TUMER İÇ HASTALIKLARI KONU KİTABI 5. BASKI 1 BÖLÜM: 1 GÖĞÜS HASTALIKLARI 1. SOLUNUM FİZYOLOJİSİ Akciğerlerin esas görevi gaz alış-verişini sağlamaktır. Bunun dışında toksik maddelerin süzülmesi ve bazı vazoaktif aminlerin (serotonin, bradikinin, PGE1, PGE2, PGF2a, norepinefrin) inaktivasyonu gibi fonksiyonlarda vardır. Bradikininin %80'i akciğerlerde ACE tarafından inaktive edilir. Akciğerlerde aktive olan tek madde anjiotensinl'dir. Bazı vazoaktif maddeler (histamin, bradikinin, prostaglandinler ve SRS-A) akciğerlerde sentezlenip depolanır ve patolojik süreçlerde dolaşıma salınırlar (ör: astım krizi, pulmoner emboli, anaflaksi vb). Akciğerler kan depolayabilir; Pulmoner vasküler basınçlar arttığı zaman kapalı olan kollateral damarlar açılır ve damarlar genişleyerek pulmoner vasküler direnci azaltırlar. Akciğerlerin filtrasyon görevi de vardır. Küçük intravasküler trombüsler, beyin ve diğer hayati organlara ulaşmadan akciğerlerde temizlenir. Normalde ve patolojik durumlarda pıhtılaşma mekanizmasında rol oynadıklarını gösteren kanıtlar vardır. Örneğin interstisyumda bulunan mast hücrelerinde heparin bulunur. Solunum mukozasından immünglobulinler salınır (IgA) ve akciğerleri enfeksiyondan korur. Sürfaktan: Tip 2 pnömositlerce üretilen sürfaktan fosfolipidler (lesitin ve fosfatidil gliserol), kolesterol, apoproteinler (A, B, C, D) ve karbonhidratlardan oluşur. Lesitin (dipalmitil fosfatidilkolin), sürfaktanın en önemli bölümüdür. Sürfaktan alveolar epitel döşeyici sıvı ile alveollere giren hava arasında oluşan yüzey gerilimini ve sürtünmeyi azaltarak; 1. Atelektaziyi engeller ve 2. Alveolellerin daha kolay şişmesini sağlar (kompliyansı arttırır). Kompliyans: Kompliyans = volüm değişikliği / basınç değişikliği şeklinde formülize edilebilir; alveollerin şişirilebilirliğinin bir göstergesidir. Ne kadar küçük bir basınçla ne kadar çok alveoler volüm değişikliği sağlanıyorsa kompliyans da o kadar yüksek olacaktır. Amfizem ve yaşlılıkta alveoler duvar incelir ve kompliyans (şişirilebilirlik) artar. Pulmoner fibrozda duvar kalınlığı artışı ile birlikte kompliyans azalır. 2 Tablo 1-1. Hava Akım Direncini Etkileyen Faktörler (bronkokonstriktör ve bronkodilatatörler) Bronkokonstriksiyon Bronkodilatasyon Sekresyon artışı Beta-2 agonistler Parasimpatetik uyarı Epinefrin İrritan madde solunması Atropin (ipratropium bromid) İnflamasyon (bronşit) Soğuk hava Medyatörler: (histamin, asetilkolin, endotelin 1) Tablo 1-2. Pulmoner Kan Dolaşımını Etkileyen Faktörler Pulmoner vasküler vazodilatasyon Pulmoner vasküler vazokonstriksiyon 1. Vagal Uyarı (asetilkolin) 1. Alfa mimetik uyarı 2. Beta mimetik uyarı Akciğerlerde alfa reseptörler dominanttır dolayısı ile sempatik uyarı vazokonstriksiyon yapar 2. Hipoksi pulmoner vasküler yapılarda en güçlü etkiye sahiptir. Bölgesel Ventilasyon - Perfüzyon Farklılıkları Akciğerlerin her bölgesi aynı derecede kanlanmaz, aynı derecede havalanmaz. Apekste daha çok hava olmakla birlikte nefes alıp alveolleri doldurmakla tüm alveollerin havası eşitlendiğinde zaten daha fazla hava içeren apikal alveollere göre, daha az hava içeren bazal alveollere daha fazla hava girer: bu sebeple ventilasyon apeksten bazellere doğru inildikçe 3 kat arter. Kanlanma da apeksten bazallere inildikçe 12 kat artış gösterir. Bununla birlikte ventilasyon (V), perfüzyon (Q) oranı (V/Q) apeksten bazallere doğru gidildikçe azalır. Normalde alveollere dakikada 4 litre hava girerken 5 litre kan girer, V/Q oranı 0.8'dir. Akciğerin tepe kısmında alveoler ventilasyon perfüzyona oranla daha fazla (V/Q > 0.8 ) olduğu için fizyolojik ölü boşluk tipi solunum (havalanma varken perfüzyonun olmaması) yaptığı söyleneblir. Bazal kısımlarında ise durum tersinedir yerçekimi etkisi ile kanın büyük bölümü tabanda (V/Q < 0.8) olduğu için fizyolojik şant tipi solunum (perfüzyon normal havalanma yok denecek kadar azalmış) vardır. Tablo 1-3. V/Q Değişikliklerine karşı gelişen fizyolojik refleks yanıtlar • Hipoventilasyonda • Alveolar PO2 azalır ve bölgesel vazokonstriksiyon olur • Perfüzyon azaltılarak V/Q dengelenir • Hiperventilasyonda ise • Alveolar PO2 artar ve bölgesel vazodilatasyon olur • Perfüzyon arttırılarak V/Q dengelenir • Pulmoner Embolide • Perfüzyon bozulur ve V/Q oranı artar • Bölgesel bronkokonstriksiyonla V/Q dengelenir 3 SPİROMETRİK PARAMETRELER (SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ) Toplam 4 volüm tanımlanmış olup bu 4 volüm üzerinden de 4 kapasite hesabı yapılır; Volümler • Soluk volümü (tidal volüm) • İnspiratuvar yedek volüm • Ekspiratuvar yedek volüm • Rezidüel volüm Kapasiteler • Total akciğer kapasitesi • Vital kapasite • İnspiratuvar kapasite Total Akciğer Kapasitesi (TLC) Derin bir inspiryumdan sonra akciğerlerde bulunan bütün hava miktarına total akciğer kapasitesi denir (Normalde 4.2 - 6L). Tidal Volüm (TV) Normal bir solunum esnasında alıp verilen hava miktarına solunum hacmi veya tidal volüm denir (400-800mL, ortalama: 500mL). Vital Kapasite (VC) Derin bir inspiryumdan sonra yapılan derin bir ekspiryumla atılan total hava miktarına vital kapasite denir. Kişinin yaşı, boyu ve kilosuna göre standardize edilmiş normal değerin en az %80'i olmalıdır, altına düştüğü zaman azalmış kabul edilir (Akciğerde yaygın yer kaplayan lezyonlar, pnömoni, atelektazi, akciğer ödemi, interstisyel fibrozis, KOAH varlığında, kifoskolyoz ve diyafragma felcinde vb. azalır). Rezidüel volüm (RV) Derin bir ekspiryumdan sonra akciğerlerde kalan hava miktarını yansıtır. Fonksiyonel Rezidüel Kapasite (FRC) Normal bir ekspiryumdan sonra akciğerlerde kalan hava miktarına Fonksiyonel Rezidüel Kapasite denir. Ekspiratuar yedek hacim ile rezidüel volümün toplamına eşittir. FRC değerinin, beklenen değerin %120 üzerinde 4 olması hiperenflansyonu (aşırı havalanma artışı) gösterir. FRC, RV ve TLC astım atağı ve amfizem de artmış iken kronik bronşitte normaldir. • Azaldığı durumlar (Yaygın fibrozisle birlikte seyreden hastalıklar) • Sarkoidoz • Silikozis • Asbestozis • Obezite • Göğüs deformitesi • Nöromüsküler hastalıklar • Pnömatosel TLC, FRC ve RV sipirometrik inceleme ile saptanamayan akciğer völümleridir, bunları saptamak için başka yöntemler kullanılır (ör: pletismografi). Zorlu Vital Kapasite (FVC) Derin bir inspiryumdan sonra derin ve hızlı ekspiras-yonla dışarı atılan total hava miktarına zorlu vital kapasite denir (Vital kapasitenin zorlu yapılışı). Normal sağlıklı kişilerde FVC=VC olmalıdır. Hem obstrüktif (KOAH, astım) hem de restriktif hastalıklarda (interstisyel fibrozis, kifoskolyoz vb.) azalır. Normal değerin %80'inin altına düşmesi azalma olarak kabul edilir. FEV1 Zorlu ekspirasyonun birinci saniyesinde atılan volüm-dür. Normalde zorlu ekspirasyonla alınan havanın %75-80'i 1. saniyede atılması gerekir. FEV1 değerinin normalde %80'in üstünde olması gerekir. FEV1'deki azalma özellikle büyük hava yollarının obstrüksiyonu-nu gösterir. FEV1/FVC oranı Obstrüktif ve restriktif hastalıkların ayrımında önemlidir. Restriktif hastalıklarda normal veya artmış (%75'in üstü), obstrüktif hastalıklarda ise azalmıştır (%75' in altında olması). FEF %25-75 Ekspirasyonun orta yarımında ölçülen ortalama akım hızıdır. Genellikle FEV1 ile yakın ilişkilidir. Obstrüktif küçük hava yolu hastalıklarında FEV-,' den önce bozulma göstermesi erken tanıda önem kazanır. A. Normal bir bireyin zaman-volüm eğrisini gösterir ki, böyle bireyin değerleri ortalama olarak FVC=5.0 litre FEV1=4.0 litre ve FEV1/FVC = %80 dir. B. Bu hastanın FVC = 3.0 litre, FEV1 = 1.2 litre ve FEV1/ FVC = % 40 olduğu için obstrüktif akciğer hastalıklarına bir örnektir (örn:KOAH) C. Restriktif akciğer hastalıklarına bir örnektir (Örn: interstisyel akciğer hastalıkları) FVC=3.0 litre, FEV-, = 2.7 litre ve FEV1 / FVC = % 90. Böyle bir hasta sadece FVC ve FV1'e bakılarak değerlendirecek olursa ikiside normal bir bireyinkine oranla azalmış görünmektedir. Oysa FEV1'in normalden az gibi görünmesinin nedeni FVC'deki azalmadır, gerçekte hasta sahip olduğu VC'nin en az %80'ini 1. saniyede çıkartmaktadır. Bu nedenle de FEV1/ FVC oranı normal veya daha fazla bulunur (FEV1 normal kaldığı halde FVC azaldığı için). FEF 200-1200 Zorlu ekspirasyonun ilk 200 mL.'sinden sonra çıkan 1000 mL'lik havayı ekspire ettiği sıradaki akım hızıdır. Büyük hava yollarındaki hava akımına karşı direnci gösteren en iyi parametredir. Obstüriktif hastalıklarda azalırken restriktif hastalıklarda değişmez. TLC, FRC ve RV sipirometrik inceleme ile saptanamayan akciğer völümleridir, bunları saptamak için başka yöntemler kullanılır. (ör: pletismografi). ALVEOLER VENTİLASYON VE ALVEOLER DAKİKA VENTİLASYON Dakika ventilasyon = solunum sayısı(SS) x tidal vo-lüm(TV) Alveolar dakika ventilasyon = SS x (TV - anatomik ölü boşluk) (Trake ve bronşlarda kalan hava volümüne anatomik ölü boşluk denir) 5 Tablo 1-4. Dakika solunum sayısını artıran durumlar • Rezidüel volümün (RV) artması • Hipoksi • Hiperkapni • Metabolik asidoz • Akciğer kompliansındaki azalma durumlarında Hipoventilasyon Hipoventilasyon hiperkapninin en önemli nedenidir (diğeri V/Q dengesizliğidir). Alveolün ventilasyon kabiliyeti azalmıştır (Ekstra-pulmoner nedenlerde olduğu gibi). Buna bağlı olarak alveol içerisine giren atmosferik hava azalır, alveol içerisinde oksijen basıncı düşük, karbondioksit basıncı yüksek bir hava karışımı ortaya çıkar. Bir diğer neden hava yollarındaki daralmaya bağlı olarak (KOAH'ta olduğu gibi) alveol içine taşınan atmosferik havanın azalmasıdır. Tablo 1-5. Ekstrapulmoner nedenli hipoventilasyon sebepleri Solunum merkezini etkileyen hastalıklar Ensefalit, poliomiyelit İlaçlar • Morfin, barbitürat Solunum kaslarını etkileyen hastalıklar • Guillain - Barre, Myastenia gravis, progresif müsküler distrofi Göğüs duvarı deformitesi Belirgin obezite • Pickwick sendromu Metabolik alkaloz 6 SOLUNUM KONTROLÜ Medulla ve ponsta bulunan hücre kümeleri, periferik ve merkezi kemoreseptörlerden gelen uyarılarla solunumun ritmik ve düzenli yürütülmesini sağlayan merkezlerdir. Normal otomatik solunum olayı, beyin sapından (pedinculus cerebri) gelen impulslardan kaynaklanır. İstemli solunum kontrolü ise beyin korteksi solunum merkezleri ile gerçekleşir. Beyin sapındaki merkezler: inspirasyon ve ekspirasyonun periyodik özelliği pons ve bulbusta yer alan nöronlar tarafından kontrol edilir. Bunlara solunum merkezleri adı verilir. 1. Medulladaki solunum merkezi: Dorsal respiratu-var grup başlıca inspirasyonla, ventral respiratuvar grup ekspirasyonla ilgilidir. 2. Apnöstik merkez: Aşağı ponsta bulunur, bu merkezden çıkan impulsların, medullanın inspiratuvar alanı üzerinde uyarıcı bir etkisi vardır. 3. Pnömotaksik merkez: Üst ponsta bulunur. Bu alan inspirasyonu inhibe eder ve böylece inspiratuvar volümü, dolayısı ile solunum dakika sayısını düzenler. CO2 ve H+ iyonu artışı (Hiperkapni ve metabolik asi-dozda olduğu gibi) santral reseptörleri uyararak ventilasyonu stimule eder, azalması ise solunumu deprese eder (hipokapni ve metabolik alkaloz). Parsiyel O2 basıncı düşünce (hipoksemi) karotis bifurkasyonu ve aort arkusunda bulunan periferik kemoreseptörler uyarılarak solunum stimüle olur (hiperpne). Küçük hava yollarının düz kas hücreleri arasında bulunan gerilim reseptörleri, akciğerlerin hacmi arttığında vagus siniri aracılığıyla solunum kontrol merkezine uyarı götürerek inspirasyonu durdururlar. Buna Hering-Breuer refleksi denir. J reseptörleri, alveol duvarlarındaki kapillerlerin yakınında (Juxta-capillary) yer alırlar. Akciğer ödemi, akciğer embolisi ve bazı restriktif akciğer hastalıkların da alveol duvarının distansiyonu sonucu reseptörler aktive olarak hiperpne ve hiperventilasyona neden olur. Akciğer dışında bulunan ve solunum üzerine etkileri bulunan diğer reseptörler: 1- Burun ve üst solunum yolu reseptörleri 2- Eklem ve kas reseptörleri (hareket halinde iken bu reseptörlerden çıkan impulsların ventilasyonu uyardığı düşünülmektedir) 3- Gamma sistemi (interkostal kaslar ve diyafragmadaki kasın uzamasına duyarlılık gösteren reseptörlerdir) 4- Arteriyel baroreseptörler 7 HİPOKSİ VE HİPOKSEMİ Hipoksemi: Arter kanında oksijen parsiyel basıncının 80 mmHg 'nın altında ve/ veya oksijen saturasyonu-nun %90'nın altında olmasıdır. Hipoksi: Dokuların oksijenlenmesinin bozulmasıdır. Hipoksemi, hipoksinin nedenlerinden sadece biridir. Hipoksemi dışındaki doku hipoksisi nedenlerinde ise (dolaşımsal hipoksi, anemik hipoksi ve sitotoksik hipoksi) Pa02 normaldir. Hipoksi nedenlerine göre 4 gruba ayrılır; 1. Hipoksemik Hipoksi: Arter PaO2 düşüklüğüne bağlı olarak dokuların yeterli oksijenlenememesidir. Tüm akciğer hastalıkları ve hipoksemi ile sonuçlanan akciğer dışı hastalıklar bu gruptadır. 2. Dolaşımsal Hipoksi: Dokudaki kan akımında azalmaya neden olan şok, kollaps ve şant gibi dolaşımsal problemlere bağlıdır. 3. Anemik Hipoksi: Anemiye ve hemoglobinin oksijenle bağlanmasını engelleyen faktörlere bağlıdır (CO zehirlenmesi, methemoglebinemi vb.). 4. Sitotoksik Hipoksi: Siyanür zehirlenmesi gibinedenlerle dokuların oksijen kullanmasının engellenmesine bağlı gelişir. Hipoksemi nedenleri Hipoksemi oluşumunda 5 mekanizma sorumludur; 1. Ventilasyon/perfüzyon bozukluğu: KOAH, astım, akciğer fibrozisi, akciğer embolisi, yaygın parankim enfiltrasyonları 2. Şant: Atelektazi, akciğer embolisi, pnömoni, akciğer ödemi. 3. Hipoventilasyon: Sedatif alınması, santral hipoventilasyon, göğüs duvarı nöromusküler ve kas hastalıkları, 4. Difüzyon bozukluğu: interstisyel fibrozise neden olan bütün akciğer hastalıkları, amfizem, yaygın pulmoner emboli Solunan havadaki oksijenin düşmesi Tablo 1-5. Çeşitli hipoksemik mekanizmalar 8 HİPOKSEMİ MEKANİZMASI PaO2 PaCO2 A-a O2 gradienti %100 O2 solutulmasına cevap Alınan havada oksijen azalması ↓ → veya ; → Uygulanamaz Hipoventilasyon ↓ ↑ → Uygulanamaz Difüzyon bozukluğu ↓ → veya ↓ ↑ Evet Ventilasyon / perfüzyon bozuklukları ↓ → veya ↓ ↑ Evet Şant ↓ → veya ↓ ↑ Hayır A-a O2: Alveolo arteriyel oksijen gradienti: alveoler hava ve kandaki oksijen düzeyleri arasındaki farkı gösterir. Ventilasyon-perfüzyon bozukluğu, hipoventilasyon ve difüzyon bozukluğunda %100 O2 tedavisine yanıt alınır ve hipoksemi düzeltilebilir. Oysa şantın olduğu durumlarda %100 oksijen verilmesine rağmen hipoksemi düzeltilemez. Hiperkapni Arter kanında PaCO2'nin 45 mmHg'nın üstüne çıkmasıdır. Hiperkapni daima ventilatuvar yetersizliğin bir göstergesidir. Hiperkapni daima hipoksemi ile birliktedir. Ancak hipoksemi, hiperkapni olmadan tek başına gelişebilir örneğin pulmoner emboli. Hiperkapni başlıca iki mekanizmaya bağlı olarak gelişir: V/Q bozukluğu ve hipoventilasyon. Platipne ve Ortodoksia Dikey (ayakta durur) pozisyonda nefes darlığının artması, oturur pozisyonda azalmasına platipne denir Dikey (ayakta durur) pozisyonda kan oksijen satürasyonunun düşmesi, yatar pozisyonda oksijen satürasyo-nunu artmasına ortodoksia denir Sağdan sola şantın arttığı durumlarda, hepatorenal sendromda ve pulmoner arteriovenöz malformasyon-larda (herediter hemorajik telanjiektazi: Osler-Weber-Rendu) görülür. Alveolo arteriyel oksijen gradyanı artar. Tablo 1-6. Patolojik Solunum Paternleri • Eupnea: normal soluma • Hipopnea: yüzeyel solunum • Hiperpnea: derin soluma: örn asidoz • Bradipne: yavaş soluma • Takipne: hızlı soluma • Cheyne - Stokes Solunumu: intrakranial basınç artışı veya herniasyona gidiş, KKY • Biot solunum: düzensiz solunum: KİBAS, menenjitte gorulur, çok düzensiz solunum • Kussmaul solunumu (hiperpnea): metabolik asidoz Yüksek Rakımda Görülen Pulmoner Problemler • Yüksek rakıma çıkıldığında; • Hiperventilasyon ve ventilasyon kapasitesinde artma • O2-Hb eğrisinde sağa kayma (2,3 DFG artar) • Polisitemi ve buna bağlı difüzyon kapasitesinde artma olur. Akut Dağ hastalığı 2425m'lerde olur; başağrısı, bulantı ve halsizlik olur. Pulmoner Ödem 3000m'lerde olur; non-kardiyak pulmoner ödemdir, ayrıca beyin ödemi (nadir), retinal kanama olabilir 9 Kronik Dağ Hastalığı: kronik hipoksemiye bağlı pulmoner hipertansiyon ve bunun sonucunda da sağ kalp yetersizliği gelişmesidir. 10 2. SOLUNUM SİSTEMİ MUAYENESİ A. İNSPEKSİYON Akciğerlerin inspeksiyonu yapılırken çocuğun vücudu çıplak, oda sıcaklığı hastayı üşütmeyecek derecede olmalıdır. Akciğerlerin inspeksiyonu sırasında aşağıdaki noktalara dikkat edilmelidir; • Solunum hızı (dakikadaki solunum sayısı), derinliği ve ritmi • Burun kanalarının solunuma katılıp katılmadığı • Her iki göğüs yarısının solunuma eşit olarak katılıp katılmadığı • Göğüsün yumuşak kesimlerinin içeri çekilip çekilmediği (retraksiyonlar) • Diyafram hareketleri • Siyanoz olup olmadığı • Toraks yüzeyi (kollateral dolaşımlar, ödem, zona lezyonları, Tietz hastalığı) • Göğüs duvarının şekli B. SOLUNUM DEĞİŞİKLİKLERİ İstirahatteki bir insanda solunum sayısının normalin üstüne çıkmasına takipne, altına inmesine bradipne denir. Solunumun geçici olarak durmasına apne denir. Hastanın soluk alışverişine dikkat edilir, sayısı, düzeni, derinliği not edilir. Dispnenin üç önemli bulgusu vardır; Solunum sayısının artması (takipne, takipne) Normal bir erişkinin dakika solunum sayısi 12-18 ortalama 15'tir; 20/dk'nın üstü taşipne olarak kabul edilir. Burun kanadı solunumu Dispneik bir hasta daha fazla nefes almak için burun kanatlarını genişletir. Çekilmeler Dispne sırasında göğüsün solunuma katılmayan bölümleri içeri ekilir. Havalanmanın arttığı hastalıklarda interkostal çekilmeler belirgin değildir. Buna karşılık Diyaframtik çekilmeler belirgindir. Pnömonilerde ise interkostal çekilmeler belirgindir. SOLUNUM DERİNLİĞİ VE RİTMİNDEKİ DEĞİŞİKLİKLER Solunum sayısının ve derinliğinin artmasına hiperpne denir. Kussmaul solunumu da denen bu solunum tipi metabolik asidozla seyreden hastalıklarda görülür. Biot tipi solunum uzun apne periodları ve ani başlayan hiperpne devrelerinin olduğu düzensiz bir solunum şeklidir. Kalpteki atrial fibrilasyona benzer. Kİ-BAS, solunum merkezinin ilaçla deprese edildiği durumlarda görülür. Cheyne-Stokes solunumu apne ve hiperpne peri-yodlarının belirli bir düzenle birbirini takip ettiği solunum şeklidir. Konjestif kalp yetersizliği, beyin hasarı ve ilaçlara bağlı oluşabilir. İnspiriumda, diyafram abdominal organları aşağıya doğru iter ve karın şişer. Diyafram paralizileri veya ileri düzeyde amfizem durumlarında diyafram hareketleri azalır veya kaybolur ise karın duvarı inspirium esnasında içeri doğru çekilir buna paradoksal solunum denir. interkostal kasların felcinde ise göğüs duvarı çökmüştür (çan göğsü). SİYANOZ Deri ve mukozaların morarmasıdır. Sadece periferik uç bölgelerde varsa periferik siyanoz (soğuk), hem uç bölgeler hem de ağız içi, dil gibi sıcak bölgelerde de varsa santral siyanoz olarak adlandırılır. 11 GÖĞÜS DUVARI DEFORMİTELERİ Muayene sırasında Göğüs duvarı veya vertebralara ait deformitelere dikkat edilmelidir. Bunların varlığı normal solunum fonksiyonlarını bozabilir. Pektus ekskavatus: Sternum alt ucu arkaya, toraks içine doğru yer değiştirmiştir (kunduracı göğsü) (Resim 21). Fıçı göğüs: Amfizem ve hiperinflasyonla birliktedir. Diyaframın düzleşmiş ve göğüs ön-arka çapı artmıştır. Kifoz: Hastanın sırttan öne eğilmesi, kamburlaş-masıdır. Skolyoz: Vertebranın hem sağa hemde sola doğru eğrilerek "S" şeklini almasıdır. Vena Cava Superior Sendromu (VCSS) Vena cava superiorun çeşitli nedenlerle basıya uğraması sonucu ortaya çıkar. Göğüs ön duvarındaki yüze-yel venlerde belirginleşme saptanır. Akciğerin sağ üst lob kanseri, lenfoma, timoma, mediasten fibrozisi (tüberküloz, mantar hastalıkları, radyasyona bağlı mediastinal fibrozis gelişir), guatr, aort anevrizması gibi selim hastalıklarda da ortaya çıkabilir. Horner sendromu Tek taraflı pitoz (göz kapağı düşüklüğü), miyozis, enoftalmi (göz küresinin içeri çökmesi), yüzün aynı tarafında anhidroz (kuruluk) saptanır. Pancoast sendromu Horner sendromundaki bulgulara ilave olarak aynı taraf kolda atrofi ve motor kayıp olmasıdır. B.PALPASYON Göğüs ekspansiyonun değerlendirilmesi Hastaya dokunmadan önce eller ısıtılır. El başparmakları hastanın sırtında vertebra spinöz çıkıntıları üzerinde birleştirecek şekilde eller yerleştirilir. Hasta derin inspirium yaptığında, göğüs ekpansiyonu simetrik olduğu için iki başparmağın birbirinden eşit olarak uzaklaştığını görmeniz gerekmektedir. Bunun dışında simetrik olmayan 12 genişlemelerde dışa doğru daha az hareketin olduğu taraf sorunlu taraftır (plörezi, pnö-motoraks vb). Taktil fremitus Normal akciğer konuşma ile oluşan titreşimleri göğüs duvarına aktarır. Bu titreşimlerin ellerle hissedilmesine taktil fremitus (vibrasyon torasik) denir. Eller göğüs üzerine konulur. Bu sırada hastaya tekrar tekrar "40-41" demesi söylenir. Ellerin ulnar tarafı veya el ayaları ile hissedilir. Bu muayene tüm posterior toraksa uygulanır. Akciğerlerin konsolidasyonlarında (pnömoniler) taktil fremitus daha belirgin hale gelir. Plevral boşluklara sıvı biriktiğinde (plörezi, ampiyem, pnömotoraks) akciğer parankimi azaldığından vokal titreşimlerin göğüs dış duvarına iletilmesi de azalır. Vibrasyon torasiğin arttığı durumlar • Pnömoni • Akciğer enfarktüsünde • Plevral sıvının üst sınırında Vibrasyon torasiğin azaldığı durumlar • Pnömotoraks • Plörezi • Ampiyem • Plevral Fibrozis Göğüs duvarında ağrılı bölgelerin araştırılması Eğer hasta özel bir bölgedeki ağrıdan yakınıyorsa palpasyona ağrılı bölgenin dışındaki diğer bölgelerden başlanır ve en son ağrılı bölge çok dikkatli ve nazik bir şekilde muayene edilir. Travma ilişkili durumlarda kostalarda ve diğer kemik yapılarda fraktür araştırılır. Derin inspiryum sırasında belli bir noktada ağrı kaburga kırığını akla getirmelidir. Kostokondral eklemde hassasiyet olabilir (Tietze sendromu). Cilt altı hava varlığı ana bronşial yapıların, mediastenin yaralandığını gösterir; cilde basmakla parmak uçları ile çıtırtı hissedilir (subkutan amfizem). C. PERKÜSYON Yoğun kemik yapısı nedeniyle toraksın perküsyonu doğru bir şekilde yapılmalıdır. Perküte edilecek alanlar interkostal mesafeler ve interskapular mesafedir. Kemik yapıların üzerinden perküsyon yapılmaz. Beklenen normal ses sonor sestir. Sonoritenin artması hipersonorite olarak adlandırılır ve havalanma artışına 13 neden olan pnömotoraks gibi hastalıklarda gözlenir. Sonoritenin bir miktar azalmasına submati-te denir ve havalanmada azalma işaretidir. Sonoritenin iyice azalmasına matite denir. Matitenin varlığı havalanmanın olmadığını (konsolidasyon, pnömoni, atelektazi, tümör vb) gösterir. Muayene sırasında el hastanın sırtında kostalara paralel olarak parmaklar iyice açılmış şekilde yerleştirilir (Resim 2-3). Hastanın derisine sol elin (eğer perküsyonu sol elinizle yapıyorsanız, sağ elinizin) 3. parmağının orta falanksı en fazla basacak ve diğer parmaklar ise cilde dokunmaz şekilde konulur. Perküsyonu yapacak el serbest şekilde bilekten sallanır. 3. parmağınızın parmak ucu ile çekiç ile vuruyormuş gibi biraz evvel sırta yerleştirdiğiniz diğer elinizin 3. parmağı orta falanksı üzerine vurulur. Hastaya ellerini çaprazlayarak omuzlarına yerleştirmesi ve tutması söylenir. Bu sayede skapulalar laterale çekilmiş ve perküsyon alanı açılmış olur. Perküsyon vertebral kolon ve skapula kenarından aşağı doğru inen bir farazi çizgi arasında kalan alanda uygulanır. Kostalar üzerine değil arasına uygulanır. Doğru teknikle 2-3 kez vurmak yeterlidir, daha sonra bir alt aralığa geçilir. Aşağı inildiğinde belli bir noktada ses matlaşacaktır. Bu seviye diyaframın üst sınırıdır. Hastaya bu seviyede tekrar daha derin nefes alması ve tutması söylenir. Birkaç kosta mesafesi kadar aşağı inecektir bu sayede diyaframnın doğru hareket ettiği ve sinuslerin açık olduğu düşünülür. Aynı şeyler toraksın diğer yarısı için uygulanır, bu aynı zamanda her iki yarının kıyaslanmasına da olanak sağlar. Normal bir akciğerin perküsyonunda sonör ses duyulur. D. OSKÜLTASYON (dinleme) Oskültasyon genellikle stetoskobun diyafram kısmı ile yapılır. Eğer ses gelmiyorsa stetoskobun kafası çevrilerek uygun pozisyon aranır. Daha sonra hastaya stetos-kop dokundurulmadan, diyafram avuç içinde hafifçe ovalayarak ısıtılır. Yaşı müsaitse hastaya derin fakat yavaş soluk alıp vermesi söylenir. Bebekler komutunuzu yerine getiremezler ama ağlarken derin inspiryum ve ekspiryum yaparlar. Oskiiltasyona posterior toraksta en üstten başlanır. Dinlenen noktaların hemen karşı yarı torakstaki eşdeğeri dinlenir. Bu sayede karşılaştırmalı oskültasyon yapılmış olur. Kabaca her hemitoraksta 4-6 nokta dinlemek yeterlidir. Bazen oskiiltasyona başlamadan önce birkaç kez hastanın öksürtülmesi, hava yollarındaki sekresyonların temizlenmesini, bazalledeki küçük atelektatik (kapalı) akciğer alanların açılmasını sağlar. AKCİĞER SESLERİ Veziküler sesler Normal tidal volum ile ağızdan soluk alıp veren sağlıklı kişide inspiriumda havanın akciğerlere girişi yumuşak, hafif bir ses oluşturur, ekspiriumda ise çok az ses çıkarılır. Bu seslere veziküler ses denir; alveollerin yoğun olduğu bölgelerden (toraks yan duvarı) alınır. 14 Bronşial sesler Normalde saf bronşial ses sadece trakea üzerinde duyulabilir. Diğer alanlarda hem bronşiyal hem alveoalar sesler karışık haldedir (normal hali veziküler seslerdir). Eğer akciğer parankiminde yoğun konsolidasyon olursa (pnömonide olduğu gibi) alveolar sesler kaybolup sadece bronşiyal sesler duyulabilir. Bu periferde duyulan, borudan geçen havanın sesi gibi olanlara "tubu-ler veya bronşiyal sesler" denir. Denizde şnorkel ile hava aldığınızda duyduğunuz seslere benzer. Hışıltı (Wheez, sibilans) Ekspiriumda (bazen inspiriumda da) ıslık sesi gibidir. Bronkokonstriksiyorı, sekresyon, mukozal ödem, yabancı cisim, hata tümör basıları sebebiyle daralmış hava yolundan geçen akımın oluşturduğu sestir. Çoğunlukla astım, bronşiyolit ve amfizem gibi akciğerde dif-füz olarak patoloji oluşturan durumlarda görülür. Normalde inspirium ekspiriumun yaklaşık iki katı kadar uzun sürer (2:1). Bu tarz durumlarda ekspirium belirgin şekilde uzamıştır. Nadiren lokal olarak duyulur bu durumlarda tek bir anatomik alanı etkileyen tümör, yabancı cisim veya pnömonik konsodilasyonun basısı akla gelebilir. Hışıltının çok sayıda nedeni vardır (Tablo 2-1) Tablo 2-1. Hışıltı (Vizing) Nedenleri • Eupnea: normal soluma • Hipopnea: yüzeyel solunum • Hiperpnea: derin soluma: örn asidoz • Bradipne: yavaş soluma • Takipne: hızlı soluma • Cheyne - Stokes Solunumu: intrakranial basınç artışı veya herniasyona gidiş, KKY • Biot solunum: düzensiz solunum: KİBAS, menenjitte gorulur, çok düzensiz solunum • Kussmaul solunumu (hiperpnea): metabolik asidoz Enfeksiyon • Viral (RSV, rhinovirüs, parainfluenza, adeno, influenza) • Diğer (Chlamydia, tbc, histoplasma) • Astım • Anatomik bozukluklar • • Orta hava yolu (bronko,-trakeal,-larengiyal malasi, TÖF) • Ekstrensek hava yolu (Vasküler ring, mediastinal kitle, LAP) • İntrensek hava yolu (kistik adenomatoid malformasyon, sekestrasyon, hemanjiom, bronşial kist, konjenital lober amfizem) Pulmoner ödem (kalp yetersizliği, VSD, PDA) Kalıtsal • Kistik fibroz • İmmun yetersizlik (IgA + lgG2 eksikliği, B hücre defektleri, neonatal AIDS) • Primer silier diskinezi • GÖR, yutma disfonksiyonu • interstisyel akciğer hastalıkları (bronşiolitis obliterans) (adenovirüs) • Pulmoner hemosideroz • Yabancı cisim Stridor İnspiryumda duyulan, larenks ve trakeanın kısmi daralması sonucu oluşan şiddetli bir sestir. En iyi stetoskop trakea üzerine konularak değerlendirilir. (Not: stridor hışıltı demektir, kelime anlamı ile sadece inspiriumda değil ekspiryumda duyulan hışıltı anlamına da gelir. Fakat tıbbi pratikte stridor genellikle inspiratuar hışıltı olarak algılanır. Ekspiratuar stiridora sibilans ya da vizing denir). Stridor nedeni patolojiyi ortaya çıkarmak için A-P ve la-teral grafiler, baryumlu özofagus grafisi, fluoroskopi, BT, MRI kullanılır. Ancak çoğu vakada tanı direkt gözlem (fiberoptik larengoskopi) ile konur. 15 Krepitan railer interstisyel ve alveolar alanlarda sıvı toplandığı durumlarda çıtırtı-çatırtı şeklinde duyulan (krepitan rai) denir. Bu sesler, kulağınızın yakınında bir tutam saçı birbirine sürtmekle benzer, fakat genellikle inspiumda duyulur. En çok kalp yetersizliği ve pnömonide duyulur. durum ise diffüz, kuru bir çıtırtı şeklinde, çift zamanlı (hem inspiratuar hem de ekspiratuar) pulmoner fibrozdur. seslere krepitasyon duyduğunuz seslere Sık rastlanmayan bir seslerin duyulabildiği Ronkus (ronflan railer) Büyük hava yollarında toplanan veya orada oluşan sekresyonların (bronşit, broşiektazi gibi durumlarda) oluşturduğu sese denir. Pipetle içilen sıvıların son bölümünü çekerken ortaya çıkan seslere benzer. Solunum seslerinin azalması Amfizem, astım atağı, atelektazi ve plörezi gibi durumlarda solunum sesleri azalır. Frotman Plörezi veya pnömoninin plevraya ulaşması gibi durumlarda ortaya çıkan ve plevra yapraklarının birbirine sürtünmesinden kaynaklanan sese frotman denir. Pre-kordial ve perikard kökenli frotmandan ayırmak için hastaya (büyük çocuk ise) nefesini tutması söylenir. Hasta nefesini tutarken plevral frotman duyulmaz. 16 3. AKCİĞER HASTALIKLARINDA GÖRÜLEN SEMPTONLAR A. DİSPNE (NEFES DARLIĞI) Kişinin soluk alma çabası içinde olmasına karşın, bekleneni sağlamakta yetersiz kaldığının bilincine varmasına dispne denir. Dispne subjektif bir bulgu olup, objektif bulgusu yardımcı solunum kaslarının solunuma iştirak etmesidir. AKUT DİSPNE NEDENLERİ Akut larenks hastalıkları, spontan pnömotoraks, yabancı cisim aspirasyonu, pnömoni, bronşiolit, akciğer tromboembolisi, MI, perikarda sıvı toplanması, sol kalp yetersizliği, akciğer ödemi, plevral efüzyon, pulmoner hemoraji. KRONİK DİSPNE NEDENLERİ Yavaş ve sinsi gelişir, hastalar önceleri eforla daha sonra istirahatte de dispneden yakınırlar. KOAH, astım, bronşektazi ve difüz interstisyel akciğer hastalıklarında görülür. DİSPNE ÇEŞİTLERİ Ortopne Hastaların ancak oturur pozisyonda rahatlayıp nefes alabildiği dispne şeklidir. Özellikle sol kalp yetersizliğinde görülür. Paroksismal noktürnal dispne (PND) Genellikle gece ortaya çıkar, şiddetli nefes darlığı ve boğulma hissinden yakınan hasta, oturur veya açık pencereye koşarak nefes almaya çalışır. Kardiyak astım olarak da bilinir. Sol kalp yetersizliğine bağlı akciğerlerde intersisyel ve alveoler ödem geliştiğinin habercisidir. Platipne Oturur durumdayken dispnenin daha belirgin olmasıdır. Pulmoner arteriovenöz fistül, hepatopulmo-ner sendrom ve masif plörezi de görülür. Trepopne Sağ ya da sol yan dekübitis pozisyonunda dispne oluşmasıdır. inspiratuar dispne Üst hava yolu obstüksiyonlarında gözlenir; stridor duyulur. Ekspiratuar dispne Küçük hava yolu obstrüksiyonlarında ortaya çıkar; 'vi-zing' duyulur. B. ÖKSÜRÜK Solunum sisteminin çok sık görülen bir semptomudur ve bir savunma refleksidir. Toz, duman, gaz gibi fizik ve şimik ajanlar, solunum yolları aşırı sekresyonu, solunum yolları enflamasyonu ve darlıkları öksürük refleksi doğuran başlıca nedenlerdir. Solunum yollarının öksürük refleksinin doğmasına hassas olan bölgeleri: Ses tellerinin üstündeki larenks kısmı, trakeanın alt kısmı ve bronşların bifürkasyon bölgeleridir. Solunum sistemi dışında plevra, mediasten ve dış kulak iritasyonları da öksürüğe neden olur. Öksürükler devam ettiği süreye bakarak da isimlendirilir; Akut öksürük: 0-3 hafta arası süren Subakut öksürük: 3 hafta-2 ay arası süren 17 Kronik öksürük: 2 aydan uzun süren öksürüklere verilen adlardır. Öksürük tiplerine göre çeşitli hastalıklar akla gelmelidir (Tablo 3-1). C. GÖĞÜS AĞRISI Akciğer embolisi, pnömotoraks, MI, anjina pektoris ve dissekan anevrizmada ağrı akuttur. Plevra ağrıları derin nefes alma ve öksürmekle artar. Epidemik miyozit (Bomholm hastalığı) veya plörodini Coksasackie-B virusu tarafından meydana getirilen bir tip miyozittir ve nedeni belirlenemeyen göğüs ağrısına neden olur. Kostokondral sendrom (Tietze hastalığı), kaburgaların ve kıkırdak ekleminin süpüratif olmayan enflamasyonu olup göüğüs ağrısına neden olur. D. ÖKSÜRÜK Öksürük solunum sisteminin çok sık görülen bir semptomudur ve bir savunma refleksidir. Toz, duman, gaz gibi fizik ve şimik ajanlar, solunum yolları aşırı sekresyonu, solunum yolları enflamasyonu ve darlıkları, konjesyonu öksürük refleksi doğuran başlıca nedenlerdir. Solunum yollarının öksürük refleksinin doğmasına hassas olan bölgeleri: Ses tellerinin üstündeki larenks kısmı, trakeanın alt kısmı ve bronşların bifürkasyon bölgeleridir. Solunum sistemi dışında plevra, mediasten ve dış kulak iritasyonları da öksürüğe neden olur. Öksürüğe bağlı olarak hemoptizi, bronkospazm, pnömotoraks, senkop, kaburga kırığı gibi komplikasyonlar gelişebilir. Tablo 3-1. Öksürük tiplerine göre etiolojik değerlendirme Öksürüğün özelliği Olası Hastalık Sabahları gelen öksürük Sinüzit, astma Soğukla artan öksürük Tonsillit, farenjit, astma Sabahları balgamlı (prodüktif) öksürük Kronik bronşit, bronşiektazi Gece yatınca artan öksürük Alerji(üst veya alt solunum yolları ile ilgili), sinüzit Larenjit Köpek havlaması gibi öksürük Kistik fibroz, boğmaca, yabancı cisim Nöbet şeklinde ve boğucu öksürük Üst solunum yolu enfeksiyonu Kuru öksürük Bronşa dışardan bası Çatallı öksürük Astım, kistik fibroz, diğer bronşektaziler Egzersizle artan Solunum yollarının reaktif hastalıkları Hışıltılı (vizing) ile birlikte Larenkste iltihap, obstrüksiyon Stridor ile birlikte Trakeit, alışkanlık öksürüğü Metalik Alışkanlık öksürüğü Uykuda kaybolan D. BALGAM TÜKÜRME Kronik bronşitte öksürük ve balgam tükürme başlıca yakınmadır. Balgam az miktarda ve mukoid vasıflıdır (enfeksiyona bağlı ataklarda pürülan) Bronşiolo-alveoler kanserde bol miktarda sulu balgam (bronkore) bulunur. Pnömokoksik pnömonide yapışkan, pas renginde balgam vardır. Bronşektazi hastaları uzun yıllar boyunca pozisyon değiştirmekle artan, bol miktarda ve kötü kokulu balgamdan yakınırlar. Akciğer apsesinde bol miktarda (vomik) pürülan ve pis kokulu balgam vardır. 18 Akciğer amibiyazisinde, balgam çilek ezmesi niteliğinde ve boldur. F. HEMOPTİZİ Hemoptizi, solunum yollarından ya da akciğer parankiminden kanama olarak tanımlanır (Tablo 3-2). Üst solunum yollarında ya da öksürükle çıkarılan sekresyonlarda kan görülmesiyle tanınır. Nazofarenks, larenks ve özofagusun iltihap ve travmalarında da ağızdan kan gelebilir ve hemoptizi ile karışır. Hemoptizi, epistaksi ve hematemezden de ayırt edilmelidir. Epistakside burun içinde kan vardır ve farenks arka duvarına kan damladığı gözlenir. Hematemez çoğu kez bulantı, kusma, karın ağrısı ile birliktedir. Hemoptizide ise öksürük ve railer gibi akciğer hastalığı ile ilgili bulgular vardır. Hematemez koyu kırmızı renktedir, pH asidiktir ve gıda parçaları içerir. Hemoptizi ise parlak kırmızıdır, alkali pH'dadır ve balgam içerir. Tablo 3-2. Hemoptizi nedenleri • Enfeksiyon (trakeobronşit, pnömoni, tüberküloz, kist hidatik, aspergilloz) • Trakeostomi • Bronşektazi • Yabancı cisim • Pulmoner arteriovenöz malformasyon • Travma • Alveoler kanama sendromları (Goodpasture, Wegener, idiopatik hemosideroz, Heiner sendromu) • Pulmoner tromboemboli • Tümör (bronşiyal adenom, metastaz) Hastanın ilk olarak kan sayımı, koagülasyon testleri ve akciğer grafisi görülmelidir. Toraks BT hemoptizinin nedeni hakkında en geniş bilgiyi veren tanı yöntemidir, ancak tarama aracı olarak kullanılmamalıdır. Bronş içi patolojileri göstermek ve tanısal materyal almak amacı ile fleksibl bronkoskopi; yabancı cisim ve kan pıhtısı gibi durumlar için de rijit bronkoskopi yapılır. Kanama 8 mL/kg/24 saatten fazla ise ölümcül olabilir ve mutlaka transfüzyon gerektirir. Hastanın hemodinamisi, kan gazları ve hematokrit düzeyleri yakından izlenmelidir. Topikal vazokonstriktör uygulanması ya da balon kateterizasyon amacı ile rijit bronkoskopi kullanılır. Başarısız olunduğu durumlarda selektif bronşiyal arter embolizasyonu yapılabilir. Embolizasyon başarısız olursa segmentektomi ya da lobektomi gibi cerrahi girişimler düşünülür. Tablo 3-3. Çomak parmak nedenleri 19 Kardiyak • Siyanotik kalp hastalıkları • Bakteriyel endokardit Pulmoner • Bronşektazi • Kistik fibroz • İdiyopatik pulmoner fibroz • Apse, ampiyem • Akciğer kanseri • Mezetelyoma GİS • Çölyak hastalığı • Ülseratif kolit, Crohn • Multipl polipozis • Kronik dizanteri Hepatik • Bilier siroz • Kronik aktif hepatit Diğer • Tirotoksikoz • Ailevi 20 4. AKCİĞER HASTALIKLARINDA TANI YÖNTEMLERİ A. SOLUNUM FONKSİYON TESTLERİ Bak solunum fizyolojisi B. RADYOSKOPİ Özellikle Diyafram konturları ve solunum hareketlerinin incelendiği görüntüleme yöntemidir. Bir hastada diyafram paralizisi olup olmadığı bu yöntemle saptanır. C. BRONKOGRAFİ Bronkografi bronş ağacını radyoopak maddeyle doldurmak suretiyle yapılan radyolojik incelemedir. Bronşektazi hastalığının tanısında ve cerrahi operasyon en-dikasyonunun tayininde kullanılırken, günümüzde yerini yüksek rezolüsyonlu bilgisayarlı tomografiye (HRCT) bırakmıştır. D. RADYOGRAFİ PA akciğer grafisinde bilateral diyaframyı yükselten nedenler Şişmanlık, gebelik, batında asit, HSM, karın içi tümörler, bilateral pulmoner emboli. Diyaframda tek taraflı yükselme nedenleri Akciğerde hacim küçülmesine yol açan atelektazi, akciğer fibrozisi, pulmoner emboli, plevra fibrozisi, diyafram eventrasyonu, unilateral frenik sinir paralizisi, sub-frenik apse ve kolonda aşırı gaz birikmesine bağlıdır. Diyafram konturunda merdiven basamağı şeklinde çekintiler bulunması amfizem ve pnömotoraksta görülür. Ayrıca amfizemde bilateral diyaframlar aşağıya inmiş ve düzleşmiştir. Tablo 4-1. Bilateral hilus büyüklüğünü yapan nedenler • Sarkoidoz (Hiluslar iki taraflı ve patates çuvalına benzer şekilde lobüllü olarak büyümüştür) • Tüberküloz (genelde tek taraflıdır) • Lenfoma ve lösemi • Metastatik tümörler • Pnömokonyoz (silikozis ve berilyoziste yumurta kabuğu şeklinde kalsifikasyon içerir) • Nonspesifik enfeksiyonlar • İlaçlar (eroin, difenilhidantoin) • Cor pulmonale • Konjestif kalp yetersizliği, mitral stenoz • Akciğer ödemi 21 Tablo 4-2. Tek taraflı hiler genişleme nedenleri • Tüberküloz (en sık neden) • Mantar hastalıkları (koksidiomikoz, histoplazmoz) • Bronş kanseri • Tek taraflı pulmoner arter patolojileri • Nadir: sarkoidoz, lenfoma, lösemi. Tablo 4-3. Dansisite artışı (gölge koyuluğu / opak akciğer) nedenleri • Pnömoni • Kitle • Pevral efüzyon (hidrotoraks) • Atelektazi Pnömoniye bağlı opasite artışında, konsolide lob içinde hava bronkogramlarının görülebilir. ARDS'de de hava bronkogramlarının görülmesi spesifiktir. 22 Saydamlık artışı (Hiperlusensi/ dansisite azalması) nedenleri: Saydamlık artması, çoğu kez doku kaybını gösterir ve doku kaybı ile orantılı olarak saydamlık artar. Amfizem bilateral saydamlık artışı yapan en sık nedendir. Tablo 4-4. Tek taraflı saydamlık artışı yapan nedenler • Bül, bleb • Macleod (Swyer-James) sendromu • Pnömatosel • Pnömotoraks • Pulmoner arter agenezisi • Pulmoner emboliye bağlı oligemik alanda. ATELEKTAZİ (akciğer kollapsı) Herhangi bir nedene bağlı olarak akciğerin bir veya daha fazla lob veya segmentinde hacim küçülmesine atelektazi denir. PNÖMOTORAKS Göğüs duvarına paralel ince beyaz hat şeklinde görünüm verir. Bu hat visseral plevradır. Pnömotoraks alanında ise pulmoner parankimin olmayışına bağlı havalanma artışı vardır. Tablo 4-5. Atelektazinin radyolojik bulguları • Buzlu cam görünümü • Opasite artışı • Kot aralıklarında daralma • Diyaframda yükselme • Trakea-mediasten-hilus ve kalpte lezyon tarafına çekilme • Komşu akciğer alanında kompansatris amfizem. 23 Plevral efüzyon Az miktardaki sıvılar kostofrenik sinuste küntleşme ve Diyafram yükselmesi şeklinde görülürken, sıvı miktarı fazla olduğunda açıklığı yukarıya bakan konkav bir sınır çizen (Damoiseau hattı) opasite artışı izlenir. Sıvı fazla olduğunda mediasten sağlam tarafa doğru itilir. Posterior kosta frenik açıyı gösteren lateral grafiler, az miktardaki sıvıları göstermede PA akciğer grafisine üstündür. Soliter pulmoner nodül (SPN) SPN çapı 2-4 cm olan düzgün kenarlı tek ve yuvarlak opasitelerdir. 4 cm'den büyük lezyonlara kitle denir. Klinik olarak saptanan SPN'lerin %50-60 selim, %40-50'si habistir. En sık nedeni granülomlar (özellikle tbc granülomu ve mantar granülomu) ve 2. sırada hamartomdur. Habis SPN'nin en sık nedeni bronş kanserleridir. SPN yapan başlıca hastalıklar: Enfeksiyöz granülomlar (tüberküloz, mantar vb.) hamartom, bronş kanseri, metastatik nodül, akciğer apsesi, akciğer enfarktüsü, kist hidatik, romatoid nodül, A-V malformasyon, bronkojenik kist, lipoma, amiloidoma. Kistik-Kaviter lezyonlar Kavite, doku harabiyetini gösterir, çoğu kez enfeksiyon, enfarktüs veya tümöre bağlıdır. En sık kaviter lezyon yapan neden akciğer tüberkülozudur. Epidermoid karsinom en sık kavitasyon gösteren akciğer kanseridir. Akciğer apsesi, içerisinde hava-sıvı seviyesi gösteren, kalın duvarlı kavite şeklindedir ve genellikle çevresinde 24 pnömonik enfiltrasyon bulunur. Stafilokok ve Gr (-) basillerin oluşturduğu nekrotizan pnömonilerde kavitasyon görülür. DİFÜZ AKCİĞER ENFİLTRASYONLARI İnterstisyel ve alveoler enfiltrasyonlar genellikle birlikte görülürler. Difüz alveol enfiltrasyonlar: Alveollerin içerisinde sıvı, eksuda, protein ve hücresel elemanların dolmasına bağlı olarak gelişen mikronodül tarzında opasite artışlarıdır. Görüldüğü durumlar şunlardır; pulmoner ödem, difüz alveoler hemoraji, atipik pnömoniler, bronkoalveoler karsinom vb. Difüz interstisyel enfiltrasyonlar: interstisyel akciğer hastalıklarında görülen çizgisel bantlar şeklindeki enfiltrasyonlardır. (Kerley A, Kerley B ve C çizgileri). Görüldüğü diğer durumlar milier tüberküloz ve mantar hastalıklarıdır. 25 5. ASTIM VE DİĞER ALLERJİK AKCİĞER HASTALIKLARI A.ASTIM Astım mast hücreleri, eozinofiller ve T lenfositler başta olmak üzere değişik hücrelerin rol oynadığı, hava yollarının kronik enflamatuar bir hastalığıdır. Kronik enflamasyon hastada difüz hava yolu obstrüksiyonuna ve hava yolu duyarlılığının artmasına (bronş hiperre-aktivitesi) yol açar. Astım duyarlı kişilerde hava yollarındaki bu enflamasyon nöbetler şeklinde gelen öksürük, nefes darlığı, hışıltılı solunum (wheezing), göğüste sıkışma hissine neden olmaktadır ve yakınmalar özellikle gece ve sabaha doğru ortaya çıkmaktadır. Ortaya çıkan semptomlar difüz hava yolu obstrüksiyonuna bağlıdır. Hava yolu obstrüksiyonu değişik derecelerde olup, genellikle revesibldir yani spontan olarak veya tedavi ile düzelebilir (KOAH'tan ayırıcı özelliğidir). Temel patolojik olaylar özetle şöyledir. • Geri dönüşümlü hava yolu obstrüksiyonu • Kronik hava yolu enflamasyonu • Hava yolu duyarlılığında artış (bronşiyal hiperreaktivite) Allerjik ve non-allerlik olmak üzere iki tip astım vardır. Ekstrensek (alerjik) astım: IgE bağımlı mekanizmalarla oluşur ve genellikle dış faktörlere bağlıdır. Ekstrensek astım genellikle atopisi olanlarda görülür. Fakat atopi olmadan da gelişebilir (mesleksel astım). Çocukluk astımının %80-90'ı ekstrensek astım iken, erişkinlerde bu oran %25-50'dir. Deri testleri pozitif, serum IgE ve eozinofil düzeyleri yüksektir. İntrensek (non-alerjik) astım: IgE'ye bağlı olmayan mekanizmalarla gelişir. Hava yolu enflamasyonuna neden olan faktörler henüz bilinmemekle birlikte izosiyanat gibi ekstrensek faktörler, enfeksiyon ve psiko-sosyal stres gibi intrensek faktörler, aspirin ve diğer nonsteroid enflamatuar ajanlar interensek astıma neden olur. Genellikle 30 yaş üstünde görülür. Cilt testleri negatiftir, non-spesifik bronş provakasyon testi pozitif bulunur. Tablo 5-1. İntrinsik ve ekstrinsik astımın özellikleri Özellik Ekstrensek astım İntrensek astım Yaş grubu Çocuklarda Erişkinlerde Atopi (+) (-) Bronş hiperreaktivitesi (+) (+) Serum IgE î N Cilt testleri (+) (-) Nonspesifik bronş provakasyonu (+) (+) Patofizyoloji Hava yolu çapında azalma → hava yolu rezistansında artma → Ekspiratuvar volüm ve akım oranlarında azalma → solunum için daha çok enerji harcama → solunum kaslarının fonksiyonlarında bozulma ve alveoler 'recoil' bozulmasına bağlı ventilasyon bozukluğu. Vasküler konjesyon ve ödeme bağlı perfüzyon bozukluğu olur. Sonuçta ventilasyon perfüzyon (V/Q) bozukluğu olur: hipoksemi ve hipokapni, respiratuvar al-kaloz, sonrasında karbondioksit zaman içerisinde artış gösterir ve respiratuvar asidoz gelişir. Tablo 5-2. Astım için risk faktörleri 26 • Maternal sigara içimi • Sezaryen doğum • Çocukluk dönemi viral enfeksiyonları • Çocuklukta antibiyotik kullanımına bağlı barsak florasında değişiklik • Hava kirliliği • Genetik faktörler 27 Tablo 5-3. Astım Ataklarını Tetikleyen Faktörler • Allerjenler: polen • Farmakolojik ajanlar: asprin, NSAID, beta bloker • Hava kirliliği, ozon • Mesleki: metal tozlan • İnfeksiyon: respiratuvar viruslar • Egzersiz • Emosyonel stress Astımın Tanısı ve laboratuar özellikleri FEV1 ve PEF (ekspiratuvar akım hızı) düzeyleri üzerinden reversibl obstrüksiyon gösterilerek tanı koyulur. 1. FEV1 veya PEF beklenenin %80'ninden az olacak 2. Bronkodilatatör sonrası %12 düzelme olacak 3. PEF düzeylerinde diürnal değişiklik olması (normalde sabahki PEF (ekspiratuvar akım hızı) akşamkinden en fazla %15 azdır, %15 in üzerinde fark astım lehinedir) 4. Provokatif test: metakolin ile FEV1'de %20 azalma 5. Akciğer filmi normaldir (atak esnasında hiperenf-lasyon olabilir) 6. Allerjik astımda Prick testi 7. Balgamda Crushman spiralleri, Charcoat-Leiden kristalleri, creola cisimcikleri, eozinofili 8. Periferik eozinofili Tablo 5-4. Akut Ağır Astım Atağı Kriterleri • Aksesuvar solunum kaslarının kullanılması • Tek nefeste cümleyi tamamlayamama • Takipne (>25/dakika) • Taşikardi • PEF beklenenin %50'sinden az olması • Pulsus paradoksus • Göğüs muayenesinde hiperrezonans, uzun ekspiriyum, azalmış solunum sesleri • İnspiratuvar ve ekspiratuvar ronkuslar Mesleki astım İşyeri koşullarındaki bir etkene maruziyet sebebiyle oluşan astımdır. Semptomlar işyerine girdikten sonra başlar ve tatil günlerinde kaybolur. Aspirin duyarlı astım Aspirin ve diğer nonsteroid antienflamatuar ilaçların alınmasından 1 saat sonra ortaya çıkan astım tablosu, rinit, baş ve ensede flaşing görülür, tehlikeli ve ölümcüldür. Tablo 5-5. Ciddi Hayati Tehlike Olduğu Düşünülmesi Gereken Durumlar • PEF <%33 • Sessiz göğüs • Siyanoz, bradikardi, hipotansiyon • Solunum kaslarının kullanama, aşırı yorgunluk • Konfüzyon, koma 28 • PaO2 <60 " Normal veya yükselmiş pCO2, respiratuvar asidoz Sülfite duyarlı astım Bazı besinlere eklenen koruyucu maddeler (sülfit, tartrazin, benzoat) yendiğinde astım atağı ortaya çıkabilir. Özellikle çocuklarda ortaya çıkar. Tablo 5-6. Astım Ayırıcı Tanısı • KOAH • Üst solunum yollarının obstrüksiyonu • Yabancı cisim aspirasyonu • Pulmoner emboli • Pnömotoraks • Anksiyeteye bağlı hiperventilasyon • Churg-Strauss sendromu • Allerjik bronkopulmoner aspergillozis (ABPA) ve hipersensitivite pnömonileri • Karsinoid sendrom • İlaçlara bağlı (ACE inhibitörleri) öksürük • Kronik sinüzit • Gastroözefagial reflü TEDAVİ Hastalığı Kontrol Altına Alıcı İlaçlar İnhale steroidler, kromolin sodyum, nedokromil sodyum, lökotrien antagonistleri (montelukast, zafirlu-kast), uzun etkili beta-2 agonistler (formeterol, salme-terol), uzun etkili teofilin ve anti-lgE monoklonal antikorları (Omalizümab). Akut Atak Tedavisi Akut atakta en etkili ilaçlar kısa etkili beta 2 agonist-lerdir (salbutamol, terbutalin). Ek olarak sistemik syeroidler, teofilinler, antikolinerjikler (ipratropium bromür) kullanılır. Önemli Not: Astım idame tedavisinde antikolinerjikle-rin yeri yoktur, sadece akut astım alevlenmelerinde kullanılırlar. Tablo 5-7. Astım atağında hastaneye yatırma kriterleri • Tedaviye rağmen düzelme olmayışı • Sessiz akciğer veya uzaktan duyulabilen wheezing • Yardımcı solunum kaslarının kullanılması • Solunum sayısının dakikada >30/dak • Nabız: >100/dak • PaO2<60mmHg, PaCO2>45mmHg, SaO2<%90 olması B. LÖFLER SENDROMU Astım benzeri bulgularla giden akciğerin parazitik enfiltrasyonu ile karakterize bir hastalıktır. En sık Ascarise bağlı gelişir; kandan alveollere geçen larvalar hava yollarından barsaklara göç ederler. Sonuçta periferik eozinofili + ACPA'da migratuvar pulmoner enfiltratlar olur). Balgamda Charcot-Leyden kristalleri görülebilir. 29 Löfler sendromuna yolaçabilen diğer parazitler: Ancylostoma duodenale (Akdeniz ülkkeleri, Ortadoğu) Toxocara, Stongyloides, Necator americanus, Wuche-reria. Paragonimus akciğerlere barsak yoluyla değil direkt olarak orofarengiyal bölgeden geçer. C. CGURGE VE STRAUSS SENDROMU Cgurge ve Strauss Sendromu astımla karışabilen bir hastalıktır; p-ANCA pozitif küçük damar vasküliti olup astım benzeri akciğer tutulumu dışında her tür vaskü-litik organ tutulumu yapabilen sistemik bir hastalıktır. Hastalarda ortalama 10 yıldır astım ve alerjik rinit öyküsü vardır. Daha sonra periferik eozinofili, çeşitli organlarda eozinofilik enfiltrasyon ve bunu sistemik vaskülit gelişimi izler. Karakteristik olarak vaskülit semptomları ortaya çıktığında astım semptomları geriler. Üst solunum yolları tutulum bulguları sinüzit, rinit ve nazal poliptir. %70 olguda cilt tutulumu sonucu nodüller, purpura ve ürtiker görülür. Mononöritis multipleks ve merkezi sinir sistemi tutulumu görülebilir. GİS tutulumuna bağlı olarak karın ağrısı, diyare ve kanama olabilir, %50 olguda böbrek yetersizliği gelişir. Akciğer grafisinde sıklıkla yamalı, geçici enfiltras-yonlar ve plevral efüzyon görülebilir Bilindiği gibi astımda akciğer filminde enfiltrasyon olmaz. Hastaların önemli bir bölümünde p-ANCA ve daha az oranda c-ANCA pozitiftir. Tanı için açık akciğer biyopsisi altın standarttır. Küçük ve orta boy arterler ve venlerde nekrotizan dev hücreli vaskülit bulunur. Bu bulgulardan dolayı hastalık "alerjik anjiitis ve granülo-matoz" olarak da adlandırılır. Temel tedavi ajanı kor-tikosteroidlerdir. D. ALLERJİK BRONKOPULMONER ASPERGİLLOZ Allerjik bronkopulmoner aspergilloz eozinofili ve nefes darlığı ile giden ve astımla karışabilen bir diğer önemli hastalıktır. Ana problem Aspergillus fumigatusun bronş mukozasında kolonizasyonudur. Hastalarda astım benzeri aralıklı nefes darlığı atakları ve wheezing olur. Hastalar öksürükle birlikte koyu renkli (kahverengi) balgam çıkarırlar. Laboratuvar incelemelerinde periferik eozinofili olur, serum IgE düzeyleri artar ve özellikle incelendiğinde bu IgE lerin Aspergillus fumigatusa özgü oldukları görülür. Akciğer PA grafide halka imajları bronşiektazilere işaret eder, bronşiektatik alanların değerlendirilmesinde en iyi yöntem ince kesitli toraks tomografisidir. Tipik olarak santral (hilar) bronşiektaziler gelişir. Temel tedavi steroid ve antifungal (örn. itrakonazol) kullanımıdır. Semptomatik ataklarda inhale beta ago-nistler de kullanılır. • Allerjik Bronkopulmoner Aspergillozun özellikleri • Astım benzeri tekrarlayan solunum sıkıntısı atakları ve wheezing (hışıltı) • Pulmoner enfiltratlar • Periferik kanda eozinofili • Artmış serum IgE özelliği • Aspergillus fumigatusa karşı pozitif allerji testi • Akciğerde santral yerleşimli bronşiektaziler • Kahverengi balgam çıkarma • Kültürde Aspergillus fumigatus üreyebilir, spesifik IgE yüksekliği tespit edilebilir. 30 6. KRONİK OBSTRÜKTİF AKCİĞER HASTALIĞI (KOAH) Hava yollarında kronik ve irreversibl obstürüksiyon ile karakterize, oldukça sık rastlanan bir hastalıktır. En sık sebebi sigaradır. KOAH amfizem ve kronik bronşit hastalıklarını içerir: bu iki hastalık olguların %80'inde birlikte bulunur. İleri dönem astım vakalarıda dirençli bronkokonstriksiyonları nedeni ile KOAH'a dahil edilirler. KOAH'taki yapısal patoloji büyük hava yolları, küçük hava yolları ve parankim olmak üzere 3 komponentte görülürse de, en önemli değişiklikler küçük hava yollarındadır (çapı 2 mm'den küçük hava yolu). Akciğer parankimindeki değişiklikler özellikle amfizemde görülür. Tablo 6-1. Küçük hava yollarındaki değişiklikler • Respiratuvar bronşiyolit • Mukus bezlerinde artış • Epiteli döşeyen sıvıdaki değişiklikler • Düz kas kütlesindeki artış • Bronşiyol duvarında ödem • Peribronşiyoler fibrozis • Küçük hava yolarında sayıca azalma Temel problemler: Alveoler hipventilasyon ve ventilas-yon / perfüzyon bozukluğudur. Tablo 6-2. KOAH'ta Risk Faktörleri 1. Kesin olanlar: Sigara (en sık neden), mesleki maruziyet (kadmiyum, silika, metaller, inşaat, tahıl ve pamuk işlerinde çalışma), alfa-1 antitripsin yetersizliği 2. Büyük olasılıkla olanlar: Hava kirliliği, sosyoekonomik durum, alkol, çocuklukta pasif sigara içimi, düşük doğum ağırlığı, çocukluktaki solunum yolu enfeksiyonları, atopi, bronş hiperreaktivitesi, aile öyküsü 3. Tahmin edilenler: Adenovirus enfeksiyonları, C vitamini eksikliği, A gurubu kan, nonsekretuvar IgA AMFİZEM Anfizem proteolitik enzimler ve oksidanların respiratuvar bronşiyol, asinus ve alveollerde yaptığı yıkım sonucu gelişen genişlemelerdir. Etkilenen parankim ünitesi asinus veya pirimer lobüldür. Fakat bütün asinus uniform olarak etkilenmeyebilir. Elastisite azalır, Kompliyans artar 31 AMFİZEM TİPLERİ Sentrilobuler amfizem Harabiyet, lobülün merkezi kısmında bulunan terminal bronşiol ve respiratuvar bronşiollerde sınırlı kalır. Asinüsün periferindeki duktus alveolaris ve alveoller zedelenmez. Genellikle sigara içenlerde görülür ve sıklıkla akciğerlerin üst loblarında gelişir. En sık görülen amfizem tipidir. Panasiner veya panlobüler amfizem Bütün asinuste harabiyet vardır ve sıklıkla alt loblarda görülür. Alfa-1 antitripsin eksikliğine bağlı oluşur. Paraseptal veya distal asiner amfizem İnterlobüler septaya bitişik akciğer alanlarında (plevra altında yer alan) ve asinusün periferini tuttuğu için önemli derecede obstrüksiyona neden olmayan bir amfizem tipidir. En sık pnömotoraksa neden olan tiptir. Bul ve bleb sıklıkla amfizem olgularında görülen ve içi hava dolu küresel yapılardır. Bleb paraseptal amfizeme 32 bağlı geliştiği için hemen plevra altında bulunur. Tablo 6-3. Amfizemin Radyolojik Bulguları • Göğüs ön arka çapında artış (fıçı göğüs) • Diyaframın aşağı doğru itilmesi (genelde bilateral) • Kot aralıklarında genişleme • Parankimde saydamlık artışı (hiperlüsens) • Damla kalp görünümü • Pulmoner arter genişlemesine bağlı hilusta genişleme • Periferik damar gölgelerinde azalma • Yan grafide retrosternal saydam alanda genişleme KRONİK BRONŞİT Bir başka neden bulunmaksızın, birbirini izleyen iki yıl ve her yıl 3 ay süre ile kronik prodüktif öksürük olmasına kronik bronşit denir. Büyük hava yollarındaki mukus bezlerinde hiperplazi ve sekresyon artışının yanısıra küçük hava yollarında obstrüksiyon vardır. Mukus bezlerindeki hiperplaziyi ifade etmek için Reid endeksi kullanılır. Reid endeksi: Mukus bezi/duvar oranını ifade eder. Normalde bu oran 0.4'ten küçüktür, fakat ağır kronik bronşitte 0.7'yi aşabilir. Kronik bronşitte radyolojik bulgular amfizeme oranla daha azdır. %40-50'sinde grafi normaldir. Kronik bronşitin radyolojisinde bronkovasküler gölgelerde artış olur. KOAH Semptomları KOAHın en belirgin semptomları öksürük ve balgam çıkarmadır, hastalığın başlangıcından itibaren vardır. Daha sonra dispne ve wheezing (hışıltı) eklenir. İleri dönemde siyanoz ve bacaklarda ödem gelişir. Pulmoner HT ve kor pulmonale geliştiğinde sağ kalp yetersizliğine ait bulgular saptanır. KOAH'ta hipoksemi gelişmesinin en önemli nedenleri V/Q dengesizliği ve alveoler hipoventilasyondur. Kronik bronşitte V/Q dengesizliği daha belirgin olduğu için, hipoksemi ve kor pulmonale amfizemli olgulara oranla daha erken gelişir. KOAH'ta Tanı Hastalık şiddetinin ve prognozun belirlenmesi amacıyla solunum fonksiyon testi (SFT) yapılır. KOAH'taki en belirgin fonksiyonel bulgu ekspiratuvar akım hızlarında azalmadır (FEV1, FVC, FEF25-75, FEF50, FEF75 PEFR). Prognoz takibinde FEV1 değeri kullanılır. 33 Astımda hava akımının kısıtlandığı primer alan büyük hava yolları iken, KOAH'ta ilk etkilenen küçük hava yollarıdır. KOAH'ın erken döneminde FEV1 normal olduğunda FEF%25-75'teki azalma ile erken tanı mümkündür. Amfizemde FEV1, FEV1/FVC azalır, TLC, FVC ve RV artar, DLCO ve DLCO/VA azalır. Kr. bronşitte FEV1, FEV1/FVC azalır, TLC normal FRC ve RV minimal artar, DLCO normaldir. Amfizemin tanısında en iyi yöntem ince kesitli toraks tomografisidir. Sigara içmediği halde amfizem tanısı konulan genç bir hastada mutlaka alfa-1 bir antitripsin düzeyi bakılmalıdır. KOAH'ta kan gazları: En belirgin özellik hipoksemi ve buna eklenen hiperkapnidir. KOAH'ta akut alevlenme kriterleri Daha önceki stabil durumda bozulma, balgam miktarında artma, göğüste sıkışma hissi, wheezingte artma, ödem veya enfeksiyon belirtilerinin olmasıdır. KOAH'ta akut alevlenmelerden en çok sorumlu olan enfeksiyonlardır. Ataklardan en sık sorumlu olan virüslerdir. Atak esnasında hastaların balgamında en sık üretilen bakteriyel iki ajandan birincisi hemofilus influenza ikincisi Strep. pneumoniae'dır. Diğer faktörler: Kalp yetersizliği, pulmoner trombo-emboli, pnömotoraks, ilaçlar (hipnotikler, trankilizanlar, diüretikler), metabolik hastalıklar, kötü beslenme ve GİS kanaması. Tedavi KOAH 'ta şu 3 yaklaşımın hastalığın seyrinde faydalı olduğu gösterilmiştir: • Sigaranın bırakılması • Kronik hipoksemik hastalarda evde oksijen tedavisi verilmesi • Ciddi bülleri olan amfizemli hastada volüm redüksiyon cerrahisi Diğer tüm tedavi ajanları: antikolinerjikler (ipratropi-um bromid, tiotropium), beta-agonistler, teofilin, infiale ve oral steroidler ve n-asetil sistein semptomatik düzelme ve alevlenmelerde azalma dışında mortaliteyi azaltıcı etki göstermezler. İdame tedavide antikolinerjikler beta-agonistlerden daha üstündürler. Suplemental oksijen KOAH'ta mortaliteyi azalttığı gösterilen tek farmakoterapidir. KOAH akut alevlenmelerinde: inhale beta agonist + antikolinerjik + glu-kokortikoids (prednol) + antibiyotik tedavisi verilir. Tablo 6-4. Teofilinin kan düzeyini artıranlar • İleri yaş • Obezite • Karaciğer yetersizliği • Konjestif kalp yetersizliği • Simetidin • Eritromisin • Siprofloksasin • Oral kontraseptifler • Propranalol • Allopurinol Tablo 6-5. Teofilinin kan düzeyini azaltanlar • Sigara • Alkol • Antikonvülzanlar • Rifampisin 34 7. BRONŞİEKTAZİ Bronş duvarındaki tahribat sonucu oluşan anormal ve kalıcı bronş genişlemelerine bronşiektazi denir. Bronşiektazi bronş duvarındaki enflamasayon ve yıkıma bağlı gelişir. Genelde segmenter ya da subsegmenter düzeyde medium boy bronşlar tutulur. Bronşiektazi silindrik, variköz ve sakküler (kistik) olamak üzere üç tipte görülür. Klinik olarak kronik öksürük, yoğun balgam çıkarma ve tekrarlayan enfeksiyonlarla karakterizedir. Akut ataklar esnasında ateş, öksürük ve balgam miktarında artış, nefes darlığı oluşur. Tekrarlayan hemoptiziler olur ve bazen tek semptom olarak karşımıza çıkar. Çok sık tekrarlayan enfeksiyon atakları iştahsızlık ve kilo kaybına neden olur. Bronşektazi drenaj problemi nedeniyle alt loblarda ve en sık sol akciğerin alt lo-bunda görülür. Nekrotizan enfeksiyonlar en sık sebeptir (Tablo 7-1). Tablo 7-1. Bronşiektazi nedenleri • Nekrotizan Enfeksiyonlar Adenovirus, enfluenza P. aeruginosa, H. enfluenza, S. aureus, anaeroplar Tüberküloz, fungal Bronşiyal obstrüksiyon Yabancı cisim (çocuklarda, lokalize) Lenf nodu, tümör • Mukosiliyer disfonksiyon Primer silier diskinezi Kartagener (situs inversus) • İmmün yetmezlik Panhipogammaglobulinemi Selektif lgG2 eksikliği • Kistik fibroz • Toksik inhalasyonlar AC-PA grafide halka imajı ya da tren rayı anzarası (kalın duvarlı dilate bronşlar) şeklinde görülür. En iyi tanı yöntemi ince kesitli akciğer tomografisidir. Tedavi: Amaç semptomların kontrolü ve bronşektazi progresyonunun önlenmesidir. Postüral drenaj ve göğüs fizyoterapisi ile sekresyonların atılması, akut ataklar esnasında uygun antibiyotikle bronkodilatatörler verilmelidir. Atakların önlenmesine yönelik olarak İnf-luenza ve pnömokok aşıları yapılmalıdır. Genç vakalarda ve medikal tedavi ile kontrol altına alınamayan vakalarda cerrahi tedavi uygulanmalıdır. 35 8. İNTERSTİSYEL AKCİĞER HASTALIKLARI Alveol duvarında fibroz ve kalınlaşma ile karakterize akciğer hastalıklarıdır. Temel olarak interstisyel akciğer hastalıklarında 3 önemli özellik bulunur: • Eforla artan dispne ve öksürük • Akciğer grafisinde intertisyel enfiltrasyonlar • Solunum fonksiyon testinde restriktif fonksiyon Genelde yavaş seyir gösterip zamanla siyanoz ve çomak parmak gelişir. İnterstisyel akciğer hastalığı sebepleri aşağıda sıralanmıştır: Tablo 8-1. interstisyel Akciğer hastalıklarının nedenleri • Asbestozis • Toksik gaz inhalasyonu, parfümler • İlaçlar (nitrofurantoin, altın, amiodaron, bleomisin, kemoterapi ilaçları) • Radyasyon veya radyoterapi • Aspirasyon pnömonisi • ARDS sonrası • İdiopatik interstisyel pnömoniler • İdiopatik pulmoner fibroz • Akut interstisyel pnömoni (Hamman-Rich sendromu) • Kriptojenik organize pnömoni (BOOP) • Bağ doku hastalıkları • Pulmoner kanama sendromları • SLE, RA, Ankilozan spondilit, Skleroderma, Schogren sendromu • Good pasture sendromu • İdiopatik pulmoner hemosiderozis • Pulmoner alveoler proteinoz • Eozinofilik pnömoniler • Lenfanjiyoleiomyomatozis • Amiloidoz • Tüberoz skleroz, nörofibromatoz Granülomatöz İnterstisyel Akciğer hatsalıkları • Organik tozlar: Hipersensitivite pnömonisi • İnorganik tozlar: Silikoz, Berilyoz • Sarkoidoz • Langerhan hücreli granülomatöz • Wegener granülomatozu • Churge and Strauss vasküliti Tablo 8-2. İnterstisyel akciğer hastalığı sebeblerinin sıklıklarına göre sıralaması • İdiopatik interstisyel pnömoniler (%40) • Çevresel ve mesleki interstisyel akciğer hastalıkları (%25) • Sarkoidoz (% 10) • Bağ doku hastalıkları (%9) • İlaçlar ve radyasyon pnömonisi (%1) • Diğer % 13 İdiyopatik interstisyel akciğer hastalıklarının en sık nedeni idiyopatik interstisyel pnömoniler ve sarkoidoz; sebebi bilinenler içinde ise görülen mesleki ve çevresel akciğer hastalıklarıdır. Genel özellikler: Klinik olarak ilk belirti zamanla prog-resif artış gösteren efor dispnesidir. Fizik muayenede 36 akciğerlerde Velcro raileri (ince krepitasyonlar) duyulur. Çomak parmak sık görülür (sarkoidozda olmaz). Radyolojik olarak direk akciğer grafisinde retikülono-düler (interstisyel) enfiltratlar ve asiner rozetler görülür. Daha duyarlı olan akciğer tomografisinde ise erken dönemde Buzlu cam manzarası görülürken geç döneminde Bal peteği manzarası görülür. Karbon monoksit difüzyon testi (DLCO) tanısal olarak en erken pozitifleşen testtir. DLCO interstisyel akciğer hastalıkları ve amfizemde azalır. DLCO düzeyindeki azalma hastalığın derecesi ile korelasyon göstermez. Kan gazı erken dönemde istirahatle normaldir, ancak efor esnasında oksijen satürasyonunda düşme olur. İleri dönemde hipokapnik hipoksemi olur. Solunum Fonksiyon Testinde genel olarak bütün vo-lüm ve kapasitelerde azalma olur: VC, FRC, TLC, FEV1. FEV1/FVC ise %80 veya üzerinde çıkar (obstrüktif akciğer hastalıklarında ise azalır). Akciğer biyopsisi altın stnadart tanı yöntemidir. İDİOPATİK PULMONER FİBROZ İdiopatik interstisyel pnömoniler içerisinde en sık görülenidir. Kötü prognozlu ve tedaviye yanıtı az olan bir hastalıktır. Kesin tanısı biyopsi ile konulur. Beş yıllık yaşam beklentisi %30 'dur. Tedavi açısından tek şans akciğer transplantasyonudur. AKUT İNTERSTİSYEL PNÖMONİ (HAMMAN -RİCH SENDROMU) Genelde 40 yaşın üzerinde görülen ve akut başlama ile ARDS 'ye benzeyen Fulminan seyirli idiyopatik akciğer hastalığıdır. Mortalite %60 'm üzerindedir ve genelde vakalar 6 ay içerisinde kaybedilir. DESKUAMATİF İNTERSTİSYEL PNÖMONİ Sigara içenlerde görülen akut başlangıçlı idiyopatik interstisyel pnömoni tipidir. PULMONER LANGERHAN HÜCRELİ HİSTİOSİTOZ 20-40 yaşlar arasında ve sigara içenlerde görülen nadir bir hastalıktır. Akciğer parankiminde tipik olarak nodüler enfiltratlarda Langerhans hücrelerle kendini gösterir. Klinik olarak en tipik özelliği %25 vakada pnömotoraks gelişmesidir. LENFANJİYOLEİOMİYOMAROZİS Doğurgan yaştaki bayanlarda görülür, nadirdir. En önemli klinik özellikleri: Amfizem, tekrarlayan pnömotoraks ve şilöz plevral efüzyon olur. GOODPASTURE SENDROMU Klinik olarak hematüri ile kendini gösteren akut böbrek yetersizliği yanında bilateral akciğer tutulumuna bağlı pulmoner hemoraji, nefes darlığı, öksürük ve he-moptizi görülür. Solunum bulguları genelde renal bulgulardan daha önce ortaya çıkar. 37 Serumda anti-GBM antikorlarının gösterilmesi önemlidir ve kesin tanı için böbrek biyopsisi mutlaka yapılmaya çalışılmalıdır (altın standart), çünki anti-GBM antikorları hastaların %80' ninden azında pozitiftir. Böbrek biyopsisinde ışık mikroskopisinde kresentler görülürken en tipik bulgu immün floresan boyamada glomerüler bazal membranda lineer IgG depozitlerinin görülmesidir. Temel tedavi seçeneği plazmaferez + steroid veya siklofosfamit'tir. SARKOİDOZ Sarkoidoz kazeifikasyon göstermeyen granülomlarla karakterize ve multisistem tutulum yapan enflamatu-var bir hastalıktır. En çok akciğerleri tutar, diğer sık tutulan organlar karaciğer, cilt ve gözdür. Klinik olarak değişken seyir gösterir, vakaların yarısında remisyon gelişirken diğer yarısında kronik hastalık gelişir. Hastalık en sık 20-30 yaşlar civarında görülür. Etiyolojik olarak enfeksiyöz ajanlar (Mikobakterium tüberkülozis, mantarlar, spiroketler vb.), çevresel ajanlar (berilyum, alüminyum, çam polenleri, yer fıstığı, kil, saç spreyi, pudra vb.) ve otoimmüniteyi kapsayan birçok etkenin etiyolojide rol oynayabileceği öne sürülmektedir Klinik olarak hastalar çoğunlukla öksürük ve nefes darlığı şikayetleri ile başvururlar. Gece terlemesi, kilo kaybı, halsilik gibi semptomlar da olabilir. Akciğer semptomlarından sonra cilt ve göz tutulumlarına bağlı semptomlar en sık şikayet unsurlarıdır. Daha sonraları nörolojik semptomlar eklenebilir. Vakaların %30'u hiç semptom vermeden tesadüfi olarak ACPA grafide simetrik hiler LAP bulunması ile tanı alır. Organ tutulum sıklığı: Akciğerler (%95), cilt (%24), göz (%12), toraks dışı lenf nodu tutulumu (%15), karaciğer (%12), dalak (%7), nörolojik (%5), kardiyak (%2). Sonuçta sarkoidoz multisistemik bir hastalıktır ve her organı tutabilir. Akciğerler en sık tutulumu organdır. Tutulum interstisyel akciğer hastalığı şeklindedir. %70-90 vakada mediastinal LAP olur. Akciğer filminde retikülonodüler enfiltratlar (özellikle subplevral akciğer dokusunda) ve simetrik mediastinal (en sık hilar) LAP görülür. Bilateral lobülasyon gösteren (patates çuvalı şeklinde) lenf bezi büyümesi yapar. Tek taraflı lenf bezi büyümesi oldukça nadirdir. Nadir akciğer tutulum şekilleri: Endobronşiyal sarkoidoz, plevral efüzyon, pnömotoraks, şilotoraks, plevral kalınlaşma, plevral kalsifikasyon ve kavitasyon. İntertisyel fibrozisle seyreden ciddi sarkoidoz olgularında %1-4 oranında pulmoner hipertansiyon ve kor pulmonale görülür. Tablo 8-3. Akciğer grafisi bulgularına göre sarkoidozun evreleri 38 Evre 0 → Akciğer grafisi normal Evre I → Bilateral hiler LAP Evre II →Bilateral hiler LAP + parankimal enfiltras-yon Evre III →Bilateral Parankimal enfiltrasyonlar Evre IV →Fibrokistik sarkoidoz: akciğer parankimin-de kistik ve büllöz değişiklikler Deri: Eritema nodozum, lupus pernio, subkutan no-düller Göz: Anterior üveit, posterior üveit, keratokonjonkti-vitis sikka Sinir sistemi: 7. kafa siniri tutulumuna bağlı fasiyal paralizi, diabetes insipitus Kas-iskelet sistemi: Poliartralji, artrit, polimiyozit, kemiklerde litik lezyonlar Böbrek: intertisyel nefrit, glomerülonefrit, nefroliti-yazis Kalp: Aritmiler, kalp bloğu, perikardit, kalp fonksiyon bozukluğu Karaciğer tutulumu: Alkalen fosfataz ve kolestatik enzim yüksekliği ön plandadır. Lenfopeni, anemi, dalakta büyüme ve tomografide hipo- ve hiperintens alanlar görülür. %10 vakada hiperkalsemi veya hiperkalsiüri vardır. Bunun sebebi granülomlarda 1,25-hidroksi kolekalsiferol üretiminin artmasıdır; kalsiyum artışı PTH'ı suprese eder. BAZI ÖZEL KLİNİK ŞEKİLLER Löfgren sendromu Artralji + Eritema nodozum + Bilateral hiler LAP. Sar-koidoz seyri esnasında akut alevlenme şekli. Spontan iyleşmenin en fazla görüldüğü klinik tiptir. Heertfordt sendromu Anterior üveit + parotis bezi tutulumu + fasiyal sinir tutulumu + ateş Laboratuar Bulguları ve Tanı • ACPA grafi veya BT'de interstisyel tutulum, me-diastinal LAP • Serum ACE düzeyinde artış (diğer granüloma-töz hastalıklarda da artış gösterebilmektedir) • Lenfositopeni, hiperkalsemi • Bronkoalveoler lavaj sıvısında CD4/CD8 > 3.5 • Kwiem-Stilbach testi spesifik ancak artık kullanılmıyor. • Kesin tanı için akciğer ya da diğer tutulan organdan biyopsi yapılması şarttır. Tedavi Vakaların çoğunluğunda 2-5 yılda iyileşme gerçekleşir. Bir kısmı ise progresyon gösterir. Semptomatik ve progresyon gösteren vakalarda ilk seçenek glukokortikosteroidlerdir. Alternatif ajanlar: siklofosfamit, metotreksat, azotiopurin, enflüksimab. 39 9. ÇEVRESEL VE MESLEKİ AKCİĞER HASTALIKLARI İnorganik tozlara bağlı gelişen interstisyel akciğer hastalıklarına pnömokonyoz denir (örneğin silikozis, asbestozis gibi). Organik antijenlere bağlı gelişen interstisyel akciğer hastalıklarına ise hipersensitivite pnömonisi denir (örneğin çiftçi akciğeri, bissinozis, kuşcu akciğeri gibi). Çapı 0.5-5 mikron arasında olan inorganik tozlar alveollere kadar gidebildiklerinden interstisyel hastalık oluştururlar. Pnömokonyozların gelişimi için genellikle 15-20 yıllık maruziyet gerekir. Aşağıda bazı önemli pnömokonyozlar sıralanmıştır: Tablo 9-1. Çeşitli meslek hastalıklarında etyoloji Hastalık Etken İş kolları Asbestozis Asbest Asbest işlenmesi, kullanımı Silikozis SiO2 Madencilik, tünelde çalışma Antrakozis Kömür tozu Kömür madenciliği Talkozis Talk Lastik sanayi Berilyozis Berilyum Elektronik sanayi Baritozis BaSO2 Baryum sülfat üretimi ASBESTOZİS Asbest mineralleri (krosidolit, krizolit, amozit, antofilit, krokidolit) inşaat, gemi-uçak-otomobil yapımı, çeşitli boru yapımı, ses ve ısı izolasyonunda, tekstil sanayi olmak üzere yaklaşık 3000'den fazla alanda kullanılmaktadır. Asbest sadece solunum yoluyla alındığında zararlı olmaktadır. En zararlı asbest türleri krosidolit (mavi asbest), amozit ve tremolit iken en az zararlı olan krizotildir. İş kolları dışında yaşanılan çevrede bulunması ve ev badanasında (ak toprak) kullanılması hastalığa neden olur. Asbetstoz temel olarak 3P'nin hastalığıdır: periton, perikard ve plevra Tablo 9-2.Asbestoz zemininde gelişen hastalıklar Selim Hastalıklar Habis Hastalıklar En az 10 yıllık maruziyet sonrası gelişir 1-2 yıllık temastan 20-25 yıl sonar gelişir Plevral plaklar Akciğer kanseri Skuamöz veya adeno Ca Plevral efüzyon Perikardiyal efüzyon Mezotelyoma plevra, periton, perikard Difüz plevral fibrozis Difüz intertisyel fibrozis Önemli not: Asbestozis zemininde en sık gelişen malinite akciğer kanseridir. Asbeste bağlı gelişen akciğer kanseri riski, kişinin sigara içmesi ile çok daha artar. MEZOTELYOMA Plevranın çok kötü prognozlu habis hastalığıdır. En sık görülen semptom göğüs ağrısıdır, buna ek olarak nefes darlığı bulunabilir. Fizik muayenede hastalıklı taraf hemitoraksta çökme ve hareket azlığı (rijidite) vardır. Radyolojik incelemelerde plevral sıvı ile birlikte multipl nodüller veya lineer plevral kalınlaşma, hemitoraks çapında küçülme izlenir. Plevral sıvıda LDH ve hyalüro-nik asit yüksekliği tanıya yardımcı olur. Kesin tanı kapalı iğne biyopsisi veya torakotomi ile konur. Hastalığın tedavisinde etkili bir yöntem yoktur, erken evrede cerrahi tedavi ile ortalama yaşam şansı 15 aydır. Radyoterapi ve kemoterapiye dirençlidir. 40 SİLİKOZİS Silikozisin etkeni silisyum dioksit mineralidir (SiO2 veya kristalize kuartz). Silikozis ve kömür işçileri pnömokonyozu en sık görülen meslek hastalıklarıdır. En sık görüldüğü iş dalları: maden ocakları (galeri açılmasında çalışanlar = lağımcılar) baraj inşaatları, tünel yapımı, çimento fabrikası, taş ozakları, cam ve seramik sanayi. Hasta bu iş kolarından ayrılıp, silika maruziyeti ortadan kalksa bile akciğerdeki hasar progresyon gösterir. Akciğerde üzellikle üst lobları tutan masif fibrozise ve /veya kalsifiye hiler lenf nodu büyümesine neden olur neden olur (Akciğer grafisinde tipik yumurta kabuğu manzarası olur). Silika alveolar makrofajlara sitotoksik etki gösterdiğinden enfeksiyon riskini arttırır: Sililkoziste tüberküloz görülme insidansı artar (silikotüberküloz). Ayrıca atipik mikobakteriler, mantar enfeksiyonları. Silika ayrıca muhtemel kanserojen olarak gösterilmektedir. Romatoid artrit ya da skleroderma gibi oto-immün hastalıkalr gelişebilir. Nadiren 9 ay gibi kısa bir sürede akut gelişir (akut silikozis): akciğer grafisinde yaygın miliyer enfiltratlar olur, malesef hızlı ilerler ve ciddi solunum yetersizliği yapar, kötü prognozludur. KÖMÜR İŞÇİSİ PNÖMOKONYOZU (ANTRAKOZİS) Kömür işçilerinde görülen bir toz hastalığıdır. Klinik olarak asemptomatik olarak seyreden hafif formda veya progresif masif fibrozis ile seyreden ağır formda olabilir. Üst loblar ağırlıklı olmak üzere retikülonodüler tutulumla karakterizedir. Kaplan sendromu (pulmoner fibroz + Seropozitif romatoid artrit) ilk olarak kömür işçilerinde tanımlanmıştır, ancak daha sonraları silikozis ve diğer pnömokonyozlarda da oluşabildiği görülmüştür. Nadiren kronik bronşit ve KOAH gelişebilir. BERİLYOZİS Berilyum elektriği iletebilen, güçlü ve hafif bir metaldir. Seramik ve elektronik endüstrisinde, floresan tüp imalatında kullanılır. Akut interstisyel pnömoniye neden olabilmekle birlikte en sık yaptığı klinik tablo sarkoidoza benzeyen kronik enflamatuvar granülomatöz hastalıktır. Berilyuma karşı gelişen geç tip aşırı duyarlılık testi ile sarkoidozdan ayrılır. Sarkoidoz gibi akciğer dışı organlarda da granülamatöz tutulum gösterebilir. Akciğer grafisinde interstisyel enfiltratlar ve no-düller gelişir, hilar LAP pek gelişmez. ORGANİK ANTİJENLERE BAĞLI GELİŞEN AKCİĞER (Hipersensitivite Pnömonisi) (Ekstrensek Allerjik Alveolit) HASTALIKLARI Ekstrensek allerjik alveolit akciğer parankiminde inhale edilen 'organik antijenlere' karşı gelişen immünolojik enflamatuvar reaksiyondur. Nadiren bazı kimyasal maddelere maruziyet sonrasında da gelişebilmektedir. En sık görülen türü 'çiftçi akciğeri'dir (ikinci olarak kimyasal fabrika çaşışanları: örneğin deterjan fabrikası). Diğerleri: bagassozis (şeker kamışı), bissinozis (pamuk), kültür mantarı, kahve, nemlendirici-sauna, marangoz, kuşcu akciğeri, cila-plastik-boya imalatında çalışanlar. ÇİFTÇİ AKCİĞERİ Termofilik aktinomiçeslerin sporlarına bağlı gelişen hipersensitivite pnömonisidir. Akut ve kronik olmak üzere iki türü vardır. Akut formu maruziyetten saatler sonra ateş, nefes darlığı (vizing olmaz); halsizlik ile gelirler. Uzun yıllar maruziyet sonrasında ise kronik interstisyel akciğer hastalığı gelişir: bu vakalarda hikayete yukarıda belirtilen tekrarlayan akut alevlenme olması tanı açısından önemlidir. Dirençli vakalarda steroid kullanılır. BİSİNOZİS Pamuk, keten ve kenevir tozlarına uzun süre maruziyet sonucu ortaya çıkan kronik bir akciğer hastalığıdır. Kronik ağır bir bronşit veya astıma benzer belirtiler gösterir. Hastalıkta klinik oldukça tipiktir, 5-6 yıl maruz kalan işçilerde hafta sonu tatilinden sonraki ilk iş gününde göğüste sıkışma hissi, nefes darlığı, öksürük ve ateş görülür. Bu nedenle hastalık tablosuna "Pazartesi ateşi" de denmektedir. Başlangıçta haftanın diğer günlerinde şikayet olmazken, ilerleyen dönemlerde süreklilik kazanarak KOAH benzeri bir klinik tablo ortaya çıkar. TAHIL TOZU HASTALIĞI Tahıl işlenmesinde çalışanlarda uzun süre maruziyet sonrasında obstrüktif tarzda akciğer hastalığı ortaya çıkar. Nefes darlığı, yoğun solunum sekresyonu ve wheezing, FEV1/FVC oranında azalma olur. 41 RADYASYON PNÖMONİSİ Radyasyon pnömonisi radyoterapinin kümülatif dozuna bağlı gelişir (>40 Gy). Radyoterapi bittikten ortalama 2-3 ay sonra başlar. Erken dönemde interstisyel ödem olur. Toraks BT: keskin sınırlı buzlu cam manzarası (sadece radyoterapi alan bölgeler tutulur). Hastada ateş, öksürük, göğüs ağrısı ve nefes darlığı olur. Erken dönemde streroidlere iyi yanıt verir, tedavi edilmezse geç dönemde pulmoner fibroz ve Restriktif akciğer hastalığı gelişir. 42 10. PULMONER EMBOLİ Pulmoner tromboemboli (PTE); verilerde oluşan trom-büslerden kopan parçaların pulmoner arter ve onun vasküler dallarında tıkanıklık yapmasıdır. PTE %90 derin bacak verilerinde gelişen trombüslerden kaynaklanır. (En sık diz üstü bacak venleri: iliofemoral ven). Hiperkoagülabilite ve dolayısı ile PTE riskini arttıran faktörler: immobilizasyon, uzun süren yolculuk, cerrahi girişim, gebelik, doğum kontrol hapı kullanımı. Genetik olarak ise faktör V Leiden ve protrombin gen mutasyonları en sık sebeplerdir. Embolizasyon ile birlikte aşağıdaki patofizyolojik değişiklikler gelişir: • Hipoksemi olur (pO2 azalır). • Ölü boşluk tipi solunum olur. • Alveolar - arteryel oksijen gradienti artar (P(A-a)O2) • Ventilasyon - perfüzyon oranı artar (P/Q): • Pulmoner vasküler direnç artışı olur. • Alveolar hiperventilasyon: irritan reseptörlerin aşırı uyarılması nedeni ile olur. • Tıkanan damarın distalinde bronkokonstriksiyon olur: bunun nedeni hem mekanik tıkanma hem de trombositlerden, hasarlı endotel hücrelerinden ve mast hücrelerinden salınan nörohümoral maddelerdir. • Sürfektan kaybı, ödem ve kanamaya bağlı kollaps olur. • Komplians azalır. • Sağ ventriküler disfonksiyon olur. En sık şikayet nefes darlığı, en sık bulgu ise takipnedir. Plöretik göğüs ağrısı veya yan ağrısı, öksürük, hemoptizi diğer şikayetlerdir. Pulmoner nekroza bağlı ateş gelişebilir. Masif embolilerde ciddi hipotansiyon, senkop ve siyanoz gelişebilir. Küçük embolilerde ise klinik belirti olmayabilir. Diagnostik Yaklaşım 1. Aşamada yapılacak incelemeler: Kan gazı, EKG, ACPA, D-dimer Kan gazında hiposemi, hipokarbi ve respiratuvar alka-loz görülür. Masif embolide karbondioksit de yükseleb-lir. EKG de sağ aks deviasyonuna işaret eden S1Q3T3: D1 de 5, D3 te Q ve T negatifliği olması. ACPA nın tanı koydurucu değeri olmamakla birlikte ayırıcı tanıya giren pnömnotoraks, pnömoni, perkardit, plörit gibi diğer hastalıkların ekartasyonunda kullanılır. D-Dimer tromboembolik olaylarda yükselen fibrin yıkım ürünüdür, %95 vakada yükselir. Negatif ise tromboemboliyi %98 ekarte ettirir. D-dimer tromboemboliyi ekarte ettirir ama yağ, septik veya tümöral emboli gibi diğer sebeplere bağlı emboliyi ekarte ettirmez. Kan testlerinden troponin T, I ve BNP düzeyleri yüksek olabilir. Daha sonra emboliyi göstermeye yönelik testler yapılır. Çok dilimli anjiyo emboliyi göstermeye yönelik ilk yapılacak incelemedir. Bu testte normal tomog-rafik incelemenin ötesinde kontrast madde ile pulmoner arterler görüntülenir. BT-anjiyo yapılamayan yerlerde ventilasyon-perfüzyon sintigrafisi yapılır. Altın standart tanı yöntemi pulmoner anjiyografidir ve en son yapılacak testtir. Yardımcı testler olarak DVT tanısı açısından alt ekstre-mite dopler USG yapılabilir. Sağ kalp yüklenmesini göstermek için EKO yapılabilir. Yardımcı testler BT anjiyo ya da sintigrafide yeterince yüksek ipucu elde edilemezse pulmoner anjiyo öncesi yapılır. Pulmoner Tromboemboli Tedavisi Heparin + varfarin verilir. Heparin hastane çıkışında kesilir; varfarin ile tedavi 3-6 aya kadar devam eder. Masif embolide trombolitik verilebilir. Tekrarlayan tromboembolileri olan hastalarda (örneğin genetik hipertkoagülabilitesi olan hastalarda) inferior vena kavaya filtre konabilir. Embolektomi nadiren uygulanan diğer bir tedavi alternafidir. Tablo 10-1. Non - Trombotik Pulmoner Emboli Sebepleri 43 • Yağ embolisi (kırıktan sonra ilk 3-4 gün içerisinde olur, kırıktan 3-4 gün sonra olan embolide tromboemboli düşünülmelidir.) • Amniyotik sıvı embolisi • Hava embolisi • Şistozomiyazis • Septik Emboli • Tümoral emboli 44 11. PLEVRAL EFÜZYON Normalde plevra yaprakları arasında az miktarda sıvı vardır (15-50mL). Bu sıvı tabakası solunum hareketleri esnasında iki plevra yapraklarının sürtünmesini önleyerek akciğerlerin daha iyi ekspanse olmasını sağlar. Plevral boşlukta sıvı abzorpsiyonunu aşan derecede birikim olursa plevral efüzyon gelişir. Tablo 11-1. Plevral efüzyon oluşumunda rol oynayan faktörler • Mikrovasküler dolaşımdaki hidrostatik basınç artışı (konjestif kalp yetersizliği) • Mikrovasküler onkotik basıncın azalması (karaciğer yetersizliği, nefrotik sendrom) • Plevra boşluğunda basınç azalması (atelektazi) • Mikrovasküler dolaşımda permeabilite artışı (pnömoni) • Plevra boşluğunun lenfatik drenajının bozulması (tümör) • Periton boşluğundan sıvı geçişi (asit) Fizik muayene: Sıvı miktarı 300mL'den az olduğunda fizik muayene bulgusu yoktur, ancak 500mL'den fazla sıvı toplandığında klinik bulgu verir. Sıvı miktarı 1000mL'yi geçtiğinde inspeksiyonda o taraf hemitoraksta kaburga aralıklarında dışa doğru kabarıklık izlenir. Ancak atelektazi ve fibrozis ile birlikte ise kabarıklık oluşmaz. Sıvının olduğu tarafta solunum sesleri azalır veya kaybolur, ekspansiyon ve vibrasyon tora-sik (VT) azalır, perküsyonda matite saptanır. Radyolojik bulgular: PA akciğer grafisinde sıvının görülebilmesi için 300 mL'den fazla olması gerekir. Daha az sıvılar ancak lateral dekübitis grafisinde saptanabilir. Sıvı miktarı 1000 mL olduğunda radyolojik olarak tipik bir plevral sıvı görünümü ortaya çıkar. Kostodiyafragmatik sinus kapanır, diyafragma gölgesi silinir, sıvının üst sınırı açıklığı hilusa bakan bir parabol gösterir (Damoiseau hattı). Masif sıvı toplanmasında o taraf hemitoraks tamamen opak görünümdedir, mediasten karşı tarafa doğru itilir. 45 Masif sıvı olmasına rağmen mediasten yer değiştirme-mişse sıvıyla birlikte obstrüktif atelektazi olduğundan kuşkulanılmalı ve bronkoskopi yapılmalıdır. Habis me-zotelyoma varlığında da sıvı olmasına rağmen genellikle mediasten yer değiştirmez. Plevral sıvı her zaman serbest halde bulunmaz plevral yapışıklıklar arasında veya fissürler içerisinde loküleankiste olabilir. Kalp yetersizliğinde minör fissür içinde (sağ akciğer orta zonda) iğ şeklinde plevral sıvının neden olduğu opasiteye 'fantom tümörü denir. Tanısal yaklaşımda ilk adım ponksiyon (torasentez) yapılarak sıvının biyokimyasal tetkiki yapılmalıdır. Transudaeksuda ayrımı ile bunlara neden olan hastalıkların ayırıcı tanısı yapılır. Az miktardaki sıvılarda torasentez yapılabilmesi için lateral dekübitis grafisinde sıvı kalınlağının 10 mm'den fazla olması gerekir. Light kriterleri Transuda-eksuda ayrımında kullanılan biyokimyasal parametrelere dayanır. Light kriterlerine göre bir sıvıya eksuda demek için 3 özellik gerekir; 1- Plevra protein/serum protein 0.5 2- Plevra LDH/ serum LDH 0.6 3- Plevra LDH 200 veya serum normal değerinin 2/3'ü olmasıdır. Ayrıca serum albumini-plevra albumini farkının 1.2 gr/dL veya daha az olması da eksuda kriteri kabul edilir (Tablo 11-2). Tablo 11-2. Eksüda-transüda kıyaslaması Transüda Eksüda Renk Berrak Bulanık Hücre /mm3 <1000 >1000 Dansite <1016 >1016 Protein 0.5 g/dL >0.5 g/dL Kültür Negatif Pozitif LDH <200 >200 Tablo 11-3. Transüda Nedenleri 46 Hidrostatik basınç artışı • Konjestif kalp yetersizliği • Konstriktif perikardit • Perikard sıvısı • Konstiriktif kardiyomiyopati • Massif pulmoner emboli • Vena cava superior obstrüksiyonu • Akut glomerülonefrit Onkotik basınç azalması • Karaciğer sirozu • Nefrotik sendrom • Malnütrisyon • Protein kaybettiren enteropati • Hepatik amibiazis Kapiller permeabilite artışı • Pulmoner emboli • Mikst ödem Trans peritoniyal sıvı geçişi • Asit • Periton diyalizi Tablo 11-4. Eksuda Nedenleri İmmün hastalıklar • Dsessler sendromu • Kardiyotomi sendromu • Sistemik lupus • Wegener granülomatozisi • Romatizmal ateş Enfeksiyonlar • Pnömoni • Akciğer apsesi • Tüberküloz • Mantar enfeksiyonları • Subfrenik apse Maligniteler • Mezotelyoma • Lenfoma • Metastazlar Diğerleri • Pulmoner emboli • Pankreatit Sol kalp yetersizliği en sık görülen plevral efüzyon nedenidir. Eksüda sebepleri içerisinde ise en sık neden parapnömonik efüzyondur. Plevral efüzyonda bak-teriyel kontaminasyon oluşursa püy gelişir ve ampiyem adını alır; mutlaka toraks tüpü takılmalıdır. Lokü-le olan ve direne edilemeyen sıvıları boşaltmak için plevral boşluğa streptokinaz verilebilir. Eksüdatif plevral efüzyonun ikinci en sık nedeni habis plevral efüzyonlardır. 47 Mezotelyomada hastalarda göğüs ağrısı olur, grafi-de plevral kalınlaşma dikkati çeker, hemitoraksta büzülme olabilir, asidik ve kanlı efüzyon olur, mezotelial hücreler hiyalüronidik asit üretirler. Tüberküloz plörezisinde pH genelde < 7.3 olur, 7.4'ün üzeri tbc'yi ekarte ettirir. Adenozin deaminaz düzeyi yüksektir (>40 IU), glükoz düşük olur, mezote-liyal hücre olmaz. Dressler sendromunda enfarktüsten 3-4 hafta sonra ateş, plevral ve perikardiyal efüzyon gelişir; eksuda vasfındadır. Romatoid artritte plevral sıvı glükozu <30 mg/dL'dir. Amilaz düzeyi yüksek efüzyonlar: Pankreatit, özofagus rüptürü ve malignitelerdir. Meigs Sendromu: Selim solid over tümörü + asit + plevral sıvı ile karakterize bir klinik tablodur. Plevral sıvı genellikle eksüdatif olsa da, transuda vasfında da olabilir. Cytomegalovirus enfeksiyonunda gelişen sıvı hemorajik karakterdedir. Ürinotoraks: Üreterlerin obstrüksiyonu, perforasyonu veya böbrek biyopsisine bağlı olarak retroperitoneal bölgeye geçen idrarın, transdiyafragmatik lenfatikler yoluyla plevral aralığa geçmesi sonucunda oluşur. Ürinotoraks sıvısının kreatin düzeyi serum kreatininden yüksektir. pH ve glükoz düzeyi düşüktür. Plevral sıvı glükoz değeri, ürinotoraks haricindeki transudatif sıvıların tümünde serum glükoz düzeyine paraleldir. (Ürinotoraksta plevral sıvı glükoz düzeyi düşüktür). Şilotoraks: Plevral efüzyonda 110mg/dL'den fazla trigliserid varsa şilotoraks denir. Plevral sıvı glükozu < 60mg/dL ise şu olasılıklar akla gelmelidir (MART) • Malignite • Ampiyem / Parapnömonik sıvı • Romatoid artrit (özellikle < 30 mg/dl olur) • Tüberküloz Tablo 11-5. Asidik Plevral Efüzyon Nedenleri (PH<7.2) • Habis plevral efüzyon • Ampiyem • Romatoid artrit • Tüberküloz plörit • Özofagus rüptürü (pH< 6.0) • Sistemik asidozis • Mezoteliyoma • Ürinotoraks Habis plevral efüzyonun en sık nedenleri sırasıyla • Bronş kanserleri (en sık adenokarsinomlar !!!) • Meme kanseri • Lenfoma • Over kanseri • Sarkomlar • Uterus ve serviks kanseri • Mide kanseri ve Kolon kanseri Plevral sıvıda kompleman düzeyinin azaldığı hastalıklar: SLE ve romatoid artrit Eğer hastada komplike parapnömonik efüzyon varsa, plevra biyopsisi kontrendikedir. Çünkü biyopsi alınan yerde subkutanöz apse gelişme olasılığı yüksektir. Plevra sıvısında eozinofillerin artması: Plevra boşluğunda kan ve hava bulunması, pulmoner emboli, kist hidatik, Loeffler sendromu, PAN, Hodgkin hastalığı, as-bestozis, ilaç reaksiyonu durumlarında görülür. 48 AMPİYEM Plevra yaprakları arsında irin/pü bulunmasına makros-kobik ampiyem denir. Alınan plevral sıvı bulanık görünümde, pH <7.0 ve glükoz 40 mg/dL'nin altında ise buna da biyokimyasal ampiyem denir. Ampiyemin en sık nedeni bakteriyel pnömonilerdir. Mikroorganizma komşuluk yoluyla plevraya geçer. Diğer nedenler cerrahi sonrası enfeksiyon, abdominal enfeksiyonun yayımı, septik yayılım ve travmadır. İyatrojenik olarak plevral ponksiyon sonrasında da ampiyem gelişebilir. Ampiyeme en sık neden olan etkenler Gr(+) bakterilerdir, bunlardan en sık Stafilokokus aureus ve ikincisi streptecoccus pneumoniae'dir. Tedavisi tüp drenajı ve uygun antibiyotik verilmesidir. 49 12. PNÖMOTORAKS Plevral boşluğa hava girmesine pnömotoraks denir; spontan ve travmatik olmak üzere ikiye ayrılır. Spontan primer pnömotoraks: Gençlerde, akciğer hastalığı olmaksızın apikal plevral bleblere bağlı gelişir Spontan sekonder pnömotoraks: Altta yatan bir akciğer hastalığı vardır. Sigara içen ve KOAH'ı olanlarda sık görülür. Diğer nedenler tüberküloz, sarkoidoz, akciğer apsesi, akciğer kanseri, astım, kist hidatik, lenfanjiyoleiomiyomatozis, akciğer enfarktüsü, histiosito-zis X ve tüberosklerozdur. Travmatik Pnömotoraks: Penetran ya da non-penet-ran travmalara bağlı gelişir Tansiyon Pnömotoraks: Travmatik pnömotoraksın özel bir tipidir: plevral boşluğa giren havanın her alınan nefeste giren havanın dışarı çıkamaması sonucunda plevral boşluktaki basıncın giderek artması sonucu mediasten karşı tarafa doğru itilir. Venöz dönüş bozulacağından kardiyak debi azalır, hayati tehlike oluşturur, acil müdahale gerektirir. Hidropnömotoraks: pnömotoraks sonrası oluşan boşluğa sıvı dolmasıdır. 50 13. ATELEKTAZİ Atelektazi alveollerin volüm kaybına bağlı büzüşmesi-dir (kollaps); birçok tipi vardır; Obstrüktif atelektazi: Obstrüksiyonun distalinde kalan hava emilir. Lober atelektazi gelişme riski segmen-tale göre daha sık, segmentler arası khon delikleri ate-lektaziyi engeller Non-obstrüktif atelektazi: (kompresyon atelektazi-si): plevral sıvı birikimi ya da başka bir sebeple itilmeye bağlı gelişen büzüşmedir. Diğer atelektazi tipleri Rölaksasyon atelektazisi: Plörezi veya pnömoto-raksın akciğere basısı ile komşu akciğer dokusunda görülür Kontraksiyon veya sikatrizasyon atelektazisi: Kronik enflamasyon ve fibrozis sonucu gelişir. Adheziv atelektazi: Sürfaktan yokluğuna bağlı oluşur. Atelektazinin Radyolojik Bulguları: Bak konu 4. 51 14. AKUT RESPİRATUVAR DİSTRESS SENDROMU (ARDS) ARDS ani gelişen hipoksemi ve yaygın akciğer enfil-trasyonlarıyla kendini gösteren solunum yetersizliği ile karakterizedir. ARDS tanısı 4 kriter üzerinden koyulur; 1. Akut başlangıç 2. Çok ciddi hipoksemi olması: PaO2 / FiO2 oranı < 200 (arteryel kan gazındaki oksijen düzeyi solunan havadaki oksijen düzeyine bölünür: örneğin oda havasında (FiO2: 0.21) soluyan bir kişide Pa-O2 40 mmHg gelirse 40/0.21 <200 olacaktır. 