OTOMOTİV, ELEKTRONİK VE KONUT SEKTÖRÜ'NÜN ANALİZİ (2008) I- OTOMOTİV’DE NEREDEYİZ? Türkiye’de otomotiv sektörü üretimine 1950’li yılların ortalarında başlanmış, önceleri montaj hizmeti veren sektörde ilk defa üretim yabancı lisanslı olarak 1971 yılında gerçekleştirilmiştir. 1990 yılından sonra ise ciddi bir talep artışıyla karşılaşan sektör, 1994 krizine kadar parlak bir dönem geçirmiştir. Krizle beraber diğerleri gibi Türk otomotiv sanayi’de ciddi darboğazlara girmiş, sektör ağır bir kriz dönemi sonrasında krizin etkilerini hafifletemeden Gümrük Birliği’ne dahil olmuştur. Gümrük Birliği sürecinde ithalatta görülen artışlar ve yeni firmaların Türk pazarına girmesi otomotiv üreticilerini sıkıntıya sokmuştur. Ardından gelen 1997 küresel krizi ile birlikte 2000 yılına kadar sektörün sıkıntıları daha da artmıştır. 2000 yılında ise makro ekonomideki gelişme ve beklentilerin paralelinde endüstri gayet iyi bir yıl geçirmiş ancak 2001 yılında yaşanan ekonomik kriz ile birlikte yine ağır koşullarla karşı karşıya kalmıştır. 2002 yılından itibaren makro ekonomide görülen büyüme paralelinde otomotiv sektöründe de canlanma söz konusu olmuş, iç talepteki yetersizliğe karşın ihracat imkanlarındaki artış sektörün toparlanmasında büyük rol oynamıştır. 2002 – 2006 yılları arasında göze çarpan husus, ana sanayide ihracat artışına dayalı üretimin artarken iç piyasa satışları daralmasına dayalı ithalatın azalması, yan sanayide ise taşıt üretimi artışına koşut olarak ithalatın artmasıdır. Öte yandan ana sanayi pazarının daralması, ihracat artışına dayalı üretimin artarken toplam üretim artış hızının düşmesine de yol açmıştır. Bu yüzden traktör hariç 2002 yılından beri artış trendinde olan üretim-ihracat farkı örneğin 2005 senesinde 326.596 adetten 2006 senesinde 290.892 adede gerilemiştir. Bu durum yine aynı eğilimi sergileyen ithalat-pazar farkını da aynı yıllar itibariyle 324.349 adetten 285.282 adede düşürmüştür. 2002 senesinden beri görülen üretim-ithalat farklarının giderek büyümesi de konuyu teyit eder niteliktedir. Dış ticaret tutarları bakımından ise otomotiv ana sanayi dengesi son beş yılda fazla verirken, otomotiv yan sanayi dengesi hala fazla açık vermekte ve böylelikle eskide beri alışık olduğumuz üzere otomotiv sektörü genel dengesi cari açığa negatif katkı yapmaya devam etmektedir. 2002-2005 yıllarında ana sanayi ürünleri ortalama ithalat fiyatı 14.492.- $, ortalama ihracat fiyatı ise 12.322.-$ dır. Aradaki fark adet başına (ortalama) 2.170.-$ dır. Teorik olarak biz bu süre zarfında ana sanayinin ihracat adet ve tutarlarının değişmediğini varsayarak taşıt aracı ithalatını hiç yapmasaydık ne olurdu? Ana sanayi ve yan sanayi üretimi, 1 yan sanayi satışı artardı. Buna mukabil yan sanayi ithalatı da artardı ama toplam dengesizlik yine de minimuma inerdi. Belki de bu gidişat ana sanayiye yapılan yan sanayi üretimini hızlandırır ve ithalatın oranını düşürürdü. Hatta ölçek ekonomisinin kuralları işler ve pozitif dışsal tasarruflarda sanayi toplam dengesini lehe çevirebilirdi. Otomotiv sektörü, dinamik üretim yapısı, ticaret hacmi, oluşturduğu istihdam ve katma değer olarak, gelişmiş ülkelerde ve ülkemizde önde gelen sektörler arasında yer alıyor. Sektör, demir-çelik, petro-kimya, lastik, tekstil, cam, elektronik, makine gibi bir çok sektörle tabii entegrasyonu sonucu, bu sektörlere önemli kaynaklar aktarmaktadır. Sektörün ekonomideki sürükleyici etkisi, ekonominin diğer sektörleri ile olan yakın ilişkisine dayanıyor. Bu arada otomotiv sanayi, turizm, altyapı ve inşaat ile ulaştırma ve tarım sektörlerinin gerektirdiği her çeşit motorlu araçlar ihtiyacına da cevap veriyor. Hal böyle olunca bu sektördeki değişimler, doğal olarak ekonominin tümünü yakından etkilemektedir. Otomotiv sektörü ayrıca devletin vergi gelirlerine katkılar yapmaktadır. O itibarla sektörün daha da geliştirilip dışa açılması ve uluslar arası rekabet gücüne sahip kılınması, ekonomimizin arzulanan büyüklük ve etkinliğe kavuşması açısından önem arz etmektedir. Dolayısıyla sektörün kendisinden beklenen faydayı gerçekleştirebilmesi ve AB ülkeleri ile rekabet edebilmesi için hızla gelişen üretim teknolojileri yakından takip edilerek, büyük ölçeklerde üretim yapabilmesine imkan verilmesi, teşvik, rekabet, çevre, yatırım, tüketicinin korunması gibi ticari ve mali politikalarla desteklenmesi zorunludur. Söz konusu tedbirlerin alınması durumunda otomotiv sektöründe maliyetler düşecek, kalite yükselecek, yeni model sayısı artacak, satış, dağıtım ve servis ağları genişleyip güçlenecektir. Kısaca otomotiv ana ve yan sanayi, ülkenin hammadde, imalat