nolu genelgesinin tam metni için bkz. http://www.hsyk. gov.tr/Mevzuat/Duyurular/genelgeler-kitapcigi.pdf [41] Daireler, daire başkanının çağrısı üzerine her yılın ocak ayında toplanmak suretiyle yıllık olağan toplantı günlerini tespit eder. Daire başkanları, her dairenin kendi üyeleri içinden üye tam sayısının salt çoğunluğuyla belirlenecek iki aday arasından, Genel Kurulca seçilir. Genel Kurulun ilk toplantısında toplantı veya karar yeter sayısının sağlanamaması hâlinde üç gün içinde yapılacak ikinci toplantıda, katılanların en çok oyunu alan kişi daire başkanı seçilmiş sayılır. Daire başkanının seçimiyle ilgili olarak öngörülen usulün anayasaya aykırı olduğu bu nedenle de iptalinin ve yürürlüğünün durdurulması yönündeki talep, AYM’nin önüne gitmiştir. AYM ise Adalet Bakanlığı Müsteşarının Daire başkanı seçilmeyeceği yönündeki hususun dışında öngörülen usulleri anayasaya aykırı bulmuştur. Ancak AYM, iptal hükümlerinin, Ay. m. 153/3 ve AMKYUHK m. 66/3 gereğince, kararın Resmî Gazete’de yayımlanmasından başlayarak üç ay sonra yürürlüğe girmesine karar vermiştir. Bkz. AYM, 2014/57 E. 2014/81 K. 10.4.2014 T. (RG. 14.5.2014, S. 29000). Adalet Bakanlığı Müsteşarı daire başkanı seçilemez. (HSYKK m. 8/3). Daire başkanının, gereken hâllerde daireyi olağanüstü toplantıya çağırabilmesi mümkündür. Üye tam sayısının salt çoğunluğunun, görüşülecek konuyu da belirten yazılı talebi üzerine daire başkanı, daireyi olağanüstü toplantıya çağırır. Dairelerin toplantı gündemiyse, daire başkanı 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 279 HAKEMLİ Arş. Gör. Eylem BAŞ HAKEMLİ Hâkimlerin ve Savcıların Disiplin Yönünden Soruşturulmaları ve İşledikleri Suçlar Nedeniyle Yargılanmaları görevlerinden dolayı veya görevleri sırasında suç işleyip işlemediklerini, hâl ve eylemlerinin sıfat ve görevleri icaplarına uyup uymadığını, Kurul müfettişleri veya müfettiş yetkilerini haiz kıdemli hâkim veya savcı eliyle araştırma ve gerektiğinde haklarında inceleme ve soruşturma işlemleri ile inceleme ve soruşturma yapılmasına yer olmadığına ilişkin işlemler için teklifte bulunma; ikinci dairenin ise HSYKK m. 9/2-a-3 gereğince disiplin veya suç soruşturma ve kovuşturması nedeniyle hâkimin ve savcının geçici yetkiyle yer değiştirmesine veya görevinden uzaklaştırılmasına karar verme yetkisi düzenlenmiştir. Yani Adalet Bakanlığının bu konudaki yetkisi HSYK’ya devredilmiştir. HSYKK sonraki tarihli Kanun olduğundan, HSYKK hükümleri uygulanacaktır. Bu nedenle HSK’da da gereken değişikliklerin yapılarak bir uyumun sağlanması önerilebilir.[42] HSYK’nın 16 nolu genelgesinde,[43] genelgede bahsi geçen ve soruşturmayla ilgili olan HSK hükümlerinde yer alan “Adalet Bakanlığı”, “Adalet Bakanı” veya “Ceza İşleri Genel Müdürlüğü” ibarelerinin; Hâkimler, HSYK, ilgili Daireleri ve Kurul Başkanı olarak değiştiğinin inceleme ve soruşturmalar sırasında göz önünde tutulması gerektiği belirtilmişse de bu genelge 6524 sayılı Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun (BKDYDK) m. 39 ile yürürlükten 27.2.2014 tarihinde kaldırılmıştır.[44] Ancak incelemede henüz HSYK yeni genelgeleri 30.4.2014’te yayımladığından,[45] her ne kadar iptal edilmiş olsa da Genel Kurulun 18.10.2011 tarihli 16 nolu[46] genelgesine zaman zaman yol gösterici olması bakımından yer verilmiştir. Daireler de Genel tarafından işin önemine, ivedi veya süreli oluşuna göre düzenlenir. Tamamlanmayan gündem maddelerinin bir sonraki gündemde öncelikli olarak görüşülmesi gereklidir. Gündemde değişiklik yapılmasıysa; yalnızca gündemin düzenlenmesinden sonra ivedi ve süreli işlerin ortaya çıkması hâlinde ve toplantı gününden en az bir gün önce daire başkanının veya üyelerden birinin yazılı talebi üzerine üye tam sayısının salt çoğunluğunun kararı ile olur. İvedi ve süreli olmayan taleplerse bu suretle ele alınamaz. Gündemdeki işlerden birinin sırasından evvel ya da sonrasında görüşülmesi, ertelenmesi veya gündemden çıkarılması da aynı usule tabidir. (HSYKK m. 30). [42] Bu uyumun sağlanabilmesi için Adalet Bakanlığı’nın sitesinde yayınlanan Hâkimler ve Savcılar Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun Tasarısının Ön Taslağı için bkz. http://www.kgm.adalet.gov.tr/Tasariasamalari/Gorus/Kanunlar/2802.pdf [43] HSYK’nın 18.10.2011 tarihli 16 nolu genelgesinin tam metni için bkz. http://www.hsyk. gov.tr/Mevzuat/Duyurular/genelgeler-kitapcigi.pdf [44] RG. 27.2.2014, S. 15.2.2014 [45] HSYK’nın 30.4.2014 tarihli 2 nolu genelgesinin tam metni için bkz. http://www.hsyk. gov.tr/Mevzuat/Genelgeler/GENELGELER/2.pdf [46] HSYK’nın 18.10.2011 tarihli 16 nolu genelgesinin tam metni için bkz. http://www.hsyk. gov.tr/Mevzuat/Duyurular/genelgeler-kitapcigi.pdf 280 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 Kurul gibi, üye tam sayısının salt çoğunluğuyla toplanır ve üye tam sayısının salt çoğunluğuyla karar alır.[47] A. DİSİPLİN VE CEZA SORUMLULUĞUYLA İLGİLİ İNCELEME, SORUŞTURMA VE KOVUŞTURMA USULÜNE İLİŞKİN ORTAK DÜZENLEMELER Hâkimler ve savcılar hakkında gerçekleştirilecek inceleme, soruşturma ve kovuşturma usulleriyle ilgili hükümlere Anayasa’da, HSK’da ve HSYKK’da yer verilmiştir. Adalet hizmetlerinin denetimi başlığını taşıyan Ay. m. 144’e göre[48] adalet hizmetleri ile savcıların idarî görevleri yönünden Adalet Bakanlığınca denetimi, adalet müfettişleri ile hâkim ve savcı mesleğinden olan iç denetçiler; araştırma, inceleme ve soruşturma işlemleri ise adalet müfettişleri eliyle yapılır. Buna ilişkin usul ve esaslar kanunla düzenlenir. Bu doğrultuda HSYKK’da denetimle ilgili bazı hükümlere yer verilmiştir. Ancak hâkimlerin veya savcıların görev suçlarının soruşturulmasıyla ilgili asıl düzenlemenin uyum amacıyla HSK’da gerçekleştirilecek değişikliklerle gerçekleştirilmesi gereklidir. Ay. m. 140/6’da hâkimlerin ve savcıların idari görevleri bakımından Adalet Bakanlığı’na bağlı oldukları belirtilmişse de bu hüküm hâkimlerin ve savcıların bağımsızlığını ve teminatını zedelemektedir.[49] Özellikle hâkimler bakımından yargısal-idari görev ayrımı incedir ve hâkimlerin kendilerini tedirgin hissetmesine neden olabilecek niteliktedir. Bu durum, Hukuk Yoluyla Demokrasi İçin Avrupa Komisyonunun (Venedik Komisyonu) 17-18 Aralık 2010 tarihli Genel Kurul Toplantısında da kabul edilmiştir. (HSYK 2 nolu genelge).[50] Yine [47] BKDYDK m. 36 ile değiştirilmeden önce daireler, en az beş üyeyle toplanmakta ve üye tamsayısının salt çoğunluğuyla karar almaktaydı. (RG. 18.12.2010, S. 27789) [48] 5982 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun m. 14 (RG. 13.5.2010, S. 27580) ile değişmeden evvel Ay. m. 144 şu şekildeydi: “Hâkim ve savcıların denetimi MADDE 144. — Hâkim ve savcıların görevlerini; kanun, tüzük, yönetmeliklere ve genelgelere (Hâkimler İçin idari nitelikteki genelgelere) uygun olarak yapıp yapmadıklarını denetleme; görevlerinden dolayı veya görevleri sırasında suç işleyip işlemediklerini, hal ve eylemlerinin sıfat ve görevleri icaplarına uyup uymadığını araştırma ve gerektiğinde haklarında inceleme ve soruşturma, Adalet Bakanlığının izni ile adalet müfettişleri tarafından yapılır. Adalet Bakanı soruşturma ve inceleme işlemlerini, hakkında soruşturma ve inceleme yapılacak olandan daha kıdemli hâkim veya savcı eliyle de yaptırabilir.” [49] TANÖR, Bülent, İki Anayasa, On İki Levha Yayıncılık, İstanbul 2013, s. 105-106. [50] HSYK’nın 30.4.2014 tarihli 2 nolu genelgesinin tam metni için bkz. http://www.hsyk. gov.tr/Mevzuat/Genelgeler/GENELGELER/2.pdf 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 281 HAKEMLİ Arş. Gör. Eylem BAŞ HAKEMLİ Hâkimlerin ve Savcıların Disiplin Yönünden Soruşturulmaları ve İşledikleri Suçlar Nedeniyle Yargılanmaları hâkimlerin ve savcıların görevlerinin ve yerlerinin değiştirilmesiyle ilgili olarak bölgesel güvenceye yer verilmemesi de mahkemelerin bağımsızlığı bakımından önemli bir sorundur.[51] Adalet Bakanı, devletin yürütme organlarından biri olan Bakanlar Kurulu’nun bir üyesi olarak adli ve idari adalet kuruluşunun işlemesinin siyasi sorumluluğuna sahiptir. Esasında yürütmenin bir çeşidi olan idarenin bir makamını teşkil eden savcının üzerinde yönetim değil ama denetim yetkisinin Adalet Bakanı’na bağlı olması doğal kabul edilmelidir.[52] Mahkemelerin bağımsızlığı ve tarafsızlığıyla ilgili olarak denetim önemli bir yere sahiptir. 1961 Anayasası, hâkimlerin denetimini Yüksek Hâkimler Kurulu (YHK)[53] tarafından belli konular için görevlendirilen üst derecedeki hâkimlere bırakmıştı. (Ay. m. 144/5). Ancak denetim organizasyonunda ve sürekliliğinde yaşanan sorunlar nedeniyle[54] 1971 değişiklikleriyle beraber YHK’ya bağlı ve sürekli olarak görevli müfettişler vasıtasıyla denetim ve soruşturma evresine geçilmişti. Müfettişler, hâkimler ve savcılar ile bu mesleklerden sayılanlar arasından YHK tarafından atanmaktaydı. (Ay. m. 144/5). 1971 değişikliklerinin getirdiği bu yöntem 1982 Anayasası ile değiştirilmiştir. Bu değişiklikle soruşturmanın ve denetlemenin, Adalet Bakanının izniyle Adalet müfettişleri tarafından yapılacağı; Adalet Bakanının soruşturma ve inceleme işlemlerini, hakkında soruşturma ve inceleme yapılacak olandan daha kıdemli hâkim veya savcı eliyle de yaptırabileceği düzenlenmiştir. (Ay. m. 144). 1961 Anayasası döneminde, 1971 değişiklikleriyle Yüksek Savcılar Kurulu (YSK) [51] TANÖR, Bülent/YÜZBAŞIOĞLU, Necmi, 1982 Anayasasına Göre Türk Anayasa Hukuku, Beta Yayıncılık, İstanbul 2013, s. 110, 460. [52] KUNTER/YENİSEY/NUHOĞLU, s. 324. [53] YHK, 1961 Anayasasının ilk şekline göre on sekiz asıl ve beş yedek üyeden oluşmaktaydı. Bu üyelerden altısı Yargıtay Genel Kurulunca, altısı birinci sınıfa ayrılmış hâkimlerce ve kendi aralarından gizli oyla seçilmekteydi. Millet Meclisi ve Cumhuriyet Senatosu, yüksek mahkemelerde hâkimlik etmiş veya bunlara üye olma şartlarını kazanmış kimseler arasından gizli oyla ve üye tamsayılarının salt çoğunluğu ile üçer üye seçmekteydi. Bu usulle Yargıtay genel kurulunca iki, birinci sınıfa ayrılmış hâkimler ile Millet Meclisi ve Cumhuriyet Senatosu tarafından birer yedek üye seçilmekteydi. (Ay. m. 143/1). Bu hüküm 1971 yılında değiştirilerek YHK’nın, onbir asıl ve üç yedek üyeden oluşması öngörülmüştü. Üyelerin, Yargıtay Genel Kurulunca, kendi üyeleri arasından ve üye tamsayısının salt çoğunluğu ile gizli oyla seçileceği düzenlenmişti. Değişikliğin gerekçesi olarak YHK’ya yasama meclislerince üye seçilmesi usulünün beklenen faydaları sağlamaması ve bu konuda parti faktörlerinin etkili olduğu ve seçimlerin çoğu zaman gecikmesinin etkili olduğunun gösterildiği yönünde bkz. ÖZBUDUN, Ergun, Türk Anayasa Hukuku, Yetkin Yayınları, Ankara 2013, s. 382. [54] ÜNAL, Şeref, Anayasa Hukuku Açısından Mahkemelerin Bağımsızlığı Ve Hâkimlik Teminatı: Türk Yargı Sistemi Üzerinde Karşılaştırmalı Hukuk Açısından Bir İnceleme, TBMM Kültür Sanat Ve Yayın Kurulu Yayınları, Ankara 1994, s. 108. 282 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 kurulmuştu.[55] Cumhuriyet savcılarının Yargıtay üyeliğine seçilmeleri dışında kalan bütün özlük işleri ve disiplin cezaları ile meslekten çıkarılmaları hakkında karar verme yetkisi YSK’ya aitti.[56] 1982 Anayasası ile kurulun görev alanına adli yargı düzenindeki hâkimlerin ve savcıların yanında idari yargı düzenindeki hâkimler ve savcılar da katılmıştır.[57] 1961 Anayasası döneminde Danıştay hâkimlerinin özlük işleri hakkında karar verme yetkisi için özel bir sistem öngörülmüştü.[58] 4413 sayılı Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun m. 1 ile Yargıtay ve Danıştay’dan gelen üyelerin kurul dışındaki görevlerine devam etmeleri sebebiyle Adalet Bakanlığı müfettişlerince hazırlanan çalışmaları, şekli onay makamı olarak takip etmeleri söz konusu olmuştur. 2010 Anayasa değişiklikleriyle (5982 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinde [55] Yüksek hâkimler ve savcılar kurulunun kendi içinde adli ve idari yargıya uygun olarak, adli kurul ve idari kurul olarak ayrılması yönünde bkz. ÜSKÜL, Zafer, Geniş Tabanlı Uzlaşma Arayışları İçin Karşılaştırmalı Anayasa Taslağı ve Anayasa Anketi, Toplumda Diyalog Formu, İstanbul 1992, s. 89. [56] Yüksek Savcılar Kurulu, Adalet Bakanının başkanlığında Cumhuriyet Başsavcısı, Yargıtay Ceza Daireleri Genel Kurulunca seçilen üç asıl ve iki yedek üye ile Adalet Bakanlığı Müsteşarı ve Özlük İşleri Genel Müdüründen oluşmakta ve Adalet Bakanı bulunmadığı zaman Kurula Cumhuriyet Başsavcısı Başkanlık etmekteydi. (Ay. m. 137). [57] 1961 Anayasası dönemindeki YHK’nın bünyesine, 1982 Anayasası ile birlikte savcılar da bunların iki ayrı meslek olduğu dikkate alınmaksızın dâhil edilmiştir. Bkz. YARSUVAT, Duygun, “Genel Rapor”, 2010 Anayasa Değişiklikleri Çerçevesinde Yargı Bağımsızlığı, Seçkin Yayıncılık, Ankara 2010, s. 162. İddia ve savunma makamlarını aynıymış gibi gösteren bu durum, savunma hakkını ve de silahların eşitliği ilkesini zedeler niteliktedir. Bkz. KUMKUMOĞLU, Kemal/KUMKUMOĞLU, Ahmet Kemal, “HSYK’nın 1961 ve 1982 Anayasaları’ndaki Durumu”, 2010 Anayasa Değişiklikleri Çerçevesi Yargı Bağımsızlığı, Seçkin Yayıncılık, Ankara 2010, s. 106. Zira hâkimlerin görevi yargılamayken, savcılarınki iddiadır. Ayrıca anayasada hâkimlerin bağımsızlığından söz edilmişken savcıların bağımsızlığından bahsedilmemiştir. Savcıların da hâkimler gibi teminata sahip olması onların her bakımdan hâkimlere benzetildikleri şeklinde yorumlanmamalıdır. Zira idare mekanizmasındaki memurların da teminatları vardır ve olmalıdır. Bağımsızlığın temelinde emir almamak yatar. Hâkim emir almazken, savcı emir alabilir. Bkz. KUNTER/ YENİSEY/NUHOĞLU, s. 325-327. Dönemin Adalet Bakanı bu değişikliğin gerekçesi olarak, bu iki kurulun birbirine ters düşen ilke kararları almalarının, ayrı ayrı atama planları yapmalarının önüne geçilmesi ve aynı ilkeler doğrultusunda ve eşitlik prensibine dayalı uygulama gerçekleştirilerek hâkimlerin ve savcıların özlük işlerinin en iyi şekilde yürütülmek istenmesi amacını göstermiştir. Bkz. ÜNAL, s. 90. [58] Danıştay’da görev yapan hâkimlerin ve savcıların disiplin soruşturmaları ve işledikleri suçlarla ilgili düzenleme 521 sayılı Danıştay Kanunu m. 131 ila m. 155 arasında düzenlenmişti. Bkz. RG. 31.12.1964, S. 11896. 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 283 HAKEMLİ Arş. Gör. Eylem BAŞ HAKEMLİ Hâkimlerin ve Savcıların Disiplin Yönünden Soruşturulmaları ve İşledikleri Suçlar Nedeniyle Yargılanmaları Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun[59]) HSYK’nın[60] kendi müfettişlerini seçimle belirleme yetkisi bulunmasına karşın; Ay. m. 159/12 hükmüyle, denetimin yapılması ilgili dairenin teklifi ve Adalet Bakanı’nın oluruna bırakılarak kurul müfettişlerine yaptırılmasıyla siyasi etki devam etmiştir.[61] 2010 Anayasa değişiklikleriyle, anayasada belirtilen ilkeler çerçevesinde, HSYKK düzenlenmiştir. Hem 1982 Anayasasının ilk halinde hem de 2010 Anayasa değişikliklerinde işlevleri gereği tarafsız ve bağımsız konumda olması gereken hâkimlerle, işlevleri gereği bu konumda olmayan savcıların özlük haklarının HSYK’ya verilmesi doğru değildir. Doğru olan 1961 Anayasası döneminde olduğu gibi ayrı ayrı kurulların oluşturulmasıdır.[62] Yine 2010 Anayasa değişiklikleriyle kurulun Adalet Bakanı ve müsteşar dışındaki asıl üyelerinin görevlerinin devamı müddetince, kanunda belirlenenler dışında başka bir görev alamayacakları düzenlenmiştir.[63] Bu durum, yürütmenin yargıyı egemenliği altına alma eğiliminin açık bir görünümüdür.[64] HSYK’ya bütçe tahsis edilene kadar kurulun giderlerinin Bakanlık bütçesinden karşılanması; kurulun hizmetlerini yerine getirmesi amacıyla bina, araç, gereç, mefruşat ve donanım gibi gerekli tüm destek hizmetlerinin de Bakanlıkça karşılanacağı düzenlenmiştir. Yine 6.8.1997 tarihli ve 4301 sayılı Ceza İnfaz Kurumları ile Tutukevleri İşyurtları Kurumunun Kuruluş ve İdaresine İlişkin Kanunla kurulan İşyurtları Kurumunun bütçesinden de harcama yapılabileceği öngörülmüştür. Kurulun hizmet birimlerinin faaliyete geçinceye kadar, sekretarya hizmetlerinin Bakanlık tarafından yerine getirilmesi, hâkimlere ve savcılara ait açık ve gizli sicillerin, özlük dosyalarının, disiplin, suç ve teftişe ilişkin evrakın bulundukları yerde muhafaza edilmeye devam edilmesi ve bu belgelerin, hizmet [59] RG. 13.5.2010, S. 27580. [60] HSYK, 2461 sayılı HSYKK’nın 14.5.1981’de yürürlüğe girmesiyle kurulmuştur. RG. 14.5.1981, S. 17340. [61] KUMLUOĞLU/KUMLUOĞLU, s. 109. Avrupa Konseyi Venedik Komisyonu (Hukuk Yoluyla Demokrasi Komisyonu), değişikliklerin genel olarak olumlu olduğunu, teftiş yetkilerinin Adalet Bakanlığı’ndan HSYK’ya devredilmesini ve hâkimlerin ve savcıların disiplin suçlamaları ve şikâyetler bakımından, haklarının güçlendirilmesini olumlu karşıladığını belirtmiştir. Ancak disiplin cezalarına karşı yargı yoluna başvurulamamasını eleştirmiştir. Bkz. http://www.europarl.europa.eu/meetdocs/2009_2014/documents/ d-tr/dv/1128_17_/1128_17_en.pdfThe%20Venice%20Commission%20remains%20 at%20the%20disposal%20of%20the%20Turkish%20authorities%20for%20any%20 further%20assistance%20they%20may%20need. [62] TEZİÇ, Erdoğan, Anayasa Hukuku, Beta Yayıncılık, İstanbul 2013, s. 164. [63] TANÖR/YÜZBAŞIOĞLU, s. 455. [64] BAYRAKTAR, Köksal, “Genel Değerlendirme”, 2010 Anayasa Değişiklikleri Çerçevesinde Yargı Bağımsızlığı, Seçkin Yayıncılık, Ankara 2010, s. 160. 284 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 birimlerinin faaliyete geçmesini müteakip en geç altı ay içinde tutanakla kurula devredilmesi gerektiği düzenlenmiştir. (HSYKK geçici m. 1). HSYK, hâkimlerle ve savcılarla ilgili olarak; mesleğe kabul etme, atama ve nakletme, geçici yetki verme, her türlü yükseltme ve birinci sınıfa ayırma, kadro dağıtma, meslekte kalmaları uygun görülmeyenler hakkında karar verme, disiplin cezası verme, görevden uzaklaştırma işlemlerini yapmak konularında görevlidir. (HSYK m. 4/1-b). HSYK, Bakanlık merkez, bağlı ve ilgili kuruluşları ile uluslararası mahkemeler veya kuruluşlarda görev yapan; geçici yetki veya görevlendirme ile başka bir kurum, kurul veya kuruluşta çalışan hâkimler ve savcılar; idarî görevleri yönünden savcılar; komisyon işlerine yönelik görevleri yönünden adalet komisyonu başkan ve üyeleri hariç olmak üzere, hâkimlerin ve savcıların görevlerini; kanun, tüzük, yönetmelik ve genelgelere (hâkimler için idarî nitelikteki genelgelere) uygun olarak yapıp yapmadıklarını denetler. Hâkimlerin ve savcıların görevlerinden dolayı veya görevleri sırasında suç işleyip işlemediklerini, hâl ve eylemlerinin sıfat ve görevleri icaplarına uyup uymadığını araştırır ve gerektiğinde haklarında inceleme ve soruşturma işlemlerini yürütür. Yine bu kurulun adli ve idari yargı hâkimlerini ve savcılarını mesleğe kabul etme, atama ve nakletme, geçici yetki verme, yükseltme ve birinci sınıfa ayırma, kadro dağıtma, meslekte kalmaları uygun görülmeyenler hakkında karar verme, disiplin cezası verme, görevden uzaklaştırma ile hâkimler ve savcılar hakkında denetim, araştırma, inceleme ve soruşturma yapılması konularına münhasır olmak üzere genelge düzenlemek yönünde yetkileri bulunmaktadır.[65] (HSYK m. 4). HSYK’nın amaçları içinde, mahkemelerin bağımsızlığı ile hâkimlik ve savcılık teminatı esasları uyarınca HSYK’nın kuruluşu, teşkilâtı, görev ve yetkileri ile çalışma usul ve esaslarını düzenlemek yer almaktadır. (HSYK m. 1). Kurul, yirmi iki asıl ve on iki yedek üyeden oluşur ve üç daire hâlinde çalışır.[66] Kurul, görevlerini yerine getirirken ve yetkilerini kullanırken bağımsız hareket eder. Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, kurula emir ve talimat veremez. Kurul, mahkemelerin bağımsızlığı ile hâkimlik ve savcılık teminatı esaslarını gözeterek adalet, tarafsızlık, doğruluk ve dürüstlük, tutarlılık, eşitlik, ehliyet ve liyakat [65] HSYKK’nın 6524 sayılı Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun m. 22 ile değişmeden evvelki halinde m. 4/1-ç’de genelge düzenlemek yetkisi, yargı yetkisinin kullanımına ilişkin hususlar ve hâkimlerin idarî görevleri ile delilleri değerlendirme ve suçu niteleme yetkisi hariç olmak üzere savcıların adlî görevlerine ilişkin konularda genelge düzenlemek şeklindeydi. Bkz. RG. 16.12.2010, S. 27789. BKDYDK ile m. 4/1ç’de gerçekleştirilen değişikliğin anayasaya aykırı olduğu ve bu nedenle iptal edilmesi ve yürürlüğünün durdurulması yönünde AYM’ye başvurulmuştur. Ancak AYM herhangi bir anayasaya aykırılık olmadığı gerekçesiyle bu talebi reddetmiştir. Bkz. AYM, 2014/57 E. 2014/81 K. 10.4.2014 T. (RG. 14.5.2014, S. 29000). [66] Daha önce HSYK’da daire şeklinde bir yapılanma bulunmamaktaydı. 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 285 HAKEMLİ Arş. Gör. Eylem BAŞ HAKEMLİ Hâkimlerin ve Savcıların Disiplin Yönünden Soruşturulmaları ve İşledikleri Suçlar Nedeniyle Yargılanmaları ilkeleri çerçevesinde görevini gerçekleştirir.[67] (HSYK m. 3). HSYK, Başkanlık, Genel Kurul, daireler ve de Genel Sekreterlik ve Teftiş Kurulu şeklindeki hizmet birimlerinden oluşur. (HSYKK m. 5). Demokratik bir idarenin temelinde, kurul halinde çalışmak ve kurul üyelerinin çoğunluğuyla karar almak yatar. Demokratik idare ilkesinin uygulandığı hallerde çoğu zaman bir kamu görevlisinin iradesi tek başına yeterli olmaz. Bireylerin temel hak ve özgürlüklerini ilgilendiren disiplin hukukuna ilişkin kararların alınmasında kurul olarak karar almanın önemi büyüktür. Yasal düzenlemelerle açıkça yetkili kılındığında idare adına irade açıklamaya yetkili kişilerin, yine yasal düzenlemelerin gösterdiği konularda karar almak ya da idari işlemler yapmak için, yasal düzenlemelerin gösterdiği zamanda ve mekânda toplanmalarıyla idari kurul oluşur. İdari kurulların üyeleri kendi adlarına değil, bağlı oldukları organ adına iradelerini açıklar. Bu nedenle idari kurulların gerçekleştirdikleri işlemler, irade açıklaması bakımından kolektif işlem oluşturur. Yine bu kurullar idarenin hiyerarşik yapısı içinde yer almaz. Zira idari kurullar bir kamu görevlisi ya da personeli olmayıp birer organ olduğundan, bunlar arasında ya da bunlarla herhangi bir amir arasında herhangi bir hiyerarşik bağ yoktur. Disiplin cezasını vermeye hangi kurulun yetkili olacağı, ilgili idari birimin disiplin hukukuna ilişkin kuralları içeren genel düzenleyici işlemlerinde belirtilmiştir.[68] HSYK’nın disiplin cezası verme yetkisi esasında bu kurulun doğası gereğidir. Ancak HSYK’ya bağımsızlığı ve tarafsızlığı büyük [67] Kurulun seçimle gelen üyeleri; görevleri süresince, Yargıtay daire başkanı için ilgili mevzuatta öngörülen tüm malî ve sosyal haklardan yararlanırlar, ancak üyelerin kadro ve eski görevleriyle ilişkileri kesilmektedir. Ayrıca bu üyeler HSYKK’da belirtilenler dışında kalan özlük işleri ve hakları bakımından kurul üyelikleri görevleri süresince, Yargıtay daire başkanı hakkındaki hükümlere tâbidirler. Kurul yedek üyeliğine seçilenlerse asıl görevlerini yapmaya devam ederler. Kurul üyeliğinde süresinden önce boşalma sebebiyle göreve başlayan yedek üye, göreve başladığı tarihten itibaren kurul üyesinin haklarına ve yükümlülüklerine aynen sahip olur. Kurulun seçimle gelen üyeleri, adlî ara verme süresi kadar yıllık izin hakkına sahiptirler. (HSYKK m. 34). Kurulun seçimle gelen üyelerinin kanunlarda belirlenenler dışında resmî veya özel başka bir görev almaları ve kazanç getirici faaliyetlerde bulunmaları mümkün bulunmamaktadır. Bilimsel araştırma ve yayınlarda bulunabilmeleriyse mümkündür. Görevlerini aksatmamak ve Başkanlığa bilgi vermek kaydıyla, ulusal ve uluslararası kurul, kongre, konferans, seminer ve benzeri bilimsel toplantılar ile meslekleriyle ilgili diğer toplantılara katılabilirler; yargıya ilişkin veya meslekle ilgili konularda konferans verebilir ve tebliğ sunabilirler. Eşlerinin ve çocuklarının kazanç getiren sürekli faaliyetlerinin bulunması hâlinde, bu durumu göreve başladıkları tarihten; göreve başladıktan sonra ortaya çıkması hâlinde ise, bu tarihten itibaren bir ay içinde kurula bildirmekle yükümlüdürler. Yine üyeliğin devamı süresince, kurul tarafından başka bir göreve atanmaları ve seçilmeleri mümkün değildir. (HSYKK m. 35). [68] YILDIRIM, Ramazan, İdari Başvurular, Mimoza Yayınları, Konya 2006, s. 100-104. 286 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 ölçüde etkileyecek nitelikte olan üye seçiminin bizatihi kendisi, önemli bir sorun oluşturmaktadır. Zira hâkimleri ve savcıları denetleyecek bir kurula yasama ve yürütmenin etkisi altında kalacak şekilde üye seçimi yapılması tehlikelidir ve kuvvetler ayrılığı ilkesini zedeler niteliktedir. 1982 Anayasasının ilk şeklinde parlamenter demokrasinin bir gereği olarak tarafsız Cumhurbaşkanının öngörülmesi her ne kadar seçimleri meşrulaştırmaktaysa da; 2007 Anayasa değişikliğiyle halk tarafından seçilecek Cumhurbaşkanı, meclise karşı olmasa da artık seçmenine karşı sorumlu olacaktır.[69] HSYK’nın üyelerinin 1961 Anayasasının son şeklinde olduğu gibi doğrudan yargı organları tarafından seçilmesinin faydalarının olduğu kadar sakıncalarının da bulunduğu zira bunun kast zihniyetine sahip bir yargı teknokrasisi oluşturabileceği ve yargı organının toplumdaki değişikliklere duyarsız kalabileceği belirtilmektedir.[70] 2010 Anayasa değişiklikleriyle Cumhurbaşkanı tarafından dört asıl üyenin hukukçu öğretim üyeleri ile avukatlar arasından atanması ve bir asıl ve bir yedek üyenin de Türkiye Adalet Akademisi Genel Kurulu üyeleri arasından, Türkiye Adalet Akademisi Genel Kurulunca seçilmesiyle kast sistemi ve bu sistemin yarattığı sakıncaların yumuşatıldığı söylenebilir.[71] Ancak Kurula bir asıl ve bir yedek üye seçen Türkiye Adalet Akademisinin, Adalet Bakanlığının güdümünde olması, yürütmenin tam anlamıyla etkisini HSYK’nın üzerinden kaldırmadığının bir göstergesidir.[72] [69] KUMKUMOĞLU/KUMKUMOĞLU, s. 105-107; YILMAZ, Halit, Türkiye’nin Yargı Bağımsızlığına İlişkin Sorunları, Türkiye Barolar Birliği Yayınları: 166, Ankara 2009, s. 152. [70] ÖZBUDUN, s. 383. Avrupa Konseyi Hukuk Yoluyla Demokrasi Komisyonu (Venedik Komisyonu) da korporatizmin olumsuz etkilerinden kaçınabilmek için yargı organlarının zorunlu hesap verme yükümlülüğü arasında bir denge kurulması gerektiğini ve hâkimlerin özlük işleriyle yetkili olan yargı konseyinin üyelerinin önemli bir bölümünün yargı organlarının kendisince, bir bölümünün de gereken niteliklere sahip kişiler arasından yasama organınca seçilmesi gerektiğini belirtmiştir. Bkz. http://www.venice.coe.int/ webforms/documents/default.aspx?pdffile=CDL-AD(2007)028-e [71] TANÖR/YÜZBAŞIOĞLU, s. 457. [72] GÜNDAY, s. 51. Kurulda Adalet Bakanı asıl üyedir ve kurulun anayasa gereği tabii başkanıdır. Adalet Bakanlığı müsteşarıysa anayasa gereği tabii üyedir. Yargıtay üyeleri arasından üç asıl ve üç yedek üye Yargıtay Genel Kurulunca, Danıştay üyeleri arasından iki asıl ve iki yedek üye Danıştay Genel Kurulunca; birinci sınıf olup, birinci sınıfa ayrılmayı gerektiren nitelikleri yitirmemiş adli yargı hâkimleri ve savcıları arasından yedi asıl ve dört yedek üye adli yargı hâkim ve savcıları arasından; birinci sınıf olup, birinci sınıfa ayrılmayı gerektiren nitelikleri yitirmemiş idari yargı hâkimleri ve savcıları arasından üç asıl ve iki yedek üye idari yargı hâkimleri ve savcıları arasından seçilmektedir. Toplamda ise yirmiiki asıl ve oniki yedek üye bulunmaktadır. 2010 Anayasa değişikliklerinden evvelse yine Adalet Bakanı, Kurulun anayasa gereği tabii başkanı, Adalet Bakanlığı müsteşarı anayasa gereği kurulun tabii üyesiydi. Yargıtay üyeleri arasından Yargıtay genel kurulunca seçilecek her boş yer için gösterecekleri üçer adaydan önerilenler arasından üç asıl ve üç yedek üyeyi 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 287 HAKEMLİ Arş. Gör. Eylem BAŞ HAKEMLİ Hâkimlerin ve Savcıların Disiplin Yönünden Soruşturulmaları ve İşledikleri Suçlar Nedeniyle Yargılanmaları Türkiye’de hangi davranışların hâkimin davranış ilkelerine uymayacağı, disiplin usulüyle belirlenmektedir. Ancak bunun tavsiye niteliğinde görüş oluşturacak ve yürütmeden bağımsız bir kurulca gerçekleştirilmesi gereklidir.[73] 1961 Anayasasında Yüksek Hâkimler Kuruluna bağlı müfettişler eliyle yapılan hâkimlerin denetimi, 1982 Anayasasının ilk metninde Adalet Bakanlığına verilmişti. Yani hâkimlerin ve savcıların denetimi kuruldan alınarak Adalet Bakanlığına verilmişti. 1982 Anayasasının ilk metninde m. 144 “Hâkim ve savcıların görevlerini; kanun, tüzük, yönetmeliklere ve genelgelere (Hâkimler İçin idari nitelikteki genelgelere) uygun olarak yapıp yapmadıklarını denetleme; görevlerinden dolayı veya görevleri sırasında suç işleyip işlemediklerini, hal ve eylemlerinin sıfat ve görevleri icaplarına uyup uymadığını araştırma ve gerektiğinde haklarında inceleme ve soruşturma, Adalet Bakanlığının izni ile adalet müfettişleri tarafından yapılır. Adalet Bakanı soruşturma ve inceleme işlemlerini, hakkında soruşturma ve inceleme yapılacak olandan daha kıdemli hâkim veya savcı eliyle de yaptırabilir.” şeklindeydi. Her ne kadar söz konusu halde her türlü disiplin cezası HSYK tarafından verilse de soruşturmanın siyasi bir makam olan Adalet Bakanınca başlatılması ve Adalet bakanlığına bağlı müfettişler eliyle gerçekleştirilmesi hâkimlerin ve savcıların bağımsızlığına ve teminatına ters düşmekteydi.[74] 2010 Anayasa değişikliğiyle Ay. m. 144, savcıların idari görevleri bakımından Adalet Bakanlığınca denetimine özgülenmiştir. Hâkimlerin ve savcıların görevleriyle ilgili inceleme ve soruşturma işlemlerine ilişkin hususlar ise Ay. m. 159/9’da yer alan “ilgili dairenin teklifi ve Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Başkanının oluru ile Kurul müfettişlerine yaptırılır” hükmü gereğince gerçekleştirilir. Hâkimlerin ve savcıların görevlerinden dolayı veya görevleri sırasında suç işleyip işlemediklerini, hâl ve eylemlerinin sıfat ve görevleri icaplarına uyup uymadığını Kurul müfettişleri veya müfettiş yetkilerini haiz kıdemli hâkim veya savcı eliyle araştırma ve gerektiğinde haklarında inceleme ve soruşturma işlemleri ile inceleme ve soruşturma yapılmasına yer olmadığına ilişkin işlemler için teklifte bulunmak, HSYK 3. Dairesinin teklifine (HSYKK m. 9/3-ç) ve HSYK başkanının yani Adalet Bakanının[75] oluruna bağlanmıştır. (HSYKK ve Danıştay üyeleri arasından Danıştay genel kurulunca seçilecek her boş yer arasından gösterecekleri üçer adaydan önerilen iki yedek üyeyi Cumhurbaşkanı seçmekteydi. Toplam yedi asıl üye ve beş yedek üye bulunmaktaydı. [73] İNCEOĞLU, Yargı, s. 354. [74] TANÖR/YÜZBAŞIOĞLU, s. 459-460. [75] Hâkimler Kurulunun başkanı 1961 anayasası döneminde üye tamsayısının salt çoğunluğuyla kurulun kendisi tarafından seçilmekteydi. (Ay. m. 143/2). Adalet Bakanı, Yüksek Hâkimler Kurulu toplantılarına katılabilir; oylamaya katılamazdı. (Ay. m. 143/6). Ancak 1971 Anayasa değişikliğiyle beraber Adalet Bakanının, gerekli gördüğü hallerde Yüksek Hâkimler Kurulu toplantılarına başkanlık edeceği düzenlenmiştir. (Ay. m. 143/6). 1982 Anayasası ile 288 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 m. 6/2-ç). Her ne kadar soruşturmanın kurula bağlı müfettişlerce gerçekleştirilmesi önemli bir iyileşme olsa da, soruşturma açma yetkisinin ilgili dairenin teklifi üzerine bu kez Kurul başkanı sıfatıyla yine Adalet Bakanına verilmesi, hâkimlerin bağımsızlığı ve teminatıyla bağdaşmaz. Esasında temel sorun yine Adalet Bakanının bu Kurulun başkanı olmasıdır.[76] Soruşturma ve inceleme işlemleri, Adalet bakanının oluru üzerine Kurul müfettişleri tarafından yapılır. Ancak söz konusu işlemler, hakkında soruşturma ve inceleme yapılacak olandan daha kıdemli hâkim veya savcı eliyle de yapılabilir. (Ay. m. 159/9).[77] Zaten HSYK’nın başkanının Adalet Bakanı olması ve müsteşarın da HSYK’ya üye olması hâkimlerin yürütme organı karşısındaki bağımsızlıklarını önemli ölçüde etkilemektedir. Adalet Bakanından olur alınması da bağımsızlığa gölge düşürecek bir diğer engeldir. Bu engelin aşılmasıysa Adalet bakanının ve müsteşarın HSYK’dan çıkarılmasıyla mümkün olabilir.[78] Bu kişilerin sırf HSYK’daki mevcudiyetleri, zaten başlı başına AİHM tarafından bağımsız bir yargı için gerekli görülen bağımsızlık görüntüsünden uzaklaşıldığının göstergesidir. Bu yapı, hâkimler ve savcılar hakkındaki kararlarda taraflı ve önyargılı olunmasına neden olabilir. Bu ise yargı bağımsızlığı ilkeleri bakımından kabul edilemez bir durum olan hâkimlerin ve savcıların politizasyonu sonucunu doğurur. Ancak yargı, önüne gelen konuları; konular nereden, kimden ve hangi amaçla gelirse gelsin, kısıtlamalar, uygunsuz etkiler, teşvikler, baskılar, tehditler ya da müdahaleler olmaksızın gerçek temelinde ve yasalara uygun bir şekilde çözümlemelidir.[79] Kurulun Başkanı Adalet Bakanı, Adalet Bakanlığı Müsteşarıysa Kurulun tabii üyesi olarak düzenlenmiştir. 2010 Anayasa değişikliklerinde de bu durum korunmuştur. Ayrıca bu değişikliklerle genel Sekreterin de, birinci sınıf hâkim ve savcılardan Kurulun teklif ettiği üç aday arasından Kurul Başkanı tarafından atanacağı belirtilerek yürütmenin etkisinin arttığı gözlemlenmektedir. Bu şekilde oluşturulan sekretaryanın Adalet Bakanından ne ölçüde bağımsız çalışabileceği önemli bir sorundur. Bkz. TANÖR/YÜZBAŞIOĞLU, s. 458. Ancak Adalet Bakanın buradaki yetkisinin HSYK Genel Kurulunca önerilen üç aday arasından birisini seçmekle sınırlı olduğundan Bakanın bu yetkisinin sembolik olduğu yönünde bkz. ÖZBUDUN, s. 386. [76] TANÖR/YÜZBAŞIOĞLU, s. 459-460. [77] Uygulamada kıdem sorununun bulunmadığı durumlar bakımından inceleme ve soruşturma işlemlerinin hâkimler hakkında adli veya idari yargı komisyon başkanlarına; ağır ceza ya da bölge idare mahkemesi başkanlarına; Cumhuriyet savcıları hakkındaysa Cumhuriyet savcılarına ya da başsavcı vekillerine yaptırıldığı belirtilmektedir. Bkz. GÖKCAN/ARTUÇ, s. 824-825. [78] ÖZEN, Muharrem, Hâkimin Cezai Sorumluluğu, Seçkin Yayıncılık, Ankara 2004, s. 256. [79] TÜRKİYE CUMHURİYETİN HÂKİM VE AVUKATLARIN BAĞIMSIZLIĞI, s. 97-100; ÇELİK, Burak, Hâkimler Ve Savcılar Yüksek Kurlu: Yapısal Açıdan Karşılaştırmalı Bir İnceleme, On İki Levha Yayınları, İstanbul 2012, s. 236. 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 289 HAKEMLİ Arş. Gör. Eylem BAŞ HAKEMLİ Hâkimlerin ve Savcıların Disiplin Yönünden Soruşturulmaları ve İşledikleri Suçlar Nedeniyle Yargılanmaları Adalet bakanı incelemeyi ve soruşturmayı adalet müfettişleri ya da hakkında soruşturma yapılacak olandan daha kıdemli hâkim ve savcı eliyle yaptırabilir. (HSK m. 82). Ancak izin alınmasını gerektirmeyen haller de bulunmaktadır. Adalet müfettişlerinin denetim veya soruşturma esnasında öğrendikleri ve gecikmesinde sakınca bulunan konuların soruşturulması için önceden izin almaları gerekli değildir. Ancak, söz konusu halde durum hemen Adalet Bakanlığına bildirilir. (HSK m. 83). Soruşturmayla görevlendirilen hâkimler ve savcılar, bu esnada adalet müfettişlerinin sahip oldukları lüzum gördükleri kimseleri yeminle dinleme, gerektiğinde istinabe yoluna başvurabilme, soruşturmanın zorunlu kıldığı hallerde arama yapabilme, sübut delilleri, gereken bilgileri bütün daire ve kuruluşlardan doğrudan doğruya toplayabilme şeklindeki yetkilere sahip olurlar. Bu denetim esnasında incelemelerde ve soruşturmalarda ilgili kuruluş ve kişiler istenecek her türlü bilgi ve belgeyi vermek zorundadırlar. (HSK m. 101). Söz konusu maddi deliller ve tanık ifadeleriyle, bir rapor oluşturularak sonuca varılmaktadır. Bu raporlar HSYK önünde oldukça etkili olmaktadır.[80] Disiplin yargılaması her ne kadar bir ceza yargılaması olmasa da, adil yargılanma hakkı sadece ceza davalarına ilişkin değildir.[81] B. DİSİPLİN SORUŞTURMASI HSK ve HSYKK’da hâkimlerin ve savcıların disiplin yönünden soruşturulmasıyla ilgili olarak inceleme, soruşturma ve kovuşturma olmak üzere üç aşama öngörülmüştür. Hâkimler ve savcılar hakkında ihbar veya şikâyeti içeren dilekçe veya evrakın Cumhuriyet başsavcılıkları ile adalet komisyonlarının önüne gelmesi durumunda, herhangi bir araştırma, inceleme ve soruşturma işlemi yapılmaksızın; Adalet Bakanlığı merkez, bağlı ve ilgili kuruluşları ile uluslararası mahkemeler veya kuruluşlarda görev yapan hâkimler ve savcılar, geçici yetki veya görevlendirme ile başka bir kurum, kurul veya kuruluşta çalışan hâkimler ve savcılar, idari görevleri yönünden savcılar ve Komisyon işlerine yönelik görevleri yönünden adalet komisyonu başkan ve üyeleriyle ilgili olanların Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğüne; sayılan söz konusu kişilerin dışında kalan hâkimlerle ve savcılarla ilgili olanların ise HSYK genel sekreterliğine gönderilmesi gereklidir. Hâkimlerin ve savcıların kişisel suçlarına ilişkin ihbar ve şikâyetlerde izne gerek bulunmadığından soruşturmanın ilgilinin yargı çevresinde bulunduğu Ağır Ceza Mahkemesine en yakın Ağır Ceza Mahkemesi Cumhuriyet başsavcısınca; Adalet Bakanlığı merkez, bağlı [80] İNCEOĞLU, Yargı, s. 340. [81] İNCEOĞLU, Sibel, İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi Kararlarında Adil Yargılanma Hakkı, Beta Yayıncılık, İstanbul 2008, s. 95-100. 290 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 ve ilgili kuruluşları ile uluslararası mahkemeler veya kuruluşlarda görev yapan hâkim ve savcılar (HSK m. 98 uyarınca birinci sınıf hâkim ve savcılar hariç) hakkında Ankara Cumhuriyet Başsavcısınca yürütülmesi gereklidir. (HSYK 2 nolu genelge).[82] İhbar veya şikâyetlerin yanı sıra hâkimlerin ve savcıların disiplin cezasını gerektiren eylemleri hakkındaki soruşturmalar gerçekleştirilen olağan denetim sonucunda da başlatılabilir.[83] Adalet Komisyonu başkanları, görev yaptıkları yargı çevresi içindeki hâkimlerin; ağır ceza Cumhuriyet başsavcılarıysa merkezdeki Cumhuriyet savcıları ile bağlı ilçe Cumhuriyet başsavcı ve Cumhuriyet savcılarının; öğrendikleri disiplin cezasını gerektiren eylemlerini Adalet Bakanlığı’na bildirirler. (HSK m. 62/2). İhbar ve şikâyetlerin HSYK’nın önüne gelmesi halinde üçüncü daire öncelikle bunun kişisel suç mu yoksa görev suçu mu olduğunu değerlendirir. Kişisel suç olarak değerlendirdiğinde bu ihbar ve şikâyeti, gereğinin yapılması için görevli ve yetkili en yakın Ağır Ceza Mahkemesi Cumhuriyet başsavcısına gönderir. Ancak söz konusu Cumhuriyet savcısınca yapılan işlem neticesi ile ilgili evrağın örneğinin, disiplin yönünden değerlendirilmek üzere üçüncü daireye gönderilmesi istenir. Yapılan işlemin neticesinde ilgili evrak sureti disiplin yönünden değerlendirilmek üzere üçüncü daireye gönderilir. Üçüncü daire gelen bu evrak üzerine disiplin bakımından araştırma, inceleme ya da soruşturma oluru alınıp alınamayacağı hususunu değerlendirilir. Fiilin, disiplin ve görev suçu kapsamında kalması halinde teftiş kurulunun görev alanı dışında kalan ihbar ve şikâyetler Bakanlık teftiş kurulu başkanlığına gönderilir, bunun dışında kalanlarsa üçüncü daire tarafından değerlendirilir.[84] Hâkimlerin ya da savcıların disiplin ya da ceza soruşturmasını gerektiren fiilleri Teftiş Kurulu’nun düzenleyeceği teftiş raporlarıyla da öğrenilebilir.[85] [82] HSYK’nın 30.4.2014 tarihli 2 nolu genelgesinin tam metni için bkz. http://www.hsyk. gov.tr/Mevzuat/Genelgeler/GENELGELER/2.pdf [83] KIRMAZ, Birol, Avrupa Birliği Sürecinde Hâkimlerin Denetimi ve Yargı Bağımsızlığı, Adalet Yayınevi, Ankara 2009, s. 282. Müfettişlerin, savcılar tarafından gerçekleştirilen soruşturmaları ve diğer işlemleri, disiplin soruşturmasına konu etmelerinin, bağımsızlık ilkesine aykırılık taşıdığı yönünde bkz. TÜRKİYE BAROLAR BİRLİĞİ, Bir Adli Organ Olarak Savcılık, Türkiye Barolar Birliği Yayınları: 110, Ankara 2006, s. 341. [84] ALDEMİR, “Disiplin”, s. 76. [85] ÖZEN, s. 264. 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 291 HAKEMLİ Arş. Gör. Eylem BAŞ HAKEMLİ Hâkimlerin ve Savcıların Disiplin Yönünden Soruşturulmaları ve İşledikleri Suçlar Nedeniyle Yargılanmaları 1. İNCELEME Hâkimlerle ve savcılarla ilgili ihbar ve şikâyetler HSYK’nın üçüncü dairesince değerlendirilerek, ihbarın dayanaksız olduğu ya da isnat edilen fiilin suç oluşturmadığı anlaşılırsa, bu ihbar ve şikâyetlerle ilgili olarak işleme koymama kararı verilir. İhbarın işleme konulması yönünde karar verilirse, inceleme yapılması için üçüncü daire tarafından teklifte bulunularak kurul başkanından izin istenir. Adalet Bakanı, üçüncü dairenin teklifi üzerine hâkimler ve savcılar hakkında denetim, araştırma, inceleme ve soruşturma yapılması işlemleri ile inceleme ve soruşturma yapılmasına yer olmadığına ilişkin işlemlere olur verir. (HSYKK m. 6/2-ç).[86] İzin verildiği takdirde görevlendirilen adalet müfettişleri ya da hakkında soruşturma yapılacak olandan daha kıdemli hâkim ya da savcı, (HSK m. 82) hakkında inceleme yapılanın ifadesine başvurmaksızın delil toplar ve soruşturma yapılmasına gerek olup olmadığı yönündeki görüşünü üçüncü daireye sunar.[87] İzin verilmesi üzerine, araştırma, inceleme ve soruşturmaların, muhakkik (uygulamada muhakkik tabirini alan soruşturmacılar)[88] tayin edilenler tarafından bizzat yapılması, istinabe gibi zorunlu durumlar dışında başka hâkimler ve savcılar ile kolluğa tevdi edilmemesi gerekir. (HSYK 16 nolu genelge).[89] Adalet Komisyonu başkanları, görev yaptıkları yargı çevresi içindeki hâkimlerin; ağır ceza Cumhuriyet başsavcıları ise merkezdeki Cumhuriyet savcıları ile bağlı ilçe Cumhuriyet başsavcı ve Cumhuriyet savcılarının; haklarında öğrendikleri disiplin cezasını gerektiren eylemlerini Adalet Bakanlığı’na bildirirler. (HSK m. 62/2). Kurul müfettişleri denetleme, araştırma, inceleme ve soruşturmaları yerine getirirken Teftiş Kurulu Başkanına, Teftiş Kurulu başkanı ise Kurula karşı sorumludur.[90] (HSYKK m. 14/3). Adalet Bakanı ve [86] HSYKK m. 6/2-ç bendinin anayasaya aykırı olduğu ve bu nedenle iptali ve yürürlüğünün durdurulması yönünde AYM’ye giden talep üzerine AYM, bu bendin Anayasaya aykırı olmadığına ve iptal isteminin reddine karar vermiştir. Bkz. AYM, 2014/57 E. 2014/81 K. 10.4.2014 T. (RG. 14.5.2014, S. 29000). [87] GÖKCAN/ARTUÇ, s. 833. [88] KUNTER/YENİSEY/NUHOĞLU, s. 496. [89] HSYK’nın 18.10.2011 tarihli 16 nolu genelgesinin tam metni için bkz. http://www.hsyk. gov.tr/Mevzuat/Duyurular/genelgeler-kitapcigi.pdf [90] BKDYDK ile yapılan değişiklikle teftiş kurulu başkanı Adalet Bakanı’na karşı sorumluydu. Söz konusu değişikliğin Anayasaya aykırı olduğu ve bu nedenle iptal edilmesi ve yürürlüğünün durdurulması yönündeki talep AYM tarafından anayasaya aykırı bulunarak iptal edilmiştir. Ancak AYM, Ay. m. 153/3 ve AMKYUHK m. 66/3 gereğince kararın RG’de yayımlanmasından itibaren üç ay sonra yürürlüğe girmesine karar vermiştir. Bkz. AYM, 2014/57 E. 2014/81 K. 10.4.2014 T. (RG. 14.5.2014, S. 29000). 292 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 kurula bağlı olan teftiş kurulu başkanı,[91] müfettişlere doğrudan emir verebilir. Sayılanların dışındaki hiçbir kimse, müfettişlere emir veremez. (Adalet Bakanlığı Teftiş Kurulu Tüzüğü m. 4[92]).[93] Teftiş Kurulu; teftiş kurulu başkanı, üç başkan yardımcısı[94] ile yeteri kadar Kurul başmüfettişi ve müfettişi ile bürolardan oluşur. Bu kurul Adalet Baka[91] Teftiş Kurulu Başkanı teftiş kurulunu temsil eder, yönetir, kurulun verimli, uyumlu ve düzenli bir şekilde çalışmasını sağlar, başkan yardımcıları arasındaki işbölümünü düzenler, yokluğunda yerine vekâlet edecek başkan yardımcısını, başkan yardımcılarının da bulunmaması hâlinde vekâlet görevini yürütecek başmüfettişi belirler, yıllık teftiş programı taslağını hazırlayarak Üçüncü Daireye sunar ve bu Daire tarafından alınacak Başkan oluru üzerine taslağın uygulanmasını sağlar. Denetleme, araştırma, inceleme ve soruşturma olurları üzerine müfettişleri görevlendirerek uygulamayı takip eder, kanun, tüzük ve yönetmeliklerde gösterilen ya da ilgili daire başkanı tarafından (BKDYDK ile gerçekleştirilen değişiklikle ilgili daire başkanı yerine Adalet Bakanı’nca verilen görevleri Teftiş Kurulu Başkanı yapmak zorundaydı. Söz konusu değişikliğin anayasaya aykırı olduğu ve bu nedenle de iptalinin ve yürürlüğünün durdurulması yönünde AYM’ye gelen talep üzerine AYM bu değişikliğin Anayasa’ya aykırı olduğuna ve iptaline, iptal hükmünün, Ay. m. 153/3 ile AMKYUHK m. 66/3 gereğince, kararın Resmî Gazete’de yayımlanmasından başlayarak üç ay sonra yürürlüğe girmesine karar vermiştir.) verilen benzeri görevleri yapar ya da yaptırır. (HSYKK m. 16/1). Teftiş Kurulu başkan yardımcılarıysa, Teftiş Kurulu Başkanı tarafından düzenlenecek işbölümüne göre verilen görevleri yürütür ve Teftiş Kurulu Başkanı tarafından verilen diğer görevleri yapar ya da yaptırır. (HSYKK m. 16/2). Teftiş Kurulu Başkanı ve Teftiş Kurulu başkan yardımcıları Kurul müfettişlerinin sahip olduğu mali haklar dâhil her türlü hak ve yetkiye sahiptirler. (HSYKK m. 16/3). BKDYDK ile HSKKK m. 16/3’ün şuan ki mevcut düzenlemesinin de anayasaya aykırı olduğu ve bu nedenle iptal edilmesi gerektiği yönünde AYM’ye yapılan başvuruda AYM anayasaya aykırılığın bulunmadığını belirterek bu talebi reddetmiştir. Bkz. AYM, 2014/57 E. 2014/81 K. 10.4.2014 T. (RG. 14.5.2014, S. 29000). [92] RG. 10.3.1988, S. 19750 [93] Adalet Bakanlığı Teftiş Kurulu Yönetmeliği m. 5/2’de ise müfettişlere ayrıca iş bölümü çizelgesine göre yetkilendirildikleri alanlarda başkan yardımcılarının da emir verileceği belirtilmişse (RG. 24.01.2007 S. 26413) de söz konusu hükmün müfettişlere emir veren mercilerin arttırıldığı gerekçesiyle YARSAV tarafından iptali istenmiştir. Danıştay Beşinci Dairesinin 11.6.2010 tarihli ve Esas No. 2007/7965 – Karar No. 2010/3971 sayılı kararıyla söz konusu hüküm, müfettişlere emir verecek kimseler arasında başkan yardımcıları da sayılmak suretiyle Tüzük hükmünün kapsamının genişlemesi nedeniyle hükmün üst hukuk normlarına ve hukuka aykırı olduğu belirtilerek iptal edilmiştir. ( “Adalet Bakanlığı Teftiş Kurulu Yönetmeliği”nin yürütülmesinin durdurulması ve iptali istemiyle YARSAV tarafından açılan davaya ilişkin gelişmeler hakkında özet bilgi için bkz. http://www.yarsav. org.tr/resimler/filemanager/5.pdf ) [94] BKDYDK ile HSYKK’da değişiklik yapılmadan evvel üç başkan yardımcısı değil iki başkan yardımcısı ile yeteri kadar Kurul başmüfettişi ve müfettişi ile bürolardan oluşan teftiş kuruluyla ilgili olarak başkan yardımcı sayısının üçe çıkarılmasının anayasaya aykırı olduğu bu nedenle de söz konusu hükmün iptal edilerek yürürlüğünün durdurulması yönündeki AYM’nin önüne gelen talep, AYM tarafından anayasaya aykırı bulunmamış ve talep reddedilmiştir. AYM, 2014/57 E. 2014/81 K. 10.4.2014 T. (RG. 14.5.2014, S. 29000). 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 293 HAKEMLİ Arş. Gör. Eylem BAŞ HAKEMLİ Hâkimlerin ve Savcıların Disiplin Yönünden Soruşturulmaları ve İşledikleri Suçlar Nedeniyle Yargılanmaları nın gözetiminde[95] Kurul adına görev yapar. Teftiş Kurulu, adlî ve idarî yargı hâkimlerinin ve savcılarının görevlerini kanun, tüzük, yönetmelik ve genelgelere (hâkimler için idarî nitelikteki genelgelere) uygun olarak yapıp yapmadıklarını denetler. Görevlerinden dolayı veya görevleri sırasında suç işleyip işlemediklerini, hâl ve eylemlerinin sıfat ve görevleri icaplarına uyup uymadığını araştırır ve gerektiğinde haklarında inceleme ve soruşturma işlemlerini yapar. Görev alanına giren konularda, uygulamada ortaya çıkan mevzuat yetersizliği ve aksaklıklar ile ilgili hususlarda gerekli inceleme ve araştırmaları yaparak alınması gerekli kanunî ve idarî tedbirler konusunda Kurula teklifte bulunur. Ayrıca kanun, tüzük ve yönetmeliklerde gösterilen veya “kurul tarafından verilen”[96] benzeri görevleri yapar. Teftiş Kurulunun mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esasları uyarınca görev yapacağı öngörülmüştür. Teftiş Kurulu ve Kurul müfettişlerinin çalışma yöntemleri ile denetim, araştırma, inceleme ve soruşturmaların yapılmasına ilişkin usul ve esaslar yönetmelikle düzenlenir. (HSYKK m. 14). Bu durum bağımsızlığa gölge düşüren bir uygulama olarak değerlendirilmelidir. HSYK’da başkanlık, başkan yani Adalet Bakanı ve HSYK Başkanvekilinden[97] oluşur. Adalet Bakanı, Genel Kurulun teklif ettiği üç aday arasından genel sekreteri ve genel sekreter yardımcılarını atar. (HSYKK m. 6/2-c, d). Yine kurul üyeleri hakkındaki suç soruşturması ile disiplin soruşturma ve kovuşturma işlemlerine ilişkin HSYK tarafından verilen görevleri yerine getirir. (HSYKK m. 6/2-e).[98] Ancak disiplin işlemleriyle ilgili Genel Kurul toplantılarına, dairelerin [95] BKDYDK ile değişiklik yapılmadan evvel üçüncü daire başkanının gözetiminde bu kurulun görev yapacağı düzenlenmişti. Yapılan değişikliğin Anayasaya aykırı olduğu ve bu nedenle de söz konusu hükmün iptal edilerek yürürlüğünün durdurulması yönündeki AYM’nin önüne gelen talep, AYM tarafından anayasaya aykırı bulunmamış ve talep reddedilmiştir. AYM, 2014/57 E. 2014/81 K. 10.4.2014 T. (RG. 14.5.2014, S. 29000). [96] BKDYDK ile “kurul tarafından” verilen değil “başkan tarafından” verilen benzeri görevlerin yapılması öngörülmüştü. Bu değişikliğin Anayasaya aykırı olduğu ve bu nedenle de iptalinin ve de yürürlüğünün durdurulması gerektiği yönündeki talep AYM tarafından aykırı bulunarak iptal edilmiştir. Ancak AYM, Ay. m. 153/3 ve AMKYUHK m. 66/3 gereğince kararın RG’de yayımlanmasından itibaren üç ay sonra yürürlüğe girmesine karar vermiştir. Bkz. AYM, 2014/57 E. 2014/81 K. 10.4.2014 T. (RG. 14.5.2014, S. 29000). [97] Genel Kurul, daire başkanlarından birini, Başkanvekili olarak seçer. Başkanvekilinin yokluğunda yerine daire başkanlarından hangisinin vekâlet edeceğini Başkanvekili belirler. (HSYK m. 6/5). [98] BKDYDK m. 23 ile HSKKK’da değişiklik yapılmadan önce, başkanın söz konusu yetkileri bulunmamaktaydı. Bkz. 16.12.2010, S. 27789. HSYKK m. 6/2-e bendinin anayasaya aykırı olduğu ve bu nedenle iptali ve yürürlüğünün durdurulması yönünde AYM’ye giden talep üzerine AYM, bu bendin Anayasaya aykırı olmadığına ve iptal isteminin reddine karar vermiştir. Bkz. AYM, 2014/57 E. 2014/81 K. 10.4.2014 T. (RG. 14.5.2014, S. 29000). 294 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 çalışmalarına katılamaz. (HSYKK m. 6/3). Bakanın yetkilerinden bir kısmını yazılı olarak Başkanvekiline devretmesi mümkündür. (HSYKK m. 6/4). Yargılanan bir uyuşmazlığın tarafları verilen hükümden memnun olmayabilirler. Bu durumda hâkimin yanlı davrandığı düşüncesiyle yetkili mercilere şikâyet edildiği görülmektedir. Haksız ve gerçek dışı ihbar ve şikâyetlerin önlenmesi amacıyla bazı hükümler öngörülmüştür.[99] Bir şahsın şikâyeti üzerine başlanan disiplin soruşturması, şikâyetten vazgeçilse dahi durdurulmaz. Soruşturma için özel olarak müfettiş veya yetkili gönderilmesini gerektirmiş olan bir şikâyetin haksız olduğunun anlaşılması halinde soruşturma için Devletçe yapılan masraflar hakkında CMK m. 329 gereğince, suç uydurup iftirada bulunduğu sabit olan kimse, bu nedenle yapılmış giderleri ödemeye mahkûm edilir. Disiplin cezasını gerektirecek nitelikte olan ihbar ve şikâyetin kötü niyetle yapıldığı veya delillerin uydurulduğu anlaşılan hallerde, mahkemece söz konusu giderle ilgili olarak CMK m. 329 ve iftirayla ilgili olarak TCK m. 267 hükmü uygulanır. Ancak bu durumda kovuşturma yapılması Adalet Bakanlığı’nın iznine bağlıdır. Kovuşturmaysa, şikâyet olunan hâkimin veya savcının mensup olduğu mahkemeye en yakın Ağır Ceza Mahkemesi merkezindeki Cumhuriyet savcısı ve o yer Ağır Ceza Mahkemesi tarafından yapılır. (HSK m. 76). Üçüncü daire, inceleme neticesinde soruşturma yapmaya gerek görmezse soruşturma yapılmasına yer olmadığına dair karar verir.[100] İhbarın veya şikâyetin işleme konulmamasına ya da araştırma ve inceleme neticesinde soruşturma izni verilmesine yer olmadığına dair işlem tesis edilmesi halinde; yapılan işlem sonucunda hakkında fiilden zarar gören müştekiye, başvurabileceği kanun yolları ve süresi belirtilerek bilgi verilir. Kamu kurumlarından ve de kamu kuruluşlarından gelen ihbar yazılarındaysa, bilgi talep edilmesi halinde yalnızca işlem sonucuyla ilgili olarak bilgi verilir. Fiilden zarar görmeyen ihbarcı konumundaki kişilere ise bilgi verilmez.[101] İhbar veya şikâyetin müstear isimle yapıldığının anlaşılması veya ihbarcı ile şikâyetçinin tespit edilememesi ya da bunlara ulaşılamaması hâllerinde, evrakın bu gerekçelerle iade edilmemesi, tahkiki mümkün isnat [99] ÖZEN, s. 265. [100] HSYK Genel Kurulunda ve dairelerde görüşmeler tamamlandıktan sonra oylamaya geçilir. Şayet aksine bir hüküm bulunmamaktaysa ve bu yönde herhangi bir karar da alınmamışsa oylama açık yapılır. Oylamada öncelikle usule ilişkin hususlar oylanır. Usul konusunda azınlıkta kalanların, esas hakkında oylamaya katılması zorunludur. Kurul veya daire başkanı yaş itibarıyla en genç üyeden başlayarak oyları toplar ve en sonunda kendi oyunu kullanır. Oylamalarda çekimser oy kullanılması mümkün değildir. Disiplin işlemlerinde oyların dağılması durumunda ilgilinin en fazla aleyhinde olan oy, çoğunluk meydana gelinceye değin kendisine en yakın olan oya ilave edilir. Oylamanın sonucu oturum başkanı tarafından tespit edilir ve açıklanır. (HSYKK m. 31). [101] ALDEMİR, “Disiplin”, s. 77. 