Özel Örgüt Sevê Evîn çîçek Koçgirililer halen yargılıyamıyorlar. Teşkilat-ı Mahsusa'cı Laz Topal Osman Ağa, Arnavut Sakallı Nurettin Paşa ve Koçgiri jenosidi Ismet Inönü, Topal Osman, Mustafa Kemal- Angora T.C.ni şekillendiren İttihat-ı Teraki Partisi’nin sivil ve asker kadroları, kendilerinin yöneticileri, kadroları oldukları “özel örgüt” adı verilen Teşkilat-ı Mahsusa'nın, falliyetlerinden, falliyet alanlarından, faaliyetlerinin sonuçlarından bahsetmemeyi uygun gördüler. İttihatçılar, 1908 askeri darbesini izleyen diğer yıllardaki darbelerle sistemi ve kendilerini güvenceye aldılar. Devlet yönetme tutkuları, kurdukları rejimi yaşatma amacı, bireysel çıkarları, bunu gerektirdi. Teşkilat-ı Mahsusa adlı özel örgütlenme saklandı, gizlendi, gizleniyor. Özel örgütlenmeden bahsetmek, göçertmelerden, katliamlardan, işkencelerden, tecavüzlerden, zorla alıkoymalardan, suikastlardan, talanlardan, soygunlardan, gasptan bahsetmektir. Teşkilad-i Mahsusa ile ilgili dökümanlar, bilgiler, Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüd Başkanlığı Arşivi'nde korunmaktalar. Ben Teşkilad-i Mahsusa yönetici ve militanlarının Koçgiri’yi ilgilendiren kesimine değineceğim. Niye değinme gereği görüyorum? Koçgiri halkı halen 1921 jenosidini gerçekleştirenlerin hazırladıkları ve bölgeye sundukları psikolojik savaşın boyutlarını analiz edemiyor. İnternet sayfalarına girdiğim de klasik cümlelerle karşılaştım. Koçgirililer T.Osman’ı, Nurettin Paşa’yı bağlı oldukları merkezler itibarıyla sorgulamayı öğrenmelidirler. Sorgulabilmelidirler. Laz Topal osman; (1881 veya 1983 - 02.4.1923) Giresun'un Hacihüseyin Mahallesinde doğar. 1912 yılında gönüllü bir birlikle Balkan savaşına katılır. Çatalca hattında çete olarak savaşır ve kendisine yarbaylık rütbesi verilir. Orada sağ ayağından yaralanır. Bu yaralanmadan dolayı topal sıfatını alır. Laz Topal Osman, Teşkilat-ı-Mahsusa’nın Karadeniz bölgesindeki en önemli simalarından birisidir. Osmanlı İmparatorluğunu yöneten İttihat ve Terakki Partisi yöneticileri, 1.Dünya Savaşı sürecinde çete örgütlenmelerine giderler. Hapishanelerdeki insanları zorla eğitime tabi tutarak çete olarak yetiştirirler. Bunları savaş olan, olmayan alanlarda, soykırımlarda kullanırlar. Pontos’da Rum ve Ermeni halklarına yönelik olarak jenosid suçu işleyen T.Osman ve arkadaşları için Kafkas cephesi yeni bir deneme alanı olur. Gayr-i nizami harbin gereklerini orada da yerine getirir. Teşkilat-ı Mahsusa II’de görev alan çeteler, kafkas halklarına ve karadeniz dolaylarındaki halklara karşı savaş suçlarını oluşturan eylemler gerçekleştirmeyi devlet hizmeti olarak algılarlar. T.Osman çeteleriyle birlikte Teşkilat-ı-Mahsusa II emrinde görev yaptığından eylemlerinden dolayı ödüllendirileceğinden emindir. Yıl 919, 1.Dünya Savaşı bitmiştir. Ittihat-ı Teraki Partisi yöneticileri jenosidler gerçekleştirenler olarak jenoside uğrayan halkların baskıları sonucu Konstantinopl’da kurulan mahkeme de yarğılanmaktadırlar. Ittihad-ı Terakki Partisi’yle ilişkisi olanlar kendilerini gizleme gereği duyarlar. Yeni isimler altında örgütlenirler. Osmanlı sömürgesi olan memleketlere göre cemiyete isimler verilir. Ittihad-ı Terakki Partisi kadroları, Trakya’da; Trakya-Paşaeli, Kürdistan’da; Vilayât-ı Şarkiye Müdafaa-i Hukuku Milliye Cemiyeti, Pontos’un Trebizonda vilayetinde Muhafaza-i Hukuk cemiyeti adlarıyla örgütlülüklerini faaliyetlerini sürdürürler. Konstantinopl’da; Trebizonde ve Havalisi Ademi Merkeziyet Cemiyeti vardır. Bu cemiyetin yöneticilerinin görevlendirdiği kişiler Of ilçesiyle Rize yöresinde şubeler açarlar. ( G.M.K.Atatürk, Söylev, cilt I-II, Çağdaş yayınları, s.36, İstanbul, 27 bası Temmuz 1995 ) Teşkilatçı T.Osman’da, Giresun Müdafaa-i-Hukuk Cemiyeti'ni kurar. Aynı zamanda da gönüllü müfrezesiyle, o günkü derin devletin diğer üyeleriyle birlikte bölgede suç işlemeye devam ederler. T.Osman, Şubat 1918'de Giresun Belediye Başkanı olur. T.Osman hem Giresun Belediye başkanı, hem de Giresun Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti başkanıdır. Konstantinopl’da, teşkilatçılar Ay-Yıldız isimli bir örgütlenmeye giderler. Bu örgütlenmede görev alanlar osmanlı padişahına görüş ve istek bildiriminde bulunurlar. Bunun üzerine Padişah Vahdettin M.Kemal’i görevlendirir. Padişah tarafından bizzat görevlendirilen ve teşkilatçı arkadaşlarıyla birlikte ingiliz vizesi alarak yola çıkan Mustafa Kemal Pontos'a varır. Pontos, Batı Ermenistan, Kürdistan kendisinin çalışma alanları olacaktırlar. A.B.D. Eski Türkiye Büyükelçisi Général Sherrill, M.Kemal`le görüşür. M.Kemal kendisi Padişah Vahdettin ile olan görüşmesini, görevlendirilmesini şema halinde kagit üzerine çizerek anlatır. P; cam, S; sultan, O; M.Kemal`i işaret ediyorlar. (Général Sherrill, A.B.D. Eski Türkiye Büyükelçisi, Adam-Eser-Memleket, Plon Yayınevi, s.48, Paris, 1934) Mustafa Kemal, Samsun'a vardığında hangi ittihatçı-teşkilatçıyı nerede, hangi cemiyette bulacağı bilgisine sahiptir. T.Osman'la haberleşir. 29 Mayıs 1919’da Havza'da, T.Osman'la görüşür. T.Osman’a talimatlar verir. Teşkilatın çalışma kuralı; geride bilgi, belge bırakmamaktır. Konstantinopolis Hükümetinin resmi görevlisi, ordu müfettişi olan M.Kemal, hem ordu mensubu, hem de mülki amir yetkileriyle Pontos’a gönderilmiştir. Yani askerdir, siyasal bilimler mezunlarının yaptıkları idari görevde kendisine verilmiştir. Laz T. Osman da, hem çete lideri, hem belediye başkanıdır. T.Osman, bu görüşmeden sonra, M.Kemal’den aldığı emirleri uygulamaya başlar ve çok daha rahat şekilde eylemler gerçekleştirir. Kendisinin kullandığı yöntemler tümüyle derin devletin, bugünkü JİTEM-JİT’in çalışma tarzını sergiler. 1919’da, İttihat-ı Teraki Partisi yönetici ve üyeleri, 1.Dünya Savaşı sürecinde Ermeni halkına yönelik olarak uyguladıkları soykırım ve sürgünlerden dolayı Konstantinopolis Sıkıyönetim Mahkemesi’nde yargılanırlar. T.Osman’da gıyabında yarğılananlar arasındadır. O, Mirliva Süleymaniyeli Kürd Mustafa’nın da üye bulunduğu mahkeme heyeti tarafından Ermenilere yönelik uygulamalarından dolayı idama mahkûm edilir. Kendisi, Pontos’dadır. Çete örgütlenmesiyle bölgesindeki halklara zarar vermeye devam eder. Yakalanamaz! Çünkü teşkilatçılar tarafından korunur. İdam mahkumiyeti almış olmasına rağmen 8 Temmuz 1919'da kendisi hakkındaki tutuklama kararı bizzat Padişah Vahdettin tarafından kaldırılır, kendisi af edilir. Bu affı sağlayan kişi Mustafa Kemal’dir. M.Kemal, tüm yetkileri de kendisine iade ederek, tekrar Giresun belediye başkanı olmasını sağlar. Giresun'a geri dönen gayr-i nizami güçler komutanı yeniden Muhafaza-i-Hukuk Cemiyeti başkanlığı görevini de yapar. O, Şubat 1919 da Muhafaza-i Hukuk’nin Giresun Şubesini kurmuştur. İlk başkandır. Bunun yanı sıra basına da el atar. Gazete yayınlamaya başlar. Propağanda amaçlı, Türk-İslam ideolojisini yayıcı yayınlar yapılır. Bu gazete Angora hükümetinin Karadeniz bölgesindeki propaganda aracıdır. Bir müddet yayınına devam eder. Pontus’a, Kürdistan’a görevli olarak gönderilen Mustafa Kemal'in karaya çıkar çıkmaz görüştüğü kişiler, teşkilatçılar örgütlenmelere devam ederler. Sivas ve Erzirom kongrelerini Teşkilat-ı Mahsusa mensupları organize ederler. Osmanlının bütün imkanlarını kullanırlar. İttihad-ı Teraki Partisi’nin kurduğu bütün yan kollar, birimler, gizli örgütler Türk-İslamcı kongre’nin çatısını oluştururlar. İttihatçılar, kendilerine karşı çıkan insanları susturmak, öldürmek, kongre de etkisiz hale getirmek görevlerini aksaksız sürdürürler. T.Osman, Erzurum kongresi için temsilci gönderme yetkisine de sahiptir. 15. Kolordu Komutanı Kazım Karabekir Paşa Serhat bölgesinde görevlidir. Görevi Ermeni halkının özgürlük istemine karşı Osmanlı-Türk ordusunu yönetmektir. Her zaman olduğu gibi düzenli ordunun yanısıra çeteler de görevlendirilmişlerdir. T.Osman biraraya getirdiği gönüllü çeteleri Kars’a gönderir. Angora şekillendirilmeye başlanılan askeri dikta, rejim suçlu olarak görüp hapse tıkadığı kişileri, hapisten salarak, eğiterek cepheye savaş suçları işlemeye göndertir. Bu kişiler sadece Hristiyan inancından olan insanlara değil, geçtikleri alanlardaki Müslüman, Mitra-Zerdüşt-Rîya Heq inancından olan insanlara yönelik de suç işlerler. M.Kemal, kendisi gibi hem asker, hem de sivil görevli olan T.Osman’ı Angora'ya çağırtır. T.Osman, 12 Kasım 1920'de derin devletin yeni merkezinde, M.Kemal ile görüşür. M.Kemal’in isteği üzerine Pontos'dan topladığı 100 kişilik seçme çeteyi, muhafız grubu olarak Angora'daki teşkilatçı başkanını korumakla görevlendirir. Çetelerden muhafız alayı oluşturulur. Giresunlu savaş suçlularından, gayr-i nizami harbin kadrolarından oluşturulan bu muhafız alayı, M.Kemal’in ilk muhafız birliğidir. Sayı 100 den, 250 ye çıkarılır. Çeteler M.Kemal’i ve B.M.M. ni korurlar. T.Osman, M.Kemal’den aldığı talimat üzerine Muhafız Birliği’nin yönetimini Giresunlu milis komutanı Mustafa Kaptan’a bırakır. Kendisine yeni bir görev verilmiştir. Giresunlu milis, çetelerden 42. ve 47. Alayları oluşturmak. 1921 ocak ayında gönüllü alayları oluşturmaya başlar. 42. Giresun Gönüllü Alayı’nın üst sorumlusu Giresun Askerlik Şubesi Başkanı Binbaşı H.A.Alpaslan’dır. 47. Giresun Gönüllü Alayı’nın komutanı da T.Osman’dır. T.Osman ; Giresun Belediye Başkanı, Giresun Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Başkanı ve oluşturulan alayın yöneticisidir. Çete reisi T.Osman düzenli ordu çalışmalarına dahil edilmiştir. 42. Ve 47. Alayları, 5.000 kişilik güç Angora hükümetinin emrinde, hazır kuvvettirler. M.Kemal, İ.İnönü bütün yetkileri bir merkezde, kendi denetimlerinde toplayabilmek için düzenli orduya geçmeyi düşünürler. Kuvay-ı Milli ismi verilen milis örgütlenmesi ve diğer benzer örgütlendirmeler tasfiye edillip, yeni isimlerle, düzenli ordu örgütlenmesine gitmeyi hedeflerler. Bu istek pratiğe konulur. İlkin kendisinden çekindikleri Kuvay-ı Milli’ye komutanı Çerkez Edhem’e yönelirler. Meclis de “Milli Kahraman“ ilan edilen bu şahsiyeti ve kardeşlerini özel komplolarla kaçırtırlar. Rakip olabilecek kişileri tek tek saf dışı bırakılırlar. Merkez Ordusu oluşturulur. Komutan Arnavut Sakalli Nurettin Paşa`dir. Laz milis-çetelerini de gönüllü alay adı altında denetime tabi tutarlar. Asagıdaki çizimler Kocgiri`deki saldırı alanlarını, günlerini belirtmekteler. T.C. Genelkurmay Harp Tarihi Başkanlığı Resmi Yayınları Seri No:1, Türk Istiklal Harbi VI.nci Cilt, Istiklal Harbinde Ayaklanmalar (1919-19219, Ankara, Genelkurmay Basimevi, 1974) T.Osman’a, komutasındaki 47. Gönüllü Alayı veya diger adıyla Giresun Gönüllü Müfrezesi ile 1921'de, Koçgiri’de, Kürd ulusal kurtuluş hareketinin bastırılması için görev verilir. Gönüllü alay mensubu çeteler, Balkan savaşlarında, 1.Dünya Savaşı sürecinde, Pontos’da, Ermenistan’da, Kürdistan’da, Kafkas cephesinde edindikleri bütün tecrübeleri Koçgiri’de uygulamaya korlar. T.C. Genelkurmay Harp Tarihi Başkanlığı Resmi Yayınları Seri No:1, Türk Istiklal Harbi VI.nci Cilt, Istiklal Harbinde Ayaklanmalar (1919-19219, Ankara, Genelkurmay Basımevi, 1974) Merkez Ordusu Kumandanı Arnavut Sakallı Nurettin Paşa, Angora’daki yetkililere, T.Osman’dan övgüyle bahseder. O, Kürd ulusunun evlatlarına yönelik soykırımda başarıyla görev yapmıştır. Kanlı pratikler sergilenir. Toplu öldürmeler, tecavüzler, yakmalar, talanlar, bayan kaçırmalar gerçekleştirilir. 