3. Akciğer grafisinde bialteral pulmoner enfiltrasyon (bilateral akciğer ödemi tablosu) 4. Sol kalp yetersizliği bulgularının olmaması: Pulmoner kapiller kama basıncı < 18 mmHg, ortopne-PND olmayacak, BNP yüksek olmayacak ya da EKO 'da sol ventriküler ejeksiyon fraksiyonu normal olacak. Yukardaki kriterlere ilaveten PaO2 / FiO2 = 200-300 arasında çıkarsa buna da akut akciğer hasarı denir. ARDS patogenezinde normalde koruyucu ya da yararlı olan enflamatuar cevapların abartılı olarak ortaya çıkması büyük rol oynar. ARDS'de oksidan-antioksidan dengesinin bozulması söz konusudur. Sonuç olarak difüz alveoler hasar oluşur, kapiller permeabilite artar, sürfaktan kaybına bağlı atelektaziler gelişir. Hastalarda ilk belirti olarak takipne görülür. Solunum sıkıntısı ve refrakter hipoksemi gelişir (%100 oksijen verilmesine rağmen düzelme olmaz). ARDS'nin en sık nedeni sepsis, ikincisi pnömonilerdir. İndirekt akciğer hasarı sepsis, travma ve yanık, pankreatit olaylarında üretilen yoğun sitokin salınımına bağlı gelişir. Saydığımız bu tabloların hepsinde de sitokinlere bağlı SIRS (sistemik enflamatuvar yanıt sendromu) gelişir. Tedavi olarak yapılabilecek en önemli şey hastaya derhal mekanik solunum desteği verilmesidir. Tedaviye rağmen mortalite ortalama %50 'dir. Dikey pozisyonda tutma, sıvı kısıtlaması, diüretik ve kortikosteroidler diğer yardımcı tedaviler olmakla birlikte mortalite üzerine etkileri gösterilememiştir. Tablo 14-4. ARDS Sebepleri Direk Akciğer Hasarına Bağlı Gelişenler • Pnömoni • Gastrik aspirasyonu • Pulmoner kontüzyon • Suda boğulma tehlikesi • Toksik inhalasyon İndirek Akciğer Hasarına Bağlı Gelişenler • Sepsis • Ağır travmalar: Multipl kemik kırıkları, kafa travması • Yanıklar • Multiple kan nakli • Pankreatit 52 15. UYKU APNE SENDROMU Uyku esnasında olan en az 10 saniye ve üzerinde olan geçici solunum durması olmasına apne denir. Gece uyku boyunca 400-500 kez tekrarlayabilir. Mekanizma olarak santral ve obstrüktif olmak üzere iki tipe ayrılır; en sık obstrüktif uyku apnesi görülür. Santral apne: soluma için hiç bir dürtü ve efor olmaz; santral solunum merkezinde geçici disfonksiyona bağlı gelişir. Obstrüktif apne: Soluma için dürtü ve efor vardır, ancak obstrüksiyondan dolayı solunamamaktadır. Mekanizması uyku esnasında nazofarenks ve dilkökü kaslarının tonusunu kaybetmesi sonucunda üst hava yolunun tıkanmasıdır. Hasta boğulma hissi nedeni ile bir türlü derin uykuya geçemez. En sık neden obezitedir; diğerleri ise alkol, adenotonsiler hipertrofidir. Uyku apne tanısı uyku laboratuvarında uyku takibi ile konulur (polisomnografi). Tedavisi cerrahi ya da gece CPAP ya da BİPAP gibi solunum cihazlarıdır. Yukarıdaki ilk resimde çöken nazofarengeal kaslar solunum cihazından gelen havanın uyarısı ile tonusunu kaybetmeyip hava yollarıda açık kalmaktadır. Tablo 15-1. Uyku Apne Sendromunun Hastaya Verebileceği Zararlar • Sistemik hipertansiyon • Sol kalp yetersizliği • Pulmoner hipertansiyon ve sağ kalp yetersizliği • Ani ölüm (vagal bradikardi) • Uyku bozukluğuna bağlı olarak • Gündüz hep uyuklama hali ve yorgunluk • Entellektüel kapasitede azalma • Kişilik ve davranış bozukluklukları 53 16. PNÖMONİLER Alveollerin, distal hava yolu ve interstisyel dokuların enfeksiyonuna pnömoni denir. En önemli mekanizma patojenik bakterilerle kolonize orofarengeal sekresyonların mikroaspirasyonudur. Tanım: Klinik bulgular ile birlikte (ateş, öksürük, plöre-tik göğüs ağrısı, balgam çıkarma vb.) AC-PA grafide enfiltrasyon bulunmasıdır. Akciğer grafisi veya diğer radyolojik yöntemler (BT vb) tanıda altın standarttır. Tablo 16-1. Pnömoni riskini arttıran faktörler • Yaş • Kronik akciğer hastalığı • Altta yatan KKY, KBY, DM gibi kronik hastalıklar • Sigara ve alkolizm • Malin hastalıklar • Aspleni (fonksiyonel veya fiziksel) • Evde kuş besleme • İmmün supresyon (hipogamaglobülinemi, AIDS vb) TOPLUM KÖKENLİ PNÖMONİLER Toplum kökenli pnömoniler tipik ve atipikler olmak üzere iki grupata incelenirler; TİPİK PNÖMONİLER Akut başlar, hastada prodüktif öksürük olur (balgam çıkarır). Plevral ağrı olabilir. Akciğer gragisinde Lober enfiltratlar olur. Balgam gram boyamasında pnömoni göstergesi olarak 25'ten çok lökosit olur ve belli bir grup bakteri ile yoğun boyanma görülür. Tablo 16-2. Tipik pnömoni etkenleri • Streptecoccus pneumoniae • H. influenza • Moraxella • Enterobacteroceae (E.coli, Klebsiella) ATİPİK PNÖMONİLER Klinik olarak subakut veya akut başlar. Genelde kuru öksürük olmakla birlikte balgam çıkarabilirler. Akciğer grafisinde non-lober enfiltratlar olur (yama tarzı, interstisyel). En önemli özellikleri akciğer dışında başka organlarda da semptomlara yol açarlar; örneğin lejyonella pnömonisinde hiponatremi, karaciğer ve böbrek fonksiyon testlertinde bozulma, mikoplazma pnömonisinde büllöz mirinjit, oto-immün hemolitik anemi gibi. Balgam gram boyamasında pnömoni göstergesi olarak 25 'den fazla lökosit olur ama etken bakteriler görülemez: çünki atipik ajanlar (aşağıda sıralanmıştır) intraselüler yerleşimlidirler. Tablo 16-3. Atipik pnömoni etkenleri • Mycoplasma pneumoniae • Chylamidia pnoumoniae • Lejyonella pneumophylia • Coxiella burnetti • Viruslar 54 Atipik pnömoniler anatomik tutulumlarına göre de 3 tipe ayrılırlar; Lober pnömoni: Bir veya daha çok lob etkilenmiştir, pnömokoksik pnömoni ve diğer tipik pnömoni ajanları bu tarz enfiltrasyon yaparlar. Lobüler pnömoni (bronkopnömoni): Hava yolları ve çevre parankiminin enflamasyonu söz konusudur (ör: Staphylococcus aureus, atipik pnömoni etkenleri) İnterstisyel pnömoni: Akciğerin interstisyel mesafesi etkilenmiştir (ör: viruslar, pnömonsistis pnö-monisi, atipikler) PNÖMOKOK PNÖMONİSİ (Streptococcus pneumoniae) Pnömokok pnömonisi en sık rastlanan bakteriyel pnömonidir. Balgamın direk incelemesinde Gr(+) diplokoklar görülür. Klinik belirtiler: Ani başlayan üşüme, titreme, ateş, kanlı pürülan veya paslı balgamla karakterize öksürük, plöritik göğüs ağrısı ve dispne olur. Fizik muayene: Palpasyonda göğüs titreşiminde (vibrasyon torasik) artma, perküsyonda matite, oskültasyonda ince railer ve bronşiyal solunum sesi (tuber sulf) gibi konsolidasyon bulguları ve bazen dudak çevresinde herpetik lezyonlar vardır. Hipoksemi büyük ölçüde konsolide lobda gelişen şanta bağlıdır. PA akciğer grafisinde lober veya multilober enfiltrasyonlar ve içerisinde hava bronkogramları görülür. Plevral efüzyon en sık bu pnömoniye eşlik eder. Ampiyem ve kavitasyon S. aureus'a göre daha nadir görülür. Kan kültüründe %25 vakada üreme olabilir. Komplikasyonlar: Ampiyem, menenjit, endokardit ve septik artrit, DİK, hepatoselüler sarılık. Tedavide ilk seçenek duyarlı suşlarda penisilindir, alternatif olarak amoksisilin kullanılır. Dirençli olgularda moksifloksasin, levofloksasin ve makrolidler tercih edilir. Streptokoksik pnömonilere karşı koruyuculuğu özellikle lgG2 grubu antikorlar sağlar. STAFİLOKOK PNÖMONİSİ Pnömokoksik pnömoniye göre daha az görülür, özellikle nazokomiyal pnömoni etkeni olarak karşımıza çıkar. Bronkopnömoninin en sık nedeni S. aureus'tur. En sık görüldüğü grup süt çocukları, yaşlılar ve yatağa bağımlı hastalardır. Stafilokoksik pnömoni grip salgınları esnasında ve süt çocuklarında görülen pnömoniler içinde en sık ölüme neden olan etkendir. Stafilokok enfeksiyonu bronkojenik ve hematojen yayılım olmak üzere iki mekanizma ile oluşur. Enfekte nazofaringeal sekresyonların akciğerlere aspirasyonuyla etkenin bronkojenik yayılırını söz konusudur. İnfluenza-A virüs enfeksiyonu sonrası stafilokok pnömonisi bu şekilde gelişir. Hematojen yayılım özellikle ilaç bağımlılarında, hemodiyaliz hastalarında, damar içi enfekte intravenöz kateter kullanılan hastalarda, süpüratif tromboflebiti ya da triküspit endokarditi olanlarda oluşur. Enfeksiyon şiddetli ise alveol duvarının yıkımı ile birlikte yaygın bir doku nekrozu ortaya çıkar. Özellikle çocuklarda gelişen pnömatosel denen bu hava ile dolu boşluklar, stafilokok pnömonisi için karakteristiktir. PA akciğer grafisinde çoğunlukla tek ya da multipl yama tarzında bronkopnömonik alanlar şeklindedir. Bu lezyonlar hızla genişleyerek kaviteleşir ve havasıvı seviyesi verirler. Komplikasyonlar: Menenjit, metastatik apseler (beyin ve böbreklerde), akut endokardit, pnömotoraks, piyopnömotoraks ve ampiyem. Tedavi: Nafsilin, oksasilin ya da sefazolin kullanılır. Hastane kökenli pnömonide metisiline dirençli stafilokok (MRSA) tedavide sorun oluşturmaktadır. MRSA tüm penisilin ve sefalosporinlere dirençli olup seçilecek ilaç vankomisin veya teikoplanindir. HAEMOPHİLUS ENFLUENZAE PNÖMONİSİ Gram boyamada Gr (-) kokobasiller şeklinde görülür. insanda normal boğaz florasında bulunur. Özellikle temizleme mekanizması bozulmuş sigara içicilerinde ve altta yatan bir hastalığı olanlarda (KOAH) veya bağışıklığı azalmış kişilerde (HIV, splenektomi) pnömoni oluşur. Semptomların başlangıcı genellikle anidir; üşüme, titreme, pürülan balgamlı öksürük, dispne ve yan ağrısı görülür. Karakteristik bir görünümü yoktur. Genellikle yaygın bronkopnömonik tarzdadır, alt lobları tutar ve bilateral olabilir. Erişkinlerde lober pnömoni şeklinde de görülebilir. Tedavi: H. influenzae b-laktamaz ürettiğinden penisilin ve ampisiline dirençlidir. Üçüncü kuşak sefalospo-rinler 55 (sefotaksim, seftriakson) ve b-laktamaz inhibitö-rü - penisilin kombinasyonu (piperasilin + tazobaktam, ampisilin + sulbaktam, ampisilin+ klavulonat) etkindir. Ayrıca TMP + SMX, 2. kuşak sefalosporinler ve kinolonlara da duyarlıdır. Oral tadavide makrolitlerden azitromisin ve klaritromisin kullanılabilir. Korunma amacıyla özellikle H. enfluenzae tip B'ye karşı çocuklar, yaşlılar ve KOAH olanlar aşılanmalıdır. ASPİRASYON PNÖMONİSİ Orofaringeal veya gastrik sekresyon aspirasyonu ile gelişir, akciğer apsesine yol açar. Hastada ateş, öksürük ve kötü kokulu balgam olur. Ampiyem gelişebilir, çomak parmak yapabilir. Epilepsi, yutma bozukluğu, alkolizm, senkop, entübasyon geçirenlerde ve ağız hijyeni kötü olanlarda gelişme riski artar. En sık etkenler ağız florasındaki anaeroblar ve mikro-aeorofil bakterilerdir. %59 tek başına anaeoroblar veya mikst (aerob + anaerob) bakteriyel enfeksiyon şeklinde gelişir. Aeroblar içerisinde en önemlis oral floradaki streptokoklardır. Anaeroblar ise: Fusobacterium, Bacteriodes melaninogenicus, (%15 B. fragilis), Peptostreptokok, Peptokoklar. En sık sağ akciğerde gelişir, aspirasyon anındaki pozisyona göre pnömoni değişik lobları ve segmentleri tutar: Yatar pozisyonda üst lob posterior ve alt lob superi-or segmentler, dikey pozisyonda alt lob bazal segmentler Tedavide uzun süreli penisilin, klindamisin, amoksisi-lin/klavulonik asit veya ampisilin/sülbaktam kullanılır. Tedavide kullanılan ajanların aneorobik etkinliği olmalıdır. ASPİRASYON PNÖMONİSİ (Mendelson Sendromu) Gastrik asit aspirasyonuna bağlı akciğer parankiminde gelişen kimyasal hasara denir. 20-30 mL gastrik asit aspirasyonu bile yeterlidir. Bronş ve alveollerde kimyasal yanık ve eksudasyon olur, Sürfektan hasarına bağlı alveoler kollaps, kompliyansta azalma olur. Bol miktarda aspirasyon olursa ani ölüm gelişebilir KLEBSİELLA PNEUMONİAE (FRİEDLANDER) PNÖMONİSİ Balgamın gram boyamasında Gr (-) basiller şeklindedir. Toplum kökenli ve hastane kökenli pnömonilere neden olur. Tipik olarak yaşlı erkeklerde görülür. Oluşturduğu pnömoni akut başlar ve ciddi, destrüktif akciğer enfeksiyonuna dönüşür. Üşüme titrme, yüksek ateş, prodüktif öksürük ve plö-ritik tipte göğüs ağrısı semptomları görülür. Balgam yeşil, pürülan ve bazen kanla karışıktır. Klebsiella pnö-monisi, en sık, üst lobun posterior ve alt lobun sü-perior segmentlerini tutar. Pnömoni genellikle unilateraldir ve sağ lobu tutar. Enf-lamatuar eksudanın fazla olması lobun şişmesine ve fissürlerin bombeleşmesine (fissürde çanaklaşmaya) neden olur. Bu görünüm tanıya yardımcı olur fakat çok sık görülmez ve spesifik değildir. Nitekim pnömokok pnömonisinde de görülebilir fakat daha nadirdir. Apse ve kavite formasyonu izlenir, kaviteler çok sayıdadır ve ve çok büyük olabilirler. Plevral efüzyon ve ampiyem sık görülür. Tedavi: Etken sefalosporinlere duyarlıdır. 3. kuşak sefalosporinler (seftriakson, sefotaksim) ve 4. kuşak sefalosporinler (sefepim) en etkili olanlarıdır. Hastane kökenli klebsiella pnömonisinde direnç sorunu olması nedeniyle (geniş spektrumlu beta laktamaz üretirler) özellikle karbapenemler tercih edilir. PSEUDOMONAS AERUGİNOSA PNÖMONİSİ Psödomonaslar nazokomiyal pnömoniden en sık sorumlu olan hareketli Gr(-) mikroorganizmalardır. Hastanede salgın sırasında endoskop, endoskop yıkayıcıları, dezenfektanlar, enteral beslenme solüsyonları gibi birçok nemli araç ve ortamlarda rezervuar oluşturur. Özellikle deri ve mukoza sorunu olan hastalar, İV veya üriner kateter takılanlar, nötropeni, kistik fibrozis, bronşektazi, DM olan hastalar ve immünsup-resif tedavi alanlar risk altındadır (kortikosteroid tedavi alanlar dahil). Hastalık genellikle ateş, üşüme-titreme, prodüktif öksürük, ciddi dispne ve sistemik şok belirtileri ile kendini gösteren fulminan bir tablo oluşturur. Tedavi: Antipsödomonal bir b-laktam (sefepim, imi-penem, meropenem, piperasilin-tazobaktam) ile yine bir antipsödomonal kinolon (siprofloksasin) veya ami-noglikozit kombinasyonu verilir. ATİPİK PNÖMONİLER MİKOPLAZMA PNÖMONİSİ Mikoplazma atipik pnömonilerin en sık görülen etkenidir. Koğuş, okul, yatakhane gibi yerlerde toplu atak yapabilir. Genelde boğaz ağrısı ve ÜSYE bulguları ile başlar. Olguların %5'inde, kulak muayenesinde saptanan büllöz 56 mirinjitis mikoplazma enfeksiyonu için anlamlıdır. Ayrıca ciltte eritema multiforme tarzında döküntüler görülebilir. Otoimmün hemolitik anemi, trombositopeni, DİK (genellikle 2. haftada) gelişebilir. Patolojik olarak interstisyel tutulum ön plandadır. Akciğer grafisinde tutulum fizik muayenenin gösterdiğinden çok daha yaygın olabilir. Stabil veya iyi seyreden bir klinik tabloya rağmen radyolojik görünümde progresyon olabilir. Bronşiyal veya peribronşiyal dağılım gösteren yamalı enfiltrasyonlar, genellikle alt loblarda ve bir veya daha fazla segmenti kapsayacak tarzdadır. Balgam miktarı değişken olup gram boyamada veya kültürde genellikle normal boğaz florası saptanır. Komplikasyonlar: Mirinjit, menenjit, meningoensefalit, hemaglutinasyon veya hemoliz (soğuk antijenlere bağlı olarak), periferal tromboflebit (pulmoner tromboemboliye sebep olur) ve artrit. Tedavide kinolon, telitromisin ve doksisiklin kullanılır. LEJYONELLA PNÖMONİSİ Yaz aylarında insidansı artar. Su ve nemli toprak teması ile ilişkilidir, evde su tesisatı değişikliği, su deposu ve havuz temizliği, klima ve havuzda yüzme risk faktörleri arasındadır. Klinik olarak akut başlar; halsizlik, kas ağrıları, baş ağrısı ve kuru öksürük, 40 C ateş, hızlı progresyon, bilinç bulanıklığı ile gidebilir. Bilinç durumunda değişme, baş ağrısı, relatif bradikardi, karın ağrısı, ishal, karaciğer enzimlerinde yükselme, hiponatremi, hipofosfa-temi, LDH ve kreatininde yükselme gibi ekstrapulmoner belirtiler ve laboratuar anormallikleri saptanabilir. Tanıda idrarda lejyonella antijen testi yapılır, Çok duyarlı (ELİSA) bir tanı yöntemidir. Akciğer grafisi ti-pik-atipik pnömoni ayrımında yardımcı değildir. Tedavi: Makrolid, kinolon, telitromisin veya doksisik-lin + rifampisin 14-21 gün CHLAMYDİA PNEUMONİAE (TWAR) PNÖMONİSİ Oluşturduğu pnömoni hafif olup mortalite oranı düşüktür. Klinik belirtiler mikoplazma pnömonisine benzer şekildedir. Klamidya enfeksiyonu, koroner arter hastalığına eşlik edebilir. Etken aterom plaklarında gösterilmiştir. Tedavi: Bir makrolid, doksisiklin ya da florokinolon önerilmektedir. PNÖMOSİSTİS CARİNİİ PNÖMONİSİ Bu hastalık normal insanlarda gelişmez, sadece im-münsupresif kişilerde gelişir. Hastalık HIV hastalıklarında subakut gelişirken HIV'i olmayan diğer immünsüpresif hastalarda (AML, kemoterapi, yoğun kortizon alanlar) ise akut gelişir. Ateş, dispne, takipne, siyanoz ve ciddi hipoksemi yapar, Serum LDH düzeyi artar. ACPA da bilateral interstisyel tutulum, tomografide ise BT de bilateral buzlucam manzarası görülür. Difüzyon kapasitesinde bozulma olur. Tedavi: Trimetoprim / sülfametoksazol Tablo16.4. Pnömonide hasteneye yatırılma kriterleri 57 • 65 yaşın üzerinde olma* • Eşlik eden hastalık (DM, KOAH, KKY) * • Solunum sayısı > 30/dk. * • Nabız > 125/dk. * • TA sistolik < 90 mmHg, diyastolik < 60 mmHg* • Ateş < 35° veya > 40° C** • Akciğer dışı organ tutulum bulgularının olması (menenjit, artrit vb) ** • Konfüzyon** • Kan gazları PaO2 < 60mmHg**, PaCO2 > 50 mmHg, saturasyon < %92 ** • Arteriyel pH < 7.35** • Siyanoz olması** • Nötropeni (nötrofil < 1000/mm-) ** • Hct < % 30 veya Hb< 9 mg/dl* • Serum kreatinin > 1.2 mg/dl*, BUN > 20 mg/dl* • Na<130 mEq/L • Akciğer grafisinde: Bilateral veya multilober tutulum, kavite, plevral sıvı ve hızlı progresyon olması (48 saat içinde enfiltrasyonda %50 'den fazla artış olması)** • Sepsis bulgularının olması** • Sosyal endikasyon (evsiz, yalnız yaşama, fiziksel özürlü) ** * Bu kriterlerden 2 veya daha fazlasının olması ** Bir kriterin olması yatış için gereklidir. Tablo 16-5. Pnömonide Yoğun- Bakım birimine yatırılma kriterleri • Ağır solunum yetersizliği (PaO2/FiO2 < 250 mmHg) • Mekanik ventilasyon gereksinimi • Şok tablosu (KB: Sistolik<90 mmHg, diastolik<60 mmHg) • Dört saatten fazla vazopressör gereksinimi • idrar miktarının< 20 ml/saat veya diyaliz gerektiren ABY • Akciğer grafisinde multilober tutulumu, 48 saat içinde opasitede %50'den fazla artış • Solunum sayısı > 30/ dk • Konfüzyon 58 17. AKCİĞER TÜBERKÜLOZU Tüberküloz mycobacterium tuberculosis ile meydana gelen granülomatöz bir hastalıktır; en çok akciğer tüberkülozuna neden olur. Tüberküloz insandan insana basil içeren damlacık çekirdeği ile bulaşmaktadır. Nadir olarak da enfekte süt içilmesine bağlı olarak oral yoldan veya cilde direkt kontaminasyon şeklinde olabilmektedir. Tüberkülozlu bir hastanın öksürme, hapşırma ve konuşması ile havaya karışan basil yüklü damlacık çekirdeklerinden (her bir damlacık çekirdeğinde 1-3 basil bulunur) çapı 1-5 mikron arasında olanlar alveolere ulaşarak makrofajlar tarafından fagosite edilirler. Tüberküloz hücre içi bir enfeksiyondur. Makrofajlarca fagosite edilen basillerin sayısı ve/veya virulansı fazla ise, basil makrofaj içinde çoğalarak lenfohematojen yayılım olur. Kişinin immün yanıtı yeterli ise bu dönemde hiçbir klinik belirti vermeden iyleşme olur. Eğer bu dönemde konağın immün yanıtı yetersiz kalırsa pirimer tüberküloz ortaya çıkar. Basille karşılaştıktan yıllar sonra, primer odağın reakti-vasyonu ile ortaya çıkan klinik tablo postprimer tüberkülozdur (reaktivasyon tüberkülozu). Önceki primer enfeksiyonda lenfohematojen yolla akciğerlerin apikal-subapikal bölgelerine yerleşen basiller (Simon odakları), yıllar sonra çoğalarak postprimer tüberküloza neden olurlar. En sık olarak akciğerde üst lob apikal- posterior ve alt lob superior segmentler tutulmaktadır (oksijenlenmenin fazla olduğu bölgeler). Fakat pirimer enfeksiyon döneminde basillerin yayıldığı bütün organlarda (böbrek, kemik, periferik lenf bezleri vb.) reaktivasyon tüberkülozu görülebilir. Tablo 17-1. Tüberkülozda Predispozan Faktörler • DM, KBY, silikozis, maliniteler • Mide-barsak rezeksiyonları (malabsorbsiyon) • İmmünsüpresan ajan kullanımı (steroidler vb) • HİV • Alkolizm • Hapishane ve bakımevinde yaşıyor olmak İnhale edilen basiller makrofajlarda çoğalırlar. Bölgesel lenfatiklerle hiler düğümler tutulur (parankimal granülom + hiler LAP=Ghon kompleksi). Ghon kompleksi (pirimer tbc) %95 iyileşir. Bir kısmında uykuda basiller bulunabilir. Bunlar ileriki yıllarda reaktivasyon (post-primer) enfeksiyona yolaçarlar. TANI Tüberküloz hastalığının kesin tanısı hastadan alınan örneklerde (balgam, plevra sıvısı, bronkoskopik lavaj, idrar vb.) tüberküloz basilinin gösterilmesi ile konulur. 59 Direkt yayma preparatlarda ARB'nin (aside rezistan basil) gösterilmesi tedaviye başlamak için yeterli olsa da, kesin tanı basilin kültürde üretilmesidir. Bunun için Löwenstein-Jensen (katı besiyeri) ya da Bactec (sıvı besi yeri) kullanılır. Patolojik örneklerde kazeifikasyon nekrozu gösteren granülomlar özgün bulgudur. Radyoloji Pirimer tüberkülozda alt-orta akciğer alanlarında periferik opasite ve genellikle tek taraflı hiler ve/ veya mediastinal adenopati görünümü tipiktir. Hematojen yayılıma bağlı olarak milier-nodüler görünüm olabilir. Postprimer tüberkülozda Genellikle akciğerlerin üst lob apikal-posterior ve alt lobların superior segmentlerinde kaviteli veya kavitesiz düzensiz asiner-nodüler opasiteler görülür. PPDnin yapılması ve yorumlanması PPD tbc basilinden elde edilmiş ve arıtılmış protein türevi demektir. Ön kol 1/3 üst ön yüzünde, deri içine 3-5Ü (mercimek büyüklüğünde bir kabartı olacak şekilde) yapılır. (Mantoux testi). 48-72saat sonra test okunur. 5-15 mm'nin üzerindeki endürasyon pozitif kabul edilir. Kızarıklığın hiçbir önemi yoktur. PPD'nin pozitif olması kişinin tbc basili ile tanışmış olduğunu gösterir; 1. Basille karşılışmış fakat hasta değildir. 2. Basille karşılışmış ve hastadır. 3. Reaksiyon BCG'ye bağlıdır. Tabo 17-2. PPD'nin negatif olmasının nedenleri 1. Kişi tbc basili ile tanışmamıştır. 2. Kişi tbc basili ile tanışmış fakat kuluçka süresi (2050 gün) dolmamıştır. 3. Kişi tbc basili ile tanışmış fakat PPD uygulamasında hata yapılmıştır (düşük doz, hatalı solüsyon, deri altı uygulama vb) 4. Kişi tbc basilini almış fakat bağışıklık sistemi buna cevap verememiştir (yalancı negatiflik). a. Canlı viral aşılar b. Viral hastalıklar: kızamık, kızamıkçık, kabakulak, su çiçeği, enfluenza. Yaklaşık 1 ay sonra test müspetleşir. c. Ağır bakteriyel enfeksiyonlar (sepsis, boğmaca, tifo, kızıl vb) d. Ağır malnütisyon e. Habis hastalıklar f. Primer immün yetersizlikler g. Kortikostredoid kullanımı h. İmmünsüpressif kullanımı i. Ağır tbc formları (tbc menenjit, miliyer tbc). 5-10 mm'lik PPD'nin pozitif olarak kabul edildiği durumlar • Aktif tbc'li kişiler ile yakın temas • Aktif tbc'ye ait klinik ve röntgen bulguları • immünsüpresif ilaç kullananlar • Konjenital ve edinsel immün yetersizliği olanlar. 10-15mm"lik PPD'nin pozitif olarak kabul edildiği durumlar • 4 yaşın altındaki sağlıklı çocuklar • Yukarda sayılan risk faktörleri >15mm'nin pozitif olarak kabul edildiği durumlar • 4 yaşın üzerindeki sağlıklı çocuklar • BCG ile aşılananlar BCG ile aşılananlarda PPD nadiren 10 mm'nin üzerine çıkar. Aşılamadan birkaç yıl sonra test pozitif ise bunun aşıya bağlı olduğu kabul edilmez. Tbc'li kişiler tedavi bile edilse PPD genellikle ömür boyu müspet kalır. 60 TEDAVİ Birinci basamak tbc ilaçları: İzoniazid (İNH), Rifam-pisin (RİF), Pirazinamid (PZA), Etambutol (EMB), Streptomisin (SM). Bunlardan İNH ve RİF bakterisittir. PZA ise makrofajların içerisinde bakterisidal davranabilir. Kaviter akciğer tüberkülozunda bulaştırıcılığı hızlı azaltmak amacı ile streptomisin mutlaka tedaviye eklenmelidir. İkinci basamak tbc ilaçları: Kanamisin, kapreomisin, etiyonamid, PAS ve sikloserindir. Ayrıca kinolonlar ve makrolitler de anti-tbc etkinliğe sahiptirler. Etkilidir, kinelonların da bakterisidal etki gösterdikleri ispatlanmıştır. İNH+RİF+PZA+ETB dörtlü kombinasyonla başlanır, iki ay sonra ikili kombinasyona düşülür (İNH + RİF) ve toplam tedavi 6-9 aya tamamlanır. Not: Kinelonlar da sidal etkilidir, birinci basamak gibi kullanılabilirler gerektiğinde Tbc Tedavisi-Yan Etkiler Bulantı-kusma ve hepatotoksisite en sık komplikasyonlardır: • İzoniazid: Hepatit, ateş, periferik nörit (B6 ile alınır), ilaca bağlı SLE, döküntü, artralji, omuz ve el sendromu, • Rifampisin: Hepatit, interstisyel nefrit, karın ağrısı, ishal, grip benzeri tabloya neden olabilir. Çok çok nadiren TTP ve hemolitik anemi yapabilir. • Pirazinamid: Hepatit, hiperürisemi, artralji, dö- • Streptomisin: ototoksik (sağırlık), denge kaybı, nefrotoksisite • Etambutol: Optik nörit TÜBERKÜLOZ PLÖREZİSİ Tüberküloz plörezi, pirimer tüberkülozda nispeten seyrek görülen bir durumdur. Tüberküloza bağlı efüzyonun en sık nedeni radyolojik olarak görülmeyen bir subplevral tüberküloz odağının rüptürüdür. Tüberküloza bağlı sıvılar genellikle tek taraflı ve boyutları orta-az miktardadır. Bilateral sıvı bulunması genellikle miliyer dağılım anlamına gelir. Tüberküloz plörezinin doğal seyri yavaşça rezorbe olmak ve genellikle akciğer grafisinde tamamen kaybolmak veya minimum kalınlaşma bırakmaktır. Bazen aşırı fibrozis ve kalınlaşmaya bağlı restriktif tipte solunum bozukluğu yapabilir. Tüberküloz plörezide sıvı ek-suda karakterinde olup pH'ı asidik ve glükoz düzeyi düşüktür. Sıvının hücre yaymasında genellikle hiç mezotel hücre görülmez, lenfosit hakimiyeti olmasına karşın başlangıç döneminde ise nötrofil artışı görülebillir. Sıvı yaymalarında, genellikle tüberküloz basili görülmez; ancak olguların yarıdan fazlasında kültür pozitifliği saptanır. Tüberküloz plörezinin tanısı olguların %80'inde uygun plevra biyopsisi ve sıvı incelemeleriyle konulabilmektedir. Plevra biyopsisinde kronik nekrotizan granülomatöz enfeksiyon bulgularının olması tanı koydurur. Tedavi akciğer tüberkülozunda olduğu gibi dört majör ilaç kombinasyonu şeklinde olmalıdır. Sıvı çok fazla ise tekrarlanan torasentezlerle boşaltılır. 61 18. Akciğer Kanseri Dünyada ve ülkemizde en sık görülen kanserlerden biridir, erkeklerde 4-8 kat daha fazla görülür. En önemli etiyolojik ajan sigaradır; sigara akciğerin özellikle skuamöz ve küçük hücreli kanserine yolaçar. Tablo 18-1. Etyoloji • Sigara %90 (epidermoid ve küçük hücreli) • ASBEST, arsenik, klormetil • Radyasyon, eterler, krom, mustard gazı ve radon • Genetik yatkınlık • Hava kirliliği • Skar dokusu bırakan hastalıklarda skar zemininde adenokarsinom gelişebilir: Tbc, sarkoidoz, skleroderma, silikozis Tablo 18-2. Akciğer kanserinin histopatolojik sınıflaması • Epidermoid hücreli karsinom (skuamöz) • Küçük hücreli karsinom • Adenokarsinom (alt tipi bronkoalveoler karsinom) • Büyük hücreli karsinom Adenokarsinom histolojik olarak en sık görülen hücre tipidir (%40). Skuamöz hücreli karsinom ikinci en sık görülen tipdir (%30). Küçük hücreli karsinom (%20) hızlı büyür ve erken metastaz yapar, nöroen-dokrin kökenli olduklarından bir çok hormonal paraneoplastik sendrom yapar. Epidermoid ve küçük hücreli karsinomlar hiler, Adenokarsinom ve büyük hücreli karsinomlar periferik yerleşim gösterirler. Skuamöz hücreli karsinom en sık ka-vitasyon yapan tipdir. Bronkoalveolar karsinom kadınlarda ve sigara içmemiş kişilerde daha sık görülür. Bazı olgularda hiç semptom yoktur, tesadüfen çekilen akciğer grafisi ile saptanır. En sık görülen semptomlar: Öksürük, dispne, göğüs ağrısı, kanlı balgam veya hemoptizi, kilo kaybıdır. Masif hemoptizi saatte 600 cc ve üzeri kanama olmasıdır: en sık nedeni tüberkülozdur. Vena kava süperior sendromu (VCSS): Tüm VCSS olguların %50-75'inden akciğer kanserleri sorumludur. PANCOAST TÜMÖRÜ Akciğerlerin apeks bölgelesine yerleşen kanserlerine Pancoast tümörü denir; histolojik olarak en sık köken en sık skuamöz hücreli karsinomdur. Klinik olarak Omuz ve skapula mediyalinde ağrı, Ulnar sinir boyunca kas atrofisi, ağrı ve Horner sendromu (ptozis, mi-yozis, endoftalmus ve terleme azlığı) olur. Tablo 18-3. Akciğer kanserlerinde görülebilen paraneoplastik sendromlar Endokrin Hematolojik Hiperkalsemi Anemi Cushing sendromu Trombositopeni Uygunsuz ADH salınımı Trombositoz Karsinoid sendrom DİK Trousseau sendromu Dermatolojik Nöromüsküler Dermatomiyozit Ansefalopati Akantozis nigrikans Periferik nöropati 62 Polimiyozit Dermatomiyozit Eaton-Lambert sendromu İskelet Diğer Çomak parmak Nefrotik sendrom Hipertrofik pulmoner Osteoartropati Diyare Anoreksi-kaşeksi Ateş Adenokarsinom: Çomak parmak, hipertrofik artropati Skuamöz hücreli kanser: Hiperkalsemi Küçük hücreli kanser: Cushing sendromu, uygunsuz ADH sendromu, Eaton-Lambert sendromu (akciğer kanseri zemininde gelişen myastenia gravis benzeri hastalık). Soliter pulmoner bir nodülün çapının 20-450 gün arasında radyolojik olarak büyümesine 'doubling time' 'ikiye katlama zamanı' denir ve habaset lehine bir bulgudur. Bu sınırın dışındaki lezyonlar genellikle benigndir. Akciğer kanseri risk gurubundaki insanlarda aynı lob-da tekrarlayan pnömoni veya pnömoninin gerilemesinde gecikme olması durumunda akciğer kanseri akla gelmelidir; genellikle epidermoid tip obstrüktif pnö-moniye neden olur. Tanıda akciğer grafisine ek olarak tomografi ve PET scan kullanılabilir. Tomografi eşliğinde ya da bronkoskopik ya da açık akciğer biyopsisi ile tanı konmaya çalışılır. Endobronşiyal yerleşimli tümörler balgam sitolojisi ile tanınabilirler. Servikal lenf benzleri en sık metastaz gelişen periferik lenf nodlarıdır, bu bölgelerden biyopsi alınabilir. Akciğer Kanserinde Tedavi Akciğer kanserinde tedavi şekli hastalığın evresine, kanserin histolojik tipine, hastanın performansına ve kardiyopulmoner rezervine göre belirlenir. Cerrahi tedavi: Erken dönemde tanı konulmuş küçük hücreli dışı akciğer kanserlerinde (Evre I, II ve IIIA) pi-rimer tedavi cerrahi rezeksiyondur. Küçük hücreli akciğer kanserinde sadece Evre l'de cerrahi tedavi önerilmektedir. Kemoterapi: Özellikle küçük hücreli akciğer kanserinde etkili bir tedavidir; sisplatin ve etoposid kullanılır. Küçük hücreli olmayan akciğer kanser türlerinde ise sisplatin veya karboplatine gemcitabine, paclitaxel, docetaxel, etoposide veya vinorelbine eklenir. Adjuvan tedavi: küçük hücreli dışı akciğer kanserlerinde cerrahi sonrasında verilen kemoterapiye adjuvan tedavi denir. Radyoterapi: En iyi yanıt veren tipler küçük hücreli karsinom ve epidermoid kanserdir. İnoperabl vakalara veya opere olmuş vakalarda nüksü önlemek amacıyla uygulanır. 63 19. İLAÇLARA BAĞLI AKCİĞER HASTALIKLARI İntertisyel akciğer hastalığı yapan ilaçlar: Bleomi-sin, azatioprin, busulfan, siklofosfamid, altın, amiodaron, amfoterisin-B, ampisilin, difenilhidantoin, hidralazin, izoniazid, nitrofurantoin, penisilin, penisillamin. Pulmoner ödeme yol açan ilaçlar: Narkotikler, salisilatlar, sitotoksik veya kemoterapotik ajanlar, kolşisin, lidokain, penisilamin, tokolitik ilaçlar, amiodaron. Oksijen tedavisine bağlı olarak, yüksek konsantrasyonlarda kullanıldığında (12 saatten fazla %100 O2 verildiğinde) ARDS'ye varan akciğer hasarına yol açar. Hasarın serbest oksijen radikallerine bağlı geliştiği düşünülmektedir. Periferik eozinofili ile birlikte pulmoner enfiltrasyona neden olan ilaçlar: Asetilsalisilik asit, amiodaron, klorpropamid, imipramin, izoniazid, metotreksat, nitrofurantoin, paraamino-salisilik asit, prokarbazin, penisilin, sulfonamidler. Hava yolu hastalıklarına neden olan ilaçlar Bronkospazm ilacın alımından hemen sonra veya günler sonra ortaya çıkar. Özellikle glokom tedavisinde kullanılan b-bloker göz damlaları bronkospazm nedeni olabilir (Timolol). Bronkospazma neden olan ilaçlar: Asetilsalisilik asit, b-blokerler, interlökin-2, kokain, metotreksat, nitrofurantoin, nonsteroid anti-enflamatuar ilaçlar. Bronşiolitis obliterans en sık olarak romatoid artrit tedavisi (penisillamin, altın ve sulfasalazin) sırasında ortaya çıkmaktadır. ACE inhibitörleri ile %15'e varan oranlarda öksürük görülür. Plevral hastalıklara neden olan ilaçlar: Metilserjid mediastinal ve retroperitoneal fibrozise neden olmasının yanısıra sadece plevral reaksiyona da neden olabilir. Plevral hastalığa neden olan ilaçlar: Bleomisin, dantrolen, interlökin-2, metilserjid, bromokriptin, nitrofurantoin, triptofan, proktolol, metotreksat. Solunum merkezi ve solunum kas tutulumu yapan ilaçlar: Aminoglikozid antibiyotikler kas sinir kavşağında asetilkolin salınımını etkileyerek ve asetilkolin ile kompetisyona girerek paraliziye yol açabilirler. Sedatifler, ağrı gidericiler, kas gevşeticiler ve anti-hista-minikler hipoventilasyona neden olabilirler. Mediastinal hastalıklara neden olan ilaçlar: Metotreksat, difenilhidantoin ve hidantoin analogları mediastinal ve hiler lenfadenopati yapabilir. Buna ek olarak ateş, periferik eozinofili, HSM, periferik lenfadenopati olabilir. Metiserjid kullanan hastalarda mediastinal fibrozis görülebilir. Pulmoner vasküler hastalıklara neden olan ilaçlar: Protamin, aminoreks, sulfonamid, penisilin, tiyo-urasil, hidralazin, fenilbutazon, kinidin alımına bağlı olarak sistemik vaskülit tablosuyla birlikte pulmoner vaskülit görülebilir. Bleomisin, mitomisin-C, karmustin, etoposid ve siklofosfamid ile pulmoner venookluzif hastalık: rapor edilmiştir. 64 20. PULMONER HİPERTANSİYON Pulmoner hipertansiyon (PHT) akciğer dolaşımında intravasküler basınç artışıdır. İstirahat halinde pulmer arter basıncının ortalama 20 mmHg'nın üstünde olması olarak tanımlanır. Primer ve sekonder olmak üzere iki tipi vardır. Sekonder PHT oluşumunda akut ve kronik birçok et-yolojik faktör rol oynar: KOAH, intertisyel akciğer hastalıkları, obezite-hipoventilasyon sendromu, trombo-emboli, kollajen doku hastalıkları, kifoskolyoz, ilaçlar, konjenital kalp hastalıkları, pulmoner vasküler hastalıkları vb. Pirimer PHT: Altta yatan herhangi bir kalp ya da akciğer hastalığı olmaksızın, küçük pulmoner arterlerde mediyal hipertrofi, intimal fibroz oluşması ile karakterize, nedeni bilinmeyen bir hastalıktır. Ender görülen bir hastalıktır, kadınlarda ve 20-40 yaş arasında daha sık görülür. Klinik belirtiler: Egzersiz dispnesi, göğüs ağrısı, baş dönmesi, senkop, ses kısıklığı ve sağ kalp yetersizliği gelişmesine ait semptomlar yer alır. Hastalığın tedavisinde antikoagülanlar (varfarin), pulmoner vazodilatatör ilaçlar (prostasiklin, nitrik oksit, adenozin), kalsiyum kanal blokerleri (verapamil, diltia-zem), ACE inhibitörleri, digoksin ve diüretikler kullanılır. Yeni prostaglandinler: epoprosteinol, treprostinil ve endotelin inhibitörü Bosentan tedavide oldukça etkilidirler. Pulmoner hipertansiyonu olanlarda beta-blokerler kontrendikedir; çünkü beta-agonistler bronş damarlarında vazodilatatör etkilidirler. 65 BÖLÜM: 2 KARDİYOLOJİ 1. KARDİYAK FİZYOLOJİSİ Sinüs nodunda oluşan elektrik önce sağ atrium ve sol atriumları uyarır, atrtiumlardan sonra elektrik iletisi AV noda gelir. Atriumlarla ventriküller arasında AV nod dışında hiç bir elektriksel ilişki yoktur (arada fibröz band bulunur), atriumları uyaran elektrik ventriküllere sadece AV nod aracılığı ile geçebilir. AV nodundan sonra elektrik uyarısı önce his demetine oradan da sağ ve sol dallara ayrılır. Sağ ve sol dallardan purkinje fiberleri aracılığı ile önce interventriküler septum kasılır daha sonra sağ ve sol ventriküller aynı anda kasılırlar. Sonuçta önce atriumlar kasılır, bir müddet sonra ventriküller kasılır. Kalbin ileti sistemleri içerisinde elektriksel ileti en yavaş AV nodunda, en hızlı ise purkinje fiberlerinden iletilir. AV nodu dakikada 40-60 sinyal, purkinje fiberleri ise 20-40 sinyal oluşturma kapasitesinde sahiptir ancak sinoa-triyal nod (önder odak olarak da bilinir) ileti yolları içerisinde dakikada 60-100 uyarı ile en fazla uyarı oluşturabilme kapasitesine sahip bölgedir. SA nodu %60 sağ koroner, %40 sol circumflex arter besler. AV nodu ise sağ koroner arterin dalı olan posterior desendan arter besler. Nodal hücreye düzenli aralıklarla kalsiyum girişi ya da potasyum çıkışı ile elektrik sinyali üretilir. Aşağıdaki şekilde görüldüğü gibi Önce yavaş kalsiyum kanallarının açılması ile hücreye kalsiyum girişi olur, daha sonra hızlı sodyum ve kalsiyum kanallarının açılması ile içeri giren elektrolitler sayesinde +20mV elektrik sinyali üretilmiş olur (depolarizasyon), daha sonra ise potasyum kanallarının açılması sonucu potasyumun dışarı çıkması ile elektrik yeniden negatife düşer (repolarizasyon) ve biraz önce anlattığımız olaylar sırası ile tekrar tekrar devam eder, her defasında oluşan sinyal (daha önce belirttiğimiz gibi dakikada 60-100 arasındadır). Miyokardiyal Aksiyon Potansiyeli 66 Sinüs nodundan gelen uyarı ile miyokard hücrelerine önce sodyum girişi olur (depolarizasyon), sonra yavaş kalsiyum kanalları açılır ve plato fazı olur (refrakter dönem), bu dönemde miyokard hücreleri kasılır. Daha sonra hücrelerden potasyumun çıkışı ile repolarizasyon olur ve hücre yeni bir uyarıya hazır hale gelmiş olur. Sinoatrial nod otonom sinir sistemi tarafından kontrol edilir. Dominant olan sistem parasempatik sistemdir; uyarıları vagus aracılığı ile gelir. M2 muskarinik reseptörler üzerinden etkir. SA noda parasempatik uyarı geldiğinde: • Hücreden K çıkışı artar, içeri Ca girişi azalır (hiperpolarize eder, uyarılma eşiğini arttırır) • Kalp hızını yavaşlatır • AV nodal sinyal iletimini yavaşlatır. • Sempatik uyarı SA nodunda beta 1 reseptörler üzerinden etki yapar: • Hücreye kalsiyum girişini arttırır • Kalp hızını arttırır (pozitif kronotropik etki) • AV nod geçirgenliğini arttırır Kardiyak Debi Her bir ventrikülden bir dakikada pompalanan kan volümüdür. Formül olarak: Kardiyak debi = atım volümü x atım sayısı Atım volümü ventrikülden her bir atımda pompalanan kan volümüdür. Formül olarak: Atım volümü = Diastol sonu volüm - sistol sonu volüm Dakikadaki kalp atım sayısı ile atım volümü çarpıldığında kardiyak debi bulunmuş olur. Ejeksiyon Fraksiyonu = Atım volümü / End dias-tolik volüm Ejeksiyon fraksiyonu demek ventrikül her kasılmada aldığı kanın yüzde kaçını atabiliyor demektir. Örneğin diyastol sonunda 100cc dolmuş olan ventrikül kasıldığında 70mL kanı pompaladığında (70mL atım volümü) sistol sonunda içeride 30mL kan kalmış olur (sistol sonu volüm). 100mL kanın 70mL'sini yani aldığının %70'ini atar: buna ejeksiyon fraksiyonu denir; normali %50-70 arasındadır. EF %50 'nin altına düşünce yetersizlik var denir. Kalp debisi ve Atım volümünü arttıran faktörler • Miyokardial kas fiberlerinin uzunluğu; (Frank starling kanunu: kas fiberleri ne kadar çok gerilirse o kadar kuvvetli kasılırlar • Kalbe gelen venöz dönüşün artması • Sempatetik sinir uyarısı ve Adrenalin • Atım sayısında artış (pozitif kronotropik etki) • Kasılma gücünü arttırıcı etki (pozitif inotropik etki) • Egzersiz (sempatik sistemini uyarır, venöz dönüşü arttırır) 67 Kalp debisi ve Atım volümünü azaltan faktörler • Parasempatetik uyarı • Aşırı hızlanma (aşırı hızlanma ile diastol kısalır, yeterince dolamadan kasılır) • Hipotansiyon Baroreseptörlerin Kalp Üzerine Etkileri Arkus aorta ve karotis sinuse yerleşiktirler. Arkus aorta gerildiğinde uyarı vagus üzerinden, karotis sinuslerde ise glossofarengeal sinir üzerinden beyin sapına iletilir. Kan basıncı artınca baroreseptör uyarısı dolayısı ile parasempatik uyarı artar: kalp hızı ve debisi azalır: kan basıncı azalır. Kan basıncı düştüğünde ise tersine baroreseptörler uyarılmadığı için parasempatik uyarı azalır ve kalp hızı, debisi dolayısı ile kan basıncı artar. Kardiyak Siklus Atrium ve ventriküller ayrı zamanlarda kasılırlar, bu kısımda ventriküler siklustan bahsedeceğiz. Ventrikü-ler sistol üç, diastol ise 4 aşamadan oluşur: diastol her zaman sistolden daha uzundur (ventriküllerin dolması için gereken süre kanı pompalaması için gereken süreden daha uzundur): Ventriküler sistol 1. İzometrik kasılma: diastolde ventriküller dolunca izometrik kasılma başlar, ventrikül içi basınç atrium basıncını aşar ve sonuçta mitral ve triküspit (atrioventriküler) kapaklar kapanır: birinci kalp sesi S1 duyulur. 2. Hızlı ejeksiyon fazı: izometrik kasılmanın devamında ventrikül içi basınç sistemik arteriyel basıncı aşınca aort ve pulmoner kapaklar açılır: aort ve pulmoner arterlere hızlı kan ejeksiyonu olur. 3. Yavaş ejeksiyon fazı Ventriküler diastol 4. İzometrik gevşeme: Sistol sonunda ventriküllerin gevşemesi ile ventrikül içi basınç önce sistemik arteriyel basıncın altına düşer, aort ve pulmoner kapakları (semiluner kapaklar) kapanması ile ikinci kalp sesi S2 duyulur. 5. Hızlı ventriküler dolum: Ventriküler gevşemenin devamında ventrikül içi basınç daha da azalır ve atrial 68 basınçların altına düşünce mitral ve triküspit kapakların açılması ile atriumlarda ventriküllere hızlı kan dolumu olur. 6. Yavaş ventriküler dolum 7. Atriyal sistol: ventriküler diastolün sonuna doğru atriumların sistolü başlar ve atriumlar kasılır, bu sayede ventriküler dolumun son %25 'lik dilimi sağlanmış olur. Önemli Notlar: İzometrik kasılma ve izometrik gevşeme anlarında bütün kalp kapakçıkları kapalıdır. İzometrik kasılma ile S1, izometrik gevşeme ile S2 duyulur. İzometrik kasılma sistolün başlangıcı, izometrik gevşeme ise diastolün başlangıcıdır. 69 2. FİZİK MUAYENE A. İNSPEKSİYON Renk: Siyanoz kapiller seviyede redükte hemoglobinin miktarda artması sonucu oluşur (>5g/dL).Arteri-yel desatürasyonla birlikte olan siyanoz santral siyanoz olarak adlandırılır. Normal hemoglobin düzeylerinde, santral siyanoz arteriyel oksijen saturasyonu genellikle %85 veya altına düşünce görülür. Santral siyanoz arteriyel desatürasyona (akciğer hastalıklarında ve siyanotik kalp anomalilerinde) veya anormal hemoglobine bağlı olarak gelişir, dilde, mukozalarda ve periferik deride yaygın olarak görülür. Akciğer hastalıklarındaki santral siyanoz ağlamakla veya oksijen verilmesi ile azalabilir hatta kaybolabilir, halbuki kardiyak santral siyanoz oksijen verilmesi ile düzelmez, ağlamakla ise siyanoz daha da belirginleşir. Ağır karaciğer hastalıklarında gelişen pulmoner arterio venöz fistüller de arteri-al desatürasyon ile santral siyanoza yol açabilir. Normal arteriyel satürasyonlu siyanoza periferik siyanoz denir. Periferik siyanoz artmış arteriyovenöz 02 farkıyla oluşur ve normal arteriyel satürasyonla birliktedir, ekstremite uçlarında ve ağız çevresinde belirgindir. Periferik siyanoz soğuğa maruz kalan kişilerde olabilir. İzole perioral siyanoz önemli değildir. Normal arteriyel satürasyondaki el ve ayak parmaklarındaki siyanoza akrosiyanoz denir.Ayak tabanındaki siyanoz ellerden fazla ise preduktal koarktasyon düşünülmelidir (Diferansiyel siyanoz). Diferansiyel siyanoz ayrıca 'interrupted' 'kesintili' aort kavsinde de görülebilir. D transpozisyonda (duktus açıksa) alt ekstremitelerin pembe üst ekstremitelerin siyanoze olduğu bir diferansiyel siyanoz görülebilir. Anemi varsa siyanoz anok-side bile gözlenmeyebilir.Çomak Parmak: Uzun süren arteriyel desatürasyon (genellikle >6ay) sonucu oluşur. En erken ve en fark edilebilir olarak el başparmağında gözlenir. Sıklıkla siyanotik konjenital kalp hastalıklarında görülür. Ayrıca AC hastalıkları (apse, kistik fibroz vs), KC sirozu, subakut bakteriyel endokardit (SBE)'de de görülebilir. Quincke nabzı: Tırnak yatağında kalp atımları ile senkronize kapiller nabazandır. AY'nin periferik bulgularından birisidir. Boyun yenlerinde dolgunluk: Sağ kalp yetersizliği, intratorasik basınç artması, bası nedeniyle kanın sağ atriuma boşalmasının güçleşmesi (vena kava superior sendromunda olduğu gibi ve bu durumda boyun venlerinde pulsasyon olmaz), perikard tamponadı veya konstriktif perikardit sonucu gelişir. Kussmaul belirtisi: inspiryum ile boyun yenlerinin belirginleşmesidir. Çünkü inspiryumda sağ kalbe gelen kan artar ve sağ kalp bu kanı alamıyor veya atamıyorsa bu fazla kan boyun venlerinde birikir. Sağ kalp yetersizliği, kalp tamponadı ve konstriktif perikarditde (kalp tamponadı daima vardır) görülür. Boyun ven dalgaları: Ven dalgaları sağ atriyumdaki basınç değişikliklerinin juguler venlere yansımasıdır. Normalde venöz pulsasyonda "a", "c", ve "v" dalgaları olmak üzere üç pozitif dalga vardır. Bunlardan büyük ve geniş olan "a" dalgasıdır ve sistol-den hemen önce atrial kasılma sonucu gelişir. Atriu-mun gevşemesi ile atrium içi basınç düşer ve "a" dalgasını izleyen bir "x" inişi olur. Bu arada ventrikül sis-tolü başlamıştır ve triküspit kapaklar kapanır. Tablo 2.1 Siyanozun özellikleri Özellik Santral siyanoz Periferik siyanoz PO2 ↓ Normal Mukozalarda siyanoz + - Uçlarda siyanoz + (sıcak) + (soğuk) Etiyoloji KOAH (en sık) KKY (en sık) Sağ-sol şantlı kalp hastalıkları Reynoud fenomeni Anstabl hemoglobinopatiler Düşük kalp debisi Yüksek rakım Şok, venöz dolaşım bozukluğu Arteriyel tıkanıklık, Polisitemi, periferik vazokonstriksiyon Soğuk hava - 70 Jugüler Ven Dalgaları Jugüler ven dalgaları sağ atrial basınç değişimlerinin jugüler vende yaptığı yansımalardır. En önemlisi 'a' dalgasıdır, sağ atriyumun kasılması sonucu jugüler vende basınç artışını gösterir. Atrial kasılmanın yani at-riyal sistolün sonunda sağ atriyal basınç düşer ve Y dalgası gelişir. Atrial diastol ile birlikte atriumun dolması ile ikinci pozitif dalga V dalgası gelişir. Ventrikü-ler diastolün başında atriumların ventriküllere pasif boşalması ile sağ atrial basınç gene düşer ve ikinci negatif dalga 'y' dalgası gelişir. 'a' dalgasını büyüten sebepler: 'a' dalgasının kaybolması Sağ atriyumun boşalmasına karşı direnç oluşması a'yı Atriyal fibrillasyon: atriumlar kasılmadığı için a dalgası büyütür: olmaz Triküspit stenozu V dalgasında büyüme 71 Pulmoner stenoz Triküspit regürjitasyon: atriumun diastolü esnasında sağ ventrikülden atriuma geri kan kaçışı olur Pulmoner hipertansiyon Sadece belirgin 'x' dalgası Atriyal miksoma Konstriktif perikardit Atriyal Trombus Restriktif kardiomiyopati Sağ ventriküler hipertrofi Tamponad Cannon (dev) 'a' dalgası: ventriküler ve atrial kasılma Hiç pulsasyon olmaması aritmilerde aynı anda olunca dev a dalgası gelişir Nodal atriyal taşikardi Süperior vena cava sendromu Ventriküler Taşikardi Komplet AV blok Sağ atrium basıncı tekrar periferden gelen kanın doluşu ile yükselmeye başlar ve "a" dalgasından daha küçük olan "v" dalgası gelişir. Atrioventriküler kapaklar açılıp atriumlar boşalmaya başlayınca "y" inişi olur. Sağ ventrikül sistolü sırasında triküspit kapağın hafifçe atriuma doğru bombeleşmesi sonucu bazen "x" inişi üzerinde "c" çentiği gözlenir. Triküspit atrezisi veya stenozunda sağ atrial basıncın atrium sistolünde çok yükselmesine bağlı olarak belirgin "a" dalgaları gözlenir. Pulmoner hipertansiyonda da dev "a" dalgaları olur Buna karşın triküspit yetersizliğinde "v" dalgası daha geniş ve belirgindir. Çünkü sağ atriuma vena kavalardan gelen kan V dalgası oluştururken aynı anda sağ ventrikülden ventrikül sistolünde sağ atriuma kaçan kan da V dalgasını büyütüyor. Atrial fibrilasyon ve flatterde "a" dalgası kaybolur. Çünkü atrium sistolü olmaz. Kalp bloklarında intermittan canon dalgaları görülür. Konstruktif perikarditte olduğu gibi kalbin doluşundaki restriksiyon yüksek venöz basınç ve derin "x" ve "y" inişleri ile birliktedir. Arteriyel pulsasyonlar solunum ve pozisyondan etkilenmez. Arteriyel pulsasyonlar sternokleidomastoid kasın medialinde, venöz pulsasyonlar ise lateralinde gözlenir. Vena cava superior sendromunda juguler venler dolgundur ancak pulsasyon görülmez. Solunum hızı-dispne-retraksiyon: Taşikardi ve birlikte olan taşipne sol kalp yetersizliğinin en erken bulgusudur. Dispne ve retraksiyon varsa sol kalp yetersizliğinin daha da şiddetli olduğu düşünülür. Alında terleme: KKY'li çocuklarda sıklıkla alında soğuk terleme vardır. Azalmış kardiyak debinin kompansasyonu için sempatik aktivitedeki artıştan dolayıdır. Göğüs inspeksiyonu; Prekordial şişkinlik kronik bir kardiak büyümeyi gösterir (Kardiyak aktivite görülebilir veya görülmez). Harrison oluğu sol-sağ şantlı lezyonlarda uzun süreli azalmış akciğer kompliansını gösterebilir. B. PALPASYON Kalbin apeksi midklavikuler hatta ve 5. İKA'dır. Apikal vuruşun laterale veya aşağıya yer değiştirmesi kardiak büyümeyi düşündürür. Sağ ventrikül hipertrofisinde sol ventrikül arkaya itildiğinden apeks palpe edilemez. Hiperaktif prekordium sol ventriküldeki volüm yüklerinde karakteristiktir; VSD, PDA, AY ve MY'de sol ventrikülde volüm yükü olur. Periferik nabızlar Palpe ettiğimiz sistolik basınç ile diastolik basınç arasındaki farktır ve buna nabız basıncı adı verilir. Bacakta zayıf, kolda kuvvetli nabız aort koarktasyonunu (AK) düşündürür. Sağ brakial nabız sol brakial nabızdan kuvvetli ise bu bulgu koarktasyonun sol subklavian arterin hizasında ya da proksimalinde olduğunu veya suprakapaküler aort stenozunu (AS) düşündürür. 72 Nabız tipleri Tablo 2-2 Nabız basıncının geniş ve dar olduğu durumlar Nabız basıncının geniş olduğu durumlar Nabız basıncının dar olduğu durumlar PDA Aort stenozu Aort yetersizliği Kalp yetersizliği Truncus arteriosus Perikard tamponadı Anemi Şok Ateş Aort koarktasyonunda alt ekstremite nabızları Hipertiroidi Konstriktif perikardid Tam A - V blok Ağır mitral stenozu Yukarıdaki şekilde nabız basınç eğrisi görülmektedir: özellikle eğrinin inen kısmındaki çöküntü Aort kapağının kapanması ile oluşur: bu kısma dikrotik çentik denir. Nabız basıncı = Sistolik kan basıncı - diastolik kan basıncı Ortalama arteriyel basınç = diastolik kan basıncı + Nabız basıncı/3 Pulsus Parvus at Tardus: zayıf ve kalp atımına göre geciken nabız; Aort kapak darlığında olur Pulsus alternans: Sol kalp yetersizliğinde görülür: her kalp atımı ile birlikte nabız basıncının artıp azalmasıdır. Pulsus paradoksus: Özellikle Kardiyak tamponatda görülür: Nabız basıncının derin nefes almakla 10 mmHg 'den fazla azalmasıdır. Sıçrayıcı nabız (Corigan pulse): Aort kapak yetersizliğinde görülür: sistolik ve diastolik kan basıncı arası çok açıldığından nabız basıncı çok kuvvetlidir: örneğin kan basıncı 150/100 (sistolik artmış, diastolik azalmış): nabız basıncı ise 100 mmHg. Pulsus Bisferiens: sistolde çift tepeli nabız: ciddi aort yetersizliği ve hipertrofik kardiyomiyopatide alınır. Dikrotik nabız: hem sistolde hem de diastolde nabız alınması: dilate kardiyomiyopati ve ciddi kalp yetersizliğinde alınıt Pulsuz Fliformis: şokta nabızın oldukça zayıf alınmasıdır.Pulsus Bigeminus: bigemine ventriküler akstrasistolü olanlarda alınan nabız Pulse defisit: Atriyal fibrillasyonda olur; nabız sayısı ile kalp tepe atımının aynı olmamasıdır; AF de kalp atımları düzensiz olduğu için bazı atımlar periferden nabız olarak alınamayabilir. Pulsus paradoksus normalde inspiryumda sistolik basınç 510 mmHg düşer. Pulsus paradoksus inspiryum-daki sistolik basıncın normaldeki azalmasından daha da abartılı olduğu durumdur. Sistolik basınçta 10 mmHg'dan daha fazla düşüş vardır. Nedenleri: 1. Kardiyak tamponat (konstrüktif perikardit, perikar-dial effüzyon) 2. Astım, pnömoni 3. Yüksek basınçlı ventilatör uygulanması. 73 Pulsus bisferiens Çift tepeli nabızdır; aslında belirgin bir dikrotik nabız olarak da değerlendilebilir. Nedenleri; 1. Aort yetersizliği 2. Hipertrofik obstruktif KMP'dir. Pulsus bigeminus normal nabızdan hemen sonra gelen küçük bir nabız vardır; bigemine ventriküler erken atımda alınır (dijital entoksikasyonu). Pulsus parvus et tardus: Aort stenozunda (AS) görülür. Dikrotik nabız ise aortun kapanması sırasında olur ve aort yetersizliği veya KMP'de görülür. Aort diyastol başında izovolümetrik relaksasyon fazında kapanır, bu nedenle dikrotik çentik de bu fazda görülür. Pulsus alternans kalp yetersizliğinde görülen bir küçük bir normal nabızdır. Sinüsal aritmi: Nabız hızı inspiryumda artar, ekspir-yumda ise yavaşlar, fizyolojiktir.Normalde nabız basıncı 50 mmHg'dan az veya sistolik basıncın yarısından azdır. Geniş nabız basıncı: PDA, AY, Aortikopulmoner pencere, Komplet kalp bloku, yüksek ateş, anemi, hiperti-roidi, AV fistül, trunkus arteriosusda görülür. Dar nabız basıncı: Perikard tamponadı, konstriktif perikardit, ciddi aort stenozu, mitral stenozu, miyo-kard enfarktüsü ve KKY' de görülür. Tril: Üfürümün şiddeti 3/6'dan fazla ise elimizle hissettiğimiz titreşimdir. Sol üst sternum kenarındaki tril pulmoner arter stenozu ve nadiren PDA'da, sağ üst sternum kenarındaki tril aort stenozunda, sol alt sternum kenarındaki tril VSD 'de görülür. Kan basıncı ölçümü: Manşonun genişliği üst kol uzunluğunun 2/3 - 3/4 'ü kadar olmalıdır. Manşonun genişliğinin kol çevresinin %40-50'si (çapın %125-155) olması gerektiği saptanmıştır. C. OSKÜLTASYON Hasta öne doğru eğilmiş pozisyonda aort yetersizliği üfürümü ve perikardial frotman daha kolay duyulur. İnspiryumda sağ ventriküle venöz dönüş arttığı için bu devrede şiddetlenen bir üfürümün kalbin sağ tarafından kaynaklandığı düşünülmelidir. Carvello belirtisi: Triküspit darlığı veya yetersizliği üfürümünün inspriyumda artmasıdır. Ekspiryumda ise sol ventrikülün attığı kan miktarının fazla olması nedeniyle bu devrede AY ve MY üfürümü daha iyi duyulur.Fizyolojik koşullarda S1, S2, S3 olmak üzere 3 kalp sesi işitilir. Yenidoğan dönemi dışında S4'ün işitilmesi her zaman patolojiktir. Birinci Kalp SesiAV kapakların (mitral, triküspit) kapanma sesidir. Genellikle tek olarak işitilir. 74 S1'in anormal geniş çiftleşmesi • Sağ dal bloğu, • Ebstein anomalisi ve • Bazen Pulmoner hipertansiyonda görülür. Ejeksiyon kliklerinden ve S4 'den ayrılmalıdır. Mitral stenozda (MS) S1 şiddetli, Mitral yetersizlikte (MY) ise S1 zayıftır. S1'in şiddetli olduğu durumlar • Mitral stenoz • Triküspit yetersizliği • Kısa PR (pre eksitasyon sendromları) • Büyük sol sağ şant • Miyokard kontraktilitesinin arttığı durumlarda (debiyi artıran hiperdinamik kalp hastalıklarında; hipertiroidi, anemi, sempatik aktivite, arteriove- nöz fistül, hipervolemi) da S1 şiddetlidir. S1'in şiddetinin azaldığı durumlar • MY • TY • Uzun PR • Miyokard kontraktilitesinin azaldığı durumlarda (miyokardit, hipotiroidi, parasempatik aktivite) • Aort yetersizliğinde de (AY) 1. sesin şiddeti azalabilir. İkinci Kalp Sesi Aort ve pulmoner kapakların (semiluner) kapanması ile oluşur. 1. sesden daha şiddetlidir. 2. sesin fizyolojik çiftleşmesi: Fizyolojik koşullarda inspiryumda sağ ventriküle gelen kan arttığından sağ ventrikül ejeksiyonu uzar, zaten normalde aorttan hemen sonra kapanan pulmoner kapağın kapanması daha da gecikir. Bu da 2. kalp sesinin fizyolojik olarak çiftleşmesine neden olur. Ekspiryumda ise sol ventriküle gelen kan artar, sağ ventriküle gelen kan ise azalır. Bu da aort ile pulmoner kapağın aynı anda kapanmasına ve 2. sesin tek olarak duyulmasına neden olur. 2. sesin geniş çiftleştiği durumlar • Sağ volüm yükü artışı (ASD, Pulmoner venöz dönüş anomalisi) • Sağ basınç yükü artışı (Pulmoner stenoz) • Elektriksel gecikme (Sağ dal bloğu) • Erken aortik kapanma (MY) • Geniş VSD • Bazen normal çocukta da duyulabilir. Mitral yetersizliği dışındaki durumlarda S2'nin geniş çiftleşmesinin nedeni pulmoner kapağın kapanmasın-daki gecikmedir. Tek S2'nin tek olduğu durumlar • Pulmoner hipertansiyon • Tek semiluner kapak (Pulmoner atrezi, Aort atrezisi, Trunkus arteriozus), S2 hep tektir. • P2' nin işitilemediği durumlar (Büyük arter trans-pozisyonu, Fallot tetralojisi, Ağır PS) • Şiddetli aort stenozu • Koarktasyon • Bazen normal çocukta 75 S2'nin paradoksal çiftleşmesi Burada S2 ekspiryum-da çift, inspiryumda ise tek duyulur. Paradoksal (ters) çiftleşme adı verilir. Aort kapağının geç kapandığı durumlarda olur. İnspriyumda pulmonerin kapanması da geciktiğinden pulmoner kapak aortla beraber kapanır ve inspriyumda S2 tek duyulur. S2'nin tek olarak duyulduğu durumlar • Şiddetli aort stenozu • Sol dal bloğu • WolffParkinson-White (WPW) Sendromu S2'nin şiddetli olduğu durumlar • Pulmoner hipertansiyon • Koarktasyon • Sistemik hipertansiyon • Pozisyon Yani aort ve pulmoner arterde basınç yüksekse diastol başında bu arterlerdeki yüksek basınçlı kan semiluner kapakları ventriküle doğru daha kuvvetli olarak çarptıracak ve S2 şiddetlenecektir. Transpozisyonda ise aort sağ ventrikülden yani önden çıktığından kapanma sesi daha şiddetli duyulur. 2. sesin şiddetinin azaldığı durumlar • Aort stenozu • Pulmoner stenoz • Şokta ikinci ses zayıflar. Görüldüğü gibi yukarıdaki durumlar ise arterdeki basıncın azaldığı durumlardır. Darlığın sonrasında basınç düşüktür ve bu düşük basınçlı kan diyastol başında semiluner kapakları çok daha yavaş olarak aşağıya ittirerek, kapakçıkların birbirine çarpması ve sonuçta S2 şiddeti daha zayıf olacaktır. 2. KALP SESİ S3 erken diastolde düşük frekanslı bir sestir ve ventri-küllerin hızlı dolmasına bağlıdır.Apeksde veya sol alt sternal kenarda en iyi duyulur. Genç erişkinlerde sıklıkla duyulur. Şiddetli 53 anormaldir, dilate ventriküllerde ve azalmış komplianslı durumlarda duyulur (ileri mitral yetersizliği, büyük şantlı VSD ve KKY) Taşikardi ile birlikte olduğunda "Galo" formunu oluşturur (daha şiddetli ve keskindir), kalp yetersizliği bulgularından biridir. S4 ile birlikte ise sumasyon galosu adını alır. 76 3. KALP SESİ Diastol sonunda (Presistolik) düşük frekanslı patolojik bir sestir (yenidoğan dönemi dışında). Atrium kontraksiyonundan doğan titreşimler S4'ü oluşturur. Azalmış ventriküler kompliansda veya KKY'de duyulur.Taşikardi ile birlikte olduğunda atrial veya presistolik galo adını alır. SİSTOLİK VE DİASTOLİK EK SESLER Ejeksiyon kliği: Arterlerin dilate olduğu durumlarda veya biküspit aortada duyulur. S1' den hemen sonradır ve ventrikü-ler ejeksiyonun başlangıcında ortaya çıkar bu nedenle S1 çiftleşmesi gibi duyulur. Ancak bu üst sternal kenarda (biküspit aortik klik haricinde) duyulur. Halbuki S1 çiftleşmesi apeksde ve sol alt sternal kenarda duyulur. Pulmoner klik sol 2. ve 3. İKA'da duyulur ve ekspirasyonda şiddeti artar. Aortik klik sağ 2. İKA'da duyulur (bazende biküspit aortada olduğu gibi apeksde ve sol orta sternal kenarda duyulabilir). Aortik klikte solunum ile kliğin şiddeti değişmez. Ejeksiyon kliği duyulan durumlar • Semilüner kapak darlıkları (AS, PS), (poststenotik dilatasyona bağlı) • Sistemik veya pulmoner hipertansiyonda görülen dilate büyük arterler • Pulmoner arterin idiyopatik dilatasyonu • Fallot tetralojisi (Aort dilate ise): Fallot tetralojisinde pulmoner arterde post stenotik dilatasyon olmayacağı (çünkü burada subkapaküler stenoz söz konusu) dolayısıyla pulmoner klik olmayacağı unutulmamalıdır. Fallot tetralojisinde aksine pulmoner arter küçüktür. • Trunkus arteriozus Midsistolik klik: Geç sistolik üfürümle birlikte veya değildir. En iyi apeksde duyulur. Mitral kapak prolapsusununda tipiktir. Diastolik opening snap: (Açılma sesi) Çocuklarda nadirdir. Sol alt sternal kenarda veya apekste duyulur. S3'den daha öncedir. AV kapakların stenozundan kaynaklanır. Perikardiyal frotman: Perikardiyal sürtünme sesi, kalbin perikarda sürtünmesinden doğan, tırmalayıcı ve ilerigeri şeklinde duyulan sestir. Genellikle perikarditi gösterir. Hasta oturur durumda ve öne eğildiğinde şiddeti artar. Yanlızca sistolik ya da diastolik olabildiği gibi, sistolodiastolik de olabilir. Sıvı birikimi çok arttığı zaman ses kaybolabilir. 77 KALP ÜFÜRÜMLERİ Kalp üfürümlerinin şiddeti, zamanlaması, yeri, yayılımı ve kalitesi araştırılmalıdır. Şiddeti geleneksel olarak 6 üzerinden değerlendirilir.Kar-diak debiyi artıran durumlar üfürümü şiddetlendirir ya da normalde olmayan bir üfürümü ortaya çıkarabilir (ateş-anemi-anksiyete-egzersiz). Yalnız bunun iki istisnası vardır, HOKMP ve MVP'de kalbe gelen kan arttığında üfürüm azalır, diastolik volüm azaldığında üfürüm artar. SİSTOLİK ÜFÜRÜMLER S1 ile S2 arasında duyulur. İkiye ayrılır; 1. Ejeksiyon üfürümleri 2. Regurjitan sistolik üfürümler 1- Sistolik ejeksiyon üfürümleri Aynı zamanda stenotik, elmas şeklinde, kresendodek-resendo üfürümleri olarak da adlandırılır. S1 ile üfürümün başlangıcı arasında bir ara vardır ve genellikle S2'den önce biter. Bu üfürümler stenotik veya deforme kapaklardan geçen kan akımına (AS, PS, Aort koarktasyonu) veya normal semilüner kapaktan fazla kan akımı olmasına bağlıdır. (ASD = Pulmoner kapak normal ama fazla kan akımı var) Ejeksiyon üfürümleri 2. sağ ve sol İKA' da duyulur. Aort koarktasyonunda geç sistolik üfürüm alınabilir. 2- Regurgitan sistolik üfürümler S1 ile başlar. S1 ile arasında boşluk yoktur ve genellikle (her zaman değil) sistol boyunca sürer (Pansistolik veya halosistolik). Yüksek basınçlı bir boşluktan düşük basınçlı bir boşluğa kanın akımı sonucu oluşur (VSD, MY ve TY).Erken başlangıçlı regurgitan sistolik ürürümün bir istisnası midsistolik klik sonrası başlayan, apeksde duyulan geç sistolik üfürümdür. (Mitral kapak prolapsusu) Sistolik üfürümlerin duyulduğu yerler • Sol alt sternum kenarındaki regurgitan sistolik üfürüm (pansistolik); VSD'nin karakteristiğidir. • Apeksde duyulan pansistolik üfürüm ise MY'ni düşündürmelidir. Sistolik üfürümlerin yayılımı Sol axilla ve alt arkaya yayılan apikal sistolik üfürüm MY'nin karekteristiğidir. Halbuki sağ üst sternal kenara ve boyuna yayılan üfürüm aort kapağından kaynaklanır. MASUM ÜFÜRÜMLER Üç "S" bulgusu aranmalıdır (Short-Soft-Sistolik). Geniş alana yayılmaz, 3. Dereceden azdır, şiddeti pozisyonla değişir. Fonksiyonel ve masum üfürümler genellikle erken sistolik üfürümlerdir. Aşağıdakilerden biri veya birkaçı varsa üfürüm daha büyük olasılıkla patolojiktir ve kardiak konsültasyon gerektirir. • Semptomatik ise • Kardiyomegali veya anormal akciğer damarlanması varsa • Anormal EKG varsa • Diastolik üfürüm ise • Şiddetli ise(3/6 veya trilli) ve uzun süreli-iyi yayılı yorsa. • Siyanoz varsa • Anormal nabız varsaAnormal kalp sesleri varsa 78 Şekil 2-7. Masum üfürümlerin şekille gösterilmesi Üfürüm Görüldüğü durumlar Pan(holo)sistolik MY ,TY, VSD, aorto-pulmoner şant Midsistolik, ejeksiyon AD, PD, IHSS, ASD, aort ve pulmoner kapak akım artışı Midsistolik Fonksiyonel, MY (papiller disfonksiyon), MVP Erken sistolik VSD+pulmoner HT, küçük VSD, TV Geç sistolik MVP, MY (papiller disfonksiyon) Erken diyastolik AY, PY, Graham-Steell Middiyastolik MD, TD, Carey-Coombs, Austin-Rint, atrial miksoma, mitral ve triküspit akım artışı Presistolik (geç diyastolik) MD, TD, atrial miksoma Devamlı üfürüm PDA, A-V fistiül, venöz hum, pulmoner emboli Masum üfürümler a) Klasik titreşim üfürümü (Stili üfürümü) b) Pulmoner ejeksiyon üfürümü c) Yenidoğanın pulmoner akım üfürümü d) Venöz hum (uğultu) a- Klasik titreşim üfürümü (Stili üfürümü): Çocukluk çağında en sık duyulan masum üfürümdür. Genellikle 3-6 yaş arası orta sol sternal kenar veya alt sol sternal kenar-apeks arasında, midsistolik, oturma veya yatar (yüz 79 üstü) pozisyonda daha iyi duyulan, düşük frekanslı, tril ve kliğin olmadığı, valsalva manevrasıyla kaybolabilen, müzikal bir üfürümdür. b- Pulmoner ejeksiyon üfürümü: 8-14 yaşta üst sol sternal kenarda, erken veya midsistolik olabilen, tril ve ejeksiyon kliği olmayan, yatınca (sırt üstü) daha iyi duyulan bir üfürümdür. c- Yenidoğanın pulmoner akım üfürümü: Yeni doğanlarda özellikle SGA'lılarda 3-6 aylıkta kaybolan üst sol sternalkenarda kliksiz ve trilsiz bir üfürümdür. Yeni-doğan döneminde en sık duyulan masum üfürümdür d- Venöz Hum: 3-6 yaşları arasında juguler venöz sistemin türbülansından kaynaklanan, diastolik kompanenti sistolik kompanentinden daha kuvvetli olan, devamlı üfürüm niteliğinde sağ ve/veya sol infraklavikuler ve supraklavikuler alanlarda duyulan sırtüstü yatınca ya da juguler venlere bası uygulandığında şiddeti azalan veya kaybolan, başın pozisyonunun değiştirilmesi ile şiddeti değişen bir üfürümdür. PDA'nın devamlı üfürümünden ayrılmalıdır. PDA' da üfürüm sistolde, venöz hum'da ise diastolde şiddetlidir. Ayrıca PDA' da sıçrayıcı nabız ve geniş nabız basıncı vardır. DİASTOLİK ÜFÜRÜMLER S2-S1 arasındadır. 3 tipe ayrılır: • Erken diastolik • Middiastolik • Presistolik (geç diastolik) 1- Erken diastolik üfürümler: Yüksek frekanslı, dekresendo karakterindedir. AY ve PY'de duyulur. Pulmoner hipertansiyona bağlı PY'de duyulan erken diastolik üfürüme Graham-Steel üfürümü denir. AY üfürümü en iyi 3. sol İKA' da duyulur. Apekse iyi yayılır. 80 PY üfürümü 3. sol İKA' da en iyi duyulur ve sol sternal kenar boyunca yayılır. 2- Middiastolik üfürümler: S3 ile başlayabilir, düşük frekanslıdır. Bu üfürümler mitral veya triküspit kapaktaki anatomik stenoza ya da bu kapaklardaki relatif stenoza sekonder türbülans nedeniyle oluşur. Mitral middiastolik üfürümler apeksde en iyi duyulur. Bu mitral stenoza ya da normal büyüklükteki mitral kapaktan geçen fazla kan akımına bağlı olarak relatif mitral stenozu gibi bir durum yaratan PDA ve büyük sol-sağ şantlın bir ar bağlı olabilir. ARA karditinin aktif döneminde kısa bir middiastolik üfürüm (Carey-Coombs üfürümü) duyulabilir. Triküspit middastolik üfürümleri sol alt sternal kenarda duyulur. ASD, Pulmoner venöz dönüş anomalisi, endokardial yastık defekti relatif bir triküspit stenozu meydana getirerek bu üfürümü oluşturur. 3- Presistolik üfürümler: Düşük frekanslıdır, gerçek mitral stenoz ve triküspit stenozlarda duyulur. DEVAMLI ÜFÜRÜMLER Sistolde başlar ve kesilmeksizin diastolde devam eder. Aşağıdaki durumlarda görülür • PDA • AV fistül (koroner) • Trunkus arteriosus • Venöz hum • Aort koarktasyonu (interkostal kollaterallere bağlı) • Pulmoner arter stenozu • Sinüs valsalva rüptürü Aort stenozu ve yetersizliğinin bir arada olması, mitral stenozu ve yetersizliğinin bir arada olması, aort yetersizliği ile mitral yetersizliğinin bir arada olması, perikar-dial frotman sistolo diastolik üfürümlerdir ama devamlı üfürüm olarak kabul edilmezler. 81 3. RADYOLOJİK DEĞERLENDİRME Telegrafide sağ diafragma ön 5.-6. kaburga altında ise iyi bir inspirasyonu gösterir, aksi halde ekspirasyon arttıkça kalbin transvers konturu artar, toraksın genişliği azalır. Bunun sonucunda kardiyotorasik oran büyük görülür. Pulmoner kan akımında artma: sol-sağ şantta pulmoner kan akımında azalma ise: ağır pulmoner stenozda görülür. Staz ise: sol ventrikül yetersizliğini veya akut glomerulonefrit'i düşündürür. Kardiyotorasik oran (a+b)/c formülüyle hesaplanır. CTR < 0.50 olmalıdır. Süt çocuklarında timus belirgindir ve telegrafide kar-diyomegali görüntüsü verebilir, yelken işareti adı verilen telegrafi bulgusu vardır. PA çekim sağ atrium-sol ventrikül büyümeleri ile pulmoner arter ve aort dilatasyonları hakkında fikir verir. PA çekimde (normal kalp gölgesinde) sağ ventrikül kalp kenarlarını oluşturmaz, sağ atrium ve sol ventrikül ortasında kalır. Şekilde görüldüğü gibi çıkan aorta kalbin sağ üst kenarını oluşturmuyor, o bölgede vena kava superioru görüyoruz. Telegrafi volüm aşırı yükünü daha iyi, EKG ise basınç aşırı yükünü daha iyi gösterir. AC kan akımı artması ile grafide geyik boynuzu görülebilirken, ileri derecede pulmoner HT gelişimi ile budanmış ağaç manzarası görülür. Lateral grafide de sağ atrium kalp sınırını meydana getirmez, sağ ventrikül ve sol atrium büyümeleri saptanabilir. 82 Tahta pabuç (Hollanda takunyası, sabo) kalp, pulmoner kan akımındaki azalma ile birlikte Fallot tetralojisi ve bazen triküspit atrezisinde görülür. Yumurta şeklinde kalp, artmış pulmoner kan akımı ile beraber, büyük arter transpozisyonunu düşündürür, ayrıca mediasten dardır. Kardan adam manzarası (artmış pulmoner kan akımı ile beraber) supra kardiak tipte total pulmoner venöz dönüş anomalisini gösterir. Ana pulmoner arterin belirginliği Pulmoner kapak stenozu (poststenotik dilatasyon) Pulmoner arterde artmış kan akımı (ASD, VSD, endo-kardiyal yastık defekti) Pulmoner hipertansiyon Pulmoner arter hipoplazisi • Fallot tetralojisi • Triküspit atrezisi Aortada dilatasyon • Fallot tetralojisi • AS (post stenotik dilatasyon) • Daha az sıklıkla PDA, Aort koarktasyonu, Marfan sendromu, Sistemik hipertansiyon 83 Pulmoner kan akımını arttığı durumlar Asiyanotik hasta ASD, VSD, PDA, Endokardiyal yastık defekti, PPVDA Siyanotik hasta Büyük arter transpozisyonu, total pulmoner venöz dönüş anomalisi, trunkus arteriosus, tek ventrikül Pulmoner kan akımının azaldığı durumlar: Pulmoner veya triküspit kapakların ağır stenozu veya atrezisi (Fallot tetralojisi) Pulmoner venöz konjesyon: Sol ventrikül yetersizliği veya pulmoner venöz drenajın obstüksiyonuna bağlı olarak gelişir (hipoplazik sol kalp sendromu, MS, Total pulmoner venöz dönüş anomalisi, kor triatriatum). Kostofrenik sinuste en iyi görülen, kısa, artmış dansi-teli transvers çizgiler görülür (Kerley-B çizgileri). Kalp apeksi mide gazı ile aynı tarafta karaciğerin ise ters tarafındadır, değilse ciddi kalp anomalisi vardır. Orta hatta karaciğer yerleşimi aspleni veya polispleni sendromu ile birliktedir ve beraberinde kompleks siyanotik kalp anomalileri vardır. Sağ aortik ark sıklıkla Fallot tetralojisi ve trunkus ar-teriozusda görülür. 84 4. EKOKARDİYOGRAFİ İki boyutlu ekokardiyografi ile kalp ve damarların anatomik anormallikleri saptanabilir. Doppler çalışması ile kapak darlıkları ve yetersizlikleri, kardiak şantlar ve kanın geçtiği iki anatomik yapı arasındaki basınç farkı (gradient) saptanır. Sistemik ve pulmoner debi ölçümü yapılabilir ama tabii ki debi ölçümünde anjiografi çok daha doğru ve yararlıdır. M-mod ile kardiak boşlukların ve damarların, interven-triküler septumun ve serbest duvarların kalınlıkları ölçülür. Sol ventrikül sistolik (ejeksiyon fraksiyonu) ve diastolik fonksiyonları, kapakların ve interventriküler septumun hareketleri ölçülür. Perikardial sıvı saptanır. Transözefageal ekokardiyografi, özellikle obez ve kronik obstruktif akciğer hastalarında göğüs duvarından yapılan ekokardiyografinin yetersiz kaldığı durumlarda tercih edilir. Doğal ve prostetik kapak trombüslerini, endokardit vejetasyonlarını, sol atrial boşluk ve appendaj trombüslerini, aort disseksiyonunu, interatrial septumdaki de-fektleri göstermede yararlıdır. 85 5. EGCZEKSİZ TESTİ Egzersiz sırasında atım sayısı, debi, sistemik ortalama arterial basınç (%40 artış) ve pulmoner ortalama arte-rial basınç (%100 artış) artar; sistemik ve pulmoner rezistans ise azalır. Egzersiz testi • Aort stenozu: Egzersiz sırasında EKG'de iskemik değişiklikler olursa gradiente bakılmaksızın ame-liyat endikasyonu vardır. • Aort yetersizliği • Aritmiler: Egzersizle artan ventriküler aritmiler tedavi gerektirir. Egzersizle azalıyor ise ve kardiyak anomali yoksa tedavi vermeden izlenebilirler. • AV blokların değerlendirilmesi • Post operatif değerlendirme: Özellikle Opere Fallot tetralojili çocuklarda egzersizle artan aritmi olup olmadığı araştırılır. • Postkoarktektomili hastalar • Göğüs ağrısı olan adolesanlar • Sporcular Egzersiz sırasında hastanın görünümü, sözel ifadesi, kalp atımı, kan basıncı ve EKG'si takip edilir. Egzersiz testinin kontraendikasyonları • Ciddi kardiak aritmi • Akut perikardit, miyokardit veya enfarktüs • Enfektif endokardit • Semptomatik ağır aort stenozu • Ağır kalp yetersizliği • Akut pulmoner emboli veya pulmoner enfarktüs • Akut veya ciddi nonkardiak hastalıklar Egzersi Testinin Relatif kontraendikasyonları • Ağır sistemik veya pulmoner HT • Taşiaritmi veya bradiaritmiler • Orta derece kapak veya miyokard hastalığı • Hipertrofik KMP • Psikiyatrik bozukluklar Egzersiz testinin durdurulması • Artmış iş yüküne rağmen tansiyonda düşme • Anginal göğüs ağrısının başlaması • Baş dönmesi veya senkopa gidiş • Siyanoz veya solukluğun gelişimi • Ciddi ventriküler aritmiler (multiform ventriküler taşikardi, erken ventriküler atımların peşpeşe gelmesi) • Hastanın işlemin durdurulmasını istemesi 86 6. EKG Yukarıdaki şekilde sağ üst köşede EKG çekim kağıdında yatay eksen saniye olarak zamanı dikey eksen ise milivolt olarak sinyal voltajını göstermektedir. Her bir minik kare yatay olarak 0.04 sn, dikey olarak 0.1 mV'dir. Temel olarak her bir kalp atım siklusunda P, QR5 ve T olmak üzere üç ana dalga kompleksi vardır. P dalgası atriyal depolarizasyonu (atriyal kasılma), QRS dalgası ventriküler depolarizasyonu (ventriküler kasılma), T dalgası da ventriküler repolarizasyonu (ventriküler gevşeme) gösterir. QRS başlangıcından T dalgası sonuna kadar olan dönem ventriküler sistolü, T dalgası sonundan bir sonraki QRS dalgasına kadar olan dönem de ventriküler diastolü gösterir. P dalgası atrial kasılmayı gösterir, bilindiği gibi atriumlar kasıldıktan sonra atriumlardaki elektrik sinyali AV nod üzerinden ventriküllere geçer, AV nodda elektrik iletisi yavaş olduğu için P dalgası ile QRS dalgası arasında PR segmenti gelişir. EKG değerlendirilirken mutlaka bakmamız gereken 3 mesafe bulunur: PR mesafesi (P dalgası başlangıcından QRS başlangıcına kadar olan mesafe) normalde en fazla 5 küçük kare olabilir, daha uzun ise birinci derece AV blok var denir. QRS genişliği genelde 2.5 küçük kareyi geçmemelidir. 3 küçük kareden geniş ise patolojiktir: En muhtemel ihtimaller ventriküler kökenli atım, dal bloğu, hiperkalemi'dir. 87 QT mesafesi QRS başlangıcından T dalgası sonuna kadar olan mesafedir, 11 küçük kareyi geçmemelidir, aksi takdirde QT uzaması var denir ki bu durum özellikle ventriküler aritmi riski oluşturur. Önemli QT uzaması sebepleri: hipokalsemi, hipomagnezemi, hipokalemi, amiodaron, procainamid, kinolonlar, makrolidler. EKG deki pozitif veya negatif dalgalar ne anlama gelir: kalp kası kasılırken belirli bir elektriksel güç oluşur, EKG çekiminde kullanılan elektrotlar bu elektriksel akımları tespit ederler. Oluşan elektriksel akım eğer ölçüm yapan elektrota yaklaşır yönde ise elektrot pozitif sinyal gösterir, akım elektrottan uzaklaşıyor ise negatif sinyal olarak gösterir. Yukarıdaki şekilde görüldüğü gibi yakınlaşma veya uzaklaşma açılarına göre sinyalin büyüklüğü (yükseklik veya derinlik: pozitif veya negatif voltaj) değişir. EKG çekiminde 12 elektrot kullanılır: her elektrot farklı yerleşimli olduğundan ölçüm yaptığı sinyal voltajı ve sinyal yönleri farklı olacaktır. 6 tane prekordial elektrot (V1-6), 3 bipolar elektrot (Dl-ll-lll), 3 tane de ekstremite elektrotu vardır (AVR, AVL, AVF). Bipolar elektrotlar (iki noktadan ölçüm yaparlar) dışındaki elektrotlar unipolardır (tek noktadan ölçüm yaparlar). Bipolar elektrotlar DI: sol kol - sağ kol arasındaki potansiyel farkıdır DIl: sol bacak - sağ kol arasındaki potansiyel farkıdır DIII: sol bacak ile sol kol arasındaki potansiyel farkıdır DI. II ve lll'te normal şartlarda P, QRS ve T dalgaları pozitif yöndedir. Prekordiyal Derivasyonlar: V1 - 6 V1: Sternum sağı, 4. interkostal aralık V2: Sternum solu, 4. interkostal aralık V3: V2 - V4 arası V4: Midklavikuler hat, 5. interkostal aralık V5: Ön aksiller hat, 5. interkostal aralık V6: Midaksiller hat, beşinci interkostak aralık 88 Bazen posterior enfarktüs şüphesi olduğunda V6 dan sonra sırta doğru V7-8-9 elektrotları da kullanılır. Yukarıdaki şeklin sol kısmında prekordial elektrotlarda oluşan sinyallere dikkat edilecek olursa V1 den V6 ya doğru gittikçe R dalgası giderek büyür, S dalgası ise küçülür ve normalde V3 ya da V4 'te R ve S dalgaları eşitlenir. EKG değerlendirmesinde mutlaka bu düzen kontrol edilmelidir. V1 'de normalde asla büyük bir R dalgası olmaz, olursa kesinlikle patolojiktir. V1'de yüksek R dalgası yapan sebepler • Sağ ventriküler hipertrofi • Posterior enfarktüs • Sağ dal bloğu AVR, AVL, AVF AVR de P ve QRS dalgaları her zamn negatif yönde olurlar. AVL ve AVF deki QRS yönü ileride anlatacağımız AKS yönü hesaplanmasında son derece önemlidir. Mesela her ikisi de pozitif ise aks kesinlikle normaldir. QRS KOMPLEKSİ Yukarıdaki şekilde görüldüğü gibi QRS kompleksi çok farklı şekillerde karşımıza çıkabilir: her zaman Q ve R ve S dalgalarının üçünü de göremeyebiliriz. QR, RS, R ya da S paternleri görülebilir. Tek Q dalgası her zaman patolojiktir: ölü ventriküler duvarı düşündürür. QR dalgasında Q dalgası R dalgasının dörtte birinden büyükse bu da patolojik Q olduğu ve ölü duvar olduğu anlamına gelir. EKG YORUMLAMA (ÜÇ ADIMDA EKG) 1. QRS'ler belirlenir; tüm QRS'ler aynı mı? QRS'ler arasındaki mesafe düzenli mi? Bu arada QRS'ler arası mesafeden ventrikül hızı (kalp hızı) belirlenir 2. Her QRS'ten önce P geliyor mu? (her P den sonra da QRS var mı?) 3. PR mesafesi, QRS genişliği ve QT mesafeleri normal mi? Örnek EKG yorumlama: 89 Üç adımda yukarıdaki EKG'nin yorumlanması 1. Yukarıdaki örnekte 3 adet QRS var ve hepsi birbirinin aynı, aralarındaki mesafe aynı olduğu için ritim düzenli, (kalp hızı hesabını aşağıda anlatılacaktır) 2. Her QRS ten önce P veya her P den sonra QRS geliyor: yani ritim normal sinus ritmi 3. PR mesafesi normal aralıkta (5 küçük kareden kısa, yukarıdaki örnekte küçük kareler görünmüyor, 5 küçük kare bilindiği gibi 1 büyük kare eder, yukarıda büyük kareler görülmekte). QRS genişliği 3 küçük kareyi geçmiyor, QT mesafesi 11 küçük kareyi geçmiyor 4. YORUM: Normal sinus ritmi, kalp hızı yaklaşık 75/dk Kalp hızı nasıl belirlenir? İki R dalgası arasındaki küçük kare ya da büyük kare sayısı belirlenir. 1500'ü küçük kare sayısına ya da daha pratiği 300'ü büyük kare sayısına bölerseniz kalp hızını belirlemiş olursunuz. Yukarıdaki örnekte iki RS arasındaki mesafe 25 küçük kare ya da 5 büyük kare. Kalp hızı 1500/25=60/dk ya da 300/5=60/dk. KARDİYAK AKS TAYİNİ Kardiyak aks özellikle ventriküler kasılma ile oluşan elekriksel sinyallerin bileşkesidir. Normalde yukarıdaki şekilde de görüldüğü gibi sol alt çeyrek yönündedir. Kalbin sol ventrikülünden çıkan sinyaller arttığında aks sola kayar; sol üst çeyrek (-30 dereceye kadar normal kabul edilir). Sağ kalpten çıkan sinyaller arttığında ise aks sağ alt çeyrekte çıkar ve sağ aks sapması denir. Sağ üst çeyrekte çıktığında ileri derecede sağ aks de-viasyonu var denir. Aks hesabı yapmanın birçok yolu olmakla birlikte en basit olanı EKG de DI ve AVF ye bakılarak yapılır. Yukarıdaki şekilde görüldüğü gibi Dİ ve AVF elektrotlarındaki QRS sinyalleri işaretlenip bileşkesi alınır. Her ikisi de pozitif ise aks normaldir. Her ikisi de negatif ise ileri derecede sağ aks deviasyonu vardır. DI pozitif AVF negatif ise sol aks, DI negatif AVF pozitif ise sağ aks sapması var denir. 90 Sol Aks sapması Sebepleri Sol ventriküler hipertrofi, triküspit atrezisi, inferior mi-yokard enfarktüsü Sağ Aks sapması sebepleri Zayıf insanlarda (normal), sağ ventrikül hipertrofisi, pulmoner hipertansiyon, KOAHpulmoner emboli, ASD, VSD, ileri mitral stenozu, anterolateral enfarktüs Elektrolitler ve EKG Hiperkalemi İlk bulgu sivri T dalgası P düzleşmesi QRS lerde genişleme Hipokalemi T amplitüdünde azalma U dalgası ortaya çıkar U dalgası amplitüdü artar Hiperkalsemi QT mesafesinde kısalma Hipokalsemi QT mesafesinde uzama Atriyal Hipertrofiler 91 P dalgasının ilk yarısı sağ atriyal kasılma, ikinci yarısı sol atriyal kasılmaya aittir. Sol atriyal hipertrofide bazı derivasyonlarda'm' şeklinde p dalgasında çentiklenme görülür, P mitrale de denir. Sağ atriyal hipertrofide ise bazı derivasyonlarda sivri p dalgaları görülür: P pulmonale de denir. Ventriküler Hipertrofiler Sol Ventriküler Hipertrofi Sol ventrikül hipertrofisinde QRS voltajlarında negatif derinlik ya da pozitif yükseklik artışı dikkat çekicidir. Sol aks sapması olur. Tanı kriterleri V1 veya 2 nin S dalgası + V5 veya 6 nın R dalgası toplamı ≥ 35 mm Veya aVL de R ≥ 12 mm Veya DIl, III veya aVF de R ≥ 20 mm Sağ Ventriküler Hipertrofi En önemli göze çarpan problem V1-6 arasında R progresyonunun kaybolması, V1 den itibaren yüksek R 92 olmasıdır. Halbuki normalde V1 deküçük nir r V6 ya doğru büyür, V1 deki büyük S de V6 ya doğru kaybolur. Sağ aks deviasyonu olur. Sağda normal prekordiyal derivasyon dalga Paternleri görülmektedir. 93 94 7. İSKEMİK KALP HASTALIKLARI A) Aterosklerotik Koroner Arter Hastalığı Aterosklerotik koroner arter hastalığı koroner arterlerde daralma sonucu miyokard perfüzyonundaki azalmaya bağlı gelişen hastalık grubudur. İntimal düz kas hücre proliferasyonu ve lipid depolanması ile ortaya çıkan fokal olarak koroner arterlerin daralmasıyla meydana gelir. Klasik lezyon "plak" olarak adlandırılır. Temel olarak üç yapıdan oluşur. • İntimal düz kas hücre proliferasyonu: Muhtemelen endotel hasarına cevap olarak oluşmaktadır. • Lipit depolanmaları: Kolesterol ester ve kristallerinden oluşur, plağın merkezinde ve düz kas hücrelerinde, makrofajlarda (köpük hücrelerinde) birikir. • Fibroz dokudan oluşan kapsül: Düz kas hücreleri + kollajen + intra ve ekstra selüler lipid+ köpük hücreleri içermektedir. Kardiyovasküler risk faktörleri 1. Yaş: Yaş arttıkça riski artmakta, 50 yaşında İKH' dan ölüm 1.5/1000 2. Cinsiyet: 50 yaşında bir erkekte görülme ihtimali aynı yaştaki kadınlardan 5 kat fazla 3. Kolesterol: İstenen total kolesterol düzeyi <200 mg/dL alında olması istenirse de total miktarın fazla bir değeri yoktur; LDL < 130mg/dL (eğer bilinen koroner arter hastalığı varsa <100/mg/dL); HDL >40mg/dL olmalıdır. LDL/HDL oranı > 4:1 ise KAH riski özellikle çok artmaktadır. İskemİk kalp hastalığı olan kişilerin önemli bir bölümünde kolesterolün normal olduğu unutulmamalıdır. Bir kısım hekimler kolesterol yüksekliğinin sebep değil bir sonuç olduğunu söylemekte kolesterol düşürücü ilaçlara şiddetle karşı çıkmaktadırlar. Bu hekimler gerçek neden olan kronik enflamasyon faktörlerini ortadan kaldırarak tedavi yapmaktadırlar. 4. Sigara: Diğer faktörler kontrol edildiği halde sigara içenlerde KAH içmeyenlere oranla %60 daha fazladır. 5. Hipertansiyon 6. Diabetes mellitus ve insulin direnci: Erkeklerde %50 oranda, kadınlarda %100 oranında artmış KAH riski mevcuttur. Bu durumdan kısmen trombosit adezyonunun artmış olması, kolesterol artışı ve vazo vazorumların hasarı suçlanmıştır. Günümüzde Diabet risk faktöründen çok ateroskleroz eşdeğeri olarak kabul edilmektedir. 7. Aile hikayesi 8. Diğer: Gut, A tipi kişilik, obezite, kellik, erken ortaya çıkan arkus kornea, diagonal kulak memesi çizgilenmesi KAH riski artışının göstergeleridir. Diğer Minör risk faktörleri Lipoprotein (a) (plazminojene yapısal olarak benzer tPA varlığında plazminojen ile yarışmaya girerek plazminojen aktivasyonunu azaltabilir, LDL'deki apolipoprotein B'ye bağlanır). Fibrinojen fazlalığı, CRP fazlalığı, tPA inhibitör fazlalığı ve homosistein fazlalığı diğer risk faktörle-rindendir. Klamidya, herpes, sitomegalovirüs enfeksiyonlarıyla ilişkiler bulunmuştur. Patogenez Günümüzde aterosklerotik kardiyovasküler hastalıklar artık "kolesterol depo hastalığı" olarak değil "düşük yoğunluklu sistemik enflamatuar hastalık" olarak kabul edilmektedir (CRP artışı ile endirekt olarak gösterilebilir). Aşağıda belirtilen etkenler enflamasyona yol açmakta, enflamasyon da endotelde hasara neden olmaktadır. Enflamasyon sürekli olursa endoteldeki hasar rejenere olamamakta ve aterom plağı gelişmektedir. İltihap sırasında ortaya çıkan interlökin-1 (b), interlö-kin-6 ve tümör nekroze edici faktör-alfa gibi sitokinler ateroskleroz sürecini hızlandırdırır. Sitokinler dışındaki başlıca iltihap maddeleri II. Grup prostaglandinler, IV. Grup lökotirienler ve nükleer-faktör kappa-Bdir. Tablo 7-1. Aterogenezin aşamaları 95 1. 2. 3. 4. 5. Erken bulgular: Endotel (damar iç yüzeyi) fonksiyon bozukluğu • Endotel geçirgenliğinin artması • Adhezyon moleküllerinin uyarılması, lökositlerin (akyuvarlar) endotele yapışması • Lökositlerin damar duvarından içeri geçmesi Yağlı tabakanın oluşması • Düz kas göçü • T hücre aktivasyonu • Köpük hücre oluşumu Trombositlerin yapışması ve yığılması Aterom plağının olgunlaşması • Makrofaj birikimi • Nekrotik çekirdeğin oluşması • Fibröz şapka oluşumu Aterom plağının yırtılması • Fibröz şapkanın incelmesi • Plaktaki minik damarların kanaması • Plağın yırtılması →tromboemboli→ enfarktüs Patofizyoloji Aterosklerotik plaklar kan akımının ileriye aktarılmasını güçleştirirler (iskemi). Bu bölgelerde dinamik değişiklikler gözlenebilir: lokal vazokonstriksiyon, trombüs oluşumu ile tıkanıklığın artması, progressif olarak plağın büyüyerek lümeni kapatması gözlenir. İskeminin uzaması ile miyokartda nekroz oluşur (miyokard enfarktüsü). Yeterli kollateral akım var ise arterin tam tıkanması sonucunda enfarktüs oluşmayabilir. Trombüsün erken dönemde hızlı bir şekilde streptoki-naz ve doku-plazminojen aktivatörleri ile yıkılması sonucunda kan akımı düzeltilmekte, enfarktüs alanı küçültülebilmekte, kontraktil fonksiyonlar tekrar kazandırılmakta ve ağrı giderilebilmektedir. İskemik kalp hastalığının kadınlarda ki en sık başlangıç semptomu %47 ile angina iken erkeklerde ise %46 ile miyokard enfarktüsüdür. 96 97 ANGİNA PECTORİS Angina pectoris göğüste ağrı ve/veya basınç hissidir. Karakteristik özellikleri şunlardır; 1. Kalite: sıkışma ya da basınç tarzı sabit / artan ağrı 2. Arttıran-azaltan faktörler: Egzersiz arttıkça mi-yokardın oksijen ihtiyacı artar ve koroner arterler-deki patolojiye bağlı olarak iskemi ortaya çıkar. Miyokardın oksijen ihtiyacını arttıran diğer durumlar ise emosyonel stresler, yemek yemek (postprandiyal hipoglisemiye bağlı adrenalin artışı), soğukta yürümeye bağlı periferik vazokonstriksiyondur. istirahatte olan ağrı ise genellikle kan akımının azalması veya spontan olarak kan basıncının artması ve/veya kalp hızının artması sonucu ortaya çıkar. 3. Ağrının kalitesi: Çok şiddetli, terleme bulantı ile birlikte olabilir, göğüs ağrısı veya basınç hissi, yanma hissi. Bazı hastalarda ise egzersiz dispnelerinin olması angina eş değeri olarak kabul edilebilir. Diyabetiklerde bazen belirgin olmayan hatta neredeyse hiç ağrısız da iskemi-enfarktüs gelişebilir. 4. Ağrının yayılımı: Sol kol, sağ kol, çene, dişler, boyun, sırt ve epigastriuma yayılabilir. Nadiren angina göğüste ağrı olmaksızın sadece bu yayılan bölgelerdeki ağrı ile karşımıza çıkabilir. 5. İskeminin progresyonu ve semptomların süresi: Yavaş başlayarak 2-3 dakika içinde şiddetlenir. Total olarak <15dk olmalıdır. 30 dk'dan fazla süre ile ağrı olursa Ml'dan şüphelenilmelidir. Çok ani başlayan göğüs ağrısı iskemik ağrıda genellikle olmaz (diseksiyon rüptürü, pnömotoraks vs.), en az iki dakikadan uzun olmalıdır. 98 Tablo 7-2. İskemik kalp hastalığı tablolarının özellikleri Stabil angina Anstabil angina Varyant MI Süre <15 dk 15-30 dk plak etrafında trombosit aktivasyonu 15-30 dk >30 dk Plak Stabil, sadece bariyer Koagü'lasyon aktivasyonu Aşikar vazospazm (kan Vazokontriksiyon akımının akut ve ileri derecede azalması)transmural iskemi Plak rüptürü • Koagülasyon ve tromboz • Kan akımının kesilmesi Enzimler Değişmez Değişmez Değişmez Artar İstirahat ile Azalır ağrı Değişmez Değişmez Değişmez Ne zaman başlar Belirli düzeyde efor yapınca İstirahat veya minimal efor İstirahat veya minimal efor ile İstirahat veya minimal efor ile ile Tanı >2 aydır belirli bir efor ile gelen, istirahat ile geçen ağrı İlk angina(eforla bile Angina + iskemik bölgede ST İstirahat gelse) < 2aydır olan yükselmesi Nekrozun gerçekleştiği iskemi angina (eforla bile gelse) Karakter değiştiren stabil anginalar istirahatte gelen EKG Ağrı ile iskemik bölgede ST depresyonu ve T (-) veya sivri; Ağrı yoksa %50 normal Ağrı ile iskemik bölgede ST depresyonu ve T (-) veya sivri; İskemik alanda ST yükselmesi Lezyon bölgesinde ST yüksek Patalojik Q (+) R kısalmış veya kayıp, QS • Karşıt bölgede ST depresyonu 1. Kronik stabil angina: En az iki aydır süren, benzer durumlarda ortaya çıkan eforla gelen ve istirahat ile benzer 99 sürelerde sonlanan bir anginadır. Genellikle 2 ile <10 dk dan az sürede sonlanır. 2. Sessiz iskemi: Her semptomatik iskemiden sonra hastalarda 4-5 kez de asemptomatik iskemi gözlenir. EKG monitorizasyonuyla gösterilebilir fakat daha hafif seyirli ve daha kısa sürelidirler. Bazı hastalar ise diyabe-tik olup ispat edilmiş iskemi olmasına rağmen semptomları olmayabilir. 3. Unstabil angina: Anginanın durumunda, zamanında, özelliklerinde değişiklik (yeni başlayan angina, artan şiddette angina, süre ve sıklığında artma, istirahat anginası) olduğu zaman kullanılır. Genellikle 10-20 dk kadar sürer. Yoğun bakım takibi gereklidir. Çünkü AMl'ın habercisi olabilmektedir (önlem alınmaz ise vakaların %50'den fazlası AMI olur). Günümüzde akut koroner sendromu olarak da adlandırılmaktadır. Hem akut koroner sendromu hem de Q dalgasız Ml'larda anjiyoda genellikle küçük bir plağın rüptürü ve trombüs oluşumu ile ortaya çıkmaktadır. İstirahat anginası kötü bir bulgudur, çünkü artmış ihtiyaç yerine kan akımı azalmasını göstermektedir. Bu da acil bir durum olan ve AMI sebebi olan koroner arter oklüzyonunu akla getirmelidir. Yeni başlayan anginada ise klinik seyri kestirmek oldukça güçtür. Gittikçe artan şiddet ve sıklıkta olabilir yine kötü prognozu gösterebildiği gibi kronik stabil angina gibi de devam edebilir. 4. Varyant (Prinzmetal) angina: Atak esnasında ST segment elevasyonu ve enzimleri yülselmemesi ile karakterizedir. Ani koroner kan akımı azalmasına bağlı olarak "transmural iskemiyi" göstermektedir. Özellikle: yoğun sigara içicilerinde, migreni olanlarda ve Reynaud fenomeni (+) olanlarda birlikteliği mevcuttur. Kan akımındaki ani azalma vazospazma bağlıdır (genellikle de beraberinde aterosklerotik lezyonda bulunmaktadır). Spazm kısa süreli total oklüzyona sebep olmaktadır. Nedeni ve düzelmesi bilinmemektedir. Sıklıkla gece ve istirahat anında oluşur. Sıklıklada kompleks ventriküler aritmiler ile beraberdir (bırakılırsa >%90 vakada AMI gelişir ya da ani ölüm ile kaybedilir). Anjiyoda IV ya da intrakoroner ergonovin vakaların %90'ında vazospazma neden olur. Eğer vazospazm oluşmaz ise prensip olarak tanı ekarte edilebilir. Beta blokerler yaygın/ağır ateroskleroz yoksa kullanılmamalıdır. Yüksek doz aspirin vazospazmı şiddetlendirebilir. Varyant anginada nitrat ve kalsiyum kanal blokerleri çok etkilidir. Kararlı Anginada Tanısal Testler EKG: %50 normal, %50 ST depresyonu, T negatifliği Stress EKG: Efor sonrası 1mm ve üzeri ST çökmesi: Duyarlılık %75 (negatif olması KAH'ı ekarte ettirmez), %90 özgül Stress EKO ve Tecnetium 99 sestamibi sintigrafi: Duyarlılığı %90'dan fazladır. Bu iki test Eforlu EKG den üstündür. Koroner Anjiyografi altın standart tanı yöntemidir (%0.2 mortalite). Fizik muayenede yeni ortaya çıkan S3, S4, papiller kas disfonksiyonuna bağlı olarak pansistolik geçici mitral yetersizlik üfürümü olabilir. Stress EKO kontrendikasyonları • Kararsız angina, varyant angina • Ağır aort stenozu • Ağır pulmoner hipertansiyon • Ağır aritmileri olanlarda • Fiziki ve nörolojik problemler Efor yapamayanlarda oksijen ihtiyacını artıran dobuta-min enfüzyonu veya koroner vazodilatasyon yapan dipiridamol, adenozin ile egzersiz yerine ilaçlarla koroner kan akımı değiştirilebilir. Kararlı Angina Tedavisi Amaç, hem miyokard O2 ihtiyacının azaltılması hem de kan akımının artırılmasıdır: Medikal tedavilerden ASA, beta bloker ve ACEİ'lerinin mortaliteyi azalttıkları gösterilmiştir 1. Nitratlar: Özellikle venodilatasyon, bir miktarda ar-teryel dilatasyon, kan basıncında azalma ve kalp ölçülerinde azalmaya yol açarlar. Bu sayede sol ventrikül duvar gerginliği, oksijen ihtiyacı azalır. Direk koroner arteriyel dilatasyonla koroner kan akımı artar. Uzun süreli nitratların kullanımı esnasında 8-12 saatlik nitratsız dönem bırakılmaz ise tolerans gelişir. 2. Beta-blokerler: Hem kalp hızı, hem de kasılma gücünü azaltarak miyokart O2 ihtiyacını azaltır. Ayrıca trombo-sit aktivasyonunu da azalttıkları gösterilmiştir. Bu koroner plağın stabilizasyonunda rol oynuyor 100 olabilir. 3. - Fakat ciddi pompa yetersizliği olan hastalarda ve bronkospazma meyilli hastalarda kullanılmamalıdır. - Ayrıca SA ve AV nodal hastalıkları olanlarda ciddi bradikardilere sebep olabileceklerinden dikkatli kullanılmalıdırlar. Kalsiyum kanal blokerleri: periferik ve koroner vazodilatatör etki yapar, beta-blokerler kullanılamadığı durumlarda endikedir. 4. Antitrombosit tedavi: ASA 5. Revaskülarizasyon %50 darlık damar hastalığı olarak isimlendirilir %70 darlık kritik darlık: Revaskülarizasyon önerilir %50 den küçük darlık: Tıkayıcı olmayan KAH CABG (By-pass) • Diyabeti veya kalp yetersizliği olan 3 damar hastaları LADnin tutulduğu 2 damar hastaları (semptomatik) LAD nin özellikle proksimalinde ciddi tutulum Sol ana koroner arter hastalığı (LMCA) • PTCA (stent, balon) • DM ve kalp yetersizliği olmayan, 1-3 damar hastalığı olan tüm hastalarda kullanılabilir 6. Perkütan translüminal koroner anjiyoplasti (PTCA): ilk başarı oranı %90, fakat 6 ayda %33 restenoz riski mevcuttur. Bu yüzden bazı vakalarda tekrar edilmek durumunda kalınmaktadır. Mortalitesi %1'dir ve tüm vakaların %5'i acil olarak PTCA' ya bağlı oklüzyondan dolayı by-pass cerrahisi gerekmektedir (stent uygulaması ile birlikte bu oranlarda azalma olmuştur). Restenozu azaltmak için medikal olarak ASA + Klopidogrel +ACE inhibitörü kullanılmaktadır. PTCA yapılamayan durumlar • Uzun, kalsifiye plaklar • Bifurkasyonlar • Kıvrımlı bölgeler • Lezyon çok distalde olması • Çok ince lümenli damarlar By-pass cerrahisi: Başlangıçta %85 vakada semptomatik düzelme gözlenir, operasyon riski %2-5 tir. Beş yılda vakaların - %50 sinde semptomlar geri döner - %30'unda tam iyileşme - %20 sinde semptomlarda gerileme görülür. Bu yüzden medikal tedaviye rağmen sık ve ciddi anginalarla hayat tarzları bozulan hastalara önerilmektedir. 6. Kolesterol Düşürücü Tedavi Total Kolesterol = HDL + LDL + VLDL VLDL = Trigliserit / 5 LDL = Total kolesterol - HDL - Trigliserit / 5 Koroner arter hastalığı ile eşdeğer risk faktörleri diyabet, periferik damar hastalığı, SVO, ve aort anevrizmasıdır. Majör risk faktörlerinin varlığında hedef LDL'yi 100mg/dL'nin altında tutulmalıdır. LDL 130mg/dL'nin üzerinde ise mutlaka ilaç tedavisi yapılır; LDL 100-130 mg/dL arasında öncelikle diyet denenebilir. Tablo 7-3. Hiperlidemide tedavi endikasyonları. 101 Parametre LDL-kolesterol hedef düzey KAH + diğer AS 100 70 KAH yok ancak >2 MRF 130 100 KAH yok ve <2 160 130 KAH: Koroner arter hastalığı, AS: Aterosklerotik hastalık, MRF: majör risk faktörü Tablo 7-4. Antilipemik ilaçların etkileri Anti-Hiperlipidemik ilaç Sınıfı LDL TG Statinler ↓↓↓ ↓↓ ↓↓ ± ↓ ↓↓ ↓↓ ↓↓ ↓↓ ± Atolvastatin, Rosuvastatin Safra asidi bağlayıcı resinler Kolestiramin, Kolestipol Fibrik asitler Gemfibrozil, Fenofibrat, Clofibrat Nikotinik asit Niacin Ezetimib İntestinal kolesterol emilimini inhibe eder AKUT KORONER SENDROM Dinlenme esnasında gelen, 20 dk'dan uzun süren angina Fiziksel aktiviteyi kısıtlayan yeni gelişen angina Sıklık, süre ve şiddetinde artış gösteren, daha az fiziksel aktivite ile gelişen angina Akut Koroner Sendromlar: 1. Karasız Angina 2. ST elevasyonu olmayan miyokard enfarkttüsü (NSTEMI) 3. ST elevasyonu olan miyokard enfarkttüsü (STEMI) KARASIZ ANGİNA Ağrı var ama enzim yüksekliği yok EKG de iskemi bulguları olabilir NSTEMI: Karasız angina + Kardiyak enzim yüksekliği EKG de ST elevasyonu yoktur STEMI: Ağrı + enzim yüksekliği + ST elevasyonu 102 Karasız angina / NSTEMI Tedavisi • Nitrat (2 sublingual dozla geçmezse IV enfüz-yon, gerekirse morfin) • Beta bloker (verilemediği durumlarda kalsiyum kanal blokerleri) • Aspirin (ömür boyu) + Clopidogrel (1 yıl) + Hepa-rin + Gp llb/llla inhibitörleri: abciximab, tirofiban • ACE inhibitörleri • NSTEMİ'de ek olarak en kısa sürede anjiyo + PTCA yapılmalıdır. • Karasız anginada ise anjiyo hasta stablize edildikten sonra yapılmalıdır MİYOKARD ENFARKTÜSÜ Plak içine kanama ve plak rüptürü hasarlı endotel üzerine trombositlerin yapışması ve bölgesel spazmın oluşumu olayı başlatır. Şiddetli, baskı tarzında 30 dakikadan uzun süren ve nitratlarla azalmayan ağrı ilk bulgudur. Sıklıkla bulantı, kusma, terleme ve solunum derinliğinde azalma ile birliktedir. Genellikle istirahat veya minimal efor ile ortaya çıkar. Bunun yanında soğukta iş yapmak gibi ağır eforlar AMI'ye neden olabilir. AMI çoğunlukla katekolamin düzeyleri arttığı sabah saat 4-10 arasında görülmektedir. Subendokardiyal alandan epikardial yüzeye doğru yayılır. Sağ ventriküler MI Sağ ana koroner arter tıkanırsa gelişir, her zaman in-ferior MI ile birliktedir. Tanı için sağ prekordiyal EKG çekilmelidir (V1R - V6R). Özellikle V4R'da 1mm ve üzeri ST elevasyonu olur. Posterior enfarktüste V1-2 de ayna imajı olur: Gerçek enfarktüs bulgularının tam tersi bulgular olur V1 derivasyonunda büyük R dalgası, ST çökmesi, yüksek simetrik T En iyi yöntem: arka toraks leadlerine bakmak: V7-8-9 Genelde inferior enfarktüsle birlikte görülür Tablo 7-5. EKG ve Enfarktüs Lokalizasyonları Enfarkt alanı Primer değişikliğin olduğu derivasyonlar Katılan koroner damar İnferior II, III, aVF RCA Septal V1, V2 LAD Anterior V3, V4 LAD Anteroseptal V1-V4 LAD Ekstensif anterior I, aVL-V1-V6 LAD Lateral I, aVL, V5-V6 CIRC Yüksek lateral I, aVL CIRC Posterior Belirgin R. V1 RCA veya CIRC Sağ ventrikül ST elevasyonu ve daha spesifik olarak enferior infarktüste V4R. RCA RCA= Sağ koroner arter; LAD= Sol anterior inen koroner arter; CIRC = sol sirkumfleks koroner arter 103 DIl, III ve aVF de ST elevasyonu V4R - V6R pozitifliği Kardiyak enzimler ve laboratuvar: Nekroz ile hücrelerden CK, AST, LDH salınmaktadır. CK (özellikle MB bandı), MI dan 6 saat sonra maksimum, AST 12 saat sonra, LDH (LDH1 izoenzimi özellikle, LD1/LDH2 >1) 24 saat sonra maksimum olarak yükselir. Kardiyak spesifik troponinler (T, I) en erken ortaya çıkar ve %100 spesifite gösterirler. - Troponin 17-10/gün, Troponin T 10-14 güne kadar yüksek kalabilir. Miyoglobin en erken yükselenlerden fakat kardiyak spesifisitesi düşüktür, 24 saatte normal seviyelere döner. 