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 295 HAKEMLİ Arş. Gör. Eylem BAŞ HAKEMLİ Hâkimlerin ve Savcıların Disiplin Yönünden Soruşturulmaları ve İşledikleri Suçlar Nedeniyle Yargılanmaları ve iddiaların araştırılarak durumun açıklığa kavuşturulması gerekir. (HSYK 2 nolu genelge).[102] 2. SORUŞTURMA Üçüncü daire[103] soruşturma yapılması gerektiği kanısına varırsa, soruşturma izni istenilmesi kararıyla dosyayı kurul başkanına sunar. Kurul başkanı şayet soruşturma izni vermezse soruşturma açılamaz.[104] Başkanın olur vermesi halindeyse gerçekleştirilen soruşturma sonucunda düzenlenen evrak, suç soruşturmasıyla, disiplin soruşturması ve kovuşturması neticesinde hakkında karar verilmesi için doğrudan ikinci daireye gönderilir. Bu olur verme yetkisi, Adalet Bakanının hâkimler ve savcılar üzerinde etki doğurmasına neden olmaktadır.[105] İnceleme veya soruşturma evrakının HSYK Teftiş Kurulu Yönetmeliği[106] m. 39/1-d uyarınca müfettişe devredilmesi hâlinde, bu durumun HSYK Genel Sekreterliğine bildirilmesi gereklidir. Hakkında soruşturma izni verilen hâkim, savcı veya diğer ilgilinin savunmasını eksiksiz yapabilmesi ve savunma hakkının [102] HSYK’nın 30.4.2014 tarihli 2 nolu genelgesinin tam metni için bkz. http://www.hsyk. gov.tr/Mevzuat/Genelgeler/GENELGELER/2.pdf [103] HSYK’nın üçüncü dairesi Yargıtay ve Danıştay’dan seçilen birer, Türkiye Adalet Akademisi Genel Kurulu’nca seçilen bir, adlî yargı hâkimleri ve savcıları arasından seçilen iki, idarî yargı hâkimleri ve savcıları arasından seçilen bir ve Cumhurbaşkanınca seçilen bir asıl üye olmak üzere yedi üyeden oluşur. (HSYKK m. 8/1-c). Adalet Bakanı’nın BKDYK m. 25 ile tanınan yetki uyarınca, dairelerin oluşumu için öngörülen esaslar gereğince, üyelerin hangi dairede asıl ve tamamlayıcı üye olarak görev yapacağını belirleme yetkisi bulunmaktaydı. Ancak bu durumun anayasaya aykırı olduğu ve bu nedenle iptalinin ve yürürlüğünün durdurulması yönündeki talep gereğince, AYM söz konusu hükmü anayasaya aykırı bularak iptal etmiş ve hükmün yürürlüğünü durdurmuştur. Bkz. AYM, 2014/57 E. 2014/81 K. 10.4.2014 T. (RG. 14.5.2014, S. 29000). Üçüncü daire, hâkimlerin ve savcıların görevlerini; kanun, tüzük, yönetmelik ve genelgelere (hâkimler için idarî nitelikteki genelgelere) uygun olarak yapıp yapmadıklarına ilişkin denetleme işlemlerini, Teftiş Kuruluna yaptırma, hâkimler ve savcılar hakkındaki ihbar ve şikâyetleri inceleyip gereğini yapma, hâkimlerin ve savcıların görevlerinden dolayı veya görevleri sırasında suç işleyip işlemediklerini, hâl ve eylemlerinin sıfat ve görevleri icaplarına uyup uymadığını Kurul müfettişleri veya müfettiş yetkilerini haiz kıdemli hâkim veya savcı eliyle araştırma ve gerektiğinde haklarında inceleme ve soruşturma işlemleri ile inceleme ve soruşturma yapılmasına yer olmadığına ilişkin işlemler için teklifte bulunma, hâkimlik ve savcılık görevine tekrar atanma ile diğer hizmetlerden mesleğe atanma talepleri hakkında karar verme, meslekten çekilme, çekilmiş sayılma ve görevin sona ermesi hakkında karar verme, ilgili kanunlarda verilen görevlerin yerine getirilmesi bakımından en yakın ağır ceza, bölge adliye ve bölge idare mahkemesini belirleme ve de Genel Kurul tarafından verilen diğer işleri yapma konularında yetkilidir. (HSYKK m. 9/3). [104] GÖKCAN/ARTUÇ, s. 833. [105] GÜNDAY, s. 52. [106] RG. 9.4.2011 S. 27900. 296 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 kısıtlanmaması için soruşturma izin kararında yer alan kendisi ile ilgili iddiaların, kendisine yazılı olarak aynen bildirilmesi, savunmada gösterilen tanıkların dinlenmesi ve ileri sürülen delillerin toplanması gereklidir. Ancak araştırma ve inceleme izni verilen hâllerde, hâkim ve savcının savunması alınmaz. Soruşturma izni verilen hâllerde ise ilgilinin savunması HSK m. 84 uyarınca alınmalıdır. (2 nolu genelge).[107] İhbar ve şikâyet konusunun araştırma ve inceleme yapılmasını gerektirmeksizin doğrudan soruşturma oluru alınmasını gerektirecek nitelikte olması halinde, araştırma ve inceleme yapılmaksızın, aynı usullerle alınan soruşturma oluru neticesinde düzenlenen evrak, soruşturma konusunda karar verilebilmesi için doğrudan ikinci daireye gönderilir.[108] Rapor doğrultusunda kovuşturma ve disiplin cezası uygulanması için ilgili makamlara dosyanın gönderilmesini gerekli gören Adalet Bakanı’dır. Yani Adalet Bakanı soruşturma raporunu önceden bilmektedir. Bu nedenle Adalet Bakanı taraftır. Disiplin cezası verilmesine gerek gören ve böylece taraf halinde gelen Bakan’ın ve hiyerarşik bakımdan astında yer alan müsteşarın hüküm veren organ içinde de yer alması, o organın tarafsızlığından şüpheye duyulmasının bir göstergesidir.[109] Zira AİHM de iddia makamında yer alan bir kimsenin daha sonra aynı davada hâkim olarak bulunması halinin kamuya tarafsızlık güvencesini yeteri kadar vermediğine işaret etmiştir.[110] Mahkemelerin bağımsız olup olmadıklarının tespiti, üyelerinin atanmasına ve görev sürelerine, dış baskılara karşı belli bir garanti içinde olup olmadıklarına ve kurumun bağımsız bir görüş sergileyip sergilemediğine bakılarak yapılabilir.[111] Kurul başkanı soruşturma izni verirse, görevlendirilen müfettiş ya da kanunda belirtilen kişiler tarafından soruşturma gerçekleştirilir. İzin ile birlikte soruşturma evresine başlanılır. Soruşturma esnasında soruşturulan hâkimin ya da savcının ifadesine başvurularak koruma tedbirleri de dâhil olmak üzere tüm soruşturma işlemleri gerçekleştirilir. Soruşturmanın sonucunda dosya kovuşturma iznindeki görüşle birlikte ikinci daireye gönderilir.[112] [107] HSYK’nın 30.4.2014 tarihli 2 nolu genelgesinin tam metni için bkz. http://www.hsyk. gov.tr/Mevzuat/Genelgeler/GENELGELER/2.pdf [108] ALDEMİR, “Disiplin”, s. 77. [109] İNCEOĞLU, Yargı, s. 333. [110] PIERSACK/BELÇİKA, Başvuru No: 8692/79, 1.10.1982. [111] TÜRKİYE CUMHURİYETİN HÂKİM VE AVUKATLARIN BAĞIMSIZLIĞI, s. 93. [112] GÖKCAN/ARTUÇ, s. 833. 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 297 HAKEMLİ Arş. Gör. Eylem BAŞ HAKEMLİ Hâkimlerin ve Savcıların Disiplin Yönünden Soruşturulmaları ve İşledikleri Suçlar Nedeniyle Yargılanmaları Disiplin cezaları bakımından, suçlanan kişinin soruşturmacı tarafından bizzat dinlenerek ifadesinin alınması ve ifadesinin bir tutanakla tespit edilmesi yerleşik bir uygulamadır.[113] Kurul, incelemesini kural olarak dosya üzerinden gerçekleştirmektedir. Bu nedenle sözlü savunma aşaması bulunmamaktadır. Deliller dosya üzerinden incelenir. Müfettiş ya da soruşturmayı yapmakla görevlendirilen hâkim ya da savcı, önünde verilmiş olan tanıkların yazılı ifadelerine ve soruşturma raporunda yer alan diğer belgelere göre karar verilir. Kurul önünde gerçekleşen disiplin süreci, hukuk devletinin yapıcı unsurları arasında yer alan adil yargılanma hakkı bakımından[114] önemli sıkıntıları bünyesinde barındırmaktadır.[115] 3. DİSİPLİN CEZASI VERİLMESİ İkinci daire[116] gerçekleştireceği incelemenin neticesinde fiilin disiplin bakımından ya da cezai bakımdan kovuşturmayı gerekli kılmadığı kanısına varırsa işlemden kaldırma kararı verir.[117] Böylece soruşturma ve kovuşturma [113] ULUSOY, s. 63. [114] TANÖR/YÜZBAŞIOĞLU, s. 105. [115] ALDEMİR, “Disiplin”, s. 77. [116] HSYK’nın ikinci dairesi; Yargıtay ve Danıştay’dan seçilen birer, adlî yargı hâkimleri ve savcıları arasından seçilen iki, idarî yargı hâkimleri ve savcıları arasından seçilen bir ve Cumhurbaşkanınca seçilen iki asıl üye olmak üzere yedi üyeden oluşur. (HSYKK m. 8/1-b). İkinci daire, hâkimlerin ve savcıların, her türlü yükselme ve birinci sınıfa ayırma işlemlerini gerçekleştirir, görevlerinden dolayı veya görevleri sırasındaki suç soruşturması ile disiplin soruşturması ve kovuşturması sonucunda haklarında hüküm tesis eder, disiplin veya suç soruşturması ve kovuşturması nedeniyle geçici yetkiyle hâkimlerin ve savcıların yer değiştirmesine veya görevlerinden uzaklaştırılmasına ve meslekte kalmaları uygun görülmeyenler hakkında karar verir, diğer kurumların geçici görevlendirme ve nakil taleplerine ilişkin izin işlemlerini yürütür ve Genel Kurul tarafından verilen diğer işleri yapar. (HSK m. 9/2). [117]“…Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu İkinci Dairesi aşağıda isimleri yazılı Üyelerin katılımı ile 14/10/2011 tarihinde toplandı… Hizmet içinde ve dışında resmi sıfatının gerektirdiği saygınlık ve güven duygusunu sarsacak nitelikte davranışlarda bulunduğu, Bu cümleden olarak; Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun kararıyla meslekten çıkarılan ………. eski Cumhuriyet Savcısı ………. ………. hakkında basında çıkan haberler üzerine, www.adalet.org adlı internet sitesine yaptığı 21/02/2010 günlü yorumda, adı geçen eski Cumhuriyet Savcısı hakkında, “Bence yaptırım ölçülü değil az bile, bir manga askerle kurşuna dizip cesedini Kızılay Meydan’ında ibreti alem için sallandırsak çok daha iyi olurdu. Çünkü o bunu fazlasıyla hak etti. Madem idam cezası kalktı o halde sana ekmek yok, su yok, nefes almak bile yasak, hukuk danışmanıymış, sen kimi kandırıyorsun? Biriktirdiğin milyon dolarları ye bakalım, çoluğunu çocuğunu da devlet okullarına almayacaksın…” şeklinde ifadeler kullandığı, Cumhuriyet Savcısı ………. ………. savunmasında özetle: Cumhuriyet Savcısı ………. ……….’nın düzenlediği iddianameden dolayı meslekten çıkarılmasının çok ağır olduğunu belirterek, “Protesto etmek, mübalağalı bir mecazla” tepkisini koymak amacıyla 298 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 sürecini başlatan ve bu konuda karar veren makamlar birbirinden ayrılmıştır.[118] Fiilin hem disiplin yönünden hem de cezai yönden kovuşturmayı gerektirdiği kanaatine varılırsa kovuşturma izni verilerek gerekenin yapılması için dosya ilgili Cumhuriyet başsavcılığına gönderilir.[119] Ancak bu durumda evrakın bir sureti alınarak bunun üzerinden disiplin işlemleri gerçekleştirilir. Disiplin bakımındansa hâkimin ya da savcının son savunması istenerek ya disiplin cezası uygulanmasına ya da disiplin cezası verilmesine yer olmadığına[120] karar verilerek disiplin dosyası sonuçlandırılır. Şayet soruşturma konusu eylem, yalnızca disiplin bakımından kovuşturmayı gerektirecek nitelikteyse, hâkimin ya da soruşturma konusu edilen yazıları yazdığını beyan etmiştir. …İlgiliye isnat olunan iddianın muahezeyi gerektirecek mahiyet ve ağırlıkta olmaması nedeniyle soruşturma evrakının 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanunu’nun 87 inci maddesi uyarınca işlemden kaldırılmasına; Üyeler ………. ve ……….’in muhalefetlerine karşın oy çokluğu ile, 14/10/2011 tarihinde, verilen kararın tebliğinden itibaren on gün içerisinde Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu İkinci Dairesine yeniden inceleme talebinde bulunulabileceğine karar verildi…” Bkz. HSYK İkinci Daire Kararı, 2011/81 E. 582 K. 13.10.2011 T. http://www.hsyk.gov.tr/Mevzuat/ disiplin-kararlari/dagilim/islemden-kaldirma/4.pdf [118] ÇELİK, s. 351. [119] İnceleme ve soruşturma işlemleriyle ilgili olarak fezleke düzenlenirken, fezleke başlığının araştırma izni verilen hâllerde “araştırma fezlekesi”, inceleme izni verilen hâllerde “inceleme fezlekesi”, soruşturma izni verilen hâllerde “soruşturma fezlekesi” inceleme ve soruşturma izninin birlikte verildiği hâllerde ise “inceleme ve soruşturma fezlekesi” şeklinde yazılması, araştırma, inceleme veya soruşturma olurunun tarih ve sayısı ile sayı hanesindeki haberleşme kodu ve dosya numarasının yazılması, ihbar eden veya şikâyetçinin açık kimliğinin ve adresinin belirtilmesi, haklarında araştırma, inceleme veya soruşturma yapılan hâkimin ya da savcının kimlik bilgileri ile son görev yeri, görevi ve sicil numarasının yazılması, iddia konusu eylem tarihlerinin ayrı ayrı belirtilmesi, her bir hâkim ve savcı hakkındaki iddiaların ayrı ayrı gösterilmesi, inceleme veya soruşturma evresindeki işlemlerin ne şekilde yapıldığının, hangi delillerin toplandığının, gerek görülmeyen delillerin ise toplanmama sebeplerinin belirtilmesi, soruşturma izni verilen hâllerde ilgili hâkimin ve savcının savunmasına özet olarak yer verilmesi, savunmada gösterilen delillerin toplanmasına gerek görülmemesi hâlinde bunun gerekçesinin yazılması, deliller değerlendirilerek sonuca nasıl varıldığına ilişkin kanaatin açıkça belirtilmesi, inceleme izni verilen hâllerde soruşturma izni verilmesine gerek olup olmadığı, soruşturma izni verilen hâllerde ise eylem ya da eylemlerin cezai yönden kovuşturma izni verilmesini ve disiplin cezasını gerektirip gerektirmediği hususunda kanaatin belirtilmesi, hakkında inceleme veya soruşturma yapılan hâkimin veya savcının bulunduğu mahalde, 2802 sayılı Kanunun 46. maddesinin üçüncü ve dördüncü fıkraları uyarınca göreve devamında sakınca görülmesi ve idari tasarrufla yerinin değiştirilmesi lüzumuna kanaat getirilmesi hâlinde durumun sonuç kısmında açıkça belirtilmesi gereklidir. (2 Nolu genelge). HSYK’nın 30.4.2014 tarihli 2 nolu genelgesinin tam metni için bkz. http://www.hsyk.gov.tr/Mevzuat/Genelgeler/ GENELGELER/2.pdf [120]“ ……….. eski hâlen……….. Cumhuriyet Savcısı ……….. isnat olunan eylemle ilgili soruşturma dosyasının incelenmesi sonucunda; adı geçenin savunmasında belirttiği hususlar, eylemin niteliği ve tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirilerek, hakkında ceza tayinine yer olmadığına…” Bkz. HSYK İkinci Daire Kararı, 2010/45 E. 367 K. 16.6.2011 http:// www.hsyk.gov.tr/Mevzuat/disiplin-kararlari/dagilim/ceza-tayinine-yer-olmadigi/11.pdf 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 299 HAKEMLİ Arş. Gör. Eylem BAŞ HAKEMLİ Hâkimlerin ve Savcıların Disiplin Yönünden Soruşturulmaları ve İşledikleri Suçlar Nedeniyle Yargılanmaları savcının savunması istenerek disiplin yönünden nihai karar verilir. İkinci dairece, disiplin soruşturması nedeniyle gerçekleştirilen görüşmeler tutanağa bağlanır ve gerçekleştirilen işlemler bir tutanakla tespit ettirilir. Kararlarda, konunun, varsa iddia ve savunmanın özeti, kararın ve varsa karşı oyun gerekçesi, karara karşı başvurulabilecek kanun yolları, mercileri ve süresi gösterilir. Tutanak sayfaları, ilgili olduğu sürece, daire başkanınca paraflanır. Tutanağın son sayfasıysa katılan kurul üyesi ve daire başkanınca imzalanır. Genel sekreterlikçe hazırlanan ikinci dairenin gündemine sunulan disiplin soruşturmasına dair işler, daire tarafından görüşülerek karara bağlanır. Bu kararda; kararı veren merciin adı, karar numarası, karar tarihi, varsa kararın esas numarası, konusu, varsa iddia ve savunmanın özeti, kararın ve varsa karşı oyun gerekçesi, kararın oybirliğiyle mi yoksa oyçokluğuyla mı verildiği, karara karşı başvurulabilecek kanun yolları, mercileri ve süresiyle, toplantıya katılan başkanın ve kurul üyelerinin adları ve soyadlarıyla, imzaları bulunur. Bu halde kararın gerekçesi karar tarihinden itibaren en geç on beş gün içinde yazılır. Kurul tarafından; gerekli görülen kararlar RG’de; disipline ilişkin kararlarsa, kişisel verilerin korunması suretiyle Kurulun internet sitesinde yayımlanır. Ancak Genel Kurulun ve dairelerin, hâkimlerin ve savcıların özlük ve disiplin işleri hakkında verdiği kararlar söz konusu hâkimlere ve savcılara, müracaatlarının sonuçlarıysa ilgilisine tebliğ edilir. Hâkimlerin ve savcıların, savunmaları alınmadıkça, haklarındaki şikâyet ve ihbar üzerine verilen kararlar tebliğ edilmez. (HSYKK m. 32). Her ne kadar disiplin kararlarının gerekçesinin yazılması üzerine on beş günlük bir süre öngörülmüşse de HSYK’nın, DMK’daki gibi belli bir sürede karar vermesini öngören bir düzenleme yoktur. Ancak her türlü usul ve işlemleri tamamlanmış olan bir soruşturmada kurulun kararını belli bir süre içinde vermemesi halinde, hakkında soruşturma gerçekleştirilen hâkimlerin ve savcıların tedirgin ve uzun süre baskı altında olmalarına neden olmamak amacıyla disiplin soruşturmalarının tamamlanmasından itibaren kaç gün içinde karar verilmesi gerektiğine dair bir sürenin öngörülmesi gereklidir. Aksi halde keyfi uygulamalarla disiplin soruşturması tamamlanmasına karşın uzun bir dönem söz konusu disiplin soruşturması nedeniyle ilgili hâkim ya da savcı tedirginlik yaşar. Hazırlanan karar taslağı ilgili genel sekreter yardımcısınca gözden geçirildikten sonra daire başkanına ya da daire başkanının uygun göreceği bir Kurul üyesine sunulur. Daire başkanı ya da daire başkanının görevlendirdiği kurul üyesi kararı geciktirmeksizin inceler ve gerekli düzeltmeleri yaparak kararın imzalanması için toplantıya katılan diğer kurul üyelerine gönderilmesini sağlar. Kararın kurul üyelerince ve başkanca imzalanmasını takiben süreç tamamlanır. Karara muhalif kalan üyeyse karşı oy gerekçesini en geç beş gün içinde yazarak karar taslağını hazırlayan ilgiliye verir. Kararın yazıldığı son sayfa toplantıya 300 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 katılan kurul üyelerinin isimleri yazılmak suretiyle imzalanır, önceki sayfalarsa daire başkanınca imzalanır. Toplantı ve karar numaraları her yıl birden başlar ve o yılın sonuna kadar sıra numarasını takip eder. Tutanak ve kararlar tarihine ve sayısına göre yetkili ve görevli kılınan büro tarafından arşivlenir. Kararların onaylı örnekleriyse istekleri halinde Kurul üyelerine verilir.[121] Kovuşturma izniyle birlikte dosya kendisine gönderilen Cumhuriyet Başsavcısı beş gün içinde iddianame düzenleyerek, dosyayı o yer Ağır Ceza Mahkemesi’ne sunar. Ağır Ceza Mahkemesiyse iddianameyi tebliğ ederek yapacağı incelemenin neticesinde son soruşturmanın açılmasına ya da açılmasına yer olmadığına karar verir. Son soruşturmanın açılması kararıyla birlikte dosya yetkili ve görevli mahkemeye gönderilir.[122] Disiplin suçu teşkil eden bir fiilden ötürü ilgili hâkim ya da savcı hakkında tek bir disiplin cezası verilir. Örneğin meslektaşlarına, emrindeki personele, görevi nedeniyle muhatap olduğu kişilere ya da iş sahiplerine karşı aynı zamanda ve yerde kırıcı davrandığı iddia edilen hâkim ve savcı hakkında tek bir uyarma cezası verilir. Şayet bu fiilinden dolayı hâkim ve savcı hakkında kamu davası açılmış ve mahkûm olmuşsa, mahkûmiyetinin ardından tekrar aynı hâkim ve savcı hakkında aynı fiilden dolayı ceza verilemez. Çift disiplin cezası uygulama yasağı, aynı disiplin ihlaline kurul tarafından birden fazla disiplin cezası verilmesine engel bir durumdur.[123] Disiplin soruşturması genel hükümler uyarınca yürütülen ceza soruşturmasına nazaran farklılıklar taşır. Disiplin soruşturması HSK hükümleri uyarınca gerçekleştirilirken, ceza soruşturması CMK hükümleri uyarınca gerçekleştirilir. Yine disiplin soruşturması idari yapı içerisindeki yetkili kişilerce yürütülmekteyken, ceza soruşturması Cumhuriyet savcılarınca gerçekleştirilir. Disiplin soruşturmasını yürüten kişinin yetkileri, ceza soruşturmasını yürüten savcıya kıyasla kısıtlıdır. Örneğin savcının genel soruşturma kapsamında dinlenen tanığa ya da bilirkişiye yemin ettirme yetkisi bulunmaktayken, disiplin soruşturmasını yürütmekle yetkili olan kişinin böyle bir yetkisi bulunmamaktadır. Disiplin suçuyla ilgili olarak tüm belgeler delil olarak kullanılabilir. Şayet bu belgeler, şikâyetçi ya da ihbarcıdaysa, bir tutanak karşılığında kendilerinden teslim alınır. Yine bu belgeler başka bir kurum ya da kuruluştaysa getirttirilir. Hukuka aykırı şekilde elde edilen delillerin hükme esas alınamayacağı yönündeki ilke disiplin soruşturması bakımından da geçerlidir. Yani söz konusu delillere dayanarak disiplin soruşturmasının yürütülmesi ve disiplin cezasının [121] ALDEMİR, “Disiplin”, s. 77-78. [122] GÖKCAN/ARTUÇ, s. 833. [123] ALDEMİR, “Disiplin”, s. 65. 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 301 HAKEMLİ Arş. Gör. Eylem BAŞ HAKEMLİ Hâkimlerin ve Savcıların Disiplin Yönünden Soruşturulmaları ve İşledikleri Suçlar Nedeniyle Yargılanmaları verilmesi mümkün değildir. Sadece disiplin soruşturmasına esas olacak şekilde hâkimin ve savcının telefonlarıyla diğer iletişim araçları hakkında CMK m. 135 gereğince iletişimin tespiti, dinlenmesi ve kayda alınması tedbirine karar verilmesi talep edilemez. Buna karşın mahkeme tarafından buna izin verilmesi kanuna aykırılık taşır. Bu şekilde elde edilen deliller disiplin soruşturmasında kullanılamaz. Ancak CMK m. 135 gereğince hâkimin ya da savcının işlediği suçla ilgili olarak usulüne uygun olarak iletişim tespit edilmiş, kayda alınmış ve dinlenmişse, bu delillerin de disiplin soruşturmasında kullanılmasına bir engel yoktur. Ancak koruma tedbirinin kapsamı içinde soruşturmaya konu suçun işlendiğine dair delil elde edilememişse, suç teşkil etmeyen söz konusu kayıtların imha edilmesi gereklidir. Bu nedenle de söz konusu kayıtlar disiplin soruşturmasında kullanılamaz.[124] Ancak ağır ceza mahkemesinin görev alanına giren suçüstü haller hariç olmak üzere hâkimlerin ve savcıların hakkında CMK m. 135’in uygulanması hâkimler hakkında hükme bağlanan özel soruşturma ve kovuşturma usullerince gerçekleştirilir. Ay. m. 129/2 ve savunma hakkı başlığını taşıyan HSK m. 71 gereğince hakimler ve savcılar hakkında, savunmaları yani isnada ilişkin açıklamaları alınmadan[125] disiplin cezası verilemez.[126] Soruşturmayı yapanın veya HSYK’nın üç günden az olmamak üzere verdiği süre içinde veya belirtilen bir tarihte, savunmasını yapmayan ilgili, savunma hakkından vazgeçmiş sayılır. (HSK m. 84). Öngörülen bu üç günlük süre asgari bir süredir. Her ne kadar HSK’da açık bir düzenleme bulunmasa da zorunlu ve haklı hallerde ilgili hâkime ve savcıya üç günden daha fazla bir süre savunma yapmak için verilebilir. Hakkında soruşturma gerçekleştirilen hâkime ya da savcıya davetiyede belirtilen süre sonunda gelip savunmasını yapmaması halinde, savunma hakkından feragat etmiş sayılacağı uyarısının açıkça ve ayrıca yapılması gereklidir. Savunma süresi dolmaksızın savunma hakkını kullanmaktan feragat eden hâkimin ya da savcının feragatini geri almak istemesi halinde, bunun geçerli olması gereklidir. Zira amaçlanan kurum düzenini bozan disiplin eylemlerinin ortaya çıkarılmasıdır. Soruşturulan kamu görevlisinin açıklamaları, kendisi için olduğu kadar idare için de önem taşır.[127] Savunmayla, hakkında yöneltilen disiplin suçunu işle[124] ALDEMİR, “Disiplin”, s. 73-74. [125] LİVANELİOĞLU, Ömer Asım, Memur Disiplin Hukuku, U S-A Yayıncılık, Ankara 1997, s. 83. [126] Savunma hakkının yalnızca yargı erkine özgü olduğu bu nedenle disiplin bakımından geçerli olmadığı yönünde bkz. HAFIZOĞULLARI, Zeki, “Genel Çizgileriyle Savunma Hakkı”, ABD, Y. 51, S. 1, Mart 1994, s. 25. [127] SANCAKDAR, Oğuz, Disiplin Yaptırımı Olarak Devlet Memuriyetinden Çıkarma ve Yargısal Denetimi, Yetkin Yayınları, Ankara 2001, s. 310. 302 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 diği yönündeki isnatlara karşı ilgilisinin bilgisine başvurulması ya da ilgilisine isnatlara karşı koyma olanağı sağlanır. Savunmanın yapılmaması, isnat edilen fiilin işlendiğinin ikrarı şeklinde anlaşılmamalıdır. Bu nedenle yeterli bir delilin bulunmamasına karşın sırf savunma verilmemesine dayanılarak hâkimler ve savcılar hakkında disiplin cezası uygulanamaz. Savunmanın yazılı olarak yapılması mümkündür.[128] HSYK önünde gerçek bir duruşma yapılmamaktadır. Toplanan deliller, HSYK önünde çelişmeli bir şekilde dinlenmemekte, örneğin tanıklar HSYK önünde dinlenmemekte, maddi gerçeğe ulaşabilmek için uyuşmazlık taraflarının iddia ve savunmaları, bir denge içinde ele alınarak karar verilmemektedir. Deliller dosya üzerinden incelenerek, raporda yer alan hususlara göre karar verilmektedir.[129] Ancak tüm deliller aleni bir duruşmada, suçlananın huzurunda çelişmeli bir yöntemle sunulmalıdır.[130] Her ne kadar HSK ve HSYKK’da açık bir düzenleme bulunmasa da delillerin karartılması ve ileride aklanması ihtimali bulunan kişinin karalanmasının engellenmesi amacıyla kabul edilen gizlilik ilkesi disiplin soruşturmaları açısından da geçerlidir. Ancak bu ilke, hakkında soruşturma yürütülen hâkim ya da savcı hakkında uygulanamaz. DMK m. 129 uyarınca yüksek disiplin kurullarının kendilerine intikal eden dosyaların incelenmesinde, gerekli gördükleri takdirde, ilgilinin özlük dosyasını ve her nevi evrakı incelemeye, ilgili kurumlardan bilgi almaya, yeminli tanık ve bilirkişi dinlemeye veya niyabeten dinletmeye, mahallen keşif yapmaya veya yaptırmaya yetkili oldukları, hakkında memurluktan çıkarma cezası istenen memurun, soruşturma evrakını incelemeye, tanık dinletmeye, disiplin kurulunda sözlü veya yazılı olarak kendisi veya vekili vasıtasıyla savunma yapma hakkına sahip olduğu düzenlenmiştir. Yine 4982 sayılı Bilgi Edinme Kanunu (BEK) m. 19’da kurum ve kuruluşların yetkili birimlerince yürütülen idarî soruşturmalarla ilgili olup, açıklanması veya zamanından önce açıklanması hâlinde, kişilerin özel hayatına açıkça haksız müdahale sonucunu doğuracak, kişilerin veya soruşturmayı yürüten görevlilerin hayatını ya da güvenliğini tehlikeye sokacak, soruşturmanın güvenliğini tehlikeye düşürecek, gizli kalması gereken bilgi kaynağının açığa çıkmasına neden olacak veya soruşturma ile ilgili benzeri bilgi ve bilgi kaynaklarının temin edilmesini güçleştirecek, bilgi veya belgelerin BEK kapsamı dışında olduğu belirtilmiştir. Böylece üçüncü kişiler bilgi edinme yolunu kullanarak hâkim ya da savcı hakkında yürütülen [128] ALDEMİR, “Disiplin”, s. 74. [129] İNCEOĞLU, Yargı, s. 341. [130] SADAK VE DİĞERLERİ/TÜRKİYE, 29900/96, 29901/96, 29902/96 ve 29903/96, 17.7.2001. 2016/3 Ankara Barosu Dergisi Başvuru No : 303 HAKEMLİ Arş. Gör. Eylem BAŞ HAKEMLİ Hâkimlerin ve Savcıların Disiplin Yönünden Soruşturulmaları ve İşledikleri Suçlar Nedeniyle Yargılanmaları soruşturma hakkında bilgi isteyemeyecektirler. Hakkında soruşturma yürütülen hâkimin ya da savcının, hakkındaki disiplin soruşturmasına ait belgeleri ve bilgileri inceleme, belgelerden suret alma hakkının bulunup bulunmadığıyla ilgili açık bir hükme yer verilmemiştir. BEK m. 19’a bakıldığında, kişilerin özel hayatına açıkça haksız müdahale sonucunu doğuracak halin dışında BEK gereğince disiplin soruşturmasına ait bilgi ve belgeleri inceleme ve suret alma imkânı yoktur. Uygulamada da hakkında disiplin soruşturması gerçekleştirilen hâkime ve savcıya, talep olmasına karşın disiplin soruşturmasına esas alınan belgelerin ve bilgilerin suretlerinin verilmekten kaçınıldığı görülmektedir. Ancak bu durum ilgili hâkimin ya da savcının savunma hakkının kısıtlanması gibi bir sonuç doğurmaktadır. En azından DMK m. 139’a benzer bir şekilde hâkimler ve savcılar hakkında ağır sonuçlar doğuran yer değiştirme ve meslekten çıkarma cezasını gerektiren fiiller bakımından, yürütülen disiplin soruşturmasına ait bilgilerin veya bilgilerden bir suretinin ilgili hâkime ya da savcıya verilmesini öngören bir yasal düzenlemeye gidilmesinde fayda vardır.[131] Zira savunma hakkının kullanılması, kişinin hakkındaki işlemi tam olarak bilmesiyle sağlanabilir.[132] Disiplin soruşturması gerçekleştirilirken ve de yaptırım uygulanırken izlenmesi gereken usul, disipline tabi olan davranışların içeriği kadar önem arz eder. Zira izlenmesi gereken usulde, ilgili hâkime veya savcıya sağlanan savunma hakkı, yani adil yargılanma hakkı ve şeffaflık, sonucun adil olmasındaki güvenceyi oluşturur. Usul bakımından yeterli düzeyde güvencenin olmaması halinde, yargı üzerinde bir baskının olması olasıdır.[133] Esasında AİHS m. 6 ve Ay. m. 36’da ifadesini bulan adil yargılanma hakkının disiplin hukukunda da geçerli olup olmadığına ilişkin bir açıklık yoktur. Ancak AİHM, AİHS m. 6’da yer [131] YILMAZ, s. 115-116; ALDEMİR, “Disiplin”, s. 74. [132] OĞURLU, Yücel, İdari Yaptırımlar Karşısında Yargısal Korunma, Seçkin Yayıncılık, Ankara 2000, s. 235. [133] Örneğin “Adalet Biraz Es Geçiliyor...”: Demokratikleşme Sürecinde Hâkimler ve Savcılar” isimli bir çalışmada, görüşülen hâkimlerden biri, “…Herkes kendini koruma içgüdüsü içerisinde. Adalet.org’da bir hâkim soruşturma geçirdi, bu soruşturma yayınlandı, ben o yayınlanan yazıyı okumuştum, diyor ki özellikle Diyarbakır’da, Doğu ve Güneydoğu ya da terörün yoğun olduğu çevrelerde görev yapıyorsanız fikrinizi açıklamayacaksınız, eğer biraz çağdaş, demokrat düşünüyorsanız hemen PKK yaftası yapıştırılır ve biraz dini bütün biriysen hemen Hizbullahçı etiketi yapıştırılır. İnsanlar bundan korkuyorlar. Bizim soruşturma geçirmemiz çok kolay çünkü, diğer memurlardan çok kolay. İsimsiz, imzasız mektup, hemen Bakanlık işleme koyar. Gerçek olduğu ispatlanamasa bile duyum yetiyor Bakanlığın ceza vermesi için. İnsanlar da bundan korkuyor haliyle ve kendilerini milliyetçi gösterme çabasına giriyorlar. Ben bir sürü insan biliyorum, oruç tutmadığı halde yemek yemeyip etrafa oruç tutuyormuş gibi görünen...” Bkz. SANCAR, Mithat/ÜMİT ATILGAN, Eylem, “Adalet Biraz Es Geçiliyor...”: Demokratikleşme Sürecinde Hâkimler ve Savcılar”, Tesev Yayınları, İstanbul 2009, 143. 304 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 alan “suç isnadı” kavramını şekli değil ama maddi ölçüt gereğince; bu kavramın iç hukukta nasıl nitelendirildiğini, ihlalin gerçek niteliğini, cezanın muhatabı üzerindeki etkisini ve ağırlık derecesini ve birlikte değil, birbirine alternatif olarak ve üye ülkelerin hukuk düzenlerinden bağımsız şekilde değerlendirmektedir.[134] Burada keyfi bir sistem olduğu algısı oluşarak, yargı bağımsızlığı açısından ciddi bir tehdit söz konusu olur. Bu durumda disiplin işlemlerinin normlar vasıtasıyla değil yargı içi iktidarla olan ilişkiler kapsamında belirlendiği ve asıl olanın HSYK’nın keyfi olduğu söylenmelidir.[135] İkinci daire, ilgili hâkimin ve savcının savunmasını verdikten sonra, incelemesini kural olarak dosya üzerinden gerçekleştirmektedir. Bu nedenle sözlü savunma aşaması söz konusu olmamaktadır. Karar, deliller dosya üzerinden incelenerek, müfettiş ya da soruşturmayı yapmakla görevlendirilen hâkim ya da savcı önünde verilmiş tanıkların yazılı ifadeleri ve soruşturma raporunda yer alan diğer belgeler değerlendirilerek verilmektedir. İkinci daire önünde gerçekleştirilen disiplin muhakemesi adil yargılanma hakkı bakımından birçok sorunu bünyesinde barındırmaktadır. İkinci dairenin gerçekleştireceği disiplin muhakemesinin, sözlü muhakeme ve tanık dinlemeye elverişli şekilde gerçekleştirilmesi gereklidir.[136] Savunma hakkının gereği gibi yerine getirilmesi ve suçlamanın mahiyetiyle soruşturmaya esas olan belgelerin içeriğinin şüpheye ya da tahmine dayanan bir takım önyargılardan uzak şekilde öğrenilmesi için belgelerden onaylı bir suret, ilgili hâkime ya da savcıya verilmelidir. Yine disiplin soruşturması bakımından ilgili hâkimin ya da savcının kendisini bir avukat vasıtasıyla temsil ettirebileceğine ilişkin HSK’da açık bir hüküm bulunmaması, kanuni bir engel olmadığı şeklinde yorumlanmalıdır. Geçmişe etkili bir şekilde disiplin cezası verilemeyeceğinden, hâkimlik ve savcılık mesleğini icra etmeden evvel gerçekleştirilen bir eylemden dolayı, ilgili hakkında disiplin sorumluluğuna gidilemez. Yine şüpheden sanık yararlanır şeklindeki ilke disiplin hukuku Yine aynı çalışmada Teftiş sırasında araştırılan hususlar ve araştırmayı yapabilmek için başvurulan bilgi kaynakları bakımından hâkimlerin ve savcıların yakınmalarına da yer verilmiş. Örneğin görüşmecilerden biri “…Bir müfettiş gelip de bana, sana sormuyor, gidiyor çevredeki küçük yerlerde, oduncuya soruyor, efendim otobüs yazıhanelerine soruyor, efendim oradaki çöpçüye soruyor, odacıya sormuyor, sorsa bile yani senin emrindeki bir kişi senin için iyi söyleyemez ki, sen orada otorite kuruyorsun, hareketlerini denetliyorsun, gün geliyor bağırıyorsun, ikaz ediyorsun…” demiştir. Yine görüşülen savcılardan biri de birlikte görev yaptığı, ancak artık rahmetli olan bir başsavcının kendisine “…“her sabah kapındaki bekçiye [odacıya] saygılarını sun, senin sicilini o doldurur…” dediğini belirtmiştir. Aktarılan tüm bu hususlar esasında meslek içi bir baskının yaratıldığının ve var olduğunun bir göstergesi olarak yorumlanabilir. SANCAR/ÜMİT ATILGAN, s. 87. [134] ULUSOY, s. 37-38. [135] ERTEKİN/ÖZSU/ŞAHİN/ŞAKAR/YİĞİT, s. 118. [136] KIRMAZ, s. 378-379. 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 305 HAKEMLİ Arş. Gör. Eylem BAŞ HAKEMLİ Hâkimlerin ve Savcıların Disiplin Yönünden Soruşturulmaları ve İşledikleri Suçlar Nedeniyle Yargılanmaları bakımından da geçerli bir ilkedir. Ay. m. 38/4 gereğince suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz ve AİHS m. 6/2 gereğince hakkında suç isnadı bulunan bir kimse, hukuka göre suçlu olduğu kanıtlanıncaya kadar masum sayılır ilkeleri, şüpheden sanığın yararlanmasının dayanağını oluşturur. Kendisine isnat edilen disiplin suçunu işlediği her türlü şüpheden uzak bir şekilde ispat edilemeyen ilgili hakkında disiplin cezası verilemez. Bu durumda, disiplin cezasının verilmesi için gerekli olan sebep unsurunun gerçekleşmediği kabul edilir.[137] 4. CEZA SORUŞTURMASI VEYA KOVUŞTURMASIYLA DİSİPLİN SORUŞTURMASININ BERABER YÜRÜTÜLMESİ Hâkimler ve savcılar hakkında ceza soruşturmasına veya kovuşturmasına başlanmış olması, aynı olaydan dolayı disiplin soruşturmasını gerektirmez. İlgilinin mahkûm olması veya olmaması ayrıca disiplin cezası verilmesine engel teşkil etmez. (HSK m. 72/1). Bu durumda kural olarak disiplin cezasının adli cezalardan bağımsızlığı ilkesi geçerlidir. Zira kişinin fiili ceza mahkemesi tarafından toplumsal düzeni tehlikeye uğratacak şekilde görülmezken, kurum içi düzen bakımından aynı fiil disiplin makamınca düzen bozucu nitelikte görülebilir ya da tam tersi de mümkündür. Örneğin evine giren hırsızın saldırısı bakımından meşru savunma kapsamı içinde kendini koruyan hâkim, sınırı aştığında, adli ceza alsa bile sırf sınırı aştığı için disiplin cezası almaz.[138] Yine disiplin cezası verilmesi için kastın varlığı zorunlu değildir, basit taksir dahi yeterlidir.[139] Hâkimin veya savcının ceza muhakemesinde delil yetersizliği nedeniyle beraat etmesi, disiplin cezası almasına engel oluşturmaz.[140] Zira bu durumda verilen beraat kararlarında sanığın suçu işlediği sabit olmadığı gibi, işlemediği de sabit değildir.[141] Ancak ceza muhakemesi neticesinde disiplin soruşturmasına konu olan eylemi, ilgili hâkimin veya savcının işlemediğine karar verilirse, bu karar [137] ALDEMİR, “Disiplin”, s. 75; Bu ilkenin mutlak ve tam bir şekilde uygulanmamasının belli bir ölçüde makul karşılanabileceği yönünde bkz. ULUSOY, s. 104. [138] ERCAN, İsmail, “Hâkim Ve Savcıların Disiplin Sorumluluğu”, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul 2008, s. 103. [139] ULUSOY, s. 154, 156. [140] ULUSOY, s. 154. [141]“ …davacının aynı olay ve eylem nedeniyle yargılandığı ceza davasında delil yetersizliği gerekçesiyle aklandığı anlaşılmaktadır. Bu durumda gerek olayın oluş biçimi, gerekse davacının adli yargıda beraat etmiş olması ve davacının geçmiş hizmetleri ve sicilleri ile ilgili olarak davalı idarece olumsuz ve kötü olduğu yolunda bir iddiada bulunulmamış olması göz önünde bulundurularak bir alt ceza ile cezalandırılması gerekmektedir…” D. 8. D. E. 1995/3666 K. 1995/4612 T. 26.12.1995 306 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 disiplin soruşturmasında karar makamını bağlar.[142] Şayet bu durumda ceza mahkemesinin kararından önce disiplin cezası verilmiş ve bu karar idari yargıya gidilmeksizin kesinleşmişse, ilgili hakkında yeni bir dava açma süresi başlar. İlgili tarafından idareye başvurulup bu disiplin cezasının geri alınmasının talep edilmesi ve bu talebin reddi halinde idari yargıda bu ret işlemine karşı iptal davası açılması mümkündür. Disiplin cezasına karşı idari yargıya gidilmişse ve dava kişinin aleyhine kesinleştiyse, bu durum yargılamanın iadesi nedeni sayılır.[143] Suçun unsurlarının oluşmadığına ceza muhakemesinde karar verildiğindeyse, kural olarak hâkim ya da savcı hakkında disiplin cezası verilemez. Örneğin meşru savunma halinde bir suç işleyen hâkim ya da savcı hakkında disiplin cezası verilmemesine karşın, örneğin görevi kötüye kullanma suçunun maddi ve manevi unsurları oluşmamasına karşın fiil, şayet disiplin suçunu oluşturmaktaysa bu durumda ilgili savcı ya da hâkim hakkında disiplin cezası verilebilir.[144] Yine bir fiilin aynı suç isimlendirmesiyle hem adli suç hem de disiplin suçu olarak kabul edilmesi halinde kesinleşmiş ceza mahkemesi kararıyla suçun unsurlarının gerçekleştiği belirtilirse, bu karar kural olarak bağlayıcı olmasa da önemli bir referans oluşturur.[145] Bu durumda hem disiplin yaptırımının hem de ceza yaptırımın uygulanması mümkündür.[146] Disiplin cezasının verilebilmesi için genel hükümler uyarınca ceza hukuku anlamında yürütülen soruşturmanın ya da kovuşturmanın tamamlanması gerekli değildir. Zira bu iki soruşturma süreci birbirinden tümüyle bağımsızdır. Disiplin cezasındaki amaç kurum içinde bozulan düzenin bir an evvel ve gecikmeksizin tesis edilmesidir. Kanun yolları da dâhil edildiğinde adli soruşturma ve kovuşturma süreci genellikle uzun bir süreyi gerektirir. Söz konusu uzun sürenin beklenilmesi halinde, disiplin cezalarıyla amaçlanan gerçekleşmez.[147] Aksi halde disiplin cezasının uygulanması bakımından zamanaşımının dolması gibi bir tehlikeyle karşı karşıya kalınması mümkündür. Bu nedenle gereken disiplin soruşturmasının yapılarak, eylemin disiplin hukuku bakımından değerlendirilerek, hâkim ve savcı hakkında olumlu ya da olumsuz bir karar verilmesi kanuni bir zorunluluk olarak ortaya çıkmaktadır. Yine hâkim ya da [142] ERCAN, s. 104. [143] ULUSOY, s. 155. [144] ALDEMİR, “Disiplin”, s. 73. [145] ULUSOY, s. 157. [146] KANGAL, Zeynel, Kabahatler Hukuku, On İki Levha Yayıncılık, İstanbul 2011, s. 6. [147] ULUSOY, s. 152. 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 307 HAKEMLİ Arş. Gör. Eylem BAŞ HAKEMLİ Hâkimlerin ve Savcıların Disiplin Yönünden Soruşturulmaları ve İşledikleri Suçlar Nedeniyle Yargılanmaları savcı hakkında verilen mahkûmiyet hükmünün ertelenmesi de disiplin soruşturmasının yürütülmesine ve ceza verilmesine engel olmaz.[148] Hâkimlerin ve savcıların meslek kurallarına uyup uymadıkları ve uymadıkları takdirde sorumluluklarına gidilebilmesinde iki sorunun varlığı göze çarpmaktadır. İlki hâkimler ve savcılar hakkında soruşturmanın yapılması, disiplin cezasının uygulanması ve kovuşturma ve disiplin cezası verilmesinde Adalet Bakanlığının etkin olmasıdır. İkincisi, adalet müfettişlerince hazırlanan raporların Adalet Bakanının kararı kadar HSYK’nın kararını da etkilemesidir.[149] Adalet Bakanı, yürütme organının bir üyesidir ve siyasi bir kişiliktir. Genel olarak dışarıdan bakıldığında dahi nesnel olduğu izlenimini vermemektedir. Bakanın geniş bir takdir yetkisi bulunmaktadır. Zira soruşturma izni vererek ya da kovuşturma ve disiplin cezası verilmesini gerekli görerek hâkimin sorumluluğu mekanizmasını harekete geçirebileceği gibi, hâkimin ya da savcının sorumluluğuna gidilmesinin önünü de kapatabilir.[150] Bakanın sorumluluk mekanizmasının önünü kapatması; toplumda kuşku yaratan örneğin, yolsuzluk, adam kayırma, siyasi bir taraf olma gibi hususların aydınlığa kavuşmasını engellemesine ve yürütmenin yargı üzerinde etkin bir rol oynamasına neden olur.[151] Soruşturma açma yetkisinin Bakana ait olması doğru değildir. Ayrıca soruşturma açma konusunda yetkili makamın, disiplin konusunda karar veren makam olması da önerilmemelidir. Soruşturmayla ilgili olarak yürütmeden bağımsız bir makamın karar vermesi gereklidir. Şayet bu makamda bulunan kişilerle, disiplin kararını veren makamda bulunanlar aynı kişilerin eli altında [148] ALDEMİR, “Disiplin”, s. 73. [149] İNCEOĞLU, Yargı, s. 330. [150] İNCEOĞLU, Yargı, s. 330. [151] Örneğin dönemin HSYK başkanvekili olan Kadir ÖZBEK, Adalet Bakanı ve Müsteşarı’nın doğal üye olduğu HSYK’nın yapısının 12 Eylül öncesi dönemdeki Hâkimler Yüksek Kurulu’nu arattığını ve hâkimler ve savcılar hakkındaki soruşturmaları yürüten Adalet Bakanlığı Teftiş Kurulu Başkanlığı’nın, 12 Eylül’den önce Yüksek Hâkimler Kurulu’na bağlı olduğunu belirterek “…HSYK üyeleri, Adalet Bakanlığı’nın bürokratı veya adamı değil. Ancak fotoğrafa bakıldığında tam aksi bir görüntü ortaya çıkıyor… Hâkim ve savcılar hakkında yapılan şikâyetler Adalet Bakanı’nın izin vermesi durumunda, Teftiş Kurulu Başkanlığı müfettişleri tarafından soruşturuluyor. Teftiş Kurulu’nun bağlı olduğu Adalet Bakanı, siyasi bir partinin temsilcisi. Böyle olunca, Teftiş Kurulu Başkanlığı siyasi iradeye bağlı bir kurum, müfettişler de bakanlığın ajanı gibi algılanıyor. Teftiş Kurulu’nun, HSYK’ye bağlanması gerekir… Teftiş Kurulu Başkanlığı 12 Eylül’den önce Yüksek Hâkimler Kurulu’na bağlıydı. O dönemde hâkim ve savcılar hakkındaki şikâyetlerde soruşturma için bakanın izni aranmazdı. Bugün bakanlık izin vermezse “Soruşturma aç” deme yetkimiz bile yok. HSYK’ya ulaşan şikâyetleri, üst yazı ile bakanlığa gönderiyor ve sonucunun bildirilmesini istiyoruz” demiştir. Radikal Gazetesi’nin 22.9.2008 tarihli haber metni için bkz. http:// www.radikal.com.tr/radikal.aspx?atype=haberyazdir&articleid=899893. 308 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 olurlarsa, suçlama ve karar aşamaları tek elde toplanarak soruşturmaya muhatap olan hâkimin haklarının ihlal edilmesi söz konusu olur.[152] Adalet Bakanınca sorumluluk yolunun kapatılması aynı zamanda bir yargı mensubunca hakları kasten ya da taksirli olarak ihlal edildiği iddiasında olan şikâyetçilerin, hak arama yolunu tıkayabilir. Örneğin Danıştay 5. Dairesi, Davacı Baro Başkanlığı’nın şikâyeti üzerine, 5. Asliye Ceza Mahkemesi Hâkimi hakkında yapılan inceleme sonucunda işlem yapılmasına gerek görülmediğine ilişkin olarak tesis edilen işlemin, ilgili hakkında disiplin ve ceza soruşturması açılmamasına ilişkin bir karar olduğunu, bu kararın “idari işlem” niteliğini taşımadığını ve bu nedenle iptal ve tam yargı davasına konu edilemeyeceğinin açık olduğunu belirtmiştir.[153] Danıştay’ın söz konusu kararı değerlendirildiğinde, hâkimler ve savcılar hakkında gerçekleştirilen şikâyetlerin, soruşturmayı gerektirip gerektirmediği yönündeki takdir yetkisi tümüyle Adalet Bakanına bırakılmaktadır. Bu takdirin denetimi ise kabul edilmemektedir. Bu durumda şikâyetçilerin kafasında hâkimler ve savcılar, meslek ilkelerine ve kurallarına uymasalar dahi sorumluluktan bağışık tutulurlar şeklinde bir algının oluşması tehlikesi vardır. Söz konusu şikâyetler bakımından yeterince gerekçelendirilmiş cevaplara yer verilmemesi de bu algılamanın oluşmasındaki olasılığı artırmaktadır. Ancak Danıştay 5. Dairesi 2005 ve 2006 yıllarında içtihat değişikliğine giderek, bir Cumhuriyet savcısıyla ilgili olarak, Adalet Bakanlığının savcı hakkında yapılan inceleme sonunda, iddianın doğrulanmadığı gerekçesiyle, işlem yapılmasına gerek görmemesine karşı dava açan savcıyla ilgili olarak, işlemin davalı idare tarafından kamu gücü kullanılarak takdir yetkisi içinde kullanılması ve hukuksal sonuç doğurması nedeniyle tüm unsurlarıyla idari işlem olduğuna karar vermiştir. Ayrıca bu kararın ceza soruşturmasının başlangıç kısmı gibi yorumlanamayacağına, zira bu kararın yalnızca ceza yargılamasına yönelik değil, disiplin cezasının verilip verilmemesi bakımından da etkili olduğuna, aksinin kabulü halinde bu işlemin incelenebileceği başka bir idari birimin ya da yargı merciin kalmadığını ve yargı yolunu kapayan bir yasa hükmü olmadığını belirterek davaya konu edilebileceğine karar vermiştir.[154] Örneğin söz konusu şikâyetlerle ilgili olarak Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel [152] İNCEOĞLU, Yargı, s. 330. [153] Kararın karşı oyunda ise “…İptali istenilen işlem, bir idari işlemdir. Ayrıca, davalı idarenin şikayet dilekçesi üzerine verdiği ve davacıya bildirdiği kararın incelenebileceği başka bir idari birim veya yargı mercii kalmadığı ve bu yoldaki kararlara yargı yolunu kapayan bir yasa hükmü bulunmadığı cihetle, Anayasa’nın 125. maddesinde öngörülen “idarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu açıktır” ilkesi uyarınca, davalı idare işleminin davaya konu olabileceği tabiidir…” denilmiştir. D. 5. D. E. 2003/4231 K. 2004/815 T. 1.3.2004 (www.kazanci.com) [154] Karar örnekleri için bkz. İNCEOĞLU, Yargı, s. 331-333. 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 309 HAKEMLİ Arş. Gör. Eylem BAŞ HAKEMLİ Hâkimlerin ve Savcıların Disiplin Yönünden Soruşturulmaları ve İşledikleri Suçlar Nedeniyle Yargılanmaları Müdürlüğü tarafından verilen cevap yazılarında, bu müdürlüğün internet sitesinde “fezlekeler” başlığı altında inceleme fezlekesi içinde matbu bir şekilde “Hâkim ve Cumhuriyet Savcısı Hakkında İşlem Yapılmasına Yer Olmadığına Dair İnceleme Fezlekesi” linki bulunmaktadır. Bu linkte “…hakkında inceleme yapılan hâkimin/Cumhuriyet savcısının inceleme maddesinde belirtilen hususlara sebebiyet vermediği kanaatine ulaşılmıştır… hakkında inceleme maddesinden dolayı işlem yapılmasına yer olmadığı, düşünülmüştür…” şeklinde ifadelere yer verilmiştir.[155] Ancak yapılan şikâyetin ne gibi sebeplerle soruşturmayı gerektirmediğinin gerekçeli ve geniş bir şekilde açıklanması gereklidir. Aksi halde şikâyetçide şikâyetinin ciddiye dahi alınmadığı ve şikâyetinin incelenmediği şeklinde bir algı oluşacak ve şikâyetçinin yargıya olan güveni zedelenebilecektir.[156] Danıştay tarafından 2006 yılında söz konusu hususla ilgili olarak verilen kararda Danıştay’ın içtihat değişikliğine gittiği söylenebilir.[157] Adalet Bakanınca sorumluluk mekanizmasının harekete geçirilmesiyle, hâkimlerin ve savcıların [155] http://www.cigm.adalet.gov.tr/fezleke/fezlekeler.html [156] İNCEOĞLU, Yargı, s. 332. [157] Davacının bazı yargı mensupları hakkında yaptığı şikâyet sonucu bu yargı mensupları hakkında “işlem yapılmasına gerek görülmediği” yolunda Adalet Bakanlığı’nca kurulan 26.7.2004 günlü, 34043 sayılı idari işlemin iptali istemiyle dava açması üzerine Ankara 3. idare Mahkemesi 26.4.2005 günlü, E: 2004/2954, K: 2005/629 sayılı kararıyla; dava konusu işlemin adı geçenler hakkında disiplin ve ceza soruşturması açılmamasına ilişkin bir karar olup, bu kararın, idari işlem niteliğini taşımaması nedeniyle iptal davasına konu edilemeyeceğini belirterek, davanın reddine karar verilmiştir. Davacı bu kararın bozulmasını istemiş ve temyiz yoluna başvurmuştur. Danıştay 4. Dairesi ise hâkimler ve savcılar hakkındaki ihbar ve şikâyetlerin yalnızca ceza yargılamasını gerektiren bir suç atılımına yönelik olmadığını aynı zamanda disiplin ihlaline veya idari bir önemle sonuçlanabilecek hallere de ilişkin olabileceğini ve bu farklı sonuçların ancak yapılacak bir inceleme ve soruşturma sonucunda ortaya çıkabileceğini, hâkimler ve savcılar hakkında verilecek inceleme veya soruşturma izninin yalnızca ceza yargılamasına ilişkin olduğunun kabulüne olanak bulunmadığını belirtmiştir. Ayrıca Anayasa’da “Hak Arama Hürriyeti” başlığını taşıyan m. 36’ya ve idarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolunun açık olduğu hükmüne yer veren m. 125’e dayanarak, hukuk devletinin vazgeçilmez ilkelerinden olan ve uluslararası hukuk kuralları ile Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerde güvence altına alınan “hak arama özgürlüğü”, “adil yargılanma hakkı” ve “mahkemeye başvuru hakkı” ilkelerine vurgu yapmış ve tarafsızlığı ve bağımsızlığından kuşku duyulmayacak şekilde oluşturulmuş bir mahkemeye başvuru olanağının tanınmadığı bir idari rejimin adil yargılanma ilkesine uygun olmayacağını belirtmiştir. Ayrıca idarenin, kişilerle olan ilişkilerinde sahip olduğu kamu gücünü ve kudretini yanına alarak hareket etme üstünlük ve ayrıcalığı karşısında, kişilerin sahip olduğu tek güvencenin “etkin bir yargısal denetimin varlığı” olduğunu, davacının şikâyeti üzerine bazı yargı mensupları hakkında yapılan inceleme sonucunda işlem yapılmasına gerek görülmediğine ilişkin olarak kurulan işlemin; davalı idarece kamu gücü kullanılarak takdir yetkisi içinde kurulması ve hukuksal sonuç doğurması nedeniyle tüm unsurları ile idari işlem olduğunu belirtmiş ve takdir yetkisi kullanılarak kurulan bakanlık işleminin, yargı yolu kapatılmamış tüm idari işlemler gibi, açılan bir dava sonucunda amaç yönü ile hukuka uygunluğunun denetlenebilmesinin anayasanın ve İYUK’un bir gereği olduğunu ve bu denetimin de 310 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 üzerinde bir baskının yaratılması tehlikesi söz konusudur. Zira her ne kadar hâkimin ya da savcının sorumluluğunun bulunup bulunmadığı hususunda söz söylemeye yetkili son merci HSYK olsa da, bu kurulun içinde Bakan ve Müsteşarın olması, sekretarya hizmetinin 2010 Anayasa değişikliğinden önce Adalet Bakanlığı tarafından verilmesi, ayrı bir örgütü, özerk bütçesi, binası olmayan ve işleri Adalet Bakanlığı memurlarınca görülen HSYK’nın bir güvence olarak algılanmasındaki önemli engellerden biriydi.[158] 2010 Anayasa değişiklikleriyle artık kurulun kendisine bağlı bir sekretaryası ve buna bağlı olarak özerk bir bütçesi bulunmaktadır.[159] Yine disiplin cezası verilmesi gerektiğini belirterek isnatta bulunan makamın, hüküm veren organ içinde yer alması, o organın tarafsızlığından kuşku duyulmasına neden olabilir.[160] Soruşturmanın adalet işleri müfettişlerince yapılması halinde, soruşturmanın nesnel olup olmadığıyla ilgili olarak ikinci sorunu müfettiş raporları oluşturmaktadır. Zira müfettişler muvafakatleri alınmak suretiyle Adalet Bakanı, Cumhurbaşkanı ve Başbakanın imzasını taşıyan müşterek kararla atanmaktadırlar. (HSK m. 37). Adalet Bakanının inisiyatifi doğrultusunda ise müfettişlerin müfettişlik görevinden alınması söz konusu olmaktadır. Adalet Bakanlığı merkez, bağlı ve ilgili kuruluşlarındaki hizmetlerde çalışan, Müsteşar dışındaki hâkimler ve savcılar, Adalet Bakanının teklifi doğrultusunda, Bakanlık hizmetlerinde kazanmış oldukları haklar korunarak, idari yargıdan gelmiş olanlar idari yargıda, adli yargıdan gelmiş olanlar adli yargıda, durumlarına göre HSYK tarafından uygun görülecek hâkimlik ve savcılık görevlerine en çok otuz gün içerisinde atanırlar. (HSK m. 38). HSYK’nın buradaki yetkisi, bir takdir yetkisi ya da onama yetkisi olmayıp, Adalet Bakanının teklifi doğrultusunda atamanın gerçekleştirilmesi şeklindedir.[161] Bu nedenle ancak idari yargı yerlerince yapılacağının açık olduğunu belirterek kararı bozmuştur. Bkz. D. 4. D. E. 2006/1584 K. 2006/3420 T. 13.6.2006 (www.kazanci.com) [158] ALİEFENDİOĞLU, Yılmaz, Anayasa Yargısı ve Türk Anayasa Mahkemesi, Yetkin Yayınları, Ankara 1996, s. 162-163. [159] ÖZBUDUN, s. 386. [160] İNCEOĞLU, Yargı, s. 333-334; ÇELİK, s. 351. [161]“…Adalet Bakanlığı merkez teşkilatında çalışan müsteşar dışındaki hâkim ve savcılara yönelik Adalet Bakanının teklifi üzerine Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu, 30 gün içinde atama yapmak zorunda olup; Kurulun Bakanın teklifini irdeleme, gerektiğinde yerinde görmeme yetkisi bulunmamaktadır. Bir başka deyişle, Adalet Bakanının merkez teşkilatında çalışan hâkimler ve savcılar için Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kuruluna yaptığı teklif, ilgili hâkim veya savcının merkez teşkilatında bulunduğu görevden alınması sonucunu doğuran kesin nitelikte bir idari işlemdir. Olayda, Adalet Bakanlığı Teftiş Kurulunda Müfettiş olarak görev yapan davacı, Adalet Bakanlığı’nın teklifi üzerine müfettişlik görevinden alınmış, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca çıkartılan 2003 yılı Temmuz Dönemi Hâkim-Savcı Atama Kararnamesi ile Ankara Cumhuriyet Savcılığına atanmıştır. Bu durumda, davacının müfettişlikten alınması yolundaki Adalet Bakanlığı teklifinin, iptal davasına konu edilebilecek kesin ve icrai bir işlem niteliğini taşıdığı açık olduğundan, anılan teklifin; atamaya esas somut 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 311 HAKEMLİ Arş. Gör. Eylem BAŞ HAKEMLİ Hâkimlerin ve Savcıların Disiplin Yönünden Soruşturulmaları ve İşledikleri Suçlar Nedeniyle Yargılanmaları HSYK’nın yürütmenin bir parçasıymış gibi faaliyet gösterdiğinin söylenmesi mümkündür ve bu durum HSYK’nın hazırladığı raporların nesnelliklerini de tartışmalı hale getirmektedir. HSYK, dosya üzerinden inceleme yaptığından, müfettiş raporları yalnızca Adalet Bakanının kararında değil, aynı zamanda HSYK’nın karar verme sürecinde de etkili olmaktadır.[162] Disiplin usulü, hâkimin ya da savcının davranış ilkelerinin her türlü ihlali halinde devreye giren bir mekanizma şeklinde düşünülmemelidir. Zira disiplin mekanizması esasında daha ağır ihlal hallerinde devreye girebilecek bir mekanizmadır. Örnek olarak etik olarak doğru kabul edilmese de disiplin yaptırımını gerektirecek kadar ağır olmayan davranışlar gösterilebilir. Disiplin mekanizmasının, yargı bağımsızlığına özellikle de yürütmenin yargıya müdahale etmeyecek şekilde işlemesi ve düzenlenmesi gereklidir. Soruşturmayı başlatırken objektif bir şekilde hareket edilmesi, bu organ önünde savunma haklarının korunması, sınırlı ölçüde de olsa şeffaflığın sağlanması, disiplin kararlarına karşı yargı yolunun açık olması gereklidir.[163] Ancak HSYK’nın çalışmalarında açıklık ve saydamlık yoktur.