ve savunma sanayilerinin gelişmesinde, istihdamın artırılmasında, sosyal ve ekonomik gelişmenin sağlanmasında, milli gelirin artırılmasında ve geniş bir tabana yayılmasında önemli bir rol oynamaktadır. Öte yandan sektörün kendi üzerine düşen birtakım sorumlulukları da vardır. Modern işletme yönetimi anlayışında, üretimde birim maliyetlerin düşürülerek maksimum karlılığa ulaşılması temel amaçtır. Bu amaca ulaşılmasında finansman yönetimi, üretim planlaması, borçlanma gereğinin azaltılması, uygun stok yönetiminin sağlanması gibi faktörlerin yanında işletmenin optimum kapasitede çalıştırılmasının önemi büyüktür. İşçi başına üretimin artmasında, tesisin optimum kapasitede çalıştırılmasının önemi büyüktür. Kapasite kullanım oranlarının yüksek olduğu yıllarda, işçi başına en yüksek verimliliğe ulaşılmıştır. Buna 2 karşılık, kapasite kullanım oranlarının düştüğü yıllarda ise verimliliğin düştüğü görülmektedir. Mikro ekonomi bu sektörde tam olmasa da büyük çapta sağlanıyor. Üretim, talep tarafından yapılandırılırken, iş bölümü ve teknolojiler tür, miktar ve gerektirdiği üretim süreci bakımından değişken olan ve söz konusu talebin eksiksiz, kusursuz ve zamanında karşılanacak biçimde tasarlandığı bir sürece dönüştürülmektedir. Burada sürekli farklılaşan ve yenilenen talep zamanında ve sıfır hata ile karşılanmaktadır. Üretim sürecinin değişik etapları kesintisiz olarak birbirine eklemlenmekte, durmaksızın akan tüm süreçlerdeki ve etaplardaki stoklar ve envanterler kaldırılmakta, kalite kontrolü nihai kontrol olmaktan çıkarılıp sürecin bütününe yedirildiği ve aksamaların anında giderildiği bir sistem hayata geçirilmeye çalışılmaktadır. Küreselleşme otomotiv sanayinde yapısal değişimlere neden olmaktadır. Pazarda artan rekabet ve yeni model talebi nedeni ile farklı ürünlerin üretimi için “platform esaslı stratejiler” geliştirilmektedir. II- OTOMOTİV’DE AR GE ve İNOVASYON Otomotiv sanayinde belirli sayıda platform üzerinde daha fazla modelin geliştirilmesi sayesinde üretim ve parça maliyetlerinde azalma sağlanmaktadır. Değerlenen YTL ndan doğan kayıpları verimlilik artışıyla telafi etmeye çalışan, enerji kullanımının en aza indirilmesi ve hammadde kullanımında tasarrufa gidilmesi için personel verimini artırma stratejisini benimseyen sektör, üretim maliyetlerini aşağıya çekmeyi hedeflemektedir. Uzman personelle verimliliği artıran sektörün keskin rekabet ortamında karlılığı sürdürmek için bulduğu çözüm ise inovasyondur. Son dönemde üretici fikirlerle geliştirilen yeni ürünlerin, ürün çeşitliliğine yansıtılmasıyla gerek yurt içinde gerekse yurt dışında karlılığın artması bekleniyor. Bu amaçla otomotiv sektöründe mühendis kadrolarının güçlendirilmesi önem kazanıyor. Yatırımcıya sağlanan vergi avantajının, hükümet desteği olmasının önemine dikkat çekiliyor. Yatırım miktarına göre belirlenecek vergi indirimleri ile rekabet gücü artırılmalı diyerek yeni tesis ve yeni model yatırımların çekilememesinin, ihracatı mevcut modellerle sınırlandırdığına vurgu yapılıyor. Mevcut modellerin giderek yaşlanmasının ihracat gelirlerini azaltacağı düşüncesinin ise sektörü tedirgin ettiği belirtiliyor. Ayrıca çoğunlukla yalın üretim sisteminin tam olarak hayata geçirilmesiyle israf ortadan kalktığı gibi siparişten teslimata geçen süre de minimumu indirilmiş durumda. Üretim sistemi ile çalışma postaları ve prosesler 3 standartlaştırılıyor. İmalatçıların ise yüksek kalite, düşük maliyet ve sürede üretim yapmaları sağlanıyor. İnsan kaynakları performanslarının artırılması için eğitim faaliyetlerine öncelik veriliyor. Diğer taraftan girişimcilik ve üreticilik sistemi ile çalışanlarımız her konuda iyileştirme ve verimliliğe yönelik öneri verebiliyor. Ülkemizde otomobilin hala lüks ürün grubunda tutularak daha fazla vergiye tabi tutulmasının sektörün rekabet gücünü azaltıcı etki yaptığına dikkat çekiliyor. Ülkemizin makro ekonomik dengeleri çoğunlukla olumlu yönde seyretse de reel faiz açısından fazla avantaja sahip olmadığı ortadadır. Rakip ülkelerin çoğunda reel faiz oranları oldukça düşük seviyelerdedir. Yüksek reel faiz bir yandan sektörün maliyetlerini artırmakta diğer yandan sektöre yapılacak yatırımları engellemekte nihayet paramızı da aşırı değerli hale getirerek ithalatı cazip hale getirmektedir. Otomobil sanayinde, iç pazar talebinin çok üzerinde kapasitenin oluşması ve üretimin çok sayıda firma ve marka / model tarafından paylaşılması sonucu hem otomobil firmaları hem de bu otomobillere yönelik patça imal eden yan sanayi firmaları ekonomik ölçeklerin altında üretim yapmak durumunda kalmışlardır. Zira