1.Dünya Savaşı sürecinde İttihad-ı Teraki Partisi’nin yaptığı düzenlemeyle, jenosid uygulanan bütün alanlarda el konulan zenginliklerin partiye verilmesi mecburi kılınır. Bu zenginlikleri çalan, partiye vermeyen askeri ve idari yöneticiler cezalandırılırlar. Bu düzenleme 1921’de de geçerliliğini korur. M.Kemal ve çalışma ekibinin emirleriyle Koçgiri’ye doğru saldırıya geçenler, Koçgiri’den götürebilecekleri bütün taşınır zenginliğe el korlar. Kürd halkının emeği, değerleri paylaşılır, devlete gelir yapılır. Laz alaylarının, kendileriyle birlikte götürdükleri “35.000“ hayvan sadece bilinen sayıdır. O dönem de Trabzon limanından Rusya’ya ihracat yapılmaktadır. O döneme ait arşivlerde bulduğum ve ticari ilişkileri anlatan belgelerde canlı hayvan ihracatının yapıldığı belirtiliyor ve sayılar veriliyor. İhraç edilen hayvanlardan kaç bini Kürdistan’ın Koçgiri bölgesinden, kaç bini Pontos’dan gasp edilmişti ? Sayıyı bilmek mümkün değil. Bir diğer konu bayanların esir alınmaları, erkekleri teslim alabilmek için kullanılmaları, zorla alıkonulmaları, kaçırılmalarıdır. Laz alaylarının mensupları bayanları da savaş ganimeti olarak görüyorlar. Koçgiri’de esir alınan bayanlardan biri de Alşan Bey’lerdendir. T.Osman bu konu da;. “Çengerli de üç gün ü gece yattım. Rukiye Hanım’ı orduya kattım“ diyen kişidir. Laz alayları mensupları Balkanlar da, Kafkaslarda edindikleri tecrubelerle zoru, şiddeti bir silah gibi kullanıp, bayanlarımızı esir alıp, memleketlerine götürüyorlar. Kaçırılan bayanlar, bu çetelerin evlerinde hapsediliyorlar. Bu bayanlardan bazıları kaçıp, Kocgiri’ye dönmeyi başarıyorlar. M.Kemal ve teşkilatçı ekibinin karar ve emirleriyle Kocgiri’ye gönderilen Laz çetelerin uygulamaları, pratikleri o dönem de Osmanlı sınırları içinde görev yapan fransız yetkililer tarafından raporlarştırılırlar. Bu raporlar bağlı olunan merkezlere aktarılırlar. “Topal Osman ve çetesinin Koçgiri üzerindeki zulmü öyle azgınlaşmıştır ki Koçgiri’li Beko özel olarak bu çeteyle savaşmak için görevlendirilmiştir. Beko, Topal Osman çetesini Refahiye yakınlarında kuşatır. Erzincan’dan gelen ikinci alaya bağlı ikinci taburun dağ toplarının yardımıyla Topal Osman ve çetesi kurtulurlar. ( “Osman Aga” in, Bulletin Periodique de la Presse Turque, no 27, Paris 24 - 25 juin 1923, P. 3) T.C. Genelkurmay Harp Tarihi Başkanlığı Resmi Yayınları Seri No:1, Türk Istiklal Harbi VI.nci Cilt, Istiklal Harbinde Ayaklanmalar (1919-19219, Ankara, Genelkurmay Basimevi, 1974) T.C. Genelkurmay Harp Tarihi Başkanlığı Resmi Yayınları Seri No:1, Türk Istiklal Harbi VI.nci Cilt, Istiklal Harbinde Ayaklanmalar (1919-19219, Ankara, Genelkurmay Basimevi, 1974) T.C. Genelkurmay Harp Tarihi Başkanlığı Resmi Yayınları Seri No:1, Türk Istiklal Harbi VI.nci Cilt, Istiklal Harbinde Ayaklanmalar (1919-19219, Ankara, Genelkurmay Basimevi, 1974) T.C. Genelkurmay Harp Tarihi Başkanlığı Resmi Yayınları Seri No:1, Türk Istiklal Harbi VI.nci Cilt, Istiklal Harbinde Ayaklanmalar (1919-19219, Ankara, Genelkurmay Basimevi, 1974) T.C. Genelkurmay Harp Tarihi Başkanlığı Resmi Yayınları Seri No:1, Türk Istiklal Harbi VI.nci Cilt, Istiklal Harbinde Ayaklanmalar (1919-19219, Ankara, Genelkurmay Basimevi, 1974) Ebubekir Hazım Tepeyran’ın anılarındaki bilgiler; Ebubekir Hazım Bey Osmanlı bürokrasisinde oldukça önemli görevler yüklenmiştir. Sivas valisi Cemal Bey’den sonra kendisi Mustafa Kemal tarafından Sivas’a vali olarak tayin edilir. Oi, Sivas’a gitmeden önce, Çankaya Köşkünde Mustafa Kemal’i ziyaret eder: " …Ayrılırken bana dedi ki “ Bilmem kendisini tanır mısınız? Merkez Ordusu Kumandanı o yörede bir Nurettin Paşa vardır. Azametli, azametli bir şeydir. Bununla beraber sizin için, kendisine ve gösterişine önem verilecek bir şey değildir.” Tanrım dedim, Sultan Hamid’in yardımcılığında iken İngiliz Abdullah’ın refakatine memur olarak Manastır’a gelmişti..... (....).....7 Mayıs 1921 günü Angora’dan hareket ettim......(....)....Nurettin Paşa’yı ordunun merkezi olan Amasya’da zannediyordum. Sivas’ta bulunduğunu bir olaydan, nedenden dolayı bir gün sonra öğrendim.” (Ebubekir Hazim Tepeyran, Belgelerle Kurtuluş Savaşı Anıları, Çağdaş yayınları, İstanbul, 1982) Ebubekir Hazim Tepeyran Merkez Ordusu Kumandanı Nurettin Paşa ile çalışma alanı, yetki, görev, sorumluluk konusunda anlaşmazlığa düşünce, Nurettin Paşa’nın Koçgiri’de yaptıklarını kısmen sergiler. “ Sivas’ta 2,5 ay kadar süren ikinci valiliğimin hatıraları bu yazdıklarımdan ibaret değildir. Fakat Sivas’a sanki her işi bırakarak, yalnız merkez ordusu kumandanının kanunsuz,zararlı,feci uygulamalarını, hükmünü ve tecavüzlerini ortadan kaldırmaya çalışmak gibi acı bir görev için gelmiştim.....(....).....Yazmadıklarım, yazamadıklarım, yazma eziyetine tahammül ettiklerimden az değildir. Yazamadıklarımın ne olduklarını o bölge insanları bilirler.... (....) .... Bazı hallerde bir şey yapmak veya söylemek nasıl vatani bir görev ise bazen de bir şey yapmamak, susmak için vicdanını zorlamak eziyetine katlanmak da öyledir....(...)...Nurettin Paşanın yapmış olduğu bastırma harekatının çok fena bir şekilde sonuçlanmış olduğunu Sivas’a geldiğim zaman öğrendim.....(....).....Koçgiri olayından dolayı suçlu, suçsuz bir çok insan öldürülmüş, evleri tahrip edilmiş,malları ellerinden alınmıştı. Koçgiri olayını bastırmakla görevli olan Nurettin Paşa,görevlendirildiği, kendisine verilen bu görevi düşünülemeyecek derecede çok fazla şiddet, hatta vahşetle bastırdı. Can korkusu ile dağlara sığınarak, otlar yiyerek yaşamak mecburiyetinde kalan erkek, kadın, 132 köy halkının harap köylerine dönerek mahsullerini hasat ederek, hiç olmasa açlıktan ölmemeleri, genel af ilan edilerek korkularının giderilmesi gereğini bir kaç kere içişleri bakanlığına yazdım. Sırf Nurettin Paşa’nın sakinlikten,olaysızlıktan hoşlanmamasından dolayı, tekliflerim sonuçsuz kalıyor ve halk tahrip olunan evlerini kış gelmeden mümkün mertebe yapmak için merkez kumandanının karşı koymasına bir son verilmesini istiyor ve yalvarıyor ” (Ebubekir Hazim Tepeyran, Belgelerle Kurtuluş Savaşı Anıları, Çağdaş yayınları, İstanbul, 1982) Tepeyranın bir bürokrat olarak açıklamak istemediği uygulanılan vahşet ve katliamlardır. Osmanlı imparatorluğunun asker ve sivil bürokratlarının Kürdistan sorunu söz konusu olduğunda tutumları dikkat çekicidir. Bu kişiler bütün gerçekleri devleti koruma adına devlet sırrı olarak açıklamadıkları gibi, bunların devletin önemli birimlerinde görev yapan yakınları da aynı anlayışla davranmaktalar. Anıları kitaplaştıranların uyguladıkları özel sansürler, yayınevlerinin sansürcülükleri, bilgileri silmeleri de göz önüne alınmalı. Teşkilatçılar Cumhuriyet Gazetesi’ni kurarlar. Bu gazetenin en önemli şahsiyeti olan Yunus Nadi, Hitlerin doğum günü partisine katılan bir şahsiyettir. Tepeyran’ın torunu olan Oktay Akbal da Kemalisti. Teşkilat-Özel Harp Dairesi-Ergenekon tarafından yönetilen bir gazetenin yazarıydı. Tepeyran’ın anıları torunu tarafından sansürlenerek 1982 yılında yayınlanırlar. Tepeyran’ın kullandığı, yazdığı cümlelerinin kaçta kaçının kitapta yer aldığını bilemiyoruz. Kitapta var olan haliyle Tepeyran, Osmanlı-Türk devletinin Türk-İslamcı resmi politikasını göz ardı ederek, katliamın tek suçlusu olarak Arnavut Nurettin Paşa’yı gösteriyor. Gerçekleri devletin kutsallığı adına gizliyor. Tepeyran, bulunduğu mevkiyi kaybetmemek, ya da baskılarla karşılaşmamak için sadece Nurettin Paşa’yı suçluyor olabilir. Ayrıca bu kişinin yaptıklarını Mayıs ayı boyunca Sivas’taki yerel gazetede yayınlattığını belirtiyor. Nurettin Paşa’nın halkı kendi başına buyruk katlettiğini, zoraki sürgüne yolladığını, mallarına el koydurduğunu, evlerini yeniden yapmalarına izin vermediğini açıklıyor. Nurettin Paşa’yı şikayet ediyor ve “Sözde isyancılar Sivas’ta mahkemeye çıkarılsalardı, iş hallolacaktı ” diyor. Nasihat Heyetiyle ilgili olarakta, Nasihat Heyeti üyelerinin aşiret reislerinden aldıkları güvenceler sonucunda sevinerek, işlerini bitirmenin rahatlığıyla, Nurettin Paşa’nın huzuruna çıkıp rapor verdiklerini, Nurettin Paşa’nın “Buraya kadar geldikten sonra, askeri harekata devam etmenin yararlı olacağı ” düşüncesiyle katliamlara başladığını, Nasihat Heyeti başkanı Şefik Bey’den bizzat duyduğunu söyler. Angora’daki hükümetin, Nasihat Heyeti’nin çalışmalarından haberdar edilmediğini ileri sürer. Oysa Bakanlar Kurulunun, Merkez Ordusuna ilişkin kararnamesinin 3. maddesi şöyledir: “ Merkez Ordusu Kumandanı bölgesi içinde huzura yönelik konulardan dolayı gerekli gördüğü takdirde, gerek görürse memurlara işten el çektirmeğe yetkili olup, daha sonra üst makamını bilgilendirir. ” Vali Tepeyran, Angora’daki teşkilatçı hükümeti koruyor. 