[164] 5. DİSİPLİN CEZALARINDA ZAMANAŞIMI VE AF Meslekten çıkarma ve yer değiştirme cezalarını gerektiren eylemler hariç olmak üzere, HSK uyarınca disiplin soruşturmasını gerektiren eylemlerin işlenmesinden itibaren üç yıl geçmiş ise disiplin soruşturması açılamaz. Disiplin cezasını gerektiren eylemin işlendiği tarihten itibaren beş yıl geçmiş ise disiplin cezası verilemez. Disiplin cezasını gerektiren eylem, aynı zamanda bir suç teşkil eder ve bu suç için kanunda daha uzun bir zamanaşımı süresi öngörülmüş olur ve ceza soruşturması veya kovuşturması da açılır ise, söz konusu suç için öngörülen süreler dikkate alınır. HSYK tarafından kovuşturma sonucunun beklenmesine karar verilenler hakkındaysa, mahkeme kararının kesinleşmesinden itibaren iki yıl geçmekle ceza verme yetkisi zamanaşımına uğrar. (HSK m. 72/2 ve 3). bilgi ve belgeleri içerip içermediği, takdir yetkisinin idarece kamu yararı ve hizmet gerekleri yönünden yerinde kullanılıp kullanılmadığı açısından yargısal denetime tabi tutulması gerekirken Mahkemece yapılan nitelendirmede ve davanın usulden reddi yolundaki kararda hukuki isabet görülmemektedir...” D. 5. D. E. 2003/6399 K. 2004/3046 T. 28.6.2004 [162] İNCEOĞLU, Yargı, s. 334. [163] İNCEOĞLU, Yargı, s. 353-354. [164] TANÖR/YÜZBAŞIOĞLU, s. 459. 312 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 Genel ve özel af, kural olarak disiplin suçlarına ve cezalarına etki etmez.[165] Ancak sırf disiplin cezalarına yönelik af çıkarılması mümkün olduğu gibi, adli cezalar bakımından çıkarılmış olan af kanunları da disiplin cezalarını kapsamına alabilir. Bu durumda verilen disiplin cezaları, disiplin cezalarının geri alınması ya da mahkemece iptal edilmesiyle aynı sonucu doğurur.[166] Soruşturma aşamasındaysa, soruşturma sona erdirilir. Soruşturma sona ermişse, disiplin cezası uygulanmaz. Disiplin cezası uygulanmışsa sicilden silinir.[167] Uygulamada da örneğin 3817 sayılı Memurlar ile Diğer Kamu Görevlilerinin Disiplin Cezalarının Affı Hakkında Kanun,[168] 4455 sayılı Memurlar ile Diğer Kamu Görevlilerinin Disiplin Cezalarının Affı Hakkında Kanun,[169] 5525 sayılı Memurlar İle Diğer Kamu Görevlilerinin Bazı Disiplin Cezalarının Affı Hakkında Kanun[170] ile bazı disiplin cezaları, bazı şartlar altında affedilmiştir. 6. DİSİPLİN CEZLARININ UYGULANMASI Disiplin cezaları kesinleştiği andan itibaren hüküm ifade eder ve kurul tarafından derhal uygulanır. Ancak haklarında meslekten çıkarma cezası verilenler bakımından, cezanın kesinleşmesine kadarki süreçte görevden uzaklaştırma tedbiri uygulanır. Bu süre içinde hâkimlere ve savcılara aylıklarının ve ödeneklerinin yarısı ödenir. Haklarındaki görevden uzaklaştırma tedbiri kaldırılan hâkimler ya da savcılar, görevlerine iade edilmeleriyle veya başka bir göreve atanmalarıyla beraber, kesilmiş olan aylık ödeneklerini alırlar. Ayrıca görevden uzak kaldıkları süreler, kademe ilerlemesinde ve derece yükselmesinde değerlendirilir. Ancak görevleriyle ilgili olsun ya da olmasın meslekten çıkarmayı gerektirmeyen bir cezayla mahkûm edilen ve mahkûmiyetleri ertelenmeyen hâkimlere ve savcılara, [165] ODYAKMAZ, Zehra/KAYMAK, Ümit/ERCAN, İsmail, Anayasa Hukuku İdare Hukuku, Savaş Yayınevi, Ankara 2005, s. 444. [166] ERGEN, Cafer, “Memur Disiplin Affı Kanunu ve Uygulaması”, Terazi Hukuk Dergisi, Y. 1, S. 3, Kasım 2006, s. 101. Ss. 100-102. Memuriyetten çıkarma cezasına ilişkin olarak af kanunlarının etkisiyle ilgili olarak Danıştay, affın tek başına kişinin göreve alınması sonucunu doğurmayacağı görüşündedir. Danıştay’a göre idare ilgili memuru tekrar atama konusunda bağlı yetki içinde değil, açıktan atama şartları içinde takdir yetkisi içindedir. Yine bu durum memuriyetten çıkarma cezasına karşı af kanunundan evvel açılmış ve davası henüz sonuçlanmamış kişiler bakımından da geçerlidir. D.İDDK, 2010/2381 E. 12.11.2012. Kararla ilgili olarak bkz. ULUSOY, s. 162. [167] ALDEMİR, “Disiplin”, s. 72. [168] RG. 7.7.1992, S. 21227. [169] RG. 3.9.1999, S. 23805. [170] RG. 4.7.2006, S. 26218. 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 313 HAKEMLİ Arş. Gör. Eylem BAŞ HAKEMLİ Hâkimlerin ve Savcıların Disiplin Yönünden Soruşturulmaları ve İşledikleri Suçlar Nedeniyle Yargılanmaları kesilmiş olan aylık ve ödenekleri ödenmez ve infaz edilen hükümlülük süreleri kademe ilerlemesinde ve derece ilerlemesinde değerlendirilmez. Hâkim ya da savcı hakkında verilen mahkûmiyet hükmünün ertelenmesi, aynı fiilden dolayı verilen disiplin cezasının uygulanmasına engel teşkil etmez. Yine ceza hukukunda geçerli olan hapis cezasının ertelenmesi, disiplin hukukunda geçerli değildir. Disiplin cezalarının ertelenmesi söz konusu olmaz.[171] C. YENİDEN İNCELEME, İTİRAZ VE YARGI YOLU İkinci dairece verilen disiplin cezalarına dair kararın tebligatları Genel Sekreterlik tarafından gerçekleştirilir. İkinci dairenin disiplinle ilgili olarak verdiği kararlar, ilgili hâkimin ya da savcının kendisine tebliğ edilir. Bu kararlara karşı HSYKK m. 33 gereğince yeniden inceleme ve itiraz yolunun kullanılabilmesi için, kararlar UYAP ortamında Başkana gönderilir. Ancak hâkimlere ve savcılara, savunmaları alınmadıkça haklarındaki şikâyet ve ihbar üzerine verilen kararlar tebliğ edilmez. Disipline ilişkin kararlar, kişisel verilerin korunması kaydıyla kurulun internet sitesinde yayınlanmaktadır.[172] Verilen disiplin cezalarına karşı kanun yoluna benzer idari itiraz yolları bulunmaktadır. Ancak disiplin cezasını veren idari makamın kararına karşı bir itiraz gerçekleştirilecekse, bunun disiplin cezasını veren makamdan başka bir makam olması gereklidir. İYUK m. 11/1’de ilgililer tarafından idari dava açılmadan önce, idari işlemin kaldırılmasının, geri alınmasının, değiştirilmesinin veya yeni bir işlem yapılmasının, üst makamdan, üst makam yoksa işlemi yapmış olan makamdan istenebileceği öngörülmüştür. Bu hükmün, her ne kadar disiplin hukukunda geçerli olmadığı belirtilse de,[173] hâkimler ve savcılar bakımından öngörülen yeniden inceleme yolu bakımından geçerli olduğu görülmektedir. Hâkimler ve savcılar hakkında verilen disiplin cezalarına ilişkin karara karşı kanun yollarıyla, kanun yolarına başvuru usulü ve esasları HSK m. 73 ve HSYKK m. 33’te düzenlenmiştir. Bu iki madde birlikte yorumlandığında [171] ALDEMİR, “Disiplin”, s. 79. [172] 2461 sayılı HSYKK m. 16’da kurulda yapılan işlemlerin ve bunlarla ilgili görüşmelerin gizli olduğu düzenlenmişti. Yine 45 sayılı Yüksek Hâkimler Kurulu Kanunu m. 35/3’te de Yüksek Hâkimler Kurulunda yapılan işlemler ve bunlarla ilgili görüşmeler ve yazıların gizli olduğu öngörülmüştü. (Bkz. RG. 25.4.1962, S. 11091). Bu hüküm HSYK tarafından alınan kararların gerekçelerinin de gizli tutulması şeklinde yorumlanmaktaydı ve kararın sadece hüküm kısmı ilgilisine açıklanmaktaydı ve bu kararlar ilgilisine dahi gönderilmemekteydi. Bkz. İNCEOĞLU, Yargı, s. 343. [173] YILDIRIM, Ramazan, s. 104. 314 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 hâkimlerle ve savcılarla ilgili olarak verilen disiplin kararlarına karşı yeniden inceleme, itiraz ve yargı yolu olmak üzere üç çeşit kanun yolu öngörülmüştür. Hâkimler ve savcılar hakkında verilen disiplin cezalarına karşı, kararın tebliğinden itibaren, Adalet Bakanı veya ilgililer, tebliğ tarihinden itibaren on gün içinde, bir defa daha kararı veren daireden kararın yeniden incelenmesi talebinde bulunabilirler. (HSK m. 73/1, HSYKK m. 33/2). Yeniden inceleme talebi üzerine Başkan veya ilgililer, tebliğ tarihinden itibaren on gün içinde, Genel Kurula itiraz edebilirler. Genel Kurulun, bu itiraz üzerine verdiği kararlar kesindir.[174] Disipline ilişkin kararlara karşı da şikâyetçilerin yeniden incelemeyi talep etme ve itiraz hakları bulunmaktadır. (HSYKK m. 33/4). Bu durumda ikinci daire, gereken incelemeyi yaparak kararı verir. (HSK m. 73/2). Genel Kurul, Kurulun yirmi iki asıl üyesinden oluşur ve dairelerin kararlarına karşı yapılan itirazları [174] Hâkimler ve Savcılar Yüksek Genel Kurulunun toplantı günlerini Adalet Bakanı tespit eder. BKDYDK m. 35 ile değiştirilmeden evvel Genel Kurul, her yılın ocak ayının onuncu işgünü kendiliğinden toplanarak, yıllık olağan toplantı günlerini tespit etmekteydi. (RG. 18.12.2010, S. 27789). Söz konusu değişikliğin anayasaya aykırı olduğu ve bu nedenle iptalinin ve yürürlüğünün durdurulması yönündeki talebi AYM anayasaya aykırılığın bulunmadığı gerekçesiyle reddetmiştir. Bakanın gereken hâllerde veya üye tam sayısının salt çoğunluğunun, görüşülecek konuyu da belirten yazılı talebi üzerine Genel Kurulu olağanüstü toplantıya çağırması mümkündür. Söz konusu durumunda anayasaya aykırı olduğu ve bu nedenle iptalinin ve yürürlüğünün durdurulması yönündeki talebi AYM anayasaya aykırı bulmuştur ve bu durumun iptaline, iptal hükmünün, Ay. m. 153/3 ile AMKYUHK m. 66/3 gereğince, kararın RG’de yayımlanmasından başlayarak üç ay sonra yürürlüğe girmesine, karar vermiştir. Kural olarak Genel Kurul, üye tam sayısının salt çoğunluğuyla toplanır. (BKDYDK m. 35 ile değiştirilmeden evvel Genel Kurul en az on beş üyeyle toplanmaktaydı ve üye tamsayısının salt çoğunluğuyla karar almaktaydı. (RG. 18.12.2010, S. 27789)) ve üye tam sayısının salt çoğunluğuyla karar alır. Toplantının gündemi de bakan tarafından, (BKDYDK m. 35 ile değiştirilmeden evvel Genel Kurul toplantı gündemi, Bakan tarafından, Başkanvekilinin de görüşü alınarak, işin önemine, ivedi veya süreli oluşuna göre düzenlenmekteydi. (RG. 18.12.2010, S. 27789)) işin önemine, ivedi veya süreli oluşuna göre düzenlenir. Gündemle ifade edilen, toplantının yapılacağı gün ve saatin, Kurulda görüşülecek işlerin ve sırasının gösterilmesidir. Gündemde değişiklik yapılması; ancak gündemin düzenlenmesinden sonra ivedi ve süreli işlerin ortaya çıkması durumuna özel olarak ve toplantı gününden en az bir gün evvel Başkanın veya üyelerden birinin yazılı talebi üzerine Genel Kurul üye tam sayısının salt çoğunluğunun kararının varlığı halinde mümkündür. İvedi ve süreli olmayan taleplerse bu suretle ele alınamaz. Gündemdeki işlerden birinin sırasından evvel ya da sonrasında görüşülmesi, ertelenmesi veya gündemden çıkarılması da aynı usule tabidir. (HSYKK m. 29). Söz konusu hallerin de anayasaya aykırı olduğu ve bu nedenle iptalinin ve yürürlüğünün durdurulması yönündeki talebi AYM Anayasaya aykırılığın bulunmadığı gerekçesiyle reddetmiştir. Bkz. AYM, 2014/57 E. 2014/81 K. 10.4.2014 T. (RG. 14.5.2014, S. 29000). 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 315 HAKEMLİ Arş. Gör. Eylem BAŞ HAKEMLİ Hâkimlerin ve Savcıların Disiplin Yönünden Soruşturulmaları ve İşledikleri Suçlar Nedeniyle Yargılanmaları inceleyip karara bağlar.[175] Kurul üyeleri hakkındaki suç soruşturması ile disiplin soruşturma ve kovuşturma işlemlerine ilişkin olarak ise HSYKK tarafından verilen görevleri yerine getirir. (HSYKK m. 7/2-e).[176] Ayrıca adli ve idari yargı hâkimlerini ve savcılarını mesleğe kabul etme, atama ve nakletme, geçici yetki verme, yükselme ve birinci sınıfa ayırma, kadro dağıtma, meslekte kalmaları uygun görülmeyenler hakkında karar verme, disiplin cezası verme, görevden uzaklaştırma ile hâkimler ve savcılar hakkında denetim, araştırma, inceleme ve soruşturma yapılması konularına münhasır olmak üzere yönetmelik çıkarır ve genelge düzenler.[177] (HSK m. 7/2-ı). Hem yeniden inceleme hem de itiraz yönündeki irade isteğe bağlıdır.[178] İdarenin taraf olduğu bazı uyuşmazlıkların idari yargının önüne gitmeksizin çözümlenmesinin öngörülmesi mümkündür. Böylece idarenin içinde uzmanlaşma sağlanarak kişinin çıkarlarının kendisi tarafından savunulması, idarenin de hizmeti aksatmadan yürütmesi ve böylece sorunların çözülmesi sağlanmaktadır.[179] İkinci dairenin yeniden inceleme talebi üzerine verdiği [175] BKYDK m. 24 ile yürürlükten kaldırılmadan evvel Genel Kurulun, Dairelerden birine gelen ve olağan çalışmalar ile karşılanamayacak oranda artan işlerden bir kısmını diğer bir daireye vermek yönünde yetkisi bulunmaktaydı. Söz konusu kanunla bu yetki tümüyle kaldırılmıştır. Bu kaldırmanın anayasaya aykırı olduğu ve bu nedenle de iptaline ve yürürlüğünün durdurulması yönündeki AYM’nin önüne getirilen talep AYM tarafından anayasaya aykırı bulunmayarak talebin reddine karar verilmiştir. AYM, 2014/57 E. 2014/81 K. 10.4.2014 T. (RG. 14.5.2014, S. 29000). [176] BKYDK m. 24 ile HSKKK’da değişiklik yapılmadan önce HSYK, Kurul üyeleri hakkındaki suç soruşturmasını, disiplin soruşturmasını ve kovuşturma işlemlerini yürütmek ve bu konuda gerekli kararları vermekle görevliydi. Bkz. 16.12.2010, S. 27789. Bu değişikliğin anayasaya aykırı olduğu ve bu nedenle de iptalinin ve yürürlüğünün durdurulması yönündeki talep AYM tarafından anayasaya aykırı olmaması nedeniyle reddedilmiştir. AYM, 2014/57 E. 2014/81 K. 10.4.2014 T. (RG. 14.5.2014, S. 29000). [177] Genel Kurulun söz konusu yönetmelik ve genelge çıkarma yetkisi herhangi bir şekilde kısıtlanmamıştı ve görev alanına ilişkin her türlü yönetmelik çıkarmak ve genelge düzenlemek yetkisine sahip bulunmaktaydı. Bkz. RG. 18.12.2010, S. 27789. . Bu değişikliğin anayasaya aykırı olduğu ve bu nedenle de iptalinin ve yürürlüğünün durdurulması yönündeki talep AYM tarafından anayasaya aykırı olmaması nedeniyle reddedilmiştir. AYM, 2014/57 E. http://www.anayasa.gov.tr/Gundem/Detay/559/559.pdf [178]“Anılan 25 inci maddenin 4 üncü fıkrası “Derecelerini durumlarına uygun bulmayanlar, yönetmelikte gösterilecek usullere göre ve 10 gün içinde oda meclislerine itiraz edebilirler” hükmünü taşımaktadır. Bu hüküm ilgililere, yönetim kurulunca bu konuda verilecek kararlara karşı istekleri halinde bir başka organa itiraz edebilme olanağı yaratmak için konulmuştur. Tümcenin sonundaki, itiraz edenler ifadesi yerine “itiraz edebilirler” ifadesinin kullanılması da bu görüşü doğrulamaktadır. Amacı bu olan başvuru yolunu Anayasa ile kişilere tanınan dava hakkını ortadan kaldırır bir biçimde yorumlamak ve başvuru yoluna gidilmemesi halinde dava açılamayacağını düşünmek hukuka aykırı düşecektir.” DİDDGK, E. 1989/245, K. 1989/162, T. 17.11.1989 (www.kazanci.com). [179] YILDIRIM, Ramazan, s. 106. 316 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 kararlara karşı, Adalet bakanı ya da ilgililer tebliğ tarihinden itibaren on gün içinde Genel Kurul’a itiraz edebilir. İtiraz üzerine verilen kararlarsa kesindir. (HSYKK m. 33/3). Disipline ilişkin kararlara karşı şikâyetçilerin de itiraz hakları bulunmaktadır. (HSYKK m. 33/4). Ancak ikinci dairede disiplin soruşturmasıyla ilgili olarak sunum yapanlar, aynı konunun itiraz sebebiyle Genel Kurulda görüşülmesi esnasında bu görevi gerçekleştiremezler. Yeniden inceleme ve itiraz talebini içeren dilekçeler, Genel sekreterliğe ya da Genel sekreterliğe gönderilmek üzere Cumhuriyet Başsavcılıklarına, adli yargı ilk derece mahkemesi adalet komisyonu başkanlıklarına, bölge idare mahkemesi başkanlıklarına ya da yurtdışında Türk konsolosluklarına verilebilir. Sürelerin hesabında, dilekçenin genel sekreterlikçe ya da Genel sekreterliğe ulaştırılmak üzere belirtilen dilekçelerin verilebileceği mercilere kayıt altına alındığı tarih esas alınır. HSYK İkinci dairesi ya da genel kurulu, yeniden inceleme ya da itiraz üzerine yapmış olduğu değerlendirme neticesinde hukuka aykırı olduğu açıkça belli olan disiplin cezalarını geri alarak geçmişe etkili şekilde ortadan kaldırabilir.[180] Hakkında disiplin cezası verilen hâkimin ya da savcının bu cezası bağımsız bir organ tarafından gözden geçirilmelidir. Zira bağımsız bir adli gözden geçirmenin olmadığını bilen hâkimlerin ve savcıların, kendi bağımsız yargı anlayışları yerine konjonktüre göre hareket etmeleri söz konusu olur.[181] Hakkında meslekten çıkarma cezası verilen hâkim ya da savcı, yeniden inceleme ve itiraz yollarına başvurduktan sonra idarenin açık ya da zımni cevabını beklemeden idari yargıya başvurursa, başvuru idari merci tecavüzü nedeniyle reddedilerek, yeniden incelemeyi ya da itirazı inceleyecek kuruma gönderilmelidir. Ancak bu kişi idari başvuru süresi içinde disiplin hukukuna ilişkin kurullara başvurursa örneğin lehine bir sonuç çıkmayacağını düşünürse, isteğe bağlı idari başvuru yolunun kullanılmaması doğrudur.[182] Ancak Danıştay disiplin hukukuna ilişkin kurullara itiraz edilmeyen kararların kesinleşmediği gerekçesiyle aksi yönde düşünmektedir.[183] Yeniden inceleme ve itiraz süreleri geçmesine rağmen dava [180] ALDEMİR, “Disiplin”, s. 78. [181] TÜRKİYE CUMHURİYETİN HÂKİM VE AVUKATLARIN BAĞIMSIZLIĞI, s. 98-99. [182] YILDIRIM, Ramazan, s. 189. [183]“…1136 sayılı Avukatlık Yasasının 157. maddesinde Disiplin Kurulu kararlarına karşı, cumhuriyet savcısı ve ilgililerin tebliğ tarihinden itibaren otuz gün içinde Türkiye Barolar Birliği Disiplin Kuruluna itiraz edebilecekleri, aynı maddenin 5. fıkrasında Birlik disiplin kurulunun inceleme konusu kararın onanmasına veya kovuşturmanın derinleştirilmesi için kararın bozularak dosyanın ilgili baroya gönderilmesine karar verebileceği gibi yeniden incelemeyi gerektirmeyen hallerde uygun görmediği kararı kaldırarak işin esası hakkında karar verebileceği veya verilmiş olan kararı düzelterek onaylayabileceği. 6. fıkrasında da birlik disiplin kurulunun para cezalarına ilişkin kararlarının kesin olduğu Adalet Bakanlığı onayına tabi olmadığı kurala bağlanmıştır. 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Yasasının 14/3-b 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 317 HAKEMLİ Arş. Gör. Eylem BAŞ HAKEMLİ Hâkimlerin ve Savcıların Disiplin Yönünden Soruşturulmaları ve İşledikleri Suçlar Nedeniyle Yargılanmaları açma süresi içinde idari yargıya başvurulursa idari merci tecavüzü söz konusu olmaz ve başvurunun idari yargıda incelenmesi gerekir. Aksi halde isteğe bağlı olmasıyla çelişen bir durum söz konusu olur. Ancak Danıştay aksi yönde görüşe sahiptir ve bu durumda dava dosyasını ilgili idari mercie göndermektedir.[184] Dava açma süresi, özel kanunlarında ayrı süre gösterilmeyen hallerde Danıştay’da ve idare mahkemelerinde altmış gündür. (İYUK m. 7/1). Kurulun meslekten çıkarma haricindeki örneğin düzenleyici işlem niteliğindeki kararlarına karşı yargı yolunun kapatılması, HSYK’nın uygulama yetkisine sahip olduğu kanunların anayasaya uygunluk denetimini soyut norm denetimi bakımından değil ama somut norm denetimi bakımından ortadan kaldırmaktadır.[185] Hakkında disiplin cezası verilmesi istenen hâkimin ya da savcının bu cezanın yeniden incelenmesini isteme ve bu cezaya itiraz hakkı bulunmaktadır. Her ne kadar hakkında meslekten çıkarma cezası verilmesi hariç, disiplin cezası verilen hâkimin ya da savcının mahkemeye başvurma hakkı bulunmasa da şayet yeniden incelemenin ve itirazın yapıldığı yer bağımsız ve tarafsız bir niteliğe sahipse, bu halde yargı yolunun kapalı olmasının ciddi bir sorun yaratmayacağı söylenebilir. Ancak yeniden incelemeyi gerçekleştirecek olan yine ikinci dairedir. Yeniden inceleme üzerine başvurulan itiraz yolundaysa, Genel Kurul, ilk kararı veren kuruldan tümüyle farklı bir oluşuma sahip bulunmamaktadır. Zira itirazı ele alan kurulun içinde ikinci dairenin asıl üyeleri de yer almaktadır. Yani ilk kararı veren üyeler, itirazı karara bağlayan kurulda da bulunmaktadır. Bu yüzden, ikinci dairenin tarafsız bir yargı yeri olarak değerlendirilmesi mümkün bulunmamaktadır ki AİHM’in görüşü de bu yöndedir. Savcı Sacit Kayasu, düşüncesini açıklamaktan ötürü,[186] kendisine uygulanan disiplin cezamaddesinde dilekçelerin “idari merci tecavüzü” yönünden de ilk incelemeye tabi tutulacağı 15/1-e maddesinde de idari merci tecavüzü halinde dilekçelerin görevli idare merciine tevdiine karar verileceği aynı maddenin 2. fıkrasında dilekçelerin görevli mercie tevdii halinde, Danıştay’a veya ilgili mahkemeye başvurma tarihinin merciine başvurma tarihi olarak kabul edileceği kuralı yer almaktadır. Bu kurallara dayanılarak dava konusu ... Barosu Disiplin Kurulu kararına karşı Türkiye Barolar Birliği Disiplin Kuruluna itiraz edilmesi ve karar buradan geçip kesinleştikten sonra idari yargı yoluna başvurulması gerektiği açıktır…” D. 8. D. E. 1995/1883 K. 1997/579 T. 19.2.1997 (www.kazanci.com) [184] İlgili karar metni için bkz. D. 8. D., E. 1987/23, K. 1987/114 , T. 10.3.1987 (YILDIRIM, Ramazan, s. 190-191.). [185] YILMAZ, s. 111-113. [186] Savcı Sacit Kayasu, vatandaş sıfatıyla, 1961 Anayasası ile kurulan Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne karşı ihtilal yaptıkları gerekçesiyle 12 Eylül 1980 askeri darbesini gerçekleştiren eski generaller Kenan Evren, Sedat Celasun, Nurettin Ersin, Nejat Tümer ve Tahsin Şahinkaya hakkında Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi Savcısına şikâyette bulunmuştur. 318 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 larına itiraz etmek için iç hukukta başvuru yolu bulunmamasından ve anayasa uyarınca HSYK kararlarına karşı yargı yolunun kapalı olmasından şikâyetçi olarak AİHM’e başvurmuştur. AİHM, Ay. m. 129 gereğince memurlara ilişkin uyarma ve kınama gibi disiplin cezası kategorisinin yargı denetimi dışında bırakıldığını ve Ay. m. 159 gereğince HSYK kararlarına karşı herhangi bir yargı merciine başvurulamayacağını belirtmiştir. Yine bu kararında “HSYK iç yönetmeliği uyarınca itirazları inceleme kurulunun[187] asil ve yedek olmak üzere on bir HSYK üyesi ile Adalet Bakanlığı Müsteşarı’ndan oluştuğunu ve kararlarını oy çokluğuyla aldığını gözlemlemektedir. AİHM, kınama cezası verdiğinde HSYK’nın genel kurul şeklinde teşekkül ettiğini tespit etmektedir. Bir başka deyişle başvuranın itirazını görüşen Kurul üyeleri itiraz edilen kararı verenlerle aynı kişilerdi. Meslekten ihraç kararı ise dördü ihtilaflı kararı veren Kurul üyesi olan dokuz kişiden müteşekkil bir kurul tarafından incelenmişti. Bu koşullarda, başvuranın itirazını inceleyen oluşumu itibariyle HSYK’nın Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğü tarafından başvuran hakkında idari soruşturma başlatılarak, 9 Şubat 2000 tarihinde dosya HSYK’ya gönderilmiştir. HSYK, başvuranın savunmasını almış ve 30.3.2000 tarihinde, HSK m. 65/a gereğince Kayasu’nun ifadelerinin devletin istikrarı ve bekası için çalışan bazı devlet adamlarına karşı hakaret niteliği taşıdığını belirterek Kayasu’ya kınama cezası vermiştir. Bunun üzerine 17.4.2000’de karar düzeltme talebinde bulunan Kayasu hakkında karar düzeltme yapılmamıştır. 24.5.2000’de Kayasu karara itiraz etmiş, 3.7.2000’de HSYK İtirazları İnceleme Kurulu’nca kararın yerinde olduğu gerekçesiyle Kayasu’nun itirazı reddedilmiştir. Kayasu hakkında aynı zaman ceza soruşturması ve kovuşturması da başlatılmış ve Yargıtay 9. Ceza Dairesi, 11.12.2002 tarihli nihai kararı ile Ceza Genel Kurulu’nun 16.4.2002 tarihli kararına uymuş ve Kayasu’yu 765 sayılı TCK m. 159 gereğince tahkir ve tezyif suçundan on ay hapis cezasına çarptırmış, söz konusu ceza para cezasına çevrilmiştir. 20.4.2000 tarihinden itibaren HSK m. 77 gereğince savcılık görevinden uzaklaştırılmıştır. Kayasu’nun karar düzeltme başvurusunu HSYK 1.5.2003 tarihli kararıyla reddetmiştir. 27.2.2003 tarihinde HSYK, HSK m. 69 gereğince Kayasu’nun savcılık görevinden azledilmesine karar vermiştir. Kayasu, 29.5.2003 tarihinde bu son karara karşı HSYK İtirazları İnceleme Kurulu’na itiraz ederek HSYK’nın kararının gerekçesinin kendisine tebliğ edilmediğini ve bu nedenle savunma hakkından yoksun bırakıldığını ifade etmiştir. Yapılan bu itiraz reddedilmiştir. Kayasu, 1136 sayılı Avukatlık Kanunu m. 5/1-b gereğince hakkında kesinleşmiş bir disiplin kararı sonucunda hâkim olma niteliğini kaybettiğinden avukatlık da yapamamaktadır. Bkz. KAYASU/TÜRKİYE, (Başvuru no: 64119/00 ve 76292//01), 13.11.2008. [187] 2461 sayılı HSYKK’da Kurul kararlarına karşı iki aşamalı bir itiraz sistemi öngörülmüştü. İlgili Kanun m. 11 gereğince Kurul kararının tebliğinden itibaren on gün içerisinde Adalet Bakanı veya ilgililer, kararın bir defa daha incelenmesini Kuruldan isteyebilir. Bu halde Kurul, gerekli incelemeyi yaparak kararını verir. HSYKK m. 12 gereğince kurul tarafından verilen yeniden inceleme sonucu verilen kararlara karşı ilgililer tebliğ tarihinden itibaren on gün içinde itirazda bulunabilir. İtiraz; Adalet Bakanının, onun yokluğunda Başkanvekilinin Başkanlığında seçimle gelen asıl ve yedek üyelerden oluşan, İtirazları İnceleme Kurulunca incelenerek sonuçlandırılır. Bu Kurulun toplantılarına Başkan hariç en az altı üyenin katılması ve kararın, katılanların çoğunluğu ile alınması şarttır. İtiraz üzerine verilen karar kesindir. Bu karar hakkında başka bir idari ya da kazai mercie başvurulamaz. 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 319 HAKEMLİ Arş. Gör. Eylem BAŞ HAKEMLİ Hâkimlerin ve Savcıların Disiplin Yönünden Soruşturulmaları ve İşledikleri Suçlar Nedeniyle Yargılanmaları tarafsızlığı ciddi biçimde tartışmaya açıktır. Üstelik HSYK iç yönetmeliğinde itirazları inceleme kurulunda görev yapan üyelerin tarafsızlığını güvence altına alacak nitelikte hiçbir tedbir öngörülmemektedir.” diyerek, AİHS m. 13’ün m. 10 ile bağlantılı olarak ihlal edildiği hükmüne varmıştır.[188] AİHM’in disiplin cezası da olsa, öngördüğü kriterler gereği caydırma ve bastırma yani cezalandırma amacı bulunan ve muhatabının üzerinde oldukça ağır etkiler doğuran idari yaptırımları AİHS m. 6 ve m. 13’e aykırı görerek, ihlal kararı verdiği görülmektedir. Ancak söz konusu durumun varlığına karşın şayet iç hukukta etkin bir başvuru yolu varsa -ki bu yolun yargısal yol olması gerekli değildir- ihlal kararı verilmemektedir. Ancak Türkiye’deki mevcut hukuk düzeni bakımından disiplin cezasının içeriğine etki eden baştaki eksikliklerin ya da sorunların sonradan üst makama ya da yargı merciine başvuru üzerine telafi edilmesi mümkün görünmemektedir.[189] AİHM, doğrudan devlet makamlarının, kamu otoritesinin kullanımıyla ilgili görevlerde çalışan kamu görevlileri hakkında, bu kişilerin görevleriyle ya da idareyle olan uyuşmazlıklarıyla ilgili olarak verilen disiplin cezalarının, AİHS m. 6’nın dışında olduğunu belirtmektedir.[190] Yine AİHM, benzer bir kararında ayrıca iki yeni koşulla bu durumu genişletmiştir. İlki aleyhine başvuruda bulunan devletin, ulusal hukukunda mahkemeye ulaşmayı, bu kişiler bakımından açıkça engellemesidir. İkincisiyse mahkemeye ulaşma hakkının engellenmesinin devletin çıkarlarının bir gereği olmasıdır.[191] Birleşmiş Milletler, Yargı Bağımsızlığına Dair Temel Prensipler’in[192] 17. Prensibinde mesleki sıfatları nedeniyle bir hâkim hakkında yapılan bir suç isnadının veya bir şikâyetin, uygun bir usule göre hızla ve adil bir şekilde takip edileceği, hâkimlerin adil olarak yargılanma hakkına sahip olduğu ve hâkim tarafından aksi talep edilmedikçe, incelemenin ilk aşamasının gizli tutulacağı belirtilmiştir. Yine 20. Prensibinde ise disiplin karalarına, geçici olarak görevden alma ya da göreve son vermeye ilişkin kararlara karşı bağımsız bir yargısal organa başvurma yolunun açık olmasının gerektiğinden bahsedilmiştir. 2002 yılında hakkındaki bir ihbar üzerine hâkim olarak görev yapan Arzu Özpınar’la ilgili olarak disiplin soruşturulması başlatılmıştır. Özpınar’ın bekâr [188] KAYASU/TÜRKİYE, (Başvuru no: 64119/00 ve 76292//01), 13.11.2008. [189] Zira idari ceza öngören işlem, esasında bu işleme karşı üst bir idari makama ya da yargı merciine yapılan başvuru üzerine bu makam ya da merci tarafından verilen karardan bağımsızdır. Bu işlemin iç hukukta hukuka uygun olup olmadığının tespitinin denetimiyle, bu işlem ve sonrasında idari ve yargısal bir sürecin bir bütün olarak AİHS’ye olan uygunluğunun denetimi birbirinden tümüyle farklıdır. Bkz. ULUSOY, s. 41, 43-44. [190] PELLEGRİN/FRANSA, 8.12.1999, Başvuru No. 28541/95. [191] VILHO ESKELINEN v.d./FİNLANDİYA, Başvuru No: 63235/00, 19.4.2007. [192] http://www.ohchr.org/EN/ProfessionalInterest/Pages/IndependenceJudiciary.aspx 320 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 olmasına karşın annesiyle birlikte yaşamadığı, görev yaptığı yerdeki bir avukatla ve birçok erkekle de yakın ilişki içinde olduğu, bu avukatı kayırdığı, çalışma saatlerine uyum göstermediği, mini etek giydiği, aşırı derecede makyaj yaptığı, tutuklu bir kişiyi serbest bıraktığıyla ilgili olarak hakkında müfettiş raporu düzenlenmiştir. 6.11.2003 tarihinde Özpınar, HSYK tarafından görevinden alınmıştır ve bu karar Özpınar’a tebliğ edilmiştir. 12.11.2003’te Özpınar bekâret raporu alarak bu belgeyle yeniden inceleme talep etmiştir. 20.11.2003’te ise bu talep HSYK tarafından reddedilmiştir. 12.1.2004’te bu karara itiraz etmiş ve 19.1.2004’te itiraz talebi reddedilmiştir. AİHM, burada yine AİHS m. 6 bakımından inceleme yapmayıp, özel hayatın gizliliğini düzenleyen m. 8 ve etkili başvuru yolunu öngören m. 13 bakımından incelme yapmıştır. AİHM, müfettiş tarafından yürütülen disiplin soruşturması kapsamında özel hayatın sorgulanmasının ve bunun idari sonuçlar doğurmasının, Özpınar’ın özel hayatının gizliliğinin ihlali olduğunu belirtmiştir. Yine görevden alınma kararı verilmeden önce ne müfettiş ne de HSYK başvuranın savunmasını bizzat kendisinden dinlemiştir. Gerçekleşen tek duruşmanın, son aşamada yani HSYK’nın itirazları inceleme kurulunun toplantısı sırasında yapılması karşısında hayrete düştüğünü belirten AİHM, Kayasu davasına atıfta bulunarak m. 13’ün de ihlal edildiğini belirtmiştir.[193] HSYK’nın meslekten çıkarma haricindeki kararlarının yargı denetimi dışında bırakılması, HSYK’nın keyfi hareket etmesine neden olmaktadır.[194] İtiraz üzerine verilen kararlar, kesin nitelik taşır. Artık bu kararlar aleyhine bir başka idari makama hukuki açıdan etkili olacak şekilde bir başvuru yapılamaz. Meslekten çıkarma cezası bakımından da bu durum geçerlidir. Ancak bu halde itiraz üzerine verilen karar, ilgilisine tebliğinden itibaren durmuş olan dava açma süresini yeniden başlatır.[195] Meslekten çıkarma kararı haricindeki kararları, yargı denetimi dışında bulunan HSYK’nın, neredeyse tümü idari nitelikte olan kararlarına karşı yargı yolunun kapatılmasıyla, adaleti dağıtmakla yükümlü hâkimlerin ve savcıların kendileri hakkında verilen kararlara karşı, adalet önüne gitmeleri engellenmiştir.[196] Ancak baskı yapılması kadar, yapılabilmesi yönündeki ihtimal de hâkimlerin bağımsızlığını zedeleyen bir husustur.[197] Hâkimlerin bağımsızlığına [193] ÖZPINAR/TÜRKİYE, Başvuru no: 20999/04, 19.10.2010 [194] ALİEFENDİOĞLU, s. 163. [195] YILDIRIM, Ramazan, s. 109-110, 185. [196] ERKUT, Celal, İptal Davasının Konusunu Oluşturma Bakımından İdari İşlemin Kimliği, Danıştay Matbaası, Ankara 1990, s. 162. [197] KUNTER/YENİSEY/NUHOĞLU, s. 539. 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 321 HAKEMLİ Arş. Gör. Eylem BAŞ HAKEMLİ Hâkimlerin ve Savcıların Disiplin Yönünden Soruşturulmaları ve İşledikleri Suçlar Nedeniyle Yargılanmaları yönelik müdahale esasında HSYK’dan gelmektedir. HSYK’nın söz konusu yetkileri karşısında bir hâkimin bağımsız olması muhtemel değildir.[198] HSYK tarafından hakkında kınama cezası verilen bir savcı şahsi haklarının ihlal edildiği iddiasıyla tazminat davası açmış ancak savcının bu talebi idare mahkemesince reddedilmiştir. Ankara Bölge İdare Mahkemesiyse yapılan itiraz üzerine davaya bakarak, savcının dava konusu verilen cezanın hukuka uygunluğunun denetlenmesini istemediğini, idari bir merci olan HSYK’nın idari nitelikteki kararı nedeniyle uğradığı manevi zararı tazminden kaçınmanın hukuk devletinden beklenemeyeceğini belirterek tazminata hükmetmiştir.[199] 2461 sayılı Kanun ile kurulan HSYK tarafından, haklarında meslekten çıkarma cezası verilen hâkimlerin ve savcıların, bu cezanın kaldırılması için idarî dava açmadan önce, 6087 sayılı HSYKK’nın yürürlüğe girdiği 18.12.2010 tarihinden itibaren altmış gün içinde Kurula başvurmaları gerekmekteydi. Genel Kurul, usulüne uygun yapılan başvurular üzerine, dosya üzerinden yapacağı inceleme sonunda, talep halinde, başvuranın bizzat veya vekili aracılığıyla yazılı ya da sözlü savunmasını da alarak, başvurunun kabulüne veya reddine karar vermekteydi. Başvurunun kabulü halinde; önceki kararın kaldırılmasına[200] veya hâkimlik ve savcılık mesleğine kabulde aranan niteliklerin kaybedilmemiş olması şartıyla ilgilinin hâkimlik ve savcılık mesleğine tekrar atanmasına ya da önceden verilmiş olan meslekten çıkarma cezasına konu eylem sebebiyle başka bir disiplin cezası verilmesine gerek gördüğünde eyleme uyan disiplin cezasına hükmetmekteydi. HSYK’nın verdiği söz konusu kararlara karşı (başvurunun reddi ya da kabulü de dâhil olmak üzere), Bakan veya ilgili, tebliğ tarihinden itibaren on gün içinde, Genel Kuruldan yeniden inceleme talebinde [198] GÖZLER, Kemal, Türk Anayasa Hukuku Dersleri, Ekin Yayınevi, Bursa 2013, s. 405-406. [199]Ankara Bölge İdare Mahkemesi, 14.3.1995, E. 995/747, K. 995/1242. (Bkz. GÖZÜBÜYÜK, A. Şeref/TAN Turgut: İdare Hukuku Cilt 2, Turhan Kitabevi, Ankara 2012, s. 59-60. [200] 9.11.2005 tarihinde Şemdinli’deki umut kitabevinin bombalanmasının ardından olayla ilgili olarak astsubaylar Ali Kaya ve Özcan İldeniz ve iki el bombasını kitabevine attığı ileri sürülen eski PKK’lı Veysel Ateş’in bölgeden uzaklaşmaya çalışırken aynı araçta yakalanmalarıyla ilgili olarak, iddianame hazırlayan Şemdinli Cumhuriyet Savcısı Ferhat Sarıkaya 20.4.2006 tarihinde meslekten ihraç edilmiştir. Van 3. Ağır Ceza Mahkemesinde yargılanan sanıklar hakkında mahkûmiyet kararı verilmiş, kararın temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 9. Ceza Dairesi 16.5.2007 tarihinde davanın askeri mahkemede görülmesi gerekçesiyle kararı bozmuştur. Van 3. Ağır Ceza Mahkemesi bu karara uymamıştır ancak mahkeme başkanı ve üyelerinden biri 28.6.2008 tarihinde başka illere atanmış, yeni üyelerle toplanan Van 3. Ağır Ceza Mahkemesi görevsizlik kararı vererek sanıkları tahliye etmiştir. Bkz. GÖZLER, Kemal, Türk Anayasa Hukuku Pratik Çalışmaları, Ekin Yayınevi, Bursa 2013, s. 230-231. HSYKK geçici m. 3 gereğince HSYK’ya başvuran Sarıkaya 14.4.2011’de görevine tekrar alınmıştır. http://gundem.bugun.com.tr/ferhat-sarikaya-geri-donuyor-haberi/150769 322 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 bulunabilirdi. Yeniden inceleme talebi üzerine verilen kararlarsa kesindi. Şayet başvurunun reddine ilişkin kararla ilgili olarak inceleme talebinde bulunulmuş ve de bu inceleme neticesinde bu karar kesinleşmişse, bu kesinleşen kararın iptali talebiyle ilk derece mahkemesi olarak Danıştay’a başvurulması mümkündü.[201] Bu dava, acele işlerden sayılırdı. Ancak önceki kararın kaldırılmasına veya hâkimlik ve savcılık mesleğine kabulde aranan niteliklerin kaybedilmemiş olması şartıyla ilgilinin hâkimlik ve savcılık mesleğine tekrar atanmasına ya da önceden verilmiş olan meslekten çıkarma cezasına konu eylem sebebiyle başka bir disiplin cezası verilmesine gerek gördüğünde eyleme uyan disiplin cezasına karar verilmesi durumunda söz konusu bu kararlar yargı denetimi dışında tutulmaktaydı. (HSYKK Geçici m. 3). Genel Kurulun ya da dairelerin, meslekten çıkarma cezasına ilişkin kesinleşmiş kararlarına karşı yargı mercilerine başvurulabilmesi her ne kadar mümkünse de; diğer kararları yargı denetimi dışındadır. Meslekten çıkarma kararlarına karşı açılan iptal davalarıysa ilk derece mahkemesi olarak Danıştay’da görülen davalar içindedir ve bu davalar, acele işlerden sayılır. (HSYKK m. 33/5). Ay. m. 129’da disiplin kararlarının yargı denetimi dışında bırakılamayacağı[202] ancak Silahlı Kuvvetler mensupları ile hâkimler ve savcılar hakkındaki hükümlerin saklı olduğu öngörülmüştür. Kurul tarafından verilen ve kesinleşen disiplin cezalarının, Kurul tarafından değiştirilmesi ve geri alınması mümkün değildir. Ceza ancak bir yargı kararı ya da kanunun tasarrufu ile iptal edilebilir ya da cezanın sadece disiplin cezasının ağırlığına göre belli süreler geçtikten sonra sicil dosyasından silinmesi istenebilir.[203] Kurulun meslekten çıkarma kararı dışındaki, hâkimlerin ve savcıların meslek yaşamlarını ve özlük haklarını önemli ölçüde etkileyebilecek nitelikteki kararlarının, halen yargı denetimi dışında bırakılması hukuk devleti ilkesi ve hâkimlik ve savcılık teminatıyla bağdaşmamaktadır.[204] Genel Kurul ilk kararı veren kuruldan tümüyle farklı bir oluşum yapısına sahip bulunmadığından tarafsızlık sorunu gündeme gelmektedir. Zira genel kurul daha önce de belirtildiği üzere her üç dairenin katılımıyla oluşmaktadır. [201] Bu durumun yargı içinde yaratacağı sorunlar bakımından tartışılabileceği yönünde bkz. KUMLUOĞLU/KUMLUOĞLU, s. 108. [202] 2010 değişikliğinden evvel uyarma ve kınama cezalarıyla ilgili olanlar hariç, disiplin kararlarının yargı denetimi dışında bırakılamayacağı ancak yine Silahlı Kuvvetler mensupları ile hâkimler ve savcılar hakkındaki hükümlerin saklı olduğu belirtilmişti. RG. 20.10.1982, S. 17844. Artık söz konusu saklı hükümler hariç olmak üzere uyarma ve kınama cezalarına karşı da görevli ve yetkili idari yargı merciinde iptal davası açılması mümkündür. [203] ALDEMİR, “Disiplin”, s. 79. [204] GÜNDAY, s. 52. 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 323 HAKEMLİ Arş. Gör. Eylem BAŞ HAKEMLİ Hâkimlerin ve Savcıların Disiplin Yönünden Soruşturulmaları ve İşledikleri Suçlar Nedeniyle Yargılanmaları Yine genel kurulun toplantı yeter sayısını ikinci ve üçüncü dairelerin üyeleri karşılayacak niteliktedir.[205] Ayrıca Genel Kurulun kararı beklenmeksizin HSYK’nın kararı, hâkimler ve savcılar üzerinde etki yaratabilecek niteliktedir. Örneğin birinci sınıfa ayrılma incelemesine tabi tutulan bir savcı hakkında HSYK tarafından birinci sınıfa ayrılmaya engel kınama, kademe ilerlemesinin durdurulması ve derece yükselmesinin durdurulması gibi disiplin cezası verildiği takdirde,[206] itiraz aşamasının sonucu beklenmeksizin birinci sınıfa ayrılmamasına karar verilebilmektedir.[207] Şayet alınan disiplin cezalarına bağlanmış başka hukuki sonuçlar varsa, bu hukuki sonuçların o kişiye uygulanabilmesi için söz konusu disiplin cezasının kesinleşmesi yeterlidir. Ayrıca bu hukuki sonuçların uygulanması için o disiplin cezasına karşı açılan idari davanın sonuçlanması gerekli bulunmamaktadır.[208] HSYK, idari bir kuruldur.[209] HSYK’nın kararları idari karar niteliği taşır.[210] Yani söz konusu kararlar, yargılama usulü kuralları uyarınca bir uyuşmazlığı çözümleyen yargısal kararlar değildir.[211] Verilen kararlar, kamu görevlisi olan hâkimler ve savcılar hakkındaki idari işlemlerdir. HSYK üyelerinin hâkim olması, ki kurul üyelerinin tamamı hâkimlerden de oluşmamaktadır, kararlarının yargısal nitelikte kabul edilmesi sonucunu doğurmaz.[212] 1961 Ay. m. 114 ve 1982 Ay. m. 125 gereğince idarenin her türlü işlemlerine karşı yargı yolu açıktır. Yine 1961 Ay. m. 31 ve 1982 Ay. m. 36 ve de AİHS m. 6’da kaynağını bulan hak arama hürriyeti de bunu gerektirir. 1961 Ay. m. 114 gereğince kurul kararlarına karşı yargı yolu açıktı. Ancak 1971 Anayasa değişikliğiyle beraber YHK’nın adliye mahkemeleri hâkimlerinin özlük işleri hakkında kesin karar vereceği ve bu kararlara karşı başka mercilere başvurulamayacağı, disiplin ve meslekten çıkarma kararlarınınsa bir defa daha incelenmesinin Adalet Bakanı ya da [205] ÇELİK, s. 351. [206] Hâkim ve Savcıların Derece Yükselmesi Esaslarına İlişkin Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu İlke Kararı m. 5/1-b gereğince hâkimlik ve savcılık mesleğinde bulunanların derece yükselmelerinin yapılabilmesi için; hâkimler ve savcılar hakkında, bu kimselerle ilgili yükselmelerine engel mahkeme hükmü veya disiplin cezalarının bulunmaması gerekir. Bkz. Karar No: 282/1 Karar Tarihi: 30.09.2011 [207] İNCEOĞLU, Yargı, s. 340. [208] ULUSOY, s. 108. [209]“…idari bir kurul olan Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu…” Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü, 1993/46 E. 1993/43 K. RG. 13.12.1995, S. 21789. [210] YILMAZ, s. 109; OĞURLU, s. 193. [211] ERKUT, s. 72-73. [212] YILDIRIM, Turan, İdari Yargı, Beta Yayıncılık, İstanbul 2008, s. 105. 324 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 hakkında karar verilen hâkim tarafından istenebileceği düzenlenmiştir.[213] Ancak bu değişiklik hükmü AYM tarafından iptal edilmiştir.[214] Yine Yüksek Savcılar Kurulu’nun kararları Ay. m. 137/2 gereğince kesin nitelikte olup bu kararlar aleyhine başka bir mercie başvurulamamaktaydı. Ancak disiplin ve meslekten çıkarma cezaları ile ilgili kararların bir defa daha incelenmesini Adalet Bakanı ve hakkında karar verilen Cumhuriyet Savcısı isteyebilmekteydi. Bu hüküm de AYM tarafından iptal edilmiştir.[215] 1982 Anayasasında da HSYK’nın kararlarına karşı yargı denetimine gidilemeyeceği belirtilmiştir ve 2010 Anayasa değişiklikleriyle HSYK’nın yalnızca meslekten çıkarma cezalarına ilişkin kararlarıyla ilgili olarak istisna getirilmiştir. Öngörülen bu istisna insan hakları ve hukuk [213] Bu durumun gerekçesi olarak mahkemelerin bağımsızlığının ve hâkimlik teminatının güçlendirilerek, bu kurulun tümüyle dış etkilerden korunmak istenmesi gösterilmiştir. Zira yüksek dereceli hâkimlerden meydana gelen bu kurulun kararlarına karşı başka bir teminat yolunun düşünülmesine gerek yoktur. Böylece bir hâkim ilk atanmasından emekliliğine kadar geçecek süre içinde YHK dışında hiçbir makam ve mercie muhatap olamayacak ve tam bir güven içinde görevini gerçekleştirecektir. Bkz. Millet Meclis, Dönem 8, Toplantı 2, S. Sayısı 419, Cumhuriyet Senatosu ve Millet Meclisi (430) üyesinin, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının bazı maddelerinin değişitrilmesi ve geçici maddeler eklenmesi hakkında teklifi ve anayasa komisyonu raporu, (2/558), http://yenianayasa. tbmm.gov.tr/docs/1961/1961-5/5-sirasayisi.pdf Yargı denetiminin eksikliği başlı başına bir keyfilik şüphesini doğurur. Bkz. YILMAZ, s. 109. Artık bu gerekçenin bir geçerliliğinin kalmadığı zira 2010 Anayasa değişikliğiyle yüksek yargı dışından da üyeliklerin gelmesi öngörülmüştür. Bkz. ÇELİK, s. 352. [214]“Yüksek Hâkimler Kurulunun idarî bir organ ve kararlarının da idarî karar olduğu, Yüksek Hâkimler Kurulunun kuruluşu ile ilgili yasama belgelerinde, öğretide, kazaî kararlarda ve özellikle Anayasa Mahkemesinin 15/5/1963 günlü, Esas: 1963/169, Karar: 1963/113 sayılı kararında (Anayasa Mahkemesi Kararlar Dergisi, Sayı: l, S. 285) kuşkuya yer vermeyecek kesinlikte belirtilmiştir. Anayasa’nın 144. maddesinin değiştirilmesinden önce Yüksek Hâkimler Kurulu kararlarına karşı açılan davalara Danıştay’ca bakılmıştır. Anayasada yapılan bu değişiklik, kurulun ve aldığı kararın idarî niteliğini değiştirmemiş, Anayasa’nın 1488 sayılı Kanunla değiştirilen 143. maddesi hükmü de kurulun ve aldığı kararların idarî niteliğini daha da belirgin hale sokmuştur. Gerçekten 1488 sayılı Yasa değişikliğinden önce Adalet Bakanına, sadece kurulun toplantılarına katılma hakkı verilmişken 143. maddede yapılan değişiklikle gerekli gördüğü hallerde kurula başkanlık etmek yetkisi tanınmıştır. Bir yürütme görevlisinin Mahkemeye başkanlık etmesi düşünülemeyeceğinden Yüksek Hâkimler Kurulunu yargısal bir kurul, kararlarını da yargısal bir karar saymak olanaksızdır… dava konusu kural, İnsan Hakları İlkesine aykırıdır… Cumhuriyetin hukuk devleti niteliğine ters düşer… eşitlik ilkesini bozduğu ortadadır… Anayasanın 9. maddesinde açıklanan ilkeye aykırı olduğundan iptaline…” AYM, 1976/43 E. 1977/4 K. 27.1.1977 T. (RG. 21.4.1977, S. 15916). [215] AYM, YHK ile ilgili verdiği iptal kararını da gerekçe göstererek “…488 sayılı Kanunla değişik 137. maddesinin ikinci fıkrasında: “Bu kurulun kararlan kesin olup bunlar aleyhine başka bir mercie başvurulamaz.” biçimindeki kuralın, bunlar aleyhine başka bir mercie başvurulamayacağına ilişkin bölümü, Anayasa’nın 9. maddesinde yazılı “Devlet şeklinin Cumhuriyet olduğu hakkındaki Anayasa hükmü değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez.” yolundaki biçim ilkesine aykırı olduğuna ve iptaline…” demiştir. AYM, 1977/82 E. 1977/117 K. 27.9.1977 T. (RG. 14.1.1978, S. 16169) 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 325 HAKEMLİ Arş. Gör. Eylem BAŞ HAKEMLİ Hâkimlerin ve Savcıların Disiplin Yönünden Soruşturulmaları ve İşledikleri Suçlar Nedeniyle Yargılanmaları devleti ilkeleriyle bağdaşmaz ve bu istisnanın anayasadan kaldırılması gerekir. Zira AYM’nin hukuk devleti ilkesine aykırı bulduğu bir düzenleme, yeniden anayasa hükmü haline getirilmiştir.[216] Hukuk devletinin özünde, idarenin her türlü tutum ve davranışının yargı denetimi altında olması yatmaktadır.[217] 5982 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun m. 22 ile Ay. m. 159 hükmü değişmeden evvel[218] HSYK’nın hiçbir kararına karşı yargı mercilerine başvurulamamaktaydı.[219] Ancak söz konusu değişiklikle beraber Ay. m. 159/10 uyarınca HSYK’nın meslekten çıkarma cezasına ilişkin olanlar dışındaki kararlarına karşı yargı mercilerine başvuru mümkün değildir. Bu düzenleme hukuk devleti ilkesi ve yargı bağımsızlığı açısından önemli bir eksikliktir.[220] 2010 yılındaki değişikliğe kadarki 28 yıllık bir süreçte özellikle meslekten çıkarma gibi, kişinin yaşamını maddi ve manevi bakımdan önemli derecede etkileyen kararlar alınırken, bu kararlar denetim dışı bırakılmıştır. Hem söz konusu dönemde hem de değişiklikten sonraki dönemde yargı denetiminin önünün kapatılması HSYK önünde gerçekleştirilen usulün adil yargılanmaya uygun bir şekilde gerçekleşmesini gerektirmektedir.[221] Devlet memurluğundan çıkarma cezası, memurun bir daha devlet memurluğuna atanmamak üzere memurluktan çıkartılması, meslekten çıkarma cezasıysa ilgilinin, görev yaptığı kurum veya kuruluş hizmetlerinde bir daha çalıştırılmamak üzere meslekten çıkartılmasıdır.[222] Mesleğe çıkarma kararı verildiğinde kişi bir daha mesleğe alınmamak üzere kişinin görevine son verilmektedir. Bu cezayı alan hâkim ya da savcı bir daha hâkim ya da savcı olamaz. Ancak bu ceza, koşulları oluştuğu [216] TANÖR/YÜZBAŞIOĞLU, s. 106, 459. [217] ÖZAY, İl Han, Günışığında Yönetim, Filiz Kitabevi, İstanbul 2004, s. 105. [218] RG. 13.5.2010, S. 27580 [219] RG. 20.10.1982, S. 17844 [220] YILMAZ, s. 335. [221] AİHM de bu konuyla ilgili olarak “Avrupa Konseyi’ne üye Devletlerin birçoğunda, disiplin suçlarını yargılama görevi, meslek kuruluşlarının yargısal yetkili organlarına bırakılmıştır. Sözleşme’nin 6(1). fıkrasının uygulanabilir olduğu hallerde bile bu tür yetkilerin tanınması, kendiliğinden Sözleşme’yi ihlal etmez… (Ne var ki böylesi durumlarda, Sözleşme şu iki sistemden en az birinin uygulanmasını gerektirir: ya yargısal yetkili organların kendileri Sözleşme’nin 6(1). fıkrasının gereklerine uyum sağlarlar; ya da bu şekilde uyum sağlayamıyorlarsa, daha sonra tam yetkili ve 6(1). fıkrasının güvencelerini sağlayan bir yargısal bir organın denetimine tabi olurlar.” demiştir. ALBERT VE LE COMPTE /BELÇİKA, Karar Sıra No: 62, Karar Tarihi: 10.02.1983, Başvuru No: 7299/75, paragraf 29, http://ihami.anadolu.edu.tr/ aihmgoster.asp?id=62 [222] D. 1. D. E. 2000/33 K. 2000/42 T. 28.3.2000 (www.kazanci.com) 326 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 takdirde hâkimin ya da savcının başka bir kamu kurumunda kamu görevlisi olmasına engel değildir.[223] AİHM, Karaçay/Türkiye davasında[224] uyarma veya kınama cezalarına karşı Ay. m. 129 ve DMK m. 136 gereğince yargı yolunun kapalı olduğunu tespit etmiştir. Ancak söz konusu cezalara karşı herhangi bir etkili başvuru yolunun bulunmamasını AİHS m. 13[225] kapsamında değerlendirerek, m. 13’e aykırı bulmuştur. Zira AİHM’e göre, etkili bir başvuru yolunun öngörülmemesi, söz konusu cezaların meşruluğunun denetlenmesini sağlayacak her türlü güvenceden, başvurucunun mahrum bırakılması anlamını taşımaktadır. Disiplin soruşturmaları bakımından etkili bir başvuru yolunun öngörülmesi gereklidir.[226] HSYK’nın kararlarına karşı (meslekten çıkarma kararı hariç olmak üzere), yargı yoluna başvurmak söz konusu değildir. Bu kararlar tarafsız bir makam olarak görülebilecek herhangi bir kurul önüne dahi götürülememektedir ve bu kararlara itiraz imkânı bulunmamaktadır. Bu nedenle HSYK’nın karar alma sürecinde uygulanan usul önem taşımaktadır.[227] Hukuk devletinin yapıcı unsurlarında yer alan devletin hukuka ve demokratik bir anayasaya uygunluğunu sağlayan ilke ve kuralların, uygunluğunu pekiştirecek yargı denetimi[228] dışında bırakılması, hukuk devleti ilkesine aykırılık taşır. Suçlanan hâkimin ve savcının, disiplin bakımından neyle suçlandığını tam olarak bilmemesi bir sorundur. Zira inceleme ve soruşturma esnasında HSK’nın hangi hükmüne göre ceza istendiği ya hiç belirtilmemekte ya da madde numarası belirtilmeden yalnızca hükmün içeriğine yer verilmektedir. Yine mevzuatta yer alan hükümlerle tam olarak uyuşmayan ifadelerin kullanıldığı da görülmektedir. Hangi madde olduğu belirtilmemesine karşın, hükmün içeriğinin tam olarak belirtildiği hallerde hükmün içeriğinden hangi cezanın istendiği anlaşılsa bile, HSYK tarafından ilgili hâkim ya da savcı bilgilendirilmeksizin söz konusu hâkim ya da savcı hakkında başka bir ceza verilebilmesi mümkündür.[229] [223] SANCAKDAR, s. 175. [224] KARAÇAY/TÜRKİYE, Başvuru no: 6615/03, 27.3.2007. [225] Bu Sözleşmede düzenlenen hak ve özgürlükleri ihlal edilen herkes, ihlal fiili resmi sıfatla hareket eden kişilerden başka kimseler tarafından işlenmiş olsa da, ulusal bir makam önünde etkili bir hukuki bir yola başvurma hakkına sahiptir. [226] ALDEMİR, “Disiplin”, s. 76. [227] İNCEOĞLU, Yargı, s. 339. [228] TANÖR/YÜZBAŞIOĞLU, s. 105. [229] İNCEOĞLU, Yargı, s. 341. 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 327 HAKEMLİ Arş. Gör. Eylem BAŞ HAKEMLİ Hâkimlerin ve Savcıların Disiplin Yönünden Soruşturulmaları ve İşledikleri Suçlar Nedeniyle Yargılanmaları Hâkimlere ve savcılara yönelik soruşturma ve yaptırım uygulanması usulüyle ilgili olarak söz konusu sorunlar, hâkimlerin ve savcıların bağımsızlıklarına ve tarafsızlıklarına gölge düşürecek niteliktedir. Hâkimlerden ve savcılardan kimisinin kendilerini soruşturma baskısı altında hissettikleri, Hâkim ve Avukatların Bağımsızlığı Merkezi tarafından hazırlanan Türkiye’ye ilişkin rapordan da anlaşılmaktadır. Bu raporu hazırlayan heyet, hâkimlerin ve savcıların, her an istekleri dışında daha az istenen bölgelere, HSYK tarafından tayin edilebileceklerini yönünde kendilerine sayısız şikâyette bulunduklarını belirtmiş ve bunun üzerine bir hâkime bu konuyla ilgili somut bir örnek verip veremeyeceğini sormuştur. Hâkimse bu örneği veremeyeceğini, zira bunu yaparsa hakkında soruşturma açılacağını, eğer yüksek bir mahkemede olsaydı bunun örneğini verebileceğini, ancak şuan bulunduğu yer itibariyle bunun örneğini veremeyeceğini belirtmiştir. Heyetin bir hâkime, haksız yere cezalandırılmış bir hâkimin HSYK’a şikâyet dilekçesi yazıp yazamayacağını sorması üzerine, ilgili hâkim mektubu aldıklarının ikinci günü çalışmak üzere başka yere gönderileceğini belirterek “hâkim ve savcılar konuşmaz” demiştir. Yine bir ilk derece mahkemesinin hâkimi, kendi seviyesindeki hâkimlerin yargı bağımsızlığını eleştirmeleri halinde, haklarında soruşturma açılabileceğini ve bunu da bir davanın takip edebileceğini belirtmiştir. Söz konusu haller hâkimlerin ve savcıların kendi bağımsız yargı anlayışlarından ziyade idari ve siyasi politikaları dikkate almalarına neden olur.[230] Bu durum, hâkimlerin objektif bağımsızlıklarının tam olarak sağlanabilmesi için gerekli olan sübjektif bağımsızlığın yani hâkimlik teminatının sağlanamadığının göstergesidir.[231] Hâkimlik teminatı için hâkimlerin atanmaları, yükseltilmeleri, görevden alınmaları, yerlerinin değiştirilmeleri ve maaşları gibi özlük hakları bakımından dolaylı bir etkinin yapılmasına engel olunarak hâkimlerin bağımsızlığı sağlanmaya çalışılmaktadır. Hâkimlik teminatı hâkimlerin kişisel [230] TÜRKİYE CUMHURİYETİN HÂKİM VE AVUKATLARIN BAĞIMSIZLIĞI, s. 97-101. [231]“…Hâkimlik teminatı ise, hâkimlerin bağımsızlığını sağlamaya yönelik kurumların en önemlisidir. Hâkimlerin bağımsızlığı, hâkimlerin objektif bağımsızlığı olduğu halde, hâkimlik teminatı hâkimlerin kişisel bağımsızlığıdır. Hâkimlik teminatı, hâkimlere tanınan bir ayrıcalık değil, toplum için kabul edilen ve hâkimlerin görevlerini tam bir güven ve tarafsızlık içinde yapabilmelerini sağlayan bir kurumdur. Burada söz konusu olan, hâkimin kişisel yararı olmayıp, kamunun yararıdır. Hâkimlik teminatının amacı, hâkimlerin kişisel nüfuz ve itibarlarının yükseltilmesi ve huzurlarının sağlanmasından çok, hâkimlerin özgür ve tarafsız karar verebilmelerini sağlamak, dolayısıyla topluma, adaletin her türlü baskı ve etkiden uzak olarak dağıtıldığı hususunda güven vermektir…” AYM, 1992/37 E. 1993/18 K. 27.4.1993 T. (RG. 12.10.1995, S. 22431). 328 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 bağımsızlığıdır.[232] Hâkimlik ve savcılık teminatı, Ay. m. 139’da,[233] “Hâkimler ve savcılar azlolunamaz, kendileri istemedikçe Anayasada gösterilen yaştan önce emekliye ayrılamaz; bir mahkemenin veya kadronun kaldırılması sebebiyle de olsa, aylık, ödenek ve diğer özlük haklarından yoksun kılınamaz. Meslekten çıkarılmayı gerektiren bir suçtan dolayı hüküm giymiş olanlar, görevini sağlık bakımından yerine getiremeyeceği kesin olarak anlaşılanlar veya meslekte kalmalarının uygun olmadığına karar verilenler hakkında kanundaki istisnalar saklıdır.” şeklinde düzenlenmiştir. Heyet raporundan yansıyan sonuçlarsa hâkimlerin ve savcıların teminatlarının sağlanmadığını göstermektedir. HSYK’nın yayınladığı 2013 yılı istatistiklerine göre, gelen 9000 işten, 9302 karar alınmıştır. Bunlardan 1113’ü hakkında yeniden inceleme yapılmıştır. Genel Kurul, 607 karar vermiştir. Böylece toplam karar sayısı 11.022’dir. Bu kararlardan şikâyetin ve ihbarın işleme konulmaması karar sayısı 5981, soruşturma izni verilmesine yer olmadığı karar sayısı 1461, inceleme izni verilmesi karar sayısı 1325, soruşturma izni verilmesi karar sayısı 345 ve diğer kararların sayısıysa 245’tir.