ithalat yoluyla pazara yönelik yeni girişlerin artması aşırı kapasite yaratılmasına, firmaların kapasite kullanım oranlarının düşmesine, üretimin ekonomik ölçeklerin altına inmesine ve rekabetin bozulmasına neden olmaktadır. Ayrıca ithalatın çok sayıda marka ve modelde yapılması yan sanayinin üretimini ekonomik olmaktan çıkarmakta, ana sanayi de bu durumda yeni tip araç üretiminde ithal parça kullanımına yönelmektedir. Bu nedenle yerli üretilen araçlarda yerli parça kullanım oranının artırılmasına yönelik çalışmalar yapılmalıdır. Çünkü otomotiv yan sanayi, mamul üretim kapasitesi, mamul çeşitliliği ve ulaştığı standartlar itibariyle, Türkiye’de imal edilen taşıt araçları için gerekli olan yan ürünlerin en az % 80’ini karşılayabilecek düzeydedir. Ülkemizde uluslararası sermaye ile mali entegrasyon yaşayan yerli otomotiv sanayinde, siyasal ve ekonomik krizlerin yarattığı kapasite problemleri dolayısıyla yan sanayiye de yansımaktadır. Özellikle % 50’lere varan ithalat hacimleri ve ürün çeşitliliği sonrasında iç pazarda yaşanan kapasite aşımı, sonrasında iç pazarda yaşanan kapasite düşümü, yerli malzeme kullanma oranlarının giderek düşmesi, lisans problemleri, ar ge ve malzeme maliyeti gibi faktörler sektörün başlıca sorunlarını oluşturmaktadır. Türk otomotiv yan sanayinde kapasite kullanımı genel olarak taşıt araçları üretimine paralel olarak gelişmektedir. Ancak ihracat potansiyelinin daha yüksek olması nedeniyle yan sanayi kapasite kullanımının, taşıt araçları 4 imalat sanayi kapasite kullanımının üzerinde gerçekleştiği görülmektedir. Süreç içerisinde bilginin üretimi, işlenmesi ve satışı da metalaşarak bir endüstriye dönüştürülmüştür. Bilgi yönetimi kendi bünyesinde örgütlenerek, işletmenin en hayati bölgesini işgal etmiştir. Bu durum entelektüel emeğe olan talebi artırmaktadır. Son yıllarda dünya otomotiv sektöründe yüksek potansiyelli teknolojik gelişme neticesinde üretimde büyük oranda yoğunlaşma olmuş, birleşme, satın alma veya ortaklık yolu ile şirket sayısının azalması sonucu bu yoğunluk giderek artmış ve böylece sektörde aşırı bir kapasite ve rekabet hüküm sürmeye başlamıştır. Küresel yayılmanın temel nedenleri, sanayileşmiş ülkelerde doymuş iç pazar, gelişen pazarlarda hükümetlerin cazip teşvik sistemleri, yüksek koruma ve ucuz işçilik gibi yerel olanaklar, otomobil sanayinin olgun bir sanayi olarak gelişmiş ülkeler tarafından diğer ülkelere transferi ve teknik mevzuatın uyumlaştırılması olmuştur. Birleşmelerin başlıca nedenleri ise sınırlı ve giderek düşen kar oranları, aşırı kapasite, küreselleşme zorunluluğu ve yeni teknolojilerin geliştirilmesindeki giderek artan maliyetler olarak sıralanmaktadır. Gelişen rekabetçi ortamda, “ekonomik ölçek” hayati önem taşımakta ve bu da birleşmeleri hızlandırmaktadır. Asya’daki ekonomik kriz ve Avrupa Birliği’nin ortak para birimi olarak euro’ya geçişi, süreci hızlandırıcı bir etki yapmıştır. Türkiye ekonomisi hızlı büyüyen ve otomotiv ürünlerine olan talebin sürekli artış gösterdiği bir ülke olması özelliği ile yabancı yatırımcıları çekmektedir. Türkiye’nin coğrafi konumu dolayısıyla komşu pazarlara hitap edebilmesi ve ihracat potansiyelinin yüksek olması doğrudan yabancı sermaye yatırımları açısından ülkemizi cazip kılmaktadır. Yerli firmaların sermaye yetersizliği de büyük yatırım gerektiren bu sektörde yabancı sermayeye sıcak bakılmasını sağlamıştır. Otomobil firmalarının yabancı ortaklı olmaları, gerek sektörün gelişmesi gerek teknolojik yenileme açılarından olumlu bir unsurdur. Sektör tarafından benimsenen ihracata dayalı büyüme ve kalkınma stratejisinin bir gereği olarak sektörün ihracata yönelik yapılanmasını yönlendirmek amacıyla doğru verilere dayanan bir master planın hazırlanması ve bu planın uygulanmasına yönelik devlet-özel sektör işbirliğinin oluşturulması ve ihracatın araç değil amaç olduğunun empoze edilerek sektöre güven verilmesi, gümrük birliği mevzuatı uyumu çerçevesinde teknik uyumun sağlanarak etkin şekilde uygulanması ve sektörel bazda avrupa birliği ülkeleri ile vergilendirmede eşitliğin sağlanması, gümrük kanununun ihtiyaca cevap verecek şekilde oluşturularak ilgili mevzuatın acilen düzenlenmesi ve ihtisas gümrüklerinin aktif hale getirilmesi, avrupa birliği dışındaki 5 ülkelerden ithal edilen ve edilecek olan araç ve yedek parçaların standart kontrollerinin sıkı denetimlere tabi tutulması, verilmiş olan teşviklerin gereğinin yerine getirilmesi, ihracat konusunda sistemlerin müsaade ettiği azami teşviklerin sağlanması, sektöre yönelik olarak müşteriye hizmet kalitesini artırıcı bir takım düzenlemelere gidilmesi, servis