104 Tablo 7-6. Miyokard enfarktüsü serum belirteçler Serum belirteci Artmaya Pik (saat) başlama (saat) Yüksek kaldığı Artış miktarı Spesifite süre (saat) (x normal) Sensitivite cTnT 3-4 10-24 10-14 gün %80 %98 cTnl 4-6 10-24 4-7 gün %95 %98 CK total 4-8 24-36 36-48 6-12 %57-88 %93-100 CK-MB 3-4 15-24 24-36 16 %93-100 %98-100 CK-MB-2 / CK-MB-1 2-4 4-6 16-24 %94 %95 Myoglobin 1-3 6-9 12-24 %70 %75-95 CK-MM-3 / CK-MM 1 6 12 2 aün Miyozin hafif zincir 3-8 24-35 10-15 %100 %63-84 %88 %87 10 EKG 3 LDH 10-12 48-72 11 gün LDH-1 8-12 72-144 8-14 qün %85 %40-90 LDH-1/ LDH-2 >6 >3gün %94-99 %61-90 AST 6-8 %48-88 %89-97 24-48 4-6 gün 5 Tablo 7-7. Troponin T - I yüksekliği yapan diğer durumlar • Taşiaritmiler • Perikardit, miyokardit • Kalp yetersizliği • Böbrek yetersizliği • Kemoterapiler • Sepsis veya septik şok • Hipovolemi veya hipotansiyon • Ciddi sol ventrikül hipertrofisi • Akut SVO • Amiloidoz, sarkoidoz Diğer ST - ile giden durumlar • Perikardit: Semer şeklinde tüm derivasyonlarda • Varyant angina: Sadece etkilenen bölgede olur, resiprok yok, transmural iskemiyi gösterir. • Aort diseksiyonu: Eğer koronerler etkilenmiş ise (Tip I bazen II) • Sol ventrikül anevrizması: MI sonrasında kalıcı olarak ST elevasyonu olur Miyokard enfarktüsü komplikasyonları 1. Aritmiler: Her tür aritmi gözlenebilir. İlk saat (özellikle) ve ilk gün ölümlerinde en önemli sebeptir. Bu zamanlarda ortaya çıkan ölümcül ventrikü-ler aritmilere primer aritmiler denir (Örneğin VF ile başvuru) ama geç dönem mortalite üzerine etkileri yoktur. Birinci günden sonra, ilk hafta ve daha sonra çıkanlara sekonder aritmiler denir ve geç dönem mortaliteyi 105 arttırdıkları gösterilmiştir. Akselere idioventriküler ritim (re-perfüzyonda olur) 2. Akut ileti bozuklukları: Çoğunlukla inferior MI, sağ koroner arter tıkanması sonucu oluşmakta ve bu arter hastaların %55'inde SA, %85'inde ise AV nodu-da beslediği için bunlarda sinus bradikardisi, çeşitli derecelerde AV bloklar gözlenmektedir. Anterior MI ise Sol ön inen arter (LAD) tıkanması ile olduğu için aynı zamanda bu arter septumu da beslediğinden buradan geçen sağ ve sol dallarda bloklar gözlenebilir ve hatta komplet kalp blokları (sağ+ sol+ His demeti etkilenmesi ile). 3. Pompa yetersizliği: Miyokardın %30'dan fazlasında hasar oluşursa beklenen bir komplikasyondur. Eğer hasar %40'ın üzerinde ise kardiyojenik şok tablosu ortaya çıkmaktadır. (TA <90 mmHg, yeterli sol ventrikül dolum basıncı olmasına rağmen saatlik idrar hacmi <20 mL olması). Kardiyojenik şokta %50-75 mortalite görülmektedir. Sol ventrikülde %40 tan fazla enfarkt: kardiojenik şok. Sistolik kan basıncı < 90 mmHg, PCWP > 18 mmHg 4. Akut perikardit: Q Ml'ların %5-10'unda görülür. Genelde 48 saatten sonradır (tedavide heparin kullanımı kontrendike hale geçer !!!, tedavi için NSAİ başlanır). Fibrinöz perikardit: 2-4 üncü günler olur. Transmüral nötrofil enfiltrasyonuna bağlı gelişir, aspirin verilir. EKG de yaygın ST elevasyonu olur. 5. Mitral yetersizlik: Papiller kas disfonksiyonu hemen tamamı ilk 24 saatte kaybolur veya rüptürü gelişebilir daha nadirdir, ilk 7. güne kadar görülebilir. Kar-diyak fonksiyonlarda bozulma ile birliktedir ve ventriküler dilatasyon ile sistolik mitral kapağın prolapsusu ile oluşur. Eğer yeterince ağır ise sistolik atım hacmi daha da azalarak sol ventrikül dolum hacmi basıncı artar pulmoner konjesyon-ödem olabilir. 6. Ventriküler Septal Defekt: Hem inferior hem de anterior (daha çok) MI ile birlikte septal enfarktüs görülebilir. Akut VSD gelişebilir. Bu da önemli oranda sol ventrikül atım hacminin sağ tarafa kaçmasına ve de atım hacminin azalmasına sebep olabilir. Ml'dan 2-5 gün sonra ve yaklaşık %2 vakada görülür. Yeni çıkan mezokardiyak pansistolik üfürüm mevcuttur. Pulmoner juguler basınç artar, Swan-ganz kataterinde sağ ventrikül 02 saturasyonu artar. 7. Kardiyak rüptür: 4-7 günlerde sıklığı artar. Serbest duvarın rüptürü sonrası tamponat ve hemen her zaman ölümle sonuçlanan bir tablodur. Kalp sesleri derinden işitilir. Elektromekanik disosiasyon olur. 8. Sol ventrikül anevrizması: MI olan bölge fibroz bağ doku ile iyileşir ve dışa doğru bombeleşir, fonksiyonsuz beşinci boşluğu oluşturur. Aritmi ve kalp yetersizliğine, anginaya, mural trombus ve emboliye sebep olabilir. 9. Dressler sendromu: 1 .haftadan 1. yıla kadar görülebilir. En sık 2. haftada immünolojik sebepli ateş, perikardit, plörezi, artralji görülür. Tedavi NSAİ, bazen steroid. Enfaktüsten 3-4 hafta sonra ortaya çıkar. İmmünolojik mekanizma ile gelişir. Miyokard hasarı esnasında salınan antijenlere karşı gelişen antikorlar nedeni ile olur. Ateş, göğüs ağrısı, plevral ve perikardiyal efüzyon Tedavide aspirin, NSAID veya prednol 10. Post MI angina: 24-48 saatten uzun süren ya da tekrarlayan anginadır, halen yaşamakta olan iskemik miyokardın habercisidir. Kötü prognoztiktir. Q dalgasız Ml'dan sonra daha sıktır. Perikardit ayırıcı tanıda değerlendirilmelidir, %90'dan fazla vakada çok damar hastalığı mevcuttur. Tedavide nitrat, beta bloker, diltiazem ile stabilizasyon (bu dönemde zaten hastalar heparin ve aspirin almaktalar), sonra anjiyo gereğinde PTCA. 11. Erken reenfarktüs MI sonrası enzimlerin tekrar yükselmesidir. Q dalgasız MI sonrası ve trombolitik tedavi sonrası %5-10, Q MI sonrası %5'ten az görülür. Q dalgasızlar hastane yatışları süresince CPK MB ile 2x1/gün takip edilmelidir. Erken reenfarktüs koroner anjiyo endikasyonudur. Aku Miyokard Enfaktüsünün Tedavisi 1. Ağrının giderilmesi: Yaklaşık vakaların %4'ü sadece vazospazmdan meydana geldiği için SL veya IV Nitrogliserin kullanılmalı, ağrı giderilmesinde yeterli olmaz ise hem de anksiyetenin hafifletilmesi için morfin sülfat kullanılabilir. 2. Trombolizis: Streptokinaz, t-PA, ürokinaz, anistreplaz, reteplaz, tıkayıcı trombüsü eriterek reperfüzyonu başlatır. 106 Ağrıyı takip eden ilk 6 saatte kullanıldıklarında MI dan ölümleri ciddi oranda azaltmışlardır (ilk 12 saatte uygulanılması önerilmektedir). İlk 3 saatte yapıldığında ise hem çok miktarda miyokard kurtarıldığı hem de ölüm oranları çok azaldığı için daha da etkili bulunmuşlardır. Birlikte aspirin ve heparin kullanılması etkilerini daha da arttırmaktadır. Kontrendikasyonlar • Hemorajik SVA • 3 hafta içinde majör cerrahi ve travma • Kanama bozuklukları • Disekan aort anevrizması Rölatif kontrendikasyonlar • Son 6 ay içinde geçici iskemik atak • Oral antikoagülan kullanımı • Gebelik • Travmatik resüsitasyonlar • Refrakter HT (>180 mmHg) • Yeni retinal laser tedavi Bazı merkezler trombolitik ajanların yerine direk PTCA uygulanmasını tercih etmektedirler. 3. Aritmilerin tedavisi: Profilaktik lidokain, IV bollus ve infüzyon şeklinde kullanılır. VF ve VT'leri azaltmakla birlikte özellikle inferior Ml'larda olmak üzere asistoli riskini yükseltmektedirler. Bu yüzden profilaktik tedavi tartışmalıdır. Eğer lidokaine rağmen ciddi aritmiler görülüyorsa ek olarak ya da yerine Bretilyum tosilat, prokainamid, beta-blokerler (yetersizlik yoksa), amiadaron IV olarak dikkatli bir şekilde kullanılabilirler. Amiodaron QT uzaması yapıp ventriküler aritmi riskini arttırabilir 4. İleti defektlerinin tedavisi: Bloklarda atropin, pozitif kronotropik etkisi için isoproterenol, transkütan 'pacemaker"ler kullanılır. Ağır sistolik disfonksiyonu olanlarda atrial sistolün korunması amacıyla AV sekan-siyel pace-makerler tercih edilmelidir. Yeni ortaya çıkan dal blokları özellikle kombine olanları (özellikle RBBB+LAH kombinasyonu veya mobitz II ve daha ileri AV bloklarda) varlığında "geçici profilaktik 'pacemaker'" endikasyonu vardır. Mobitz I, sıklıkla inferior Ml'larda görülür, genellikle geçicidir. Mobitz II, %1'den az, Ml'da genellikle anterior Ml'larla birliktedir. Sıklıkla AV tam bloğa ilerler 'pacemaker' endikasyonu mevcuttur. Tam blokta 'pacemaker'li ya da 'pa-cemaker'siz yaklaşık %80 mortaliteye sahiptir. 5. Kalp yetersizliğinin tedavisi: Diüretikler hafif vakalarda kullanılır. Digitallerin kullanımı tartışmalı olmakla birlikte KKY olan vakalarda hem kardiyak ölçüleri küçültür, hem de O2 tüketimini azaltabilir. İlerlemiş vakalarda vazodilatatörler kullanılabilir. İleri pompa yetersizliğine gidiş varsa pressör ajanlar kullanılabilir (dopamin, dobutamin vs). 6. Kardiyojenik şok tedavisi: Miyokard kaybı + uygunsuz sol ventrikül dolum basıncı + mekanik diğer komplikasyonlar sonucu ve tablosuyla ortaya çıkar. Ekokardiyografi (EKO) ve Swan-Ganz katater ile takip ve değerlendirme yapılmalıdır. Eğer pulmoner kapiller basınç <18mmHg ise ventrikül dolumunu arttırmak için volüm verilmelidir. Ayrıca EKO, yeni bir üfürüm ortaya çıktığında bunun mitral yetersizlikten mi yoksa VSD'den mi kaynaklandığını göstermek içinde faydalıdır. Yine kas kitle kaybına bağlı şok tablolarında acil PTCA uygulanana kadar pressör ajanlar ve intraaortik balon pompa uygulaması yapılabilir. Fakat tüm bunlara rağmen prognoz çok kötüdür. 7. Akut Mitral yetersizlik ve VSD tedavisi: Arteriyal vazodilatatörler ile periferik rezistansın düşürülmesi medikal tedavi işin temelidir. Periferik rezistans azaldığında kalbin gerisine atım hacmi hem kolaylaşacak hem de miktarı artacaktır. Böylece işe yaramaz sağ ventrikül ve sol atriyum kaçakları azalacaktır. Hipotansif olup da vazodilatatör tedavinin kontrendike olduğu vakalarda intraaortik balon pompası uygulanabilir. Sıklıklada cerrahi olarak düzeltme gerekmektedir. 8. Beta-blokerler: Ml'ın akut ve subakut dönemlerinde kullanıldığında aritmi ve reenfarktüs riskini azaltarak, mortaliteyi azalttığı gösterilmiştir. KKY, kardiyak bradiaritmiler ve bronkospazmda kontrendike. Timolol, propranolol, metaprolol, atenolol akut Ml'da hayat beklentisini arttırır. 9. ACE inhibitörleri: Bazı bölgelerin nekrozu ile diğer ventrikül bölgelerinin işleri kasılmaları ve genişlemeleri artar, kaptorilin bu yeniden yapılanmayı düzenlediği ve geç ölüm insidansını azalttığı gösterilmiştir. - Kalp yetersizliği ya da ventrikül disfonksiyonu gelişenlerde mortaliyi azaltmaktadır. 107 - Ejeksiyon fraksiyonu, < %45 olanlarda rutin olarak kullanılmalıdır. 10. Aspirin: Tedaviye eklendiğinde mortaliteyi azalttığı gösterilmiştir. Çalışmalarda 81-325 mg/gün kullanımının mortaliteyi azlattığı gösterilmiştir. 11. Heparin, klopidogrel, Gp llb/llla inhibitörleri: abciximab, tirofiban SENDROM X (METABOLİK SENDROM) Son yüzyılda diyetteki en önemli değişiklik glisemik endeksi yüksek rafine gıdaların aşırı tüketilmesidir. Glisemik endeksi yüksek gıdalar insülin salgısını aşırı artırarak "insülin direnci" ya da " metabolik sen-drom" denilen bir dizi dejeneratif olayın ortaya çıktığı klinik bir tablonun başlamasına neden olur. Fazla miktardaki insülin birçok doku için toksiktir. Bu nedenle önce karaciğer, daha sonra da kas hücreleri insülin reseptörlerini kapatır. Başlangıçta yağ dokusunda direnç yoktur ve fazla şeker yağ olarak depolanır (selektif insülin direnci) İnsülin direnci gelişmişse açlık sırasında normalde olduğu gibi insülin düzeyi düşmez ve yüksek kalır. Yağ dokusunda direnç olmadığı için yüksek insülin, açlık sırasında hormona duyarlı lipazı inhibe eder. Böylece lipoliz engellenir. Açlık sırasında, normalde enerjimizin %80'inin veren yağların yeteri kadar yıkılmaması kan şekerini düşürür (reaktif hipoglisemi). Bu durumda olan kişi sık sık çabuk acıkırlar ve şekerli gıdalara düşkünlükleri artar. Yaşla birlikte direnç daha da artar ve erkeklerde göbek tipi (elma), kadınlarda kalça tipi (armut) bir şişmanlık olur. İnsülin direncinin oluşturduğu hiperinsülinemi kronik enflamatuvar bir sürecin oluşmasına yol açar ve insan vücudunda çok sayıda dejeneratif hastalığın gelişmesine neden olur. Metabolik sendromun klasik klinikopatolojik tablosunda, şişmanlık, II. Tip diyabet, hipertansiyon, lipid profili bozukluğu (LDL yüksekliği + HDL düşüklüğü + trigliserid yüksekliği), ateroskleroz, hiperürisemi, enfeksiyon dışı CRP yüksekliği, enfeksiyon dışı fibrinojen ve sedimantasyon artışı, kronik yorgunluk, depresyon ve osteoporoz gibi çok sayıda klinik ve laboratuar semptom ve bulgu mevcuttur (Tablo 1-4). Tablo 7-8. Erişkinde metabolik sendrom kriterleri* • Bel çevresi: erkeklerde >102, kadınlarda >88 cm, • HDL-Kolesterol <40mg/dL, kadında <50 mg/dL • Trigliserid 150 mg/dL • Kan basıncı sistolik 130 veya diyastolik 85 mmHg • Diyabet ya da glukoz entoleransının varlığı. * beş kriterden en az üçünün varlığı metabolik sendorumu gösterir 108 8. KONJENİTAL KALP HASTALIKLARI ATRİAL SEPTAL DEFEKT Erişkin yaşta görülen konjenital kalp hastalıklarının %30'unu oluşturur. Ostium Sekundum tipi En sık rastlanan tiptir. ASD'lerin %70'ini oluşturur. İn-tra atrial septumun orta bölümündeki septum sekun-dumun kapanamaması ile oluşur. Mitral kapak prolap-susu sık olarak görülür. Ostium Primum tipi Vakaların %15'ini oluşturur. Septumunun Endokardi-yal yastıkçık kısmının kapanmaması ile oluşur. Değişen derecelerde mitral kapak yarığı ve sıklıkla da yetersizliği, korda tendiniaların sol ventriküle yapışma anomalisi ile birliktedir. Bazı hastalarda triküspid kapakta da benzer anomaliler görülebilir. Sinüs venosus tipi Septumun üst bölgesindedir genelliklede pulmoner venlerin bir veya daha fazlasının dönüş anomalisi ile birliktedir (sol yerine sağ atriuma dökülürler). Holt-Oram sendromu Sekundum tipi defekt ve ön kol ve kemilerinde anomalilerle birliktedir. Otozomal dominant karakterli bir hastalıktır. PATOFIZYOLOJI Sağ ve sol atrium basınçları genellikle eşittir. Böylece geçiş olmamalı fakat sol ventrikül daha kalın olduğu için nispeten daha fazla dolum basıncı gerektirmektedir. Bu sebepten dolayı kan daha az direncin olduğu sağ atriuma akar. Net etki olarak sağ ventrikülün volüm yükü artar. 109 Klinik Bulgular Uzun bir semptomsuz dönem vardır. Daha sonraları atrial aritmilere bağlı çarpıntılar, sağ ventrikül yetersizliğine bağlı bulgular, halsizlik, egzersiz dispnesi, ortop-ne, sık solunum yolu enfeksiyonları ortaya çıkar. Fizik muayenede geniş aralı sabit çiftleşme klasik bulgudur. Sağ ventriküle doğru akımın artması pulmoner kapakların daha geç kapanmasına normalde de olabilen S2 çiftleşmesinin arasının açılmasına sebep olur. inspirasyon sağ kalbe gelen kan açısından fazla değişiklik yapmayacağı için S2 çiftleşmesine fazla katkısı yoktur. Düşük hızlı akım olduğu için üfürüm duyulmaz bunun yanında artmış pulmoner kan akımı yüzünden pulmoner odakta ejeksiyon üfürümü duyulabilir. Eğer soldan sağa geçen kan miktarı artarsa triküspidden geçen fazla miktarda kana bağlı diastolik rulman duyulabilir. Sağ ventrikül yetersizliği başlayınca ona ait semptomlar ve bulgular bulunabilir. Paradoks emboli gözlenebilir. Tanı EKG: Sekundum tipi defektte inkomplet sağ dal bloğu, sağ aks deviyasyonu, Primum defektte sıklıkla sol dalın anterior fasikülü tutulur LAH ve sol aks deviasyonu görülür. Telegrafi: Artmış pulmoner akıma bağlı vasküler izlerde artma, sağ ventrikül büyümesi, pulmoner arter genişlemesi (Postero-anterior filmde) görülebilir. Eko: Sağ ventrikül genişlemesi, defektin görülebilmesi (mikro hava kabarcıkları oluşturulmuş serum fizyolojik infüzyonu ile defektin olduğu bölgede negatif kontrast imajı gösterilebilir veya doppler ile kaçak akımın gösterilmesidir. Kateterizasyon: Katater ile defektten geçilebilir. Sağ sol atrial basınçlar eşit olarak ölçülür. Süperior vena cava ve sağ atriumdan alınan PO2 örneklerinde sağ atriumda PO2'nin gösterilmesi sağlanabilir ve sol-sağ şantın büyüklüğü saptanabilir. Tedavi Asemptomatik dahi olsalar pulmoner/ sistemik akım oranı >2 ise cerrahi olarak düzeltme gereklidir. Bu yükseklikte bir akım pulmoner hipertansiyon gelişimine yol açar. 110 VENTRİKÜLER SEPTAL DEFEKT Çocuklar ve süt çocukluğunda en sık görülen konjeni-tal kalp anomalisidir. Zamanında canlı doğanların tüm kalp defektlerinin %30'unu oluşturur. Anatomik olarak; 1. Suprakristal (%5) 2. Membranöz ( en sık tüm VSD'lerin %70'i) 3. Müsküler (%20) 4. Atrioventriküler kanal defektleri olarak görülür (%5-10). Her ne kadar konjenital isede AMI, kunt travmalar sonucu akkiz de olabilir. Yaşamın ilk yılında %25-40 vakada spontan kapanma görülür. VSD gerilemez ise 3-5 yaşlarda elektif cerrahi yapılabilir. Sol ventrikül aktif olarak bir miktar kanı sağ ventriküle pompalar böylece her iki ventrikülde yüklenir, pulmoner kan akımı artar ve ASD ye oranla daha ağır ve daha sık pulmoner hipertansiyona neden olur. Çoğunlukla semptomlara sebep olduğu için erişkin döneme kalmadan cerrahi olarak tedavi edilirler. Semptomları hem sağ hemde sol kalp yetersizliğine bağlı bulgulardır. Fizik muayenede hem sol ventrikül aktivitesi artmış apeks aşağı ve sağa doğru inmiştir hemde sağ ventrikül aktivitesi artmış sternum her sistol ile oynamaktadır. Üfürüm pansistolik sol sternal kenardan sağa doğru yayılmaktadır. Eğer sağ koroner küspiste etkilenmiş ise tam kapanamadığı için aortik yetersizlikte eşlik edecektir (vakaların %6'sında) EKG: Biventriküler hipertrofi bulguları Telegrafi: Kalp büyümesi kural gibidir. Eğer şant 2:1'den büyük ise pulmoner vaskülarizasyon artar. Eko: Sıklıkla defektin gösterilmesinde yeterlidir. Kateterizasyon: Sol ventrikülografide sağa geçiş ve PO2 düzey ölçümü ile tanı konur. Eğer varsa pulmoner hipertansiyon değerlendirilir. Tedavi Pulmoner vasküler komplikasyonlar ve bakteriyel endokardit riski var olduğundan pulmoner/ sistemik akım aranı 2:1'e ulaştığı zaman cerrahi olarak düzeltilmelidir. Tam kapatılsa dahi endokardit riski devam ettiği için profilaksi uygulanmalıdır. PATENT DUKTUS ARTERİOSUS izole PDA Kadınlarda 3 kat fazladır. Fetal yaşamda gereklidir. Kapanması yenidoğanın PO2 sinin ani yükselmesi, özellikle prostaglandinler ve vazoaktif maddeler ile olur. Annenin rubella enfeksiyonu, persistan hipoksi, deniz seviyesinden yüksek yerde doğanlar ve prematürelerde açık kalabilir. Diğer kardiak anomalilerle birlikte olabilir. 111 Patofizyoloji Subklavyen arter ayrılmasından sonra aortadaki kanın pulmoner artere geçmesi ile oluşur. Sol ventrikül volüm yüklenmesi zamanla yetersizlik gelişir. Artan pulmoner akım zamanla hipertansiyona ve sağ ventrikül yüklenmesine sebep olur. Klinik Bulgular Kardiyak siklus boyunca her zaman vasküler rezistans ve basınç pulmoner arterde aortadan daha az olduğu için hem diastol hem sistolde soldan sağa geçiş olur ve bu da devamlı üfürüme sebep olur. Aort yetersizliğinde olduğu gibi dolgun ve kısa süreli nabıza sebep olur. Tanı Telegrafi: Pulmoner vasküler izler artmıştır. Büyümüş kalp gölgesi erişkinlerde kalsifiye kanal gözükür. PO2 ölçümleri ile sol-sağ şant değerlendirilebilir. Aortagrafide kaçak gösterilir. Tedavi Cerrahi olarak kapatılır. AORT KOARKTASYONU Darlık genellikle duktus arteriosus bölgesindedir. Patofizyoloji Proksimalinde arteryel hipertansiyona sebep olur. Distal kışıma yoğun arteriyel kollateral gelişimi görülür. Renal kan akımı ve böbrek fonksiyonları erişkinlerde normal olmasına rağmen perfüzyon subnormal basınçlarda olur. Bazı vakalarda bu renin aldosteron sisteminin aktivasyonuna bununda hipertansiyona yardım ettiği gösterilmiştir. 112 Klinik Bulgular Çocukluk çağında basınç yüklenmesine bağlı kalp yetersizliği olmaz ise erişkinde hipertansiyon ile ortaya çıkar. Hastalar baş ağrısı, klaudikasyon ve bacak yorgunluklarından şikayet eder. Fizik muayenede kollarda hipertansiyon varken bacaklarda hipotansiyon ve nabızlarda zayıflama ile karakterizedir. Üst beden iyi gelişmiş iken bacaklar daha az gelişmiş olabilir. Sırtta sıklıkla midsistolik üfürüm duyulur. Darlık eğer fazlaysa devamlı üfürüm duyulabilir. Bu hastalarda hipertansiyona bağlı komplikasyonlar, infektif endokar-dit, torasik aorta diseksiyonu, serebral anevrizma rüp-türü sıklıkla görülebilir. Cerrahi tedavi sonrası bir kısım hastada hipertansiyon kalabilir. Tanı EKG: Sol ventrikül hipertrofisi Telegrafi: Sıklıkla kalp büyümesi, koarktasyonun distal ve proksimalinde genişlemeye bağlı olarak "3" görünümü, göğüs duvarı arterlerinin dilatasyonu ve kollateral formasyonu nedeniyle kotlarda çentiklenme görülebilir. Kateterizasyon: Aortagrafi yapılır, gradient ölçülür. Tedavi Cerrahi standart tedavi bazı vakalarda perkütan balon aortaplasti yapılabilmektedir. EBSTEİN ANOMALİSİ Patofizyoloji Triküspid kapak sağ ventrikül içine doğru aşağıda yerleşiktir. Kapağın bir bölümü direkt olarak sağ ventriküle yapışıktır. Bu yüzden sağ ventrikülün bir kısmı atrialize olmuştur ve ventrikül boşluğu küçülmüştür. Genelliklede triküspid yetersizliği vardır. Vakaların %75 inde ASD birlikteliği vardır. 113 Klinik Bulgular TY'ne ve ASD'nin bulunup bulunmamasına bağlıdır. Bu yüzden hastalar asemptomatik halden siyanotik hale kadar değişik semptomatoloji gösterir. Egzersiz dispnesi, periferik ödem, sağ yetersizlik ve çarpıntı bulguları sıktır. Hastaların %10'unda WPW sendromu bulunmaktadır. Triküspid yetersizliği boyunda büyük v dalgalarına ve karaciğer pulsasyonuna sebep olur. Pansistolik TY üfü-rümü duyulur. Tanı EKG: Dev P dalgası, sağ dal bloğu, WPW bulguları bulunabilir. Eko: Mitral kapağa oranla triküspid kapağın geç kapandığı görülür. Aşağı ve sola kapağın yerleştiği sıklıkla gösterilir. Kateterizasyon: Sağ atrial basınç ve sağ ventrikül elektro traselerinin birlikte yapılması ile atrializasyonun gösterilmesi patognomoniktir. Tedavi Sağ kalp yetersizliği gelişmeden önce triküspid kapak replasmanı ASD tamiri yapılmalıdır. EİSENMENGER SENDROMU Patofizyoloji Her türlü soldan sağ intrakardiyak şantın zamanla sağ-sol hale gelmesiyle olabilir. Bu geri dönüş pulmoner vasküler hipertansiyon ve rezistansın artması ile sağ basınçların artmasına sonucu oluşur. Klinik Bulgular Siyanoz: devamlı veya egzersiz esnasında. PDA'dan sonra gelişirse kanal öncesi normal sonrası ise siyanotiktir (Diferansiyel siyanoz). Angina: Egzersiz sonrası göğüs ağrılarından yakınırlar. Koronerler normal olabilmesine karşın miyokard oksijenasyonu ve sağ ventrikül duvar stresinin artmasına bağlı olarak gelişebilir. Kalp yetersizliği egzersiz dispnesi, periferik ödem ve asit oluşur. Tanı EKG: Değişik oranlarda sağ ventrikül hipertrofisi Eko: Kabarcıklı serum fizyolojik infüzyonları veya doppler ile solsağ akımın terse dönmesi gösterilebilir. Hemogram: Hastalar polisitemiktir. Hb>20gr/dL'dir. 114 Kateterizasyon: Sağ basınçlar çok yüksektir. %100 O2 solutmak ile arteryel O2 düzeltilemez. Tedavi Cerrahi tedavi başarılı değildir. Şantların kapatılması sağ basınçları çok daha fazla arttırarak yetersizliği kolaylaştırır. Flebotomi semptomatik olarak faydalı olabilir. 115 9. KALP KAPAK HASTALIKLARI A. AORT STENOZU Normal aort kapak alanı 3-4 cm2 olup hemodimanik olarak belirgin aort darlığı 1 cm2 ye inmeden ortaya çıkmaz, 0.7 cm2 altında ise ağır aort stenozundan bahsedilir. Etiyoloji 1. Konjenital 2. Senil: Dejeneratif bir hadisedir 60-80'li yaşlarda özellikle ortaya çıkar 3. Biküspid aorta: En sık rastlanan konjenital aort anomalisidir. Biküspid kapakta oluşan akımın türbülansı daha fazladır ve dejenerasyonu daha kolay olmaktadır. 40-50'li yaşlarda ortaya çıkar. 4. Romatizmal aort stenozu: Her zaman mitral kapak lezyonuyla birliktedir. Yaşlılarda en sık görülen kapak hastalığıdır (>65 yaş: %30). Senil (dejeneratif) kalsifikasyon en sık nedenidir, Risk faktörleri: erkek, sigara, HT, ↑LDL, Diyabet. Gençlerde AS nin en önemli sebepleri: biküspit kapak, ARF. Sol ventrikül üzerine basınç yüklenmesi sonucu sol ven-trikül içi basınç >>> aorta içi basınç oluşur buda sol ventrikülün konsentrik hipertrofisine sebep olur. Sol ventrikül hipertrofisi ve koroner hipoperfüzyon. Kardiyak debi azalır ve egzersizle semptomlar belirginleşir: Başlıca semptomlar efor dispnesi, angina ve senkoptur. Kalp yetersizliği: KKY gelişen hastaları %50'si stenoz düzeltilmez ise 1-2 yılda kaybedilmektedirler. Prognozun en kötü belirleyicisidir. Aşırı miktardaki kalbin ard yükü önce sistolik yüklenme ve disfonksiyon sonrada diastolik disfonksiyona sebep olur. Kalbin dolum basıncının artması pulmoner yatağa da yansıyarak pulmoner konjesyona sebep olur. Fizik bulgular Karotis arter nabzında gecikme ve şiddetinde azalma görülür, üzerinde üfürüm duyulabilir. Mid-sistolik ejeksiyon üfürümü (kresendo-dekresendo): Karotislere yayılan sert geç pik yapan ejeksiyon üfürümü vardır, mitral bölgeyede yayılarak mitral yetersizlik üfürümünü taklit eder "Gallavardin Fenomeni". Stenoz ağırlaştıkça üfürümün şiddetide azalır ve güç duyulur hale gelir, ejeksiyon kliği duyulabilir. 116 Pulsus parvus et tardus: zayıf ve geciken nabız Oskültasyon Kresendo - dekresendo midsistolik üfürüm (sağ 2inci İKA) A2 de gecikmeye bağlı paradoks S2 çiftleşmesi (P2 -A2) S2 de zayıflama olabilir: A2 kaybolabilir ve sadece P2 duyulabilir. S4 önemli bir dinleme bulgusudur. Laboratuar bulguları 1. EKG: Sıklıkla ileri sol ventrikül hipertrofisi bulguları 2. EKO: Eğer kapak hareketleri normal ise ağır aort stenozunu ekarte etmekte faydalıdır. Doppler ile birlikte aortik gradient ölçümü için oldukça faydalıdır. 3. Kateterizasyon: Basınçlar daha kesin ve net ölçülerek stenoz daha doğru değerlendirilir. Tedavi Palyatif tedaviler: Medikal tedavi diüretik ve digital KKY için kullanılmakla birlikte kesinleşmiş bir faydaları yoktur. Mekanik düzeltmeye kadar zaman kazandırıcı olarak kullanıla bilmektedirler. Balon ile valvuloplasti geçici fakat oldukça efektif aortik kapak yüzeyinde genişleme sağlamaktadır. Fakat cerrahi düzeltme olmaksızın beklenen mortaliteyi azaltmadığı gösterilmiştir. Kapak alanı <1 cmÇ olduğunda tedavi önerilir. Cerrahi ilk tercihtir, olmuyorsa balon valvuloplastisi yapılır. Komplikasyonlar Atrial fibrillasyon, endokardit, KKY, ani kardiyak ölüm PULMONER STENOZ Sağ ventrikül çıkış yolu tıkanıklığına sebep olur. Etiyoloji Supravalvüler: Pulmoner trunkusta bifurkasyon öncesinde ana pulmoner arter veya periferik dallarında daralma olması ile oluşur. İzole olarak görülmekle birlikte birçok diğer kardiyak anomalilerle birlikte görülebilir (valvüler pulmoner darlık, ASD, VSD, PDA ve Fallot tetralojisi). Valvüler: Diğer sebeplerde olduğu gibi çoğunlukla konjenitaldir. En sık rastlanan konjenital kalp anomalilerinden biridir (totalin %10-12'si). Diğer akkiz nedenlerden romatizmal kapak hastalıkları, enfektif endokardit ve travma sayılabilir. Subvalvüler: İnfundibular veya subinfundibular olabilir her iki durumda genellikle VSD ile birliktedir, izole olarak görülmesi nadirdir. Klinik bulgular Valvüler darlığı olan hastalar sıklıkla asemptomatiktir. Bazen egzersiz dispnesi, çabuk yorulma şikayetleri olabilir. Daha nadiren göğüs ağrısı ve egzersiz esnasında senkop görülebilir. Sağ yetersizlik gelişmişse periferik ödem ve karında şişme görülebilir. Fizik Bulgular Muayenede sağ ventrikül yetersizliği bulguları gelişmiş ise ona ait bulgular bulunacaktır. Sağ hipertrofiye bağlı apeks sola laterale kaymış maksimum kalp aktivitesi sternumun sol kenarında avuç içi ile palpe edilebilmektedir. Oskültasyonda S1 normal S2 daha belirgin olarak çifttir. Pulmoner odakta kresendo-dekresendo tarzında ve ejeksiyon kliği ile birlikte olabilir. Tipik olarak inspiriumda hafifler ve kaybolur. Üfürüm akciğer alanlarına doğru yayılıyorsa ilave olarak pulmoner arter darlığı akla gelmelidir. 117 Laboratuar Bulguları EKG: Sağ aks sağ ventrikül hipertrofisi bulguları ve bazı vakalarda sağ atrium büyüme bulguları inkomplet veya komplet sağ dal bloğu görülebilir. Telegrafi: Pulmoner vasküler izler azalmıştır. Ana pulmoner arter ileri derecede dilate ve büyümüş olabilir. Sağ ventrikül hipertrofisi görülür. Eko ve doppler: Tecrübeli ellerde darlığın ciddiyeti hemen hemen kesin olarak saptanabilir. Kateterizasyon: Sağ ventrikül ve pulmoner arter arasında sistolik basınç gradyanı saptanır. Sağ ventrikül basıncı 30-50mmHg hafif, 50-100 mmHg ise orta, l00 mmHg ve daha fazla ise ileri darlıktan bahsedilir. Tedavi Hafif ve orta derecede valvüler pulmoner darlığı olan erişkinler uzun süre hatta yaşam boyu asemptomatik kalabilirler. Ciddi darlığı olanlar uzun süre asemptomatik kalsalar dahi bir süre sonra sağ ventrikül yetersizliği gelişecektir. Cerrahi veya valvuloplasti eğer hasta darlığa bağlanabilecek semptomlardan yakınıyorsa, intermitten siyanoz varsa, sağ ventrikül basıncı >100mmHg ise yapılmalıdır. Günümüzde hastanın yaşı göz önüne alınmaksızın valvuloplasti tedavi seçeneği olarak kullanılmaktadır. Eğer balon valvuloplasti yapılamıyorsa açık valvulotomi yeterlidir, kapak replasmanı nadiren gerekmektedir. MİTRAL YETERSİZLİĞİ (MY) Etiyoloji 1. Romatizmal kapak hastalığı 2. Korda tendinia rüptürü: Spontan olarak sağlıklı insanlarda da olabilmesine karşın enfektif endokardit (özellikle stafilokoksik), kollajen doku hastalıkları, travmalar, miksömatoz dejenerasyon, sonrasında bir kapakçığın prolapsusuna sebep olur. AMI da gözükmez, iskemik hadiseler papiller kas rüptürüne yolaçar. 3. KAH: Papiller kas rüptürü veya disfonksiyonuna sebep olur. 4. Enfektif endokardit 5. Mitral kapak prolapsusu: En sık rastlanan kapak anomalisidir toplumun %5-10'unda gösterilmiştir. Sıklıkla sebebi anülus, kapak, kordalardaki miksomatöz dejenerasyondur. En çok posterior kapak, sonra her ikisi birden daha nadir olarak anterior kapak tek başına tutulur. Miksomatöz dejenerasyon olmadan Marfan sendromu (%90'ında görülür), romatizmal endokardit, KAH, konnektif doku hastalıklarında görülebilmektedir ve bir çok hastalıkla birlikte görülebilir. Bir çoğu asemptomatiktir. Atipik göğüs ağrısı, aritmiler (hem atrial hem de ventriküler olabilir), bazen senkop ve presenkop, ani ölüm etiyolojilerinden biridir ve emboli riskinde artma ile karakterizedir. Midsistolik klik ve geç sistolik üfürüm duyulur. Semptomların birçoğu otonom sinir sistemi dis-fonksiyonuna bağlı olabilmektedir (ortostatik hipotansiyon, sinus taşikardisi vs). Bu hastalar majör komplikasyonlara açıktırlar. Bunlar enfektif endokardit, korda rüptürü, progressif MY, tedaviye dirençli aritmiler hatta ani ölüm dür. 6. Konnektif doku hastalıklarında: SLE, Ehlers-Danlos sendromu, Marfan, endokardiyal fibroelastoz 7. Hipertrofik obstrüktif kardiyomiyopati 8. Ciddi, izole MY: ABD'de en sık sebebi miksomatöz dejenerasyondur. 118 Patofizyoloji Sol ventrikül atım hacminin bir kısmının atriuma geri kaçması ile karakterizedir. Sistolde ventrikülden atriyuma geri kan akımı olur. Volüm yüküne bağlı sol atriyum ve ventrikülde dilatasyon olur. Klinik bulgular Sol ventrikül yetersizliği bulgularıdır. Kronik ve ağır yetersizlikte pulmoner hipertansiyon ve sağ ventrikül yetersizliği bulgularıda eklenir. Atrial fibrilasyon ve buna bağlı sistemik embolizasyonlar olabilir. Fizik bulgular 1. Sol ventrikül aktivitesi artmış apeks aşağı ve sola doğru kaymıştır. 2. Karotis nabzı: Sert fakat volüm olarak azalmıştır. 3. Üfürüm: Pansistolik, apikal ve sol aksillaya yayılır tarzdadır. Sıklıkla titreşimde mevcuttur. 4. Sıklıkla aşikar KKY olmaksızın S3 duyulur. Sol atriumdaki artmış hacmin hızla ventrikülleri doldurması ile oluşur. S1 yumuşaktır, geniş S2 çiftleşmesi (sol ventriküler sistol kısadır). Tanı EKG: Sol ventrikül hipertrofisi ve sol atrium genişlemesi gözlenir. Telegrafi: Kardiyak genişleme ve KKY varsa vasküler konjesyon gözlenir. Eko: Korda, papiller kas rüptürü, mitral prolapsusta sol atrium içine kapağın girdiği gözlenir. Endokardit sonrası oluşmuşsa vejetasyonlar gözlenir (Transözefa-gial eko ile daha iyi). Sol atrial ve ventriküler genişlemeler, doppler ile kaçak akım gözlenir. Tedavi Medikal: Amaç semptomları hafifletmek, atım hacmini artırmaktır. Digital kalp hızını kontrolde miyokard kondüsyonunun arttırılmasında (sol atrium dahil), diüretik santral sıvı hacminin azaltılması için KKY ve pulmoner hipertansiyonda, vazodilatatörler (özellikle akut MY'de) ve son olarak oral antikoagülanlar. Cerrahi tedavi: Kapak replasmanı, ağır kas disfonksiyonu gelişmeden hemen önce yapılmalıdır. Ejeksiyon 119 fraksiyonu %55-60 altına inmeden yapılır (%40 altında önemli cerrahi risk mevcuttur). Uygun vakalarda bir çok avantajı olduğu için kapak tamiri denenebilir. Akut MY'de (papiller kas rüptürü, korda tendinia rüptürü) klinik daha ağırdır. Ciddi pulmoner konjesyon kliniği vardır beraberinde sebep AMI olabileceği için ona ait semptomlarda olabilir. Posterior kapak kordası veya papiller kas rüptürü varsa üfürüm kalp tabanına doğru yayılarak aort darlığı üfürümü ile karışabilir. Ciddi akut MY az tolere edilebildiğinden inotropik ajanlar tolere edebilirse vazodilatatörler, intra aortik balon uygulaması desteği ile hasta stabil olur olmaz kateterizasyon ve anjiyografi yapılır sonra cerrahi olarak tedavi edilmelidir. Cerrahinin 24 saatten fazla geciktirilmesi mortaliteyi önemli olarak arttırmaktadır. TRİKÜSPİD YETERSİZLİĞİ Etiyoloji Fonksiyonel sebeplerle (daha sık) primer veya sekonder pulmoner hipertansiyona bağlı veya pulmoner stenoz veya infundibular darlığa bağlı sağ ventrikül dilatasyonlarında veya organik sebeplerle olabilir. Kateterizasyonda sağ ventrikül basıncı ile sağ atrium basıncı bir birine benzer eğer sağ ventrikül basıncı >60 mmHg ise sebep organik kapak hadisesinden çok sağ ventrikül dekom-pansasyonuna, <40 mmHg ise organik kapak hadiselerini düşündürmelidir. 1. Konjenital 2. Romatizmal kapak hastalığı ile birlikte (daha sık) 3. Miksomatöz dejenerasyon 4. Enfektif endokardit: Septik şartlarda ilaç bağımlılarında özellikle görülür. 5. Sağ ventrikül yetersizliği: Sürekli volüm ve basınç altında çalışan sağ ventrikül genişler ve papiller kas disfonksiyonu kapak halkası genişleyerek oluşur. 6. Romatik hastalık: Sol kapak lezyonlarına bağlı sağ ventrikül disfonksiyonu veya primer kapak tu-tulumu ile olabilir. 7. Sağ ventrikül enfarktüsü Sistolde sağ atım hacminin bir kısmı sağ atriuma kaçarak sistemik venöz konjesyona sebep olur. Sağ ventrikül yetersizliği semptomları olur. Sağ ventrikül genişlemesine bağlı sistolik sternum hareketi gözlenir. Üfürüm: Sol sternal kenarda inspirium ile şiddetlenen pansistolik üfürüm gözlenir. Juguler venöz pulsasyon: Büyük v dalgaları görülür. Pulsatil karaciğer sıklıkla bulunur. EKG: Sağ atrial ve ventriküler genişleme ve hipertrofi bulguları. Telegrafi: Sağ ventrikül genişlemesi ve yan grafide retrosternal havanın kaybolması görülür. Ekokardiyografi: Sağ boşlukların genişlemesi, Doppler ile TY kaçak akımını gözlenir. Tedavi: Sol yetersizlik sıklıkla sağ yetersizliğe bağlıdır. Efektif sol yetersizlik tedavisi sağ ventrikül volüm yüklenmesinin önlenmesidir. Eğer fonksiyonel olarak oluşmuşsa sebebe yönelik tedavi ile yetersizlik gerileyebilir, örneğin MS sonrası gelişen sağ yüklenmeye bağlı ise mitral kapak replasmanı ile düzelebilir, yine de en iyi karar operasyon esnasında verilir. Gereğinde cerrahi olarak tamir (anüloplasti) veya replasman yapılabilir. MİTRAL KAPAK PROLAPSUSU (MVP) Bağ doku hastalıklarından Marfan ve Ehlers-Danlos sendromlarında sık İzole mitral regürjitasyonun en sık sebebi Aritmilere yatkınlık: SVT, ekstrasistol Çarpıntı, göğüs ağrısı, anksiete Oskültasyonda: Mid sistolik klik sesi Klik sonrası üfürüm (geç sistolik) EKO: sistolde mitral kapağın 2mm den fazla çökmesi Aritmilerde beta bloker tercih edilir 120 AORT YETERSİZLİĞİ Nedenler 1. İdiyopatik aort kökü dilatasyonu 2. Romatik kapak hastalığı: Genellikle mitral kapak lezyonları ile birlikte sıklıkla gözlenir 3. Enfektif endokardit 4. Marfan Sendromu 5. Sitiliz: Aortitis yaparak AY yapar. 6. Kollajen doku hastalıkları: SLE, ankilozan spondilit-te, romatoid artrit, Ehlers-Danlos sendromu, osteogenesiz imperfekta. 7. Aort kapağın miksoid dejenerasyonu 8. Delici, künt travmalar 9. Sistemik arteriyel hipertansiyon Diastolde aortadan sol ventriküle geri kan akımı olur, Volüm yüküne bağlı sol ventrikülde dilatasyon olur 2/3 vakada sebep akut romatizmal ateştir. Diğer nedenler infektif endokardit, diseksiyon, ve travmadır. Total atım hacminin artması nabız basıncı artmasına ve sistolik basıncın artmasına sebep olur. Ayrıca konsentrik hipertrofide kompansasyona yardım eder. Son dönemde volüm yüklenmesine karşı çalışan kalp yetersiz hale gelir. Klinik belirtiler 1. Sol ventrikül yetersizliği 2. Senkop: Diastolik periferik basınç düştüğünde, ortalama arteriyel basınçta düşer, bu da yeter miktarda azaldığında serebral dolaşım bozularak senkop oluşur. 3. Angina: AS'den daha az oranda beklenen bir semptomdur. Azalmış koroner kan akımına bağlıdır. Koroner kan akımı aortik diastolik basınca bağlı olduğu için AY de aortik diastolik basınç düşük olduğu için angina ortaya çıkar. Fizik bulgular 1. Diastolik üfürüm: Yüksek frekanslı, dekresendo tarzında S2 den hemen sonra başlayan üfürümdür. Sol kenarda oturur ve öne eğik pozisyonda en iyi duyulur. Beraberinde sistolik ejeksiyonda darlık olmaksızın olabilir (çok miktarda kanın atılmasına bağlı olarak). 2. Austin Flint üfürümü: Midsistolik üfürüm, Düşük frekanslı, diastolik rulmandır (MS üfürümüne benzer mitral açılma sesi olmaksızın !!!). AY kaçağının mitrali daraltması ile olur. 3. Total atım hacmi ve nabız basıncı artar Corrigan Nabzı: karotis nabzı hızlı yükselir ve aniden düşer. Hill bulgusu: Ayaklardaki sistolik basıncın kollara oranlar 15-20 veya daha fazla olmasıdır. Ağır AY ile birliktedir. "Pistol-Shot" femoral nabız: Femoral arter oskültasyonu ile patlama tarzında ses duyulması. Duroziez Bulgusu: Femoral arter üzerine yeterince stetoskop ile basılması sonucunda sistolik üfürüm duyulur eğer diastolik üfürümle birlikteyse buna denir. Musset bulgusu: Artmış atım hacmi ve yüksek nabız basıncına bağlı kafanın ileri geri hareketi Quincke nabzı: Tırnak yatağında hafif bir bası ile kanın sistolik ileri diastolik geri çekilmesinin gözlenmesidir. Tanı 1. EKG: Genellikle sol ventriküler hipertrofi bulguları mevcuttur. 2. Telegrafi: Akut ve hafif AY olmaksızın kardiyak genişleme ve sıklıklada proksimal aorta genişlemesi bulunmaktadır. 3. Eko: Genellikle sol ventrikül boşluğunun genişlemesi, sıklıkla diastolik mitral kapak vibrasyonu, doppler ilede geriye kaçak akımı gözlenir. 4. Kateterizasyon: Non invazif metotlarla tanı konmasına karşın yetersizlik miktarı en kesin ve doğru aortagrafi ile aortaya bırakılan kontrast maddenin geri kaçışı görülür. Kantitatif olarak kaçak hesaplanabilir. 121 Tedavi Eğer ağır yetersizlik varsa kapak replasmanı gereklidir. Cerrahinin zamanını kestirmek güçtür. Çünkü hastalar yıllarca durumu tolere edebilirler. Bu yüzden dikkatli olarak erken dekompansasyon bulgularının tespit edilmesi önemlidir. Çoğunluk vaka eko ile endsistolik çapın 55mm den küçük, ejeksiyon fraksiyonun %55'in üstünde olduğu zaman cerrahiye verilir. Cerrahinin yapılmadığı durumlarda medikal olarak digital, diüre-tik ve vazodilatatörlerden faydalanılır. MİTRAL STENOZU Normal mitral kapak çapı 4-5 cm2'dir. Semptomlar <1.5cm2 olmadan ortaya çıkmaz 1.5-2 cm2 hafif, 1-1.5 cm2 orta dereceli, <1cm2 ise ağır stenozdan bahsedilir. Genellikle semptomlar ilk romatizmal ataktan 15-20 yıl kadar sonra ortaya çıkar, ancak bu sürenin son 5-10 yılında MS üfürümleri net olarak duyulur ve hasta giderek semptomatik olur. Bununla birlikte romatizmal ateş çocuklukta geçirilirse semptomlar daha hızlı olarak ortaya çıkabilir. Cerrahi düzeltme olmaz ise en sık olarak şiddetli KKY ile hastalar kaybedilir. Daha az sıklıkla sistemik ağır emboliza-syon, enfektif endokardit ve pulmoner enfeksiyonlar sayılabilir. Erişkinlerdeki mitral stenozların hemen tamamı romatik kapak hastalıklarına sekonderdir. Diğer sebepler konjenital, miksoma, trombüs ve tümoral diğer oluşumlar sayılabilir. Patofizyoloji Sol ventrikül dolum hacmini etkiler ağırlaştıkça atım hacmi de azalabilir, sol atrium basıncı ve gradyanı yükselir. Bu artan basınç pulmoner kapillerlere yansıyarak pulmoner konjesyona sebep olur. Sol atriumu dolduran aslen sağ ventrikül olduğu için ve de pulmoner konjesyonla birilikte artan pulmoner basınca (normalin 3-5 katı kadar artabilir) karşı çalışmak zorunda kalan sağ kalpte de yetersizlik bulguları ortaya çıkar. Atmış pulmoner hipertansiyon hipoksi ve azalmış kalp debine bağlı olarak angina ve senkop gözlenebilir. Hemoptizi: Yüksek atrial basınç ile küçük bronşiollerin venlerinde yırtılmalar sonucunda oluşur. Ses kısıklığı: Genişlemiş sol atriumun sol laringeal sinire basısı ile oluşabilir. Fizik Muayene Karotis nabzı normal ancak hacim olarak azalmıştır. Pulmoner railer duyulabilir. S1 şiddeti artar: Stenoz ile spontan mitral kapak kapanması güçleşir ve sistol ile kapanmaya zorlanan kapak daha fazla ses oluşturur. Fakat stenoz ilerledikçe kapak ne tam açılabilir nede tam kapanabilir buda S1'in şiddetinde azalmaya sebep olur. S2'nin şiddetinde artma: Gelişen pulmoner hipertansiyona bağlı olarak "opening snap" mitral açılma sesi, S2'den sonra artmış sol atrium basıncı ile açılmaya zorlanan mitral kapaktan oluşur. Basınç ne kadar artarsa mitral kapak o kadar erken açılır, böylece S2 ile OS arası kısalır (<0.10sn); bu da stenozun ciddiyeti ve dolum basıncının büyüklüğünü gösterir. Diastolik rulman: düşük frekanslı apikal diastolik üfürümdür (middiastolik üfürüm). OS ile başlar. Boyun venlerinde dolgunluk, ödem, hepatomegali ve asit (sağ ventrikül yetersizliğine bağlı olarak) ortaya çıkar. Gelişen pulmoner hipertansiyon ve pulmoner yetersizlik üfürümüne Graham Steel üfürümü denir. 1. EKG: Sol atrial genişleme, atrial fibrilasyon, sağ ventrikül hipertrofi bulguları 2. Telegrafi: Sol kalp görüntüsünün düzleşmesi, sağ kalp görüntüsü (genişlemiş sol atrium ve sağ ventrikül gölgesi ile) çift kontur olarak gözlenir. Pulmoner venöz hipertansiyon ile pulmoner vasküler izlerde artma ve lenfatik drenaj bozulması ile "Kerley çizgileri" ortaya çıkar. Pulmoner hipertansiyon ile sağ ventrikül hipertrofisi ve lateral grafide retrosternal havanın kaybolması gözlenebilir. 3. Eko: Genellikle mitral kapağı mükemmel şekilde değerlendirilmesini sağlar. Kapak hareketlerinin, alanının, kalınlıklarının, sol atrium çapının, doppler desteğiyle de gradyanın değerlendirilmesine yarar. Transözefagial olarak atrium içi trombüsün değerlendirilmesinde kullanılır. 4. Kardiyak kateterizasyon: Hem koronerlerin hem basınçların değerlendirilmesi gereken vakalarda kullanılır, çünkü eko saf mitral stenoz için son derece yararlı olmaktadır. 1. Medikal tedavi: Diüretikler tedavinin temelini oluşturur, amaç pulmoner konjesyonu azaltmak dispne ve ortepneyi azaltmakta yararlı. Sinüs ritminde olan vakalarda sol ventrikül fonksiyonlarda MS'de iyi olduğu için digitallerin yeri kısıtlıdır. AF var ise ventrikül cevabını kontrol etmede faydalıdır. Hızlı ventrikül cevabı diastolü kısalttığı için sol ventrikül dolumunu azaltır buda sol atrium basıncını arttırır, kardiak atım hacmini azaltır. Antikoagülan tedavi kullanılmalıdır. 122 2. Balon valvuloplasti: Aortik kapakta olduğundan farklı olarak, uzun vadeli düzelme elde edilebilir. En iyi vakalar sinus ritminde ve orta dereceli MS olan vakalardır, işlem ile komissuratomi sağlanır. Prosedür transintraatrial septal girilir, kateter sağ atriumdan sola geçirilir buradan mitral kapağa ulaşılır. Uzun dönem sonuçları olmamasına rağmen cerrahi gibi semptomları rahatlattığı ve yaşam beklentisini uzattığı düşünülmektedir. 3. Cerrahi tedavi: Pulmoner hipertansiyon gelişmeden önce yapılmalıdır (cerrahi mortalite riskini artırır). Bunun yanında pulmoner hipertansiyon varsa da cerrahi yapılır postop hipertansiyon gerilediği gösterilmiştir, iki prosedür var "mitral komissürotomi" genç ciddi kapak kalsifikasyonu olmayanlarda eğer bu yapılamıyorsa "kapak replasmanı" (hem mekanik hem biyokapak kullanılır) TRİKÜSPİD DARLIĞI Hemen her zaman kapağın romatizmal tutulumuna bağlı olarak gelişir. Bazen de bakteriyel vejetasyonların, trombüs ve tümörlerin orifisi tıkanmasıyla fonksiyonel darlık ortaya çıkar. Hafif ve genellikle klinik olarak belirsiz darlık romatizmal kapak hastalığı olanların %10-15'inde görülür. Hastalar sol taraf kapak lezyonlarının şikayetlerinden yakınmaktadırlar. Fakat hemodinamik olarak önemli darlık ancak hastaların %3-5'inde görülür. Patofizyolojik olarak santral venöz dönüş güçleşmiş santral hidrostatik basınç artmıştır ve periferde göllenmektedir. Buna bağlı olarak venöz dolgunluk, karaciğere doğru konjesyon ve konjestif hepatomegali, asit ödem ortaya çıkmaktadır. Bunun yanında kalbe dönen kan azaldığı için sol ventrikül dolum basıncı ve volümü azaldığı için kardiyak atım azalmasına bağlı çabuk yorulma gibi semptomlar görülmektedir. Klinik bulgular: Sağ ventrikül yetersizliği bulgularına benzer. Konjestif hepatomegali (sıklıkla pulsatil değil !!!), periferik ödem, asit, anoreksi, bulantı, aşırı geğirme gibi konjestif gastropati semptomları görülebilir. Artmış sağ atrium basıncı ile patent foramen ovale gelişip sağ-sol şanta bağlı olarak periodik siyanoz saptanabilir. 1. Belirgin venöz dolgunluk ve belirgin a dalgaları, benzeri venöz distansiyon ve pulsasyon kol ve el sırtı gibi daha periferik venlerde gözlenebilir. 2. Hepatomegali ve hepatojuguler reflü mevcuttur. 3. Asit ve periferik ödem 4. Sarılık ve siyanoz görülebilir. Oskültasyonda sıklıkla eşlik eden aort darlığı ve/veya mitral darlık üfürümleri vardır. Kendi üfürümü MS rulmanına benzemekle daha yumuşak yüksek frekanslı ve kısadır, açılma sesi inspiriumla belirginleşir. Telegrafi: Sağ kalp sınırı sağ midklaviküler hatta kadar gelmiştir, izole darlıkta akciğer alanları normal iken beraberinde mitral stenozda varsa pulmoner konjesyon, Kerley B çizgileri görülebilir. EKG: Yine eşlik eden kapak lezyonlarına ait bulgular olmakla birlikte kendi için en spesifik DIl de P pul-monale gözlenir, ileri dönemlerde atrial fibrilasyonda görülebilir. Kateterizasyon: Kapak darlığı en iyi bu yöntemle değerlendirilir. Tedavi Öncelikle medikal olarak tuz kısıtlaması, diüretikler antibiyotik profilaksisi, atrial fibrilasyon varlığında dig-ital. Kapak alanı 3cm2 den fazla ve kapakçıklar mobil ise valvuloplasti eğer kapak uygun değil ve kapak çapı <1.5 cm2 ise cerrahi replasman yapılır. Protez kapaklar mitral protezlere göre daha sık tromboze olmaktadırlar bu yüzden triküspid için tercih edilecek yapay kapaklar "biokapak" olmalıdırlar. PULMONER YETERSİZLİK Öncelikle konjenital ve akkiz olarak ikiye ayrılırlar. Akkiz olanlar ise fonksiyonel ve organik olarak ayrılmaktadırlar: 1. Fonksiyonel olanlar daha sıktır. Genellikle primer hastalığa bağlı şikayetleri vardır (örneğin ciddi MS olanlarda halsizlik, dispne şikayetleri olması, KOAH şikayetleri gibi) 2. Organik: İzole ise uzun yıllar asemptomatik kalırlar, çok ciddi yetersizlik varsa bir süre sonra sağ ventrikül dilatasyonu ve yetersizliği gelişir. Klinik bulgular Sağ ventrikül yetersizliği bulgularıyla aynıdır. Pulmoner odakta inspiriumla şiddeti artan dekresendo diastolik üfürüm duyulur. Telegrafide belirgin sağ ventrikül dilatasyonu ve pulmoner arter genişlemesi görülür hatta yanlış olarak mediastinal tümör zannedilebilir. EKG'de sağ aks deviasyonu, sağ ventrikül hipertrofisi ve sağ dal bloğu olabilir. Kateterizasyonda pulmoner arter sistolik basıncı sıklıkla normal fakat diastolde düşüktür. Pulmoner darlık yoksa 123 sağ ventrikül basınçları pulmoner arter ile aynıdır. Tedavi Fonksiyonel ise altta yatan hastalığın seyrine bağlıdır. Organik ise seyir çoğunlukla benign seyreder. Yetersizlik pulmoner kapak yokluğuna bağlı gelişmişse (az sayıda Fallot'lu hastada olduğu gibi) proksimal pulmoner arterlerde aşırı büyüme, dilatasyon oluşur ve bronşial obstrüksiyonlara bağlı nefes darlığı gelişebilir. Yetersizlik şiddetli ve sağ ventrikül yetersizliği eklenmiş ise cerrahi girişim gerekli olabilir. Hastalar asemptomatik dahi olsalar cerrahi girişimlerden önce profilaktik antibiyotik uygulanmalıdır. Semptomlar belirdiğinde digital ve diüretikler başlanarak cerrahi girişim açısından yakın takip edilmelidirler. 124 10. AKUT ROMATİZMAL ATEŞ (ARA) Farenksteki A Grubu Beta Hemolitik Streptokok (AGBHS) enfeksiyonunun gecikmiş bir sekeli olarak ortaya çıkan, immünolojik bir lezyondur. Deri enfeksiyonu ARA yapmaz. Predispozisyonu sağlayan faktörler; ailede ARA hikayesi, düşük sosyoekonomik durum, çocuğun 4-15 yaş arasında (pik 8yaş) olmasıdır. 4 yaşın altında ARA olmaz. Ancak AY erkeklerde, MY ve kore minör kızlarda daha sıktır. HLA DR4-DR7 tipleri ile hastalık arasında anlamlı bir ilişki vardır. Kişisel predispozisyonun otoimmünite ilgili olduğu sanılmaktadır. İltahabi lezyonlaren belirgin olarak; kalp, beyin, eklemler ve deride bulunur. Kapaküler hasar en sık mitral, daha az olarak aortik ve nadiren triküspit ve pulmoner kapaklardadır. Mitral kapaktaki başlangıçtaki fonksiyonel bozukluk hemen daima kapak yetersizliğidir. Atrial miyokardda bulunan Aschoff cisimcikleri ARA için karekteristiktir. Klinik: Jones kriterlerine göre tanı konur. Kriterler 3 grupta ele alınır. • 5 major bulgu • 4 minör bulgu • Destekleyici bulgu olarak geçirilmiş AGBHS enfeksiyonu bulgusu Tablo 10-1. ARA'nın major ve minör bulguları Major bulgular Minör bulgular Kardit Poliartrit Kore minör Eritema Marginatum Subkutan nodüler Artralji Ateş Laboratuar - Sedimantasyon artış - CRP artışı - Lökositoz - EKG (P-R uzaması) 125 Önceden geçirilmiş AGBHS enfeksiyonunu destekleyici bulgular: (+) boğaz kültürü veya hızlı streptokok antijen testi, yüksek veya artan titrede streptokok antikoru (en değerlisi serolojidir). İki major kriterin birlikte olması + destekleyici bulgu olması veya 1 major kriter + destekleyici bulgu olması (AGBHS enfeksiyonunun geçirilmiş olduğunun tespiti) + 2 minör bulgu varsa teşhis konulur. Destekleyici bulgu yoksa tanıdan şüphelenilmelidir. Kore ve kronik kardit tek başına tanı koydurur. Tekrarda tek bir major bulgu tanı için yeterlidir. MAJOR BELİRTİLER Artrit Artrit ARA'nın en sık saptanan major bulgusudur (vak'aların %70'i). Özellikle büyük eklemleri tutar (Diz, ayak bileği, dirsek, el bileği, kalça). Tutulum sıklıkla birden fazla eklemdedir. Aynı anda veya peşi sıra olmak üzere gezici niteliktedir. El ve ayak parmaklarındaki artrit ARA tanısından uzaklaştırır. Salisilat tedavisine çok iyi cevap verir. Salisilata rağmen 48 saatte düzelmemişse, muhtemelen tanı yanlıştır. Böyle hastalar Poststreptokokal reaktif artrit olarak kabul edilirler. Bu durumun ARA ile ilgisi saptanamamıştır. Küçük çocuklarda kardite daha sık rastlanırken, büyük çocuklarda ilk belirti genellikle artrit ve ateştir. Kardit Hastaların %50'sinde görülür. İlk 1-2 haftada ortaya çıkar. Genellikle pankardittir fakat klinik olarak sadece tek kardiyak bulgu tabloya hakim olabilir. Kardit belirtileri Taşikardi (ateşin yükselttiği oran hesaba katılmaz) olması. Taşikardi yok ise miyokardit pek olası değildir. Kapakülite bağlı üfürüm (MY ve/veya AY) hemen daima vardır. Üfürüm yoksa klasik olarak kardit denilemez, ancak yeni bilgiler sessiz karditten de bahsetmektedir, bu nedenle ARA düşünülen her hastaya EKO yapılmalıdır. 126 EKO myokarditin derecesini, aort ve mitral kapağındaki yetersizliği ve derecesini ve perikardial effüzyonu gösterir. Perikardit (frotman, perikardial effüzyon, göğüs ağrısı ve EKG değişiklikleri) olabilir. Telegrafide kardiomegalinin saptanması perikardit, pankardit veya KKY'nin göstergesidir. KKY belirtileri (galo ritmi, kardiomegali) şiddetli karditi gösterir. Mitral yetersizliği çocukluk çağında en sık görülen, endokardite ait bulgudur. Bu tanı için 2-3/6 şiddetinde, maksimum noktası apekste bulunan ve koltuk altına yayılan pansistolik bir üfürüm karakeristiktir. Vakaların %30'unda S3 duyulur. Bu sol ventrikül pasif doluşunun, hacim yükü dolayısıyla arttığını gösteren bir belirtidir. Apeksde bazen kısa bir middiastolik üfürüm duyulabilir. (Carey-Coombs üfürümü). Eğer hacim yükü fazlaysa EKG ve röntgende sol ventrikül ve sol atrial büyüme belirtileri görülür. MY derecesi sonraki yıllarda azalma gösterir. Aort yetersizliği Aort yetersizliği daha nadirdir. Beraberinde çoğu kez MY'de bulunur. Hemodinamik olarak anlamlı AY' de nabızlar büyük ve seler tarzdadır. Ağırlaştıkça diastolik basınç daha düşük bulunur. S2'yi takip eden, aort odağında, sternum sol kenarından aşağı doğru yayılan diastolik bir üfürüm karakteristiktir. AY nedeniyle diastolde ventriküle geri kaçan kan mitral kapakları, atriuma doğru iterek, atriumdan diastolde ventriküle gelen kana karşı direnç oluşturur. Bu da apeksde presistolik bir üfürüme neden olur (Austin-Flint üfürümü). Perikardit Klinik perikardite %10 oranında rastlanır. İki şekilde görülür; kuru fibrinöz perikarditte göğüs ağrısı ve sürtünmeye ait sol 2 -3. İKA'da frotman duyulur. Röntgen'de kalbin sol konturu düzleşmiştir. Radyolojik olarak kalbin çabuk büyümesi perikarditin lehinedir. Ayakta iken çadır manzarası, yatarken kürek manzarası görülür. EKG'de perikardit belirtileri olarak, düşük voltaj tipiktir. Yeni başlayan perikarditte ST yükselir daha sonra düzleşir ve negatifleşir. ST ve T negatifliği Miyokar-dit'de de görülebileceğinden ayırıcı tanısı başlangıçta zordur. Miyoperikardit genellikle birlikte bulunur ve tedavisi farklı değildir. ARA perikarditi kortikosteroid tedavisi ile 1-2 haftada düzelir. Mitral stenozu: Kesinlikle başlangıçta yoktur. MS'nun oluşması için 6-10 sene geçmesi gerekir. MS teşhisi için S1'in şiddetlenmesi, Mitral açılma sesi (opening snap), middiastolik ve presistolik üfürüm belirmesi, EKG'de sol atrial büyüme ve sonrasında sağ ventrikül hipertrofisi gibi bulgular karekteristiktir. Diastolik üfürüm genellikle uzun olup, hafif diastolik tril alınabilir. Rekürren ataklar MS gelişmesini artırır. Penisilin profi-laksisi ise MS gelişmesini azaltır. Kalp yetersizliği: %10 vaka'da bulunur; kendini çocukta sadece dispne veya hepatomegali ile gösterebilir. Karaciğer bölgesi hassastır ve karın ağrısı şikayeti ile birlikte bulunur. Röntgen'de kardiyomegali ve sta-za ait bulgular bulunabilir. Eritema marginatum %10'undan daha azında görülür. Etrafı koyu pembe, ortası beyaz, harita çizgilerini andıran, kaşıntısız, kabarık olmayan, halka tarzında deri döküntüleridir. Daha çok gövdede ve ekstremitelerin iç-proksimal kısımlarında belirgindir. Yüzde asla görülmez. Soğukta kaybolup sıcakta tekrar ortaya çıkabilir. Çoğu zaman bir gün içinde kaybolur. Subkutan nodüller %2-10 oranındadır ve özellikle rekürrenslerde görülür. Sert, ağrısız, kaşıntısız, mobil, şiş ve 0.2-2 cm çaplıdır. Hem büyük hem de küçük eklemlerin ekstansör yüzlerinde, saçlı deri veya omurga üzerinde, tekli ya da kümeler şeklindedir. Haftalar sonra kaybolur, genellikle kardit ile birliktedir. Sydenham koresi RA'de %10-15 oranında görülür; prepubertal kızlarda daha sıktır. Genellikle karditin iyileşme döneminde veya daha geç başlar. Belirtiler yavaş gelişir. Önce emosyonel bozukluk, kişilik değişiklikleri olur. Sonra bunların yerini motor koordinasyon kaybı alır. Spontan, ritmik olmayan, istemsiz hareketler gelişir ve en son motor zayıflık olur. Koreaatetoik hareketler uykuda kaybolur. Yazı yazmada ve konuşmada zorluklar olur. Derin tendon refleksleri bozulur. Genelde prognoz iyi olup haloperidol tedavisi ile 4-6 haftada geçer. Vak'aların %90'ında anti nöronal antikorlar bulunur. 127 MİNÖR BELİRTİLER Artralji: Objektif belirti olmaksızın sadece ağrının olmasıdır. Artrit varsa minör bulgu olarak değerlendirilmez. Ateş: Vakaların % 53'ünde ateş mevcut olup, 38-40? arasında seyreder. Genellikle tedavi edilmemiş ARA'nın erken döneminde bulunur. Kısa sürede sub-febril düzeylere iner. Laboratuar bulguları Sedimantasyon yükselmesi, CRP pozitifliği, lökositoz gibi laboratuar bulguları ayrı-ayrı değil, hepsi de olsa, teki de olsa, tek bir minör bulgu olarak kabul edilir. Kanda sedimantasyon aktif devrede çok yüksek olup, genellikle saatte 40 mm'den yüksektir. Sedimantasyon yüksekliği tedavi takip kriteri olarak da kullanılabilir. Haftada bir bakılması gerekir. CRP, sedimantasyondan daha önce yükselmeye başlar ve daha çabuk normale döner. Hastalığın başlangıcında lökositoz sıktır. Burada nötrofiller hakim olup toksik granülasyon görülmez. EKG Uzamış PR aralığında uzama diğer bulgular gibi spesifik değildir. Varlığı illa ki aktif karditi göstermez. Geçirilmiş ARA öyküsü önemli bir minör belirtidir (Tanı için yanında bir major bulgu olması yeterlidir). DESTEKLEYİCİ BULGULAR En güvenilir olan destekleyici bulgu streptokokkal antikor testleridir. ASO titresi (normali <320 Todd ünitesi, erişkinde ise < 240) enfeksiyondan 1 hafta sonra artmaya başlar, 3-5 hafta sonra en yüksek düzeye ulaşır, 6-12 ayda normale döner. Anti deoksiribonükleaz - B en güvenilir olan olan destekleyici bulgu testidir. Ancak pratikte daha çok ASO bakılır. ASO hastaların %80'inde pozitiftir. Anti-deoksi ribonükleaz B, antistreptokinaz ve antihiyalinuridaz testlerinin üçüne birden bakılması durumunda hastaların %95'inde en az biri yüksek olarak bulunur. Streptozim testi ise geçirilmiş AGBHS enfeksiyonu tanımlamasında kullanılmaz. Kültür ve antijeni gösteren testler, kronik taşıyıcılar sık olduğundan antikor testleri kadar güvenilir değildir. Geçirilmiş üst solunum yolu enfeksiyonu ya da kızıl öyküsü yukarıdaki laboratuar bulguları ile desteklenmedikçe, destekleyici bulgu olarak kabul edilmezler. Tanı: Kore minör psikolabilitesi, uykuda kaybolan korea-atetoik hareketleri ve hipotonisite triadı ile başka bir hastalıkla karışmaz Geçirilmiş AGBHS enfeksiyonunu destekleyen bir bulguyla birlikte 2 major veya 1 major + 2 minör bulgu tanı için yeterlidir. Destekleyici bulgu yoksa tanıya şüpheyle bakılır. Bu durumların istisnaları vardır: • Kore tanıda tek başına yeterlidir • ARA başlangıcından aylar sonra gelen hastada kronik (inaktif kardit) tek bulgu olabilir. Bu da geçirilmiş ARA tanısı için yeterlidir • ARA rekürrenslerinde Jones kriterlerinin gerekleri tanı için tam olmasa da olur. Aşağıdaki ipuçları Jones kriterlerinin uygulanmasına yardımcıdır: ARA veya romatizmal kalp öyküsü artık minör bir bulgu sayılmamaktadır (Yanında bir major olması tanıda yeterlidir) Destekleyici bulgu yoksa ARA tanısına şüphe ile bakılmalıdır (Kore bulgusu haricinde) Artrit varken artralji - Kardit varken PR uzaması minör bulgu sayılmaz iki major bulgu her zaman, bir major + iki minörden daha değerlidir. Karın ağrısı, kırgınlık, anemi, epistaksis ve prekordial ağrı da görülebilen bulgular olmakla birlikte tanıda önemleri yoktur. Aynı şekilde ailede ARA öyküsü ARA şüphesini artırmakla birlikte tanı kriteri olarak kullanılamaz Ayırıcı Tanı JRA: Şu bulgular JRA'yı akla getirmelidir: 128 • Periferik küçük eklem tutulumu • Gezici nitelikte olmaksızın büyük eklemlerde simetrik tutulum • Tutulan eklemlerde solukluk • Daha kronik bir gidiş • Geçirilmiş bir streptokok enfeksiyonu bulgusu olmaması • Salisilat tedavisine 24-48 saat içinde direkt yanıt yokluğu • 4 yaşından küçük olma • Lenfadenopati, hepatosplenomegali, septik veya intermittan uzun süreli ateş Klinik seyir Sadece kardit kalıcı hasar yapar. Hafif bir kardit haftalar içinde hızla kaybolur, şiddetli kardit 2-6 aya kadar uzayabilir. Artrit tedavi edilmese bile birkaç gün-birkaç haftada iyileşir. Kalıcı sekel bırakmaz. Kore 6-7 ay veya daha uzun sürede iyileşir. Kalıcı nörolojik hasar bırakmaz. Yani kalıcı sekel yapabilen tek bulgu kardittir. Tedavi Antibiyotik tedavisi; 10 gün süre ile prokain penisilin (800.000 ü/gün im) yapılır veya 1.200.000 ü depo penisilin tek bir dozda yapılır. Penisiline duyarlı hastalarda eritromisin (30-40 mg/kg/gün 2 veya 4 dozda) verilebilir. Sonrasında proflaksiye geçilir. 21 günde bir 1.200.000 Ü benzatin penisilin yapılır. Artrit geçirmiş olanlarda proflaksi süresi 21 yaşına kadar, kardit geçirmiş olan hastalarda yaşam boyu proflaksi yapılmalıdır. Penisiline allerjik olanlarda proflaksi sulfodiazin (direnç geliştiğinden pek kullanılamaz) veya eritromisin (2x250 mg/gün) kullanılır. Kesin tanı konulmadan salisilat veya steroid başlanmamalıdır. Yatak istirahati: Değişik sürelerde önerilir. Süresi bulguların tipine ve şiddetine bağlıdır. Sedimantasyon bu sürenin belirlenmesinde yardımcı olarak kullanılabilir (önemli kardiak tutulma olan çocuklar dışında) tam aktiviteye sedimantasyon düzeldikten sonra izin verilebilir. Prednizolon. (2mg/kg/gün, maksimum 60mg 4 eşit dozda 2-6 hafta) sadece orta veya ağır karditte önerilir. Kardiyomegali, kalp yetersizliği, ağır kapak yetersizliği veya perikardit olması ağır kardit olarak değerlendirilir. Sonrasında prednol 3 haftada azaltılarak kesilirken son haftasında 60mg/kg/gün salisilat başlanır (24 ay). Salisilat: Hafif ve orta dereceli karditte salisilat 90-100 mg/kg/gün 4-6 dozda önerilir. 2-4 hafta sonra doz azaltılarak 60mg/kg/gün' den 6-8 hafta devam edilip daha sonra azaltılarak kesilir. Artrit tedavisinde salisilat 100 mg/kg/gün olarak 2 hafta verilir. Doz 60 mg/kg/ gün 2-3 hafta devam edilir. KKY tedavisi Diüretik ve kaptopril gibi vazodilatatörler (kan basıncı mutlaka izlenmelidir) verilir. İnotropik ajan olarak digoksin verilirken dikkat edilmelidir, miyokardda enfla-masyon digoksin etkisini artırdığından digoksin yarı dozda verilmelidir. Akut bir kalp yetersizliğinde digoksin yerine dobutamin daha iyi bir seçenek olabilir. Su ve tuz kısıtlanmalıdır, oksijen verilir ve kesin yatak istirahati uygulanmalıdır. Ağır bir kalp yetersizliğinde morfin sülfat da 4 saat ara ile verilebilir. Kore tedavisi Fiziksel ve emosyonel stres azaltılır. Antibiyotik ile streptokok eradikasyonu yapılır. Hasta ARA proflaksisine alınır. İzole kore'de antienflamatuar tedavinin yararı yoktur. Şiddetli vak'alarda haloperidol ve fenobarbital gibi ilaçlar kullanılır. Steroidler de kullanılabilir. Korenin prognozu iyidir. Genellikle 1-3 ay içinde sekel bırakmadan iyileşir. Romatizma hecmesi yinelerse (rekürrens) tüm tedavi yeniden uygulanmalıdır. 2 aydan önce rekürrens olağan değildir. Aktif dönemde rebaund olursa salisilat veya steroid dozu arttırılarak tedaviye devam edilir. Özellikle tedavi kesildikten sonraki 2 hafta içinde baskılanmış semptomların yeniden ortaya çıkması ile rebaund fenomeni görülür. Steptokoksik farenjitin 10 gün penisilin ile tedavi edilmesi ARA gelişmesini önler. Enfektif endokardit profilaksisinde, mesela dişi çekilecek ARA kardite bağlı kapak sekelli hastada, zaten 21 günde bir benzatin penisilin alıyor diye diş çekiminden önce profilaksi vermemek olmaz, ancak amoksisilin değil klindamisin veya eritromisin gibi penisilin olmayan bir antibiyotik ile profilaksi yapılır. 129 11. ENFEKTİF ENDOKARDİT Patogenez: 2 faktör önemlidir. 1) Kalp veya büyük arterlerde önemli basınç gradyanı veya türbülansı ile endotel hasarı ve trombositfibrintrombüs formasyonu oluşması. 2) Bakteriyemi Enfektİf endokardit gelişen hemen tüm hastalarda konjenital veya edinsel kalp hastalığı hikayesi mevcuttur. Kimilerinde de biküspit aortada olduğu gibi de-fekt enfektif endokardit geliştikten sonra saptanır. intravenöz ilaç bağımlılarında kardiak patoloji olmadan da endokardit gelişebilir. Sekundum tipi ASD dışında, tüm KKH'lılar endokar-dite predispozedir. En sık karşılaşılan defektler Fallot tetralojisi, VSD ve aortik kapak hastalıklarıdır. Romatiz-mal kapak hastalığı (özellikle MY), küçük bir bölümünden sorumludur. Prostetik kapak veya materyal bulunması yüksek risk oluşturur. Lokalize bir enfeksiyon (apse, osteomiyelit, piyelonef-rit) mikroorganizmayı dolaşıma dağıtır. Özellikle çocuklarda dental girişimlerden sonra gelişir. Patoloji Lezyon yerindeki türbülans ve jet akım hemodinamik bir travma oluşturur; vejetasyon gelişir. Vejetasyon genellikle defektin düşük basınçlı tarafında görülür. Bu vejetasyondan kopan trombüsler (bakteri içerir) vücuda yayılıp emboli ve apse yapabilir. Vegetasyon içindeki infekte fokus kalsifiye olabilir. Immunopatolojik faktörlerde enfektif endokardit ve sekellerinin gelişmesinde önemli rol oynar. Bu hastalarda hipergammaglobülinemi ve splenomegalinin varlığı, kanda monositlerin artması, humoral ve hücresel immunitenin uyarıldığına işaret eder. İmmünolojik mekanizma ile gelişen bulgular: • AGN • Romatid faktörün (RF) pozitif olması • Roth lekesi • Osler nodülleri Mikrobiyoloji Str. Viridans, enterokoklar (Str. bovis, fekalis, fase-um ve durans) ve staf. aureus vakaların %90'ından sorumludur. Virüs, mantar, klamidya ve rikketsia da enfektif endokardit yapabilir. Alfa hemolitik streptokoklar (Str. viridans) en sık etkendir (özellikle dental prosedürü olanlarda). Stafilokoksik endokardit gittikçe artmakta ve vakaların 1/3'ünü oluşturmaktadır. Prostetik kapaklılarda en sık etken Staf. Epidermis'dir. Postoperatif endokarditde en sık etken stafilokoklar-dır. Genitoüriner veya gastrointestinal cerrahi veya instrumentasyon sonucu olan endokarditte en sık etken enterokoklardır. Pseudomonas aeruginosa veya Serratia marcescens intravenöz ilaç bağımlılarında daha sık görülür. HACEK mikroorganizmaları yenidoğan ve immun yetersizliği olanlarda daha sıktır. Klinik bulgular Hastaların çoğunda altta yatan kardiak defekt vardır Dental girişim veya diş-dişeti ağrısı (dental girişimlerden daha sık) anamnezde sıklıkla bulunur. Ateş, yorgunluk, iştahsızlık ile gizli bir başlangıç sıktır. Fizik muayene Tamamında kalpte üfürüm duyulur, yeni bir üfürü-mün oluşması veya varolan bir üfürümün şiddetinin artması önemlidir. Ateş %80-90 ile en sık bulgudur. 38.3-39.4°C arasında seyreder. Splenomegali sıktır (%70). Deri lezyonları (olasılıkla mikroemboliye sekonder olarak, ya da immünolojik kökenli) aşağıdaki formlarda vardır: 130 • Deride, müköz membranlarda veya konjuktivadaki peteşiler en sık görülen deri lezyonlarıdır. • Osler nodülleri çocuklarda nadirdir (parmak uçlarında ağrılı, kırmızı nodüller) • Janeway lezyonları (el ve ayak tabanında küçük, ağrısız hemorajik alanlar) nadirdir. • Splinter hemoraji (tırnak altında linear hemorajiler) yine nadirdir. Diğer organlarda olabilecek bulgular: • Pulmoner emboli • MSS'ne embolizasyon sonucu konvülsiyonlar ve hemiparezi soldaki defektlerde daha sıktır • Hematüri ve böbrek yetersizliği • Roth lekesi Diş, periodontal veya gingival hastalık olabilir. Siyanoz yokluğunda parmaklarda çomaklaşma özellikle kronik vakalarda ve nadir olarak görülür. Monoartrit veya artralji görülebilir. Vakaların %30'unda kalp yetersizliği görülür. Göğüs ağrısı (Triküspit kapak vegetasyonlu çocuklarda daha sık), gastrointestinal yakınmalar görülebilir. Tanıda Duke kriterleri Major kriterler Pozitif kan kültürü: Str. viridans, enterokok, staf aureus, HACEK grubu bakterilerin bir kez üremesi yeterlidir. Staf epidermidis 2 defa üretilebilirse major sayılır. Endokard tutulumu bulgusu: • Tipik EKO bulguları • Yeni gelişmiş kapak yetersizliği Minör kriterler • Predispozisyon: kalp anomalisi, IV ilaç alımı • Ateş: >38 C • Vasküler emboli: Janeway, splinter gibi • İmmunolojik: GN, Osler nodülü, RF pozitifliği, Roth lekesi gibi • Tipik olmayan bakteri üremesi veya koagülaz (-) stafların bir kez üremesi • Tipik olmayan EKO bulguları 2 major veya 1 major + 3 minör veya 5minör olması enfektif endokardit tanısını koydurur. Laboratuvar bulguları Öncesinde antimikrobial tedavi almamış hastalarda, kan kültürü %90'ın üzerinde pozitif bulunur. (enfektif endokarditten şüphelenildiğinde, 4-6 kez kan kültürü alınmalıdır). Sedimantasyon genellikle yüksektir (polisitemi veya ağır kalp yetersizliğinde normal olabilir). Anemi (daha önce polisitemik ise görülmeyebilir), sola kaymış lökositoz sıktır. Hastaların %30'unda mikroskobik hematüri bulunur (özellikle stafilokoklar etkense) Beraberinde proteinü-ri, silendirüri ve bakteriüri görülebilir. AGN gelişirse C3 düşer. Vak'aların %25-50'sinde RF (+) bulunur. Eko tanıda ve izlemede önemlidir. Vegetasyonlar görüntülenir. Kan kültürünün (-) olduğu durumlar • Sağ taraf endokarditi • Daha önce antibiyotik alımı • Bakteri dışı endokardit • Anaerobik enfeksiyonlar • Mural endokarditler • Non bakteriyel trombotik endokarditler 131 Tedavi: Kan kültürü sonucu beklenmeden tedavi başlanır. Sinerjist etkisi nedeniyle kombine tedavi uygulanır. Penisilin veya oksasilin + aminoglikozit ile başlanır. Üçlü kombinasyon da verilebilir: Penisilin + Aminoglikozid + Metisilin (sefalosporin). Hastada penisilin allerjisi varsa penisilin yerine vankomisin kullanılır. Enterokoklarda vankomisin ve aminoglikozid verilir. HACEK endokarditinde tedavide üçüncü kuşak sefalosporinler olmalıdır. Tedavi süresi 4-8 hafta arasında değişir. S. viridans ve enterokokların neden olduğu endokarditte iyileşme oranı yüksek iken stafilokoksik endokarditte iyileşme daha azdır. En kötü prognoz ise fungal endokarditde görülür; amfoterisin ve 5 florositozin tedavisinden hemen sonra genellikle kapak replasmanı operasyonu genellikle gerekir. Cerrahi endikasyonları • Müdahale edilemeyen kalp yetersizliği • Mikotik anevrizma • Aortik sinus rüptürü • Yeterli antibiyotik tedaviye rağmen kanın sterili-ze edilememesi • Miyokardial abse • Rekurren emboli ve tedaviye rağmen vejetasyonun büyümesi Profilaksi Sekundum ASD dışında tüm doğumsal ve romatizmal kalp hastalarına bakteriyemiye neden olabilecek her türlü cerrahi girişim sırasında profilaksi uygulanmalıdır. Kalp anomalilerin cerrahi olarak düzeltilmesi enfektif endokardit riskini tamamen ortadan kaldırmaz (PDA ve basit ASD dışında). Üst hava yolları ve ağız ile ilgili girişimlerden 1 saat önce amoksisilin 50 mg/kg (erişkinde 2-3 gr) ve ilk dozdan 6 saat sonra bu dozun yarısı verilir (artık 2. doz önerilmiyor). Allerji varsa eritromisin 20 mg/kg 2saat önce ve ilk dozdan 6 saat sonra ilk dozun yarısı verilir. Yüksek riskli hastalar için veya genitoürinergastroin-testinal girişimlerde girişimden yarım saat önce ampisilin + gentamisin IV veya IM olarak verilir, ilk dozdan 6 saat sonra da oral amoksisilin verilir. Profilaksi daha değişik şekillerde de yapılabilmektedir. 132 12. MİYOKARDİT Patoloji Viral miyokarditlerde kalp tutulumunun ana mekanizmasının sadece viral replikasyonun yaptığı miyokard hasarı değil aynı zamanda hücresel immünolojik reaksiyona bağlı olduğuna inanılmaktadır. Otopside miyokarddan virüs izolasyonu azdır. Makroskobik olarak kalp büyüktür, boşlukları genişlemiştir. Etiyoloji En sık neden virüslerdir. Virüsler arasında coxsackie, ec-ho ve adeno virüsler en sık ajanlardır. Virüsler yanında nadiren bakteriler (difteri, tifo), rikketsia, mantar, proto-zoa ve parazitler etken olarak görülürler (Tablo 12-1). Tablo 12-1. Miyokarditlerin nedenleri Enfeksiyonlar • Virüsler: Koksaki (en sık myokardit nedeni virüsler; en sık neden olan virüs ise coxsackie B'dir), influenza, ECHO, HİV, CMV. • Chlamydia (C.psittaci gibi) • Rickettsia (R. typhi gibi) • Bakteriler: Corynebakterium (difteri), Neisseria (meningokokus), Borrelia burgdorferi (Lyme); stafilokok, • Mantar: Candida • Parazit: Typanozoma cruzi (Chagas), toksoplasma; • Helmint: Trichinozis, kalp tutulumu ile giden en sık helmintik enfeksiyondur. İmmünolojik nedenli tablolar • Postviral • Poststreptokokal (ARA • SLE • İlaç aşırı duyarlılığı (metildopa, sulfonamidler gibi) • Transplant rejeksiyonu Nedeni bilinmeyen tablolar • Sarkoidoz • Dev hücreli miyokardit Klinik belirtiler • KKY bulguları olabilir. • Sistolik üfürüm (sık değil), hepatomegali olabilir. • Supraventriküler/ventriküler ektopik vurular nedeni ile düzensiz ritim olabilir. Telegrafi Değişik derecelerde kardiyomegali miyokarditin en önemli bulgusudur. EKG Düşük QRS voltajı, ST-T değişiklikleri, PR ve QT uzaması ve aritmilerden (özellikle prematüre vurular) bir veya daha fazlası görülebilir. EKO Kısalma ve ejeksiyon fraksiyonu azalmıştır. Sol ventri-kül diastol ve sistol sonu ölçümleri artmıştır. Kardiak boşluklar büyümüştür. 133 Laboratuar Bulguları Kardiak troponin düzeyleri (troponin-l ve-T) ve miyokard enzimleri (CK-MB) artmış olabilir. Troponin daha sensitiftir. Ayırıcı Tanı Perikardit (ARA kollajen, vasküler ve diğer otoimmün hastalıklarla beraber de bulunabilir.) Endokardial fibroelastozis (EFE) Her ikisinde de dijitale yanıt veren KKY vardır. EFE deki içten zırha karşı çalışan sol ventrikül hipertrofiktir. Bunun sonucu olarak EKG de sol potansiyeller artmıştır. Halbuki akut miyokarditde voltaj azalmış veya normaldir. Glükojen depo hastalığı Septum kalın olduğundan sol ventrikül çıkışında darlık vardır. Sol ventrikül basınç yükü belirtileri bulunur. EKG de kısa PR ve yüksek QRS voltajı görülür. Tedavi Yatak istirahati ve hareket kısıtlaması, O2 ve pozisyon verilir. Kalp yetersizliği tedavisi: • Hızlı etkili diüretikler • Hızlı etkili inotropik ajanlar ağır hastada yararlıdır (dobutamin, dopamin). • Digoksin (yarı dozda verilmelidir) Yüksek doz gammaglobulinin (2gr/kg/gün) yararlı olduğu bildirilmiştir. ARA karditi dışındaki miyokardit tedavisinde kortikosteroidlerin rolü tartışmalıdır. Ancak akut dönemde (ilk 7 gün) virüs çoğalmasını artırabileceği için pek önerilmemektedir. Akut fazda ACE inhibitörleri yararlı olabilir Spesifik tedaviler difteri miyokarditindeki antitoksin tedavisi ve Kawasaki miyokarditinde salisilat ve gammaglobulindir. Akut dönemde sentetik nükleozit ribavirin kullanılması miyokardda Coxsackie virüsünün çoğalmasını engeller. Aynı etkinin alfa ve beta-interferonla da sağlandığı bildirilmiştir. 134 13. PERİKARDİT Etiyoloji Özellikle süt çocuğu döneminde en sık etken viral enfeksiyonlardır (coxsackie, adeno). 5-15 yaş grubu arasında ise en sık neden ARA'dır. Perikarditin Nedenleri: • Enfeksiyonlar: En sık neden virüsler (en sık koksaki virüs), piyojen bakteriler, Tbc, mantarlar. • Otoimmün tablolar: RA, SLE, skleroderma, post-miyokard enfarktüsü (Dressler send), ilaç aşırı duyarlılıkları. • Nadir durumlar: Miyokard enfarktüsü, üremi, kalp cerrahisi sonrası, neoplazi, travma, radyasyon. • Üremi (Perikardite en sık neden olan sistemik hastalık) PERİKARDİTİN TİPLERİ SERÖZ PERİKARDİT En sık izlenen perikardittir. Sıklıkla viral nedenlidir. Diğer nedenler RA, SLE ve sklerodermadır. İzlenen steril seröz efüzyon transüdadan (kalp yetersizliği, anazarka) ayrılmalıdır. FİBRİNÖZ VE SEROFİBRİNÖZ PERİKARDİT Akut romatizmal ateş (ekmek üstü tereyağ görünümü), SLE, üremi, tüberküloz nedenlidir. Fibrinöz eksü-da ile karışık seröz sıvıdan oluşur. Oskültasyonda sürtünme sesine neden olur (friction rub). Fibrotik olduğunda bu kalbin diastolde genişlemesini engelleyip "konstriktif perikardite" yol açabilir. PÜRÜLAN YA DA SÜPÜRATİF PERİKARDİT Perikard boşluğuna enfeksiyon ajanlarının invazyonlarına sekonder gelişir. Perikarda ulaşma direkt komşuluk yoluyla (en sık akciğerlerden), kan yolu ile lenfatiklerle ya da kardiyak cerrahi esnasında gelişebilir. Etken daha çok Strep. Pneumonia ve staf. Aureus'tur. HEMORAJİK PERİKARDİT Seröz sıvı birikimine, fibrinöz, ya da süpüratif tablolara eşlik edebilir. En sık neden tbc, travma ve direkt habis tümör invazyonudur. KAZEÖZ PERİKARDİT Büyük sıklıkla tüberküloz olmak üzere, nadiren mantar enfeksiyonlarına da eşlik edebilir. Tablo sıklıkla fibrokalsifiye olur ve kronik konstrüktif perikardite ilerler. Tüberküloz perikardit dünyada konstrüktif perikarditin en sık nedenidir. Sadece ABD'de açık kalp cerrahisi, pürülan infeksiyonlar ve travma en sık konstrüktif perikardit nedenidir. Perikardit iyileşmeleri ya adhezif mediastinoperikardit ya da konstrüktif perikardit tarzındadır. ADHEZİF MEDİASTİNOPERİKARDİT Süpüratif ya da kazaöz tablolarda, kalp cerrahisi geçirenlerde ya da radyasyona bağlı gelişen bir tablodur. Kalbin her sistoldeki atımında ventrikül önünde bir engel oluşturur. Kalbin işi artar, kardiyak hipertrofi ve dila-tasyon gelişir ki, çok ağır olgularda kalpte masif büyüme ve dilate kardiyomiyopati benzeri görünüm izlenir. KONSTRİKTİF PERİKARDİT Kalbin yoğun, fibröz ya da fibrokalsifiye skar ile kaplanması ve diastolik genişlemesinin sınırlanmasına ve ciddi restrüktif kalp problemlerine neden olur. Pek çok tablonun sonunda gelişen bir ortak sonuçtur. 135 Patoloji Perikardın viseral ve parietal yüzlerindeki iltihabın oluşturduğu effüzyon serofibrinöz, hemorajik veya pürülan olabilir. Effüzyonun tamamen emildiği perikardial kalınlaşma veya kronik konstriksiyonla sonuçlanabilir (konstriktif perikardit) Fizyopatoloji Perikardial semptom ve belirtilerin patogenezini iki faktör belirler. 1- Effüzyonun toplanma hızı, 2- Miyokard tutulumu Hızlı ve büyük miktarda toplanma olduğunda kalp diastolde yeterince dolamaz. Sonuçta kalp atım hacmi düşer. Pulmoner venöz konjesyon gelişir. Effüzyon yavaş ve az hacimli biriktiğinde miyokard da sağlamsa iyi tolere edilebilir. Perikardial tamponadın gelişmesi ile birkaç kompansatuar mekanizma işler. Diastolik dolumu düzeltmek için sistemik ve pulmoner venöz konstriksiyon, düşen kan basıncını yükseltmek için sistemik venöz dönüşte artış ve kardiak debiyi artırmak için taşikardi gelişir. Düşük kardiak debi nedeni ile olan sistolik kan basıncındaki düşmeyi engellemek için gelişen refleks vazokonstriksiyon, diastolik basıncı yükselterek, nabız basıncını azaltır ve pulsus paradoksus görülür. Klinik belirtiler Hastada ÜSYE hikayesi olabilir. Sol omuz boyun ve sırta yayılan ağrı sıklıkla ilk şikâyettir. Ağrı öne eğilmeyle azalır, ya da ağrı yatmayla veya derin inspirasyonla artar. Değişik derecelerde ateş vardır. Frotman duyulur, en iyi 2-4.İKA'da sol sternal veya midklavikuler hat hizasında presistolik, sistolik ve erken diastolik zamanlarda duyulur. Kardiomegali varlığında kalp sessiz ve hipodinamiktir. Her ne kadar ARA'da olabilsede, kalpte üfürüm yoktur. Pürülan perikarditte çoğu kez septik ateş, taşikardi, göğüs ağrısı ve dispne vardır. Perikard sıvısı fazla olduğunda genişlemiş kalbin akciğere yaptığı bası nedeniyle sol skapula altında perküsyonla matite alınır (Evert belirtisi). Kardiak tamponad bulguları olabilir. Taşikardi, pulsus paradoksus, nabız basıncında azalma, hepatome-gali, assit venöz distansiyon ve periferik vazokonstruk-siyonla birlikte bazen hipotansiyon olabilir. Kardiak tamponad pürülan perikarditte daha sıktır. Frotman tamponad bulgusu değildir. EKG Düşük voltajlı QRS tipiktir. Ancak sabit bir bulgu değildir. Başlangıçta ST segmentinde yükselme sonra ST segmentinde düzleşme ile birlikte T inversiyonu (2-4 hafta sonra) görülür. Röntgen Değişik derecelerde kardiyomegali vardır. Armut veya sürahi şeklinde kalp büyük effüzyonda karakteristiktir. Kardiak tamponad gelişmişse akciğerde vasküler imajlar artmıştır. Kesin tanı ekokarditografi ile konulur. Tedavi • Perikardiyo sentez veya cerrahi drenaj hem ağır tamponadın acil tedavisinde hem de etiyolojik incelemede yararlıdır. • Viral perikarditlerin spesifik bir tedavisi yoktur • Altta yatan hastalık varsa tedavi edilir. • Non bakteriyel ve ARA perikarditlerinde prekordial ağrı için salisilatlar verilir. • Kortikosteroid tedavisi ARA veya travmatik perikarditte (postperikardiyotomi sendromu) verilebilir. Tüberküloz perikarditte ve bazen de pürülan perikarditte de verilebilir. • Pürülan perikarditte acil cerrahi drenaj gerekir. Bunu takiben 4-6 hafta İV antibiyotik tedavisi verilir. • Dijital kontraendikedir. KONSTRİKTİF PERİKARDİT Fibrotik kalınlaşmış, yapışık perikardium kalbin diastolik doluşunu kısıtlar. Her nekadar çocukta nadir olsa da genellikle pürülan ve TBC perikarditlerinin geç komplikasyonu olarak ortaya çıkar. 136 Daha nadir olarak viral perikardit, hemoperikardium, mediastinal radyasyon, neoplastik enfiltrasyon, kolla-jen doku bozukluğu sonucu gelişebilir. Vak'aların çoğunda konstriksiyon primer hastalıktan aylar ya da yıllar sonra oluşur. Artmış juguler venöz basınç bulguları gelişir. Asitli ve sistemik ödemli hepatomegali olabilir. Üfürüm olmadan, sol sternum kenarında, "opening snap" ı andıran protodiastolik kısa metalik tarzda perikardial vuru (knock) duyulur. Telegrafide perikardda kalsifikasyon superior vena kava, sol atrium büyümesi ve plevral effüzyon sıktır. Kardiyotorasik indeks azalır. EKG'de özellikle standart derivasyonlarda QRS voltaj düşüklüğü gösterir. T dalgası inversiyonu veya düzleşmesi, P mitrale görülür. Bazen atrial fibrilasyon görülür. Tedavisi cerrahidir (Perikardiektomi). 137 14. KARDİYOOMİYOPATİLER (KMP) KMPlerin temelinde neden olarak herhangi bir kalp-damar hastalığı yoktur. Bu yüzden primer miyokardiyal hastalık olarak da adlandırılırlar. Anatomik ve fonksiyonel görünümleri ile üç tipe ayrılır; a. Hipertrofik tip b. Dilate (Konjestif) tip c. Restriktif tip Dilate KMP En sık görülen KMP formudur. Ventriküler dilatasyonla birlikte azalmış kontraktilite fonksiyonu ile karakterizedir. Atriumlar da genişlemiştir. EFE (bebeklikte görülen) ve dokzorubisin KMP'si benzer görünümlüdür.intrakaviter trombüs formasyonu sıkça görülür (anti-trombotik ilaçlar rutin olarak verilir). Etiyoloji Çoğunlukla idiyopatiktir. Miyokardit ve kardiotoksik ilaçlar (Doksorubisin) ikinci sırayı paylaşır. Koroner arter anomalileri, Karnitin eksikliği, mitokondrial hastalıklar, EFE, Duchenne ve Becker muskuler atrofisi, Barth sendromu (kardioskeletal miyopati), tiamin ve selenyum eksikliği, alkol, hemokromatozis, feokromasitoma, glikojen depo hastalığı tip IV-V-VI, mukopolisakkaridozlar, sfingolipidozlar, Kwashiorkor, beta-ketotiolaz eksikliği, hipotiroidi, Tirotoksikoz, osteogenesis imperfekta, kollajen doku hastalıkları (SLE, JRA, PAN, Kawasaki), hipofosfatemi, hipokalsemi, diabet etiyolojide bilinen nadir nedenlerdir. Tablo 14-1. Dilate kardiyomiyopati nedenleri 138 Genetik Olmayan Nedenler (%60-70) • Miyokardit • Peri partum • Toksik (alkol) • İdiyopatik Genetik Nedenler (%3O40) Sarkomer mutasyonları • Aktin • beta-Miyosin ağır zincir • alfa-Tiropomiyozin • Tiroponin T Sitoskeleton mutasyonları • δ-Sarkoglikan • beta-Sarkoglikan • Distrofin • Desmin Nükleer zarda mutasyon • Lamin A/C Mitokondri mutasyonları • Orta uzun zincir Acyl-6A • Dehidrogenaz • Karnitin transporter translokaz Klinik ve laboratuar belirtiler EKG'de sinusal taşikardi, sol ventrikül hipertrofisi, ST-T değişiklikleri en sık görülen EKG bulgularıdır. Atrial ve ventriküler aritmiler ve atrioventriküler ileti bozuklukları görülebilir.Telegrafide kardiyomegali vardır. Kesin tanı ekokardiyog-rafi ile konur, tüm kardiak boşluklar genişlemiştir. Apikal trombüs görülebilir. Kısalma ve ejeksiyon fraksiyonu azalmıştır. Kardiak debi, stroke volüm azalır. Diastol sonu basıncı ise artar. Tedavide vazodilatatörler ventriküler tedavi, dijital + diüretik, antikoagülanlar bazen betablokerler (metoprolol, karvedilol) ve anti-aritmikler (amiodaron vs.) kullanılır. İstisnalar dışında progresif kötüleşme kuraldır. 2/3'si dört yıl içinde KKY'den ölür. Ölüm nedenleri genellikle KKY, aritmi ve masif embolizasyondur. DOKZORUBİSİN KARDİYOMİYOPATİSİ Dokzorubisin çocuklarda kronik KKY'nin en sık nedeni olmaya adaydır. Adriamisinin devamlı enfüzyonla verilmesi, total kümulatif dozun kısıtlanması (bu durumda da malignite tedavi edilemeyebilir), hastaların seri EKO'lar veya radyonüklear anjiografi ile takibi toksisitenin engellenmesinde yararlıdır. ENDOKARDİAL FİBROELASTOZİS Dilate KMP'nin çocuklarda görülen bir formudur. En-dokardiumda diffüz, beyaz, opak, parlak ve kalın görünümle karakterizedir. Sol atrium ve sol ventrikül dilate ve hipertrofiyedir. Sağ kalp boşluklarının tutulumu nadirdir. Sol kalbin ağır obstruktif lezyonlarına sekonder olarak da benzer bir patoloji gelişebilmektedir (sekonder fibroelastozis). Primer olanların etiyoljisi bilinmemektedir; kabakulak miyokarditine sekonder olabileceği de düşünülmektedir. Yaşamın ilk 10 ayı içinde KKY bulguları ortaya çıkar. Üfürüm yoktur ancak ilerleyen seyirde dilatasyona bağlı gelişen kapak yetersizliğinde (mitral) üfürüm duyulabilir. EKG de ileri derece sol ventrikül hipertrofisi görülür. Bazen miyokar enfarktüsü, aritmiler ve AV blok saptanabilir. Telegrafide belirgin kardiyomegali vardır. EKO'da altta anomali olmaksızın sol ventrikülün dilate olduğu ve kontraktilitesinin azaldığı görülür. Endokardın parlak görünümde olması tipiktir. Uzun süreli digoksin, diüretik ve debiyian ilaçların (hid-ralazin) kulanımı yararlıdır. 139 HİPERTROFİK KARDİYOMİYOPATİ Ventriküler kavitenin genellikle küçük veya normal büyüklükte olduğu hipertrofik sol ventrikül en karakteristik anormalliğidir. Asimetrik septal hipertrofi (eski adı idiopatik hipertrofik subaortik stenoz) en sık görünümüdür. Otozomal dominant geçiş gösteren kalıtımsal yapısı vardır (% 60'ında) (Leopard sendromunda da benzer bir görünüm vardır). Neden %100 genetiktir (Sarkomer mutasyonları) (Tablo 14-2). Genellikle adolesan ve genç erişkinde görülür. Tablo 14-2. Hipertrofik kardiyomiyopati mutasyonları Sarkomer mutasyonları • Aktin • beta-miyozin ağır zincir • alfa-tropomiyozin • Troponin T • Miyosin hafif zincir • Troponin I • Titin Bazı hastalarda sistol esnasında intrakaviter basınç gradyanı gelişir. Bunun nedeni mitral kapağın sistolik anterior hareketinin hipertrofik septuma karşı olmasıdır. Bu durumda hipertrofik obstruktif KMP adını alır. Darlık geç sistolde en fazladır (üfürüm de). Sistolde mitral kapağının öne hareketi darlığı artırdığından dolayı sistolde ventriküle gelen kan volümünü azalırsa obstrüksiyon artar (üfürüm de artar). Sistolde ventriküldeki kan volümü fazla ise mitral kapak ve hipertrofiye ventriküler septum aradaki kan volümü nedeni ile birbirinden uzaklaşır, sonuçta obstrüksiyon azalır (üfürüm azalır). Darlığı (üfürümü) artıran durumlar Aynı zamanda sol ventrikül sistolik volümünü azaltan durumlardır. • Pozitif inotropik ajanlar • Diüretik kullanımı • Sistemik venöz dönüş azalması (Valsalva manevrası) Yukarıdaki maddeler istenmeyen durumlardır. Darlığı (üfürümü) azaltan durumlarAynı zamanda sistolik hacmi artıran durumlardır. 140 • Negatif inotropik ajanlar • Bacakların yükseltilmesi • Kan transfüzyonu • Sistemik venöz dönüş artışı Bu hastalıkta miyokard kontraktilitesi artmıştır yani sistolik fonksiyon normaldir ama diastolik doluş azaldığından sol atriumda büyüme, pulmoner venöz dönüşte konjesyon ve buna bağlı semptomlar olur. Göğüs ağrısı, senkop, aritmiye (ventriküler taşikardi ve fibrilasyon) bağlı ani ölüm (özellikle egzersiz sırasında) olabilir. Keskin bir arterial nabız piki karakteristiktir. Halbuki aort stenozunda arterial nabız piki yavaştır. Hipertro-fik obstrüktif KMP'da pulsus bisferiens alınabilir. EKG'de sol ventrikül hipertrofisi, ST-T değişiklikleri (ko-roner iskemi), anormal derin Q dalgalan (septal hiper-trofi) ve aritmiler görülebilir. Tedavide fiziksel aktivite kısıtlanır, betabloker ve kalsiyum antagonistleri kullanılır. Dijital/katekolamin ve nitratlar kontraendikedir. Diüretikler durumu kötüleştirebilir. RESTRİKTİF KMP Çocuklarda son derece nadirdir. Son derece sert (esnemeyen) ventrikül duvarı nedeni ile diastolik ventriküler doluş azalmıştır. Sağ ve sol ventrikül kavitesi değişebilmekle birlikte (genellikle normal) biatrial genişleme vardır. Bu nedenle konstriktif perikarditin klinik bulguları ve hemodinamik anormalliklerini andırmaktadır. Enfiltratif restriktif KMP; amiloidoz, sarkoidoz, Hurler hastalığı, hemokromatozis, Gaucher hastalığı, Fabry hastalığı (glikosfingolipit depolanması), Löffler hipere-ozinofilik sendrom radyoterapi veya neoplastik enfiltrasyon sonucu oluşur. Telegrafide kardiomegali, pulmoner konjesyon, plevral effüzyon görülür. EKG'de atrial fibrilasyon ve sup-ra ventriküler taşikardi görülebilir. EKO'da sağ ve sol ventrikül volümü normal iken biatrial genişleme olması tipiktir. Sol ventrikül sistolik fonksiyonları normale yakındır. Diastol sonu ventrikül basıncı yüksektir. Atrial trombüs olabilir. Tedavide diüretikler yararlı olabilir ama digoksinin yararı yoktur. Diastolik kompliansı artırmak için kalsiyum kanal blokerleri verilebilir. Aspirin trombüs gelişimini engellemek için verilebilir. Bu tedaviler yaşam süresini artırmaz prognoz kötüdür (özellikle pulmoner venöz konjesyon bulguları ile gelenlerde).Tablo 14-3. Kardiyomiyopatiler Tablo 14-3. Kardiyomiyopatiler Patern Dilate KMP Hipertrofik KMP Restriktif KMP Sol ventrikül Kalp yetersizliğinin EF mekanizması <%40 Kontraktilite bozulmuş En sık neden → İdiyopatik (sistolik disfonksiyon) Alkol, peripartium genetik, valvüler kalp hastalığı, miyokardit, kronik anemi, hipertansif kalp hastalığı, doksorubisin, sarkoidoz konjenital kalp hastalığı Kompliyans bozulmuş En sık neden → İdiyopatik (diastolik disfonksiyon) Genetik, depo hastalıkları, aort stenozu diyabetik anne çocuğu %50-80 %45-90 Neden İndirekt miyokard disfonksiyonu İskemik kalp hastalığı, Hipertansif kalp hastalığı, Kompliyans bozulmuş En sık neden → İdiyopatik, Perikardiyal konstrüksiyon (diastolik disfonksiyon) Amiloidoz (AL tipi), radyasyona bağlı gelişmiş fibrozis, skleroderma, hemakromatoz 141 15. KALP YETERSİZLİĞİ Kardiak debinin sistemik ihtiyacı karşılayacak düzeyin altına düşmesine kalp yetersizliği denir. Kalp yetersizliğinin en sık nedenleri iskemik kalp hastalığı ve hipertansiyondur. Tablo 15-1. Kalp Yetersizliği Sınıflaması (Newyork Heart Association Functional Classification) Klas I: Günlük doğal aktivitelerini yapabiliyor. Ancak ağır egzersiz ve eforlarla yetersizlik bulguları ortaya çıkıyor. Klas II: Normal aktivitelerde hafif kısıtlama var. İsti-rahatte rahat. Klas III: Günlük aktivitelerde belirgin bulgu ve şikayetler mevcut. Klas IV: istirahatta bile semptomatik günlük ihtiyaçları yardımsız yapması mümkün değil, hemen hemen yatağa bağımlı. Kardiyak atım hacmi: Kalp hızı X her vuru ile atılan hacim. Kompansatris mekanizmalar Azalmış kardiyak atım hacmini tamamlamak için; a) Dolaşımın adaptasyonu: Periferde vasküler tonus artar (afterload artar) Na ve su tutulması ile volüm artar (preload artırılması) (Frank-Starling mekanizması: End-diastolik volüm, kontraksiyon öncesi ventriküllerin gerginliğini sağlar/ belirler (preload). Yani belirli miktarda gerilmiş kas daha fazla kasılabilmektedir. Venöz dönüş arttığında ventriküllerdeki gerilme artacak bu da atım hacmini artıracaktır (normal kalp ve kompanse dönem için geçerli). Ağır yetersizliğin varlığında ise aşırı gerilmiş kalp kasılma gücünü kaybeder. Bu yüzden Frank-Starling'e uyabilmek için geren kuvvet (preload) azaltılmalıdır (vazodilatatör ve diüretik kullanımı) Kardiyak output: Atım hacmi x dakika sayısı, Kan basıncı: Kardiyak Output x periferik rezistanstır. Kardiyak output azaldığında kan basıncı sabit tutulabilmesi için periferik rezistansın arttırılması gerekmektedir. b) Kardiyak adaptasyon: Kardiyak hipertrofi: Kas kitlesini arttırarak (ksentrik yada konsenterik) c) Nörohumoral adaptasyon: Kalp yetersizliğine bağlı olarak ortaya çıkan sekonder hormonal ve nöroadaptif mekanizmalar sonucunda önemli semptomlar ortaya çıkar; Renin -anjiyotensin-aldosteron aktivasyonu sonucu AG-II artar; sistemik vazokonstriksiyon, sodyum ve su tutulumu ve remodelling (hipertrofi) olur, aldosteron salınımı artar. Sempatik sinir sistemi aktivasyonu (norepinefrin salınımı artar): norepinefrin salınımının kronik yüksekliği kalpteki beta-1 reseptörleri baskılar. Endotelin: vazokonstriksiyon yapar, afterloadu arttırır. ADH: vazokonstriksiyon ve su tutulumunu arttırır. Sitokinler: İnterleukinler ve TNF-alfa: Remodelling (hipertrofi, apoptoz) ANP ve BNP: idrarla sodyum ve su atılımını attırır. Adrenerjik stimülasyon: pozitif inotropi ve kronotropi, diaforez artışı. Vazopressin salınımında artış efektif plazma hacmini artırır. Etiyoloji Genel olarak iki katagoride sınıflanması mümkündür. Miyokard kitlesinin kaybına neden olan durumlar (AMI, miyokardit, dilate kardiyomiyopatiler) Kronik hemodinamik aşırı yüklenmelere sebep olan durumlar (daha ziyade kapak hastalıkları ile ilintili durumlar) Basınç yüklenmesi: Yani afterload artışı klasik örnek aort stenozu (hipertansiyon, obstrüktif KMP, aort koarktasyonu). Genellikle beklenen konsenterik hipertrofidir (duvar kalınlığının boşluk çapına oranla daha çok arttığı hipertrofi) 142 Volüm yüklenmesi: Yani kalbin aşırı volüm yüküne karşı çalışmasıdır (tipik örnek aort yetersizliği). Kalp yetersizliğinin dilatasyonla giden durumları çap ve duvar kalınlığı ile birlikte artış gösterir. Sistolik disfonksiyon Kontraktilite azalması: İskemik kalp hastalığı, dilate kardiyomyopati, miyokardit vs Ard-yük (after-load) artması: Özellikle hipertansiyon, aort stenozu, aort koarktasyonu, hipertrofik obstruktif KMP Diastolik Disfonksiyon a) aktif faz bozukluğu sebepleri: Miyokardiyal iskemi ve ventriküler hipertrofi b) pasif faz bozukluğu sebepleri: Miyokardın normalden daha sıkı ve sert olduğu durumlarda, hipertansiyona bağlı konsenterik hipertrofi veya amiloid infiltrasyonu, konstriktif perikardit, endokardiyal fibrozis, bazı hipertrofik kardiyomiyopatiler gibi durumlarda görülür. Terminoloji Yüksek atımlı kalp yetersizliği Ayırımda arteriyel-mikst venöz oksijen satürasyonu farkına bakılır. Normalde 35-50ml/L'dir. Dolaşım veya oksijen salınımı dokularda yetersiz ise fark yükselirken yüksek atımlı kardiyak yetersizliklerde normal veya düşüktür. Tirotoksikoz, beriberi, gebelik, anemi, Paget hastalığı, AV fistül gibi ihtiyacın arttığı ve kalbin artan ihtiyacı karşılayamadığı durumlarda ortaya çıkan kalp yetersizliğidir. Normal kardiyak atım 2.5-3.8L/dk/m2 dir. Düşük atımlı kalp yetersizliği Kalp kasının kasılabilirliğinin azaldığı durumlar (iskemik kalp hastalığı, dilate kardiyomiyopati, miyokardit vs) Sol kalp yetersizliği Sol ventriküler debinin azalması nedeni ile gelişen kalp yetersizliğidir: pulmoner venöz konjesyon, ortopne ve PND olur. Sağ Kalp yetersizliği Sağ ventriküler debinin azalması nedeni ile hastada sistemiz venöz basınç artışına bağlı jugüler ven distansiyonu, periferik ödem, hepatomegali ve asit gelişmesidir. Ortopne, PND veya pulmoner venöz konjesyon olmaz. En sık sol kalp yetersizliğine sekonderdir. Ayrıca izole sağ yetersizlikte olabilir (pulmoner hipertansiyona, pulmoner stenoza sekonder vs.). Sistolik kalp yetersizliği Ventriküllerin yeterince kasılamaması nedeni ile kardiyak debinin düşük olmasıdır. Ekokardiyografide ejeksiyon fraksiyonu düşüktür. Diastolik kalp yetersizliği Ventrikül duvarının kalınlaşması ya da sertleşmesi nedeni ile ventrikülün gevşeyememesine bağlı aldığı kanın ve dolayısı ile atım volümünün de düşük olmasıdır. Ejeksiyon fraksiyonu normaldir. Klinik BULGULAR • Dispne (en erken ve en sık bulgudur, takipne ile birlikte olabilir) • Ortopne • Paroksismal noktürnal dispne • Cheyne-Stokes solunumu: Solunum merkezinin aPCO2 duyarlılığının azalması ile ortaya çıkar. • Noktüri • Ödem • Efor kapasitesinin azalması • Serebral semptomlar • Anoreksi: KKY nin geç bulgusudur. 