3. maddenin kötüye kullanılmaması için Nurettin Paşa’nın geri çekildiğini belirtiyor. Oysa olayın mecliste tartışılma boyutu ortadadır. Merkez Ordusunu kim kurdurdu? Nurettin Paşayı kim görevlendirdi ? Mecliste yargılanmasını isteyen milletvekillerini kim tehdit etti ve susturdu ? Yargılanmasını kim engelledi ? Bursa milletvekili olmasını o dönem başkomutan olan Mustafa Kemal neden dolayı engellemedi ? Ittihatçı-teşkilatçı meclis ekibi, İttihat-ı Teraki Partisi geleneğinden gelmeyen bürokratları kesinlikle görevlendirmiyorlar. Tepeyran, ittihatçı olmasaydı Konstantinopl’dan anadoluya geçmezdi. Kendisi, Mustafa Kemal'in güvendiği bürokratlardan birisidir. İşin gerçeği, Nurettin Paşa kendisinden istenilenleri yerine getirmiş, görevini başarmıştır. Mecliste Nurettin Paşa ile ilgili verilen karara yönelik olarak derin devletin bir diğer üyesi olan Çerkes Fevzi Çakmak da, Mustafa Kemal'in yanında yer alır ve onu destekler. Meclisteki tartışmalarda “Laz Alayları”nın binlerce hayvanı kendileriyle birlikte götürdükleri Erzincan milletvekili tarafından açıklanır. Halka ait olan hayvanların ve eşyaların çalındığını Tepeyran’da açıklar. “Halkın her cinsten binlerce hayvanları alınıp, orduca satılarak, bedelleri de orduca alınıp, hükümet sandığına senetler gönderilmiştir. Bu binlerce hayvanın nerede ve kanunun gerektirdiği şekilde hangi daire veya memurlar tarafından artırma ile satıldığı bilinmiyor. Nurettin Paşa batıran, yok eden öldürme ve başkalarının mallarına el koymalardan sonra tahrip ettirdiği 76 köyün yeniden inşasını uygun görmeyip köylülerin 16 köyde birleştirilmelerini emretmiştir. Birbirlerinden saatlerce uzak 76 köyün binlerce insanının yerleştirilmeleri mümkün olsa bile halkın pek uzaklarda kalacak olan otlak ve tarlalarından yararlanma, kullanmalarındaki zorluğa rağmen kumandan paşanın esasen yetkisi dışında olan bu emri ve teklifi içişleri bakanlığınca uygun bulunmadığı halde Paşa ısrar ederek köylerindeki evlerini yeniden yapmak isteyen halkın şiddetle engellenmesini doğrudan doğruya yerel hükümete emretmiştir. ,Nurettin Paşa, hükümetin güvenerek kendisine verdiği yetkiyi pek kötü kullanarak meydana getirdiği facialarla yetinmeyerek Koçgiri ileri gelenlerinden öldürülen veya ölüm korkusundan dolayı dağlarda saklanan kişilerin ailelerini de Sivas’a sürmüştü. Bu resmi ve birleşik teminata rağmen merkez ordusu kumandanı Zara, İmraniye ile beraber bütün bu bölgeyi askerle çevirmekle beraber, kaza dışına çıkmayı sağlayan köprüleri, geçitleri tutarak halkı, insanları çok fazla korkutmuştur. Askerlerle çevrilen köylerin insanları söylentilerin doğruluğuna, yani Kürtlerin sürgün edileceklerine inanarak hayatlarını kurtarmak için köylerini, evlerini terk ederek dağlara sığınmaya mecbur kalmışlardır. Sırf can korkusuyla kaçan, karşı çıkma, haydutluk, yol kesicilikle suçlanan insanların boş kalan köyleri yakılıp, yıkılarak bütün mal ve eşyaları, hayvanları alınmıştır.....İçlerinde en acımasız eşkıya reislerinin de bulunduğu söylenen asilerin 200 muhtelif cins ve bir hayli cephane ile velev bir tanecik olsun asker yaralıyamamış olması çok gariptir.! Yani bu da gösterir ki Nurettin Paşa bu kadar nüfusu müsadere suretiyle değil katliam şeklinde öldürmüştür. Bu resmi tebliğde ( Nurettin Paşa’nın tebliği ) açıklandığı gibi el konulan, alınan cinsleri muhtelif tüfekler 200 tane olduğuna göre, toplam 132 köyü tahrip olunan iki kaza dahilinde bu kadar silah bulunması esasen bir isyan hazırlığına işaret edemiyeceği gibi ölü olarak ele geçirilen eşkıya denilen toplam 272 kişiden, 72’sinin hiç silahı yokmuş demek oluyor.” (Ebubekir Hazim Tepeyran, Belgelerle Kurtuluş Savaşı Anıları, Çağdaş yayınları, İstanbul, 1982) O, tümüyle çatışmalardan ve sonuçlarından haberdar değildir. Ölen sivil, savaşçı ve merkez ordusu elemanlarının gerçek sayısını da bilemez, ya da belirli nedenlerden dolayı bu sayıları veriyor. “Bunların gizli olarak, gözetim altında batı cephesine gönderilmeleri gerekmektedir. Umraniye mıntıkası kuvvetsiz bırakıldıktan sonra, yaramazlığın, olayların tekrarı ihtimalini ortadan kaldırmak amacıyla Koçgiri aşiret reislerinden birinci ve ikinci derecede önemli olan kişileri adı geçen liva ( fırka ile tabur arası ) kumandanı marifetiyle Umraniye’de toplattırıp, tutuklattım. Bunlar Sivas’a gönderilmek üzeredir. Hiçbirisinin kaçmasına meydan verilmeksizin tutuklu bulundurulmaları, Sivas vilayetinden ve mıntıka kumandanlığından istendi ” (Ebubekir Hazim Tepeyran, Belgelerle Kurtuluş Savaşı Anıları, Çağdaş yayınları, İstanbul, 1982) Vali Tepeyran Merkez ordusu komutanı sakallı Nurettin Paşa’nın tutuklattıklarını 21.liva kumandanlığı vasıtasıyla Sivas’a gönderdiğini ve bu esirlerin Greklere karşı savaştırılmak istendiğini, bu isteğinde bir bildiride açıklandığını belirtiyor. Bildiriden bazı kesitlerle gerçekleri yazdığını ispatlıyor. “...Bu iki yüz kişinin gözetim altında, gizli ve aşağılanarak değil, daha önce var olan müracaat ve istifaları gereğince, gönülleri alınarak ve takdir olunarak cepheye sevkleri ve aşiret reislerinin de serbest bırakılmalarıyla beraber genel bir affın bir an önce ilanının devletin çıkarlarına uygun olacağını tekrarladım.” (Ebubekir Hazim Tepeyran, Belgelerle Kurtuluş Savaşı Anıları, Çağdaş yayınları, İstanbul, 1982) İmranlı’da “af” sözcüğüne inananların, teslim olanların karşılaştıkları son. Osmanlı-Türk çıkarları için batı cephesine, Greklere karşı çarpışmaya gönderilmek. Orada imha edilmek. Tepeyran, Nurettin Paşa’nın halka yaklaşımını şu cümlelerle anlatmaya devam eder. “Bu hayret edilecek bir işlemdi. Çünkü 141 kişiden ibaret olan tutuklular arasında iki ay önce Nurettin Paşa’nın resmi tebliğinde af edildiklerine dair isimleri olanlar da vardı. Olayların tekrarlanması ihtimaliyle, bunların tutuklanıp sürülmeleri, sonra da savaş mahkemesine verilmeleri, yargılanmaları için sebepler aranması, paşanın hukuk mevzuatı ile ve hatta en basit bir mantıkla hiçbir ilişkisi olmadığını ortaya koymuştu. Umraniye nahiyesi halkından canlarını kurtarabilenler, dağlarda açlıktan, sefaletten can çekiştikleri halde, bunların tekrar genel bir karşı çıkma, olay yaratma hareketinde bulunabileceklerini sanmak, af edilmiş oldukları halde tutuklanmaları, gerçekten çok çirkin bir uygulamaydı. ” (Ebubekir Hazim Tepeyran, Belgelerle Kurtuluş Savaşı Anıları, Çağdaş yayınları, İstanbul, 1982) Vali, idari yönetici olmanın sorumluluğuyla, askeri sorumluyu, yetkiliyi kontrol edemediğini, kendisini Sivas’a görevli olarak gönderen M. Kemal ve bakanlar kurulu yetkililerine iletir. 23. 07. 1921 tarihli şifreli telgrafı; “...Bu adamın vilayete musallat olması devam edecekse vatanımızın şerefini, çıkarını ve milli hükümetimizin onurunu ihlal eden hareketlerini yakından görüp de engellemeye imkan bulamadığım bir yerde felç olmuş bir şahit halinde valilik yapmaya değil, yaşamaya bile kişiliğim müsait olmadığından, İstanbul’dan hareket eden ailemin bugün geleceklerine ve şu sırada görev yerimin değiştirilmesindeki ağır yüke rağmen, Kastamonu’ya veya Konya’ya görevimin nakline bir an önce müsaade buyurmalarını istirham etmek mecburiyetinde bulunduğum mahfuzdur...(..)...Ne yazık ki Merkez Ordusu kumandanının her gün bir şekilde meydana getirdiği feci tabloları, görüntüleri daha fazla seyretmeye mecbur kalmamak için, bunların yapılmasına da engel olamadığımdan dolayı büyük bir üzüntüyle Sivas’tan uzaklaşmak zorunda kaldım ” (Ebubekir Hazim Tepeyran, Belgelerle Kurtuluş Savaşı Anıları, Çağdaş yayınları, İstanbul, 1982) Tepeyran önemli illere vali yapılan bir şahsiyettir. O, Angora hükümeti tarafından kendisine verilen emir üzerine 13 ağustos 1921’de Sivas’tan ayrılır, Pontus’da, Trebizonde vilayetinde valilik yapmaya başlar. Kürd jenosidi sonrası yeniden Grek-Rum-Helen ve Ermeni halklarının jenosidleri gündeme yerleştirilir. 1.Dünya Savaşı sonrası bu halklardan sağ kalmayı başaranlar - Rus işgalinden dolayı Trebizonde vilayetinde yaşayan Rum ve Ermeniler diğer vilayetlerdeki gibi jenoside, sürgüne tabi tutulamazlar - toplu imhaya tabi tutulurlar ya da sürgün edilirler. Rum ve Ermenilere yönelik kıyımlar devam etmektedir. M.Kemal hangi yönü, yeri işaret ederse pratik uygulayıcı Topal Osman, çeteleriyle birlikte oraya yönelir. Pontos(Pont-Ex)’daki uygulamalar ; Fransız arşivlerinde Topal Osman; “Haziran ve Temmuz 1921’de, Niksar, Erbaa, Ladik bölgeleri ve özellikle Marsivan (Merzifon) ili kanlı sahnelerin oynandığı tiyatro alanlarına döndüler. Topal Osman ve meşhur « Laz Çeteleri » baş oyuncuydular. Sayıları 2.500 ile 3.000 kişiden oluşan bu çete talancı ve kan dökmekten bıkmayan kişilerden oluşuyordu. Geçtikleri her yerde 1895 ve 1915 in vahşetleri yenilendi. Özellikle Marsivan’daki dehşetiyle kendisinin ayırt ediciliğini, farklılığını sergiledi. Topal Osman Niksar, Erbaa ve Ladik illerini Hıristiyanlardan temizledikten sonra Samsun kapılarına oradaki Hıristiyan halkı öldürmek amacıyla geldi.Yunanlıların karşı saldırıya geçmelerinden korkan Türk ileri gelenleri Angora’ ya katliamı önlemek için acil bir mesaj gönderdiler. Bu durum Eskişehir, Kütahya ve Afyon Karahisar’daki büyük Türk mağlubiyeti ile aynı zamana denk düşüyordu. Mustafa Kemal, pek övülecek tarafı olmayan birliklerinin geri çekilişini izlediği cepheden geliyordu. Belki de Topal Osman’dan yana tavır alacaktı. Fakat başka hesapları kendisini Samsun halkını bağışlama emrini vermeye götürdü. Ve Topal Osman geri çekilmek zorunda kaldı. Topal Osman bunu isteksizce gerçekleştirdi. Hiddetini Marsiva’nın zavallı Hıristiyanlarını öldürerek sakinleştirecekti. Samsun civarındaki Rum köylerini kana ve ateşe buladıktan sonra, Marsivan’a vardı. Burada zaman kaybetmeden korkunç planını gerçekleştirmeye başladı. Daha önce hazırlanan listelere göre, sayıları 300 olan bütün Rum ve Ermeni erkeklerini tutuklattı. Türk komitesi tarafından mal varlıkları belirlenen bu insanlardan büyük miktarlarda para istendi. Bir çoğundan istenen para miktarı mal varlıklarını geçiyordu. Fakat bu vahşilerin ellerinden kurtulabilmek için insanlar bütün yolları deniyorlardı. Borca giriyorlardı, çoğu bütün mallarını vermek zorunda kaldı. Her şey teslim alındıktan sonra bu insanlar başka yerlere götürülüyorlardı ve oralardan sağ çıkmıyorlardı. Acımasız bir şekilde öldürülüyorlardı. Ve cesetler büyük bir çukura atılıyordu. Topal Osman bizzat kendisi listelerde belirtilen mal varlıklarının alınıp alınmadığını ve bu insanların öldürülüp öldürülmediğini kontrol ediyordu. Erkeklerden sonra sıra kadın ve çocuklara gelmişti. Ateşleme ile sinyal verildi. Emir verilmişti. Hıristiyan nüfusun bütün mal varlığına el konulabilinirdi. Derhal katliamlar, talan, yağma ve yangınlar başlatıldı. Evlere saldırıldı. Çok sayıda kadın ve kız hakaret edilerek öldürüldüler. Ateşten ya da ölümden kaçıp kurtulabilen kadınlar ve çocuklar katillerin kurşunlarına hedef oluyorlardı. Amerikalıların ya da Cizvitlerin yanına sığınarak canlarını kurtarmayı başaran 400 - 500 kişi yaşayabildikleri için sevinçliydiler. Olay iki şekilde anlatıldı ........ Birinci anlatıma göre köy ateşe verilir ve orada bulunan zavallı kadınlar yanarak ölürken içlerinden bir kaçı ateşten kurtulmayı başardılarsa da katillerin kurşunlarına hedef olurlar. İkinci anlatım şekline göre biraz daha insancıl olan bir Türk yanan evin kapısını kırarak oraya sığınmış vaziyette bulunan kadın ve çocuklardan 500 ünün kaçıp kurtulmalarını sağladı. Bu ikinci anlatım gerçeğe daha yakındır. Kadınlar korku içinde kaçıştılar ve rastgele evlere daldılar. İçlerinden birisi bilmeden bir Türk evine girdi ve kendisini insana ürküntü veren, elinde hançeri, elbiseleri kan içinde olan bir adamın karşısında buldu. Evin içi adeta bir kan deniziydi. Kadın bu durumdan öyle etkilendi ki delirdi. Bir Ermeni papazı kilisenin önünde öldürüldü ve elleri ayakları kesildi. Şehrin büyük bir kısmı özellikle Rum ve Ermeni mahalleleri ateşe verildi. Çok sayıda kadın ve kıza tecavüz edildi. 