ve eğitimli personel sayısı gibi birtakım servis standartlarının getirilmesi, sektörün dış finansman imkanlarının ve kredilendirme oranlarının yükseltilmesi gerektiği çeşitli çevrelerce dile getirilmektedir. Küreselleşen sektörde kalite, fiyat ve teslimat performansı ile dış satım kabiliyetini ispatlamış olan Türkiye’de kurulu otomotiv ana ve yan sanayi, kısa ve orta vadede dış satımını sürdürmek ve genişletmek için yeni avantajlar geliştirmek zorundadır. Ürün tanımlamada ve tasarım aşamasında mühendislik katkıları, üretim merkezlerindeki ar ge ve laboratuar yatırımlarıyla teknolojik mühendislik katkıları artırılmalıdır. yeteneklerimiz geliştirilerek üretim sürecindeki Ana ve yan sanayi işbirlikleri geliştirilerek atıl kapasitenin kullanımına ve yaratılan katma değerin artırılmasına odaklanılmalıdır. Devlet, sektöre gerekli istikrar ortamını sağlayarak kurumlar arasındaki koordinasyonu, teknik mevzuat uyumu, teşvikler ve vergiler ile ilgili yasal düzenlemeleri gerçekleştirerek bu hedefe ulaşılmasına destek vermelidir. Markaların ülkesel rekabetinde Türkiye’yi yarıştırabilecek ortam sağlanmalıdır. İstikrarlı ve kararlı politikalar, sınai mülkiyet haklarının korunması, haksız rekabetin engellenmesi, yatırım, ihracat ve ar ge teşvikleri, doğru vergi politikaları, güvenli ve ucuz enerji, bilimsel kurumlara destek, ülkesel tanıtım faaliyetleri konusunda destek sağlanması. Ülkemizde akaryakıt ürünleri göz önüne alınmadığı takdirde, üretimde ara malı ithalatına en fazla bağımlı altı yedi sektörden biri de “motorlu kara taşıtları ve bunların aksam ve parçalarıdır”. İthal ara malı kullanımı giderek yükselen otomotiv sektörünün ihracatında da yıllar içerisinde yüksek oranlı artışlar gerçekleşmiştir. Öyleyse ithalattaki yüksek oranlı artışın gerisinde yüksek oranlı ihracat artışının yattığını söyleyebiliriz. Diğer taraftan üretimde kullanılan ithal ara malı oranlarının TL’nin değerlenmeye başladığı 2003 yılı başından itibaren arttığı görülmektedir. Otomotiv sektöründe, ithalat artışı ihracata destek anlamına gelirken yurt içi üretimin bir miktar ikame edildiği de gözden uzak tutulmamalıdır. Otomotiv ana sanayi grubunda endüstri iç ticaret oranının giderek yükseldiğini, otomotiv yan sanayinde ise düştüğünü gözlemliyoruz. Otomotiv grubuna ara malı girdisi temin eden yan sanayinin son dönemlerde reel kurun etkisiyle ithalatını artırdığını bir an için 6 düşünsek bile kanaatimizce bu bir yapısal sorundur. Ekonomik istikrar devam ettiği müddetçe reel faizlerin düşmesine paralel olarak oluşacak sermeye birikimiyle yapılacak yatırımların yüksek katma değer sağlayarak sektörün tüketiminin ara mamul bazında dışa bağımlılığı azaltacağını, böylelikle endüstri içi ticaret oranının düşeceğini ve bu düşüşün yüksek katma değer meydana getirilmesinin bir işareti olacağını düşünmek orta vadede bir hayal olmasa gerektir. Çünkü ikame politikası, endüstri içi ticaret oranını düşürse bile sektörün dolayısıyla ülkenin katma değerini yükselten ve dışa bağımlılığı azaltan bir fonksiyon görmektedir. Dünyada toplam otomotiv satışlarında Türkiye’nin payı % 1 düzeyindedir. İhracat ise sürekli bir artış içerisindedir. Bunun da doğal sonucu olarak ihracatın ithalatı karşılama oranı hep yüksek seyretmektedir. Otomotiv üretimindeki artış, beraberinde bütün ekonomiyi sürükleyebilecek güçtedir. Otomotiv ana sanayindeki istihdam artışının, otomotiv yan sanayinde ve diğer bağıl endüstrilerde kendisinden birkaç kat fazla istihdam artışı getireceği açıktır. Bu nedenle otomotiv ihracatını destekleyen türde ithalata olumlu yaklaşmak yanlış olmayacaktır. Çünkü ithal ara malı talebinin artmasının ardındaki nedenlerden birisi de tercihlerde rasyonel kararlardır. Marka, dağıtım ve hizmet kanallarındaki modern ve rahat işleyiş sistemi, maliyet bedeli düşüklüğü, ürün kalitesi gibi faktörler bu talebin artmasında önemli rol oynamıştır. 2002 yılı sonrasında ise önemli orandaki reel kur artışının etkisini de görmek gerekir. Ancak yeniden vurgulayalım: Yurt içi otomotiv ve yan sanayi sektörü yatırımlarının tercihleri; kalite, hizmet, fiyat gibi etkenlerle, dış piyasadan iç piyasaya yönlendirdiği ve bu durumun sürdürülebilirliğini sağladığı vadeye kadar otomotiv ihracatını destekleyen türde ithalata olumlu yaklaşmak gerektiği açıktır. III- ELEKTRONİK SEKTÖRÜNÜN KALİTATİF YÖNÜ Bilgi çağını yaşamaktayız. Bilgi ekonomilerinin tartışmasız üstünlüklerini hemen her gün gözlemliyoruz. Teknoloji ve bilgiye gereken önemi verdikleri ve bu iki unsura dayalı dünya çapında rekabet gücünü elde etmiş yüksek katma değerli ürünler ürettikleri için bu