143 Fizik muayene • Taşikardi: Sıklıkla sinüzal bir taşikardi vardır. Bunun yanında her türlü taşiartimi zaman zaman gözlenebilir. • Pulmoner railer: Bazallerdeki yaş railer ve ortopne görülür (intersitisyel akciğer hastalığı olmaksızın) • Kardiak büyüme ve genişleme: Yetersiz kalp Frank Starling kanunlarına göre çalışırken boşluklar genişler ve eksenterik hipertrofi ortaya çıkabilir. • S4 duyulması (Atrial gallop): Sinüs ritmindeyken duyulur, sol atriumun kasılarak kanı ventriküle yollamasıyla oluşur. • S3 duyulması (Ventriküler gallop): Diastol başında duyulur ve sol kalp yetersizliğinin fizik muayene olarak en güvenilir bulgusudur. Sol ventrikülün hızla dolumu ile oluşur. • Venöz dolgunluk: Sağ yetersizlik ile sağI ventrikül volüm ve basıncının artması sonucu • Ödem • Asit ve hidrotoraks KKY'li hastaların %50'si var olan kalp kasının zaafiye-tinden kaybedilirken, ortalama %40 vaka aritmilerden (%3570) kaybedilir. Antiaritmiklerin doğru kullanımı hayat beklentisini artırır, tekrarlayıcı ventriküler aritmilerde kardiyoverter pacemaker kullanılmalıdır. Ağır vakalarda kötü prognostik işaretler: Efor zamanını <3dk olması, Holter monitoring ile sık ventriküler ekstrasistolun bulunması, düşük Na (<133 mEq/l) ve K (<3mEq/L), düşük Mg ve yüksek norepinefrin, katekolamin ve atrial natriüretik hormon (özellikle BNP) düzeyleridir. Tanı EKG: genellikle nonspesifiktir. Teleröntgenogram: Akciğer konjesyonunu; kardiak boşlukların genişlemelerini gösterir. Ekokardiogram: Kalp boşluklarının, duvar hareket bozukluklarının, kapak fonksiyonlarınının ve ejeksiyon fraksiyonunun (normal %55-76) değerlendirilmesinde kullanılır; en pratik tanı yöntemidir Doppler: Kan akımlarının değerlendirilmesinde, regürjitasyonların, intrakardiak şantların gösterilmesinde kullanılır. Radyonükleid ventrikülografi: Ejeksiyon fraksiyonlarını (EF) en iyi gösteren yöntemdir. Özellikle sol ven-trikül EF sinin doğru hesaplanabilmesini sağlar, ancak rutinde yeri yoktur. Kardiyak kateterizasyon: intrakardiak basınçların, kapak kaçak ve darlıklarının, koroner kan akımının değerlendirilmesinde kullanılır. Spesifik kardiak tanı değerlendirilmesinde en uygun metottur. 144 Presipitan faktörler • Pulmoner Emboli • Enfeksiyonlar • Anemi • Tirotoksikoz ve gebelik: Artmış doku ihtiyacı • Aritmiler: Yaklaşık vakaların yarısı aritmi ile kaybedilmektedir. • Romatizmal veya diğer formlarda miyokarditler • Enfektif endokardit: Eklenmiş kapak lezyonları, anemi, ateş ve miyokardit birlikte. • Fiziki, diyete bağlı, emosyonel stresler: sıvı alınımında, çevresel aşırılıkların sonrasında: Ağır egzersiz, aşırı tuz alımı, hastanın ilaçlarını kesmesi, aşırı efor sarf etmek, aşırı sıcak ve nem • Sistemik hipertansiyon • Miyokard enfarktüsü Tedavi A) Etiyolojik tedavi Örneğin kapak problemlerinin düzeltilmesi, koroner by-pass cerrahisi vs., presipitan faktörlerin kaldırılması, B) Semptomatik ve destek tedavi Tuz ve sıvı kısıtlaması: Önerilen 2 L/gün sıvı <3gr/gün tuz (maksimum). Egzersiz: Hafif Pnömokok ve influenza aşılaması. Gereksiz antiaritmik ve NSAİ kaçınma. Tedavi ACE İnhibitörleri KKY'nin her evresinde endikedir; afterload'u azaltır, kardiyak debiyi arttırır; re-modelling'i yavaşlatır; öksürük, anjiyo-nörotik ödem, lökopeni, hiperkalemi yapabilir. Yan etki olursa AT Reseptör blokeri kullanılır Diüretik tedavisi Öncelikle su ve tuz kısıtlaması yapılmalıdır, yeterli olmazsa furosemid (en etkili diüretik) verilir. Tiazid diüretikler furosemide eklenince sinerjik etki yaparlar. Beta-Blokerler Class 2-3 vakalarda diüretik + ACEİ'ne ek olarak verilebilir; mortaliteyi ve ani kardiyak ölüm riskini azaltır. Hipotansiyon, bradikardi, AV blok, PR uzaması varsa verilmez. Bisoprolol (B1), Metoprolol (B1), Carverdilol (B1, B2, alfa). Anti - Aldosteron Tedavi Class 4 KKY de endikedir. Anti remodelling etki yapar. Spironolakton zayıf bir diüretiktir; ancak mortaliteyi azaltır. Eplerenon: sadece anti-minerolokortikoiddir, jinekomasti yapmaz. Digoksin Digoksin Na-K/ATP azı inhibe ederek hücre içi sodyum ve dolayısı ile kalsiyumu arttırır. Böylece miyokardiyal kontraktilite artar (pozitif inotrop etki). Ayrıca AV no-du baskılayarak anti aritmik etki gösterir (AV nodal ve ektopik otomatisiteyi arttırır). Digoksin mortaliteyi azaltmaz. En ideal kullanım yeri KKY + Atriyal fibrillasyondur. Sinüs ritimli KKYde etki çok az ya da hiç yoktur. Digoksin renal atılımlı olduğundan böbrek yetersizliğinde dikkatle kullanılmalıdır. 145 Digoksin entoksikasyonu Hipokalemi, hipomagnezemi, hiperkalsemi ve böbrek yetersizliğinde digoksin entoksikasyonu riski artar Başlıca bulguları bulantı, kusma, sarı görme ve deliriyumdur. En sık görülen kardiyak aritmiler şunlardır; • Sinüs bradikardisi, PR uzaması (birinci derece AV blok) • AV nodal taşikardi (bloklu atriyal taşikardi) • Atrio-ventriküler blok (1, 2 ve 3üncü dereceler) • Ventriküler ekstrasistol (en sık görülen, özellikle bigemine) • Ventriküler Taşikardi Tedavi: Öncelikle digoksin kesilir. Elektrolit bozuklukları düzeltilir. Saf Fab fragmanları (digoksin antikorları) en etkili tedavidir. Dopamin Vazokonstriktör etkisi inotrop etkisindenden daha fazladır. Dobutamin Ön planda inotrop etkisi (1-10 mikrog dozunda) vardır. Yüksek doza çıkıldığında ise vazokonstriktör etkisi ortaya çıkar. Fosfodieasteraz 3 İnhibitörleri: amrinon, milrinon Pozitif inotrop etki + vazodilatasyon yaparlar, ancak mortaliteyi arttırabilirler II! cAMP yıkımı azalır; adren-erjik uyarı artar. Vazodilatatörler Vazodilatatörler (nitratlar, hidralazin, nitroprussit) vasküler direnci azaltıp atıp hacmini arttırırlar. İmplante edilebilir defibrillatör İskemik kökenli KKY + EF %30 ise takılabilir; Ventriküler aritmileri engeller, mortaliteyi azaltır. Antikoagülan Tedavi İleri evre KKY de tromboemboli riski arttığı için önerilmektedir. DİASTOLİK KALP YETERSİZLİĞİ TEDAVİSİ Diastolik kalp yetersizliği tedavisinde digoksinin yeri yoktur. En etkili ilaçlar ACEİ, verapamil (lusitropik: gevşetici), ve diüretiklerdir. Dikkat edilirse verapamil sistolik kalp yetersizliğinde kontrendike iken diastolik kalp yetersizliğinde (örneğin hipertrofik KMP, restriktif KMP) tedavide ilk seçeneklerden birisidir. AKUT KALP YETERSİZLİĞİ (Kardiyojenik Pulmoner Ödem) Akut gelişen sol kalp yetersizliğine bağlı akciğerlerde venöz konjesyon ve ileri aşamada ödem gelişmesidir. En sık nedeni iskemik kalp hastalıklarıdır. AC-PA grafi-de bilateral infiltrasyonlarla kendini gösteren akciğer ödemi bulguları görülür. Etiyoloji: • Akut miyokard enfarktüsü • Taşiaritmiler: AF, SVT, VT • Ciddi aort / mitral yetersizliği • Ciddi Aort / Mitral darlığı • Son dönem kardiyomiyopati • Hipertansiyon (habis) • Akut fulminan miyokardit 146 Tedavi • Diüretik (Furosemid) • Oksijen • Morfin (ajitasyon için) • Pozitif inotroplar: Dopamin veya dobutamin, digoksin • Vazodilatatörler: nitrogliserin, nitroprussit, nesritid • Flebotomi veya turnike yöntemi • İdrar çıkarmıyorsa diyaliz veya ultrafiltrasyon KOR PULMONALE Akciğer hastalıkları ve pulmoner hipertansiyona sekon-der sağ ventrikül büyümesidir. Temel sebep sağ ventriküler afterload artışıdır. Özellikle egzersizle artan dispne ve takipne vardır; Öksürük, göğüs ağrısı, hepatomegali, pretibial ödem olur. S3 inspiriyumdaşiddetlenir. Juguler trasede belirgin 'a' dalgası görülür. EKO'da sağ ventriküler büyüme vardır. Tedavide pulmoner oksijenizasyon yapılır; bronkodilatörler ve furosemid verilir. Oksijen ve beta agonistler pulmoner arterlerde vazodilatasyon yaparlar. AKCİĞER ÖDEMİ TEDAVİSİ Pulmoner kapiller basınç > 18mmHg de interstisyel ödem, >24 mmHg ise aşikar akciğer ödemi görülür. Akciğer ödeminde tedavide ilk sağlanması gereken pulmoner kapiller basıncın 15 ile 20 mmHg arasında tutulmasıdır. O2: %100'lük O2 mümkünse de pozitif basınç altında (PEEP) Morfin sülfat: (Venodilatatör dür, ayrıca anksietenin azaltılmasında da yardımcıdır) Diüretikler: Loop diüretikleri IV kullanıldıklarında erken dönemde bir miktar vazodilatasyonda yapmaktadırlar Diğer Vazodilatatörler: Nitrogliserin (SL ve IV infüzy-on) veya nitroprussid (IV infüzyon) verilebilir. Sistolik kan basıncının >100mmHg tutulmasına dikkat edilmelidir. <90 mmHg ise kullanılası kontrendikedir. Entübasyon pozitif basınç ventilasyonu (PEEP): Eğer hastanın oksijenizasyonu düzelmiyorsa mekanik ventilasyona geçilir. Özellikle sistolik fonksiyonun korunduğu diastolik disfonksiyonla giden durumlarda etkilidir (tipik örnek hipertansif akciğer ödemi) Kontraktiliteyi artırma: Eğer kan basıncı <90 mmHg olursa dopamin ve norepinefrin hem inotropik hem de vasokontriktif etkilere sahip olduğu için devam eden hipotansiyonlarda öncelikli olarak başlanır. Dobutamin vazodilatatör etkilere de sahip pozitif inotropik ajan olduğu için arteriyal basınç toparlandıktan sonra tercih edilmelidir (ya da kombine olarak). Bazen respiratuvar kas fonksiyonlarını, bronkodilatasyonu ve renal kan akımını artırmak ve Na-su atılımını sağlamak amaçlı olarak aminofilinde kullanılmaktadır. Kardiyak glikozitler: Eğer hastalığın zemininde ağır konsantrik sol ventrikül hipertrofisi (ağır diastolik disfonksiyon varsa örneğin ağır hipertansiyona bağlı AC ödemi), taşikardi ve WPW sendromu, veya obstrüktif kardiyomiyopati varsa digoksin kontrendikedir (hatta restriktif KMP'lerde ağır diastolik disfonsiyon varlığında kullanımları kontrendikedir). Gereğinde invazif hemodinamik monitör takibi yapılmalıdır. 147 16. ARİTMİLER Aritmilerin büyük bir bölümünde neden belirlenemez. Ancak bazı KKH'da aritmi sıklığı yüksektir ve opere konjenital anomalili çocukların artması çocukluk çağındaki disritmi sıklığını artırmıştır. Aritmiler dört şekilde gözlenir; 1. Sinüs düğümünden kaynaklanan 2. Atriumlardan kaynaklanan 3. AV düğümden kaynaklanan 4. Ventrikülden kaynaklanan A. SİNÜS DÜĞÜMÜ KAYNAKLI ARİTMİLER Sinüs düğümü kaynaklı aritmilerin hepsinde iki önemli özellik mevcuttur. • Düzenli PR aralıkları ile beraber her QRS kompleksinin önünde P dalgası bulunur. • P aksı 0-90 derece arasındadır. SİNÜS BRADİKARDİSİ Kalp hızının 60/dk'dan aşağı olmasıdır. Vagal tonusun artması sonucu kalp hızı yavaşlar. Sporcularda kalp hızı 50/dk olabilir, normal kabul edilir. 45/dk ve altındaki sinus bradikardisi ciddi sinus düğümü problemi olduğunu gösterir. Atletler • Hipotermi • Hipotiroidizm • Tıkanma sarılığı • Hasta sinus sendromu • Beta blokerler • Kalsiyum kanal blokerleri • Miyokard enfarktüsü • Kafa içi basınç artışı • Valsalva manevrası • Karotis masajı Sinüs bradikardisinde halsizlik, bilinç bulanıklığı ve senkop gelişebilir. Tedavi Altta yatan sebep tedavi edilir. Yeterli O2 ve ventilasyon verilmelidir. Ağır bradikardide atropin verilir 148 Sinüs Taşikardisi Sinüs ritminde kalp hızının 100/dk 'nın üzerine çıkmasıdır. Kalp hızı çok nadiren 160/dk'nın üzerine çıkabilir. Sinüzal taşikardi nedenleri • Ateş • Hipovolemi • Hipertiroidizm • Egzersiz • Anksiete • Hipoksemi • Hipotansiyon • Kalp yetersizliği • Anemi • Gebelik • Alkolizm Tedavi Altta yatan sebep tedavi edilir. Sinüs Aritmisi Kalp sinus ritmindedir, ancak QRS'ler arası düzensizdir. Şekil 16-3'teki EKG'de tüm QRS'ler aynı ve hepsinden önce P geliyor (ritim sinus) ancak QRS'ler arası eşit değil: yani ritim düzensizdir. Bunun nedeni nefes alıp vermekle refleks olarak vagal tonusun değişkenlik göstermesi ve sonuçta kalp hızının değişmesidir: inspiriyumla kalp hızlanır, ekspiriyumla kalp yavaşlayabilir. Bu tamamen normal fizyolojik bir varyasyondur. SİNO-ATRİAL BLOK Sinüs düğümünden kısa süreli sinyal çıkmaması durumudur. Şekil 16-4'te görüldüğü gibi 4 kare genişliğinde (hız 75/dk) ventriküler atımlar çıkarken, birden aralık 8 kareye çıkmakta ve sonra tekrar 4 kare aralıklarla devam etmektedir. Sinüs düğümünden uyarı çıkmadığı için ne P dalgası ne de QRS dalgası oluşmamıştır. Sonuçta bir atımlık duraklama gelişmektedir. Aralık 12 kare olsaydı iki atımlık duraklama var denilecektir 149 B.ATRİUMLARDAN KAYNAKLANAN ARİTMİLER KAVŞAK RİTMİ (Junctional Rhytm) Önder odak sinoatriyal düğümdür. Herhangi bir sebeple sinus düğümü durursa AV düğüm devreye girerek ventrikülleri uyarıp kasılmalarını sağlamaya çalışır. Sinüs düğümü ortalama 60-100 arasında dakikada sinyal oluştururken AV düğüm 40-60 arasında oluşturabilmekte, Purkinje lifleri de 20-40 arası sinyal üretebilmektedirler. Dolayısı ile AV düğümünün üreteceği ventriküler kasılma sayısı dakikada 40-60 arasında olacaktır. AV düğümde üretilen sinyal ventrikülleri uyarınca QRS gelişir ve bu QRS normal yapıdadır, geniş değildir. AV düğümden çıkan sinyal atriumlara gidip atrial kasılma yapsa dahi oluşacak P'ler aynı anda kasılan ventriküllerin oluşturduğu QRS'ler içerisinde kaybolur. Sonuçta başında P dalgası olmayan, düzenli çıkan normal yapıdaki QRS'ler ve 40-60 arasındaki hıza kavşak ritmi denir. ATRİYAL EKSTRASİSTOL (atrial prematür atım ya da erken vuru) ekstrasistol sinus düğümün düzenli olarak çıkan ritmin dışında atriyum duvarında oluşan kaçak elektriksel uyarı ile atrium ve ventriküllerin kasılmasıdır. Normal düzenin dışında erken gelen bir vuru gözlenir; başında P dalgası olur ve erken vurunun QRS'i normal ritmin QRS'İ ile aynıdır. Doğal olarak erken vuru kısa süreli normal ritm düzeninde kısa süreli düzensizliğe yol açar. Atrial ekstrasistoller genelde asemptomatik ve selim yapıda olmakla birlikte supraventriküler taşikardileri tetikleyebilirler. 150 AV NODAL EKSTRASİSTOL Şekil 16-7'de EKG'de ilk üç QRS eşit aralıkta ilerlerken 4 üncü QRS erken geliyor, ilk üç QRS 'in başında p dalgası varken erken gelen vuruda p dalgası yok, takip eden dalga komplekslerinde ise p dalgası tekrar ortaya çıkıyor. Erken gelen vuru diğer QRS'lerle aynı yapıda ve başında p dalgası olmadığı için nodal erken vuru ya da nodal ekstrasistol olarak yorumlanır. Özellikle digoksin entoksikasyonunda görülür. VENTRİKÜLER EKSTRASİSTOL Sağlıklı insanlarda risk oluşturmaz ve genelde asemptomatiktir. Miyokard enfarktüsü geçirenlerin %80 'inde görülür. Özellikle iskemik kalp hastalığı olanlarda saatte 10 dan fazla ventriküler ekstrasistol gelişmesi ventriküler takiaritmi gelişme riskinin yüksek olduğunu gösterir. Bir diğer önemli haberci ventriküler ekstrasistollerin ikili gruplar halinde gelmesidir (couplet olarak da bilinir). EKG de P dalgası olmayan geniş QRS dalgası şeklinde olur, T dalgasının yönü QRS e zıt yöndedir. Ventriküler ekstrasistol ve normal sinus ritmi düzenli olarak birbirini takip ediyorsa bigemine ventriküler ekstrasistol denir (Şekil 16-9). HASTA SİNÜS SENDROMU Sebepleri: Nodal fibroz, amiloidoz, hemokromatozis, ailesel Hastanın EKG trasesinde belirli aralıklarla çok farklı ritimler gözlenir: Bradikardi, Sinüs arresti veya sinoatriyal blok, atriyal ekstra atım, atriyal fibrillasyon, bradikardi - taşikardi dönemleri. Klinik Bulgular: Pre-senkop, senkop, baş dönmesi, çarpıntı, göğüs ağrısı Holter monitörizasyon ile tanı konulur Tedavi: 'pacemaker' takılmalıdır Atrioventriküler (AV) Bloklar Başlıca sebepler: Beta bloker, kalsiyum blokerleri, digoksin entoksikasyonu, sarkoidoz, amiloidoz, miyokardit, lyme, ARA, dejeneratif hastalıklar: Levi hastalığı, Lenegre hastalığı. Birinci derece AV blok PR mesafesinin 0.20 sn 'den (5 küçük kare) büyük olmasıdır, bunun dışında ritim sinus ritminde ve düzenlidir. Semptom oluşturmaz. İkinci Derece AV blok Mobitz Tip I (Wenckebach) ve Mobitz Tip II olmak üzere iki farklı tipi vardır: 151 Mobitz Tip I (Wenckebach) Temel problem AV düğümün iletkenliğinin progresif olarak azalması ve sonuçta progresif PR uzaması gelişmesidir. Semptomatik vakalrda tedavi 'pacemaker' 'dir. Ritim normal sinus ritminde olmakla birlikte QRS ler arası mesafe düzensizdir. PR mesafesi her atımda uzar ve sonunda bir P dalgası AV düğümünden ventriküllere iletilemediği için arkasından QRS gelmez. Bunun hemen ardından yine PrR mesafesi giderek uzar ve yine ileri derecede uzama sonrası P den sonra QRS gelmez ve bu olaylar durmadan devam eder. Yukarıdaki EKG'de genel olarak RS'ler arası mesafeye dikkat edilecek olursa düzensiz oldukları görülür. 1 numaralı P dalgasından sonraki PR ve sonraki 2, 3, 4 no'lu P dalgası sonrası PR'lerin giderek açıldığı görülmektedir. 5inci P den sonra ise QRS gelmemiştir. Sonra film başa sarmış gibi olaylar tekrar etmektedir. Mobitz Tip II Düzenli olarak her 2 veya daha fazla P den biri iletilmez; yani her P den sonra QRS gelmez, iki veya üç P'den sonra QRS gelir. P'ler ve QRS'ler kendi aralarında düzenlidir. 2:1, 3:1 bloklar olur, ventrikü hızı 20-60 arasındadır. Örneğin atriyum hızı (P'ler arası mesafe) 70/dk olan 2:1 bloklu hastada ventrikül hızı (QRS'ler arası mesafe) 35/dk olacaktır. Ventrikül hızının ciddi oranda azalma riski olduğundan bu vakalar genelde semptomatiktir ve uzun süreli blokları olan vakalarda mutlaka 'pacemaker' takılması gerekir. 152 Üçüncü Derece AV Blok (AV Tam Blok) Hiç bir P dalgası ventriküllere iletilmez. AV düğümün total disfonksiyonu söz konusudur. Atriyumlarla ventri-küller arasındaki elektriksel ilişki tamamen kopmuştur. Atriumlar sinus düğümünden düzenli olarak uyarılıp kasılırken bu uyarılar ventriküle geçmez. Bu durumda ventriküller His demeti veya Purkinje fiberlerinden pace etmeye başlar. His demeti dakikada 40-60 arasında ileti üretebilirken Purkinje fiberleri 20-40 arasında ileti üretir. Sonuçta ventriküller His demeti veya Purkinje fiberlerinmden gelen sinyal sayısında kasılır. Atriumlarla ve ventriküller birbirinden tamamen bağımsız kasılırlar. EKG ye bakıldığında P'ler ve QRS'ler vardır ancak aralarında hiç bir ilşki yoktur. P'ler kendi aralarında düzenlidir, QRS'ler kendi aralarında düzenlidir. His demetinden pace ediyorsa QRS genişliği 3 küçük kareyi geçmez ve hız genelde 40-60/dk arasındadır. Purkinje fiberlerinden pace ediyorsa QRS'ler 3 küçük kareden geniştir ve hız 20-40/dk arasındadır. Ventrikül hızı 40/dk'nın altında veya semp-tomatikse 'pacemaker' takılmalıdır. His demetinden pace eden AV Tam blok Atriyum hızı 300/4.5 büyük kare yani yaklaşık 68/d, ventrikül hızı ise 300/5.5 büyük kare yani yaklaşık 55/d civarındadır. Dikkat edilirse P ve QRS ler arasında hiç bir ilişki yoktur ve P ler kendi aralarında, QRS'ler ise kendi aralarında düzenlidir. Purkinje fiberlerinden pace eden AV Tam blok Atriyum hızı 110/d, ventrikül hızı 23/d. Bu vakada ventrikül hızı çok düşük olduğundan kesinlikle 'pacemaker' endikasyonu vardır. 153 SAĞ VE SOL DAL BLOĞU His demetinden sonra interventriküler septumda ileti yolu sağ ve sol dallara ayrılır. Sağ dal sağ ventriküle sol dal ise sol ventriküle ileti götürür. Herhangi birindeki ileti bozukluğuna dal bloğu denir. EKG de çok tipik değişiklikler oluşturur: 1. QRS'ler geniştir (3 küçük kareden büyük) 2. T dalgası QRS dalgasının son kısmının tersi yönündedir. Sol dal bloğu genelde önemli kardiyak hastalıklar zemininde gelişir: Özellikle enfarktüsesnasında gelişir ise enfarktüsün EKG bulgularını örtebilir, ST elevasyonları görülmeyebilir. Bu sebeple göğüs ağrısı olan bir hastada sol dal bloğu görülürse enfarktüs gibi yaklaşılmalıdır. Sol dal bloğunun görüldüğü bazı durumlar • Koroner arter hastalıkları • Hipertansiyon (özellikle sol ventriküler hipertrofi gelişmiş ise) • Aort Darlığı (sol ventriküler hipertrofisi) • Kardiyomiyopatiler Sağ dal bloğu ise sol bloktan daha sık görülür ve nispeten daha selimdir. Genelde yapısal kalp hastalıkları zemininde görülür. 154 Sağ ve sol dal bloğu EKG tanısı için mutlaka 12 elek-trotlu EKG çekilmelidir. EKG tanısı açısından en pratik yaklaşım: V1 deki QRS'lere bakılır, sağ dal bloğunda tipik RSR' imajı olur. Sol dal bloğunda ise tipik özellik Q dalgası olmadan geniş bir S dalgasının olmasıdır, normalde V1 'de her zaman küçük bir Q dalgası olması gerekmektedir. Semptomatik Bradiaritmilerin Tedavisi 1. Farmakoterapi a. Atropin b. Sempatomimetiller i. Adrenalin ii. İzoproterenol 2. 'Pacemaker': Persiste eden ve semptomatik bradiaritmilerde endikedir. Bazı endikasyonları: a. Hasta sinus sendromu b. Mobitz - II AV blok ve semptomatikse ise Tip I c. AV tam blok (semptomatikse, hız 40 'in altındaysa) d. Karotis sinus aşırı duyarlılığı TAŞİARİTMİLER Taşiaritmi oluşumunda rol oynayan iki temel sebep: Re-entery (en sık) ve otomatisite artışıdır. Re-entery ya da yeniden giriş mekanizması uyarının aynı bölgeleri yeniden uyarmasıdır. Özellikle iletinin yavaşladığı hücrelerde yavaş iletilen sinyal sanki yeni bir sinyalmiş gibi yeniden uyarıya yol açacaktır (aşağıdaki şekle bakınız). İki dala yarılan Purkinje liflerinde her iki koldan da aynı hızda iletilen sinyal 3 no'lu aşamada birbirini nötralize edip yeni bir döngüye meydan vermemektedir. Ancak kollardan birinin refrakter periyodu zun ise (yavaş iletili bir yol ise) gelen sinyali almadığı gibi üç no'lu yoldan gelen sinyali tersten alıp yeniden bir no'lu yola verecektir. Otomasitie artışı ise normalde üretebileceği sinyal sayısından çok daha fazla sinyal üretimi sonucunda kalbin belli bir bölgesinin sinus düğümünü yenerek önderliği ele geçirmesidir. Sinüs düğümünden gelecek sinyali beklemeden herhangi bir kalp bölgesinde uyarı oluşturulmasına ektopi veya ektopik atım denir, eğer bu sık tekrarlarsa ektopik fokus ismini alarak takiarit-miye yol açabilir. 155 C. SUPRAVENTRİKÜLER TAŞİKARDİLER (His demeti üzerinde çıkan aritmiler) • Atriyal 'flutter' • Atriyal fibrillasyon • AV nodal re-entrant taşikardi • AV nodal taşikardi • Multifokal atriyal taşikardi • Wolff - Parkinson - White sendromu Ventriküler Taşikardiler • Ventriküler 'flutter' • Ventriküler Taşikardi • Torsade de Pointes • Ventriküler fibrillasyon Taşiaritmilerde Tanı Yöntemleri • EKG • Eforlu EKG: Takiairtmileri tetikleyebilir • Holter monitörizasyon • Elektrofizyolojik çalışma ANTİARİTMİK İLAÇLAR Class I antiaritmikler miyokard hücresine sodyum girişini inhibe ederek ileti gelse dahi kasılma olmasını inhibe edereler. Sonuçta etkilerini kalbin ileti yolları veya düğümlerde değil miyokard hücrelerinde gösterirler. Hem atriyum hem de ventriküler kaslarda etkili olabildikleri için hem supraventriküler hem de ventriküler takiaritmilerde kullanılabilirler. Class II antiaritmikler ya da beta blokerler sempatik sistemi inhibe ederek iletinin yavaşlamasını sağlarlar, sinus ve AV düğümlerinden çıkan uyarının azalmasını sağlarlar. Ventriküler aritmi tedavisinde yerleri yok, sadece supraventriküler aritmileri tedavi ederler. 156 Class III anti artimikler hem miyokard hücrelerinde hem de ileti yollarında kotasyum kanallarını inhibe ederek refrakter periyodu uzatarak etki ederler. Hem supraventriküler hem de ventriküler aritmilerde kullanılabilirler. Tablo 16-1. Antiaritmik ilaçlar Sınıf İnhibisyon Etki Yeri Endikasyonları Class I Digoksin Atriyum Ventrikül Supraventriküler (SVT) ve ventriküler taşiaritmiler (VT) Class II (Beta Blokerler) Anti sempatetik SA ve AV nodlar SVT Class III (Amiodaron, Sotalol, ibutilid, Bretliyum) K SA, AV nod SVT, VT + Atriyum Ventrikül Class IV (Kalsiyum kanal bloker) Ca ++ Adenozin (potasyum kanallarını açar) Digoksin + Na /K + Av nod SVT Av nod SVT Av nod A. fibbrilasyon Class IV antiaritmikler ya da kalsiyum kanal bloker-leri ileti yolları ve düğümlerde hücrelere kalsiyum girişini engelleyerek ileti oluşumunu azaltırlar, iletileri geciktirirler. Sadece supraventriküler aritmilerde kullanılırlar. Adenozin potasyum kanalları üzerinden etki eden sadece paroksismal taşikardide kullanılan oldukça kısa yarı ömürlü bir antiaritmiktir. Digoksin anti aritmik olarak genelde atriyal fibrillasyonun tedavisinde kullanılmaktadır. AV NODAL RE-ENTERANT TAŞİKARDİ (Paroksismal Atriyal Taşikardi: PAT) Vakaların %90 'ında AV düğümünde re-entery mekanizması oluşmaktadır. Supraventriküler taşiaritmiler içerisinde en sık görülendir (sinus taşikardisi dışlanırsa). Ani başlar ve hastalarda genelde çarpıntı ile kendini gösterir. Egzersiz, alkol ve kafein ile tetiklenebilir. Altta yatan koroner arter hastalığı varsa göğüs ağrısı, kalp yetersizliği varsa nefes drlığı, akciğer ödemi veya senkop gibi durumlara yolaçabilir. EKG ile yakalanamazsa ve rekürrens gösteriyorsa Hol-ter monitörizasyonu yapılmalıdır. Dirençli vakalarda tiroid fonksiyon testleri (hipertiroidizm), hemogram (anemi), elektrolitler (potasyum, kalsiyum ve magnezyum) mutlaka kontrol edilmelidir. EKG: Dar QRS 1i, hız: 125-250/dk, genelde atrial ekstrasistolle başlar, belirgin P görülmez, QRS içinde veya sonunda T üzerinde binmiş negatif P olabilir. Aşağıdaki EKG de QRS ler birbirinin aynı ve aralıkları düzenli, aralarında T olmakla birlikte P görülmüyor, bazı T lerde çentiklenme şeklinde retrograd P 1er görülmekte. Tedavide ilk seçenek vagal manevradır (karotis sinus masajı, ıkınma, nefes alıp tutma). Yanıt alınamazsa medikal tedavide ilk seçenek adenozin veya esmolodür (yarı ömürleri kısa). Alternatifler diğer beta blokerler ve kalsiyum kanal blokerleridir. Hastanın senkop, akciğer ödemi hayati tehlike oluşturan ciddi bir durumu varsa elektrik kardiyover-siyon yapılır. 157 MULTİFOKAL ATRİAL TAŞİKARDİ (MAT) KOAH, teofilin ve digoksin intoksikasyonu zemininde görülebilen nadir bir takiaairtmidir. Özellikle KOAH alevlenmeleri esnasında görülür ve dirençli bir aritmi olup KOAH kontrol altına alınmazsa kolay kolay düzelmez. EKG de taşiaritmi görülür, hız 100/dk'nın üzerinde olup en az 3 veya daha fazla birbirinden farklı p dalgası morfolojisi olması tanıyı koydurur (Her QRS ten önce bir P dalgası vardır, sinus taşikardisi zannedilebi-lir, ancak p dalga morfolojileri farklıdır). QRS'ler arası genelde düzensizdir (PR mesafeleri değişken olduğu için QRS'ler arası da düzensiz olur). Tedavide altta yatan hastalığın düzeltilmesi dışında kalsiyum kanal blokeri denenebilir, digoksin atriyal fibrillasyona dönüşüne yol açabilir. AV NODAL (KAVŞAK) TAŞİKARDİ (nonparoksiz-mal SVT) En sık digoksin intoksikasyonu zemininde gelişir; otomatisite artışı veya tetikleyici mekanizma rol oynar. Hız genelde 150/dk'yı geçmez. Digoksine bağlı gelişen takiaritmilerde kardiyoversiyon yapılmaz. Tedavide beta bloker veya lidokain verilir. Wolf-Parkinson-White Sendromu (ventriküler pre-eksitasyon) Kısa PR - delta dalgası - geniş QRS Atriyum - ventrikül arasında aksesuvar yol olmasıdır. Kısa yoldan ventrikülün uyarılması ile PR kısalır delta dalgası ve geniş QRS oluşur. Normalde atriyum ve ventrikül arasındaki tek ilişki AV düğüm üzerinden olur. Aksesuar yol (bundle of kent) Çoğunlukla asempto-matik, semptomatik vakalarda artimilerle kendini gösterir: SVT, AF ve VT. Ani kardiyak ölüm gelişebilir. Elektrofizyolojik çalışma ile aksesuvar yol bulunur. Kesin tedavi aksesuvar yolun ablazyonudur. WPW hastadında atriyal fibrillasyon gelişirse digoksin ve verapamil ve diğer adenozin gibi AV düğümü baskılayan ilaçlar verilmemelidir; AV düğüm baskılanınca ileti azalınca aksesuar yoldan ileti artar ve ventrikül hızı 300 lere çıkabilir, hızlı ventrikül cevaplı ve hemo-dinamik bozuklukla birlikteki atriyal fibrilasyonlarda ilk seçenek (elektrikli) DC kardiyoversiyondur. SVT: Beta bloker, Kalsiyum kanal Blokeri AF: Class III kullanılır 158 Atriyal Fibrillasyon Atriyum duvarında yukarıdaki şekilde (sağda) görüldüğü gibi çok sayıda re-entery odak gelişmesi sonucunda birbirinden bağımsız p dalgaları oluşur ve hepside AV düğüme ulaşmaya çalışır; AV düğüm düzensiz olarak alabildiği kadar iletiyi ventriküle iletir. Sonuçta atriyumdan dakikada 300-600 sayıda ileti çıkar ve atriyumlar kasılamaz (titrer), ventrikülde oluşan ritim sayısı dakikada 100'ü geçerse buna yüksel ventrikül cevaplı atriyal fibrillasyon denir ki hastada ciddi semptomlar oluşur. EKG de yukarıda görüldüğü gibi QRS'ler arası düzen yoktur ve RS'ler öncesi belirgin bir P dalgası görülmez (titrek fibrillasyon dalgaları görülür). Ventrikül hızı beş veya on QRS arası toplanıp ortalaması alınarak hesaplanır. Yukarıda ventrikül hızı 100'ün altında olan bir AF görülmektedir. AF gelişmesine yol açabilen durumlar: Alkol, sigara, cerrahi operasyon, hipoksi, hiperkapni, KOAH, mitral kapak hastalıkları (en sık mitral stenoza bağlı gelişir), tirotoksikoz, KAH, HT. AF Komplikasyonları Hızlı ventrikül cevabı gelişirse; hipotansiyon, pulmoner dem, Senkop Kronik AF: Sistemik tromboemboli 159 Juguler ven dalgalarında 'a' dalgası kaybolur. Hastanın daha öncdeden S4 'ü varsa AF gelişince duyulmaz (atriyumlar kasılmadığı için). Nabız sayısı ile kalp tepe atımı aynı değildir; pulse defisit olur. Hızlı geçişli AF tedavisinde hastada ciddi semptom varsa ve instabil durumdaysa ilk seçenek kardiyoversiyondur. Genel durumu iyi vakada kalsiyum kanal blokeri, beta-bloker, digoksin tercih edilebilir. Class I ve III antiarit-mikler de etkilidir. Normal sinus ritmine döndürme işlemi AF nin ilk 48 saati içinde ise: Medikal kardiyoversiyon: Propafenon, bretliyum tosi-lat (class III) DC kardiyoversiyon AF 48 saatten uzun süredir var ise: tromboemboli riski artar 3 haftalık antikoagülasyondan sonra kardiyoversiyon yapılır (Transözofageal EKO: normal ise hemen kardiyoversiyon yapılabilir). Kronik AF: hız kontrolü için beta-bloker, kalsiyum kanal blokeri veya digoksin kullanılır. Kronik antikoagülasyon önerilir. Kinidin atriyal 'flutter'e yol açabileceğinden AF de kullanılmamalıdır. ATRİYAL 'FLUTTER' Genelde organik kalp hastalıkları ile birlikte gelişir. Atrial fibrillasyondan daha kısa sürelidir (~1 hafta). Sistemik embolizasyon riski düşüktür. Atrial hız 250 - 350 arasındadır, ancak ventriküle iletilirken 2:1, 3: veya 4:1 gibi blok olur. Kimdin ve karotis sinus masajı bloğu 1:1 'e çevirip ven-trikül hızını arttırabilir. 160 EKG'de ard arda gelen p dalgaları testere dişi manzarası oluştururlar. QRS arası mesafe p dalgaları arası mesafeye bölünürse blok sayısı bulunmuş olur. İnstabil vakada en etkili tedavi DC kardiyoversiyondur. Stabil vakada ise beta-bloker veya kalsiyum kanal blok-eri ile hız yavaşlatılır. Class III veya propefenon ile medikal kardiyoversiyon yapılabilir. Dirençli vakalarda 'radiofrequency' ablasyon düşünülmesi gereken tedavi yöntemidir. VENTRİKÜLER TAŞİKARDİ (monomorfik) 3 veya daha fazla ardışık ventriküler geniş QRS li atım olması VT olarak isimlendirilir. En sık iskemik kalp hastalığı zemininde gelişir, diğer faktörler: Kardiyomiyopatiler, ilaç toksisitesi, uzun QT sendromları. EKG'de bitişik nizamda geniş QRS dalgaları görülür, hatırlarsanız ventiküler ritimde p dalgası olmaz, geniş QRS olur ve QRS sonrası gelen T dalgası ters yönde olur: geniş QRS lerle ters T dalgaları aşırı hızda birleşince yukarıdaki manzara oluşur: yukarıdaki EKG de okla belirtilen noktanın öncesi negatif T dalgası, sonrası ise QRS tir. Tedavi DC kardiyoversiyon ilk seçenektir. Medikal tedavi: Lidokain, Amiodaron, Prokainamid İdame edikal tedavi: amiodaron, sotalol İmplante defibrillatör uzun vadede mortaliteyi azaltır; KAH'ı olan ve ventriküler aritmi ihtimali yüksek olan vakalarda mutlaka takılmalıdır. TORSADE DE POİNTES (polimorfik VT) Uzun QT zemininde gelişir: • Hipokalsemi • Hipomagnezemi • Hipokalemi • Makrolidler • Kinelonlar • Konjenital uzun QT sendromu • Anti - aritmik ajanlar (Class la ve lll) Kinidin Prokainamid Amiodaron Sotalol Asenkronize kardiyoversiyon tedavide ilk seçenektir. Medikal tedavide lidokain ve magnezyum verilir. Monomorfik ventriküler taşikardiden farkı QRS'lerin boyutlarının düzenli olarak artıp azalmasıdır. VENTRİKÜLER FİBRİLLASYON En sık iskemik kalp hastalığı zemininde gelişir. Diğer nedenler hipoksi, uzun QT, WPW, elektrik çarpması ve Brugada sendromudur. Ani kardiyak ölümün en sık sebebidir. Tedavi: Asenkronize kardiyoversiyon yapılır ve lidokain verilir. Ejeksiyon fraksiyonu < %40 olan KAH lı hastalara implante defibrillatör önerilemlidir. 161 162 17. HİPERTANSİYON A. TANIM Sistolik ve/veya diastolik kan basıncının belirlenen normların (Tablo) üzerine çıkmasına hipertansiyon denilir. Normalin üst sınırı sistolik tansiyon için 130 mmHg, diastolik tansiyon için ise 85mmHg'dir. Sadece sistolik tansiyon yükselmişe (130mmHg'nin üzerine çıkmışsa) izole sistolik hipertansiyondan bahsedilir. Çocuklarda ise yaşla birlikte değişen kriterler vardır. En az üç ölçüm sonucu alınan ortalama yaşa uygun sistolik ve diastolik basıncın 95-99. persentil arasında olmasına hipertansiyon, sürekli olarak kan basıncının 99. p. üzerinde olmasına ise ağır hipertansiyon denilir. Dünya nüfusunun yaklaşık dörtte birinde, 65 yaşın üzerinde ise üçte ikisinde hipertansiyon vardır. Gebelik sırasında gelişen hipertansiyona eklampsi denir. B.FİZYOPATOLOJİ Kan basıncı (KB) = kalp debisi (KD) x periferik damar direnci (PDD)'dir. Bu nedenle kan basıncı artışı KD ya da PDD atışlarından birine ya da hem KD hem de PDD artışına bağlıdır. Hastaların çoğunda kalp debisi normal ya da hafif artmış iken periferik damar direnci artmıştır. Örneğin esansiyel hipertansiyon, feokromositoma, primer hiperaldosteronizm, renovasküler hastalık ve renal parankimal hastalıklarda durum böyledir. Hipertiroidide ise tansiyonu yükselten KD artışıdır. C. ETYOLOJİ Hipertansiyon primer ya da sekonder olabilir. PRİMER HİPERTANSİYON Hipertansif olguların %90'ı primerdir. Primer hipertansiyon çocukluk çağında oldukça nadir iken son yıllarda obezitenin artması ve hayat tarzının değişmesi ile nispeten sık hale gelmiştir. Primer hipertansiyon çok sayıda faktöre bağlıdır. 1. Genetik Multifaktöryel 2. Çevre Şişmanlık, meslek, alkol almak, kalabalık aile ve kalabalık ortamlarda yaşama 3. Tuz duyarlılığı Çevre faktörlerinden tuz alınımı en önemlisi haline gelmiştir. Tam olmasa bile yaklaşık %60 vaka tuz kısıtlamasına iyi cevap vermektedir. a) Renin'in rolü Renin jukstaglomerülar aparatustan salınan ve aldos-teron ile negatif 'feed-back' düzenlenme ilişkisi bulunan bir hormondur. Primer düzenleyicisi plazma hacminin durumudur (özellikle sodyum alınımının diyetteki değişimleriyle birlikte). Tablo 17-1. Erişkinde çeşitli hipertansiyon evrelerinde sistolik ve diastolik basınç ölçütleri. Kategori Sistolik Diyastolik Optimum <120 <80 Normal 120-129 ve/veya 80-84 Yüksek normal 130-139 ve/veya 85-89 163 1. derece hipertansiyon 140-159 ve/veya 90-99 2. derece hipertansiyon 160-179 ve/veya 100-109 3. derece hipertansiyon >180 ve/veya >110 İzole sistolik hipertansiyon >140 ve <90 İzole sistolik hipertansiyon, diyastolik değerlerin <90 mmHg olması kaydıyla. Belirtilen aralıktaki sistolik kan basıncı değerlerine göre derecelendirilmelidir 1., 2. ve 3. dereceler sırasıyla, hafif, orta şiddette ve şiddetli sınıflarına karşılık gelir. Bu terimler, toplam kardiyovasküler riskin ölçülmesiyle oluşacak kafa karışıklığını engellemek için burada kullanılmamıştır. Düşük reninemik esansiyel hipertansiyon Vakaların yaklaşık %20'si, siyah ırkta daha sık, hipoka-lemi yok, ekstrasellüler volüm artışı mevcuttur, tanımlanmamış bir mineralokortikoidin aşırı salınım düşündürmektedir. Yüksek doz spironalakton (mineralokortikoid antagonisti) veya aminoglutetimid (steroid sentez inhibitörü) ile tuz atılımı ve kan basıncında azalmalara sebep olmuştur. Diğer bazı çalışmalar adrenal korteksin angiotensin II ye karşı duyarlılığının arttığını düşündürmektedir. Tuz alınımının etkili olmadığı esansiyel hipertansiyon Tuz alınımı bu hastalarda adrenal ve renal vasküler angiotensin II cevabını etkilemez. Vakaların %25-30'u bu gruptandır. Böbrekten Na efektif olarak atılamamakta ve bunlar normal veya yüksek reninemik olabilirler. Genetik yanı kuvvetli olduğu düşünülmekte ve ACE inhibitörleri ile bu defekt düzeltilebilir. Yüksek reninemik esansiyel hipertansiyon Yaklaşık %15 hasta bu gruptadır. Plazma renin düzeylerinin burada kilit rol oynadığı düşünülmesine rağmen saralasin (Angiotensin ll'nin kompetitif antagonisti) bir çok çalışmada bu grup hataların ancak yarısından azında ciddi düzeyde kan basıncını azaldığı gösterilebilmiştir. Bu yüzden hem hipertansiyon hem de yüksek plazma renin aktivitesi bazı çalışmacılar tarafından artmış adrenerjik sistem aktivitesine bağlanmaya çalışılmaktadır. b) Klor ve kalsiyum iyonları Hayvan deneylerinde tuza hassas hayvanlarda Cl içermeyen Na tuzları ile hipertansiyon oluşmadığı gösterilmiş. Kalsiyum' un az alınmasının, epidemiyolojik olarak hipertansiyon insidansını arttırdığı gösterilmiş. Klinikte ise plazma ve sitozolik Ca düzeylerinin artması ile hipertansiyonun ilişkisi gösterilmiş. c) Hücre membran defektleri Bir diğer tuz sensitivitesinden sorumlu defektlerdir. Hücre membranında Na taşınımı bozuk olup primer veya başka hadiselere sekonder olabilir. Sonuçta hücre içi Ca artmaktadır. 4. İnsülin rezistansı: En önemli nedendir Renal sodyum retansiyonuna, magnezyum atılımına ve adrenerjik aktivitenin artmasına sebep olur. insülin mitojenik aktivitesine bağlı vasküler düz kas hücrelerinde hipertrofiye sebep olur. insülin sensitif vasküler ve renal hücrelerde iyon transportunu modifiye ederek sitozolik Ca seviyelerini arttırır. Sekonder hipertansiyon Sekonder hipertansiyon: Erişkindeki hipertansif olguların yüzde onunu çocukluk çağında ise yüzde dosan kadarını oluşturur. Nedenlerin çoğu böbrekle ilgili hastalıklardır (Tablo). Tablo 17-1. Sekonder hipertansiyon nedenleri 164 a) Renal hipertansiyon 1. Renovasküler hipertansiyon 2. Preeklampsi ve eklampsi 3. Renal parankimal hipertansiyon 4. Jukstaglomerülar tümör veya nefroblastomalardan aşırı renin üretimine bağlı (nadir) primer hiperaldosteronizme bağlı semptomlara benzemektedir (hipertansiyon, hipokalemi, aşırı aldosteron üretimi). Özellikle medüller kistik böbrek, bazı kronik piyelonefrit ve bir kısım polikistik böbrek hastaları tuz kaybedici olduklarından hipertansiyon gelişmeyebilir. Renovasküler hipertansiyonun nedeni, renal perfüzyon basıncındaki azalmaya bağlı olarak aktive olan renin angiotensin sistemi ile, hem vazokonstriksiyon olması hem de aldosteron artışına bağlı su-tuz tutulmasıdır. Renal parenkim hastalığına bağlı hipertansiyonun etiyopatogenezinde hem hiperreninemi hem de su tuz retansiyonu rol oynamaktadır. Son dönem böbrek yetersizliğinde ise su ve sodyum uzaklaştırılamaması hipertansiyonun başlıca nedenidir. b) Endokrin hipertansiyon 1) Adrenal hipertansiyon: Primer hiperaldosterizm, Cushing sendromu, feokromasitoma, adrenogenital sendrom (C-11, C17 hidroksilaz enzim eksikliği deoksikotikosteron üretimi aşırı miktarda) 2) Akromegali 3) Hiperparatiroidili hastaların 1/3'ünde hipertansiyon mevcuttur. 4) Oral kontraseptiflere bağlı: Amerika'da en sık sekonder hipertansiyon sebebi. Östrojen hepatik anjiotensinojen üretimini arttırmakta (renin'in substratı) ve sonuçta daha fazla anjiyotensin II üretilmekte bu da aldosteron salınımı arttırmaktadır. c) Aort koarktasyonu ACE inhibitörleri ve AT reseptör blokerleri 2. ve 3. gebelik trimesterlerinde kullanılmamalıdır. Oligoam-hidriyoz ve fetal renal fonksiyon bozukluğuna sebep olabilir d) Diğer nedenler Guillain-Barre sendromu, KİBAS, kurşun zehirlenmesi D. HİPERTANSİYONUN EVRELERİ • Labil faz • Devamlı faz • Akselere faz • Habis hipertansiyon: Şart olmamakla birlikte sıklıkla 200/140 mmHg'den büyüktür. Tanı klinik tablonun olması ile konur; papila ödemi, retinal kanamalar ve diğer son-organ hasarlarının eşlik ettiği tablonun bulunması tansiyon değerlerinden daha önemlidir Hastalardaki şikayet ve bulgular Hafif veya orta dereceli kronik hipertansiyon genellikle asemptomatiktir. Ancak ciddi hipertansiyonlu kişiler baş ağrısı tarif edebilirler. Ciddi hipertansiyon çoğu defa kalp yetersizliği bulguları ile gelir. Hipertansiyonlu çocuklarda görme bozukluğu ve Bell paralizisi gibi nörolojik belirtiler olabilir. Kan basıncında ani yükselme hipertansif ensafolapatiye yol açabilir. Bu şiddetli baş ağrısı, görme bozukluğu, bilinç bulanıklığı ve konvülzi-yon ile belirti verir. Koma, intrakraniyal kanama ve nörolojik hasarla sonlanabilir. Yüksek basıncın kendisine bağlı: Baş ve ense ağrısı, efor kapasitesinde azalma vs. Hipertansif vasküler hadiselere bağlı: hematüri, böbrek yetersizliği, miyokard iskemisi, CVA gibi) Sekonder sebebe bağlı: (primer hiperaldosterizmde hipokalemiye bağlı halsizlik, feokromasitomada atak şeklinde çarpıntı, terleme, baş ağrısı, postüral baş dönmesi gibi) şikayet ve semptomlar olabilir. Uzun süren hipertansiyon önce sol ventrikül diastolik sonra sistolik disfonksiyonuna yol açar. Tedavi edilmeyen hipertansiyon ortalama ömrü 10-20 yıl kadar azalttığı iddia edilmektedir. Çoğunlukla aterosklerotik komplikasyonlar (%30) ve %50 den fazlasında uç organ hasarları (kardiyomega-li, iskemik kalp hastalığı, KKY, retinopati, CVA, renal yetersizlik) gelişmektedir. E. Tanı İki ayrı doktor viziti esnasına iki kez 130/85mmHg den yüksek ölçmek ile konulur (en az 20 dk dinlenmiş ve beyaz 165 önlük stresi olmamak kaydıyla). Daha kesin sonuç almak için tansiyon holteri takılabilir. Hipertansiyonlu hastanın araştırılmasında 3 basamak vardır; 1. 2. 3. Basamak işlemleri a- İdrarın incelenmesi: konsantrasyon yeteneği, proteinüri, sediment, idrar kültürü b- Hb, Hct Basamak işlemleri: 1. basamaktaki çalışmalar böbrek hastalığı düşündürüyorsa 2. basamak işlemleri yapılır. a- Kreatin klirensi b- IVP c- Kan biyokimyası d- EKG e- Göğüs filmi f- Ekstremite filmleri g- Kaptopril testi Basamak işlemler: 2.basamakta reno vasküler bir olay düşündüren veriler saptandıysa yapılır. a- Renal biyopsi b- Anjiografi c- Renal USG d- Radyovaskuler çalışmalar e- Periferik ve renal venden renin çalışması f- İki taraflı böbrek fonksiyon testleri F. Komplikasyonlar Hipertansiyona bağlı organ hasarı • • Akut - Kalp-MI - Beyin - CVA (Kanamalı yada karotisteki aterosk-leroza bağlı olarak trombotik) Kronik Göz - Retinopati Kalp Koroner arter hastalığı Sol ventrikül hipertrofisi Sol ventrikül disfonksiyonu Aritmiler Konjestif kalp yetersizliği - Böbrek - Glomerüloskleroz - Vasküler - Ateroskleroz Tablo 17-2. Hipertansif ve aterosklerotik retinopati klasifikasyonu Hipertansiyon Arteriyoskleroz Hemoraji Eksüda N 0 0 0 Papilla ödemi Arteriyoler ışık refleksi İnce sarı hat ve kırmızı kan sütunu I 0 0 0 Genişlemiş sarı hat ve kırmızı kan sütunu II 0 0 0 Bakır tel manzarası kırmızı kan sütunu yok III + + 0 Gümüş tel manzarası kırmızı kan sütunu yok IV + + + Fibröz iplikçikler kan sütunu yok 166 G. HİPERTANSİYONUN TEDAVİSİ Tedavide amaç tansiyonu ideal sınır olan düzeyin (130/85mmHg'nin) altına indirmektir. • Stresin azaltılması, düzenli aerobik egzersiz, kilo verilmesi • Diyet: Tuz, kalori, kolesterol kısıtlaması • İlaçlar: Düşük doz Ca kanal blokerleri, ACE inhibitörleri ve beta blokerler 1. adım tedavisinde kullanılmaktalar. Tedavi 1. 2. 3. basamak tedavi - Sadece diüretik tedavisi uygulanır - Hiperdinamik dolaşımı olanlarda (taşikardi, geniş nabız basıncı) yüksek renin düzeyi olanlarda ilk önce beta bloker ile başlanır. - Diüretik tedavi maksimal etkiye 14 günde ulaşır. basamak tedavi - 2 haftalık diüretik tedavisiyle kan basıncı düşü-rülmezse geçilir. - Beta-blokerler kullanılır= atenolol (spesifik), propronalol (nonspesifik) nadolol (nonspesifik) Diüretikle birlikte verilirse daha başarılı olur. - Diüretiklerle vazodilatatörler verilir. Hidralazin vasküler adale relaksasyonu gerçekleştirdiğinden seçilebilir. basamak tedavi - Diüretik + beta bloker + vazodilatatör tedaviye yanıt alınmazsa geçilir. - Potent vazodilatatörlerden (Ca kanal blokerleri, minoksidil, prazosin) kullanılır. - Nifedipin en sık kullanılan kalsiyum kanal blokeridir. - Kaptopril beta bloker veya diüretikle birlikte kullanılabilir. Acil hipertansiyon tedavisinde IV olarak 5 dakikadan kısa sürede etkilerini gösterenler • Nitroprussid • Nitrogliserin • Diazoksid • Fenoldopan • Esmolol Etkisini 10-20 dk arasında gösterenler • Enalaprilat • Hidralazin • Labetolol • Nikardipin SPESİFİK HASTALIKLARDA HİPERTANSİYON TEDAVİSİ • 65 yaşın üzerindekilerde: Kalsiyum kanal blokerleri ve diüretikler • İskemik kalp hastalığı olanlarda: beta-blokerler, Ca kanal blokeleri, ACE inhibitörü önerilir. Beraberinde kalp yetersizliği olanlarda diüretikler eklenir. • Diaetes mellitus: Kardiyoselektif olmayan b-bloker (özellikle tip l'de) ve diüretikler önerilmezler (özellikle Tip ll'de, özellikle de tiazidler). ACE tercih edilmelidir • Gut: Diüretikler önerilmez (özellikle tiazidler) • KOAH: Kalsiyum kanal blokeri, ACE inhibitörü, a-, blokerler tercih edilir; beta-bloker önerilmez • Böbrek yetersizliği: Kreatinin >2 mg/dL ise loop diüretikleri (K tutucular-hiperpotasemi yapabilir !!!), betablokerler, kalsiyum kanal blokeri, alfametil dopa önerilir (Böbrekten atılanlara örneğin atenolol, nadolol, sotalol, kaptopril, enalapril, lizinopril, perindopril atılımları yavaşlayabilir). • Gebelik: Fetal gelişime etkili olmayan beta1 selektif blokerler, metil dopa, hidralazin kullanılabilir • Selim prostat hipertrofisi: beta-blokerler tercih edilmelidir. • Periferik arter hastalığı olanlar: beta-bloker kullanılmaz 167 ORTOSTATİK HİPOTANSİYON 3 dakika ayakta durma ile tansiyonda 20 mm'den fazla düşme olmasına ortostatik hipotansiyon denir. Ayağa kalkınca erken dönemde, • Kalp hızı artar • Kontraktilite artar • Vazokonstriksiyon olur (sonra egzersiz ile azalacaktır) Bu mekanizmaların bozulması ile hipotansiyon gelişir. Nedenler • İlaçlar (fenotiyazinler, trisiklik antidepresanlar, iüretik, antihipertansifler) • Anemi • Elektrolit bozuklukları (hipokalemi, hiponatremi vb) • Malnutrisyon • Otonomik disfonksiyon (konstipasyon, seksüel disfonksiyon, gece körlüğü) Tedavi • Egzersiz • Tuz alımı arttırılır • Hidrokortizon asetat • Yatarken hipertansif, ayakta ortostatik hipotansiyonları olan hastalarda non-selektif beta-blokerler (beta adrenerjik vazodilatasyonun durdurulmasında) kullanılabilir. 168 BÖLÜM: 3 NEFROLOJİ 1. RENAL FİZYOLOJİ Nefronlar böbreğin en önemli işlevlerinin görüldüğü en temel fonksiyonel üniteleridir. Kanın süzülerek gerekli maddelerin tekrar geri emilmesi, toksik maddelerin idrarla uzaklaştırılması, vücudun su dengesinin, elektrolit ve pH dengesinin düzenlenmesinin sağlandığı yapılardır. Her bir böbrekte ortalama 1.2 milyon nefron bulunur. Her bir nefron glomerüler kapiller yumak ve tübüllerden meydana gelir. Kan glomerüler kapiller yumağa afferent arteriyol ile gelir ve efferent arteriyol ile terk eder. Afferent arteriyol Bowman kapsülüne girip kapiller yumağı oluşturur ve efferent arteriyol olarak çıktıktan sonra peritübüler kapiller ağı oluşturur. Daha sonra ele alacağımız basınç ilişkileri altında kapiller yumakta kanın sıvı kısmı Bowman kapsül lümenine süzülür ve süzülen sıvı artık ultrafiltrat adını alır. Ultrafiltrat, Bowman kapsülünden sonra sırası ile proksimal tübül, henle kulbu, distal tübül ve toplayıcı tübüllerden geçer. 169 Su, glükoz, aminoasitler ve sodyum gibi daha birçok önemli madde tübüler sistemden geri emilir, glomerüllerde süzülmeyen ekstra bazı maddeler ise yine tübüllerden ultrafiltrata aktif olarak atılır (tübüler sekresyon). Toplayıcı tübüllerde son şekli verilen sıvı sonra idrar olarak atılacaktır. Glomerüler kapiller yumaktan bowman kapsül boşluğuna kan süzülürken 3 bariyerden geçer (filtrasyon bariyerleri): 1. Kapiller endotel gözenekleri, 2. Bazal membran, 3. Podositlerin ayaksı çıkıntıları arasındaki filtrasyon yarıkları. Bowman kapsül boşluğu viseral ve pariyetal bowman membranları arasında kalır; viseral membran podositlerden oluşmuştur ve podositler glomerüllerin bowman boşluğuna bakan yüzeylerini kaplar. Pariyetal bowman kapsül hücreleri ise dış kapsüle yapışıktır; bu tabakanın aşırı çoğalarak kapsül lümenini doldurması ile kresentik glomerülonefrit gelişir. Glomerüler filtrasyonda bazal membran ayrı bir öneme sahiptir, yapısında kollajen, laminin ve özellikle heparan sülfat bulunur, heparan sülfat elektrik olarak bazal membranın negatif yüklenmesine neden olur, dolayısı ile filtrasyon bariyerinin de elektrik yükü negatiftir, sonuçta albumin gibi negatif yüklü proteinlerin süzülmesini engeller. Juksta glomerüler aparatus glomerüler kapiller yumak etrafında bulunan ve onun fonksiyonları üzerinde önemli 170 etkilere sahip olan yapılara verilen genel isimdir, dört eleman içerir; 1. Jukstaglomerüler hücreler: Özellikle afferent arteriyol üzerinde yerleşiktirler, afferent arteriyole gelen kan miktarına göre renin salınımını düzenlerler 2. Mezangial hücreler: Glomerüler kapiller yumağa mekanik destek sağlarlar, mezangial hücrelerin aşırı proliferasyonu ile mezangioproliferatif glomerülonefrit gelişir (IgA nefropatisi, Henoch-Schonlein hastalığında olur) 3. Maküla densa hücreleri: Distal tübül hücreleridir, distal tübülün glomerüle komşu geçtiği yerdeki bazı distal tübüler hücreler şekil ve yapı olarakdiğer tübüler hücrelerden ayrılırlar, temel görevleri distal tübülden geçen sıvı akımını takip etmek, akım hızındaki artış ya da azalmaya göre vazodilatatör ya da vazokonstriktör faktörler salgılamak. 4. Sempatik sinir: Afferent arteriyol duvarını etkiler, efferent arteriyol üzerinde sempatik sinir inervasyo-nu yoktur. Sempatik aktivite artışı afferent arteriyol duvarda vazokonstriksiyon yapar. Glomerüler Filtrasyonda Rol Oynayan Faktörler 1. Kapiller sistem ve bowman kapsül boşluğu basınçları Kapiller kanın hidrostatik basıncı ve onkotik basıncı ile Bowman kapsül boşluğundaki ultrafiltratın hidrostatik basıncı arasındaki ilişki sonucu net filtrasyon basıncı oluşur. Glomerül hidrostatik basıncı kanın Bowman boşluğuna süzülmesini sağlarken onkotik basınç süzülmeye ters yönde etki eder. Ultrafiltrat hidrostatik basıncı da glomerüler süzülmeye direnç gösterir. Net filtrasyon basıncı = Kapiller kan hidrostatik basıncı - (kapiller kan onkotik basıncı + ultrafiltrat hidrostatik basıncı) ' Burada dikkat edilmesi gereken nokta Bowman boşluğundaki ultrafiltratın içerisinde protein olmadığından ultrafiltrat onkotik basıncın sıfır kabul edilmesidir. Bu sebeple işleme katılmaz. 171 2. Moleküler Ağırlık ve Moleküler Büyüklük Moleküler ağırlık olarak 7 bin kilo daltondan ağır olan moleküller ya da moleküler büyüklük olarak 70 armstrongdan büyük olan moleküller filtrasyon bariyerle-rinden geçemez. Örneğin albümin 60 armstrong büyüklüğündedir ancak moleküler ağırlığı 69 bin kilodal-tondur. 3. Elektrik yükü Bazal membranın yapısındaki heparan sülfat proteoglikan bazal membrana negatif elektrik yükü sağlar, dolayısı ile bazal membran negatif olduğu için filtrasyon bariyeri de negatif yüklüdür. Sonuçta negatif yüklü proteinler itilirler ve süzülmezler, pozitif yüklü olanlar ise daha iyi süzülürler. Albüminin elektrik yükü negatiftir ve bu sebeple itilir, süzülmesi engellenir. 4. Afferent ve Efferent Arteriyol Lümen Çapları Özet olarak afferent arteriyolde vazokonstriksiyon glomerüler filtrasyonu azaltırken efferent arteriyolde vazokonstriksiyon glomerüler süzülmeyi arttırır. Afferent arteriyolde vazokonstriksiyon olursa glomerüler kapiller yumağa gelen kanın hidrostatik basıncı (Pgc) azalır ve süzülme yani glomerüler filtrasyon oranı (GFR) azalır, diğer yandan efferent arteriyoldeki vazokonstriksiyon glomerüler kapiller yumakta hidrostatik basıncın artmasına ve süzülmede artışa yolaçar. Renal Kan Akımı ve Glomerüler Filtrasyonun Düzenlenmesi Renal kan akımını düzenleyen 3 temel mekanizma vardır; renal otoregülasyon, renin-anjiyotensin sistemi ve nöronal kontrol. Renal otoregülasyon denen mekanizma miyojenik mekanizma ve tübüloglomerüler 'feedback' (TGF) mekanizmalarından meydana gelir. Sistemik kan basıncındaki değişikliklere rağmen glomerüler kan akımı ve filtrasyon oranı hep normal aralıkta tutulmaya çalışılır. Miyojenik mekanizmada söz sahibi afferent arteriyol duvarındaki düz kas hücreleridir, kan basıncı artınca düz kaslar gerilir ve bu da afferen arteriyolde vazokonstriksiyona yol açar. Böylece glomerüllerin artan kan basıncından hasar görmesi ve süzülmenin de gereksiz artışı engellenmiş olur. Kanlanma azalınca ise afferent arteriyolde vazodaila-tasyon olur ve glomerüler hidrostatik basınç arttırılma-ya çalışılır. TGF mekanizmasında ise ana merkez makü-la densa hücreleridir: bu hücreler distal tübülden geçen ultrafiltrat akım hızını ve ozmolariteyi takip ederler: ultrafiltrat akım hızında azalma tespit ettiklerinde vazodilatatörler salgılayarak (nitrik oksit, prostaglandinler vb) afferent arteriyolde vazodilatasyon yaparlar ve glomerüler kanlanma ile birlikte süzülmeyi arttırmaya çalışırlar. Ultrafiltrat akım hızında artma ya da ultrafiltratın sodyum, klor konsantrasyonunda artma olursa vazokonstriktör faktörler salgılayarak (adenozin, trom-boksan A2 vb) afferenti kastırırlar ve süzülmeyi azaltmaya çalışırlar. 172 Sonuçta miyojenik mekanizma ve TGF mekanizmaları sistolik kan basıncının 80-180 mmHg arasındaki değişikliklerinde glomerüler kanlanmayı dengeleyip glomerüler süzülmenin normal aralıklarda olmasını sağlayabilmektedirler. Tablo 1-1. Afferent arteriyolde vazokonstriksiyon ve vazodilatasyon yapan mediyatörler Vazokonstriktör Vazodilatatör Endotelin PGI2 Tromboksan PGE2 Alfa adrenerjik uyarı Atrial peptitler Vazopressin (ADH) Bradikinin Adrenalin / noradenalin Nitrik oksid Adenozin Düşük doz dopamin Yüksek doz dopamin Atriyal natriüretik peptit Not: Adenozin sistemik damarlarda vazodilatasyon yaparken afferent arteriyolde vazodilatasyon yapar. ANP afferent arteriyolde vazodilatasyon yaparken efferent arteriyollerde de vazokonstriksiyon yapar. Sempatik sinir sistemi kan basıncının ileri derecede azaldığı durumlarda aktive olur ve kan özellikle beyin, kalp ve iskelet kaslarına yönlendirildir, diğer taraftan afferent arteriyolde otoregülasyon mekanizmasının da üzerine çıkarak vazokonstriksiyon yaparak süzülmede azalmaya yolaçacaktır. Ancak, bu durum indirekt olarak renin-anjiyotensin sis-teminide aktive edecektir. Norepinefrin ayrıca jukstaglomerüler hücrelerde bulunan beta adrenerjik reseptörleri uyararak renin ve dolayısı ile anjiyotensin II salgılatarak sistemik vazokonstriksiyona yardımcı olacaktır. Anjiyotensin II afferent arteriyolden ziyade efferent arteriyolde vazokonstriksiyon yapar (çünki efferent arteriyolde afferent arteriyollere göre kat kat daha fazla reseptörü bulunur) ve glomerüler hidrotik basıncı arttırarak süzülmeyi normale getirmeye çalışır. Renin -Anjiyotensin Sistemi Renal kan akımında azalma olunca afferent arteriyol duvarında bulunan jukstaglomerüler hücrelerden renin salınımı olur. Renin karaciğerden salınan anjiyotensino-jeni anjiyotensin I'e çevirir. Akciğerlerin interstisyel hücrelerinden salınan ACE (anjiyotensin converting enzyme) ise anjiyotensin I 1 anjiyontensin II ' ye (AG-II) dönüştürür. AG-II nin temel etkileri: sistemik arteriyel vazokonstriksiyon, adrenal bezlerden aldosteron salınması ve hipotalamik merkezde susama hissinin uyarılmasıdır. 173 Anjiyotensin-ll (AG-II) şemada da görüldüğü gibi temel olarak olarak sistemik kan basıncını arttırmaya çalışır. Renal kan akımı regülasyonunda ise çok önemli etkisi vardır: AG-II afferent arteriyolllerden daha çok efferen arteriyollerde reseptörleri bulunduğu için efferen arteriyollerde vazokonstriksiyon yapar, efferent arteriyolle-rin kasılması dah önce de belirttiğimiz gibi glomerüler hidrostatik basıncı arttırır ve sonuçta süzülmeyi arttırıcı etki gösterir. Bilateral renal arter darlığında ACE inhibitörü verilmesi sakıncalıdır. Böbrek yetersizliği tablosu gelişmesine yolaçabilir. Renal arter darlığında renal perfüzyon azalacağı için renin salınımı ve dolayısı ile AG-II artar, AG-II efferent arteriyollerde vazokonstriksiyon yaparak glomerüler hidrostatik basıncı ve süzülmeyi normal sınırlarda tutmaya çalışır. ACE inhibitörü verildiğinde ise AG-II oluşumu inhibe edileceğinden efferent arteriyollerdeki vazokonstriksiy-on ortadan kalkar ve renal arter darlığı nedeni ile zaten düşük olan renal perfüzyona bağlı olarak üre ve kreatin düzeylerinde artış olur, hasta böbrek yetersizliğine girer. Renin Salınımına Etki Eden Faktörler Renin salınımını arttıran en güçlü uyarı afferent arteriyollere gelen kanın azalmasıdır, tersi durumda ise renin baskılanır. Renin ayrıca sempatik sinir sistemi. Elektrolitler ve çeşitli medyatörler tarafından da kontrol edilebilmektedir, Renin salınımını düzenleyen faktörler aşağıdaki tabloda düzenlenmiştir: Tablo 1-2. Renin sekresyonunu etkileyen faktörler Renin sekresyonunu arttıran faktörler Renin sekresyonunu azaltan faktörler Renal perfüzyonda azalma Renal kan akımının artması Makula densaya gelen Na ve klorün azalması Makula densaya gelen Na ve klorün artması Renal arter darlığı Alfa agonistler Kalp yetersizliği, siroz ve benzeri renal perfüzyonu azaltan durumlar Anjiyotensin II (ileus, ishal, pankreatit, dehidratasyon, hipotansiyon vb) Beta agonistler Hiperkalsemi 174 Prostasiklin (PGI2) Hiperkalemi ACE İnhibitörleri NSAID Dopamin Atriyal natriüretik peptit Vazopressin (ADH) Hiperkalemi öncelikle adrenal bezlerden aldosteron salınımına yol açar. Artan aldosteron ise negatif besleme ile renini baskılar. AG-II negatif besleme ile renini baskılarken ACE inhibitörleri AG-II oluşumunu inhibe ettikleri için renini arttırırlar. Beta agonistler renini arttırırken beta blokerler renini azaltırlar. NSAl'lar prostaglandin sentezini inhibe ederek renin salınımını inhibe ederler. RENAL TÜBÜLER YAPILAR VE FONKSİYONLARI Proksimal Tübül Bowman kapsülünden sonra gelen ilk tübüler yapıdır. Tüm tübüler yapılar içerisinde fırçamsı yapısı ile en geniş emilim yüzeyine sahip ve en fazla geri emilimin olduğu bölgedir. Yoğun geri emilimin olması nedeni ile en fazla enerji burada harcanır ve dolayısı ile en fazla mitokondri proksimal tübüler hücrelerde bulunur. Bowman kapsülünden gelen ultrafiltrat izoozmotiktir. Yani serum ozmolaritesine yakındır. Tübüler yapılar içerisinde ultrafiltrat ozmolaritesinin serum ozmolaritesine en yakın olduğu yerdir. Pars convülata (kıvrıntılı kısımdır ve tamamen kortikal bölgede bulunur) ve pars recta (düz kısmıdır ve dış medüllaya sarkar) olmak üzere iki kısımdan oluşur. Proksimal tübülde su emilimini sağlayan protein kanallarına "akuaporin 1" denilir. Bowman kapsülüne süzülen suyun %60'ı proksimal tübülden emilir. Aminoasit-lerin ve glükozun %99'u, sodyumun %65'i, potasyumun %90'ı, bikarbonatın %90'ı proksimal tübülden emilir. Diğer emilen maddeler: klor, kalsiyum, magnezyum, üre, ürik asit ve fosfattır. Karaciğerde üretilen an-yonik (ürat, hippürat vb) ve katyonik atıklarla renal atılımlı ilaçların önemli bir kısmı da proksimal tübülden atılır. Proksimal tübül hasarı olursa fankoni tablosu gelişir: aminoasidüri, glükozüri, bikarbonatüri (buna bağlı asidoz olur: tip II (proksimal) renal tübüler asidoz), hipo-kalemi, hipofosfatemi, ürikozüri, çocuklarda rikets, yetişkinlerde osteomalazi olur. Tüm tübüler yapılar içerisinde iskemi ve toksik ajanlardan en çok etkilenen kısımdır. Parathormon kemik ve bağırsaklardan fosfat emilimini arttırırken proksimal tübülden fosfat geri emilimini azaltır. Henle Kulbu İnen ve çıkan kollar olmak üzere iki kısımdan meydana gelir. İnen kol elektrolitlere geçirgen değildir, suya yüksek derecede geçirgendir. Ultrafiltrat inen koldan aşağı inerken etrafındaki ozmolaritesi yüksek medüller in-terstisyuma suyun emilmesi ile giderek ozmolaritesi artar ve aşağı kısımlarda ozmolarite 1400 mOsmol/kg'a kadar çıkar. Çıkan kol ise ince ve kalın kısımlardan oluşur. Çıkan ince kolda suya geçirgenlik yoktur, elektrolitlere geçirgenlik vardır, sodyum pasif olarak interstisyum ile arasındaki gradiente bağlı olarak geri emilir. Kalın çıkan kol da suya geçirgen değildir, burada sodyum, potasyum ve klor aktif olarak interstisyuma geri emilir. Bu elektrolitlerin aktif olarak emilmesi sonucu oluşan elektriksel gradient sayesinde kalsiyum ve magnezyum kalın çıkan kolda pasif olarak interstisyuma geri emilir. Sonuçta çıkan kolda ultrafiltratın ozmolaritesi inen kolun tersine elektrolitlerin kaybı nedeni ile tekarar azalır. Çıkan kolda ayrıca idrar silindirlerinin oluşumunda rol oynayan Tamm-Horsfall proteinleri de üretilmektedir, bu proteinlerin rolü bilinmemektedir. Örneğin de-hidratasyonda bu proteinlerin yoğunluğu artacağından kümeleşerek hiyaien silindirlerin oluşumuna yolaçarlar, glomerülonefritlerde eirtrositlerle birleşerek eritrosit silindirlerinin oluşumuna yolaçarlar. Bu bölgede yoğun olarak emilen elektrolitler medüller hipertonisitenin sağlanmasında rol oynarlar. Medüller hipertonisite sayesinde toplayıcı tübüllerden suyun geri emilmesi sağlanır. Loop diüretikleri çıkan kolda sodyum, potasyum ve klor emilimini sağlayan K/Na/2CI proteinini inhibe ederek medüller hipertonisiteyi bozarlar ve sonuçta toplayıcı tübüllerden su emilimini bozarak diüretik etkilerini gösterirler. K-Na-2Cl transporterinde mutasyona bağlı bozukluk durumunda Bartter sendromu gelişir. Aynen loop diüretik alanlarda olan bulgular gelişir: hipokalemi, metabolik alkaloz ve hiperkalsiüri. 175 Distal tübül Distal tübül ultrafiltrara geçen sodyumun %5'inin emildiği yerdir (ağırlıklı olarak Na -Cl ko-transportu ile, diğer yollar Na - H ve Cl - HCO3 değiştiricileri İle). Na - Cl ko-transporteri tiazidlere hassastır ve tiazid diüretiklerce inhibe edildiklerinde diürez gelişir. Loop diüretikleri Na-CI kotransporteri üzerinde etkili değillerdir (K-Na-2CI'yi inhibe ederler). Distal tübüldeki Na-CI ko-transporterindeki mutasyona bağlı olarak Gitelman sendromu gelişir (hipokalemi, metabolik alkaloz, hi-pokalsiüri: tiazid alanlarda görülen bulgular). Distal tübül suya çok az derecede geçirgendir ve Na-CI emilirken su emilememesi sebebiyle distal tübülde ultrafiltrat iyice dilüe olmaktadır (ultrafiltrat ozmolaritesi 50-100mOsmol/kg'a kadar düşer). Distal tübülde kalsiyum emilimi parathormon ve kalsitriol hormonlarının etkisi ile olur. Ayrıca sebebi bilinmeyen bir şekilde tiazid diüretikler de distal tübülden kalsiyum geri emilimini arttırırlar, bu nedenle tiazid diüretik alanlarda hipokalsiüri gelişir, tekrarlayan kalsiyum taşı problemi olanlarda düşük doz tiazid tedavisi ile hiperkalsiüri ve kalsiyum taşları engellenebilmektedir. Toplayıcı tübüller kadar olmasa de distal tübülden de bir miktar H sekresyonu ve HCO3 reabsorpsiyonu olur. Distal tübülden hidrojen atılımı bozulursa Tip I renal tübüler asidoz (distal tübüler asidoz) olur. Distal tübülün toplayıcı tübüllere bağlandığı kısma bağlantı tübülü denir ve bu kısım distal tübül ve toplayıcı tübüllerin ortak özelliklerini taşır. Bu kısım da distal tübülde olduğu gibi ADH varlığında dahi suya geçirgen değildir. Distal tübülde bir miktar potasyum sekresyonu olur: potasyum atılımını etkileyen temel faktörler distal tübülden geçen Na miktarı ve sıvım akım hızıdır, bunlardaki artış distal tübülden potasyum atılımını arttırabil-mektedir, distal tübülün son kısımlarında özellikle bağlantı tübüllerinde aldosteron reseptörleri bulunur ve ve bu kısımlarda aldosteron etkisi ile potasyum sekresyonu yapılabilmektedir. Toplayıcı Tübüller Toplayıcı tübüller glomerüllerde süzülen ultrafiltrata son halinin verildiği kısımdır. Kortikal ve medüller kısımlar olmak üzere iki bölümden oluşur. Kortikal toplayıcı tübüllerin %65'i ana hücrelerden (aldosteron reseptörlerinin bulunduğu hücreler) ve %35'i interkale hücrelerden oluşur. Anti diüretik hormon (ADH) ve atriyal natriüretik peptit (ANP) etkilerini burada gösterirler. Sodyum emiliminin %5-7'si toplayıcı tübüllerde gerçekleşir. Ana hücrelerde bulunan aldosteron resptörle-rinin etkisi ile toplayıcı tübüllerde sodyum emilir potasyum ise atılır. Diüretiklerden spironolakton direkt olarak aldosteron resptörlerini inhibe eder (anti - aldosteron etki), amilorid ve triamteren ise sodyum kanallarını inhibe ederek sodyum emilimini engellerler. Principal hücreler temel olarak su ve Na emiliminden, intercalated hücreler ise asit sekresyonundan sorumludurlar. Toplayıcı tübüller normalde suya geçirgen değillerdir. Akuaporin 2 adı verilen su kanalları ADH varlığında açılınca hücreler suya geçirgen olurlar. Daha önce Hen-lenin çıkan kolu tarafından hiperozmolar hale getirimiş, distal tübülde ise ultrafiltrat dilüe edilmişti (hipoozmo-lar). Sonuçta ADH su kanallarını açınca toplayıcı tübül lümeninde bulunan su ozmozla medüllaya emilir. Lityum ADH nın toplayıcı tübüllerdeki etkisini antagonize ederek poliüriye yolaçabilmektedir (nefrojenik diyabet inspitus). Aldosteron reseptörüne bağlı sodyum kanalında uyarıcı tip mutasyon olursa Liddle sendromu gelişir (aşırı sodyum tutulurken potasyum atılır ve hipokalemi gelişir), inhibitör tip mutasyon olursa Psödohipoaldosteronizm gelişir (sodyum emilemez, potasyum aklamadığından hiperkalemi olur). Prostaglandin E2 distal tubul ve toplayıcı kanalların bazal yüzeyindeki Na-K ATP'azı ve luminal yüzdeki amiloridle inhibe edilebilen sodyum kanallarını inhibe ederek natriüreze sebep olur. Bu nedenle NSAID ler su ve tuz retansiyonu yaparlar. Asit atılımı temel olarak H-ATP az pompası ile olur. Bir diğer H atan protein H-K antiporteridir: hidrojen atıp potasyum tutar veya tersine hiperkalemik durumlarda potasyum atıp hidrojen tutabilir. Asidozda H/K antiportu hidrojen atar potasyum tutar. Alkalozda ise hidrojen tutarken potasyumu atar. Alkalozda aktive olan bir başka tübüler protein HCO3/CI antipotudur; klor emip bikarbonat atar. PLAZMA OZMOLALİTESİNİN REGÜLASYONU Plazma ozmolalitesi temel olarak hipotalamusta bulunan ozmoreseptörlerce düzenlenir, ozmoresptörler etkilerini anti diüretik hormon (ADH) salınımı ve susama hissi yardımı ile su dolaşımdaki su dengesinde değişiklik yaparak sağlarlar. Yani su alımını ya da atılımını değiştirerek ozmoreseptörler plazma ozmolalitesini düzenlerler. Plazma su dengesi ile volüm dengesi birbiri ile karıştırılmamalıdır, plazma volüm dengesini baroresep-törler, reninanjiyotensin sistemi ve natriüretik peptitler düzenlerler. Plazma ozmolalitesi: 2xNa + Glükoz/ 18 +BUN/2.8 Normal aralık: 270 - 290 mOsmol/kg 176 Plazma ozmolalitesindeki %1 değişiklik dahi ozmore-septörleri aktive eder. Plazma ozmolalitesi arttığında ozmoreseptörler ADH salınımını ve susama hissini uyararak dolaşımdaki su oranını arttırırlar ve kanı sulandırarak ozmolalitenin normal aralığa düşmesini sağlarlar. Plazma ozmolalitesi düştüğünde ise ADH azalır ve toplayıcı tübüllerden su atılımı ile ozmolarite rekrar yükseltilmeye çalışılır, ADH, hipotalamusun supraoptik ve paraventriküler nükleuslarından salınan polipeptit tipte bir hormondur. Posterior hipotalamusta depolandıktan sonra dolaşıma salınır. ADH temel olarak böbreklerden serbest su atılımını düzenleyen hormondur. İki tip ADH reseptörü vardır: V1 ve V2. V1 reseptörleri uyarıldıklarında vazokonstriksiyon yaparlar ve prostaglandin sentezini uyarırlar (PgE2 ve Pgl2). V2 reseptörleri ise toplayıcı tübüllerde aqua-porin-2 reseptörlerini uyarark normalde suya geçirgen olmayan toplayıcı tübülleri suya geçirgen hale getirirler. ADH salınımını düzenleyen iki major faktör plazma ozmolaritesi ve efektif dolaşım volümüdür. Santral yerleşimli olan ozmoreseptörler plazma ozmolaritesine göre ADH salınımını arttırıp azaltırlar. Dolaşım volümündeki azalma da plazma ozmolalitesinden bağımsız olarak ADH salınımını etkiler. Siroz, kusma ve kalp yetersizliği gibi efektif dolaşım volümünün (yani arteriyel volümün) azaldığı durumlarda ADH salınımı artar. Bunun mekanizması arteriyel baroreseptörler aracılığı iledir, parasempatik sistemin afferent yolları ile medülla-da vazomotor merkez ve sonrasında hipotalamus paraventriküler nükleusu uyarılarak ADH salınımına yo-laçılmaktadır. Ozmoreseptörler ise ADH salınımını supraoptik nükleus üzerinden yapmaktadırlar. Osmolari-teden bağımsız olarak vazopressör etki ile ADH salınımının arttırılması hiponatremi gelişmesine yolaçabilmektedir. Tablo 1-3. Renal Tübüllere Etki Eden Hormonlar Tübül kısmı ADH Aldosteron Distal tübül Bağlantı tübülü (ditastal tübül son kısmı) + Kortikal toplayıcı tübül + + Medüller toplayıcı tübül + + PTH Kalsitriol + + + + ANP + 177 2. BÖBREK HASTALIKLARINA YAKLAŞIM A. BÖBREK HASTALIKLARINDA ANAMNEZ VE FİZİK MUAYENE Her hastalıkta olduğu böbrek hastalıklarında da ayrıntılı alınan bir anamnezin önemi büyüktür. Anamnezde özellikle yaş, cinsiyet, soygeçmişi, coğrafi bölge, çevre şartları, meslek, gelenekler, beslenme alışkanlıkları, kullanılan ilaçlar, hastalığın nasıl başladığı, nasıl ilerlediği ve eşlik eden diğer hastalıklar dikkatli bir şekilde sorgulanmalıdır. Fizik muayene böbrek hastalıkları hakkında çoğu kez fazla bir bilgi vermez. Üriner sistem kitleleri nadir de olsa karın şişliğine yol açabilir (tümör, kist, hidronefroz, mesane retansiyonu). Bu kitleler nadir de olsa palpasyonda ele gelebilirler. Taş ve iltihap gibi ağrılı durumlarda perküsyonla kosta-vertebral açılarda hassasiyet tespit edilebilir. Mesane retansiyonu halinde açıklığı aşağıya bakan bir matite saptanabilir. Ağır proteinüri halinde basmakla çukur bırakan ödem görülebilir. Erişkin bir kişide ödemin saptanması interstisyel aralıkta 4-5 litre kadar bir sıvının biriktiğini gösterir. Başlangıçta ödem sadece ayak ve bacaklarda saptanabilirken, hastalığın ilerlemesi halinde anazarkaya dönüşebilir. Fizik muayenede böbrek hastalığına eşlik edebilecek bir hipertansiyonun saptanması kesinlikle gözden kaçırılmamalıdır. Büyümesi geri kalan çocuklarda altta bir böbrek hastalığı olabileceği unutulmamalıdır. B. BÖBREK HASTALIKLARININ SEMPTOMLARI A. HEMATÜRİ Santrifüje edilmemiş orta-akım idrarında 0,9 mm3'te 6 veya daha fazla eritrosit bulunması ya da santrifüje edilmiş idrarda büyük büyütmeyle 5 veya daha fazla eritrosit görülmesi hematüri olarak tanımlanır. Hematüri idrar rengini kırmızı veya kahverengi yapacak kadar fazla ise makroskobik hematüri, eğer idrar rengi normal sadece mikroskobik veya kimyasal analizlerle gösterilecek kadar ise mikroskobik hematüri adını alır. Çocukluk çağında makroskobik hematürinin en sık nedeni idrar yolu enfeksiyonudur. Rekürran makroskobik hematürinin en sık nedeni ise IgA nefropatisidir. Alport sendromu, ince GBM hastalığı (selim ailevi hematüri), hiperkalsiüri, nefrolityazis de rekürren hematüri nedenileridir. Glomerüler kaynaklı eritrositlerin büyüklükleri, şekilleri ve hemoglobin içeriği değişiklik gösterir; genellikle fragmentedirler (dismorfik eritrositler). Halbuki tümör, taş, enfeksiyon gibi glomerüer kaynaklı olmayan eritrositler normal büyüklük ve şekildedirler (morfik eritrositler). Eritrositlerde glomerüler morfoloji yanında eritrosit silindirlerin varlığı ve aşırı proteinürinin olması da glomerüler hematüriyi düşündürür. Makroskobik hematürinin en sık nedeni idrar yolu enfeksiyonudur. İdrarı yetiştirememe, dizüri, pollaküri, enüresis, suprapubik ağrı, yan ağrısı ve ateş, idrar yolu enfeksiyonunu akla getirir. Lomber bölgedeki ağrı (renal kolik) taşı düşündürür. Çay rengi veya et yıkantı suyu gibi idrarla beraber ağrısız makroskobik hematüri glomerülonefriti, ağrısız kırmızı veya pembe idrar genellikle travma, tümör, koaglasyon bozukluğu, renal tüberküloz gibi glomerüler olmayan nedenleri düşündürür. Poststreptokoksik GN'de makroskobik hematüriden 7-14 gün önce anjin öyküsü alınabilir. IgA nefropatisinde ise makroskobik hematüri ÜSYE'nun hemen peşinden başlar ve enfeksiyon iyileşirken de genellikle hematüri azalmaya başlar. Purpurik deri döküntüsü, eklem ağrısı, karın ağrısı, ateş HSP ve SLE'yi düşündürmelidir. Kilo alımı bir sıvı retansiyonu sonucu olabilir ve hematüriyle birlikte böbrek yetersizliği veya nefrotik sendrom nedeniyle olabilir. Kalpte üfürüm ve hematüri subakut bakteriyel endokar-diti gösterebilir. Yine hidrosefali ile birlikte atriyoventri-küler şant, ateş hematüri olması şant nefritini düşündürür. Ailede sensoria nöral sağırlıkla birlikte (veya değil) KGN ve böbrek yetersizliği öyküsü varsa Alport sendromu olabilir. Kornea ve lens anomalileri ve sensorionöral işitme kaybı Alport sendromunu düşündürmelidir. Anemi genellikle böbrek yetersizliğinin bir sonucudur ancak SLE ve hemolitik üremik sendromda da olabilir. Polikistik böbrek, hidronefroz, renal ven trombozu veya renal tümörlerde böbrek büyüyüp ele gelebilir. Makroskobik hematüri ile birlikte-hematüri glomerüler kaynaklı olmasa da - biraz proteinüri (1-2+) olabilir, ancak beraberinde ağır proteinüri (3-4+) olması hemen hemen her zaman glomerüler parenkimal hastalığı gösterir. 178 Tablo 2-1. Hematüri nedenleri A- Parenkimal Kalıtsal Böbrek Hastalıkları Glomerüler Edinsel Renal transplantasyon reddi Alport sendromu Nefrolityazis Ailevi selim hematüri Ekzojen toksinler Tırnak patella sendromu Aminoglikozid toksisitesi Edinsel Hg, Pb toksisitesi Primer glomerüler hastalıklar Enfeksiyonlar IgA nefropatisi Obstruktif üropati Mezengial proliferatif GN Reflü nefropatisi Membrano proliferatif GN Hiperkalsemi, hiperkalsiüri Kresentik GN Hiperürisemi Fokal Glomerüloskleroz Tümörler Minimal değişimli nefrotik sendrom SLE, sarkoidoz, Sjögren sendromu Sistemik hastalık komponenti olarak glomerüler SLE, HSP Vaskulitler (PAN, Wegener granülomatozisi) Renal papiller nekroz (orak hücreli anemi, diyabet, analjezik) Vasküler Good pasture sendromu Orak hücreli anemi Diabetes mellitus sendromu Renal ven trombozu Amiloidoz Renal arter trombozu Enfeksiyöz Poststreptokokal GN Subakut bakteriyel endokardit AV malformasyon Habis hipertansiyon B- ÜRİNER SİSTEM HASTALIKLARI Hepatit B GN Üriner trakt enfeksiyonları Konjenital sifiliz GN Travma Malarya Hidronefroz Şistozomiyazis Periüreteritis Filaryazis Üretorosel Toksoplazmozis Siklofosfamid sistiti Tubulointerstisyel Konjenital veya kalıtsal Polikistik böbrek (infantil veya erişkin) Prostatit Üretrit C- KANAMA-KOAGÜLASYON DEFEKTLERİ Meduller kistik hastalık (jüvenil nefronoftizi) Hemofili Konjenital nefrotik sendrom (mikrokistik hastalık) Trombositopenik purpura Sistinozis Antikoagülanlar Renal displazi Nefrokalsinozis (RTA'la beraber) Tüberoskleroz Hematüri ağrılı veya asemptomatik olabilir. Ağrılı he-matüri daha nadirdir ve sıklıkla idrar yolu enfeksiyonu, taş, hiperkalsiüri ve bazen de IgA nefropatisi ile birliktedir. Asemptomatik hematüri (minimal proteinürili veya proteinürisiz) ağrılı hematüriden daha sıktır. Tablo 2-2. Asemptomatik hematüri nedenleri (Proteinüri minimal veya yok) 179 Glomerüler IgA nefropatisi PSGN HSP Selim ailevi hematüri Mezangiyoproliferatif GN SLE Alport sendromu Membranoproliferatif GN Egzersize bağlı hematüri Glomerül dışı renal nedenler Orak hücreli anemi Polikistik böbrek Renovaskuler hipertansiyon Hiperkalsiüri Renal ven trombozu Nefrokalsinozis Renal tümörler Hidronefroz Renal tüberküloz Renal hemangioma Böbrek dışı nedenler Taş x İdrar yolu enfeksiyonları x Yabancı cisim (üretra veya mesanede) x Mesane tümörleri X işaretlilerde hematüri ağrılı da olabilir. Proteinüri ile birlikte hematüri Hematüri ağır bir proteinüri (3-4+) ile birlikte ise -özellikle sarı bir idrar da varsa- glomerüler bir hastalığı gösterir. Hafif veya orta derecede proteinüri (1-2+) glomerüler hastalıklarda nadir olmasa da, aynı zamanda tubulointerstisyel hastalıklarda da görülebilir. Tubulo interstisyel hastalıklarda proteinüri genellikle < 1 gr/gün'dür. Glomerüler hastalıklarda her zaman olmasa da sıklıkla proteinüri > 1 gr/gün'dür. Nonglomerüler nedenli bir makroskobik hematürinin hafif bir proteinüriyle ya da glomerüler hastalığın bir mikroskobik hematüriyle beraber olup hafif proteinüri hatta proteinürisiz olabileceği hatırlanmalıdır (IgA nefropatisi). Hematüriyle birlikte diğer laboratuar testleri İzole mikroskobik hematürili asemptomatik hastalarda hemen bir sürü tahlil istenmez, sonraki bir iki hafta içinde alınacak iki idrar örneğinde hematüri yoksa tanısal bir inceleme gerekmez. Sonraki iki haftada da hematüri persiste oluyor ise yapılacak ilk incelemele idrar kültürü ve sonra idrarda Ca/Cr oranı olmalıdır. Sonra renal USG, serum kreatini-ni ve elektrolitleri istenir. 180 Fragmente eritrositli mikroangiopatik anemi ve trombositopeni hemolitik üremik sendromu düşündürür. Yüksek retikulosit sayısıyla beraber normokrom normositik anemi SLE deki hemolitik proçes olabilir. Düşük retikülosit sayısı ile normokrom normositik anemi kemik iliği supresyonunu göstermektedir ki bu kronik böbrek yetersizliği (KBY), GN, tüberküloz ve SLE gibi kronik durumlarda olabilir. 24 saatlik idrarda protein incelemesi ile masif proteinüri kalsiyum/ kreatinin oranı ile hiperkalsiüri (>0.2) araştırılabilir. Renal tüberküloz (ağrısız hematüri, glomerülerhas-talık bulgusu yokluğu, (-) idrar kültürü (bakteriyel), renal kitle yokluğu, yüksek ESR ve başka bir yerde primer tbc) açısından deri testleri yapılabilir. Hematüri egzersizden sonra oluyor ise, bunun dışındaki idrar tahlilleri normal ise egzersize bağlı hematüri olduğu söylenebilir daha ileri bir tahlil yapmaya gerek yoktur. Selim ailevi hematüri (ince glomerüler bazal membran hastalığı) Hastanın 1. Derece akrabalarında hematüri olabilir. Ancak ailede işitme kaybı ve böbrek yetersizliği hikayesi yoktur. Çoğunda hematüri mikroskobiktir bazen makroskobik de olabilir. Proteinüri yok veya minimaldir ve böbrek fonksiyon testleri normaldir. Sporadik veya O.D geçişlidir. Genellikle saptanma yaşı 5'tir. Renal biyopsi bulguları normal veya minimal glome-rüler anormallikler içerir (bazal membranda incelme). Prognoz iyidir. Orak hücreli anemide (OHA) hematüri Hematüri OHA'de sık bir bulgudur. Hematüri daha çok taşıyıcılarda saptanmıştır. Etyoloji olarak renal meduller dolaşımda vaza rektanın obstruksiyonu ve rüptüründen kaynaklandığı düşünülmektedir. Ayrıca böbreğin asidifikasyon ve konsantrasyon yeteneği bozulmuştur. Tekrarlayan hematüri sendromları Ağrısız uzun süren hematüri vardır. Genellikle geçirilen viral bir ÜSYE'u takiben 1-2 gün içinde ortaya çıkar. Bu özellik tekrarlayan hematüri sendromlarını PSGN'ten ayırır; çünkü AGN'de hematüri geçirilen streptokoksik boğaz enfeksiyonunu takiben 10-14 gün sonra çıkar. AGN de görülen nefritik tablo (hipertansiyon, ödem, ABY bulguları) tekrarlayan hematüri sendromlarında yoktur. Genellikle makroskobik hematüri 1-2 hafta kadar devam eder, daha sonra mikroskobik hematüri şeklinde sürer. Tekrarlayan makroskobik hematüri öncelikle IgA nefropatisi, hiperkalsiüri, Alport sendromu, ürolityazis ya da idiopatik hematüriyi (selim ailevi hematüri) düşündürmelidir. ikinci atak sonrası tekrarlayan hematürinin tipini beli-remek için böbrek biyopsisi endikedir. b. PROTEİNÜRİ Ağır proteinüri veya düşük dereceli persistan proteinüri genellikle böbrek hastalığını gösterir. Diğer taraftan izole proteinüri, geçici karakterde böbrek dışı hastalıklarda olabilir. Bunlar ateşli hastalık, soğuk, konvülziyon, pnömoni, kronik obstruktif akciğer hastalığı, konjestif kalp yetersizliği, postür değişiklikleri, ağır egzersiz sonrası, emosyonel stres esnasında ve epinefrin sonrası gibi durumlardır. Normal bir erişkinde 24 saatlik idrarda protein <150 mg/dL'dır. Normal idrar proteinlerinin %40'ı albumin, %40'ı Tamm-Horsfall proteini ve %15'i immünglobü-linlerdir. İdrar çubuğu ile idrarda protein bakılabilir. Albümine diğer proteinlerden daha duyarlıdır. 1 (+) = 30mg/dL, 2 (+) 100mg/dL, 3 (+) = 300mg/dL 4 (+) = 1000mg/ dL proteini gösterir. Sulfasalisilik asit ile 3-5 mg/dL protein miktarı bile gösterilebilir. idrar çubuğu ile yüksek konsantrasyonlu idrar, alkali idrar (pH>8), Makroskobik hematüri, piyüri durumlarında yalancı pozitiflik görülebilir. Dilüe idrarda da yalancı negatiflik olabilir. İdrarda protein/ kreatinin oranıda 24 saatlik idrar proteini ile iyi bir korelasyon gösterir. Normalde protein (mg/dL) /kreatinin (mg/dL) oranı < 2 yaşta <0.5 >2 yaşta <0.2 dir. Plazmada 3.5 gr/dL olan albuminin 1-10 mg'ı kapiller bariyeri geçer. Bu da proksimal tübülüsten endositozla 181 emilir. Diğer bazı küçük moleküllü proteinler (hafif zincirli im-munglobulinler, beta 2 mikroglobin, insülin, amilaz, paratiroid hormon ve glukogon) de glomerüllerden filtre edilir ve proksimal tubulden emilir. Tüm glomerüler kapiller duvarı biokimyasal olarak anyoniktir (negatif yüklü). Endotel ve epitel anyonik sialoglikoprotein ile kaplıdır. Glomerüler bazal membran da oldukça anyonik olan heparan sülfat proteoglikan içerir. Glomerüler kapiller duvarının makromoleküllere selek-tif geçirgenliği büyüklük ve yük temelinde dekstranın fraksiyone klirensi kullanılarak değerlendirilir. Anormal proteinüri aşağıdaki şekilde sınıflandırılabilir; 1. Glomerüler proteünüri 2. Tübüler proteinüri 3. Aşırı yük proteinürisı 4. Hemodinamik değişikliğe bağlı proteinüri Protein elektroforezi Glomerüler proteinüri Minimal değişimli böbrek hastalığında proteinürinnin nedeni anyonik yüklü bariyerdeki bozulmadır. Konjenital nefrotik sendromda da heparan sülfat proteoglikan azalmasına bağlı negatif yük azalmıştır. Diabetik nefropati ve idiopatik membranöz glomerülo-patide büyüklük ile ilgili selektif bariyer bozulmuştur. Glomerülonefritlerde hem büyüklük hem de yük ile ilgili seçicilik bozukluğunun birlikte olması olasıdır. Proteinüri >1gr/gün ise veya hipertansiyon, hematüri veya renal disfonksiyon ile birlikte ise glomerüler proteinüriden şüphe edilmelidir. Glomerüler proteinüri selektif veya non-selektif olabilir. Bariyer sadece albümin gibi küçük molekül ağırlıklı proteinlerin geçişine izin veriyorsa selektif, hem büyük hem de küçük moleküllü proteinlerin geçişine izin veriyorsa non-selektif proteinüri denir. Selektivite endeksi transferrin (küçük molekül ağırlıklı) ve IgG (büyük molekül ağırlıklı) ile ölçülür. Endeks <0.1 ise yüksek selektivitedeki proteinüri, >0.3 ise nonselektif proteinüridir. Minimal değişim hastalığı yüksek selektif proteinüriyle beraberdir ve kortikostroidlere yanıt verir. Diğer glomerüler proteinüriler genellikle nonselektiftir ve kortikosteroidlere yanıt vermez. Tübüler proteinüri Hafif zincirli immünglobinler, beta-2 mikroglobulin ve lizozim gibi küçük moleküllü proteinler normal kişilerde glomerüllerden filtre olur ve proksimal tubüllerden reabsorbe olur. Bu reabsorbsiyon azalmışsa bu proteinler idrarda albü-minden daha fazla miktarlarda çıkar. Bu duruma tubüler proteinüri denir. Tubüler proteinüride idrar protein miktarı glomerüler proteinürinin aksine genellikle <1gr/gün'dür. Beta-2 mikroglobulin atılımı yararlı bir göstergedir. İdrarda albümin çok az veya yoktur. Halbuki glomerüler proteinüride idrardaki major protein albümindir. Aşırı yük proteinürisi Küçük moleküllü proteinürilerin miktarı çok yüksek ve tubulusların reabsorbsiyon kapasitesi aşıyorsa proteinüri olur. Buna aşırı yük proteinürisi adı verilir. Bu aşırı hafif zincir (Mültipl miyelom), lizozim (miyelositik lösemi), miyoglobülin (rabdomiyoloz) veya hemoglobulin (hemoliz) olması durumunda görülebilir. idrarda büyük miktarda görülen bu hafif zincirler Bence-Jones proteini olarak saptanır. Hemodinamik değişikliklerden dolayı olan proteinüri İntrarenal hemodinamik faktörlerdeki değişiklikler glomerüler geçirgenlik seçiciliğini etkileyip proteinüriye neden olabilir. Tek böbrek olduğunda veya böbreklerdeki fonksiyonel nefron sayısı azaldığında nefron başına düşen GFR artar, intraglomerüler hiperfiltrasyon ve 182 hipertansiyon nedeniyle glomerüler kapiller hasar ve proteinüri meydana gelir. Bu durum reflü nefropatisinde ve hemodinamik değişikliklerden kaynaklanan nonglomerüler ilerleyici tubulointerstisyel hastalıklarda görülebilir. Ayrıca hemodinamik değişikliklerin olduğu konjestif kalp yetersizliğinde, hipertansiyonda, egzersize bağlı proteinüri ve ortostatik proteinüride bu tip proteinüri görülebilir. Ortostatik proteinüri hasta dik durumda iken olan ancak yattığında kaybolan proteinüridir. Okul çağı çocuklarda ve adolesanda persistan proteinürinin en sık nedenidir. Prognoz iyidir ve renal yetersizlik gelişmez. Diğer tüm testler normaldir. Proteinüri genellikle <1 gr/gün'dür. Persistan proteinürili bir hastada aile sağırlık varsa Alport sendromu akla gelmelidir. Poliüri varsa tubüler hastalık veya kronik böbrek yetersizliği düşünülür. Makroskobik hematüri varsa glomerüler hastalık olabilir. Ağır proteüniri (4+) varsa tubülerden çok glomerüler bir lezyon vardır. Proteüniriyle birlikte hematüri (3-4+) varsa hemen hemen daima glomerüler lezyon vardır. İdrarda Glukoz varsa D.M veya proksimal tubül-lere hasar yapan bir durum vardır. Proteüniri ile birlikte eritrosit silindirleri varsa neden hemen hemen daima glomerülonefritir. idrarda lökosit, lökosit silendirleri, renal epitelyel hücreler proteinüriyle birlikte görülüyorsa piyelonefrit gibi tubulo interstisyel hastalıklar düşünülür. 40 mg/saat/m2'yi aşan proteinüri ağır proteinüri olarak adlandırılır. c. OLİGÜRi idrar miktarının 250 mL/m2/günden daha az olmasına oligüri denir. Oligüri sıklıkla ABY'nin bir bulgusu olmakla birlikte hipovolemi ve hipotansiyona bir böbrek yanıtı (prerenal oligüri) olarak da görülebilir. Prerenal oligüriyi böbrek yetersizliğinden ayırmak için aşağıdaki testler yapılabilir; BUN/serum kreatinin oranı normalde 10:1-20:1 arasındadır. Oran 40:1'den fazla ise prerenal oligüridir. Prerenal oligüride idrar Na konsantrasyonu oldukça düşüktür. (<20 mEq/L), ancak böbrek yetersizliğinde genellikle yüksektir. (>50mEq/L). Fraksiyone Na ekskresyonu prerenal oligüride <%1 dir. Renal yetersizlikte ise >%3'tür. FENa= (idrar Na x serum kreatinini) : (idrar kreatinini x serum Na)x100% d. POLİÜRİ Poliüri genellikle susamaya yol açar ve bu nedenle polidipsi ile beraberdir. Poliüri en sık olarak renal konsantrasyon yeteneğinin bozulduğu durumlarda ve diüretik verilmesi ile olmakla birlikte bazen de anormal su içme isteği nedeniyle de olabilmektedir (psikojenik polidipsi). Sıvı kısıtlama testi (susuzluk testi) sonunda idrar osmolalitesi 300'ü aşmıyorsa veya akut %3'lük kilo kaybı varsa konsantrasyon defekti düşünülür; daha sonra ADH'a yanıt aranır. Tablo 2-3. Poliüri nedenleri Santral diabetes insipidus (ADH yetersizliği) İdiopatik (Parsiyel, komplet) intrakranial travma Enfenksiyon Nefrojenik diabetes insipidus (ADH'a dirençli) Kalıtsal Edinseh interstisyel nefrit, KBY, papiller nekroz, hipokalemi, orak hücreli anemi Diüretik Osmotik ajanlar (glükoz, mannitol) Volüm artışı (IV sıvı, ABY iyileşme dönemi) Diüretikler (furosemid) Anormal sıvı alımı (psikojenik polidipsi) 183 C. BÖBREK ONKSİYONLARININ DEĞERLENDİRİLMESİ Böbreğin üç temel işlevi bulunur; 1- Glomerüler filtrasyon 2- Tübüler reabsorbsiyon idrar oluşumu 3- Tübüler sekresyon A. KLİRENS TESTLERİ Klirens, birim zamanda, idrarla belirle miktarda maddeden temizlenen plazma hacmidir. Birimi mL/dk olup bir maddenin klirensi şunlara bağlıdır: • Plazma konsantrasyonu • Glomerüler filtrasyon hızı (GFH) ve • Renal plazma akımı Klirens formülü C (ml/dk) = U/P x V U: idrardakik madde konsantrasyonu (mg/dl) P: Plazmadaki madde konsantrasyonu (mg/dl) V: 1 dk'lık idrar hacmi (ml/dk) İnülin Klirensi İnülin, fruktoz polimeridir. Tamamen süzülür, reabsorbsiyona ve sekresyona uğramaz; sabit plazma konsantrasyonuna sahiptir. Bu nedenle GFR için en ideal olan madde inülindir ancak madde enteral verildiği için pratikte uygulaması zordur; araştırmalarda kullanılan referans bir yöntemdir. İnülin tüm bu özelliklere sahip olmasına rağmen dışarıdan sabit enfüzyonla enjekte edilmesi gerektiği için pratikte pek kullanılamamaktadır. Bu amaçla kullanılan ajan kreatinindir. Kreatinin önemli bir kısmı glomerüllerden süzülür ancak bir kısmı da tübüllerden aktif olarak sekrete edilir. Bu sebeple kreatinin klirensi ile gerçek GFR arasında %10-20 oynama olabilir. Kreatinin Klirensi = idrar kreatinini X idrar akım oranı / Plasma kreatinini idrar akım oranı tüm gün boyunca toplanan idrar miktarının bir dakikaya düşen miktarıdır, bu sebeple idrar akım oranı 24 saatlik idrarın (24 x 60)'a bölünmesi ile bulunur. CrCI = idrar kreatinin x 24 saatlik idrar volümü / 24 x 60 x plazma kreatinin Cystatin C Serum proteini olup akut böbrek yetersizliğinde kreatinden daha değerli bir renal fonksiyon göstergesidir BUN BUN glomerüllerden geçebilir, tübüllerden geri emilirini vardır. Renal perfüzyon azalınca geri emilimi artabilir. BUN böbrek yetersizliği olmadanda artabilir: Böbrek fonksiyon bozukluğu dışında kalp yetersizliği, tuz ve su alımındaki dengesizlikler (kusma, ishal, sık idrara çıkma, terleme), bağırsaklarda kanama, stres, yanıklar, diyetle fazla protein alımı ve akut miyokard enfarktüsü gibi nedenlerle de kan değerleri yükselebilmektedir. Karaciğer yetersizliği ve ileri derecede açlık durumunda azalabilir. Üre mmol/L, BUN ise mg/dL olarak ifade edildiğinden aralarındaki dönüşüm formülü aşağıdaki gibidir: Urea (mmol/L) = BUN (mg/dL of nitrogen) / 2.8 184 Tablo 2-4. Üre ve kreatinin arasındaki temel farkla Kreatinin BUN Köken Kas kütlesi Protein alımı, karaciğer de üretimi, katabolizma (enfeksiyon, yanık, sepsis, steroid kullanımı) Filtrasyon Tam Tam Reabzorpsiyon Yok Tübüllerden geri emilebilir, %40-60, geri emilim vücut sıvı volümüne ve ADH düzeyine göre değişir. Örn: dehidratasyonda su geri emilimi artar, su ile beraber üre geri emilimi de artar Sekresyon Kreatinin % 10-20 tübüllerden sekrete edilir si Yok Serum Kreatinini Kreatinin, kreatin ve fosfokreatin metabolizmasının bir ürünü olarak esasen iskelet kasında sentezlenir. Kreatininin idrarla atılımı glomerüler filtrasyonla ve çok daha az derecede tubüler sekresyonla olur. Serumdaki kreatinin konsantrasyonunun artışı kreatinin böbrek klirensindeki azalmayı ve GFR de düşmeyi gösterir. Ancak kas ezilmeli travmalar, rabdomiyoliz ve aşırı kırmızı et alımında böbrek fonksiyonları normal olsa da kreatin düzeyleri yükselebilir. Ayrıca probenesid, simetidin ve trimetoprim gibi ilaçlar renal tubüler transport için kreatininle yarışmaya girerek serum kreatinini artırabilirler. Malnutrisyon veya ileri kas hastalığı nedeniyle olan kas kitlesi azalması durumunda ise serum kreatinin düzeyi düşebilir. Serum Kreatininden GFR hesaplanması GFR (ml/dk/1.73m2) Schwartz formülü ile hesaplanır; GFR = kxL/ Pcr L= Boy cm cinsinden K= Sabitedir, yaşa göre değişir. 1 ay -1 yaş arası 0.45, >1 yaşta 0.55dir Pcr= Plazma kreatinin düzeyidir. Renal Kan Akımı Renal kan akımı, kardiyak debinin % 25'l kadardır. Bu da GFR'den bağımsız olarak düzenlenir. Klinikte çok sık kullanılmamasına rağmen, renal kan akımı p-aminohippurat (PAH) klirensi kullanılarak ölçülebilir. C. TUBÜLER FONKSİYON TESTLERİ Glomerüler ultrafiltrattaki su ve solütlerin reabsorbsiy-onu, çeşitli toksik organik iyonların sekresyonu ve hidrojen iyonlarının boşaltımı başlıca tübuüler fonksiyonlardır. Beta-2-mikroglobulin Tubuluslerin reabsorbsiyon fonksiyonu renal tübüllerden tamamen emilmesi gereken maddelerin idrarda bulunması ile değerlendirilir. Bu maddeler glükoz, aminoasitler ve beta-2 mikroglobulindir. Osmolalite ölçümü Osmolalite solüsyondaki erimiş partiküllerin sayısının bir ölçüsüdür. Yetkin bir insan 24 saatlik idar osmo-lalitesi 50-1200 mOsm/kg'dır. Spot idrarda ise bu değer 300-900 mOsm/kg'dır. Osmolaliteyi etkileyen ana osmotik maddeler; NaCI, glükoz ve üre'dir. Su kısıtlamasında idrar osmolalitesinin ölçülmesi böbrek fonksiyonlarının azalmasının saptanmasında doğru ve duyarlı bir testtir. 3 gün hasta yüksek protein diyetine alınır, testten önceki gece su verilmez, sabah 06.00'da 185 mesane boşaltılır, saat 08.00'de test için idrar toplanır. Normalde osmolalitenin 800 mOsm/kg üzerinde olması beklenir. Böbrek konsantrasyon yeteneğinde minimal bozuklukta; osmolalite 600-800 mOsm/kg; orta derecede bozuklukta; 400-600 mOsm/kg; ağır bozuklukta ise 400 mOsm/kg'ın altında bulunur. İdrar dansitesi (spesifik gravite, özgül ağırlık) Normalde idrar dansitesi 1003-1035 arasında değişir. Alınan sıvı ve hidrasyon derecesi etkiler. İdrar yoğunluğu tubüler fonksiyonların değerlendirilmesinde en sık kullanılan testlerin başında gelir (diğeri idrar pH'sıdır). idrarın yoğunluğu tübülüslerin idrarı konsantre etme yeteneğini gösterir. Yenidoğanda konsantrasyon yeteneği azdır. Çünkü böbrekleri immatür-dür; ADH'a yanıt azdır ve meduller tonisite yetersizdir. idrar konsantrasyon defekti başlıca iki tiptir. İzostenü-ri yani idrarın ancak plazma osmolalitesi kadar konsantre edilebilmesidir; kronik böbrek yetersizliği (KBY) ve orak hücreli anemi gibi durumlarda gözlenir. Hipostenüri ise idrar osmalitesinin plazmanınkinden ve genellikle 250 mOsm.'den aşağı olmasıdır. Diabetes insipidus (Di), obstrüktif üropati, meduller kistik hastalığın bulgusu olarak karşımıza çıkar. İdrarla sodyum atılımı İdrarla Na atılımı ekstrasellüler sıvı hacmine bağlıdır. Klinikte akut tubüler nekroz (ATN) ile prenal akut renal yetersizliğin (PARY) ayırıcı tanısında yararlıdır. ATN'da tubuller Na tutmaz ve Na kaybı olur. PARY ise tubuller Na tutar, Na atılımı azalır. Fraksiyonel Na atıılımı: Böbreğin Na tutma yeteneğini ve süzülerek idrara geçen Na yüzdesini gösterir. Pre-renal azotemi ile oligürili akut tubüler nekrozu en iyi ayırt eden testtir. % FNa = (idrarNa x Plazmakreat) /(PlazmaNax idrarkreat) x100 Tübüler fosfat reabsorbsiyonu (TPR) 3 gün diyetle orta miktarda kalsiyum ve fosfat alındıktan sonra, açlık kanında ve 4 saatlik idrarda fosfor ve kreatinin TRP'yi hesaplamak için ölçülür. TPR= (idrar fosfatı x serum kreatinini x %100)/(Serum fosfatı x idrar kreatinini) Normal diyette TRP > % 78, düşük fosfatlı diyette (430 mg/gün) daha yüksektir. Tubüler fosfat reabsorbsiyon oranı (TFR) normalde %85 den fazla olmalıdır. İDRAR TAHLİLİ A) İDRARIN FİZİKSEL İNCELEMESİ İDRAR RENGİ idrar rengi normalde hafif sarıdır. İdrar dansitesinin azaldığı durumlarda (poliüride, DI) idrar renksiz olabilir. İdrar rengi kırmızıya değişmesi hematüri, hemoglobi-nüri, miyoglobinüri, kırmızı pancar (beetüri) ve ilaçlar (desferroksamin, klorokin, metronidazol, rifampisin, ibuprofen, nitrofurantoin, fenotiazinler, salisilat, sulfosalazin, fenolftalein vb.) nedeniyle olabilir. Makroskobik hematürili idrar et yıkantı suyu görünümündedir. Hematürik idrar bekletildiğinde içerdiği hemoglobin hematine dönüştüğü için siyaha çalan koyu bir kahverengi oluşur (kola ya da koyu çaya benzer şekilde). Lipidüri ve şilüride idrar süt gibidir. Piyüride idrar bulanıktır. Ürik asit kristalleri asit ortamda, fosfat kristalleri ise alkali ortamda çökerek bulanıklık yapar. Methemoglobin, homogentisik asit ve melanin idrarı kahverengi-siyah renkte yapar. Methemoglobin için asit pH'da, homogentisik asit (al-kaptonüri) için alkali pH veya beklemekle bu renk değişikliği görülür. Psödomonas enfeksiyonunda ve tetrasiklin kullanımında idrar mavi-yeşil renkte olur. Metilen mavisi alanlarda idrar mavi, B kompleks vitamini alanlarda ise idrar sarı olur (riboflavine bağlı). 