[234] HSYK’nın yayınladığı 2012 yılı istatistiklerine göre, gelen 9798 işten, 9067 tanesinde ilk karar alınmıştır. Bunlardan 1172’si hakkında yeniden inceleme yapılmıştır. Genel Kurul, 277 karar vermiştir. Böylece toplam karar sayısı 10516’dir. Bu kararlardan şikâyet ve ihbarın işleme konulmaması karar sayısı 5591, soruşturma izni verilmesine yer olmadığı karar sayısı 1499, inceleme izni verilmesi karar sayısı 1314, soruşturma izni verilmesi karar sayısı 343 ve diğer karar ların sayısıysa 290’dır. Söz konusu sayılardan hareketle şuan ki sistemin hâkimleri ve savcıları korumaya hizmet etmediği belirtilmektedir.[235] D. İDARİ BİR TEDBİR OLARAK GÖREVDEN UZAKLAŞTIRMA Hakkında soruşturma yapılan hâkimin ve savcının göreve devamının, hakkındaki soruşturmanın selametine yahut yargı erkinin nüfuz ve itibarına zarar vereceğine kanaat getirilirse, HSYK tarafından geçici bir tedbir olarak görevden uzaklaştırılmasına veya soruşturmanın sonuçlanmasına kadar geçici yetki ile bir başka yargı çevresinde görevlendirilmesine karar verilebilir. Bu önlemler, soruşturmanın ve ceza kovuşturmasının herhangi bir safhasında da alınabilir. (HSK m. 77). Niteliği bakımından görevden uzaklaştırma disiplin cezası ya da [232] ARSLAN, Ramazan/TANRIVER, Süha, Yargı Örgütü Hukuku, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayınları, Ankara 1996, s. 128. [233] 1982 Anayasası m. 139 ve 1961 Anayasası m. 133 benzer ifadeler taşımaktadır. Ancak 1961 Anayasası m. 133’te savcılara yer verilmemişti. [234] http://www.hsyk.gov.tr/dosyalar/2013-yili-sikayet-buro-istatikleri.pdf [235] ÖZEN, s. 258. 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 329 HAKEMLİ Arş. Gör. Eylem BAŞ HAKEMLİ Hâkimlerin ve Savcıların Disiplin Yönünden Soruşturulmaları ve İşledikleri Suçlar Nedeniyle Yargılanmaları genel olarak idari ceza niteliğinde değildir, idari tedbir niteliğindedir. Zira bu kararla amaçlanan kişiyi cezalandırmak değildir.[236] Bu karar HSYK tarafından verilmesi ve tek yanlı sonuç doğurması nedeniyle tek yanlı bir idari işlemdir. Soruşturma konusuna ilişkin delillerin yok edilmesi ya da karatılması veyahut tanıkların etkilenmesi gibi hallerde ceza ya da disiplin soruşturmasının selametinin etkilendiği kabul edilebilir. Şayet bu ve benzeri bir şekilde bir sakınca yoksa ilgili hâkimin ya da savcının görevden uzaklaştırılması mümkün bulunmamaktadır. Bu nedenle görevden uzaklaştırma kararı verildiğinde bunun gerekçeli bir şekilde açıklanması gereklidir. Aksi halde idari işlemin sebep yönünden hukuka aykırılığı söz konusu olur. Bu tedbirde amaç hâkimi ya da savcıyı cezalandırmak değildir. Yine bu tedbir, geçici niteliktedir ve ilgili hâkim ya da savcı hakkında süresiz olarak uygulanamaz.[237] Disiplin ya da suç soruşturması ve kovuşturması nedeniyle, geçici yetkiyle hâkimin ve savcının yer değiştirmesine ya da görevden uzaklaştırılmasına karar verme yetkisi ve görevi ikinci daireye aittir. (HSYKK m. 9/2-a-3). Adalet Bakanınınsa hâkimi ya da savcıyı görevden uzaklaştırma yetkisi yoktur. Bu kural adli veya idari yargı organlarında çalışanlar ve de Adalet Bakanlığı merkez ve bağlı ya da ilgili kurumlarda görev yapan hâkimler ve savcılar hakkında da uygulanır. Bu tedbire karar verildiğinde, ilgili hâkim ya da savcı geçici olarak görevden el çektirilir. Görevden uzaklaştırma işlemiyle görevinden uzaklaştırılan hâkimin ve savcının uzaklaştırıldığı göreviyle ilgili hukuksal bağı sona ermez. İlgili, esasında hukuken uzaklaştırıldığı görevine devam etmekte, ancak görevden uzaklaştırılmış olması sebebiyle hukuken bulunduğu görevi yerine getirememektedir. Bu nedenle söz konusu tedbire karar verildiğinde, ilgili hâkimin ya da savcının yerine asaleten atama yapılamaz. Ancak ilgili hâkim ya da savcı idari görev gerçekleştiriyorsa vekâleten atama yapılması mümkündür.[238] Bu tedbire yazılı ve gerekçeli bir kararla başvurulur. Yine bu tedbirin kaldırılmasına ve ilgili hâkimin ya da savcının göreve iadesine dair kararların da gerekçeli ve yazılı olması gereklidir. Bu tedbire hâkimin ve savcının hem görev suçlarından hem de şahsi suçlarından dolayı başvurulabilir. Orantılılık ilkesi, yalnızca cezalar yönünden değil, yine bu tedbir bakımından da uygulama alanı bulur. İlgili hâkimin ya da savcının görevi başında kalmasının ortaya çıkardığı olumsuz durumun, görevden uzaklaştırma tedbirine başvurulması bakımından tek başına yeterli bulunmayıp, başka yollardan giderilmesinin de mümkün olmaması gereklidir. Yani bir zorunluluk olarak bu tedbire başvurulmalıdır. [236] ULUSOY, s. 158; LİVANELİOĞLU, s. 69. [237] ALDEMİR, “Disiplin”, s. 79. [238] ALDEMİR, “Disiplin”, s. 79. 330 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 Yine yıllık izinde olan bir hâkimin ya da savcının bu süre zarfında görevden uzaklaştırılması da orantılılık ilkesine aykırılık taşır. Hakkındaki kovuşturma sebebiyle görevi başında kalması sakıncalı olarak kabul edilen ilgilinin, bir başka göreve atanması suretiyle bu sakıncalı durumun giderilmesinin olanaklı olduğu hallerde kovuşturma sürecine bağlı olarak yıllarca görevden uzaklaştırılması da orantılılık ilkesine aykırılık taşır.[239] Görevden uzaklaştırılanlara aylıklarının ve ödeneklerinin üçte ikisi; görevi ile ilgili olsun veya olmasın herhangi bir suçtan tutuklanan veya gözaltına alınanlaraysa bu süreler içinde aylıklarının ve ödeneklerinin yarısı verilir. Bunlar, HSK’da yer alan diğer sosyal hak ve yardımlardan yararlanmaya devam ederler. (HSK, m. 78/1). Tutuklanan, gözaltına alınan ya da görevden uzaklaştırılanlardan, haklarında meslekten çıkarma cezası verilmesine ya da kovuşturmaya geçilmesine gerek bulunmadığı kararı verilen, haklarında kovuşturmaya geçilmesine gerek bulunmadığı ya da kovuşturmaya başlanıp da kovuşturma konusu olan fiilin ayrıca meslekten çıkarılma cezasını gerektirir nitelikte görülmeyen, meslekten çıkarılmadan başka bir disiplin cezası verilen, haklarında beraat ya da son soruşturmanın açılmasına yer olmadığı kararı verilen, hükümden önce haklarındaki kovuşturma afla kaldırılan, görevleriyle ilgili olsun ya da olmasın meslekten çıkarmayı gerektirmeyecek bir ceza ile mahkûm olan hâkimler ya da savcılar görevlerine iade edilmek ya da başka bir göreve atanmakla birlikte kesilmiş olan aylıklarını ve ödeneklerini alırlar. Görevden uzak kaldıkları süreler kademe ilerlemesinde ve derece yükselmesinde dikkate alınır. Ancak görevleriyle ilgisi bulunsun ya da bulunmasın meslekten çıkarmayı gerektirmeyecek bir ceza ile mahkûm olup mahkûmiyetleri ertelenmeyenlere, kesilmiş olan aylıkları ve ödenekleri ödenmez ve infaz edilen hükümlülük süreleri kademe ilerlemesinde ve derece yükselmesinde değerlendirilmez. (HSK m. 78/2). Soruşturma sonunda meslekten çıkarma cezası verilmesine veya kovuşturmaya geçilmesine gerek bulunmadığının anlaşılması halinde, görevden uzaklaştırma kararı, HSYK tarafından derhal kaldırılır. Soruşturmaya konu olan eylemlerin göreve devama engel olmadığı hallerde HSYK tarafından görevden uzaklaştırma tedbiri veya geçici yetki her zaman kaldırılabilir. (HSK m. 79). Soruşturma veya yargılama sonunda, haklarında kovuşturmaya geçilmesine gerek bulunmayanlarların, kovuşturmaya başlanıp da kovuşturma konusu olan fiil ayrıca meslekten çıkarılma cezası verilmesini gerektirir nitelikte görülmeyenlerin, haklarında meslekten çıkarılmadan başka bir disiplin cezası verilenlerin, beraat veya son soruşturmanın açılmasına yer olmadığına karar verilenlerin, [239] ERCAN, s. 22-23. 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 331 HAKEMLİ Arş. Gör. Eylem BAŞ HAKEMLİ Hâkimlerin ve Savcıların Disiplin Yönünden Soruşturulmaları ve İşledikleri Suçlar Nedeniyle Yargılanmaları hükümden önce haklarındaki kovuşturma af ile kaldırılanların, görevleri ile ilgili olsun veya olmasın meslekten çıkarmayı gerektirmeyecek bir ceza ile mahkûm olanların, bu kararların kesinleşmesi üzerine, haklarındaki görevden uzaklaştırma tedbiri kaldırılır ve bu kişiler göreve başlatılır. (HSK m. 80). Görevden uzaklaştırma, bir disiplin soruşturması gereği olarak en çok üç ay devam edebilir. İşin niteliğinin gerektirmesi hâlinde HSYK tarafından bu süre iki ay daha uzatılabilir. Bu süre sonunda, hakkında bir karar verilmediği takdirde ilgili göreve başlatılır. Görevden uzaklaştırma, bir ceza soruşturması veya kovuşturması gereği olduğu takdirde, HSYK iki ayı aşmayan süreler içinde ilgilinin durumunu inceleyerek görevine dönüp dönmemesi hakkında bir karar verir. Bu karar ilgiliye tebliğ edilir. (HSK m. 80). III. HSK VE HSYKK’YA TABİ OLAN HÂKİMLERİN VE SAVCILARIN İŞLEDİĞİ SUÇLARDA SORUŞTURMA VE YARGILAMA USULÜ A. ÖZEL SORUŞTURMA USULÜNÜN ÖNGÖRÜLMESİ Erkler ayrılığı ilkesinden hareket edildiğinde ve kamu gücü, kamu hizmeti, kamu hizmetlerine yön veren ilkeler ve korunan değerler, kamu hizmeti ilkelerini çiğnemenin neden olduğu zararlar, kamu personeli anlayışı ve devletin genel ve kamu hizmetine yönelik özel rejimi dikkate alındığında, kamu görevlisinin sorumluluğu bakımından yargısal güvence sistemi ve idari güvence sistemi olmak üzere iki sistemle karşılaşılmaktadır. Yargısal güvence sisteminde, kamu personelinin gereksiz yakınmalara konu olamayacağı düşüncesinden hareketle, kamu personelinin yargılanması baştan sona kadar yargı organlarınca gerçekleştirilmektedir. Yani kamu görevlileri de vatandaşlarla kural olarak aynı soruşturma ve kovuşturma usulüne tabidir. Yönetsel güvence sistemindeyse kamu görevlisi, hakkında soruşturma ve/veya kovuşturma yapılmasıyla ilgili olarak, yönetimin güvencesi altındadır. Bu sistem muhakeme, tahkik ve izin sistemi olmak üzere üç farklı şekilde uygulanmaktadır. Muhakeme sisteminde hem soruşturma hem de kovuşturma yönetim mercilerince gerçekleştirilmektedir.[240] Bu sistem, 1871 tarihli Memurin Muhakematına Dair Nizamnameyle kabul edilmişti. Tahkik sistemindeyse soruşturma evresi idari makamlarca gerçekleştirilmekte, son soruşturma evresi gerekli görüldüğünde mahkemede görülmektedir. İdare tarafından atanan soruşturmacı, savcının yetkilerine sahiptir. Söz konusu soruşturmacının düzenlediği rapor üzerine yetkili idari kurulun verdiği lüzum-u muhakeme yani yargılamanın gerekliliği kararı iddianame yerine geçmektedir. [240] ÖZEK, Çetin, “Türk Hukukunda Memurların Muhakemesi”, İÜHFM, C. 26, S. 1-4, 1960, s. 36. 332 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 Şayet idari kurul muhakemenin gerekli olmadığı kanısına varırsa uyuşmazlık dava açılmadan sona erer. Ancak bu karara karşı idari yargıda dava açılması mümkündür. Türkiye’de 1999 tarihine kadar yürürlüğünü devam ettiren 1329 sayılı Memurun Muhakematı Hakkında Kanunu Muvakkat ile Yargıtay Kanunu bu sistemi benimsemiştir. Memurun Muhakemetı Hakkında Kanunu Muvakkat’ın kapsamında bir memur hakkında soruşturmanın gerçekleştirilebilmesi kural olarak fiilin görev nedeniyle ya da görev sırasında işlenmesine bağlıydı. İzin sistemindeyse memurun göreve ilişkin suçu nedeniyle hakkında adli soruşturmaya başlanabilmesi idarenin iznine bağlanmıştır. İzin veren makam, izni, fiili işlediğinden şüphelenilen kişinin kişiliğine göre değil, kamu yararı ölçütüne göre değerlendirecektir. Burada izin bir ceza muhakemesi şartıdır.[241] HSK’da ve DMVKYHK’da izin sistemi benimsenmiştir.[242] Kamu görevlisi sıfatına sahip olmak ceza hukuku bakımından kamu görevlilerinin istisnai bir muhakeme usulüne tabi tutulmalarıyla ilgili olarak önem arz eder. Bu istisnai muhakeme usulüne tabi tutulmanın temelinde sadakat ve tarafsızlıkla görevlerini yürüten memurların, asılsız suçlama ve iftiralarla sık sık yargı yerleri önüne çıkmalarının ve yürüttükleri kamu hizmetinin aksamasının önlenmesi yatar.[243] DMVKYHK uyarınca memurlar ve diğer kamu görevlileri hakkında, bu kişilerin görevleri nedeniyle işledikleri suçlardan dolayı idari mercilerce soruşturma izni verilmedikçe, savcılık tarafından doğrudan doğruya soruşturma yapılamaz ve kamu davası açılamaz.[244] DMVKYHK m. 2’de bu Kanunun, devletin ve diğer kamu tüzel kişilerinin genel idare esaslarına göre yürüttükleri kamu hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevleri ifa eden memurlar ve diğer kamu görevlilerinin görevleri sebebiyle işledikleri suçlar hakkında uygulanacağı düzenlenmiştir. HSK ve HSYKK, DMVKYHK’dan farklı bir şekilde sadece soruşturma için yetkili merciden izin alınması sistemini benimsemeyerek aynı zamanda soruşturulduktan sonra da kovuşturma için yetkili merciden izin alınması usulünü benimsemiştir. Ayrıca, kovuşturma izninden sonra kovuşturmaya yani son soruşturmaya geçilip geçilemeyeceğiyle ilgili olarak Ağır Ceza Mahkemesi tarafından karar verilmesi gereklidir. [241] TOPUZ, s. 17-21. [242] GÖKCAN/ARTUÇ, s. 435-437. [243] ÜNLÜ, Ahmet Hamdi, Açıklamalı-Örnek Kararlı Memurların Yargılanmasına İlişkin Yasa, Yetkin Yayınları, Ankara 1992, s. 9. [244] ÖZEN, Muharrem/TOZMAN, Önder, “Türk Ceza Hukukunda Kamu Görevlisi Kavramı”, Amme İdaresi Dergisi, Cilt 42 Sayı 4 Aralık 2009, s. 49. 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 333 HAKEMLİ Arş. Gör. Eylem BAŞ HAKEMLİ Hâkimlerin ve Savcıların Disiplin Yönünden Soruşturulmaları ve İşledikleri Suçlar Nedeniyle Yargılanmaları İddia, savunma ve yargılama makamlarının kolektif bir şekilde çalışmasını gerektiren muhakeme faaliyeti için bazı olmazsa olmaz şartların aranması mümkündür. Bu durumda muhakeme şartından bahsedilir. Mahkeme, bu şartların gerçekleşip gerçekleşmediğini kendiliğinden araştırır.[245] Bu şartlar öngörülmüşse, şartlar gerçekleşmeden işlenmiş bir suç hakkında, ceza muhakemesinin yapılması ve söz konusu muhakemenin sonunda sanığın cezalandırılması mümkün değildir. Bu şartlarda amacı muhakemenin yapılmaması oluşturur.[246] İzin, bazı suçlardan dolayı, dava açılmasının uygun olup olmadığı konusunda tereddüt edilmesi halinde, gerekli değerlendirmeyi yapmak ve bir karara varmak yetkisinin iddia makamından başka bir devlet makamına verilmesidir.[247] Yargılama gerçekleştirildikten sonra bu şartın gerçekleşmediği anlaşılırsa CMK m. 223/8 gereğince durma kararı verilir. İzin idari bir işlemdir ve bir görüşe göre geri alınması mümkündür. Zira bazı suçlar bakımından muhakeme yapılmasının uygunluğunu takdir etme yetkisi bir makama verildiğinde ve hadise ve takdire göre olayın şartları değişebileceğinden daha önceden verilen iznin geri alınması mümkündür.[248] Ancak izin vermeme kararı geri alınabilirse de izin verme kararı geri alınamaz. Başlayan bir muhakemede, izin veren idari makamın muhakeme üzerinde tasarrufta bulunması, onu durdurması ya da ortadan kaldırması kabul edilemez.[249] İzin, aktif ve pasif olmak üzere ikiye ayrılır. Muhakeme şartı olan izinden pasif olan izin anlaşılmalıdır. Pasif olan izin belli suçlar bakımından, ceza davası açılıp yürütülmesinde, kamu davasının açılmasında, kamu yararının bulunup bulunmadığı konusunda kanun koyucunun tereddüdünü yenmek üzere yetkili kılınan makamın kamu yararını gördüğünü belirtmesidir. Örneğin Cumhurbaşkanına hakaret suçunu herkes işleyebilir ve bu suçun kovuşturması Adalet Bakanının iznine bağlıdır. (TCK m. 299/3). Aktif izinse dokunulmazlığın kaldırılmasıdır. Yani, suçun niteliğini değil, failin sıfatını esas alır ve bazı görevlerin serbestçe yapılabilmesindeki toplumsal yarar bakımından kabul edilmiş dokunulmazlığın kalkmasıdır.[250] Bu şartlardan birini de hâkimler ve savcılar bakımından dokunulmazlığın bulunmaması oluşturur. Örneğin kamu görevlileri hakkında, görevleri nedeniyle işledikleri iddia edilen suçlardan dolayı ceza soruşturmasının açılması, kanunla belirlenen istisnanın dışında kanunda [245] ÜNVER, Yener/HAKERİ, Hakan, Ceza Muhakemesi Hukuku, Seçkin Yayıncılık, Ankara 2011, s. 100. [246] KUNTER/YENİSEY/NUHOĞLU, s. 650-652. [247] TOROSLU, Nevzat/FEYZİOĞLU, Metin, Ceza Muhakemesi Hukuku, Savaş Yayınevi, Ankara 2009, s. 52. [248] KUNTER/YENİSEY/NUHOĞLU, s. 679-681. [249] TOROSLU/FEYZİOĞLU, s. 52. [250] KUNTER/YENİSEY/NUHOĞLU, s. 679-681. 334 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 öngörülen idari merciin iznine bağlıdır. (Ay. m. 129/6, MVKYDK m. 1). İzin verilmemesi bir muhakeme engeliyken, bu engelin kalkması bir muhakeme şartıdır. Hangi kamu görevlisi tarafından, hangi merci tarafından izin verileceği ve izin verilirken izlenecek usul DMVKYHK’da öngörülmüştür. Hâkimler ve savcılar bakımından da kovuşturma izninin verilmesi bu kapsamdadır.[251] İzin koşulunun ne ölçüde doğru olup olmadığı tartışılan bir husus olsa da[252] hâkimlerin ve savcıların işledikleri suçlardan dolayı yargılanmalarının, diğer kamu görevlilerinden farklı kurallara bağlanması, kullandıkları yargı erkinin niteliğinden kaynaklanmaktadır.[253] Ay. m. 9 gereğince yargı yetkisi, Türk Milleti adına bağımsız mahkemelerce kullanılır. Mahkeme etimolojik olarak “hüküm” kökünden türetilmiştir ve genel olarak hüküm verilen, muhakeme yapılan yer anlamında kullanılmaktadır.[254] Bu yetkiyi kullanan hâkimlerin hiçbir baskı ve etki altında kalmadan ve hukuka ve vicdanlarına uygun bir şekilde karar verebilmeleri[255] için görevleriyle ilgili her suç iddiasıyla yargılamaya konu olmamaları gerekir. Aksi halde yargılama görevlerini gereği gibi yapmaları engellenir. Amaç hâkimlere ve savcılara ayrıcalık tanımak değildir, aksine yargılama görevinin herhangi bir etki altında kalmaksızın yerine getirilmesindeki kamusal yarar hedeflenmektedir ve böylece bireylerin temel hak ve özgürlükleri güvence altına alınmaktadır.[256] Bu nedenle hâkimlerin ve savcıların görev nedeniyle ya da görev sırasında işledikleri fiiller nedeniyle, soruşturmaya tabi olup olmayacakları ve gerekirse haklarında kovuşturmanın başlayıp başlamayacağı hususunda bir makamın izninin aranması doğrudur.[257] Kural olarak 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu (CMK) Türkiye’de yaşayan ve suç işleyen herkes hakkında geçerli olan soruşturma ve kovuşturma usullerini düzenlemektedir. Ancak kanun koyucunun uluslararası hukuk, antlaşmalar ya da iç hukuktan kaynaklanan bazı nedenlerle bu kurala istisnalar getirmesi mümkündür. Failin sıfatı sebebiyle hâkimler ve savcılar hakkında özel soruşturma ve kovuşturma usulleri öngörülmüştür. Hâkimler ve savcılar [251] ŞAHİN, Cumhur, Ceza Muhakemesi Hukuku –I-, Seçkin Yayıncılık, Ankara 2009, s. 60-61. [252] ÖZEK, s. 85; TOPUZ, s. 282-292. [253] Hâkimlere ve savcılara bu şekilde bir dokunulmazlık sağlamanın doğru olmadığı yönünde bkz. KUNTER/YENİSEY/NUHOĞLU, s. 688-689 [254] ARSLAN/TANRIVER, s. 3. [255] TANÖR/YÜZBAŞIOĞLU, s. 451. [256] KAPANİ, Münci, İcra Organları Karşısında Hâkimlerin İstiklali, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayınlarından: 93, Ankara 1956, s. 65. [257] ÖZEN, s. 256-258, 295. 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 335 HAKEMLİ Arş. Gör. Eylem BAŞ HAKEMLİ Hâkimlerin ve Savcıların Disiplin Yönünden Soruşturulmaları ve İşledikleri Suçlar Nedeniyle Yargılanmaları hakkında; suç işleyen herkes bakımından uygulanması gereken ve genel düzenlemeler öngören CMK uygulanmaz. Zira bu kişilere özgü kanunlarda yer alan özel soruşturma ve kovuşturma usulü uygulama alanı bulur.[258] Hâkimlerin ya da savcıların yargı bağışıklıkları ya da dokunulmazlıkları yoktur. Hukuk devleti ilkesinin bir gereği olarak hukuk sistemlerinde kamu görevlilerine verilen her yetkinin kanunun amacına, kamu yararına uygun olarak kullanılması gereklidir. Yetkinin kasten aşılması, takdir yetkisinin keyfi ya da yasal amaçlar dışında kullanılması gibi haller cezai sorumluluğu gerektirir. Ancak hâkimler ve savcılar hakkında, bu kişilerin görevlerinden ya da kişisel suçları nedeniyle soruşturma ve kovuşturmanın yapılabilmesi için genel usulden ayrılarak düzenlemeye gidilmesi, yargı bağımsızlığı ilkesinin doğal bir sonucudur. Bu zorunluluk, bu kişilerin şahıslarıyla ilgili olmayıp, kamu yararının bir gereğidir.[259] Hâkimlerin ve savcıların görevle ilgili ya da görev esnasında işledikleri suçların soruşturma usulüyle, kişisel suçlarından dolayı gerçekleştirilecek soruşturma usul ve esasları farklıdır. Yine aynı durum yüksek mahkemelerdeki mahkeme üyeleri ve savcılar bakımından da geçerlidir. Görevle bağlantılı ya da görev esnasında işlenen suçlar bakımından özel soruşturma yöntemleri öngörülmüşken, kişisel suçlardan dolayı HSK’da yalnızca özel yetki kuralları öngörülmüştür. Bunun dışındaki uygulamaysa genel hükümler uyarınca gerçekleştirilir. Örneğin görevle ilgili suçlar yönünden izin öngörülmüşken, kişisel suçlardan dolayı izin öngörülmemiştir. Türk hukuk sistemine bakıldığında kural olarak bir hâkim ya da savcının görevinden doğan ya da görev sırasında işlenen suçlarıyla ilgili olarak sorumluluğuna gidilebilmesi, inceleme ve soruşturma yapılabilmesi için Adalet Bakanlığının izni gerekir. Usulüne göre soruşturma izni alınmaksızın bir hâkim ya da savcı hakkında, bu kişinin göreviyle ilgili ya da görevi esnasında işlediği suçlarından dolayı soruşturma yürütülemez. Aksi halde yürütülen soruşturma usulsüz olur[260] ve soruşturma esnasında toplanan deliller hükme esas teşkil etmez. Zira yüklenen suç, hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş her türlü delille ispat edilebilir. (CMK m. 217/2). Ağır ceza mahkemesinin görevine giren suçüstü hâllerde de hazırlık soruşturması genel hükümlere göre yapılır. Yani göreviyle ilgili olup olmadığına bakılmaksızın hazırlık soruşturması yetkili Cumhuriyet savcıları tarafından bizzat yürütülür. Ancak söz konusu halde durumun hemen Adalet Bakanlığına bildirilmesi zorunludur. (HSK m. 94). 5235 sayılı Adlî Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun m. 47 gereğince bölge [258] GÖKCAN/ARTUÇ, s. 769. [259] GÖKCAN/ARTUÇ, s. 824. [260] ALDEMİR, Hâkimlik, s. 651. 336 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 adliye mahkemesi başkanı, daire başkanları, üyeleri, Cumhuriyet başsavcısı ve Cumhuriyet savcılarının görevden doğan veya görev sırasında işledikleri suçları ile kişisel suçlarından, sıfat ve görevleri gereklerine uymayan tutum ve davranışlarından dolayı haklarında yapılacak soruşturma ve kovuşturmalarda, HSK hükümleri uygulama alanı bulur. Ancak bu kişilerin görevden doğan veya görev sırasında işledikleri suçlar nedeniyle soruşturma ve kovuşturma mercii olarak kanunda yazılı ağır ceza mahkemesi ile bu mahkeme nezdindeki Cumhuriyet başsavcısına verilen görevler, en yakın bölge adliye mahkemesi ceza dairesinin suç türüne göre görevli ceza dairesi ile bu mahkeme nezdindeki Cumhuriyet başsavcısı tarafından yerine getirilir. Kovuşturma mercii, Yargıtay’ın görevli ceza dairesidir. Yani HSYK’nın ikinci dairesince verilen kovuşturma izni üzerine HSK m. 89 uyarınca en yakın bölge adliye mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenecek iddianame, o yer ilgili ceza dairesine gönderilir. İddianameyi alan ceza dairesi, iddianameyi hakkında kovuşturma yapılana tebliğ ederek savunma için süre verir. Ceza dairesi, gerçekleştireceği inceleme neticesinde son soruşturmanın açılmasına ya da açılmamasına karar verir. Son soruşturmanın açılmasına karar verilirse, yargılamanın Yargıtay ilgili ceza dairesince yapılacağı belirtilir.[261] Bu kişilerin görevle ilgili olmayan şahsi suçları bakımındansa soruşturma en yakın bölge adliye mahkemesi Cumhuriyet başsavcısı tarafından genel hükümler uyarınca gerçekleştirilir. Yani yetkili Cumhuriyet Başsavcısı, şüphelinin görev yaptığı yer Bölge Adliye Mahkemesine en yakın Bölge Adliye Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcısıdır. Soruşturma için izne gerek bulunmamaktadır. Yapılan soruşturma neticesinde kamu davasının da aynı yerdeki Bölge Adliye Mahkemesinin ilgili ceza dairesinde açılması gereklidir. Bu kişilerin ağır cezayı gerektiren suçüstü halleri bakımından yetkili Cumhuriyet savcılarınca genel hükümlere göre soruşturma yapılacağına ilişkin [261]“…Olay tarihinde Bakırköy 6. Ağır Ceza Mahkemesi üyesi olan sanık Abbas Yıldız hakkında T.C Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğü’nün 04.04.2005 gün ve 106-2004 sayılı kovuşturma izni, Adalet Bakanı’nın 11.04.2005 tarihli oluru, Eyüp Cumhuriyet Başsavcılığının 15.04.2005 gün ve 8763-266 sayılı iddianamesi ve Eyüp 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 24.05.2005 gün ve 186-145 sayılı son soruşturmanın Yargıtay 4. Ceza Dairesince açılması kararının ardından Yargıtay 4. Ceza Dairesinin 26.10.2005 gün ve 47-43 sayılı görevsizlik kararı vermesi nedeniyle davaya bakan Yargıtay 5. Ceza Dairesince 23.02.2007 gün ve 8-2 sayı ile;… sanık hakkında… hükmedilmiş olup, mahkumiyet hükmü sanık Abbas Yıldız müdafii tarafından usule, sübuta, vs.ye; Yargıtay Cumhuriyet savcısı tarafından da vasfa yönelik olarak sanık aleyhine temyiz edilmiştir. Dosya, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 16.04.2007 gün ve 114596 sayılı olup; usulüne uygun şekilde elde edilmiş bulunan telefon dinleme kayıtlarının delil olarak kullanılması suretiyle sanığın rüşvet alma suçundan cezalandırılması gerektiği görüşünü içeren bozma istekli tebliğnamesi ile Yargıtay 1. Başkanlığına gönderilmekle, Ceza Genel Kurulu’nca okundu, gereği konuşulup düşünüldü:… sanık müdafii ile Cumhuriyet savcısının tüm temyiz itirazlarının reddiyle usul ve yasaya uygun bulunan mahkumiyet hükmünün onanmasına karar verilmelidir…” YCGK E. 2007/5-101 K. 2008/3 T. 22.1.2008 (www.kazanci.com) 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 337 HAKEMLİ Arş. Gör. Eylem BAŞ HAKEMLİ Hâkimlerin ve Savcıların Disiplin Yönünden Soruşturulmaları ve İşledikleri Suçlar Nedeniyle Yargılanmaları HSK m. 94 uygulama alanı bulur. Yani söz konusu halde suçun görevle olan bağlantısına bakılmaz. Suç bakımından yetkili olan ilk derece Cumhuriyet savcısınca soruşturma genel usullere göre gerçekleştirilir ve yetkili mahkemede genel hükümlere göre tayin edilir.[262] CMK m. 158/4’te bir kamu görevinin yürütülmesiyle bağlantılı olarak işlendiği iddia edilen bir suç nedeniyle, ilgili kurum ve kuruluş idaresine yapılan ihbar veya şikâyetin, gecikmeksizin ilgili Cumhuriyet Başsavcılığına gönderileceği düzenlenmiştir. CMK m. 158/2’de ise genel olarak tüm suçlar bakımından valiliğe veya kaymakamlığa ya da mahkemeye yapılan ihbar veya şikâyetin, ilgili Cumhuriyet Başsavcılığına gönderileceği öngörülmüştür. Bu husus her ne kadar genel bir düzenleme niteliğindeyse de, bazı hallerde genel yasa içinde yer alan bir husus özel bir normla da düzenlenebilir. Bu nedenle kamu kurum ve kuruluşlarına kendi bünyelerinde çalışan kamu görevlilerinin görevleriyle bağlantılı olarak işledikleri iddiasıyla yapılan suç ihbarı ya da şikâyetlerinin gecikmeksizin Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesi bir zorunluluktur. Bu yasal zorunluluk aynı zamanda söz konusu kamu kurum ve kuruluşuna yüklenen adli bir görev olarak nitelendirilmelidir. Zira idari merci ancak Cumhuriyet Başsavcılığınca soruşturma izni istenmesi halinde ön soruşturma yapabilir.[263] B.GÖREV SUÇLARI NEDENİYLE SORUŞTURMA VE KOVUŞTURMA USULÜ 1. İNCELEME AŞAMASI Üçüncü dairenin önüne gelen ihbar veya şikâyette isnat edilen fiilin, üçüncü daire tarafından görev suçu olarak değerlendirilmesi halinde, savcılarla komisyon başkanlarının görev alanının dışında kalan ihbar ve şikâyetler Bakanlık Ceza İşleri Genel Müdürlüğüne gönderilir. Bu kapsamda olmayanlarsa, üçüncü dairece değerlendirilerek ya işleme konulmaz ya da işleme konularak Kurul Başkanının iznine sunulur. Şayet izin alınırsa evrak gereği yapılmak üzere HSYK Teftiş Kuruluna ya da kıdemli bir muhakkike gönderilir.[264] [262] GÖKCAN/ARTUÇ, s. 844-845. [263] GÖKCAN/ARTUÇ, s. 1014-1015. [264] Teftiş Kurulunda görev yapacak olan teftiş kurulu başkanı ve başkan yardımcıları, birinci sınıf hâkimler ve savcılar arasından muvafakatleri alınarak Adalet Bakanınca seçilir. HSYKK m. 15’in yürürlüğe girdiği ilk hali uyarınca, Teftiş Kurulunda görev yapacak olan, Teftiş Kurulu Başkanı ve başkan yardımcıları, birinci sınıf hâkimler ve savcılar arasından; Genel Kurul tarafından atanmaktaydı. Yani söz konusu hâkimlerin ve savcıların atamaları Adalet Bakanınca gerçekleştirilmekteydi. Bkz. RG. 18.12.2010, S. 27789. 338 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 Muhakkik olarak görevlendirilen hâkimler ya da savcılar, adalet müfettişlerinin sahip oldukları yeminle dinleme, gerektiğinde istinabeye başvurabilme gibi yetkilere sahiptir. Bu halde inceleme, görevlendirilen hâkim ya da savcı tarafından bizzat yapılmalı ve başka birisine ya da kolluğa bırakılmamalıdır. İncelemenin kapsamı, başvuranın dilekçesiyle alınan beyandaki iddialardan ibarettir. İnceleme ve araştırma aşamasında öncelikle ihbar eden ya da şikâyette bulunan dinlenir. İddiaları somut olarak tespit edilmeye çalışılır. Gösterilen ya da re’sen gerekli olan deliller toplanır, tanıklar dinlenir, başvuruyla ilgili soruşturma evrakıyla dava ya da icra dosyaları incelenerek tutanağa bağlanır ve de şikâyetle doğrudan ilişkili olan belgelerin onaylı örnekleri tutanağa eklenir. Yapılan incelemenin neticesinde soruşturma izninin verilmesinin gerekli olup olmadığı yönündeki kanaati içeren fezleke düzenlenerek, bu fezleke evrakla birlikte HSYK’nın üçüncü dairesine gönderilir. Yapılan incelemenin neticesinde ihbar ya da şikâyetin konusunu doğrulayan bir delil elde edilememişse, soruşturma izni verilmesine yer olmadığına dair düşünce yazısı hazırlanır ve bu yazı yine üçüncü daireye sunulur. Ancak şikâyet konusunu doğrulayan delil elde edilmişse, ilgili hakkında soruşturma izni verilmesine dair düşünce yazısı hazırlanarak, bu yazı heyetin önüne sunulur. İnceleme esnasında henüz soruşturma başlamadığından hakkında inceleme yapılan hâkimin ya da savcının savunması alınamaz, ancak varsa olay tanıkları dinlenir.[265] Hâkimlerin ve savcıların işledikleri görev suçlarında izin alınmaksızın, savcılar veya kolluk tarafından re’sen soruşturma yapılması mümkün değildir. Ancak bu kişilerce yitirilmesinden korkulan ve gecikme halinde zarara uğrayabilecek nitelikte olan deliller toplanabilir. [266] HSYKK m. 9 ve m. 17 gereğince HSYK başkanınca, önce inceleme ve daha sonra soruşturma izni verilebileceği gibi, inceleme ve soruşturma yetkilerinin birlikte verilmesi de mümkündür. Yalnızca inceleme yetkisinin verildiği hallerde; henüz soruşturma başlamamakta, ancak soruşturmanın başlatılması için gereken delillerin toplanması amaçlanmaktadır.[267] Bu değişikliğin Anayasaya aykırı olduğu ve bu nedenle de iptalinin ve yürürlüğünün durdurulması yönündeki AYM’nin önüne gelen taleple ilgili olarak AYM değişikliğin anayasaya aykırı olduğuna ve iptaline, iptal hükmünün, Ay. m. 153/3 ve AMKYUHK m. 66/3 gereğince kararın RG’de yayımlanmasından itibaren üç ay sonra yürürlüğe girmesine karar verilmiştir. AYM, 2014/57 E. 2014/81 K. 10.4.2014 T. (RG. 14.5.2014, S. 29000). [265] GÖKCAN/ARTUÇ, s. 835-836. [266] GÜNAY, Erhan, Uygulamada Hâkim – Savcı Avukatlar İle Diğer Adli Personelin İşledikleri Suçlar Ve Soruşturmalar, Seçkin Yayıncılık, Ankara 1997, s. 264. [267] GÖKCAN/ARTUÇ, s. 835. 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 339 HAKEMLİ Arş. Gör. Eylem BAŞ HAKEMLİ Hâkimlerin ve Savcıların Disiplin Yönünden Soruşturulmaları ve İşledikleri Suçlar Nedeniyle Yargılanmaları İnceleme aşamasında kurul müfettişlerinin görevlendirilmesi halinde, “inceleme yapılması, delil elde edildiğinde soruşturmaya geçilmesi” şeklindeki inceleme ve soruşturma yetkisini içeren bir olur verilmektedir. HSK m. 83 gereğince adalet müfettişlerinin denetim veya soruşturma sırasında öğrendikleri ve gecikmesinde sakınca bulunan konuların soruşturulması için önceden izin alınması gerekmez. Ancak, durum hemen Adalet Bakanlığına bildirilir.[268] İnceleme aşamasında henüz ortada bir soruşturma yoktur. Soruşturmaya gerek olup olmadığının takdiri için gereken delillerin toplanmasına çalışılmaktadır. Buna karşın, Kurul müfettişine inceleme ve delil elde edildiğinde soruşturmaya geçme izninin verilmesi halinde, soruşturma evresine geçilmesi müfettişin takdirine bırakılmıştır. Ancak örneğin zamanaşımı gibi hususların uygulanmasında da esas olmak üzere, müfettişin soruşturma evresine geçme konusundaki takdirini bir karara bağlayarak, bu kararını dosyaya koymasında fayda vardır.[269] Kurul müfettişleri, hâkimlerin ve savcıların görevlerini kanun, tüzük, yönetmelik ve genelgelere (hâkimler için idarî nitelikteki genelgelere) uygun olarak yapıp yapmadıklarını denetler. Kurul müfettişleri, hâkimlerin ve savcıların görevlerinden dolayı veya görevleri sırasında suç işleyip işlemediklerini, hâl ve eylemlerinin sıfat ve görevleri icaplarına uyup uymadığını araştırırlar ve gerektiğinde haklarında inceleme ve soruşturma yaparlar. Söz konusu görevlerini yerine getirirlerken; yapacakları araştırma, inceleme ve soruşturmalarda, lüzum gördükleri kimseleri yeminle dinleyebilirler, gerektiğinde istinabe yoluna başvurabilirler, sübut delilleri ile gereken bilgileri kamu kurum, kurul ve kuruluşlarından doğrudan toplayabilirler. Yapacakları inceleme ve soruşturmalarda, HSYKK tarafından verilen yetkilere ek olarak CMK’ya göre işlem yapabilirler; kanunlarda kendilerine ve Cumhuriyet savcısına, soruşturmanın yürütülmesiyle ilgili tanınan tüm yetkileri kullanabilirler. Ancak CMK’da gecikmesinde sakınca bulunan hâllere ilişkin olmak üzere Cumhuriyet savcısına tanınan yetkiler (arama, elkoyma, iletişimin denetlenmesi gibi) bu kapsamda değildir.[270] [268] Daha önce verilen bu suçları da kapsadığı belirtilmektedir. Bkz. GÜNAY, s. 26. [269] GÖKCAN/ARTUÇ, s. 836. [270]“…Katılanların, sanığın yargıç olduğunu öğrendikten sonra 2802 sayılı Yasanın 88. maddesine karşın, sanığı salt kimlik göstermediği gerekçesiyle zorla karakola götürüp burada alıkoymalarının TCK.nun 272.maddesi uyarınca cezanın ıskatını gerektireceğinin düşünülmemesi hatalıdır…” Y. 4. CD. E. 2001/13339 K. 2001/14073 T. 12.11.2001 340 Soruşturma izni verilmeden evvel hâkim ya da savcı hakkında koruma tedbirinin uygulanmasının mümkün olmadığı belirtilmektedir. Kurul müfettişine inceleme ve delil elde edildiğinde soruşturmaya geçilmesi yönünde izni verilmesi halinde, soruşturma evresine geçilmesi müfettişin takdirine bağlanmıştır. Söz konusu halde müfettiş inceleme evresinde elde ettiği deliller uyarınca soruşturma evresine geçilmesi düşüncesindeyse, bunu bir karara bağlayarak dosyaya koymalıdır. Bu durumdan itibaren koruma tedbirlerine de Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 Söz konusu hallerde mutlaka hâkim kararı gereklidir. Kurul müfettişlerince geçilir. Yine müfettişin inceleme sürecinde koruma tedbirlerine başvurması da soruşturma evresine geçildiği şeklinde nitelendirilmelidir. Müfettiş ya da incelemeci veya Cumhuriyet savcısı koruma tedbirlerinin uygulanmasını ancak mahkemeden isteyebilir. HSK m. 88 gereğince ağır cezayı gerektiren suçüstü halleri hariç olmak üzere hâkimler ve savcılar hakkında yakalama tedbirlerine başvurulamaz ve hâkimler ve savcılar sorguya çekilemezler. Her ne kadar hâkimler hakkında soruşturma izninin sonrasında tutuklama kararınn verilebilmesi mümkün olsa da, kovuşturmanın da izne tabi olması nedeniyle bu konuda titiz davranılmasında fayda vardır. Zira soruşturma izni verildikten sonra tutuklama kararı verilen ve ancak sonraki aşamada Bakanlıkça kovuşturma izni verilmeyen bir halde hâkimin ya da savcının CMK m. 103/2 gereğince derhal salıverilmesi gereklidir. Kişisel suçlar bakımındansa öngörülen özel yetki çerçevesinde CMK tarafından öngörülen sistemin tamamı uygulanacak ve yakalama, tutuklama ve arama da dâhil olmak üzere tüm koruma tedbirlerine başvurulabilmesi mümkün olacaktır. Ağır ceza mahkemesinin görevine giren suçüstü haller bakımından da savcı CMK hükümlerini ve HSK m. 94’te yer alan sınırlamalara tabi olmaksızın koruma tedbirlerini uygulanabilecektir. Bkz. GÖKCAN/ ARTUÇ, s. 1026-1028. “…Tebliğnamede, dosya kapsamına göre, C.Savcısı ...’nun, hizmet içinde ve dışında resmi sıfatının gerektirdiği saygınlık ve güven duygusunu sarsacak nitelikte davranışlarda bulunduğu gerekçesiyle hakkında soruşturma yapılmak üzere 2802 sayılı Hakimler ve Savcılar Kanunu’nun 82. maddesi uyarınca izin verilmesini müteakip yürütülen soruşturma aşamasında, ilgili C.Savcısının adına kayıtlı olan telefon numarasına ait arayan numaraların, bu numaralara ait abonelerin açık kimlik ve adres bilgilerinin yer, tarih, zaman ve baz istasyonunun tespiti için ... C.Başsavcılığı’nca yapılan talebin 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 135/6. maddesi uyarınca sınırlı olarak sayılan suçlardan açılmış bir soruşturma bulunmadığından bahisle reddine dair Sulh Ceza Mahkemesi’nce verilen karara yapılan itiraz üzerine, adı geçenin bir suç şüphesi altında olduğunun belirgin olmadığı, 5271 Sayılı Kanunun 135. maddesine göre yapılan soruşturmalarda şüpheli ya da sanık hakkında iletişimin tespitine izin verilebileceği gerekçesiyle açılmış bir ceza soruşturması bulunmadığından bahisle sonuç itibariyle Sulh Ceza Mahkemesi kararının doğru olduğu gibi 2802 Sayılı Kanunun 101. maddesine göre soruşturma ile görevlendirilen kişilerin tüm kurum ve kuruluşlardan bütün delilleri isteyebilecekleri ve bu istemin yerine getirilmesinin zorunlu olduğu gerekçesiyle, 2. Asliye Ceza Mahkemesi’nce İtirazın bu yönlerden reddine karar verilmiş ise de;… CYY’nın 135/1. maddesinde yer alan düzenleme uyarınca, yalnızca şüpheli veya sanığın iletişiminin tespiti, kayda alınması, dinlenilmesi ve sinyal bilgilerinin değerlendirilmesi olanaklıdır. Başka bir deyişle ancak CYY’nın “Tanımlar” başlıklı 2. maddesinin ( a ) ve ( b ) bentleri anlamında “şüpheli” ve “sanık” sıfatı bulunan kişiler hakkında iletişimin tespiti isteminde bulunulması mümkündür. Somut olayda hakkında soruşturma izni verilen C.Savcısının suç şüphesi altında bulunduğuna ilişkin bir bulgu ya da belgeye rastlanmadığı gibi, aksine soruşturma fezlekesinde “cezai yönden soruşturma açılmasını gerektiren somut bir delilin mevcut olmadığı, ancak eşi ile geçimsizliğini meslektaşlarına deşifre ederek, eşinin de aynı şekilde davranıp, bir bayan avukatın adını bazı hakim ve savcılarla paylaşması neticesinde sübjektif değerlendirmelere neden olacak şekilde davranmaları ve adı geçen C.Savcısının çevresindeki insanlarla olan ilişkilerindeki ölçüyü mesleğinin gerektirdiği şekilde ayarlayamamasının ise disiplin yönünden kovuşturmayı gerektirdiği” belirtilmektedir. Yasanın buyurucu hükmüne göre suç şüphesi altında bulunmayan, yani şüpheli ve sanık sıfatı taşımayan bir kişi hakkında iletişimin tespiti kararı verilmesi olanaklı değildir. Kaldı ki, 2802 Sayılı Yasanın 82. maddesi yollamasıyla 101. madde ile verilen yetki gereğince soruşturma yapan Başsavcısının, gereken bilgileri bütün daire ve kuruluşlardan doğrudan doğruya toplaması mümkün olup, soruşturmalarda ilgili 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 341 HAKEMLİ Arş. Gör. Eylem BAŞ HAKEMLİ Hâkimlerin ve Savcıların Disiplin Yönünden Soruşturulmaları ve İşledikleri Suçlar Nedeniyle Yargılanmaları gerçekleştirilen denetim, araştırma, inceleme ve soruşturmalarla ilgili olarak, ilgili kuruluş ve kişiler istenecek her türlü bilgi ve belgeyi vermekle yükümlüdürler. Ancak kurul müfettişlerinin, denetimlerde, yargı yetkisine ve yargısal takdire giren konulara karışmaları, tavsiye ve telkinde bulunmaları mümkün değildir. Yine müfettişlere verilen bu söz konusu yetkiler onların yerine araştırma ve inceleme ile görevlendirilen kıdemli hâkim ve savcılar bakımından da geçerlidir. (HSYKK m. 17). Kurul müfettişlerinin gerçekleştirdiği incelemenin ve soruşturmanın adli nitelikte olduğu belirtilmektedir. Zira bir hâkim ya da savcı suç işlediğinde, bu suç kişisel bir suçsa en yakın ağır ceza mahkemesi başsavcısınca soruşturulmaktadır. Görevle ilgili bir suçsa müfettiş ya da muhakkik tarafından soruşturulmaktadır. Bu soruşturmada müfettiş bir nevi savcı görevini gerçekleştirmektedir. Bu nedenle, kendisi de hâkim ve savcı sınıfından olan soruşturma yapacak müfettişin, savcının yetkilerini kullanmasında bir sakınca bulunmamaktadır.[271] Gerçekleştirilen araştırmanın ve incelemenin neticesinde, soruşturmaya geçilmesine gerek görülmemesi halinde, üçüncü daire tarafından soruşturma yapılmasına yer olmadığına dair karar verilir. İhbar ve şikâyetin işleme konulmamasına ya da araştırma ve inceleme neticesinde soruşturma izni verilmesine yer olmadığına dair işlem tesis edilmesi durumunda, yapılan işlem sonucu, hakkında fiilden zarar gören şikâyetçiye, başvurabileceği kanun yolları ve süresi gösterilmek üzere bilgi verilir. Kamu kurum ve kuruluşlarından gelen ihbar yazılarında bilgi talep edilmesi halinde, yalnızca yapılan işlem hakkında bilgi verilir. Fiilden zarar görmeyen ihbarcılara ise bilgi verilmez. Gerçekleştirilen araştırma ve inceleme neticesine göre soruşturmaya geçilmesine gerek görülmesi halinde üçüncü daire tarafından teklifte bulunularak, Kurul başkanından soruşturma yapılması için izin alınır.[272] kuruluş ve kişiler istenecek her türlü bilgi ve belgeyi vermek zorundadırlar…” Y. 4. CD. E. 2007/8700 K. 2007/8903 T. 6.11.2007 (www.kazanci.com). [271] GÖKCAN/ARTUÇ, s. 837 [272] GÖKCAN/ARTUÇ, s. 837-838. 342 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 2. SORUŞTURMA EVRESİ Soruşturma yapılmasına ilişkin izin yazısının Kurul Başkanınca verilmesinin ardından, HSYK’nın üçüncü dairesince tekrar kıdemli bir hâkim ya da savcı muhakkik olarak atanır ya da gerekli görüldüğü takdirde müfettiş vasıtasıyla inceleme yaptırılabilmesi için, evrak, Teftiş Kuruluna gönderilir. Başkanın soruşturma izniyle, soruşturma evresi başlatılır. Muhakkik ya da müfettiş, şikâyet edilen hâkimin ya da savcının savunmasını alır. Savunmanın sağlıklı bir şekilde alınabilmesi için, kendisiyle ilgili iddialar tam ve ayrıntılı bir şekilde hâkime ve savcıya anlatılır. Hakkında soruşturmanın gerçekleştirildiği hâkimin ya da savcının savunmasında gösterdiği deliller toplanır. Düzenlenen fezleke ve rapor evrakı düşüncesiyle birlikte HSYK’nın üçüncü dairesine gönderilir. Bu fezlekede, fezlekenin inceleme ve soruşturmaya yönelik olup olmadığı, şikâyetçinin kimlik bilgileriyle, adresi ve şikâyet edilen hâkimin veya savcının kimlik bilgisi ve son görev yerlerinin sicil numaralarıyla beraber açık bir şekilde yazılması, tüm iddiaların inceleme ve soruşturma maddeleri şeklinde tek tek gösterilmesi, her bir fiilin tarihinin, inceleme ve soruşturmanın seyrinin ve delillerin nelerden ibaret bulunduğunun belirtilmesi gereklidir. Verilen izin üzerine gerçekleştirilen soruşturma sırasında ilgilinin savunmasında gösterilen delillerin toplanıp toplanmadığına, delillerin değerlendirilerek sonuca nasıl varıldığına ilişkin hususlar fezlekede açık bir şekilde gösterilmeldir. Yine ihbar ve şikâyet konusunun doğrudan soruşturma izni alınmasını gerektirecek nitelikte olması ve bu konuda incelemeyi gerektirmeyecek delillerin bulunması halinde araştırma ve inceleme gerçekleştirilmeksizin, aynı usulle alınan soruşturma izni için, evrak düzenlenir ve evrak HSYK’nın üçüncü dairesine gönderilir. HSYKK m. 9/3-ç gereğince soruşturma izni talep etme yetkisi, üçüncü daireye ait olduğundan bu dairece, dosya soruşturma izni talebiyle Kurul Başkanı’na sunulur. Soruşturma izninin verilmesi ve soruşturmanın tamamlanması üzerine, soruşturma sonucu, hakkında karar vermek üzere ikinci daireye gönderilir.[273] 3. KOVUŞTURMA İZNİ VE SON SORUŞTURMANIN AÇILMASI KARARI Önüne soruşturma dosyası gönderilen HSYK ikinci dairesi, soruşturma konusu fiilin, disiplin bakımından ya da cezai bakımdan kovuşturmayı gerektirir nitelikte olmadığı kanısına varırsa HSK m. 87 gereğince soruşturma evrakının işlemden kaldırılmasına karar verir. Yargısal prosedürün başlamasına engel olan idari işlemler iptal davasına konu olur. Zira yargı yerlerinin görevlerine başlayabilmesi için öncelikle bu konuda öngörülmüş olan adli prosedüre geçilmesi [273] GÖKCAN/ARTUÇ, s. 838-839. 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 343 HAKEMLİ Arş. Gör. Eylem BAŞ HAKEMLİ Hâkimlerin ve Savcıların Disiplin Yönünden Soruşturulmaları ve İşledikleri Suçlar Nedeniyle Yargılanmaları gereklidir. Bu aşamaya gelinmesini engelleyen işlemlerse adli prosedür işlemleri olarak değerlendirilemez.[274] HSYK ikinci dairesi, şayet fiili, hem disiplin bakımından hem de cezai bakımdan kovuşturmayı gerektirir nitelikte değerlendirirse, cezai bakımdan kovuşturma izni verir. Evrakın aslı kovuşturma işlemleri için ilgili savcılığa gönderilir ve evrakın bir örneği alınarak bunun üzerinden disiplin işlemleri gerçekleştirilir. Kovuşturma izninin verilmesine ilişkin kararda iddianamenin hangi yer Cumhuriyet savcılığınca düzenleneceği ve son soruşturmanın açılması kararı verilmesi için hangi mahkemeye sunulacağı gösterilir.[275] Bu durumda dosya ilgilinin fiilini gerçekleştirdiği tarih itibariyle yargı çevresinde bulunduğu Ağır Ceza Mahkemesi’ne en yakın Ağır Ceza Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığı’na; Adalet Bakanlığı merkez kuruluşunda görevli olanlar bakımındansa Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderilir. (HSK m. 89/1). Kovuşturma izni üzerine dosyanın kendisine gönderileceği Başsavcılığın ya da mahkemenin belirlenmesinde şüphelinin suç tarihindeki görev yeri esas alınır. Sonradan ilgilinin başka yere atanmış olması bu durumu değiştirmez.[276] HSK m. 89’un başlığını “kovuşturma kararı ve ilk soruşturma” oluşturmaktadır. Kovuşturma kararı verilmesinden, son soruşturma kararı verilmesine kadarki süreç ilk soruşturma olarak nitelendirilmektedir. Bu ifade 1412 sayılı CMUK’un 1985 tarihinde 3206 sayılı 1412 Sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunla[277] değişmeden evvel sorgu hâkimliğinin de yürürlükte olduğu soruşturma ve kovuşturma sistemiyle ilgilidir. 1985 yılında, 3206 sayılı 1412 Sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun ile ilk soruşturma evresi ve bu evreyi yürüten sorgu hâkimliği[278] makamı kaldırılmıştır. Bu dönemdeki sisteme göre soruşturma [274] ERKUT, s. 82-83. [275] GÖKCAN/ARTUÇ, s. 839. [276] GÖKCAN/ARTUÇ, s. 839. [277] RG. 4.6.1985, S. 18774. [278] 1985 tarihli değişiklikten evvel ceza kovuşturması; ön soruşturma ve son soruşturma olarak ikiye ayrılmaktaydı. Son soruşturmanın açılması kararıyla başlayan son soruşturmadan önceki tüm aşamalar ön soruşturmayı ifade etmekteydi. Ön soruşturma da kendi içinde başlangıç soruşturması, kısa soruşturma ve ilk soruşturma olmak üzere üçe ayrılmaktaydı. Başlangıç soruşturmasına; suç işlediğinden şüphe duyulan kişi hakkındaki zayıf da olsa şüphe sebeplerinin varlığıyla başlanılmakta ve araştırmaya devam edilmekteydi. Bu araştırmada ileride delil olabilecek şeylerin ve delil kaynaklarının araştırılması gerekmekte ve delillerin karartılmaması amacıyla gereken tedbirler alınmaktaydı. Kısa soruşturmaysa; suç isnadıyla dava açılması arasında yer alan işlemdi. Suç isnadı gerçekleştiği anda kovuşturma başlamakta ve kısa soruşturma da başlamaktaydı. Suç isnadı esasında kamu davasının açılmasına yer olduğu kanısının güçlenmesi halinde söz konusu olmaktaydı. İlk soruşturmadaysa görevli organ sorgu hâkimiydi. Bu aşamaya savcının kamu davasını açan talebiyle geçilmekteydi. Hâkimin yapacağı ilk inceleme sonucunda vereceği karar 344 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 sonunda savcı, davanameyle son soruşturma kararı verilmesini sorgu hâkiminden talep etmekteydi. Sorgu hâkimiyse, soruşturma dosyasına ve savunmaya göre, gerekirse koruma tedbirlerine başvurup delil de toplayarak, son soruşturmanın açılıp açılmayacağına karar vermekteydi. Ancak 3206 sayılı Kanun m. 83 gereğince[279] bu terimin sonraki dönem için hazırlık soruşturması, CMK gereğince de soruşturma evresi olarak nitelendirilmesi gereklidir.[280] İlk soruşturmayı yapan talepnameyi reddetmek ya da ilk soruşturmayı açmak şeklindeydi. Reddetme halinde ilk soruşturmaya geçilmemekteydi. Kabul edilip ilk soruşturmaya geçilmişse, sorgu hâkimi delil toplamalı, isnadı açıkça belirtmeli ve gerekirse koruma tedbirlerine başvurmalı ve sonuçta son soruşturmanın açılması ya da açılmaması yönünde bir karar vermeliydi. Şayet son soruşturmanın açılması yönünde bir karar verilmişse dosya savcıya iddianame düzenlenmek üzere iade edilmeliydi. Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu m. 183/1’de ilk soruşturmanın, sanık hakkında son soruşturmanın açılmasına veya muhakemenin men’ine karar verebilmeye müsait derecede delillerin elde edilmesi ve toplanmasından ibaret olduğu açıklanmıştı, m. 106’da ise ilk soruşturma sonunda sanığın cezayı gerektiren bir suç işlediği zannını verecek yeterli sebepler bulunması halinde son soruşturmanın açılmasına karar verileceğinden söz edilmekteydi. Bu maddelere göre ilk soruşturmanın konusu, delillerin toplanmasıyla amaçlanan, son soruşturmanın açılması, muhakemenin men’i, soruşturmanın tatili ve davanın düşmesi ile ilgili kararlan verebilmekten ibaret bulunmaktadır. İdari makamlara verilen ön soruşturma niteliğinde olan soruşturmanın iki aşaması vardır. İlki soruşturma yapılması ikincisi ise sonuç çıkarılmasıdır. Soruşturmacılar 1985 yılına kadar sorgu hâkimi durumundayken, 1985’ten sonra savcı durumundadırlar. Ayrıntılı bilgi için bkz. KUNTER, Nurullah, Muhakeme Hukuku Dalı Olarak Ceza Muhakemesi Hukuku, Kazancı Hukuk Yayınları, İstanbul 1981, s. 316-317, 607-608, 683-686. [279]“MADDE 83. — Bu Kanunla kaldırılan ilk tahkikat hükümleriyle ilgili olarak; diğer kanunlarda geçen «ilk tahkikat» ibaresi «hazırlık tahkikatı» olarak değiştirilmiştir. Diğer kanunlarda. Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun ilk tahkikat hükümlerine yapılan atıflar, kamu davasının hazırlanmasına ilişkin hükümlerine yapılmış sayılır. Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun 163 ve müteakip maddelerindeki hükümler, tahkikatı yapmakla görevli kılınanlar tarafından uygulanır. Diğer kanunların ilk tahkikatın yapılmasını zorunlu kılan hükümleri yürürlükten kaldırılmıştır.” Söz konusu değişiklikle ilk soruşturma aşaması kaldırılarak, ön soruşturma sadece hazırlık soruşturmasından ibaret kılınmıştır. Hazırlık soruşturması sonunda savcı kovuşturmaya yer olmadığı kararı verme ya da iddianame düzenleme yoluna gitmektedir ve ilk soruşturma aşamasının kaldırılmasıyla beraber sorgu hâkimliği de kaldırılmıştır. İlk soruşturmanın kaldırılması, ön soruşturma aşamasını kısaltmıştır ve değişikliğin neticesinde dava açılana kadar olan aşamanın tümüne hazırlık soruşturması denilmektedir. Son soruşturmaysa, iddianamenin mahkemeye sunulmasıyla başlamaktadır. CMK ile hazırlık soruşturması olarak adlandırılan kısım soruşturma evresi; iddianamenin kabulüyle başlayan kısımsa kovuşturma evresi olarak adlandırılmıştır. Bkz. GÖKCAN/ARTUÇ, s. 798, dp. 30. [280] ÖZEN, s. 263. 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 345 HAKEMLİ Arş. Gör. Eylem BAŞ HAKEMLİ Hâkimlerin ve Savcıların Disiplin Yönünden Soruşturulmaları ve İşledikleri Suçlar Nedeniyle Yargılanmaları sorgu hâkimliği mahkeme değildir, henüz soruşturma aşaması söz konusudur.[281] HSK, hâkimler hakkında gerçekleştirilecek soruşturma ve kovuşturma usulüyle ilgili olarak özel hükümler öngördüğünden CMUK ve CMK hükümleri yerine HSK’da öngörülen hükümler uygulama alanı bulacaktır.[282] 13.5.1981 tarihli ve 2461 sayılı Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Kanunu ile ek ve değişiklikleri 11.12.2010 tarihli 6087 sayılı Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Kanunu[283] ile yürürlükten kaldırılmıştır. HSYKK m. 46 gereği mevzuatta, 2461 sayılı Kanuna yapılan atıflar, HSYKK’nın ilgili hükümlerine yapılmış sayılmaktadır. 4. MAHKEME KARARI VE İTİRAZ Cumhuriyet savcısı, beş gün içinde mecburen iddianamesini düzenleyerek, evrakı, son soruşturmanın açılmasına veya son soruşturmanın açılmasına yer olmadığına karar verilmek üzere ağır ceza mahkemesine verir. (HSK m. 89/2). Burada savcının yeterli delil olup olmadığını inceleme ve takdir yetkisi yoktur.[284] Savcının gecikmesinde sakınca bulunan haller dışında delil toplama ve soruşturmayı genişletme yetkisi bulunmamaktadır. Her ne kadar savcı tarafından hazırlanan bu belgeye iddianame denilse de bu dava açan belge niteliğinde olmadığından, bu iddianamenin mahkeme tarafından iadesi mümkün değildir.[285] Mahkeme iddianamenin bir örneğini CMK uyarınca, hakkında kovuşturma yapılana tebliğ eder. Bu tebliğ üzerine ilgili, Kanunda yazılı süre içinde delil toplanmasını ister veya kabul edilebilir istekte bulunursa bu husus göz önünde tutulur ve gerekirse soruşturma başkan tarafından derinleştirilir. (HSK m. 89/3). HSYK ikinci dairesinin kovuşturma yapılmasını gerekli bulan kararı, esasında yargılama makamlarının son soruşturmanın yapılmasına izin vermesine benzemektedir.