ekonomilerin dünya ticaretinden aldıkları pay da doğal olarak hızla artıyor. Katma değeri yüksek ürünler dendiğinde de akla elektrik – elektronik, makine, otomotiv gibi sektörlerin ürettiği ürünler geliyor. Türkiye’nin dünya ekonomisi içindeki yerini yukarılara taşıması, ancak dünya ekonominde arz – talep gelişmeleri ve yeni üretim alanlarındaki eğilimlere uygun politikalar uygulaması ile mümkün olacaktır. Yani dünyada gelişmekte olan, katma değeri yüksek, ileri teknolojili ürünlere yönelmek, yukarıda ifade edilen stratejinin bir 7 gereğidir. Ülkemizin dünya ticaretinden aldığı payı artırabilmesi için bu sektörlere daha fazla önem vermesi gerektiği de bu vesileyle bir kez daha ortaya çıkıyor. Katma değeri yüksek ürünlerden olan elektrik – elektronik ürünlerini üreten sektörümüzün kalitatif yönü ele alınacaktır. Sektör, bizzat kendisinin yanında diğer sektörlere olan etkileriyle ikinci derecede katkılarda da bulunmaktadır. En fazla da otomotiv sanayine girdi sağlamaktadır. Elektrik – elektronik sektörü teknik ve yapısal açıdan altı alt sektörden oluşmaktadır. Söz konusu alt sektörleri kısaca tanımak faydalı olacaktır. Bileşenler: Bu alt sektör, elektrik – elektronik sektörünün diğer alt kollarının girdi olarak kullandığı ürünleri üretmektedir. Bu açıdan bileşenler alt sektörü stratejik bir öneme sahip olmanın yanında sürekli değişen ve dünya çapında rekabetin çok yüksek olduğu bir sektördür. Sektörde iyi bir ihracat performansına kavuşmak büyük yatırımlar ve teknolojik birikim gerektirmektedir. Bu alt sektörün gelişmesi diğer sektör üretimlerindeki katma değeri artırırken bir yandan diğer sektörlerin maliyetlerinin düşmesini, öte yandan ana sanayinin rekabet gücünü artıracaktır. Bileşenler ürün gruplarının en önemli bölümünü, yarı iletken elemanlar ve yarı iletken devreler oluşturuyor. Bu itibarla ana sanayiler, bileşenler sektörünü desteklemeli, genellikle KOBİ’lerden oluşan sektörde yeniden yapılanma ve kurumsallaşma çalışmaları hızlandırılmalıdır. Tüketim Cihazları: Tüketici elektroniğinde, Türk üreticilerin özellikle Avrupa pazarında ciddi Pazar payı olduğu ve bunu daha çok OEM (Original Equipment Manufacturer yani Orijinal Ürün Üreticisi) üretim yaparak sağladığı bir gerçektir. Ancak Çinli üreticiler ucuz üretim maliyetleri ile bu sektörde ciddi bir rakip durumuna gelmişlerdir. Çin’in dünyada serbest ticaret hakkını da alacak olması, üreticilerini çok daha ciddi birer rakip durumuna getirecektir. Bu alt sektörde, renkli televizyon, buzdolabı, soğutucu ve dondurucu, resim tüpü, düz panel gibi cihazlar ön plandadır. Telekomünikasyon: Bu alt sektör, elektronik sektörünün alt sektörleri içinde ar ge’ ye en fazla kaynak ayıran sektördür. Türkiye bu sektörde sayısallaşma düzeyinde pek çok OECD ülkesini geride 8 bırakmış durumdadır. Bu alt sektörde telsiz ve telefon verici – alıcı cihazları ve GSM cep telefonları vb. cihazlar yer almaktadır. Profesyonel ve Endüstriyel Cihazlar: Bu alt sektörün ürünleri, büyük üretim yapan işletmelerde üretim süreçlerinin teknolojik seviyesini belirlemekte etkin olmaktadır. Üretimde otomasyon ve esnekliğin önem kazanmasıyla birlikte alt sektörün önemi de artmaktadır. Alt sektörün elektrik – elektronik sektörü üretimindeki payı düşüktür. Sektördeki firmaların büyük çoğunluğu küçük ölçekli firmalar olup yabancı firmalarla rekabet etmede zorluklar yaşamaktadır. Bu alt sektördeki ürünler, ses ve görüntü sistemleri, endüstriyel elektronik cihazlar, statik konvektörler, otomasyon cihazları, sinyalizasyon ve alarm cihazları, endüksiyon ocakları, tıbbi elektronik, test ve ölçü aletleri, taksimetre, takometre, elektronik saatler vb. cihazlardır. Askeri Elektronik Cihazlar: Türkiye’nin 1970’lerden itibaren Türk Silahlı Kuvvetlerinin ihtiyaçlarını, teknolojisini kendi üreterek yurt içinden karşılama hedefi ile sektör önemli gelişme göstermeye başlamıştır. Bu sektörde rekabet gücü kazanmada Türk Silahlı Kuvvetlerinin ihtiyaçlarının planlanan zamanda, istenen performansta, gizlilik ve güvenlik koşullarına uyularak yerine getirilmesi önem kazanıyor. Sektörün ihracatı büyük ölçüde uluslar arası politikalara ve hükümetler arası temaslara dayanıyor. Sektörün satış yaptığı piyasalarda alımların çoğunlukla satıcı ülke kredisine dayalı olarak yapılması ve sektör firmalarının kredi bulmadaki sorunları ihracatı sınırlayan faktörlerdir. Bu alt sektörde belli başlı ürünler, VHF/FM taktik alan telsizleri, VHF/UHF/FM telsiz aileleri, veri terminalleri, VHF/UHF AM/FM frekans atlamalı hava/yer telsizi, güvenlik sistemleri vb. ürünlerdir. Bilgisayar: Bilgisayar donanımı, yazılım hizmetleri