186 İDRAR KOKUSU idrarın kendine has bir kokusu vardır. Bu koku yiyecek ve ilaçlardan etkilenir. Metabolik hastalıklarda ise çok değişik (genellikle pis ) kokular olur. İdrarda kokuya neden olan metabolik hastalıklar • Glütarik asidemi tip II (terli ayak) • Fenilketonüri (küf ya da ölü fare) • Akçaağaç şurubu kokulu idrar hastalığı (yanmış şeker, çemen) • İzovalerik asidemi (terli ayak) • Beta metililglisinüri (kedi sidiği) • Metionin malabsorpsiyonu (bira) • Trimetilaminüri (kokmuş balık) • Tirozinemi (küf) • Şerbetçiotu kokulu idrar hastalığı (şerbetçiotu) • Hiperammonemiler (amonyak) • Hawkinsinüri (yüzme havuzu, klor) İDRAR DANSİTESİ İdrarın konsantrasyonu veya dilüsyonu nefronların yapısal ve fonksiyonel bütünlüğüne ve aynı zamanda dolaşımdaki ADH düzeyine bağlıdır. Renal parenkimal hastalıklarda, özellikle tübülointerstiyumu ilgilendiriyorsa, idrar konsantrasyon yeteneği bozulur. İdrar konsantrasyonu dansite veya osmolalite ile değerlendirilir. İdrarda glükoz ve protein olması dansitenin artmasına neden olarak gerçek dansite değerinin bulunmasını engeller. İzostenüri idrar dansitesinin 1010 da sabit olması, hipostenüri ise dansitenin 1007 veya daha az olması demektir. Normalde dansite 1016-1022 arasındadır. B. İDRARIN KİMYASAL İNCELEMESİ İdrar pH'sı Normal idrar pH'sı 5-8 arasında değişir. Bekleyen idrarda ürenin bakterilerle amonyak'a yıkılması ve CO2'in buharlaşma ile kaybolması idrar pH'sını yükseltir. Sistemik metabolik asidoz varken yüksek idrar pH'sı olması renal asidifikasyon defektini (renal tübüler asidoz) (RTA) düşündürür. Vejetaryen diyette de alkali idrar meydana gelir. Protein Normalde 24 saatlik idrarda protein 50-150 mg kadar olabilir. Miktar yaşla değişebilmekle birlikte 250 mg'ı aşmaz. >4 mg/m2/saat'lik miktarlar proteinüri olarak kabul edilirler. >40 mg/m2/saat ise nefrotik proteinüridir. İdrarda proteine çubukla (stikle) bakılabilir. İdrar çubuğu albumine globulinden daha fazla duyarlıdır. Alkali derecesi yüksek veya konsantre idrarda yalana pozitiflik olabilir. İdrar proteini/idrar kreatinini oranı normalde 0.2 den azdır (süt çocuklarına 0.5'e kadar normal olabilir), idrar proteini/idrar kreatinini oranı >3 ise nefrotik proteinüri denir. Özellikle büyük çocuklarda görülen postural (ortostatik) proteinüriyi patolojik proteinüriden ayırt etmek için sabah idrarı değerlendirilir. Kalsiyum 24 saat idrarda veya spot idrarda Ca/Cr oranı şeklinde bakılır. Ca atılımı > 4mg/kg/gün veya Ca/Cr >0.25 ise hiperkalsiüriden bahsedilir. KETONLAR Ketonüri diabetes mellitusta, daha az sıklıkla akut ateşli hastalıklarda, kusma, ishal durumlarında görülebilir. Neonatal ketonüri propionik asidemi, metilmalo-nik asidemi, glikojen depo hastalığında görülebilir. 187 Hemoglobin-Miyoglobin- Demir Normalde santrifüj edilen idrar 40'lık büyütmede beşten az eritrosit içerir. 5-10 eritrosit hematüriyi gösterir. idrar çubukları demir içeren bütün maddeler saptadığından hematüri, hemoglobinüri ve miyoglobinüride (+) sonuç verir. İdrarda mikroskobik olarak eritrosit olmamasına rağmen idrar (+) sonuç varsa hemoglobinüri ve miyoglobinüriyi düşünülür. Peroksidaz, askorbik asit ve betadin yalancı (+) demir reaksiyonu verir. Ürobilin ve Ürobilinojen Normalde az miktarda bulunur; ancak hemolitik sarılıkta idrarda artmış olarak bulunur. Bilirübin Normalde idrarda bulunmaz, obstrüktif sarılıklarda idrarda bilirübin atılır, fakat hemolitik sarılıklarda eğer sekonder karaciğer zedelenmesi yoksa bilirübin atılmaz. İDRARIN MİKROSKOBİK İNCELEMESİ Mikroskobik tetkik idrar alındıktan sonra 1-2 saat içinde yapılmalıdır. İdrar sedimentinde hücreler, silindir ve kristaller olarak 3 tip eleman görülür. a) ERİTROSİTLER Hematüri santrifüje edilmiş idrarda büyük alan mikros-kopisi ile 1 sahada 5 den fazla eritrosit olmasıdır. Dismorfik eritrositler glomerül kaynaklıdır. Bunlar ışık mikroskobu ile tanımlanabilse de en iyi faz- kontrast mikroskopları ile görülür. Buna göre düzgün çeperli eritrositler alt üriner sistemden kaynaklanıyorken, çeperleri düzgün olmayan tırtıklı eritrositler üst üriner sistemden kaynaklanır. Glomerüler kaynaklı eritrositlerin MCV'si kan eritrositle rinin MCV'sinden daha küçüktür. İdrar ve kan eritrositlerinin MCV'si eşitse hematüri alt üriner sistem kaynaklıdır. Nonglomerüler hematüride eritrositlerin MCHC'u yüksektir. Eritrosit silindiri veya ağır proteinüri görülmesi de glomerüler hematüriyi düşündürmelidir. Hematüri glomerülonefrit veya interstisyel nefrit gibi renal parenkimal hastalıklarda, hiperkalsiüri, idrar yolu enfeksiyonu, travma gibi durumlarda olabilir. b) Lökositler Normalde 40'lık büyütmede her sahada 3-5 lökosit görülebilir. Lökositler mültinükleer hücreler olarak görülür ve eritrositlerden 1.5 kat daha büyüktür. Lökositüri esas olarak idrar yolu enfeksiyonu bulgusu olmakla birlikte dehidratasyon, meatal irritasyon, vaginitis, böbrek taşı, interstisyel nefrit ve glomerülone-fritlerde de görülebilir. Steril piyüri nedenleri: Dehidratasyon, renal tubüler asidoz, glomerülonefrit, taş ve apandisittir. 188 c) BAKTERİLER Normalde idrarda bakteri yoktur. Steril şartlarda bakteri saptanırsa değerli, yoksa kontaminasyonu düşündürür. d) RENAL TÜBÜLER EPİTELYAL HÜCRELER Lökositlere benzer ancak daha büyük ve tek nükleusludur. Akut tübüler nekroz veya akut interstisyel nefrit gibi renal tübüler hasarlarda, bazende kistik renal hastalıklarda görülebilir. e) OVAL YAĞ CİSİMCİKLERİ Nefrotik sendromda (özellikle minimal değişimli) görülür. f) SİLİNDİRLER Renal tübüllerin şeklini aldıkları için silindir gibidirler; renal tübüllerde Tamm-Horsfall tübülo proteini ile prepitasyon sonucu oluşurlar. Hiyalen silindirler 2 den fazla ise anormaldir. Ateş, egzersiz, dehidrasyon, diüretik kullanımı, konjestif kalp yetersizliği ve nefrotik sendromda görülür. Alkalide çözülür. Mumsu silindirler hiyalen silindirler gibidir ancak alkaliye dirençlidir. Birçok kronik renal hastalıkta görülebilir. Diagnostik değildir ancak çok büyük mumsu silindirler böbrek yetersizliği için karakteristiktir. g) KRİSTALLER Normal idrarda çeşitli tiplerde kristal görülebilir. Üroli-tiyazis dışında fazla tanısal bir değeleri yoktur. Asit idrarda görülen kristaller ürik asit, sistin, kalsiyum okzalat, ürat, lösin kristalleri; Alkali idrarda görülen kristaller fosfat, kalsiyum fosfat, Ca karbonat, amonyum ürat kristalleridir. E. ÜRİNER SİSTEM HASTALIKLARINDA RADYOLOJİK İNCELEMELER A. SİSTOMETRİ Sistometri mesane fonksiyonlarını (intravesikal volüm, basınç, kontraktilite) değerlendirir. İnvazif bir yöntem olduğundan sık kullanılmaz; aşırı akım enkontinansı ve idrar retansiyonu gibi idrar yapma zorluğunda endike olabilir. B. SİSTOSKOPİ invazif ve anestezi gerektiğinden pek kullanılmaz C. ULTRASONOGRAFİ En az invazif ve en yararlı anatomik incelemeyi sağlar. Ancak renal fonksiyonu ve küçük renal skarları göstermez. 189 Böbreğin lokasyonu, büyüklüğü, şekli ve devamlılığını gösterir. Obstruksiyon, malformasyon, kist, kalsifikasyon ve tümörlerin gösterilmesinde yararlıdır. Renal parenkim ekojenitesi değerlendirilir. Doppler-ultrason ile renal vasküler akımın değerlendirilmesi yapılır. Bu yöntem ile arterial ve venöz trombozlar, iskemi ve renal transplantasyon reddi saptanır. D. İNTRAVENÖZ PİYELOGRAFİ Böbrek ve toplayıcı sistemin anatomisini değerlendirmede yararlıdır. Böbreğin perfüzyon ve filtrasyon fonksiyonları hakkında bilgi verir, ancak böbrek fonksiyonlarını değerlendirmede yeterli bir test değildir. IVP dilate kalikslerin (kaliektazi), renal perfüzyon anomalilerinin saptanmasında yararlıdır. İntrarenal kistik veya solid kitlelerin yaptığı distorsiyon veya hipo-dens ya da hiperdens olarak görülmesi mümkündür. Bunun dışında yenidoğanlar kontrast maddeyi konsantre edemediğinden yenidoğanlarda ve kronik veya akut böbrek yetersizliğinde fazla bir yararı yoktur. Bu durumlarda kullanılmaz. Dehidratasyon, şok ve mültipl miyelom IVP için kesin kontraendikasyondur. IVP ayrıca allerjik reaksiyon ve akut böbrek yetersizliğini provoke edebilir. Bu provakasyon özellikle yüksek osmolar kontrast madde kullanıldığında görülür. Özellikle hastada diabetes mellitus veya nefrotik sendrom ve dehidratasyon gibi intravasküler vo-lüm kaybı varsa akut böbrek yetersizliği gelişme riski yüksektir. F. RADYONÜKLEER GÖRÜNTÜLEME Hem fonksiyon hem de morfolojik açıdan bilgi verir. Beraberinde furosemid veya kaptopril verilmesi tanısal doğruluğu artırır. Tc 99-DMSA (dimerkaptosuksinik asit) kortikal tubüler hücrelere bağlanır; çok azı idrarla atılır. Böylelikle renal parenkimin değerlendirilmesinde, akut piyelonefritte meydana gelen kortikal lezyonların, kortikal skarların, kitlelerin veya enfarktların saptanmasında yararlanılır. G. RENAL BT Daha ayrıntılı anatomik bilgi vermekle birlikte renal kitleli lezyonların (enfeksiyon, tümör, gelişimsel) orjinini ve yaygınlığını saptamada daha çok kullanılır. Ayrıca renal travmanın derecesini saptamada önemlidir. 190 H. RENAL MR Renal biyopsi kontraendikasyonları Kesin Kontraendikasyonlar • Tek böbrek (transplante değilse) • Koaglasyon anormalliği • Şiddetli kontrolsüz hipertansiyon • Şok • Koopere olmayan yetersiz sedative hasta • Akut piyelonefrit varlığı Relatif kontraendikasyonlar • Terminal böbrek yetersizliği • Anatomik anomaliler • Kronik piyelonefrit • Hidronefroz Renal biyopsi komplikasyonları • Makroskobik hematüri • Mikroskobik hematüri • Perirenal hematom • Renal AV fistül • Htc'de belirgin düşme • Ölüm Tanıda renal biyopsinin sınırlı olduğu durumlar • Renal kistik hastalıklar • Renal tubüler hastalıklar • Postüral proteinüri Böbrek anatomisini çok az değiştiren hastalıklarda (lösemi, lenfoma, glikojen depo hastalığı) USG ve BT ye göre daha yararlıdır. I. BÖBREK BİYOPSİSİ Renal biyopsinin en sık kullanıldığı endikasyon hematüri sendromlarıdır. Bunlar IgA nefropatisi, Alport sendromu ve selim hematüri sendromlarıdır. • ABY de genellikle biyopsi çok gerekli değildir. Ancak ABY aşağıdaki hastalıklarla birlikte olduğu düşünülüyorsa biyopsi yapılır. • Akut veya kronik glomerülonefritler • Membrano proliferatif glomerülonefrit • SLE nefriti • Hızla ilerleyen glomerülonefrit • Akut tubulointerstisyel nefrit 191 3. ELEKTROLİT BOZUKLUKLARI A. HİPONATREMİ Hiponatremi sebebi sodyum kaybından ziyade su retan-siyonuna bağlı kanın dilüye olmasıdır. Serum sodyumu 135 mEq/L'nin altına düştüğünde hiponatremi denir. Hiponatremilerin mekanizma olarak en sık iki sebebi: 1. Efektif dolaşım volümündeki azalmaya bağlı ADH salınımı 2. Uygunsuz ADH salınımı sendromu'dur Tablo 3-1. Hiponatremilerin çeşitleri. ADH düzeyi yüksek hiponatremiler 1. Efektif dolaşım volümünde azalma Dehidratasyonlar ishal, kusma, yanık Kalp yetmezliği Siroz Nefrotik sendrom Tiazidler 2. Uygunsuz ADH salınımı sendromu 3. Hormonal Değişiklikler Adrenal yetersizlik (Adison) Hipotiroidizm Gebelik 4. Serebral tuz kaybı ADH düzeyi baskılanmış hiponatremiler 1. Böbrek yetmezliği 2. Primer polidipsi Hiper - ozmolar hiponatremiler 1. Hiperglisemi 2. Mannitol Normo - ozmolar hiponatremiler 1. 2. Psödohiponatremiler a. Hiperlipidemi b. Hiperproteinemiler Glisin solüsyonları Efektif dolaşım volümünde azalmaya bağlı olan hiponatemiler Efektif dolaşım volümü azaldığında baroreseptörlerde-ki gerilim azalır ve ozmolariteden bağımsız olarak ADH salınım artar ve buna bağlı olarak su tutulması nedeniyle dilüsyonel hiponatremi olur. Gastrointestinal - üriner sıvı kaybına bağlı hipov-olemilerde ve kanamada oral su alımı devam ediyorsa ADH'ya bağlı su tutulumu olur ve hiponatremi gelişir. Bu vakalarda ayrıyeten aldosteron artışı nedeni ile hipokalemi ve üre geri emiliminin artması nedeni ile azotemi (BUN artışı) olur. Benzer bir durum villöz adenom varlığındaki su kaybında da gerçekleşir (McKittrick sendromu). Kolera ve benzeri ciddi sıvı kaybının olduğu diarelerde dengesiz sıvı replasmanı (su ağırlıklı replasman veya hipoosmolar replasman) yapılırsa dilüsyonel hiponatremi gelişebilir. Kalp yetersizliği ve siroz vakalarında total vücut volümü artmış olmasına rağmen KKY'de debi azalması, sirozda ise üçüncü boşluğa kayıp ve periferik vazodilatasyon nedenleri ile efektif dolaşım volümü düşüktür ve ADH 192 düzeyleri bu sebeple yükselir; bu da dilüsyonel hiponatremiye yolaçabilir. Diüretik kullanımı ile hiponatremi gelişebilmektedir. Loop diüretiklerinde çok çok nadir görülmesine karşın tiazidlerle biraz daha sık görülebilir. Loop diüretik kullanımında medüller hipertonisite bozulduğundan ADH yüksekliği su tutulumu açısından problem olmamaktadır. Uygunsuz ADH Sendromu (UADHS) Aşırı miktarda ADH salınımı veya ozmoreseptörlerdaki duyarsızlılığa bağlı gelişir. ADH nın etkisi ile tutulan su dilüsyonel hiponatremiye yolaçar. Ciddi anlamda hipervolemi olmaz, çünki arteriyel volüm artmaya başladığında atriyumlardan ANP salınır ve toplayıcı tübüllerden sodyum emilimini engelleyerek sodyum ve su diürezine neden olur (natriürez). Uygunsuz ADH vakalarında görülen özellikler aşağıda sıralanmıştır: 1. Plazma ozmolalitesinde azalma 2. Hiponatremi 3. İdrar ozmolalitesinde artma (genelde >300 mOsm/kg) 4. İdrar sodyum konsantrasyonunda artma (>40 mEq/L) (natriürez) 5. Ödem olmaz! 6. Normal veya yüksek kan basıncı 7. Serum üre ve ürik asit düzeyleri dişiktür (hipoürise-mi mekanizması bilinmiyor) 8. Plazma kreatinin düzeyleri genelde normaldir 9. Adrenal ve tiroid fonksiyonlar normaldir 10. Asid baz dengesi ve potasyum düzeyleeri normaldir. 11. Genelde hastalar övolemik kabul edilir (bazı kaynaklarda hipervolemik) UADH sendromu etiyolojisi oldukça geniştir: temel olarak 3 grup hastalıkta görülür: 1. Kanserler • 2. Akciğer hastalıkları • 3. Akciğer kanseri, mide, pankreas kanserleri, lenfoma vb Pnömoniler, tüberküloz, pnömotoraks, astım vb Santral sinir sistemi hastalıkları • Menenjitler, ensefalitler, kafa travması, subaraknoid kanama vb Son dönemlerde HIV enfeksiyonu ve antidepresanlara bağlı giderek artan sıklıkta UADH sendromu rapor edilmektedir. Hormonal değişikliklere bağlı hiponatremiler Adrenal yetersizlikte tipik olarak hiperkalemi ve hipo-natremi olur. Toplayıcı tübüllerden sodyum emilemez ve beraberinde su kaybına yol açacağından hastalar hi-potansif ve hipovolemiktirler. Hipovolemiden dolayı diğer taraftan ADH salınımı artar ve yüksek ADH düzeyleri nedeni ile bir miktar su tutulabilir. Sodyum kaybı diğer taraftan ADH etkisi ile bir miktar su tutulumu hipo-natremiye neden olur. Hipotiroidizmde hiponatreminin kesin sebepleri bilinmemekle birlikte renal su klirensinde azalma olması ve ödem em muhtemel sebep olarak ileri sürülmektedir. Serebral Tuz Kaybı Santral sinir sistemi problemlerinde ve de özellikle 'subaraknoid kanaması' olanlarda görülen bir durumdur. Mekanizması bilinmemektedir. Temel problem tübüllerden aşırı sodyum kaybına bağlı su kaybı ve hipovolemidir. Dehidratasyona sekonder olarak ADH düzeyleri yükselir. UADH sendromundan klinik ve laboratuar olarak tek farkı hipovolemik olması ve kan basıncının normal ya da düşük seyretmesidir. 1. Hiponatremi 2. İdrar ozmolaritesinde artma (genelde >300mOsm /kg) 3. İdrar sodyum konsantrasyonunda artma (>40mEq /L) (natriürez) 4. Hipoürisemi 5. Hipovolemi !!! ve buna bağlı olarak tansiyon genelde düşüktür • UADH sendromunda tansiyon normal veya yüksektir • Serebral tuz kaybında ise tansiyon genelde düşüktür 193 • UADH da izotonik SF verilmesi hiponatremiyi daha da kötüleştirebilir • Serebral tuz kaybında SF enfüzyonu ile hipovolemi ve hiponatremi toparlar Böbrek yetersizliğinde renal su atılımı azalacağından hipervolemiye bağlı dilüsyonel hiponatremi gelişir. Primer Polidipsi Susama hissi bozukluğu olup genelde psikiyatrik bozukluklar zemininde gelişir. Aşırı su içme isteği ile yoğun su alımına karşın susama hissi bastırılamaz. Normalde böbrekler 10-15 litre su atabilirler. Günlük sıvı alımı 15 litreyi aşarsa fazlası kanda dilüsyonel hiponat-remiye yol açar. Hiperozmolar hiponatremi Hiperozmolar hiponatremi en sık hiperglisemide daha nadiren de mannitol enfüzyonu esnasında olur. Her iki ajan da damar yatağına hücrelerden ve interstis-yumdan su çekerek dilüsyona neden olurlar. Unutulmaması gereken bir diğer nokta bu ajanlar uzun vadede böbreklerden atılırken beraberlerinde su atılımına da yolaçacaklarından dehidratasyon düzeyinde sıvı kaybı yaptırırlarsa hipematremiye de neden olabilirler. Not: genelde serum glükozunda her 60 mg artış için serum sodyum düzeyinde 1 mEq düşme olur. Normo - ozmolar (iszoozmotik) hiponatremi Psödohiponatremi hiperlipidemi ve multiple miyelom gibi hiperparaproteinemilerle giden durumlarda görülür. Plazmanın normalde %93'ü su içerirken bu durumlarda %80'lere gerileyebilir ve bu da ölçülen sıvıdaki elektrolit miktarının azalmasına neden olacaktır. Anlaşılacağı üzere gerçekte plazmadaki elektrolit yüzdesi ve ozmolalite değişmemekle birlikte elektrolit ölçümü yapan cihazların ölçüm tekniğinden kaynaklanan bir hiponatremi olacaktır. Direk elektrolit ölçümü yapan cihazlar protein ve lipitlerden etkilenmezler. Transüretral prostatektomi ya da mesane kanseri tedavisinde kullanılan glisin ve sorbitol gibi solüsyonlar (20 litreye kadar kullanılabilmektedir) mesane mukozasından 3-4 litreden fazla emilirlerse dilüsyonel hipo-natremilere yolaçabilmektedirler. Bazen plazma sodyumu 100 mEq/L'nin altına düşer ve ciddi akut hiponatremi kliniği ortaya çıkar (Transüretral prostatektomi (TURP) sendromu). 194 Tablo 3-2. Akut Hiponatremide Klinik Belirti ve Bulgular Belirtiler Bulgular Bulantı ve rahatsızlık hissi (ilk semptomlar) Bilinç bulanıklığı Başağrısı Derin tendon reflekslerinde azalma Letarji, apati Cheyne - stokes solunumu Dezorientasyon Hipotermi Konfüzyon Patolojik refleksler Kas krampları Psödobulber palsi Ajitasyon Nöbet geçirme ve Koma Akut hiponatremilerde klinik belirti ve bulgular temel olarak beyin ödemine bağlı gelişirler. Akut hiponatre-milerin mortalitesi kronik hiponatremilere göre daha yüksektir. Kronik Hiponatremilerde Klinik Belirti ve Bulgular Hiponatremi gelişimi yavaş olursa beyin buna daha iyi adapte olabileceğinden akut hiponatremilerdeki gibi dramatik bulgular gelişmez. Nöbet geçirme ve koma nadir gelişir. Halsizlik, bulantı, dengesizlik hissi, unutkanlık, yürüme bozukluğu ve kramplar görülür. Hiponatremilerde Tanı 1. Plazma ozmolalitesi hesaplanır, hiponatremi-lerin çoğunluğu hipo - ozmolar'dır. Normo -ozmolar hiponatremiye yolaçan hiperlipidemi ve hiperparaproteinemi ile hiper - ozmolar hiponatremiye yol açan hiperglisemi biyokimya testleri ile kolayca ekarte edilir. 2. İdrar ozmolalitesi hesaplanır: en anlamlı olduğu yer primer polidipsidir; primer polidipside idrar ozmolalitesi 100 mEq/L'nin altına düşer. Su kısıtlaması yapıldığında ozmolalite yükselir. 3. İdrar sodyumu ölçümü en önemli testtir. Normal şartlarda idrar sodyumu < 20 mEq/L'dir. idrar sodyumuna göre hipo - ozmolar hiponatremiler aşağıdaki tabloda özetlenmiştir: 4. Fraksiyone sodyum atılımı 5. Plazma ürik asit düzeyi (uygunsuz ADH sendro-munda düşük olur) Tablo 3-3. İdrar sodyumuna göre hiponatremiler İdrar sodyumu > 20 mEq/L İdrar sodyumu < 20 mEq/L Uygunsuz ADH Efektif Dolaşım volümünde azalma Serebral tuz kaybı Kalp yetersizliği Addison Siroz Diüretik kullanımı Pankreatit Nefropatiler Kanama Akut tübüler nekroz Nefrotik sendrom İnterstisyel nefritler İshal Kronik böbrek yetersizliği İshal, kusma ve kanama gibi dehidratasyonla giden hipovolemikhastalar ve siroz kalp yetersizliği gibi hiper- 195 volemik ama yine sonuçta efektif arteriyel volü'mleri düşük olan kişilerde idrar sodyum düzeyi normal aralıktadır (<20 mEq/L). İdrar sodyumu yüksek seyreden hiponatremilerde UADH sendromu ile serebral tuz kaybı arasındaki en önemli fark serebral tuz kaybında hipovolemi ve hipotansiyon olmasıdır. Adisonda da hipovolemi hipotansiyon olabilir ancak hiperkalemi beklenir. Nefropati varlığında idrar izoozmotiktir, konsantre edilemez ve özellikle tübüler hasarın olduğu nefropatilerde tübüllerden tuz emilimi bozulacağından idrarda sodyum kaçağı olur. Hiponatremi Tedavisi Hiponatremi tedavisi altta yatan nedene ve akut ve kronik oluşuna göre değişir. Akut hiponatremisi gelişen bir hastada hızlı düzeltme yapılabilmekle birlikte özellikle kronik hiponatreminin (48 saatin üzerinde süren hiponatremi) hızlı düzeltilmesinde geri dönüşümü olmayan ve mortalitesi yüksek olan 'ozmotik demiyelinizasyon sendromu' (ODS) gelişme riski vardır. ODS en çok ponsta gelişmekle birlikte hemen her bilgedeki miyelin kılıfı etkileyebilmektedir. Hızlı düzeltme akut gelişen semptomatik hastalarda özellikle nöbet geçirme. Koma ve herniasyon riski olan hastalarda yapılmalıdır. Örneğin: • Postoperatif hiponatremi (TURP sendromu gibi) • Ekstazi kullanımına bağlı hiponatremi • Menejit - ensefalit zemininde gelişen hiponatremi • Primer polidipsi Tablo 3-5. Su kısıtlaması ile düzeltilen hiponatremiler (günlük aldığı sıvı total çıkardığı sıvıların altında olacak) • Uygunsuz ADH salınımı sendromu • Kalp yetersizliğine bağlı hiponatremi • Siroz 'a bağlı gelişen hiponatremi • Primer polidipsi • Akut / Kronik böbrek yetersizliği Hiponatreminin düzeltilmesi hipovolemik hastalarda izotonik s. fizyolojik ile yapılabilir. Övolemik hastalarda ise hipertonik NaCI kullanılır. Sodyum açığı formülü: (140 - ölçülen sodyum) X Vücut ağırlığı X 0.6 Bu formül ile toplam sodyum açığı hesaplanır, ancak günde 10mEq/L'den fazla sodyum yükseltilmemesi gerektiği unutulmamalıdır. Hipervolemik vakalarda sodyum ile birlite furosemid (su klirensini arttırmak amacı ile) kullanımı bir diğer alternatif tedavi yaklaşımıdır. Demosiklin ADH'nın toplayıcı tübüllerdeki etkisini antagonize eder. ADH (vazopressin) V2 reseptör antagonistleri: lik-sivaptan, tolvaptan, satavaptan, konivaptan (V1-2). Bu ilaçlar UADH sendromunda endikedirler. B. HİPERNATREMİ Plazma sodyum konsantrasyonunun 145mEq/L'nin üzerinde olmasıdır. En önemli sebebi yerine konamayan su kaybına bağlı relatif olarak plazmanın ve do-layısı ile sodyumun konsantre olmasıdır. İlk 24 saatte 10 mEq/L'den fazla serum sodyumu düzeltilmez. Örneğin başlangıçta serum sodyumu 110mEq/L olan hastanın sodyumu ilk 24 saatte 120mEq/L'ye yükseltilecek şekilde ayarlanır. Kronik ya da asemptomatik hiponatremiler daha yavaş düzeltilebilir: öncelikle sıvı kısıtlaması veya gerekirse izotonik salinle tedavi edilebilirler. Tablo 3-6. Hipernatremi Nedenleri Su Kaybına Bağlı Artmış Sodyum Yüküne Bağlı Santral diyabet inspitus Hipertonik sodyum klorür tedavisi Nefrojenik diyabet inspitus Denizde boğulma tehlikesi atlatma Ozmotik ishal Primer hiperaldosteronizm 196 Hissedilemeyen su kayıpları Cushing sendromu terleme, ateş Susama Hissi Bozuklukları solunum (mekanik ventilasyon) Hipotalamusu tutabilen tüm hastalıklar Uzun süre Furosemid kullanımı Primer hypodipsia Ozmotik diürez Esansiyel Hipernatremi mannitol Diğer hiperglisemi Ağır egzersiz, Nöbet Daha önce de belirttiğimiz gibi hipernatreminin en önemli sebebi yerine konulamayan su kaybıdır, su kaybı renal veya ekstrarenal kökenli olabilir. Renal kökenli su kaybının en önemli sebebi diyabet inspitus-lardır. Santral diyabetes inspitus Hipotalamustan ADH salınımının azalmasına bağlı olarak böbreklerden su kaybı olmasıdır. Susama hissi normaldir ancak su alınsa da renal kaçak sebebi ile hipernatreminin önüne geçilemez. Poliürü ve polidipsi olur. Beyin cerrahi operasyonları, travma, enfiltratif tümörler ve idiyopatik grup başlıca santral Dİ sebepleridir. Bunlar içerisinde %30-50 insidansla 'idiyopatik' grup santral Dİ 'nin en sık nedenidir. Nefrojenik Dİ Toplayıcı tübüllerdeki ADH reseptörlerinin (V1) dis-fonksiyonuna bağlı idrarın konsantre edilememesi ve aşırı renal su kaybı olmasıdır. Çocuklarda en sık sebebi herediter nefrojenik Dİ'dir. Yetişkinlerde ise en sık sebepler: kronik lityum kullanımı, hiperkalsemi ve hip-kalemidir. Lityum kullananların %20'sinde gelişir. Hiperkalsemi 11 mg/dL düzeylerini aşarsa Dİ gelişebilmektedir, mekanizması tam anlaşılamamıştır. Diğer bazı nedenler: Orak hücreli anemi, Sjogren sendromu, renal Ailoidoz, otozomal dominant polikistik böbrek hastalığı, medüller kistik hastalık, nefrolitiazis, gebelik, Bartter sendromu. Ozmotik İshal Kolera ve VİPoma gibi sekretuvar ishallerde bağırsaklardan plazmadaki sodyum potasyum içeriğine eşdeğer miktar elektrolit kaybı olduğundan hipernatremi gelişmez. Buna karşılık laktüloz, aktif kömür, sorbitol ve birçok bakteriyel-viral enteritte elktrolitlerden daha çok su kaybı olduğu için hipernatremi gelişebilir. Hissedilemeyen Su Kayıpları: Terleme veya solunum yoluyla aşırı sıcağa maruz kalma, ateş, ağır egzersiz ve mekanik ventilatör hastalarında kaybedilen sıvılar hipernatremiye yolaçabilirler. Ozmotik Diürez: Glükoz, mannitol ve üre gibi ozmo-laritesi yüksek ajanlar renal sistemden fazla miktarda su kaybına yolaçıp hipernatremi yapabilirler. Uzun Süreli Furosemid Tedavisi: Furosemid temel olarak medüller hipertonisiteyi bozarak toplayıcı tübüllerden su emilimini bozar. Elektrolitlerden daha çok su kaybı yaptırdığı için uzun süre kullanımında hipernatremi gelişebilir. Artmış Sodyum Yüküne Bağlı Hipernatremi: Hipertonik sodyum içeren sıvılarla tedavi ya da asidoz tedavisinde gereğinden fazla sodyum-bikarbonat yüklenmesi gibi durumlarda oluşan hipernatremi genelde spontan olarak düzelir. Böbrek fonksiyonları normal ise sodyumun fazlası atılacaktır. Primer hiperaldosteronizmde genelde hafif bir hipernatremi gelişir ve çoğunlukla asemptomatiktir. Adrenal adenom en sık sebebidir ve toplayıcı tübüllerden aşırı sodyum tutulur potasyum atılır; hipokalemi ve metabolik alkaloz gelişir. Hipertansiyon, poliüri ve kas güçsüzlüğü en önemli bulgularıdır. Susama Hissi Bozuklukları Hipotalamik hastalıklarda susama merkezi zarar görürse hipotalamik hipodipsi gelişebilir; plazma ozmolali-tesi yükselse dahi ozmoreseptörlerin uyarısına karşılık susama merkezi bozuk olduğundan su içme isteği olmaz. Bu kişilerde tedavi susama hissi olmadığı için düzenli su içimeleridir. Esansiyel hipernatremide ise ozmoreseptörlerin uyarılma eşiği yükseldiği için ADH salınımı olmaz ve hasta su alıyor olsa dahi ADH salınımı olmadığından alınan su böbreklerden atılacaktır, tedavisi zordur. Diğer nedenler Ağır egzersiz ve nöbet geçirme durumlarında dakikalar içerisinde suyun kısa süre için hücre içişine kaçışına 197 bağlı geçici hipernatremi gelişebilir. Genelde laktik asidozun da eşlik ettiği bu durumlarda hücre içerisinde yoğun glikojen parçalanımına bağlı ozmolarite artışı nedeniyle ekstraselüler su hücre içine yönlenir. Hipernatremi Belirti ve Bulguları Kronik hipernatremiler genelde asemptomatiktir. Akut hipernatremilerde özellikle serum sodyumu 160 mEq/L'nin üzerine çıktığında ciddi nörolojik bulgular gelişebilir. Beyinden su kaybına bağlı serebral venlerde rüptür gelişebilir, bu da fokal intraserebral kanamalar, subaraknoid kanama yapabilir. Tablo 3-7. Hipernatremi Belirti ve Bulguları • Dehidratasyona bağlı gelişti ise oligüri ve ortostatik hipotansiyon • Letarji • Halsizlik • İrritabilite • Nöbet • Koma Hipernatremi Tanı Hipernatremi etiyolojisini tespit etmekte en önemli test 'idrar ozmolalitesi' testidir. İdrar ozmolalitesi >400 mOsm/L ise böbrek dışı sebeplerle su kaybının yolaçtığı hipernatremiler akla gelmelidir: ozmotik ishal, hissedilemeyen su kayıpları gibi. Hiperglisemi ve mannitol tedavilerinde başlangıçta hiponatremi olmaktaydı, ancak bu durumlar uzun sürdüğünde ozmotik diürezle beraber hipernatremi gelişebilir; idrar ozmolalitesi de yüksek olacaktır. İdrar ozmolalitesi <400 mOsm/L ise santral veya nefrojenik diyabet inspituslar akla gelmelidir. Dezmop-ressin ile idrar miktarında azalma ve ozmolalitesinde artma olursa santral Dİ, idrar miktarı ve ozmolalitesinde değişiklik olmazsa nefrojenik Dİ düşünülür. Hipernatremi Tedavi Hiponatreminin tedavisinde olduğu gibi hipernatremi tedavisinde de temel kural hızlı düzeltme yapılmamasıdır: aksi durumda beyin ödemi gelişir. Günde serum sodyumunu en fazla 10mEq/L düşürecek şekilde veya ortalama 48 saatten erken olmayacak şekilde düzeltme yapılır. Su Açığı Hesabı: (Serum sodyumu - 140) / 140 x vücut ağırlığı x 0.6 Çıkan sonuç litre olarak hastanın su açığını verir. Örneğin üç günde düzeltmeyi planlarsak çıkan sonucun üçte biri her gün hastaya verilir, günlük bazal sıvı ihtiyacının da eklenmesi unutulmamalıdır. Hipovolemik ya da övolemik hastalarda %5 dekstroz ya da %0.45'lik SF ile sıvı replasmanı yapılır. Hipervolemik vakalarda ise furosemid ile sıvı ve sodyum atılımı sağlanır. Santral diyabet inspitus tedavisinde dezmopressin verilir. Nefrojenik Dİ tedavisi için öncelikle altta yatan sebep düzeltilir: örneğin lityumun kesilmesi gibi. Düşük sodyumlu diyet önerilir. Düşük doz tiazid ile soodyum diürezi sağlanabilir (tiazidlerin hiponatremi yaptığını daha önce açıklamıştık). Bir diğer alternatif indometazin veya diğer NSAl'lardır. Lityumunu kesilemediği hastalarda amiloridin tübüler hasarı engellediği gösterilmiştir. C. HİPOKALEMİ Total vücut potasyumunun %95'i hücre içerisinde bulunur. Plazma potasyum düzeyinin 3.5 mEq/L'den düşük olmasıdına hipokalemi denir. Hipokalemi ölümcül aritmiler, rabdomiyoliz ve daha birçok klinik sonuçlara yol açabilen önemli bir elektrolit bozukluğudur. Başlıca hipokalemi sebepleri aşağıdaki tabloda özetlenmiştir: Tablo 3-8. Hipokalemi nedenleri 198 Böbreklerden kayıba bağlı hipokalemi Hiperaldosteronizm Metabolik alkaloz Tip 1-2 Renal tübüler asidoz Liddle sendromu Gitelman sendromu Bartter sendromu Furosemid, tiazid Ozmotik diürez Amfoterisin B Habis hipertansiyon Cushing sendromu Hücre içine potasyum geçişine bağlı Ekstraselüler alkaloz Hipokalemik periyodik paralizi insülin tedavisi Beta agonistler (salbutamol vb) Strese bağlı artmış beta adrenerjik uyarı Böbrek dışı potasyum kaybına bağlı Kusma ishal (sekretuvar tip: örn Villöz adenom) Zollinger-Ellison sendromu Yetersiz oral alım Diyaliz Plazma potasyumunun düzenlenmesinde aşağıdaki üç önemli faktör son derece önemlidir. Bu faktörler iyi anlaşılırsa hiperkalemi ve hipokalemi yapan sebeplerin mekanizmaları da daha rahat anlaşılacaktır: 1. Distal tübülden geçen sodyum ve sıvı miktarı 2. Asit - baz dengesi 3. Aldosteron Distal tübül ve toplayıcı tübüllerden potasyum sekresy-onu (atılımı) yapılır. Distal tübüllerden potasyumun atılması temel olarak buradan geçen sodyum ve su miktarına bağlıdır. Distal tübülden geçen sodyum veya su miktarı artarsa potasyum atılımı da artar. Tabloda belirtilen ozmotik diürez (mannitol, hiperglisemi) ve diüretiklerin kullanımında distal tübül sıvı akımına bağlı olarak potasyum sekresyonu artar ve hipokalemi gelişebilir. Asit - baz dengesi ile potasyumu göbekten birbirine bağlı iki sistem gibi düşünmek gerekir. Plazmada asit düzeyleri artarsa hücre içerisine hidrojen (H) girişi artarken hücre içerisinden de potasyum çıkışı olur; bu durum hiperkalemiye neden olabilmektedir. Toplayıcı tübüllerde ise asidoz durumunda H/K - ATPaz antiportu H atılımını arttırırken karşılığında potasyum tutulumu olacaktır. Alkalozda ise hücre içerisinden plazmaya H geçerken karşılığında plazma potasyumu hücre içerisine geçer, H/K antiportu da H tutup potasyum atar; bunların sonucunda da hipokalemiye yatkınlık olur. Aldosteron distal tübül son kısmı ile özellikle toplayıcı tübüllerde sodyum tutar ve potasyum atar. Primer hiperaldosteronizm (adrenal adenom (Conn sendromu)) ve sekonder hiperaldosteronizmde (dehidratasyon, kalp yetersizliği, üçüncü boşluğa sıvı kaybı gibi arteriyel volümün azaldığı ve sonuçta renal perfüzyonun azaldığı her durumda renin artışına bağlı aldosteron artışıdır) üriner potasyum atılımında artış ile birlikte hipokalemi olur. 199 Renal tübüler asidozlar asit-baz dengesi kısmında tartışılmıştır. Tip I ve II RTA 'da hipokalemi gelişirken Tip 4 RTA 'da hiperkalemi gelişir. Liddle's sendromu otozomal dominant geçişli bir hastalık olup distal ve toplayıcı tübüllerde aldosterona karşı aşırı bir hassasiyet olması durumudur; yoğun sodyum emilimi ve potasyum atılımı olur. Genelde genç yaşlarda kendini gösterir. Hiperaldosteronizm benzeri tablo oluşur: hipokalemi, hipertansiyon ve me-tabolik alkaloz olur. Sodyum ve su tutulumuna bağlı olarak gelişen hipervolemiye bağlı renin-aldosteron düzeyi bakılanmıştır, ancak az miktardaki aldosterona dahi aşırı cevap gelişmesi devam eder. Sonuçta Liddle sendromu klinik ve laboratuvar olarak tamamen hiperaldosteronizm gibidir ancak renin aldosteron düzeyi düşüktür. Gitelman sendromu distal tübüldeki Na-Cl kotrans-porterindeki mutasyona bağlı olarak oluşur; hipokalemi, metabolik alkaloz ve hipokalsiüri olur; tiazid alanlarda da aynı bulgular gelişir. Sodyum emilemeyince distal tübülden potasyum atılımı artar. Bu hastalarda yoğun diüreze bağlı olarak hipotansiyon olur, renin-aldosteron düzeyleri yükselir (sekonder hiperaldosteronizm). Bartter sendromu ise Henle kulbunun kalın çıkan kolundaki K-Na-2CI transporterinde mutasyona bağlı gelişir. Furosemid alanlardaki bulguların aynısı gelişir: hipokalemi, metabolik alkaloz ve hiperkalsiüri. Hastalarda yoğun diüreze bağlı olarak hipovolemi ve hipotansiyon olur, renin-aldosteron düzeyleri yükselir (sekonder hiperaldosteronizm). Ozmotik diürez (mannitol, hiperglisemiler) sonucu distal tübüllerden geçen ultrafiltrat akım hızı artacağından potasyum sekresyonu da artar ve uzun süreli diürezlerde hipokalemi gelişebilir. Alkalozda hücre içerisinden H iyonu dışarı çıkar karşılığında ise K iyonu hücre içerisine girer. İnsülin potasyumu hücre içerisine sokar. Beta agonist uyarı (beta 2 reseptörler üzerinden) potasyumun hücre içerisine girişini hızlandırır (Na/K ATPaz aktivitesini arttırarak), beta agonist olarak astım tedavisinde kullanılan salbutamol gibi (ventolin) inhaler ajanlar hiperkalemi tedavisinde kullanılmaktadır. GİS kayıpları bir diğer önemli potasyum kaybı sebebidir. GİS sekresyonlarında yoğun potasyum bulunur. Kusma ile hipokalemi + metabolik alkaloz olur. ishal ise hipokalemi + metabolik asidoza neden olur (bağırsaklardan HCO3 kaybına bağlı). Üst GİS sıvılarında ortalama 5-10 mEq/L, alt GİS sıvılarında ise ortalama 20-50 mEq/L potasyum bulunur. Üst GİS ya da gastrik sıvı kaybında özellikle oral alım da bozuk ise dehidratasyona bağlı sekonder hiperaldosteronizm gelişir ve böbreklerden üriner potasyum kaybı olur. Hipokalemi nedeni ile toplayıcı tübüllerde H/K antiportu aktive olur ve üriner H sekresyonu da artar, sonuçta hidrojen kaybına bağlı alkaloz gelişir. 200 Klinik ve Laboratuar Bulguları • Ciddi kas güçsüzlüğü ve paralizi (2.5 mEq/L'nin altında gelişir) • Solunum kaslarında güçsüzlük ve solunum yetersizliği • GİS düz kaslarının etkilenmesine bağlı paralitik ileus • Kramp, parestezi ve tetani • Kardiyak aritmi ve EKG bozuklukları • Atriyal ve ventriküler ekstrasistoller • Supraventriküler taşikardiler • ST depresyonu, T dalgasında düzleşme ve belirgin 'U' dalgası • QT uzaması yapar ve ventriküler aritmi riskini arttırır • Digoksin intoksikasyon riski artar • Rabdomiyoliz • Renal bozukluklar • İdrarı konsantre edememe (poliüri, noktüri, polidipsi) • Tümüler amonya üretiminde artış (amonyagenez) • Hipokalemik nefropati (interstisyel fibroz, vakuol oluşumu: irreversibl olabilir) Tedavi Oral ya da parenteral potasyum replasmanı yapılır. Parenteral replasman periferal venden yapılacaksa litrede en fazla 40 mEq/Lpotasyum içeren konsantrasyonda sıvı hazırlanır. Dekstroz bazlı sıvı tercih edilmez, insülin salınımını arttıracağından potasyumun hücre içerisine kaçmasına yol açacaktır. Replasman saatte maksimum 10-20 mEq veya günlük maksimum 200 mEq'dır. Hipokalemiye en sık eşlik eden elektrolit bozukluğu hipomagnezemidir (%40). Bu sebeple hipokalemik vakalarda magnezyum replasmanı da yapılmalıdır. D. HİPERKALEMİ Serum potasyum düzeyinin 5 mEq/L'nin üzerine çıkmasıdır. Renal sekresyonda azalma, hücre dışına kaçış ve bazı ilaçlar önemli hiperkalemi sebepleridir: aşağıdaki tabloda özetlenmiştir. Renal atılımında azalmaya bağlı hiperkalemi olması için günlük idrar çıkışının oligürik veya anürik düzeylere gerilemiş olması gerekmektedir. Kronik böbrek yetersizliklerinde ek bir sebep olmaksızın hiperkalemi gelişmesi genelde son dönem KBY'de (kreatin klirensi 10 mL/dk 'nın altına düşünce) ortaya çıkar. Hipoaldosteronizmde (örnek olarak Addison hastalığı) toplayıcı tübüllerde sodyum emilimi azalırken potasyum atılımı da azalır ve sonuçta hiponatremi, hiperkalemi olur. Sodyum kaybı ile birlikte su kaybına bağlı hipov-olemi ve hipotansiyon gelişir. Hiperkalemiye bağlı toplayıcı tübüllerde H/K antiportunun aktivasyonu sonucu ise metabolik asidoz gelişir. 201 Tablo 3-9. Hiperkalemi nedenleri Renal Potasyum Atılımında Azalma Akut oligürik böbrek yetersizliği Son dönem kronik böbrek yetersizliği Hipoaldosteronizm Addison hastalığı Konjenital adrenal hiperplazi Heparin Hiporeninemik hipoaldosteronizm DM, interstisyel nefrit Hipervolemi NSAID Renal tübüler asidoz (Tip 4) Masif kan transfüzyonu Psödohipoaldosteronizm Hücre Dışına Potasyum Çıkması Metabolik asidoz Beta bloker Ağır egzersiz Psödohiperkalemi insülin eksikliği Hiperkalemik periyodik paraliz Digoksin intoksikasyonu Yoğun hücre parçalanması tümör lizis, hemoliz, rabdomiyoliz İlaçlar Potasyum tutucu diüretikler ACE inhibitörleri Suksinil kolin Heparin ve NSAE'lar Diabetes mellitus ve interstisyel nefritlerde juksta-glomerüler hücrelerdeki atrofiye bağlı olarak renin düzeylerinde azalma ve aldosteronda azalma olabilir, bu da hiperkalemiye yolaçabilir. Hiperkalemiye sekonder olarak ise toplayıcı tübüllerde H/K antiporterinin aktivasyonuna bağlı olarak potasyum atılıp hidrojen tutulmaya çalışılır, asidoz gelişir; bu aynı zamanda tip 4 renal tübüler asidozdur. Tip I ve II hipokalemik, tip IV hiperkalemiktir. 202 Psödohipoaldosteronizm laboratuar ve mekanizma olarak Liddle sendromunun tamamen zıttıdır. Toplayıcı tübüllerde aldosteron reseptörlerinde aldosterona karşı yanıt azaldığı için hiperkalemi, hiponatremi, hipovolemi ve metabolik asidoz görülür, yani hipoaldosteronizm tablosu mevcuttur ancak kan renin - aldosteron düzeyleri yüksektir. Asidozda hidrojen hücre içine girer, karşılığında hücreden potasyum dışarı atılır. Psödohiperkalemi kan alınması esnasında enjektör iğnesinde eritrosit parçalanmasına bağlı gelişen hiperkalemidir, gerçekte hiperkalemi yoktur. Digoksin Na/K ATPaz'ı inhibe eder; yani hücreden sodyum çıkışını engellerken hücre içine potasyum girişini engeller, intoksikasyonunda hiperkalemi gelişebilir. Yoğun hücre yıkımı olan hemoliz, tümör lizis, rabdomiyoliz ya da yanık vakalarında hücre dışına potasyum kaybı olacağından hiperkalemi olur. NSAID ler direk olarak renin salınımını inhibe ederler, Heparin ise adrenal bezden aldosteron salınımını inhibe eder. ACE inhibitörleri AG-II oluşumunu inhibe ederler, AG-II olmayınca aldosteron düzeyleri de azalacaktır. Klinik ve Laboratuar Bulgular Hiperkalemide klinik bulgular serum potasyumu 7 mEq/L'nin üzerine çıktığında olur. Kaslarda halsizlik Gevşek felç Kardiyak ileti bozuklukları T dalgasında sivrileşme ve QT mesafesinde kısalma (ilk bulgu) PR uzaması ve P dalgasında düzleşme QRS genişlemesi Hiperkaleminin ilk bulgusu sivri T dalgalarıdır; Tedavi Hafif potasyum yükseklikleri semptomsuz olduklarından tedavi gerektirmeyebilir. Fakat yüksek düzeyler yaşamı tehdit edici olduğundan acilen düşürülmelidir. Hiperpotaseminin semptomatik acil tedavisi üç aşamalıdır; Membran potansiyelinin eşiğinin yükseltilmesi: Bu amaçla, EKG kontrolü altında 0.5-1.0 mL(en çok 10 mL) kalsiyum glükonat 2-10 dakika içinde intravenöz yol ile verilir. Kalsiyumun serum potasyum düzeyi üzerine önemli bir etkisi yoktur; fakat membran potansiyeli eşiğini yükselterek eksitabl hücrelerin repolarize olmasını sağlar. Kalsiyumun etkisi çabuk fakat kısa sürelidir. Potasyumun hücre içine sokulması: Bu amaçla hastaya glükoz (0.5 g/kg) ile birlikte 15-30 dakika içinde İ.V. insülin (0.1 U/ kg/ saat) verilir. Böylelikle potasyum hücre içine girer. Bu tedavinin etkisi 30 ile 60 dakika içinde başlar ve birkaç saat sürer. 10 ile 30 dakika içinde verilen İV bikarbonat (1-2 mEq/kg) da ES5 kompartımanını artırarak potasyumu hücre içine sokar. Bikarbonat tedavisinin etkisi de birkaç saatten fazla değildir. Potasyumun vücut dışına atılması: İ.V. sıvı verilmesi de ESS kompartımanını genişletir ve meydana gelen diürez ile potasyum boşaltımı artar. Bir reçine olan sodyum polistiren sülfonatın (Kayexa-late®) içinde bulunan sodyum gastrointestinal traktus-tan ekskrete edilen potasyum ile yer değiştirir. Böylece dışkı ile olan potasyum boşaltımı artar. Oral ya da rek-tal yol ile 1 g/kg olarak verilen Kayexalate® etkisini 60 dakika içinde gösterir. Bu etki saatlerce sürer. Uzun süreli 203 kullanımlarda ileus gelişebilir. Yukarda anlatılan önlemler ile hiperpotasemi düzeltile-miyorsa periton diyalizi ya da hemodiyaliz yapılmalıdır. Diyaliz ayrıca asit-baz dengesi bozukluklarını ve toksik maddelerin uzaklaştırılmasını da sağlar. E. ASİT BAZ DENGESİ Böbrekler asit-baz dengesinin düzenlenmesinde son derece önemli role sahiptirler. Proksimal tübülde bikarbonat döngüsü sayesinde bir adet bikarbonat bir sodyum molekülü ile emilirken karşılığında hidrojen atılır. Yine proksimal tübül mitokondrilerinde üretilen amonya (NH3) tübüler hücrede ya da ultrafiltratta bir hidrojen iyonu ile birleşerek amonyuma dönüşür (Amonyagenez), sonuçta amonyagenez sayesinde idrarla hidrojen atılması sağlanır. Proksimal tübül ve distal tübülden aktif hidrojen sekresyonu yapılır. Ayrıca distal tübüllerden proksimal tübüldekine ek olarak bir miktar daha idrara amonyum atılımı olur. Distal tübülden %1-5 civarında bikarbonat emilimi gerçekleştirilir. Toplayıcı tübüllerde ise yine aktif hidrojen sekresyonu yapılır, ayrıca K/H-antiportu asit-baz ve potasyum dengesini sağlamada önemli role sahiptir. HC03/CI antiportuda özellikle alkalozda bikarbonat atar ve klor tutarak alkalozu önlemeye çalışır. Tablo 3-10. Vücuttaki başlıca tampon sistemler Yer Tampon Relatif önem Hücre dışı sıvı - Bikarbonat %42 - Plazma proteinleri %1 - Proteinler %34 - Bikarbonat % 15 - Diğerleri (fosfatlar, hidroksiapatit kr. vb) %8 Hücre içi sıvı Plazma pH'sının düzenlenmesinde önce tampon sistemleri devreye girerler: bikarbonat (metabolik asidozda), hemoglobin (respiratuvar asidozda), fosfat ve plazma proteinleri gibi. Hatta kemiklerden gelen kalsiyum karbonat dahi kronik metabolik asidozlarda önemli bir tampon sistemi oluşturur, bu sebeple kronik asidozlarda osteoporoz ve osteomalazi gibi metabolik kemik hastalıkları ortaya çıkabilmektedir. Karbondioksit uçucu bir asittir ve dolayısı ile akciğerler asit-baz dengesinde önemli rol oynarlar, özellikle metabolik asit baz bozukluklarında solunumun arttırılıp azaltılması ile asidozda asit atılması, alkalozda asit biriktirilmesine çalışırlar. KOAH lı bir hastada karbondioksit retansiyonu olursa asit birikimi nedeni ile solunumsal kökenli asidoz olur. Hiperventile eden bir insanda ise asit kaybı nedeni ile metabolik alkaloz olur. Karaciğer de kısmen asid-baz dengesinde rol oynar: substratların oksidasyonu sonucunda karbondioksit üretilir, laktat ve ketonlar gibi organik asitleri metabo-lize eder, amonyum metabolizmasında rol oynar (2 NH4+ + 2 HCO3⇒ üre + CO2 + 3 H2O), albümin gibi bir çok protein sentezi yapar ve bu proteinler asit tamponu olarak rol oynarlar. Anyon açığı: Plazmada ölçülemeyen anyonları gösterir (laktat, asetoasetat, sülfat gibi). Metabolik asido-zların sınıflanması ve dolayısı ile klinik ayırıcı tanısının yapılmasında kullanılır. ( [Na+] ) - ( [CI-MHCO3-] ) Anyon açığının bikarbonat kaybını değil organik asit birikimini gösterir. Bikarbonat laktat, fosfat gibi asitleri nötralize etmeye çalıştığı için azalır ve ölçülmeyen bu asitlerin artışı ile artmış anyon açıklı asidoz terimi kullanılır. Normal anyon açıklı asidoz durumunda ise bikarbonat azalışı klor artışı ile kompanse edilmeye çalışıldığından anyon açığı değişmez ya da normal kalır, bu duruma diğer bir ifade ile hiperkloremik ais-doz denmektedir. Hipoalbüminemide anyon açığı düşüktür. Metabolik asidozda açık 12 ve altında ise normal anyon açıklı asidoz, 12 ve üzerinde ise artmış anyon açıklı asidoz olarak adlandırılır. F. RESPİRATUVAR ASİDOZ Kan PCO2 düzeylerinin primer olarak yükselmesi İle sonuçlanan aist-baz bozukluğudur. En sık sebebi alveo-ler hipoventilasyondur. CO2 lipit membranları çabuk geçer ve hızlı bir şekilde hücre içi asidoz yapıp intrase-lüler metabolizmayı baskılar. Hiperkapni'nin bazı önemli metabolik etkileri aşağıda sıralanmıştır: 204 • Santral kemoreseptörler üzerinden solunumun uyarılması • Serebral vazodilatasyon ile santral kan akımı ve intrakraniyal basınç artışı • Sempatik sinir sisteminin uyarılması sonucu taşikardi, terleme ve periferal vazokonstriksiyon • Periferik damarlarda direk etki ile vazodilatasyon da yapabilir • İleri düzeylerde santral sinir sistemini baskılar: koma (karbondioksit narkozu) Respiratuvar asidozda kompanzatuvar olarak böbrekler karbondioksit retansiyonuna karşı bikarbonat geri emilimini arttırırlar. Tablo 3-11. Mekanizmalarına Göre Respiratuar Asidoz Nedenleri A: Yetersiz Alveoler Ventilasyon Santral kökenli solunumun baskılanması Opiat, sedatif ve anestetik ajanlar Santral kanama, tümör, travma, enfarkt Obeziteye bağlı hipoventilasyon (Pickwick sendro-mu) C4 düzeyi ve üzerindeki spinal kord yaralanmaları Poliomiyelit Tetanoz Kas - sinir bozuklukları Guillain-Barre sendromu Myasthenia gravis Kas gevşetici ilaçlar Organofosfatlar vb toksinler Miyopatiler Polimiyozit Akiğer veya Toraks Duvarı Bozuklukları KOAH Toraks travması, hemotoraks, çoğul kosta kırıkları Pnömotoraks Diafram paralizi, yaralanmaları Pulmoner ödem ARDS Restriktif akciğer hastalıkları Aspirasyonlar Hava Yolu Hastalıkları Üst hava yolları obstrüksiyonları Laringospazm Bronkospazm, Astım B: Aşırı Karbondioksit Üretimi Hiperkatabolik bozukluklar (Habis hipertermi) Respiratuvar asidozun temel tedavisi altta yatan hastalığın düzeltilmesidir. Kronik hiperkapniler hızlı düzeltilmez: kardiyak aritmi, serebral perfüzyonda azalma ve nöbet gelişebilir. G. RESPİRATUVAR ALKALOZ Respiratuvar alkalozun en sık sebebi hiperventilasyon-dur. Sık solumaya bağlı CO2 kaybı olur (karbondioksit uçucu asittir) ve pH yükselir, kompanzatuvar olarak böbrekler bikarbonat geri emilimini azaltırlar ve serum HCO3'ü düşer. pCO2 30 mmHg 'nin altına düşünce semptomatik olur. Başlıca semptomlar; 205 • Ağız çevresinde, ekstremitelerde uyuşma • Nöromüsküler irritabilite artışı • Baş dönmesi • Bulantı, kusma • Serebral vazokonstriksiyon • İntrakraniyal basınçta azalma • Serbest kalsiyum azalma • Miyokard kontraktilitesinde azalma, aritmi Hipotansiyon • Nöbet, koma Tablo 3-12. Respiratuvar alkaloz nedenleri 1. 2. 3. Santral sinir sistemi kökenli hiperventilasyon • Kafa travması • SVO • Anksiete • Ateş • Ağrı, korku, stress • Asprin entoksikasyonu • Sepsis erken dönemind sitokinlere bağlı hiperventilasyon • Gebelik • Kronik karaciğer hastalığı (bu hastalarda en sık görülen asit-baz bozukluğu r. alkalozdur) • Menenjit, ansefalit Hipoksemi (periferik kemoreseptörler O2 azalınca medulla oblangatayı uyarıp hiperventilasyon yaparlar) • Akut dağ hastalığı • Ağır anemi Pulmoner sebepler • 4. Pulmoner emboli • Pnömoni • Astım • Akciğer ödemi İyatrojenik: hastaya mekanik ventilatör ile sık soluma yaptırılması H. METABOLİK ASİDOZ Çeşitli sebeplerle kanda asit birikmesine bağlı veya vücuttan direk bikarbonat kaybına bağlı olarak plazma bikarbonat düzeyinin azalmasıdır, pH düşer ve kompanzatuvar olarak asidik ortam nedeni ile medulla oblangatadaki kemoreseptörlerin uyarılması ile hiperventilasyon olur ve serum PC02 düzeyleri azalır. Klinik olarak akut dönemde yorgunluk, bulantı, kusma olur, Kronik dönemde ise hiperventilasyon olur. Diğer klinik bulgular: 206 • Hipotansiyon, taşikardi • Asidozun negatif inotropik etkisi vardır • Lökositoz • Hiperglisemi • Hiperfosfatemi • Hiperkalemi • Hiperürisemi (laktik asidozda) Artmış anyon açıklı metabolik asidozları akılda kolay tutmanın yolu: KUSMAL K Keto asidoz U Üremik asidoz (son dönem KBY) S Salisilat entoksikasyonu M Metanol (sahte içki üretimi) A Alkol, Antifriz (etilen glikol) L Laktik aisdoz (hipovolemik şok, sepsis) Anyon açığının arttığı metabolik asidoz nedenleri içerisinde en sık görüleni laktik asidozdur. Anyon açığının arttığı metabolik asidozlarda bikarbonat kaybı veya hidrojen artışı dışında ekstra bir asit birikimi sözkonusudur. KUSMAL olarak bilinen Anyon açığının arttığı metabolik asidozlarda, serumda biriken asidik metabolitler aşağıda sıralanmıştır: • Keto asidoz: beta-hidroksibütirik asit, asetoasetik asit • Üremik asidoz: Son dönem kronik böbrek yetersizliğinde olur, üremik toksinler birikir • Salisilat entoksikasyonu: aspirinin kendisi, asetil salisik asit. Metabolik asidoz + respiratuvar alkaloz yapar, genelde önce respiratuvar alkaloz sonra metabolik asidoz gelişir. • Metanol: Formik asit; cam sileceği suyu, formaldehit, sahte içki yapımı • Alkol: betahidroksibütirik asit • Antifriz (etilen glikol): okzalik asit • Laktik aisdoz: laktik asit Tablo 3-13. Metabolik Asidoz Nedenleri 207 A. Anyon Açığının Arttığı Metabolik Asidoz 1. Ketoasidoz 2. Laktik asidoz • 3. 4. Diyabetik ketoasidoz Alkolik ketoasidoz Açlık ketoasidozu • Tip A (Perfüzyon bozukluğuna bağlı: hipovolemik şok, septik şok) • Tip B (Karbonhidrat metabolizması bozukluğuna bağlı) Böbrek yetersizliği • Üremik asidoz • Akut böbrek yetersizliğine bağlı asidoz Toksinler • Etilen glikol • Metanol • Salisilatlar B: Anyon Açığının Normal Olduğu Asidoz (Hiperkloremik asidoz) 1. 2. 3. Renal sebepler • Renal tübüler asidoz (Tip I, II, IV) • Karbonik anhidraz inhibitörleri (asetazolamid) Gastrointestinal sistem (bikarbonat kaybı) • Ciddi diyare • Üreterosigmoidostomi • Pankreatik veya bilier direnaj • ince bağırsak fistülleri İlaca bağlı hiperkalemi (K/H antiportu K atar, H tutar, asidoz gelişir) • 4. Potasyum tutucu diüretikler • Trimetoprim • ACE inhibitörleri • Non steroidal anti enflamatuvarlar Diğer: artmış asit yükü • Hiperalimentasyon • Proteini yüksek diyet • Amonyum klorit • Hippurat Laktik asidoz (TİP A) Hipotansiyon, dolaşım yetersizliği, hipoksi, mitokon-driyal disfonksiyonda anaerobik glikolizisin artması ile oluşur. • Tiamin eksikliği • Hipofosfatemi • İzoniazid toksistesi • Hipoglisemi • Metformin • Nükleozid analoğu antiviraller • Salisilatlar • Epileptik nöbet • Sepsis 208 Laktik asidoz (TİP B) Aşırı Laktik asit üretimi vardır • Yoğun egzersiz • Maliniteler (lenfoma, metastatik kanser) • Karaciğer yetersizliği • Alkolizm • Sepsis Tedavide Öncelikle altta yatan hastalık düzeltilir. Kan pH düzeyi 7.1'in altında ise bikarbonat verilir. Hızlı düzeltme yapmamalıdır, aksi takdirde beyin-omurilik sıvısında paradoksal asidoz gelişir: hiperventilasyon, hipokalemi ve hipokalsemi oluşabilir. Bikarbonat açığı hesaplanması: HCO3 eksiği = (24-ölçülen HCO3) x ağırlık / 2 RENAL TÜBÜLER ASİDOZLAR Tip II (proksimal RTA, bikarbonat geriemilim azlığı) Tip I (klasik distal RTA, bikarbonat sentez ve hidro-jen sekresyonu azlığı) Tip III (tampon yetersizliği) Tip IV (generalize distal RTA= Tip I + Tip III) Proksimal renal tübüler asidoz (Tip II) Proksimal RTA'da proksimal tübülüs hücrelerinde bikarbonatın geri emilimi bozulmuştur. Bunun muhtemel nedeni karbonik anhidraz yapımının azalmasıdır. Kandaki bikarbonat düzeyleri 15-18 mEq/L'ye kadar düşer. Bu durumda distal tubuluslara gelen bikarbonat miktarı düşer ve bu düşük miktar distal tubulusların geriemilim kapasitesini aşmadığından idrarla olan bikarbonat kaybı durur. Distal tubulus fonksiyonları normal olduğundan metabolik asidoz nedeni ile idrar pH 'sı 5.5' in altına iner. Proksimal RTA'nın izole tipinde sadece bikarbonat geri emilimi bozuktur. Proksimal RTA 'nın generalize tipinde ise (Fanconi Sendromu) ek olarak glükozüri, generalize aminoasidüri, fosfatüri, karnitinüri de mevcuttur. Fanconi sendromunda proksimal tubulde ATP azalır. ATP'nin azalması Na-K ATP' azın aktivitesini azaltarak sodyum, potasyum, amino asit, glükoz, fosfat, ürik asit, karnitin ve bikarbonatın proksimal tubulden emilimini bozar. Tablo 3-18. Proksimal RTA nedenleri 209 I. İZOLE (SELEKTİF ) A. Primer: idiopatik ya da genetik B. Sekonder II. 1. Karbonik anhidraz II yetersizliği 2. İlaçlar (asetoazolamid, sülfanilamid, mefenid asetat) Fanconi Sendromu A. Primer (idiopatik ya da genetik) B. Sekonder 1. Genetik hastalıklar • Sisitinozis • Lowe Sendromu • Wilson Hastalığı • Tirozinemi • Galaktozemi • Kalıtsal früktoz entoleransı (Früktoz alımı sırasında) • Metakromatik lökodistrofi • Pirüvat karboksilaz yetersizliği 2. Edinsel Hastalıklar • Disproteinemi (Multipl miyelom, monoklonal gammopati) • Sekonder hiperparatiroidizm (Raşitizm) • İlaçlar (gentamisin, eskimiş tetrasiklin) • Ağır metaller (kurşun, cıva ) • Tübülointerstisyel hastalıklar (Sjörgen Sendromu, medüller kistik hastalık, böbrek transplantasyonu) • Nefrotik Sendrom • Amiloidoz • Osteopetrozis • Paroksismal noktürnal hemoglobinüri. Klasik distal renal tübüler asidoz (Tip I) Distal RTA'nın klasik tipinde çeşitli nedenlere bağlı olarak distal tubulus ve toplayıcı borularda hidrojen/sodyum antiportu bozulmuştur (Tablo 3-19). Bu nedenle gerek hidrojen iyonlarının boşaltılamaması gerekse de aynı sebebten dolayı distal tubuluslara ulaşan bikarbonatın yeterince emilememesi yüzünden hiperkloremik metabolik bir asidoz gelişir. Asidoza rağmen idrar pH ' sı 5.5' in altına inemez. Hatta çoğu kez alkali tarafa kayar. Çünkü hem sodyum dihidrojen fosfat boşaltımı (titrabl asidite) hem de amonyum klorür boşaltımı azalmıştır. Hidrojen / sodyum antiportunun bozulması nedeni ile (hiponatremi) aldosteron salgısı artar ve hipopotasemi gelişir. Tablo 3-19. Distal RTA nedenleri 210 A. Primer (genetik) B. Sekonder 1. 2. Genetik Hastalıklar • Ehlers - Danlos Sendromu • Kalıtsal eliptositoz • Orak hücreli anemi • Karbonik anhidraz yetersizliği • Medüller kistik hastalık • Glikojenoz Tip III Otoimmün Hastalıklar • 3. 4. 5. Hipergammoglobulinemi • Sjörgen Sendromu • Tiroidit • Pulmoner fibrozis • Kronik aktif hepatit • SLE Nefrokalsinozis • Primer hiperparatiroidizm • D hipervitaminozu • Hipertiroidizm • idiopatik hiperkalsiüri • Kalıtsal früktoz entoleransı • Fabry hastalığı • Wilson hastalığı Tübülointerstisyel Hastalıklar • Kronik piyelonefrit (ürolitiazis) • Obstrüktif üropati • Böbrek transplantasyonu • Lepra İlaçlar (analjezikler, Amfoterisin-B, toluen, siklamat vb.) Asidoz kronikleşirse kemikteki hidroksiapatit kristalleri ve kalsiyum bikarbonat mobilize olur (raşitizm, osteomalasi). idrar ile kalsiyum ve fosfor boşaltımı artar ve sitrat ekskresyonunun azalır. Sonuçta nefrokalsinoz ve nefrolitiazis gelişir. Tip III RTA NH3 ve fosfat yetersizliği vardır. Bu nedenle renal tubul lümenine sekrete edilen hidrojen tampone edilemez. Tip IV RTA Aldosteron eksikliği veya direnci vardır. Buna bağlı olarak hidrojen ve potasyum sekresyonu ve sodyum emilimi bozulur. Plazma bikarbonatı 15mEq/L'nin üzerindedir. Hipotansiyon ve hiperkalemi görülür. Tedavide fludrokortizon verilir. I. METABOLİK ALKALOZ HCO3 ve pH düzeylerinde artışla kendini gösterir, kom-pansatuvar olarak hipoventilasyon pCO2'de artma olur, ancak pCO2'deki artma 60 mmHg'yi geçmez, pCO2'nin 60mmHg ve üzerinde olmasına karbondioksit narkozu denir, primer respiratuvar asidozda olur. Klinik olarak en çok etki MSS üzerinde kendini gösterir: metabolik ensefalopati: serebral vazokonstriksiyon 211 sonucu serebral hipoksi gelişir, konfüzyon, delirium, koma, nöbet eşiğinde azalma, parastezi ve kas krampları olur. Serbest kalsiyum düzeyi azalır, kalsiyumun proteine bağlanma affinitesi artar. Bu durun tetaniye yol açabilir. Nörolojik bulgular genelde pH>7.55 olduğunda ortaya çıkar. Tablo 3-14. Metabolik Alkaloz Nedenleri 1. 2. 3. 4. Eksojen bikarbonat • Yoğun bikarbonat tedavisi • Süt-alkali sendromu • Transfüzyon • Antiasit tedavi • Sodyum sitrat, asetat, laktat, glukonat tedavisi GİS kökenli • Kusma • Konjenital kloridorrea • Villöz adenom (yoğun klor kaybı) Renal nedenler • Furosemid ve tiazid • Bartter ve Gitelman sendromları • Posthiperkapne dönemi • Zayıf emilen anyonlarla tedavi: Penisilin, sülfat, fosfat Hiperaldosteronizm • Primer hiperaldosteronizm • Adrenal adenom (Conn sendromu) • Sekonder hiperaldosteronizm (hiperreninizm) • Dehidratasyon, Arteriyel hipovolemi • Renal arter darlığı • Renin salgılayan tümörler • Adrenal enzim defektleri (11 ve 17 hidroksilaz eksiklikleri) • Liddle sendromu Potasyum replasmanı sayesinde ise serum potasyumu hücre içine girerken hücre içinden dışarı hidrojen çıkacaktır, toplayıcı tübüllerden de hidrojen atılımı azalacaktır. Eğer hasta hipervolrmik ise sıvı verilemeyeceği için bu tür vakalarda NaCI yerine KCI tercih edilebilir. Bir diğer alternatif de karbonik anhidraz inhibitörü asetazolamid'dir. Asetazolamid proksimal tübülden bikarbonat geri emilimini azaltır. Asetazolamide yanıt vermeyen vakalarda HCI enfüzyonu denenebilir. Hiperaldosteronizm vakalarında potasyum replasmanı ve gerekirse spironolakton, amilorid gibi potasyum tutturucu diüretik verilmesi tedavide faydalı olabilir. Tablo 3-15. NaCI tedavisine yanıt vermeyeni metabolik alkalozlar (idrar kloru > 10 mEq/gün) • Bartter ve Gitelman sendromları • Ciddi hipokalemi • Primer hiperaldosteronizm • Hiperreninizm • Liddle sendromu Tablo 3-16. NaCI tedavisine yanıt veren alkalozlar (idrar kloru < 10 mEq/gün) 212 • Diüretiklere bağlı alkalozlar • Zayıf emilen anyonlara bağlı alkalozlar • Kusma • Villöz adenom ve intestinal klor diyaresi • Eksojen bikarbonata bağlı alkalozlar Tedavi Metabolik alkaloz tedavisinde üç temel prensip vardır: sıvı kaybını düzelt, klor eksiğini düzelt, potasyum eksiğini düzelt. Metabolik alkalozlar klor (NaCI, KCI) tedavisine yanıt verenler ve yanıt vermeyenler olmak üzere tedavi açısından iki grupta incelenir. NaCI tedavisine yanıt veren grupta sıvı kaybı yerine konduğunda alkaloz da düzelecektir, sıvı replasmanı ile toplayıcı tübüllerde bikarbonatın geri emilimi azalırken sekresyonu da artacaktır. Sodyum emilimindeki azalma direk olarak bikarbonat geri emilimini de azaltacaktır. Tübüler sistemde klor miktarı artınca toplayıcı tübüllerdeki bikarbonat - klor antiportu klor emip bikarbonat atacak ve dolayısı ile bikarbonat sekresyonu artacaktır. J. KAN GAZI ANALİZİ Kan gazı analizinde öncelikle hastanın bikarbonat ve karbondioksit düzeylerine bakılır. Eğer her iki parametre de aynı yönde hareket ediyorlarsa olay metabolik asit baz bozukluğu, zıt yönlerde hareket ediyorlarsa respiratuvar asit baz bozukluğu olarak yorumlanır. Örneğin her iki parametre de azalmışsa metabolik ais-doz, her ikisi de artmışşsa metabolik alkaloz vardır. Zıt yönlere hareket ediyorlarsa pH asidik ise respiratuvar asidoz, pH alkali ise repiratuvar alkaloz vardır. Tablo 3-17. Kan gazı analizinde değişik olasılıklar PH HCO3 pCO2 M. asidoz ↓ ↓ ↓ M. alkaloz ↑ ↑ ↑ R. asidoz ↓ ↑ ↑ R. alkaloz ↑ ↓ ↓ Kan gazı analizinde diğer önemli nokta normal parametrelerin bilinmesidir: • pH aralığı: 7.38 - 7.42 • pCO2: 38 - 42 • HCO3: 24 (22 - 26) Örnek: pH: 7.25, HCO3: 12mEq/L, pCO2: 28 rnmHg olan hastada analiz: pH ve bikarbonat azalmış olduğu için, olay metabolik asidozdur. pH: 7.25, HCO3: 30mEq/L, pCO2: 58 mmHg. pH azalmış, HCO3 artmış, olay respiratuvar bozukluktur. pH'a zaldığına göre respiratuvar asidoz, beklendiği üzere ana sebep CO2 yüksekliğidir. Kompansasyon Hesabı Öncelikle şunu belirtelim ki kompansasyon demek pH nın normale gelmesi demek değildir. Kompansasyon demek hastanın asit-baz bozukluğundan ölmesini engelleyecek pH değerinin tutturulması demektir. Örneğin: pH:7.07, HCO3: 5 mEq/L ve pCO2'su 18mmHg olan metabolik asidozlu hastada kompanzatuvar olarak hasta hiperventile etmiş ve karbondioksit düzeyi 18'e indirilmiştir. Eğer hasta hiperventile etmeseydi ve PCO2 normal değerlerinde kalsaydı bu hastanın pH'sı 6.7 olurdu ki bu da yaşamla bağdaşmazdı. Unutulmamalıdır ki altta yatan hastalık düzelmedikçe pH nın normale gelmesi son derece güçtür. Başka bir örnek, pH: 7.40, HCO3: 40mEq/L, pCO2'si 60 mmHg olan hastada metabolik asidoz + respiratuvar alkaloz vardır, asidoz ve alkaloz yan yana gelince pH normalleşmiştir ancak bu kompanse oldu anlamına gelmemektedir. 213 Bir başka nokta mikst asit-baz bozuklukları dekom-panse olarak kabul edilirler. Metabolik asidoz veya alkalozda respiratuvar kompansasyon, respiratuvar asidoz veya alkalozda renal kompansasyon olur. Respiratuvar asidozda renal HCO3 emilimi artar, respiratuvar alkalozda ise renal HCO3 emilimi azalır Metabolik asidozda artan plazma H iyonları medulla oblangatada kemoreseptörleri uyarıp hiperventilasy-ona yolaçar ve pCO2 düşer (CO2 uçucu bir asittir). Metabolik alkalozda ise hipoventilasyon olur pCO2 artar. Metabolik Asidoz Kompansasyon Hesabı Beklenen pCO2 hesaplanır (hiperventilasyon yapıp düşürmesi gereken aralık bulunur) Beklenen pCO2 = (HCO3X1.5) + 8 +/- 2, ya da daha basit bir yöntemle Beklenen pCO2 = HCO3 + 15 ± 2 formülü kullanılabilir. Eğer metabolik asidozu olan hastanın pCO2 'si beklenen aralıkta bulunursa kompanse, beklenen aralıkta değilse dekompanse olarak yorumlanır. Örnekler: pH: 7.25, HCO3: 12mEq/L, pCO2: 28mmHg olan hastada: Beklenen pCO2: HCO3 + 15 ± 2, 12+15 = 27 (25-29 arası): kompanse M. asidoz pH:7.16, HCO3: 12 mEq/L, pCO2: 35 mmHg Beklenen aralık bu vakada da 25-29 arası, PCO2 beklenen aralğını dışında olduğu için dekompanse metabolik asidozu var. Farzedelim hastada metabolik asidoz sebebi ishal olsun, bir de KOAH alevlenmesi olsun, pCO2 KOAH a bağlı beklenen değerin üzerinde olacağı için hastada metabolik asidoz + respiratuvar asidoz var denir (unutmayalım ki mikst asit-baz bozuklukları dekompanse kabul edilirler). pH: 7.33, HCO3: 12 mEq/L, pCO2: 22 mmHg olan başka bir hastada ise yine beklenen HCO3 değeri 25-29mEq/L arası hesaplanır. pCO2'si beklenenin altında olduğu için yine dekompanse kabul edilir. Farzedelim asidozunun sebebi ishal ve panik atağa bağlı hiperventilasyon nedeni ile de pCO2 bu kadar düşük olsun, o zaman bu hastada metabolik asidoz + (ishal + tiazid) metabolik asidoz + respiratuvar alkaloz var da diyebiliriz. Aynı yöntemler metabolik alkaloz için de uyarlanır: Metabolik alkaloz Kompansasyon formülü: Beklenen pCO2 = (0.7 X HCO3) + 20 +/- 2 (tavsiye edilen formül) veya HCO3 x 0.9 + 9 +/- 2 Örnek: pH: 7.55, HCO3: 40 mEq/L ve pCO2: 48 mmHg olan hastada: Beklenen pCO2: (HCO3 x 0.7) + 20 ± 2 (46 - 50 arası) Hastanın PCO2'si hipoventilasyonla beklenen aralığa yükseltildiği için (48) hastada kompanse metabolik alkaloz vardır. Respiratuvar asidoz ve alkaloz için kompansasyon formülleri: R asidozda HCO3 artar, R alkalozda İse kompanzatuvar olarak HCO3 azalır. Bu sebeple PCO2'nin 40 mmHg üzerinde her 10 mmHg artışı veya azalışında HCO3 de aşağıda verilen miktarlarda 24 bazal seviyesinin üzerinde artacak veya azalacaktır. Respiratuvar HCO3 Akut: 10 mm Hg PaCO2 artışına 1 mEq/LHCO3 artışı Kronik: 10 mm Hg PaCO2 artışına 3.5 mEq/LHCO3 artışı Respiratuvar alkaloz Kompansasyon Akut: 10 mmHg PaCO2 azalışına 2 mEq/L HCO3 azalışı Kronik: 10 mmHg PaCO2 azalışına 4 mEq/L HCO3 azalışı Örneğin pH: 7.22, HCO3:30, pCO2:70 mmHg olan bir hastada: pCO2 40mmHg 'ın üzerinde 30 birim arttığına göre, akut respiratuvar asidozda HCO3'ü 24 üzerine 3 mEq artmış (27), kronik respiratuvar asidozda 24 üzerine 12 birim artmış (36) olarak bekleriz. Her iki durumda da örnekte verilen vakanın dekompanse respiratuvar asidoz olduğu görülmektedir. 214 K. MAGNEZYUM METABOLİZMASI BOZUKLUKLARI Magnezyum hücre içinde potasyumdan sonra ikinci en çok bulunan katyondur, ince bağırsaktan emilerek böbrek ve dışkı ile atılır. %50' den çoğu kemikte bulunurken %1'i ekstraselüler ve kalanıda kas yerleşimlidir. Ekstraselüler yerleşimli olanların %30'u proteine bağlıdır. A. HİPOMAGNEZEMİ Tanım: Plazma magnezyum düzeylerinin 1.7 mg/dL (1.4 mEq/L)'nin altına inmesine hipomagnezemi demir. Plazma magnezyumunun %25'i albumine bağlı olduğundan hipoalbuminemi iyonize miktara dokunmadan total magnezyum düzeylerini düşürür. Sitratlı kanlar ise total miktarı etkilemezken iyonize magnezyum düzeyini düşürür. ETYOPATOGENEZ I. Magnezyum alımının azalması Protein-enerji malnütrisyonu, malabsorpsiyon ve alkolizm gibi nedenler diyet ile alınan magnezyum miktarını düşürürler. Burada idrarla atılan magnezyum miktarı da azalmıştır. II. Renal magnezyum boşaltımının artması Ekstrasellüler sıvı hacminin artması, osmotik diürez, lup diüretikleri (furosemid, etakrinik asit vb), ilaçlar (aminoglikozidler, siklosporin vb) ve nadir görülen bazı konjenital hastalıklar (Bartter sendromu, Welt sendromu) Henle kıvrımının çıkan kolunda magnezyum geri emilimini azaltırlar. Ayrıca bu bölgede sodyum geri emilimini azaltan faktörler, hipoparatirodizm ve hiper kalsemi de magnezyum geriemilimini azaltırlar. • ESS hacminin artması • Osmotik diürez • Lup diüretikleri (furosemid, etakrinik asit, bumetanid) • ilaçlar (aminoglikozidler, siklosporin, sisplatin) • Hipoparatiroidizm • Hiperkalsemi • Konjenital hastalıklar (Barter sendromu, Welt sendromu) Semptomlar Hipomagnezemi parathormonun hem sekresyonunu hem de hedef organlar üzerine olan etkisini azaltarak hipokalsemiye neden olur. Bu nedenle hipomagnezeminin semptomları hipokalsemi gibidir. Ayrıca başta yenidoğan dönemi olmak üzere hipokalsemi ve hipomagnezemi ile birlikte olduğu durumlarda sadece tedavi de sadece kalsiyum vermekle hipokalsemi kontrol altına alınamaz. Fakat sadece magnezyum vererek kalsiyumu yükseltmek mümkün olabilir. Hipomagnezemi hiperreninemik hiperaldosteronizme neden olarak serum potasyum düzeylerini düşürür ve hipopotasemi ile ilgili semptomların görülmesine yol açar. Bu etki spirinolakton ile inhibe edilebilir. TEDAVİ Acil durumlarda magnezyum sülfat 10 dakika içerisinde İV olarak verilir. Daha sonra oral magnezyum preparatlarına geçilir. Asemptomatik hipomagnezemide sadece altta yatan hastalığı düzeltmek yeterlidir. HİPERMAGNEZEMİ Plazma magnezyum düzeylerinin 2.8mg/dL (2.3 mEg/L) üzerinde olmasına hipermagnezemi Hiperalbuminemi total magnezyum düzeylerini arttırmasına rağmen iyonize miktarda değişiklik olmaz. denir. Etyopatogenez Fizyopatolojik açıdan hipermagnezemi iki grup halinde incelenir. 215 I. Magnezyum alımının artması Magnezyum alımının artması hemen daima iyatroje-niktir. Antihipertansif olarak magnezyum kullanılması, oral antiasitler ve laksatifler gastrointestinal emilimi artırarak hipermagnezemiye neden olurlar. Hipermagnezemik gebelerin bebekleri de hipermagnezemik olurlar. Magnezyum alımının arttığı durumlarda idrar ile atılan magnezyum miktarı da artar II. Magnezyum boşaltımının azalması Hipovolemi, akut böbrek yetersizliği ve parenkimal böbrek hastalıkları magnezyumun renal boşaltımını azaltırlar. Semptomlar Hipermagnezeminin başta nöromüsküler ve kardiyovasküler olmak üzere birçok semptomu vardır. Hafif hipermagnezemiler semptom vermezler. Nöromüsküler semptomlar Hipermagnezeminin şiddeti ile paralel olarak MSS'in-de letarji, konfüzyon ve koma görülebilir. Hipermagnezemi de derin tendon refleksleri azalmıştır. Magnezyum kalsiyumdan farklı olarak kas kontraktilitesini azaltır ve kas zaafiyeti gelişir. Kardiyovasküler semptomlar Plazma magnezyum düzeyleri 10 mg/dL'nin üzerine çıkarsa ağır hipotansiyon ve ciddi aritmiler gelişir. Daha yüksek düzeylerde kalp durması olabilir. Tedavi Hafif asemptomatik hipermagnezemi çoğu kez tedavi gerektirmez. Magnezyumlu laksatif ve antiasitler kesilir. Eğer magnezyum düzeyleri 10 mg/dL'nin üzerine çıkarsa ve semptomlar görülürse hastaya acil olarak 15 mg/kg kalsiyum İV olarak 4 saat içerisinde verilir. Kalsiyum, magnezyum kardiyovasküler ve nöromüsküler etkilerini hızla antagonize eder; ayrıca Henle kulpunda renal magnezyum geriemilimini inhibe eder. L. FOSFAT METABOLİZMASI BOZUKLUKLARI intraselüler sıvının major anyonudur. ATP sentezinde kullanıldığı için eksikliğinde önemli semptomlara neden olur. Süt fosfattan zengin bir gıdadır. Fosfatın %85'i kemikte bulunur. 2/3' ü idrarla 1/3' ü bağırsaklar yoluyla vücuttan atılır. Vücuttan atılımı sırasında fosforun %90' ı proksimal tubulustan emilir ve bu olay PTH tarafından düzenlenir. Tubuler fosfatın hidrojeni tamponize etme görevi vardır. 216 HİPOFOSFATEMİ Nedenleri 1) Oral alım azlığı 2) Uzamış açlık sonrası yeniden beslenme: Uzamış açlık sonucu hücre yıkımı olur ve hücre içi fosfor hücre dışına çıkar. Ekstraselüler sıvıda artan fosfor idrar ve dışkı yoluyla atılarak total vücut fosforu azalır. Yeniden beslenme durumunda fosfor ihtiyacıda artacağı için hipofosfatemi gelişir. 3) Gastrointestinal emilimde alüminyum ve magnezyum içeren antiasitler nedeniyle azalma 4) Fosforun hücre içine girmesi - Artmış glikoliz: Glikoliz artınca ATP sentezi ve sonuçta fosfor tüketimi artar. - Respiratuvar alkaloz - Epinefrin - Gram negatif sepsis 5) Renal atılımın artması - PTH artışı - Proksimal renal tubulün fonksiyon bozuklukları - Glükozüri: Glükoz proksimal tubulusta fosforla yarışır. - Hipofosfatemik vitamin D'ye dirençli raşitizm. Klinik belirtiler a) Merkezi sinir sistemi bulguları - Koma Konvülziyon - Guillain-Barre - Periferik nöropati b) Kas bozuklukları: Rabdomyoliz c) Solunum kası paralizisi Hematolojik bulgular - Hemoliz - Fagositoz bozukluğu - Trombopeni d) Kemik bozukluğu e) Kardiyak aritmi Tanı: Serum fosfor düzeyleri düşüktür. İdrar fosfor düzeyinin 100 mg/dL'nin üzerinde olması fosforun renal kaybını akla getirir. Tedavi Oral fosfat replasmanı yapılır. Oral alım yoksa par-enteral verilir. Parenteral yolla verilirse kalsiyumla şelat oluşturabileceği için hipokalsemi, akut renal yetersizlik, şok ve ölüme yol açabilir. 217 HİPERFOSFATEMİ Nedenleri a) Böbrek yetersizliği: GFR 25'in altına düştüğünde fosfat atılımının bozulmasına bağlı olarak hiper-fosfatemi görülür ve genelde serum düzeyi 10mg'ı aşmaz. b) Hipoparatiroidi c) Hücre lizisi Rabdomiyoliz - Tümör lizis sendromu: Ani olarak oluşan hiper-fosfatemiye bağlı olarak serum kalsiyumunda düşme, akut böbrek yetersizliği ve şok tablosu görülür. - Tümöral kalsinozis: Tubuler fosfor emiliminin arttığı bir durumdur. Serum kalsiyum düzeyi nor maldir. Yumuşak dokularda kalsifikasyon görülür, - Klinik: Hiperfosfatemi hipotansiyon, böbrek yetersizliği, hipokalsemi ve sekonder hiperparatiroidizm yapar. - Tedavi: Tümör lizis sendromu durumunda hemodiyaliz gerekebilir. Bunun dışında fosfat bağlayıcı reçineler kullanılır. 218 4. AKUT BÖBREK YETERSİZLİĞİ Akut böbrek yetersizliği böbrek fonksiyonlarında hızlı bozulma ile birlikte (BUN, kreatinin artışı) böbreklerin sıvı ve elktrolit dengesini sağlayabilme yeteneğini kaybetmesidir. Akut böbrek yetersizliğinin en son konsensüs kriterleri aşağıda sıralanmıştır; ABY Riski var: serum kreatinin değerinin 1.5 kat artması ya da idrar çıkışının son 6 saatte 0.5 ml/kg vücut ağırlığının altına düşmesi Hasar var: kreatinin değerinin iki kat artması veya idrar çıkışının son 12 saatte 0.5ml_/kg vücut ağırlığının altına düşmesi Yetersizlik var: kreatinin değerinin 3 katın üzerine çıkması veya idrar çişinin son 24 saatte 0.3mL/kg vücut ağırlığının altına düşmesi Kayıp var: Persistan akut böbrek yetersizliği veya more veya 4 haftanın üzerinde tüm böbrek fonksiyonları bozukluğu olması Akut böbrek yetersizliğinin 3 klinik evresi vardır; a. Başlangıç evresi: hasara maruz kalma periyodu b. İdame fazı: Oligürik evre, idrar miktarının 400mL/gün'ün altına düşmesi, nadiren nonoligürik olabilir: örneğin aminoglikozit toksisitesi c. Diüretik evre ve düzelme evresi: idrar miktarı giderek artar, poliüri olur; tübüllerin rejenere olmasına bağlı olarak gelişir. Glomerüler fonksionların yavaş yavaş normale döndüğü dönemdir. Akut ABY 3 şekilde gelişebilir • Prerenal ABY (%55, en sık akut ABY sebebi, renal hipoperfüzyona bağlı gelişir) • Renal (%40, renal parenkimal hastalıklara bağlı gelişir) • Postrenal (%5, üriner obstrüksiyon) PRERENAL AKUT BÖBREK YETERSİZLİĞİ Akut böbrek yetersizliğinin en sık sebebidir. Hipoperfüzyona karşı gelişen fizyolojik bir cevaptır. En önemli özelliği geri dönüşümlü olmasıdır. Hidrasyonla kısa sürede idrar çıkışı sağlanır. Ağır dehidratasyonda prerenal ABY iskemik akut tübüler nekroza yolaçarak renal kökenli ABY'ye dönüşür. Daha ileri aşamada renal kor-tikal nekroz gelişir, bu durum geri dönüşümü olmayan ciddi böbrek yetersizliğidir. Tablo 4-1. Prerenal kökenli ABY nedenleri 219 1. Kardiyopulmoner nedenler • Ciddi konjestif kalp yetersizliği • Perikardiyal tamponad • Pulmoner tromboemboli • Ciddi aritmiler • Kardiyak arrest 2. Hipovolemi • Böbrek dışı nedenler • Gastrointestinal kayıplar (kusma, ishal, kanama, nazogastrik drenaj vb) • Üçüncü boşluğa kayıp (pankreatit, peritonit, retroperitona kanama, yanık vb) • Kanama • Yetersiz sıvı alımı ile birlikte aşırı terlemeler • Yaşlılarda yetersiz sıvı alımı • Böbrekle ilgili nedenler • Aşırı diüretik kullanımı • Ciddi ozmotik diürez (ciddi hiperglisemi vb) • Adrenal yetersizlik • Santral veya nefrojenik diabetes insipidus • Tuz kaybettiren nefropatiler 3. Periferik damar direncinin azalması • Sepsis sendromu • Sedatif entoksikasyonu • Aşırı vazodilatör tedavi • Hepatorenal sendrom • interlökin tedavisi 4. intrarenal hemodinami değişiklikleri • Preglomerüler (aferent) arteriyoler vazokonstriksiyon • NSAİD kullanımı • Hiperkalsemi • Kalsinörin inhibitör toksisitesi • Postglomerüler (eferent) arteriyoler vazodilatasyon • ACE inhibitörleri • Anjiyotensin-ll reseptör antagonistleri 5. Abdominal kompartman sendromu RENAL BÖBREK YETERSİZLİĞİ Renal parankimal (glomerüler, interstisyel veya tabiiler) hasar sonucu gelişir. En sık sebebi akut tübüler nekrozdur (ATN). ATN nin en sık sebebi uzamış prerenal ABY dir. İskemik hasardan en çok etkilenen kısımlar Proksimal tübül ve Henle kalın çıkan koludur, toksik hasarda ise en sık proksimal tübül etkilenir. Tablo 4-2. Renal ABY nedenleri 220 Renovasküler • Glomerülonefritler • Vaskülitler (PAN, SLE) • Malin hipertansiyon • TTP, Preeklampsi • Hemolitik Üremik Send • Renal arter embolisi • Renal ven trombozu Akut İnterstisyel nefrit (en sık sebep NSAl'ler ve beta laktam antibiyotiklerdir) Akut Tübüler Nekroz (renal ABY'nin en sık sebebidir) • İskemik ATN • Ağır prerenal azotemi • Abrupsiyo plasenta • Post-partum kanama • Toksik ATN • Ağır metaller, Siklosporin Aminoglikozitler, Kontrast madde, • Rabdomiyoliz (miyoglobin) • Ağır hemolitik anemi (hemoglobin) Tübüler kristal birikimi • Hiperürisemi (ürik asit) • Oxalat • Myelom proteinleri • Tümör lizis (kalsiyum, ürat) Tablo 4-3. Post-Renal Böbrek Yetersizliği • Üreter obstrüksiyonu • Taş, pıhtı, tümöral bası • Retroperitoneal fibroz • Mesane boynu obstrüksiyonu • Nörojenik mesane • Prostat hipertrofisi ve tümörü (en sık) • Taş, pıhtı, tümoral bası veya invazyon • Üretral obstrüksiyon • Striktür, fimozis, konjenital valf 221 Akut Böbrek yetersizliğinin Komplikasyonları • Hiperpotasemi • Hiponatremi • Hiperfosfatemi • Hipokalsemi • Metabolik Asidoz • Hiperürisemi • Normositik normokrom anemi: Htc %20- 30 olabilir, Eritropoezin azalması, hemoliz, hemodilüsyon, gastrointestinal kan kaybı, ilaç ve enfeksiyon etkisi ile kemik iliği supresyonu gibi faktörlerle ilgilidir. • Lökositoz • Trombositopeni: kemik iliğinde yapımın azalmasına bağlıdır. • Trombosit kalitatif bozukluklar: Kanama eğilimi görülür. Nörolojik Bozukluklar Letarji, somnolans, konfüzyon, ajitasyon, asteriksis, konvülsiyon. Yaşlılarda sıktır ve diyalize iyi cevap verir. Kardiyovasküler Bozukluklar Volüm Yüklenmesi, hipertansiyon, supraventriküler aritmiler % 10- 30 insidenste, perikardit Gastrointestinal Komplikasyonlar İştahsızlık, bulantı, kusma, ileus, karın ağrısı, %10-30 hastada GİS Kanaması: Genellikle hafif olup konser-vatif tedaviye cevap verir. 222 Tablo 4-4. Böbrek yetersizliklerinde ayırıcı tanı ABY Prerenal Postrenal Renal ATN Glomerülonefrit İnterstisyel nefrit BUN:Cr > 20:1 > 20:1 < 20:1 > 20:1 < 20:1 İdrar Na < 20 mEq/L Değişken > 20 mEq/L < 20 mEq/L > 20 mEq/L FeNa <1 Değişken >1 <1 >1 İdrar ozmolaritesi > 500 <400 250 - 350 Değişken Genelde 250 - 350, değişken olabilir Selim hiyalen Normal silindir İdrar sedimi Renal yetersizlik UNa/(UCr/PCr) endeksi > 1 Değişken Granüllü silindir Dismorfik eritrosit, Steril piyüri, lökosit eritrosit silindiri silindiri, eozinofilüri <1 Enfeksiyonlar: % 30- 70 oranında ABY'li hastada görülür. Operasyon yeri, kateterizasyon yeri, solunum yolu ve üriner yollarda en çok görülür. Normal anatomik bariyerin kalkması, hücresel ve hümöral immunitenin bozulması ve uygunsuz antibiyotik kullanımına bağlanmaktadır. ABY seyrinde en sık mortalite sebebidir. Tablo 4-5. Akut böbrek yetersizliğinde biyopsi endikasyonları • Öykü, FM ve laboratuar incelemeyle etiyoloji bulunamıyorsa • 3 haftaya rağmen iyileşme görülmüyorsa • Klinik görünüm glomerüler hastalığı telkin ediyorsa • Akut interstisyel nefrit şüphesi varsa (genellikle ilaca bağlı gelişir; ateş, döküntü, eozinofili/eozinofilüri, hafif proteinüri, tübüler disfonksiyon olur. ABY TEDAVİ Prerenal ABY: Hipovoleminin düzeltilmesi Postrenal ABY: Obstrüksiyonun giderilmesi ATN de birçok yöntem denenmesine rağmen etkili bir tedavi yoktur. Akut böbrek yetersizliğinde (özellikle ATN 'de) tedavide kullanılan ilaçlar aşağıda sıralanmıştır: Ancak günümüze kadar hiç bir ilacın olumlu etkisi kanıtlana-mamıştırü! • Diüretikler (Mannitol, Loop diüretikleri) • Renal doz Dopamin (1-3 İg/kg/dk) • Dobutamin • Kalsiyum kanal blokerleri • Milrinon • Atrial natriüretik peptid • IGF - 1 (insulin like growth factor) Glomerülonefrit'lerde stereoidler kullanılabilir, gerekirse sitotoksik ajanlar (siklofosfamit vb) Hipervolemi: Su-tuz kısıtlaması, furosemid (kreatinin 2 mg/dL'nin üzerinde ise tek etkili diüretik furosemiddir). Metabolik Asidoz: HCO3 < 15 veya pH <7.2 ise HCO3 enfüzyonu yapılabilir (hasta idrar çıkarmıyor ise bikarbonat enfüzyonu akciğer ödemine yol açabilir !!!). Hiperfosfatemi: Oral fosfat alımı kısıtlanması, lüminyum hidroksit, kalsiyum karbonat Hipokalsemi: Semptomatik olursa tedavi edilir Beslenme: Yeterli karbonhidrat kalorisi, protein 0.6 g/kg, katabolik hasta 1 g/kg, periton diyalizi 1.5 g/kg 223 DİYALİZ (hemodiyaliz veya periton diyalizi) Refrakter hipervolemi, hiperkalemi, asidoz (en sık diyaliz endikasyonlarıdır) Üremik komplikasyonlar: Perikardial efüzyon üremik akciğer, ensefalopati, refrakter kanama, refrakter kusma. BUN >100 veya Cr > 10 mg/dL ise relatif diyaliz endikasyonu vardır. 224 5. KRONİK BÖBREK YETERSİZLİĞİ (KBY) Kronik böbrek yetersizliği böbrek fonksiyonlarının geri dönüşümsüz bozulmasıdır. Başka bir ifade ile kreatinin klirensinin 3 aydan uzun süre <60 mL/dakika olmasıdır. Tablo 5-1. Kronik Böbrek yetersizliğinin aşamaları Aşama Tanım GFR glomerüler filtrasyon hızı Risk artışı DM, HT, yaşlılık vb 1 Böbrek hasarı başlamış (proteinüri) ancak GFR henüz normal GFR > 90 2 Böbrek hasarı ve GFR de hafif düşme var 60-89 3 Orta derecede GFR azalması 30- 59 4 Ciddi derecede GFR azalması 15-29 5 Son dönem böbrek yetersizliği < 10 .- 15 Kreatinin klirensindeki azalmanın derecesine hastalarda değişik semptomlar ortaya çıkmaya başlar. İlk semptom poliüri ve anemiye bağlı halsizliktir. KBY' de ilk bozulan böbrek fonksiyonu idrarı konsantre etme yeteneğidir. Bu nedenle poliüri olur, idrar dansitesi bu dönemde izostenüriktir, hasta dehidrate kalsa dahi idrar dansitesini arttıramaz. GFR 20mL/dk'nın altına inince anemi daha da derinleşmeye başlar, özellikle hiperfosfatemi bu dönemde başlar ve hipokalsemi gelişebilir, asit atılım bozukluğuna bağlı normal anyon açıklı asidoz olur. Kreatinin klirensi 10-15 mL/dk 'nın altına inince buna son dönem kronik böbrek yetersizliği denir ve diyaliz yapılmasının şart olduğu döen-me girilmiş olur. Tablo 5-2. KBY nedenleri • Diyabetik nefropati (KBY nin en sık nedenidir) • Hipertansif nefropati (ikinci en sık nedendir) • Glomerülonefritler (nefrotik, nefritik) • Kistik böbrek hastalıkları • Tübülointerstisyel nefritler • Vaskülitler (PAN, Wegener) • Kronik piyelonefrit • Hidronefroz • Bağ doku hastalıkları (SLE vb) KBY Tedavisi 35kcal/kg diyet verilir. Diyalize girmeyenlerde 0,6g/dl_, diyalize girenlerde 1g/dL ve periton diyalizine girenlerde ise 1,5g/dL protein verilir. Proteinürinin azaltılması glomerulosklerozu yavaşlatır. olanlara ACE inhibitörü veya kalsiyum antagonisti verilir. Bu ilaçlar proteinüriyi de azaltarak renal yetersizliğin ilerleyişini yavaşlatırlar. Hiperlipidemi KBY progres-yonunu artırabilir. Statinler verilmelidir. Osteodistrofi gelişimini önlemek için diyette fosfor alımı azaltılır ve GFR 30mL' nin altına inince gastroin-testinal traktusta fosfor bağlayan ilaçlar başlanır. Hi-pokalsemiyide tedavi etmek amacıyla kalsiyumda içeren fosfor bağlayıcılar tercih edilmelidir. Serum kalsiyum ve fosfor düzeylerinin çarpımı 55' in altına düşünce tedaviye D vitamini eklenir. Şelatlar: kalsiyum karbonat, kalsiyum asetat, sevela-mer (kalsiyum içermeyen fosfor şelatı) Aneminin tedavisi için demir eksikliği düzeltildikten sonra eritropoetin tedavisi yapılır. Hedef hemoglobini 10-11 g/dL'ye getirmektir. Üremik kanamalarda des-mopressin, kriyopresipitat ve östrojen kullanılır. Tablo 5-3. Son Dönem Kronik Böbrek Yetersizliğinin Komplikasyonları 225 Hipervolemi Nöromüsküler komplikasyonlar • • Periferik nöropati nöropatiler • Santral nöropati, nöromüsküler irrtabilite, Asteriksis Dilüsyonel hiponatremi Kardiyovasküler komplikasyonlar mortalite sebebi) (KBY'de en sık (duyu ve motor), otonomik • Hipertansiyona bağlı kalp yetersizliği • Koroner arter hastalığı riskinde artış Enfeksiyöz komplikasyonlar (ikinci en sık mortalite sebebi) • Üremik perikardit • Hiperkalemi Hücresel ve hümoral immünite disfonksiyonları Üremik pruritis (diyalize dirençli kaşıntı) Üremik fetor (üremik nefes kokusu) Kreatinin klirensi 10mL/dk'nın altına inince (son Endokrin Komplikasyonlar dönemde) gelişir !!!! • insülin direnci (karbonhidrat entoleransı: hiperglisemi) Metabolik asidoz • • • Klirens 30-10 mL/dk arasında iken normal anyon • açıkılı asidoz • Klirens 10mL/dk'nın altına inince artmış anyon açıklı üremik asidoz gelişir • Sekonder hiperparatiroidizm Paratiroid adenom gelişimine bağlı hiperkalsemi (tersiyer hiperparatiroidizm) Kadınlarda östrojen, erkeklerde testosteron düşer Hiperfosfatemi ve Hipokalsemi • Glukagon, kortizol ve gonadotropin düzeylerinde artış • BY de hipokalseminin iki sebebi vardır: • T3 ve T4 tiroid hormon yanıtında azalma • Hiperfosfatemi • • Aktif vitamin D3 eksikliği Paratiroid adenom gelişimine bağlı hiperkalsemi (tersiyer hiperparatiroidizm) • Sekonder hiperparatiroidizm GİS: Bulantı, kusma, GİS kanama (ülser gelişme riski Osteitis fibroza sistika (renal osteodistrofi) gelişir, yüksek yüksektir) döngülü kemik hastalığıda denir, (düzensiz yapıda Deri: Ürokromi (ciltte üremiye bağlı sarı pigmentasosteoid kemik, fibroz ve kistler gelişir) yon) • D vit metabolizması bozukluğu KBY de azalanlar • Osteomalasi (asidoz ve D vit eksikliğine bağlı gelişir) • Osteoporoz(malnütrisyona bağlı) Anemi • • • • Kalsitriol östrojen (aktif D3 vitamini), EPO, testosteron, Miyopati Üremik toksinlerin kemik iliği kök hücrelerine toksik • Huzursuz ayak sendromu (tedavide klozepam verilir) olması • Kramplar gelişebilir (tedavisinde kinin verilebilir). Üremik toksinlere bağlı olarak eritrosit ömrünün KBY' de sıklığı artan maligniteler azalması. • Hipernefroma Trombosit fonksiyonlarının bozulması ve kanama • Multiple miyelom eğiliminin artması. • Oral demir alımının azalması. • Demirin gastrointestinal azalması. • mukozadan Uterus kanseri Prostat kanseri emiliminin • Diyalize bağlı amiloidoz • Diyaliz sırasında kan kaybı • Gastrointestinal mukoza lezyonlarına bağlı kan kaybı Dokularda biriken amiloid maddesi beta-2 mikroglobulindir. Sonuçta karpal-tünel sendromu, osteoartro-pati, spondilartropati, litik kemik lezyonları, sinovyal tutulum 226 • GFR lOmL'den azsa • Diyabetlilerde GFR 15mL'den azsa • Üremik komplikasyonlar gelişmeye başlamışsa • Kontrol edilemeyen hipertansiyon, asidoz, hiperpotasemi ve volüm yüklenmesi KBY de böbrek boyutları 9cm'nin altına düşer. Tablo 5-5. Böbrek boyutlarını küçültmeden KBY yapan hastalıklar • Diyabet • Multiple miyeloma • Amiloidoz • Polikistik böbrek hastalığı • Skleroderma • Kronik obstrüksiyon (hidronefroz) 227 6. GLOMERÜLER HASTALIKLAR Glomerüler hastalıklar son denem böbrek yetersizliğinin en sık nedenidir ve klinik ve laboratuar bulgularına göre iki ana gruba ayrılırlar; nefritik glomerulopatiler ve nefrotik glomerulopatiler (Tablo 6-1). Tablo 6-1. Nefritik glomerulopatiler ve nefrotik glomerulopatilerin ayrıcı tanısı Bulgu Nefritik Glomerulopati (Nefritik sendrom) Nefrotik glomerulopati (Nefrotik sendrom) Proteinüri <3.5 g/gün >3.5 g/gün Hipoalbuminemi + +++ Ödem + +++ Hematüri Var Yok Oligüri Var Yok Hiperlipidemi Yok Var Lipidüri Yok Var Hipertansiyon Var Yok A. NEFRİTİK SENDROM Ani başlayan hematüri, ödem, hipertansiyon, oligüri tablosuna akut nefritik sendrom denir. Ana bulgu hematüridir ve klasik triada hematüri yanında ödem ve hipertansiyon da eşlik eder. Hafif proteinüri olabilir. idrar sedimenti incelemesinde dismorfik eritrositler ile birlikte tipik eritrosit silindirleri görülür. Nefritik sendrom sebepleri aşağıda serum komple-man düzeyinde düşme yapıp yapmaması, primer glomerüler hastalığa veya sistemik bir hastalığa sekonder gelişmesine göre sınıflandırılmıştır. Serum kompleman düzeyinin azaldığı grupta antijen ya da antikorun komplemana bağlanması ve immün kompleks yapması, gelişen bu immün komplekslerinde glomerüllerde lökositik enfiltrasyona yolaçıp nefrit yapması sözkonusudur. Akut nefritik sendromun en sık sebebi akut poststreptokoksik glomerülonefrittir. 228 Tablo 6-2. Çeşitli hastalıklarda serum kompleman düzeyi Serum kompleman düzeyi azalmış Serum kompleman düzeyi normal Sistemik hastalıklara Sekonder Sistemik Hastalıklara sekonder SLE Mikroskopik PAN Subakut endokardit Wegener hastalığı Şant nefriti Henoch-schonlein purpurası Kriyoglobülinemi Goodparture sendromu Primer Glomerülonefrit Alport sendromu Post-Streptokoksik GN Primer glomerülonefrit MPGN-II (anti C3B antikoru yani nefritik faktör pozitiftir) IgA nefropatisi (Berger) İdiyopatik diffüz kresentik glomerü lonefrit NEFRİTİK SENDROM YAPAN PRİMER GLOMERÜ-LONEFRİTLER Akut PostStreptokoksik Glomerülonefrit (APGN) APGN gelişmekte olan ülkelerde ve ülkemizde çocuklardaki akut nefritik sendromun en sık nedenidir. Hastalık A grubu beta hemolitik (AGBHS) enfeksiyonundan sonra ortaya çıkar. Deri enfeksiyonu tip 49 (en sık), 55, 57, 60 ile oluşurken, boğaz enfeksiyonun tip 12 (en sık), 1, 2, 4, 18, 25 ile meydana gelmektedir. APGN nadiren streptokoksik cilt enfeksiyonları sonrasında ortaya çıkar. İnfeksiyondan sonra latent bir dönem bulunur. Bu ÜS-YE için 1-2 hafta, deri enfeksiyonu için 3-6 haftadır. En sık 5-12 yaş arasındadır; 3 yaşından önce ve erişkin dönemde nadirdir. Streptokoksik enfeksiyon esnasında bakterinin salgıladığı enzimlere karşı gelişen antikorların (ASO, antiDNAaz, antihiyalüronidaz, antistreptokinaz antikor titreleri yükselir) daha sonra immün kompleks yaparak glomerüllere saldırması ile olur. Patolojik incelemede diffüz proliferatif glomerülonefrit saptanır. Elektron mikroskobunda mezangiyal çökeltilere bağlı tipik subepitelyal hörgüç manzarası gelişir. İmmünfloresan boyama ile glomerüler kapiller duvarda ve mezangiumda düzensiz granüler immün kompleks birikimleri görülür. Glomerular kapillerlerde tıkanma ile GFR düşer. Tübülus fonksiyonları normaldir. Tuz ve su tutulumu sonucunda hipervolemi ve buna bağlı ödem ortaya çıkar, sistemik kan basıncı yükselir. 229 Klinik bulgular: En sık görülen başlangıç bulgusu ani başlayan makroskobik hematüri ve ödemdir. Hipertansiyon (>%50'si)veya oligüri biraz daha nadirdir. Ciddi vakalarda hipertansif ansefalopati gelişebilir (baş ağrısı, kusma, letarji, konvülziyon ve konfüzyon). Oligüri sıklıkla vardır ancak anüri nadirdir. %10-20'sin-de nefrotik sendrom tablosu olur. Tanı Streptokok enfeksiyonundan sonra makroskobik hematüri, ödem (daha çok gözlerde), hipertansiyon ve ABY olması APSG'iİ düşündürür. C3 düşük, C4 düzeyi normaldir. C3 genellikle 1-6 hafta içinde en geç 8-10 haftada normale çıkar. Membranoproliferatif GN ve SLE de C3 düşüklüğü daha uzun sürer ve hatta hep düşük kalabilir. APSGN'li hastaların çoğunda tanı için renal biopsi gerekmez. Ancak ağır akut böbrek yetersizliği, nefrotik sendrom, streptokokkal enfeksiyonu gösteren bulgu olmaması, normal C3 değerleri durumunda renal biopsi yapılır. Azalmış renal fonksiyonların, hematüri + pro-teinürinin, düşük C3 düzeyinin 2 - 2.5 aydan fazla persiste olması durumunda da renal biyopsi endikas-yonu vardır. Ayırıcı Tanı Bazı hastalıklar da başlangıçta APSGN'ı taklit edebilir. Bunlar IgA nefropatisi, diğer KGN'ler ve kalıtsal glomerulopatilerdir. Komplikasyonlar Başlıca komplikasyonlar volüm yüklenmesi, dolaşım konjesyonu, (KKY, pulmoner ödem), hipertansif ensefalopati, hipokalsemi, hiperfosfatemi, hiperkalemi, asi-doz, konvülsiyon ve üremidir. Tedavi Semptomatiktir. 10 gün antibiyotik tedavisi verilir. Hipertansiyon periferik vazodilatatörlerle etkin olarak tedavi edilebilir (hidralazin, nifedipin, böbrek yetersizliği yoksa ACE inhibitörleri). Yine bu hastalarda sıvı yükünü azaltmada, hipertansiyonu tedavide diüretikler yararlıdır. Hipertansiyon, volüm yükü ve hiperkalemi düzelene kadar diyette sıvı, Na ve K kısıtlaması yapılmalıdır. Hasta kötü durumda (hipertansif ensefalopati) değilse yatak istirahati gerekli değildir. Hastalar ABY açısından takip edilir. Hastalığın seyri ve prognoz APSGN'de genellikle 3-5 günde idrar miktarı artar. 1-2 hafta içinde ödem kaybolur. Yine 1-2 haftada kan basıncı böbrek fonksiyonları normalleşir. Makroskopik hematüri 3 haftaya kadar uzayabilir. Prognoz oldukça iyidir. %99'unda tam iyileşme olur; KBY'e nadiren ilerler (bu durumda tanı sorgulanmalıdır). Tekrarlaması son derece nadirdir. Hastalığın akut fazı 1 ay sürer. Ödem ve hipertansiyon günler haftalar (4-6 hafta) içinde kaybolur. C3 genellikle 16 hafta içinde en geç 8-10 haftada normale çıkar. En geç düzelen bulgu hematüridir. Makroskopik hematüri 1-2 haftada düzelmesine rağmen mikroskopik hematüri 1 yıl devam eder. IGA NEFROPATİSİ (BERGER HASTALIĞI) Berger hastalığı başka bir sistemik klinik bulgu olmadan genelde asemptomatik hematüri ve hafif proteinüri ile kendini gösteren primer bir glomerüler hastalıktır. Serum IgA düzeyleri yüksektir ve bu antikorların mezangial gücrelere çökmesi ile gelişir. En sık görülen primer glomerüler hastalıktır. Berger hastalığının en önemli klinik prezantasyon şekli ÜSYE sonrası bir iki gün içinde ortaya çıkan makroskopik hematüri ya da tesadüfi tespit edilen mikroskopik hematüridir. Tekrarlayan hematürilerin (epizodik hematüri) en önemli sebebidir. Hastalarda 1 gramdan az hafif proteinüri görülebilir. Hipertansiyon eşlik edebilir. Viral enfeksiyonları takiben bir kaç gün içerisinde alevlenme göstermesi önemli klinik özelliğidir; halbuki poststreptokoksik glomerülonefritlerde hematüri atağı enfeksiyonlardan 10-14 gün sonra izlenir. Patolojik olarak mezangial hücrelerde IgA birikimi ve buna bağlı gelişen mezangioproliferatif glom-erülonefrit tipik bulgusudur. IgA nefroğatisi tanısında en iyi yöntem immün floresan yöntemle mezangial hücrelerde IgA çökmelerinin gösterilmesidir. Vakaların %50'sinde serum IgA düzeyleri yükselme gösterir. Nadiren kresentik glomerülonefrit de yapabilir. Yalnız kresentik glomerülonefrit yaptığında serum komple-manı düşer; mezangioproliferatif glomerülonefritte serum komplemanı düşmez. Sebebi bilinmeyen bu hastalığın etkin bir özel tedavisi yoktur. Steroid ve immün supresif ajanların etkinlikleri tartışmalıdır. Kan basıncının sıkı kontrolü tedavide en önemli faktördür. Balık yağı, (omega-3) ile alınan olumlu 230 sonuçlar vardır (EPA+DEHA 2000-4000 mg/gün). Bazı hastalarda glütenden fakir diyetler yararlı olmaktadır. Destek tedavisi yapılır. Genelde selim bir glomerüler hastalık olarak bilinse de %20 vakada son dönem böbrek yetersizliği gelişebilir. Persistan hipertansiyon, ağır veya inatçı proteinüri ve böbrek fonksiyonunda azalma kötü prognostik faktörlerdir. Histolojik görüntüde diffüz mezangial prolif-erasyon, glomeruloskleroz, yaygın glomerüler kresent olması ve tübülointerstisyel değişikliklerin olması kötü prognozu gösterir. Profılaktik antibiyotik, tonsillektomi makroskobik hematüri sıklığını azaltmakla birlikte pro-gressif böbrek hastalığı riskini azaltmaz. HIZLI İLERLEYEN GLOMERÜLONEFRİT (KRESENTİK GLOMERÜLONEFRİT, RPGN) RPGN günler içerisinde hızlı bir şekilde glomerüllerin %50'sinden fazlasında fonksiyon bozukluğu ve akut böbrek yetersizliği ile sonuçlanan ciddi bir glomerüler hastalıktır. Tipik patolojik bulgu Bowman kapsülünün hücre debrisi, fibrin ile dolması sonucu hilal şeklini alması yani kresent oluşumudur. Öncelikle glomerüler hasara bağlı olarak glomerül duvarından Bowman kapsülü boşluğuna serum proteinleri geçer, fibrin oluşumu kresent oluşumunu arttırır ve ayrıca parietal bowman kapsül hücrelerinde de reaktif proliferasyon sonucu Bowman kapsülü tamamen dolar ve kapsüle süzülme olmaz artık. RPGN akut hematüri ile kendini gösterir ve tedavi edilmezse böbrek yetersizliği ile sonlanır. Klinik olarak akut hematüri dışında halsizlik, idrar çıkışında azalma, ödem diğer semptom ve bulgulardır. Tanı konduğunda hemen hemen tüm vakalarda kreatinin en az 3 mg/dL'nin üzerinde, yani ABY gelişmiş durumdadır. Tablo 6-3. RPGN tipleri 1. 