[286] Soruşturmayı bu şekilde tamamlayan mahkeme son soruşturmanın açılmasına ya da açılmasına yer olmadığına karar verir. Son soruşturmanın açılmasına dair karardaysa, son soruşturmanın hangi mahkemece gerçekleştirileceği belirtilir. Mahkeme tarafından son soruşturmanın açılmasına yer olmadığına dair karar verilirse, Cumhuriyet savcısı genel hükümlere göre [281] ŞAHBAZ, İbrahim, “Mahkemelerde Anayasaya Aykırılık İddiası, Yargıtay Dergisi”, 1975, Y. 16, S. 63, s. 286. [282] ÖZEN, s. 264. [283] RG. 18.12.2010, S.27789 [284] ÖZEN, s. 277. [285] GÖKCAN/ARTUÇ, s. 840. [286] KUNTER/YENİSEY/NUHOĞLU, s. 689. 346 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 bu karara itiraz edebilir. Bu itiraz, ilgilinin yargı çevresi içinde bulunduğu Ağır Ceza Mahkemesi hariç olmak kaydıyla kararı veren en yakın Ağır Ceza Mahkemesi’nce incelenir. İtiraz, CMK m. 268 ve devamı hükümlerince gerçekleştirilir. (HSK m. 92). 5. GÖREVLİ MAHKEME Haklarında son soruşturma açılması kararı verilenlerden birinci sınıfa ayrılmış[287] olanlarla, ağır ceza mahkemeleri heyetine dâhil bulunan[288] hâkimlerinin ve Cumhuriyet savcılarının, son soruşturmaları Yargıtay’ın görevli ceza dairesinde [287] Hâkimlik ve savcılık mesleği; üçüncü sınıf, ikinci sınıf, birinci sınıfa ayrılmış ve birinci sınıf olmak üzere dört sınıfa ayrılır. (HSK m. 15/1). Hâkimin veya savcının birinci sınıfa ayrılma tarihi, HSYK Genel sekreterliğinden sorularak tespit edilmelidir. Bkz. GÖKCAN/ ARTUÇ, s. 841. [288] Bu hususla ilgili olarak farklı yorumlar bulunmaktadır. Bir görüş uyarınca Ağır Ceza Mahkemesi olan yerde çalışan tüm savcıların yargılaması Yargıtay’da yapılır. Ancak bu ifadenin içine öncelikle Ağır Ceza Mahkemesi başkanları, heyet üyeleri ve ağır ceza mahkemesi duruşmasına çıkan savcılar dâhildir. Hâkimlerden veya savcılardan bu heyete geçici olarak dâhil olanlardan, bu heyetin içindeyken işledikleri suçlarla ilgili yargılama yapılıyorsa görevli mahkeme Yargıtay’ın ilgili dairesidir. Bunun dışındaki suçlardaysa yargı çevresi içinde bulundukları ağır ceza mahkemesidir. Bkz. GÖKCAN/ARTUÇ, s. 841-842. “…Uygulamada duraksamalara yol açabilecek olan ““ağır ceza mahkemesi heyetine dâhil bulunmak”” kavramı hâkimler ve C. Savcıları yönünden ayrı ayrı açıklanacak olursa; Bir hâkimin ağır ceza mahkemesi heyetine dâhil kabul edilebilmesi için, ağır ceza mahkemesi başkan veya üyesi sıfatıyla o yere atanmış olması veya müstemir yetki ile ağır ceza mahkemesi başkan veya üyeliği görevini yapıyor bulunması gerekir. Esasen, ağır ceza mahkemesi kuruluşu bulunan yerdeki diğer mahkemelerde görevli olan, ancak ağır ceza heyetine dâhil bir hâkimin izin, hastalık, emeklilik gibi nedenlerle görevinden ayrılması üzerine, Adalet Bakanlığı Personel Genel Müdürlüğünün 18.5.1981 gün ve 15-72 sayılı genelgesi uyarınca Adalet Komisyonu Başkanları tarafından, uhdelerindeki asıl görevlerine ek olarak geçici süreyle ağır ceza mahkemelerinde görevlendirilen hâkimler ise, salt bu görevin süresi ile sınırlı biçimde, ““ağır ceza mahkemesi heyetine dâhil hâkim”” olarak kabul edilmelidirler. Nitekim Ceza Genel Kurulunun 30.12.1946 gün ve 207-205 sayılı kararında; ““sulh hâkimlerinin ağır ceza mahkemelerinde ledelicap yetki ile üye bulunması asli sıfatının selbini icap ettirmeyeceğinden, asli vazifesinden mütevellit suçlardan dolayı muhakemesi ağır ceza mahkemesinin görevi dâhilinde olup, Yargıtay’ın hususi dairesi görevinden hariçtir”” denilmekle bu hususa işaret edilmiştir. C. Savcıları yönünden ise durum farklılık göstermektedir. Ağır ceza mahkemesi kuruluşu bulunan yerlerdeki C. Başsavcıları yasadan kaynaklanan görevleri nedeniyle ağır ceza mahkemesi heyetine dâhil sayılırlar. Aynı yerde görev yapan C. Savcıları ise, ancak C. Başsavcısının yapacağı işbölümü gereği savcılık örgütünü ağır ceza mahkemesi nezdinde temsil edebilmektedirler. O halde, C. Savcıları da, ağır ceza mahkemesinin yargılama faaliyetlerinde savcılık makamını temsil ile görevlendirilmeleri durumunda ve bu görev süresi ile sınırlı olarak ağır ceza mahkemesi heyetine dahil kabul edilmelidirler. 5190 sayılı Yasaya göre görev yapan C. Başsavcı vekili ile C. Savcıları ise sözü edilen Yasa gereği ağır ceza mahkemesi heyetine dâhil sayılmalıdır…” YCGK E. 2004/218 K. 2004/232 T. 28.12.2004 (www.kazanci.com) 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 347 HAKEMLİ Arş. Gör. Eylem BAŞ HAKEMLİ Hâkimlerin ve Savcıların Disiplin Yönünden Soruşturulmaları ve İşledikleri Suçlar Nedeniyle Yargılanmaları görülür.[289] Bu kapsam dışındaki hâkimlerin ve savcıların son soruşturmalarıysa, yargı çevresi içinde bulundukları Ağır Ceza Mahkemesi’nde yapılır. (HSK m. 90). İlgili Ağır Ceza Mahkemesi’nce verilen son soruşturmanın açılması kararında şüphelinin hangi mahkemede yargılanacağının da gösterilmesi gereklidir.[290] HSK gereğince haklarında kovuşturma yapılacak olanların, son soruşturma mercilerinin saptanmasında, son soruşturma zamanındaki; son soruşturmadan önce görevden ayrılanların ise ayrılma zamanındaki sıfatları esas alınır. Geçici yetkililer hakkında soruşturma ve kovuşturma mercilerinin saptanmasında yetkili bulundukları yerdeki sıfatları esas tutulur. (HSK m. 91). Yani suçun işlendiği zamanda birinci sınıfa ayrılıp ayrılmamalarının bir önemi bulunmamaktadır. Bu nedenle son soruşturmanın açılması kararını verecek Ağır Ceza Mahkemesi’nce, şüphelinin birinci sınıfa ayrılmasına karar verilmiş olup olmadığı sorulmalıdır.[291] Son soruşturmanın açılması kararından sonra hakkında soruşturma yapılan hâkimin ya da savcının birinci sınıfa ayrılmasının görev kuralı bakımından bir önemi yoktur.[292] Hâkimlerin ve savcıların, haklarında [289]“…Son soruşturma kararının verildiği tarihte Bilecik C. Savcısı olan sanığın Ağır Ceza Heyetine dahil sayılması nedeniyle 2802 sayılı Yasanın 90 ve 91.maddeleri buyurucu hükümleri karşısında, Yargıtay ilgili ceza Dairesince yargılanması gerektiği gözetilmeden, görevsizlik kararı verilmesi yerine yargılamaya devamla hüküm kurulması, yasaya aykırıdır…” Y. 4. CD. 2003/1143 E. 2003/695 K. 12.3.2003 T. (Karar metni için bkz. GÖKCAN/ARTUÇ, s. 870) [290] Örneğin Eyüp 1. Ağır Ceza Mahkemesinin 5.2.2007 tarihli ve 1697 sayılı kararında “Şüpheli hakkında görevi kötüye kullanma suçundan 5237 sayılı TCK’nın 257/1, 53/1-2. maddeleri gereğince yargılama yapılıp cezalandırılması için son soruşturmanın Yargıtay 4. Ceza Dairesinde Açılmasına, dosyanın Yargıtay 4. Ceza Dairesi Başkanlığına gönderilmesine dosya üzerinden yapılan incelme sonunda oybirliğiyle karar verildi.” denilmiştir. (Karar metni için bkz. GÖKCAN/ARTUÇ, s. 842., dp. 83.) [291]“…Birinci sınıfa ayrılmadığı anlaşılan sanık Mehmet Ali’nin Mardin Ağır Ceza Mahkemesine bağlı bulunan Savur ilçesinde C. Savcısı olarak görevli olduğu sırada ve görevi nedeniyle suç işlediğinin iddia edilmesi üzerine hakkında inceleme ve soruşturma başlatılmıştır. Bu aşamada Ermenek İlçesine C. Savcısı olarak atanan sanık, son soruşturmanın açılması kararının verildiği tarihte bu görevde bulunmaktadır. Görüleceği üzere sanık, son soruşturma kararının verildiği tarihte, suç yeri itibariyle yetkili ve yasada istisnai olarak belirlenen özel kural gereğince de kendisini yargılamakla görevli bulunan Mardin Ağır Ceza Mahkemesi heyetine dahil olmadığı gibi, birinci sınıfa da ayrılmamıştır. O halde, sanık Mehmet Ali ile ona tabaen diğer sanıklar hakkındaki yargılama yetki ve görevi, suç yerinin bağlı bulunduğu Mardin Ağır Ceza Mahkemesidir. Bu nedenle, Mardin Ağır Ceza Mahkemesinin görevsizlik kararının kaldırılmasına karar verilmelidir…” YCGK E. 2004/218 K. 2004/232 T. 28.12.2004 (www.kazanci.com) [292] GÖKCAN/ARTUÇ, s. 842. 348 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 gerçekleştirilen yargılama sonucunda verilen kararların kesinleşmesi üzerine, olağanüstü kanun yollarına başvurmalarına bir engel yoktur.[293] C.KİŞİSEL SUÇLARI NEDENİYLE SORUŞTURMA VE KOVUŞTURMA USULÜ Hâkimlerin ve savcıların kişisel suçlarıyla alakalı ihbar ve şikâyetlerle ilgili olarak,[294] herhangi bir izne gerek bulunmadığından, haklarındaki soruşturma, [293] ÖZEN, s. 280. [294]“İhbar ve şikâyetler: Madde 97 – (Değişik: 22/12/2005–5435/34 md.) Hâkim ve savcılar hakkında; a) Belli bir konuyu içermeyen veya somut delile dayanmayan, b) Başvuru sahibinin adı, soyadı, imzası ile iş veya yerleşim yeri adresi ve Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları için Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarası bulunmayan, c) Daha önceden şikâyet konusu yapılıp sonuçlanan hususlarda yeni delil içermeyen, d) Kanun yollarına başvuru sebebi olarak ileri sürülebilecek veya hâkimlerin yargı yetkisi ve takdiri kapsamında kalan hususlara ilişkin bulunan, e) Akıl hastalığı sebebiyle vesayet altına alınanlar ile henüz vesayet altına alınmamış olmakla birlikte bu hastalığa duçar oldukları sağlık kurulu raporu ile belirlenenlerce verilmiş olan, İhbar ve şikâyetler işleme konulmaz. Ancak (b) bendinde yazılı şartları taşımayan ihbar ve şikâyetlerin somut delillere dayanması durumunda, konu hakkında gerekli araştırma ve inceleme yapılır.” (HSK m. 97). Ancak işleme konulmama halinde dahi, HSYK dışındaki tüm organlar, savcılıklar, mahkeme ve hâkimlikler söz konusu hususları içermeyen dilekçeleri bile HSYK Genel Sekreterliğine göndermelidir. İhbar ve şikâyetlerden gerçek kimlik ve adresi içerenlerle, isim ve adres içermeyenlerdense somut bir olay ve belli bir konuyu kapsayanlar işleme konulur. İşleme konulmama kararına karşı HSYKK uyarınca yeniden inceleme ve itiraz yoluna gidilebilirse de, HSYKK m. 33/5 gereğince bu kararlara karşı yargı yoluna başvurma olanağı bulunmamaktadır. Yine kendisine hâkimler ve savcılar hakkında ihbar ya da şikâyet dilekçesi verilen makam ve merciler herhangi bir işlem yapmaksızın, (ancak kaybolma ihtimali bulunan ve o delil olmaksızın sonuca varma imkânının bulunmadığı deliller dışında) delil toplamadan dilekçeyi HSYK’ya göndermelidir. Bkz. GÜNAY, s. 24. Şikâyetçinin medeni haklarını kullanma ehliyetinden mahrum olduğunun anlaşılması durumunda, bunun açıklanması, vesayet altına alınmamış olmasına karşın akıl hastalığına duçar olduğunun anlaşılması durumunda, varsa raporun evraka eklenmesi ve 4721 sayılı Medeni Kanun m. 405 uyarınca işlem yapılması için konunun yetkili vesayet makamına bildirilmesi gereklidir. İhbar veya şikâyetin gerçek bir isimle yapılmadığının anlaşılması veya ihbarcı ile şikâyetçinin tespit edilememesi ya da bu kişilere ulaşılamaması hâlinde, evrakın bu gerekçelerle iade edilmemesi, tahkiki mümkün isnat ve iddiaların araştırılarak durumun açıklığa kavuşturulması konusunda gereken dikkat ve özenin gösterilmesi 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 349 HAKEMLİ Arş. Gör. Eylem BAŞ HAKEMLİ Hâkimlerin ve Savcıların Disiplin Yönünden Soruşturulmaları ve İşledikleri Suçlar Nedeniyle Yargılanmaları ilgilinin yargı çevresinde bulunduğu Ağır Ceza Mahkemesi’ne en yakın Ağır Ceza Mahkemesi Cumhuriyet başsavcısı tarafından yürütülür. Soruşturmanın en yakın Ağır Ceza Mahkemesi Cumhuriyet başsavcısınca yürütülmesinin tarafsızlığa hizmet ettiği söylenebilir.[295] Hâkimlerin ve savcıların işledikleri suç, kişisel suç olsa dahi bunların soruşturulması hiçbir şekilde Cumhuriyet savcısına ya da kolluğa bırakılmayarak, soruşturma Cumhuriyet başsavcısınca bizzat yapılır ve talimat yazısı da gerektiğinde muadil makama yazılır. Soruşturma gerçekleştirilirken CMK’da öngörülen usul uygulanarak koruma tedbirlerinin tümüne başvurulabilir.[296] Örneğin Eskişehir’de görevli bir hâkim, Antalya’da kişisel bir suç islese dahi, suçun işlendiği Antalya’daki Cumhuriyet savcısı, o olay nedeniyle toplanması gerekli olan tüm delilleri toplayıp, evrakı tamamlayarak yetkisizlikle dosyayı, hâkimin ya da savcının fiili gerçekleştirdiği tarih itibarıyla görev yaptığı yerin yani Eskişehir’e en yakın ağır ceza mahkemesi olan Bilecik Ağır Ceza Mahkemesi Cumhuriyet başsavcısına göndermelidir. Kişisel suçlarından dolayı hakkında ceza soruşturması ve kovuşturması gerçekleştirilecek hâkimin ve savcının sınıfına göre yargılama mercii de değişmektedir. Adalet Bakanlığı merkez, bağlı ve ilgili kuruluşlarındaki hâkimlerin ve savcıların (HSK m. 98 uyarınca birinci sınıf hâkimler ve savcılar hariç olmak üzere) kişisel suçları hakkında soruşturma ve kovuşturma Ankara Cumhuriyet başsavcısına ve Ağır Ceza Mahkemesi’ne aittir. (HSK m. 93). Soruşturma söz konusu savcılarca bizzat yürütülerek sonuçlandırılmalı ve kolluğa bırakılmamalıdır. Düzenlenecek iddianamenin veya kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın ilgili soruşturma evrakı örneği ile birlikte; kamu davası açıldığında ise yargılama neticesinde verilen mahkeme kararının kesinleşmiş tasdikli bir suretinin disiplin yönünden yapılacak değerlendirmeye esas olması için Adalet Bakanlığı merkez, bağlı ve ilgili kuruluşlarındaki hâkimler ve savcılar (HSK m. 98 uyarınca birinci sınıf hâkimler ve savcılar hariç olmak üzere) bakımından Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğü’ne; bunun dışındakilerin ise Genel Sekreterlik’e gönderilmesi gereklidir. (HSYK 2 nolu genelge).[297] HSYK Teftiş Kurulu Yönetmeliği[298] m. 39’da inceleme ve soruşturmaya ilişkin hususlar düzenlenmiştir. Söz konusu hükmün g bendinde kişisel suç gereklidir. (2 nolu genelge). HSYK’nın 30.4.2014 tarihli 2 nolu genelgesinin tam metni için bkz. http://www.hsyk.gov.tr/Mevzuat/Genelgeler/GENELGELER/2.pdf [295] ALDEMİR, Hâkimlik, s. 656. [296] GÖKCAN/ARTUÇ, s. 843. [297] HSYK’nın 30.4.2014 tarihli 2 nolu genelgesinin tam metni için bkz. http://www.hsyk. gov.tr/Mevzuat/Genelgeler/GENELGELER/2.pdf [298] RG. 9.4.2011, S. 27900. 350 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 iddialarında, olayın yetkili adlî mercie intikal ettirileceği ve gerekirse disiplin yönünden incelemenin veya soruşturmanın yürütülmesi için bu yönetmeliğin 37. maddesinde belirtilen işlemlerden uygun bulunanın yerine getirileceği belirtilmiştir. Cumhuriyet başsavcısı gerçekleştirdiği soruşturma sonunda kamu davası açabileceği gibi, kovuşturma yapılmasına yer olmadığına dair de karar verebilir. Yetkili Cumhuriyet başsavcısı şüpheli hâkimin ya da savcının işlediği iddia edilen suç ne olursa olsun, hangi mahkemenin görevine girerse girsin davayı Ağır Ceza Mahkemesi’nde açar. Yetkili mahkemeyse, hâkimin ya da savcının görev yaptığı yere en yakın yerdeki Ağır Ceza Mahkemesi’dir. Hâkimlerin ya da savcıların kişisel suçları nedeniyle haklarında kamu davası açılmasına yer olmadığı kararı verilmişse, bu kararın bir örneği; kamu davası açıldığındaysa iddianamenin bir örneği ekleriyle beraber disiplin bakımından değerlendirilmek üzere Cumhuriyet başsavcılığınca HSYK’nın üçüncü dairesine gönderilir. Bu dairede gerçekleştirilecek inceleme neticesinde yeterli delil yoksa ya da fiil disiplin cezası verilmesini gerektirecek nitelikte değilse örneğin hâkimin ya da savcının taksirle gerçekleştirdiği trafik kazasında çocuğunun ölmesi gibi, disiplin yönünden işlem yapılmasına gerek bulunmadığına dair karar verilir. Aksi durumdaysa disiplin yönünden soruşturma izni verilmesine dair kanaat yazısı yazılarak Başkan’ın onayına sunulur. Adalet Bakanlığı merkez kuruluşundaki birinci sınıf hâkimler ve savcılar, soruşturma ve kovuşturma yapılması bakımından Yargıtay üyeleri hakkındaki hükümlere tabidirler. Ancak soruşturma yapılması Adalet Bakanı’nın iznine tabidir. Şayet Adalet Bakanı ilgililer hakkında soruşturma yapılmasını isterse, 2797 sayılı Yargıtay Kanunu (YK) m. 46 devreye girer ve Yargıtay Birinci Başkanlar Kurulu ilgili hakkında soruşturma yapılması için Yargıtay Ceza Dairesi Başkanlarından birini görevlendirir. Soruşturmayı tamamlayan başkan, evrakı Birinci Başkanlık Kuruluna verir. Birinci Başkanlık Kuruluysa son soruşturmanın açılmasına gerek görmediği takdirde evrakın işlemden kaldırılmasına, aksi halde son soruşturmanın açılmasına karar verir[299] ve görevle ilgili suçlarda AYM’ye, kişisel suçlarda ilgili Yargıtay Ceza [299]“…Görevi ihmal suçundan şüpheli Cumhuriyet Savcısı C. S. Hakkında son soruşturma açılması talebini havi Karşıyaka Cumhuriyet Başsavcılığımca düzenlenen 24.7.2006 tarihli ve 2006/1947-4083-368 sayılı iddianame üzerine son soruşturmanın açılmasına yer olmadığına dair Karşıyaka 1. Ağır Ceza Mahkemesince verilip kesinleşen 16.10.2006 gün ve 2006/751 sayılı karar aleyhine Adalet Bakanlığınca verilen 5.4.2007 gün ve 18431 sayılı Yasa Yararına Bozma isteğini içeren Yargıtay C. Başsavcılığının 18.4.2007 gün ve 2007/72279 sayılı tebliğnamesiyle dava dosyası Daireye gönderilmekle incelendi ve görüşüldü: Tebliğnamede “Tüm Dosya kapsamına göre sanığın üzerine atılı görevi ihmal suçu ile ilgili mevcut delillerin son soruşturmanın açılması için yeterli olup delillerin takdirinin de son soruşturma aşamasında davayı görecek olan mahkemesine ait bulunduğu gözetilmeden yazılı şekilde karar verilmesinde isabet görülmemiştir” denilmektedir. Kamu davasının 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 351 HAKEMLİ Arş. Gör. Eylem BAŞ HAKEMLİ Hâkimlerin ve Savcıların Disiplin Yönünden Soruşturulmaları ve İşledikleri Suçlar Nedeniyle Yargılanmaları Genel Kurulu’na gönderilmek üzere dosyayı Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına gönderir.[300] açılması başlığını taşıyan C Y Yasasının 170/2 maddesinde “Soruşturma evresi sonunda toplanan deliller, suçun işlendiği hususunda yeterli şüphe oluşturuyorsa; Cumhuriyet savcısı, bir iddianame düzenler” hükmü yer almaktadır. Son soruşturmanın açılması kararı dava açan bir usul işlemi olma niteliğinden ötürü uygulamada iddianame gibi değerlendirilmektedir. Buna göre, soruşturma sonunda toplanan deliller suçun işlendiği hususunda kamu davası açmaya yeterli şüphe oluşturuyorsa son soruşturmanın açılması kararı verilmelidir. İncelenen dosyada, şüpheli C. Savcısının 11.11.2005 günü nöbetçi olduğu sırada, eşini yaşamsal tehlike geçirecek biçimde onbir yerinden bıçakla yaralayan şüpheli Himmet Gökoğlu’nu ifadesini almadan ve gerekçe göstermeden serbest bırakması eyleminde, CYY’nın 100. maddesinde öngörülen tutuklama nedenlerinin bulunup bulunmadığına ilişkin değerlendirme ve takdir C. Savcısı tarafından yapılacak ve istemi üzerine ilgili mahkemece bir tutuklama kararı verilebilecek ise de, C. Savcısının, CYY’nin 100/1.fıkrasında öngörülen kasten öldürme suçunun işlenmiş olduğu yönünde kuvvetli şüphenin varlığını gösteren olgular ve aynı maddenin 3. fıkrasında öngörülen kasten öldürme suçunun işlenmiş olduğu yönünde kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde tutuklama nedenlerinin de var kabul edilebileceği hükmü uyarınca, görevi savsama suçuna ilişkin davanın açılmasını sağlayacak olan son soruşturmanın açılması kararını vermek için yeterli şüphenin bulunduğu, C. Savcısı şüphelinin tutuklamaya sevk konusundaki takdir hakkını yerinde kullanıp kullanmadığına ilişkin delilleri değerlendirme, tartışma ve suçu nitelemenin, şüphelinin kastının saptanmasının yargılamayı yapacak mahkemenin görevi olduğu; nitekim C. Savcısının dava açma görevini düzenleyen 5271 sayılı CYY. 170. maddesi hükmüne göre, suçun işlendiği hususunda “yeterli delil” değil, daha geniş anlamlı bir kavram olan “yeterli şüphe” bulunmasının, savcının dava açan iddianameyi düzenlemesi için gerekli bir neden ve zorunlu bir koşul olduğu anlaşılmıştır. Bu durumda şüpheli hakkında dava açılması kararı verilerek yapılacak yargılama sırasında şüphelinin lehine ve aleyhine tüm delillerin görevli mahkemesince tartışılması hukuken isabetli olacaktır. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının, Yasa Yararına Bozma isteği doğrultusunda düzenlediği tebliğnamedeki düşünce, yapılan açıklamalar ışığında yerinde görüldüğünden, Karşıyaka 1. Ağır Ceza Mahkemesince verilip itiraz edilmeksizin kesinleşen 16.10.2006 gün ve 2006/751 karar sayılı kararın Ceza Muhakemesi Kanunun 309. maddesi uyarınca BOZULMASINA, aynı yasa maddesinin 4/a fıkrası gereğince sonraki işlemlerin yerinde tamamlanmasına oybirliğiyle karar verildi…” Y. 4. CD., 2007/4526 E. 2007/6317 K. 3.7.2007 T. (Karar metni için bkz. GÖKCAN/ARTUÇ, s. 858-859.). “…Son soruşturmanın açılması kararı, dava açan bir usul işlemi olma niteliğinden ötürü uygulamada iddianame gibi değerlendirilmektedir. Buna göre, soruşturma sonunda toplanan deliller suçun işlendiği hususunda kamu davası açmaya yeterli şüphe oluşturuyorsa son soruşturmanın açılması kararı düzenlenmelidir, incelenen dosyada, şüpheli Cumhuriyet Savcısının 127 adet soruşturma dosyasını kendi sorumluluğunda bulunmasına karşın 3 yıl süreyle işlemsiz bıraktığı, savsama eyleminin 2005 yılı müfettiş denetimi sırasında ortaya çıktığı, davanın açılmasını sağlayacak olan son soruşturmanın açılması kararını vermek için yeterli şüphenin bulunduğu, delilleri değerlendirme, tartışma ve suçu nitelemenin yargılamayı yapacak mahkemenin görevi olduğu, nitekim Cumhuriyet Savcısının dava açma görevini düzenleyen 5271 sayılı CYY.nın 170. maddesi hükmüne göre, suçun işlendiği hususunda “yeterli delil” değil, daha geniş anlamlı bir kavram olan “yeterli şüphe” bulunmasının, savcının dava açan iddianameyi düzenlemesi için gerekli bir neden ve zorunlu koşul olduğu anlaşılmıştır. Bu durumda şüpheli hakkında dava açılması kararı verilerek yapılacak yargılama sırasında şüphelinin lehine ve aleyhine tüm delillerin görevli mahkemesince tartışılması hukuken isabetli olacaktır…” Y. 4. CD. E. 2006/8379 K. 2007/1165 T. 6.2.2007 (www.kazanci.com) [300] GÖKCAN/ARTUÇ, s. 843-844. 352 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 D. AĞIR CEZA MAHKEMESİNİN GÖREVİNE GİREN SUÇÜSTÜ HALLERİ NEDENİYLE SORUŞTURMA VE KOVUŞTURMA USULÜ Ağır ceza mahkemesinin görevine giren[301] suçüstü hâllerde[302] hazırlık soruşturması genel hükümlere göre yapılır. Bu iki halin kümülatif bir şekilde bulunması gereklidir. Yani suç ağır ceza mahkemesinin görev alanına girmiyor ancak suçüstü bir hal söz konusuysa HSK m. 93 uygulama alanı bulur. Hazırlık soruşturması yetkili Cumhuriyet savcıları tarafından bizzat yürütülür. Ancak bu halde durumun hemen Adalet Bakanlığı’na bildirilmesi zorunludur. (HSK m. 94). Söz konusu hal bakımından hâkim ya da savcı bu suçu görevi sebebiyle işlese dahi soruşturma CMK’nın genel hükümleri gereğince gerçekleştirilir. Yani hâkimlerin ya da savcıların kişisel suçlarına ilişkin HSK m. 93’te öngörülen usul değil, genel hükümler uygulama alanı bulur. Soruşturma HSYK başkanından yani Adalet Bakanı’ndan izin alınmadan, suçun işlendiği yer Cumhuriyet savcılığınca gerçekleştirilir ve dava da görevli mahkemede açılır. Söz konusu halde soruşturmayı gerçekleştiren Cumhuriyet savcısı CMK hükümlerini uygular.[303] [301] 5235 sayılı Adlî Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun m. 12 gereğince Kanunların ayrıca görevli kıldığı hâller saklı kalmak üzere, TCK’da yer alan yağma (m. 148), irtikâp (m. 250/1 ve 2), resmî belgede sahtecilik (m. 204/2), nitelikli dolandırıcılık (m. 158), hileli iflâs (m. 161) suçları, TCK’nın İkinci Kitap Dördüncü Kısmının Dört, Beş, Altı ve Yedinci Bölümünde tanımlanan suçlar (318, 319, 324, 325 ve 332. maddeler hariç) ve 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununun kapsamına giren suçlar dolayısıyla açılan davalar ile ağırlaştırılmış müebbet hapis, müebbet hapis ve on yıldan fazla hapis cezalarını gerektiren suçlarla ilgili dava ve işlere bakmakla ağır ceza mahkemeleri görevlidir. AYM’nin ve Yargıtay’ın yargılayacağı kişilere ilişkin hükümler, askerî mahkemelerin görevlerine ilişkin hükümler ile çocuklara özgü kovuşturma hükümleri saklıdır. [302] CMK m. 2/1-j’de suçüstü, işlenmekte olan suç, henüz işlenmiş olan fiil ile fiilin işlenmesinden hemen sonra kolluk, suçtan zarar gören veya başkaları tarafından takip edilerek yakalanan kişinin işlediği suç, fiilin pek az önce işlendiğini gösteren eşya veya delille yakalanan kimsenin işlediği suç şeklinde tanımlanmıştır. [303] GÖKCAN/ARTUÇ, s. 831. 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 353 HAKEMLİ Arş. Gör. Eylem BAŞ HAKEMLİ Hâkimlerin ve Savcıların Disiplin Yönünden Soruşturulmaları ve İşledikleri Suçlar Nedeniyle Yargılanmaları SONUÇ Yargı bağımsızlığının ve yargıya olan güvenin sağlanabilmesi için Türkiye’de bu konuda gereken değişiklikler yapılmalıdır. Mahkemelerin bağımsızlığı ve tarafsızlığıyla ilgili olan denetim bakımından önemli bir yere sahip bulunan HSYK’nın, yargının siyasallaşmasına neden olan bir yapı içinde bulunduğu söylenebilir. Son değişiklikle beraber HSYK’nın hızlı bir şekilde tasfiye edilmek istenmesi de bunun bir göstergesidir. HSYK, hem oluşumu hem de çalışma yöntemi bakımından yürütme organına bağlı kılınmıştır. Adaletin dağıtımının adil olması için öncelikle adaleti dağıtmakla görevli olanların bağımsızlığı ve tarafsızlığı sağlanmalıdır. Kurulun meslekten çıkarma haricindeki örneğin düzenleyici işlem niteliğindeki kararlarına karşı dahi yargı yolunun kapatılması HSYK’nın uygulama yetkisine sahip olduğu kanunların anayasaya uygunluk denetimini soyut norm denetimi bakımından değil ama somut norm denetimi bakımından ortadan kaldırmaktadır. HSYKK’da denetimle ilgili bazı hükümlere yer verilmiştir. Ancak hâkimlerin veya savcıların görev suçlarının soruşturulmasıyla ilgili asıl düzenlemenin uyum amacıyla HSK’da gerçekleştirilecek değişikliklerle gerçekleştirilmesi gereklidir. Hem 1982 Anayasasının ilk halinde hem de 2010 Anayasa değişikliklerinde işlevleri gereği tarafsız ve bağımsız konumda olması gereken hâkimlerle; işlevleri gereği bu konumda olmayan savcıların özlük haklarının HSYK’ya verilmesi doğru değildir. Doğru olan 1961 Anayasası döneminde olduğu gibi ayrı ayrı kurulların oluşturulmasıdır. HSK, disiplin yaptırımlarını ve bu yaptırımlara tabi olan davranışları düzenlemektedir. Türkiye’deki mevcut disiplin sisteminin uygulanmasında şeffaflık yoktur. Zira sistemin nasıl yürüdüğünün, hangi davranışa ne ceza verildiğinin belirlenmesinde güçlükler söz konusudur. HSK’daki hükümlerin genel ifadeleri içermesi de bu durumun bir nedenidir. Yine bir istikrarın bulunmadığı, hâkimlerin ya da savcıların ifade özgürlüğüne müdahale niteliğini taşıyan kararlar verildiği görülmektedir. Türkiye’de disiplin soruşturması yönünden öngörülen usullerde yetersizlik vardır. Soruşturmanın başlatılmasında ve soruşturma izninin verilmesinde Adalet Bakanının aldığı etkin rol, şikâyetçinin haklarının etkili bir şekilde düzenlenmemesi, HSYK’nın yapısı, HSYK önünde ilgili hâkimin ya da savcının haklarının yeteri kadar korunamaması, nihai kararın gerekçesinin bile açıklanamaması, verilen nihai karara karşı yargı yolunun ya da başkaca etkili bir yolun öngörülmemesi eksiklik oluşturmaktadır. Zira yargılama gücünü bağımsızlıktan alır. Hâkimlerin ifade özgürlüğü, yargının tarafsızlığını ve bağımsızlığını engellemez. Her ne kadar hâkimler ve savcılar partizan bir görüntüden kaçınmak 354 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 için tartışmalı konularda yorum yaparken hükümeti açıkça eleştirirken ya da överken dikkatli olmamalılarsa da; yargı reformu gibi konularda fikirlerini açıklama konusunda özgür olmalıdırlar. Disiplin cezası verilmesine gerek gören ve böylece taraf halinde gelen Bakanın ve hiyerarşik bakımdan astında yer alan müsteşarın hüküm veren organın içinde yer alması, bu organın tarafsızlığından şüphe duyulmasına neden olmaktadır. AİHM de, iddia makamında yer alan bir kimsenin daha sonra aynı davada hâkim olarak bulunması halinin, kamuya tarafsızlık güvencesini yeteri kadar vermediğine işaret etmiştir Adalet Bakanı, yürütme organının bir üyesidir ve siyasi bir kişiliktir. Genel olarak dışarıdan bakıldığında dahi nesnel olduğu izlenimini vermemektedir. Bakanın geniş bir takdir yetkisi bulunmaktadır. Zira soruşturma izni vererek ya da kovuşturma yapılmasını ve disiplin cezası verilmesini gerekli görerek, hâkimin sorumluluğu mekanizmasını harekete geçirebileceği gibi; hâkimin ya da savcının sorumluluğuna gidilmesinin önünü dahi kapatabilir. Hakkında disiplin cezası verilen hâkimin ya da savcının bu cezası bağımsız bir organ tarafından gözden geçirilmelidir. Zira bağımsız bir adli gözden geçirmenin olmadığını bilen hâkimlerin ve savcıların, kendi bağımsız yargı anlayışları yerine konjonktüre göre hareket etmeleri mümkündür. HSYK’nın meslekten çıkarma haricindeki kararlarına karşı yargı yoluna gidilmemesi bir yana bırakıldığında dahi Genel Kurul’un dairelerden oluşması başlı başına AİHM’in belirttiği gibi etkili bir iç hukuk yolunun olmadığının göstergesidir. Bu durum AİHS m. 13’e aykırılık taşımaktadır. Hakkında disiplin cezası verilmesi istenen hâkimin ya da savcının bu cezanın yeniden incelenmesini isteme ve itiraz hakkı bulunmaktadır. Her ne kadar hakkında meslekten çıkarma cezası verilmesi hariç, disiplin cezası verilen hâkimin ya da savcının mahkemeye başvurma hakkı bulunmasa da şayet yeniden incelemenin ve itirazın yapıldığı yer bağımsız ve tarafsız bir niteliğe sahipse, bu halde yargı yolunun kapalı olmasının ciddi bir sorun yaratmayacağı söylenebilir. Ancak yeniden incelemeyi gerçekleştirecek olan yine ikinci dairedir. Yeniden inceleme üzerine başvurulan itiraz yolundaysa Genel Kurul ilk kararı veren kuruldan tümüyle farklı bir oluşum yapısına sahip değildir. Zira itirazı ele alan kurulun içinde ikinci dairenin asıl üyeleri yer almaktadır. Yani ilk kararı veren üyeler, itirazı karara bağlayan kurulda bulunmaktadır. Bu yüzden, ikinci dairenin tarafsız bir yargı yeri olarak değerlendirilmesi mümkün bulunmamaktadır. Genel Kurul, ilk kararı veren kuruldan tümüyle farklı bir oluşum yapısına sahip bulunmadığından tarafsızlık sorunu gündeme gelmektedir. Zira Genel Kurul, daha önce de belirtildiği üzere her üç dairenin katılımıyla oluşmaktadır. Yine Genel Kurulun toplantı yeter sayısını, ikinci ve üçüncü dairelerin üyeleri karşılayacak niteliktedir. Türkiye’nin yargı bağımsızlığıyla ilgili olarak başta anayasa olmak 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 355 HAKEMLİ Arş. Gör. Eylem BAŞ HAKEMLİ Hâkimlerin ve Savcıların Disiplin Yönünden Soruşturulmaları ve İşledikleri Suçlar Nedeniyle Yargılanmaları üzere mevzuattan kaynaklı sorunları vardır. HSYK’nın yapısı ve yürütmenin güdümünde olması, bunun bir göstergesidir. KAYNAKÇA “Adalet Bakanlığı Teftiş Kurulu Yönetmeliği”nin Yürütülmesinin Durdurulması Ve İptali İstemiyle Yarsav Tarafından Açılan Davaya İlişkin Gelişmeler Hakkında Özet Bilgi http://www.yarsav.org.tr/resimler/filemanager/5.pdf ALDEMİR, Hüsnü: “Hâkimlerin ve Savcıların Disiplin Sorumluluğu”, Terazi Hukuk Dergisi, Y. 8, S. 78, Şubat 2013. (“Disiplin”). ALDEMİR, Hüsnü: Hâkimlik ve Savcılık Mesleğinin Temel Esasları, Seçkin Yayıncılık, Ankara 2013. (Hâkimlik). ALİEFENDİOĞLU, Yılmaz: Anayasa Yargısı ve Türk Anayasa Mahkemesi, Yetkin Yayınları, Ankara 1996. ARSLAN, Ramazan/TANRIVER, Süha: Yargı Örgütü Hukuku, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayınları, Ankara 1996. BALCI, Murat: “Devlet Memuriyetinden Çıkarma Cezası”, Terazi Hukuk Dergisi, Y. 5, S. 44, Nisan 2010, s.156. ss. 151-170. BAYRAKTAR, Köksal: “Genel Değerlendirme”, 2010 Anayasa Değişiklikleri Çerçevesinde Yargı Bağımsızlığı, Seçkin Yayıncılık, Ankara 2010, ss. 159-160. CENTEL, Nur/ZAFER, Hamide: Ceza Muhakemesi Hukuku, Beta Yayıncılık, İstanbul 2008. ÇELİK, Burak: Hâkimler Ve Savcılar Yüksek Kurlu: Yapısal Açıdan Karşılaştırmalı Bir İnceleme, On İki Levha Yayınları, İstanbul 2012. ERCAN, İsmail: “Hâkim Ve Savcıların Disiplin Sorumluluğu”, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul 2008. ERGEN, Cafer: “Memur Disiplin Affı Kanunu ve Uygulaması”, Terazi Hukuk Dergisi, Y. 1, S. 3, Kasım 2006, ss. 100-102. ERKUT, Celal: İptal Davasının Konusunu Oluşturma Bakımından İdari İşlemin Kimliği, Danıştay Matbaası, Ankara 1990. ERTEKİN, Orhan Gazi/ÖZSU, Faruk/ŞAHİN, Kemal/ŞAKAR, Muzaffer/YİĞİT, Uğur: Türkiye’de Yargı Yoktur, Tekin Yayınevi, İstanbul 2014. FEYZİOĞLU, Metin: Ceza Muhakemesinde Vicdani Kanaat, Yetkin Yayınları, Ankara 2002. 356 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 GÖKCAN, Hasan Tahsin/ARTUÇ, Mustafa: Ceza Hukukunda Kamu Görevlisi ve Özel Soruşturma Usulleri (Memur Yargılaması), Seçkin Yayıncılık, Ankara 2012. GÖZLER, Kemal: Türk Anayasa Hukuku Dersleri, Ekin Yayınevi, Bursa 2013. GÖZLER, Kemal: Türk Anayasa Hukuku Pratik Çalışmaları, Ekin Yayınevi, Bursa 2013. GÖZÜBÜYÜK, A. Şeref/TAN Turgut: İdare Hukuku Cilt 2, Turhan Kitabevi, Ankara 2012. GÜNAY, Erhan: Uygulamada Hâkim – Savcı Avukatlar İle Diğer Adli Personelin İşledikleri Suçlar Ve Soruşturmalar, Seçkin Yayıncılık, Ankara 1997. GÜNDAY, Metin: İdare Hukuku, İmaj Yayıncılık, Ankara 2013. HAFIZOĞULLARI, Zeki: “Genel Çizgileriyle Savunma Hakkı”, ABD, Y. 51, S. 1, Mart 1994, ss. 20-40. İNCEOĞLU, Sibel: İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi Kararlarında Adil Yargılanma Hakkı, Beta Yayıncılık, İstanbul 2008. (Adil). İNCEOĞLU, Sibel: Yargı Bağımsızlığı ve Yargıya Güven Ekseninde Yargıcın Davranış İlkeleri, Beta Yayıncılık, İstanbul 2008. (Yargı). KANGAL, Zeynel: Kabahatler Hukuku, On İki Levha Yayıncılık, İstanbul 2011. KAPANİ, Münci: İcra Organları Karşısında Hâkimlerin İstiklali, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayınlarından: 93, Ankara 1956. KILIÇOĞLU, Ahmet M.: “Hâkimlerin Hukuki Sorumluluğu, AÜHFD, Yıl 1973 ,Cilt 30, Sayı 1-4, ss. 231-267. KIRATLI, Metin: “Yargının Sorumluluğu”, İnsan Hakları Merkezi Dergisi, C. 3, S. 3, s. 3. ss. 2-11. KIRMAZ, Birol: Avrupa Birliği Sürecinde Hâkimlerin Denetimi ve Yargı Bağımsızlığı, Adalet Yayınevi, Ankara 2009. KUMKUMOĞLU, Kemal/KUMKUMOĞLU, Ahmet Kemal: “HSYK’nın 1961 ve 1982 Anayasaları’ndaki Durumu”, 2010 Anayasa Değişiklikleri Çerçevesi Yargı Bağımsızlığı, Seçkin Yayıncılık, Ankara 2010, ss. 105-113. KUNTER, Nurullah: Muhakeme Hukuku Dalı Olarak Ceza Muhakemesi Hukuku, Kazancı Hukuk Yayınları, İstanbul 1981. KUNTER, Nurullah/YENİSEY, Feridun/NUHOĞLU, Ayşe: Muhakeme Hukuku Dalı Olarak Ceza Muhakemesi Hukuku, Beta Yayıncılık, İstanbul 2010. 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 357 HAKEMLİ Arş. Gör. Eylem BAŞ HAKEMLİ Hâkimlerin ve Savcıların Disiplin Yönünden Soruşturulmaları ve İşledikleri Suçlar Nedeniyle Yargılanmaları LİVANELİOĞLU, Ömer Asım: Memur Disiplin Hukuku, U S-A Yayıncılık, Ankara 1997. Millet Meclis, Dönem 8, Toplantı 2, S. Sayısı 419, Cumhuriyet Senatosu ve Millet Meclisi (430) üyesinin, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının bazı maddelerinin değiştirilmesi ve geçici maddeler eklenmesi hakkında teklifi ve anayasa komisyonu raporu: (2/558), http://yenianayasa.tbmm.gov.tr/docs/1961/1961-5/5-sirasayisi.pdf ODYAKMAZ, Zehra/KAYMAK, Ümit/ERCAN, İsmail: Anayasa Hukuku İdare Hukuku, Savaş Yayınevi, Ankara 2005. OĞURLU, Yücel: İdari Yaptırımlar Karşısında Yargısal Korunma, Seçkin Yayıncılık, Ankara 2000. ÖZAY, İl Han: Günışığında Yönetim, Filiz Kitabevi, İstanbul 2004. ÖZBUDUN, Ergun: Türk Anayasa Hukuku, Yetkin Yayınları, Ankara 2013. ÖZEK, Çetin: “Türk Hukukunda Memurların Muhakemesi”, İÜHFM, C. 26, S. 1-4, 1960, ss. 34-85. ÖZEN, Muharrem: Hâkimin Cezai Sorumluluğu, Seçkin Yayıncılık, Ankara 2004. ÖZEN, Muharrem/TOZMAN, Önder: “Türk Ceza Hukukunda Kamu Görevlisi Kavramı”, Amme İdaresi Dergisi, Cilt 42 Sayı 4 Aralık 2009, ss. 25-57. PEKCANITEZ, Hakan/ATALAY, Oğuz/ÖZEKES, Muhammet: Medeni Usul Hukuku, Yetkin Yayınları, Ankara 2007. SANCAKDAR, Oğuz: Disiplin Yaptırımı Olarak Devlet Memuriyetinden Çıkarma ve Yargısal Denetimi, Yetkin Yayınları, Ankara 2001. (Disiplin). SANCAR, Mithat/ÜMİT ATILGAN, Eylem: “Adalet Biraz Es Geçiliyor...”: Demokratikleşme Sürecinde Hâkimler Ve Savcılar”, Tesev Yayınları, İstanbul 2009. ŞAHBAZ, İbrahim: “Mahkemelerde Anayasaya Aykırılık İddiası”, Yargıtay Dergisi, 1975, Y. 16, S. 63, ss. 281-308. ŞAHİN, Cumhur: Ceza Muhakemesi Hukuku –I-, Seçkin Yayıncılık, Ankara 2009. TANİLLİ, Server: Devlet Ve Demokrasi Anayasa Hukukuna Giriş, İstanbul Üniversitesi Yayınlarından No: 2858, İstanbul 1981. TANÖR, Bülent: İki Anayasa, On İki Levha Yayıncılık, İstanbul 2013. TANÖR, Bülent/YÜZBAŞIOĞLU, Necmi: 1982 Anayasasına Göre Türk Anayasa Hukuku, Beta Yayıncılık, İstanbul 2013. TÜRKİYE BAROLAR BİRLİĞİ: Bir Adli Organ Olarak Savcılık, Türkiye Barolar Birliği Yayınları: 110, Ankara 2006. 358 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 TEZİÇ, Erdoğan: Anayasa Hukuku, Beta Yayıncılık, İstanbul 2013. TOPUZ, İbrahim: Açıklamalı-İçtihatlı Memur Yargılama Hukuku, Mahalli İdareler Derneği Yayınları, Ankara 2001. TOROSLU, Nevzat/FEYZİOĞLU, Metin: Ceza Muhakemesi Hukuku, Savaş Yayınevi, Ankara 2009. MADGWICK, Justice Rodney/ORTON, Frank/RICHMOND, Paul: Türkiye Cumhuriyeti’nde Hâkim Ve Avukatların Bağımsızlığı: Heyet Raporu, 14-25 Kasım 1999, (Çev.: Cihan Deniz ZARAKOLU), Belge Yayınları, İstanbul 2001. ULUSOY, Ali D.: İdari Yaptırımlar, On İki Levha Yayıncılık, İstanbul 2013. (Yaptırımlar). ÜNAL, Şeref: Anayasa Hukuku Açısından Mahkemelerin Bağımsızlığı Ve Hâkimlik Teminatı: Türk Yargı Sistemi Üzerinde Karşılaştırmalı Hukuk Açısından Bir İnceleme, TBMM Kültür Sanat Ve Yayın Kurulu Yayınları, Ankara 1994. ÜNLÜ, Ahmet Hamdi: Açıklamalı-Örnek Kararlı Memurların Yargılanmasına İlişkin Yasa, Yetkin Yayınları, Ankara 1992. ÜNVER, Yener/HAKERİ, Hakan: Ceza Muhakemesi Hukuku, Seçkin Yayıncılık, Ankara 2011. ÜSKÜL, Zafer: Geniş Tabanlı Uzlaşma Arayışları İçin Karşılaştırmalı Anayasa Taslağı ve Anayasa Anketi, Toplumda Diyalog Formu, İstanbul 1992. YARSUVAT, Duygun: “Genel Rapor”, 2010 Anayasa Değişiklikleri Çerçevesinde Yargı Bağımsızlığı, Seçkin Yayıncılık, Ankara 2010, ss. 160-164. YILDIRIM, Ramazan: İdari Başvurular, Mimoza Yayınları, Konya 2006. YILDIRIM, Turan: İdari Yargı, Beta Yayıncılık, İstanbul 2008. YILMAZ, Halit: Türkiye’nin Yargı Bağımsızlığına İlişkin Sorunları, Türkiye Barolar Birliği Yayınları: 166, Ankara 2009. 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 359 HAKEMLİ Arş. Gör. Eylem BAŞ HAKEMLİ Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Doçentlik Sınavı* Dr. Mustafa Yaşar DEMİRCİOĞLU Makalenin Geldiği Tarih: 11.03.2016 Kabul Tarihi: 10.10.2016 * Bu makale hakem incelemesinden geçmiştir ve TÜBİTAK – ULAKBİM Veri Tabanında indekslenmektedir. ÖZ 2547 sayılı Kanun’un 24’üncü maddesinde düzenlenen ve Üniversitelerarası Kurul Genel Sekreterliği tarafından yürütülen Doçentlik Sınavı, zincir işlem şeklinde birbirini takip eden bir takım süreçlerden oluşmaktadır. Bu birbirini takip eden süreç incelendiğinde; Doçentlik sınavına müracaat edilmesi ile başlayıp Doçentlik unvanının verilmesine değin devam eden pek çok idari işlem ÜAK Genel Sekreterliği tarafından yürütülmekte ve bu birbirini takip (zincir niteliğindeki) eden ayrılabilir işlemler, kişiler hakkında icrai nitelikte sonuç doğuran işlemler olarak idari yargı denetimine tabi bulunmaktadır. Doçentlik sınavı ile ilgili olarak 07.02.2015 tarihinde 29260 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan Doçentlik Sınav Yönetmeliği yürürlüğe girmiş olup ancak Yönetmeliğin Geçici 1. maddesindeki geçiş hükmü gereği yeni yürürlüğe giren Yönetmelikle birlikte, yönetmeliğin yürürlüğe girmesinden önce sınava başvuranlarla ilgili olarak bir önceki; yani 31.01.2009 tarih ve 27127 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan yönetmeliğin uygulanacağı hususu da düzenleme altına alınmıştır. Bu düzenleme yanında 2015 yılı içerisinde iki önemli gelişme yaşanmış ve Danıştay 8. Dairesi tarafından Yönetmeliğin pek çok maddesinin yürütülmesi durdurulmuştur. Ayrıca 31.12.2015 tarihinde Üniversitelerarası Kurul Başkanlığı resmi internet sitesinde yayımlanan ilanla doçentlik kriterleri büyük oranda değiştirilerek bu değişikliklerin de 2016 yılı Ekim döneminden itibaren yürürlüğe gireceği duyurulmuştur. Bu makalede gerek yeni yürürlüğe giren Yönetmelik hükmü, gerek uygulamaya konulacak olunan doçentlik kriterleri ve gerekse halihazırda uygulaması devam eden 2009 tarihli Yönetmelik hükmünden kaynaklanan temel sınav aşamaları ile bu aşamalarda yaşanan temel hukuki sorunlar; ÜAK uygulamaları, emsal yargı kararları ve idare hukuku ilkeleri çerçevesinde tartışılmaktadır. Anahtar Kelimeler: Doçentlik Sınavı, Puanlama Sistemi, Takdir Yetkisi, Başvuru Koşulları, Unvan. 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 363 HAKEMLİ Dr. Mustafa Yaşar DEMİRCİOĞLU HAKEMLİ Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Doçentlik Sınavı THE ASSISTANT PROFESSORSHIP EXAM ACCORDING TO NEW REGULATIONS ABSTR ACT The Assistant Professorship examination which is regulated by Law No. 2547 and conducted by the General Secretariat of the Interuniversity Committee comprises a chain of procedures that follow one another. When these successive procedures are examined, it can be seen that from applying for the assistant professorship examination to granting of the title of assistant professorship, most of the administrative stages of the process are carried out by the General Secretariat of the Interuniversity Committee, and that these successive (chain-like), but separable procedures are considered as part of administrative acts that are subject to judicial review that may yield executive consequences for individuals. Regarding the assistant professorship examination, a Regulation on the Exam of Assistant Professorship has been published in the Official Gazette No. 29260 and came into force on 7 February 2015. This new Regulation, however, states that -as required by the transition provision stated in Temporary Article 1 of the Regulation-, for those who had applied for the examination before the date the new Regulation came into force, the provisions of the previous Regulation –which had had been published in the Official Gazette No. 27127 on 31 January 2009- will be applied together with the provisions of the new Regulation. Apart from this Regulation, two other important developments had occurred in 2015, and execution of many articles of the Regulation has been suspended by the 8th Department of the Council of State. Moreover, on 31 December 2015, with an announcement published on the official web site of the Presidency of the Interuniversity Committee, the criteria for assistant professorship have mostly changed, and it was declared that these changes will come into force from October 2016. In this article, within the framework of precedent judicial decisions and principles of administrative law, we are going to examine and discuss the abovementioned provision of the Regulation that has been newly put into effect; criteria for assistant professorship that will be in force at the end of this year; fundamental legal problems that may arise from applying the above mentioned provision of the previous Regulation (2009) (which is currently still valid), to the stages of the examination; and practices of the Interuniversity Committee. Keywords: The Exam of Assistant Professorship, Scoring System, Power of Discretion, Terms of Application, Title. 364 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 Doçentlik Sınavı İle İlgili Mevzuat Değişiklikleri Ülkemizde en önemli akademik unvan sınavlarının başında yer alan ve Üniversitelerarası Kurul Başkanlığı[1] tarafından yürütülen doçentlik sınavı[2] ile ilgili olarak 2015 yılında gerek mevzuat çerçevesinde ve gerekse yargı organları kararları doğrultusunda önemli gelişmeler meydana gelmiştir[3]. Bu değişikliklerle birlikte doçentlik sınavı ile ilgili olarak yeni bir dönem de girilmiş olup, sınavın idari aşamalarının yürütülmesinden sorumlu Üniversitelerarası Kurul Genel Sekreterliğini ve jüri üyelerini idare hukuku çerçevesinde önemli süreçler beklemektedir. 2015 yılı içinde doçentlik sınavı ile ilgili yapılan diğer bir önemli değişiklik de; “Doçentlik Sınavına Başvuru Şartları” adı altında yapılan değişiklikler olup 31 Aralık 2015 tarihinde Üniversitelerarası Kurul’un resmi internet sitesinde yayımlanan bu yeni başvuru şartlarının da Ekim 2016 tarihinden itibaren geçerli olacağı duyurulmuştur. Yine 2015 yılında Üniversitelerarası Kurul Başkanlığı tarafından “Doçentlik Sınavına İlişkin Esaslar” adı altında üçüncü bir düzenleyici işlem daha yürürlüğe konulmuştur. Sonuç olarak 2015 yılı içinde; 1. Doçentlik Sınav Yönetmeliği (tamamen değiştirilmiştir) 2. Doçentlik Sınavına Başvuru Şartları[4] 3. Doçentlik Sınavına İlişkin Esaslar[5] [1] İdare Hukukunda Üniversitelerarası Kurul’un yapısı ve görevleri ile ilgili Bknz. SANCAKTAR, s. 246. [2] Doçentlik Sınavı hakkında ayrıca Bknz. SANCAKTAR, s. 252. [3] Bu makale, idare mahkemesi ve Danıştay kararları çerçevesinde oluşan yargısal değerlendirmeler yanında, süreci yürüten kurumlarda çalışmış olan yazarın şahsi tecrübeleri ve bilgi birikimi sonucunda elde edilmiş değerlendirmeleri de kapsamaktadır. [4] Bu başvuru şartları, tüm ülke genelinde tüm doçent adayları hakkında icrai kesin sonuçlar doğuran bir idari düzenleme olmasına karşılık Resmi Gazete’de yayımlanmamış, “Doçentlik Sınavına Başvuru Şartları” adı altında kurum internet sitesinde duyurulmuştur. [5] Aslında bu esaslar, 07 Şubat 2015 tarihli Doçentlik Sınav Yönetmeliği ile ilgili olarak Danıştay 8. Dairesi tarafından verilen 2015/4040 sayılı yürütmenin durdurulması kararının gereklerini yerine getirmek amacıyla tesis edilmiş bir düzenleyici işlemdir. Ancak bu düzenleyici işlemin aslında “maddi olarak yok olduğu”, “yok hükmünde olduğu” veya iptali talep edilebilecek nitelikte olduğu hususu da gün gibi açıktır. Zira Danıştay 8. Dairesinin 2015/4040 sayılı yürütmeyi durdurma kararında vurgulandığı üzere; 2547 sayılı Yükseköğretim Kanununun “Yönetmelikler” başlığını taşıyan 65.maddesinin ( b ) bendi uyarınca ve “Yönetmelik” şeklinde yapılması gereken düzenlemeler, “Doçentlik Sınavına Başvuru Şartları” adı altında isimsiz düzenleyici işlemler formatında yürürlüğe konulmuş durumdadır. Bu alt düzenleyici işlem de Resmi Gazete’de yaymlanmamıştır. “Maddi yokluk”, “hukuki yokluk”, “yok hükmünde sayılma” meselesi İdare Hukukunun en tartışmalı alanlarından bir tanesidir. Gerek öğretide gerekse idari yargı içtihatlarında bu 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 365 HAKEMLİ Dr. Mustafa Yaşar DEMİRCİOĞLU HAKEMLİ Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Doçentlik Sınavı adı altında 3 düzenleyici işlem, doçentlik sınavının uygulanmasına yönelik olarak kabul edilip yürürlüğe konulmuştur. 07 Şubat 2015 tarihli Resmi Gazetede yeni Doçentlik Sınav Yönetmeliği yayımlanmış ancak bu Yönetmeliğe karşı açılan 2 dava neticesinde Danıştay 8. Dairesi tarafından pek çok madde hakkında yürütmenin durdurulması kararı konuda bir fikir birliği oluşmamıştır. Askeri Yüksek İdare Mahkemesi içtihatlarında sıklıkla kullanılan ve kabul edilen “yokluk” kavramı idare mahkemeleri ve Danıştay nezdinde tam fikri mutabakatla kabul edilmiş nitelikte değildir. Anayasa Mahkemesine göre; “Yokluk; bir normun var olmadığının ifadesidir. Yasalar bakımından, Parlamento iradesinin olmaması, Cumhurbaşkanının yayımlama iradesinin bulunmaması, Resmi Gazete’de yayımlanmaması gibi bir normun varlığı için zorunlu olan koşulları içermediği sürece “bir varlıktan” söz etmek olanaksızdır. Ancak, bunun dışındaki sakatlıklar, denetime tabi oldukları sürece, Anayasal denetimin konusunu oluşturabilirler”. Anayasa Mahkemesi, böylece, yokluğu, bir norma vücut veren ya da yürürlüğe koyan iradelerin eksikliğiyle sınırlı olarak kabul etmiştir. ANAYASA MAHKEMESİ KARARI, 2.7.2007 günlü, E2007/72, K 2007/68 sayılı kararı., ANAYASA MAHKEMESİ KARARI, 5.6.2008 gün ve 2008/16 ESAS, 2008/116 KARAR SAYILI İLAMI., ALİEFENDİOĞLU, s. 11., GÖZLER/ KAPLAN, s. 371., Alt düzenleyici işlemler, takdir yetkisinin objektifleştirilmesinde, tesis edilen işlemlerin nesnelleştirilmesinde önemli işlevler görmekle birlikte (ATAY YŞ, s. 77, GENCAY, s. 413) (Öztürk; takdir yetkisinin birel işlemlerle ilgili olduğu, düzenleme yetkisinin kaynağı olarak takdir yetkisinin olamayacağını savunmaktadır. ÖZTÜRK, s. 108), ÜAK tarafından çıkarılan “Doçentlik Sınavına Başvuru Şartları” ve “Doçentlik Sınavına İlişkin Esaslar”’ın Resmi Gazete’de yayımlanmadığını hatırlatmakta fayda vardır. Aynı zamanda 2015 yılı içerisinde yürürlüğe konulan bu 3 düzenleyici işlemin “normatif düzen kalitesi” kapsamında “izlenebilme yeteneği” açısından da eleştirilere açık olduğunu ifade etmek gerekir. AKINCI, s. 190. Hukuki yokluk niteliğinde olmayan, daha önce yürürlüğe konulan üst hukuk normunun belirlediği sınırları aşan idari tasarruflar, yok hükmünde olmaları nedeniyle, hukuk düzeninde herhangi bir değişiklik oluşturamayacaklarından, idare edilenler yönünden bağlayıcı, dolayısıyla da düzenleyici değildirler, idarenin bu nitelikteki bir işleminin idari yargı denetimine tabi tutulması, bu denetimin varlık nedenine uygun düşmez. Bu nedenle bu tür işlemlerin esasının incelenmesine de olanak yoktur. Anlaşılacağı üzere Danıştay; hukuki yokluk niteliğinde olmayan maddi yokluk hallerinde bir yargı denetimi yapılmasına dahi olanak ve gerek bulunmadığına karar vermiştir. Danıştayın söz konusu kararında; gümrük vergisi mükellefleri bakımından kural koyucu nitelikteki idari metinlerin, tüzük, kararname ve yönetmelikle sınırlandırılmış olduğu, bu çerçevede bir genelge yolu ile gümrük vergisi mükellefiyeti doğuran işlem; kural koyucu, yani düzenleyici olarak kabulüne ve iptali istemiyle açılan davanın esasının incelenmesine olanak yoktur. Ancak madden yok olan ve dolayısıyla Danıştay’da bir dava açılmasına da gerek ve olanak bulunmayan bir düzenleyici işleme dayalı bireysel işlem yapılmışsa bu işlemin ilk derece idari yargı mercilerinde incelenmesi söz konusu olabilecektir. DANIŞTAY 7. DAİRE 2001/337 E., 2002/3092 K. SAYILI İLAMI. Tüm ülke çapında uygulama kabiliyeti olan ve muhatapları hakkında icrai sonuçlar doğuran bu şekilde bir düzenleme; Resmi Gazetede yayımlanmak yerine ÜAK resmi internet sitesinde yayımlanmak suretiyle üçüncü kişilere duyurulmuştur ki bu yönü itibari ile de “Doçentlik Sınavına İlişkin Esaslar” adı altında yapılan düzenleme ile hukuksuzluk perçinlenerek daha da artırılmıştır. 366 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 verilmiştir. Bunun üzerine 28.12.2015 tarihinde yapılan 231’nci Üniversiteler Arası Kurul toplantısında, yürürlüğe durdurulan maddeler; “Doçentlik Sınavına İlişkin Esaslar” adı altında bir düzenleyici işlemle tekrar yürürlüğe konulmuştur. 2015 yılı değişiklikleri ile sınavın uygulanmasına yönelik olarak getirilen en önemli değişiklik hiç şüphesiz; jüri oluşum sisteminde elektronik atama sistemine geçilmiş olmasıdır. Bu sistem, sınav jürilerine ilişkin eskiden beri süregelen çeşitli iddiaları, taraflı jüri oluşturulduğu söylentilerini berteraf etmesi bakımından önemlidir. Sınavın yürütülmesinde objektiflik amaçlanmakta, dışarıdan herhangi bir etki veya tevassut girişimine fırsat verilmemesi arzulanmaktadır. Elektronik jüri atama sisteminin 2015 yılında yürürlüğe konulan düzenleyici işlemlerle hukuki alt yapısı oluşturulmuştur. “Doçentlik Sınavına İlişkin Esaslar’ın “Sınav Jürisinin Oluşturulması” başlığını taşıyan 4’ ncü maddesine göre; Başvurunun eksiksiz olduğu ve gerekli şekil şartlarını taşıdığı tespit edilen adayların her biri için, Üniversitelerarası Kurul tarafından, Doçentlik Sınav Komisyonunun elektronik jüri belirleme sistemi aracılığıyla belirleyerek yapacağı öneri üzerine, başvurulan bilim alanı göz önünde bulundurularak beş asıl ve iki yedek üyeden oluşan jüri oluşturulur. Adayın başvurduğu bilim alanında yeterli öğretim üyesinin bulunmaması halinde, jüri yakın alanlardaki profesörlerden tamamlanır. Aynı şekilde “Esaslar” ın, “Doçentlik Sınav Komisyonu” başlığını taşıyan 6’ncı maddesinin 2’nci paragrafına göre; Doçentlik Sınav Komisyonu, her bir adayla ilgili sınav jürisinin asıl ve yedek üyelerini elektronik jüri belirleme sistemi aracılığıyla belirleyerek Üniversitelerarası Kurula sunar. Komisyon elektronik jüri belirleme sistemi aracılığıyla belirlenen jürilerde ortaya çıkan maddî hataları düzeltir. Doçentlik bilim alanının özelliği nedeniyle elektronik jüri belirleme sistemi aracılığıyla jüri oluşturmanın mümkün olmadığı hallerde, Komisyon tarafından belirlenen jüriler Üniversitelerarası Kurula sunulur. Sınavın yürütülmesinde diğer önemli değişiklik; eğitim öğretim faaliyeti başlığı altında doçent adaylarının, doktora eğitimini tamamladıktan sonra açık, uzaktan veya yüz yüze ortamlarda önlisans, lisans veya yüksek lisans dersi anlatmış olması zorunluluğudur. Bu kriter çerçevesinde adayların en az 2 puan almaları şartı getirilmekte ve bu şart sağlanamadığı takdirde ise doçentlik sınavına başvuru yapılamamaktadır[6]. [6] Bu yeni kriter bürokraside çalışıp lisansüstü eğitim yapan ve ardından doçentlik sınavına başvuran bakanlık uzmanları, tetkik hakimler, raportörler, mühendisler, mimarlar, ilahiyatçılar gibi çok geniş bir alanda doçentlik sınavına başvuran kişilerle birlikte Sağlık Bakanlığı’na bağlı olarak çalışan ve herhangi bir üniversitede ders anlatmayan tıp doktorlarının da doçentlik sınavına başvurmalarına engel oluşturacaktır. 