60 - 70 genç kadın ve kız kaçırıldılar. Bu vahşet 4 ya da 5 gün devam etti. Ateşkesin imzalanmasından sonra sağ kalanlar;15 erkek, 1000 kadın ve diğerleri de çocuktu.Toplam 3000 kişi kalmıştı. Bunlar anlatılamayacak bir sefaletin içindeydiler. Evlerinden kovulmuşlar, yollarda ne yapacaklarını bilemez halde dolaşmaktaydılar. Akşam olunca bir duvarın dibine çöküp, soğuktan korunmaya çalışıyorlardı. Kendilerini bir torba ya da çul parçasıyla örtmeye çalışıyorlardı. Amerikalılar onlara çorba ve bir parça ekmek veriyorlardı.Kış ise yaklaşmaktaydı. Bu garibanlara ne olacak? Sefaletten, soğuktan, açlıktan ölmeye mahkum edilmişlerdi. Kendilerine iyi bir yardım yapılamazsa son kaçınılmazdı” (Archives des Jesuites de France, RAr 25, chemise 6, no 22, auteurs du texte; Jesuites sur place (Sivas, Amasya, Morsivan)) Bolşevikler, 1908 askeri darbesini devrim olarak görürler. İttihatçıları devrimci olarak değerlendirmeye tabi tutarlar. Kasım 1918’de Almanların Konstantinopl’dan bir denizaltıyla kaçırdıkları İttihat-ı Teraki Partisi’nin yöneticilerini, 1.Dünya Savaşı sürecinde 1.500.000 Kürdün, bir milyondan fazla Ermeninin, yüzbinleri bulan Helen-Grek-Rumun, Binlerce Asuri-Keldani-Süryaninin topluca imha edilmeleri, sürülmeleri emirlerini veren jenosidlerin baş mimarlarından Enver Paşa ve arkadaşlarını özel konuklar olarak ağırlarlar. Bolşevikler ağırladıkları ittihatçıların koltuklarına oturan ve Osmanlı-Türk devletini yönetmeye başlayan diğer ittihatçılara da kol kanat gereler. Bu kişilerle de dostane ilişkilere sahiptirler. 1921 öncesi olduğu gibi, 1921 yılı süreci içinde de M.Kemal ve ekibini para, savaş araç-gereçleri, diplomatik destek, eğitim-bilgi, asker konularında desteklerler. Onların sundukları destekle Pontos’da, Kocgiri de jenosidler gerçekleştirilir. Bolşeviklerin görevlendirdikleri ve Angora’da diplomatik temaslar yapan M.V.Frunze üç ay boyunca idari ve askeri yöneticilerle beraber olur. Seyahati boyunca değişik halklardan kişilerle sohbet etme imkanına kavuşur. Sohbet konuları ve gözlemleri ile ilgili olarak Topal Osman ve Lazlarla ilgili aktarımlarda bulunur. Emperyalist-kapitalis batıdan, burjuva batıdan tepkiyle bahsederken, bolşevik yoldaşlarının Angora’daki dikta rejime verdikleri desteklerden bahsetmez. "Lâz'ların reisi Osman Ağa büyük ün yapmış. Bütün bölgeyi azılı çetesiyle kan ve ateşe boğmuş. Sanırım şunu söylemek bu konuda yeterli: Buradaki Türkler bile onun yaptıklarından korkuyla söz ediyorlar ve asla onaylamıyorlar.Benim için hiç ummadığım bir bilgi olmuştu doğrusu. Ankara'da bulunduğum sırada Lazistan milletvekili Osman Bey’le tanıştım .... (....) .... ayrılıp evime döndüğümde pek çok kişi tarafından soru yağmuruna tutuldum. Osman Bey’in konuğu olduğumun doğru olup olmadığı merak konusuydu. Ben de doğru olduğunu söylemiştim. İş öylece kapandı. Ama cevabımın pek hoş karşılanmadığını da anlamıştım. İşte şimdi Havza'da açığa çıktı bu merakın ve memnuniyetsizliğin sebebi. Aynı soruyla burada da karşılaştım. Doğru olduğunu öğrenince de bu adamın nasıl biri olduğunu ve onun neler yaptığını bilip bilmediğimi sordular. Ben Osman Ağa’yı gözümün önüne getirerek az da olsa bildiğimi söyledim. Konuşma ilerleyince benim tanıdığım Osman Bey ile Osman Ağa’nın aynı kişi olmadığı ortaya çıktı. Bundan karşımdakiler de çok memnun oldular. Öğrendim ki Osman Ağa’nın çeteleri Havza'da korku salmışlar, yakmışlar, tecavüz etmişler, önüne gelen tüm Rum ve Ermeni'leri öldürmüşler. Köprüleri yıkmış.......Sözün kısası Müslümanlarla Hıristiyanlar arasında süre gelen tarihi ve ulusal çatışmaların eskilerden bugüne değin çözümlenemeyişine işte bu yapıda adamlar ve bu acımasız yöntemler sebep olmuş. Yalnız burada tümüyle bir halkın diğerine saldırmasında, ne yere, ne yaşa aldırmamasında, ne acıma, ne merhamet bilmemesinde, vahşice bir ulusal dövüşte "uygar" burjuva batının tam anlamıyla iğrençliğini, alçaklığını, ikiyüzlülük ve çirkefliğini hissetmek ve görmek mümkün....(…)… Osman Ağa: Aslen lâzdır.Türkiye'nin önde gelen kişilerinden biri. Angora hükümetinin çağrısına hemen "evet" demiş çetecilerle ve Yunan askerleriyle savaşmak için emrine verilen Lâzlardan güçlü bir milis birliği oluşturmuştur. Giresun'dan cepheye gidecek biçimde örgütlenen Osman Ağa’nın milis kuvvetleri kendisine göre bir yol çizmiş, önlerine gelen tüm Rum köylerini yerle bir etmiş, içindekileri öldürmüştür. 1921 yılında Milli ordunun kurulmasından sonra Osman Ağa Alay komutanı rütbesi almış, kendi Lâz birliğine alay adını vererek orta ve kuzey Anadolu'da örgütlenen Rum çeteleriyle sürekli amansız bir savaşa girişmiştir. » M.Kemal ve B.M.M. Giresunlu çeteler tarafından korunmaktadırlar. Giresun da yaşamaya devam eden T.Osman, M.Kemal’in telgraf emri üzerine Ağustos 1921’de Ankara’ya gider. Kendisi M.Kemal nezdinde nüfuz ve itibar sahibidir. Angora’da, Büyük Millet Meclisi üyelerine yönelik olarak korkutucu, sindirici, karanlık güç olarak boy gösterir. T.Osman ve Hüseyin Avni (Alpaslan) komutasındaki 42. ve 47. Gönüllü Alayları Agustos 1922'de, Sakarya da Rum-Helen ordusuna karşı savaşırlar. Büyük kayıplar verirler. Öldürme amacıyla giderler, öldürülürler. M.Kemal, yeni bir ödüllendirmeye gider. 1922 yılında bir kanunla Giresun’un müstakil il yapılmasını teklif eder. Giresun’un il yapılmasını sağlar. Bu gelişme T.Osman ve çetelerini ödüllendirme amaçlıdır. Sakarya Savaşına Milis Binbaşı olarak katılan T. Osman’a yine M.Kemal’in istemi üzerine B.M.M.’deki teşkilatçı-mebuslar tarafından yarbay rütbesi verilir. Osman Ağa ; Milis Piyade Yarbayıdır. M.V.Frunze devam ediyor ; « 1922-23 yıllarında Osman Ağa’nın alayları Mustafa Kemal'in şahsını koruma görevi almıştır (şimdi de bu görevi sürdürüyorlar). 1923 yılı sonbaharında Osman Ağa mecliste muhalif gruptan ünlü ve çok gözde milletvekili Ali Şükrü'yü öldürtmüştür. Tüm ülkede ve Mecliste bu ölüm öylesine öfkeyle karşılanmıştır ki...(...).... Lâzlar, ayrı bir dil konuşan gürcülerdir; hemen, hemen eski ulusal benliklerini tümüyle yitirmişler ve artık Türk devletinin bu uçta en sağlam parçası haline gelmişler. Sayıca aşağı yukarı yarım milyon kişiler. Bunlar son derece yiğit ve çalışkan insanlar. Ordu için de mükemmel bir kaynaklar. İslâm dininin ve Türk devletinin desteği olma görevlerini yalnızca Lâzistan'da değil, Türkiye'nin öteki bölgelerinde de yerine getiriyorlar. Kısa bir süre önce Lâzistan'ın en etkili önderlerinden bir olan Osman Ağa gönüllü Lâz'lardan topladığı bir kuvvetle, Türklere karşı ayaklanan Doğu Anadolu bölgesindeki Kürtleri ve Samsun sancağındaki Rumları kan ve ateşe boğdu. Bu toplanan kuvvet oldukça düzenliydi. Doğu geleneklerine göre hareket ediyorlardı. Yani geçtikleri yerleri talan ediyorlardı. Her taraf bir mezar sessizliğine gömülüyordu; tam bir suskunluğa... Düşmanların tümüyle yok edilmesi....." Genellikle denebilir ki ulusal tartışmaların, çağdaş Türkiye'de yerleşmiş tüm halklar tarafından kullanılan, çözümlenme biçimleri tekti ve son derece de basitti” Teşkilat-ı Mahsusa, yani “Özel Örgüt”, kısa sürede yaptığı katliamlarla adını duyurmuştur. 1914-18, 1919 ve sonrasında devlet politikalarının belirlenmesine damgasını vuran kişileri yöneten merkezdir. Devleti yöneten askeri-sivil kadroların okulu durumundadır. Her meslekten kadro yetiştirirler. Osmanlı da gelenekti ; devlet, devletin geleceğini garantiye almak için kullandığı has evlatlarını bir süre sonra yemeye başlıyordu. 1919 sürecinde devleti yönetenler de de bu gelenek devam etti. T.Osman, Angora’da kurulan diktatörlüğe karşı duran, konuşan herkesi hedefe koyar. İkinci gurupta yer alan mebusları tehdit etmekte sakınca görmez. Osmanlının ekmeğini yemiş, kılıcını kuşanmıştır. Kendi ırkından olan mebusların yaşamlarına son vermekte kendisi için sıradan bir iştir. Bu eylemiyle komutanı M.Kemal’in muhalifsiz kalmasını, diktatörlüğün kök salmasını sağlayacaktır. İttihatçı olan ve M.Kemal’in doktorluğunu yapan Dr.Rıza Nûr, bizzat T.Osman’la konuşmuştur. T.Osman’la, M.Kemal’ın Angora’daki ilişkilerini, yaşanan gerçekleri piyes haline getirmiştir. T.Osman’ın, M.Kemal tarafından görevlendirilmesinden detaylı olarak bahseder. Gazi olarak bahsedilen kişi M.kemal’dir. Piyesin adını ; « Topal Osman, Gülgülü Opera » kor. Konu ; 1823 den 1880’e kadar olan sayfaları kapsar. « T.Osman - Gazi Dr.Rıza Nûr - Ne dedi ? Topal Osman - «Beş-on mebus var. Bunlar vatan haini. Yunanlılara memleketi satmışlar…Bunları gıcır gıcır kesmeli. Başka çare yok. Bir gün meclisi bas ! Hepsini kes ! » dedi. Rıza Nûr - Kimmiş onlar ? Topal Osman - İkinci grup imiş Rıza Nûr - (Telâş ve heyecan içinde) Ağa, bu gayet vahim işdir. Önce şunu bil : Millet meclisinde hain yoktur. Kimse vatanı Yunanlılara satmamıştır. Satmanın da imkanı yoktur. Ellerinde değil ki satsınlar…Nasıl satarlar ?!... Topal Osman - (Hayret içinde bakarak) satamazlar mı ?... Tuhaf şey !... Rıza Nûr - Hayır ! Bu mebuslar sade hükümetin yaptığı yolsuzlukları. Gazinin yolsuz işlerini tenkid(eleştiriyorlar) ediyorlar. Bunda yerden göge kadar hakları var. Yolsuzluk olmuş diyorlar. Bu Gazi’ye fena geliyor. Senin vatanı sevdiğini biliyor. Seni böyle kandırmış…Bunları sana temizlettirecek. Sakın böyle bir şey yapmayasın… Topal Osman - Ne söylüyorsun ?!... Rıza Nûr - İşte bu böyledir. İyi ki bana söyledin…Bir millet meclisini basmak, mebusları kesmek ne demektir biliyor musun sen ? O ne ağır iştir ?...Sonra bunun altından kalkamazsın. Topal Osman - Ne bileyim ?!...Gazi söyledi. Rıza Nûr - O, seni alet ediyor. Biliyor musun sen ? Senin başınla oynuyor. Bunları sana kestirecek. Bir daha kimse de onun kötü işlerini söylemeye cesaret kalmayacak…Herkesin ağzına bıçaktan kilit vuracak… Topal Osman ; Bunları ben düşünmedim. Rıza Nûr ; Millet meclisini basmak, milletin evini basmak, mebus kesmek, milleti kesmek demektir. Haklı da olsa, haksız da olsa böyledir. Topal Osman ; ne yapayım ben şimdi ? Gazi’ye söz verdim. » (Dr.Rıza Nur ; Hayat ve Hatıratım, IV cild, Altındağ Yayınevi, İstanbul, 1968, s.1864, 1865) Angora’da oluşturulan meclise giden Laz kökenli mebuslara "Lâzistan Mebusları" olarak hitap edilir. Lâz halkının doğal cesareti, savaşçılığı İttihad-ı Teraki Partisi yöneticileri, teşkilatçılar tarafından Osmanlı sömürgeciliğini korumak, yaymak amacıyla çeteciliğe dönüştürülür. 