2. Anti-glomerüler bazal membran antikoru a. ANti bazal membran hastalığı (sadece böbrekler tutulur) b. Goodpasture sendromu (akciğerler, böbrekler birlikte tutulur) İmmün kompleks pozitif RPGN a. 3. Postenfeksiyöz, postStreptokoksik glomerülonefrit b. SLE c. Henoch-Schönlein purpura d. IgA nefropatisi (Berger hastalığı) e. Bağ dokusu hastalıkları Pauci - immün a. Wegener granulomatosis b. Microscopic polyangiitis c. Churg-Strauss syndrome d. İdiyopatik kresentik glomerülonefrit Bu üç grup içerisinde en sık görülen tip III 'tür (pausi-immün, %55). Glomerüllerde immün kompleks ya da antikor birikintisi yoktur. Tip II 'de immnün kompleksler olurken Tip 1' de de antikor birikimi görülür. Pauci immün tipte ise ne antikor ne de immün kompleks birikimine rastlanır. Pauci immün grubun bir diğer özelliği hepsinde de ANCA pozitifliğiolmasıdır. İçlerinde en sık idiyopatik tipi görülür ve idiyopatik kresentik glomerülonefrit sadece böbrekleri tutar diğerleri gibi sistemik bulgular yapmaz. Tip ll'de serum kompleman düzeyleri düşüktür. Berger ve Henoch-Schönlein hastalıkları çoğunlukla mesangioproliferatif glomerülonefrit yaparlar ama nadiren kresentik glomerülonefrite yolaçabilirler. Her iki hastalıkta da normalde serum kompleman düzeyleri düşmez, ancak kresentik glomerülonefrit yaparlarsa serum kompleman düzeyleri düşer. Tip 1 özellikle Goodpasture hastalığı böbreklerin bazal membranına saldıran anti-bazal membran antikorları ile karakterize otoimmün bir hastalıktır. Aynı antikorlar akciğerlere de saldırarak pulmoner kanamaya neden olurlar. Genelde IgG cinsindeki antikorlar bazal membranın yapısındaki tip IV kollajene saldırırlar (tip 4 kollajenin alfa 3 zincirine özellikle saldırı olur). Bu hastalığa bağlı gelişen kresentik glomerülonefrit tüm RPGN 'lerin %20 'sinden azını oluşturur. Klinik olarak hematüri ile kendini gösteren akut böbrek yetersizliği yanında bilateral akciğer tutulumuna bağlı pulmoner 231 hemoraji olur ve hastalarda nefes darlığı, öksürük ve hemoptizi görülür. Solunum bulguları genelde renal bulgulardan daha önce ortaya çıkar. Serumda anti-GBM antikorlarının gösterilmesi önemlidir ve kesin tanı için böbrek biyopsisi mutlaka yapılmaya çalışılmalıdır (altın standart). Çünkü anti-GBM antikorları hastaların %80'ninden azında pozitiftir. Böbrek biyopsisinde ışık mikroskopisinde kresentler görülürken en tipik bulgu immün floresan boyamada glomerüler bazal membranda lineer IgG depozitlerinin görülme-sidir. Temel tedavi seçeneği 'plazmaferez + steroid veya siklofosfamit'tir. Serumda dolaşan antikorların uzaklaştırılmasında plazmaferez etkilidir, steroid veya siklo-fosfamit ile de immün sistem baskılanır. Serum antiGBM antikor titresi tedavi esnasında azalıyorsa iyi prognostik göstergedir. Hastanın başlangıçta diyaliz endikasyonu varsa kötü prognostik bulgudur. Tablo 6-4: Kresentik glomerülonefritlerin aralarındaki önemli farklar Serum kompleman düzeyi Anti - GBM ANCA İmmün kompleks GN düşük negatif negatif Goodpasture normal pozitif negatif Pauci - immune GN normal negatif pozitif B. NEFROTİK SENDROM • Ciddi proteinüri (günde 3.5g / 1.7m2) • Hipoalbüminemi • Generalize ödem • Hiperlipidemi ve lipüdüri • Hiperkoagülabilite ile karakterize tabloya nefrotik sendrom denir; ana bulgusu yaklaşık 1.73m2 vücut yüzeyine sahip bir yetişkinde günde 3.5 gramdan fazla idrarla protein kaybı olmasıdır. Total protein düzeyi azalır; özellikle al-bümin ve gama globülin düzeylerinde azalma olur. Diğer taraftan alfa iki makroglobülin ve beta lipoproteinler artar. Hipoalbüminemi sonucu plazmanın onkotik basıncı azaldığından generalize (anazarka tarzı) ödem gelişir. Ödem gelişmesinin bir diğer sebebi glomerüler filtrasyon oranındaki azalmaya bağlı sodyum ve su retansiyonu olmasıdır. Bir insanda normalde maksimum 30mg idrarla albümin kaybı olabilir, bu rakam 30-300mg/gün düzeyinde olursa patolojik bir durumdur ve buna mikroalbü-mibüri denir. Mikroalbüminüri standart idrar çubuğu testleri ile tespit edilemez. 24 saatlik idrar toplanarak bakılır; 24 saatlik idrarda 20-200mikrogram/dakika veya 30-300mg/L albümin kaybı mikroalbüminüri olarak tanımlanır ve iki kez tekrarlanmalıdır. Bu rakamların üzerinde albümin kaybına makroalbüminüri ya da sadece albüminüri veya proteinüri denir (300 mg/gün'ü aşan albümin kaybına ya da 0.5 g/gün protein kaybına proteinüri denir). Mikroalbüminüri diyabetik ve hipertansif hastalarda renal hasarın erken göstergesidir. İdrarla düşük mole-küler ağırlıklı proteinlerin kaybına tübüler proteinüri denir (beta2 mikroalbümin, Bence-Jones proteinleri gibi), tübüler hasarda ya da multiple myelom gibi aşırı üretim olan durumlarda (taşma tipi proteinüri) olur. Proteinüri konusunda bir diğer tanım selektif proteinüridir. Selektivite IgG klirensinin transferrin klirensi-ne oranındır: bu oran 0.1'den küçükse selektif proteinüri denir (minimal değişim hastalığında olur, elektro-negativite bozukluğuna bağlı albüminüri olur; 0.20'den büyükse non-selektif proteinüri denir diğer proliferatif glomerülonefritlerde olur, porlardaki bozukluğa bağlı gelişir, albüminüri ve globulinüri olur. Lipoprotein küçük a düzeyindeki artışa bağlı olarak LDL ve VLDL kolesterol değerleri artar, sonraki dönemlerde trigliserit düzeylerinde de artış olur. Önemli nokta: HDL kolesterol düzeylerinde artış olmaz. Hiperlipidemiye bağlı olarak lipüdirü olur ve idrar sedimentinde oval yağ cisimcikleri görülür. Nefrotik sendromlu vakaların % 10-40 'ında hiperkoagülabiliteye bağlı tromboembolik olaylar gelişir. Tablo 6-5. Hiperkoagülabilite nedenleri 232 • Karaciğerde sentezi artan proteinler • Hiperfibrinojenemi • Alfa 2 makroglobülin artışı (anti plazmin etkisi vardır) • Plazma düzeyi azalanlar (idrarla klirensi artan) • Antitrombin III • Protein C • Volüm kontraksiyonu ve hemokonsantrasyon • Trombosit agregasyonunda artış • İmmobilite Tablo 6-6. Nefrotik sendromdaki diğer önemli bulgu ve komplikasyonlar Protein malnütrisyonuna bağlı kas kitlesinde azalma • Transferrinin idrarla kaybına bağlı demir tedavisine dirençli hipokromik-mikrositer anemi • Bakır ve çinko eksikliği • Hipokalsemi ve sekonder hiperparatiroidizm: Kolekalsiferol bağlayıcı protein kaybına bağlı aktif D Vit yetersizliği olur ve serum kalsiyumu azalır • Osteomalazi gelişebilir • Total T4 düzeyi azalır. Serbest T4, TSH normaldir: idrarla tiroksin bağlayıcı protein kaybına bağlı gelişir • IgG ve C3 kaybına bağlı bakteriyel enfeksiyona yatkınlık artışı olur • Hastalık akut veya kronik böbrek yetersizliğine ilerleyebilir. Nefrotik Sendrom Tedavisi Nefrotik sendromda remisyon indüksiyonu için korti-kosteroid tedavisi esastır. Yanıt zayıfsa sitotoksik ajanlar seçenektir. Bunun dışında intravenöz albümin, tuz kısıtlaması, diüretikler destek tedavisi olarak önemli ancak sınırlı bir role sahiptir. Diüretikler (özellikle çocuklarda) çok dikkatli verilmelidir. Çünkü nefrotik sendromlu çocukların çoğunda intravasküler volüm azalmıştır ve diüretik bu hastalarda tromboemboliye neden olabilir. Klinik, laboratuar ve yapıldıysa biyopsi bulguları MCNS dışında bir tanıyı dü-şündürmüyorsa kortikosteroid tedavisi başlanır. Steroidlerden önce PPD yapılmalıdır. Başlangıç tedavisinde prednisolon 60mg/m2/gün (maksimum 80mg) 4-6 hafta verilir, daha sonra prednisolon 40mg/m2/günaşırı olacak şekilde alterne tedaviye geçilir ve steroid tedavisi sonraki 2-3 ayda azaltılarak kesilir. 8 haftalık tedaviye rağmen proteinüri (2+ veya daha fazla) devam ediyorsa steroide-dirençli nefrotik sendromdan bahsedilir ve bu durumda mutlaka böbrek biyopsisi yapılmalıdır. Alterne tedavi sırasında veya steroid kesildikten sonraki 28 gün içinde relaps (3-4+ proteinüri + ödem) gelişen hastalara steroide-bağımlı nefrotik sendromdan bahsedilir. Steroide iyi yanıt vermekle birlikte 1 yıl içinde 4 veya daha fazla relaps varsa sık relapsdan bahsedilir. Sitotoksik ilaç tedavisi ise şu durumlarda uygulanır; a) Uzun süre kortikosteroid kullanımı sonucu steroid toksisitesi olanlar b) Sık relaps olanlarda daha uzun remisyon sağlamak için c) Steroid tedavisine yanıtsız hastalarda. Sitotoksik ilaç tedavisinden önce renal biyopsi yapılmalıdır. En sık kullanılan sitotoksik ilaçlar siklofosfamid ve klorambusildir. Skrotal, labial şişme, assit veya plevral effüzyon bulguları olan ağır ödematöz hastalarda albumin 1gr/kg 2-4 saatte verilir ve hemen diüretik yapılır. Albumin en-füzyon tedavisinin riskleri hipertansiyon, dolaşım yükü, pulmoner ödem gelişebilmesidir. Tablo 6-7. Nefrotik Sendrom Nedenleri 233 Primer Nefrotik sendrom (%80) • Membranöz glomerülonefrit • Fokal segmental glomerüloskleroz (FSGS) • Membranoproliferatif glomerülonefrit (MPGN) • Mezangioproliferatif glomerülonefri • Minimal lezyon hastalığı Sekonder Nefrotik sendrom • Diyabet • Amiloidoz • Enfeksiyonlar: HBV, HCV, HIV. Sifiliz, malarya • SLE • Kriyoglobulinemi • Malin hastalıklar • Konjestif kalp yetersizliği • Gebelik • İlaçlar: penisillamin, civa, altın FOKAL SEGMENTAL GLOMERÜLOSKLEROZ Bu hastalık glomerüllerin %50'sinden azında segmental skleroz ile karakterizedir. Merkezden perifere doğru (kortekse doğru) olan mezangial segmental sklerozla kendini gösterir ve progresif seyirlidir. Son yıllarda yetişkinlerde membranöz glomerülonefritten daha sık nefrotik sebebi olarak karşımıza çıkmaya başlamıştır (>%30). En sık etiyoloji: idiyopatik, diğerleri: HIV, Diyabet, HUS, Eroin bağımlılığı, Fabry hastalığı, Orak hücreli anemi, vezikoüretral reflü. İmmün floresan boyamada fokal segmental tutulum olan yerlerde granüler olarak lgM-C3 birikimi görülür. Klinik olarak nüks ve iyileşmelerle seyreder. Prognoz zayıf, böbrek nakli sonrası %50 rekürrens görülmektedir. MEMBRANÖZ GLOMERÜLONEFRİT (MG) MG yakın zamana kadar yetişkinlerde primer nefrotik sendromunun en sık nedeni idi. Son yıllarda FSGS daha ön 234 plana çıkmıştır. Bazal membranda kalınlaşma ile karakterizedir. Patolojik olarak granüler IgG ve C3 birikimi görülür. Serum kompleman düzeyi normaldir. Vakaların %80 inde nefrotik sendrom gelişir. %50 vakada mikroskopik hematüri görülebilir. En sık idyopatik formu görülür (%70); sekonder sebepler SLE ve diğer otoimmün hastalıklar, DM, HBV, HCV, tbc, malignite ve ilaçlardır (en sık sekonder sebep, kaptopril, penisillamin, civa, altın). Yaşlılarda gizli maligniteler sık görülebilir; MG habis hastalık zemininde en sık gelişen glomerülonefrit tipidir. Hastalıkta %25 spontan remisyon görülmektedir, ancak çoğunlukla son dönem KBY gelişir. MEMBRANOPROLİFERATİF (MEZANGİYOKAPİL-LER) GLOMERÜLONEFRİT Mezangiyokapiller glomerülonefritlerin genelde nedeni ortaya konulamıyorsa (idiyopatik) da enfeksiyonlar (HCV, HBV, HIV), SLE ve kriyoglobulinemiye bağlı olarak da gelişebilirler. Primer glomerülonefritlerin ortalama %20'sini oluştururlar. Patolojik olarak Mezangial hücre ve matrik artışı, bazal membranda kalınlaşma ile karakterizedirler. Patolojik olarak 3 tipi vardır. Tip I ve III daha çok immünolojik mekanizma ile, Tip II ise sistemik bir hastalığın böbrek tutulumu şeklinde (non-immünolojik) ortaya çıkarlar. Genelde Nefrotik sendrom tablosu ile prezente olurlar. Tip I (en sık görülen tip): subendotelyal C3 ve im-münglobülin birikmesi olur. Serum kompleman düzeyi düşüktür (özellikle klasik yol aktivedir; C3 ve C4 düşüklüğü olur), immün kompleks GN: HBV, HIV, endokardit, SLE, HCV, kriyoglobulinemi, malignitelere bağlı gelişir. %50 vakada 10 yılda son dönem KBY gerlişir. Tip II: Bazal membranda yoğun kalınlaşma (intra-membranöz kompleman birikimi) olur. C3 gösterilebilir, ancak immünglobülin yoktur; daha çok alternatif kompleman yolu aktivasyonuna bağlı gelişir. Tip II MPGN'de nefrotik veya nefritik sendrom (RPGN) gelişebilir. Otoimmün kökenlidir: serumda C3 e karşı IgG bulunur (anti C3b antikoru). Buna nefritik faktör denir. Renal transplantasyon sonrası nakledilen böbrekte eski renal hastalığın tekrarlama riskinin en fazla olduğu hastalıktır. Tip III: Subepitelyal immün kompleks birikimi olur; HÜS ve TTP ile birlikte görülebilir. Tip ll'de serum C3 düzeyleri prognostik önem taşır. Tedavi ile serum C3 düzeyleri normale geliyorsa iyi prognoz göstergesidir. Her 3 tipte de %50 nefrotik sendrom gelişir. Vakaların %20 sinde asemptomatik proteinüri olur. MEZANGİOPROLİFERATİF GLOMERÜLONEFRİT İdiyopatik mezangioproliferatif glomerülonefrit nadir görülür. Mezangial hücrelerde artış ve immün globulin birikimi ile karakterizedir. Ig G, M veya A birikmesi olabilir. Mezangial proliferasyon birçok renal hastalıkta olabilir: • IgA nefropatisi • Henoch Schonlein purpurası • SLE • Alport sendromu • Postenfeksiyöz glomerülonefrit Klinik olarak heterojen bir hastalıktır, nefritik veya nefrotik sendrom gelişebilir. Proteinürinin yoğun olması kötü prognostik işarettir. MİNİMAL LEZYON HASTALIĞI (NİL HASTALIĞI) Çocukluk çağı nefrotik sendromlarının %80'ini MCNS oluşturur. Geri kalan %20'si kronik ve kalıtsal böbrek hastalıkları nedeniyle olmaktadır. MCNS genellikle 1-6 yaş (ortalama 3 yaş) arası görülür. Erkeklerde daha sıktır. Etiyoloji tam olarak bilinmemektedir ancak renal filtrasyon bariyerine toksik olan bazı lenfokinlere bağlı immün bir hastalık olduğu da sanılmaktadır. Genetik bir yatkınlık olabilir. İlaçlar (rifampin, NSAID, alfa interf), hodgkin lenfoma ve HIV de minimal lezyon hastalığına neden olabilirler. Ödem en dikkati çeken bulgudur ve daha çok periorbital bölgede ilk olarak fark edilmekle birlikte ayak bileği ve bacaklarda da görülebilir. Ödemle birlikte idrar miktarı genellikle azalır. Bazı hastalarda öncesinde viral veya bakteriyel enfeksiyon öyküsü vardır. Ancak relapslarda öncesinde genellikle ÜSYE bulunur. Makroskobik hematüri yoktur; varsa etiyolojide renal ven trombozu ve kr. glomerülonefrit düşünülmelidir. MCNS'lu hastaların %15'inde başlangıçta geçici mikroskobik hematüri görülür. Hipertansiyon görülmez veya çok azında (%15) hafif hipertansiyon olabilir. Ağır hipertansiyon varsa tanıdan uzaklaşılır. Böbrek fonksiyon testleri normaldir, intravasküler hacmin azalması nedeniyle kreatinin klirensi %30'unda geçici olarak azalmış olabilir. Ca düzeyi düşüktür. 235 Patoloji Renal dokunun ışık mikroskopu ile incelenmesinde önemli bir patolojik değişiklik olmaması karakteristiktir (minimal değişimli nefrotik sendrom denmesinin nedeni budur). Glomerül normal görünümde olup sadece proksimal tübülus epitel hücrelerinin sitoplazmasında lipit birikimi görülür. Bu glomerülden süzülen lipoproteinlerin reabzorpsiyonuna bağlıdır. Elektron mikroskobunda, viseral epitel hücrelerinin podositlerinde üniform ve difüz kayıp görülür. Bu yüzden epitel hücreleri glomerül bazal membranının dış yüzüne yayılmış olarak görünür. Bunun nedeni 'foot process'lerin (ayaksı çıkıntılar) yapışmasıdır. Podositlerde izlenen ayaksı çıkıntıların yapışması veya kaybı diğer proteinüri ile seyreden membranöz glomerülonefrit, diyabet gibi glomerülonefrit'lerde de izlenir. Podositlerdeki değişim, proteinürinin bitişiyle veya kor-tizol tedavisi ile tamamen normale döner. Glomerüllerde immünfloresan mikroskobisinde patoloji saptanmaz. Çocuklarda nefrotik sendrom geliştiğinde önce steroid denenir, yanıt olmazsa böbrek biyopsisine gidilir. Tedaviyi kestikten sonra %50 tekrarlama riski vardır ancak sonuçta yine steroidlere iyi yanıt verir, çocuklarda spontan remisyon görülebilir. ASEMPTOMATİK PROTEİNÜRİ Adından da anlaşılacağı üzere genelde belirgin bir klinik bulgu oluşturmadan hafif proteinüri ile seyreden durumlardır. İki grupta incelenirler: 1. Selim izole proteinüri Uzun vadede herhangi bir böbrek yetersizliği ya da klinik bulguya yol açmazlar. • İdiyopatik transient (geçici) proteinüri • Fonksiyonel proteinüri (ateş, kalp yetersizliği, soğuk) • İntermitan (ara ara tekrarlayan) proteinüri • Postürel proteinüri 2. Persistan izole proteinüri Benin izole proteinüriye göre vakalarda uzun vadede 20 yılda %20 oranında KBY gelişebilir. GLOMERÜLER TUTULUMLA GİDEN HEREDİTER HASTALIKLAR PRİMER HEREDİTER NEFRİTLER Genel olarak üç tip herediter nefropati sık izlenir, bunlar; Primer olarak glomerül hasarı ile karakterize herediter böbrek hastalığı tablolarıdır. En iyi bilineni Alport sendromudur. ALPORT SENDROMU X'e bağlı dominant, Otozomal dominant, bazen de otozomal resesif geçiş gösterir. Kalıtsal nefritler içinde en sık görülen formdur. Bazal membranda tip IV kol-lajende mutasyon vardır. İlk 5-10 yaşta biopsi bulguları normaldir. Bazal membranda ayrışma ve laminasyon vardır. İmmun depozit yoktur. En sık asemptomatik persistan mikroskobik hematüri ile gelir. Arada bir tekrarlayan makroskobik hematüri olabilir. Erkeklerde çok daha şiddetlidir. Zamanla hemen hemen tüm erkeklerde proteinüri açığa çıkar (hatta nefrotik sendrom geliştirir) tüm hasta erkeklerde hipertansiyon ve böbrek yetersizliği zamanla gelişir. 2-3 dekadda son dönem böbrek yetmezliği meydana gelir. Hasta bayan ise genellikle son dönem böbrek yetmezliği gelişmez. Hastalarda sensorionöral işitme kaybı vardır. İşitme kaybı bilateraldir ve genellikle 10 yaş civarı gelişir. Gözde patolojiler olabilir. En sık lezyon anterior lentikonus olmasıdır. Bir hastada anterior lentikonus olması Alportu düşündürür (patognomoniktir). Aile hikâyesi, sensoria nöral sağırlık, lentikonus olması ve renal biopside GBM'da ayrışma, laminasyon saptanması ile tanı konur. Erkeklerde genellikle son dönem böbrek yetmezliği gelişir. İNCE MEMBRAN HASTALIĞI (SELİM AİLEVİ HEMATÜRİ) Glomerül bazal membranın normalde olması gereken 300-400 mikron kalınlıktan 150-225 mikrona inmesi ile karakterize ailevi asemptomatik hematüri olarak bilinen, selim gidişli bir hastalıktır. 236 Hastalarda, hafif ya da orta derecede proteinüri bulunsa da böbrek fonksiyonları normaldir ve prognoz son derecede iyidir. Bazı hastalarda tip IV kollajenin a3 ve a4 zincirlerini kodlayan genlerde mutasyon izlenmiştir. FABRY HASTALIĞI Alfa-galaktosidaz A defekti ile karakterize genetik bir hastalık olup -sıklıkla renal, nörolojik ve kutanöz bulgulara neden olur. X kromozomuna bağlı resesif geçişli bir lizozomal depo hastalığıdır. Özellikle böbrek (glomerül ve distal tubül), otonom sinir sistemi, deri (multipl anjiokeratomlar), kalp ve gözde glikosifingolipid, seramid triheksozid birikimi izlenir. Klinik tablo, 3. on yılda proteinüri ile başlar ve 10-20 yıl içinde son dönem böbrek hastalığına götürür. Enzim tedavisi oldukça başarılıdır; Aksi durumda Tedavi, böbrek transplantasyonu yapılır. ORAK HÜCRELİ ANEMİ Homozigot vakalarda %30 glomerüler tutulum olur. Glomerüler hiperfiltrasyon ve hipertrofi ilk bulgulardır. Oraklaşma krizleri esnasında papiller nekroz, arteriyel tromboz veya miyoglobinüriye bağlı akut böbrek yetersizliği gelişebilir. Proteinüri veya hematüri görülebilir. Orak hücreli anemisi olan hastalarda görülebilen başlıca renal problemler şunlardır; • FSGS • MPGN • Renal tübüler asidoz • Renal papiller nekroz • Renal kortikal enfarkt • Tübüler fonksiyon bozuklukları (Nefrojenik Diyabet İnspitus, hiperkalemik metabolik asidoz) Vakaların %5 inde uzun vadede son dönem KBY gelişebilir. Alfa talasemi geni (alfa globülin geni) varlığı nefropati gelişme riskini azaltır. SEKONDER GLOMERÜLER HASTALIKLAR Diyabetik Nefropati Normalde glomerüllerden süzülen glükozun tamamı proksimal tübülden geri emilir. Kan şekeri çok yükselirse tübüllerin emme kapasitesini aşan miktarda glü-koz idrara geçer ve glükozüri olur. Açlık kan şekeri 180 mg'ı geçtiğinde glükozüri görülür. Proksimal tübüler asidozda kan şekeri normal olmasına rağmen proksimal tübüller bozuk oldukları için glükozüri olur. Diyabet yetişkinlerde KBY'nin en sık nedenidir. Tip 1 DM de %30, Tip 2 de %20 renal yetersizlik gelişme riski vardır. Diyabetin böbreklerde en erken bulgusu glomerüler hiperfiltrasyondur. iyi kontrol altında tutulmayan diyabetik bir hastada ortalama 5 yılda mikroalbüminüri gelişir (idrarda 20-200 mikrogram/dakika veya 30-300 mg/litre albümin kaybı mikroalbüminüri olarak tanımlanır). Mikroalbüminüri varsa diyabetin diğer mikrovasküler komplikasyonları da büyük ihtimalle gelişmiştir (retinopati, nöropati). Diyabetin ve varsa hipertansiyonun sıkı kontrolü ile mikroalbüminüri gerileyebilmektedir. İlerleyen dönemlerde yaklaşık 10 yılda vakaların %30-40 'ında nefrotik miktarda proteinüri gelişir ve hipertansiyon gelişir. Diyabetik nefropati tablosu oturduktan sonra diyabet hala sıkı kontrol edilmiyorsa ortalama 3-10 yıl içerisinde böbrek yetersizliği gelişir. Patolojik olarak en erken bulgu glomerüler bazal membranda kalınlaşmadır. Tübül duvarlarında ve bowman kapsülünde de kalınlaşma görülür. Daha sonra mezangial hücrelerde artma olur ve bu hücreler bol miktarda hücre dışı matrik üretimi yaparlar (glomerüloskleroz). Bu durum glomerüler kapiller yüzeyde azalma ve GFR de azalmaya yol açar. Kimmelstiel-Wilson sendromu (nodüler glomerü-loskleroz) diyabetik nefropatinin patognomonik bulgusudur. Daha sonra diffüz glomerüloskleroz gelişir. Diffüz glomerüloskleroz diyabetik nefropatinin en sık görülen patolojik bulgusudur. Diyabette Görülen diğer renal hastalıklar nefrotik sendrom, tübülointerstisyel nefrit ve papiller nekrozdur; Üriner enfeksiyonlar sıktır. 237 LUPUS NEFRİTİ SLE hastalarında %40-85 böbrekler tutulur ve lupusta prognozu belirleyen en önemli organ tutulumudur. Lupusta böbrek tutulumunun en erken ve en önemli göstergesi günde 0.5 gramı aşan proteinüri olmasıdır. İdrar sedimentinde tipik olarak eritrosit, lökosit ya da granüllü silindirler görülerbilir (teleskopik idrar). Klinik olarak nefritik veya nefrotik sendrom gelişebilir, %80 vakada mikroskopik hematüri vardır, makroskopik hematüri nadir görülür. Vakaların %20-25 'inde son dönem KBY gelişir. Böbrek biyopsisi ile tutulumun türü belirlenir, bu sayede tedavi ve prognoz belirlenir. Kompleman düzeyi genelde düşük olur (%90). En sık görülen böbrek tutulum şekli diffüz proliferatif glome-rülonefrittir. Renal tutulum tipleri: (tutulum tipini belirlemek için biyopsi şart) Class 1: Mesangial lupus nefriti Class 2: Mesangioproliferatif glomerülonefrit Class 3: Fokal proliferatif lupus nefriti Class 4: Diffüz proliferatif lupus nefriti (en sık - en ciddi) Teleskopik idrar: eritrosit, lökosit ve granüllü silindirler Bu grupta RPGN (kresentik glomerülonefrit) gelişebilir Class 5: Membranöz glomerülonefrit Class 6: Glomerüloskleroz Diğer: interstisyel nefrit Lupus nefritinin tedavisi tutulumun tipine göre yapılır. Bu sebeple böbrek biyopsisi çok önemlidir. Temel tedavi ajanları steroid ve siklosporindir. Proteinüriyi azaltmak için ACE inhibitörü verilmeli, hiperlipidemi varsa mutlaka tedavi edilmeli. RENAL AMİLOİDOZ Amiloidoz protein yapıda, fibriller içeren bir maddenin hücre dışı dokularda birikmesiyle oluşur. Amiloidozun çeşitli klinik tipleri vardır: Primer amiloidoz ve multiple miyelomla ilişkili amiloidoz (AL amiloidoz): Amiloid maddesi plazma hücre klonal çoğalmasının ürünü olarak immünglobu-linlerin hafif zincirlerine bağlı olarak gelişir. Sekonder amiloidoz (AA amiloidoz): Dokularda biriken amiloid maddesi karaciğerde yapılan bir akut faz reaktanı olan SAA proteinidir. Tablo 6-7. Amiloidoz nedenleri • Kronik enfeksiyonlar (tüberküloz, bronşektazi, osteomiyelit) • Kronik romatizmal hastalıklar • Maligniteler • FMF • Senil amiloidoz • Diyalize bağlı amiloidoz: Dokularda beta 2 mikroglobulin birikir • Familyal renal amiloidoz (otozomal dominant) • Organa özgü amiloidoz Renal tutulum çoğunlukla asemptomatik proteinüri ya da nefrotik sendrom ile kendini gösterir. Patolojik olarak öncelikle bazal membranda birikime bağlı kalınlaşma yapar. Sonra mezangial bölgelerden başlayarak tüm glomerülleri (diffüz) tutarak glomerüloskleroz yapar. Diyabetteki gibi nodüler tutulum görülebilir: Tablo 6-8. Nodüler glomerüloskleroz yapabilen durumlar 238 • Diyabet • Amiloidoz • Kappa hafif zincir nefropatisi • Fibriller immünotaktoid glomerülopati • Kronik MPGN • Siyanotik konjenital kalp hastalıkları (kronik iskemi) Glomerüller dışında amiloid tübül duvarında ve böbrek damarlarında birikebilir. MULTİPLE MYELOMA Miyelom böbreği (Kast nefropatisi): En sık rastlanan histolojik lezyon budur. İmmunglobulin hafif zincirleri özellikle distal ve toplayıcı tübüllerde birikir (kast veya silindir nefropatisi). Bu silindirlerin çevresinde enflamasyon gelişir, sonuçta tubuler atrofi ve interstisyel fibroz gelişir. Hafif zincir nefropatisi: Glomerul, interstisyum, tubul bazal membranı ve peritubuler kapillerlerin bazal membranında immunglobulin hafif zincirleri lineer tarzda birikir. Bu görünüm karakteristiktir. Glomerular mezangiumda eosinofilik nodüller oluşabilir. KRİYOGLOBULİNEMİK GLOMERÜLOPATİ Soğukta çöken ve 37°C'de tekrar çözünebilen antikorlara kriyoglobulin denir. Bu tür antikorların bol miktarda kanda bulunmasına kriyoglobulinemi denir. Bir çeşit küçük damar vasküliti olarak kabul edilen kriyoglobulinemi Tip I, II, III olmak üzere 3'e ayrılır: Tip I: Multiple myeloma, Waldenstrom gibi plazma hücre hastalıklarında görülür. Tip II ve III (mikst tip): Kronik hepatit C enfeksiyonları ile ilişkilidir. Bu tür antikorların görülebildiği diğer durumlar: mikoplazma pnömonisi, SLE, romatoid artrit. Kriyoglobulinemide genelde hiperviskosite semptomları ve Raynaud fenomeni olur. Meltzer Triadı: Palpabl purpura + Artralji + Miyalji Böbrek tutulumu en sık Tip II ve III'te görülür. Nefritik veya nefrotik sendrom yapabilir. Mikroskopik hematüri ya da nefrotik düzey proteinüri ile prezente olabilir. Laboratuvarında tipik olarak serum kompğleman düzeyleri düşük olur !!! (C1q, C3, C4 ve CH50 düzeyleri düşer). Kriyoglobulinemide görülen glomerülonefritler • Diffüz Proliferatif GN • Membranoproliferatif GN • Fokal segmental GN ÇEŞİTLİ HASTALIKLARDA GÖRÜLEN BÖBREK TUTULUM ŞEKİLLERİ SARKOİDOZ Hiperkalsemik nefropati (en sık) Granülomatöz böbrek lezyonları Kronik interstisyel nefrit Membranöz glomerülonefrit Kresentik glomerülonefrit SJÖGREN SENDROMU interstisyel nefrit Distal tübüler asidoz Diabetes insipitus Membranöz glomerülonefrit MPGN Nefrokalsinozis Amiloidoz SKLERODERMA iki tür böbrek tutulumu olabilir; • Persistan proteinüri ve silindirüri ile başlayıp 1 yılda kronik böbrek yetersizliği • Skleroderma renal krizi: Habis hipertansiyona bağlı hızlı böbrek yetersizliği Sklerodermal böbrek hastalıklarında prognoz kötüdür. HT agresif olarak tedavi edilmelidir. ACE inhibitörleri tedavide ilk tercih edilmesi gereken ilaçtır. 239 POLİARTERİTİS NODOZA Poliarteritis nodozada en sık tutulan organ böbrektir. Glomerülonefrit tablosu vardır. Böbrekte ve splanknik bölge organlarında anevrizmalar olur. Kesin tanı anji-yografide anevrizmaların ve segmental enfarktüslerin görülmesiyle konur. Mikroskopik poliarterit PAN'ın özel bir formu olup küçük arterler, arteriyoller ve kapiller damarlar tutulur. Segmental glomerülonefrit ve akciğer tutulumu vardır. Kresentik glomerülonefrit yapar. Serumda pANCA (perinükleer anti nötrofilik stoplazmik antikor) pozitifliği %50-80 görülür. HUS ve TTP Mikroanjiyopatik hemolitik anemi ile birlikte böbrek yetersizliği görülebilen bu iki mikrovasküler koagülopati hastalığında temel renal problem küçük glomerüler damarların fibrin tıkaçları ile tıkanmasına bağlı renal parankimal nekroz gelişmesidir. Özellikle kortekste tipik güve yeniği manzarası şeklinde nekrozlar gelişir. ORAK HÜCRELİ ANEMİ • Fokal Segmental Glomerüloskleroz • MPGN • Renal tübüler asidoz • Renal papiller nekroz • Renal kortikal enfarkt ENFEKSİYONLAR VE GLOMERÜLONEFRİT HBV: Membranöz GN (en sık), MPGN, PAN HCV: Kriyoglobukinemik proliferatif GN, Membranöz GN, MPGN HIV: Fokal segmental glomerüloskleroz Endokardit: immünkompleks diffüz proliferatif glomerülonefrit 240 7. TÜBULOİNTERSTİSYEL HASTALIKLAR A. İNTERSTİSYEL NEFRİT interstisyel nefrit tübülusların çevresindeki glomerul-lerin hasarıdır (Tablo 7-1). Fibrozun olup olmamasına bağlı akut veya kronik olarak ayrılır. Klasik prezantasy-onu 'ateş-artralji-döküntü" triadı ve kreatinin artışıdır. Bu triad özellikle ilaca bağlı olanlarda belirgindir. Tablo 7-1. İnterstisyel Nefrit nedenleri • - Akut • İlaçlar - İlaçlar Penisilin Analjezikler Sulfonamidler Lityum Cotrimaksozol Rifampin Altın Ağır Metaller Tiazidler Kadmiyum Furosemid Kurşun Allopurinol Bakır Simetidin Cıva Amfoterisin B - Kronik - Enfeksiyonlar Streptokok Enfeksiyonlar Piyelonefrit - Hastalıklarla ilişkili olanlar Piyelonefrit Konjenital anomaliler Toksoplazmozis Vezükoüretral reflü Difteri Amiloidoz Brusellozis Sarkoidoz Sitomegalovirüs Nefrokalsinoz Leptospiroz Uzamış hipokalemi Tüberküloz Okzalat nefropatisi Hantavirus Ürat nefropatisi - Hastalıklara sekonder Radyasyon Sarkoidoz Obstrüktif üropati Glomerülonefrit Medüller kistik hastalık Transplant rejeksiy-onu Sjögren Multipl miyelom A1. AKUT İNTERSTİSYEL NEFRİT Akut interstisyel nefrit ilaçlara ve enfeksiyonlara karşı böbrekte meydana gelen aşırı duyarlılık reaksiyonlarıdır. Klinik bulgular: Ateş, döküntü, eozinofili, akut böbrek yetersizliği veya generalize tübüler disfonksiyon bulguları vardır; hastaların %30-40'ı oligürik değildir. Tanı: Mikroskopik hematüri, piyüri ve eozinofilüri vardır. Bazen nefrotik seviyede proteinüri gelişir. USG'de böbrekler büyük ve ekojeniktir ama tanı koy-durucu değildir. Böbrek biyopsisinde interstisyumda yer yer mononükleer hücre enfiltrasyonu ve bazen de eozinofiller görülür. Tedavi: Hastalığa neden olan faktör ortadan kaldırılır veya tedavi edilir. Ciddi hasar oluşmuş vakalarda steroid tedavisi denenebilir. 241 Prognoz: İlacın kesilmesi ile düzelme görülür; kronik interstisyel nefrite dönüşüm nadirdir. A2. KRONİK İNTERSTİSYEL NEFRİT Nedenler • İlaçlar • Ağır Metallere Bağlı Nefrotoksisite • Ürik Asit Nefropatisi • Okzalat neropatisi • Amiloidoz • Sarkoidoz • Konjenital üriner sistem anomalileri Patoloji Biyopsideki hakim enfiltratif hücreler lenfosit ve plazma hücreleridir. Akut formun tersine burada ödem yerine fibröz vardır; tubüller atrofik, glomerullerde sklero-tiktir. Klinik bulgular Kronik böbrek yetersizliği bulguları (kusma, bulantı, hipertansiyon, baş ağrısı solukluk) vardır. Tanı Bilinen böbrek hastalığına kronik böbrek yetersizliği bulguları eklenince tanı konur. Biyopsi çoğu kez yapılmaz. Tedavi Altta yatan hastalığa ve böbrek yetersizliğine yöneliktir. ÜRİK ASİT NEFROPATİSİ Ürata bağlı 3 tip renal tutulum şekli söz konusudur; • Ürik asit taşına bağlı üriner obstrüksiyon • Akut ürat nefropatisi: Tümör lizis sendromunda renal tubüllerin ürik asitle akut olarak tıkanmasıyla oluşur. • Gut nefropatisi: Ürik asit kristallerinin interstisyumda birikmesi kronik interstisyel fibroza yolaçar. OKZALATA BAĞLI TOKSİSİTE Okzalat kristallerine bağlı 3 tip renal tutulum şekli söz konusudur; a) Kalsiyum okzalat taşına bağlı üriner obstrüksiyon b) Akut okzalat nefropatisi: Tubülusların okzalat kristalleri ile akut olarak tıkanmasıyla oluşur. c) İnterstisyumda okzalat kristallerinin birikimi sonucu kronik interstisyel enflamasyon ve KBY gelişmesi. Vücutta okzalik asit artışına neden olan durumlar şunlardır; • Primer okzalüri: Okzalatın aşırı yapımı söz konusudur. • Etilen glikol zehirlenmesi: Etilen glikol vücutta kısmen okzalata metabolize olur. • Metoksifloran: Okzalat yapımını artıran bir ilaçtır. • İleojejunal 'bypass': Okzalat emilimi artar. • Pridoksin ve tiamin yetersizliği B.RENAL PAPİLLER NEKROZ Renal papilla veya medullada iskemik nekrozun söz konusu olduğu bir hastalıktır; papiller ve medlüller iki tipi vardır. 242 Nedenler • Diyabet • Üriner obstrüksiyon • Piyelonefrit • Nonsteroid antienflamatuvar ilaç kullanımı kullanımı • Orak hücreli anemi • Hipoksi • Renal allograft rejeksiyonu Klinik bulgular • Asemptomatik olabilir • Kopan papilla parçası üriner obstrüksiyona yol açabilir • Enfeksiyon • Azotemi Tanı Tanı İVP ile konur (yarım ay işareti, yüzük işareti ve medüller kavite görünümü oluşabilir). 243 8 BÖBREĞİN KİSTİK HASTALIKLARI Polikistik Böbrek Hastalığı Otozomal dominant geçişlidir. En sık görülen konjenital böbrek hastalığıdır. Diyaliz hastalarının %4-10'unda sebep PKB 'dir. iki tip PKB gen bozukluğu tanımlanmıştır: PKB-1: gen 16 da problem, PKB-2: gen 4 'te problem sonucu olur. En sık PKB-1 tipi görülür. Bu gende defekt sonucu hücre membranında bulunan protein tabiatındaki Polisistin kompleks oluşumunda defekt gelişir ve sonuçta tübül duvarında kistler oluşur, bu kistlerin içide genelde sıvı ile dolar. Kistler böbreğin hem Kortikal hem de medüller kısmında yani her yerindedir. Hastalık kendini 20-30 lu yaşlarda yan ağrısı, makroskopik veya mikroskopik hematüri ile gösterir. Vakaların %75'inde hipertansiyon, %20 'sinde nefrolitiazis olur. Tübüler fonksiyonlar bozulur: idrar konsantre edilemez, poliüri ve noktüri, idrarda tuz kaybı olur. Vakaların %50 'sinde 60 yaşına geldiğinde son dönem KBY gelişir. Bu vakalarda KBY gelişşsede Eritropoetin ve hematokrit yüksektir. Tanı USG veya CT de heriki böbrekte 3 ten fazla kist gösterilmesi ile konulur. PKB'nin böbrek dışı bulguları: Hepatik kist (%50), dalak, pankreas ve over kistleri, intrakranial anevrizma, SAK, kolon divertikülleri, Mitral valf prolapsusu (%25), aort anevrizması, aort-triküspit kapak yetersizliği. Otozomal resesif formu çocuklukta bir iki yaşını geçmeden ölümle sonuçlanır. NEFRONOFİTİZİ VE MEDÜLLER KİSTİK HASTALIK Nefronofitizi otozomal resesif geçişli olup 3 formu vardır; Jüvenil, infantil, adolesan. Medüller kistik hastalık ise otozomal dominanttır. Medüller yerleşimli multipl kistler olur. Kortekste kist olmaz. Kistler toplayıcı kanal ve Henle kulbundan orijin alırlar. Hastalar çocuklukta poliüri, büyüme geriliği, anemi ve böbrek yetersizliği ile hekime getirilirler; 2-19 yılda son dönem KBY gelişir. MKD 3-4 üncü dekatta poliüri ve renal yetersizlikle gelir. NPH/MKD ayrımı: prezente oldukları yaşa göre yapılır. NPH de ekstrarenal bulgu olabilir (hepatik fibroz, sere-bellar ataksi), MKD de beklenmez. Heriki hastalıktada KBY gelişme riski vardır. Medüller Sünger Böbrek Çoğunlukla sporadik daha az oranda konjenital bir hastalıktır. Toplayıcı tübüllerde kistik dilatasyonlar olur, %70 bilateral böbrek tutulumu olur. Vakalar 3-4 üncü dekatta taş, enfeksiyon ya da rekür-ren hematüri ile gelirler. Hiperkalsiüri, nefronokalsi-nozis eşlik edebilir. İVP de dilate toplayıcı kanallarda dilate kist ya da renal papillaya uzanan fırçamsı görünüm olur. 244 Renal kist görülen diğer hastalıklar: Tüberozskleroz: bilateral anjiyomiyolipom ve multiple kistler Von Hippel Lindau Hastalığı: bilateral renal kistler gelişebilir. 245 9. RENAL VASKÜLER HASTALIKLAR Renal ven Trombozu Hiperkoagülabilite zemininde gelişir: En sık nefrotik sendromda gelişir, diğer durumlar: Travma, Renal hücreli kanser, dehidratasyon, gebelik ve oral kontraseptif ilaç kullanımıdır. Klinik olarak ateş, yan ağrısı ve hematüri ile kendini gösterir. Laboratuvarında lökositozla birlikte BUN ve kreatinin artışı ile kendini gösteren ciddi renal fonksiyonlarda ani bozulma ve oligüri olur. Tanı: dopler USG Tx: Heparin, kumarin, streptokinaz RENAL ARTER EMBOLİSİ Renal arter embolisi intrakardiyak trombus, enfektif endokardit ve yağ embolisi gibi nedenlere bağlıdır. Hastalık ani yan ağrısı, ateş, hematüri, bulantı ve kusma ile kendini gösterir. Enfarktüs gelişirse sırasıyla şu renal enzimler yükselir: AST, LDH, alkalen fosfataz. Bi-lateral tutulumda böbrek yetersizliği gelişir. Renal arteriyografi ile tanı konulur. Tedavi: Cerrahi, antikoagülasyon ve antihipertansifler ATEROEMBOLİK RENAL HASTALIK (KOLESTEROL EMBOLİSİ) Ateroembolik renal hastalık aterosklerotik plaklardan kopan kolesterol kristallerinin renal damarları tıkaması ile olur. Yaşlılarda oldukça sık görülen bir renal yetersizlik sebebidir. Tipik vakanın özellikleri: Erkek - yaşlı - hipertansiyon - DM (%85). Renal arter stenozu ile belirgin ilişkisi vardır. Risk faktörleri: Cerrahi, anjiyografi (özellikle koroner anjiyografi sonrası büyük damar duvarındaki kolesterol parçacıklarından kaynaklanır) %50-90 vakada parmak uçlarında morarma ve gan-gren görülür. Diğer sistemik bulgular retina, kas-iskelet sistemi, bağırsak, pankreas, serebrovasküler damarlarda olur. Hastaların çoğunda hipertansiyon ve oligürik böbrek yetersizliği gelişir; bunların %40'ında diyaliz ihtiyacı olur. Böbrek biyopsisinde küçük damarlarda kolesterol kristalleri tanıyı destekler. Hastalığın etkin bir tedavisi yoktur. RENAL ARTER STENOZU Renal arter stenozu ünilateral renal arter stenozu hipertansiyonun az rastlanan nedenlerindendir. Hipertansif-lerin %2-5'inde nedendir ve cerrahi olarak %80 tedavi edilebilmeleri nedeni ile tanı almaları önemlidir. Renal iskemi, renin-anjiyotensin sistemini aktive ederek sodyum tutulumu ve hipertansiyona neden olur. Renal arter stenozunun, en sık saptanan nedeni (olguların %70'i) renal arterdeki aterom plağıdır. Sıklıkla ileri yaş, erkek ve DM'lu kişilerde izlenir. Renal arter stenozunun ikinci nedeni, fibromusküler displazi olarak bilinen renal arterin intima, media ve adventisyada fibröz veya fibromusküler kalınlaşmasıdır. intima, media ve adventisyada kalınlaşmaya bağlı 3 tipe ayrılır ve en sık izlenen medial kalınlaşmadır. Sıklıkla 3-4. on yılda, kadınlarda izlenir. Her iki lezyonda ortak sonuç böbreğin iskemisi, atrofi gelişimi, glomerüllerde kayıp, tübüler atrofi, interstisyel fibroz ve fokal enflamasyondur. Klinik başvuru tabloları: • 50 yaş altında aniden ortaya çıkan hipertansiyon • Yaşlılarda aniden ortaya çıkan hipertansiyon • Hipertansiyon • 3 ve daha fazla antihipertansife dirençli HT • ACE inhibitöründen sonra böbrek yetersizliği gelişmesi • Tek taraflı küçük böbrek 246 • Açıklanamayan hipokalemi, metabolik alkaloz • Abdominal üfürüm, ağır retinopati, kalp yetersizliği, pulmoner ödem Tanı: • Renal arter dopler USG ilk yapılması gereken testir. • Kaptopril renal sintigrafisi (DTPA): etkilenen tarafta radyoaktif madde tutulumu azdır. • Gadalonyum MR anjiyografi (%90 duyarlı). • Kesin tanı kontrastlı renal arteriyografi ile yapılır. Şu bulgular varsa hiç beklemeden direkt renal arteriyografi yapılmalıdır: • ACE sonrası azotemi • İlerleyici renal yetersizlik + HT • Yeni gelişen kreatinin artışı + HT • Renal asimetri + HT Tedavi: Stent, renal balon anjiyoplasti, bypass 247 10. HİPERTANSİF NEFROPATİ Hipertansif nefropati diyabetik nefropatiden sonra ikinci en sık son dönem KBY sebebidir. Uzun süre hipertansiyonun kontrol altında tutulmaması sonucu selim arterioler nefroskleroz gelişir. Afferent arteriyoller yüksek basınçlı kanın glomerüllere zarar vermesini engellemek için vazokonstriksiyon yaparlar. Ancak kronik vazokonstriksiyon uzun vadede hiyalen arteriyoskleroz gelişmesine ve damar lümeninin daralmasına yol açar. Sonuçta böbreklerde fibroz ve küçülme olur. Ortalama 20 yılda hastalarda KBY gelişir. Habis arteriolar nefroskleroz: Önceden hipertansiyonu olan kişilerde diastolik basıncın aniden 130 mmHg'nin üzerine çıkması ile karakterizedir. Papilö-dem, kalp yetersizliği, MSS semptomları (baş dönmesi, baş ağrısı, biliç bulanıklığı nöbet), hematürü, prote-inüri, silindirler ve hızlı renal yetersizlik olur. Başlıca iki histolojik tablo görülür; arteriollerde fibrino-id nekroz ve interlobüler arterlerde konsantrik hiperplastik roliferasyon (soğan kabuğu manzarası). Glomerüler ve tübüler enfarktlar gelişebilir. Permeabilite artışı ile giren fibrin pıhtılaşma faktörlerini aktive eder ve Mikroanjiyopatik hemolitik anemi gelişebilir. Tedavi: Hipertansiyonun sıkı kontrol edilmesi gerekir. 248 BÖLÜM: 4 HEMATOLOJİ 1. GELİŞİMSEL HEMATOPOEZ Bir kök hücreden çok sayıda farklı kan hücresinin gelişmesi ve farklılaşması sürecine hematopoez denir. Kök hücre farklı hücrelere dönüşebilme ve çoğalabilme yeteneğine sahiptir. Kök hücrelrein farklılaşma ve çoğalma fonksiyonları belirli sitokinlerin kontrolü altında gerçekleşir, örneğin; • IL 3: Tüm Hücrelerin • G-CSF: Granülositlerin: Nötrofiller, eozinofiller, bazofiller • M-CSF: Monositlerin • GM-CSF: Granülosit ve Monositlerin • Eritropoetin: Eritrositlerin • Trombopoetin: Trombositlerin yapımını uyarır ve çoğalmasını kontrol eder. IL-3 ana kök hücrenin (pluripotent stem cell) lenfoid ve miyeloid kök hücrelere farklılaşmasını sağlayan en önemli sitokindir. Miyeloid hücreler kemik iliğinde gelişerek eritrosit, granülosit, monosit ve megakaryosit oluştururken; lenfoid hücreler dalak ve timusa göç ederek lenfositleri oluşturur. Bazı Kan Hücrelerinin Farklılaşması Eritropoez: Proeritroblast > Bazofilik eritroblast > Polikromatofilik eritroblast > Normoblast (nukleus hücreden atılır) > Retikülosit > Eritrosit Eritropoezi uyaran sitokin eritropoetin %90 böbrek peritübüler hücreleri, %10 karaciğerden salınır. Peritü-büler hücrelere giden O2 azalırsa eritropoetin üretimi artar: hipoksemi, anemi, renal arter kan akımının azalması eritropoetini arttıran bazı durumlardır. Faz 2'de Hgb sentezi başlar (eozinofilik boyanır). Faz 3 de normoblasttan çekirdek atılır ve retikülosite dönüşür, Retikülositlerin ribozomal RNA ları vardır, hemoglobin sentezleyebilirler. Retikülositler dalakta RNA larını kaybedip ortalama 2 günde matür eritrositlere dönüşürler. 249 Granülopoez: Mieloblast > Promiyelosit > Miyelosit > Metamiyelosit > Granülosit Trombopoez: Megakaryoblast > Megakaryosit > Trombosit Tablo 1-1. Kan hücreleri ve CD Markerleri • Kök Hücre: CD34+ • Lökositler: CD45+ • Granülositler: CD45+, CD15+ • Monositler: CD45+, CD14+ • T lenfositler: CD45+, CD3+ • Yardımcı T hücreleri: CD45+, CD3+, CD4+ • Sitotoksik T hücreleri: CD45+, CD3+, CD8+ • B Lenfositler: CD45+, CD19+ veya CD45+, CD20+ • Trombositler: CD45+, CD61 + • Doğak katil hücreleri: CD16+, CD56+, CD3- Hemoglobin sentez ve yapısı Hemoglobin elektroforezi ile yetişkin bir insanın eritro-sitlerindeki hemoglobin türleri incelendiğinde %95'ten fazla HbA, %1-3 HbA2, %1 civarında HbF olduğu görülür. HbA iki adet alfa iki adet beta zincirinden meydana gelir. HbA2 iki adet alfa ve iki adet delta zincirinden oluşur, beta talasemilerde artış gösterir. HbF ise iki adet alfa iki adet gama zincirinden oluşur, fetal dönemde tüm hemoglobinlerin %95 'ten fazlasını oluşturur. Tablo 1-1. Yaşa göre hematopoez oluşum yerleri Yaş Hematopoez oluşum yeri Fetus 0-2 ay: Yolk sac 2-7 ay: Karaciğer, dalak 5-9 ay: Kemik iliği Yenidoğan Kemik iliği (bütün kemikler) Yetişkin Vertebralar, kostalar, sternum, kafa tası, sacrum, pelvis, proksimal femur Tablo1-3. Hemoglobinlerin yapısı Hb A Hb F Hb A2 Hgb yapısı alfa2beta2 alfa2gama2 alfa2δ2 % içerik 96-98 0.5-0.8 1.5-3.2 Hemoglobin zincirleri incelendiğinde içerisinde dört adet globülin zinciri dışında her bir zincirde birer adet olmak üzere toplan 4 adet heme proteini olduğu görülür. Heme proteini ise protoporfirin halka ile bunun ortasında bulunan bir demirden meydana gelir. Heme proteini içerisindeki demir 2 değerlikli (ferröz) olmak zorundadır, üç değerlikli olarak kalırsa (ferik) oksijene olan affinitesi artacağından bağladığı oksşjeni bırakmaz, methemoglobinemi gelişir. Hemoglobinin heme kısmı mitokondrilerde, alfa ve beta zincirleri ise ribozomlarda sentezlenir. Hemoglobin sentezi eritroblast aşamasında yapılır, bir miktarıda re-tikülosit aşamasında yapılır, matür eritrositler hemoglobin sentezi yapamazlar. Mitokondrilerde glisin, suksinil CoA ve B6 vitaminleri delta aminolevülinik asit sayesinde etkileşerek porfobilinojene dönüşür ve daha sonra protoporfirin halka gelişir, protoporfirin halkaya demir eklendiğinde de heme proteini yapılmış olur. Demir eritroblastlara transferin aracılığı ile getirilir. Ribozomlarda yapılan iki alfa iki beta 250 zincirinin her birine heme proteini eklendiğinde bir hemoglobin (HbA) yapılmış olur. Demir eksikliği anemisinde hücrelerde protoporfirin birikir, delta aminolevülinik asit sentaz enzimi olmadığında veya B6 eksikliğinde protoporfirin yapılamaz ve mitokondrilerde demir birikir, içi demir dolu mitokondriler eritroblastların çekirdekleri etrafında halka iması oluştururlar (sideroblast), sideroblastlar olgunlaşamadan yıkılırlar ve oluşan anemi sonuçta side-roblastik anemi olarak adlandırılır. 251 2. HEMATOLOJİK PARAMETRELER Kan sayım cihazlarında genellikle aşağıdaki parametreler saptanabilmektedir. • RBC (Red Blood Cell, kırmızı kan hücresi, eritrosit) • Hgb (Hemoglobin) (Tablo 2-1) • Hct (Hematokrit; PCV: Packed Cell Volume) • MCV (Mean Corpuscular Volume) • MCH (Mean Corpuscular Hemoglobin) • MCHC (Mean Corpuscular Hemoglobin Concentration) • RDW (Red cell Distribution Width, Eritrosit dağılım genişliği) • WBC (White Blood Cell, beyaz kan hücresi, lökosit) • Plt (Trombosit) • MPV (Mean Platelet Volume) • Pct (Platekrit) • PDW (Platelet Distribution Width, Trombosit dağılım genişliği) Tablo 2-1. Çeşitli yaşlarda eritrosit sayısı, hemoglobin (Hgb) ve hematokrit. Parametre Eritrosit (milyon/mm3) Hgb (gram/dL) Htc (%) Erkek 4.5-6 13-18 45-52 Kadın 4.2-5.5 16-Dec 37-48 Yenidoğan 5.5-6 17-19 50-60 ERİTROSİT ENDEKSLERİ Eritrosit endeksleri hemoglobin, hematokrit ve eritrosit sayıları tayin edildikten sonra hesaplanır (MCV, MCH ve MCHC) (Tablo 2-2). MCV'nin 10 yaş üstündeki alt sınırı 80 µm3'dür. 10 yaş altındaki alt sınır ise 70 + yaş (yıl) formülü ile hesaplanır. MCV eritrositin büyüklüğü hakkında fikir verir. MCV normalden düşükse mikrositoz (Fe eksikliği anemisi, Pb entoksikasyonu, talasemiler), yüksekse makrositoz (pernisiyöz anemi, folik asit eksikliği), normal değerlerde ise normositer (akut kan kayıpları) durum söz konusudur. MCH ve MCHC ise eritrositin kromisi (Hgb'e bağlı) hakkında bilgi verir; normal ise normokromik, yüksek ise hiperkromik ve düşük ise hipokromik durumdan söz edilir. MCH: ortalama eritrosit hemoglobini (Hemoglobin / eritrosit sayısı): 26 - 34 picogram'dır. MCHC: ortalam eritrosit hemoglobin konsantrasyonu (Hemoglobin / hematokrit): %30-36'dır. RDW (Red Cell Distrubition Width=Eritrosit dağılım genişliği) RDW eritrosit büyüklüklerinin dağılımı hakkında fikir verir. RDW normalden yüksek ise, eritrositler birbirlerinden büyüklük olarak farklılıklar gösteriyor demektir (anizositoz). 252 RDW % = Eritrosit hacminin standart sapması x 100/MCV Tablo 2-2. Eritrosit endeksleri Parametre MCV MCH MCHC Hesaplama Hct x 10/ RBC Hgb x 10 / RBC Hgb x 100/ Hct Referans değer 80-100 um3 27-32 pg 32-36 gram/dL RDW değeri normalde % 10-16 arasındadır. Demir eksikliği anemisi, kobalamin ve folik asit eksikliklerinde, yenidoğanlarda, hemolizle seyreden hastalıklarda RDW normalden yüksek bulunur. Yani irili ufaklı eritrositler bir aradadır. Talasemi minor, kronik hastalıklarda, aplastik anemide RDW değeri normal ya da düşüktür. Yani eritrosit boyutları birbirine yakındır. RETİKÜLOSİT SAYISI VE RETİKÜLOSİT ENDEKSİ (RE) Normal şartlarda periferik kana yeni verilmiş eritrositler (retikülositler) dolaşımdaki eritrosit sayısının %0.5-1.5'si civarındadır. Bu hücrelerin tanınmasında en çok kullanılan yöntem parlak krezol mavisi veya taze metilen mavisi gibi boyalarla hücre içindeki RNA'nın çöktürülmesidir. Boyama sonrasında yapılan ince yaymaların ışık mikroskobunda incelenmesi ile içinde mavi çökelti taşıyan eritrositler retikülosit olarak değerlendirilir. Hemolitik anemiler, akut kan kayıpları, eksiklik anemilerinde (Fe, B12 veya folik asit) tedaviyi takiben retikülosit sayısı normal değerlerden daha yüksek bulunur (retikülositoz). Retikülosit sayısının dolaşımdaki eritrositlerin yüzdesi yerine, anemi derecesi ve retikülositlerin olgunluk derecesine göre düzeltilerek RE olarak ifade edilmesinin eritropoezin daha doğru bir göstergesi olacağı düşünülmektedir. RE (düzeltilmiş retikülosit sayısı) = % retikülosit x Hastanın Htc/Normal Htc Poikilositoz: periferik yaymada farklı şekillerde eritrositler gözlemlenmesidir. Tablo 2-3. Retikülosit sayısı ile ilgili bazı hastalıklar Olasılık Hastalık Anemi + yüksek retikülosit Hemoliz, kanama Anemi + normal retikülosit Yetersiz kemik iliği cevabı (demir eksikliği anemisi gibi) Pansitopeni + düşük retikülosit Aplastik anemi 253 Pansitopeni + yüksek retikülosit Paroksismal noktürnal hemoglobinüri Anemi + Sıfır retikülosit Saf eritrosit aplazisi TRANSFERRİN SATURASYONU Transferrin saturasyonu, % = Serum Fe x 100 /TDBK SERBEST ERİTROSİT PROTOPORFİRİNİ (ÇİNKO PROTOPORFİRİNİ) Hem sentezinin son basamağı, protoporfirine demirin eklenmesidir (Ferroşelataz kataliziyle). Fe eksikliğinde demir gibi iki değerlikli bir katyon olan Zn, protoporfi-rinle birleşerek Zn-protoporfirin bileşiğini oluşturur (Normalde de bir miktar Zn-protoporfirin oluşur). Demir eksikliğinde Zn-protoporfirin konsantrasyonu artar. Ayrıca kurşun entoksikasyonunda da (kurşun ALA dehidrataz ve ferroşelataz enzimlerini inhibe eder) Zn-protoporfirin düzeyi yüksek bulunur ve bu yükseklik Fe eksikliğinde olduğundan çok daha fazladır. Oysa talasemi minörde Zn-protoporfirin normal düzeydedir (Fe eksikliğ ile talasemi minor ayırıcı tanısında kullanılabilir). 254 3. ANEMİLERİN SINIFLAMASI Kanda eritrosit sayısının (veya hemoglobin konsantrasyonunun) normalin alt sınırından daha az olması anemi olarak tanımlanır. 1 mm3 kandaki eritrosit sayısının fizyolojik değeri erişkin erkekte 4,5-6,5x106 (5,5±1,0x1012/L), erişkin kadında ise 3,8-5,8x106 (4,8±1,0x1012/L) kadardır. Eritrosit sayısı anemiyi göstermek açısından her zaman hassas olmayabilir. Örneğin demir eksikliği anemisinde eritrosit sayısı normal ve hatta yüksek olabilir. Bu nedenle anemi hemoglobin düzeylerine göre değerlendirilir (Tablo 3-1). Tablo 3-1. WHO'ya göre normal hemoglobin değerleri Yaş Anemi kriteri (WHO) 6 ay - 6 yaş Hb<11.0 g/dL 6 yaş- 14 yaş Hb<12.0 g/dL > 14 yaş (Erkek) Hb<13.0 g/dL > 14 yaş (Kadın) Hb<12.0 g/dL Tablo 3-2. Anemilerin Fizyolojik Sınıflaması A. ERİTROSİT ÜRETİM YETERSİZLİĞİ d) Kurşun zehirlenmesi (kemik iliğinde eritroid seri azalmıştır, periferde re- 2- Nüklear matürasyon anormallikleri (megaloblastik tikülosit düşüktür) anemilerdir) 1- Kemik iliği yetersizliği a) Vit B12 eksikliği a) Aplastik anemi b) Folik asit eksikliği b) Mutlak eritrosit aplazisi c) Orotik asidüri Konjenital d) Tiamine cevap veren anemi Diamond-Blackfan send. Aase's send. - Edinsel 3- Primer diseritropoetik anemiler (tip I,II,III,IV) Çocukluk çağı geçici eritroblastopenisi 4- Eritropoetik protoporfiri c) Kemik iliği tutulumu d) Pankreas yetersizliği-kemik sendromu (Pearson sendromu) iliği 2- Eritropoetin üretiminde bozukluk a) Kronik renal hastalık b) Hipotiroidizm, hipopitüitarizm c) Kronik inflamasyon d) Protein malnutrisyonu 5- Pankreas disfonksiyonu ve kemik iliği prekürsörlerinin vakuolizasyonu ile giden refrakter hipoplazisi sideroblastik anemi C- HEMOLİTİK ANEMİLER (Kemik iliğinde eritroid hiperplazi olur. Periferik yaymada retikülosit hatta bir genç hücresi olan normoblast da artar. Hemolitik anemiler genellikle normositiktir (talasemi hariç) ancak retikülosit %30-50 gibi oranlarda yüksek ise makrositik de olabilir (çünkü genç hücreler daha büyüktür) e) O2'e afinitesi azalmış hemoglobin tipleri (anemiye 1rağmen hipoksi olmaz) 2B- Eritrosit matürasyon defekti ve infektif eritro3poez (kemik iliği eritroid hiperplaziye bağlı hipersellülerdir ancak eritrositlerin kemik iliğinden çıka- 4madan ölümü söz konusudur, retikülosit normal, 5düşük, ya da yüksek olabilir, örneğin talasemide retikülosit çok yüksek, demir eksikliğinde normal 6veya düşük, megaloblastik anemilerde ise düşüktür) 7- Hemoglobin defektleri Eritrosit membran bozuklukları Eritrosit metabolizma bozuklukları Antikora bağlı hemoliz Eritrositlerin mekanik hasarı Eritrositlerin termal hasarı Oksidanlara bağlı eritrosit hasarı 1- Sitoplazmik matürasyon anormallikleri (hipokrom 8- İnfeksiyon ajanlarına bağlı eritrosit hasarı ve mikrositer anemilerdir) 9- Paroksismal noktürnal hemoglobinüri a) Demir eksikliği anemisi 10Plazma lipitlerine bağlı eritrosit membran anormallikleri b) Talasemi sendromları D- KAN KAYBI 255 Tablo 3-3. Eritrosit Boyutlarına Göre Sınıflama Mikrositer Anemi Normositer anemi Makrositer anemi (MCV < 80 fL) (MCV 80- 100 fL) (MCV> 100 fL) Demir eksikliği anemisi Kronik Hastalık anemisi Megaloblastik anemiler Talasemiler Hemolitik anemiler Hemolitik anemiler Sideroblastik anemi Akut kanama Akut kanama Kurşun zehirlenmesi Karaciğer hastalıkları Karaciğer hastalıkları Kronik hastalık anemisi Hipotiroidizm Hipotiroidizm Aplastik anemi Miyelodisplastik sendromlar Saf eritroid aplazi Hiperlipidemi Kr. böbrek yetersizliği Zidovudin, hidroksiüre Tablo 3-2. Anemilerin Fizyolojik Sınıflaması Target hücreleri Şiztozitler (fragmente eritrosit) • Talasemi • • Orak hücreli anemi • Karaciğer hastalığı • Postsplenektomi • Ağır demir eksikliği anemisi • Abetalipoproteinemi Sferositler Damar endotelinin mikroanjiopatiler HÜS • TTP • DİK • HELLP sendromu • Protez kalp kapakçığı • Aort kapak kalsifikasyonuna bağlı darlık Herediter sferositoz • ABO uyuşmazlığı Göz yaşı hücreleri • Otoimmun hemolitik anemi • Yenidoğan • Mikroanjiopatik hemolitik anemi • Talasemi major • Hipersplenizm • Lökoeritroblastik reaksiyon • Posttransfüzyon • Myeloproliferatif sendromlar • Çekirdekli eritrositler • Yenidoğan (ilk üç dört gün) • Kemik iliği uyarısı (hipoksi, kanama, ağır hemoliz) • Konjenital infeksiyonlar • Postsplenektomi • Lökoeritroblastik reaksiyon • Megaloblastik anemiler • Diseritropoetik anemi Pirüvat kinaz eksikliği • Yanıklar Akantositler • Karaciğer hastalığı • DİK • Postsplenektomi • Vitamin E eksikliği • Hipotirioidi • Abetalipoproteinemi • Malabsorbsiyon • • • • Kabarcık hücreleri bozulduğu • G6PD eksikliği Pulmoner emboli Bazofilik noktalanma • 5' Primidin nükleitidaz eksikliği • Kurşun zehirlenmesi • Demir eksikliği anemisi • Diseritropoetik anemi Howell-Jolly cisimleri • Postsplenektomi • Yenidoğan • Megaloblastik anemi • Diseritropoetik anemi Heinz cisimciği akut • G6PD eksikliği • Dengesiz hemoglobinopati • Oksidan ilaçlar (yenidoğanda) 256 4. DEMİR EKSİKLİĞİ ANEMİSİ Serum demiri transferrin tarafından taşınır. Transfer-rin 3 değerlikli iki demir molekülü taşıyabilir. Transferrin negatif akut faz reaktanıdır. Serum transferrin düzeyini gösteren test total demir bağlama kapasitesidir. Ferritin vücut demir depolarının göstergesidir, aynı zamanda pozitif bir akut faz reaktanıdır. Hemosiderin makrofajlar içerisinde biriken demir kümeleridir. Vücut demir depolarını göstermenin en iyi yolu kemik iliği aspirasyonunun demir boyası (Prusya mavisi) ile boyan-masıdır. Demir metabolizmasını düzenleyen hormona hepci-din denir. Hepcidin karaciğerden sentezlenen bir akut faz reaktanıdır ve barsaklardan demir emilmesi ile makrofajlardaki demir depolarından kana demir salınımını düzenler. Hepcidin düzeyi artınca barsak duvarında bulunan ferroportini inhibe ederek kana geçen demiri azaltır, makrofajlardan kana demir salınımını azaltır. Serum hepcidin düzeyi azalırsa kana geçen demir artar, hatta tamamen eksikliğinde he-mokromatozis gelişir. Demir eksikliği anemisinin yetişkinlerdeki en sık sebebi kanamadır. Tablo 4-1. Demir eksikliği anemisi nedenleri Kanama • GİS: Peptik ülser, varis, polip, divertikül, anjiodisplazi, NSAİ kullanımı Mensturasyon Demir kullanımında artış • Gebelik • Yenidoğan • Polisitemia Malabsorbsiyon • Tropikal sprue (çölyak) • Gastrektomi • Kronik atrofik gastrit Yetersiz oral alım Kronik intravasküler hemolize bağlı idrarla demir kaybı: hemoglobinüri (PNH) Demir eksikliği anemisinde görülen semptom ve bulgular Halsizlik, çabuk yorulma, efor dispnesi, çarpıntı, soluk-luk, atrofik glossit, pika, koilonişia, angüler çelioz, stomatit, aft, kaşık tırnak, disfaji (Plummer-vVinson) ve algılama güçlüğü (MAO enziminde demirin azalması ile) olabilir. Laboratuar bulguları: Öncelikle serum ferritin düzeyi azalır. Sonra serum demiri düşer Fe bağlama kapasitesi (FeBK) artar. Satürasyon (Fe/Fe bağlama kapasitesi) %15'in altına iner; anemi yoktur. Daha sonra ise serbest eritrosit protoporfirinde (SEP) artma, en sonunda da anemi ve mikrositoz görülür. Kemik iliği hiper sellülerdir ve eritroid hiperplazi görülür. Tanıda en spesifik olan ferritinin düşük olmasıdır, demir eksikliği tanısında serum demir düzeyi artık bir çok merkezde bakılmamaktadır (çünkü çok değişkendir). Fakat çeşitli hastalıklarda ve enfeksiyonlarda ferritinin arttığı ve eşlik eden demir eksikliğini kamufle edebileceği unutulmamalıdır. 257 • Mikrositoz • Hipokromi, • Poikilositoz • Anizositoz • MCV, MCH ve MCHC düzeyleri düşer, RDW artar (anizositoz) • Retikülosit düzeyi düşüktür • Serum demir düzeyi düşüktür • Transferrin (total demir bağlama kapasitesi) artar • Transferrin satürasyonu düşer • Serum transferrin reseptör düzeyi artar • Eritrosit protoporfirin düzeyi artar • Ferritin düzeyi azalır • Kemik iliğinde Prusya mavisi ile demir boyanmaz (altın standart). Demir eksikliği en çok talasemi minör ve kronik enfek-sivon anemisi ile karışır. Tablo 4-2. Demir eksikliği ve talaseminin ayrımı. Fe eksikliği Talasemi minör Anemi Hafif veya ağır Hafif RDW Yüksek Normal HbA2 Normal/düşük Yüksek Eritrosit sayısı Düşük Normal/yüksek Meintzer endeksi* Yüksek Düşük *MCV/eritrosit sayısı Kronik Hastalık Anemisi inflamasyon anemisi olarak da ifade edilen kronik hastalık anemisi enflamasyon zemininde salınan sitokinle-rin eirtrosit üretimini baskılaması ile gelişmektedir. Son yıllarda bu konudaki en önemli gelişme demir metabolizmasını düzenleyen en önemli hormon olan 'hepsidin' (bir akut faz reaktanıdır) sitokinlere (özellikle IL-6) yanıt olarak artmakta ve anemiye yol açmaktadır. Sitokinler ayrıca kemik iliğini baskılar ve eritro-poetin üretimini azaltırlar. Tablo 4-3. Kronik hastalık anemisinin görüldüğü bazı durumlar • Enfeksiyonlar • Habis hastalıklar • Otoimmün hastalıklar (RA, SLE) • Sarkoidoz • Enflamatuar barsak hastalıkları • Kronik organ rejeksiyonu • Kronik böbrek yetersizliği Genelde normokrom normositer anemi olur (%30 mikrositer olabilir). Serum demiri düşüktür. Total demir bağlama kapasitesi (transferrin) düşüktür (negatif faz reaktanı olduğu için). Ferritin düzeyi normal veya artmıştır (pozitif akut faz reaktanı olduğu için). İlikte demir depoları doludur. Tablo 4-4. Demir eksikliği ve kronik enfeksiyon anemisinin ayrımı. Fe eksikliği anemisi Kronik enfeksiyon anemisi 258 Fe düzeyi Düşük Düşük Ferritin Düşük Yüksek/normal Fe BK ve transferrin Yüksek Düşük RDW Yüksek Normal Demir eksikliğinin tedavisi Öncelikle demir eksikliği anemisinin sebebi bulunmalı ve ortadan kaldırılmalıdır. Daha sonra hastaya demir tedavisi başlanabilir: Oral demir (erröz sülfat, ferröz glukonat) verilebilir. Malabzorbsiyon veya emilim bozukluğu varsa parenteral demir tedavisi başlanır. Tedavi ile 7-14 günde retikülosit krizi bakılmalı (rerti-külosit yüzdesi %7-10 'a yükselir). Anemi düzeldikten sonra 3 ay daha verilir (depolar doldurulur). Tedavi ortalama 6 ay sürer. 259 5. SİDEROBLASTİK ANEMİLER Sideroblastik anemi porfirin sentezi bozukluğuna bağlı olarak hem proteini oluşturulamaması ile karakterize bir anemi türüdür. Hem yapılamayınca hemoglobin sentezlenemez. Mitokondrilerde protoporfirin olmayınca demir tek başına kalır ve birikir, mitokondriler demir ile dolar, çekirdek etrafında bulunan içi demir yüklü mitokondriler halka imajı oluştururlar (Resim 5-1). Kemik iliğindeki bu hücrelere sideroblast denir. Sideroblastlar olgunlaşamaz ve kemik iliğinde parçalanır; buna inefektif eritropoez denir. Tablo 5-1. Sideroblastik anemi nedenleri • Kurşun, cıva ve çinko zehirlenmeleri • İlaçlar: izoniazid, alkol, kloramfenikol • Genetik: delta amino levülinik asit sentaz (DALAS) eksikliği • Bakır eksikliği (D-ALAS kofaktorudur) • B6 eksikliği Yetişkinlerde sideroblastik anemi çoğunlukla miyelodisplastik sendromların (MDS) bir parçası olarak görülürler. MDS 'ler genelde uzun süreçte lösemiye dönüşürler. MDS dışında yukarıdaki listede verilen sideroblastik anemilerde lösemi gelişmesi söz konusu değildir. MDS 'lerin tedavisi veya geri dönüşümü yoktur. B6 eksikliği feya ilaçlara bağlı sideroblastik anemiler düzelebilirler. Tanı ve Laboratuar Bulguları Hemoglobin düzeyleri genelde 4-1 Og/dL civarında seyreder. Klinik olarak halsizlik, çabuk yorulma ve efor dispnesi gibi klasik anemi bulguları ilekarakterizedir. • Periferik yaymada hipokrom mikrositer eritrositler, bazılarında bazofilik noktalanma görülür. • Anizositoz, poiklositoz ve hadef hücreler görülür (bazen normo veya makrositler de olabilir). • MCV azalmış, RDW artmıştır. • Serum demiri, demir satürasyonu ve ferritin artmıştır. • Demir bağlama kapasitesi ve normal veya azalmıştır • İlikte sideroblastlar %15 'in üzerine çıkmıştır (Prusya mavisi boyası ile gösterilir) • İlikte hemosiderin pigmentinde artış görülür. • Kesin tanı ilikte sideroblastların gösterilmesi ile konulur. 260 Tedavi: B6 eksikliğinde yüksek doz B6 verilmesi hastalığı geri dödürebilir. Diğer tiplerde gerektiğinde transfüzyon yapılır (kronik transfüzyon ile hayatlarını idame ettirirler). Eritropoetine yanıt vermez. Kemik iliği nakli de denenebilir. KURŞUN ZEHİRLENMESİNE BAĞLI ANEMİ Kurşun porfobilinojen sentaz ve ferroşelataz enzimlerini inhibe ederek porfobilinojen oluşumunu ve hem sentezinde son safhada protoporfirine demir bağlanmasını engeller, sonuçta mikrositer bir anemiye yolaçar. Periferik yaymada tipi görüntü eritrositlerde bazofilik noktalanma olmasıdır. Demir eksikliğine benzer şekilde hipokrom mikrositer eritrositler görülür. Eritrosit protoporfirin düzeyi artar. Bazofilik noktalanma kurşun zehirlenmesi dışında sideroblastik anemi, ağır megaloblastik anemi, siroz, talasemiler, ağır enfeksiyon ya da sepsiste görülebilir. Tedavi: EDTA, DMSA (dimerkapto suksinik asit), British antilewisite 261 6. MEGALOBLASTİK ANEMİLER Eritrositlerin kemik iliğinde üretimi esnasında DNA sentezlerinin bozulması ile ortaya çıkan anemilere megaloblastik anemi denir. Tanımdan da anlaşılacağı üzere eritroid seri blastlarının DNA'larında sentez ve gelişme defekti olur. Çekirdeği olgunlaşmayan bu eritroid blastlar kemik iliğinde yıkılır (inefektif eritropoez) ve anemi ortaya çıkar.megaloblastik anemi nin en sık sebepleri B12 ve folik asit eksiklikleridir. B12 vitamini sinir sitemi ve kan hücrelerinin oluşumunda çok önemli role sahiptir. Folik asit de hücre yapımında DNA sentezinde rol alır ancak B12 gibi sinir sisteminde görevi yoktur. B12 eksikliği anemisinde folik asit anemiyi düzeltebilir ama sinir sistemi üzerinde herhangi bir etkisi olmadığından belli bir süre sonra hasta daha ciddi ilerlemiş nörolojik bulgularla gelecektir. Tablo 6-1. B12 eksikliği Nedenleri • Akloridia • Yetersiz alım • Pernisiyöz anemi • Gastrektomi • Difillobotrium latum • İntestinal divertikül, fistül, anastomoz • İmmerslund sendromu • Kronik pankreatit • İleal cerrahi, bypass • Çölyak hastalığı • Crohn hastalığı • Kronik asit pompa inhibitörü kullanımı Besinsel eksiklik, gastrik akloridia ve pernisiyöz anemi B12 eksikliği anemisinin yetişkinlerde en sık nedenleridir. Alkolizm ise yetişkinlerde folik asit eksikliğinin en sık nedenidir. Tablo 6-2. Folik asit eksikliği nedenleri • Alkolizm • Yetersiz alım • İhtiyacın veya kullanımın arttığı durumlar: gebelik, siroz, hemolitik anemi, hemodiyaliz • Malabsorbsiyon • İntestinal vejejunal rezeksiyon • Çölyak hastalığı • İlaçlar Folik asit antagonisti (6-merkaptopurin) Pirimidin antagonisti (sitozin arabinozid) Metotreksat Trimetoprim • Eritrolösemi Klinik bulgular • Anemi semptom ve bulguları • Hafif ikter (inefektif eritropoeze bağlı gelişir) • Atrofik glossit • Bulantı, kusma, ishal (intestinal hücre harabiyeti) • Korteks, omurilik lateral-dorsal kolonlarda demiyelinizasyon • El ve ayaklarda uyuşma, hissizlik (en erken) • Romberg +, ataksi, vibrasyon ve pozisyon hislerinde azalma, unutkanlık, demans, psikoz • Folik asit eksikliğinde nörolojik bulgular olmaz. 262 263 Laboratuar Bulguları • Eritrosit sayısı ve hemoglobin miktarında azalma • MCV artışı (makrosit) • Retikülosit sayısı normaldir • Trombosit velökositler de azalabilir (pansitopeni) • Hipersegmente nötrofiller (6 loblu bir eritrosit görülmesi megaloblastik anemi dedirtir) • Anizositoz ve poiklositoz • Ovalositler • Howell - Jolly cisimcikleri (eritrositlerde DNA kalıntısı) • B12 eksikliğinde homosistein ve metilmalonik asit artışı • Folik asit eksikliğinde sadece homosistein artışı • Kemik iliği aspirasyonu (rutin yapılmaz): megaloblastik hiperselülarite • B12 eksikliği anemisi tanısı için altın standart: serum B12 düzeylerinde azalma ve idrarda metilmalonik asit artışının gösterilmesidir. Schilling testi artık günümüzde yapılmamaktadır. Per-nisiyöz anemi için antipariyatel ve anti-intrensek faktör antikorları bakılır, gerekirse üst ve alt endoskopik değerlendirme yapılır. Tedavi: Malabsorbsiyona bağlı B12 eksikliğinin tedavisi intramüsküler ya da dil altı B12 tedavisidir (ömür boyu). B12 eksikliği ekarte edilmeden folik asit verilmemelidir. 264 7. HEMOLİTİK ANEMİLER Eritrositlerin yıkımında artış ile giden anemilere hemolitik anemi denir. Yıkımdaki artış ile birlikte eritrositlerin ömrü kısalır, retikülositoz olur ve serum indirekt bilirubin düzeyleri artar. Haptoglobulin düzeyi azalır. Hemoliz intravasküler ve ekstravasküler olmak üzere ikiye ayrılır: İntravasküler hemoliz aşağıdaki özellliklerle karakterizedir; • Hemoglobinemi • Hemoglobinüri • Sarılık (indirekt bilirubin artışı) • Hemosiderinüri • Haptoglobulin (U2 globulin) düzeylerinde azalma Ekstravasküler hemoliz Eritrosit deformabilitesinin azaldığıdurumlarda eritrositlerin özellikle dalak sinüzoidlerinde parçalanmasıdır. Hemoglobinemi ve hemoglobinüri olmaz. Ancak eritrositlerin dalakta parçalanması ve fagositlerce sindirilmesi sonucu anemi ve sarılık gelişir. Dalaktan kaçan bir miktar hemoglobin serumda haptoglobuline bağlanır ve serum haptoglobulin düzeylerinde hafif azalma olabilir. Splenomegali sıklıkla eşlik eder. Hem intravasküler hem de ekstravasküler hemolizde serum LDH düzeyleri artar. Tablo 7-1. İntravasküler Hemoliz Sebepleri • Enfeksiyöz • Malarya, Bartonella, Babeziozis • Sepsis: Clostridium spp, beta hemolitik streptokok, meningokok • İmmün ABO uyumsuz kan nakli Soğuk aglutinin hastalığı immünglobulin tedavisi Paroksizmal Noktürnal hemoglobinüri Paroksizmal soğuk hemoglobinürisi • Mekanik Protez kalp kapakçığı March hemoglobinürisi • • Mikroanjiyopatik hemolitik anemiler Ağır metaller Kadmiyum, bakır (Willson hastalığı) • Zehir • Yılan, örümcek, akrep ısırığı Hemolitik anemiler mekanizmalarına veya konjenital-edinilmiş olmalarına göre çeşitli sınıflara yarılırlar. Tablo 7-2. Hemolitik anemilerin sınıflandırılması 265 A. Genetik kökenli hemolitik anemiler Eritrosit membran defektleri Herediter sferositoz Herediter eliptositoz Eritrosit enzim bozuklukları G6PD enzim eksikliği (favizm) Piruvat kinaz eksikliği Hemoglobin bozuklukları Orak hücreli anemi Talasemiler B. Edinilmiş İmmün hemolitik anemiler (Coombs pozitif) Otoimmün hemolitik anemiler Sıcak antikorlara bağlı İdiyopatik SLE Evans sendromu KLL Lenfomalar Soğuk antikorlara bağlı İdiyopatik soğuk hemoglobinüri İnfeksiyöz mononükleozis Paroksiszmak cold hemoglobinüri Alloimmün hemolitik anemiler Yenidoğan hemolitik hastalığı Rh hastalığı İlaca bağlı immün hemolitik anemi Penisilin Metildopa İmmün kökenli olmayan hemolitik anemi (Coombs testi negatif) Toksinler (yılan, akrep zehiri vb) Travma Protez kalp kapakçığı Mikroanjiyopatik hemolitik anemiler: HUS, TTP, DİK, HELLP sendromu Enfeksiyonlar Malaria Babesiosis Sepsis Membran Bozuklukları Paroksiszmal noktürnal hemoglobinüri Kronik karaciğer hastalığı 266 Tablo 7-3. Mekanizmalarina Göre Hemolitik Anemiler Eritrosit içinden kaynaklanan problemlere bağlı hemoliz Enzim Defektleri: G6PD, Piruvat kinaz eksikliği Hemoglobinopatiler: talasemiler, orak hücreli anemi Eritrosit Membran defektlerine bağlı hemoliz Herediter sferositoz, eliptositoz Paroksizmal Noktürnal Hemoglobinüri Eritrosit dışı problemlere bağlı hemoliz Hipersplenizm Oto immün hemolitik anemiler Mikroanjiyopatik hemolitk anemiler: TTP, HUS, DİK, HELLP İlaçlar: penisilin, alfa metil DOPA Enfeksiyonlar: malarya A. GLUKOZ 6 FOSFAT DEHİDROGENAZ ENZİM EKSİKLİĞİ Eritrosit enzim defektlerine bağlı hemolizin en sık sebebidir. X'e bağlı resesif geçişli genetik bir hastalık olup sadece erkekler etkilenir. Çok nadiren bayan taşıyıcılarda lyonisazyona bağlı hemoliz görülebilir. G6PD enzimi pentoz-fosfat yolunda görev alan sitozolik enzimlerden birisi olup NADPH üretimini sağlar. NADPH ise glutati-on peroksidaz enziminin devamlılığını sağlayarak hücrenin oksidatif stresten korunmasını sağlar. Vakaların çoğunluğu asemptomatiktir. Mekanizma olarak NADPH üretilemediği için eritrosit işerisinde oksidatif stress arttığında hemoglobin oksitlenir ve denatüre olur. Hemoglobin Heinz cisimciği denen partiküller halinde hücre içerisinde topaklar haline gelir ve genelde membrana yapışır. Elektrolit embalansı ve membranda protein birikimine bağlı membran deforme olur. Bu eritrositler dalakta fagosite edilirler: sonuçta ekstravasküler hemoliz olur. G6PD enzim düzeyine göre hastalığın şiddeti değişmektedir: en ağır vakalar enzim düzeyinin %10'dan az olduğu vakalardır. Tablo 7-4. Eritrositlerde oksidatif stresi arttıran durumlar • Antimalaryal ilaçlar • Sülfonamidler • Nitrofurnatoin • Fenasetin • Sentetik vitamin K • Naftalin • Asetil salisilik asit • Fava (bakla) • Soya • Diyabetik ketoasidoz • Enfeksiyonlar Tanı: G6PD düzeyine bakılması Beutler fluorescent spot test: hızlı ve ucuz bir test olup vizüel olarak ultraviole ışık altında NADPH üretiminin tespitine dayanır. Eritrosit G6PD düzeyi ölçümü Enzim testleri akut atak esnasında yapılmaz, genç eritrositlerde nispeten yüksek olan enzim düzeyleri yanıltıcı olabilir, hemolitik ataktan en az 2-3 hafta sonra enzim düzey testleri yapılır. Periferik yaymada heinz bodilerin görülmesi 267 Periferik yaymada "bite hücreler" (ısırılmış hücreler) (eksentrositler) görülmesi: hücre membranına oturan Heinz cisimcikleri boya tutumazlar. Bu sebeple membranın boya tutmayan kısmı yok gibi görülür. Tedavi Hemolize yolaçan ilaç ve besinlerden kaçınılması gerekir. Akut atak esnasında gerekirse transfüzyon yapılır. B. HEREDİTER SFEROSİTOZ Herediter sferositoz genellikle (%75) otozomal dominant geçişli bir eritrosit membranı hastalığıdır. Membranda bulunan spektin maddesinin bozukluğu nedeni ile membran esnekliğini kaybeder ve eritrosit küre şeklini alır. Sferositler bikonkav form kadar esnek olmadıklarından dalak sinüzoidlerinden geçemezler ve parçalanıp hemolize uğrarlar, ayrıca ozmotik frajilitele-ri de artar. Klinik olarak sarılık, anemi, splenomegali gelişimi ile karakterize bir hastalıktır. Herediter sferositoz olgularında iki tip kriz oluşur, a- Masif hemoliz ile beraber hemolitik kriz, b- Eritropoezin geçici baskılanması sonucu aplastik kriz (sıklıkla parvovirüse B19'a bağlıdır). Kemik iliğindeki ihtiyaç artışı folat eksikliği yapabilir ve aplastik kriz nedeni olabilir. %50 herediter sferositoz hastasında, özellikle erişkinde kronik unkonjuge hiperbilirübinemiye bağlı olarak safra taşı (pigment taşı tipinde) gelişimi izlenir. Olguların yarısı yenidoğan döneminde sarılık ile ortaya çıkar. Tanı aile hikayesi (sıklıkla otozomal dominant bir hastalık olması nedeniyle anne veya babadan birinde hastalık vardır), hematolojik bulgular ve laboratuvar testleri ile konur. Periferik yayma incelemesinde eritrositler küçük ve santral soluklularında kaybetmiş ve yuvarlak olarak izlenir (sferosit). MCV genellikle normal, MCHC normal veya yüksektir. Osmotik frajilitede artışı tipiktir. Tablo 7-5. Sferositoz görülen diğer durumlar • Herediter sferositoz • ABO uyuşmazlığı • Oto-immun hemolitik anemi • Wilson hastalığı • Mikroanjiopatik hemolitik anemi • Hipersplenizm • Yanıklar • Post-transfüzyon • Purivat kinaz eksikliği Tedavi: Ağır anemi varsa transfüzyon yapılır. Folik asit ihtiyacındaki artış için takviye gerekir. Sık transfüzyon ihtiyacı vemasif splenomegali varsa splenektomi yapılır. 268 C. DİĞER ERİTROSİT MEMBRAN BOZUKLUKLARI HEREDİTER PİROPOİKİLOSİTOZ Herediter eliptositozun otozomal resesif geçişli bir subtipidir. Eritrositlerde ısı artışına karşı aşırı hassasiyet vardır. Fragmente eritrositlerle karakterizedir. MCV belirgin düşük, MCHC yüksektir. Sarılık, splenomegali, osmotik fragilite, otohemoliz artmıştır. Splenektomiye iyi yanıt verir. HEREDİTER ELİPTOSİTOZ İskelette ankrin denen molekül defektine bağlı gelişir. Otozomal dominant geçişli olup %90 vakada asemp-tomatik seyreder. Splenomegali gelişebilir. Ciddi semptomatik vakalarda splenektomi yapılabilir. HEREDİTER STOMATOSİTOZ Eritrosit membranının sodyum ve potasyum kaçağı ile giden otozomal dominant geçişli bir eritrosit mem-bran hastalığıdır. Ağız şeklinde eritrositler karakteristik periferik yayma bulgusudur. Splenomegali yapar. AKANTOSITOZ (SPUR CELL) Akantositoz eritrosit membranında düzensiz çıkıntılarla karakterize bir membran bozukluğudur. Membranın lipit içeriği ve akışkanlığındaki değişimlerden kaynaklanır. Akantositler ekinositlerden çıkıntılarının düzensiz olması ile ayrılırlar. Ekinosit (burr cell) eritrositlerin membranının düzenli büzüşmesidir örneğin dehidratasyon ve ozmolarite artışları durumlarında görülür. En sık akantositoz görülen hastalıklar abetalipoproteinemi ve karaciğer hastalıklarıdır. Akantositoz görülen diğer hastalıklar ise DİK, post-splenektomi, hiposplenizm, E vitamini eksikliği, hipotiroidizm ve malabsorb-siyon sendromlarıdır. HEREDİTER AKANTOSİTOZ (abetalipoproteinemi) Otosomal resesif geçişli olan bu hastalıkta mikrosomal trigliserid transfer proteini eksikliği nedeni ile şilomik-ron ve VLDL sekresyonu gerçekleşemez. Entorositlerde trigliserid birikimi olur; yağ ve yağda eriyen vitaminlerin (özellikle E vitamini) emilimi azalır (steatore ). Kolesterol (LDL) ve trigliserid (VLDL) düzeyleri düşüktür. Steatore yenidoğan döneminden itibaren başlar; büyüme geriliği ve yağda eriyen vitaminlerin yetersizliklerine yol açar. Psikomotor gerilik, spinoserebellar ataksi, seroid miyopati, akantositoz, retinitis pigmentosa, gece körlüğü, nistagmus, oftalmopleji gibi belirtiler daha çok E vitamininin eksikliği ve kan transportundaki defektlere bağlıdır. Eritrositler diken gibi çıkıntılara sahiptir (akantositoz); fakat anemi E vitamini eksikliğinden çok demir eksikliği sonucu gelişir. Uzun zincirli yağ asitlerinin kısıtlanması ile malabsorpsiyon kontrol altına alınabilir. Yağda eriyen vitaminler ve demir takviyesi şarttır. E vitamini tedavisi ile nöromüsküler ve retinal semptomları ilerlemesi engellenebilir. 269 D. OTOİMMÜN HEMOLİTİK ANEMİLER Eritrositlere karşı otoantikor gelişmesi ve bu otoanti-korlara bağlı gelişen hemolizle kendini gösteren anemilere otoimmün hemolitik anemiler denir. IgG ve IgM olmak üzere iki cins antikor tarafından oluşturulabilir (sıcak antikorlar ve soğuk antikorlar). Otoimmün hemolitik anemilerin en sık sebebi idiyopatiktir. Sıcak Antikorlara bağlı hemoliz Genelde IgG cinsi antikorlara bağlı gelişir. OİHA'lerin %80 'i sıcak tipte antikorlarla gelişir. Eritrositlere bağlanan IgG cinsi antikorlar retiküloendotelyal sistemin makrofajlarınca tanındığı için fagosite olurlar. Sıcak antikorlara bağlı hemoliz ekstravaskülerdir: dalak, karaciğer gibi RES organlarında gerçekleşir. Tablo 7-6. Sıcak antikorlara bağlı hemoliz nedenleri • İdiyopatik • Lenfoma • Kronik lenfositer lösemi • Romatizmal hastalıklar: en sık SLE • Alfa metil dopa: sıcak antikorlara bağlı hemoliz yapar • Penisilin, kinidin: ilaç-eritrosit haptenine karşı antikor gelişir • Evans sendromu (immün trombositopeni + otoimmün hemolitik anemi) Soğuk antikorlara bağlı hemoliz Genelde IgM cinsi antikorlara bağlı gelişir. Bu antikorlar özellikle dolaşım sisteminde komplemanı aktive ettikleri için hemoliz dolaşım sisteminde (intravsküler hemoliz) olur. Tablo 7-6. Soğuk antikorlara bağlı hemoliz nedenleri • İdiyopatik soğuk hemaglütinin hastalığı • İnfeksiyöz mononükleozis • Mycoplasma pnömonisi • Lenfoma • Paroksizmal noktürnal hemoglobinüri (soğuk antikorun cinsi IgG 'dir). 270 Tedavi Sıcak antikorlara bağlı hemolizde ilk tedavi seçeneği steroiddir, yanıt veremezse splenektomi yapılır. Splenektomiye rağmen düzelmeyen vakalarda ritüxi-mab denenir. Yardımcı olabilecek diğer tedavi ajanları intravenöz Ig, (İVİG) ve siklosporin gibi sitotoksik ilaçlardır. Tablo 7-7. Sıcak ve soğuk antikorlara bağlı immün hemolitik anemilerin özellikleri Sıcak Soğuk Antikor cinsi IgG (eritrositlerin protein antijenleri ile reaksiyon) IgM (polisakkarit antijenle reaksiyon) Hemoliz Ekstravasküler intravasküler Kompleman +/- + Spontan aglutinasyon - + Aktif ısı 37 C 4C Hedef eritrosit antijeni Rh I, i Steroid tedavisine cevap +++ + Splenektomiye cevap +++ - Plazmafereze cevap ++ +++ Soğuk antikorlara bağlı hemolizde steroide yanıt zayıftır. Hemoliz dolaşım sisteminde olduğundan dolayı splenektomi endiakasyonu yoktur. En iyi tedavi seçeneği plazmaferezdir. Gerekirse sitotoksik ajanlar verlilir. Kan nakli yapılacağı zaman yıkanmış süspansiyon tercih edilmeli ve hasta 37°C'ye ısıtılmalıdır. 271 8. HEMOGLOBİNOPATİLER A. ORAK HÜCRELİ ANEMİ Orak hücreli anemi, eritrositlerin sert orak şeklini alması ile ortaya çıkan otozomal resesif geçişli kalıtsal bir anemi türüdür. Ağrılı ataklarla ve ciddi organ dis-fonksiyonlarıyla kendini gösterebilir. Hinci kromozomdaki beta zincir geninin 6 nolu amino asidini kodlayan bölgede tek gen mutasyonuna bağlı olarak glutamik asit yerine valin sentez edilir, bu değişiklikle oluşan yeni hemoglobine Hb S denir. En sık Çukurovada görülür; inkomple OD geçiş vardır. Homozigotlarda eritrositlerin %90-100 oranında Hb S içerir; HbA yoktur. HbS'in hem yaşam süresi kısadır hem de oraklaşarak trombüs yapma riski vardır. HbS, deoksijenizasyon ile polimerize olur, eritrosit membranı sertleşir, deformebilite kaybolur ve sonuçta orak hücreler dalakta tutulur ve hemoliz olurlar. Sert, yapışkan ve dismorfik hücreler damarları tıkarlar ve organlarda vazo-oklüzif olaylara yolaçarlar. Deoksijenizasyon (hipoksi) oraklaşma krizlerine yola-çan en önemli sebeptir, hipoksi dışında asidoz, hiperviskozite, Hb S konsantrasyonu, dehidratasyon, hipo-termi ve hipertermi de oraklaşmaya yolaçabilirler. Klinik bulgular: Anemi normokrom, normositik olup retikülosit artmıştır. Yenidoğan döneminde bulgu olmaz. Anemi ancak HbF düzeyi azalıp HbS arttığında ortaya çıkar; yani postnatal 2-6 ay arası. Diğer klinik bulgular (çeşitli krizler) da 5-6 aydan önce çıkmaz. 272 Retikülositoz, nötrofili, trombositoz ve yaymada orak hücreler görülür. Howell-Jolly cisimcikleri hiposplenizmi gösterebilir. Sedimantasyon azalır. 6 aylıkta belirgin bir splenomegali vardır ve erken çocukluk döneminde devam eder sonra progressif fibrozis ile otosplenektomi olur. 5-6 yaşında dalak ele gelmez. Splenik aktivitede azalma otosplenektomiden önce yaşamın erken döneminde görülür. Pnömokok ve H. İnfluenza sepsisi ve menenjit riski 300-600 kat artar. ORAK HÜCRELİ ANEMİDE KRİZLER Ağrılı vazookluzif krizler El-ayak sendromu (daktilitis) (el-ayak sendromu): En sık 6 ay-2 yaş arasındadır, ağrılı şişliklerdir. Simetriktir. 3-5 günde spontan düzelir. En erken görülen vazookluzif krizdir ve genellikle teşhisi ilk düşündüren bulgudur. Kemik krizleri: 3-4 yaşlarında başlar. Enfarkta bağlı kemik içinde kemik görünümü olur. MSS: Ortalama 7-8 yaşlarında konvülzyonlar, menin-geal belirtiler, körlük, serebral enfarktlar görülebilir. Pulmoner krizler: (Akut göğüs sendromu) Göğüs ağrısı, açıklanamayan dispne, ateş, orak hücre anemili erişkinlerde en sık ölüm nedeni akciğer hastalıklarıdır. Pnömonilerde pnömokok ve mikoplazma insidansı artmıştır. Priapism: Kanın peniste birikmesidir Hematüri: Ağrısız ve hafiftir. Papiller nekroza bağlıdır. Abdominal krizler: Mezenterik kanın beslediği yerlerde tıkanmaya bağlıdır. Kapsuler gerilme, akut abdomen gibi bulgu verir. Hepatik sekestrasyon: KC de ani ağrılı büyüme olur. Bilirübin çok artar (çoğu direkt) enzimler çok yükselir. Splenik sekestrasyon krizi: Kan dalağa gelir ama çıkamaz dalak hızla büyür. Hb hızla düşer, hipovolemik şok ile hasta ölebilir. Erken çocukluk döneminde orak hücreli anemide sepsisten sonra en sık ölüm nedenidir. Eritroblastopenik- aplastik kriz: En sık neden par-vovirus B19dur. 10 gün sonra spontan retikülositoz, çekirdekli eritrosit oluşmasıyla iyileşir. Diğer kronik he-molitik anemilerde de olabildiği gibi folat eksikliği ile de aplastik kriz meydana gelebilir. Folik asit desteği gereklidir. 273 Hiperhemolitik kriz: Araya giren bir enfeksiyon sonucunda hemoliz artar, retikülosit daha da yükselir ancak buna rağmen anemi ağırlaşır. Tanı Hemoglobin düzeyleri 6-10g/dL arasında seyreder ve retikülositoz olur, hiposplenizme bağlı hedef hücre ve Howell-Jolly cisimcikleri görülebilir. Hemoglobin elektroforezi en iyi tanı yöntemidir, HbA bandı görülmez. Yerine HbS bandı olur. Ayrıca HbA2 ve HbF bandları da görülebilir. Oraklaşma krizi (sodyum metabüsülfit veya sodyum di-tionit ile) eskiden kullanılan bir tanı yöntemi idi. Ölüm nedeni İlk yaşlarda splenik sekestrasyon krizi ve enfeksiyonlar (pnömokok, Hib) en sık ölüm nedenleridir. MSS komplikasyonları 5-10 yaşlarında en sık ölüm nedenidir; akciğer yetersizliği ise sonraki yaşlarda en sık ölüm nedenidir. Tedavi H. influenza B, pnömokok ve meningokok aşıları yapılır. Ayrıca folik asit ve çocuklarda penisilin profilak-sisi uygulanabilir. Çocuklarda kemik iliği nakli denenbi-lir; küratiftir. Ağrılı krizde: IV sıvı (amaç viskoziteyi azaltmaktır) verilir. Ağrı için aspirin, naproksen ve oksikodon kontraendikedir: ağrıyı azaltmak için asetominofen, kodein ve gerekirse morfin verilir. Bazen O2'e dirençli iskemik organ hasarı geliştiren ağır vakalarda kan transfüzyonu veya kan değişimi yapılır. Amaç Hb S'i %40'ın altına düşürmektir. Akut splenik sekestrasyon krizinde acilen kan transfüzyonu yapılmalıdır. 1 major veya iki minör akut splenik sekestrasyon geçirmişse cerrahi indikasyonu vardır. Ayrıca tedavide Hb F yapımını artıran sonuçta Hb S yüzdesini düşüren Hidroksiüre, 5- azasitidin gibi ilaçlar da önerilmektedir. Ciddi vakalarda hidroksiüre kullanılır; HbF düzeyini arttırır; beta zinciri olmadığı için HbF oraklaşmaz. Böylece atak sıklığını ve mortalite azalır. Orak hücre taşıyıcılığı (heterozigot form) Hb S oranı %35-40'tır ve normal koşullarda oraklaşma olmaz. Genellikle asemptomatiktir, poliüri, idrar dansi-tesi azalması ve hematüri dışında bulgu nadirdir. Anemi ve retikülositoz olmaz. Tablo 8-1. Orak hücreli anemide transfüzyon endikasyonları • Kuvvetli endikasyonlar Aplastik krizler Hipoksemi ve göğüs sendromu MSS olayları, inme Sekestrasyon krizleri • Nisbi endikasyonlar Genel anesteziden önce Gebelik sırasında Priapizm Arteriografiden önce • Endike olmayan durumlar Tipik ağrı krizlerinin tedavisi B.TALASEMİLER Talasemiler HbA (2lfa, 2beta) yı oluşturana veya beta globin zincirlerinde sentezin azalması ya da tamamen kaybı ile karakterize herediter bir hastalık grubudur. Beta hemoglobin zincirleri 11. kromozomda tek gen, alfa hemoglobin zincirleri ise 16. kromozomda iki genle kodlanır, kromozomların çift olduğu düşünülürse beta zincir iki, alfa zincir dört genle kodlanır. Bir ya da daha fazla globulin zincirinin kodlanamadığı durumlara talasemi denir. Alfa zincir eksikliğine alfa-talasemi, beta zincir eksikiğine de beta-talasemi denir. Talasemiler kalıtsal otozomal resesif geçişli hastalıklardır. Globulin zincirlerinden birindeki azalma hemoglobin 274 miktarında azalma ve anormal hemoglobin zincirlerinin oluşumuna yol açar. beta-talesemide defekt, beta-zincirindedir (11. kromozom). beta0- homozigotlarda sentez tamamen yoktur, beta+ homo-zigotlarda beta globin zincirlerinin sentezinde azalma vardır. beta-talasemi olgularında promoter bölge mutasyonu ve sonlanma tipi (stop kodon) zincir mutasyonları saptanabilirse de en sık izlenen mutasyon ekleme tipi (splicing) mutasyonlardır. alfa-talasemide defekt, alfa-zincirindedir (16. kromozom), alfa globin zincirinde sentez azalması normalde bulunan 4 alfa globin geninden birinde izlenen delesyona bağlıdır. Patofizyolojik tablo globin zincirlerinden birinde sentezin azalması ve bunun sonucu azalmış eritrosit Hb'ine (mikrositik, hipokromi, anizositoz) ve diğer zincirlerde aşırı yapıma bağlıdır. Kemik iliğinde yoğun üretim çabasına karşın eritrosit prekürsörlerinde (normoblastların %80'inde) bu hasar sonucu apopitotik ölüm izlenir, bu inefektif (etkisiz) eritropoez olarak adlandırılır. Bu prekürsörlerinden kaynaklanan inklüzyon içeren eritrositler periferik kana geçebilirler ise de genellikle dalakta yıkılırlar. Sonuç eritrosit yaşam süresinde kısalma ve anemidir, ağır olgularda kemik iliğinde kompansatuvar genişleme, buna bağlı kortikal kemikte incelme ve diğer iskelet anormalliklerinin gelişimi izlenir. İnefektif eritropoez sonucu diyetteki demirin aşırı emi-limi ve ağır anemi nedeni ile hastalara uzun süre kan transfüzyonu uygulanması, hastalarda ağır demir birikimine neden olur (yersinia enfeksiyonlarına duyarlılık), bu tablo hemosideroz ya da sekonder hemak-romatoz olarak bilinir. Periferik yaymada hipokromi, mikrositoz, hedef hücreler görülür, eritrosit sayısı minör formlarda genelde anemiye rağmen normaldir, RDW normaldir (anizositoz olmaz). Ancak beta-talasemi majorde yoğun he-moliz ve retikülositoza bağlı olarak anizositoz, poiklo-sitoz ve normositlerde artış görülebilir. Serum demiri ve ferritini genelde yüksektir, Tablo 8-2. Talasemilerde Hemoglobin elektroforezi • beta-talasemi minör: HbA2(%5), Hemoglobin 1012g/dL arası olur • beta-talasemi major: HbA olmaz, HbF ve HbA2 belirgin yüksektir • Alfa talasemi intermedia: HbH (beta 4 tetramer tanı koydurucudur) • Alfa talasemi minör: Elektroforez normaldir, sadece gen analizi ile tanı konulur. • Alfa talasemi major: Yaşamla bağdaşmaz, amniyosentez ile prenatal tanı konuluabilir. B-TALASEMİNİN KLİNİK SINIFLAMASI a-Talasemi major (Cooley anemi): Daha çok Akdeniz çevresi, Afrika ve güneydoğu Asya'da izlenir. 2 -6 aylık arası gama (HbF) yapımı durup, beta zinciri yapımı aktif hale geçtiğinde anemi başlar ve genellikle 6 ay ile 1 yaş arasında anemi transfüzyon gerektirecek değerlere iner. Dalakta ve RES dokularında hemoliz olduğu gibi, kemik iliğinde de hemoliz vardır (inefektif eritropoez). 275 Ağır transfüzyona gerek duyan hemolitik anemi bulunur. Hb 3-6 g/dL civarındadır. Periferik kan yaymalarında anizositoz, mikrositik hipokromik eritrositler, bazofilik noktalanma, target hücreler ve eritrosit fragmanları izlenir. Serum demiri ve ferritin artar. İndirekt bilirübin yükselir, LDH artar. Kemik iliğinin aşırı çalışmasına bağlı kemik iliği alanları genişler (kemiklerde kortikal incelme). Hepatosplenomegali masif olabilir hatta hipersplenizm gelişebilir. Hipersplenizm gelişirse hemolizde artış, lökopeni, trombositopeni meydana gelebilir. Folat eksikliği gelişmesi nedeniyle kemik iliği megaloblastik olabilir. Sık kan transfüzyonları nedeni ile demir birikimine bağlı bulgular gelişir. • Kalp yetersizliği (en sık ölüm nedeni), • Karaciğer yetersizliği, siroz, • Pankreas yetersizliği (bronz diyabet), • Hipogonadizm, • Hipoparatiroidi, • Hipotiroidi. Kesin tanı: Hemoglobin elektroforezinde Hb F yüksek, Hb A2 ise normal/yüksektir. Gerekirse gen mutasyon analizi de yapılabilir. 276 Tedavi Transfüzyon: Transfüzyon sonu Hb 9-10 gr/dL arasında tutulmalıdır. Kan nakli genelde 3-4 haftada bir düzenli yapılır. Yıllık transfüzyon gereksinimi 225 ml/kg'ın üzerinde olunca splenektomi endikasyonu vardır. Şelasyon: Desferrioksamin (demir şelatörü) tedavisi 10-15 transfüzyon sonrası veya ferritin'in 1000ng/Lnin üzerine çıkması ile başlanır. Hastaya oral C vitamini verilmesi şelasyonun etkinliğini artırır. Çinkoyu da bağladığından hastaya çinko da verilmelidir. Desferrioksamin katarakt, işitme kaybı yapabilir, Yersinia enfeksiyonu riskini artırır. Splenektomi: H.influenza B ve pnömokok aşıları yapılmalıdır. Splenektomiden sonra profilaktik penisilin başlanılmalıdır. En az 6 aylık süre içinde transfüzyon miktarı önceki gereksiniminin %50 sinden daha fazla artış göstermişse, transfüzyon ihtiyacı yılda 250 ml/kg'ı aşmışsa ve hipersplenizme bağlı lökopeni ve/veya trombositopeni varsa splenektomi endikedir. Hidroksiüre, 5-azasitidin: Hb F yapımını artırır. Böylelikle hemoliz azalır. Kemik iliği transplantasyonu halen tek küratif tedavi yöntemidir; başarı %58-91 arasındadır. b- TALASEMİ MİNÖR Hasta heterozigottur ve bir sağlam gen taşırlar, klinik olarak asemptomatiktirler. Periferik kan yaymalarında benzer anormallikler (hipok-rom mikrositer, bazofilik noktalanma ve target hücre görünümü) bulunur. MCV düşük, RDW normaldir. Karakteristik bulgu HbA2 artışıdır ve total hemoglobinin %48'ini oluşturur. Demir tedavisine dirençli hipokrom mikrositer anemi olgularında mutlaka talasemi minör düşünülmelidir. Fakat birçok talasemi minör olgusunda aynı anda demir eksikliği de olduğu unutulmalıdır. Bu tip olgularda total hemoglobin düşük olduğu için HbA2 normal bulunabilir. Anemi hafif olduğu için tedavi gereksizdir. Folik asit takviyesi yapılabilir. c. BETA TALASEMİ İNTERMEDİA Talasemi majorün tüm özelliklerine sahiptir ancak hastalar genellikle transfüzyona ihtiyaç duymaz yani Hb >67g/dL arasındadır. Belirgin hepatosplenomegali büyüme geriliği, hiperbilirübinemi ve aşırı demir yükü ve HbF artışı olur. Parvovirus B19 enfeksiyonu ile geçici eritroblastopeni meydana gelebilir. Tedavide folik asit, demirsiz diyet, çay, daha ileri yaşlarda (Ferritin>2000 ng/mL olduğunda) şelasyon yapılır, genellikle transfüzyon gerekmez (aplastiklerin haricinde), splenektomi gerekebilir. ALFA TALASEMİLER Tek gen mütasyonu (- α/ αα) Hastalar asemptomatiktir (sessiz taşıyıcı). Hgb normaldir, çünkü 3 gen yeterli alfa zinciri üretebilir. MCV ve MCH 277 hafif düşük olabilir. İki gen mütasyonu (- α/- veya -/ α α): (alfa talasemi trait) Hafif mikrositer hipokrom anemi gelişir. Bu kişiler demir eksikliği anemisi olan hastalarla karıştırılır ve demir tedavisi alırlar. Genelde asemptomatik taşıyıcıdırlar. Üç gen mütasyonu (-/- α) (Hb H hastalığı) (talasemi intermedia) Alfa zincir üretimi ciddi oranda azaldığı için normalin %30 u kadar HbA üretilebilir. Kanda iki cins instabil hemoglobin gelişir: α4 tetramer (Hb H) ve az miktar 4 tetramer (Hb Barts): bu hemoglobin tipleri oksijene olan affinitelerinin yüksek olması nedeni ile doku hipok-sisine yol açabilirler. Enfeksiyon ve ciddi stress durumlarında hemoliz artar ve transfüzyon ihtiyacı ortaya çıkabilir. Belirgin splenomegali olabilir. Hipokrom mikrositer anemi gelişir, periferik yaymada Hedef hücreler ve Heinz cisimcikleri görülür. Dört gen mutasyonu (-/-) (Hidrops fetalis) Hiç alfa zincir üretimi yoktur, aktif hemoglobin üretile-mez. Alfa zinciri olmayınca fetusta gama zincirleri birbirleri ile tetramer oluşturur ve Hb barts ( 4) oluşur, bartsın O2 affinitesi çok yüksektir, dokulara oksijen bırakmayacağı için embriyonik doku hipoksisi ve intra-uterin ölüm olur, hidrops fetalis gelişir. Talasemi minör ile demir eksikliği anemisini ayırt etmede kullanılan bazı endeksler: Mentzer endeksi: MCV / RBC; <13 ise talasemi minör, >13 ise demir eksikliği anemisi C. METHEMOGLOBİNEMİ (HBM HASTALIĞI) Hemoglobin demiri normalde ferröz (Fe++) formdadır. Hb demirinin ferrik (Fe+++) forma oksidasyonu methemoglobin (MHb) (nonfonksiyone) olarak adlandırılır. Toksik nedenler daha sık olmakla birlikte herediter etiyolojide en sık neden eritrositlerdeki NADH sitokrom b5 reduktaz eksikliğidir (OR). 278 Tablo 8-2: Hemoglobinopatiler özet Alfa talasemi Beta talasemi Hb MCV Eritrosit morfolojisi Hb elektroforezi 1 gen 13-15gr 80-90 N A2 ↓ 2 gen 12-13 gr -70 Seyrek Heinz cisimleri A2 ↓ 3 gen 6-10gr <70 Bariz Heinz cisimleri Hb H %5-30 (doğum esnasında %20-40 Hb Bart gorulur) 4 gen İn utero fatal Minör >9-10 Hb Bart <70 ( ° )( + ) Bazofil noktalanma A2>3.5 Target V- Anizositoz HbF>%1 Poikilositoz İntermedia ( + °) <7 gr <70 P+ +) Bazofil noktalanma A2>3.5 Target V- Anizositoz HbF ↑↑ Poikilositoz Major <5-6 <70 ( ° °) Bazofil nok. A2>3.5 Target +/- Anizositoz HbF ↑↑ (~%10-15) Poikilositoz Orak hücreli anemi Taşıyıcı N N. N (Metabisülfid oraklaşma +) ( + ) Hasta ( + +) ile Hb S/A %40-%60 7-10 gr N (bazen makrositik) Orak hücreler HbS/A % 100/0 Hb F: %2-25 HbC: b 6. pozisyonunda glutamin lizin ile yer değiştirmiştir. Hb O: b 121. pozisyonunda glutamin lizin ile yer değiştirmiştir. Hb D: b 121. pozisyonunda glutamin glisin ile yer değiştirmiştir. Hb E: b 26. pozisyonunda glutamin lizin ile yer değiştirmiştir. Klinik bulgular: Siyanoz ve polisitemi görülebilir. Efor sonucu hipoksi bulguları çıkar. Kan kahve renklidir ve düşük 02 satürasyonuna rağmen PaO2 basıncı normaldir. Hb M hastalığında (OD) enzim düzeyleri normaldir ancak Hb aminoasid dizilimi bozuktur. Nitritli ilaçlar, anilin boyaları, sulfonamidler, antimalaryaller ve dapson (en meşhuru), methemoglobineminin edinsel nedenleridir. Tedavide askorbik asid ve metilen mavisi verilir. Methemoglobin düzeyi normalde < %2 olmalıdır. %15'den fazla ise siyanoz görülür, %70'den fazla olması fataldir. 