ve tüketim malzemeleri üreten alt sektörün en önemli özelliği hızlı değişen teknolojisi ve yüksek katma değeridir. Sektör 2001 yılında meydana gelen krize rağmen üretimi büyüyen tek elektronik sanayi alt sektörü olmuştur. % 30’un üzerinde ithal ara malı kullanımı söz konusu olan sektörlerin, ihracatımız içerisinde önemli bir yer tuttuğu görülmektedir. Elektrik – elektronik sektörü de bunlardan en önemlilerinden biri olarak dikkati çekmektedir. Türkiye’de elektrik – elektronik sektöründe endüstri içi ticaret oranının yükseldiği de görülmektedir. Sektörün, ithal ara malı kullanımının 9 artmakta olduğu ve ithalat ve ihracat arasındaki farkın azalmakta olduğu da bir gerçektir. Bu durumda, ithalattaki yüksek oranlı artışın gerisinde yüksek oranlı ihracat artışının yattığını iddia etmek yanlış olmayacaktır. Endüstri içi ticaret oranları aynı zamanda sayılan sektörlere yabancı sermaye yatırımlarını da temsil edebilecek bir değişkendir. Buna göre, elektrik – elektronik sektöründe yabancı sermaye yatırımlarının son yıllarda arttığı söylenebilir. Öte yandan, üretimde kullanılan ithal ara malı oranlarının TL’nin değerlenmeye başladığı 2003 yılı başından itibaren artmasında bir miktar kur etkisinin de olduğu gözden kaçmamalıdır. Ayrıca elektrik – elektronik sektöründe ithalat artışı ihracata destek anlamına gelirken, yurt içi üretimin bir miktar ikame edildiği de görülmektedir. Reel faizler sektör ihracatçısı açısından bir dezavantaj oluşturmaktadır. Ancak bu dezavantajın ekonomideki istikrarın sağlanması ile birlikte ortadan kalkmaya başladığı da görülmektedir. Sektördeki ürün ve hizmetlerin uluslar arası ve ulusal pazarlarda rekabet edebilmesinde, istikrarlı kalite düzeyi, güvenilirliği yüksek mamulleri üretme, tasarım değişikliği hızı, düşük fiyat, satış sonrası hizmet unsurları belirleyici olmaktadır. Ayrıca günümüz tüketicilerinin artık fiyattan daha fazla kalite, marka ve yeniliğe önem verdiğini de unutmamak gerekir. Sektördeki firmaların sırasıyla birim maliyetlerin azaltılması, Pazar payının artırılması, uygunluk kalitesinin artırılması, yeni ürün geliştirme sürecinin kısaltılması ve karlılığın artırılması konularına daha fazla önem vermeleri gerekmektedir. Kaynakların toplam kalite yönetimine, imalatta otomasyona, fabrika içi yerleşim ve tam zamanında tedarike ayrılmasını sektörün bir başarısı olarak görmek gerekir. Ayrıca sektör, yurt dışındaki rakipleri ile karşılaştırıldığında üretim planındaki üretim miktarlarını süratle değiştirip imal edebilme esnekliği, üretim planındaki mamul gamını süratle değiştirip imal edebilme esnekliği, çalışanların beceri ve yetenekleri, birim imalat maliyetleri, müşteri/servis hizmetleri konularında avantajlı durumdadır. Sektörün yurt dışındaki rakiplerine göre dezavantajlı veya sorunlu alanları ise girdi malzemeye erişim, girdi malzeme ve nihai mamul depolama düzeni ve malzeme yönetimi, lojistik ve pazarlama, işletme sermayesi için finansman pahalılığı ve döviz kurlarındaki dalgalanmalar, ulusal alt yapı maliyetleri, organize öğrenme ve bilgi/deneyim eksikliği, müşterek bir vizyonun eksikliği, uluslar arası piyasalara erişim güçlüğü (uluslar arası piyasalarda tanınma ve dünya markası eksikliği), tanıtım noksanlığı, küresel rekabette standartlara uyum konusunda yaşanan güçlükler, ülke imajı ve marka güvenilirliği, avrupa birliği ülkelerine ürün satabilmek amacıyla CE belgesi almakta karşılaşılan zorluklar vb. gibi unsurlardır. 10 IV- KONUT SEKTÖRÜNÜN ANATOMİSİ İnsanoğlu sınırsız ihtiyaçları olan ve buna rağmen hepsini karşılamak isteğinde olan bir varlıktır. Barınma ihtiyacı da bu sınırsız ihtiyaçların en önemlilerindendir. Bu ihtiyaç insanlık tarihi kadar eskidir. Eskiden ilkel ve basit görünümde olan ve ucuz girdi ile kısa sürede inşa edilen mekanlar, bugünün nüfusu artmış, sanayileşmiş ve bilgi toplumu haline gelmiş dünyasında yerini, sosyal yaşam kurallarının işlediği, kalifiye işçilik, mühendislik ve teknoloji ile kaliteli ve sağlam malzeme girdilerinin kullanıldığı toplu kullanıma uygun mekanlara bırakmıştır. Konut ihtiyacı dayanıklı ve dayanıksız tüketim mallarına duyulan ihtiyaç gibi süreklidir. Ancak söz konusu tüketim malları ihtiyacının giderilmesi tekrarlıdır. Her defasında talep edilir, tüketilir. Arkasından yeniden talep edilir ve yine tüketilir. Bu durum böylece sürüp gider. Dayanıksız tüketim ürünlerinde tekrarlanma aralıkları (frekans) sık, dayanıklı tüketim ürünlerinde ise seyrektir. Konutta ise durum farklıdır. Zira konut ihtiyacı süreklidir. Ancak genellikle tüketim mallarında olduğu gibi bu ihtiyacın giderilmesi sık veya seyrek