1914-18 sürecinde osmanlıyı Balkanlı Enver, Talat Paşalar yönetirlerken, 1919 itibarıyle yeni komutan yine Balkan kökenli Türk-İslam ideolojisine hizmet sunan Sırp-Yahudi dönmesi bir ailenin ferdi olan ve Osmanlı askeri okullarında eğitilen, şekillendirilen M.Kemal’dir. 1920’de M :kemal ve çalışma arkadaşlarının Yahudi inancında olan insanlara yönelik tutumlarından dolayı, büyük bir yahudi kitlesi Güney Amerika’ya göç etmek zorunda kalır. Milisler-çeteler ve onları yönetenler, kendi anlayışlarına, değer yargılarına göre düşman olarak gördükleri varlıklara yaşam hakkı tanımazlar. “Kafirlere karşı savaşma”ları gerektiğine inandırılmışlardır. Değişik dini anlayışlara sahip olan kişilerle yaşamak istemezler. Allah adına yaptıkları işlemlerden dolayı Allah katında cezalandırılmayacaklarına inanırlar. Farklı inançlara saygısı olmayan bağnazlığın, yobazlığın üretimi katliamdır. Bağnazlık ve yobazlık devlet yönetiminde yer alınca jenosidler, sürgünler gerçekleştiriliyor. Teşkilat-ı mahsusa’nın has kadrolarından biri de İstiklal mahkemelerinde yargıç olarak görev yapmış olan, savaş suçlusu ve kod adı Kılıç Ali olan kişidir. Kılıç Ali, M.Kemal tarafından mebus-milletvekili yapılır. Dr.Rıza Nûr hatıralarında bu kişiden bahseder. Bu kişinin görevinin meclis de en ön sırada oturup, M.Kemal’e muhalif olanların konuşmalarını engellemek olduğunu belirtir. Engelleme şekli ise sıralara vurmak, bağırmak, gürültüyle konuşmanın duyulmasını engellemek. Meclis de silahlı dolaşmak, silahını muhaliflere göstermek, muhaliflere sataşmak. Korku yaymak. Sindirmek. Kılıç(Kel) Ali’ye göre Topal Osman; “Türk kurtuluş savaşının bir kahramanı da Giresunlu Topal Osman’dır. Topal Osman gönüllü olarak katıldığı Balkan savaşında tam 15 yerinden yaralanmıştır. Rumlar Karadeniz bölgesinde hayat bulunca o da kendi yöresinde oluşturduğu gönüllülerle Pontus çetelerine karşı mücadele vermiş. 23 Temmuz 1919’da toplanan Erzurum kongresinin ardından Giresun’da 5.000 kişilik silahlı bir güç oluşturmuş. Daha sonra Gazi Paşanın muhafız birliği komutanlığına getirilmiş. Osman Ağa okur yazar değildi. Milli duygularla dolu, halim-selim görünen fakat ruhen şiddetli ve çok haşin bir adamdı. Duygularını hiç belli etmez, aklına her geleni yapar ve yapabilir karakterdeydi. Giresun Alayı oluşturulduğu zaman ona “ Askeri yarbay ” payesi, rütbesi verilmişti. 29 Mart 1923 günü bir söylenti çıktı.Trabzon mebusu Ali Şükrü Bey iki akşamdan beri ortada yoktu. En son çarşıdaki bir kahvede görülmüştü. Gaziyi mecliste açıkça eleştiren Ali Şükrü bey muhalefet gurubunun en aktif üyelerindendi. Bu nedenle ortadan kaybolmasının anlamlı olduğu söyleniyordu. Ali Şükrü Bey’in kaybolması mecliste tartışılırken dinleyici localarında görüşmeleri izleyen T.Osman’la göz göze geldik. Fakat aklıma ve hayalime hiçbir şey gelmemişti. Meclis bahçesinde rastlaştık. Ne var ne yok ? Dedim. Hiç bir şey söylemedi. Aksine o benden bir şey sormak ister gibiydi. Ancak her zamanki gibi değildi. Biraz heyecanlıydı. Hükümet, Ali Şükrü Bey olayına el koydu. Yapılan araştırmalar sonucu Ali Şükrü Bey’in son olarak Karaoğlan çarşısındaki Kuyulukahve de oturduğu, ardından da Osman Ağa müfrezesinden Mustafa Kaptanla kol kola yürüdükleri belirlenmişti. Şükrü Bey’in kaybolduğu akşam Osman Ağa’nın evinden çığlıklar duyulmuştu. O gürültülü gece üst kattaki kiracılar korkup kaçmıştı. Osman Ağa bu konu da “ Bizim müfrezeden iki kişi münasebetsiz harekette bulundu. Onları dövdüm ” şeklinde bir açıklama yapma ihtiyacını hissediyordu. Yine aynı günün sabahı Osman Ağa’nın kapısına eşya taşınacağı bahanesiyle bir araba getirilmişti. Ali Şükrü Bey olayının soruşturulmasını takiben Osman Ağa ile Mustafa Kaptandan şüphelenildi. Her ikisi hakkında da tutuklama kararı verildi. Fakat Osman Ağa kayıplara karışmıştı. Angora dışında da araştırma yapılıyor. Bu görevi Mülazım Kemal yürütüyordu. Mülazım Kemal her tarafı aramış. Ümitsiz şekilde şehre dönerken bir iz dikkatini çekmiş. İzi sürüp bir toprak kümesine ulaşmış. Kazmışlar, Ali Şükrü Bey’in ta kendisiymiş. Cinayeti Osman Ağa’nın işlediği kanaati kuvvetlenmiş, aramalar yoğunlaşmış, sonunda Osman Ağa’nın Papazın köşkünde bulunduğu tespit edilmiş. Olay büyük ölçüde çözülmüştü. Fakat Osman Ağanın kolay, kolay teslim olmayacağı biliniyordu…(…)…Gazi, İsmail Hakkı Tekçe’ye emir verdi. İ.Hakkı Bey kıtasını alarak T.Osman’ın bulunduğu evin çevresini sardı. Osman Ağa’ya “teslim ol” çağrısı yapıldı. Bu çağrı kabul edilmeyince çatışma başladı. İsmail Hakkı Tekçe’nin başında bulunduğu muhafız kıtası ile T.Osman’ın silahlı adamları yarım saat çatıştılar. Çatışma sonucunda Giresun müfrezesinden 12 ölü, çok sayıda yaralı vardı. T.Osman da yaralı ele geçti ve 20 dakika sonra öldü. Giresun müfrezesinden ölen ve yaralananların çoğu askeri kıtanın isyan ederek köşke hücuma geçtiğini zannetmiş, silahını kapan Gazi Paşanın köşkünün civarına koşmuştu. Osman Ağa’nın silahlı adamları köşkü korumak amacıyla çatışmaya katılıyorlardı. Bunu sağ kalanların ifadelerinden anlıyorduk. Gazi Paşa, İsmail Hakkı Bey’e gerekli emri verdikten sonra köşkte kalmayı tehlikeli bulduğu için Latife hanımla birlikte istasyona, özel kalem binasına geçmiş, bizleri de oraya çağırmıştı…(..)..Bu arada Başbakan Rauf Bey (Orbay) yaptığı açıklamada Şükrü Bey cinayetinin aydınlatıldığını, faillerin ortaya çıktığını, Osman Ağa’nın da tutuklama emrini dinlemeyerek çatışmaya girdiğini ve ölü olarak ele geçirildiğini bildirdi. Nihayet Van mebusu Haydar Bey’in önerisi üzerine T.Osman’ın cesedinin meclis karşısında asılmasına karar verdiler...(..).. Ali Şükrü Bey aydın ve yurtsever bir insandı. Ancak menfi yaradılışlı ve dini taassup sahibiydi. Gaziden hoşlanmadığını bilirdim. Gazinin içki sofrasını dedikodu konusu yapanlardan biri de oydu. Ali Şükrü Bey, Osman Ağa’yı Angora’ya ilk gelişinde eleştiri bombardımanına tutuyordu. Ali Şükrü, şiddetli şekilde Topal Osman’ın aleyhindeydi. Onun işlediği cinayetleri sayıp, dökerdi. Ali Şükrü Bey, Mustafa Kaptana, M. Kemal Paşa’nın içki sofralarından söz etmiş. Bu sofraların artık dayanılmaz hale geldiğini söylemiş. “Memleketi bu adamın elinden kurtarmak lazım” demiş. Mustafa Kaptanda kendisini dinlemiş ve söylenilenleri gidip T.Osman’a anlatmış. Ali Şükrü Bey’in söylediklerine fena halde sinirlenen T.Osman “Şükrü Bey bu fikirde ise günün birinde Gaziye bir fenalık yapabilir. Onların yapacaklarına ben meydan vermeden, tepeleyeyim” demiş.” (Atatürk’ün Sırdaşı Anlatıyor, Hulûsi Turgut, Sabah gazetesi, Kasım, 1999) Baba tarafından Abaza, anne tarafından ise Bedirxanlardan olan Rauf Orbay’ın T.Osman’ı değerlendirişi; “Lozan’da görüşmelerde bulunan heyette Bahriyeyi temsilen bulunan deniz yarbayı Şevket bey hıçkırarak “Beyefendi ağabeyim kayıp ” diye ağlamaya başladı….(...)…Denizci olmakla beraber daha ziyade İstanbul’daki donanma cemiyetinin neşriyatında çalışmış, bir matbaa sahibi ve gazeteci olan Ali Şükrü Bey, Büyük Millet Meclisi açıldığı günden beri her vesile ile yaptığı muhalefetlerle dikkat çekmiş bir milletvekiliydi…(…).... Meclise gittim. Bilhassa Erzurum mebusu Hüseyin Avni Bey kendisine özgü konuşma tarzıyla sesini alabildiğine yükselterek “Ey milletin kabesi sana da mı saldırı? Ali Şükrü Bey iki günden beri kayıptır da hükümet bulamıyor… Böyle hükümet olmaz. Ali Şükrü’ye tecavüz eden milletin namusuna tecavüz etmiştir. Böyle namussuzlar yaşamamalı, kahrolmalı”diye bar,bar bağırıyor.Muhalif arkadaşları da “Kahrolsunlar, böyleleri yaşatılmaz ” nidalarıyla onu yüreklendiriyorlardı… Ziya Hurşit kuşkulanmış ; “ Kötü örnekler var, endişemiz bundandır. Uzağa gitmeyelim. Şu bizim milli hükümetimiz zamanın da, daha dün denecek kadar yakın bir zamanda meydana gelen suikast meselesini hatırlamamak imkanı var mı? Trabzon’da, güpe gündüz, hükümetin ve kışlaların karşısında 300 kurşun atılmak suretiyle yapılan suikastın failleri bulunmuş mudur? Hala bekliyoruz. Hükümet araştırmasını bitirsin, gelip olup biteni bize anlatsın, ondan sonra ikna olmazsak yapacağımız iş basittir.” Diyerek güvensizlik oyuyla hükümeti düşürmeye kadar götürmek isteyenler vardı. M. Kemal Paşa, Latife hanımla birlikte istasyona geldi. “ Şimdi ne düşünüyorsunuz ?” dedi. Bir şey düşündüğüm yok. T. Osman’ı yakalamak lazım. Çankaya’nın arkasında Papazın bağı denen yerde bulunduğu sanılıyor. “ Nasıl yakalatacaksın ?” Meclis muhafız kıtası ile. Bu sözüm üzerine M. Kemal Paşa endişeli bir tavır takındı. “Meclis Muhafız Kıtası’nda T.Osman’la gelmiş Karadenizliler var. Bunlar birbirlerine ateş etmezlerse, ne sen, ne ben, ne Angora....bir şey kalmaz.” deyince bir an düşündüm. Angora’da bu Muhafız Kıtasından başka asker denebilecek bir şey yoktu. Jandarmaların çoğu bile cephede bulunuyordu. Şu halde ne yapacaktık ? Cinayeti işlediği meydana çıkan, belli olan bir insanın Angora sokaklarında kollarını sallaya, sallaya gezmesine göz yummak ! Bu benim harcım değildi. Sonra bir de meclis vardı. Kırk sekiz saattir “ Bulun, adaleti yerine getirin ” diye feryad eden bir meclis. Bütün bunları düşünerek, M. Kemal Paşa’ya, suçluyu mutlaka yakalatmak lazım. Eğer başkumandan sıfatıyla ve herhangi bir düşünce ile sizce buna gerek görülmüyorsa, benim yarın bunu meclise anlatmam gerekecektir, dedim. Bunun üzerine, M. Kemal Paşa Muhafız Taburu Kumandanı İsmail Hakkı Bey’i çağırtı. İsmail Hakkı Bey gelince M. Kemal Paşa Osman Ağayı yakalamak amacıyla nereden, ne şekilde hücum edilmesi gerektiğini, krokisini çizerek kendisine anlattı ve hareket etti.” “Osman Ağa üstüne varılacağını anlayınca yukardan fırlayıp, hücum ettiği Çankaya köşkünde kimseyi bulamayınca, kapıyı kırıp, paltoları filan parçalayarak, karma karışık etmiş olduğunu haber alınca ya Fethi Bey’in hanımını dağa kaldırmağa kalkarlarsa ne yaparım, diye hemen Fethi Bey’e haber gönderdim…. H. Avni Bey olmak üzere bir kısım muhalif mebuslar artık rahmetli olan Ali Şükrü Bey’in yeteneklerini ve bağımsızlık uğrundaki mücadelelerini sayıp, döküp, onun ölmediğini ve mübarek kabrinin kendilerine sonsuza kadar özgürlük dersi vereceğini söyleyerek katillerine lanetler yağdırırken, işi yine muhalefete döküp, hükümet ve dolayısıyla M. Kemal Paşa’ya taş atmaya, dokunaklı söz söylemeye devam ettiler.” ” ( Rauf Orbay, Cehennem Değirmeni- Siyasi Hatıralarım II, Emre yayınları, s;122, 123, 124, 125, 127, 128, 129, yıl; 1993, İstanbul ) Lazları birbirlerine şarşı kullanma, kışkırtma, provakasyona getirme, kırdırtma becerisi; böyle bir beceriyi M.Kemal’den başkası gösteremez. O, bu konularda yeteneklidir. Dr.Rıza Nur onun bu yönünü üzerine basarak anlatıyor, açıklıyor. Kılıç Ali; Giresun müfrezesinden ölen ve yaralananların çoğunun askeri kıtanın isyan ederek köşke hücuma geçtiğini zannettiklerini, silahını kapanın M.Kemal’in köşkünün civarına koştuğunu, T.Osman’nın silahlı adamlarının köşkü korumak amacıyla çatışmaya katıldıklarını belirtiyor. Bu durumu sağ kalanların ifadelerinden anladıklarını söylüyor. Askeri kıtanın isyan ettiği