279 9. PAROKSİZMAL NOKTÜRNAL HEMOGLOBİNÜRİ Kompleman kaynaklı membran hasarına bağlı, eritrositlerin intravasküler hemoliz olması ile karakterize bir hastalıktır. Mutasyona bağlı (edinilmiş) klonal kök hücre hastalığıdır. Intrensek membran defekti olur ve glikofosfatidil inositol (GPI) denen ve önemli antijenleri (CD55, CD59) eritrosit membranına bağlayan madde üretilemez. CD55 (DAF: hem klasik hemde alternatif kompleman aktivasyonunu bloke eder), CD59 (membran atak kompleks C5-9 dönüşümünü kontrol eder); sonuçta CD55 VE CD59 glikoproteinlerinin eksik olması nedeniyle komplemana bağlı hemoliz önlenemez. Genetik olarak problem: X kromozomu üzerindeki PIG-A geninde (phosphatidylinositol glycan complementation group A) mutasyona bağlı gelişir. CD55 (DAF) ve CD 59 (MIRL) tüm kan hücreleri üzerinde bulunan komplemanı regüle eden yüzey proteinleridir. Klinik Semptomar Major klinik semptomar akut alevlenmelerle giden kronik hemoliz, pansitopeni ve tromboza yatkınlıktır. Hemolitik ataklar esnasında hemoglobinüriye tipik olarak karın ağrıları ve disfaji eşlik eder. %40 vakada venöz tromboembolik olaylar (pulmoner emboli, Budd-Chiari, serebral ven trombozu) gelişir. Bunlar en önemli mortalite sebepleridir. Erkek hastalarda erektil disfonksiyon görülebilir. Hastaların %6-7'sinde AML, yaklaşık 1/3'ünde ise ap-lastik anemi gelişir. Ayrıca MDS ve miyelofibroz ile de sonlanabilir. PNH pre-lösemik bir hastalıktır. Laboratuvar Bulguları • Hemoglobinüri • Pansitopeni (trombositopeni genelde subklinik düzeydedir) • Retikülositoz (Pansitopeni + retikülositoz PNH açısından çok dikkat çekici bir bulgudur!) • LDH yüksekliği • İndirekt bilirubin yüksekliği Kronik hemoliz ve hemoglobinüriye bağlı demir eksikliği de gelişebilir Tanı: Altın standart tanı yöntemi flow sitometridir, bu yöntem ile kan hücrelerinin üzerindeki antijenler araştırılır, Cd55 ve CD59 olmadığı bu yönyemle kolaylıkla gösterilebilir. Eski tanı yöntemleri asit Ham testi ve sükrozhemoliz testleri günümüzde artık kullanılmamaktadır. Tedavi Tromboembolik olaylara yönelik varfarin profilaksisi verilebilir. Akut hemolitik atak esnasında gerekirse kan nakli yapılır. Streroidler atak ciddiyetini azaltabilir. Androjen (danazol) ve monoklonal antikor Eculizumab (kompleman inhibitörü) tedavileri denenebilir. Tek küratif tedavi yöntemi kemik iliği naklidir 280 10. MİKROANJİYOPATİK HEMOLİTİK ANEMİLER (MAHA) Damar duvarlarındaki problemlerden kaynaklanan problemlere bağlı gelişen ve periferik yaymada parçalanmış fragmente eritrositlerle (şistositler) kendini gösteren hemolitik anemi türlerine mikroanjiyopatik hemolitik anemiler (MAHA) denir. (Yürüyüş hemoglobinürisi ve protez kalp kapakçığına bağlı gelişirse makrovasküler hemoliz denir). Patogenez Damar entotel hasarı ve hasar gören yerde trombosit ya da fibrin tıkaçlar oluşması, jet akımla damar lümeninden geçen eritrositlerin bu tıkaçlara çarpması sonucu parçalanmaları sözkonusudur. Aşağıdaki yaymada MAHA'sı olan bir hastada fragmente eritrositler görülmektedir. Tablo 10-1. Mikroanjiyopatik hemolitik anemi nedenleri • HUS • TTP • DİK • HELLP sendromu • Dev hemanjiom (kasabach-meritt sendromu) • Renal transplant reddi • Habis hipertansiyon • Pre-eklampsi, Eklampsi • Adenokarsinomlar (özellikle metastatik olanları) • Vaskülitler (PAN, Wegener, SLE) • Glomerülonefritler • Enfeksiyonlar (Malarya, Babesiozis, Bartonellosis, Clostridium welchii) • Örümcek, akrep, yılan zehiri • Yanıklar Makrovasküler hemolizlerde trombositopeni olmaz. Ancak, MAHA'larda fragmente eritrositlere ek olarak trombositopeni de vardır, sebebi hasar gören damar endotelinde trombositlerin birikmesi ve kullanılmasıdır. Tablo 10-2. İntravasküler travmaya bağlı hemoliz Etiyoloji Şistosit Hemoliz Trombositopeni Yürüyüş hemoglobinurisi 0 + 0 Aortik kapak protezleri ++++ ++++ 0 Kalsifik aort stenozu + ± 0 281 Damar duvarına bağlıa +++ + + TTP ++++ ++++ ++++ HUS ++++ ++++ ++++ Adenokarsinoma ++++ ++++ ++++ DİK ++ ++ ++++ a: Malin hipertansiyon, eklampsi, hemanjiyom, transpkınt reddi, vb. 282 11. KEMİK İLİĞİ YETERSİZLİĞİNE BAĞLI ANEMİLER A. APLASTİK ANEMİ Kemik iliği kök hücrelerinde ciddi oranda azalma ve yeterli kan hücrelerinin üretilememesi ile karakterize bir kan hastalığıdır, kemik iliğinde hiposelülarite peri-ferik kanda pansitopeni ve retikülositopeni olur. Hastalar anemi bulguları, nötropeniye bağlı enfeksiyonlar ya da trombositopeniye bağlı kanama problemleri ile başvururlar. Aplastik anemi, periferik pansitopeni ve hiposellüler kemik iliği aspirasyonu ile düşünülmeli, fakat tanı kemik iliği biyopsisinde yağ hücre artışı ile konur. • % 25'den az ilik biyopsisi selülaritesi • 500/mm3' ten az nötrofil sayısı • 20 000/mm3 den az trombosit sayısı • % 1'den az düzeltilmiş retikülosit sayısı Bu kriterlere sahip hastalar 6 aydan daha az ortalama yaşam süresine sahip olup, sadece % 20' si bir yıl yaşar. Normal biyopsi sellüleritesi =100-yaş kadardır. Yani 30 yaşında bir kişide %70 hematopoetik hücre mevcuttur. 70 yaşında bir kişide ise yaklaşık %30 kadardır. Anemi normokrom normositer karakterdedir, bir kısım hastada makrositer olabilir. Çocuklarda daha çok makrositer tarzdadır. Tedavi: en iyi tedavi yöntemi kemik iliği naklidir. Uygun ilik bulunamayan hastalarda ise ATG (anti-timoglobulin), Siklosporin, yüksek doz kortikosteroid, anabolizan steroid kombinasyonları uygulanır. Kan nakli ve trombosit nakli özellikle ilik nakli yapılacak hastalarda mümkün olduğunca az yapılmaya çalışılmalıdır, nakiller alloimmünizasyon gelişmesine ve nakledilen iliğin reddine yolaçabilmektedir. B. SAF ERİTROSİT APLAZİSİ Kemik iliğinde lökosit ve trombosit kök hücre serileri normalken eritroid seri hücre kök hücrelerinde ciddi azalma ile karakterize bir ilik hastalığıdır. Ciddi anemi ve retikülositopeni olur, periferik kanda lökodit ver trombosit sayıları normaldir. Tablo 11-1. Aplastik anemi nedenleri İdiyopatik (%60-65) Konstitüsyonel (Fanconi anemisi: nadir, kemik anomalileri, mikro-sefali, hipogonadizm, hiperpigmentasyon, kromozom frajilitesinde artış) Shwachman-Diamond sendromu Kimyasal ve fiziki ajanlar Doza bağlı: Benzen, radyasyon, alkilleyici ajanlar, antimetabolitler (folik asit antagonistleri, pürin ve pirimidin analogları), mitotik inhibitörler (vinca al-koloidleri), antrasiklinler (doksorubisin, mitaksantron, idaru-bisin, daunorubisin), inorganik arsenik İdiyosenkrotikler: Kloromfenikol, fenilbutazon, sulfonamidler, fenitoin, altın, organik arsenik, in-sektisitler İmmünolojik aplazi Diğer: Viral Hepatitler (özellikle HCV), diğer viral enfeksiyonlar (EBV, HIV, Parvo B19, CMV, HIV), SLE, transfüzyona bağlı, gebelik PNH (1/3'ü aplastik anemi ile sonlanır) Saf Eritrosit Aplazisi Nedenleri • Parvo B19 enfeksiyonu (en önemli neden) • Diğer viral enfeksiyonlar (viral hepatitler, EBV, CMV, HIV, enterit yapan viruslar) • Otoimmün hastalıklar: SLE • Timoma başta olmak üzere çeşitli lenfoid mali- • İlaçlar: antiepileptikler, izoniazid, kloramfenikol, Sülfonamid, prokainamid, Azotiopurin • Konjenital: Blackfan-Diamond sendromu Saf eritroid aplazi tanısı düşünülen vakalarda mutlaka Parvo B19 başta olmak üzere viral serolojiler ve timoma 283 açısından toraks görüntülenmesi yapılmalıdır Tedavi: Transfüzyon ve destek tedavisi dışında im-münsupresiflerdir. Blacfan-Diamond sendromunda kortikosteroidler kullanılır. 284 12. HEMOSTAZ Hemostaz kanın sıvı halde kalmasının sağlanması, kan damarlarında herhangi bir travma sonucu oluşan kanamanın durdurulması ve aynı damarın fonksiyonunu devam ettirmesi için damarın pıhtıdan temizlenmesidir. Ancak çoğunlukla hemostazı damar hasarından sonra kanamanın durabilmesi için gerçekleşen normal pıhtılaşma süreci olarak algılamaktayız. Hasar gören bir damarda sırası ile önce bölgesel vazokonstriksiyon, trombosit tıkaç oluşumu, fibrin oluşumu ve hasarın onarımından sonra fibrinolizis ile pıhtının temzilenmesi aşamaları izler. Trombosit tıkaç oluşturulması aşamasına primer hemostaz, koagülasyon kaskadının aktive olarak fibrin oluşturulmasında sekonder hemostaz denmektedir. Tüm hemostaz aşağıdaki büyük şekilde özetlenmiştir. Primer hemostaz travmadan sonraki saniyeler içerisinde trombosit tıkaç oluşturulmasıdır. Etkin bir primer hemostaz üç basamakta gerçekeşir: 1. Adhezyon: Trombositler hasar olan yerde suben-dotelyal kollajene Gp la/Ila ile bağlanırlar. Hızlı akımda trombositlerin stabilizasyonu için vWF (von Willebrand faktör) kollajene ve Gp lb/IX 'a tutunarak trombositlerin kollajene daha sıkı tutunmasını sağlar. Normalde endotel hücreler nitrik oksit ve prostaglandin I-2 salgılayarak trombositlerin damar duvarına yapışmasını engellerler. 2. Sekresyon: Granül salınımı: Adhezyonla birlikte trombositler aktive olurlar ve TXA2, ADP, seroto-nin, trombosit aktive eden (platelet activating) faktör (PAF). Trombosit faktör 4 ve fibrinojen gibi maddeler salgılarlar. Bunlar sayesinde hasar olan bölgeye daha çok trombosit gelir. 3. Agregasyon: Bölgeye gelen trombositler hasar bölgesine yapışmış trombositlere ve birbirlerine Gp llb/llla reseptörleri üzerinden yapışarak trombosit tıkaç oluştururlar. İki trombosit birbireine llb/llla reseptörü ile yapışırken aralarına fibrinojeni de alırlar. Bu noktada trombosit tıkacının oluşumu ile primer hemostaz tamamlanmış olur. Sekonder hemostaz trombosit tıkacında trombositler arasındaki fibrinojenin fibrine dönüştürülerek tıkacın sağlamlaştırılması işlemidir. Bu dönüşüm koagülasyon kaskadı ile olur; intrensek veya ekstrensek koagülasyon kaskadı ile fibrinojen fibrine dönüşür. HEMEOSTAZDA KULLANILAN TESTLER Pıhtılaşma Zamanı (Activated Clotting Time) Test tüpüne alınan kanın pıhtılaşmasına kadar geçen süredir. İntrensek yol ve ortak yol patolojilerini ortaya çıkarmak için yapılan bir testtir. Faktör VII ve XIII hariç diğer koagülasyon faktörlerinin defektlerini yansıtır. iki yöntem kullanılır; 1- Lee White metodu: Sağlıklı kişilerde normal süresi 5-10 dakika kadardır. 2- Lam metodu: pratikte en çok kullanılan yöntemdir, Sağlıklı bireylerde normal süresi 2-6 dakikadır. Tablo 12-1. Pıhtılaşma zamanını uzatan nedenler • Faktör VII ve XIII hariç diğer koagülasyon faktörlerinin eksikliği (ciddi düzeyde ise) • Afibrinojenemi, hipofibrinojenemi • Heparin gibi antikoagülanların varlığı • Fosfor ve kloroform zehirlenmesi (KC harabiyeti) • Toksik dozda röntgen ışınlarına maruz kalma • Tıkanma sarılıkları Protrombin zamanı (PT) PT ekstrinsik veya genel kanama yollarının ölçüsüdür. Plazmadan pıhtı oluşumuna kadar geçen zamanı ölçer. Bu ekzojen faktörlerin eklenmesi ile test edilir (tromboplastin ve Ca++ iyonları gibi). PT'nin normali 12-15 saniyedir. PT'de uzama, faktör 2, 7, 9, 10 ve protrombin veya fibrinojendeki defek-tin sonucudur. Tablo 12-2. PT'yi uzatan sebepler 1 285 • Faktör VII eksikliği • Vitamin K eksikliği (II, VII, IX, X, C, S: yarı ömrü en kısa olan faktör Faktör Vll'dir, bu sebeple vitamin K eksikliğinde öncelikle PT uzar) • Warfarin (k vit bağımlı faktörlerin sentezini inhibe eder) • Karaciğer hastalıkları) • Faktör VII inhibitörü varlığı 286 287 Parsiyel tromboplastin zamanı (aPTT) aPTT intrinsik ve genel kanama yollarının bir ölçüsüdür. Test kaolin sefalin ve Ca++ un varlığında uygulanır. Faktör 5, 8, 9, 10, 11 ve 12 ve protrombin ve fib-rinojenin eksikliğinde uzar. 10. Faktör ortaktır; eksikliğinde hem PT hem de aPTT uzar. INR (İnternational Normalized Ratio) Warfarin ekstrensek pıhtılaşma sisteminin fonksiyonlarını gösteren 'Protrombin Zamanı (PT)' testini uzatır. Kullanılan test tüplerinin, ölçüm cihazlarının ve ölçüm maddelerinin değişkenliği test sonuçlarını etkilediği için varfarin kullanılan hastalarda PT testinin standart bir değer ile (INR= International Normalized Ratio) ifade edilmesine karar verilmiştir. INR normal insanlarda 0.8 ile 1.2 arasındadır. 1.2 üzerindeki değerler K vitaminine bağlı faktörlerin yetersiz olduğunu gösterir. Tablo 12-3. Kanama tiplerinde laboratuar incelemeleri. Trombosit tipi kanama Damar duvarı tipi kanama Koagülopati Kanama Z. ↑ N N PT ve /veya a PTT N N ↑ ** Kanama zamanı skorbütte uzun olabilir, ***vWF eksikliği (bir çoğunda PTT de uzun) ve F I eksikliğinde de (PT, aPTT, TT uzun) kanama zamanı uzundur. KANAMA ZAMANI Normal süre 2-9 dakika arasındadır, küçük bir cilt kesisinden sonra kanamanın normalde 2-9 dakika arasında durup durmadığına bakılır, Tablo 12-4. Kanama zamanının uzadığı durumlar: • Trombositopeni • Trombosit fonksiyon bozuklukları • von Willebrand eksikliği • Aspirin kullanımı RİSTOSETİN AGREGASYON TESTİ Ristosetinle agregasyon olması için trombositlerde lb/IXa reseptörüne ve von willebrand faktöre ihtiyaç vardır. lb/IXa eksikliğinde (Bernard Solier) ve von Willebrand hastalığında Ristosetinle agregasyon olmaz. Glanzman hastalığında ise ristosetinle agragasyon olur, bu hastalıkta trombosit llb/llla reseptörü eksiktir, ristosetinle agregasyon için bu reseptöre gerek yoktur. TURNİKE TESTİ Endotel hasarı veya trombositlerin kalitatif veya kantitatif bozukluğunu gösterir. Kola bağlanan tansiyon aleti 5 dakika sistolo-diastolik seviyede tutulurken, ön kol - ön yüzüne çizilen 3 cm çapındaki daire içindeki peteşilerin sayısı normalde 10'un altındadır. 20'nin üzeri patolojiktir. Trombosit bozuklukları dışında vitamin C eksikliğinde ve menstürasyonda da turnike testi pozitif olabilir. PIHTI RETRAKSİYON ZAMANI Cam tüpteki pıhtılaşan kanın camdan yarılması ve serum oluşturmasına kadar geçen süredir; 18-24 saatte tamamlanır. Trombositopenide uzar. (Trombin Zamanı) (TT): Koagülasyon kaskadının son fazını test eder: fibrinojenin fibrine dönüşmesine kadar geçen süredir. Alınan plazma örneğine trombin eklenir ve pıhtı oluşmasına kadar geçen süre kaydedilir. 288 Tablo 12-5. TT 'yi uzatan sebepler • Afibrinojenemi • Disfibrinojenemi • Fibrin yıkım ürünlerinin varlığı • Heparin Reptilaz denen enzim, aynen trombin gibi fibrinojeni fibrine dönüştürme kabiliyetine sahiptir, trombinden farkı heparinden etkilenmez. Fibrinojen Clauss pıhtılaşma metodu ile test edilir. Prensibi şöyledir; fazla trombin varlığında, dilüe olmuş plazmanın pıhtılaşma zamanı doğrudan plazmadaki fibrinojen seviyesine bağlıdır. Normalde 8-25 saniyede pıhtılaşma olmalıdır. Buna göre sağlıklı bireylerdeki normal değerler 200-400 mg/dL'dir. Tablo 12-6. Fibrinojen Arttığı Durumlar • Enflamasyon (RA, pnömoni, Tbc, FMF, vs.) • AMI • Kanser, multipl miyelom, Hodgkin hastalığı • SVA • Kompanse DIC • Nefrotik sendrom • Gebelik, eklempsi Tablo 12-7. Fibrinojen Azaldığı Durumlar • Karaciğer hastalığı • DIC • Kanser • Fibrinolizis • Disfibrinojenemi • Hipofibrinojenemi, afibrinojenemi 5M ÜRE TESTİ Faktör XIII eksikliğinin test edilmesi amacı ile kullanılır. FXIII ve trombin varlığında oluşan pıhtı, çapraz bağlanma nedeniyle 5M üre içerisinde en az 1 saat stabil kalır. Faktör XIII eksikliğinde ise pıhtı çözünür. Standart kanama testleri (PT, PTT, kanama zamanı, trombosit sayısı) normal olmasına rağmen kanama sorunu olan kişilerde mutlaka yapılması gereken testtir. Özellikle gecikmiş kanama öyküsü olanlarda ve neonatal dönemde göbek kordonu bölgesinden kanama olanlarda şüphelenilmelidir. ELİZA yöntemi ile de test edilebilmektedir. KOGÜLASYON KASKADI (SEKONDER HEMOSTAZ) İntrensek ve ekstrensek yol, ortak yol olmak üzere 3 kısımdan meydana gelir. Bu sistemin amacı trombositlerin arasındaki faktör 1 'i (fibrinojeni) fibrine çevirmektir. Önceki yıllarda hem intrensek yol hem de ekstrensek yolun koagülasyon kaskadını başlatabileceği ileri sürülürken günümüzde asıl yolun ekstrensek yol olup intrensek yolun amplifiye edici rol oynadığı düşünülmektedir. 289 İntrensek yol, kontak yol, ekstrensek yol ise doku faktörü yolu olarak adlandırılır. Günümüzde asıl koagülasyon aktivasyon yolu doku faktörü yolu (ekstrensek yol) olarak kabul edilmektedir. Entrensek yol (doku faktörü; Faktör III) ile aktive olur. Faktör III faktör VII ile birleşir ve Faktör yediyi aktive F Vlla'ya çevirir, o da faktör 10 'u aktive eder (F Xa). Faktör III damar hücrelerinde ve aktive monositlerde bulunur, hasar gören endotel hücrelerince salınır. Faktör Xa, Faktör V, kalsiyum ve fosfolipitlerle birleşip protrombinaz kompleksi oluşturur; protrombini (F II) trombine (F Ila) dönüştürür. Trombin de fibrinojeni (F I) fibrine (F la) dönüştürür. Trombin aynı zamanda von willebrand faktörden Faktör VIII ayrılmasını artırır, F VIII; Faktör lxa'nın kofaktörüdür ve F IXa ile birleşince 'Tenase' kompleks adını alır (faktör onu parçalayan kompleks), böylece ortak yolun aktivasyonu daha da artırılmış olur. İntrensek yol ya da kontak yolu ise hasarlı bölgedeki kollajen üzerinde yüksek moleküler ağırlıklı kininojen (HMWK), prekallikrein, ve FXII (Hageman faktördenken oluşan kompleks oluşumu sonucunda aktive olur. Prekallikrein kallikreine dönüşür, Faktör XII, Faktör Xlla'ya aktiflenir, o da Faktör Xl'i F Xla'ya aktifler, F Xla da Faktör IX'u kofaktörü olan Faktör VIII ile birlikte aktive F IXa 'ya dönüştürür, IXa da (Tenase kompleks) Faktör 'X 'u Xa ya dönüştürerek ortak yolu ateşler. İntrensek yolun koagülasyon sisteminde rolü ekstrensek yola göre minördür, örneğin bu yoldaki XII, HMWP, prekallikrein gibi maddelerin eksikliğinde önemli kanama olmaz. Faktör 12 eksikliğinde PTT uzar ama kanama olmaz. Tablo 12-8. Koagülasyon Kaskadında Rol ynayan Faktörler 290 → Fibrinojen I II → Protrombin III → Doku tromoplastini IV → Kalsiyum V → Proakselerin VII → Prokonvertin VIII→ Antihemofilik Globulin (AHG) IX → Christmas Faktörü, PTC X → Stuart-Prower faktörü XI → Plazma tromboplastin antesadanı XII → Hageman Faktörü XIII→ Fibrin stabilize edici faktör Faktör XIII, trombin tarafından aktiflenir (F Xllla) ve en son oluşan fibrini çapraz bağlayarak iğce sağlamlaştırır, suda çözülmez forma dönüştürür. • von Willebrand faktörü: faktör VIII'i serumda taşır, trombosit adhezyonunu sağlar • Prekallikrein: Faktör XII 'yi aktive eder, HMWK'i parçalar • Yüksek molekül ağırlıklı kininojen (HMWK): F XII, XI ve prekallikreini aktive eder. • Fibronektin: hücresel adhezyona yardımcı olur • Antitrombin III: Faktör Xlla, Xla, Xa, IXa ve Ila'yı inhibe eder • Heparin kofaktör II: F Ila'yi inhibe eder; heparin ve dermatan sülfatın kofaktörüdür • Protein C: F Va ve Villa'yı inhibe eder • Protein S: Protein C'nin kofaktörüdür. • Protein Z: F Xa'nın serumdan temizlenmesini sağlar • Plazmin: Fibrini fibrin yıkım ürünlerine parçalar • Alpha 2-antiplasmin: plazmini inhibe eder • Dokuzplasminojen aktivatörü (tPA): plazminojeni plazmine dönüştürür • Ürokinaz: plazminojeni plazmine dönüştürür • Plasminogen aktivatör inhibitorü-1 (PAH): tPA ve ürokinazı inhibe eder • Kanser prokoagulanı: kanserde faktör X 'u aktive eden ve trombozlara yolaçan faktördür. KOAGÜLASYON FAKTÖRLERİNİN GENEL ÖZELLİKLERİ VIII faktör ve von Willebrand faktörü damar endotel hücrelerinde sentezlenir. Faktör 3 subendotelyal dokularda ve monositlerde, geri kalan faktörler de karaciğerde sentezlenir. Faktör IV (kalsiyum) dışında, koagülasyon faktörlerinin tümü protein yapısındadır. Koagülasyon faktörlerinin çoğu, kan dolaşımında zimojenler (inaktif proenzimler) şeklinde bulunur. Faktör V ve VIII: enzim yapısında olmayan glikoproteinlerdir. Faktör XIII transglutaminazdır Faktör Vlla serumda en fazla bulunan aktive faktördür. Faktör V ve XIII, trombosit grandileri içinde depolanır ve trombositin aktivasyonuyla salınır, megakaryositler tarafından oluşturulur. K vitaminine bağımlı koagülasyon faktörleri: Faktör II, VII, IX, X, Protein C, S ve Z. Kalsiyum ve fosfolipitler kofaktörlerdir: FVIII ile Tena-se kompleksi, FV ile de protrombinaz kompleksi oluştururlar. Protein Z: Faktör Xa'nın serumdan temizlenmesini sağlar. Yarı ömrü en kısa olan faktör: Faktör Vll'dir. 291 KOAGÜLASYON SİSTEMİNİN DÜZENLEYİCİ PROTEİNLERİ Protein C Önemli bir antikoagülandır. Trombin tarafından aktive edilir. Potein C hücre membranındaki trombomodülin denen yüzey proteinlerine trombin ile tutunarak aktive olur. Köfaktörleri fosfolipitler ve Protein S'dir. Görevi Faktör Villa ve Va' yi inhibe etmektir. Eksikliğinde pıhtılaşmaya yatkınlık gelişir (tromboz, trombofili). Antitrombin III Serin proteaz inhibitörüdür, yani serin proteazları: F Xlla, Xla, Xa, IXa, ve trombini (İla) inhibe eder. Heparan sülfat ve heparin antitrombinin serin proteazlara yapışmasını arttırır. Eksikliğinde trombozlara yatkınlık gelişir. Tissue factor pathway inhibitor (TFPI) Doku faktörünün aktivitesini sınırlar. FİBRİNOLİZ Koagülasyon kaskadı sonunda oluşan fibrinin parçalanması işlemine fibrinolizis denir. Plazmin fibrini fibrin yıkım ürünlerine parçalar. Plazmin plazminojenden meydana gelir; plazminojen karaciğerde sentezlenir ve dolaşıma salınır; serin proteazdır. Aşağıdaki şekilde de görüldüğü gibi doku plazminojen aktivatörü (TPA) ve ürokinaz (ürokinaz plazminojen aktivatörü) tarafından plazmine dönüştürülür. Doku plazminojen aktivatörü hasar gören damar en-dotel hücrelerince seruma salınır. Alfa -2 antiplazmin ve alfa-2 makroglobulin ise plazmini kandan temizler. Plazminojen aktivatör inhibitörler TPA ve ürokinazı inhibe ederek plazminojen - plazmin dönüşümünü inhibe ederler. Fibrinin paraçalanması sonucunda fibrin yıkım ürünleri açığa çıkar, bunların en özgün ve en büyük olanı D-Dimer 'dir. 292 13. PRİMER HEMOSTAZ BOZUKLUKLARI Kanama bozukluklarına üç grupta yaklaşılabilir; 1. Primer hemostaz bozuklukları: (trombositopeni, trombosit fonksiyon bozuklukları) 2. Damar duvarı kaynaklı bozukluklar (C vitamini eksikliği) 3. Sekonder hemostaz bozuklukları (Koagülasyon bozuklukları: örn. Hemofililer) Primer hemostaz bozukluklarında travmaya bağlı kanamalar travmadan hemen sonra olur. Kanama bölgeleri mukoza (GIS, mesane, burun), cilt (peteşi, ekimoz), he-moptizi vb. Primer hematoz bozukluklarında en çok kullanılan testler trombosit sayımı kanama ve kanama zamanıdır. Sekonder hemostaz bozukluklarında ise kanama travmadan saatler sonra olur. Kas içi, eklem içi, retroperito-neal bölge gibi derin dokulara kanamalar olur. En sık prezantasyon şekli hemartroz ve hematomdur. En çok kullanılan tarama testleri PT ve aPTT 'dir. Primer hemostaz bozukluklarının iki temel sebebi trombositopeni ve fonksiyon bozukluklarıdır. TROMBOSİT FONKSİYON BOZUKLUKLARI Tablo 13-2. Trombosit fonksiyon bozuklukları nedenleri I. Adezyon bozuklukları • Kalıtsal - Bernard-Soulier sendromu - von Willebrand hastalığı (vWD) Kazanılmış - Üremi II. Agregasyon bozuklukları • Kalıtsal • - 1. Glanzmann trombastenisi - 2. Afibrinojenemi Kazanılmış - Fibrin yıkım ürünleri inhibisyonu - Disproteinemiler İlaç: tiklopidin, klopidogrel, anti-llb/llla antikorları (tirofiban, absiksimab, ebtifibatid) III. Degranülasyon bozuklukları • Kalıtsal - 1. Okulokutanöz albinism (Hermansky-Pudlak sendromu) - 2. Chediak-Higashi Sendromu - 3. İzole yoğun (%o) granül eksikliği - 4. Gri-trombosit sendromu: Kombine ve %o granül eksikliği • Kazanılmış - 1. Kardiopulmoner bypass - 2. Miyeloproliferatif hastalıklar - 3. ilaçlar: aspirin ve diğer NSAİ ilaçlar Tablo 13-1. Primer ve sekonder hemostaz bozuklukları arasındaki temel farklar Bulgular Primer Hemostaz (trombosit) defekti Sekonder hemostaz (koagülasyon) defekti Travma sonrası kanama Hemen Saat-gün Kanama bölgeleri Yüzeysel Derin Cilt, mukoza GIS burun, üriner Eklemlemler, kaslar retroperitonal bölge Peteşi, ekimoz Hematom, hemartroz Fizik inceleme 293 LAB Kanama zamanı PT, PTT Tedaviye yanıt Hemen Daimi idamem tedavisi gerektirir A. BERNARD SOULİER HASTALIĞI Bernard Soulier hastalığı otozomal resesif geçişlidir. Trombositlerde vWF için reseptör görevi yapan Gp Ib-IX kompleksi eksiktir. Bu nedenle adhezyon bozukluğu olur. Hafif bir trombositopeni saptanabilir. Periferik yaymada dev trombositler görülür. Ristosetinle agregasyon olmaz Hastalık çocukluk çağında dikkat çeker. Purpuralar, burun kanaması, ağız ve diş eti kanaması olur. Daha ileri yaşlarda ise GİS kanaması, ağır ve uzun süreli adet kanamaları olabilir. Semptomlar yaşın ilerlemesi ile azalma eğilimindedir. B. von WİLLEBRAND HASTALIĞI von Willebrand hastalığı en sık görülen kalıtsal primer kanama bozukluğudur. vWF endotel hücreleri ve trombositlerce salınır; görevleri trombositlerin bağlanma kuvvetini arttırmak ve serumda FVIII 'i taşımaktır. Kanama zamanı ve aPTT uzun, Faktör 8 aktivitesi ve Serum vWF düzeyi düşüktür. Ristosetinle agregasyon olmaz. von Willebrand hastalığı heterojen bir hastalık grubudur; üç tipi bulunur. En sık (%70) klasik Tip I görülür, otozomal dominant geçişlidir; vWF 'ün üretiminde azalma vardır. Tip II 'de vWF 'ün yapısı bozuktur; Tip III 'te ise total eksikliği sözkonusudur. Tip I kendini primer hemostaz bozukluğu ile gösterir: burun ve dişeti kanaması, diş çekimi veya operasyon sonrası ciddi kanama, Tip lll'te faktör 8 düzeyi %3'lere kadar düşeceğinden primer hemostaz bozukluğu kliniğine ek olarak sekonder hemostaz bozukluğu bulguları görülebilir: örneğin hem mukozal kanama ve ekimoz hem de hemartroz ve hematom gibi. vWF aynı zamanda bir akut faz reaktanıdır. Gebelikte, östrojen tedavisinde, hipertiroidizmde, üremi ve karaciğer hastalıklarında yükselebilir. AB kan grubu insanlarda O grubuna göre serumda çok daha fazla bulunur. Edinilmiş von Willebrand hastalığı vWF'e karşı antikor gelişimi sonucunda ortaya çıkar. Önemli bir örnek hipotiroidizmdir. Klinik olarak hafif veya orta şiddette deri-mukoza ka-namalarıyla karakterizedir. Sık görülen semptomlar, deride kolay ekimoz oluşması, burun kanaması, diş eti kanaması, menoraji, post-partum kanamalar, yü-zeyel kesilerdan sonra uzun süren kanamalar ve GİS kanamalarıdır. Kanamanın şiddeti vWf'nin düzeyine ve fonksiyon bozukluğu olup olmadığına göre farklılık gösterir. Hafif tipler ancak mukozal yüzeylerdeki travmatik girişimlerde (tonsillektomi, diş çekimi, küretaj) veya menarşta kendini belli ederler. vWf düzeyinin < %1, FVIII düzeyinin <%5 olduğu ağır (tip 3 ) von Willebrand hastalığında ise ciddi mukozal kanamalara ek olarak hemofilide olduğu gibi eklem ve kas içi kanamaları da görülür. Klasik laboratuar bulguları şunlardır; (1) Kanama zamanında uzama (2) vWf düzeyinde azalma (3) vWf ristosetin kofaktor aktivitesinde (RcoF) azalma (4) FVIII koagülan aktivitesinde (FVIII) azalma, (5) Ristosetin ile platelet agregasyonunda (RIPA) azalma (Tip IIb deartar) Tedavide antifibrinolitik (traneksamik asit), taze donmuş plazma, kriyopresipitat ve vWF-FVIII faktör konsantresi verilir. Kadınlarda menstrüel kanamalara yönelik östrojen tedavisi yapılır(vWF 'ü arttırır). Hafif vakalarda desmospressin verilebilir (endotel hücrelerden vWF ve F VIII deşarjını arttırır). C. GLANZMAN TROMBASTENİSİ Otozomal resesif geçişlidir, Glikoprotein llb-llla eksiktir (fibrinojen reseptörü), Kanama zamanı uzundur, Ristosetinle agregasyon olur. Periferik yaymada trombositler küme olarak görülemez. Küçük morluklardan hayatı tehdit eden ağır kanamalara kadar değişen derecelerde kanamalar görülebilir. Bebeklikten itibaren başlayan kanama problemleri genelde mukoza ve deri kaynaklıdır. Kadınlarda ağır ve uzun süreli adet kanamaları, doğum sonrası ağır kanamalar görülebilir. Trombositler ristosetin dışındaki fizyolojik agonistler ile agregasyon yanıtı oluşturamazlar. Pıhtı retraksiyo-nu azalmış veya hiç yoktur. Periferik yaymada trombo-sit kümeleri görülmez. Trombosit sayısı ve morfolojisi 294 normaldir. Kanama zamanı uzundur. Akım sitometri-sinde (Flow sitometri) GPIIb/llla'da eksiklik olduğu veya hiç olmadıkları gösterilebilir. Tablo 13-3. Trombosit Disfonksiyonu ile Seyreden Kalıtsal Hastalıklar von Willebrand sendromu Bernard-Soullier send. Glanzman tromboastenisi Bozukluk vWF düzeyi az ya da anormal vWF reseptörü olan trombosit wVF ve fibrinojen reseptörü PTT genellikle uzun lb-IX detektif olması trombosit glikoprotein llb-llla detektif olması Fibrinojene bağlanamazlar Kanama zamanı Uzamış Uzamış Uzamış Kalıtım Otozomal dominant Otozomal resesif Otozomal resesif Trombosit sayısı Normal Azalmış (50-100 bin/mm3) Normal ya da hafifçe azalmış Tedavi TDP, Kriyopresipitat Gereğinde transfüzyon Gereğinde transfüzyon Trombosit görünümü Normal Makro trombositler Normal Ristosetin Azalmış Azalmış Normal ADP Normal Normal Azalmış Kollagen Normal Normal Azalmış 295 14. TROMBOSİTOPENİLER Trombositopeniler kanama nedenleri içinde en sık rastlanılanlardır. Trombositler hemostazın ilk fazı olan trombosit pıhtı formasyonu oluşumunun önemli bir komponentidir. Sayıca yetersiz veya defektif fonksiyonlu olduklarında kanamalar olur; peteşi, purpura, eki-moz, epistaksis, hematüri, menoraji ve GIS hemorajileri gibi. Nadiren intrakraniyal hemoraji de olabilir. Dolaşımdaki trombosit sayısı normalde 150,000-450,000/ mm3 kadardır. Trombosit yapımı arttığında ortalama trombosit hacmi (MPV) artar. 50-100 bin arasında dikkatli olmak kaydıyla cerrahi yapılabilir (göz, nöroşirurji, büyük damar ameliyatları tehlikeli olabilir !!!), 50 binin altında tüm cerrahiler risklidir. 20 binin altına küçük travmalarla ve nadiren spontan kanamalar görülebilir. 10 binin altında sıklıkla ciddi ve spontan kanamalar görülür. Trombosit sayısının 10.000/mm3'ün altında olması transfüzyon en-dikasyonudur. Trombosit ömrü 7-10 gündür. Tablo 14-1. Nedene bağlı olarak trombositopenilerin sınıflandırılması a- Trombosit yapımında azalma ile karakterize olanlar Kemik iliğini etkileyen generalize hastalıklar sonucu megakaryositlerde orantılı azalmanın sonucudur. Aplastik anemi ve yaygın kanser enfiltras-yonları bu tabloya örnektir. İnefektif megakaryopoez, megaloblastik anemi hastalarında izlenir. Selektif trombosit üretiminde azalma, tiazidler, AIDS, kızamık neden olabilir. b- Trombosit yaşam süresinde kısalma Trombositlerin immünolojik nedenle yıkılmaları, ilaçları takiben (kinin, kinidin, metildopa gibi), enfeksiyonları takiben (özellikle HlV'de) izlenebilir. Non-immünolojik yıkım, DİK, Trombotik trombo-sitopenik purpura, dev hemanjiomlar örnektir. c- Sekestrasyon sonucu trombositopeni, hipersplenizm. d- Dilüsyonel trombositopeni massif transfüzyon yapılan hastalarda dolaşımdaki kanda trombosit sayısı rölatif olarak azalır, bunun nedeni 12-24 saatten fazla saklanan depo kanında trombositlerin parçalanmasıdır. A. İDİYOPATİK (OTOİMMUN) TROMBOSİTOPENİK PURPURA (ITP) Sağlıklı bir çocukta gelişen ani trombositopeninin en sık nedeni ITP'dir. • Trombositopeni (<100.000/mm3) • Kısalmış trombosit yaşam süresi (1-4 saat) • Plazmada antitrombosit antikorlar Trombositopeni, akut, kronik veya rekurren olabilir. Akut formda tanıdan sonraki 6 ay içinde trombositler normale döner ve relaps olmaz. Kronik form 6 aydan daha uzun süre trombositopeni olmasıdır. Akut formun özellikleri • Akut ITP çocuklarda en sık viral enfeksiyon sonrası olur. • İmmün kompleks ya da antikorlara bağlı gelişir. • Sıklıkla 2-6 yaş arasında görülür. • Öncesinde genellikle viral enfeksiyon veya aşı öyküsü vardır. • Hastalıktaki klasik klinik tablo daha önce sağlıklı olan çocukta aniden peteşi ve purpuranın başlamasıdır. • Trombositopeni belirgindir (<20,000/mm3) • Ciddi vakalarda ağızda hemorajik büller görülebilir. • Spontan remisyon sıktır ve remisyon süresi genetlikle 2-6 haftadır. Trombositlere karşı özel IgG (PAlgG) gelişmiştir. Bu otoimmun antikorlar trombosit yüzeylerine bağlanarak bu hücrelerin dalakta makrofajlar tarafından Fc reseptörleri aracılığıyla fagosite edilmesine neden olur. Kronik formun özellikleri Kronik ITP daha çok yetişkin yaşlarda gelişir, (özellikle kadınlar), trombositlerin Gp llb/llla reseptörlerine karşı 296 gelişen antikorlar sorumludur. Etiyolojide SLE, HIV, viral hepatitler, toksoplazma ve EBV rol oynayabilmektedir. • Öncesinde aşı/viral enfeksiyon yoktur. • Başlangıç sinsidir ve trombosit sayısı daha yüksektir (30,000-80,000/mm3). • Hemorajik bül genellikle yoktur. • Spontan remisyon çok daha azdır ve hastanın remisyona girmesi aylar hatta yıllar alabilir. Erişkinlerde kronik form daha sık iken çocuklarda akut form daha sıktır. Klinik: 2-8 yaş arasında sıktır. Trombosit sayısı ile kanamanın derecesi her zaman orantılı değildir. 1,000/mm3 değerlerinde bile aktif kanama olmayabilir. Ortalama trombosit hacmi (PCV) ve trombosit dağılım genişliği (PDW) artmıştır. Peteşi ve ekimozlar dışında ağız içinde hemorajik vezikül veya büller oluşabilir (ciddi ve akut bir trombositopeniyi gösterir). Hematemez ve melena sık değildir. İntrakranial, reti-nal ve iç kulak hemorajileri görülebilir. Derin kas hematomu ve hemartroz görülmez (faktör eksikliklerinde görülür, faktör eksikliklerinde de peteşi görülmez). Splenomegali hastaların %10'undan daha azında görülür. Splenomegalinin varlığı ön planda lösemi, SLE, infeksiyoz mononükleoz, ya da hipersplenizmi akla getirmelidir; lenfadenopati yoktur. İTP'nin tanısı hikaye, fizik muayene, tam kan sayımı ve periferik kan yayması ile trombositopeninin diğer nedenleri ekarte edilerek konulur. Hemogramında trombositopeni olan hastanın hemoglobin, hematokrit ve lökosit sayısı normaldir. Kemik iliği incelemesinde granülositik ve eritroid seri hücreleri normal, megakaryositler armış veya normal olarak görülür. Kemik iliğinde immatür megakaryositlerin görülmesi trombosit yıkımının lehine değerlendirilir. 297 Tedavi Trombosit sayısı > 20,000/mm3 ve asemptomatik olan, mukoza kanamaları olmayan purpuralı hastalarda tedavi gerekmez. Takip ve supportif bakım yapılır. Trombosit sayısı < 20,000/mm3 olduğunda semptomlar ne olursa olsun tedaviye başlanılmalıdır. Bazı hekimler trombosit sayısı < 20,000 /mm3 olsa bile aktif bir kanama olmadıkça tedavi yapmazlar. Steroid Tedavisi: Antikorla kaplı trombositlerin dalakta fagositozunu inhibe eder, kapiller dayanıklılığını artırır, trombosit ekonomisini sağlar, trombosit antikoru üretimini azaltır. Yoğun yüksek doz metilprednisolon (30 mg/kg/ gün) 30 dakika IV enfüzyon 3 gün verilmesi IVIG kadar etkin, üstelik ondan çok ucuzdur. Steroidler ITP süresini kısaltmaz. Steroid tedavisine başlanmışsa kemik iliği aspirasyonu yapılmaz. İntravenöz immünglobulin tedavisi: İVİG; 1. retikü-loendotelyal Fc reseptörünü bloke ederek, 2. otoanti-kor sentezinde azaltarak, 3. Trombosit ve/veya mega-karyositlerin otoantikorlardan koruyarak ve 4. varsa vi-ral enfeksiyonun temizleyerek etkisini gösterir. Total doz 2 g/kg olarak 2 ile 5 gün arasında verilir. Trombosit suspansiyonları: Yalnızca intrakranial kanama gibi hayatı tehdit eden kanamada endikedir. Bunun dışında verilmesi kontrendikedir; zaten etkileri de saatler içinde kaybolmaktadır. İmmunsupresif ajanlar: Danazol, Plazmaferez Anti D immünglobulin (Rho Gamm): Sadece Rh (+) hastalarda yararlıdır. Anti D immun globulin Rh (+) eritrositleri dalakta yıkarken dalak makrofajlarındaki Fc reseptörlerini bloke eder böylelikle bir miktar eritrosit feda edilirken trombositler kurtulur. İntravenöz C vitamini (5-10 gram/doz): Megakaryositlerin olgunlaşmasını sağlar. Splenektomi: Akut kanamalı ağır akut İTP medikal tedaviye yanıtsız ise ya da kronik tedaviye yanıtsız ITP'de trombosit sayısı/kanama zamanı tehlikeli düzeylerde devam ediyorsa splenektomi yapılması düşünülmelidir. Postoperatif trombosit sayısı > 120.000/mm3 ol-muşsa splenektomi başarılı kabul edilir. Kronik ITP'li hastalar trombosit sayımından çok, kanama kontrolü ve kanama zamanı ölçümü yapılarak izlenmelidir. Bunlarda steroid tedavisiyle %70-90 kısmi remisyon, %15-60'ında tam remisyon görütlür. Splenektomi ile bu hastaların %75-88'i hemen remisyona girer. B. HIV TROMBOSİTOPENİSİ Başlangıçta trombositopeni tek bulgu olabilir. Bu HIV-ITP otoimmun antikorlara bağlıdır. Geç dönemde anemi, lökopeni ve trombositopeni ile birliktedir. Kemik iliğinin virüsle supresyonuna bağlıdır. C. İLACA BAĞLI TROMBOSİTOPENİ Kemik iliği depresyonu yapan ilaçlar: Sitotoksik ilâçlar, kloramfenikol. Yıkım artışı yapan ilaçlar: Sedormid, kinidin, digitok-sin, klortiazid, klorpropamid, fenilbutazon, sulfano-mid, antihistaminikler. D. KASABACH-MERRITT SENDROMU Kavernöz hemanjiom + trombositopeni + hipofibri-nojenemi vardır. Trombositopeni ve hipofibrinojenemi hemangiom içindeki tutulmaya ve tüketime bağlıdır. Anormal parçalanmış eritrositler vardır (mikroanjiopati). Tedavi: Başlıca tedavi şekilleri cerrahi", radyasyon, kortikosteroid, lazer fotokoagulasyon ve antianjijenik faktörlerdir (interferon 2). Koagulopati ile birlikte ise aminokaproik asid yararlı olabilir. E. TROMBOTİK TROMBOSİTOPENİK PURPURA. Hemolitik üremik sendroma benzer. Mikro dolaşımda yaygın olarak segmental hiyalin trombüsler bulunmaktadır. Metalloproteinaz ADAMTS-13 eksikliğine bağlı gelişir (ADAMTS 13 'e karşı gelişen antikorlara bağlı eksiklik). Klinik ve Laboratuar bulguları 298 • Tüketim trombositopenisi, mikroangiopatik hemolitik anemi. • Fluktuasyonlu nörolojik semptomlar (afazi, körlük, konvülsiyonlar). • Ateş. • Progressif böbrek yetersizliği. • Haptoglobin azalmış. • Genellikle Hb'üri ve hemosiderinüri vardır. • F VIII ve von Willebrand faktör (wVF) artmıştır. • Hasta genellikle 10 yaşından büyüktür. Akut tedavide plazmaferez ve TDP. Kullanılır. Kronik tedavide ise immunsupressif ajanlar, kortikosteroid ve splenektomi tercih edilir. Sekonder TTP nedenleri: Maligniteler, ilik nakli, gebelik, ilaçlar (tiklopidin, siklosporin, interferon), HIV. Sekonder TTP 'de ADAMTS 13 düzeyi normal. Herediter TTP (Upshaw-Schulman sendromu) Herediter ADAMTS 13 eksikliği Hemolitik üremik sendroma benzer. Mikro dolaşımda yaygın olarak segmantal hiyalin trombüsler bulunmaktadır. F. WISKOTT-ALDRICH SENDROMU Cüce trombositler, egzema, tekrarlayan enfeksiyonlar (IgM düşük) ile karakterizedir. X'e bağlı geçer. Kemik iliğinde trombosit morfolojisi anormal olmakla birlikte trombosit sayısı normaldir. Tedavide trombosit süspansiyonu verilir Splenektomi ile trombositopeni düzelir (ancak zaten immün yetersizlik olduğundan (çok riskli) yapılmaz). KİT tedavi edicidir. G. HEMOLİTİK-ÜREMIK SENDROM (HÜS) HÜS mikroanjiopatik hemolitik anemi, trombositopeni ve ABY ile karakterizedir. 4 yaş altı çocuklarda ABY' nin en sık nedenidir. HÜS'un kesin etiyolojisi bilinmemekle birlikte çoğu kez Shiga toksin üreten E. Coli (0157:H7) nedeniyle olan bir gastroenterit epizodunu (çoğu kez iyi pişirilmemiş etten veya pastörize olmamış sütten geçer) takiben oluşması ile organizmanın verotoksininin barsaktan emilerek endotel hasarı yaptığı düşünülmektedir. Daha az sıklıkla Shigella dysanteriae, Salmonella, Campylobacter, virüsler de HÜS'a neden olabilir. Primer olay endotel hasarıdır. Bu ağır vakalarda akut kortikal nekroza yol açabilir. Trombositopeninin nedeni 299 trombosit adhezyonu agregasyonu ve tüketimidir. Kapillerlerdeki artmış koagülapatiye rağmen DİK'in laboratuar bulguları (fibrinojen, FV, VIII azalması, PT, PTT uzaması) HÜS'da görülmez. HÜS'te PT ve PTT normal olmakla birlikte eğer uzamışsa nedeni DİK değil K vit. eksikliği olabilir. HÜS'da klinik belirtiler çıkmadan 5-10 gün öncesinde genellikle gastroenterit gibi bir prodromal bir hastalık bulunmaktadır. Ateş, kusma, karın ağrısı, diare (sıklıkla kanlı) vardır. MSS'yi ilgilendiren dalgınlık, irritabilite, konvülzyonlar, kortikal körlük, hemiparezi ve koma gibi bulgular olabilir. Hasta geldiğinde genellikle oligüriktir. Tüm hastalarda orta-ağır anemi, bazısında sarılık (%15-30), bir kısmında ise (%30-40) peteşi ve ekimozlar bulunur. İdrarda hematüri, hemoglobinüri, prote-inüri görülür. Trombositopeni vardır. Mikroanjiopati nedeniyle eritrositler fragmentedir ve helmet hücreleri şeklinde periferik yaymada görülür. Devam eden intravasküler hemoliz nedeniyle retikülo-sit sayısı yüksektir. PT ve PTT normal (DİK tablosu yoktur). Coombs testleri negatif, haptoglobin düşük, indi-rekt bilirübin yüksek ve LDH yüksektir. ABY'nin laboratuar bulguları olabilir. AST, ALT yükselmesi yanında hipoalbüminemi, triglise-rid ve ürik asid düzeylerinde artma sıktır. GİS tutulumu genellikle kolon düzeyinde olup rektal prolapsus, tok-sik megakolon meydana gelebilir. Kolit, intestinal perforasyon, invajinasyon, hepatit GİS komplikasyonlarıdır. Fokal pankreatik nekroza bağlı diabet gelişebilir, lipaz düzeyi artabilir. Kardiak tutuluma bağlı perikardit, miyokardial disfonksiyon, aritmi gelişebilir. Böbrek biopsisi nadiren endikedir. Bilateral renal ven trombozunu (RVT) HÜS'dan ayırmak güç olabilir. Her iki hastalıkta AGE'İ takiben dehidratasyon, solukluk, trombositopeni, mikroangiopatik hemolitik anemi ve böbrek yetmezliği tablosunda gelir. Böbreklerin belirgin büyümesi RVT'u lehine bir bulgudur. USG ile ayrılabilir. HÜS'un spesifik bir tedavisi yoktur. ABY destek tedavisi ile hastaların önemli bir kısmı iyileşir. Akut dönemde hastaların %5-10'u kaybedilir (artık ölüm nedeni böbrek tutulumundan çok MSS tutulumuna bağlıdır). Bir kısmında hipertansiyon devam eder ve KBY ortaya çıkar (özellikle büyük çocuklarda). 300 15. PIHTILAŞMA BOZUKLUKLARI a) von WİLLEBRAND HASTALIĞI İnsanlar arasında tahmini sıklığı %1 düzeyindedir. İnsanda kanamaya neden olan, en sık saptanan genetik hastalıktır; 20'den fazla tipi bulunur. X'e bağlı geçer; kadınlarda da görülebilir. Klasik ve en sık varyantı tip 1 ve 3'te, dolaşımda vWF azalmıştır, fakat vWF yapımı normaldir. Hata vWF'ün endotelden salınımındadır. von Willebrand hastalığında hem trombosit fonksiyonu bozuk (trombositin kollajene tutunması defektif) ve hem de koagülasyon faktör bozukluğu (rölatif faktör 8 eksikliği) bir arada bulunur. Başlangıç bulguları, mukozal membranlarda spontan kanama, küçük yaralarda aşırı kanama ve menorajidir. Faktör 8 eksikliğinde izlenen eklem içi kanamalar gibi ağır tablolar izlenmez. Kanama zamanında uzama, normal trombosit sayısı ve uzamış PTT olarak bulunur. Tedavide taze dondurulmuş plazma ve kriyopresipitat kullanılır Bazı hastalarda (özellikle tip l'de) DDAVP (desmopressin, vazopressin analogu) yararlıdır. b) HEMOFİLİ A (FAKTÖR 8 EKSİKLİĞİ) X kromozomuna bağlı resesif geçişli bir hastalıktır. Büyük sıklıkla erkekler etkilenir. İnsanda ağır kanamaya neden olan en sık saptanan genetik hastalıktır. Klinikte klasik tablo, ancak ağır yetersizliklerde (Faktör 8'in %1'in altında olduğu durumlarda) izlenir. Hafif ve orta derecede yetersizlik asemptomatiktir. Yine de bu hastalarda kanamaya meyil vardır, posttravmatik durumlarda normalden uzun kanama izlenir. Klasik hemofili A hastalarında travma ve operasyonlar sonrasında masif kanama, vücutta normal hayatta travmaya maruz kalan bölgelerde (hemartroz gibi) spontan kanamalar izlenebilir. Eklemlerde izlenen tekrarlayan kanamalar sonucu kalıcı sakatlık yaratan deformiteler gelişir. Peteşi ve purpuranın bulunmayışı, kanamaların geniş ekimozlar ya da sıklıkla hematom karakterinde olması hemofili hastaları için tipiktir. Hemofili olgularında kanama zamanı normal (trombosit sayı ve fonksiyonu normal), PTT uzundur (faktör 8 eksikliği sonucu). Tedavi: Faktör 8 konsantreleri ile replasman yapılır. c) Hemofili B Christmas hastalığı (Faktör 9 eksikliği) Klinik olarak hemofili A'dan ayrılamaz. X kromozomuna bağlı geçiş söz konusudur, hastalık asemptomatik olabilir ya da hemorajiler ile gidebilir. 301 Hemofililerde görülen kas iskelet sistemi komplikasyonları • Akut hemartroz • Kronik hemofilik artropati • Psödotümörler (hemofilik kan kistleri) • Kas içi kanama ve hematomlar • Septik artrit EDİNSEL HASTALIKLAR K vitamini eksikliği: K vitamini yeşil sebzelerde bulunur. Barsak florasında da üretilir. II, VII, IX ve X. faktör üretimi bozulur. PT, daha geri planda aPTT uzar; oral antikoagülanlar K vitamini antagonisti olarak etki gösterir ve karaciğerde K vitamini bağımlı faktörlerin mikrozomal gamma-karboksilasyonunu engellerler; bu da faktör aktivasyonunu önler. Karaciğer hastalıkları: Faktör VIII hariç tüm faktörlerin eksikliği görülebilir. Normal veya yüksek aPTT ile beraber daima PT uzar. Tedavi TDP dir. Diğerleri • DİK • Hipofibrinojenemi (karaciğer hastalıkları, L-aspaginaz tedavisi, DİK, yılan zehirlenmesi), • Dolaşan antikoagülanlar (SLE, idiyopatik, lenfoma), • Masif transfüzyon (dilüsyonel koagülopati) 302 16. YAYGIN DAMAR İÇİ KOAGÜLASYON (DİK) DİK hem koagülasyon hem de fibrinolitik sistem akti-vasyonuna bağlı tüketim koagülopatisidir. Küçük damarlarda bir taraftan yoğun pıhtı gelişirken koagülasyon faktörleri ve trombositlerin tüketimine bağlı bir müddet sonra cilt, GIS, üriner sistem ve solunum sisteminde kanamalar başlar. Çoğul organ yetersizliğine bağlı mortalite ile sonuçlanabilir. Genelde yoğun bakım ünitesi hastalarında görülür. En sık sebebi gebelik komplikasyonlarıdır; ikinci en sık sebep karsinomlardır. Tablo 16-1. Yaygın Damar içi Koagülasyon (DİK) nedenler • Obstetrik nedenler: abrupsiyo plasenta, preeklampsi, ölü doğum, amniyotik sıvı embolisi • Maligniteler: özellikle adenokarsinomlar: mide, akciğer, prostat, pankreas • Enfeksiyonlar: en sık gram negatif sepsis • Masif doku hasarı: travma, yanık • Diğer: karaciğer hastalığı, yılan ısırması, şok, aortik anevrizma Akut DİK: Tüketim koagülopatisi ve kanamalar ön plandadır Kronik DİK: Tromboz ve tromboemboliler ön plandadır Laboratuar Bulguları • PT ve PTT'de uzama • Fibrinojende azalma • Fibrin yıkım ürünleri î, D-Dimer • Trombositopeni ve kanama zamanında uzama • Mikroanjiopatik hemolitik anemi bulguları (özellikle periferik yaymada parçalanmış eritrositler) • LDH| Haptoglobulinj Şistosit (+) Tedavi: ana tedavi yöntemi DİK 'e sebep olan durumun düzeltilmesidir. Diğer yandan da yoğun bir destek tedavisi uygulanmasıdır: Trombosit transfüzyonu, Taze donmuş plazma. Sepsise bağlı DİK tedavisinde drotrecogin alfa kullanılabilir, aktive protein C içerir: FV ve FVIII inhibe edilerek koagülasyonun durdurulmasını sağlar. 303 304 17. HİPERKOAGÜLABİLİTE: (TROMBOFİLİ) PIHTILAŞMAYA YATKINLIK Temel olarak 1. Venöz staz, 2. Hiperkoagülabilite durumları ve 3. Damar bütünlüğünün bozulduğu durumlarda tromboz gelişir (Virchow triadı). Arteriyel ya da venöz olabilir; Arteriyel trombozlar iskemik nekroz yapabilir, tipik olarak trombositten zengindirler (beyaz trombüs), temelde endotel bozukluğu vardır, emboliye sebep olabilirler: kardiyak enfarktüs, SVO, barsak enfarktüsü vb. Venöz trombozlar ise klinik olarak kendilerini ödem, şişlik ve ağrı ile gösterirler, tipik olarak alt ekstremite veya pelvis derin venlerinde olur. Fibrin yönünden zengindir (kırmızı trombüs), venöz trombüsler pul-moner emboliye sebep olarak şok, hipoksemi ve ölüme neden olabilir. Tablo 17-1. Arteriyel tromboemboli sebepleri • Aterosklerotik damar hastalıkları (örnek KAH) • Antikoagülanların eksiklikleri (trombomodulin, protein C, protein S, AT III), • Endotelinden salınan antitrombosit (NO, Pgl2), ve profibrinolitik özelliklerinin bozulması • Hiperhomosisteinemi • Heparine bağlı trombositopeni • Lupus antikoagulanları • Oral kontraseptifler • Miyeloproliferatif hastalıklar • Maligniteler (özellikle adenokarsinomalar) • Mikroanjiopatik tablolar (TTP, HÜS, DİK) Tablo 17-2. Venöz tromboemboli sebepleri 305 Endotel/ damar duvar hasarlanması • Vaskülitler • Ateroskleroz • Travma • Gebelik • Sigara Venöz staz • İmmobilizasyon • KKY • Venöz tıkanma / postflebitik sendrom • İleri yaş • Obezite Hiperkoagülabilite • Enflamatuar • Lupus - antikoagulanları ve antifosfolipid sendromu • Doğal antikoagülanların azalması/eksikliği (Protein C, S, AT-III eksiklikleri, FV Leiden) • DİK • Nefrotik sendrom • Anormal trombosit fonksiyonu • Miyeloproliferatif sendromlar • Heparine bağlı trombositopeni sendromu • Anormal fibrinolizis • Plazminojen eksikliği • Östrojen (oral kontraseptifler, hormon replasmanı) • Malignite (adenokarsinom) • Heparine bağlı trombositopeni (HIT) • Miyeloproliferatif sendromlar (polisitemi vera, esansiyel trombositemi) • Nefrotik sendrom • Mikroanjiopatik sendromlar (DİK, TTP, HUS) Tablo 17-3. Çeşitli Hiperkoagülabilite Tablolarının Özellikleri Hastalık Tanım Karakteristik özellikleri Tromboz Arter yada ven dolaşımını engelleyen lumen içi Rezolüsyona Arteryal Tromboz Iskemik nekroz yapabilir. Tipik olarak trombosit MI, trombotik inme, mezenterik iskemi. zengin (beyaz trombüs). Intrakardiyak trombüs (atriyal fibrilasyon, valvular Alt yapısında endotel bozukluğu vardır Emboliye hastalıklar, veya ağır sol ventrikül sebep olabilir disfonksiyonunda) Venöz Tromboz Ödem, şişlik, ağrı ve enflamasyona sebep olur. Venöz staz olur Tipik olarak alt ekstremite veya pelvis derin venlerinde olur. uğrayabilir, embolizasyona sebep Fibrin zengin pıhtıdır (Kırmızı trombüs). Pulmoner emboliye sebep olarak şok, hipoksemi ve ölüme neden olabilir. Mural Trombüs Altındaki yapıların sadece bir duvarında oluşan Sıklıkla kalp ve aortada görülür trombüse denir. Paradoks emboli Venöz tromboembolinin arteriyal dolaşıma PDA ya da ASD yardımıyla geçişine verilen isimdir. 306 A. FAKTÖR V LEİDEN MUTASYONU Faktör V 'in reseptör mutasyonuna bağlı olarak Protein V'in faktör V'e bağlanıp onu inaktive edememesidir. Bu durumda hiperkoagülabilite olur. En sık görülen here-diter hiperkoagülabilite sebebidir. Otozomal dominant geçişlidir. Popülasyonun %3 ü heterozigot faktör 5 Lei-den mutasyonuna sahiptir. Heterozigotlarda tromboz riski 7 kat, homozigotlarda ise 25 kat artmıştır. Venöz trombozlar görülebilir; en sık klinik tablo derin ven trombozlarıdır. Genç yaşta ortaya çıkan tromboembolik embolilerde mutlak a vakalarda faktör V leiden mutasyonu araştırılmalıdır. B. PROTEİN C EKSİKLİĞİ Protein C eksikliği nadir görülür, venöz tromboembo-lizm riskinde artışa yolaçar. Protein C eksikliğinde koagülasyon faktörleri faktör V ve VIII inhibe edilemez. Yenidoğan döneminde purpura fulminans ile sonuçlanabilir. Tromboembolik olay tedavisinde tek başına varfarin ile tedaviye başlanmaz; mutlaka heparin ile birlikte verilmelidir. Tek başına warfarin verilmesi durumunda Protein C eksikliği daha da derinleşir; cilt nekrozları gelişir. Heparin altında warfarin verildiğinde 4-5 gün sonra diğer vitamin K bağımlı koagülasyon faktörleride azalacağından hiperkoagülabilite artışı olmaz, sonra heparin kesilir. Vitamin K bağımlı 2, 7, 9, 10 ve protein C içerisinde yarı ömrü en kısa olan protein C'dir. 3-5 gün içerisinde önce 7 sonra diğerleri etkilenir. Tablo 17-4. Hiperkoagülabilite hastalıkları ve özellikleri Hastalık Patogenez Diğer Lab testleri/Tedavi Lupus Antikoagülan Fosfolipid bağımlı (in vitro koagülasyonu İn vivo ise hem arteriyel inhibe eden) antikorlar hem de venöz trombozlar görülür (kanama olmaz) - PTT inhibitör varlığından dolayı PTT uzundur, normal plazma eklenmesi ile düzelmez Trombosit veya fosfolipid eklenmesi ile PTT düzelir Trombositopeni Antifosfolipd antikardiolipin antikorları (AFA) Koagülasyon testlerini bozmayan fosfolipid antikorları (Yalancı VDRL pozitifliği yapabilir) Antifosfolipid sendromutopeni Arter veya venöz trombüsler, rekürren 5LE ile ya da tek Ömür boyu ASA + varfarin düşükler ve trombositopeni ile seyreden başına ortaya çıkabilir. sendroma denir Heparine bağlı Erken (1-3 günlerde), hafif trombositopeni trombositopen iliği (tip 1) veya geç (5-7 günlerde) orta-ağır trombositopeni (> 50% azalma) (Tip 2) Arter hastalıkları ya da venöz trombozlar ile seyreder. Mekanizma: PF4-heparin kompleksine karşı antikor gelişir. Fc bağımlı trombosit aktivasyonu ve destrüksiyonu olur daha fazla trombosit degranüle olur ve trombosit bağımlı fulminan arteryal ve/veya venöz trombozlar oluşur. trombositoz, PNH. Derin ven trombozu ve tromboembolik hadiseler hastalığın mortalite ve mor-biditesinin en önemli sebepleridir. Antikardiolipin antikorları En sık 1-3. ortaya çıkar haftada Tüm heparin preperatları kesilir. Bu dönemde kumadin kontrendikedir. Alternatif Tip 2'lerde ilk 30 gün antikoagülanlar (direk trombin içinde ölüm oranı inhibitörleri) hirudin, lepüridin, yüksektir ve ektremite argatroban kullanılır. Kumadin gangren-leri sıktır. trombositopeni düzelip, trombozlar sonlandıktan sonra uzun dönem antikoagülan olarak kullanılabilir. rubra vera, Esansiyel Miyeloproliferatif ve Polisitemia kemik iliği trombositoz, PNH. Derin ven trombozu ve tromboembolik hadiseler hastalığın mortalite hastalıkları ve morbiditesinin en önemli sebepleridir. Nefrotik sendrom Doğal antikoagülanların kaybedilmesi ile Renal ven tromboza meyillidir (antitrombin, protein C ve görülebilir. S vs gibi) trombozu 307 C. ANTİKOAGÜLAN İLAÇLAR Heparin Hem venöz hem de arteriyal akut trombozların primer ilacıdır. Anti trombin III üzerinden etkili (özellikle F Xa ve F lla'yı bloke eder), tedavide PTT uzar (hedef normalin 1,5-2 katına uzatmak), antidotu protamindir. Karaciğerde metabolize edilir, yarı ömrü 1 saattir. Kompli-kasyonları: kanama, heparine bağlı trombositopeni ve osteoporozun hızlanması. Düşük molekül ağırlıklı heparin (LMWH) Faktör Xa inaktivatörü olarak etki eder, fraksiyone olmayan heparin kadar antitrombotik etkiye sahiptir. Tedavi faktör Xa düzeyi veya aktive koagülasyon zamanı (ACT) ve pıhtılaşma zamanı ile takip edilir. Heparine bağlı trombositopeni riski diğerine göre daha azdır. Gebelikte antikoagulan tedavide heparin kullanılır, oral antikoagulanlar teratojeniktir. Danaparoid Glikozaminoglikanlardan oluşan heparinoiddir. Anti-F Xa aktivitesi, LMWH gibidir. SC veya IV kullanılır. Hirudin/ lepuridin/ Argatroban: Direk trombin inhi-bitörüdür. Heparine bağlı trombositopenide kullanılır. Varfarin (kumadin) K vitamini antogonistidir. Faktör II, VII, IX ve X, antikoagulan protein C ve S nin düzeyini düşürür, tedavide PT uzar. Antidotu K vitaminidir, acil durumlarda TDP kullanılır. Kanama ve nadiren deri nekrozlarına (protein C ve S eksikliğinde) yol açabilir. Karaciğerde mikrozomal p450 ile metabolize olur. Klorpromazin, kloralhidrat, sulfonamidler, kloramfenikol, yüksek doz salisilatlar, simetidin, allopurinol ve tri-siklik antidepresanlar enzim inhibisyonu ile varfarin etkisini artırır. Geniş spektrumlu antibiyotikler muhtemelen bağırsakta K vitamini üretimini azaltarak varfarin etkisini arttırabilir. Gebelikte kontrendikedir. Barbitüratlar, rifampin, kolestiramin, oral kontraseptifler, tiazidler ve K vitamini ise kumadinin etkisini azaltır. Kumadin tedavisi, özellikle yüksek dozla başladığında veya konjenital protein C ve S eksikliği olanlarda, faktör VII aktivitesindeki azalmaya bağlı antikoagulan ak-tivite başlamadan önce protein C düzeyi düşebilir. Bunun sonucu: cilt nekrozu, lokal trombozlar oluşabilir. Kanama geliştiğinde INR'ye göre hareket edilir: • İlacın kesilmesi (INR 3-5) • Vitamin K uygulanması (INR 5-10) • TDP verilmesi (INR>10) Fibrinolitik ajanlar Streptokinaz, ürokinaz ve rekombinan doku plazminojen aktivatörü (t-PA)dür. Plazminin aktivasyonu ile oluşmuş pıhtıyı eritirler. Antiagreganlar Asetilsalisilik asit (ASA) (irreversibl, siklooksijenazı asetilleyerek inhibe eder), Dipiridamol, tiklopidin ve klopidogrel (glikoprote-in llb, İlla nın ADP'ye bağlı aktivasyonu üzerinden agregasyonu inhibe eder) Gp llb/llla antagonistleri: Absiksimab, Eptifibatid, Tirofiban 308 18. KAN TRANSFÜZYONU Kan Grupları: ABO Antijen Sistemi A grubunda eritrosit yüzeyinde A antijeni, serumunda ise anti B antikoru bulunur. B kan grubunda eritrosit üzerinde B antijeni serumda ise anti A antikoru bulunur. AB kan grubunda heriki antijende bulunurken serumda antikor olmaz. O kan grubunda ise eritrositlerde hiç bir antijen olmaz, ancak serumda hem anti A hem de anti B antikorları bulunur. RH SİSTEMİ RH sitemi Cc, Ee ve Dd'den oluşmuştur. Bunların için de en fazla immunojenik olan D (Rho) dur. Beyaz ırktaki insanlların %15'i Rh(-) tir. Bir kez kan transfüzyonu sonrasında anti-D oluşması ihtimali %50'dir. Rh (-) erkek ve postmenopozal kadına bir kereye mahsus olmak kaydıyla Rh(+) kan verilebilir. LEWİS SİSTEMİ Lewis Sistemini eritrositler üretmez fakat plazmadan üzerlerine alırlar. İki tipi vardır; Lea ve Leb (glikosfingo-lipittir, antikorları IgM'dir). Lewis antijenleri diğer dokularda, muhtemelen intestinal epitelde sentez edilmekte ve daha sonra eritrosit yüzeyine absorbe olmaktadır. KELL ANTİJENİ İmmünojenite açısından 3üncü önemli antijendir. P antijeni (aynı zamanda Parvo B19 için resptör) Duffy antijeni: Plasmodium vivax için reseptördür Kan Transfüzyonu Endikasyonları TAM KAN 24 saatten uzun süre beklemiş tam kanda labil koagü-lasyon faktörleri, lökositler ve trombositler çok azalmıştır. +40C'de 48 saatte trombositler fonksiyonlarını kaybederler. Faktör V beşinci günde %80, 14. günde ise %50 aktiftir. Faktör VIII 1-2 gün içinde normalin %50'sine, 5 gün sonra %30'una iner. Faktör XI 7. günde normalin % 20'si kadardır. Günümüzde tam kan nadiren kullanılır, Anlamlı hipovolemi ve O2 taşıma kapasitesinde azalma varlığında taze tam kan kullanılmalıdır. ERİTROSİT SÜSPANSİYONU Eritrosit süspansiyonu semptomatik anemi ve kronik anemilerde kullanılır; transfüzyon için en sık tercih edilen kan formudur. Transfüzyon sınırı 7g/dL'dir, Aneminin hipoksiye bağlı ve acil tedavi gerektiren semptomlarının ortaya çıkması durumunda verilir. Aşağıdaki hastalıklarda transfüzyon için sınır 7g/dL değil 10g/dL'nin altıdır: • Orta-ağır kalp yetersizliği • Solunum yetersizliği • Koroner arter hastalığı • Serebrovasküler hastalık LÖKOSİTTEN ARINDIRILMIŞ ERİTROSİT SÜSPANSİYONU (LÖKOSİT FİLTRESİ İLE TRANSFÜZYON) Tekrarlayan febril reaksiyonlardan önlemek için (2 veya daha fazla febril reaksiyon hikayesi olanlarda, masif transfüzyon gerektiği durumlarda donor lökositleri-ne karşı immünizasyonun ve viral geçişin engellenmesinde) kullanılır. YIKANMIŞ ERİTROSİT SÜSPANSİYONU Sadece serum fizyolojik ile yıkanırlar. Ciddi ürtiker ve anaflaksiyi önlemek için kullanılır. Örneğin: IgA eksikliği olan hastalarda (bu grupta immünglobulin tedavisi ile de anaflaksi görülebilir) ve PNH'da kullanılır. 309 IŞINLANMIŞ ERİTROSİT SÜSPANSİYONU immün yetersizliği olanlarda transfüzyon bağımlı GVHD'i engellemek için kullanılır. TROMBOSİT SÜSPANSİYONU Tercihan ABO uygun trombosit transfüzyonu yapılır, Acil durumlarda ABO uygunsuz transfüzyon da yapılabilir. Cerrahi için trombosit sayısı 50 bin/mm3 üzerinde olmalıdır. Ateşli hastalarda sayı 10 bin ve altında ise stabil hastalarda 5 binin altında ise profilaktik transfüzyon yapılır. TAZE DONMUŞ PLAZMA Aşağıdaki drumlarda kullanılır; • Pıhtılaşma faktörü eksiklikleri • Varfarinin etkisini geri döndürme • Masif transfüzyon • TTP • DİK • Ağır karaciğer hastalıkları • Doğal antikoagülan eksiklikleri (Protein C, S, AT III eksiklikleri) • Herediter anjiyonörotik ödem (C1-esteraz inhibitör eksikliği) KRİYOPRESİPİTAT Fibrinojen, Faktör 8 ve vWF içerir. Her ünitesinde 80Ü faktör 8 bulunur. Fibrinojen eksikliği, Faktör VIII ve vWF replasmanında kullanılır. Tablo 18-1. Transfüzyon Komplikasyonları A. İmmünnolojik Komplikasyonlar • Hemolitik reaksiyonlar • Febril reaksiyonlar • Allerjik reaksiyonlar • Anaflaktik reaksiyonlar • Posttransfüzyon purpurası • Alloimmünizasyon • Graft-versus-host hast • Pulmoner reaksiyonlar (TRALİ) B. İmmünolojik Olmayan Komplikasyonlar • Hipotermi • Elektrolit bozuklukları • Demir yüklenmesi • İmmünmodülasyon • Sıvı yüklenmesi: hipervolemi • İnfeksiyöz komplikasyonlar • Viral • Bakteriyel AKUT HEMOLİTİK REAKSİYON (İntravasküler Hemoliz) ABO uyumsuz kan nakline bağlı gelişir; ciddi seyreder (%20 - 60 fatal). Transfüzyondan hemen veya birkaç saat sonra başlar; ateş, titreme, takipne, taşikardi, hipotansiyon, dispne, yan ağrısı, göğüs ağrısı gibi bulgularla kendini gösterir. Akut böbrek yetersizliği, oligüri, hemoglobinemi, hemoglobinüri, DİK ve kanama gelişebilir. 310 GEÇ HEMOLİTİK REAKSİYON (ekstravasküler hemoliz) Rh antijen uyumsuzluğunda olur ve daha az ciddi seyreder. Transfüzyondan 2-21 gün sonra halsizlik, sarılık, ateş ve hemoglobinde düşme ile kendini gösterir. FEBRİL NON-HEMOLİTİK TRANSFÜZYON REAKSİYONU En sık görülen transfüzyon reaksiyonudur. Donör lö-kositlerine karşı gelişen antikorlar sorumludur. Engellemek için lökosit filtresi kullanılır ALERJİK REAKSİYONLAR Alerjik reaksiyonlar donör kanındaki plazma proteinlerine bağlı gelişir; ürtiker ve kaşıntı olur. engellemek için yıkanmış eritrosit süspansiyonu tercih edilir. IgA eksikliğinde anafilaksi ile sonuçlanabilir. TRANSFÜZYONA BAĞLI GRAFT VERSUS HOŞT HASTALIĞI (GVH) GVH immünsupresif hastalarda kan transfüzyonu sonucu gelişir. Donör T lenfositlerinin saldırısına bağlı gelişir. Ateş, döküntü, ishal, karaciğer fonksiyonlarında bozulma, ilikte hipoplazi ve pansitopeni ile karakterizedir. Engellemek için ışınlamış kan ürünü verilir. MASİF KAN NAKLİ KOMPLİKASYONLARI Masif kan nakli komplikasyonları günde 2500-5000 cc (10Ü) veya saatte 2000mL kan nakli yapılması ile ortaya çıkar. 18-2. Masif kan nakli komplikasyonları Koagülasyon problemleri • Dilüsyonel Trombositopeni • Koagülasyon faktörlerinin dilüe olması Metabolik problemler • Hipokalsemi • Düşük pH • Hiperkalemi • Hipotermi • Sıvı yüklenmesi 311 19. LÖKOSİT HASTALIKLARI Kemik iliğindeki pluripotent kök hücreler proliferasyon ve farklılaşma ile periferik lökositlerin değişik hücre serilerini oluştururlar. Bunlar granülositler (nötrofiller, bazofiller, eozinofiller), monositler ve lenfositlerdir. Doğumda lökosit sayısı 7,000-3,000/mm3 arasında ortalama 20,000/mm3'tür. ilk bir haftada nötrofil hakimiyeti vardır. Daha sonra 4 yaşına kadar lenfosit hakimiyeti olur. 6-7 yaşta nötrofil oranı %50'ye yükselir. A. LÖKOPENİ Lökosit sayısının <4000/mm3 olmasına lökopeni denir. Tablo 19-1. Lökopeni Nedenleri A. İmmünnolojik Komplikasyonlar • Hemolitik reaksiyonlar • Febril reaksiyonlar • Allerjik reaksiyonlar • Anaflaktik reaksiyonlar • Posttransfüzyon purpurası • Alloimmünizasyon • Graft-versus-host hast • Pulmoner reaksiyonlar (TRALİ) B. İmmünolojik Olmayan Komplikasyonlar • Hipotermi • Elektrolit bozuklukları • Demir yüklenmesi • İmmünmodülasyon • Sıvı yüklenmesi: hipervolemi • İnfeksiyöz komplikasyonlar • Viral • Bakteriyel B. LÖKOSİTOZ Lökosit ayısının >12,000/mm3 olmasına lökositoz denir. Tablo 19-2 Lökositoz nedenleri 312 • Ağır egzersiz ve stres • ilaçlar: Steroidler, epinefrin, diğer • Akut enflamatuvar durumlar • Akut enfeksiyon: Bakteri, bazı virüs ve parazitler • Akut gut artriti • Enflamatuvar barsak hastalığının alevlenmesi • Kronik enflamatuvar hastalıklar • Kr. enfeksiyonlar: Tüberküloz , fungal enfeksiyonlar • Otoimmün: Romatoid artrit • Doku nekrozları: Akut miyokard enfarktüsü ve ezilme sendromları • Metabolik: Diyabetik ketoasidoz, üremi • Hemoraji • Hematopoetik maligniteler: Lösemi ve lenfomalar • Diğer tümörler • Cerrahi stres C. LÖKOMOİD REAKSİYON Lökosit sayısı 25.000- 50.000/mm3 (olgun ve genç mi-yeloid seri hücrelerinden oluşabilir). Tablo 19-3. Lökomoid reaksiyon nedenleri. • Ağır ve ciddi enfeksiyonlar, özellikle çocuklarda • Ağır hemolizler • Habis hastalıklar (özellikle meme, akciğer, böbrek) Klinik tablo KML'den lökosit sayısının 50,000/mm3' ten nadiren fazla olması, splenomegalinin olmaması, Ph kromozomunun olmaması ve LAP skoru ile ayrılır (KML' de azalmıştır). D. LÖKOERİTROBLASTİK REAKSİYON Tablo lökomoid reaksiyona benzer fakat ek olarak çekirdekli eritrositler de bulunur. E. NÖTROPENİ Mutlak lökosit sayısının < 4300 mm3 olmasıdır. Mutlak PNL sayısı <1500/mm3 (<1000/mm3 ise bakteriyel enfeksiyon riski artar) Nötropeni nedenleri (Bak lökopeni) F. FEBRİL NÖTROPENİ Granülositlerin 500/mm3'ten az olduğu ve ateşin iki saatten fazla 38-38.5 C'den fazla olduğu durumdur. Normalde karşılaşılan enfeksiyon odaklarının yanında gizli bölgelerde göz önünde bulundurulmalıdır (paranazal sinusler, oral kavite, anorektal bölge vb). Gerekli kültürler alındıktan sonra ampirik geniş spek-trumlu antibiyotik başlanır. Önce gram negatifler için ürodopenisilin veya III. kuşak sefalosporin veya monobaktam + aminoglikozid verilir. 48-72 saat değişiklik olmaz ise S. aureus için ilk antibiyotik yerine vankomisin + aminoglikozid veya kültür sonuçlarına göre farklı bir antibotik. Yine ateşler devam ediyorsa veya 14 günden uzun sürede nötropenik kalanlarda sistemik fungal enfeksiyonlarda düşünülmelidir (tedaviye amfoterisin-B eklenmeli). Tartışmalı olmakla birlikte granülosit enfûzyonu önerenler de vardır. 313 G. NÖTROFİLİ Mutlak PNL sayısı >10,000/mm3'dir. Tablo 19-4. Nötrofili nedenleri • Egzersiz, stres • Enfeksiyonlar - özellikle bakteriyel (sola kayma, toksik granülasyon, Döhle cisimcikleri) • Yanıklar • Doku nekrozlar: miyokardiyal, pulmoner ve renal enfarktüsler • Kr. enflamatuvar hastalıklar: gut, vaskülitler • İlaçlar: kortikosteroidler, adrenalin, lityum • Miyeloproliferatif hastalıklar • Metabolik nedenler: ketoasidoz, üremi • Diğer nedenler: habis hastalıklar, akut kanamalar, hemoliz, splenektomi sonrası H. LENFOPENİ Mutlak sayı: < 1000/mm3 Tablo 19-5. Lenfopeni nedenleri • Akut, stresli ve ağır seyirli hastalıklar. AMI pnömoni, sepsis • Glukokortikoid tedavisi • Lenfomalar (özellikle Hodgkin) • İmmün yetersizlik hastalıkları: Ataksia-telenjek-tazi sendromu, Wİskott-AIdrich sendromu, DİGe-orge sendromu • İmmünosüpresif tedavi: Anti lenfosit globulin (ALG), siklofosfamid • Radyoterapi sonrası (özellikle lenfomalarda) • İntestinal lenfanjiektazi: Lenfosit kaybında artış • Kronik hastalıklar: KKY, üremi, SLE, yayılmış habis hastalıklar • Kemik iliği yetersizliği veya işgali I. LENFOSİTOZ Mutlak lenfosit sayısı: >5000/mm3 Tablo 19-6. Lenfositoz nedenleri • Enfeksiyon: Enfeksiyöz mononükleoz, hepatit, CMV, rubella, pertusis, Tbc, brusella, sifiliz • Endokrin: tirotoksikoz, adrenal yetersizlik • Neoplastik: KLL (en sık lenfositoz sebebi çoğunlukla da >10,000 mm ) 3 J. MONOSİTOPENİ Mutlak monosit sayısı 100/mm3'ün altındadır. Tablo 19-7. Monositopeni nedenleri • Akut, stresli ve ağır seyirli hastalıklar: • Miyokard enfarktüsü, pnömoni, sepsis • Glukokortikoid tedavisi • Aplastik anem • Lösemiler • Kemoterapötikler ve immünosüpresifler 314 K. MONOSİTOZ Mutlak monosit sayısı: >800/mm3 N. BAZOFİLİ Mutlak bazofil sayısı: >100 mm3 Tablo 19-8. Monositoz nedenleri • Enfeksiyon: Subakut bakteriyel endokardit, Tbc, brusella, riketsiyal hatalıklarda, malarya, leishmaniasis • Granülomatoz hastalıklar: Sarkoidoz, Crohn hastalığı • Kollajen vasküler hastalıklar: Romatoid Artrit, SLE, PAN, polimiyozit, temporal arterit • Hematolojik hastalıklar: lösemi, lenfoma, miyeloproliferatif hastalıklar, MDS, hemolitik anemi, kr. idiyopatik nötropeni • Habis neoplazmlar L. EOZİNOPENİ Mutlak eozinofil sayısı < 50/mm3'dür. Tablo 19-9. Eozinopeni nedenleri • Akut, stresli ve ağır seyirli hastalıklar: AML, pnömoni, sepsis • Glukokortikoid tedavisi M. EOZİNOFİLİ Mutlak eozinofil sayısı >500/mm3 Tablo 19-10. Eozinofili nedenleri • İlaçlar • Parazitik enfestasyonlar • Allerjik hastalıklar • Kollajen vasküler hastalıklar • Habis hastalıklar • Hipereozinofilik sendrom Tablo 19-11. Bazofili nedenleri • Allerjik hastalıklar • Miyeloproliferatif hastalık (Özellikle KML) • Nadiren, kronik enflamatuvar hastalıklar • Hem eozinofili, hem de bazofili, MDS ve miyeloproliferatif hastalıklarda lösemiye transformasyonun işareti olup prognozun kötüolduğunu gösterir. O. LÖKOSİT FONKSİYON BOZUKLUKLARI Tembel lökosit sendromu Kemik iliğinden dolaşıma veya dolaşımdan dokulara geçiş azalmış. Fagositik aktivite normal ancak granülo-sit sayısı düşüktür. 315 Artmış IgE sendromu Kronik ekzama, tekrarlayan ağır stafilokok apseleri, kemotaksisde defekt var. Chediak Higashi sendromu Parsiyel okulokütanoz albinizim, nistagmus, fotofobi, pansitopeni, hepatosplenomegali, lenfadenopati, kemotaksisde defekt vardır (C vitamini yararlı olabilir). Lökositte anormal granüller görülür. Granüllerden lizozomal enzim salınımı detektiftir enfeksiyona neden olur. Kronik Granülomatoz Hastalık Fagositoz normal ancak H2O2 yapımı bozuk olduğundan hücre içi öldürme bozuk. Staf. aureuz, S. epidermidis, Serratia enfeksiyonları sıktır, X'e bağlı resesif geçer, NBT testi pozitiftir. Hiper IgE sendromu Kronik granülomatoz hastalığının bir varyantı ancak O.R ve eozinofili vardır. Pelger-Huet anomalisi O.D., herediter hiposegmentasyon, nötrofil fonksiyonu normal. Alder-Reilley anomalisi Sitoplazmada mukopolisakkarid birikimi ile büyük mavi mor granüller. May Hegglin anomalisi Lökopeni, trombositopeni, dev trombositler, Döhle cisimcikleri. 316 20. LANGERHANS HÜCRELİ HİSTİOSİTOZLAR (HİSTİOZİS X) Langerhans hücreli histiositozlar (eski adı ile histiozis X) matür eozinofiller ve kemik iliğinden gelen Langerhans hücrelerinin proliferasyonu ile karakterizedir. Langerhans hücreleri kemik iliğinde üretilen monosit-makrofaj sisteminin bir üyesidir. Klas II MHC taşır. Epidermiste antijen sunma işlevini yapar. Deride epidermis içinde yerleşirler ve derideki ortalama ömürleri 17 gündür. Langerhans hücrelerinden gelişen tablolar üç ana başlık altında incelenirler. Bazıları bunları aynı hastalığın değişik formları olarak kabul eder. Akut fülminan tipine Letterer-Siwe hastalığı, en hafif tipine ise eozinofilik granülom denir; Hand-Schüller-Christian Hastalığı'nın şiddeti diğer ikisinin arasındadır. A. Akut dissemine Langerhans hücreli histiositoz (Letterer-Siwe hastalığı) Daha çok 2 yaş altı çocuklarda izlenir. Baskın klinik bulgu genellikle seboreik deri döküntüleri ve difüz makülopapüler ekzemadır. Ayrıca ateş, sık enfeksiyonlar (otitis media ve mastoidit), hepatosplenomegali ve lenfadenopati tabloya eklenir. Letterer-Siwe sendromu hızlı ve fatal seyreder; kemoterapi uygulanan olguların yarısı 5 yıl yaşar. B. MULTİFOKAL LANGERHANS SCHÜLLER-CHRİSTİAN HASTALIĞI) HÜCRELİ HİSTİOSİTOZLAR (HAND- Hand-Schüller-Christian Hastalığı Ateş ve difüz kemik büyümeleri (özellikle kafatası kemiklerinde ve kulak kanalında) ile karakterizedir. Olgularda hafif lenfadenomegali ve hepatosplenomegali izlenebilir. Sıklıkla 5 yaş altı çocukların bir hastalığıdır. Büyüyen kemiklerin kulak yolunu tıkaması sonrası otitis media, mastoidit ve ayrıca üst solunum yolu enfeksiyonu sıktır. %50 olguda büyüyen kemiklerin arka hipofizi sıkıştırması sonucu diabetes insipitus gelişimi izlenir; sıklıkla gözlerinde öne itilmesi ile beraberinde eksoftalmus bulunur. Olguların ancak %5'inde spontan regresyon bulunur geri kalanın kemoterapi ile tedaviye ihtiyacı vardır. C. UNİFOKAL GRANÜLOM) LANGERHANS HÜCRELİ HİSTİOSİTOZ (EOZİNOFİLİK Çocuklar ve geç yaşların sessiz bir hastalığıdır. Unifo-kal tip soliter kemik lezyonları ile karakterizedir ve genellikle asemptomatiktirler. Sıklıkla lezyon kafatası kemikleri ve vertebrada yerleşir. Kimi olgularda ağrı ve hassasiyete de neden olabilirler. Nadiren patolojik kırık oluşabilir. Sistemik bulgu ve tutulum yoktur, lezyon tek odaktadır. İskelet dışı tutulum sıklıkla akciğerde izlenebilir. Lezyonun lokal eksizyonu ya da radyoterapi uygulanması genelde kür sağlar. Prognoz çok iyidir. Tedavi hastalığın şiddetine ve tutulum derecesine bağlıdır. Tek kemik lezyonları kürete edilir. Poliostotic kemik lezyonları endometasin ve steroidle tedavi edilir. Nadiren radyasyon tedavisi de gerekebilir. Lokalize deri lezyonlarında topikal steroidler verilir. Ağır deri lezyonlarında azotlu hardal bileşikleri, ya da psoralen + UV uygulanır. Tek lenf bezi tutulursa çıkartılır. Bölgesel lenf bezi büyümelerinde kısa süre sistemik stero-id verilebilir. Multisystem hastalık varsa kemoterapi ve/veya steroid tedavisi uygulanır. 317 318 21. MİYELOPROLİFERATİF HASTALIKLAR Miyeloproliferatif hastalıklar Kemik iliğinde monoklo-nal kök hücre hastalıklarıdır. A. MİYELOFİBROZ (agnogenik miyeloid metaplazi) Periferik yaymada lökoeritroblast, göz yaşı eritrositleri vardır. Kemik iliğinde bağ dokusu artışı sebebi ile hematopoez başta dalak olmak üzere diğer retiküloen-doteliyal sistemde (karaciğer, lenf nodları) yapılır. İnefektif hemotopoez görülür. Klinik tablo anemi, hepatosplenomegali ve kemik ağrısı ile karakterizedir. LAP skoru normal veya yüksektir (lökosit alkalen fosfataz). Kemik iliği aspirasyonu sıklıkla başarısızdır. Tanı, Kİ biyopsisinde fibrozis, kollajen ve retikülin lif artışı ile konur. Tedavide androjenler, busulfan, D vitamini analogları, kolşisin ve Kİ nakli ve splenektomi denenir. B. KRONİK MİYELOSİTER LÖSEMİ Lösemilere bakınız. C. POLİSİTEMİA VERA (PV) Erkekte biraz daha sık, daha erken yaşlarda görülebilmekle beraber 50-70' li yaşlarda sıklığı artar. Ortalama sağkalım, 18 ay- 9-14 yıl kadardır. Splenomegali ve Hct yüksekliğiyle seyreden, sıklıkla lökositoz ve trombositozda bulunan bir kök hücre hastalığıdır. Hastalar çoğunlukla tromboembolik hadiselerden kaybedilirler. Bazı hastalarda miyelofibroz hatta akut lösemi (çoğu AML) gelişebilir. Semptomlar içinde tromboemboli, kaşıntı, özellikle kaşıntının sıcak ortamlarda artışı, hiperürisemiye bağlı gut krizleri, peptik ülser, hiperviskozite semptomları (kulak çınlaması, baş dönmesi, görme bozuklukları, geçici iskemik ataklar, koordinasyon bozukluğu) görülebilir. Preeritrositik fazı sıklıkla tanınmaz, eritrosit kitlesi normaldir tek patoloji banyo sonrası kaşıntı ve splenomegali olabilir. Bu faz bir kaç aydan birkaç yıla kadar sürebilir. Eritrositik faz (5-10 yıl kadar sürer) Sıklıkla arter ya da venlerde oklüzif durumlarla belirti verir (MI, CVA, İKH, portal ven obstrüksiyonu, periferik venöz tıkanma vb). • Hiperviskozite (baş ağrısı sersemlik, dengesizlik, görme bozuluları) • Platore, konjunktival/ mukozal kızarıklık • Bazen epistaksis, ekimoz, GİS kanamalar (peptikI ülser sık) • Vakaların %5'inde gut • Splenomegali %90 vakada, erken tokluk hissi ile • Hepatomegali %50 vakada Proliferatif faz ( bir kaç yıl sürer) • Trombositoz, lökositoz, splenomegalinin büyü- • Postpolistemik miyeloid metaplazi (%20 vakada) • Asteni en sık semptomdur (kilo kaybı, genel du-rum bozulması, miyelofibroz, sitopeniler gelişir). • B12 artar (artmış kobalamin bağlayıcı protein Transformasyon dönemi • Bu fazda yaşam süresi kısa olup hastalar, komp-likasyon ya da AML ile kaybedilir. Tablo 21-1. PV Tanısı Koymak İçin Kullanılan Major ve Minör Kriterleri 319 Kategori A 1. Artmış eritrosit kitlesi (Cr51 ile yapılır) 2. Normal arteriyel oksijen satürasyonu (PaO2>92) 3. Splenomegali Kategori B 1. Trombositoz (>400, 000 mm3) 2. Lökositoz (>12,000 mm3) 3. Artmış lökosit alkalen fosfatazı 4. Artmış B12 düzeyi (>900pg/mL) veya B12 bağlama kapasitesi (>2200pg/mL ***3 Major veya 2 major 2 minör kriter ile tanı konur. PV de eritropoetin düzeyi genellikle düşük ya da normaldir. Sekonder eritrositoz durumlarında ise eritropoetin düzeyi artmıştır. Tedavi • Preeritrositik fazda H1+H2 blokerleri kullanılır. • Eritrositik fazda Başlangıç olarak gün aşırı 500 mL kan alınarak hema-tokrit normal sınırlara inene kadar (%55'in altına inene kadar) uygulanır. İdame için %45'in altında tutulmaya çalışılır. Sadece flebotomi tedavisi ile tedavinin ilk 2-3 yılında inme insidansı ve trombotik olaylar atar bu yüzden hidroksiüre, interferon ve ASA tedaviye eklenir. Ayrıca • Genç ve yılda 6 üniteden fazla flebotomi ihtiyacı olanlar • Proliferatif fazda olan herkese hidroksiürea ilk seçenek, interferon alternatif ve anagrelid özellikle trombositozu düzeltmek için kullanılır. • Postpolisitemik miyeloid metaplazi döneminde destek tedavisi • Transformasyonda sekonder lösemi tedavisi (kötü cevaplı) Bazı hastalar iyi kontrol edilmezler ve alkilleyici ajanlarla miyelosüpresyon veya izotop p32 ile ablasyona ihtiyaç duyarlar klorambusil veya p32 tedavisinde akut lösemiye transformasyon insidansı yüksek bulunmuştur (klorambusil artık kullanılmıyor). Bu nedenlerden dolayı 70 yaşın üstündeki veya daha önce trombotik olay hikayesi olanlarda hidroksiüre ve nadir flebotomi daha iyi olabilirken genç hastalarda flebotomi tek başına genellikle yeterlidir. D. ESANSİYEL TROMBOSİTEMİ Tablo 21-2. Esansiyel Trombositemi kriterleri • Trombositler > 500,000/ mm3 (özellikle 1,000,000/mm3 üzerinde çok anlamlı) • Reaktif trombositoz sebepleri yok • Ph kromozomu ve bcr-abl onkogeni yok • Eritrosit kitlesi normal • Kemik iliğinde demir deposu olmalı • Miyelofibroz yok • Klinik ve sitogenetik olarak miyelodisplazi yok • Splenomegali olması Masif splenomegali olmadan (PV'dan ayırımda önemli), trombosit sayısı 1.000.000/mm3 ise esansiyel trombositemi akla gelmelidir. Esansiyel trombositemide kural olarak trombosit sayısı 1,000, 000/ mm3 üzerinde olması gerekmesine rağmen, trombosit sayısı 600,000/ mm3 geçince akla gelmelidir. 320 Fizik muayene sırasında, orta derecede splenik büyüme ve purpura görülebilir. Zayıf fonksiyonlu trombositlerden ötürü kanama sorunları olabilir. Purpura, epistaksis ve dişeti kanamaları tipik belirtilerdir. Aspirin kullanımı ile bunlar şiddetlenebilir. Eritromelalji distal ekstremitelerde sıcaklık ve lokalize yanıcı ağrı ile karakterizedir, sık görülür. Aspirinin küçük dozları ile dramatik rahatlama olur. Nörolojik belirtiler olan baş dönmesi, bayılma ve geçici iskemik ataklarda görülebilir. Anapralid, trombosit üretimini azaltmak için kullanılmaktadır. Tablo 21-3. Trombositoz nedenleri Reaktif Primer kemik iliği hastalıkları Habis hastalıklar Esansiyel trombositemi Demir eksikliği Polisitemia vera Splenektomi Kronik miyeloid lösemi Enflamatuvar barsak hastalıkları Miyelofibroz Kollajen-vasküler hastalık Miyelodisplastik sendromlar 321 22. PLAZMA HÜCRE DİSKRAZİLERİ Plazma hücre hastalıkları yoğun monoklonal antikor veya antikorların belirli kısımlarının aşırı üretilmesiyle karakterize hastalıklar grubudur. Bilinen beş farklı antikor ve bunların ağır zincir tipi: A, G, M, D, E. Antikorlarda 2 hafif zincir tipi; lambda ve kappa. Immünglobülinler 2 ağır 2 hafif zincir içerirler. Her bir zincir sabit ve değişken kısım içerir. Ağır ve hafif zincirler değişken kısımları yan yana gelecek şekilde disülfid bağlarla bağlanırlar, değişken kısımlar immünglobulinlerin antijen tanıma bölgesidir. Monoklonal antikor yükselmesi (M bandı) plazma hücre hastalıkları dışında: KLL, lenfoma, KML, siroz, sarkoidoz, parazitik hastalıklar, RA ve soğuk aglutinin hastalığında da bulunabilir. Plazma hastalıklarının sınıflandırılması (WHO sınıflaması) Mültipl miyelom Varyantları: Non-sekretuvar miyeloma Indolent miyeloma Smoldering miyeloma Plasma hücreli lösemi Soliter plazmositom Waldenstrom makroglobulinemisi (Lenfoplazmosi-ter lenfoma) Selim monoklonal hastalık( MGUS) Primer amiloidoz Ağır zincir hastalığı Osteosklerotik miyeloma (POEMS: peripheral neuropathy, organomegaly, endocrinopathy, monoclonal plasma cell disorder, skin changes) En sık izlenen plazma hücre diskrazisi, anlamı bilinmeyen monoklonal gamapatidir (MGUS). En sık izlenen habis plazma hücre diskrazisi, Mültipl miyelomdur. Tablo 22-1. Mültipl miyelom (MM) ile selim monoklonal gamapati (SMG) arasındaki farklar MM SMG M protein >3.5 gr/dL <3.5 g/dL Anemi veya sitopeni Genellikle var Yok İdrar proteini > 500 mg / 24 saat < 500 mg / 24 saat Kemikler Litik lezyonlar-osteoporoz Normal İlik plazma hücreleri >% 10 <% 10 Serum beta2 mg/L >3.0 <3.0 Kalsiyum Artmış Normal Kreatin Yüksek Normal Bugün için plazma hücre diskrazilerinin altı alt tipi bulunur; A. MÜLTİPL MİYELOM Mültipl miyelom en sık izlenen habis plazma hücre diskrazisidir. Temel patoloji kemik iliğinde neoplastik plazma hücrelerinin monoklonal proliferasyonudur. En sık tutulan kemik ilikleri sırası ile vertebra (%66), kosta (%44), kafatası (%41) ve pelvistir (%28). Radyografik bulgu zımba deliği tarzı 1-4 cm çaplı demineralize osteolitik lezyonlardır. Genellikle bu tabloya bütün iskelet sisteminde bulunan multifokal litik lezyonlar eşlik eder. Mültipl miyelom sintigrafide negatif, radyografide pozitif bulgu verir. 322 Neoplastik plazma hücrelerine miyelom hücreleri de denir. Kemik iliğinde miyelom hücreleri atipik görünümde ve oranı artmış olarak saptanır (miyelomda kemik iliğinde % 10-90 arasında plazma hücresi bulunabilir; normal ilikte ise bu değer % 5'in altındadır). Tümör hücrelerde tipinde alev kırmızısı sitoplazma ve burada fibriller, çubuk tipi kristaller, globüller, Russel cisimleri ve intranükleer Dutcher cisimleri izlenir. Eritrositlerde rulo formasyonu, serumda yüksek M proteinlerinin bulunması sonucu gelişir. Plazma hücrelerinin proliferasyonunda IL-6 (kemik iliğinde fibroblastlar ve makrofajlarca yapılır) önemli rol oynar ve plazma hücre diskrazilerinde IL-6'nın kanda yüksekliği kötü prognoz göstergesidir. 323 Plazma hücre diskrazilerinde plazma protein elektroforezinde saptanan monoklonal gammapati (Ig ağır zincir monoklonalitesini gösterir) M piki adını alır. Mi-yelom hücreleri tarafından üretilen Ig hafif zincirleri ise moleküler olarak küçük olduklarından kolayca idrar ile atılırlar; hastanın idrarında saptanması Bence-Jones proteinürisi olarak adlandırılır. Miyelom hastaların yaklaşık yarısında böbrek yetersizliği görülür. Bunun olası nedenleri; • Hastalardaki enfeksiyona eğilim nedeniyle sık piyelonefrit gelişir. • Hiperkalsemi nedeniyle nefrokalsinoz riski yüksektir. • Amiloidoz gelişen olgularda (%5-10 olguda izlenir ve AL tipi amiloid birikir) amiloid böbrekte birikebilir. • Tümör hücrelerinin böbreği invaze eder. • Miyelom olgularında böbreğin en önemli tutulma nedeni ise Bence-Jones proteinürisi esnasında Ig hafif zincirlerinin böbrek tübülüslerinde çökmesi ve obstrüktif nefropati oluşturmasıdır. Bu tablo miyelom nefropatisi olarak bilinir. Mültipl miyelomlarda hiperkalsemi tipiktir (% 20); kemiğin yıkımına bağlıdır. Hiperkalsemi nörolojik bulgulara ve renal hastalığa neden olabilir. Mültipl miyelomun ortalama izlenme yaşı 50-70'tir. En sık saptanan muayene bulgusu solukluktur. Sıklıkla normokrom normositer anemi ile bir aradadır. Klinikte neoplastik plazma hücrelerinin infiltrasyonu sonucu kemik ağrıları tipiktir; patolojik fraktür izlenebilir. Kemik iliği infiltrasyonunun ağırlaşması sonrası pansitopeni tablosu gelişir. Aşırı miyelom proteini üretimi kan viskozitesinde artışa neden olabilir. Eritrositlerde rulo formasyonu gelişmesi tipiktir. Miyelom olgularının % 5-10'unda ami-loidoza bağlı rekstriktif kardiyomiyopati gelişebilir. Tanı kriterleri: (Myeloma Working Group) Semptomatik miyeloma 1. İlikte %10 ve üzerinde plazma hücre artışı veya doku biyopsisinde plazmositom 2. Kanda veya idrarda monoklonal protein artışı 3. Organ hasarı bulguları a. Hiperkalsemi b. Böbrel yetersizliğ (üre, kreatinin yüksekliği) c. Anemi d. Kemiklerde litik lezyonlar, kompresyon fraktürü e. Yılda ikiden fazla ciddi enfeksiyon f. Amiloidoz g. Hiperviskozite sendromu 324 Asemptomatik miyeloma (indolent miyeloma) 1. 3 g/dL'den fazla paraprotein 2. Kemik iliğinde %10 ve üzerinde plazma hücre artışı 3. Organ tutulumu veya semptom yok Önemi belirlenmemiş monoklonal gammopati (Mo-noclonal gammopathy of undetermined significance = MGUS): 1. 3 g/dL'den az paraprotein 2. İlikte %10 'dan az plazma hücre artışı 3. Organ tutulumu veya semptom yok MGUS veya diğer adı ile selim monoklonal gamopati genelde yaşlılarda görülür, yılda %1 ihtimalle Mültiple miyeloma gelişebilir, bu kişiler tedavi edillmez, miyeloma gelişinceye kadar takip edilirler. Plazmositom miyeloma hücrelerinin herhangi bir organda lokalize çoğalarak tümoral yapı oluşturmasına denir. En sık vertebralarda görülür. Kemik dışındaki organlarda ise en sık ağız ve üst hava yollarını tutar. Tedavi Amaç şifa değil kontrol sağlamaktır. En önemli ölüm nedeni enfeksiyon ve kanamalardır. Tedavi yaşam süresini değil, kalitesini artırır. Başlangıç tedavisi: hastanın yaşına göre değişir: 65 yaş üzerinde: Melfalan + prednizolon (ayda bir hafta, 1-2 yıl) 65 yaş altında: kemoterapi + otolog kemik iliği nakli VAD (vinkristin+adriamisin+deksametazon) Talidomid + deksametazon Bortezomib (Proteozom inhibitörü) Lenalidomid (talidomidin daha az toksik olanı)+ deksametazon Hiperkalsemi tedavisinde bifosfonatlar kullanılır. Spinal kord ve kök basısı varsa Cerrahi denenmelidir. Hiperviskosite: plazmaferez ile tedavi edilmelidir. Soliter plazmositon ve kemik lezyonlarında radyoterapi uygulanır. Prognostik faktörler beta iki mikroglobülin yüksekliği, del 13 ve non-hiperploidi varlığıdır. B. LOKALİZE PLAZMASİTOM İskelet sistemi ya da yumuşak dokuda tek lezyon bulunuşu ile karakterizedir. Ekstraosseöz lezyonlar en sık üst solunum yoluna (sinusler, nazofarenks ve larenks) mukozalara yerleşirler. Hastalar, 10-20 yıl içinde klasik mültipl miyeloma dönebilirler. Hastalık iyi prognozlu-dur ve lokal eksizyon kür sağlar. C. WALDENSTRÖM MAKROGLOBULİNEMİSİ (lenfoplazmasiter lenfoma) Waldenström makroglobulinemisi lenfoproliferatif bir hastalık olup aşırı IgM üretimi ve yavaş seyirli non-Hodgkin lenfoma benzeri klinik bulgularla karakterize bir B lenfosit hastalığıdır. Çok nadir görülür. Kemik iliği incelemesinde lenfoplazmositer hücreler görülür ve bu hücreler plazma hücrelerine ilerleyemezler. Aşırı miktarda IgM üretirler. En sık görülen bulgular: anemi, hiperviskosite ve kanamadır. Semptom ve klinik bulgular • Halsizlik, kilo kaybı • Periferik nöropati • Hiperviskozite semptomları (görme bulanıklığı, başağrısı, nöbet, felç, koma) • Splenomegali • Hepatomegali • Lenfadenopati • Kriyoglobulinemi • Raynaud fenomeni • Dişeti ve burun kanamaları 325 Laboratuvar Bulguları Protein elektroforezinde monoklonal band (M bandı) vardır (IgM > 3g/dL). IgG, IgA ve diğer antikor düzeyleri düşüktür. %90 vakada normokrom normositer anemi %50 vakada trombositopeni gelişebilir (%50); dişeti ve burun kanamaları olur. Periferik yaymada plazmositoid hücreler ve rulo formasyonu görülebilir. LDH ve beta-2 mikroglobulin yüksekliği tümöral yükü gösterir. Kriyoglobulinemi, romatoid faktör pozitifliği ve soğuk agglutinin pozitifliği olabilir Albümin globulin oranı tersine döner, sedimentasyon ve CRP yükselir, PT ve PTT uzayabilir, kemik iliğinde lenfoplazmositer hücre artışı olur. Waldenstrom makroglobulinemisinde multipl miyelo-mada olduğu gibi kemiklerde litik lezyonlar ve böbrek yetersizliği olmaz. Böbrek tutulumu hafif zincirlere bağlı olarak %3 'ten daha az vakada gelişebilir. Tedavi Tedavide Rituximab ve Fludarabin kullanılır. Hipervis-kosite olduğunda plazmaferez yapılır. Median sağkalım 10 yıl civarındadır. D. AĞIR ZİNCİR HASTALIĞI Ağır zincir hastalığı monoklonal olarak ağır zincirlerin aşırı üretilmesi ile karakterize hastalıklardır. Alfa, gamma veya mü ağır zincirlerinden herhangi birinin aşırı üretimi sözkonusudur. Hafif zincirlerde artış yoktur. Ağır zincir hastalığı immunoglobulin molekülünün ağır zincirinden oluşan monoklonal protein bulunan bir grup B-hücre immunoproliferatif hastalığıdır. Farklı ağır zincir grupları farklı hastalık tabloları gösterirler. Alfa ağır zincir hastalığı özellikle genç kişileri tutması ve ince bağırsaklardaki Akdeniz tipi lenfoma veya immunoproliferatif ince barsak hastalığı (IPSID) adıyla da bilinen, lenfoplazmasitoid lenfoma ile birlikte olmasıyla karakterizedir. Antibiyotik tedavisini takiben re-misyonlar olduğu bildirilmiştir. Diğer ağır zincir hastalıkları çok nadir görülür. ALFA AĞIR ZİNCİR HASTALIĞI (AKDENİZ LENFOMASI) (Immunoproliferative Small Intestinal Di-sease = IPSID) IPSID, MALT lenfomanın Akdeniz bölgesinde görülen ve ince bağırsakları tutan bir alt grubudur. Lamina proprialar plazma hücreleri ile enfiltre olurlar. Kemik iliği normaldir. Ağır zincirler içinde en sık görülen tiptir, barsak duvarının lenfoplazmositer hücrelerle enfiltrasyonusonucu ishal, kilo kaybı, malabzorbsiyon yaygın mezenterik LAP olur, lenfomaya dönüşebilir. Paraziter enfeksiyonlar ve camphylobacter jejuni ile ilişkili olabileceği düşünülmektedir. Genelde genç erkeklerde görülür. Hastalık hızlı progress gösterir, vakaların yarısı ilk yıl içinde kaybedilir. Steroid + siklofosfamit + antibiyotik tedavisi ile remisyon sağalanabilir. 326 23. DALAK HASTALIKLARI Dalak vücutta lenfoid dokunun göllendiği en büyük alandır. Özellikle kan dolaşımında bulunan antijenlere karşı savunmada ve yaşlı eritrositlerin yıkımında başrol oynar. Tablo 23-1. Splenomegali nedenleri • Enfeksiyöz: İMN, tbc, tifoid ateş, malarya, kalaazar, CMV vs. • Konjestif: Siroz, portal-splenik ven trombozu, kalp yetersizliği vs. • Lenfohematojen: Hodgkin, non-Hodgkin lenfoma, miyelom vs. Tablo 23-2. İleri derecede Splenomegali (> 1000 g) nedenleri • Kronik Miyeloproliferatif hastalık (KML, miyeloid metaplazi, miyelofibroz) • Kronik lenfositik lösemi • Saçak hücreli lösemi • Lenfomalar • Sıtma • Gaucher hastalığı Tablo 23-3. Orta Derecede Splenomegali (500-1000 g) nedenleri • Kronik konjestif splenomegali (portal hipertansiyon veya splenik ven obstrüksiyonu) • Akut lösemi • Herediter Sferositoz • Talasemi major • Otoimmün hemolitik anemi • Amiloidoz Tablo 23-4. Hafif derecede splenomegali (<500 g) nedenleri • Akut splenit • Akut splenik konjesyon • Enfeksiyöz monomükleoz Dalak büyümelerinde hipersplenizm tablosu oluşabilir anemi, lökopeni, trombositopeni. Dalağı tutabilen habasetler: Hodgkin hastalığı, non-Hodgkin lenfoma, Mültipl miyelom, miyeloproliferatif hastalıklar. Dalak, karsinom metastazının hemen hiç izlenmediği bir organdır. Dalağın selim tümörleri: Lenfanjiom, hemanjiom, fibrom. 327 Tablo 23-5. Hipersplenizm nedenleri Enfeksiyonlar Non-spesifik splenit (özellikle infektif endokardit) Enfeksiyoz mononükleoz Tüberküloz Tifoid ateş Brusella CMV Sifilis Histoplazmoz Toksoplazmoz Tripanosomiazis Şistozomiazis Kala-azar Malaria Ekinokokiazis İmmünolojik hastalıklar SLE RA Felty sendromu (RA + splenomegali + nötropeni) Depo hastalıkları Gaucher hastalığı Niemann-Pick hastalığı Mukopolisakkaridozlar Lenfohematojen hastalıklar Hodgkin lenfoma Non-Hodgkin lenfoma Mültipl miyelom Miyeloproliferatif hastalıklar Hemolitik anemiler TTP Vasküler konjesyon Portal hipertansiyon (siroz, Gamma-Gandy cisimleri) Hipersplenizm Splenik ven trombozu Kalp yetersizliği Makrofaj proliferasyonu Konjenital sferositoz Orak hücreli anemi Otoimmün hemolitik anemi (sıcak) ve trombositopeni Nadir durumlar Amiloidoz Primer neoplazi ve kistler Sekonder neoplaziler 328 24. MİYELODİSPLASTİK SENDROMLAR (MDS) MDS kemik iliğinde özellikle eritroid seri kök hücreleri başta olmak üzere bir ya da birden fazla kök hücrede displaziye bağlı refrakter (dirençli) anemi ile birlikte bisitopeni veya pansitopeni ile giden hastalıklar gurubudur. İlikte bir veya bir den fazla displazi: dismegakaryopoez, disgranülopoez, diseritropoez; sonuçta anemi veya anemi ile birlikte lökopeni veya trombositopeni ya da pansitopeni olur. Klonal bir kök hücre hastalığıdır. Genelde yaşlılarda görülür. Temel sebep kromozomal anomalilerdir; özellikle 5q delesyonu en önemlilerindendir. Bu hastalık gruplarında %3-35 Akut Miyeloid Lösemiye (AML) dönüşme riski vardır! Aneminin türü makrositer'dir (MCV î), nötrofiller ise tipik olarak hiposegmentedir!!! Nötrofillerde toksik granülasyonlar görülür bunlara Dohle cisimcikleri denir, nükleusların anormal şekilde olduğu görülür ('dumble' şeklinde: Pelger huet anomalisi). Anemi veya pansitopeniye rağmen kemik iliği hiper-selülerdir !!! Çünkü ilikteki hücreler displastik olduklarından matür hücrelere dönüşemezler; kemik iliğinde parçalanırlar (inefektif hematopoez). Kemik iliğinde displaziyi görmek için özellikle PAS boyası tercih edilir. Fizik muayenede splenomegali saptanabilir. Tablo 24-1. FAB Sınıflaması • Refrakter anemi • Refrakter anemi + halka sideroblast • Refrakter anemi + blast artışı • Refrakter anmei + blast artışı ve lösemik dönüşüm • Kronik miyelomonositer lösemi Dünya sağlık örgütünün daha sonra yaptığı farklı bir sınıflamada 5q sendromu da listeye eklenmiştir. Lösemi dönüşüm düzeyi olarak ilikte blast yüzde sınırı %20 kabul edilmiştir. RA ve RA + sideroblastik anemi diğerlerine göre daha iyi prognozludur. Down sendromu, Fanconi sendromu, sideroblastik anemi, radyasyon maruziyeti, klorambusil, siklofosfamid ve büsülfan gibi alkilleyici ilaç kullanımı, kromozomal delesyon ya da translokasyonlar MDS riskini arttıran unsurlardır. İlikte %20'den fazla blast artışı, ağır trombositopeni ya da nötropeni, Auer cisimciği ve periferik yaymada blast görülmesi ve sideroblast olmaması kötü prognostik bulgulardır. Sideroblast varlığı iyi prognoz işaretidir. 5q delesyonu iyi prognozu gösterirken 7inci kromozom anomalileri kötü prognozu gösterir. Tedavi: temel tedavi destek tedavisidir: gerektiğinde transfüzyon ya da eritropoetin tedavi ile anemi düzeltilmelidir. Hastalığın progresyonunu durdurmak günümüzde mümkün olmasa da yavaşlatıcı tedaviler geliştirilmiştir (DNA metiltransferaz enzimini inhibe eden ilaçlar: 5-azasitidin ve desitabin). Transfüzyon ihtiyacını azaltan yeni bir ilaç da lenalidomiddir. (özellikle 5q sendromu tedavisinde). 329 25. KRONİK MİYELOPROLİFERATİF HASTALIKLAR Kronik miyeloproliferatif hastalıklar kemik iliğinde klo-nal kök hücre serilerinin aşırı üretimi ile karakterize hastalıklar gurubudur. Bu hastalıklar ilerleyen dönemlerde miyelodisplastik sendrom ya da akut lösemilere transformasyon gösterirler. Tüm miyeloproliferatif hastalıklar miyeloid kök hücre serisinden köken alırlar. Dört gruba ayrılırlar: A. Polisitemia Rubra vera (PRV) B. Esansiyel Trombositoz (ET) C. Kronik Miyeloid Lösemi (KML) D. Miyelofibroz (MF) Bu dört hastalığın da temel ortak özelliklerinden biri splenomegali yapmalarıdır. KML ve MF ise masif splenomegali yapar. A. POLİSİTEMİA RUBRA VERA Polisitemia Rubra Vera eritroid seri kök hücrelerinde aşırı artışa bağlı hematokrit yüksekliği ve splenomegali ile giden bir kök hücre hastalığıdır. Genelde eritrositoza lö-kositoz ve trombositoz da eşlik ederler. Primer polisitemi olarak da isimlendirilirler. Sebebi eritropoetinden bağımsız eritrositoz olmasıdır. Eritropoetin artışına bağlı gelişen eritrositozlara sekonder polisitemi denir. Polisitemia rubra verada eritropoetin artmaz. Patogenezde IGF-1'e (insülin benzeri büyüme faktörü 1) karşı aşırı hassasiyet olduğu ileri sürülmektedir. Sekonder polisitemi sebepleri: Renal hücreli ve hepa-toselüler karsinomlar (kanser hücreleri eritropoetin üretir), hipoksik hastalıklar (hipoksiye bağlı eritropoetin artışı olur): KOAH, dağ hastalığı, sigara içenler, uyku ap-ne sendromu... Klinik bulgular • Kaşıntı (sıcak suyla temas sonrası, histamin deşarjında artış olur) • Peptik ülser sık görülür • Gut artriti görülebilir (hiperürisemiye bağlı) • Eritromelalji: parmaklarda ani gelişen kızarıklık morluk ve şiddetli ağrı atakları • Tromboz (veöz veya arteriyel trombozlar: PRV 'de en sık mortalite sebebidirler) Budd-Chiari sendromu Serebrovasküler olay Derin ven trombozu Miyokard enfarktüsü • Hiperviskosite semptomları: senkop, ekstremitelerde uyuşma, kulak çınlaması, görme bulanıklığı • Hipertansiyon Fizik muayenede hastalar pletorik görünümdedir, splenomegali sıktır, hepatomegali görülebilir. Tanı Tanı eritropoetin düzeyi düşük iken hemoglobin ve hematokrit yüksekliği (hemoglobin: bayan >16g/dL, erkek >17 g/dL) ile konulur. JAK2 Gen mutasyonu çok kuvvetle PRV'yi düşündürür. Valin yerine fenilalanin gelir ve kemikiliği büyüme faktörlerine daha hassas olur. Trombositoz ve lökositoz eşlik edebilir. Lökosit alkalen fosfataz skoru (LAP skoru) artmıştır. Kan oksijen satürasyonu normaldir Serum vitamin B12 düzeylerinde artış vardır. Krom 51 testi ile eritrosit kütle tayini yapılabilir (kütle artışı tespiti için) Eskiden tanı skorları kullanılırken günümüzde polisite-mili bir hastada eritropoetin düşük ise ve JAK-2 gen mutasyonu varsa PRV tanısını koydurur. 