tekrarlı değil, kesiksizdir. Bir defa istediğinizi talebe çevirir ve genellikle çok uzun bir süre aynı konutu tüketmeye (kullanmaya) devam edersiniz. Bu konutta kuşaklar boyu yaşar veya bu konutta kuşaklar boyu yaşayacak olanlara bu konutu satar veya kiralarsınız. Yani konut tüketimi uzun bir döneme ihtiyaç duyar. Konut pahalı bir üründür. Peşin alınması güçtür. Ülkemizde de peşin konut alabilecek fert sayısı, nüfusa oranla düşük bir seviyededir. Sadece dar gelirli kesimin değil, orta gelir düzeyine sahip olan kesimin de istediği anda ve peşin olarak konut edinme şansı zayıftır. Bu bakımdan Türkiye’de konut sahipliği açığı bir hayli yüksektir. Kendi konutuna sahip olmayanların sayısı bugün milyonları bulmaktadır. Öyleyse çözüm, pahalı olan bu ürünü çok uzun vadede ve kişisel bütçeleri sarsmadan tüketilebilecek halde sağlamaktır. Yani uzun vadeli taksitlerle konut sahibi olma imkanlarını meydana getirmektir. Ekonomik sistemde bu imkanı sağlayacak olan kuruluşlar da elbette devlet, bankalar ve finans kurumlarıdır. Bu çözümün konut sahiplik oranını artıracak şekilde gerçekleşmesinin ise aşağıda açıklamaya çalıştığımız bazı olmazsa olmaz koşulları bulunmaktadır. Fiyat istikrarı: Fiyat istikrarı, uygulanan para politikaları ile faiz ve enflasyon oranlarının düşük seyrettiği bir ekonomik tabloyu gerekli kılmaktadır. Türkiye’de kredi piyasası, kurlardaki 11 dalgalanmalar, faiz ve enflasyon oranları ile ilgili tehlike sinyallerine karşı hassas bir yapıda bulunduğundan, konut kredisi faiz oranlarının zaman zaman yükselme yönünde hareket ettiğini gözlemliyoruz. Bu reaksiyon, konut kredisi faizlerine karşı son derece hassas bir yapıya sahip olan emlak ve konut inşaatı sektörünü de geçici belirsizliklere itmektedir. Bunun sebebi, yaklaşık olarak satılan her dört konutun üçünün konut kredileri vasıtasıyla satılmasıdır. Olayın bir başka yönü de maliyet artışlarıdır. Konutu kredi kullanan tüketiciye daha inşaatı başlamadan satan müteahhitler, ülkemizde dış kaynaklı parasal gelişmelerden kaynaklanan kur tırmanışları sebebiyle ithalata bağlı inşaat girdilerinin inşaat maliyetlerini bir anda yükseltmesi sonucu mali darboğazlara girmekte, ayrıca söz konusu gelişmelerin hemen ardından bankaların konut kredi faizlerini yükseltmeleri de bu darboğazı daha da artırmaktadır. Mali istikrar: Yukarıda sözünü ettiğimiz olmazsa olmaz koşullardan ikincisi ise mali istikrardır. Faiz dışı fazla hedeflerinin tutturulduğu, kamu borçlanma gereğinin azaltıldığı, kamu harcamalarında israfın önlenerek verimliliğin artırıldığı, gerek denetimlerle gerekse ülke gerçeklerine uygun vergi politikaları ile kayıt dışı ekonominin GSMH içerisindeki payının giderek azaltıldığı, kamusal gelirlerin giderek artırıldığı disiplinli bir bütçe sistemi ve maliye politikası uygulanması gerekmektedir. Bankaların en iyi müşterisi olan devlet, kamu borçlanma gereğinin azaldığı bir ortamda giderek daha düşük faiz oranlarıyla ve daha dar çapta bankalara borçlanacağından, bankalar ellerinde kalan fonların atıl kalmasına razı olmayıp bu fonları reel ekonominin kredi ihtiyaçlarının finansmanında kullanacaklardır. Tabi ki bu fonların büyükçe bir kısmı konut ihtiyacının finansmanına aktarılabilecektir. Arz yönlü iktisat politikalarının uygulanması: Bilindiği üzere, ancak toplam tasarruf eğiliminin ve yatırım kapasitesinin artırılarak sermaye stokunda belirgin yükselişler kaydedilmesi mümkündür. Toplam tasarruf eğiliminin artması, bankaların ödünç verilebilir fonlarının artmasını, plasman hacimlerinin genişlemesini sağlayarak toplam yatırımların ve bu arada konut yatırımlarının finansmanını da sağlar. Konut sektöründe çalışan firmaların konut üretimleri GSMH açısından yatırım harcaması sayıldığından GSMH’da büyük artışlar yaşanır. İstihdam olanakları artar. Hatta işsizlik düşük oranda olsa da azalmaya bile başlar. Eskide tamamlanarak bitirilmiş, satılmış ve milli gelir hesaplarına dahil olmuş konutların, banka kredileri ile talep eden tüketicilere tekrar 12 satışlarında ise satıcıların ve bankaların karları milli gelir hesaplarına dahil edilirken, yeni konut üretimlerinde yeni istihdam olanakları artacağından bankalar, müteahhitler ve girdi malzemeleri tedarik edenlerin ve bağlı sektörlerin karlarının yanı sıra konut inşaatı ve bağlı sektörlerde çalışanların elde ettiği gelirler de milli gelir hesaplarına yansır. Reel büyüme daha da ivme kazandır. Tüketicilerde daha elverişli koşullarda konut sahibi olur. Yabancı sermayeye kısıtlama getirilmemesi: Konut ihtiyacının finansmanında ülkemiz bankacılık ve finans sektörünün finansal gücünün yetersiz kalması