haberini Giresun müfrezesinin elemanlarına duyurtan, onları harekete geçirten M.Kemal’dir. Lazlar birbirlerini kurşunlarken, O, politik oyunların aktörü olarak yeni bir başarıya imza atmış olur. “Onun Osman Ağa gibi başı bozuklara silah verdirmesini de eleştirerek yine bana “ Rauf Bey Efendiye sorarız, Harbiye okulunu bitirerek subay olmamış kimselere ve özellikle bazı cani, katil ve cahil adamlara subay üniforması giydirilip, kumandan kimliği nasıl verilir ? ” diye bağırıyorlardı. Bunlara da cevap vermek gereğini duyarak, dedim ki, şimdi bunun bu şekilde konuşulması doğru değildir. Bu gibi sivillere niçin silah ve rütbe verildiğini bilmeyeniniz yoktur. Bilinen bu işleri burada bu şekilde ortaya atmakla ordumuzun çok kıymetli ve aziz ileri gelenlerini ve subaylarını yıpratmayalım. Bu gibi durumların tartışılma zamanı gelecektir. ” ( Rauf Orbay, Cehennem Değirmeni- Siyasi Hatıralarım II, Emre yayınları, s; 130,131, yıl; 1993, İstanbul ) Önemli olan iradeleri teslim alınmış bireylerin Türk-İslam sentezine hizmet sunmalarıdır. Angora’da kurulan diktatörlüğün aktörlerini muhaliflerden korumaktır. Öğrenim görmek zorunlu değildir. Okuma yazma bilmeyen Lazistan’lı, yöneticileri için iyi bir can alıcı, talancı, tecavüzcü, gaspçı, yok edicidir. Bunun için diplomaya gerek yoktur. Kendisine pratik yaptırılarak, uzmanlaşması sağlanmıştır. Bilen, kafası çalışan, soru sorabilen, görevinin ağırlığının farkına varan, kendisine verilen bazı emirlere “hayır” diyebilir. Aşağılık kompleksi gölünde kulaç atan, kendisini ıspatlama ihtiyacı olan, sırtının sıvazlanmasına, pofpoflanmaya “aferin sana, başardın, başarılısın ” sözcüklerini duymaya susayan kişi ortamını bulduğunda öldürmeye, var olanı, yapılanı yıkmaya, tahrip etmeye başlayacaktır. Sistem, her halktan, canlılara zarar vericiler üretir. Teşkilat-ı Mahsusa II, kadrolarının pratikleri düşündürücüdür. Gayr-ı nizami harb kadrosu olmak! Yapılanlar, normal aile ortamı içinde doğan, büyüyen, bir insanın gereksinimi olan şeyleri doyasıya alan, yaşayan insanların kabul edemeyecekleri görevlerdirler. Problemli, yeterli sevgi, saygı görmeyen, şiddet altında büyüyen, sürekli eleştirilen, yargılanan, aşağılanan ve bu ilişkiler sonucu kurban olan, belirli bir güce sahip olduktan sonra da kurban arayan insanlara özgü iş alanları ve mesleklerdirler. Fransız Askeri Ateşeler, Genelkurmay Başkanlıklarıni sürekli bilgilendirirler. “Lausanne (Lozan) konferansının çıkmaza girdiği günlerde Angora’da mecliste tartışmalar olur. Mustafa Kemal’i eleştiren Trabzon milletvekili Ali Şükrü öldürülür. Öldürülme nedeni Mustafa Kemal'e muhalif olmasındandır. Kulislerde, Mustafa Kemal’in, Ali Şükrü’yü öldürttüğü konuşulur. Topal Osman, Angora’da dır ve Mustafa Kemal'in güvenliğinden sorumludur. Mustafa Kemal, Ali Şükrü’yü Topal Osman’a öldürtür. Durum ortaya çıkar. Mustafa Kemal, Topal Osman’ı savunamaz duruma düşer. Onun adamlarıyla birlikte Çankaya’yı basabileceğini düşünür. Kendisi bir başka yere geçerek, kendi güvenliğini sağlatır ve Topal Osman'ın yok edilmesine dair emir verir. Topal Osman yaralı olarak ele geçirilir. “Giresun Alayı” dağıtılır. Mustafa Kemal, Ali Şükrü’yü öldürtmekle muhalefete gözdağı verir. Ayrıca giderek kendisi için tehlikeli olabilecek olan, çok sayıda komplosunun pratik uygulayıcısını da ortadan kaldırtarak, komplolarının açığa çıkmasını engellemiş olur. Cellat, verilen bütün görevleri yapmıştır. Mustafa Kemal’in kendisine sahip çıkmamasından sonra muhalefete geçmiş bir Kemalist subayın örnek sonu gazetelere şu şekilde konu olur; “Polis tarafından kovalanan Topal Osman, Papaz Köşkü diye adlandırılan yere 120 kişilik bir çeteyle sığınmıştı. Burada ağır makinalı tüfeklerle donatılmış iki bölük tarafından kuşatılıyor. Yaralıları saymazsak beş askerin ve sekiz isyancının ölümüyle sonuçlanan çarpışmada Topal Osman ( Osman Ağa ) iki Nisanda bir kaç adamıyla birlikte öldürüldü. Bir Anadolu kağnısı üzerinde getirilen cesedi Büyük Millet Meclisi parkından pek uzak olmayan bir yerde örnek olarak asıldı”” ( “Osman Aga” in, Bulletin Periodique de la Presse Turque, no 27, Paris 24 - 25 juin 1923, P. 3) Ali Şükrü Bey'in öldürülmesini isteyenler ne yapmak istiyorlardı? Güçlü, seçkin bir aileden ve meclis pratiğiyle de tam bir muhalif olan ve gittikçe sempati, etki kazanan, taraftar toplayan Ali Şükrü Bey'i ortadan kaldırıp, meclisteki muhalif gruba gözdağı vermek, sindirmek, susturmak. Onları başsız bırakmak. Derin devlet mensubu, gizli devlete ve M.Kemal’e yaptığı hizmetlere karşılık sonuç itibarıyla bir asi ve vatan haini muamelesi görür! Onu yıllarca ölüm makinası gibi kullananlar, kendisini sahiplenmezler. Yalnızlığa terk ederler. İsmail Hakkı (Tekçe) komutasındaki silahlı güç T.Osman’a ve adamlarına karşı harekete geçirilir. M.Kemal, Tekçe’ye kesinlikle T.Osman’ın öldürülmesi emrini vermiştir. Sağ yakalanmasını istemez. T.Osman, adamları ve İ.H. Tekçe’ye bağlı güçler arasındaki çatışma sonucu T.Osman silah kullanmaz duruma getirilir. M.Kemal, bir öldürme tutkununu, elemanını kaybetmiştir. Ama konuşmasını enğelleyememe endişesi yaşar. Çünkü T.Osman ağır yaralı olarak ele geçirilmiştir.T.Osman’ın kafasına ateş edip, kendisini öldüren kişi İsmail Hakkı Tekçe’dir. T.Osman’ın konuşması kimler için tehlike oluşturacaktı ? O, başta M.Kemal olmak üzere, meclisdeki hükümet yetkililerinin suçlarını bilen bir tanıktı. O, rahatlıkla insan öldürme yönüyle tanınan, çok şey bilen, konuşması halinde o günkü derin devleti bütün yönleriyle deşifre edebilecek bilgilere sahip olan bir teşkilat kadrosuydu. Öldürülmesi, bilgi vermesini, açıklama yapması olanağını sıfıra indirmiştir. Yaralıyı konuşturma, bilgi alma, suçlarını itiraf ettirmek varken, kafasına kurşun sıkmak suretiyle ebedi sessizliğe yolcu edilir. Balkanlarda, Pontos’da, Ermenistan’da, Kürdistan’da karın deşen, baş kesen T.Osman’ın başı da gövdesinden kopartılır. Kaçırılırcasına gömülür. Ertesi gün ise kafası kesilmiş cesedi Angora'nın Karaoğlan çarşısında, ayağından asılmış halde insanlara gösterilir. Yeniden gömülür. M.Kemal’in emri üzerine cesedi aynı ay içinde Giresun’a gönderilir. İslam’ın kurallarına göre yeniden gömülür. 1925 yılının Mart ayında ise yine M.Kemal’in istem ve emri üzerine cesedi Giresun kalesinin en yüksek yerine taşınır. Kendisi için anıt mezar yapılır. Öldürülmesinden sonra kendisinin adına, yerine birisinin gitmesi sonucu “hacı“ da olur. Hacı Osman Ağa olarak anılmaya başlanılır. Hüseyin Avni’yi sevmeyen, düşüncelerini eleştiren İttihat-ı Terakki’ci Rauf Orbay’ın kendisi de, parti içi çatışma, ayak kaydırma girişimleri, oyunları sonucu yıllarca Avrupa’da sürgünde yaşamak zorunda kalacaktır. İstiklal Mahkemesi kendisine 10 yıllık bir ceza verir. Üç kez süikast girişimine maruz kalır. R.Orbay ve kendisi gibi Kafkas kökenli olan asker, sivil bürokratlar (Çeçen, Çerkez, Abaza, Lezgi, Acar....) balkan kökenli Pomak (müslümanlaştırılmış Bulgar), Boşnak, Arnavut, Sırp dönmeler tarafından sahneden atılırlar ve kaçışa, sürgüne zorlanırlar. Yeterince kullanılmışlardır. M.kemal ve İ.İnönü iktidarı kendileriyle paylaşılmak istemezler. Çerkes Fevzi Çakmak, M.Kemal’in yanında Çerkes Edhem’in karşısında yer alır. M. Kemal’le birlikte iktidarda bulunan klik, çevrelerinde, politik alanda varlığından rahatsız olmaya başladıkları eski çalışma arkadaşlarını, süreç içinde devre dışı bırakmak için, bireyin prestijini sıfıra indirme, kaçırtma, ya da ortadan kaldırtma yöntemlerini kullanırlar. Bu şahıslar için “Padişah taraftarıdır” cümlesini kullanmak, ya da bir başka söylenti yaymak, Angora’da oluşturulan diktanın amaçlarına ulaşması için yeterli oluyor. Dr. Rıza Nur, M. Kemal’in meclisdeki şahsi hakimiyetini, ilişkilerini detaylı olarak anlatır. Kendisi bizzat M.Kemal’le olan bir görüşmesini de açıklar. “ M.Kemal ve ismet de Meclis’in kendilerine metbu’ olmamasından, her istediklerini körü körüne kabul etmemelerinden sinirleniyorlar.....(...)....Bir gün Mustafa Kemal’e; Size ne? Sizin mevkiiniz yüksektir. Kendinizi fırkaların fevkinde (partiler üstü) tutun! Bir hükümet düşerse, öteki fırkanın hükümetini korsunuz. Sonunda o da düşer, yine evvelki geçer. Muhalifleri hükümetten ted’ib hiç tedbir değildir. Bilakis onlara da verin...(...)...Buna cevabı şu oldu; “Muhalif bir fırkaya(partiye)değil, meclis’de muhalif bir sese tahmmül edemem.” ” (Dr.Rıza Nur ; Hayat ve Hatıratım, IV cild, Altındağ Yayınevi, İstanbul, 1968, s.1286, 1287) T.Osman ve kullanılan sıfatlar O; Teşkilatçılar için; Osman Ağa’dır. Koçgirililer için; Topal Osman’dır. Sosyolojik anlamda da ağalıkla alakası yoktur. Türk-İslam ideolojisinin figüranları için ; Hacı osman Ağa’dır. Koçgirililer için ise ; Yêzîd, hırsız, talancı, tecavüzcü, işkenceci, katil. Angora’da merkez kuran teşkilatçılar için ; Gazi M.Kemal Atatürk’ün Muhafız Alay Komutanı Koçgirililer için ise ; Laz çetelerin komutanı. Angora’daki muhalifleri susturma, sindirme, yok etme aracı. Eldivenli ellerin maşası. Teşkilatçılara göre ; M.Kemal’in muhafızı. Koçgirililere ve muhaliflere göre ; askeri diktatörlüğün kullandığı cahil bir piyon, araç. Bölgedeki Müslüman inancında olan insanları da huzursuz eden bir ruhi sorunlu. Teşkilatçılara göre ; cumhuriyet şehidi Muhaliflere ve Koçgirililere göre ; iktidarda kalma oyunlarının, kavgasının kullanılan, kullanılmaya hazır aracı. Teşkilatçılara göre ; Balkan, Batum, Sakarya kahramanı, 47.Giresun Alayı Komutanı. Pontos, Ermenistan, Kürdistanlılara göre ; Karın deşen, baş kesen, öldürmekten zevk alan cellat. Öldürmelerinin bedeli, ödülü, milis piyade binbaşılık, yarbaylık. Teşkilatçılara göre ; halk kahramanı Pontos, Ermenistan, Kürdistanli tanıklara göre ; halkların düşmanı. Teşkilatçılara göre ; milli kahraman Lazlar için milli hain. Hizmet ettiği askeri diktatörlük Laz ulusunun bütün kimliklerini yok saymıştır. Bu halk dilini dahi kaybetmekle yüz yüze kalmıştır. Teşkilatçılar için ; destansı pratik sahibi, aktör Jenoside tabi tutulan halklar için ; jenosid abidesinin temel taşlarını yerleştirenlerden. Kahraman değil, kahreden, utandıran pratiğin sahibi. Teşkilatçılar için ; korkusuz Laz uşağı. Angora’daki tanıklar için ; bütün gücünü elindeki silahlardan, çevresindeki çetelerden alan, sırtı M.Kemal tarafından sıvazlanan savaş sendromlu korkak. Teşkilatçılar için ; hizmet sunulan ağa Muhalifler için ; M.Kemal’e hizmet sunan, hayır demesini bilmeyen emir eri, uşak. Teşkilatçılara göre ; Giresun’un yiğidi. Muhaliflere göre ; yiğitlik ölçülerinden haberi dahi olmayan, arkadan vuran, zayıf anı kollayan biri. Teşkilatçılara göre ; Adı T.C. tarihine altın harflerle işlenmesi gereken bir efsane. Pontos, Ermenistan, Kürdistanlılar açısındansa ise ; yarğılanması gereken bir jenosid mimarı, suçlusu. T. Osman’ın mensubu olduğu Laz halkının durumu ? Ulusal, kültürel anlamda hiç bir hakka sahip değiller. Türk – İslam olarak muamele görüyorlar. Çizilen T.C. sınırları içinde Laz ulusunun fertleri 4 şehirde yaşıyorlar. 