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 367 HAKEMLİ Dr. Mustafa Yaşar DEMİRCİOĞLU HAKEMLİ Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Doçentlik Sınavı Bir diğer önemli değişiklik, hemen hemen tüm alanlarda asgari bir puan seviyesi getirilmiş olunmasıdır. Başvurulan doçentlik bilim alanı ile ilgili olarak, yapılan bilimsel faaliyetin türüne göre[7] belirlenen birim puanlar esas alınmak suretiyle; doçent adaylarının en az doksan (90) puanının doktora unvanının alınmasından sonra gerçekleştirilen çalışmalardan elde edilmiş olması kaydıyla, asgari yüz (100) puan karşılığı bilimsel etkinlikte bulunmuş olması şartı aranmaktadır. Burada “doktora unvanının alınmasından sonra gerçekleştirilen çalışma” kavramı ile ilgili de çeşitli tartışmalar çıkmakta olup önemli olan, doktora unvanının alınmasından sonra fiilen veya elektronik ortamda yayımlanmış veya DOI numarası almış bir eserin bulunmasıdır. Bu bilimsel eserin, doktor unvanı alınmadan önce çalışmalarına başlanmış olması veya dergi/yayınevi ile yazışmaların bu unvan alınmasından önceki tarihlere ait olması, yayına gönderme veya kabul tarihlerinin unvan alınmasından önceki bir döneme ait olmasının bir önemi yoktur. Önemli olan unvanın alınmasından sonra eserin “yayımlanmış” olmasıdır[8]. Doçentlik sınavı, aşağıda açıklanacağı üzere birbirini takip (zincir niteliğindeki) eden ayrılabilir işlemler[9], kişiler hakkında icrai nitelikte sonuç doğuran [7] Uluslararası makale, ulusal makale, lisansüstü tezlerden üretilmiş yayın, kitap (Tanınmış uluslararası yayınevleri tarafından yayımlanmış tek yazarlı kitap, Tanınmış uluslararası yayınevleri tarafından yayımlanmış kitap editörlüğü, Tanınmış uluslararası yayınevleri tarafından yayımlanmış kitapta bölüm, Tanınmış ulusal yayınevleri tarafından yayımlanmış tek yazarlı kitap), atıflar, lisansüstü tez danışmanlığı, bilimsel araştırma projesi, bilimsel toplantı, eğitim öğretim faaliyeti, patent gibi her bir bilimsel faaliyet hakkında belirlenmiş puanlama sistemi uygulanarak adayların asgari bir puan düzeyine ulaşması beklenmektedir. [8] Davacının beyan ettiği üç eserden biri olan ve birinci isim olarak belirttiği eserin J.Vert Anim Science dergisinde doktorasını tamamladığı 28.08.2000 tarihinden önceki bir tarihte 24.02.2000 tarihinde kabul edildiğinden bahisle başvuru koşullarını sağlamadığından başvurusu reddedilmiş ise de, başvuru koşullarında doktora veya tıpta uzmanlık unvanı aldıktan sonra belirtilen dergilerde en az üç makale yayımlanmış olması şartının yerine getirildiği, bunun dışında bir belirleme ile eserin dergi tarafından kabul tarihinin esas alındığı, dolayısıyla beyan edilen eserin dergilerdeki yayım tarihi esas alınarak sonucuna göre işlem tesis edilmesi gerekirken aksi yöndeki başvurunun zımnen reddine dair işlemde hukuka uyarlık bulunmamıştır. ANKARA 7. İDARE MAHKEMESİNİN 2005/1854 ESAS, 2006/985 KARAR SAYILI İLAMI. [9] Ayrılabilir işlem; Birden çok işlemin yapılması ile gerçekleşen aşamalı idari muameleler, yani karar alma sürecinde yer alan çeşitli işlemlerden birinin, ondan ayrılarak başlıbaşına “yürütülebilirlik” niteliği kazanıp idari bir yargı yeri önünde çözümlenecek türden bir uyuşmazlığa konu olabilmesini anlatmak için kullanılır. ÖZAY, s. 512., SEZGİNER, s. 56-57. Sayın Yıldırım bu işlemlerle ilgili; Amaç işlem/halka işlem ifadelerini de kullanmaktadır. YILDIRIM; s.18. 368 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 işlemler olarak bazı aşamalardan oluşmakta olup bu aşamalar idari yargı denetimine de tabi bulunmaktadır[10]. B. Sınavın İdari Süreçlerine İlişkin Yaşanan Sorunlar ve Yargı Kararları Çerçevesinde Oluşan Çözüm Şekilleri 1. Puanlama Sistemi ve Puanlama/Değerlendirmelerde Bağlı Yetki/ Takdir Yetkisi Tartışması Jüri üyelerinin adayları değerlendirme ölçütleri ve takdir yetkileri doktrinde çok sık tartışılan konular arasında yer almaktadır[11]. Jüri üyelerinin bir eseri başarılı telakki edip etmemesi, takdire ilişkin bir tasarruf gibi görünse de bunlar yine de esasında teknik bakımdan yapılan tesbitler olup teknik bir konuda takdire yer olmadığı da savunulmuştur[12]. ÜAK Genel Sekreterliği idare mahkemeleri önünde doçentlik eser inceleme raporlarındaki jüri değerlendirmeleri ile ilgili açılan iptal davalarında; 2547 sayılı Kanun’un 24’ncü maddesi çerçevesinde bilim jürisi tarafından yapılan değerlendirmeler hakkında yargısal denetim yapılması ve bilirkişi incelemesi yaptırılması hususunda; bu durumun bilimsel ve hukuki açıdan mümkün olmadığı, bunun Üniversitelerin bilimsel özgürlüğünü ve özerkliğini zedelediği defalarca iddia edilse de idare mahkemeleri, Anayasa gereği idarenin her türlü eylem ve işleminin yargı denetimine tabi olması ilkesinden hareketle bu iddianın kabul edilemeyeceği, teknik bilgiyi gerektiren konularda bilirkişi incelemesi yaptırılabileceği aksi halde mahkemelerce şekli bir inceleme yapılmış olunacağı bunun da dava konusu işlemlerinin esasının yargı denetimi dışında kalması sonucunu doğuracağı gerekçesi ile jüri üyelerince düzenlenen raporların yargısal denetimini yapmakta ve gerektiğinde bilirkişi mütalaasından da yararlanarak uyuşmazlığın esası hakkında kararlar vermektedir[13]. [10] TAN, s. 411. [11] TEKİNSOY/MISIR, s. 373. [12] TAN, s. 414. [13] ANKARA 6. İDARE MAHKEMESİNİN 2008/87 ESAS, 2009/1504 KARAR SAYILI İLAMI. ANKARA 6. İDARE MAHKEMESİNİN 2005/2547 ESAS, 2007/1391 KARAR SAYILI İLAMI. ANKARA 7.İDARE MAHKEMESİNİN 2008/2204 ESAS, 2010/1317 KARAR SAYILI İLAMI. Jüri üyelerinin değerlendirmelerine karşı iptal davası açılabilmesi mümkün olduğu gibi açılan bu davalardan feragat etmek de mümkündür. Doçent adayları bir yandan, 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 369 HAKEMLİ Dr. Mustafa Yaşar DEMİRCİOĞLU HAKEMLİ Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Doçentlik Sınavı Özellikle 31.12.2015 tarihinde yayımlanan Doçentlik Sınavına Başvuru Şartlarında her bir bilimsel faaliyetin tek tek sıralanarak her bir faaliyet için de belli bir puanlama sistemine geçilmiş olması, jüri üyelerinin takdir yetkilerinin keyfi kullanımı konusunda önemli bir belirsizliği de gidermiştir. Teknik veya matematiksel bir konuda takdir yetkisinin kullanılamayacağı düşünüldüğünde jüri üyelerinin bir bilimsel faaliyeti mevzuat çerçevesinde puanlayıp puanlamadığı veya değerlendirmelerinin objektif nitelik taşıyıp taşımadığı da açıkça ispatlanabilecektir. Zira Doçentlik Sınavına Başvuru Şartları ile birlikte sınav değerlendirmelerine ilişkin “belirlilik” çok ciddi nispette artırılmış, her bir bilimsel faaliyetin ne şekilde puanlanacağı açıkça ortaya konulmuştur. Jüri üyelerinin değerlendirmelerindeki denetlenebilirlik ve aksi ispat edilebilirlik seviyesi daha da artmış, keyfekeder ve gerekçesiz değerlendirme girişimlerinin önü kapatılarak yargı makamlarınca denetlenebilecek, ölçülebilir somut ilkeler ortaya konulmuştur[14]. Jüri üyeleri tarafından hukuka aykırı olarak nitelenebilecek fiillerin başında “yayınların puanlanması” meselesi karşımıza çıkmaktadır. ÜAK tarafından asgari başvuru koşulu olarak belli puana ulaşılması istenilen alanlarda, her bir makaleye verilecek puanların ne olacağı, yazarların isim sıralamasına göre ÜAK haklarında tesis edilen işlemlere karşı idari yargı mercileri önünde davalarını açtıkları gibi diğer yandan izleyen dönemlerde (yılda 2 dönem) yeni doçentlik başvurularında da bulunabilmektedir. Sıklıkla karşılaşılan bir uygulama olarak, adayın izleyen süreçlerde yapmış oldukları yeni doçentlik başvuruları çerçevesinde başarılı sayılıp doçentlik unvanını almalarının ardından çoğunlukla daha önceki başvuruları ile ilgili açmış oldukları bireysel davalardan feragat edebilmektedirler. Feragat iradesi, idari yargı mercilerince de kabul edilmektedir. ANKARA 3. İDARE MAHKEMESİNİN 2007/271 ESAS, 2007/1383 KARAR SAYILI KARARI. İdari yargılama hukukunda davadan feragat hakkında bknz. ÇAKMAK, s. 187-188., KALABALIK, s. 336-337. [14] Sayın Avcı’ya göre; “Akademik unvanların verilmesi konusundaki takdir yetkisi ve bu yetkinin denetimi konusunun bilimsel çalışmalara ilişkin kanaat hürriyeti çerçevesinde düşünülmelidir. Akademik unvanların verilmesi ile ilgili işlemlerin yargısal denetiminin bilimsel özerkliği zedelediği, bilimsel özerkliğin, akademik unvanların verilmesi ile ilgili kararların üniversite dışındaki hiçbir makam tarafından denetlenememesini gerektirdiği ve bu nedenle Anayasa ve kanunlarda değişiklik yapılarak üniversitelerin akademik kararlarının yargısal denetim dışına çıkarılması gerektiği bazı yazarlar tarafından ileri sürülmüşse de yazar bu görüşlere katılmamaktadır. Avcı’ya göre; “özerklik, bağımsızlık ve sınırsız hareket serbestliği anlamına gelmez. Hukuk Devletinin en temel özelliği, Anayasanın 125.maddesinde de belirtildiği gibi, idarenin her türlü işlem ve eyleminin yargısal denetime tabi olmasıdır. Bazı idari kararların her ne olursa olsun yargısal denetim dışına çıkarılması en başta hukuk devleti ilkesi ile bağdaşmaz. Anayasa Mahkemesinin de bir kararında belirttiği gibi, özerklik, Anayasa ve kanunların çizdiği sınırlar dâhilinde hareket serbestliğini ifade eder. Yargısal denetim, kişi hak ve özgürlüklerinin korunmasının bir güvencesidir. Akademik yükselmelerde jüri kararlarının büyük önemi vardır. Jüri değerlendirmeleri hatalı veya kasıtlı olabilir, gerçeği yansıtmayabilir. Bunun güvencesi yargı denetimidir. AVCI, s. 15. Ayrıca Bknz. SEZER/BİLGİN, s. 178. 370 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 tarafından belirlenmiştir. Doçentlik sınavının usul ve esasları Üniversitelerarası Kurulun görüşü alınmak suretiyle Yükseköğretim Kurulu tarafından çıkarılacak yönetmelikle belirlenmektedir. Doçentlik Sınav Yönetmeliğinde yayınlara verilecek puanlarla ilgili bir düzenleme bulunmamakla birlikte ÜAK tarafından 31.12.2015 tarihinde yayımlanan Başvuru Şartlarında doçent adaylarının bilimsel eserlerine kaç puan verilebileceği açıkça düzenlenmiştir. İdari yargı organları da doçentlik sınavına ilişkin usul ve esasları belirleme konusunda (derginin niteliği, yazar, isim sıralaması vb) ÜAK tarafından kabul edilen ilke ve kuralları yargı kararlarına dayanak olacak nitelikte geçerli ilkeler olarak görmektedir[15]. 2547 sayılı Kanun’un 11/b-6 maddesinde de; “Doçentlik sınavlarını düzenlemek ve ilgili Yönetmelik gereğince doçent adaylarının yayın ve araştırmalarının değerlendirilmesi ve doçentlik sınavı ile ilgili esasları tespit etmek ve jürileri seçmek ÜAK’ın görevleri arasında sayılmıştır. Danıştay da üniversitede doçent unvanı ile görev yapacak akademik personelin bilimsel yayın ve eserlerinin belli düzeyde olmasını sağlamak, eğitimin kalitesini yükseltmek ve başvurularda yapılacak olan değerlendirmenin objektif kriterlere göre gerçekleştirilmesini sağlamak amacıyla Yönetmeliğe uygun nitelikte koşullar getirilmesinin hukuka, mevzuata ve akademik hizmetin gereklerine uygun olacağına karar vermiştir[16]. Üniversitelerarası Kurul’un doçentlik sınavlarına yapılacak başvurularda değerlendirmeye tabi tutulacak eserlerle ilgili olarak vermiş olduğu önemli ilkelerden biri; makalelerin sanal/elektronik veya fiziki ortamda yayımlanmış olması zorunluluğudur. Bu kural ilk kez 2006 yılında yapılacak doçentlik sınavlarından itibaren geçerli olmak üzere 14.09.2005 tarihli ÜAK toplantısında kabul edilmiştir. Söz konusu düzenleme gereği “yayına kabul yazılarının” doçentlik başvurularında puanlamaya ve değerlendirmeye tabi tutulabilmesi mümkün değildir. Geçmişte pek çok uygulamada kötüniyetli kullanımlara dahi konu olmuş “yayına kabul yazıları” artık doçentlik başvurularında bir önem taşımamaktadır[17]. 31.12.2015 tarihinde yayımlanan Doçentlik Sınavı [15] Doçentlik Sınavının usul ve esaslarını belirlemek konusunda 2547 sayılı Kanun uyarınca kendisine yetki verilen Üniversitelerarası Kurul tarafından hazırlanan “Asgari Koşulların Sağlandığına İlişkin Bildirim Formu” nda yer alan “SSCI, SCI Expanded, AHCI veya eğitimle ilgili uluslararası alan endeksleri kapsamındaki hakemli dergilerde tek yazarlı özgün makale, Endeks adı ISI Database” bölümüne ilişkin olarak, davacının belirtmiş olduğu eserin adı geçen endeks kapsamında yer almadığı anlaşıldığından davalı idare tarafından tesis edilen işlemde hukuka aykırılık bulunmamaktadır. ANKARA 10.İDARE MAHKEMESİ, 2008/1726 E., 2008/2024 K. SAYILI İLAMI. [16] DANIŞTAY 8.DAİRESİ, 2002/1980 E., 2003/4819 K. SAYILI İLAMI. [17] Dava konusu düzenlemeden önce doçentlik sınavına başvurularda asgari koşulları sağladığı yayınlarda, “yayına kabul yazıları” kabul edilmekte iken son yıllarda ortaya çıkan yayına kabul yazıları düzenleme, yayına kabul yazıları alınıp doçent olunmasına rağmen makalelerin bir daha hiç yayınlanmaması ya da koşulu sağladıkları yayınlara 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 371 HAKEMLİ Dr. Mustafa Yaşar DEMİRCİOĞLU HAKEMLİ Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Doçentlik Sınavı Başvuru Şartlarına göre de “Yayımlanmış Makale; Alanında bilime katkı sağlamış olmak şartıyla özgün kağıt veya elektronik ortamda yayımlanmış veya yayımlanmak üzere DOI numarası almış makale” yi ifade etmektedir. Buna göre makalede 1’nci sırada yer alan yazara 0,8 puan, 2’nci sırada yer alan yazara 0,6 puan, 3’ncü sırada yer alan yazara da 0,5 puan verilmekte ve bu puan tablosuna göre adayların tüm yayınları değerlendirilerek asgari 6 puanın tamamlanmış olması şartıyla doçentlik başvurusu kabul edilmektedir. Ancak ÜAK tarafından matematiksel karşılığı açıkça belirlenen bu puanlama sistemine rağmen çoğu zaman jüri üyelerinin mevcut puanlama sisteminin dışına çıkarak keyfi olarak kendi takdir ettikleri puanları adaylara verebildikleri görülmektedir[18]. Örneğin makalede 3’ncü sırada yazar olan bir adaya 0,5 puan yerine 0,1 puan verilebilmekte veya puanlamaya tabi tutulması gereken yayınlara hiç puan da verilmeyebilmektedir. Jüri üyelerinin bu şekilde bir takdir yetkileri bulunmamaktadır. Puanlama sisteminde “bağlı yetki” ile yetkilendirilmiş olup yetkileri bulunmayan bir konuda jüri üyeleri tarafından hukuka aykırı işlemler tesis edilebilmektedir. Aşağıda; doçentlik sınavına başvuru yapmış ancak jüri üyelerinin hatalı puanlama sistemi nedeniyle “asgari başvuru koşulunu sağlamadığı” iddia edilen adaylar hakkındaki değerlendirme notlarına yer verilmekte olup, sınavın uygulanmasına ve jürinin puanlama sistemindeki keyfiliğe delil teşkil etmesi bakımından şâyân-ı dikkat örnek uygulamaları ortaya koymaktadır[19]: MA: Adayın jüri üyelerinin bir tanesi asgari koşulları sağlamadığını beyan etmiştir. Diğer jüri üyeleri adayın çalışmalarını başarılı bulmuş ve asgari 6 puanın üzerinde bir puanla çalışmalarını değerlendirmişler olup ancak bir jüri üyesi, adaya 5,65 puan vermiştir. Jüri üyesi adayın çalışmalarının niçin asgari başvuru koşulunu sağlamadığı ilişkin makalelerin doçentlikten sonra yayından çekilmesi gibi sorunlar ve sahtekarlıklar sebebiyle konunun çeşitli Temel Alan Danışma Komisyonlarınca ve Doçentlik Sınav Komisyonunda görüşüldükten sonra konuyla ilgili önerinin Üniversitelerarası Kurul’a sunulması üzerine, Üniversitelerarası Kurul’un 14.9.2005 tarihli toplantısında alınan kararla; 2006 döneminden itibaren doçentlik başvurularında ve bütün temel alanlarda başvuru koşullarını sağlayan eser/makalelerde yayımlanmış şartının aranması (yayıma kabul belgesinin geçerli olmamasına) karar verilmiştir. Doçentlik için yapılan dava konusu düzenleme kamu yararı ve hizmet gereklerine uygun olup üst normlara aykırı bir yönü de bulunmamaktadır. DANIŞTAY 8.DAİRESİNİN 2005/6043 ESAS, 2007/1406 KARAR SAYILI İLAMI. [18] Hukuk devletinde idarenin takdir yetkisi mutlak ve sınırsız değildir. Takdir yetkisi keyfi hareket veya mutlak ve sınırsız hareket imkanı olmayıp yetkinin hukuka uygun olarak, kamu yararı ve kamu hizmetinin gerekleri göz önünde bulundurularak kullanılması gerekir. YAŞAR, s. 114, AKYILMAZ/SEZGİNER/KAYA, s. 143., GİRİTİLİ/BİLGEN/ AKGÜNER/BERK; s. 134-135. ATAY, s. 405. ÇAĞLAYAN, s. 176-177. , AKYILMAZ, s. 182. [19] Doçent adaylarının ve jüri üyelerinin açık kimlik bilgileri verilmemiş sadece isimlerinin baş harfleri verilmiştir. 372 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 yönünde puanlama yaparken puanlama kriterlerine (0,8, 0,6, 0,5 ile çarpım) aykırı hareket etmektedir. Örneğin 2 yazarlı bildiride bildiri başına 1 tam puanın 0,8 ile çarpılması düzenlenmişken jüri üyesi; 0,75, 0,6, 0,1 gibi nasıl hesaplandığı belli olmayan bir şekilde adaya puan vermekte olup bu haliyle jüri değerlendirmesinin dikkate alınması mümkün değildir. SB: Jüri üyesinin puanlaması mevzuatta öngörülen puanlama sistemi ile uygun değildir. Jüri üyesi tarafından 0,3, 0,45, 0,2 şeklinde puanlamalar yapılmakta ve adayın asgari koşulu sağlayacak 6 puana ulaşamaması temin edilmektedir. SA: Adayın jüri üyelerinin bir tanesi hariç tamamı adayın çalışmalarını başarılı bulmuş ve asgari 6 puanın üzerinde bir puanla çalışmalarını değerlendirmişler olup ancak bir jüri üyesi adaya 4,2 puan vermiştir. Jüri üyesi adayın yayınlarının pek çoğunu değerlendirme dışı tutmuş, puanlamaya dahil etmemiştir. Kendi alanında kitap yazmamış olmasını, çalışmaların özgün olmamasını, adayın kendi çalışmalarına atıf yapmamış olmasını vb. soyut değerlendirmelerle adayın başvuru koşullarını sağlamadığını beyan etmekte olup bu haliyle dosyanın başvuru koşullarını sağlamadığı yönündeki incelemenin somut bir dayanağı bulunmamaktadır. TU: Adayın jüri üyelerinin bir tanesi hariç tamamı adayın çalışmalarını başarılı bulmuş ve asgari 6 puanın üzerinde bir puanla çalışmalarını değerlendirmişler olup ancak bir jüri üyesi, adayın başvuru şartlarını sağlamadığını beyan etmekte olup A1-A2-A3 yayınları için hiç puan vermemiştir. Jüri üyesi adayın çalışmalarının niçin asgari başvuru koşulunu sağlamadığı yönünde gerekçe göstermediği gibi yazmış olduğu raporda da adayın yayınlarını ayrıntılı incelemeksizin tüm yayınlar için 4 satırlık ortak bir paragraf yazıp adayın başvuru koşullarını sağlamadığını beyan etmektedir. Hiçbir gerekçe bulunmamaktadır. SO: Aday hakkında 3 jüri üyesi başarılı, 2 üye asgari koşulları sağlamadığı yönünde rapor yazmıştır. Jüri üyesi OÖ, adayın neden başvuru koşulunu sağlamadığı konusunda hiçbir gerekçe göstermemekte ve adayın hiçbir yayını hakkında puanlama yapmamaktadır. Diğer jüri üyesi NR ise adaya 5,6 puan takdir etmiş olup bu değerlendirmede de adayın her bir yayını hakkında ayrıntılı gerekçe yazılmadığı, neden asgari koşulu sağlayamadığının belirtilmediği görülmüştür. NED: Adayın jüri üyelerinin bir tanesi adayı başarısız bulmuş diğer bir tanesi asgari koşulları sağlamadığını beyan etmiştir. Diğer jüri üyeleri adayın çalışmalarını başarılı bulmuş ve asgari 6 puanın üzerinde bir puanla çalışmalarını değerlendirmişler olup ancak bir jüri üyesi (NR ) adaya 4, 75 puan vermiştir. Jüri üyesi adayın çalışmalarının niçin asgari başvuru koşulunu sağlamadığı yönünde hiçbir gerekçe göstermediği gibi yazmış olduğu raporda da adayın yayınlarını ayrıntılı incelemeksizin tüm yayınlar için 4 satırlık ortak bir paragraf yazıp adayın başvuru koşullarını sağlamadığını beyan etmektedir. Hiçbir gerekçe bulunmamaktadır. Başarısız değerlendirmesi yapan jüri üyesinin belirttiği F1 no’lu yayına ilişkin eleştiri (Basılı bir kitabın olmaması-sadece kitapta kendisine teşekkür edilmesine rağmen beyannamede basılı kitap varmış gibi 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 373 HAKEMLİ Dr. Mustafa Yaşar DEMİRCİOĞLU HAKEMLİ Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Doçentlik Sınavı beyan verilmesi) ise, adayın basılı diğer kitap çalışmaları göz önüne alındığında şartların sağlanması açısından yeterli görülmüştür. GP: Güzel Sanatlar Fakültesinden başvuru yapan adayın jüri üyelerinin bir tanesi asgari koşulları sağlamadığını beyan etmiştir. Diğer jüri üyeleri adayın çalışmalarını başarılı bulmuş ve asgari 6 puanın üzerinde bir puanla çalışmalarını değerlendirmişler olup ancak bir jüri üyesi adaya 4 puan vermiştir. Jüri üyesinin adayın çalışmaları hakkındaki eleştiri, yayınların esasına ilişkin ve yayınların başarısız olarak değerlendirilmesine yönelik eleştiriler olup ancak bu yayınlara puan verilmemesini gerektirmemektedir. Belli kıstaslara göre yapılan ayrım neticesinde adayın yayınları, yayımlandıkları yere göre puanlanmakta sonra da başarılı olup olmadığı değerlendirilmesine rağmen adayın pek çok yayını, yayının esasına ilişkin itirazlar nedeniyle değerlendirme dışı bırakılmıştır. CO: Prof.Dr. OG, alan endekslerinde taranan dergilerde yayımlanan yayınlara puan vermemektedir. Puanlama yapmamasının hiçbir somut-geçerli nedeni bulunmamaktadır. MOG: Jüri üyesi Prof. Dr. USA, hiçbir gerekçe göstermeksizin ve yayınlarla ilgili tek tek değerlendirme yapmaksızın 4 satırlık bir yazı ile adayın asgari koşullarını sağlamadığını beyan etmekte ve ulusal dergilerde yayımlanan 4 makaleye puan vermemektedir. YS: Adayın jüri üyelerinin bir tanesi adayı başarısız bulmuş diğer bir tanesi asgari koşulları sağlamadığını beyan etmiştir. Diğer jüri üyeleri adayın çalışmalarını başarılı bulmuş ve asgari 6 puanın üzerinde bir puanla çalışmalarını değerlendirmişler olup ancak bir jüri üyesi (Prof. Dr. USA) adaya 4,8 puan vermiştir. Jüri üyesi adayın çalışmalarının niçin asgari başvuru koşulunu sağlamadığı yönünde hiçbir gerekçe göstermediği gibi yazmış olduğu raporda da adayın yayınlarını ayrıntılı incelemeksizin tüm yayınlar için 4 satırlık ortak bir paragraf yazıp adayın başvuru koşullarını sağlamadığını beyan etmektedir. MY: Adayın jüri üyelerinin bir tanesi başvuru koşullarının sağlanmadığı yönünde rapor düzenlemiş olup bu raporu düzenleyen jüri üyesi adayın, ulusal hakemli dergilerde yayımlanan 17 makaleden sadece 5 tanesini değerlendirmeye almış olup diğer jüri üyeleri ise toplam 17 makale üzerinden değerlendirme yapmış ve adayın başvuru koşullarını sağladığı rapor altına alınmıştır. AK’nın aday hakkında diğer 12 makaleyi neden değerlendirmeye almadığının somut bir göstergesi bulunmamaktadır. Bu değerlendirmenin objektif/somut-genel değerlendirmelerle de bağdaşır bir yanı bulunmamaktadır. DB: Jüri üyelerinden bir tanesi tarafından adayın ulusal hakemli dergilerde yayımlanan 3 makalesinin değerlendirme dışı tutulduğu, yine ulusal yayınevlerinde yayımlanan kitaplar olarak kodlanan kitapların da değerlendirme dışı tutulduğu anlaşıldığından bu inceleme ve değerlendirmenin somut gerekçelere 374 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 dayanmadığı düşünülmektedir. Diğer 4 jüri üyesi adayın başarılı olduğu yönünde rapor düzenlemiştir. Yukarıdaki örnekler, Üniversitelerarası Kurul Hukuk Müşaviri olduğum dönemde Doçentlik Sınav Komisyonuna hazırlanan raporda, jüri üyelerinin puanlamada yetkilerini ne şekilde kötüye kullandıkları yönünde yapılan çalışma çerçevesinde doçentlik eser inceleme raporları hakkında yapılan değerlendirmeleri içermektedir. Eser inceleme raporlarındaki gerekçelerden anlaşılacağı üzere çoğu zaman jüri üyeleri, ulusal hakemli bir dergiyi dahi; “ben bu dergiyi ulusal hakemli dergi kabul etmiyorum” veya “ben bu makaleyi puanlamaya değer görmüyorum” şeklinde şahsi, subjektif, hukuk dışı değerlendirmelerle adayları başarısız saydıkları görülmektedir. Elbette ki mevzuatta öngörülen puanlama sistemi çerçevesinde doçent adaylarının, jüri üyelerinin takdir yetkileri, puanlama ölçütleri vb. kendileri hakkında etkili icrai sonuçlar doğuran işlemlere karşı idari yargı mercileri önünde haklarını arama/dava açma özgürlükleri bulunmaktadır. 2. Disiplin Cezalarının Doçentlik Sınavına Etkisi Akademik personelin disiplin olarak bağlı olduğu mevzuat; “Yükseköğretim Kurumları Yönetici, Öğretim Elemanı Ve Memurları Disiplin Yönetmeliği” dir. Bu yönetmelikte bulunan disiplin cezalarından olan “Kademe İlerlemesinin Durdurulması” cezasını gerektiren eylemlerden dolayı bir akademik personelin disiplin cezası alması durumunda Yönetmeliğin 14’üncü maddesine göre doçentlik sınavına girmesi de bu süre boyunca mümkün olamamaktadır. Yönetmeliğin “Disiplin Cezaları” başlığını taşıyan 4’üncü maddesinin ( e ) bendine göre; Kademe ilerlemesinin durdurulması; “Bulunulan kademedeki ilerlemenin fiilin ağırlık derecesine göre 1-3 yıl durdurulmasıdır” şeklinde tanımlanmaktadır. Yönetmeliğin 14’üncü maddesine göre ise “Kademe ilerlemesinin durdurulması cezasını alan öğretim elemanı, yönetici, memur ve diğer personelin bulunduğu derece ve kademedeki ilerlemesi ceza süresi kadar durdurulmakla bereber, öğretim elemanının akademik yükselme ve atanması ile ilgili işlemler de ceza süresince durdurulur ve mecburi bekleme süresinden düşürülür. Memurlar bu süre içerisinde yarışma sınav ve seçmelerine giremezler”. Bu hüküm çerçevesinde kendisine belli bir süre (1 yıl, 2 yıl veya 3 yıl) kademe ilerlemesinin durdurulması cezası verilen akademik personel bu süre içerisinde doçentlik sınavına da giremeyecektir. Hatta söz konusu yasaklamanın daha da geniş yorumlanması halinde ÖSYM tarafından yapılan ALES, YDS gibi akademik atanma veya yükseltilmelerde esas teşkil eden yarışma sınavlarına da, bu disiplin cezasını alan adayların girememesi gerekecektir. 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 375 HAKEMLİ Dr. Mustafa Yaşar DEMİRCİOĞLU HAKEMLİ Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Doçentlik Sınavı Ancak uygulamada ÜAK tarafından adayların disiplin cezalarının takibine yönelik bir belge/bilgi talep edilmediğinden söz konusu Yönetmelik hükmünün uygulandığından da söz edilmesi mümkün görünmemektedir. Sadece bu yönde bir başvuru veya şikayet durumunda söz konusu hükmün uygulama kabiliyeti devreye girmekte olup ÜAK tarafından re’sen bir disiplin araştırması yolu işletilmemektedir. Danıştay da kademe ilerlemesinin durdurulması cezası almış bir akademik personelin bu süre içerisinde doçentlik sınavına başvuramayacağını kabul etmektedir[20]. Yönetmeliğin 9’uncu maddesine göre; Kademe ilerlemesinin durdurulması cezasını gerektiren fiil ve haller sayılmaktadır. Sayılan eylemlerde bulunan ve kendilerine belli bir süre kademe ilerlemesinin durdurulması cezası verilen öğretim elemanları hakkında; bu süre içerisinde doçentlik sınavı veya kadroya atanma da dahil olmak üzere akademik yükselme ve atanması ile ilgili işlemler durdurulacak ve bu süre içerisinde hiçbir yarışma sınav ve seçmelerine girilemeyecektir. 3. Asgari Başvuru Koşulunun Sağlanıp Sağlanmadığı İncelemesi Doçentlik sınavlarında jüri üyeleri tarafından sıklıkla ihlal edilen kurallardan bir tanesi de, adayların yayınları değerlendirilirken bu yayınların hem asgari başvuru koşulunu sağlamadığını iddia edip hem de bu eserleri değerlendirmeye tabi tutmaktır. Zira jüri üyelerine gönderilen matbu eser inceleme değerlendirme formlarında açıkça; “asgari başvuru koşulunu sağlamayan yayınlar için bilimsel [20] Dosyanın incelenmesinden, Kafkas Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesinde yardımcı doçent olarak görev yapan davacıya daha önce Ondokuz Mayıs Üniversitesinde görev yapmakta iken Eğitim Fakültesi Dekanlığınca ... tarihinde 3 yıl süre ile kademe ilerlemesinin durdurulması cezası verildiği, cezanın kesinleştiği, ceza süresi bitmeden davacının ... tarihinde Doçentlik Bilim sınavına girmek için başvuruda bulunduğu, sınavla ilgili işlemlere başlanmışken davacının disiplin cezasının fark edilmesi üzerine, doçentlik bilim sınavına girmesinin uygun olup olmayacağının YÖK den sorulduğu, YÖK Yürütme Kurulunun ...gün ve 16 sayılı kararı ile davacının cezalı olduğu süre içerisinde anılan sınava girmesinin uygun olmadığına karar verdiği, Kafkas Üniversitesi Rektörlüğünce durumun Üniversitelerarası Kurul Başkanlığına iletilmesi üzerine de ... gün ve ... sayılı işlem ile davacının sınavının durdurulduğu anlaşılmıştır. Bu durumda ... tarihinde üç yıl süre ile kademe ilerlemesinin durdurulması cezası aldığı tartışmasız olan davacının, bu süre dolmadan Doçentlik Bilim Sınavına alınmamasına ve sınava ilişkin işlemlerinin durdurulmasına ilişkin işlemlerde yasal düzenlemelere aykırılık bulunmamaktadır. Davacı vekili tarafından, bilim sınavına girmenin, Yönetmelikte belirtilen anlamda yükselme ve atanma işlemi olmadığı öne sürülmekte ise de, 2547 sayılı Yasanın 25. maddesi uyarınca, doçentliğe atanmada profesörlerdeki gibi kadro şartı aranmadığından bu sava itibar edilmemiştir. Açıklanan nedenlerle, yasal dayanaktan yoksun bulunan davanın reddine karar verildi. DANIŞTAY 8. DAİRESİ 1996/2540 E., 1998/3871 K. SAYILI İLAMI. (DAN-DER; SAYI:100) 376 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 inceleme yapılmayacağı[21] ancak neden adayın asgari koşulu sağlamadığına yönelik gerekçe yazılacağı” hususu belirtilmektedir. Buna rağmen pek çok jüri üyesi doçent adaylarının eserlerini değerlendirirken bir yandan bu eserlerin asgari başvuru koşulunu sağlayan eserler olmadığını iddia ederken diğer taraftan eserleri nitelik olarak değerlendirmeye aldıkları, yeterli bilimsel nitelikte olup olmadıkları yönünde rapor yazdıkları görülmektedir. Doçent adayı tarafından asgari koşulu sağladığı iddia edilen yayınlar jüri üyeleri tarafından kabul edilmeyecekse bu durumun gerekçesinin de açıkça belirtilmesi gerekir. Örneğin, tek yazarlı veya birinci isim yazarlı olması gereken bir yayında adayın 2’nci veya 3’ncü isim yazar olması veya doktora öncesi yayınla başvuru yapılması veya makalenin yayımlandığı derginin ulusal/uluslararası endekslerde taranan dergi olmaması gibi somut gerekçelerin jüri üyeleri tarafından açıkça belirtilmesi gerekir. Ancak fiili uygulamada jüri üyeleri keyfi olarak ve hiçbir gerekçe göstermeksizin adayların asgari koşulu sağlayan yayınlarını, “asgari koşulu sağlamayan yayın” olarak beyan ettikleri görülmektedir. Hatta jüri üyeleri tarafından bu şekilde rapor yazılırken çoğu zaman bilimsel/nesnel kriterlerden uzaklaşılarak tamamen sübjektif, adaya özgü, taraflı raporlar yazıldığına şahit olunmaktadır. Jüri üyeleri, YÖK, ÜAK veya TÜBİTAK kriterlerine göre “ulusal/uluslararası hakemli dergi” kabul edilen dergileri çoğu zaman kabul etmemekte ve bu dergilerde yayımlanan makaleleri değerlendirme dışı bırakabilmektedirler. Jüri üyelerinin, ulusal/uluslararası hakemli dergi olup olmama konusunda yaptıkları değerlendirmeler de idari yargı denetimine tabidir[22]. [21] Doçent adaylarını değerlendirecek olan jüri üyeleri, asgari koşullara uygunluk ve eser inceleme aşamasında toplanmayarak her biri hazırlayacağı raporu ÜAK Başkanlığına gönderecektir. Bu değerlendirmede jüri üyeleri önce adayın çalışmalarının o bilim alanı için öngörülen asgari akademik koşulları sağlayıp sağlamadığını belirleyecektir. Asgari akademik koşulları sağlamayan adayların eser incelemesi yapılmayacak, sağlayanların ise eserleri incelemeye tabi tutularak eser inceleme aşamasında başarılı olup olmadığına karar verilecektir. ANKARA 3.İDARE MAHKEMESİNİN 2005/1435 ESAS, 2006/1872 KARAR SAYILI İLAMI. [22] Olayda davacının başarısızlığının gerekçesi özü itibari ile davacının makalesinin yayımlandığı Internatıonal Journal of Educational Reform dergisinin, Eğitim Bilimleri ve Öğretmen Yetiştirme Temel Alanı içinde belirlenen indekslerde yer alıp almadığı oluşturmaktadır. Söz konusu derginin davalı idarece Eğitim Bilimleri ve Öğretmen Yetiştirme Temel Alanı için kabul edilen ERIC indeksinde yer alıp almadığı hususu davalı idareye sorulmuş olup gönderilen cevap eki belgelerden, derginin, 2008 yılı başlarında listede görülmediği, 2008 yılı sonlarına doğru 2004 yılından itibaren listeye alındığının belirtildiği, buna göre halen geçerli olan internet bilgileri gerekse dosyada yer alan tarama listelerine göre söz konusu derginin 2002 yılından geçerli olmak üzere tarandığının kabulü gerekmektedir. Bu durumda makalesinin yayımlandığı Internatıonal Journal of Educational Reformadlı derginin Eğitim Bilimleri ve Öğretmen Yetiştirme Temel Alanı için kabul edilen ERIC indeksi tarafından 2002 tarihinden günümüze kadar tarandığı, davacının söz konusu 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 377 HAKEMLİ Dr. Mustafa Yaşar DEMİRCİOĞLU HAKEMLİ Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Doçentlik Sınavı “Doçentlik Sınavına Başvuru Şartları” nda belirtilen kıstaslara uymayan yayın, eser, makale ve diğer bilimsel faaliyetler nedeniyle asgari başvuru şartlarının tamamlanamadığı durumlarda ise doçentlik başvurusunun reddedilebileceği elbette ki kabul edilmektedir[23]. Asgari başvuru koşullarının sağlanıp sağlanmadığı veya eser inceleme sonucunda adayın başarılı olup olmadığı konusunda karar verme yetkisi jüri üyelerine ait olup bu konuda Doçentlik Sınav Komisyonunun veya ÜAK Genel Sekreteliğinin herhangi bir yetkisi bulunmamaktadır[24]. 4. Eserlerinin Nitelik Değerlendirmesini Yapma Yetkisi Doçentlik Sınav Komisyonunun veya alt komisyonların, doçent adaylarının Üniversitelerarası Kurula sınav başvurusu üzerine başvuru formu ile ekli belgelerin eksiksiz ve usulüne uygunluğunu kontrol etme yetkisi tanınmış olup eserlerin nicelik, nitelik[25] ve doçentlik bilim alanına uygunluğu açısından incelenerek makalesinin adı geçen derginin Fail 2007 sayısında yayınlandığı görüldüğünden davalı idarece davacının asgari koşulları taşımadığı gerekçesi ile Şubat 2008 döneminde katılmış olduğu doçentlik sınavı eser incelemesi aşamasında başarısız sayılmasına ilişkin dava konusu işlemde hukuka uyarlık bulunmadığı sonucuna varılmıştır. ANKARA 6. İDARE MAHKEMESİNİN 2009/361 ESAS, 2010/248 KARAR SAYILI İLAMI. [23] Dosyanın incelenmesinden davacının Temel Alan Danışma Komisyonlarınca belirlenen başvuru koşullarından, uluslararası hakemli dergilerde yayımlanmış en az üç makalesinin bulunması koşulunu taşımadığı anlaşılmakta olup bütün temel sağlık bilimleri alanında aranılan koşulun sağlık alanında aranmaması düşünülemeyeceğinden başvuru koşullarını taşımayan davacının isteminin reddine ilişkin işlemde mevzuata aykırılık bulunmamıştır. ANKARA 2.İDARE MAHKEMESİNİN 2001/1169 ESAS, 2002/460 KARAR SAYILI İLAMI. [24] Doçent adaylarının asgari akademik koşulları sağlayıp sağlamadığına ve eser inceleme aşamasında başarılı olup olmadığına karar vermek jüri üyelerinin yetkisindedir. Bu karar, her bir jüri üyesince düzenlenecek raporlarda yer alan olumlu ve olumsuz görüşler sayılarak belirlenecektir. Bu aşamada Doçentlik Sınav Komisyonunun görev ve yetkisi ise jüri üyelerince gönderilen raporlarda yer alan görüşleri sayarak bu suretle adayın başarılı olup olmadığını belirlemekten ibarettir. Yoksa komisyonun, jürinin oybirliği veya oyçokluğu ile asgari koşulları sağladığına karar verip başarılı bulduğu adayın asgari koşulları sağlamadığına ve başarısız olduğuna karar verme yetkisi bulunmamaktadır. Kaldı ki doçent adayını sözlü sınava tabi tutup sonucunda başarılı olup olmadığına karar verecek olan da jüridir. ANKARA 3.İDARE MAHKEMESİNİN 2005/1435 ESAS, 2006/1872 KARAR SAYILI İLAMI. [25] Uyuşmazlık konusu olayda dosyadaki bilgi ve belgeler ile mevzuat hükümlerinin birlikte değerlendirilmesinden, davalı idarece oluşturulacak komisyonun görevi, adayların başvuru formu ve ekli belgelerinin eksisiz ve usulüne uygunluğunu kontrol etmek olduğu, diğer bir ifade ile evraklar üzerinde şekli inceleme yaparak adayların göndermesi gerekirken göndermediği veya usulüne uygun olarak düzenlemediği başvuruları tespit ederek eksiklikleri tamamlatmak olduğu belirtilmiş olup doçentlik sınavına başvuran adayların 378 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 adayın eser inceleme aşamasında başarılı olup olmadığına karar verme yetkisi ve görevi Doçentlik Sınav Komisyonunca belirlenecek sınav jürisine aittir. Bu çerçevede Doçentlik Sınav Komisyonu ve alt komisyonlar adeta bir ön inceleme merkezi gibi çalışmakta olup ancak adayların eserlerinin nitelik, nicelik, başvurulan alanla ilgili olup olmama veya yayınların özgün eser olup olmadığı konusunda gerek bu komisyonların ve gerekse ÜAK Genel Sekreterliğinin herhangi bir inceleme yetkileri bulunmamaktadır[26]. Bir başka ifade ile idare hukuku kuralları çerçevesinde söz konusu hususlarda adayı değerlendirme yetkisi jüri üyelerine aittir. Aksi uygulama “yetki tecavüzüne” vücut verecektir[27]. yayınlarının niteliğine ilişkin her türlü inceleme yetkisi ise doçentlik sınav jürilerine verildiği görüldüğünden belirtilen yetki ayrımına uyulmayarak tesis edilen işlemde mevzuata uyarlık bulunmamaktadır. ANKARA 5.İDARE MAHKEMESİNİN 2008/1867 ESAS 2009/416 KARAR SAYILI İLAMI. [26] Davacının, Nisan 2009 döneminde doçentlik için ÜAK Başkanlığına başvurduğu, başvuru dosyasının incelenmesi aşamasında, asgari koşulları sağladığına ilişkin beyannamede başlıca yazar olduğunı belirttiği yayınların tek yazarlı olmadığı, danışmanlığını yaptığı lisansüstü öğrencileriyle birlikte yazıldığı, ancak söz konusu yayınlarda başka yazar isimlerinin de yer aldığının belirlendiği, 04.08.2009 tarihli işlemle davacıdan, başvuru tarihi itibariyle lisansüstü tezlerden üretilmiş SCI-Expanded kapsamındaki dergilerde başlıca yazar olarak yayınlanmış başka özgün makalesi var ise göndermesinin istenildiği, davacının bila tarihli dilekçesi üzerine davalı idarece yapılan değerlendirme sonucunda başvurusunda belirttiği yayınların SCI-Expanded kapsamındaki dergilerde başlıca yazar olarak yayımlanmış özgün makale olmadığı anlaşıldığından bahisle davacının doçentlik başvurusunun iptal edildiği anlaşılmaktadır. Davalı idarece, başvuru aşamasında yayınların özgün olup olmadığı yönünde değerlendirme yapılmasının eser inceleme aşamasında geçerli olan bir husus olduğu, başvuru aşamasında davacının yayınlarının içeriği yönünden değerlendirme yapılmasının mümkün olmadığı açık olup başvuru koşullarını, yayınların içeriği yönünden de değerlendirme yaparak genişletmek suretiyle tesis olunan davacının doçentlik başvurusunun reddine ilişkin işlemde hukuka uygunluk görülmemiştir. ANKARA 9.İDARE MAHKEMESİNİN 2009/1570 ESAS, 2010/995 KARAR SAYILI İLAMI. [27] Dava dosyasının incelenmesinden davacının doçentlik sınav başvurusunun A3 A4 ve A6 nolu makalelerinin, başvurduğu 1056 kodlu tıp eğitimi bilim alanı ile ilgili olmadığından bahisle adaya söz konusu yayınları dışındaki yayınlarını en geç bir ay içinde göndermesi aksi takdirde başvurusunun reddedileceğinin bildirildiği, ilgilinin doçentlik başvuru dosyasının yeniden incelenmesini talep ettiği ancak yapılan inceleme sonucunda belirtilen yayınlarının başvuru alanı ile ilgili olmadığından bahisle reddedilmesi üzerine bakılan davanın açıldığı anlaşılmıştır. Üniversitelerarası Kurula ilgililerin doçentlik sınav başvurusu üzerine başvuru formu ile ekli belgelerin eksiksiz ve usulüne uygunluğunu kontrol etme yetkisi tanınmış olup eserlerin nicelik, nitelik ve başvurulan doçentlik bilim alanına uygunluğu açısından incelenerek adayın eser inceleme aşamasında başarılı olup olmadığına karar verme yetkisi ve görevi Doçentlik Sınav Komisyonunca belirlenecek sınav jürisine ait olduğundan ve davacının doçentlik sınav başvurusu için sunulması gereken başvuru formu ile ekli belgeleri eksik olarak sunduğu yönünde davalı idarece herhangi bir sav ve saptamada bulunulmadığından ilgilinin sunduğu yayınları arasında yer alan üç makalenin başvurduğu bilim alanı ile ilgili olmadığından bahisle doçentlik sınav başvurusunun reddine ilişkin dava konusu işlemde hukuka uyarlık 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 379 HAKEMLİ Dr. Mustafa Yaşar DEMİRCİOĞLU HAKEMLİ Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Doçentlik Sınavı Eserlerin nitelik değerlendirmesi konusunda bir başka husus; hakkında etik ihlal iddiası bulunan yayınların Etik Komisyonda inceletilmesi zorunluluğudur. Yayınları hakkında etik ihlal iddiası bulunan bir adayın, etik inceleme komisyonları tarafından gerekli inceleme ve araştırmalar yapılmadan doçentlik sınavına devam edilmesi, adayın sözlü sınav aşamasına alınması veya bu inceleme yaptırılmaksızın adayın doğrudan başarısızlığına karar verilmesi hukuka aykırı olacaktır. Bu konuda bazı adaylara ayrımcılık yapıp, haklarında etik ihlal iddiası bulunduğu halde dosyalarının etik komisyona gönderilmemesi, ÜAK Genel Sekreterlik görevlilerinin ceza ve disiplin hukuku yönünden sorumluluklarının doğmasına da sebebiyet verebilecektir[28]. 5. Adaylar Hakkında Yapılan Başarılı/Başarısız Değerlendirmelerinin Gerekçeleri ve Gerekçeli Kişisel Rapor Yazma Zorunluluğu 2547 sayılı Kanun’un “Doçentlik sınavı” başlığını taşıyan 24’ncü maddesinde; Doçentlik sınav jürisinde yer alan asıl ve yedek üyelerin, adayın akademik çalışmalarının her birini değerlendirerek hazırladıkları ayrıntılı ve gerekçeli kişisel raporlarını Üniversitelerarası Kurula gönderecekleri” düzenlenmiş olup, kanunun bu emredici hükmünden 3 önemli sonucun çıkarılması gerekmektedir. 1. Adayın her bir çalışmasının değerlendirilmesi zorunluluğu, 2. Ayrıntılı ve gerekçeli eser inceleme raporu yazılması zorunluluğu[29], görülmemiştir ANKARA 11. İDARE MAHKEMESİNİN 2008/1715 ESAS., 2009/873 KARAR SAYILI İLAMI. [28] Mahkememizin 31.01.2003 günlü ara kararıyla davalı idareden, davacının bir eserini inceleyen ve başkasına ait eser ile benzeştiği sonucuna vardığından diğer eserleri derinlemesine incelemeyen jüri üyesinin sunduğu rapor üzerine ne tür işlem yapıldığı, Doçentlik Sınav Yönetmeliğinin 11.maddesi gereğince durumun Doçentlik Sınav Komisyonuna sunulup sunulmadığının sorulmasına istinaden gönderilen bilgi ve belgelerin incelenmesinden, söz konusu durumun sınav komisyonuna iletilmediği anlaşılmıştır. Bu durumda eser incelemesi aşamasında davacının bir eserini inceleyen ve başkasına ait eser ile benzeştiği sonucuna vardığından diğer eserleri derinlemesine incelemeyen jüri üyesinin sunduğu rapor üzerine yukarıda bahsedilen Yönetmelik hükmü uyarınca durumun Doçentlik Sınav Komisyonu tarafından Etik Komisyona iletilmesi, bu komisyon tarafından mevcut durumun değerlendirilmesi sonucunda davacı hakkında işlem tesis edilmesi gerekirken aksi yönde tesis edilen işlemde hukuki isabet bulunmamaktadır. ANKARA 11. İDARE MAHKEMESİNİN 2002/1047 ESAS., 2004/253 KARAR SAYILI İLAMI. [29] “Bazı jüri üyeleri tarafından adayın tüm eserlerinin nicelik, nitelik ve başvurulan doçentlik alanına uygunluğu açısından ayrıntılı olarak incelenmediği ya da yaptıkları incelemenin sonuçlarının raporlarında gerektiği biçimde belirtilmediği bu nedenle adayın puan almaya hak akzandığı bazı eserlerinin değerlendirme dışı bırakıldığı aynı nedenle adayın başarısız olduğunu belirten raporlardan ikisinde akademik değerlendirme kıstaslarına uyulmadığı, adayın eserlerinin teorik çerçeveleri içinde ele alınmadığı belitilmiş olup davalı idarenin 380 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 3. Raporların; “kişisel rapor” niteliğinde (müşterek rapor değil) olması zorunluluğudur. 2547 sayılı Kanun’un bu emredici düzenlemesi karşısında jüri üyelerinin ortak/müşterek rapor yazmaları mümkün olmadığı gibi, bu ifadeden hareketle birbirleri ile haberleşmeleri ve istişare etmek suretiyle rapor yazmaları da önlenmek istenmiştir. 2015 yılında kabul edilen, “Doçentlik Sınavına İlişkin Esaslar” ın, “Çeşitli Hükümler” başlığını taşıyan 8’nci maddesine göre; özgeçmiş ve eserler listesinde akademik çalışmalar ile ilgili tüm eserlerin yazılması ve daha önceki dönemlerde doçentlik sınavına başvurup, haklarında etik ihlalde bulunduklarına karar verilen adayların, bu yayınlarını yayın listesinde kısa açıklama ile belirtmeleri gerektiği düzenlenmiştir. Bu çerçevede adayın bazı akademik yayınlarını doçentlik başvuru dosyasına koymaması veya jüriden saklaması, hakkında olumsuz bir değerlendirme yapılmasına yol açabilir. Ancak maddenin lafzından anlaşılacağı üzere sadece akademik çalışmaların başvuru dosyasına yazılması gerektiği belirtildiğinden, akademik nitelikte olmayan örneğin gazete köşe yazıları, yorum sayfa yazıları, haftalık/aylık vb. dergilere yapılan yorum ve benzeri çalışmaların doçentlik dosyalarında belirtilmesine gerek yoktur. Yine madde metninden anlaşıldığı üzere adayın etik ihlal içeren yayınları ile ilgili de başvuru dosyasında kısa açıklama yapmaları hususu düzenlenmiştir. Kanun metninden çıkarılacak diğer sonuç ise; adayın çalışmaları hakkında genel nitelikte bir başarılı/başarısız değerlendirmesi yerine; adayın her bir çalışması hakkında ayrıntılı ve gerekçeli rapor yazılması zorunluluğunun bulunmasıdır. Bu husus; idarenin işlem ve eylemlerinin denetlenebilirliğinin temini açısından son derece önemlidir. Doçent adaylarının çalışmaları; Üniversitelerarası Kurul tarafından belirlenen; nicelik ve alana uygunluk bakımlarından asgari koşulları sağlasa bile, özgünlük, içerik ve bilimsel nitelik bakımından jüri üyelerinin başarılı/başarısız değerlendirmesine açık çalışmalardır. Doçentlik sınavı ile ilgili olarak jüri üyeleri tarafından akademik çalışmalarının incelenmesi sonucunda düzenlenen eser inceleme raporlarında adayların başarılı veya başarısız olarak değerlendirilmesine gerekçe oluşturan çok çeşitli sebepler görülmektedir. Bu değerlendirmelere temel dayanak teşkil eden sebepler; bilirkişi raporuna itirazı yerinde görülmeyerek söz konusu rapor mahkememizce de benimsenmiştir. Bu durumda yukarıda bahsedilen bilirkişi raporuna gör edavacının dçentlik sınavına ilişkin olarak sunmuş olduğu eserlerin doçentlik sınavı yönetmeliği uyarınca nicelik, nitelik yönünden başarılı sayılması gerekirken aksi yönde tesis edilen işlemde hukuki isabet bulunmamaktadır. ANKARA 11.İDARE MAHKEMESİNİN 2004/1689 ESAS, 2006/276 KARAR SAYILI İLAMI. 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 381 HAKEMLİ Dr. Mustafa Yaşar DEMİRCİOĞLU HAKEMLİ Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Doçentlik Sınavı objektif, bilimsel, nesnel nitelikli değerlendirmeler olabildiği gibi, hiçbir bilimsel temele dayanmayan keyfi ve sübjektif değerlendirmelerden de oluşabilmektedir. Doçent adayları hakkında değerlendirme yapan jüri üyelerinin gerekçeleri incelendiğinde adayların; • Bilimsel açıdan kendisini sürekli geliştirmesi, sürekli ve istikrarlı bir akademik çalışma içerisinde bulunması, • Yayınlarının bilime belirli bir başarı ve katma değer getirmesi[30] • Bilim dalı ile ilgili olarak Üniversitelerde dersler vermesi, • Başvurduğu bilim dalı ile ilgili bilime özgün ve yenilikçi aktif katkısının bulunması, akademik çalışmalar yapmış olması, • Seri çalışma, derleme ve olgu sunumu olarak saygın yerli ve yabancı dergilerde yayınlanmış veya yayına kabul edilmiş eserlerinin bulunması, • Yurtiçi ve yurtdışı kongrelere katılarak bilgi ve becerisini geliştirmiş olması, • Yıllık kongrelere katılarak bilgi ve becerisini geliştirmiş, kendisini eğitmiş olması, gibi sebepler; adayın çalışmalarının “başarılı” olarak değerlendirilmesinde esas alınan gerekçeler arasında yer almaktadır[31]. Buna karşılık adayın; [30] ANKARA 16. İDARE MAHKEMESİNİN 2009/383 ESAS, 2010/667 KARAR SAYILI İLAMI. [31] Mahkememizin kararı uyarınca yaptırılan bilirkişi incelemesi sonucunda davacının doçentlik sınavına başvurduğu Radyodiagnostik Bilim Dalı öğretim üyelerine yaptırılan ve mahkememize sunulan bilimse raporda; “Davacının seri çalışma, derleme ve olgu sunumu olarak saygın yerli ve yabancı dergilerde yayınlanmış veya yayına kabul edilmiş 26 eseri bulunmaktadır. Bu çalışmaların 14’ünde 1.isim, 4’ünde 2.isim olarak yer almaktadır. İsmi daha geride olan çalışmaların çoğu diğer kliniklerle yapılmış multidisipliner çalışmalar olup davacı burada tek radyolog olarak yer almıştır. Sergilenen çalışmalarda radyolojinin değişik konuları ele alınmış ve çoğunlukla manyetik rezonans görüntüleme olmak üzere değişik modaliteler başarı ile kullanılmıştır. Olgu sunumlarında nadir vakaları sergileyerek literatüre katkıda bulunmuştur. Yurtiçi ve yurtdışı kongrelere katılarak bilgi ve becerisini geliştirmiş, radyoloji camiası ile paylaşmıştır. Ayrıca yıllık kongrelere katılarak bilgi ve becerisini geliştirmiş, kendisini eğitmiştir”. Şeklinde değerlendirilerek “Bilimsel dosyası içerik olarak radyodiagnostik anabilim dalında doçentlik için eserlerin incelenmesi aşamasında 2547 sayılı yasanın 8.maddesi uyarınca tarafımızca oybirliği ile yeterli ve uygun bulunmuştur” denildiği görülmüştür. Bu durumda davacının doçentlik sınavında başarısız sayılmasına ilişkin dava konusu işlemde hukuka uyarlık bulunmamaktadır. ANKARA 7. İDARE MAHKEMESİNİN 2001/125 E., 2002/447 K. SAYILI İLAMI. 382 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 • İlk el kaynaklar mevcut ve ulaşılabilir olduğu halde eserlerinde genellikle ikinci el kaynaklara referans verilmesi, ilk el kaynak kullanımına ilişkin asgari nesnellik ve ilk el kaynak kullanımın ilişkin metedolojik kuralların yeterince içselleştirilememesi, • Alanı ile ilgili temel kaynak eserlerin yeterince incelenmemiş olması, • İlgili bilim alanının metedolojisini kullandığına dair bilgiye rastlanılmaması, • Çalışmalarında araştırma sorusunun mevcut olmaması, mevcut olanların ise basit, betimleyici olmanın ötesine geçmemesi, • Değerlendirmeye alınan eserlerin literatüre herhangi bir katkısının olmaması, • Üniversitelerarası Kurul’un belirlediği nicelik ve alana uygunluk bakımlarından asgari koşulları sağlamaması, • Araştırma ve yayınlarının orijinal bilimsel araştırma ve yayım niteliği taşıyıp taşımaması[32], • Hiç ilk isim yayınının olmaması, • Hiç bilimsel atıf almaması[33], • Alanı ile ilgili hiç ders anlatmamış olması, [32] Dairemizce davacının yayınları üzerinde yaptırılan bilirkişi incelemesi sonucunda düzenlenen raporda; davacının yayınlarının yurtiçi ve yurtdışında oftalmolojiye kayda değer bir katkıda bulunmadığı, eserlerin orijinal bilimsel araştırma ve yayınlar niteliğinde olmadığı belirtilmiştir. Bu nedenle Doçentlik Sınav Yönetmeliğinin 8.maddesi uyarınca doçentliğe yükseltilebilmek için özgün ve bilimsel araştırma ve yayınlar yapmış olma koşulunu sağlamadığı anlaşılan davacının, doçentlik sınavının bu aşamasında başarısız sayılmasında hukuka aykırılık bulunmamaktadır. DANIŞTAY 8. DAİRE BAŞKANLIĞININ 2000/279 E., 2000/7359 K. SAYILI İLAMI. [33] Davacının doçentlik sınavının eser incelemesi aşamasında başarısız sayılarak doçentliğe yükseltilmemesine ilişkin işlemin iptali istenilmektedir. Mahkememizce davacının araştırma ve yayınlarının orijinal bilimsel araştırma ve yayım niteliği taşıyıp taşımadığının buna göre çalışmalarının doçentlik için yeterli olup olmadığının saptanması amacıyla yaptırılan bilirkişi incelemesinde; davacının hiç 1. İsim yayınının olmadığı, hiç bilimsel atıf almadığı, makale ve tebliğlerinin tümü incelendiğinde ne sayı ne de içerik açısından yeterli olmadığı görüşüne varılarak sonuçta ilgilinin 2547 sayılı Kanunun 24. Maddesi ve doçentlik Sınav Yönetmeliği hükümlerine göre yayın aşamasında doçentlik için yeterli olmadığı yönünde kanaat bildirilmiş olup bu görüş Mahkememizce hükme esas alınabilecek nitelikte görülmüştür. Bu durumda tesis edilen işlemde mevzuata aykırılık görülmemiştir. ANKARA 9. İDARE MAHKEMESİ’ nin 2001/126 E., 2002/384 K. sayılı ilamı. 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 383 HAKEMLİ Dr. Mustafa Yaşar DEMİRCİOĞLU HAKEMLİ Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Doçentlik Sınavı gibi sebepler de adayın çalışmalarının “başarısız” olarak değerlendirilmesinde esas alınan örnek gerekçeler arasında yer almaktadır[34]. Tabidir ki tesis edilen “başarılı” veya “başarısız” konulu işlemin gerekçesi niteliği taşıyan yukarıdaki tespitler, idari işlemin sebep unsurunun denetlenebilirliği çerçevesinde idari yargı yargı denetimine tabidir. 6. Bir Bilim Dalında Doçent Olabilmek İçin Lisansüstü Eğitimini de O Bilim Dalında Yapılmış Olması Zorunluluğu Var Mıdır? 31.12.2015 tarihinde yayımlanan Doçentlik Sınavına Başvuru Şartları kapsamında, hukuk temel alanından doçentlik sınav başvurusu yapacak adaylarda Hukuk Fakültesi mezunu olma şartı ile adayın sadece “doktora yaptığı bilim alanından” doçentlik sınavına başvurabileceği şartı getirilmiştir. Bu şartın sadece “hukuk” alanından yapılacak başvurulara hasredilmesi buna mukabil diğer hiçbir alanda bu şekilde bir şarta yer verilmemesi çok önemli bir eksiklik olarak kabul edilebilir. Örneğin tıp alanıdan yapılacak başvurularda yürürlüğe konulan mevzuata göre; tıp fakültesi mezunu olma şartı bulunmamaktadır. Hukuk alanında yapılan doçentlik başvurularında hukuk fakültesi mezunu olmak ve sadece “doktora yaptığı bilim alanından” doçentlik sınavına başvurabilmek şartı ile ilgili olarak daha önce idari yargı mercileri önünde gelen uyuşmazlıklarda bu koşulun haklılığı yönünde karar verilmiştir[35]. [34] Dava, davacının yaptığı doçentlik başvurusunun eser inceleme aşamasında başarısız sayılmasına ilişkin işlemin iptali istemiyle açılmıştır. Davacının, doçentlik sınavı için sunduğu eserlerin “özgün bilimsel araştırma ve yayınlar” niteliğinde olup olmadığının tespiti konusunda yaptırılan bilirkişi incelemesi sonucunda düzenlenen raporda; davacıya ait 6 esere ilişkin yapılan nitelik değerlendirmesinde; ilk el kaynaklar mevcut ve ulaşılabilir olduğu halde eserlerinde genellikle ikinci el kaynaklara referans verildiği, ilk el kaynak kullanımına ilişkin asgari nesnellik ve ilk el kaynak kullanımın ilişkin metedolojik kurallar yeterince içselleştirmediği, ulualararası ilişkiler disiplininin metedolojisini kullandığına dair bilgiye rastlanılmadığı, araştırma sorusunun mevcut olmadığı, mevcut olanların ise basit, betimleyici olmanın ötesine geçmediği, değerlendirmeye alınan 6 eser bir bütün olarak alındığında adayın literatüre herhangi bir katkı yaptığının tespit edilemediği…… yönünde görüş bildirilmiş, bilirkişi raporuna Mahkememizce de itibar edilerek hükme esas alınabilecek nitelikte olduğu sonucuna varılmıştır. Bu durumda davacının doçentlik sınav başvurusunda eser inceleme aşamasında başarısız sayılmasına yönelik Kurul kararında hukuka aykırılık görülmemiştir. ANKARA 1. İDARE MAHKEMESİ’ NİN 2009/229 E., 2010/1503 K. SAYILI İLAMI. [35] Dosyanın incelenmesinden davacının Hukuk Temel Alanı Milletlerarası Hukuk dalında Nisan 2009 dönemi Doçentlik sınavına girmek amacıyla başvuruda bulunduğu, yasal koşulları taşımaması nedeniyle başvurusunun değerlendirmeye alınmadığının 09.10.2009 günlü Üniversitelerarası Kurul Başkanlığı işlemiyle bildirilmesi üzerine bakılan davanın açıldığı anlaşılmaktadır. Olayda dava konusu işlemin tesisinden önce 28.03.2008 tarihinde 384 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 Doçent unvanının elde edilmesinde tartışmalı konulardan biri de, bir bilim dalında doçent olabilmek için o bilim dalında lisans eğitimi yapmanın zorunlu olup olmadığı hususu ile ilgilidir. Zira 2547 sayılı Kanun ile Doçentlik Sınav Yönetmeliğindeki geniş kapsamlı ifadeler bu konuda bir boşluk doğmasına sebebiyet vermektedir. 