durumunda, yabancı bankaların ülkemizde faaliyet göstermelerinin, plasman artışı, rekabet, verimlilik ve getirecekleri yeni teknolojiler gibi kriterler göz önüne alındığında ekonomimize ve özellikle konut sektörünün gelişimine ne denli katkılar yapacağı ortadadır. Gelir Dağılımının İyileştirilmesi: GSMH artarken özellikle alt gelir grupları ile orta kesimin milli gelirden aldıkları payın üst gelir gruplarına nazaran daha hızlı artmasını sağlayacak iktisat, maliye ve sosyal politikaların uygulanması, hane halklarının bütçelerinden kredili olarak konut edinimlerine rahatlıkla pay ayırmalarını sağlar. ABD ve Avrupa birliğine dahil olan ülkelerde kişisel bütçelerin üçte biri aşmayan kısmı konut kredileri taksit ödemeleri için kullanılmaktadır. Dar gelirlilerin birtakım sosyal politikalarla desteklenmesi, inovasyon temelli kalkınma modellerinin belirlenmesi, verimliliğin artırılması, adaletsiz olan dolaylı vergilerin azaltılması, firmalar ve fertler üzerinde oluşan aşırı vergisel yükümlülüklerin yani istihdam maliyetlerinin ve enerji başta olmak üzere bazı girdi maliyetlerinin azaltılması ve bunun sonucunda firmaların yatırım, üretim, istihdam ve ihracat kapasitelerini artırmaları gibi gelişmeler milli gelirin artmasını ve orta sınıf ile dar gelir gruplarının durumlarının giderek iyileşmesini sağlayacaktır. Kamunun Konut İnşasına Uygun Arsa Üretmesi ve Özel İnşaat Firmalarının İşlerini Kolaylaştırması: Böyle bir gelişim sağlanması, konut fiyat artışının makul seviyede kalacağını, değişmeyeceğini veya konut fiyatlarının düşeceğini, tersi olması halinde ise mevcut konut açığı varken mortgage sistemine geçişin konut fiyatlarını yukarıya doğru hareket ettireceğini söylemek mümkündür. Öte yandan tüketicilerin de fiyatların bu denli yükselmemesi adına 13 rasyonel davranış sergilemeleri gerekmektedir. Konut satın alınırken sadece coğrafi faktörleri değil, bununla beraber sosyal faktörleri de göz önüne almalarının gerekliliğine inanan tüketicilerin, konut alırken kendilerini frenlemeleri fiyatların yükselme hızını yavaşlatacaktır. Yasalar ve Teşvik Tedbirleri: Çıkarılacak mortgage yasasının Türkiye’de konut üretimini kolaylaştırıcı ve teşvik edici şekilde artırılması, konut kredisi alanlara vergisel teşvikler verilmesi, yasanın ülkenin özel şartlarına göre düzenlenmesi ve hızlı konutlaşmanın önündeki engellerin kaldırılması gerekmektedir. Türkiye’de bankaların konut kredisi plasmanları yaklaşık GSMH’nın binde beşleri düzeyinde iken bu oran AB ülkelerinde ve ABD’de yüzde elliler mertebesindedir. Ayrıca mortgage sisteminde yer aldığı üzere bankalar konut kredisi verdikleri tüketiciden aldıkları ve krediye konu olan ipoteği, ipotek finans kuruluşuna devredecektir. Bu kuruluş da stokunda yer alan ipotekleri menkul kıymete dönüştürerek çeşitli adlar altında piyasaya arz edecektir. Bu yolla yeni fon oluşturarak başka kredilere kaynak sağlanmış olacaktır. Ayrıca mortgage sisteminin kalıcılığı ve sağlam işlemesi için de bu piyasanın düzenlenmesi şarttır. Gelişmiş ülkelerde yirmi ila otuz yıl vadeli ve düşük faizli kredilerle ve söz konusu menkul piyasasının akıcı işlemesiyle ortalama olarak halkın üçte ikisi konut sahibi olmuştur. Örneğin ABD’de bu oran yüzde altmış beşler düzeyindedir. Sonuç olarak ülkemizde son beş yılda yukarıda saydığımız konularda bir hayli önemli adımlar atıldığı aşikardır. Konut talebinin artışı, arz yetersizliğinden ötürü kısa dönemde arsa, inşaat ve faiz maliyetlerini artırsa da makro ekonomik dengelerde meydana gelen sürekli iyileşmeler, ekonomimize duyulan iç ve dış güven stoku, gösterdiğimiz iç ve dış siyasi ve ekonomik gelişmeler ve AB üyelik sürecinde yaşanılan ve yaşayacağımız geçici sorunlara rağmen aldığımız ve alacağımız mesafeler bize orta ve uzun dönemde konut arzının konut talebine düşük fiyat artış hızı ve yüksek gelir artış hızı düzeyinde sürdürülebilir bir biçimde eşitleneceğini göstermektedir. Gökhan Gökalp – Bağımsız Denetçi 14 KAYNAKLAR İstanbul Elektrik – Elektronik İhracatçı Birliği Kaynakları Murat Ertekin, Dış Ticaret Uzmanı GÖKALP, Gökhan. Otomotiv’de Neredeyiz, Biz’ce Dergisi, sayı:4, sayfa:40, nisan 2007. GÖKALP, Gökhan. Otomotiv’de Ar ge ve İnovasyon, Biz’ce Dergisi, sayı:5, sayfa:54, mayıs 2007. GÖKALP, Gökhan. Elektronik Sektörünün Kalitatif Yönü, Biz’ce Dergisi, sayı:7, sayfa:52, temmuz 2007. GÖKALP, Gökhan. Konut Sektörünün Anatomisi, Biz’ce Dergisi, sayı:13, sayfa:42, mart, nisan 2008. Türkiye Elektronik Sanayicileri Derneği (TESİD) Kaynakları www.dtm.gov.tr www.immib.org.tr www.kobifinans.com.tr www.osd.org.tr www.taysad.org.tr www.tüik.gov.tr 15