4 diyalek konuşuyorlar. 50.000 az kişi kendi anadillerini konuşmaktalar. Gençler asimilasyonun ağır etkisi altındalar. Kürtleri ulusal haklarından dolayı kıranlar, hizmet sundukları derin devlet kadroları tarafından yok oluşa doğru sürüklendiler. Laz halkı hem T.C.’de, hem de Gürcistan’da baskı altındadır. Kendi topraklarında kimliklerini ifade edemiyorlar. 47. Giresun Alayı ve Milis Piyade Yarbay’ı T.Osman tartışılmaya devam ediyorlar. Afyon’un İncehisar, Doğanlar köyü Sivritepe mevkinde 14 Giresunlu milis-çete için T.C.Milli Savunma Bakanlığı tarafından « 47.Giresun Alayı şehitliği » yapıldı. Bu şehitlik 28 Ağustos 1992 tarihinde devlet töreni ile açıldı. “ATA’nın Muhafızı İçin Anıt GİRESUN-İstiklal Savaşı kahramanlarından 47.Gönüllü Alayı Komutanı, Büyük Önder Atatürk’ün Muhafızı Yarbay Osman Ağa için Giresun’da anıt yapılacak. Belediye Başkanı Mehmet Larçın, kısa süre önce 75’inci ölüm yıldönümünde anılan milis kahramanı Osman Ağa için yapılması kararlaştırılan anıt konusunda yaklaşık bir yıldır çalıştıklarını belirterek, “Çalışmayı bizzat Giresun Jandarma Bölge Komutanı Tuğgeneral Veli Küçük sürdürüyor. Anıt, yapılacak bir referandum sonucu kentin en güzel yerine dikilecek” dedi.” (a. a./Hürriyet Gazetesi, 11. 4. 1998 ) T.Osman’ın heykelini dikmek isteyen Jandarma Tuğgeneral Veli Küçük, Özel Harp Dairesi’nin Ergenekon adlı askeri biriminde görevlidir. Topal Osman’a niye sahip Çıkıyor ? 1.Dünya Savaşı sürecin de oluşturulan Teşkilat-ı Mahsusa’ya kadro olan T.Osman’dı. Bu günkü Teşkilat-ı Mahsusa, yani Özel Harp Dairesi’nin kadrosu olan da Veli Küçük’tür. 1921’de Teşkilad-ı Mahsusa, 2008’de Ergenekon. Değişenler, görevli bireyler ve isimler. Aynı yöntemlerle derin devlet varlığını devam ettiriyor. Derin devletin askeri kanat sorumlusu, 1921’in askeri görevlisini onorize ediyor. Devlet adına cinayet işleyen kutsallaştırılıyor. Bilinçsiz insanlar etkilendirilip, aynı tarz çalışmalara doğru yönlendiriliyorlar. Veli Küçük Giresun’da görev yapmaya başladıktan sonra T.Osman gündeme oturtulmaya, toplantılara konu yapılmaya başlandı. “Bir kahraman, lider, kurtarıcı, Türk-İslam önder” sıfatlarıyla anlatılmaya başlandı. Oysa Türk değil, Laz’dır. Islam dinini benimsemiştir. İslam inancında olan insanlara da zarar vermiştir. O, 1908 itibarıyle 5 askeri darbe gerçekleştiren siyasal sistemin Türk-İslamcısıdır. T.Osman, Giresunluların tümü tarafından değil, Büyük Birlik Partisi kadrolarının mensup oldukları, Nizam-ı Alem ya da yeni adıyla Alperen Ocakları mensupları tarafından kahraman, önder olarak görülüyor. Ergenekon, JİTEMJİT silahşörlerini bu ocaklardan temin ediyor. Veli Küçük’de JİTEM komutanlarından. Yargıtay’ın “ Susurluk çetesi ” ile ilgili kararı, değerlendirmesi; “Terörle mücadele adı altında da olsa, bir hukuk dışı örgütlenmeyle, devletin meşru güçleri gibi güç kullanarak, yürürlükteki yasalar yerine, kendi güç ve kuralları ile sözde yasalar oluşturmak, devleti hukuk devleti olmaktan çıkarır. Bu koşullarda da güçlünün sözünün geçtiği, nerede başlayıp nerede sona ereceği belli olmayan, her türlü yasa dışılığın egemen olduğu bir sistem oluşur, hukuk kuralları yerine korku ve kaygı geçerli olur. Bu durum bir Anayasa ve yasa ihlalinin ötesinde tam hukuk ihlali niteliğini taşır, hukuk devletinin bütünüyle ortadan kalkması sonucunu doğuracağı göz önüne alındığında da mahkemenin sanıkları Türk Ceza Kanunu 313’cü maddesine göre mahkum etmesinde bir isabetsizlik yoktur. ” Eski Emniyet genel Müdürü Hanefi Avcının Susurluk Komisyonu’na verdiği ifadeden bir kesit; “Çetenin siyasi kolu ve başında bulunan kişi Mehmet Ağar, polis içindeki ayağı İbrahim Şahindir. Milli İstihbarat Teşkilatı’ndaki bağlantısı Mehmet Eymür ve Durhan Fırat olan çete de Korkut Eken de bu ekibin sivil ayağını oluşturur. Askeri kanat içindeki sorumlusu da Jandarma Tuğgeneral Veli Küçüktür. ” Yarbay T.Osman’ın mezarı. Giresun merkez (1881veya 1883 - 02.4. 1923) Dedesi ittihaçı olan bir gazeteci ve T.Osman; ‘‘AB'ye uyum’’ hevesimiz artık mezar taşlarımızı kazımaya kadar uzandı ve öncelik, Giresun taraflarında ‘‘milli kahraman’’ kabul edilen Topal Osman Ağa’nın Giresun Kalesi'ndeki mezarına verildi. Topal Osman'ın Pontus çeteleriyle mücadelesinin anlatıldığı Osmanlıca mezar kitabesi bir gece aniden kazındı, yine Pontus ile mücadelesinden ve Yunan ordusunun denize dökülmesinden bahseden Latin harfli bir diğer kitabe de değiştirildi. ‘‘Avrupa standartlarına’’ getirildi. ‘‘.....Topal Osman'ın cenazesi, Mustafa Kemal'in talimatıyla Giresun Kalesi'ne nakledildi ve daha sonra buraya bir anıt mezar inşa edildi. Mezarın üzerinde, hem eski Türkçe, hem de Latin harfleriyle yazılmış bir kitabe vardı. Bu kitabelerden Osmanlıca olanı geçtiğimiz günlerde kazınırken, Latin harfleriyle olanı da değiştirildi ve içerisinde eski metinde geçen ‘‘Pontuslar'ın imhası’’ ve ‘‘Yunanlıların Akdeniz'e atılması’’ gibi ifadelerin yer almadığı bir başka metin kondu. Olayın meydana geldiği sırada Giresun valisi olan Ali Haydar Öner ise hadisenin Giresun'un yerel basınına yansıması üzerine, geçen perşembe günü bir basın toplantısı yaptı ve oldukça ilginç bazı sözler söyledi. Latin harfleriyle olan kitabe konusunda ‘‘Milli güvenlik siyaseti doğrultusunda bir uyarı aldığını, milli güvenlik siyaseti doğrultusunda gelen bir uyarıdan sonra düzeltildiğini’’ ama Osmanlıca kitabenin kazınmasından ise haberdar olmadığını, ‘‘Türkçe metinde Pontusçular'ın emeline alet olacak ibareler yerine, tarihi gerçeklere uygun düzeltmeler yapılmıştır’’ dedi. İşin çok daha enteresan tarafı, bu basın toplantısının, Topal Osman'ın varislerine ait bir binada yapılmış olmasıydı. Şimdi, ‘‘Avrupalılaşma’’ uğruna yapmamız gereken çok önemli bir işimiz var: Geçmişte işgale karşı mücadele etmiş kim varsa, hepsinin mezarlarını yıkmak. ‘‘Avrupa'ya ayıp olur’’ yahut ‘‘bize karşı kullanılır’’ endişesiyle, mezar taşlarımızı kazımaya başladık. Bendeniz Karadenizli değilim, ama Karadenizlilerin, özellikle de Giresunluların, Osman Ağaya gösterdikleri saygıyı ve onu milli bir kahraman olarak kabul edişlerini gayet iyi bilirim. Dolayısıyla Giresun'da yaşanan bu garabeti nakletmekle yetiniyor ve mezar taşının kazınması hadisesinin perde arkasında nelerin olup bittiğini ‘‘milli güvenlik siyaseti doğrultusunda gelen uyarının’’ mahiyetini ve bu işgüzarlığın kimden çıktığını ortaya çıkartma işini Osman Ağanın hemşehrilerine bırakıyorum. Ama iş ‘‘Avrupa'ya ayıp olmasın’’ yahut ‘‘filanca memleketi gücendirmeyelim’’ endişesiyle mezar taşlarımızı kazımaya kadar uzandı ise, acilen yıkmamız gereken bazı mezarların listesini vermeden edemeyeceğim: Öncelik, Ermenilerin tehcirden (göç ettirme) sorumlu gösterip katlettikleri Sadrazam Talat Paşa'nın İstanbul'da ki mezarındadır ve derhal yıkılması gerekir. Derken, sıra Birinci Dünya Savaşı'ndaki Arap isyanına karşı gereken tedbirleri alan ve yine Ermeni teröristlerin kurşunlarıyla can veren Cemal Paşanın Erzurum'daki mezarına gelecek ve o da ortadan kaldırıldığı takdirde, ‘‘din kardeşlerimiz’’ memnun edilmiş olacaktır. Ama bence dümdüz edilmesi gereken en önemli mezar, Bizans İmparatorluğu'na son veren Fatih Sultan Mehmet’in türbesidir. ‘‘Pontus zihniyetinin hortlaması’’ söylentilerinin ayyuka çıktığı bugünlerde Fatih'in Türbesi'ni de yerle bir edecek olursak, Avrupa'nın bize söyleyecek pek bir sözü de kalmamış olur. Haydi, buldozerlerimizle beraber hep beraber mezar yıkmaya! Bu mezarlarda yatanlar, Topal Osman Ağanın mezar taşındaki ‘‘Pontuslar'ın imhası’’ ve ‘‘Yunanlıların Akdeniz'e atılması’’ ifadelerinden gocunup bunların ‘‘tarihi gerçeklere uymadığını’’ iddia edecek hale gelmiş olan bizlere zaten yakışmamaktadırlar! ----İşte,kazınan kitabe; ‘‘Allahu Bakî. Giresunlu Feridunzade merhum Osman Ağanın tarihçe-i hayatı: 328 Balkan Harbi'nde bedel takdiri verdiği halde gönüllü olarak harbe gidip Çorlu'da mecruh düşmüş (yaralanmış) ve ayağı sakat kalmıştır. Harb-i umumide asker olmadığı halde gönüllü bir müfreze teşkil ederek Ruslarla bir çok muharebede (çarpışmada) bulunmuş, bilhassa Tirebolu'da Karşıt hatt-ı müdafaasında yararlık göstermiştir. İstiklâl Harbi'nde milli taburla Ermeni muharebesinde, Koçgiri isyanında, Pontusçular'ın imhasında fevkaláde çalışmış, Yunanlıların Sakarya'ya gelmeleri üzerine dört taburluk bir alay teşkil ederek Yunanlıların Akdeniz'e atılmasına kadar bütün muharebede iştirak etmiştir. Bidâyetinde (önceleri) binbaşı iken fevkalâde hizmetine mükâfaten kaymakamlığa (yarbaylığa) terfi etmiştir. Tarih-i tevellüdü (doğum tarihi) 1299, tarih-i vefatı 1339.’’ ----‘Milli güvenliğe uymayan’ eski kitabe; ‘‘Giresunlu Feridun oğlu 1883 doğumlu merhum Osman Ağa 1912 Balkan Harbi'ne gönüllü olarak gidip Çorlu savaşında ayağından yaralanarak sakat kalmıştır. Umumi harpte gönüllü müfrezesi ile Harşıt müdafaasında bulunmuş, Koçgiri isyanında, Pontuslar'ın imhasında, teşkil ettiği alay ile Sakarya Harbi'ne girmiş, Yunanlıların Akdeniz'e atılmalarına kadar bütün savaşlara katılmıştır. Gösterdiği yararlıklara karşı binbaşılıktan yarbaylığa yükselmiştir. Sulhten sonra Hicaz'a gitmek niyetine ölümü mani olduğundan kendisine bedel harp arkadaşı Kurtoğlu Hacı Hafız hacca gönderilmiştir. Hacı Osman Ağa ruhuna fatiha. 1923.’’ ----Milli güvenliğe uygun yeni kitabe; ‘‘Giresunlu Feridun oğlu 1883 doğumlu merhum Osman Ağa 1912 Balkan Harbi'ne gönüllü olarak gidip Çorlu savaşında ayağından yaralanarak sakat kalmıştır. Umumi harpte gönüllü müfrezesi ile Harşıt müdafaasında bulunmuş, Koçgiri isyanının bastırılmasına katılmış, teşkil ettiği alay ile Sakarya Harbi'ne girmiş, işgal kuvvetlerinin yurdumuzdan atılmasına kadar bütün savaşlara katılmış, gösterdiği yararlıklara karşı binbaşılıktan yarbaylığa yükseltilmiştir. Sulhten sonra Hicaz'a gitmek niyetine ölümü mani olduğundan kendisine bedel harp arkadaşı Kurtoğlu Hacı Hafız hacca gönderilmiştir. Hacı Osman Ağa ruhuna fatiha. 