2547 sayılı Kanunu’un 24.maddesinin b bendinde doçentliğe başvurabilmek için; “Bir lisans diploması aldıktan sonra doktora veya tıpta uzmanlık unvanı………kazanmış olmak” ifadelerine yer verilmekte yine doçentlik sınav Yönetmeliğinin 4.maddesinin 2.paragrafının a bendinde; “Bir anabilim veya bilim dalında……..doktora, sanatta yeterlilik veya tıpta uzmanlık yapılmış……..olması” ifadeleri yer almaktadır. Anlaşılacağı üzere bir bilim dalında doçentliğe başvurabilmek için gerek lisans gerekse doktora/tıpta uzmanlık/sanatta yeterlilik eğitimlerinin, doçentliğe başvurulan bilim alanı ile ilgili olması şartı aranmamaktadır. Mevzuatta yer alan bu geniş kapsamlı düzenleme uygulamada farklı durumların ortaya çıkmasına sebebiyet vermekte örneğin “sosyal ve toplum bilimleri alanında lisans eğitimi alan bir kişinin tıp alanında doçentliğe başvurması açısından hiçbir engel bulunmamaktadır”. Bu durum özellikle birbirine çok yakın alt bilim disiplinlerini barındıran fen bilimleri ile tıp bilimleri alanında yapılan doçentlik başvurularında bir karışıklığın doğmasını da beraberinde getirmektedir. Lisans/doktora eğitimi tıp alanında olmayan bazı doçent adaylarının tıp alanında doçentliğe her nasılsa başvurularının kabul edildiği ve tıbbi bilimler alanında bu kişilerin doçent olabildiklerine şahit olunmuştur ki yargı kararları da (kişilere atfedilemeyecek, doçentlik başvurularını bu şekilde kabul eden idareden kaynaklanan hatalardan dolayı doçentlik sınavının engellenemeyeceği, verilen unvanın geri alınamayacağı yönünde kararlar vermiştir) bu şekilde verilen doçentlik unvanlarını kabul etmektedir. Burada asıl sorun gerek doçentlik başvurularını ön incelemeden geçiren komisyonların ve gerekse Üniversitelerarası Kurul Sekreterliğini yürüten birimin hukuka aykırı nitelikteki bu başvuruları yeterince ön incelemeden geçirmeden kabul etmesinden (yani idareye atfedilebilecek kusurdan) kaynaklanmaktadır[36]. Hukuk Temel Alanı Danışma Komisyonu 08.10.2009 tarihinde de YÖK Genel kurulu tarafından; Hukuk alanında doçentlik sınavına başvuracakların hukuk lisans diploması veya hukuk doktorası bulunması gerektiği koşulunun getirilmesine rağmen davacının Gazi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümünden mezun olduğu, hukuk lisans diploması bulunmadığı gibi doktorasını da Uluslararası İlişkiler Bilim Dalında aldığının tespit edilmesi üzerine ön inceleme aşamasında başvuru koşullarını sağlayamaması nedeniyle başvurusunun reddedilmesine yönelik işlemde yukarıda anılan mevzuat hükümlerine ve hukuka aykırılık bulunmadığı açıktır. ANKARA 5.İDARE MAHKEMESİNİN 2011/463 ESAS., 2011/300 KARAR SAYILI İLAMI. [36] İdarelerin açık hataya dayalı hukuka aykırı işlemlerini her zaman geri alabilmeleri mümkün ise de idare hukukunun en önemli bir ilkesi de idari işlemlerdeki doğruluk karinesidir. İdarenin tek taraflı kararlarına bir hukuk sujesinin uyma zorunluluğunu getiren bu 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 385 HAKEMLİ Dr. Mustafa Yaşar DEMİRCİOĞLU HAKEMLİ Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Doçentlik Sınavı ilkenin doğal sonucu olarak idari işlemlerde devamlılık ve istikrar sağlanmaktadır. Buna karşılık idarelerin yokluk, açık hata ve ilgilinin gerçek dışı beyanı veya hilesi ile tesis edilen idari işlemler hariç, kişiler lehine sonuç doğuran hatalı işlemlerini dava açma süresi geçtikten sonra geri alamayacakları yargı kararları ile istikrar kazanmıştır. Doktrinde ise kazanılmış hak; objektif bir hukuk kuralının kişi hakkında uygulanması veya kendiliğinden uygulanacak hale gelmesi, bu bağlamda objektif ve genel hukuki durumun kişisel bir işlemle özel hukuki duruma dönüşmesi, hukuka aykırı işlemlerde ise ortaya çıkan hukuki durumdan bir süre yararlanılması sonucunda Anayasa ve yasalarca korunmaya değer hak haline gelmesi olarak tanımlanmaktadır. O halde hukuka aykırılığı daha sonra saptanan bir idari işlem nedeniyle lehine bir statü elde eden sujenin herhangi bir gerçek dışı beyan, hile veya kasıt unsurunun varlığı ortaya konulamadığı takdirde dava açma süresi de geçtikten sonra bu kazanımının meşru olmadığından bahisle geri alınması yoluna gidilmesi hukuk devleti ilkelerine aykırı düşecektir. ANKARA 5.İDARE MAHKEMESİNİN 2002/777 E., 2002/1752 K. SAYILI İLAMI. Dava dosyasının incelenmesinden Ankara Üniversitesi Veterinerlik fakültesi mezunu olan …………Üniversitesi öğretim üyesi olan müdahilin, Biyokimya (veterinerlik fakültesi) anabilim dalında doktorasını ……..Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsünden aldığı, 101.04.01 kodlu Biyokimya bilim dalından doçentlik sınavı başvurusunda bulunduğu, dilekçesi ekinde lisans ve doktora belgelerini, özgeçmişini, bilimsel araştırma ve yayınlarını sunduğu, eserlerin incelenmesi aşamasında başarılı olduktan sonra sözlü aşamasında başarılı olamadığından doçentlik sınavının sözlü aşaması için tekrar başvurduğu, buna ilişkin başvuru formunda anabilim dalını 101.04.00 Biyokimya bilim dalını ise 10.04.01 biyokimya olarak bildirdiği, yapılan sözlü sınavında başarılı olduğuna karar verildiği, bilahare davacı üniversitede profesörlük unvanını da kazanan müdahil hakkında başlatılan incelemede; adı geçen öğretim üyesinin doçentlik sınavına girmek için yaptığı başvuruda bilim kolu, alanı ve dalına ilişkin kodlamasını bilim kolu TIP olmamasına karşılık tıp alanında yaptığı, dolayısıyla yanlış bir başvurusunun bulunduğunun tespit edilmesi üzerine doçentlik unvanının geri alınması için davalı idareye götürülen teklifin kazanılmış hak ve idari istikrar ilkesi gereğince reddedilmesine ilişkin işlemin dava konusu edildiği anlaşılmıştır. Bakılan davada müdahilin, anabilim dalı ve kolunu 107 kodlu veteriner alanında yapması gerekirken 101 kodlu tıp alanında yaptığı, ancak başvuru formuna eklediği bilgi ve belgelerin veteriner fakültesi mezunu olduğunu ve doktorasının yine veteriner-biyokimya dalında olduğunu açıkça gösterdiği, 101 kodlu tıp anabilim dalından başvurusunun davalı idarece kabul edildiği, yine doçentlik sınavının 2.aşaması olan sözlü sınavına katılımına ilişkin başvuru formunda mezun olduğu okulun veteriner fakültesi olarak bildirildiği, belgelerinde herhangi bir eksiklik, uygunsuzluk yer almadığı gibi davalı idarece bu başvuruları kabul edilen ve doçentlik sınavında başarılı bulunduktan sonra öğretim üyesi olarak görev yaptığı okulda profesörlük unvanını da kazanan müdahilin, doçentlik unvanını yalan beyan ve/veya hile yoluyla elde ettiğinden söz edilmesine olanak bulunmamaktadır. Bu durumda doçentlik unvanının kazanımı esnasında davalı idareyi yalan beyanı ya da hilesi suretiyle yanılttığı yolunda herhangi bir katkısının olduğu kabul edilemeyeceği gibi adı geçen öğretim üyesinin doçentlik unvanından sonra statüsünün değiştiği ve profesör unvanına da hak kazandığı hususu değerlendirildiğinde kazanılmış hak ve idari istikrar ilkeleri uyarınca doçentlik unvanının geri alınmaması yolunda tesis edilen işlemde hukuka aykırılık görülmemiştir. ANKARA 5.İDARE MAHKEMESİNİN 2002/777 E., 2002/1752 K. SAYILI İLAMINDAN ALINMIŞTIR. 1975 yılında ……….Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi İşletme Bölümünde lisans, 1988 yılında …….Üniversitesi Müzecilik bölümünde yüksek lisans, 2001 yılında 386 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 7. Doçentlik Unvanının Hak Edilme Tarihi Özellikle idari yargı organları önünde dava konusu yapılmış doçentlik sınavlarında geçmişte uyuşmazlık çıkan konulardan bir tanesi de doçentlik ……Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü Biyoloji Anabilim Dalında doktora eğitimi alan davacının Mayıs 2001 döneminde Mikrobiyoloji-Mikoloji bilim alanında doçentliğe müracaat ettiği, Doçentlik Yönetmeliği hükümlerine göre oluşturulan jüri tarafından, Sağlık Bilimleri Temel Danışma Komisyonu tarafından belirlenen koşullar da dikkate alınarak davacının tüm yayınlarının nicelik, nitelik ve başvurulan doçentlik alanına uygunluğu açısından incelenmesi sonucunda eser inceleme aşamasında oyçokluğu ile başarılı olduğu, Üniversitelerarası Kurul Başkanlığı tarafından davacıya sözlü sınav tarihi verildiği, ancak Tıp Sağlık Bilimleri eğitim Konseyi Başkanının, ilgilinin özgeçmişinde biyoloji doktoru olduğu halde Biyoloji/Mikoloji yazarak bilimsel etiğe uymayan davranışta bulunduğunu, bir jüri üyesinin ise davacının sağlık bilimleri ile ilgisinin bulunmadığını belirterek davacının durumunun yeniden değerlendirilmesini istemeleri üzerine dosyasının Doçentlik Sınav Komisyonuna gönderildiği, Doçentlik Sınav Komisyonunun da dosyayı incelemek üzere Etik Komisyona gönderdiği, Etik Komisyonu tarafından yapılan incelemede etik bir sorun bulunmadığının bildirildiği, bu sırada davacının sözlü sınavının Üniversitelerarası Kurul tarafından durdurulması üzerine mevzuat komisyonundan görüş istendiği, mevzuat komisyonundan alınan görüş doğrultusunda davacının yükseköğretiminin hiçbir aşamasının tıp bilimi ile ilgili olmadığı gerekçesiyle tıp anabilim dallarından biri olan Mikrobiyoloji/ Mikoloji alanından doçentlik sınavına başvuramayacağına karar verilerek davacının sözlü sınavına alınmamasına karar verildiği ve anılan işlemin iptali istemiyle bakılan davanın açıldığı anlaşılmaktadır. Doçentlik unvanı lisans öğreniminden itibaren yüksek lisans ve doktora eğitimini ve bu eğitimler sonucunda elde edilen unvanların bir devamı olup lisans eğitimi ile doğrudan ilişkili, mevzuatın öngördüğü şartlar uyarınca gerçekleştirilen sınavlar neticesinde elde edilen akademik bir unvandır. Bu itibarla bir meslek için gerekli olan lisans eğitimi yapılmaksızın o meslekle ilgili yüksek lisans veya doktora yapılması nedeniyle elde edilen çeşitli unvanlar lisans eğitimine bağlı mesleki unvanların ve titrlerin kullanılması açısından bir kazanılmış hak doğurmayacağından yükseköğretiminin hiçbir aşaması tıp bilimi ile ilgili olmayan davacının Tıbbi Mikrobiyolojinin yan dalı olan Mikolojide doçentlik sınavına başvuramayacağı gerekçesiyle sözlü sınava alınmamasına ilişkin olarak tesis edilen işlemde hukuka ve mevzuata aykırılık görülmemiştir. Bu karar, Danıştay 8. Dairesinin bozma ilamı üzerine Ankara 6.İdare Mahkemesinin 2006/2387 E., 2006/1800 K. sayılı ilamı ile ISRAR edilerek oyçokluğu ile verilen bir karar olup ancak bu karar Danıştay İdari Dava Daireleri Genel Kurulu’nun 2007/163 E., 2011/5 K. sayılı kararı ile Bozulmuştur. İlk derece mahkemesi tarafından ISRAR edilerek verilen kararda bir üyenin “azlık oyu” bulunmaktadır. Söz konusu azlık oyunda yer alan ifadeler konunun hukuken bir başka açıdan değerlendirilebilmesi teminen önem taşımaktadır. Azlık oyunda şu ifadeler yer almaktadır: “2547 sayılı Yasanın 24.maddesinin ( b) bendinde; doçentlik sınavına katılabilmek için bir lisans diploması aldıktan sonra doktora veya tıpta uzmanlık unvanı veya üniversitelerarası kurulun önerisi üzerine Yükseköğretim kurulunca tespit edilen belli sanat dallarının birinde yeterlilik kazanmış olmak” ibaresine yer verilmiş olup anılan maddede yer alan “lisans diploması aldıktan sonra” ibaresinden mutlaka doçentlik alanı ile ilgili lisans diploması sahibi olmak anlamını çıkarmak Kanun hükmünün kapsamını daraltır. Kanunkoyucu anılan yasa hükmü ile bir lisans diploması aldıktan sonra doktora yapmayı esas almış, bilimsel ilerlemeye olanak verecek geçişlere esneklik tanımıştır. 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 387 HAKEMLİ Dr. Mustafa Yaşar DEMİRCİOĞLU HAKEMLİ Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Doçentlik Sınavı unvanının hangi tarihten itibaren kazanılacağı hususudur. Zira doçentlik unvanının kazanılma tarihi, profesörlüğe atanmada aranılan 5 yıl bekleme süresinin hesabı açısından önem taşıdığı gibi, üniversitelerdeki kadroya atanma veya unvanın getirmiş olduğu maddi kazançlar açısından da önem taşımaktadır. Bilindiği üzere doçentlik sınavı eser inceleme aşaması ile sözlü aşama olmak üzere 2 aşamadan oluşmakta ve bu aşamalar; alt komisyon jüri belirlenmesi, jürilerin onaylanması, dosyaların jürilere gönderilmesi, raporların jüri üyeleri tarafından Üniversitelerarası Kurul’a gönderilmesi, sonuçların açıklanması, etik inceleme ve soruşturma süreci, başarılı olan adayların sözlü sınava alınması şeklinde zincirleme pek çok işlemden oluşan ve 1 yıllık süreye yaklaşan bir zaman dilimini almaktadır. Bu sürecin aday lehine devam etmekte olduğu varsayıldığında doçent adayları, sözlü sınavın yapıldığı gün jüri üyeleri tarafından başarılı olarak değerlendirilmişlerse, sözlü sınav tarihinden itibaren bu unvanı almaya hak kazanmaktadırlar. Ancak bu süreç içerisinde çeşitli nedenlerle doçentlik sınavı idari davalara konu olabilmekte ve doçentlik unvanının kazanılmasının son aşaması olan sözlü sınav aşaması oldukça gecikebilmektedir. Yukarıda bahsedilen süreç devam ederken sınavla ilgili yürütülen işlemlerin idari davaya konu edilmesi halinde idari yargı organlarınca iptal kararı verildiğinde (örneğin adayın eser inceleme aşamasında başarısız olması veya dosyasında etik kusur bulunması vb.) doğal olarak yargılama aşamasında geçen süreler nedeniyle doçentlik unvanının elde edilmesi gecikebilmektedir. Bu durumda adaylar, idarenin hatalı işleminin iptal edilmesi nedeniyle doçentlik unvanını geç elde edebildiklerini gerekçe göstererek, doçentlik sınav süreci idari davaya hiç konu edilmese idi doçentlik sözlü sınava girecekleri ve böylece doçent unvanı alacakları ihtimalinden hareketle geçmişe yönelik doçentlik belgesi düzenlenmesini talep edebilmektedirler. Bu konu pek çok defa ilk derece mahkemesi önüne gitmiş ve idare mahkemeleri tarafından birbirinden farklı pek çok karar verilmiş olmakla birlikte Danıştay 8.Dairesinin bu konuda yerleşmiş içtihatları ile konu vuzuha kavuşmuş ve doçentlik sınav sürecinin belli aşamalarında idareden kaynaklanan hatalar bulunsa ve sözlü sınav aşaması gecikmeli olarak yapılsa bile doçentlik unvanına her halükarda fiilen sözlü sınavın yapıldığı tarihinden itibaren hak kazanılacağı ve ihtimali hesaplardan hareket edilerek (idarenin 388 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 hatalı işlemi olmasa daha önce doçent olunabileceği) geçmiş tarihli doçentlik belgesi düzenlenemeyeceğine karar vermiştir[37].[38]. Yargı organlarınca verilen iptal kararı, idari işlemin tesis edildiği tarihe kadar geriye yürümekte ve idari işlem, iptal kararı ile tesis edildiği tarihten itibaren hükümsüz hale gelmektedir. İptal kararları, iptal edilen işlemin ve ona bağlı işlemlerin ortadan kaldırılarak işlemin tesisinden önceki durumun devamının sağlanmasına yönelik sonuç doğurmaktadır. Ancak henüz tamamlanmamış bir hukuki sürecin belli bir aşamasına ilişkin olarak tesis edilmiş işleme yönelik olan iptal kararının, kendiliğinden ve hiçbir edimde bulunulmadan devam etmekte olan süreci varsayıma dayalı olarak sonlandırmayacağı açıktır. Aksi düşünce; olasılığa bağlı bir biçimde iptal kararının etkisinin genişletilmesi sonucunu doğuracaktır. İki aşamalı olarak yapılan doçentlik sınavında doçentlik unvanına hak kazanılması için sözlü sınavın da başarılması gerektiğinden ve doçentlik sınavının tamamlanamamasına neden olan işlemlerin yürütülmesinin durdurulması veya iptaline ilişkin yargı kararı ancak sözlü sınavdan önceki hukuki [37] Mayıs 2004 döneminde doçentlik sınavına başvuran davacının, eserlerin incelenmesi sonucunda başarısız sayılmasına karar verildiği, söz konusu kararın Ankara 11. İdare Mahkemesi tarafından iptal edilmiş olmakla birlikte iptal kararı davacının doğrudan doçent unvanını alması sonucunu doğurmayıp sözlü sınava girmesinin sağlanması sonucunu doğurduğu açıktır. (Davacı idare mahkemesinin iptal kararı üzerine fiilen 02.10.2006 tarihinde sözlü sınava girerek başarılı olmuş ve doçent unvanını almaya hak kazanmıştır) Bu durumda davacı yönünden doğrudan ve başkaca hiçbir işlem yapılmadan doçent unvanı alma hakkı doğurmayan Ankara 11. İdare Mahkemesi kararı uyarınca Mart 2005 tarihinden itibaren doçentlik unvanı verilmesi yolundaki davacı başvurusunun reddine ilişkin dava konusu işlemde hukuka aykırılık görülmemiştir. ANKARA 7. İDARE MAHKEMESİNİN 2007/1277 E., 2008/2021 K. SAYILI İLAMI. [38] Dosyanın incelenmesinden; 2005 yılında doçentlik sınavına başvuran davacının,i doçentlik sınav komisyonunca eserlerinin incelenmesi aşamasında oyçokluğu ile başarısız bulunduğu, bu işlemin Ankara 4.İdare Mahkemesi tarafından iptal edildiği, bunun üzerine davalı idarece adayın sözlü sınava çağrıldığı ve 3.11.2008 tarihinde yapılan sözlü sınavda başarılı olduğu ve davaya konu işlemle doçentlik unvanının sözlü sınav tarihi esas alınarak 3.11.2008 tarihinden itibaren verildiğinin belirtilmesi üzerine bakılan davanın açıldığı anlaşılmaktadır. İdare mahkemesince davacının ilk sözlü sınavda başarılı olması nedeniyle, yargı yerince verilen iptal kararının geçmişe yönelik olarak hukuki sonuç doğurması gerektiği ve davacıya doçentlik unvanının Mayıs 2005 tarihi itibariyle verilmesinin uygun olacağı gerekçesiyle işlemin iptaline karar verilmiş bu karar davalı idare tarafından temyiz edilmiştir. Davacının doçentlik sınavının tamamlanmamasına neden olan işlemlerin iptal edilmesi nedeniyle anılan işlemler sonucunda giremediği doçentlik sözlü sınavında başarılı olacağı varsayımına dayalı olarak doçentlik unvanının 2005 yılından itibaren geçerli sayılması yönünde yaptığı başvurunun reddine ilişkin işlemi iptal eden idare mahkemesi kararında hukuka uyarlık bulunmamaktadır. DANIŞTAY 8.DAİRESİNİN 2010/5949 E., 2011/485 K. SAYILI İLAMI. 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 389 HAKEMLİ Dr. Mustafa Yaşar DEMİRCİOĞLU HAKEMLİ Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Doçentlik Sınavı durumun ihdasını sağlayacağından, sözlü sınava girilmeden doçentlik unvanının alınması sonucunu doğurmamaktadır[39]. 8. Doçentlik Unvanının (İdarenin Kusurlu Sayılan ve İptal Edilen İşlemi Nedeniyle) Geç Elde Edilmesi ve Tazminat Sorunu Yukarıda açıklandığı üzere doçentlik sınavı iki aşamadan oluşmakta ve bu süreçte birbirini takip eden bir dizi idari işlemler sonucunda unvan elde edilebilmektedir. Bu süreçte tesis edilen idari işlemlerden dolayı sınav süreci ve dolayısıyla unvanın elde edilmesi (iptal davalarına da konu olabilen ve idarenin kusurundan kaynaklanan işlemlerden dolayı) gecikebilmekte dolayısıyla daha sonraki süreçte doçentlik unvanının gecikmeli olarak elde edildiği gerekçe gösterilerek idareye karşı tam yargı davaları açılarak tazminat talep edilebilmektedir. Ancak burada idari yargı organlarınca “doçentlik unvanı alınması” hususu ile “doçentlik kadrosuna atanma” hususu arasında bir ayrım yapılarak; doçentlik unvanının alınmasının kendiliğinden doçentlik kadrosuna atanma sonucu doğurmayacağı ve unvan alma ile kadroya atanma işlemlerinin birbirinden farklı şeyler olduğu gerekçesi ile açılan tazminat talepli davaları reddetmektedir[40]. Bu kararlara katılabilmek mümkün değildir. Zira doçentlik unvanının kazanılması ile kadroya atanılması kavramları farklı olmakla birlikte salt doçentlik unvanının elde edilmesi nedeniyle (kadro şartı aranmaksızın) elde edilen maddi kazanımlar da söz konusudur. Zira doçentlik unvanının elde edilmesi [39] DANIŞTAY 8.DAİRESİNİN 2010/5949 E., 2011/485 K. SAYILI İLAMI. [40] Dava, Atatürk Üniversitesinde görev yapan davacının, yargı kararı sonrası girdiği doçentlik sözlü sınavı sonucu doçent unvanına hak kazanma tarihinin 3.11.2008 olarak belirlenmesine ilişkin işlemin iptali ve 25.000 TL maddi, 10.000 TL manevi olmak üzere toplam 35.000 TL zararın tazminine hükmedilmesi istemiyle açılmıştır. 2547 sayılı Kanunun 24’ncü maddesinde Doçentlik Sınavı, 25’nci maddesinde ise doçentliğe atama düzenlenmiş ve doçentliğe yükseltilme ile atama birbirinden farklı prosedürlere bağlanmış olup, Üniversitelerarası Kurul tarafından doçentliğe yükseltilip doçent unvanı alanların üniversiteler tarafından doçent kadrolarına atanma zorunluluğu bulunmamaktadır. Davacının Mayıs 2005 döneminde doçent unvanı almış olması, görev yaptığı Atatürk Üniversitesi Rektörlüğünce aynı tarih itibariyle doçent kadrosuna atama sonucu doğurmayacağından Mayıs 2005 ile Mayıs 2008 arasındaki dönemde parasal haklarıyla ilgili gerçek ve kesin bir zararın bulunduğundan söz edilemeyeceği ortadadır. Bu nedenle davacının maddi tazminat isteminin reddi gerekmektedir. Manevi tazminatın ise kişilik haklarının ihlali halinde meydana gelen eksilmenin başka türlü giderim yolunun bulunmaması nedeniyle uğranılan manevi zararın kısmen de olsa giderilmesini sağlayan manevi tatmin aracı niteliği ile davaya konu işlemin idarenin olağan işlemlerinden olduğu hususları birlikte değerlendirildiğinde olayın manevi tazminat koşullarının da oluşmadığı ve davacının buna yönelik isteminin de redde gerektiği sonucuna varılmıştır. ANKARA 2.İDARE MAHKEMESİNİN 2009/100 ESAS, 2010/379 KARAR SAYILI İLAMI. 390 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 ile memuriyette bir derece elde edilmekte ve bu derece maddi kazanımları doğrudan etkilemektedir. Aynı şekilde doçent unvanı döner sermaye gelirleri açısından da maddi kazanımlara doğrudan etki eden bir nitelik taşımaktadır. Ancak aynı Danıştay Dairesinin, idarenin hatalı işlemleri nedeniyle geç elde edilen doçentlik unvanından dolayı, unvanın elde edilmesinin kadroya atanma anlamı taşımayacağı ve bu bağlamda salt doçentlik unvanı elde edilmesi ile maddi bir kazanım elde edilemeyeceği gerekçesi ile aşağıda yer verilen kararını bağdaştırabilmek mümkün değildir. Aynı Danıştay 8.Dairesi; aşağıda metni vrilen kararda görüleceği üzere, sadece doçentlik unvanına sahip olmanın getireceği maddi kazanımları ayrıntılı bir şekilde hükme bağlamıştır. Bu çerçevede Danıştay 8. Dairesinin, doçentlik unvanının, idarenin hatalı işlemleri nedeniyle geç elde edilmesi nedeniyle kişilere maddi tazminat ödenemeyeceği yönündeki görüşünden vazgeçmesi gerekmektedir. Danıştay 8.Dairesinin en son verdiği kararında doçentlik unvanının elde edilmesi ile ilgili doğacak maddi kazanımlara ilişkin kararı aşağıda (önemine binaen kararın büyük bölümü) verilmektedir[41]. Doçentler için öngörülen mali haklar arasında; 2547 sayılı Yasanın 58. maddesi uyarınca döner sermaye katkı payı, 2914 sayılı Yasanın 11. maddesinde ek ders ücreti, 12. maddesinde üniversite ödeneği, 14. maddesinde geliştirme ödeneği, yine aynı Yasanın Ek 1. maddesinde eğitim öğretim ödeneği, Ek 2. maddesinde de makam tazminatı gibi ödentiler yer almaktadır. 1. Maaş/Aylık: 2914 sayılı Yükseköğretim Personel Kanununun 3. maddesinin (A) fıkrasında; öğretim üyeleri sınıfının profesörler, doçentler ve yardımcı doçentlerden oluştuğu, aynı fıkranın (b) bendinde; “Doçentlerin, doçent kadrosuna atandıkları tarihi izleyen aybaşından itibaren üçüncü derecenin ilk kademe aylığını alacakları...düzenlenmiştir. Aynı Yasanın 5. maddesinde; üniversite öğretim elemanlarının aylıklarının hesaplanmasında, Devlet memurlarının aylıklarına esas olan gösterge tablosu ve katsayının dikkate alınacağı, aylıkların hesabında ayrıca bu Yasaya ekli ek gösterge cetvelinde unvan ve derecelere göre belirlenen ek gösterge rakamlarının dikkate alınacağı hükme bağlanmıştır. Yine aynı Yasanın 7. maddesinde ise, derece yükseltilmesinin koşulları düzenlenmiş ve anılan Yasaya ekli ek gösterge cetvelinde...1.1.1995 den itibaren ek gösterge rakamları; 1-3. derece doçentler için 4800, 1. derece öğretim görevlileri için 3600 olarak belirlenmiştir. 2914 sayılı Yasanın 5. maddesi gereğince, doçent unvanının alınmış olması halinde, 3. derece kadroda bulunulması şartıyla, bu unvan için öngörülen ek göstergeden yararlanılabileceği hususunda kuşku bulunmamaktadır. 2914 sayılı Yasanın 5. maddesinde ifadesini bulan “aylık”; diğer bir ifadeyle “maaş” bu madde uyarınca standart olarak alınmakta olan ve [41] DANIŞTAY 8. DAİRESİNİN 2012/8511 ESAS, 2013/6942 KARAR SAYILI KARARI. 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 391 HAKEMLİ Dr. Mustafa Yaşar DEMİRCİOĞLU HAKEMLİ Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Doçentlik Sınavı makam tazminatı döner sermaye, ek ders ücreti gibi herkes için geçerli olmayan ödentilerin dışında kalan devlet memurlarının aylıklarına esas olan gösterge tablosu ve katsayının, ayrıca bu Yasaya ekli ek gösterge cetvelinde yer alan unvan ve derecelere göre belirlenen ek gösterge rakamlarının dikkate alındığı mali haklar bütünüdür. 2. Ek Ders Ücreti: 2914 sayılı Yükseköğretim Personel Kanununun 11. maddesinde; 2547 sayılı Yükseköğretim Kanununun 36 ncı maddesine göre haftalık okutulması mecburi ders yükü saati dışında, kısmi statüde bulunanlar dahil öğretim elemanlarının görev unvanlarına göre Maliye Bakanlığının görüşü üzerine Yükseköğretim Kurulu tarafından belirlenen mecburi ve isteğe bağlı dersler ve diğer faaliyetler içinbu ders ve faaliyetlerin haftalık ders programında yer alması ve fiilen yapılması şartıyla en çok yirmi saate kadar, ikinci öğretimde ise en çok on saate kadar ek ders ücreti ödeneceği düzenlemesine yer verilmiştir. Bu madde uyarınca; öğretim elemanının doçent unvanı almış olması ve fiilen ders vermiş olması doçentlere ödenen ek ders ücretinden yararlanması için yeterli olup; derecesinin 3. derece olması şartı da bulunmamaktadır. 3. Üniversite Ödeneği: Yasanın 12. maddesinde düzenlenen üniversite ödeneği; kadro şartına bağlı olup; kişinin bu mali haktan yararlanabilmesi için doçent unvanını almış olmasının yanında doçent kadrosuna atanmış olması gerekmektedir. 4. Geliştirime Ödeneği: Yasanının 14. maddesinde; diğer yükseköğretim kurumlarına göre sosya-ekonomik açıdan daha az gelişmiş yerlerde öğretim yapan ve/veya yeterli sayıda öğretim elemanı sağlanamayan yükseköğretim kurumları ile bunların bölümlerinde görevli öğretim elemanlarına; almakta oldukları aylık gösterge ve ek gösterge toplamının 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu uyarınca belirlenen aylık katsayı ile çarpımı sonucu bulunacak miktarın beş katına kadar geliştirme ödeneği ödenebileceği düzenlenmiş olup; bu ödeneğin ek göstergeye göre verildiği anlaşıldığından, kişinin bu ödenekten yararlanabilmesi için doçent unvanını almış ve bu kadroya atanmamış ise en azından 3. derecede bulunması gerektiği açıktır. 5. Eğitim Öğretim Ödeneği: Yasanın Ek-1. Maddesinde düzenlenen eğitim öğretim ödeneği de geliştirme ödeneği gibi ek göstergeye bağlı olarak ödendiği için; kişinin doçent unvanı almış fakat bu kadroya atanmamış olması halinde bu ödenekten yararlanabilmesi için 3. derecede bulunması gerekmektedir. 6. Makam Tazminatı: Yine aynı Yasanın Ek 2. maddesinde düzenlenen makam tazminatı ise; anılan yasaya ekli makam tazminatı cetvelinde yazılı 392 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 kadro ve görev unvanlarına atananlara ödeneceği için kişinin bu tazminattan yararlanabilmesi için kadro şartını sağlaması gerekmektedir. 7. Döner Sermaye Katkı Payı: Döner sermaye katkı payı, 2547 sayılı Yasanın 58. maddesinde düzenlenmiş olup; bu düzenleme uyarınca kişinin doçentler için öngörülen döner sermaye katkı payından yararlanması için doçent unvanı almış olması yeterli olup, derecesinin 3. derecede bulunmasına gerek bulunmamaktadır. Sonuç olarak; bir akademik personelin kadro şartına bağlı olan makam tazminatından yararlanamayacağı açık olmakla birlikte; doçent unvanı almış olmanın yeterli olduğu ve/veya 3. derecede bulunmanın yeterli olduğu maaş, döner sermaye ve ek göstergeden yararlanabileceği anlaşılmaktadır. Yukarıda Danıştay 8. Dairesinin içtihadında açıkça sıralanan mali haklar çerçevesinde, kişinin doçentlik unvanının geç alınmasından dolayı maddi bir kaybı olmayacağı zira unvan alınmasının kadroya atanma anlamına gelmeyeceği gerekçesi ile unvanın geç elde edilmesinden dolayı maddi tazminat taleplerinin reddedilmesi gerektiği yolundaki gerekçeye katılmak elbette ki mümkün olamayacaktır. Unvan elde etme ile kadroya atanma arasında kurulan ilişki gibi, başvuru aşaması ve eser inceleme aşaması ile sözlü sınav aşaması arasında kurulan bağ nedeniyle de, eser inceleme aşamasında başarısız olarak tesis edilen işlem veya başvurunun reddedilmesine ilişkin işlemin idari yargı mercilerince iptal edilmesi durumunda kişi daha sonra yapılan sözlü sınav aşamasında başarılı olsa dahi; idarenin gecikmeli ve hatalı işlemleri nedeniyle doçentlik unvanının geç elde edildiği ve bu nedenle maddi/manevi zararların doğduğu gerekçesine idare yargı mercilerince itibar edilmemektedir. İdari yargı mercilerine göre bir adayın doçentlik başvurusunun kabul edilmesi veya eser inceleme aşamasında başarılı olması, sınavın diğer aşaması olan sözlü sınav aşamasında başarılı olacağı ve doçentlik unvanına hak kazanacağı anlamına gelmediğinden salt geçmiş aşamalarda yapılan hatalı işlemler nedeniyle sürecin gecikmiş olması maddi veya manevi bir zararın tazminine haklılık payı vermemektedir. Zincir işlem sürecindeki idari yargı mercilerinin iptal kararları kişinin kendiliğinden doçent unvanı elde etmesi sonucunu doğurmamaktadır[42]. [42] Mahkememizce, davacının 2002 yılı Mayıs dönemi doçentlik sınavında Üniversitelerarası Kurulca Fen Bilimleri ve Matematik Temel Alanı için belirlenen 22 nolu koşulu sağladığının saptanması nedeniyle, asgari başvuru koşullarını sağlamadığından bahisle eser incelemesi aşamasında başarısız sayılmasına ilişkin işlemin iptal edilmesi, davacının eserlerinin bilimsel incelemeye tabi tutulması aşamasına geçilmesini sağlayacağından, dolayısıyla doğrudan doçent unvanını hak edeceği anlamına gelmeyeceği gibi doçent olarak atanmasını da sağlamayacağından, dava konusu işlem nedeniyle gerçekleşmiş veya gerçekleşeceği kesin ve saptanabilir bir zararın varlığından diğer bir ifadeyle anılan işlem nedeniyle yoksun 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 393 HAKEMLİ Dr. Mustafa Yaşar DEMİRCİOĞLU HAKEMLİ Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Doçentlik Sınavı 9. Jüri Üyelerinin Görüş Değiştirmeleri Yukarıda açıklandığı üzere; 2547 sayılı Kanun’un “Doçentlik sınavı” başlığını taşıyan 24’ncü maddesinde; Doçentlik sınav jürisinde yer alan asıl ve yedek üyelerin, adayın akademik çalışmalarının her birini değerlendirerek hazırladıkları ayrıntılı ve gerekçeli kişisel raporlarını Üniversitelerarası Kurula gönderecekleri” düzenlenmiştir. Uygulamada çok sık ihlal edilen ilkelerden bir tanesi; eser inceleme raporlarının; “kişisel rapor” niteliğinde (müşterek rapor değil) olması hassasiyetine gerek ÜAK Yönetimi ve gerekse jüri üyelerince dikkat edilmemesi hususudur. Uygulamada; kanunun bu emredici düzenlemesine rağmen çoğu zaman jüri üyelerinin kendi aralarında çeşitli şekillerde haberleştikleri, eser inceleme raporlarını birbirlerine göndererek birbirinin kopyası niteliğinde raporlar hazırladıkları, daha sonra bu raporları kişisel bir rapor gibi imzalayarak ÜAK’a gönderdiklerine şahit olunmaktadır[43]. Jüri üyelerinin bu şekilde kişisel inisiyatif kullanarak kanuna aykırı hareket etmeleri şeklindeki örneklerin yanı sıra bir dönem bizzat ÜAK Yönetimi tarafından sistemli bir şekilde 2547 sayılı Kanun hükmüne aykırı olacak şekilde uygulamalar yapıldığı ve kararlar alındığına da şahit olunmuştur. Özellikle, jüri üyeleri tarafından düzenlenen eser inceleme raporlarının bizzat ÜAK Genel Sekreterliği tarafından diğer jüri üyelerine gönderilerek; “aday hakkındaki görüşlerini bir daha gözden geçirmeleri” şeklindeki kaldığı parasal haklardan söz etmek mümkün olmadığından bu aşamada dava konusu işlem nedeniyle yoksun kaldığını ileri sürdüğü parasal haklarını tazmini isteminde isabet bulunmamaktadır. ANKARA 12. İDARE MAHKEMESİ BAŞKANLIĞININ, 2003/471 E., 2005/1721 K. SAYILI İLAMI. [43] Bir dönem doçent adayları le ilgili olarak müşterek rapor uygulaması yolu Üniversitelerarası kurul’da benimsenmiş ve uygulanmıştır. Müşterek rapor uygulaması; adaylar hakkında objektif ve bağımsız değerlendirme yapılabilmesi imkanını çoğu zaman sağlamamaktadır. Jüri üyeleri arasındaki kıdem farkı, ast-üst ilişkisi, jüri üyelerinin etki ve baskı altında kalması müşterek rapor uygulamasının çok çeşitli sakıncalara sebebiyet vermesine yol açmıştır. Bu gerekçelerle adayın “her bir çalışması” hakkında; “gerekçeli kişisel rapor” hazırlanması ilkesi kabul edilmiştir. Bilimsel değerlendirmelerde görev alan hakem öğretim üyelerinin ayrıntılı, gerekçeli ve kişisel olarak rapor yazmaları gerekmekte olup bunun aksine çok sık karşılaşılan bir durum olarak hakem öğretim üyelerinin mail veya faks yolu ile birbirlerinin raporlarını kopyalamak suretiyle rapor yazmaları hem hukuka hem de bilimsel ilkelere aykırı olacaktır. Bu şekilde düzenlenen raporlarla adaylar hakkında değerlendirme yapılması durumunda idari yargıda açılacak bir iptal davası yolu ile adaylar hakkında kesin, nihai sonuç doğuran atama/atamama, unvan verme veya vermeme işleminin iptal edilmesi de mümkündür. Bu şekildeki kopya rapor uygulamasının, disiplin mevzuatı açısından da incelenmesinde fayda vardır. Yükseköğretim Kurumları Yönetici, Öğretim Elemanı Ve Memurları Disiplin Yönetmeliği’ nin 6’ncı maddesine göre; “öğretim elemanlarının; verilen emir ve görevlerin tam ve zamanında yapılmasında, görev mahallinde kurumlarca belirlenen usul ve esasların yerine getirilmesinde kusurlu davranmaları” kınama cezasını gerektiren davranışlar arasında sayılmaktadır. 394 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 adeta uyarı veya ihtar niteliği de taşıyacak işlemleri yürürlüğe koyduğu görülmüştür. Danıştay kararları ile de defalarca iptal edilen bu yasa dışı uygulama; kanunun emredici hükmünün bir devlet idaresi tarafından nasıl ihlal edilebileceğinin somut göstergesi olması bakımından önem taşımaktadır. ÜAK Yönetiminin; jüri üyelerinin raporlarının mahremiyetini ve kişisel rapor olması vasfını korumak yerine bu raporları diğer jüri üyelerine de göndererek; “görüşünü bir daha gözden geçirmesi veya görüşünde bir değişiklik olup olmadığını” sorması şeklindeki yasadışı uygulamalara dönüştüğü görülmektedir. Özellikle jüri üyeleri tarafından adayın; “Asgari Başvuru Koşulunu Sağlamadığı” yönünde görüş belirtmesi üzerine bu rapor, aday hakkında “Başarılı” olarak görüş belirten diğer jüri üyelerine gönderilerek görüşlerin bir kez daha gözden geçirmeleri istenilmektedir. Aday hakkında ilk raporunda “Başarılı” görüş belirten jüri üyesi ÜAK tarafından kendisine gönderilen bu yazı üzerine ya (çoğunlukla olduğu gibi) görüşünü değiştirerek “Başarısız” raporu düzenlemekte ya da (istisnai olarak) “Başarılı” görüşünde ısrar edebilmektedir. Bu uygulama yıllarca İdare Mahkemesi ve Danıştay kararları ile hukuka aykırı bulunmasına rağmen ÜAK tarafından açıkça “yargı kararlarına aykırı bir konuda ısrar edilerek[44]” doçent adayları mağdur edilmeye devam edilmiştir. Oysa Danıştay 1. Dairesinin içtihadi görüşü gereği; “yerleşik hale gelmiş yargı kararları idareler açısından emsal alınmayı gerektiren kararlardır”. Bu içtihadi ilkeye rağmen [44] İdarenin, emsal konu ve olaylarla ilgili yargı kararlarına; aynı konuda başka kişilerle ilgili ortaya çıkan uyuşmazlıklarda uyması gerekip gerekmediği, emsal yargı kararlarından hareketle; başka kişileri ilgilendiren olay ve durumlarda bu kararlara uygun davranması gerekip gerekmediği konusunda kamu idarelerinde çoğunlukla tartışmalar yaşanmakta olup genellikle, sübjektif işlemlerle ilgili olarak verilen yargı kararlarının, başka kişilerle ilgili uygulamalarda emsal teşkil etmeyeceği ve bu yargı kararlarının diğer kişilerle ilgili idari uygulamalarda idareyi bağlamayacağı kabul edilmektedir. Ancak Danıştay 1 Dairesinin bu konuda vermiş olduğu bir istişari görüşte özellikle vurgu yapıldığı üzere “yerleşik hale gelmiş” yargı kararları açısından idarenin bu kararları göz önünde bulundurması; hem hukuka saygılı idarenin, hem hukuki istikrarın hem de idareye karşı gereksiz yere dava açılmasının önlenmesi ve dava ekonomisi bakımından önem taşımaktadır. Danıştay 1. Dairesine göre; “Kesin yargı kararları, yalnızca tarafları bağlayan kararlardır. İdare, benzeri olaylarda bu yargı kararları doğrultusunda işlem tesisi zorunda olmamakla birlikte, bu olaylar hakkındaki yargı kararları yerleşik hale gelmiş ise artık, idareler açısından bu kararlar emsal alınmayı gerektiren kararlardır. İdarenin, benzeri olaylarda yerleşik hale gelmiş yargı kararları doğrultusunda hareket etmesi, hukuka bağlı ve saygılı olmasının bir gereği olduğu gibi, lüzumsuz davaların açılmasını önlemesi bakımından ve dava ekonomisi açısından da uyulması gereken bir kural olmalıdır. Bu nedenle, idari yargı yerince verilen bir kararın, dava konusu işleme benzer ve dava konusu yapılmamış olan işlemler yönünden de emsal alınmasında hukuksal bir engel bulunmadığı sonucuna varılmakla dosyanın Danıştay Başkanlığına sunulmasına oybirliğiyle karar verildi”. DANIŞTAY 1. DAİRE 1997/123 ESAS., 1997/115 KARAR SAYILI İLAM. 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 395 HAKEMLİ Dr. Mustafa Yaşar DEMİRCİOĞLU HAKEMLİ Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Doçentlik Sınavı ÜAK tarafından hukuka aykırı fiili uygulamalar keyfi ve adaletsiz bir şekilde ve yıllarca herhangi bir idari düzenlemeye dayanmaksızın “belli adaylar hakkında” uygulanmaya devam edilmiş, en sonunda 2010 yılında yargı kararlarına açıkça aykırı bu fiili uygulamayı bir idari işleme dayandırabilmek amacıyla ÜAK kararı tesis edilmiştir. Üniversitelerarası Kurul Başkanlığının 05.03.2010 tarihinde yaptığı 184’üncü toplantısında alınan kararla: Doçentlik Sınav Komisyonunun 25.09.2009 tarihli toplantısında alınan “Alt Komisyonlarca dosyaları incelenerek jürileri oluşturulan adaylarla ilgili bir jüri üyesinden KOŞULU SAĞLAMAMIŞTIR raporu geldiğinde bu raporun diğer jüri üyelerine gönderilerek görüş alınmasına” şeklindeki karara alt komisyonların uyması gerektiğine, sadece jüri üyesinin raporunda belirttiği hususlar yanlış bilgiden kaynaklanıyorsa veya belge eksikliği bulunuyorsa bu adaylarla ilgili diğer jüri üyeleri ile yazışma yapılmasına gerek olmadığına, karar verilmiştir. Daha sonra Üniversitelerarası Kurul Başkanlığının 08.11.2010 tarihinde yapılan 188’inci toplantısında konu tekrar gündeme gelmiş ve o tarihte alınan 25 sayılı kararla; “Ekim 2009 Döneminde Diş Hekimliği Bilim Alanından doçentlik sınavına başvuran bir adayın jürisinde görevli bir üye tarafından gönderilen “adayın başvuru koşulunu sağlamadığına bu nedenle başvurusunun iptal edilmesi gerektiğine” ilişkin raporu ve bu rapor üzerine Diş Hekimliği Alt Komisyonun, jüri üyesinin bu görüşünü haklı bulması üzerine hazırladığı (bu görüşe katıldığını belirten imzalı tutanak) tutanak görüşüldü; adayın jürisinin Üniversitelerarası Kurul’da onaylandığı, bazı jüri üyelerinden raporların geldiği, Doçentlik Sınav Komisyonunun 23.02.2010 tarihli toplantısında alınan ve Üniversitelerarası Kurul’un 05.03.2010 tarihli toplantısında Kurul’un bilgisine sunulan“ KOŞULU SAĞLAMAMIŞTIR raporu geldiğinde bu raporun diğer jüri üyelerine gönderilerek görüş alınmasına” ilişkin karar verildiği göz önüne alınarak diğer adaylarla ilgili yapılan işlemin bu aday için de yapılarak diğer jüri üyelerine gönderilerek görüş alınmasına”, karar verilmiştir. Ancak her ne kadar söz konusu uygulama 2010 yılında alınan ÜAK kararına dayanıyorsa da 2006 yılında fiilen başlayan bu uygulama yargı kararlarına açıkça aykırı olmasına rağmen yürürlükten kaldırıldığı tarihe kadar uygulanmaya devam edilerek daha önce başarılı ilan edilen doçent adaylarının pek çoğu ikinci değerlendirme sonucunda başarısız olarak değerlendirilerek doçentlik sınavı sonuçlandırılmıştır. Doçentlik sınav Yönetmeliği hükümleri jüri üyelerinin eser inceleme raporu yazarken herhangi bir etki-baskı altında kalmaksızın bireysel ve özgür değerlendirme yapabilmelerini teminen ortak rapor yazılması şeklinde bir uygulama benimsememiştir. Bu temel ilkeye 396 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 rağmen jüri raporları ÜAK Genel Sekreterliği tarafından jüri üyeleri arasında dolaştırılarak bireysel/özgür rapor yazmaları imkanı ortadan kaldırılmış, aday hakkında başarılı rapor yazan pek çok jüri üyesi kendilerine ulaşan diğer jüri (özellikle kıdemli jüri) üyelerinin raporlarından etkilenerek görüşlerini değiştirmişlerdir. Bu şekildeki bir uygulama ile bireysel/özgür değerlendirme imkanı yerine kopya rapor/istişareli rapor hazırlama yolu tercih edilerek pek çok aday hakkındaki doçentlik sınavı başarısızlıkla sonuçlandırılmıştır. Bu konuda diğer önemli bir hukuka aykırılık ise söz konusu fiili uygulamanın tüm doçent adayları hakkında eşit/genel/objektif olarak uygulanması değil sadece belli kişiler hakkında uygulanması sonucu mağduriyete sebebiyet verilmesidir[45]. 10. Haksız Etik İnceleme Talep Eden Jüri Üyesinin Sözlü Sınavda Jüri Üyeliğinden Çıkartılması Zorunluluğu Doçentlik sınavlarında önemli bir aşama adayların yayınları hakkında jüri üyelerinin etik değerlendirmelerdir. Bu değerlendirmeler sonucunda adayın yayınlarında etiğe aykırı bir durumun saptanması halinde aday hakkında disiplin soruşturması başlatılmaktadır. Ancak çoğu zaman jüri üyelerinin etik ihlal iddiaları haklı ve hukuki bir temele dayanmadığından[46] adaylar etik inceleme ve soruşturma sürecinden aklanmaktadırlar Etik inceleme süreci sonucunda yayınlarında etik ihlal bulunmadığına karar verilen doçent adayı hakkında sınavın kaldığı yerden devam etmesi gerekmektedir. Ancak bu aşamada; aday hakkında haksız etik ihlal iddiasında bulunan jüri üyesinin katılımı ile sınavın devam ettirilmesi ve sözlü aşamaya geçilmesi objektif-tarafsız bir sınav yapılmasına imkan vermeyeceğinden etik ihlal iddiasında bulunan jüri üyesinin sözlü sınav aşamasında jüri üyeliğinin düşürülerek jürinin yeniden oluşturulması gerekmektedir. zira etik ihlal şikayetinde bulunan kişi ile hakkında soruşturma yürütülen kişi arasında disiplin soruşturmasında müşteki/sanık ilişkisi doğmuş olup bu şartlarda müşteki konumundaki jüri üyesinin katılımı ilke sözlü sınavın yapılması adil ve hakkaniyetli olamayacaktır. [45] Bu fiili uygulamaya karşı ilk dava açan kişi Pamukkale Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Milay Köktürk’tür. [46] Uygulamada görüldüğü üzere jüri üyeleri tarafından doçent adayları hakkında oldukça komik sayılabilecek gerekçelerle etik inceleme talebi yapıldığı ve adayların gereksiz yere yıllarca etik komisyonlar önünde soruşturmalara tabi tutulduğu görülmektedir. Aynı aday hakkında aynı yayınla ilgili olarak birden fazla yapılan etik incelemeler, doçentlik dosyasının düzensiz hazırlanmasının etik ihlal olduğu iddiaları, dergiye gönderiken makalenin 4 ay içersinde yayına kabul yazısı göndermesinin şüpheli olduğu ve bu konunun etik ihlal sayılması gerektiği, adayın başvuruduğu alan dışında makale yazmış olmasının etik ihlal sayılması gerektiği şeklinde 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 397 HAKEMLİ Dr. Mustafa Yaşar DEMİRCİOĞLU HAKEMLİ Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Doçentlik Sınavı Hatta haksız etik ihlal iddiasında bulunmak Yönerge hükmüne göre aynı zamanda bir etik ihlal türü olup bir disiplin soruşturmasına konu olmasının yanında TCK anlamında haksız suç isnadı ve iftira gibi suçlara da vücut vermiş olacaktır. Gerek 2009 tarihli Yönetmelik ve gerekse 2015 tarihli Yönetmeliğe göre; haksız etik ihlal isnadında bulunan jüri üyesi hakkında gerekli soruşturmanın yapılması gerekmektedir. ancak uygulamada ÜAK; doçent adayları hakkında haksız etik şikayette bulkunan profesör jüri üyelerini korumakta ve haklarında soruşturma açılmasına izin vermemektedir. Ancak TCK anlamında ve disiplin yönetmeliği anlamında haksız suş isnadında bulunulması nedeniyle doçent adayları tarafından kanaatimce gerek savcılığa ve gerekse ilgili üniversiteye suç duyurusunda bulunulması mümkündür. Haksız etik inceleme talebinin ne şekilde yapıldığının kanaatimce bir önemi yoktur. Bu talep; jüri üyesi tarafından açıkça etik inceleme yapılması talebi ile başlatılabileceği gibi, herhangi bir etik inceleme talep edilmemesine rağmen rapor içerisinde adayın intihal veya başka bir etik ihlal yaptığına yönelik iddialarda bulunulması durumunda da söz konusu olmalıdır. Çoğu zaman jüri üyeleri tarafından, rapor içeriğinde adayların şahsına yönelik ağır iddialara yer verildiği, çalışmalardan ziyade adayın şahsının değerlendirildiği görülmekte, hatta adayı küçük düşürücü, hakaret ve iftira niteliğinde ifadelere dahi yer verilebildiğine şahit olunmaktadır. 11. Yedek Raporların Değerlendirmeye Alınması Doçentlik sınavlarında istismar ve tartışma konusu olan hususlardan bir tanesi de yedek jüri raporlarının devreye alınması hususudur. Doçentlik Sınav Yönetmeliğinin “Doçentlik sınavı” başlığını taşıyan 24’üncü maddesine göre; Asıl üyelerin hukuken geçerli bir mazerete dayalı olarak raporunu verememesi halinde, yedek üyelerin raporları, sırasına göre değerlendirmeye esas alınır. Aynı şekilde 2009 tarihli Yönetmeliğin 6’ncı maddesinin 5’inci bendine göre; “Asıl üyelerin Doçentlik Sınav Komisyonu tarafından kabul edilmiş bir mazerete dayalı olarak raporunu süresinde verememesi halinde, yedek üyelerin raporları sırasına göre değerlendirmeye esas alınır” 2015 tarihli Yönetmeliğin 6’ncı maddesinin 5’inci bendine göre; “Asıl üyelerin makul bir mazeret olmaksızın raporunu süresinde göndermemesi halinde, Üniversitelerarası Kurul Başkanlığı tarafından bu kişinin jüri üyeliği iptal edilir ve yedek üyelerin raporları sırasıyla değerlendirmeye alınır”. 398 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 2009 tarihli Yönetmelikte, jüri raporunun süresinde verilememesi halinde “doğrudan yedek üyelerin raporları sırasına göre değerlendirmeye esas alınması” şeklinde bir düzenleme mevcutken 2015 tarihli Yönetmelikte ÜAK’a bir sorumluluk ve işlem tesis etme yükümü getirilerek; “Üniversitelerarası Kurul Başkanlığı tarafından jüri üyeliğinin iptal edilmesi” ve ondan sonra yedek üyelerin raporlarının sırasıyla değerlendirmeye alınması ilkesi benimsenmiştir. ÜAK uygulamalarında; yedek jüri üyesinin raporunun değerlendirmeye alınması hususunda bazı keyfi uygulamalar yaşandığına şahit olunmaktadır. Yedek rapor; başarılı/başarısız değerlendirmesinin eşit sayıda olduğu durumlarda adayın sınav sonucu hakkında doğrudan etkili olduğundan kişilerin doçentlik sınavının eser aşamasına geçmeleri bakımından büyük önem taşımaktadır. Örneğin 5 kişilik asıl jüri üyelerinden 2 jüri üyesi aday hakkında başarılı diğer 2 jüri üyesi ise başarısız rapor düzenlediklerinde ve diğer asıl jüri üyesi ise süresi içinde eser inceleme raporunu tamamlamadığında; yedekte bulunan jüri üyesinin adayın dosyası hakkındaki değerlendirmesi yaşamsal önem taşımaktadır. Bu konuda ÜAK Genel Sekreterliğinin keyfi uygulamaları nedeniyle bazı mağduriyetlerin ortaya çıkabildiği görülmektedir. Zira bir aday hakkında 2 başarılı 2 başarısız rapor gelmesine rağmen diğer asil jüri üyesinin eser inceleme raporunu bir yıla yakın süre bekleyen ve başarılı rapor geldiğinde de adayı sözlü sınava alan Genel Sekreterlik bir başka uygulamasında; aday hakkında eser inceleme raporunu mevzuatta öngörülen sürede göndermeyen jüri üyesini “hemen” devre dışı bırakarak başarısız rapor düzenleyen birinci sıradaki yedek jüri üyesinin raporu ile karar vermiş ve adayın doçentlik sınavı hakkında başarısızlığına hükmetmiştir. Aynı durumda olan iki doçent adayı ile ilgili olarak bir asil jüri üyesinin raporunu 1 yıla yakın bekleyen ve “Başarılı” değerlendirmesi geldikten sonra adayı sözlü sınava alan ÜAK; bir başka adayla ilgili olarak birer aylık bekleme süresinin dolması üzerine “hemen” harekete geçip birinci sırada bulunan yedek jüri üyesinin “başarısız” raporunu işleme alarak adayı eser inceleme aşamasında başarısız ilan etmiştir. Bu somut örneklerden hareketle; yedek jüri üyelerinin raporunun hangi şartlarda değerlendirmeye alınacağı hususu çok büyük önem taşımakta olup bu konunun idari istikrar ilkeleri doğrultusunda, keyfi uygulamalara ve kötüniyete yol açmaksızın nesnel ve soyut olarak uygulanması zorunluluğu bulunmaktadır. Yedek jüri üyelerinin raporlarının değerlendirmeye alınmasında bir başka önemli husus da; jüri üyelerinin mevzuatta düzenlenen “yaş şartı sınırları içerisinde” bulunup bulunmadığının kontrol edilmesi zorunluluğudur. 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 399 HAKEMLİ Dr. Mustafa Yaşar DEMİRCİOĞLU HAKEMLİ Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Doçentlik Sınavı 2009 tarihli Yönetmeliğin 5’nci maddesinin 3’ncü fıkrasına göre “ Doçentlik sınav jürisinde görev alabilmek için öğretim üyesinin Devlet veya vakıf üniversitesinde 2547 sayılı Kanunun 26 ncı maddesi hükümlerine göre profesör olarak atanmış ve yetmişiki yaşını doldurmamış olması şarttır. Aynı husus 2015 tarihli Yönetmelikte te düzenleme altına alınmış olup Yönetmeliğin 5’nci maddesinin 4’üncü paragrafına göre; Doçentlik sınav jürisinde görev alabilmek için öğretim üyesinin Devlet veya vakıf yükseköğretim kurumlarında 2547 sayılı Yükseköğretim Kanununun 26 ncı maddesi hükümlerine göre profesör olarak atanmış ve yetmiş iki yaşını doldurmamış olması şarttır. Yukarıdaki mevzuat hükümlerinden anlaşıldığı üzere jürinin kurulması aşamasında atanacak jüri üyelerinin 72 yasını doldurmamış olması gerektiği gibi, süreç içerisinde bu yaş şartını sağlamayan jüri üyelerinin eser inceleme raporunun değerlendirmeye alınmaması ve aynı şekilde sözlü sınav aşamasına katılmaması gerekmekte olup eğer bu emredici düzenlemelerin aksine yapılan sınav ve değerlendirmelerde raporun dikkate alınmaması ve bu şekilde yapılan sınavın da geçerli olmadığına karar verilmesi gerekmektedir. Mevzuatta düzenlenen bu yaş şartına aykırı olarak jüri belirlenmesi veya yaş şartının sonradan kaybedilmesi durumunda da yedek jüri üyesinin atanması hususu öne kazanmakta olup yaş şartına ilişkin mevzuat düzenlemesinin ÜAK tarafından hassasiyetle takip edilmesi gerekmektedir. İdari yargı da; doçentlik sınavında jüri üyelerinin yaş şartına uygun hareket edilmemesini sınavın iptali sebepleri arasında kabul etmektedir[47]. [47] Dava dosyasının incelenmesinden, .. Üniversitesi Endüstri Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi olarak görev yapan davacı tarafından, Ekim 2011 döneminde mühendislik alanında doçentlik sınavına yaptığı başvuru neticesinde, beş asıl ve iki yedek üyeden oluşturulan jürinin davacının eserlerini inceleyerek 2/5 çoğunlukla başarısız sayılmasına ilişkin 13.03.2013 gün ve 3003 sayılı işleme yaptığı itirazın reddine ilişkin 15.04.2013 tarih ve 4295 sayılı işlemin iptali istemiyle bakılan davanın açıldığı anlaşılmaktadır. Olayda, asıl üyeler içinde bulunan jüri üyelerinden 04.01.1938 doğumlu Prof. Dr. Sami...’ın yetmişiki yaşını doldurmamış olma şartını sağlamadığı halde jüride görev almak suretiyle davacının eserleri hakkında olumlu oy kullandığı görülmekte ise de; Üniversitelerarası Kurulun 15.10.2010 tarihli toplantısında, jürinin kuruldugu tarihte 72 yaşını doldurmuş öğretim üyelerinin eser inceleme raporunun değerlendirmeye alınmamasına, sözlü sınava katılmamasına, her nasılsa katılımıyla yapılan sınavın geçerli olmadığına karar verildiği gibi Yönetmeligin 5/3 maddesi hükmününü bu hususu açıkça kurala bağladığı görülmektedir. Bu durumda, mevzuat uyarınca hatalı oluşturulan jüri tarafından yapılan eser incelemesi sonucunda tesis edilen davacının eser incelemesi aşamasından başarsız sayılmasına ilişkin dava konusu işlemde hukuka uyarlık bulunmamaktadır. ANKARA 17. İDARE MAHKEMESİ BAŞKANLIĞI, 2013/1276 E., 2014/510 K. SAYILI İLAMI. 