1923’’ ( Murat Bardakçı, Hürriyet Gazetesi, 20.10.2002 ) T.C. sivil yöneticileri geçmişinden dolayı T.Osman’ı nereye yerleştireceklerini bilemiyorlar. “Topal Osman’ın heykeli kayıp ; Adı Susurluk skandalına karışan emekli Tuğgeneral Veli Küçük'ün, Giresun'a dikilmek üzere yaptırdığı "Topal Osman Ağa" heykeli kayboldu. Dönemin belediye başkanı tarafından itibarı iade edilmediği gerekçesiyle dikilmeyip, bir depoya kaldırılan heykel için, bugünkü Giresun Belediye Başkanı Hurşit Yüksel « En son belediyenin araç parkının bulunduğu şantiyedeki depoda idi. Bu işi fazla karıştırmayalım » dedi. Emekli Tuğgeneral Veli Küçük'ün, Giresun'da jandarma bölge komutanlığı yaptığı sarada, yakın tarihin tartışılan ismi Topal Osman Ağa'nın hayatını araştırdığı ve "anıt" yaptırma kararı verdiği bildirilmişti. İstanbul'da yaptırdığı anıtı, 2001 yılında dikilmesi için Giresun'a göndermişti. Verilen bilgiye göre, sabaha karşı, bir kamyon kasasında Giresun'a getirilen heykel, dönemin belediye başkanı olan, bugünkü CHP Milletvekili Mehmet Işık'ın talimatıyla, kimseye gösterilmeden bir depoya kaldırılmıştı. Işık, Topal Osman'ın, itibarı iade edilmemiş bir kişi olduğunu ve yasal sakıncası olduğu gerekçesini öne sürmüştü. Veli Küçük de buna tepki göstererek, « Ya heykeli dikin, ya bana verin. Evimin bahçesine dikeceğim » açıklaması yapmıştı. Bir süre sonra, Giresun'a devlet töreni ile « Osman Ağa ve Kurtuluş Savaşı'nda Giresun Uşakları »nı simgeleyen bir heykel dikildi, ancak Veli Küçük'ün yaptırdığı heykel depoda kaldı. Küçük, 4 yıldır heykelini geri almaya çalışırken, son olarak belediyenin araç parkındaki bir depoda görülen heykel bulunamıyor. Giresun Belediye Başkan Hurşit Yüksel, "kayıp" heykelle ilgili sorumuzu şöyle yanıtladı: "Benden önceki başkan döneminde gelmiş. Şimdi ben nerede olduğunu bilmiyorum. En son belediyenin araç parkının bulunduğu şantiyedeki depodaymış. Bu işi fazla karıştırmayalım. Gündeme gelmesin. Hassas bir konu." Başkan Yüksel, heykel bulunursa Veli Küçük'e göndereceğini de belirtti. (Ufuk Kekül / Giresun Merkez / Sabah / 21.3.05) “ Radikal gazetesinde yer alan bir haber de T.Osman; Topal Osman “çete reisi” Topal Osman. Atatürk'ün koruması olarak ünlendi. DHA - GİRESUN - Atatürk'ün koruması olarak bilinen Topal Osman Ağa'nın yer aldığı 2006 takvimleri basan Giresun Belediyesi, « Laz koruma ve çete reisi » şeklindeki tanıtım nedeniyle tepki gördü. Konu yerel basına yansıyınca, Belediye Başkanı AKP'li Hurşit Yüksel, halktan özür diledi.Yüksel, « Gözden kaçmış. Osman Ağa bizim milli kahramanımız. Eleştiriler haklı. Takvimin dağıtımını durdurduk. Giresunlulardan özür diliyorum. Konu benim dışımda gerçekleşti. Bize eski Giresun resimlerini koyduklarını söylediler. » diye konuştu. 18/02/2006 (http://www.radikal.com.tr/haber.php) Sakallı Nurettin Paşa Sakallı Nurettin Paşa ise düzenli ordunun komutanıdır. O, zenginliğiyle ünlü, Rum ile Ermenilerin ticaret merkezi İzmir (Smyrne) şehrine vardığında, kendisinin komutası altındaki birlikler, 9 Eylül 1922 günü İzmir'e girdiklerinde çoğunluğu kadın, çocuk ve ihtiyarlardan oluşan sivillerle karşılaşırlar. 9 Eylül 1922 günü, savunmasız sivillerin, yerlilerin bulunduğu şehre düşmanca yaklaşım gösterir. Kendisine cevap verecek savaşçılar yoktur. Yunanistan ordu güçlerini geri çekmiştir. Şehre girmelerinden itibaren büyük bir yangın başlatır. Kendilerinin olmayan tarihi şehri ve barındırdığı zenginlikleri yakarken keyifle seyrederler. Kordon konakları, oteller, gazinolar küle dönderilirler. Rum ve Ermenilerin oturduğu semtler yağmadan sonra, ateşe verildikleri için yangın bütün şehre yayılır. Tarihi güzellikleri koruma, emeğe saygı duyma ne gezer. Benim olmazsa, başkasına da kullandırtmam mantığı tahribatı davet eder. Ticaret merkezi olan şehir yağmalanır. Şehrin yakılmasına tanık olanlar anılarında ayrıntılarıyla durumu açıklıyorlar. Başkomutan M.Kemal yanan şehre bakarak rakısını yudumlar. Kalkıp Rum-Grek oyunu olan zeybek oyununu oynar. Soykırıma, göçertilmeye tabii tutulan halkların şehir, kasaba, köy, mahalle ve semtlerini yakmak! Bu kinin, intikamvari yaklaşımın altında yatan, düşmanlığı besleyen kaynak neydi? Geriye dönüşü engellemek mi? Hiristiyan halkların reformlardan dolayı İslam olan halklara göre sanatta, bilimde gelişmiş olmaları mıydı? Dini köktencilik ve ırkçılık hastalıkları mı kaynaklık ediyorlardı? Irkları kırımdan geçirdikten sonra yarattıkları güzellikleri, tarihi eserleri, medeniyetleri de yok etmek bir başka şekil de açıklanamaz. İzmir semalarında mazoşizm ve sadizm bayrak dalgalandırır. Şavaşlarda, ordu mensupları ganimet elde etmek amacıyla yerleşim birimlerine saldırır, yakar, yıkar, çalar, öldürür, tecavüz eder, kaçırır. Çünkü yerleşim birimi kendilerine ait değildir. İzmir’in yerlileri ile osmanlı-Türk ordusunu yönetenler aynı dini inanca, ırka mensup olmadıkları için yaratılan bütün güzelliklere düşmanca yönelinmiştir. Müslüman olmayan halkların varlıkları ellerinden alınır. Bunun için gerekli olan kanunlarda çıkartılır. “Sayfa;56 Örnek;4 Forma;1 23.6.1922 Sıkıyönetim yasası, vergi kanunu, zorla borç, Hiristiyan toplulukların hoşlarına gitmeyen, onları memnun etmeyen durumlardırlar. Bununla ilgili Yunanlıların hoşnutsuzluğu devam edecektir. Kesinlikle Yunanlılar, hatta Ermeniler harekete geçecekler ve doğal olarak olaylar büyüyecektir. Hiç olmazsa bazı küçük ısındırmalar olsa. S.L’nin notu; Yunanlıların Trakya da kalışları durumunda hiç kuşkusuz olaylar gelişecektir. Aksi durumda Türkler ve Bulgarlar tarafından provoke edilecekler.”(Etat Major de l’Armee, 2. Bureau, Section d’Orient ) 29.11.1922’de subayların İzmir(Smyrne) ve çevresindeki yerleşim alanlarında bulunan yerli halk olan rumların, ermenilerin mallarını yağma etme ve çalmaları ile ilgili mecliste soru önergesi verilir. Açık açık tartışamazlar. Açık tartışmak dürüstlüğü, cesareti, açık politikayı gerektirir. Gizli celsede görüşme yapılır. Diplomat, mebus Dr.Rıza Nur gaspçılar arasında M.Kemal ve İ.İnönü’nün bulunduğunu isim vererek anlatıyor. “Rumların bıraktığı evlerin çoğu, bilhassa İzmir’de şu bu tarafından yağma edildi. Gelen muhacir açıkta kaldı. Bu yağmacılar içinde İsmet, Necati ve Gazi dahi vardır.” (Dr.Rıza Nur ; Hayat ve Hatıratım, IV cild, Altındağ Yayınevi, İstanbul, 1968, s.1296) M.Şükrü Bey ( Karahisar-ı sahip );“ .... (...) ....Nurettin Paşa kasaları bomba ile açtırmıştır ve paraları almış, ne kadar aldığı ne malum, beyefendi ?” Hükümet hırsızlık, yolsuzluk yapıldığını kabul etmek zorunda kalır. Osmanlı bürokratları hakların kullanılmasına karşı oldukları için halkları etkisiz bir hale getirmeyi, ortadan kaldırmayı hedeflerine alırlar. Bu anlayış devlet yönetiminin temel politikası olur. T.C kurulduktan sonra da devam ettirilir. İttihat-ı Terakki Partisi’nin yan örgütlenmelerinden biri olan Teşkilad-i Mahsusa’da yer alanların, Osmanlı İmparatorluğu yöneticilerinin sömürgeleştirdikleri memleketlerden biri olan Kürdistan’da ve Kürdistan’ın Batı Dêrsim-Koçgiri bölgesinde uyguladıkları özel yöntemler tümüyle Mitra-Zerdüşt (Rîya Heq) inancına sahip olan bölge Kürtleri üzerinde çok ağır etkiler bırakmış durumda. Kimliklerden kaçış, kaçma mecburiyeti duyma yok oluşu getirmekte. 1908-1909 itibarıyle Kürdistan’da başlatılan uygulamalar, 1.Dünya Savaşı sürecin de idari yapıda yeni düzenlemelere gitme, 1921’de Koçgiri’deki jenosid bizler açısından ağır tahribatlar oluşturdu. İttihad-ı Terakki Partisi yöneticilerinin kürtlere yönelik amaçları ve araçları yıllar içinde istenilen sonuçları yarattılar. Kaybedilen tarihimiz, kültürümüz, silinen hafızalarımız; Koçgiri’den, Koçgiri’li olmadan kaçışı, susmayı, gerçekleri gizlemeyi, maskeli olmayı, mesafeli durmayı, otosansürü, yabancılaşmayı, geliştirdi. Kürttür, türkmüş gibi davranır. Kürt ulusunun özel günlerini unutmaya çalışır. Ne “Nêrî-beran berdan”, ne “Gaxand” eğlence, kutsama günlerini kutlayabiliyor, ne de bahsediyor. İttihat-ı Teraki Partisi yöneticileri Mitra-Zerdüşt inancından gelen ve kürdçe “Rê Heq, Rîya Heq” olarak isimlendirilen yaşam felsefesini, anlayışı islamlaştırmak için “Alevi” sıfatını takarlar. Koçgiri’li Rîya Heq inancındandır. İnancının hiçbir gereğini yerine getiremez. Ne Kutsal olan Mart ayını her üç “Heft mal”ıyla karşılayabilir, ne gerekli, zorunlu olan ibadetini topluca gerçekleştirebilir. Ne Xızır orucunu tutabilir, ne niyazını dağıtabilir. Müslüman kitlelerle komşudur. İnanmadığı, benimsemediği halde bir müslümanmış gibi davranır. Sahurda ışıklarını yakma gereği görür. Oruç tutmuş görüntüsü yaratır. Camiye gider, namaz kılıyormuş gibi davranır. Eğilip, kalkar. Ramazan bayramını kutlar. Sürekli dışlanmaktan, yarğılanmaktan, aşağılanmaktan korkar. Sistem hep korku üretmiştir, üretmeye devam ediyor. Bu korku da, Koçgiri’lilere kendi doğal kimliklerinden korkmayı, uzak durmayı hissettirdi. Yabancılaşma zeminini hazırladı. Ulusal sorunda taraf olma, sorumluluk yüklenme, tavır alma gerektiğinde, Koçgirili, “Kürt değilim, Aleviyim” der. 15 yıl kadar önce “Aleviyim” de diyemezdi. Bu gün diyebiliyorsa, verilen ağır bedellerden dolayıdır. Devletin özel kadrolarının sunduğu Alevilik de Koçgiri’deki “Rîya Heq” inancından çok uzak, islamlaşmaya doğru götürüp, islamlaştırıp, devlete bağlama, sadıklaştırma amaçlıdır. İnanç serbestliğine sayğıyı kapsamıyor. Osmanlı’da olduğu gibi, T.C.de de devletin resmi dini İslam’dır. Diyanet İşleri Başkanlığı adlı bakanlık- başkan için kırmızı plakalı araç kullanılır-T.C’de ki farklı inançlara, felsefelere sahip olan halkları islamlaştırmakla görevlidir. T.C., de İslam; devletin geleceğini güvenceye almak için kullanılan en iyi anahtardır. Kocgiri’yi koçgirililere ve ilgili kişilere anlatmak gerekiyor. Bizler koçgirililer olarak kaybedilen tarihimizi aradık, arıyoruz, arayacağız. Osmanlı-Türk devletinin asker ve sivil bürokratlarının, tanıkların anlatımları ve yaşanılan gerçekleri alt alta koyarak jenosidlerin çeşitlerini ve sonuçlarını açıklayabiliriz. 1908 ve sonrasının derin devleti nasıl, niye korunur? Geçmişle hesaplaşma nasıl olacak? Osmanlı İmparatorluğu’nun Türk olmayan dönme kadrolarının Türk-İslam adına Türk-İslam olmayan halklara ve Türk olmayan, İslam olan halklara yönelik suçlarının kabul edilmesi, tarihi sorumluluğun üstlenmesi gerekir. Bu kadroların şekillendirdikleri T.C.'nin bu konuda hukuki bir sorumluluğu da mevcuttur. Çünkü İttihad-i Terakki Partisi, Osmanlı’yı yönettiği gibi T.C.ni de yönetmiştir. T.C.deki siyasal sistemi onlar şekillendirmişlerdir. Devleti yönetenler, soykırımların uygulanmadığını, yaşanmadığını iddia etmekten, bunu resmi tez olarak dile getirmekten, tartışmada taraf olmaktan vazgeçmelidirler. Tartışmalar engellememelidir. Devleti yönetenler, gerçekleri çok iyi, hem de ayrıntılarıyla biliyorlar. Teşkilat-ı-Mahsusa'nın, 1914-19, 1919-23'ün ve sonrasının derin devletinin savunulması, bugünün dünün devamının olduğunun göstergesidir. T.C. devleti yöneticileri soykırım konularını bunca yıldır sakladılar, yasakladılar ve tartıştırmadılar. “Konuşmazsan yoktur”diyenlere, konuşacağız, çünkü var, diyoruz.