400 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 12. Raporların Adaylara Tebliğ Edilmesi Gerekliliği Gerek 2547 sayılı Kanunun 24’ncü maddesi, gerek 2009 tarihli Yönetmelik gerekse en son yürürlüğe giren 2015 tarihli Yönetmelikte, idarenin işlem ve eylemlerinin yargı denetimine tabi tutulabilmesinin en önemli güvencelerinden bir tanesi olarak; jüri üyeleri tarafından düzenlenen eser inceleme raporlarının birer örneklerinin doçent adaylarına gönderilmesi ilkesi kabul edilmiştir. Ancak jüri üyelerinin raporlarının adaylara ne şekilde gönderileceği, raporların; jüri üyelerinin kimlik bilgileri gizlenerek mi yoksa gizlenmeden mi gönderilmesi gerektiği, jüri üyelerinin etki, baskı altında kalmadan objektif değerlendirme yapabilmeleri açısından eser inceleme raporlarında kimlik bilgilerinin gizlenip gizlenmemesinin sonuçları konusu çoğu zaman ÜAK’da tartışma konusu olmuştur. 2547 sayılı Kanun’un “Doçentlik sınavı” başlığını taşıyan 24’ncü maddesine göre; “Doçentlik sınav jürisinde yer alan asıl ve yedek üyeler, adayın akademik çalışmalarının her birini değerlendirerek hazırladıkları ayrıntılı ve gerekçeli kişisel raporlarını Üniversitelerarası Kurula gönderirler. Asıl üyelerin hukuken geçerli bir mazerete dayalı olarak raporunu verememesi halinde, yedek üyelerin raporları, sırasına göre değerlendirmeye esas alınır. Değerlendirmeye esas alınan bu raporların birer örneği, eser incelemesi sonucuna ilişkin bildirim yazısı ile birlikte adaya gönderilir”. hükmü yer almaktadır. 2547 sayılı Kanun’da yer alan bu düzenlemeye paralel olarak aynı düzenlemeleri müteakip yıllarda çıkarılan Yönetmeliklerde de görmek mümkündür. 2009 tarihli Yönetmeliğin “Doçentlik Sınavı” başlığını taşıyan 6’ncı paragrafında; “Değerlendirmeye esas alınan jüri raporlarının birer nüshası, eser incelemesi sonucuna ilişkin bildirim yazısı ile birlikte adaya gönderilir” hükmü yer almakta idi. 2015 tarhli Yönetmeliğin “Doçentlik sınavı” başlığını taşıyan 6’ncı paragrafına göre de; “Değerlendirmeye esas alınan jüri raporları tamamlandığında, raporların birer örneği, eser incelemesi sonucuna ilişkin bildirim yazısıyla birlikte adaya gönderilir” hükmü yer almaktadır. Jüri raporlarının adaylara bildirilmesinde, jüri üyelerinin kimliklerinin gizlenmesi konusunda da bir tartışma yaşanmış ve Üniversitelerarası Kurul’un 17.05.2010 tarihli 185’inci toplantısında aşağıdaki karar alınmıştır: “Jüri üyelerinin doçent adayları hakkında hazırlamış oldukları Doçentlik Eser İnceleme Raporlarının (5772 Sayılı Kanunun 4. maddesi ve bu kanuna dayalı olarak çıkartılan Doçentlik Sınav Yönetmeliğinin 6. maddesi uyarınca) adaylara isim ve imza kapatılmadan gönderilmesinin sakıncaları hakkındaki bazı jüri üyelerinin başvuruları üzerine Doçentlik Sınav Komisyonunca alınan 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 401 HAKEMLİ Dr. Mustafa Yaşar DEMİRCİOĞLU HAKEMLİ Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Doçentlik Sınavı “Jüri üyelerinin değerlendirmelerini objektif yapabilmeleri, kişisel görüşlerin mahremiyeti ve çeşitli konulardaki hakemliklerde yapılan uygulamalar göz önüne alınarak raporların adaylara kimlik bilgileri olmadan gönderilmesi hususunun Üniversitelerarası Kurul Mevzuat Komisyonunun da görüşü alınarak Üniversitelerarası Kurul’a sunulmasına” ilişkin karar gereği konuyu inceleyen Mevzuat Komisyonu raporu görüşüldü; adaylara bildirilecek raporlara ilişkin olarak 5772 Sayılı Kanunda “raporların birer örneği”, Doçentlik Sınav Yönetmeliğinde ise “jüri raporlarının birer nüshası” şeklinde düzenleme yapıldığı, bu düzenlemelerde raporu hazırlayan jüri üyelerine ait kişilere ait bilgilere ilişkin bir hüküm bulunmadığı bu nedenle raporların kişinin adı soyadı ve imzası bulunmadan adaya bildirilmesinde hukuki bir sakınca taşımadığına ilişkin mevzuat komisyonu raporunun kabulüne ve Doçentlik Sınav Yönetmeliğinde gerekli değişikliğin yapılması hususunun Yükseköğretim Kurulu Başkanlığına arzına karar verildi”. ÜAK tarafından alınan bu karar çerçevesinde bir dönem “jüri üyelerinin raporlarının kişinin adı soyadı ve imzası bulunmadan adaya bildirilmesi” esası kabul edilmekle birlikte daha sonra bu uygulamadan vazgeçilmiş olup halen, jüri üyelerinin açık isim ve imzalarını ihtiva eder şekilde raporlar adaylara gönderilmektedir. Bu uygulama, jürinin başarılı/başarısız gerekçesinin denetlenebilirliği açısından son derece önemlidir. Zira çoğu doçent adayı ile jüri üyesi arasındaki menfaat veya husumet ilişkisi, jüri üyelerinin kimliklerinin belli olması ile somut olarak ortaya konulabilmekte, adaylara; jüri üyesinin atanmasına itiraz veya idari dava açma hakkı, jürinin kimliğinin belirli olması ile sağlanabilmektedir. 13. Doçentlik Jüri Üyelerinin Değişimi (Üçüncü-Altıncı-Dokuzuncu Sınav) 2009 tarihli Doçentlik Sınav Yönetmeliği’nin “Doçentlik sınavı” başlığını taşıyan 6’ncı maddesinin 20’nci bendine göre; Eser incelemesinde başarılı olmasına rağmen sözlü sınavlarda üç defa başarısız olan veya başarısız sayılan aday sözlü sınav için yeniden başvurduğunda, bu sınavı yapmak üzere yeni bir jüri oluşturulur. Yeni jüri oluşturulmasında mevcut jürinin salt çoğunluğu sağlayacak sayıda üyesinin değiştirilmesi şarttır. 2000 tarihli Doçentlik Sınav Yönetmeliğinin 13.maddesine 13.01.2005 tarih ve 25699 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan değişiklikle eklenen hükme göre; Doçentlik Eserlerin incelenmesi aşamasında başarılı olup, yukarıdaki usule göre sözlü sınavlarda 3 (üç) kez başarısız olan doçent adayının, tekrar doçentlik sınavına girebilmesi için, bu Yönetmeliğin 4 üncü maddesi uyarınca yeniden 402 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 doçentlik sınavı başvurusunda bulunması gerekir. Bu takdirde, aday için yeni jüri kurulur ve eserlerin incelenmesinden başlayarak doçentlik sınavının tüm aşamaları tekrarlanır. 2015 tarihli Doçentlik Sınav Yönetmeliğinin 6’ncı maddesinin 20’nci bendine göre ise; “Eser incelemesinde başarılı olmasına rağmen birinci, ikinci veya üçüncü sözlü sınavda başarısız olan veya başarısız sayılan aday, her defasında en erken izleyen ikinci sınav döneminde sözlü sınav için yeniden başvurabilir. Üçüncü kez sözlü sınavdan başarısız bulunan aday için salt çoğunluğu sağlayacak sayıda üyenin değiştirilmesi şartıyla yeni bir jüri oluşturulur”. Bu çerçevede idare mahkemeleri; mevcut jüri huzurunda 3 defa başarısız sayılma koşulu gerçekleşmedikçe, jürinin daha önceki bir sözlü sınav öncesi değiştirilmesi taleplerini kabul etmemektedir[48]. [49]. Sıklıkla tekrar edilen bir hatalı uygulama örneği olarak, mevzuat gereği jüri üyelerinin salt çoğunluğunu sağlayacak sayıda üyenin değiştirilmesi zorunluluğu olan durumlarda yedek jüri üyelerinin asıl jüri üyesi olarak belirlenmesi şeklindeki formül, doçent adayları hakkında mevzuat tarafından murad edilen amaca ulaşmaya engel bir uygulama şeklidir. Mevzuatın lafzında sadece asil üyelerin salt çoğunluğunun değiştirileceğine ilişkin bir düzenleme yoktur. Mevcut jüri asil ve yedek olmak üzere toplam 7 kişiden oluşmaktadır ki jürinin çoğunluğunun değişmesi gereken durumlarda 4 üyenin değiştirilmesi şeklinde bir uygulama (asıl üyelerden 3, yedek üyelerden de 1 değişiklik yapmak) daha adaletli bir çözüm olabilecektir. Adayı değerlendirecek kişilerin esas alınarak salt çoğunluğu değiştirecek bir sonuca ulaşılmalıdır. Jürinin salt çoğunluğunu değiştirmiş gibi gösterip yedek üyelerin değiştirilmesi ve bu surette aslında adayı değerlendirip [48] Davacının eser inceleme aşamasında başarılı olmasının ardından girdiği 3 sözlü sınavda da başarısız bulunması üzerine Yönetmelik hükmü gereğince jüri üyelerinin salt çoğunluğunun değiştirildiği, davacının bu jüri tarafından yapılan sözlü sınavdan da başarısız sayıldığı, bunun üzerine de jüri üyelerinin yeniden değiştirilmesini talep ettiği görüldüğünden oluşturulan yeni jüri tarafından 3 kez başarısız sayılmadıkça jüri heyetinin değiştirilmesinin mümkün olmadığı, davacı tarafından jüri heyetinin tarafsızlığını yitirdiğine yönelik olarak ileri sürülen iddiaların ise dayanağının bulunmadığı anlaşılmış ve davacının bu yönde yapmış olduğu başvurusunun reddine ilişkin dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmamıştır. ANKARA 5. İDARE MAHKEMESİNİN 2010/931 ESAS, 2010/1567 KARAR SAYILI İLAMI. [49] Davacı tarafından, doçentlik sözlü sınavını yapacak yeni bir jürinin oluşturulması istenilmekte ise de davacının ancak 3.kez sözlü sınavda başarısız sayılması halinde davalı idarece yeni bir jüri oluşturulması gerektiği açık olduğundan henüz bu şartları taşımayan davacının bu isteminin reddine ilişkin dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı sonucuna varılmıştır. ANKARA 13.İDARE MAHKEMESİNİN 2009/1578 ESAS, 2010/593 KARAR SAYILI İLAMI. 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 403 HAKEMLİ Dr. Mustafa Yaşar DEMİRCİOĞLU HAKEMLİ Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Doçentlik Sınavı başarısız raporu düzenleyen jürinin salt çoğunluğunda değişikliğe gidilmemesi, açıkça yasal haklara yönelik bir muvazaa niteliğindedir. 14. Adayın Başvurduğu Bilim Alanından Jüri Üyelerinin Seçilmesi/Jüri Üyelerinin Bilim Alanlarının Doçent Adayı İle Uygunluğu Doçentlik Sınav Yönetmeliğinin; “Sınav jürisinin oluşturulması” başlığını taşıyan 5’nci maddesine göre; Başvurunun eksiksiz olduğu ve gerekli şekil şartlarını taşıdığı tespit edilen adayların her biri için, Üniversitelerarası Kurul tarafından, Doçentlik Sınav Komisyonunun elektronik jüri belirleme sistemi aracılığıyla belirleyerek yapacağı öneri üzerine, başvurulan bilim alanı göz önünde bulundurularak beş asıl ve iki yedek üyeden oluşan jüri oluşturulur. Adayın başvurduğu bilim alanında yeterli öğretim üyesinin bulunmaması halinde, jüri yakın alanlardaki profesörlerden tamamlanır. Yukarıda verilen mevzuat hükümleri çerçevesinde; eser incelemesi yapacak jüri üyelerinin adayın basvurdugu alan gözönünde bulundurularak belirlenmesi gerekmektedir[50]. jüri üyelerinden, doçent adayının basvurdugu bilim alanından olmaması veya doçent adayının başvurduğu bilim alanına ilişkin anahtar kelimeler ile jüri üyelerinin bilim alanlarının anahtar kelimelerinin farklı olması; basvuru yapılan alanda oluşturulan jürinin hukuka aykırı olması sonucunu doğuracaktır ve bu şekilde belirlenen jüri üyelerinin raporları esas alınarak aday hakkında başarılı/başarısız değerlendirmesi yapılması da mümkün değildir[51]. [50] Davacının doçent olabilecek nitelikte bir birikime sahip olup olmadığını belirlemek için oluşturulacak jüti üyelerinin öncelikle uluslararası ilişkiler alanında kariyer yapmış olması, davacının çalışmalarının bulunduğu konularla ilgili olması gerekmektedir. Bu durumda davacının doçentlik başvurusunu değerlendirmek üzere oluşturulan jüri üyelerinden birinin kamu yönetimi bölümü alanında siyaset bilimi konularına ilişkin olarak kariyer yapmış olması, davacının çalıştığı bilim dalı ile ilgisi olmaması karşısında dava konusu işlemde hukuka uyarlık bulunmamaktadır. ANKARA 8.İDARE MAHKEMESİNİN 2003/433 ESAS, 2004/674 KARAR SAYILI İLAMI. [51] Dava dosyasının incelenmesinden, Erciyes Üniversitesi Endüstri Mühendisligi bölümü ögretim üyesi olarak görev yapan davacının Ekim 2011 döneminde mühendislik alanında doçentlik sınavına basvurdugu, eser inceleme asamasında 2/5 çogunlukla basarısız sayılması üzerine basarısız sayılmasına dair islemin iptali istemiyle açtıgı davada Ankara 17. Idare Mahkemesi’nin 18.12.2013 tarih ve E:2013/1276 sayılı kararı ile hatalı olusturulan jüri tarafından yapılan eser incelemesi asamasında davacının basarısız sayılmasına iliskin islemde hukuka uygunluk bulunmadıgı gerekçesiyle dava konusu islemin yürütmesinin durdurulmasına karar verildigi, bu arada davacının Nisan 2013 döneminde 906 kodlu Endüstri Mühendisligi bilim alanı, 1.070 kodlu Kalite Yönetimi anahtar kelimesinden doçentlik sınavına tekrar müracaat ettigi, olusturulan jüri tarafından eser inceleme asamasında basarılı olan davacının 27.01.2014 tarihinde gerçeklestirilen sözlü sınavda jüri üyelerinin oyçoklugu ile basarısız sayıldıgı, davacının basarısız sayılmasına dair isleme yaptıgı itirazın dava konusu 25.02.2014 tarih ve 3497 sayılı islemle reddedilmesi üzerine 404 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 15. “Bana Atıf Yapmamış” Alınganlığı Gerek doçentlik eser inceleme raporlarında ve gerekse diğer akademik atanma, yükselme ve unvan elde etme jürilerinde adaylar hakkında başarısız raporu düzenlenmesinde sıklıkla rastlanılan gerekçelerden bir tanesi de jüri üyelerinin; “bana atıf yapmamış” alınganlığıdır. Bu alınganlık açıkça eser inceleme raporlarına yansıyabildiği gibi jüri üyeleri tarafından raporlarda dillendirilmeksizin kendi ukdelerinde kalan bir alınganlık olarak da kalabilmektedir. Pek çok uygulama ve örnekte görüldüğü gibi; akademik değerlendirme yapmakla görevlendirilmiş bazı jüri üyeleri veya hakemler; eserin içeriğinden, anlatılan konunun özgünlüğünden, bilime katkı sunup sunmamasından ziyade eserin dipnotları ve kaynakça kısmında kendi isminin bulunup bulunmadığı veya kendisine atıf yapılıp yapılmamasından bir sonuç çıkarmakta ve aday hakkındaki kanaatinin oluşumunda da; kendisine yapılan atıfların sayısı belirleyici rol oynamaktadır. Bu şekildeki bir dosya değerlendirme anlayışı, akademik çalışma yürüten genç akademisyenleri de şeklî, göstermelik, düzmece atıf ve kaynakça oluşturma eğilimine yöneltmekte, çoğu zaman özümsenmemiş, okunmamış, ulaşılmamış kaynaklar; yazarlarının ilerde karşılarına jüri üyesi olarak çıkabileceği endişesi ile akademik eserlere monte edilmektedir. Jüri üyelerinin salt bu gerekçe ile (yani kendilerine atıf yapılmamış olması) bir aday hakkında “başarısız” kanaatine ulaşmasının haklı ve hukuki bir yanı bulunmamaktadır. bakılan davanın açıldıgı anlasılmaktadır. Mahkememizin 08.07.2014 tarihli ara kararına cevaben gönderilen belgelere göre, davacı hakkında sözlü asamada degerlendirme yapan beş jüri üyesinden, Prof.Dr.YCE’nin bilim alanının 906 kodlu Endüstri Mühendisligi bilim alanı, anahtar kelimesinin 1.039 kodlu Ergonomi oldugu, Prof .Dr.MCT’nin bilim alanının 906 kodlu Endüstri Mühendisligi bilim alanı, anahtar kelimesinin 1.070 kodlu Kalite Yönetimi oldugu, Prof.Dr.MT’nin bilim alanının 1143 kodlu Üretim Yönetimi bilim alanı, anahtar kelimelerinin 1.070 kodlu Kalite Yönetimi, 1.140 kodlu Üretim Teknolojileri, 1.141 kodlu Üretim ve Servis Sistemleri, 1.148 kodlu Yöneylem Arastırması, 1.180 kodlu Bilisim Sistemleri oldugu, Prof.Dr.KÖ’nün bilim alanının 906 kodlu Endüstri Mühendisligi bilim alanı, anahtar kelimesinin 1.039 kodlu Ergonomi, 2.166 kodlu Uygulamalı Ekonometri, 3.034 kodlu Üretim Yönetimi ve Pazarlama Egitimi oldugu, Prof.Dr.IDK’nin bilim alanının 1123 kodlu Nicel Karar Yöntemleri bilim alanı, anahtar kelimesinin 1.066 kodlu Istatistiksel Analiz, 1.070 kodlu Kalite Yönetimi, 1.071 kodlu Karar Destek Sistemleri, 1.141 kodlu Üretim ve Servis Sistemleri, 1.148 kodlu Yöneylem Arastırması oldugu görülmektedir. Yukarıda anılan mevzuat hükümlerine göre, eser incelemesi yapacak jüri üyelerinin adayın basvurdugu alan gözönünde bulundurularak belirlenmesi gerekmekte olup, jüri üyelerinden ikisinin davacının basvurdugu 906 kodlu Endüstri Mühendisligi bilim alanından olmadıgı, ayrıca jüri üyelerinden ikisinin anahtar kelimesinin davacının müracaat ettigi 1.070 kodlu Kalite Yönetimi alanından olmadıgı anlasılmakta olup davacının basvurdugu bilim alanı ve anahtar kelimesine uygun olarak olusturulmayan jüri tarafından yapılan degerlendirme neticesinde sözlü sınavda basarısız sayılmasının hukuka uygun olmadıgı sonucuna varılmıstır. ANKARA 11. IDARE MAHKEMESI ESAS NO: 2014/769 KARAR NO: 2014/1465 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 405 HAKEMLİ Dr. Mustafa Yaşar DEMİRCİOĞLU HAKEMLİ Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Doçentlik Sınavı Bugün ülkemizde bir İdare Hukuku Profesörü dahi yazmış olduğu bir makale ile ilgili olarak kişisel sayfasında; “Yayınlatmayı başaramadığım yazılar” başlığı altında; sitem dolu çığlık olarak bu konuya dikkat çekmekte ve daha makalenin başında şöyle bir açıklama yapmak ihtiyacı hissetmektedir[52]. “Bu yazı, somut bir karar üzerinden gerçekleştirilen içtihat değerlendirmesidir. Karar değerlendirmesi amaçlı yazılara aşina olmayan hukuk okurları, yazıdaki atıf miktarının azlığına şaşırabilir. Yazımız boyunca sadece iki durumda atıf yaptık. Ya doğrudan bir bilgi/olgu aktarımı vardır ya da sözkonusu kaynaklarda ek açıklamalar bulunmaktadır. Bunun dışında, kaynakça şişirmek veya malumatfüruş atıflar yapmak yolunu tutmadık. Yazılmakta olan bir makaledir; ders kitabından farklı olarak, okuyucuya bir kaynakça vermeyi amaçlamamaktadır. Süreye ilişkin bir çok kaynak mevcuttur. Bu kaynakları inceleyen yazarın, incelediğini ve yükümlülüğünü yerine getirdiğini göstermek için atıf vermesi gereksizdir. Bilimsel ahlaka aykırı düşülmediği sürece, yani intihal yapılmadığı sürece “atıf ” yapma, kaynakça şişirme gereksizdir. “Atıf saplantısı” özgür düşünceyi öldürmektedir. Bununla birlikte, standart hukuk makalelerinin, şişirilmiş yığma dipnotlarını ve kaynakçalarını görmeye alışık olan gözün, “yeterli tarama yapılmamış, öğretiye değinilmemiş” itirazını baştan gidermek için bu konuda belli başlı yazıların listesini vermek istemeden katlandığımız bir zorunluluk olmuştur”. Bu gün ulusal bir hakemli bir dergide yayımlanmış olup da; tamamının kişinin kendisine yapılmış atıflardan oluştuğu ve eserin kaynakça kısımında yer alan ve yararlanılan kaynaklar olarak gösterilen kaynakların, tamamen yazarın kendi yayınlarından oluştuğu makale örneği gösterebilmek dahi mümkündür. Üstelik bu eser; “literatür taraması” adı altında yapılmıştır ki kişinin, makale konusu hakkında literatürü sadece kendi eserleri olarak görmesi ve kendisi dışında başka hiçbir bilim adamının çalışmasını; atıf yapmaya veya kaynakçaya koymaya değer görmemesi kimi akademik personelin bu konuya bakış tarzını yansıtması bakımından önemlidir. Bu aşamada “Doçentlik Sınavına Başvuru Şartları” adı altında 31 Aralık 2015 tarihinde yayımlanan yeni kriterlerde, doçentlik sınavına başvurabilmek için adayın yayınlarına atıf yapılmış olması zorunluluğu getirilmesi de, olumlu kazanımlar yanında atıf alınganlığı ve atıf takipçiliği hususunda bazı sakıncaların doğmasına da sebebiyet verebilecek niteliktedir. Yeni kabul edilen kriterlerle birlikte örneğin hukuk alanında doçent adayının eserlerine, ulusal/uluslararası hakemli dergilerde; tanınmış ulusal/uluslararası yayınevleri [52] KARAHANOĞULLARI; s. 1. Giriş Dipnotu. http://80.251.40.59/politics.ankara.edu. tr/karahan/makaleler/zimniredsonradangelenyanit.pdf 406 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 tarafından yayımlanmış kitaplarda adayın yazar olarak yer almadığı yayınlardan her birinde, metin içindeki atıf sayısına bakılmaksızın adayın atıf yapılan her eseri için puan verilmektedir. Doçent adayı örneğin hukuk alanında bu atıflardan en az 6 puan almak zorundadır ki bu kriter; yayınlarına atıf yapan kişilere karşı bir minnet duyma, yayınlarına atıf yapmayan akademisyenlere karşı ise mesafeli ve subjektif değerlendirmelerde bulunma gibi sonuçların doğmasına sebebiyet verebilecektir. Aynı zamanda bu şekildeki bir koşulun, karşılıklı atıf ilişkisi veya atıfta ricacı olma gibi etik dışı davranışlara yol açma ihtimali de oldukça yüksektir. 16. Doçent Adaylarının Bilimsel Dosyasındaki “Eserlerden” Ziyade “Şahsının” Değerlendirmeye Tabi Tutulması /Doçent Adayı Hakkında Önyargılı, Küçük Düşürücü, Aşağılayıcı Raporlar 2547 sayılı Kanun’un “Doçentlik sınavı” başlığını taşıyan 24’ncü maddesinde; Doçentlik sınav jürisinde yer alan asıl ve yedek üyelerin, adayın akademik çalışmalarının her birini değerlendirerek hazırladıkları ayrıntılı ve gerekçeli kişisel raporlarını Üniversitelerarası Kurula gönderecekleri” düzenlemesi yer almaktadır. Aynı şekilde Doçentlik Sınav Yönetmeliğinin, “Doçentlik sınavı” başlığını taşıyan 6.maddesinin 2 numaralı paragrafında; “Doçentlik sınav jürisini oluşturan asıl ve yedek üyeler, adayın akademik çalışmalarının her birini değerlendirerek, Üniversitelerarası Kurul tarafından belirlenen formata uygun olarak hazırladıkları ayrıntılı ve gerekçeli kişisel raporlarını Üniversitelerarası Kurula elektronik imzayla gönderirler” düzenlemesi yer almaktadır. Aynı hüküm; 31.12.2015 tarihli “Doçentlik Sınavına İlişkin Esaslar” ın 5’nci maddesinde de düzenleme altına alınmıştır. Anlaşılacağı üzere bizzat Kanun, Yönetmelik ve diğer düzenlemeler açısından adayın sadece akademik çalışmalarının değerlendirilmesi konusunda jüri üyelerine bir görev yüklenmiştir. Ancak bazı doçentlik eser inceleme raporlarında ve hatta sözlü sınav aşamalarında; jüri üyeleri tarafından doçent adayı hakkında, adayın akademik çalışmalarından ziyade kişisel özelliklerinin/şahsının değerlendirmeye tabi tutulduğu, aday hakkında “google jüriliği” de denilebilecek bir arşiv/sosyal medya araştırmasına gidildiği, adayın siyasi görüşü, savunduğu fikirler, bağlı olduğu örgütler esas alınarak bir sorgulama yapıldığı, aday hakkında aşağılayıcı, küçük düşürücü ifadeler kullanıldığı pek çok hukuk dışı uygulamaya rastlanılabilmektedir. Çoğu sözlü sınav sonrasında adaylar tarafından, bilimsel çalışmaları veya bilim dalı ile ilgili bir sınavdan ziyade adayın kişisel özellikleri ile ilgili bir sözlü sınav gerçekleştirildiği eleştirileri sıklıkla 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 407 HAKEMLİ Dr. Mustafa Yaşar DEMİRCİOĞLU HAKEMLİ Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Doçentlik Sınavı dile getirilmektedir. İdare Mahkemesi kararlarına da yansıdığı üzere jürinin görev ve yetkisi; sadece adayın bilimsel eserlerini, bu eserlerin bilim dünyasına katkılarını, özgün olup olmadıklarını, etik değerlere uygun olup olmadıklarını değerlendirmekle sınırlıdır. Aday hakkında, bilimsel nezaket kurallarına aykırı, aşağılayıcı, küçük düşürücü ifadelerle dolu bir eser inceleme raporunun idare mahkemeleri tarafından iptal edilmesi mümkün olduğu gibi bu şekilde ifadeler kullanılan kişilerin “tarafsız jüri üyeliği” yükümlülüğünü yerine getirmediğinden jüri üyeliğinden çıkartılmaları da hüküm altına alınmaktadır. Elbette ki doçent adaylarının; kendileri hakkında sübjektif, soyut, gerçek dışı, küçük düşürücü ifadeler içeren raporlar hakkında; “haksız suç isnadı, iftira, hakaret” fiilleri bağlamında Türk Ceza Kanunu hükümleri çerçevesinde ceza şikayetinde ve ayrıca disiplin mevzuatına göre de disiplin şikayetinde bulunma hakları saklıdır[53]. Yine jüri üyeleri tarafından düzenlenen raporlardaki kişilik haklarını rencide eden ifadelere karşı Üniversitelerarası Kurul Başkanlığı aleyhine manevi tazminat davası açılabilmesi de mümkündür. Daha önce benzer bir uyuşmazlıkta Türk Tarih Kurumu tarafından çıkartılan Belleten Dergisinde makale yayım başvurusunda bulunan bir kişi hakkında Kurum tarafından yaptırılan hakem inceleme aşamasında düzenlenen raporda yer alan aşağılayıcı, küçük düşürücü, onur kırıcı, suç isnat edici değerlendirmelerden dolayı açılan manevi tazminat davasında Yargıtay; Anayasa’nın 129/5.maddesindeki; “Memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlardan doğan tazminat [53] Bakılan uyuşmazlıkta; davacının 2012 Nisan döneminde doçentlik sınavı başvusunda bulunduğu, sınav jürisinde yer alan Prof.Dr......’un, eserlerin incelenmesi aşamasında hazırladığı ayrıntılı ve gerekçeli kişisel raporda davacının bu aşamada başarısız sayılması yönünde oy kullandığı, anılan raporda; “....Aday, oradan buradan derlediği ifadeleri montajlayarak, güya kuramsal ve tarihsel bir çerçeve oluşturmaya çalışmıştır.....adayın araştırma teknikleri bakımından cehaletini göstermektedir.....sadece doçentlik başvurusu için gerekli olan kitap şartının savuşturulması için yazılmış izlenimi vermektedir. Kitaptaki İngilizce anlatım düzeyi ve ifade gücünün, adayın kendi İngilizce anlatım becerisinin çok çok üzerinde olduğu kanaatindeyim, çünkü adayın ne derece İngilizce anlatım ve yazım becerisi olduğunu doktora aşamasında derslerdeki ve tez savunma sınavındaki İngilizce performansından çok iyi biliyorum. Uluslararası intihal mekanizmaları kullanılabilse, ortaya pek çok kuşkulu malzeme çıkacaktır....ikinci kaynaklardan derlenmiş yarım yamalak bilgilerin montajıdır.....” şeklinde ifadelere yer verildiği, bunun üzerine davacı tarafından söz konusu raporda yer verilen intihal iddialarının etik açıda incelenmesi için davalı idareye başvurulduğu, konuyu inceleyen Yükseköğretim Kurulu Sosyal ve Beşeri Bilimler Araştırma ve Yayın Etiği Kurulunun kararı ile etik ihlal bulunmadığına oybirliği ile karar verildiği görülmektedir. Bu durumda eser inceleme aşamasında jüri üyeliği görevinde bulunan Prof. Dr......’un, ....hazırladığı ayrıntılı ve kişisel raporda bilimsellikten uzak ve davacı hakkında önyargılı olduğu açıkça anlaşılan ifadelere yer verildiği, dolayısıyla adı geçen öğretim üyesinin jüri üyesi olarak katışması ile tarafsız, bilimsel ve objektif bir değerlendirme yapılması ilkelerinin zedeleneceği açık olduğundan...Prof.Dr.....’un jüri üyesi olarak belirlenmesi işleminde hukuka uygunluk görülmemiştir. ANKARA 14.İDARE MAHKEMESİNİN 2015/1306 SAYILI YÜRÜTMEYİ DURDURMA KARARI. 408 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 davaları, kendilerine rücu edilmek kaydıyla ve kanunun gösterdiği şekil ve şartlara uygun olarak, ancak idare aleyhine açılabilir” düzenlemesine dayanarak davanın idare aleyhine açılması gerektiğine karar vermiştir[54]. [54] Kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken veya görevlerini yaparken kişilere zarar vermesi ilgili kamu kurumunun hizmet kusurunu oluşturur. Bu durumda sorumlu, kamu görevlisinin emrinde çalışmakta olduğu kamu kurumu olup dava o kurum aleyhine açılmalıdır. (T.C. Anayasası 40/III, 129/V, 657 Sy.K.13, HGK 2011/4-592 E., 2012/25 K.) Bu konuda yasal düzenlemeler emredici hükümler içermektedir. Diğer yandan Sorumluluk Hukukunun temel ilkeleri açısından bakıldığında da bu şekilde düzenlemenin mevzuatta yer almış olması zarar görenin zararının karşılanması yönünde önemli bir teminattır. Davaya konu edilen olayda: Davacının, Türk Tarih Kurumu tarafından çıkarılan Belleten dergisinde yayınlanmasına karar verilen makalesinin, kurumun başkanı olan davalı tarafından, davacıya ait söz konusu makalenin yine davacıya ait eski bir makaleden intihal yapılmak suretiyle oluşturulduğu, davacının zahmetsiz ve ciddiyetsiz çalıştığı, vesika çevirilerinin özensiz ve avam olduğu, makalenin kalitesiz olduğu iddia ve gerekçesiyle dergide yayınlanmasının engellendiği, bu suretle kişilik haklarının ihlal edildiği belirtilerek; manevi tazminat istemiyle dava açıldığına göre, Anayasanın 129/5. maddesi gereğince kamu görevlisi hakkında adli yargı yerinde dava açılamayacağından kast ve kusur aranmaksızın husumet nedeniyle davanın reddine karar verilmesi gerekir. Mahkemece bu yön gözetilerek, davanın husumetten reddedilmesi gerekirken, işin esasının incelenmiş olması usul ve yasaya uygun düşmediğinden kararın bozulması gerekmiştir. YARGITAY 4. HUKUK DAİRESİ 2014/4754 ESAS., 2014/12717 KARAR SAYILI İLAMI., Ayrıca Bknz. GÜNDAY, s. 328. Kamu kurumları kamu hizmeti yaparlar. Ancak kamu kurumları tüzel kişilik olduklarından ve bu kişilik maddi değil soyut bir kişilik olduğundan, kamu hizmetini bizzat yerine getiremezler. Kamu hizmeti, gerçek kişi konumunda olan kamu görevlileri ve bunların kullandıkları araç ve gereçlerle yerine getirilir. Bunun sonucu olarak, kamu görevlilerinin veya bunların kullandıkları araç ve gereçlerin kusur, ihmal ve hatalarından dolayı kamu hizmetinin yerine getirildiği sırada kişilerin zarar görmesi halinde meydana gelecek kusur kamu kurumunun hizmet kusurunu oluşturur. Burada, kamu görevlisinin hizmetten ayrılabilen kişisel kusurundan bahsetmek kesinlikle mümkün değildir. Kamu görevlisinin buradaki kusuru hizmet kusurunu oluşturur. Hizmetten ayrılabilen kişisel kusur ise kamu hizmeti ile ilgisi olmayan kamu görevlisinin özel hayatı ile tamamen özel tutum ve davranışlarından kaynaklanan bir kusurdur. Anayasa’nın 129/5 maddesinde; memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken (görevlerini yaparken) işledikleri kusurlardan doğan tazminat davaları rücu edilmek kaydıyla kanunun gösterdiği şekil ve şartlara uygun olarak ancak idare aleyhine dava açılabilir. 657 sayılı Devlet Memurları Yasası’nın (kişilerin uğradıkları zararlar başlıklı) 13. maddesinde; kişiler kamu hukukuna tabi görevlerle ilgili olarak uğradıkları zararlardan dolayı bu görevleri yerine getiren personel aleyhine değil ilgili kurum aleyhine dava açarlar. Borçlar Yasası’nın (Haksız muamelelerden doğan borçlar başlıklı) 41/1 maddesinde; gerek kasten gerek ihmal ve teseyyüp yahut tedbirsizlik ile haksız bir surette diğer kimseye bir zarar ika eden şahıs o zararın tazminine mecburdur. Anayasa’nın 129/5 maddesi ile 657 sayılı Devlet Memurları Yasası’nın 13. maddesinin Borçlar Yasası’nın 41/1 maddesi ışığında yorumlayarak kamu görevlileri aleyhine kişisel kast ve kusurlarının varlığı halinde Adli Yargıda dava açılabileceğinin kabulü mümkün değildir. Zira: Borçlar Yasası’nın 41/1 maddesi genel bir hüküm olup, yine genel olarak zarar ika eden şahsı esas almış olup, kamu görevlisi veya memurdan bahsetmemektedir. Bir konuda hem genel hüküm, hem 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 409 HAKEMLİ Dr. Mustafa Yaşar DEMİRCİOĞLU HAKEMLİ Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Doçentlik Sınavı Doçent adaylarının, sadece bilimsel eserlerinin değil kişisel özelliklerinin, mensubiyetlerinin, sosyal medya hesaplarının, siyasi iktidara veya diğer siyasal partilere yönelik eleştiri ve görüşlerinin de doçentlik unvanının elde edilmesinde ve hatta Üniversitelerdeki kadro paylaşımlarında temel dayanak noktası olarak kabul edilmesi, akademik özgürlük, ifade özgürlüğü, din ve vicdan özgürlüğü gibi pek çok alanda anayasal ihlallellerin doğmasına yol açacaktır. Bu şekilde korkutulmuş, sindirilmiş, bastırılmış, fikri özgürlüğü elinden alınmış, “doçent olana kadar suya sabuna dokunma” anlayışı ile bilimsel faaliyet yürütmeye çalışan akademik personelden, Türk Yükseköğretimi için özgün çalışmalar, bilimsel keşifler ve yeni katma değerler beklemek, pek fazla hayalperestlik olacaktır. SONUÇ Üniversitelerarası Kurul Başkanlığı, nitelikli bilim insanı yetiştirilmesi ve yükseköğretimde kalitenin yükseltilmesinde çok önemli bir işlev gören kamu kurumudur. Kurum, ülkemizde sayıları 200’ü bulan Üniversitelerin Rektörleri ile yine bu Üniversitelerin Senatoları tarafından seçilen bir profesör üyeden teşekkül etmektedir. Aslında Üniversite temsilcilerinin bir araya gelerek oluşturdukları ülkemizdeki en üst düzeydeki özerk akademik örgütlenmedir. Geçmişten günümüze Kurul bu işlevini hakkıyla yerine getiremediği gibi çoğu zaman ülkedeki siyasal çekişmelerin de tarafı olmak zorunda bırakılmış, unvan paylaşımları, kadro savaşları, siyasi propagandalar gibi kısır çekişmeler her dönem Kurul gündeminde önemli başlıklar arasında yer almıştır. Oysa bu Kurulun, yurtdışı doktora denklikleri, doçentlik ve profesörlük eşdeğerlilikleri, lisansüstü eğitim süreçleir, doçentlik sınav süreçleri ile ilgili çok önemli görev tanımları bulunmaktadır. Üniversiteler; toplumdaki hür iradenin, ilerlemenin, çağdaşlaşmanın, ifade hürriyetinin lokomotifi konumundadır. Dolayısıyla toplumu şekillendiren, yönlendiren, topluma hedef belirleyen Üniversitelerin bu de özel hüküm varsa, o takdirde özel hükümlere üstünlük verilerek uygulama yapılması hukukun temel prensiplerindendir. Yukarıda açıklanan Anayasa’nın 129/5 ile 657 sayılı Devlet Memurları Yasası’nın 13. maddesi karşısında Borçlar Yasası’nın 41/1 maddesi esas alınarak kamu görevlilerinin kast ve kusurlarından dolayı kamu görevlileri aleyhine dava açılabileceğinin yorum yoluyla kabul edilmesi de mümkün değildir. Sonuç olarak kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kasıtlarından ve kusurlarından dolayı doğan tazminat davalarında kamu görevlilerinin aleyhine değil ancak kamu idaresi aleyhine dava açılabileceğinin kabulü gerekir. Nitekim yukarıda söz edilen mevzuat hükümleri doğrultusunda 14/09/1983 tarih 1980/4-1714 1983/803 Karar sayılı Hukuk Genel Kurulu kararında da bu görüş benimsenmektedir. YARGITAY 4. HUKUK DAİRESİ 2012/1980 ESAS, 2012/3331 KARAR SAYILI İLAMI. 410 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 tür siyasi kamplaşmalara alet olmak yerine kalite odaklı bilim insanı yetiştirme hedefi birinci gündemi olmak zorundadır. Bugün akademik yükselme ve unvan elde etme süreçlerinde; çalışmaları sine-i münevverine emanet edilebilecek ehil ve hakkaniyetli hakem jüri üyelerine ihtiyaç bulunmaktadır. Akademik unvan elde edilmesinde liyakate dayalı bir sistem oluşturulması, adayları değerlendiren heyetin hakkaniyetli bir süreç yürütmeleri ile doğrudan ilişkilidir. Bilim insanı olma hedefi ile çalışma yürüten kişilerin kimlikleri, fikrî, dinî veya dünyevî mensubiyetleri, akademik hizmetin gerekleri için bir ayrımcılık oluşturmayacağına göre, bu konulardan azade edilmiş adil bir değerlendirme süreci yürütülmesini zorunlu kılmaktadır. Hukuk, tıp, mühendislik, güzel sanatlar; kısacası akademik yaşamın tüm alanları; militan bir kadrolaşma yürütülebilecek veya herhangi bir işe yerleşememiş işsizlere meslek kazandırma kapısı olarak görülebilecek alanlar olarak değerlendirilemez. Modern üniversitelerin en önemli fonksiyonları, tarafsız ve evrensel bilimsel araştırma yapmak, entelektüel ve çağdaş düzeyde eğitim ve öğretim faaliyetinde bulunmak ve bütün bu çalışmalarını toplumla bütünleştirmektir. Resmi ya da belli mihraklarca belirlenmiş ve programlanmış inançlar, düşünceler, politikalar ve felsefeler çerçevesinde, eğitim-öğretim, araştırma, yayın, atama, yükseltme ve propaganda yapmak, hakikatte “üniversite ruhu” ile bağdaşmaz. Prangalı beyinlerin, özgürlükleri kısıtlı ve fikirlerine gem vurulmuş olanların, entelektüel bilim ve teknoloji üretmelerini beklemek safdillik olur[55]. Genç Türkiye Cumhuriyetin maarif politikaları üzerine önemli çalışmalar yapan Nurettin Topçu’nun ifadeleri ile, medeniyetin temeli; hikmet/hakikat aşkıdır. Düşündürmeyen ancak ezberleten, ruhsuz, duygusuz, taklitçi ve haset ahlakı ile yoğrulmuş, karakter yerine hüner eğitimi veren, usta adam yerine çok kazanan adam yetiştirmeye odaklanmış bir üniversite ve maarif anlayışı ile bir maarif devrimi/rönesansı gerçekleştirmek imkansızdır[56]. Doçentlik sınav süreci, akademik unvan elde edilmesindeki diğer süreçler gibi akademik yaşam içerisinde çok önemli bir yer işgal etmektedir. 31.12.2015 tarihli Doçentlik Sınavına Başvuru Şartları ile birlikte 2015 yılında yayımlanan ana Yönetmelik ve daha alt düzeyde bir düzenleyici norm olan Esaslar, doçentlik sınavındaki kaliteyi, niteliği, nitelikli bilim insanını, liyakati olanı ön plana çıkarmayı hedefleme amaçlı işletilmelidir. Ne kadar mükemmel olursa olsun bir mevzuata ruh veren ve ona anlam kazandıran hiç şüphesiz uygulayıcıların yorum ve davranışlarıdır. Mevzuatın belirlediği aşamaların; Üniversitelerarası [55] AYDIN, İSMAİL HAKKI-ÜNİVERSİTE VE BİLİM İNSANI, YÜKSEKÖĞRETİM DERGİSİ, 2014, C. 4 S. 2, s. 69. [56] TOPÇU, NURETTİN-TÜRKİYENİN MAARİF DAVASI, s. 39. 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 411 HAKEMLİ Dr. Mustafa Yaşar DEMİRCİOĞLU HAKEMLİ Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Doçentlik Sınavı Kurul bünyesinde sürece hizmet eden tüm paydaşlar; Genel Sekreterlik çalışanları, jüri üyeleri ve üniversiteler tarafından dürüstlükle yönetilmesi zorunluluğu bulunmaktadır. KAYNAKÇA AKINCI, Müslüm: Normatif Düzen Kalitesi, İnönü Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C.3, S.1, Y. 2012 AKYILMAZ, Bahtiyar: İdari Usul İlkeleri Işığında İdari İşlemin Yapılış Usulü, Yetkin Yayınları, Ankara 2000. AKYILMAZ, Bahtiyar/SEZGİNER, Murat/KAYA, Cemil: Türk İdare Hukuku, Seçkin Yayınları Ankara 2013 ALİEFENDİOĞLU, Yılmaz: Anayasa Mahkemesi Kararları Işığında “Yokluk” ya da “Yok İşlem” Türkiye Barolar Birliği Dergisi, Y: 2009, S. 81. ATAY, Ender Ethem: İdare Hukuku, Turhan Kitabevi, Ankara 2006. ATAY, Yeliz Şanlı: Türk İdare Hukukunda Adsız Düzenleyici İşlemler, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi, Ankara 2011. AVCI, Mustafa: Doçentlik Sınavı ve Doçentlik Kadrosuna Atanma, Selçuk Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C.17, S:1, Yıl: 2009. AYDIN, İSMAİL HAKKI: Üniversite Ve Bilim İnsanı, Yükseköğretim Dergisi, 2014, C. 4 S. 2, s. 69 ÇAĞLAYAN, Ramazan:Türk Hukukunda İdarenin Takdir Yetkisinin Yargısal Denetimi, Atatürk Üniversitesi Erzincan Hukuk Fakültesi Dergisi, Aralık 2003, C: VII, S:3-4. ÇAKMAK, Münci: İdari Yargıda Davadan Feragat, GİRİTİLİ, İsmet/BİLGEN, Pertev/AKGÜNER, Tayfun/BERK, Kahraman: İdare Hukuku, Der Yayınları, İstanbul 2013 GENCAY, Fatma Didem: Adsız Düzenleyici İşlemlerin Normlar Hiyerarşisindeki Yeri, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C. 63, S. 2, Y. 2014. GÜNDAY, Metin: İdare Hukuku, 7. Bası, Ankara 2003. GÖZLER, Kemal/KAPLAN, Gürsel: İdare Hukuku Dersleri, Ekin Yayınları Bursa 2015. KALABALIK, Halil: İdari Yargılama Usulü Hukuku, Sayram Yayınları, Konya 6. Baskı 2013. 412 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 KARAHANOĞULLARI, ONUR: Zımni Redden Sonra Gelen Açık Yanıtlarda Dava Açma Süresi. (http://80.251.40.59/politics.ankara.edu.tr/karahan/makaleler/ zimniredsonradangelenyanit.pdf ) ÖZTÜRK, Kaya Burak: Fransız ve Türk Hukukunda İdarenin Düzenleme Yetkisinin Kapsamı, Doktra Tezi, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü. SANCAKTAR, Oğuz : İdare Hukuku Teorik Çalışma Kitabı, Seçkin Yayınları 2. Baskı Ankara 2012. SEZER, Yasin/BİLGİN, Hüseyin: Sözlü Sınavların Yargısal Denetimi, Türkiye Barolar Birliği Dergisi, Y: 2009, S. 86. s. 168-187. SEZGİNER, Murat: İptal Davasının Uygulama Alanı Bakımından Ayrılabilir İşlem Kuramı, Yetkin Yayınları, Ankara 2000. TAN, Turgut : Sınav ve Jüri Değerlendirmelerinin Yargısal Denetimi, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, C. 51, S. 1-4. TEKİNSOY, Ayhan/MISIR, Mustafa B.: Öğretim Üyeliğine Atanma Sürecinin Başlangıcı, Ek Koşullar Ve Jüri Raporları, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 2012, C.61, S. 1 TOPÇU, NURETTİN: Türkiyenin Maarif Davası, s. 39. YAŞAR, Hasan Nuri: İdare Hukuku, Der Yayınları, İstanbul 2014 YILDIRIM, Ramazan : Açıklamalı Kaynakçalı İdare Hukuku Kavramları Sözlüğü, Mimoza Yayınları Konya 2006. Anayasa Mahkemesi Kararı, 2.7.2007 Günlü, E2007/72, K2007/68 Karar Sayılı Kararı. Anayasa Mahkemesi Kararı, 5.6.2008 Günlü, 2008/16 Esas, 2008/116 Karar Sayılı Kararı. Ankara 2.İdare Mahkemesinin 2009/100 Esas, 2010/379 Karar Sayılı İlamı. Ankara 7. İdare Mahkemesinin 2005/1854 Esas, 2006/985 Karar Sayılı İlamı. Ankara 6. İdare Mahkemesinin 2008/87 Esas, 2009/1504 Karar Sayılı İlamı. Ankara 6. İdare Mahkemesinin 2005/2547 Esas, 2007/1391 Karar Sayılı İlamı. Ankara 7.İdare Mahkemesinin 2008/2204 Esas, 2010/1317 Karar Sayılı İlamı. Ankara 10.İdare Mahkemesi, 2008/1726 E., 2008/2024 Karar Sayılı İlamı. Ankara 3.İdare Mahkemesinin 2005/1435 Esas, 2006/1872 Karar Sayılı İlamı. Ankara 6.İdare Mahkemesinin 2009/361 Esas, 2010/248 Karar Sayılı İlamı. 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 413 HAKEMLİ Dr. Mustafa Yaşar DEMİRCİOĞLU HAKEMLİ Yeni Düzenlemeler Çerçevesinde Doçentlik Sınavı Ankara 2.İdare Mahkemesinin 2001/1169 Esas, 2002/460 Karar Sayılı İlamı. Ankara 3.İdare Mahkemesinin 2005/1435 Esas, 2006/1872 Karar Sayılı İlamı. Ankara 5.İdare Mahkemesinin 2008/1867 Esas 2009/416 Karar Sayılı İlamı. Ankara 9.İdare Mahkemesinin 2009/1570 Esas, 2010/995 Karar Sayılı İlamı. Ankara 11. İdare Mahkemesinin 2008/1715 Esas., 2009/873 Karar Sayılı İlamı. . Ankara 11. İdare Mahkemesinin 2002/1047 Esas., 2004/253 Karar Sayılı İlamı. . Ankara 11.İdare Mahkemesinin 2004/1689 Esas, 2006/276 Karar Sayılı İlamı. Ankara 16. İdare Mahkemesinin 2009/383 Esas, 2010/667 Karar Sayılı İlamı. Ankara 7. İdare Mahkemesinin 2001/125 E., 2002/447 Karar Sayılı İlamı. Ankara 9. İdare Mahkemesi’ Nin 2001/126 E., 2002/384 Karar Sayılı İlamı. Ankara 1. İdare Mahkemesi’ Nin 2009/229 E., 2010/1503 Karar Sayılı İlamı. Ankara 5.İdare Mahkemesinin 2011/463 Esas., 2011/300 Karar Sayılı İlamı. Ankara 5.İdare Mahkemesinin 2002/777 E., 2002/1752 Karar Sayılı İlamı. Ankara 5.İdare Mahkemesinin 2002/777 E., 2002/1752 Karar Sayılı İlamı Ankara 7. İdare Mahkemesinin 2007/1277 E., 2008/2021 Karar Sayılı İlamı. Ankara 12. İdare Mahkemesinin 2003/471 E., 2005/1721 Karar Sayılı İlamı. Ankara 17. İdare Mahkemesinin, 2013/1276 E., 2014/510 Karar Sayılı İlamı. Ankara 5. İdare Mahkemesinin 2010/931 Esas, 2010/1567 Karar Sayılı İlamı. Ankara 13.İdare Mahkemesinin 2009/1578 Esas, 2010/593 Karar Sayılı İlamı. Ankara 8.İdare Mahkemesinin 2003/433 Esas, 2004/674 Karar Sayılı İlamı. Ankara 11. Idare Mahkemesı Esas No: 2014/769 Karar No: 2014/1465 Ankara 14.İdare Mahkemesinin 2015/1306 Sayılı Yürütmeyi Durdurma Kararı. Ankara 6.İdare Mahkemesinin 2006/2387 E., 2006/1800 K. Sayılı İlamı Ankara 3. İdare Mahkemesinin 2007/271 Esas, 2007/1383 Karar Sayılı İlamı. Danıştay 7. Daire 2001/337 E., 2002/3092 K. Sayılı İlamı. Danıştay 8.Dairesi, 2002/1980 E., 2003/4819 K. Sayılı İlamı. Danıştay 8.Dairesinin 2005/6043 Esas, 2007/1406 Karar Sayılı İlamı. 414 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 Danıştay 8. Dairesinin 1996/2540 E., 1998/3871 K. Sayılı İlamı. Danıştay 8. Dairesinin 2000/279 E., 2000/7359 K. Sayılı İlamı. Danıştay 8.Dairesinin 2010/5949 E., 2011/485 K. Sayılı İlamı. Danıştay 8.Dairesinin 2010/5949 E., 2011/485 K. Sayılı İlamı. Danıştay 1. Dairesinin 1997/123 Esas., 1997/115 Karar Sayılı İlam. Danıştay 8. Dairesinin 2015/4040 Esas Sayılı Yürütmenin Durdurulması Kararı. Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu’nun 2007/163 E., 2011/5 K. Sayılı Kararı Yargıtay 4. Hukuk Dairesi 2014/4754 Esas., 2014/12717 Karar Sayılı İlamı., Yargıtay 4. Hukuk Dairesi 2012/1980 Esas, 2012/3331 Karar Sayılı İlamı. 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 415 HAKEMLİ Dr. Mustafa Yaşar DEMİRCİOĞLU HAKEMLİ İdare’nin Yargısal Mercilerde Temsili ve Temsilcilerin Sorumluluğu* Yrd. Doç. Dr. Mehmet KARAARSLAN** Makalenin Geldiği Tarih: 11.02.2016 Kabul Tarihi: 10.10.2016 * Bu makale hakem incelemesinden geçmiştir ve TÜBİTAK – ULAKBİM Veri Tabanında indekslenmektedir. ** Dicle Üniversitesi Hukuk Fakültesi İdare Hukuku ABD Öğretim Üyesi. ÖZ Kamu kurum ve kuruluşları kendi iş ve işlemleri ile ilgili olarak adli ve idari davalarla, tahkim ve icra mercilerinde taraf sıfatına sahiptirler. Bu davalarda idareleri vekil sıfatıyla hukuk birimi amirleri, hukuk müşavirleri, muhakemat müdürleri, avukatlar ve birim amirleri temsil etmektedir. Bu konuyu düzenleyen 659 sayılı KHK tüm kamu kurum ve kuruluşlarını kapsamamakta bu durum uygulamada temsilciler bakımından kurumdan kuruma değişen farklı hukuki statüler ve buna bağlı olarak farklı aylık ve özlük hakları sonucunu doğurmaktadır. Bu nedenle tüm kamu kurum ve kuruluşlarını kapsamına alan, hukuk birimlerinin kuruluşu, yapısı ve bu birimlerde çalışan temsilcilerin mesleğe alınmasından emekliliğe kadar tüm hak ve yükümlülüklerini düzenleyen genel bir personel kanununa ihtiyaç duyulmaktadır. Bu çalışmada mevcut yasal durum, temsilciler, temsilcilerin hukuki, cezai ve disiplin sorumluluğu ele alınmaktadır. Anahtar Kelimeler: İdarenin temsili, idarenin avukatları, temsilcilerin sorumluluğu, avukat, hukuk müşaviri. 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 419 HAKEMLİ Yrd. Doç. Dr. Mehmet KARAARSLAN HAKEMLİ İdare’nin Yargısal Mercilerde Temsili ve Temsilcilerin Sorumluluğu REPRESENTATION OF THE ADMINISTR ATION AT JUDICIAL AUTHORITIES AND RESPONSIBILITY OF THE REPRESENTATIVES ABSTR ACT Public authority and institutions hold the capacity of the concerned party in any legal and administrative cases relevant to their own business and procedures before arbitration and enforcement offices. In such cases the authorities are represented by their legal affairs managers, legal counsels, law procedures managers, attorneys and department heads in the capacity of their proxy. The Legislative Decree with no 659 which regulates this issue does not cover all public authority and institutions, due to various legal states that changes between the authorities for such representatives consequently cause different salary and personal benefits to prevail in practice. Therefore, a general employee law which covers all public authority and institutions and regulates the establishment and structure of legal departments, and all rights and liabilities of the representatives working in such departments from the start of their career in this profession until their retirement. In this study current legal status, representatives; legal, penal and disciplinary responsibilities of representatives are reviewed. Keywords: Representation of the administration, attorneys of the administration, responsibilities of the representatives, attorney, legal counsel. 420 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 GİRİŞ İdareler, kendi iş ve işlemleri ile ilgili olarak açılacak adli ve idari davalarla, tahkim ve icra işlemlerinde taraf sıfatına sahiptirler. Bu davalarda idareleri vekil sıfatıyla hukuk birimi amirleri, hukuk müşavirleri, muhakemat müdürleri ve avukatlar temsil etmektedir. Ancak mezkûr personelin temin edilemediği yerlerde birim amirlerine üst yönetici[1] tarafından temsil yetkisi verilebilmektedir. Temsil yetkisi özel hukuk kişileri tarafından kanuni ya da akdi temele dayanmasına karşın kamu tüzel kişileri bakımından kural olarak kanuni temele dayanmakla birlikte istisnaen de akdi temele dayanmaktadır. Zira özel hukuk ilişkilerinde avukat müvekkil ilişkisi vekâlet sözleşmesinin bir alt türü olarak kabul edebileceğimiz avukatlık sözleşmesine dayanmasına karşılık kanuni temsilde yasalara dayanmaktadır. Oysaki idare ile temsilcileri arasındaki ilişki serbest avukatlar ile idare arasında yapılan hizmet sözleşmesini bir yana bırakırsak kamu görevliliği kapsamı içinde bir statüsel yapı ve ilişkiye dayanmaktadır. Bu anlamda serbest avukatlarla idarenin temsilcileri arasında haklar ve sorumluluklar bakımından ciddi farklılıklar vardır. Yine 659 sayılı KHK[2] yürürlüğe girmezden evvel genel bütçeye dâhil idarelerin temsili hususunu düzenleyen 4353 sayılı Kanun’a göre genel bütçe kapsamındaki idarelerin “idari yargı mercileri hariç” temsil yetkisini kural olarak Maliye Bakanlığı bünyesindeki Hazine avukatları[3] ve yardımcı avukatlara vermekteydi. İdari yargı konusundaki temsiliyeti ise ayrı bir maddede ve farklı bir şekilde düzenlemekteydi. Buna göre hazineyi ilgilendiren davalarda Hazine avukatları, bunun dışındaki davalarda ise daire amirleri, bakanlık hukuk müşavirleri ve Danıştay’daki duruşmalarda bunlara ek olarak şube amirleri tarafından temsil edilecekleri düzenlenmişti. Mezkûr düzenleme ve yapının [1] 659 sayılı KHK’nın tanımlar başlıklı 2/e. maddesine göre Üst yönetici; Milli Savunma Bakanlığında Bakanı, diğer bakanlıklarda müsteşarı ve kamu idarelerinde en üst yöneticiyi ifade etmektedir. Ancak Adalet Bakanlığı bünyesinde hazırlanan ve kurumların görüşüne açılan “İdari Yargıda İş Yükünün Azaltılması Amacıyla Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı Taslağı” yasalaşırsa il özel idareleri bakımından üst yönetici valiyi ve diğer kurumlar bakımından da kurumların en üst yöneticisini ifade edecektir. [2] Resmi Gazete, T.02.11.2011, S.28103. [3] Metin GÜNDAY; İdare Hukuku, Ankara2011, s.394; IŞILAR, s.408. 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 421 HAKEMLİ Yrd. Doç. Dr. Mehmet KARAARSLAN HAKEMLİ İdare’nin Yargısal Mercilerde Temsili ve Temsilcilerin Sorumluluğu yetersiz olması nedeniyle bu alanda yeniden bir yapılanmaya ihtiyaç olduğu doktrinde dile getirilmekteydi[4]. Bu bağlamda 659 sayılı KHK ile genel ve özel bütçeli idarelerin yargı mercilerinde temsili konusunda kapsamlı bir düzenleme yapılmıştır. Bu KHK’da yerel yönetimler, sosyal güvenlik kurumları, üst kuruluşlar ve KİT’ler hakkında bir düzenleme yapılmamış olsa da idarelerin temsiliyeti noktasında önemli yenilikler getirilmiştir. Bu çalışmada 659 sayılı KHK ile yapılan düzenlemeler, idarenin temsilcileri, temsilcilerin hak ve sorumlulukları ele alınacaktır. 1. KAVRAM OLARAK TEMSİL Kelime olarak temsil; birinin ya da bir topluluğun adına davranmayı ifade etmek üzere kullanılmasına karşın hukuki olarak “bir başkası namına bir hukuksal işlemi yapmak olgusunu gösteren terimdir”[5]. Taraflar, davalarda kanuni veya iradi temsil yöntemiyle kendilerini temsil ettirebilirler. Kanuni temsil, kanuna dayanmakta ve sınırları kanunla belirlenmektedir. İradi temsil ise dava ehliyeti olan kişilerin kendi iradeleriyle, kendilerini bir vekil sıfatıyla temsil ettirmeleri olarak ifade edilmektedir.[6] Kanuni temsil; dava ehliyeti bulunmayanlar ile özel hukuk tüzel kişilerinin yasal temsilcilerinin bizzat ya da bir avukat vasıtasıyla dava ehliyeti bulunmayanları ve tüzel kişileri yargı mercileri önünde temsil etmesi olarak ifade edilebilir. Özel hukuk tüzel kişileri kendilerini yargı mercileri önünde yetkili temsilcileri olan müdürler ya da yönetim kurulu üyeleri tarafından temsil ettirebildikleri gibi yasal temsilciler tarafından atanmış avukatlar tarafından da temsil edilebilirler. Hakeza vesayet ve velayet altında bulunanların yasal temsilcileri de velayet ya da vesayet altında bulunanları bizzat ya da atadıkları avukatlar vasıtasıyla yargı mercileri önünde temsil ettirebilmektedirler.[7] İdareler ise bünyelerinde istihdam ettikleri avukatlar, hukuk birimi amirleri, muhakemat müdürleri, hukuk müşavirleri, birim amirleri ve yine hizmet [4] Süha TANRIVER; “Hukuk Yargısında Etkinliğin Sağlanması”, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Yıl:2000, C.49, S.1-4, s.73. [5] Ejder YILMAZ, Hukuk Sözlüğü, Ankara 2005, s.1223. [6] Seyithan DELİDUMAN, Tüzel Kişilerin Davada Temsili, Atatürk Üniversitesi Erzincan Hukuk Fakültesi Dergisi, C:II, S.1, Yıl:1998, s.176. [7] İstisnai bazı durumlarda eşlerin de birbirini temsil edebildikleri görülmektedir. Örneğin Kadastro Kanunu m.31. 422 Ankara Barosu Dergisi 2016/ 3 satın aldıkları serbest avukatlar vasıtasıyla kendilerini yargısal mercilerde temsil ettirebilmektedirler. 2. HUKUKSAL TEMELLER İdarelerin yargı mercilerinde temsili konusunda temel hukuki düzenleme 6.4.2011 tarih ve 6223 sayılı yetki Kanunu’na dayanılarak çıkarılan ve 02.11.2011 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe giren 659 sayılı Genel Bütçe Kapsamındaki Kamu İdareleri Ve Özel Bütçeli İdarelerde Hukuk Hizmetlerinin Yürütülmesine İlişkin Kanun Hükmünde Kararname ile yapılmıştır. Bu Kanun Hükmünde Kararname çıkarılmazdan evvel idarelerce yürütülen muhakemat hizmetleri; 02.02.1929 tarih ve 1389 sayılı Devlet Davalarını İntaç Eden Avukat ve Saireye Verilecek Ücreti Vekâlet Hakkında Kanun[8], 08.01.1943 tarih ve 4353 sayılı Maliye Vekâleti Başhukuk Müşavirliğinin ve Muhakemat Umum Müdürlüğünün Vazifelerine, Devlet Dâvalarının Takibi Usullerine ve Merkez ve Vilâyetler Kadrolarında Bazı Değişiklikler Yapılmasına Dair Kanun[9] ve yine 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu ve 178 sayılı KHK’nın ilgili bazı hükümlerine göre yürütülmekteydi. Fakat 659 sayılı KHK’nın 18. maddesiyle 1389 sayılı Kanun, 4353 sayılı Kanun ve DMK’nın konuyu düzenleyen 146/3 maddesi gibi bazı hükümler kaldırıldı. Yine 18. maddeye göre bu kanunlara yapılan atıfların 659 sayılı KHK’ya (bazı durumlarda 178 sayılı KHK’nın ilgili hükümlerine) yapılmış sayılacağı şeklinde düzenlemeyle bu alandaki temel hukuki normun 659 sayılı KHK olduğu belirlenmiş oldu. Ancak bu KHK’nın kapsamını genişleten bir Taslak Adalet Bakanlığı tarafından hazırlanarak kurumların görüşüne sunulmuştur. Bu çalışmamızda zaman zaman bu taslak üzerinden de değerlendirme ve tartışmalar yapılacaktır. 3. 659 SAYILI KHK’NIN KAPSAMI 659 sayılı KHK’nın amaç ve kapsam başlıklı 2. maddesinde bu KHK’nın genel bütçe kapsamındaki kamu idareleri ile özel bütçeli idarelerin hukuk hizmetlerinin etkili, verimli ve usul ekonomisine uygun bir şekilde yerine getirilmesi ve bu hizmetlerin yerine getirilmesinde uygulama birliğinin sağlanması ve yine usul ve esasların belirlenmesi olarak ifade edilmiştir. [8] Resmi Gazete, T.10.02.1929, S.1115. [9] Resmi Gazete, T.18.01.1943, S.5307. 2016/3 Ankara Barosu Dergisi 423 HAKEMLİ Yrd. Doç. Dr. Mehmet KARAARSLAN HAKEMLİ İdare’nin Yargısal Mercilerde Temsili ve Temsilcilerin Sorumluluğu Kanun maddesinden açıkça anlaşıldığı üzere genel bütçe kapsamındaki tüm idareler ve bu arada TBMM, Cumhurbaşkanlığı, Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay, HSYK ve Sayıştay bu KHK kapsamına alınmıştır. Ayrıca tüm özel bütçeli idarelerin de bu kapsamda olduğu düzenlenmiştir. Ancak genel ve özel bütçe dışındaki idarelerin bu KHK kapsamında olmadığı görülmektedir. Bilindiği üzere 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu’nun 13. maddesine göre kamu kurum ve kuruluşları; genel bütçe, özel bütçe, düzenleyici ve denetleyici