330 Tedavi • Düzenli Filebotomi (hematokrit % 45 'in altında tutulmaya çalışılır) • Aspirin (trombotik olayları engellemek için) • Hidroksiüre (filebotomiye rağmen hematokrit kontrol edilemezse) • Fosfor 32 artık lösemi riskini arttırdığı için kullanılmamaktadır. • Erlotinib (deneysel aşamada) • Uzun vadede akut lösemi gelişirse klasik lösemi tedavisi yapılır. Tablo 25-1. Primer ve sekonder polisitemiler arasındaki farklar Polisitemia Rubra Vera Sekonder Polisitemi Splenomegali + - Lökositoz + - Trombositoz + - Eritrosit volümü Artmış Normal Oksijen satürasyonu Normal Normal Vitamin B12 düzeyi Artmış Normal LAP skoru Artmış Normal Kemik iliği Hiperplazi Normal Eritropoetin düzeyi Düşük Normal veya yüksek B. ESANSİYEL TROMBOSİTOZ Esansiyel trombositoz kemik iliğinde megakaryositer kök hücre artışına bağlı trombositozla kendini gösteren bir kök hücre hastalığıdır. Vakaların %30'unda PRV'ye benzer şekilde JAK-2 gen mutasyonu tespit edilmiştir. Başlıca klinik özellikler şunlardır; • Tromboza yatkınlık • Kanama (trombosit fonksiyon bozukluklarından dolayı) • Splenomegali • Eritromelalji Trombosit düzeyleri genelde 600.000/mm3'ün üzerindedir. Bir milyonun üzerindeki değerler kuvvetle esansiyel trombositozu düşündürür. Splenomegali genelde eşlik eden fizik muayene bulgusudur. Tablo 25-2. Esansiyel Trombositoz kriterleri 3 3 • Trombositle >= 500,000/mm (özellikle 1.000.000/mm üzerinde çok anlamlı) • Sekonder trombositoz sebepleri olmamalı • Ph kromozomu yok • Eritrosit kitlesi normal • Kemik iliğinde demir deposu normal • Miyelofibroz yok • Klinik ve sitogenetik olarak miyelodisplazi olmayacak • Splenomegali olması Tablo 25-3. Sekonder Trombositoz Nedenleri 331 • Habis hastalıklar • Demir eksikliği • Splenektomi • Enflamatuvar barsak hastalıkları • Kollajen-vasküler hastalık • Polisitemia vera • Kronik miyeloid lösemi • Miyelofibroz • Miyelodisplastik sendromlar Tedavi Aspirin (aspirine ek olarak aşağıdakilerden biri ile kombinasyon) Anegrelid (venöz tromboz riskini daha çok düşürüyor) Hidroksiüre (arteryel tromboz riskini daha çok düşürürüyor) Anegrelid ve hidroksiüre arasında klinik başarı açısından fark yoktur. D. KRONİK MİYELOİD LÖSEMİ Kronik miyeloid lösemi kemik iliğinde ve periferik kanda miyeloid seri hücrelerinin aşırı çoğalmasıyla karakterize klonal bir kök hücre hastalığıdır. Periferik kanda granüler seri hücrelereinde (nötrofiller, bazofiller ve eozinofillerde) ve bunların erken dönem serilerinde aşırı artış olur. Aşağıda nötrofillerin kemik iliğinden itibaren gelişim aşamaları görülmektedir: miyeloid seriden köken alan miyeloblastlar promiyelosit, sonra sırasıyla miyelosit, metamiyelosit, çomak (band) nötrofil ve en sonunda ortalama 5-6 günde matür nötrofillere dönüşürler. KML hastasının periferik kanında yüzbinleri bulan lökosit sayıları tipiktir, hastanın periferik yaymasına bakıldığında aşağıdaki resimde verilen miyeloblastlardan nötrofillere kadar bazofiller, eozinofiller dahil tüm granüler seri elemanları görülür. Nötrofillerin aşağıda belirtilen tüm erken seri elemanlarının periferik kanda görülmesine lökomoid reaksiyon denir. Lökomoid reaksiyonda lökosit sayısı genelde 50.000 /mm3'ün üzerindedir. Lökomoid reaksiyonların ayırıcı tanısına KML de girer. Bazı lökomoid reaksiyon sebepleri: Kanama, steroid kullanımı, G-CSF kullanımı, ATRA, enfeksiyonlar (tüberküloz). KML'de lökomoid reaksiyondan farklı olarak bazofili, eozinofili olur ve lökosit alkalen fosfotaz skoru (LAP skoru) düşüktür. Temel sebep 9uncu ve 22inci kromozomlar arasında gen translokasyonudur: 22inci kromozomda abl-bcr gen füzyonu oluşur (Philadelphia kromozomu) ve tirozin kinaz enziminin aşırı üretimi sonucunda kemik iliğinde özellikle miyeloid seri kök hücrelerinde kontrolsüz çoğalmaya yol açar. Philadelphia kromozomu KML dışında ALL'ye de yol açabilir. Bu durum ALL hastalarında bir kötü prognostik faktördür. Oysa Ph kromozomu KML'de iyi prognostik göstergedir. Klinik Bulgular %40 vaka asemptomatiktir. Lökositoz ve splenomega-li tesadüfen saptanır. Semptomatik olgularda halsizlik, kilo kaybı, gece terlemesi ve masif splenomegali ve trombosit fonksiyon bozukluklarına bağlı kanamalar vardır. Aşırı lökositoza bağlı tromboz, damar tıkanıklıkları, gut atakları, görme bozukluğu ve priapizm olabilir. 332 Laboratuvar Bulgular ve Tanı • Lökositoz (en az 25 binin üzerinde genelde 100 binin üzerindedir) • Periferik yaymada immatür nötrofil serisi, bazofili • Trombositoz • Anemi • Kemik iliği hiperselülerdir (miyeloid eritroid seri oranı 2 kattan 10-20 kata çıkar) • Kemik iliğinde retiküler fiber artışı (fibroz) izlenebilir • LAP skoru azalır • Serum vitamin B12 düzeyi artabilir • Ürik asit yüksektir • LDH yüksektir • Sitogenetik inceleme: Philadelphia kromozomu • PCR: Abl-Bcr gen füzyonu Klinik seyir olarak KML 1. kronik faz, 2. akselere faz ve 3. lösemik faz olmak üzere 3 döneme ayrılır. Yaklaşık 3-4 yıllık kronik seyirden sonra akselereasyon fazı başlar (trombositopeni yada bir milyonun üzerinde trombositoz, miyeloblast %10-19 arasında, bazofili %20'nin üzerinde olur) ve kısa süre içerisinde akut lösemiye transferime olur periferde ya da kemik iliğinde blast yüzdesi %20'nin üzerine çıkar; 2/3 AML, 1/3 ALL gelişir. Ayırıcı Tanı Polisitemia rubra vera, Esansiyel trombositoz, Miyelofibrozis, Lökomoid reaksiyonlar Tedavi Hidroksiüre: lökosit sayısının akut olarak düşürülmesinde kullanılır, prognozu etkilemez. İmatinib mesilat (tirozin kinaz inhibitörü) tedavide ilk seçenektir, 400 mg/gün, genelde 3-9 aylık tedavi sonunda sitogenetik olarak tedavi cevabı alınır. Ph kromozomu sıfırlanması tedavide tam cevap anlamına gelir. Kemik iliğinde %95 ve üzeri Ph pozitifliği cevap yok anlamına gelir. En önemli handikap imatinib mesilata karşı direnç gelişmesidir. Bu durum için geliştirilmiş iki yeni tirozin kinaz inhibitörü: desatinib ve nilotinib'dir. T315I mutasyonuna etkili bir inhibitör henüz yoktur. Böyle durumda tedavi kemik iliği naklidir. 333 26. MİYELOFİBROZ Miyelofibroz miyeloid metaplazi, kronik idiyopatik miyelofibroz veya primer miyelofibroz isimleri ile de anılır. Kemik iliğinin fibröz bağ doku ile yer değiştirmesi yani fibrozu ile karakterize bir hastalıktır. Kemik iliğinin bağ doku ile enfiltrasyonu sonucu ilikte kan hücreleri üretilemez. Miyelofibroz genelde polisitemia rubra vera ya da esansiyel trombositoz gibi diğer miyeloproliferatif hastalıkların devamında ortaya çıkar. İlikte tutunamayan kök hücreler karaciğer ve dalağa göç edip oralarda kan hücreleri üretirler ki buna da ekstramedüller hematopoez denir. Hastalarda hepatosplenomegali ve poiklositoz gözlenir. Semptom ve Belirtiler • Splenomegali (genelde masif) • Kemiklerde ağrı • Kanama • Halsizlik (anemiden dolayı) • Enfeksiyonlara yatkınlık Laboratuvar bulguları ve Tanı • Normokrom normositer anemi • Eritroid poiklositoz ve özellikle eritrositler gözyaşı şeklindedir (dakrosit). • %50 vakada JAK-2 gen mutasyonu pozitiftir. • LDH yüksektir. • LAP skoru yüksektir. • Kemik iliği aspirasyonunda herhangi bir şey gelmez. • Kemik iliği biyopsisi tanıyı koydurur: İlikte retiküler fiber artışı ve fibroz görülür. Küratif bir tedavisi yoktur, destek tedavisi yapılır, gerektiğinde transfüzyon yapılır, Talidomid ile yapılan çalışmalar devam etmektedir. 334 27. AKUT LÖSEMİLER A. AKUT MİYELOİD LÖSEMİ (AML) Kemik iliğinde miyeloid seri hücrelerinin kanserine akut miyeloid lösemiler denir. Lösemi hücreleri kontrolsüz olarak aşırı çoğalırken ilikteki diğer hücrelerin üretimini de baskılarlar. AML yetişkine en sık görülen akut lösemi tipidir. Akut lösemilerde tek bir serinin tek bir hücre tipinde aşırı artış olur: örneğin eritrolösemide eirtroblastlar, promiyelositer lösemide promiyelositler aşırı artış gösterirler. AML sınıflaması hücre tiplerine göre aşağıda sıralanmıştır: Tablo 25-3. Sekonder Trombositoz Nedenleri • Habis hastalıklar • Demir eksikliği • Splenektomi • Enflamatuvar barsak hastalıkları • Kollajen-vasküler hastalık • Polisitemia vera • Kronik miyeloid lösemi • Miyelofibroz • Miyelodisplastik sendromlar Tablo 27-1. FAB'a göre AML sınıflandırılması Tip Tarif Kriterler M1 Maturasyonsuz %100 blast. Miyeloblastik Blastların %3'den fazlası peroksidaz (+). Az granüllü, Auer çubukları görülebilir bir veya daha fazla belirli nükleolus daha ileri matürasyon yok. Maturasyonlu %30-50 Blast, M2 İlik hücrelerinin %50'sinden fazlası miyelositler ve promiyelositler, miyelositler, metamiyelositler ve matür granülositler gözükmekte. Bazı vakalarda eozinofili hakim. M3 Promiyelositik lösemi En az %30 Blast Kalan hücreler: Hipergranüler, hücrelerin önemli kısmı anormal promiyelositler, uni-form çekirdekler, auer rod'ları çok ayıda, bazılarında ayrıca parlak pembe veya mor granüller. M4 M5 Miyelomonositik lö i En az %30 Blast Monositik lösemi En az %30 Blast Kemik iliğinin, periferik kan çekirdekli hücrelerinin veya her ikisinin %20'den fazlası promonositler ve monositler. Eozinofilik varyant da (M4eo) görülebilir. Granülosit komponent ilik hücrelerinin %10'undan azı. Monositoid hücreler, sitokimyasal olarak floride hassas esteraz reaksiyonludur(non-spesifik esteraz) M6 Eritrolösemi En az %30 Blast Hücrelerin > %50'den fazlası eritroblast. Miyeloblastlar noneritroid çekirdekli hücrelerin %30'undan fazlasını oluşturur. M7 MO Megakaryoblastik lösemi En az %30 Blast, CD41 (+) Trombosit peroksidazı elektron mikroskopisinde pozitif veya blastlar antiplatelet monoklonal antikorları ile reaksiyon verirler. İlik fibrozu belirgindir. Az diferansiye lösemi İmmatür morfoloji Miyeloperoksidaz (-), CD 34, CD 33, CD 13 (+) 335 FAB sınıflaması içerisinde yer almayan ve son derece nadir görülen AML tipleri de aşağıda sıralanmıştır: • Akut bazofilik lösemi • Akut eozinofilik lösemi: bronkospazm, endomiyokardiyal fibroz ve kalp yetersizliğ yapar, HSM • Mast hücreli lösemi: ateş, ürtiker, flashing, HSM (hepatosplenomegali), kanama • Akut miyeloid dendritik hücreli lösemi • Miyelofibrozla giden akut panmiyeloz • Miyeloid sarkom (kloroma veya granülositik sarkom da denir): en sık cilt ve diş etlerinde gelişir. Klinik belirtiler Anemi, nötropeni ve trombositopeniye bağlı solukluk, ateş, aktif kanamalar, kemik ağrıları ve ciddi enfeksiyonlar görülür. Akut monoblastik veya miyelomonoblastik lösemide diş eti hipertrofisi ve cilt nodülleri karakteristiktir. Lösemik hürelerin yaptığı lokal kitle chloroma adını alır ve sıklıkla orbital, epidural lokalizasyonludur (özellikle 8-21 translokasyonlu M2'de görülür). Subkütan nodüller (blueberry muffin), diş eti hiperplazisi, ayrı kitle (kloroma veya granülositik sarkom olarak da bilinir) AML'nin özellikleridir, ALL'de nadirdir. Hepatosplenomegali ve lenfadenopati olabilir. Miyelemonositik ve monositik tiplerin SSS'ni enfiltre etme eğilimi fazladır. Tanı Periferik yayma ve kemik iliği incelemesi ile konur (Resim 6-1). ANLL'de sudan black ve peroksidaz (+) dir, PAS(+)ise ALL lehine yorumlanır. Monoblastik lösemide nonspesifik esterazla hücre sitoplazması boyanabilir. Tedavi Tüm AML tiplerinde kemoterapi indüksiyon ve konsoli-dasyon olmak üzere iki kısımdır: indüksiyon kemoterapisi ile kemik iliği remisyona sokulmaya çalışılır. Sonraki dönemde relapsları engellemek içinde konsolidasyon kemoterapileri verilir. Remisyon indüksiyonu için doksorubusin, daunorubisin ve sitozin arabinozid kullanılır. Remisyon oranı genellikle %70-85'dir. SSS profilaksiside yapılmalıdır. Relaps AML'de: Gemtuzumab ozogamisin (Mylotarg) ve relaps AML M3'te: arsenik trioksit kullanılır. AML'nin günümüzde tedavi edilebilirliği %30- 40'dır. Allojenik kemik iliği nakli: uygun donör bulunursa en iyi tedavi yöntemidir (remisyon sonrası). Prognoz En önemli risk faktörü lökosit sayısı ve dalak büyüklüğü ile değerlendirilen blast yüküdür. Auer cismi görülmemesi, monoblastik olması (M5), monozomi 7 olması, kemoterapiye veya başka bir maligniteye sekonder olması (M5) olumsuz prognostik faktörlerdir. t(8:21), t(15:17), inv(16) iyi prognostik sitogenetik bulgulardır. 336 B. AKUT LENFOBLASTİK LÖSEMİ (ALL) T- veya B- lenfoid prekürsör hücrelerin erken bir farklılaşma aşamasında habis transformasyonu ve klonal proliferasyonu sonucu ortaya çıkan lenfoblastların, kemik iliği hücrelerinin %25 veya fazlasını oluşturarak normal hematopoezi bozmaları ve lenfoid dokularla diğer organlara enfiltrasyonu olarak tanımlanabilir. Tablo 27-2. ALL nedenleri • Alkilleyici ilaçlar: melfelan, busulfan, siklofosfamit, klorambusil, sisplatin, karmustin vb • Antrasiklinler: Doksorubisin, daunarubisin, idarubisin • Radyasyon • Down sendromu, Bloom sendromu • Fanconi sendromu • Benzen • Ataksi telanjiyektazi • Ebstein-Barr Virusu • Kromozomal translokasyonlar: t(9:22) Philadelphia kromozomu: Yetişkin ALL hastalarının %20 'sinde pozitifitir t(4:11): pediyatrik vakaların %4 'ünde pozitiftir Klinik belirtiler En sık 2-6 yaş arasındadır. Erkek çocuklarda biraz daha sıktır. Erişkinlerde nadirdir. Semptomların başlangıcı sinsi veya akut olabilir. Çoğu hastanın hikayesinde tanıdan önceki 3-4 hafta içinde gelişen solukluk, halsizlik, iştahsızlık, aralıklı ateş, morarma ve kanamalar, kemik ve eklem ağrıları ve karın ağrısı gibi belirtilerin bir veya birkaçı bulunur. Splenomegali, solukluk, hepatomega-li, peteşi ve ateş en sık bulgulardır. Nötropeniye bağlı enfeksiyon eğiliminde artış, trombositopeniye bağlı peteşi ve ekimozlar, mukoza kanamaları görülür. Kemik iliği enfltrasyonuna bağlı anemi belirtileri vardır. Lenfoid sistem enfiltrasyonu sonucu hepatomegali, splenomegali ve lenfadenomegali gelişir. Kemik ağrıları kemik korteksine ve eklem kompart-manına lösemik hücre enfltrasyonu nedeniyledir. T hücreli lösemilerde timüs ve mediastinal lenf düğümlerinin enfltrasyonuna bağlı olarak gelişen mediastinal kitle hastaların %10'unda görülür ve vena kava supe-rior basısına neden olabilir. ALL'nin kesin tanısı kemik iliği aspirasyon materyalinin incelenmesi ile konur (Resim 27-2). Tanı sırasında MSS tutulumu yani BOS'ta blastların varlığı, ALL'li hastaların %5'inden azında görülür. Bu durum kendini kusma, başağrısı, meningial bulgularla gösterir. Kranial sinir paralizileri, fokal nörolojik bulgular, hirsutizm, konvülzyonlar, diabetes insipidus ve po-lifaji gibi belirtilere neden olan hipotalamik sendrom nadiren (daha çok nükslerde) görülür. Lökosit sayısı çok yüksek olan hastalarda lökostaz beyin damarlarında trombozlara, enfarkt ve kanamalara yol açabilir. Daha çok nükslerde görülen testis enfiltrasyonu da testis-lerde ağrısız büyümeye neden olur (Tablo 27-3). 337 Tablo 27-3. Testis tutulumu için risk faktörleri 1- T hücreli ALL 3 2- Tanı sırasında lökositoz (> 20.000/mm ) 3- Mediastinal kitle 4- Orta-ağır hepatosplenomegali ve lenfadenopati 3 5- Trombositopeni (< 30.000/mm ) Deri tutulumu neonatal lösemi ve AML de daha sıktır. MSS komplikasyonları da AML de daha sıktır. Laboratuar bulguları Hastaların %80'inde Hb <10g/dL, %80'inde trombosit <100.000/mm3 ve %25'inde lökosit >50.000/mm3' tür. Lökosit sayısı normal azalmış veya artmış olabilir. Ancak nötropeni sıktır. Lökosit sayısı yüksek olan hastalarda lökositlerin çoğunu lenfoblastlar oluşturur. Normal kemik iliğinde blast sayısı < % 5'tir. Lösemi tanısı koymak için kemik iliğindeki hücrelerin minimum %25'i lenfoblast olmalıdır. Lenfoblastlar sıklıkla kemik iliği hücrelerinin %80-100'ünü oluşturur, diğer hücre serisi elemanları azalmıştır. Morfolojik ve sitosimik bulgularla lenfoblastlar miyelob-lastlardan ayırdedilir. Lenfoblastlar POX (miyeloperoksidaz) ve SB (Sudan Black) negatiftir. Tablo 27-4. FAB sınıflamasına göre ALL alt gruplarının özellikleri Lenfoblast L1 L2 L3 Büyüklük Küçük İri, değişken Büyük Nükleus Düzgün Düzensiz, çentikli Düzgün Kromatin Yoğun ince ince Nükleolus Hiç yok, küçük Büyük, belirgin Belirgin Sitoplazma Çok dar Daha geniş Koyu bazofilik bol vakuollü Görülme sıklığı Sık Ender Ender Prognoz iyi kötü kötü Tablo 27-5. ALL ve AML'nin morfolojik özelliklerinin kıyaslanması Özellik ALL AML Çekirdek kromatini Yoğun Gevşek Çekirdek/sitop. oranı Genellikle büyük Küçük Çekirdekçik sayısı 0-2 2-5 Auer cisimciği Yok Olabilir Sitoplazma Mavi Mavi-gri PAS (+) (-) Sudan siyahı (-) (+) Miyeloperoksidaz (-) (+) Esterazlar (-) (+) L3 genellikle B hücre özelliği gösterir ve yüzey IgM (+)'tir. Lenfoblastlar B hücreli ALL dışında sitoplazmada terminal deoksinükleotidil transferaz enzimi (TdT) içerirler. Bu enzim normal lenfositlerde yoktur. Çocukluk çağındaki ALL'lerin %85'i L1 morfolojisine sahiptir. %15'inden azı L2, % 5 kadarı L3 morfolojisindedir. L1'in prognozu en iyi L3'ün ise en kötüdür. 338 Tablo 27-6. ALL immünolojik özelliklerine göre ! sınıflanması j • %65 Common ALL (erken pre B hücreli) • %18-20 pre B hücreli ALL • %1 B hücreli ALL • %10-15 T hücreli ALL • %1-3 lenfoblast diferansiye olmamıştır, sınıflandırılmayan grubu oluşturur, bu gruba null cell-ALL denir. En sık ve en iyi prognoza sahip olan Common (non T-non B, (erken pre B) ALL'dir. T hücreli ALL daha çok erkeklerde ve ileri yaşlarda görülür; yüksek lökosit sayısı, mediastinal kitle ve ekstrameduller tutulum özellikleridir. B hücreli ALL ise Burkitt lenfomadakine benzer L3 hücrelerinden oluşur; sıklıkla yüksek blast yükü ve proliferasyon hızı nedeniyle tümör lizis sendromuna bağlı metabolik bulgular ve MSS tutulumu ile seyreder. BOS'ta > 5/mm3 blast bulunması MSS tutulumunu gösterir. Prognostik faktörler ALL'li hastalarda remisyon oranı %98 olduğundan, olumsuz prognostik faktörler genellikle nüks riski ile ilgilidir. Yaşı 1 ile 6 yaş arasında, lökosit sayısı <20.000/mm3 olan ve tedaviye hızlı yanıt veren (blastların kaybolma hızı) hastalar en düşük riskli grubu oluşturur. Hemoglobinin <7g/dL, trombosit>100.000/mm3 ve hiperdiploidi olması iyi prognoza şarettir, ancak yine de en önemli faktörler yaş, lökosit sayısı ve tedaviye yanıt hızıdır. 2 yaştan küçük veya 10 yaştan büyüklerde tedaviye yanıt iyi değildir. Lökosit sayısı > 50.000/mm3 , Hb >10g/dL, trombo-sit<100.000/mm3 , B veya T hücreli, erkek, tanı anında MSS tutulumu, organomegali ve mediastinal kitle (+), 9-22, 1-19, 4-11 translokasyon olması durumunda prognoz daha kötüdür. Kemoterapinin birinci ayının sonunda kemik iliğinde remisyon sağlanamayan hastalar da yüksek riskli kabul edilir. Ayırıcı tanı Ayırıcı tanıda ITP, EBV, lökomoid reaksiyon, JRA, nöroblastom ve kemik iliğine metastaz yapan diğer tümörler (rabdomiosarkom, non-Hodgkin lenfoma, retinablastom, medullablastom ve Ewing sarkomu) göz önüne alınmalıdır. Tedavi Remisyon endüksiyonu (4-6 hafta) • Vinkristin • Prednison • L-asparaginaz • İntratekal tedavi: metotreksat, hidrokortizon, sitozinarabinozid İlk 4 haftada remisyon sağlanamazsa prognoz iyi değildir. İdame tedavisinde 6-merkaptopurin ve metotreksat verilir. Güçlendirme tedavisinde ise 16 haftada bir 28 gün süreyle vinkristin ve prednison verilir. Tablo 27-7. ALL'de görülen komplikasyonlar 1. Metabolik komplikasyonlar • 2. 3. 4. hiperürisemi • hiperkalemi • hiperfosfatemi 3 Kanama; ciddi kanamalar genellikle trombosit sayısı 20.000mm altına düştüğü durumlarda görülür. 3 Hiperlökositoz; genellikle lökosit sayısının 100.000/ mm üzerine çıktığı durumlarda görülür. Hiperlökositozda SSS de, pulmoner yatakta ciddi enfarktüs ve kanamalar olabilir. Enfeksiyon • Agranülositer hastalarda bakteriyel • Lenfopenik hastalarda; pnömosistis karini, mantar ve viral enfeksiyonlar 339 Tablo 27-8. ALL'de iyi prognoz kriterler a- 2-10 yaş arası çocuklar, b- Blastlar pre-B hücreli fenotipinde ise c- Blastlarda hiperdiploidinin saptanması iyi prognoz göstergesidir ve bu olguların çoğunda kür sağlanır. Tablo 27-9. ALL'de kötü prognoz kriterleri • 2 yaş altı hastalar • Adolesan ve erişkin çağ hastalar • Philedelphia kromozomunun t(9;22) bulunuşu • Tanıda, 73.000/mm 'den fazla lökositin varlığı, 3 • Matür B hücreli lösemi • T Hücreli ALL kötü Tedavi Kemoterapi, indüksiyon + intensifikasyon + idame olmak üzere 3 aşamalıdır. İndüksiyonun amacı ilikte blast yüzdesini %5 'in altına indirmektir. İndüksiyon için prednizon + vinkristin + asparaginaz + daunorubisin verilir. İntensifikasyon tümör yükünün azaltılması amacı ile yapılır. İntensifikasyonda siklofosfamit, vinkristin, sitarabin, daunorubisin, etoposit, merkaptopurin ve intratekal metotreksat verilir. Meningeal tutulumu tedavi etmek için kraniyal ışınlama yapılır. Çok yüksek lökosit sayısı varsa ek olarak lökoferez de yapılır. İdame tedavisinin amacı rezidüel tümör kalıntılarını da yok etmektir. İdamede günlük merkaptopurin, haftalık metotreksat, aylık vinkristin tedavi protokolleri kullanılır. 28. KRONİK LÖSEMİLER A. KRONİK LENFOSİTER LÖSEMİ (KLL) KLL matür lenfositlerin kemik iliği ve periferik kanda aşırı çoğalması ile karakterize lösemi tipidir. Dikkat edilmesi geren nokta diğer lösemilerden farklı olarak çoğalan hücreler blastlar ya da erken ilik hücreleri değil standart olgun B lenfositlerinin kontrol dışına çıkmasıdır. Aşırı çoğalan lenfositler kemik iliği ve periferik kan dışında özellikle lenf nodlarını, karaciğer ve dalağı en-filtre ederler. Hemen hemen tamamı B hücre tipindedir, çok nadiren T hücreli KLL 'de görülebilmektedir, yeni yaklaşımlar T hücreli KLL'nin aslında farklı bir hastalık olduğunu gösterdiği için yeni ismi: T hücreli prolenfositik lösemi olarak değiştirilmiştir. KLL vakalarının %75'i 50 yaşın üzerindedir. Yetişkinlerde en sık görülen lösemi tipidir. Çoğunluk asemptomatiktirler, tesadüfi olarak bulunan lökositoz ve lenfositoz ile alırlar. Nadiren yaygın LAP ile vakalar başvurabilirler. Halsizlik ve çabuk yorulma en sık görülen şikayetdir. %30 splenomegali, hepatome-gali görülebilir. Klasik triad: Yaşlı + Ciddi lenfositoz (25-150 bin/mm3 arası) + Yaygın lenfadenopati 340 Tanı • Hemogramda ciddi lökositoz • Periferik yaymada lenfosit hakimiyeti • Lenfositoz; genelde 5 bin/ml'nin üzerinde, 25-150 bin/ml arasındadır • Kemik iliği aspirasyonunda olgun lenfosit hakimi-yeti (%30 ve üzeri) • Flow sitometre: CD19 ve 20 'ye ek olarak CD5 ve CD23 pozitifliği (klonalite) Kappa veya lambda tarzı tek bir cins hafif zincir olması monoklonal lenfositozu gösterir. Halbuki klonal olmayan lenfositozda hem kappa hem de lambda hafif zincirleri eşit orandadırlar. Ciddi lenfositoz ve flow sito-metrede klonalite gösterilmesi ile tanı konulur. KLL lenfositleri çok çabuk parçalanabilir: o yüzden periferik yaymada parçalanmış lenfositler sık görülür: bunlara 'smear cell' denir; KLL için tipiktir. Ayırıcı Tanı • B hücreli prolenfositik lösemi • Mante hücreli lenfoma • Marjinal zon lenfoma • Lenfoplazmositer lenfoma Tedavi Genel sağkalım 5-25 yıl arasında değişebilmektedir. RAI veya Binnet sınıflaması yapılır. Erken evre ve asemptomatik vakalar tedavi edilmez. Semptomatik ve ilerleme gösteren vakalar (RAİ 3,4) tedavi edilir Tedavi ajanları Alkilleyici ajanlar: Klorambusil (genelde steroidle birlikte) Purin analogları: Fludarabin Monoklonal antikorlar: Rituximab (anti CD 20), Alemtuzumab (anti CD 52) Kombinasyon tedavileri: Fludarabin + rituximab Refrakter vakalarda Alemtuzumab veya kemik iliği nakli 341 Komplikasyonlar • Richter Sendromu (başka bir maligniteye dönüşüm, %5 vakada gelişebilir). • Yüksek grade'li non-Hodgkin lenfoma (diffüz büyük B hücreli) • Prolenfositik lösemi • Hodgkin lenfoma • Akut lösemi • Otoimmün hemolitik anemi (sıcak antikor tipinde) • İmmün trombositopeni • Bakteriyel, fungal ve viral enfeksiyonlara yatkınlık • Hipogammaglobulinemi RAI Sınıflaması Evre 0: sadece lenfositoz var Evre I: Lenfositoz + lenfadenopati Evre II: lenfositoza ek hepatomegali veya splenomegali var Evre III: Lenfositoza ek olarak anemi var Evre IV: lenfositoza ek olarak trombositopeni var Prognostik Faktörler • CD38 pozitifliği • ZAP-70 pozitifliği • del 17p, del 11q, trizomi 12 • İleri evre • Lenfosit iki kat yükselme zamanı 12 aydan kısa olması • Prolenfosit sayısında artış • Lenfositoz ve LDH yüksekliği (tümör yükünün yüksekliği) • Diffüz kemik iliği tutulumu • Serum timidin kinaz enzim yüksekliği ve • Beta iki mikroglobulin yüksekliği kötü prognostik faktörlerdir. del 13q en sık görülen kromozomal anomali (%50) olup iyi prognoz göstergesidir. IgVH mutasyonu (ağır zincir mutasyonu) daha iyi prognoz, mutasyon olmayanlar kötü prognoz gösterirler. B. HAIRY CELL (TÜYLÜ HÜCRELİ) LÖSEMİ Hairy cell lösemi kronik lenfoproliferatif bir hastalık olup B lenfosit kökenlidir ve periferik yaymada B lenfositlerin etrafında tüysü çıkıntılar görülmesi nedeni ile bu isimle anılmaktadır. HTLV-II virüsü ile ilişkilendirilmektedir. Pansitopeni + Splenomegali + Kemik iliği aspirasyonunun başarısız olması (fibroza bağlı) klasik triadıdır. Periferik yaymada %85 vakada B lenfositlerde tipik tüysü çıkıntılar görülebilir (Resim 28-2). Kesin tanı kemik iliği biyopsisinin TRAP (tartarat re-zistan asit fosfataz) boyası ile konulur. Flow sitometre de kesin tanı için yeterlidir. CD19, CD20, CD22, CD11c, CD25, CD103, ve FMC7 varlığı tanı koydurucudur. Ayırıcı tanısında düşünülmesi gereken hastalıklar: • Aplastik anemi • Miyelodisplastik sendrom • Miyelofibrozis • Miyelofitizis 342 Tedavi Asemptomatik vakalar tedavi edilmez, semptomatik ve ciddi sitopenisi olan vakalar tedavi edilir. Vakaların %10 'u hiç tedaviye bile ihtiyaç göstermeyebilir. Purin analogları tedavide ilk seçenektir: Kladribin (2Cda) veya Pentostatin Diğerleri: rituximab, alemtuzumab Alternatif: interferon, splenektomi 343 29. LENFOMALAR Lenfomalar lenfositlerden köken alan maliniteler olup genelde lenf nodlarında ortaya çıkarlar. Lenfoid lösemilerle yakınlıkları olsa da lösemik formlarda lenfomalar-daki gibi tümöral oluşumlar gözlenmez. Lenfomalar temel olarak Hodgkin ve non-Hodgkin lenfomalar olmak üzere iki grupta incelenir. Lenfomalar konusunda en son WHO tarafından 2001 yılında bir sınıflama yapılmış olup 43 lenfoma türü içerir ve kabul gören en son sınıflamadır. A. HODGKİN LENFOMA Hodgkin hastalığı olarak da bilinir. Bir lenf nodundan diğer lenf noduna düzenli bir şekilde yayılım gösteren bir lenfoma türüdür. Karakteristik özelliği tutulan lenf nodunda çift nükleus içeren büyük B lenfositler görülmesidir: Reed Sternberg hücresi olarak adlandırılırlar. Diğer kanser türlerinden farklı olarak bimodal yaş dağılımı gösterir: 20 ve 50 yaş civarlarında sık görülür. Epstein-Barr virüsü (EBV) ile HL'nın birlikteliğini destekleyen veriler mevcuttur. Hodgkin lenfoma yüksek sosyoekonomik düzey, yüksek eğitimli, küçük aile topluluklarında daha sık görülmektedir. Ayrıca aynı aile bireyleri arasında daha sık görülmesi de genetik yatkınlığı düşündürmektedir. Semptom ve Bulgular Lenfadenopati (bir veya birden fazla ağrısız): vakalar %90 LAP nedeni ile başvururlar, en sık servikal bölgedeki büyüme ile gelirler, Hodgkin lenfoma bir sonraki lenf düğümü bölgesine aşama aşama yayılır. Genellikle gidiş şekli boyundan mediastene, çölyak lenf düğümlerine, buradan da dalak, karaciğer ve kemik iliğine doğrudur. Hastalık çoğunlukla supradiyafragmatik LN'larından başlar. Tek başına infradiyafragmatik hastalık ise %10-20 olguda söz konusudur. Olguların %50-60'ında mediastinal LAP vardır. Hodgkin lenfomada diffüz hematojen yayılımdan önceki son aşama dalak tutulumudur. Bu nedenle karaciğer tutulumu varsa dalak da mutlaka tutulmuştur. Splenomegali %30 oranında görülür; hepatomegali nadirdir. Alkol tüketimi ile lenf nodlarında ağrı olabilir Sistemik semptomlar (%30)(B semptomları) halsizlik, gece terlemesi, kilo kaybı, ateş, kaşıntıdır. 5-7 günde bir yüksek ateş olabilir, buna Pel-Epstein ateşi denir. Mediastinal LAP nedeni ile superior vena kava sendromu gelişebilir Paraneoplastik sendromlar (nadir) • Progressif multifokal lökoensefalopati • Subakut serebellar dejenerasyon • Nekrotizan miyelopati • Subakut duyusal ve motor nöropati • Guillain-Barre sendromu Periferik yaymada normokrom normositer anemi, eozi-nofili (kaşıntısı olan hastalarda), lökomoid reaksiyon ve lenfopeni (ileri evrede) saptanabilir. Sedimantasyon, CRP artışı, alkalen fosfataz ve LDH yüksekliği olur. Bazen Coomb's pozitif hemolitik anemi, ITP gibi immünolojik bozukluklar gelişebilir Tanı: Kesin tanı lenf bezi biyopsisi ile konulur (eksizyo-nel veya tüm lenf nodunun çıkarılması tercih edilir, iğne biyopsisi tercih edilmez). Klinik Evreleme Hodgkin lenfomada prognoz ve tedavi seçimini etkileyen en önemli parametrelerden biri klinik evredir. Servikal, toraks, batın ve pelvik BT ile tüm vücut lenf nod-ları taranır; bu amaç için PET scan yöntemi de kullanılır. Kemik iliği aspirasyonu ve biyopsisi mutlaka yapılır. Tutulan lenf nodu bölgeleri ve ilik biyopsisi sonucuna göre kesin evreleme yapılır. Ann-Arbor evreleme sistemi kullanılır (Tablo 29-3). Hodgkin lenfoma temel olarak erken ve ileri evre olmak üzere iki grupta incelenir. Erken evre Hodgkin lenfoma diyafragmanın bir tarafına sınırlı lenf nodu tutulumu, Ann Arbor evre I veya II ve B semptomu olmayan asemptomatik olgulardan oluşmaktadır. İleri evre hastalık ise B semptomları, "bulky" hastalık (10 cm veya üzeri) veya evre III veya IV hastaları içermektedir. 344 Tablo 29-1. Hodgkin hastalığının histolojik sınıflaması Nodüler sklerozan (%40-80) • • Sıklıkla laküner tip RS hücreleri, arada diagnostik • RS hücreleri saptanır • Arka planda T lenfosit, eozinofil makrofaj ve plazma hücre infiltrasyonu bulunur • Lenf düğümleri fibröz bantlar ile nodüllere bölünür Genç erişkin saptanır • RS hücreleri CD15 (+), CD30 (+),EBV (-) • Kadın = Erkek • Çok sayıda mononükleer ve diagnostik • • RS hücreleri saptanır Arka planda T lenfosit, eozinofil, makrofaj ve • plazma hücre infiltrasyonu bulunur • Tanıda olgularının %50'den fazlası stage 3 ve 4 • Mikst selüler (% 20-40) • Lenfositten zengin (%2-10) Lenfositten fakir (% 2-15) Lenfositten baskın • RS hücreleri CD15 (+), CD30 (+), %70 olguda EBV (+) • Çok sayıda mononükleer hücreleri saptanır • Arka planda T lenfosit hücre infiltrasyonu bulunur • RS hücreleri CD15 (+), CD30 (+), %40 olguda EBV (+) ve diagnostik RS • Tanı anında sıklıkla stage 1 ve 2'dir Sıklıkla saptanır mediasten yaş tutulumu grubunda E>K Bifazik yaş grubu (genç erişkin ve 55 yaş üstü erişkinlerde) Nadir izlenir. • E>K • Sıklıkla yaşlı kişilerde izlenir. • Nadir izlenir. • Retiküler varyant, sıklıkla diagnostik • RS hücreleri izlenir ve yama tarzı reaktif hücreler • bulunur Sıklıkla yaşlı erkeklerde ve HİV pozitif kişilerde izlenir. • Difüz fibroz varyant, hiposelüler fibriller zeminde • dağınık halde diagnostik Olgular tanı anında ileri evrededir. • RS hücreleri ve az sayıda reaktif hücreler • RS hücreleri CDI5 (+), CD30 (+), Sıklıkla EBV (+) • Sıklıkla LH (patlamış sınır) tipi RS hücreleri • Arka planda foliküler dendritik hücreler ve reaktif B • hücre infiltrasyonu bulunur • Genç erkeklerde servikal aksiller lenfadenopati • RS hücreleri CD20(+), CDI5 (-), CD30(-), EBV (-) Mediastinal • Nadir izlenir. veya Tablo 29-2. Hodgkin evrelemesi Evre Tutulum I Tek lenf nodu IE Tek ekstralenfatik organ II İki veya fazla lenf nodu diyaframın aynı tarafında IIE Ekstralenfatik bölge ile lokalize III Lenf nodlan diyaframın üstünde ve altında IIIE Ekstralenfatik bölge ile lokalize IIIS İzole splenik bölge IIISE Ekstralenfatik ve splenik bölgeler IV Bir veya fazla ekstralenfatik bölgenin disemine veya difüz tutulumu 345 Tablo 29-3. Ann-Arrbor evrelemesi Evre I Tek bir lenf nodu bölgesi veya ekstralenfatik doku (IE) Evre II Diyaframın aynı tarafında iki veya daha fazla lenf nodu bölgesi Lenf nodu ve tek bir ekstralenfatik bölgenin lokalize tutulumu (IIE) Evre III Diyaframın iki tarafında da birden fazla lenf nodu bölgesi, dalak tutulumu olabilir (IIIS), sınırlı ekstralenfatik tutulum olabilir (IIIE) Evre IV Bir veya daha fazla ekstralenfatik organın yaygın tutulumu (lenf nodu tutulumu var veya yok) Tablo 29-4. Kötü Prognostik Faktörler (internasyonel) • Yaş > 4 • Evre IV hastalık • Hemoglobin < 10.5g/dL • Erkek cinsiyet • Albumin < 4.0g/dL • Lökositoz > 15,000/ L Tedavi Hodgkin radyosensitif bir tümördür, IA ve IIA (A siste-mik semptomun olmadığını gösterir) radyoterapi ile tedavi edilebilir. Altın standart tedavi kemoterapidir: ABVD veya BEACOPP tedavisi uygulanır. ABVD (en sık tercih edilendir): Adriamisin-Bleomisin-Vinblastin-Dakarbazin BEACOPP: Bleomisin, Etoposit, Adriamisin, Siklofosfa-mit, Vinkristin, Prokarbazin, Prednizon COPP: Siklofosfamit, Vinkristin, Prokarbazin, Prednizon Kemoterapi radyoterapi ile kombine edilebilir. B. NON-HODGKIN LENFOMA (NHL) Lenf nodlarından köken almakla birlikte Hodgkin lenfo-madan farklı olarak her organı (beyin, akciğerler, mide, cilt) tutabilme özelliğine sahip lenfoma türüdür. En sık klinik prezentasyon lenfadenopatidir; ateş, gece terlemesi, kilo kaybı, halsizlik gibi sistemik semptomlar yapabilir. Kemik iliği tutulumu Hodgkin'e göre daha sıktır. Tablo 29-5. Non-Hodgkin Lenfomanın Etiyolojisi 346 İnfeksiyöz ajanlar EBV HTLV-1 HHV-8 (Castelman lenfoması) HCV (lenfoplazmositer lenfoma) Helicobacter pylori (gastrik MALT lenfoma) İmmün bozukluklar Değişken immün yetersizlik Wİskott - Aldrich sendromu Ataksi - telanjiektazi X 'e bağlı lenfoproliferatif hast Solid organ nakli NHL sıklığının arttığı diğer hastalıklar AIDS hastalığı Romatoid artrit Sjögren sendromu Hashimoto tiroiditi Çölyak hastalık Çevresel faktörler Böcek ilaçları Saç boyası Ultraviole ışık İlaçlar Difenilhidantoin İmmünsupresif ajanlar Genetik değişiklikler: t(14:18) en sık görülendir: folliküler lenfoma, t(11:14): mantle lenfoma Tablo 29-6. Real/WHO Sınıflaması 347 B-Hücreli Neoplazmlar I. Prekürsör B-hücreli neoplazmlar: prekürsör B-akut lenfoblastik lösemi/lenfoblastik lenfoma II. Periferal B-hücreli neoplazmlar A. B-hücreli kronik lenfositik lösemi/küçük lenfositik lösemi B. B-hücreli prolenfositik lösemi C. Lenfoplasmositik lenfoma/immunositoma D. Mantle hücreli lenfoma E. Foliküler lenfoma F. Extranodal marjinal zon B-hücreli lenfoma-maltoma tipi G. Nodal marjinal zon B-hücreli lenfoma H. Splenik marjinal zon lenfoma I. Hairy cell lösemi J. Plasmositoma/ plasma hücreli miyeloma K. Diffüz büyük hücreli lenfoma L. Burkit lenfoma T-Hücreli ve Natürel katil hücreli neoplazmlar I. Prekürsör T-hücreli neoplazmlar: prekürsör T-akut lenfoblastik lösemi/lenfoblastik lenfoma II. Periferal T-hücreli ve Natürel Killer hücreli neoplazmlar A. T-hücreli kronik lenfositik lösemi/ prolenfositik lösemi B. T hücreli granüler lenfositik lösemi C. Mycosis fungoides (cilt lenfoması)/Sezary sendromu (MF'nin lösemik formu) D. Periferal T hücreli lenfoma, E. Hepatosplenik gamma/delta T-hücreli lenfoma F. Subkutanöz pannikülit benzeri T-hücreli lenfoma G. Anjioimmünoblastik T-hücreli lenfoma H. Ekstranodal T-/NK hücreli lenfoma, nazal tip I. Enteropati tipi intestinal T-hücreli lenfoma J. Erişkin T-hücreli lenfoma / lösemi (HTLV 1+) K. Anaplastik büyük hücreli lenfoma, primer sistemik tip L. Anaplastik büyük hücreli lenfoma, primer kutanöz tip II. Agresif NK-hücreli lösemi Tablo 29-7. Real Sınıflaması 348 Indolent Lenfomalar (Yavaş seyirli) A. Foliküler lenfoma B. Kronik Lenfositik lenfoma / small lenfositik lenfoma C. Lenfoplasmositik lenfoma D. Extranodal marjinal zon B-hücreli lenfoma-Maltoma E. Nodal marjinal zon B-hücreli lenfoma F. Splenik marjinal zon lenfoma G. Hairy cell lösemi H. Mycosis fungoides/Sezary sendromu (CD4+) I. T hücreli granüler lenfositik lösemi J. Anaplastik büyük hücreli lenfoma, primer kutanöz tip Agresif Lenfomalar A. Diffüz büyük b hücreli lenfoma (en sık görülen NHL tipi) B. Burkitt lenfoma C. Prekürsör B- veya T-cell lenfoblastik lenfoma / lösemi D. Primer santral sinir sistemi lenfoması E. Erişkin T-cell lösemi / lenfoma F. Mantle hücreli lenfoma G. Polimorfik post-transplantasyon lenfoproliferatif hastalık H. AIDS e bağlı lenfoma I. Gerçek histiositik lenfoma J. Primer efüzyon lenfoması K. Agressif NK hücreli lösemi/ blastik NK hücreli lenfoma L. B ve T hücreli prolenfositik lösemi YAVAŞ SEYİRLİ (INDOLENT) LENFOMA Foliküler lenfoma tüm NHL ların %20 sini, indolent lenfomaların %70 ini oluşturur. İleri evreye rağmen yavaş seyirli olmaları nedeniyle medyan sağkalım 8-12 yıl arasındadır. T(14:18) ve bcl-2 önemli sitogenetik anormallilerdir. Lenfoplazmositik lenfoma genelde Ig-M tipi monoklonal serum paraproteini ile birliktedir. Çoğunda kemik iliği, lenf nodu ve splenik tutulum ve bazı hastalarda hiperviskozite sendromu mevcuttur. Kronik HCV enfeksiyonu zemininde en sık gelişen lenfoma türüdür. Waldenstrom makro globülinemisinin doku tutulumu olarak da adlandırılır. Marjinal zon lenfomaları önceden diffüz küçük lenfositik lenfomalar arasında sayılırdı. Marjinal zon lenfomalari nodlari tuttuğunda monositoid B-cell lenfoma olarak ve ekstranodal bölgeleri (GIS, tiroid, akciğer, meme, cilt) tuttuğunda 'mucosa-associated lymphatic tissue' (MALT) lenfoması olarak adlandırılır. MALT lenfoma en sık ekstranodal yerleşimli lenfoma tipidir. Hastaların çoğunda ekstranodal tutulum (en sık mide) mevcuttur. Lokalize gastrik tutulumlu hastaların % 50 sinde helikobakter pilori enfeksiyon tedavisi ile birlikte 3 ay sonraki endoskopik muayene ile birlikte gerileme görülmektedir. Lenf nodu, kemik iliği ve kana dissemine olduklarında diğer düşük dereceli lenfomalar gibi davranırlar. Abdominal Akdeniz lenfoması, ağır zincir hastaligi ve immunoproliferatif ince barsak hastaligi (IPSID) muhtemelen MALT lenfomasinin diğer versiyonlaridir ve erken evrede antibiyotiklere cevap verirler. Splenik marjinal zon lenfomasi masif splenomegali, kemik iliği ve periferik kan tutulumu ile birlikte olan indolent lenfomalardandır. Splenektomi uzun remisyon-la sonuçlanabilir. Tedavi diğer düşük dereceli lenfomalar gibidir. Primer kutanöz anaplastik large cell lenfoma eks-trakutanöz yayılımı olmayan ve önceden lenfoprolifera-tif hastalığın bulunmadığı olgulardır. Spontan regrese olabilen, progrese olduğunda agresif doksorubisin temelli tedavi gerektiren bir hastalıktır. Lokalize hastalıkta genelde radyoterapi uygulanır. AGRESİF NHL Diffüz büyük B-hücreli lenfoma yeni tani alan NHL larin % 30 unu teşkil etmektedir (en sık görülen histolojik tip). Hastaların çoğu hızlı büyüyen kitle ve B semp-tomlari ile başvurur. Anaplastik büyük hücreli lenfomalar karsinomlarla karıştırabilirler. Bu lenfomalar genelde T hücre orijinlidirler 349 ve özellikle deri olmak üzere ekstranodal tutulumla birliktedir. Ekstranodal NK/T-hücreli lenfoma (nazal tip) özellikle nasal ve paranasal sinus bölgesinde olmak üzere ekstranodal yayılımlı ekstensif nekroz ve anjioinvazyon ile karakterizedir. Enteropati tipi intestinal T-cell lenfoma glüten sen-sitif enteropati ile birlikte olup ince bağırsakları tutar. Mantle hücreli lenfoma (CD5+) lenf nodlarında, dalakta, kemik iliğinde kanda ve bazen de gastrointesti-nal sistemde bulunur (lenfomatöz polipozis). T(11:14) mantle cell lenfomada görülen sitogenetik problemdir. Lenfoblastik lenfoma (Precursor T-cell) NHL'ların çok agresif bir tipidir. Genelde gençlerde görülür. Geniş mediastinal kitle ile birlikte olup kemik iliği ve BOSa yayılma eğilimli vardır. Burkitt lenfoma genelde gençlerde görülür, pediatrik NHL'ların çoğunu teşkil eder. Tedavisi ileri evre agresif lenfomalarda kullanılan çok ilaçlı rejimlerdir. Bulky abdominal hastalık ve yüksek serum laktat dehidrogenaz kötü prognostik faktörler olarak değerlendirilir. Burkitt lenfomalarda yaşam boyu BOS tutulumu riski (% 20-30) vardır. Primer effuzyon lenfomasi plevral, perikardial ve abdominal kavitelerde tanımlanabilen tümör kitlesi olmadan bulunmaktadır. Hastalar genelde HIV (+)'tir. Prog-noz kötüdür. NHL Evreleme Hodgkin lenfomadakine benzer; Ann-Arborr evreleme sistemi kullanılır. Prognostik Faktörler Agresif NHL da genel sağkalımı etkileyen 5 önemli prognostik faktör tanımlanmıştır: • Yaş (60 yaş üzeri) • Serum LDH seviyesi • Performans statüsü (2-4) • Evresi (3-4) • Eksranodal tutulan bölge sayısı (1 den fazla) ise kötü prognoz. İki veya daha fazla risk faktörü olanlar % 50 den daha az 5 yıllık hastalıksız ve genel sağkalıma sahiptir. Tedavi: NHL de tedavi tümörün derecesine göre değişir; indolent (düşük derece) veya agresif (yüksek derece). İndolent erken evre: Sadece radyoterapi, veya radyoterapi + kemoterapi uygulanabilir. İndolent ileri evre: Fludarabin veya COPP veya CMOPP veya CHOP kemoterapileri, Rituximab Agresif tip erken evre: CHOP + radyoterapi Agresif tip ileri evre: CHOP + rituksimab Otolog veya allojenik kemik iliği nakli C. CASTELMAN HASTALIĞI Lenfoid dokularda B hücre ve plazma hücrelerinin aşırı çoğalması sonucu lenfoid dokuların büyümesi ile karakterize lenfoma benzeri bir hastalıktır; anjiyofo-liküler hiperplazi olarak da adlandırılır. IL-6 artışı ve HHV-8 enfeksiyonu muhtemel etiyolojik sebepler arasında gösterilmektedir. Castelman hastalığı lenfoma veya Kaposi sarkomuna progrese olabilir. Steroid + cerrahi eksizyon tedavide oldukça etkilidir. 350 BÖLÜM: 5 GASTROİNTESTİNAL SİSTEM HASTALIKLARI GASTROİNTESTİNAL SİSTEM HASTALIKLARINDA ANAMNEZ VE FİZİK MUAYENE A. İNSPEKSİYON Karın solunuma katılımı Normalde inspirium sırasında karın şişer. Periton irri-tasyonu olan hastalarda derin nefes alınsa bile, ağrı nedeni ile karın solunuma katılamaz, ya da çok az katılır. Karın çöküklüğü Kaşekside ve ağır dehidratasyonda karın çöküktür. Karın şişliği Karın şişliğinin dört temel nedeni vardır; 1) Şişmanlık 2) Periton boşluğunda sıvı toplanması (asit) 3) Karında gaz birikimi (distansiyon) 4) Karında kitle Perküsyon ve palpasyonu dört durumun birbirinden ayrılmasını sağlar. Şişmanlıkta vücudun diğer bölgelerinde de deri yağı kalınlığı artmıştır. Şişmanlığa bağlı karın şişliğinde karın derisinde strialar görülebilir. Bu durum Cushing sendromunda da vardır (Bilindiği gibi onlar da şişmandır). Striaların nedeni kortizol fazlalığının oluşturduğu karın derisi proteinlerindeki azalmaya bağlıdır. ASİT Peritonun günde 900mL sıvı reabsorbsiyon kapasitesi vardır, bunu aşan miktarlarda sıvı oluşursa birikime uğrar; buna asit denir. Perküsyonda matite artmıştır. Tablo 1-1. Asit nedenleri • Kronik peritonitler (Tbc peritonit gibi). • Karın içi tümörlerinin peritona dağılması (peritonitis carsinomatosa) • Karaciğer sirozuna bağlı asit: Onkotik basıncın azalması (hipoalbuminemi), portal hipertansiyonun oluşturduğu hidrostatik basınç artışı ve karaciğer lenfa dolaşımının güçleşmesi sonucunda oluşur. • Konjestif kalp yetersizliği: Asit hidrostatik basınç artışına bağlıdır. • Nefrotik sendroma bağlı ödem: Asit onkotik basınç artışına bağlıdır. • Hipoproteinemi Asit sıvısının bağlı ya da serbest olup olmadığını anlamak için 'Sensasyon de flu'ya bakılır. Karındaki sıvının hasta sırtüstü yatarken karnın bir tarafına fiske ile vururken diğer taraftan sıvının dalgalanmasının hissedilmesidir. Burada bir kişi karnın orta sına elini dik olarak koyar (Resim 1-1). 351 Balotman: Asiti olan hastalarda bir eli kitle şüphe edilen yerin arkasına tutarken, diğer elinin parmak uçları ile 2-3 cm'lik derinlik oluşturacak şekilde sert vurular yapar. Kitlenin arkaya gidip gelmesi sonucu balotman hissedilir. KARINDA GAZ BİRİKİMİ (DİSTANSİYON) Karında gaz ileus, aşırı gaz yutma ve hazımsızlık sonucu oluşur. Peritonit ve paralitik ileusta, barsaklarda motilite kaybı olur ile aşırı gaz artışı ile birlikte distansiyon meydana gelir. Gazlı bir karında perküsyonla sonorite artmıştır. Mekanik ileusta bağırsak sesleri armış iken paralitik ileusta tam tersine azalmıştır. KARINDA KİTLE Perküsyonla büyüyen organın bulunduğu anatomik bölgede matite artmıştır. Kitle artışına başlıca örnekler hepatosplenomegali, Wilms tümörü, nöroblastom, len-fomalar, embriyonal rabdomiyosarkom, over kistleri/tümörleri, barsak duplikasyonları, KC tümörleri, pankreas kistleri, retroperitoneal sarkomlar, teratomlar, hidronefroz ve polikistik böbrektir. KARINDA YEREL ŞİŞLİKLER Karaciğerin, dalağın ve mesanenin çok büyüdüğü durumlarda karın şişliği lokaldir. Karın muayenesiende retroperitoneal bir organ olduğu için böbrekler ele gelmez (bazı bebeklerde ele gelebilir). Fakat böbrek büyümelerinde de (hidronefroz, tümör, kist vb) lokal şişlik ele gelir. Karın venleri Karın şişliği, kalp yetersizliği, peritonit, portal hipertansiyon ve venöz obstrüksiyonlarda yüzeyel karın venleri genişler ve gözle rahat izlenir. Normalde göbeğin altındaki venler yukardan aşağıya, üstündekiler aşağıdan yukarı doğru dolarlar. Vena Cava inferior tıkanıklığında ve portal hipertansiyonda venler alttan yukarı dolarlar ve kollateraller göbekten etrafa yayılır. Kollaterallerin oluşturduğu yumağa kaput meduza denir. Spider nevus ise kronik karaciğer hastalıklarında görülen örümcek şeklinde arterio-venöz fistüllerdir; ortasına basıldığında dallanmaları solar. 352 Karında döküntüler Karında peteşi, ekimoz ve deri döküntüleri (tifodaki gül lekeleri gibi) görülebilir. B. PALPASYON İyi bir karın muayenesi için hastanın sırt üstü yatmış olması ve bacaklarının hafif fleksiyonda olması gerekir. Rektal tuşe karın muayenesinin ayrılmaz bir parçasıdır. Rektal tuşe için en uygun pozisyon hastanın yan yatması, kalça ve dizlerin fleksiyonda olmasıdır (Sims pozisyonu). Karın muayenelerinin en önemli bölümü karın duvarının çeşitli bölgelerinin palpasyonudur. Karın meme başlarından aşağı inen iki dikey çizginin alt kostanın en altından ve spina iliacalardan geçen 2 yatay çizgiyi kesmesiyle dokuz kadrana ayrılır. Kadranlar kenarlarda üstten aşağı doğru sağ ve sol hipokondrium, lumbal ve inguinal bölgeler olmak ve ortada epigastrik umblikal ve suprapubik bölgelerdir. Hekimin elleri soğuk olmamalı, hastanın dizleri fleksiyonda ve başının altında yastık varken daha rahat muayene edilir. Sol inguinal bölgeden başlanarak her anatomik bölge sistemik şekilde palpe edilir. Önce yüzeyel palpasyon yapılır. Parmaklar karına paralel tutularken iç kısımları ile karına bastırılır. Hastanın yüz ifadesi değişirse yani hassasiyet varsa o bölgede karın duvarının, peritonun ve organların enfla-masyonu düşünülür. Karında bir kitle olup olmadığı derin palpasyonla anlaşılır. Bir kitle ele gelirse bunun büyüklüğü, kıvamı, mobil olup olmadığı, hassas olup olmadığı ve nabazan verip vermediğine bakılır. İnvajinasyonlu hastalarda karında sucuk şeklinde kitle ele gelir. Asitli karında büyüyen bir organın ele gelmesi güçtür. Bu durumda parmak uçları ile karın üzerine basınçlı bir şekilde vurulur. Bu darbe sırasında darbenini altındaki bölgede bir organamegali varsa o organ vuruş istikametinde ters yöne gider. Daha sonra bütün sıvıya yayılan basınç dolayısıyla dibe vuran kitle ters istikamette parmak uçlarınıza çarpar. Buna buz belirtisi , "sign de glaçon" denir. 353 KARACİĞER PALPASYONU Parmakların karnın içine doğru dik olarak batırılma-malıdır, bu kas sertleşmesine yol açar ve palpasyonu güçleştirir. Sağlak kimseler, palpasyon sırasında, daima hastanın sağında durmalı ve sağ eli kullanmalıdır. Karaciğer palpasyonunda el önce sağ iliak çukura parmak uçları sol koltuk altına doğru bakacak şekilde yerleştirilir. Bu sırada hastaya ağzından rahat rahat soluk alıp vermesi söylenir. Palpasyona parmak uçları yukarı bakacak şekilde, sağ alt kadrandan başlanır. Hastaya nefes alıp vermesi söylenir. Hasta nefes verirken el biraz daha yukarı çıkarılır. Hasta inspiryum sırasında iken el sabit tutulur, İnspirasyon sırasında diyafragmanın hareketi ile karaciğer aşağı doğru ineceğinden karaciğerin kenarı ele çarpacaktır. Kaburganın alt kenarına kadar gelinir. Eğer karaciğer kosta kenarını geçmişse, mediklaviküler hat üzerinde kaç santim geçtiği kaydedilir. Karaciğerin alt kenarı kosta yayını aşmışsa, klavikula ortası çizgi üzerinde, kaburga yayını kaç santimetre geçtiği saptanır; kalınlıkları farklı olduğundan parmak hesabı yapılmaz. Erişkinde karaciğer kosta kenarını geçmez. Karaciğerin üst sınırı da tayin edilmelidir aksi halde sarkma durumunu anlayamayız. Üst kenar perküsyon ile saptanır. Midklavikuler çizgide yukarıdan aşağıya, kosta aralıklarına perküsyon yapılır. Submatite 4. ya da 5. aralıkta mutlak matite ise 6. aralıkta başlar. Bebeklerde üst sınır tayini güvenilir değildir. Bundan sonra karaciğer kenarının ince mi künt mü olduğu; karaciğerin hassas olup olmadığı; üzerinin düz mü, pürtüklü mü, yoksa lobüle mi olduğu kıvamı (yumuşak, orta sertlikte, sert çok sert gibi) araştırılır ve kaydedilir. Bazen hastayı rahat kavramak için sol el de hastanın lomber bölgesine yerleştirilebilir. Bazen çok şişman ya da karın duvarı kasları çok gelişmiş kimselerde, ya da karnını çok kasan hastalarda (özellikle çocuklar) karaciğer palpasyonu güç olabilir. O zaman karaciğerin büyük olup olmadığını anlamak için USG çekilebilir. 354 Karaciğerin alt kenarı palpe edilince daima üst kenarı da tespit edilmelidir. Çünkü karaciğerin üst kenarının tespiti için perküsyon yapılır. Sağ hemitoraksta medioklaviküler çizgide kosta aralıklarında perküsyon yapılır. Submatitenin başladığı yer karaciğerin üst kenarını gösterir. Normalde karaciğerin submatitesi, medioklaviküler çizgi üzerinde 4. veya 5. interkostal aralıkta başlar; mutlak matite ise 6. aralıktadır. HEPATOMEGALİ NEDENLERİ I. II. Yalancı Hepatomegali (Karaciğer palpe ediliyor ama büyük değil) 1) Diafragmanın aşağı doğru inişi (anfizem, bronşial astım vb) 2) Subfrenik apse 3) Karaciğerde aberan lob (Riedel lobu) 4) Karın kaslarının zayıflığı (kosta altında karaciğer palpe edilebilir) Gerçek Hepatomegali 1) Konsejtif hepatomegali (Konjestif kalp yetersizliği, konstriktif perikadit, vena hepatika'ların trombozu) 2) Safra yollarının trombozu 3) Enftratif hepatomegaliler 4) • Karaciğerin kemik iliği hücreleri, retiküloendotelyal hücreler ile enfiltrasyonu (ekstramedüller hemopoez, lösemiler, lenfomalar) • Yağlı Enfiltrasyonlar (yağlı karaciğer, sfingolipidozlar) • Karbonhidratla enfiltrasyon • Amiloid ile enfiltrasyon • Demir birikmesi ( hemokromatoz'lar) İltihabi hastalıklar • Hepatitler (viral ya da ilaçlara bağlı) • Granulomatöz enfiltrasyon (tüberküloz, sarkoidoz) 5) Siroz (son dönemlerde karaciğer büzüşür ve küçülür) 6) Primer veya metastatik tümörler 7) Kistler (polikistik hastalık, hidatik kist ve konjenital karaciğer fibrozu) DALAK PALPASYONU Paplpasyona parmak uçları yukarı bakacak şekilde, sol alt kadrandan başlanır. Hastanın her ekspiryumunda el biraz daha yukarı çıkarılır. Kosta kenarını geçmişse, mediklavikû'ler hat üzerinde kaç santim geçtiği kaydedilir. Ön koltuk çizgisi, sol meme başından geçen yatay çizgi ve kosta yayının oluşturduğu bölgeye traube alanı denir. Burada midenin fundusu olduğu için per-küsyonda timpan ses verir (Traube açık). Dalak buraya doğru büyümüşse timpan ses matlaşır (Traube kapalı). Plörezi, perikardit ve kolon tümörleri de Trau-be'yi kapatabilir. 355 Ağrının değerlendirilmesi Önce yüzeyel palpasyon yapılır. Parmaklar karına paralel tutularken iç kısımları ile karına bastırılır. Hastanın yüz ifadesi değişirse yani hassasiyet varsa o bölgede karın duvarının, peritonun ve organların enflamasyonu düşünülür. Pnömoni, allerjik hastalıklar, parazitoz, ÜSYE, romatiz-mal ateş, gastroenteritler, idrar yolu enfeksiyonu, diabetik ketoasidoz, orak hücreli anemi, lösemi, kızamık, tüberküloz, pankreatit, a. mesenterica tıkanmaları, peritonit ve diğer enfeksiyonlarda karın ağrısı lokalize değil, yaygındır. Renal kolikte ağrı olmasına rağmen genellikle defans yoktur. Ağrı bele ve uyluğa doğru yayılır. Akut kolesistit ve safra koliğinde ağrı genellikle epgastriumdan başlar, derin palpasyonda burası hassastır (Murphy belirtisi). Ağrı daha sonra sağ hipokondriuma lokalize olurve sağ skapula ve omuza yayılır. Hassasiyet (direkt-indirekt) ve kitle varlığını belirlemede palpasyon önemlidir. Palpasyona ağrıya en uzak noktadan başlanmalıdır. İstemsiz defans (tahta karın) varlığının saptanması akut karın sendromunu en önemli bulgusudur. Sağ üst kadranda hassasiyet hepatit, kolesistit, sağ piyelonefrit, sağ alt pnömoni ve hepatomegali nedenlere bağlı olabilir. Sol üst kadranda hassasiyet dalak rüptürü, splenomegali nedeni ile (bakteriyel endokardit, polistemi, lösemi, orak hücreli anemi, malarya) olabilir. Üretral taşlarda Sağ veya sol üst kadranda kıvrandırır tarzda ağrı olabilir. Epigastrik bölgede hassasiyet peptik ulkus, gastriti düşündürmelidir. Apandisit başlangıcında görülebilir. Sağ alt kadranda ağrı en çok apandisitte meydana gelir. Ayrıca ürete taşı, idrar yolu enfeksiyonu, over-testis torsiyonu, salpenjit, gastroenterit, meckel diver-tiküli ve fekal obstrüksiyonlarda karın alt kadranında hassasiyet meydana gelir. Karın duvarına parmak uçları ile bastırılıp, aniden geriye çekilirse, bastırılan yerde geçici ağrı olmasına direkt "rebound" hassasiyet denir. İndirekt rebound hassasiyeti ise karında başka bir bölgenin bastırılması ve elin aniden çekilmesi sonucu ağrının ilk olarak hassasiyet alınan yerde duyulmasına denir. Apandisit: Klasik klinik tabloda erken devrede epigastrik ağrı, bulantı ve kusma görülür. Ağrı daha sonra sağ alt kadrana lokalize olur. Palpasyonla göbek ile sağ krista iliaka anterioru birleştiren hattın 1/3 kısmındaki Mc Burney noktasında hassasiyet, direkt ve indirekt rebound alınır. Apandisitli çocuklar topallayarak yürür, sağ kalça hiperekstansiyona getirilirse ve zıplamaları istenirse sağ alt kadranda ağrı olur. C. PERKÜSYON Perküsyon ile karın içi sıvı veya distansiyon varlığı ayırt edilebilir. Normalde karında timpan bir ses alınır. Perüsyon ksifoid hizasından başlanarak ışınsal bir şekilde önce pubise, daha sonra da sağ ve sol spina iliaca ant. Suplara kadar yapılır. Karında serbest sıvı varsa matite alanının açıklğı yukarı bakar. Gebelik, tümörler (mesane, ovaryum, uterus vb) ve globe vesicale' de matite alanının açıklığı aşağı bakar Karında sıvı varsa ya da organ büyümesi varsa timpan ses mat sese dönüşür. Perforasyon nedeni ile diyafragma alında hava birikti ise karaciğer matitesi kaybolur. Perküsyonda ağrının artması ön planda periton irritas-yonunu düşündürmelidir. Balotman: Asiti olan hastalarda bir eli kitle şüphe edilen yerin arkasına tutarken, diğer elin parmak uçları ile 2-3 cm'lik derinlik oluşturacak şekilde sert vurular yapılır. Kitlenin arkaya gidip gelmesi sonucu balotman hissedilir. Böbrek kitleleri: En sık Wilms tümörü ve ikinci sıklıkta nöroblastom görülür. Wilms tümörü orta hattı geçmeyen, sert, düzgün yüzeyli kitle olarak ele gelirken, nöroblastom orta hattı geçen, yumuşak, yüzeyi düzensiz kitle olarak ele gelir. Fibrinöz tüberküloz peritonitte karında multipl ümör olarak düşünülen yanıltıcı kitleler palpe edilebilir. Perküsyona sternum altından başlanır ve ışınsal tarzda karnın bütün kadranları perküte edilir. Karında perkû'syon anında matite alınması altta sıvı veya kitleye işaret eder. Asit: Karın boşluğunda sıvı toplanmasına denir. Siroz, nefrotik sendrom, Tbc peritonit, hipoproteinemiler, over tümörleri, kalp yetersizliği ve abdominal drenaj bozukluklarına bağlı olarak gelişebilir. Fazla miktarda sıvı varlığında sırt üstü yatan hastanın karnı kurbağa karnı görünümdedir (Resim 1-1). Sensasyon de flu ise karındaki sıvının hasta sırtüstü yatarken karnın bir tarafına fiske ile vururken diğer taraftan sıvının dalgalanmasının hissedilmesidir. Burada başka bir kişi de karnın orta sına elini dik olarak koyar. 356 D. OSKÜLTASYON: Dakikada 4-5 bağırsak sesi duyulur. AGE, peritonit ve intestinal obstrüksiyonların başında artmıştır. Peritonit ve intestinal obstrüksiyonların sonunda azalır. Ayrıca anestezi almış, paralitik ileus, üremili, hipotiroidilili hastalarda azalmış veya kaybolmuş olabilir. 357 2. GASTROİNTESTİNAL SİSTEM HASTALIKLARININ SEMPTOMLARI A. DİSFAJİ Disfaji, yutma eyleminin zorlanarak yapılmasıdır. Önemli bir semptomdur; çocukluk çağı dışında ön planda habis bir hastalığı düşündürmelidir. Disfaji, yutma eyleminin zorlanarak yapılmasitır. Alar-me edici bir semptomdur. Disfaji tanımlayan hastada yapılacak ilk tetkik özofagus pasaj grafisi olmalıdır. Zira, disfaji bir web ile ilişkili ise endoskopi esnasında yırtılabilir ve tanı atlanır. Disfaji ileri yaşta hemen daima kanser ile ilgilidir. Disfaji Nedenleri a) Orofarengeal disfaji b) Özofageal disfaji Yutma sırasında nasal rejürjitasyon farengeal paralizi, trakeobronşiyal aspirasyon, trakeoözafageal fistülü düşündürür. Aspirasyon yutma işlevinden sonra ortaya çıkıyorsa akalazya, Zenker divertikülü veya GÖRH akla gelmelidir. Seste kalınlaşma ve hıçkırık, malignite bulgusu olabilir. Katı gıda alımı sırasında ortaya çıkan disfaji genellikle mekanik darlık belirtisidir. Mekanik disfaji ilerlediğinde sıvı gıda alımı güçlüğü de eşlik edebilir. Diğer taraftan akalazya ve diffüz özofageal spazm varlığında başlangıçtan beri hem sıvı ve hem de katı gıdalara karşı disfaji vardır. Geçici disfaji atakları inflamatuvar hastalıklarla ilişkili olabilir. Progresif disfaji ve kilo kaybı varlığında malignite düşünülmelidir. Uzun süreli GÖRH öyküsü ve sonrasında disfaji gelişmesi peptik striktür düşündürür. Odinofaji kandida veya herpes özafajitinide görülür. AIDS'li hastada odinofaji kandida, herpes, CMV infeksiyonlarını düşündürür. Tanı aşamasında orofarengeal disfajide videofloroskopik yutma çalışması, özofageal disfajide ise baryum grafi ve gerektiğinde üst GİS endoskopiden faydalanılır. Bazı durumlarda toraks ve üst karın BT, özofageal manometre ve özofageal pH incelemesi gerekebilir Yutma güçlüğünün belirtileri şunlardır (Tablo 2-1). Tablo 2-1. Yutma güçlüğünün belirtileri • Ağızda tükürük artışı • Yiyecek ve içeceklerin boğaza takılması hissi • Boğaz ve göğüste rahatsızlık hissi( Mideden yemek borusuna kaçış var ise - Reflu) • Boğazda yabancı cisim veya parça hissi • Uzamış veya belirgin yutma güçlüğüne bağlı yetersiz beslenme ve kilo kaybı Yutma sırasında kolayca geçmeyen yiyecek parçaları sıvı ve tükürüğe ve bunların akciğerlere aspire edilmesine bağlı olarak gelişen öksürük ve boğulma hissi oluşabilir. Disfajinin çeşitli nedenleri vardır (Tablo 2-2). Tablo 2-2. Disfaji Nedenleri 358 a. Orofaringeal Nedenler Enfeksiyonlar, farenks felci ve kas zayıflığına yol açan hastalıklar, larengiyal enfiltrasyon ile gelişebilir. b. Özofagiyal Nedenler 1) Motor Bozukluklar • Akalazya • Nonspesifik motor bozukluklar ('Nutcracker' özofagus) • Skleroderma (Sistemik skleroz en sık sekonder dismotilite nedenidir) • Chagas hastalığı, • Kronik idiopatik psödoobstrüksiyon, • Gastroözofagiyal Reflü Hastalığı (GÖRH). • Motor nöron hastalığı • Myastenia gravis • Syringomiyeli • Chagas hastalığı • Diffüz özofageal spazm 2) Strüktürel Bozukluklar • Tümörler (selim, habis), • Striktürler (peptik ülser, yanıklar, ilaçlar), • Halka ve cepler • Hiatus hernisi • Özofageal web ve ring • Plummer-Wilson sendromu (özofageal web, demir eksikliği, özofagus karsinomu) • Dıştan bası yapanlar: Akciğer kanserleri, mediastinal kanserler, retrosternal guatr, sol atriyum büyümesi, lenfadenopati, dissekan aort anevrizması • Özofagus (Zenker) divertikülü • Özofagusta kandidiasis • Herpes simpleks özofajiti • Özofagus anomalileri (trakeoözefagiyal fistül) Disfaji tarif eden bir hastada yapılacak ilk tetkik özofa-gus grafisi olmalıdır (Zira Zenker gibi bir divertikül varlığını özofagus grafisi daha iyi ve komplikasyona neden olmadan ortaya koyabilir).Takiben gastroskopi de gerekir. Odinofaji yutma eylemi sırasında ağrının ortaya çıkmasitır. Korozif madde, kapsül şeklinde ilaç yutma (tetrasiklin, doksisiklin) ve herpes, kandida, ve bakteri-yel özofajit nedenlerindendir. B. KUSMA Bulantı, kusma hissinin oluşmasıdır. Kusma ise mide, hatta bağırsak içeriğinin içeriğinin zorlayarak dışarı atılmasıdır. Kusma otonomik sinir sistemi (düz kas) ve çizgili kasların (diyafram ve abdominal kaslar) koordineli aktivasyonu sonucu oluşur. Kusmanın ana fonksiyonu ise, vücuda zararlı maddelerin atılmasıdır. Regûrjitasyon mide, içeriğinin içeriğinin hafif zorlayarak dışarı atılmasıdır. Rüminasyon bir nevi geviş getirmedir. Kusma merkezi medulla oblongatanın lateral retiküler formasyonundadır. Kusma merkezi tükürük salgılama, solunum ve diğer vazomotor merkezlerle yakın komşuluktadır. Bu nedenle kusan hastalarda tükürük salgısı artar, solunum baskılanır, taşikardi ve pupil di-latasyonu olur, gastrik asit salgısı azalır, retroperistaltizm ve duodenal spazm olur. Birçok kusma basittir ve kendiliğinden geçer. Uzun süren kusmalar ciddi elektrolit ve sıvı kaybına yol açar. Aşağıdaki durumlarda kusmaya yol açacak neden araştırılmalı ve tedavi edilmelidir. 359 1. Kusmuğun safra içermesi (Vater ampullasının (duodenumun II. bölümü) distalindeki intestinal bir obstrüksiyonun varlığını gösterir). 2. Kusmuğun projektil olması 3. Kusmanın inatçı olması 4. Kusmukta kan olması 5. Kusmanın kilo kaybına neden olması. Bulantı ve kusmaya yol açan uyarıların değişik afferent (kortikal, visseral, vestibüler ve kemoreseptör triger zon) yolları vardır. a- Kortikal kusmalar Emosyonel cevaplar, stres, korku ve depresyon, bu-lantı-kusma ile sonuçlanabilir. Kan görme, kötü tad, koku da kusmaya neden olabilir. Organik bozukluklardan ağrı, hipotansiyon, migren, vasküler baş ağrısı, hi-poksi ve artmış intrakraniyal basınç kortikal yolla bu-lantı-kusma oluşturur. b- Visseral kusmalar Ana etken, gastrik distansiyona neden olan, gastrik boşalmanın gecikmesidir. Bu olay regürjitasyon ve aspirasyonu kolaylaştırır. • Obstrüksiyonlar: Trakeaözefagiyal fistüller, özefagus darlıkları, pilor stenozu, duodenal atrezi, hiatus hernisi, akalazya, özefagus divertikülleri, ileal atrezi, malrotasyon, volvulus, mekonyum ileusu, Hirschsprung Hastalığı, mekanik ve paralitik ileuslar, selim ve habis tümörler • Akut enflamasyonlar: Akut apandisit, pankreatit, kolesistit vb. • Aerofaji • Gastrik mukozanın irritasyonu: Gastrik asit, aminofilin ve salisilatlar, misinli antibiyotikler, endotoksinler vb. maddelerle Miyokard enfarktüsü ve konjestif kalp yetersizliği • Gastrik boşalmanın gecikmesine yol açan diğer nedenler: narkotik analjezikler, intraabdominal kitleler, artmış intrakranyal basınç, ağrı, anksiyete. c- Vestibüler kusmalar Hareket, otitis media, tümörler, labirint içerisindeki vasküler değişikliklerle gelişen stimuluslar vestibüler sinir yolu ile serebellum ve kemoreseptör triger zona (KTZ) ulaşır. Apomorfin, morfin ve diğer narkotik analjezikler, kar-diyak glikozidler, amfetaminler, ergo türevleri ve nitrojen mustard gibi ilaçlar direkt olarak KTZ'u uyarırlar. Ayrıca çeşitli vitamin eksiklikleri, hipotiroidi, hipoadre-nal yetersizliği (hiperpotasemi), elektrolit dengesizlikleri, iyonize radyasyon ve üremi KTZ'u veya yakın hipo-talamik ve medullar merkezleri etkiler. Gastrointesti-nal veya santral yolun uyarılması kusma merkezinin aktivasyonuna neden olur. Efferent impluslar 5.,7.9.10. ve 12. kraniyal sinirlerle üst gastrointestinal traktusa ulaşır ve spinal sinirler yoluyla diyafram ve abdominal kaslara ulaşır. C. İSHAL Bağırsaklarda sıvı emilimin azalması ve/veya sekresyonun artması sonucu günlük dışkı sayısı ve miktarının artarak sulu bir görünüm almasına ishal denir. Tanımlamadan anlaşılacağı üzere kıvamda bir değişiklik olmadan sadece dışkılarına sayısının artması ishal olarak kabul edilmez. İSHAL OLUŞUM MEKANİZMALARI İshal sırasında bağırsak lümeninde aşırı sıvı birikimi olur. 1. Osmotik İshal Bağırsak lümenindeki osmolarite artışı çeşitli nedenlerden kaynaklanabilir; a. Emilemeyen bir solÜt vardır (örneğin aşırı selülozlu gıdalar) b. Normalde emilen bir solÜt aşırı miktarda olduğu için yeterince emilememektedir (örneğin aşırı şekerli yiyecekler) c. Bağırsak epitelindeki enzimlerin primer eksiklikleri nedeni ile solÜt yeteri kadar emilemez (örneğin primer 360 laktoz entoleransı), Normalde emilebilen bir solÜt miktarı fazla olmamasına rağmen villüs hasarı nedeni (sekonder enzim yetersizliği) ile yeterince emilimemektedir (örneğin virüs ishalleri, kronik ishaller). Osmotik ishaller en çok karbonhidrat malabsorpsiyo-nu sonucu gelişir. Emilemeyen karbonhidratlar kolonda geçer ve burada bakteriyel fermantasyona geçer. Fermatasyon sonucu laktik asit ve kısa zincirli yağ asitleri (propionik asit, asetik asit, bürik asit) gibi asitler ile karbon dioksit, metan ve hidrojen gibi gazlar açığa çıkar. Açığa çıkan H2 miktarı nefesten ölçülerek sekonder laktoz entoleransı tanısına ulaşılabilir. Fermantatif asitler kolonda emilebilir. Fakat kolonun emilim kapasitesi aşılırsa lümendeki osmotik yük artarak sıvı ve elektrolitlerin barsak boşluğuna geçmesine neden olurlar. Şeker malabsorpsiyonu nedeni ile dışkı asidiktir. (pH<5.5) ve indirgeyici maddeler içerir. Redüktan madde pozitiftir. Dışkı sulu ve köpüklüdür. Fermantasyon nedeni ile hasta normalden fazla gaz çıkartır. 2. Sekretuvar ishal Sekretuvar ishallerde barsak duvarına yapışan bakterilerin çıkardıkları enterotoksinler adenil siklaz ya da guanil siklazı aktive ederek hücre içindeki cAMP (kolera ve E. coli Labil Toksini) ya da cGMP (E coli Sta-bil Toksini) düzeylerini arttırırlar (Tablo 2-3). Sonuç olarak klor kapakları uyarılır ve kripta hücrelerinden sıvı ve elektrolit sekresyonu artar. Tablo 2-3. İshal etkenleri Enteroenvazif Bakteriler Enteroadherent Bakteriler Campylobacter jejuni Entero adherent E. Coli E. Coli Virüsler Enteroenvazif (EİEC) Enterohemorajik (EHEC) Salmonella Rotavirüs Yuvarlak küçük virüsler (Norwalk virüsü, Taunton Astrovirus), Shigella (S.dysenteriae, S.Boydii, S.Sonnei) Adenovirüsler Yersinia enterocolitica Coronavirüs Clostrium difficile Aeromonas Mantarlar (C. albicans) Vibrio parahemolyticus Protozoonlar Enterotoksijenik Bakteriler G. lamblia Vibrio cholera Enterotoksijenik E. Coli (ETEC) E. histolitica Cryptosporidium Salmonella Helmintler Stafilococcus aureus Askaryazis B. cereus Enterobius vermicularis Clostrium perfringes (Besin zehirlenmesi) Clostrium botulinium Sekretuvar ishallerdeki sıvı ve elektrolit kaybı osmotik ishallerde göre çok daha fazladır. Dışkıdaki elektrolit düzeyi plasma elektrolitlerinden daha yüksektir. Dışkı tipik tipik olarak pirinç suyu gibidir. Mikroorganizmaların dışındaki bazı etkenler de sekretuvar ishal yaparlar (Tablo 2-4). Tablo 2-4. Mikroorganizmaların dışındaki sekretuvar ishal nedenleri • Peptid hormonlar (örneğin ViPoma'da görülen vazoaktif intestinal polipeptid) • Enteropatojen virüsler • Safra asitleri (ileal rezeksiyon sonrası) • Bazı ilaçlar (katartikler, prostaglandinler), • Villöz adenomlar • Mikroskopik kolit: Erişkinde görülen sekretuvar ishallerin % 5 kadarını mikroskopik kolitler (kollajenöz veya lenfositik kolitler) oluşturur. Kadınlarda 10 kat sıktır ve daha çok 60 yaş üzerinde görülür. 361 1- Enteroinvazyonla gelişen ishaller Mukozada bakteriler (Shigella, Salmonella, Yersinia, vb.), ülseratif kolit, tüberküloz, regional enterit, lenfoma, kanserler, psödomembranöz kolit gibi enflamas-yon ve ülserasyona neden olan çeşitli mukozal hastalıklarla oluşur. Sonuçta barsağa aşırı miktarda geçen plazma, serum proteinleri, kan ve mukus dışkı kitlesini ve sıvı içeriğini artırır. Dışkıda bol nekrotik materyel ve bol lökosit vardır (Tablo 2-4). invazyon fazla ise kan da görülür. 2- Emilim Süresinin Azalması GİS absorbsiyon yüzeyi ile emilim için yeterli süre temas süresi olmadığından ishal gelişir. Rezeksiyonlar, piloroplastiler, vagotomi, barsak segmentlerinin cerrahi bypassları ve ilaçlar (Mg içeren antasitler, laksatifler), hipertiroidi, karsinoid sendrom, irritabl barsak sendromu, dumping sendromu, tiroid medüller Ca örnektir. 3- Barsaklarda emilim yüzeyinin azalması (özellikle kronik ishal, malabsorpsiyon durumlarında, çölyak hastalığında) D. GASTROİNTESTİNAL KANAMALAR Gastrointestinal kanamalar hekimlerin nispeten sık karşılaştıkları, morbidite ve mortaliteyi etkileyen önemli bir semptomdur. Kusmuk ile kan gelmesine hematemez denir. Kusmukta kırmızı kanın bulunması kanın mide suyu ile çok az temas ettiğini ya da hiç etmediğini gösterir. Bu durum ösofagus ya da midede aktif bir kanamanın varlığını gösterir. Hızlı ya da massif duodenal kanamalardaki kusmalarda da kan kırmızı olabilir. Kanama yavaş yavaş olmuşsa ve midede uzunca bir süre kalmışsa, eritrositler içerisindeki hemoglobin mide suyunun etkisi ile kısmen değişir ve siyaha çalan bir renge ya da kahve telvesine benzer; Treitze bağının proksimalindeki bir kanamayı gösterir. Nazogastrik sonda ile alınan mide içeriği gastrointestinal kanamanın aşağıdan mı, yoksa yukarıdan mı kaynaklandığı hakkında bize bilgi verir. Üst gastrointestinal kanamalarda sonda ile aspire edilen mide içeriğinde taze ya da sindirilmemiş kan mevcuttur. Alt sindirim kanamalarında ise nazogastrik sonda ile normal mide içeriği alınır. Nazofaringiyal bölge kanamaları ya da solunum yolu kanamaları (hemoptizi) zaman zaman hematemez ile karışabilir. Dışkıdan katran renkli (sindirilmiş) kan gelmesine melena adı verilir. Bizmut subsalisilat (antiasit), demir preparatları, çikolata, şıra ve bazı yiyecek maddeleri de dışkının siyah renkli olmasına neden olurlar. Bu gibi olgularda etsiz diyet ile yapılan benzidin testi (gizli kan reaksiyonu) menfidir. Erişkinde melenanın varlığı en az 50 mL'lik bir kanamayı gerektirir. Melena Treitze bağının distali ile ile-oçekal valvülün proksimalindeki bir kanamayı gösterir. Melena hematemeze neden olmaz. Fakat her hematemez mutlaka melena yapar. Massif kanamalarda dışkı daha suludur, ileoçekal valvülün distalinden kaynaklanan kanamalar kırmızı renktedir. Buna hemoteşezi (rektal kanama) adı verilir. Barsak hareketlerinin çok hızlandığı massif kanamalarda duodenumdaki kanamalar bile hematoşezi yapabilir. Anorektal kanamalarda kan dışkının üzerine sıvaz-lanmıştır ya da tuvalet kağıdının üzerine damlar (Tablo 2-5). Tablo 2-5. GİS kanamalarının özellikleri Hematemez Melena Hematoşezi Kanamanın rengi Kırmızı (akut) Siyah (yavaş) Tuğla kırmızısı (rektosigmoidyen) Mide içeriği Kahve telvesi (kronik) Tuğla kırmızısı (hızlı) Dışkıya sıvanmış (anal) Kanlı Normal Normal Akut kanama total kanın %20 sinden azını kaybettir-mişse solukluk, postüral hipotansiyon ve taşikardi dışında önemli bir olay olmaz. Akut kan kaybı %20'den fazla ise hipotansiyon ve hipovolemik şok olur. Kronik GİS kanallarında çok fazla kan kaybedilirse bile hipotansiyon oluşmayabilir. Kanamalı hastanın önce iyi bir öyküsü alınır. Öyküde ailevi kaogülopati, aspirin, steroid alınması, yabancı cisim ya kostik madde yutulması, kanın rengi, miktarı, dışkıya sıvanmış olup olmadığı, karın ağrısı ve barsak tıkanması ile birlikte olup olmadığı sorulmalıdır. Fizik muayenede bilinç, tansiyon, solunum gibi vital işaretler kaydedilmeli, 362 hepatosplenomegali, abdominal kitle, herni ve asit araştırılmalı ve her kanayan hastaya fizik muayenenin bir parçası olarak rektal tuşe yapılmalıdır. Fiberoptik fleksibl endoskopi esofajit, varisler, gastrit, peptik ülser, polip, ülseratif kolit, granülamatöz kolit ve diğer gastrointestinal lezyonların incelenmesinde son derece yararlıdır. Ağır ve nedeni hemen anlaşılmayan kanamalarda, Meckel divertikülü ve stres ülserlerinin tanısında mezenter damarların selektif anjiyografisinden yararlanılabilir. Hava verilerek yapılan kontrastlı kolon grafileri poliplerin tedavisinde yardımcı olabilir, İnvajinasyon dışında baryumlu gastrointestinal sistem filmleri kanama hakkında çoğu kez bir bilgi vermez. Meckel divertikülinde teknesyum ile yapılan sintigrafi çok yararlıdır. ÜST GASTROİNTESTİNAL SİSTEM KANAMALARI Gis kanamalarını yaşa göre ve kanamanın özelliklerine göre sınıflamak tanıda son derece yararlıdır (Tablo 2-6 ve 2-7). Tablo 2-6. Üst GİS kanama nedenleri 363 Yenidoğan • İdiopatik • Gastrit • Reflü • Stres ülseri • Yutulmuş anne kanı • Sonda • Primer koagülopatiler • Vasküler malformasyonlar • Nazofarengiyal kanama • Özefagus mide düplikasyonu Süt çocuğu • Gastrit • Reflü • Peptik ülser • İlaçlar (aspirin, steroid) • Yabana cisim, kostik madde yutulması • Özefagus varisi • Yukardaki nedenler 1-18 yaş • Özefagus varisi • Reflü • Peptik ülser • Trombositopeniler ALT GASTROİNTESTİNAL SİSTEM KANAMALARI Tablo 2.7 Alt GİS kanama nedenleri 364 Yenidoğan • K vitamini eksikliği • Nekrotizan enterokolit • Süt/soya protein entoler. • Enfeksiyöz kolit • İmmün yetersizliğe bağlı kolit • Hirschsprung enterokoliti • Vasküler malformasyonlar • Hemofili 0-2 yaş • Anal fissür • Süt/soya protein entoler. • İnvajinasyon • Meckel divertikülü • Enfeksiyöz kolit, eozinofilik kolit • İmmün yetersizliğe bağlı kolit • Hirschsprung enterokoliti • Volvulus • Vasküler malformasyonlar 2-6 yaş • Anal fissür • Enfeksiyöz kolit • Meckel divertikülü • Hemolitik üremik sendrom • Polip • Hennoch-Schönlein Purpurası • Lenfonodüler hiperplazi • Ülseratif kolit • Crohn hastalığı Okul çocuğu-adolesan • Anal fissür • Polip • Enfeksiyöz kolit • Ülseratif kolit • Crohn hastalığı • Hennoch-Schönlein Purpurası • Hemolitik üremik sendrom • Soliter rektal ülser • Cinsel istismar E. DİSPEPSİ Dispepsi sindirim zorluğu olarak tanımlanır; değişik semptomları vardır; epigastrik ağrı, epigastrik rahatsızlık hissi, göğüs yanması, epigastrik dolgunluk, ağırlık hissi, şişkinlik, çabuk doyma, bulantı, kusma, geğirme, gaz çıkarma (flatulans). Genel olarak semptomlar yemek ile ilişkilidir. Kroniktir ya da ataklar halinde gelir. Dispeptik ağrı veya rahatsızlık hissi genellikle orta çizgi dolaylarındadır Rahatsızlık hissi sübjektif, olumsuz bir duygudur; ağrı olarak algılanmaz ve tanımlanmaz. Erken doyma, şişkinlik, geğirme, bulantı, öğürme ve kusma bu rahatsızlık hissine eşlik eden başlıca semptomlardır. Dispepsi anatomik bir nedene bağlı ise organik dispepsi, değilse fonksiyonel dispepsi olarak kabul edilir. 365 FONKSİYONEL DİSPEPSİ KRİTERLERİ 1. Yakınmaların bir yıl içinde en az 12 hafta devamlı veya zaman zaman olması?2. Sürekli veya tekrarlayan üst abdomen odaklı ağrı veya rahatsızlık?3. Üst gas-trointestinal sistem endoskopisinde semptomları izah edecek organik hastalık saptanmaması?4. Semptomların defekasyon ile geçmemesi, dışkılarına sıklığı ve gaita şeklinde değişiklik ile ilişkisi olmaması (irritabl bağırsak hastalığı olmaması) Fonksiyonel dispepsi tanısı için araştırılan hastada üst gastrointestinal sistem endoskopisi ve ultrasonografik muayene gereklidir. Endoskopide aktif ülser saptanmasa bile anamnezde ülser hikayesi mevcut ise, bul-bus deforme ise fonksiyonel dispepsi kabul edilir. Hastada ülser varsa eradikasyondan sonra da hastanın yakınmaları olursa bu fonksiyonel dispepsi olgusu olarak değerlendirilir. Endoskopik inceleme ve ultraso-nografide anormallik saptanamayan hastalarda diğer araştırmalar şartlara göre yapılabilir (Tablo 2-8). KLİNİK YAKLAŞIM Semptom özelliklerine dayanarak organik dispepsiyi fonksiyonel dispepsiden ayırt etmek olanaksızdır. Bu nedenle çok iyi anamnez ve fizik muayeneyi takiben organik nedenleri ekarte etmek için hastalar tetkik edilmelidir. Fonksiyonel dispepside semptomları izah edecek yapısal ve metabolik bir neden yoktur. Hastalarda-ki semptomlar kronik ve uzun zamandan beri vardır. İlk kez başvuran ve alarm semptomları (kilo kaybı, kusma, disfaji, kanama, ateş vs) olmayan olgularda iyi bir anamnez ve fizik muayene yapılması yeterlidir. Dispeptik yakınmaları olan hastalarda Helicobacter pylori testi yapılarak tedaviye karar verilebilir. H.pylori pozitif ise peptik ülser olasılığı artar, H.pylori negatif ise ve NSAI ilaç da almıyorsa peptik ülser olasılığı azalır. "Test ve tedavi" yaklaşımı yaşlı olmayan hastalarda ve alarm semptomu olmayanlarda denenebilir. Ancak Helicobacter pylori eradikasyonundan sonra yakınmaları geçmeyenlerde ve H.pylori negatif olup ampirik tedavi yapılanlarda semptomlar sebat ediyorsa endoskopik muayene gereklidir. Alarm semptomu olan olgularda endoskopik muayene yanı sıra biyokimyasal testler, ultrasonografi, tomografi, gastro-duode-nal manometri gibi işlemler zorunlu hale gelebilir. DİSPEPSİ VE mikroorganizmaları PROBİYOTİKLER Probiyotikler=yararlı bağırsak Probiyotikler bağırsaklardaki mikrobiyolojik dengeyi devam ettirerek ya da geliştirerek vücut sağlığını olumlu yönde etkileyen, besenlerde bulunan canlı organizmalardır (bakteriler, mantarlar). Prebiyotikler ise probiyotiklerin üremesini ve/veya aktivitesini seçe-ci olaran artıran, sindirilmeyen bir besi bileşiğidir. Erişkin bir insan bağırsağında 100 trilyon (1,5 kg) bakteri bulunur. Bu rakam insan hücre sayısının (60 trilyon) yaklaşık iki katı kadardır. Yararlı bağırsak mikroorganizmaları %85'i faydalı bakterilerdir (probiyotik). Probiyotikler 300 m2 büyüklüğünde bir yüzey oluşturan bağırsak mukozasını bir tabaka şeklinde döşer ve koruyucu bir zırh oluşturur. Probiyotiklerin çok sayıda önemli görevleri vardır (Tablo 2-8). Tablo 2-8. Probiyotiklerin görevleri • Bağışıklık sistemini güçlendirmek • Ürettikleri enzimler ile yiyeceklerin hazmını kalaylaştırmak. • Bağırsak duvarını zararlı maddelerden korumak ve bağırsak geçirgenliğini azaltmak. • Zararlı maddelerin kan dolaşımına geçmesini engellemek. • Besin allerjilerini ve ekzemayı önlemek • Kronik enflamatuvar (iltihabi) hastalıkların oluşumunu engellemek Karbohidrattan zengin ve rafine gıdaların yenmesi, çeşitli toksinler ve antibiyotikler normal bağırsak florasını bozarak zararlı bakterilerin ve mantarların üremesine yol açarlar. Patojen bakteri oranı %15'ten %80'e kadar çıkar. Koruyucu tabakanın ortadan kalkması bağırsak geçirgenliğini artırır ("intestinal leakage"). Yeteri kadar sindirilmemiş yiyecek maddeleri ve nötralize edilmemiş toksinler kan dolaşımına geçer. İnsanın bağışıklık sistemi bu maddeleri tepeleyecek antikorları üretirler. Bu toksik maddelerin bazıları insan vücudunun bazı moleküllerine çok benzerler (moleküler benzerlik teorisi). Bu benzerlik nedeni ile bağışıklık sistemimiz kendi dokularını da tahrip etmeye başlar. Bunlara otoimmün 366 hastalıklar denir (romatoid artrit, miyasteni, hoşimoto tiroidit, ülseröz kolit, astım vb) Bağırsak florasının (patojen/faydalı mikroorganizma dengesi) bozulması çeşitli şikayet ve hastalıklara yol açar (Tablo 2-9). Tablo 2-9. Bağırsak florasının bozulması sonucunda oluşan semptom ve hastalıklar. • İshal/kabızlık • Hazımsızlık, karınağrısı, gaz • Deri hastalıkları: Akne, ekzema, psoriasis • Kötü vücut kokusu • Kronik yorgunluk sendromu, fibromiyalji • Sık geçirilen üst solunum yolu enfeksiyonları • Kronik enflamatuvar /otoimmün hastalıklar Bağırsaktaki probiyotik dengesinin bozulması mikroorganizmaların ürettiği protein, yağ ve şekerleri parçalayan enzimlerin azalmasına yol açar. Bu durum kendini ishal, kabızlık, karınağrısı, gaz çıkarma gibi hazımsızlık semptomları ile ortaya koyar. Bağırsak florasının korunması Un ve şekerden fakir, sebze, meyve, et ve yumurta gibi doğal gıdalardan zengin bir diyet bağırsak florasının koruyuculuğunu bozmaz. Fermantasyon ürünleri (turşu, ev yoğurdu, kefir, peynir, şarap, boza, sirke) bağırsak florasında bulunan probiyotikleri artırırlar. Pastörizasyon gıdalardaki probiyotikleri büyük ölçüde tahrip eder. F. KABIZLIK Kabızlık (Konstipasyon) defekasyonda güçlük demektir. Kabızlık durumunda kaka normal ya da geniş silindrik kitleler halinde veya kuru parçacıklar şeklinde olabilir. Barsak hareketleri azalmış ise günde bir veya birkaç kuru dışkı parçacığı çıkarılabilir (keçi pisliği gibi). Barsaklarda fekaloid tıkanma olursa refleks olarak az miktarda sulu dışkı da çıkarılabilir ki buna "paradoksal diyare" denir. Kabızlığın başlıca semptomları hafif anoreksi, tenesmus (ıkınma), gerginlik ve karın ağrısıdır. Defekasyon ağrılıdır; mukozanın hasarına bağlı olarak dışkı parlak kırmızı kanla çizgili şekilde sıvanmıştır. Anal fissürler oluşabilir. Rektal veya anal prolapsuslar meydana gelebilir. Bu sert kitleler basınçla parçalanabilirler. Tablo 2-10. Kabızlığın sınıflandırılması 367 I. Kolonun kitle peristaltik hareketlerinde engel bulunması. A. Fekal kitlenin yeterli refleks stimülasyonu yapamaması. 1. Anoreksi, az beslenme, kusmalar, açlık. 2. Pürtüklü gıdaların verilmemesi. 3. Laksatif suppozituarların sık kullanılması B. Fekaloid akımı engelleyen mekanik olaylar 1. Rektoperineal fistüller 2. Barsak stenozları 3. Barsak malrotasyonu 4. Barsak duplikasyonları 5. Volvulus, intussuseption (ileus) 6. Boğulmuş herniler 7. Peritoneal bridler 8. Paralitik ileus C. Kitle peristaltizminin anatomik refleks sisteminin bozukluğu, Aganglonik megakolon veya Hirschprung hastalığı, II. Defekasyon refleksinin bozulması. D. Suppozituarların aşırı kullanımı E. Medulla spinalisin 2, 3 ve 4'üncü sakral segmentler üstündeki lezyonlarında ekstarnal sfinkterin gevşemesi ile enkontinans meydana gelebilir. Defekasyonun istemli kontrolü ortadan kalkabilir: 1. Meningomiyelosel 2. Medulla spinalisin transvers kesitleri 3. Spina bifida occulta ile birlikte medulla spinalis displazisi 4. Neoplazmalar defekasyon refleksinde spinal arkusun bozulmasına yol açabilirler. G. KARIN AĞRILARI Karın ağrısı, en sık rastlanılan bir semptomlardan birisidir. Bebek ve çocuklarda değerlendirilmesi güçtür. Karın içinde ağrı uyandıran stimuluslar viseral duyu lifleri ile sempatik sinirlerle yan yana sempatik gangliyo-na uğradıktan sonra medulla spinalis'e gider. Viseral duyu lifleri ile iletilen ağrılara viseral ağrılar denir. Viseral ağrılar genellikle derinde, lokalizasyonu tam olarak belirlenmeyen kolik tarzındaki ağrılardır. İç organların kapsüllerinin gerilmesi bu çeşit ağrıların ortaya çıkmasında önemli rol oynar. Şiddetli peristaltik hareketler ve mide-barsak kanalı, idrar yolları ya da safra kanalındaki tıkanmalar viseral ağrı yaratırlar. İkinci tip ağrı yansıma ağrılarıdır. Bu tip ağrılarda mekanizma değişiktir. İç organdan gelen duyu lifleri ve karın cidarının belli bölgesinden gelen duyu lifleri medulla sipinalisin arka boynuzundaki aynı ikinci nöronla ilişkilidir. Stimulus (uyarı) çok şiddetli ise iç organdan gelen ağrı stimulusu serebrospinal sinir yolu ile karına yansıyabilir. Yansıma ağrılarında irritasyon yapan bir fokus vardır. Bu fokus yer kaplayan fiziksel veya enfektif bir odaktır. İltihap, kanama veya iskemi, ödem olabilir. İrritasyon yaratan olay (kanama, ödem, enfeksiyon gibi) peritona yayılırsa yansıma ağrısı daha derinleşir, karın kasları sertleşir. Buna "kas defansı" veya kas ri-jiditesi adı verilir. Bu defansı meydana getiren refleks visseromotor reflekstir. Yansıma ağrıları daha çok yanma, kesilme, batma duygusu verirler. Ağrılar, karının topografik bölgelerine göre değerlendirilir: Sağ hipokondrium, sağ lumbal, umbilikal, sol lumbal, sağ ingüinal, hipogastrium, sol ingüinal bölgeler gibi. KARIN AĞRILARININ SINIFLANMASI? Viseral Ağrı? Viseral ağrılar iyi lokalize edilemezler. Derin, kunt, kemirici, kıvrandırıcı ve yaygın ağrılardır. Solid organların kapsüllerinin gerilmesi, mide-bağırsak kanalı, idrar yollan veya safra yollarındaki distansiyon veya spastik kontraksiyonlar, iskemi ve kimyasal maddelerin toksik etkisi sonucu oluşurlar. Ağrı organı saran afferent sinir lifleri ile merkezi sinir sitemine iletilir ve aynı dermatoma uyan alanda ağrı hissedilir. 1- Ön bağırsak lezyonlarının viseral ağrıları epigastrik bölgede 368 2- Orta bağırsak lezyonlarının ağrıları periumbilikal bölgede 3- Son bağırsak lezyonlarının ağrıları hipogastrik bölgede hissedilir. Somatik Ağrı Somatik ağrı parietal periton, mezenter kökü ve diaf-ragmayı saran peritondan kaynaklanan ağrılardır. Bu oluşumlardan çıkan uyarılar somatik afferent liflerle merkeze iletilirler ve dolayısıyla bu bölgelerin uyarılması ile oluşan ağrılar somatik ağrı adını alır. İlgili organın etrafında lokalize olur. Çok şiddetli ve keskin bir ağrıdır. Yansıma Ağrıları Karın içi patoloji belli bir bölgede, ancak ağrının hissedilmesi farklı bölgededir. Ciltten gelen ve iç organdan gelen iki ayrı uyarı tek sinir lifi ile kortekse ulaşır. Ciltten daha önce gelen uyarılarla öğrenilmiş olan lo-kalizasyon iç organdan gelen uyarı ile de aynı cilt alanından geliyormuş gibi anlaşılır. • Safra kesesi ağrısının sağ omuzda, • Dalak lojundaki olaylarda ağrıların sol omuzda (Kehr arazi), • Sağ alt lob pnömonilerinde karnın sağ alt kadranında ağrı hissedilmesi gibi • Yansıma ağrıları, yanma, kesilme veya batma duyusu verirler. KARIN AĞRILARINDA KLİNİK YAKLAŞIM Karın ağrılarının değerlendirilmesinde aşağıdaki noktalar çok önemlidir. • Yaş ve cins • Akut veya Kronik olması • Karın Ağrısının • Lokalizasyon • Karakter • Süresi • Yayılımı Ağrının lokalizasyonu Epigastrik ağrı ön bağırsaktan, periumbilikal ağrı orta bağırsaktan, hipogastrik ağrı ise son bağırsak ve pel-vik organlardan kaynaklanır. Ağrının karakteri Ani başlayan ağrı torsiyon ve invajinasyonu, Ani bıçak saplanır gibi ağrı lumenli organ perforasyonu, Yavaş yavaş başlayan ağrı ise akut apendisit, kolesistit gibi enflamatuar hastalıkları düşündürür. Ağrının Süresi 3 saatten uzun süre devam eden bir karın ağrısının aksi kanıtlanana kadar cerrahi bir patolojiye bağlı olarak geliştiği düşünülmelidir. Ağrının Yayılımı Sağ skapulaya yansıyan ağrı safra kesesi lezyonları, sol omuza yansıyan ağrılar dalak ve subfrenik bölge lezyonlarını düşündürür. Karın ağrısı ile birlikte kusmanın özellikleri Ağrı ile eş zamanlı kusma: Üriner kolikler, invajinas-yon ve gastroenteritler. Ağrı başladıktan sonraki kusma: Bağırsak tıkanıkları, akut apendisit gibi periton iritasyonu yapan hastalıkları ve Persistan, fekaloid kusmalar: Bağırsak obstrüksiyon- 369 larını düşündürmeli. İnspeksiyon Hasta solunum sırasında karnını kullanmıyorsa ve hareketsiz durmayı tercih ediyorsa peritonit; hastanın aralıklı kıvranarak ağlaması kolik ağrıyı gösterir (Obstrüksiyon?). İnpeksiyon sırasında karında distansiyonun varlığı belirlenir. Palpasyon Palpasyon hassasiyet(direkt-indirekt) ve kitle varlığını belirlemede önemlidir. Palpasyona ağrıya en uzak noktadan başlanmalıdır. İstemsiz defans (tahta karın) varlığının saptanması akut karın sendromunu en önemli bulgusudur. Perküsyon Perküsyon ile karın içi sıvı veya distansiyon varlığı ayırt edilebilir. Perforasyon nedeni ile diyafragma alında hava birikti ise karaciğer matitesinin kaybolur. Perküsyonda ağrının artması ön planda periton iritasyonunu düşündürmelidir. Oskültasyon Bağırsak seslerinin artması mekanik intestinal obstrüksi-yonu, işitilmemesi ise paralitik ileusu akla getirmelidir. Rektal tuşe Akut batın şüpheli hastalarda çok önemli bir muayene usulüdür. Tuşe ile rektumun dolu veya boş olması, douglasta dolgunluk olup olmadığı ve dışkının kan ve mukus içerip içermediğine bakılır. Tablo 2-11. Karın ağrısı nedenleri • Peptik ülser, gastritis, esofajit • Mesenterik lenfadenit • Gastroenteritler • Paraziter • Kabızlık • İritabl bağırsak sendromu • Neoplastik hastalıklardır • Tekrarlayan fonksiyonel karın ağrıları • Üriner hastalıklar • Sağ alt lob pnömonileri • Menarşh dönemi karın ağrıları • Apendisit • Mezenter iskemisi • Pelvik inflamatuar hastalıklar • Over torsiyonu • Testis torsiyonu • Karaciğer ve safra yolları hastalıkları (hepatit, kolelitiazis, kolesistit, koledok kistleri) • FMF • Enflamatuar bağırsak hast (Crohn-Ülseratif kolit) • Divertikülit, • Kurşun zehirlenmesi Gastrointestinal semptomların ve bulguların altında yatan patolojinin fonksiyonel mi organik mi olduğunu ayırt etmek çok önemlidir (Tablo 2-12). 370 Tablo 2-12. Gİ kanalın fonksiyonel hastalıklarını yapısal-organik hastalıklardan ayırt etme Fonksiyonel Organik Neoplastik İltihabi Semptomlar Kilo kaybı Yok Sık Bazen İshal Sadece gündüz Gündüz ± gece Gündüz ±gece Kanama Yok Sık Sık Ateş Yok Nadir Sık Ağrı Kramp tarzında, dışkılama ile düzelir Hafiften şiddetliye Bölgesel olabilir/ şiddetli olabilir İshal / Kabızlık Dönüşümlü-keçi pisliği gibi Kabızlık (nadiren ishal) çapında ishal veya normal değişme Hct Normal Sıklıkla azalmış Azalmış olabilir Lökosit Normal Genellikle normal Sıklıkla artmış ESH Normal Genellikle artmış Genellikle artmış Laboratuar Gastroenterolojide alarm semptomlarını iyi bilmek ve değerlendirmek çok önemlidir, alarm semptomları olan vakaların başta endoskopi olmak üzere ileri düzeyde araştırılması, incelenmesi gerekir (Tablo 2-12). Tablo 2-13. GİS alarm semptomları • Disfaji • Kilo kaybı • Kronik bulantı-kusma • Hematemez, melena, hematoşezi • Demir eksikliği anemisi • Dışkı alışkanlığında ve çapında değişme • Karın muayenesinde ele gelen kitle • Dispeptik yakınmaların 40 yaşından sonra ortaya çıkması 371 3. GASTROENTEROLOJİDE LABORATUAR İNCELEMELERİ A. MİDE ASİT TESTLERİ a. Mide pH'sının izlenmesi Özefageal asit perfüzyon testi (Bernstein) NGS'dan serum fizyolojik, arkasından 0.1N HCI solüsyonu verilir. Hastanın semptomları iki kat artarsa test pozitiftir. Standart asit reflü testinde (kısa süreli özefagiyal pH ölçümü) Mideye bir pH kateteri yerleştirildikten sonra 300 mL 0.1N HCI infüzyonu yapılmakta, daha sonra pH kateteri alt özefageal sfinkterin 5 cm üzerine kadar çekilerek hastadan reflüyü provake edecek manevralar (valsalva, derin inspirasyon, öksürme gibi) yapması istenmektedir. pH'nın 4'ün altına düşmesi reflü için pozitif kabul edilmektedir. pH Monitorizasyonu Özefagusun mide asidide maruz kalıp kalmadığını en iyi anlayan yöntemdir (altın standart). En önemli endikasyonu endoskopide özefajiti olmayan ama reflüden kuşkulanılan hastalarda aşırı asit maruziyetinin olup olmadığının saptanmasıdır. Ucunda pH probu olan ince bir tüp alt özefagus sfink-terinden 5 cm yukarıya yerleştirilir. 24 saatlik süre içinde pH'nın 4'ten küçük olduğu sürenin oranı hesaplanır. %3.5'in üzerindeki değerler patolojiktir. Eğer reflü sıvısı asidik değilse reflü olmasına rağmen test negatif çıkar. b. Mide asit analizleri Bir nazogastrik sonda ile mide içeriği boşaltılır. Daha sonra 1 saat süre ile 15'er dakikalık mide suları toplanır (4 kez). Burada saptanan aside açlık bazal asit salınması (BAO) denir. Pentagastrin ya da histamin ile uyardıktan sonra yapılan ölçümlere ise maksimal asit salınması (MAO) denir. BAO/MAO oranı parietal hücre kitlesinin en iyi göstergesidir; HCI salınabilme kapasitesini gösterir. Vagotomi yapılmış bir kişide BAO düşük olmalı, MAO da artmamalıdır. Aksi halde vagotomi tam yapılmamış demektir. Zollinger-Ellison sendromunda BAO yüksektir; BAO/MAO oranı 0,6'dan büyüktür. Çünkü zaten maksimal uyarım söz konusu olduğundan zaten BAO değeri de MAO değerine yakın olmaktadır. Bu hastalarda gastrin düzeyleri yüksektir. Gastrin düzeyleri yüksek iken BAO düşük ise pernisyöz anemi, atrofik gastrit, Menetiere hastalığı ve antisekretuar ilaç kullanımı akla gelmelidir. 2. Nasogastrik ya da İntestinal Entübasyon Nazogastrik entübasyonun endikasyonu (Tablo 3-1) varsa Levin ya da salem tüpü kullanılır. Tüpün kalınlığı hastanın yaşına ve yapılacak işlemin niteliğine göre değişir. Hasta dik durumda olmalıdır. Olamıyorsa lateral decuibitus durumuna getirilmelidir. Hastayı rahatlatmak için buruna topical bir anestetik sprey sıkılabilir. Ucu hafifçe yağlanmış olan tüp baş hafif fleksiondayken burun deliklerinden sokulur. Tüp burun köküksifoid arasıdaki mesafe uzunluğunda olmalıdır. Mide suyunun aspire edilmesi ile midede olduğu anlaşılır. Ya da hava verilerek stetokopla epigastrium dinlenir. Kabarcık sesi midede olunduğunu gösterir. Şiddetli öksürük ile birlikte tüpten hava geliyorsa tüp trakeada demektir. Tablo 3-1. Nazogastrik entübasyonun endikasyonları • Midenin dekompresyonu (mide atonisi, ileus) • Midedeki zehirlerin boşaltılması • Mide içeriğinin analizi (asit atımı, kan, hacim) 372 Tablo 3-2. Nazogastrik entübasyonun kontrendikasyonları • Nazofaringiyal ya da özofagiyal obstrüksiyon • Ağır yüz travması • KoagÜlasyon bozuklukları • Özofagus varisleri bir kontrendikasyon oluşturmaz. Tablo 3-3. Nazogastrik entübasyonun komplikasyonları • Nazofaringiyal travma • Pulmoner aspirasyon • Özefagus, mide kanaması C. İNCE BAĞIRSAK BİOPSİSİ VE ASPİRAT TETKİKİ İnce barsak mukozasını en iyi gösteren test biyopsisinin histopatolojik incelemesidir. Biopsi için yapılan entübasyon sırasında steril şartlarda barsak sıvısı alınarak aerobik-anaerobik kültür incelemeleri yapılır. Jejunumda mililitre küpte 104'ten fazla bakteri varsa buna aşırı bakteri gelişimi denir. Biopsi ile histopatolojik kesin tanıya varılabilen hastalıklar Whipple hastalığı ve abetalipoproteinemidir. Bu iki hastalıkta da lezyonlar spesifiktir. Wipple hastalığında Tropheryma Whipplei köpüklü makrofajlar içerisinde periyodik asit Schif (PAS) boyama ile görülebilir. Abetalipoproteinemide ise yaygın olarak epitel hücreleri ve submukozal alanda yağ depolanması izlenir ve enterositlerde şişme mevcuttur. Malabrosbsiyona yol açan bir grup hastalıkta histopatolojik bulgular yapısaldır fakat lezyon diffüz olmadığı için biopsi hasta bölgeye rastlamaz ise sonuç alınamaz. İntestinal lenfoma, intestinal lenfanjiektazi, eozi-nofilik enterit, amiloidoz, Crohn hastalığı, giardiazis, sistemik mastositozis bu gruba girer. Glüten enteropatisinde diffüz olarak villüslerde atrofi-ye varan düzleşme, kriptlerde hipertrofi ve mononük-leer hücre enfiltrasyonu görülür. Bu bulgular birçok kronik ishal yapan hastalıkta da olur (Crohn hastalığı ve tropikal sprue gibi). Bir grup hastalıkta ise biopsi normaldir. Kronik pan-kreatit, primer disakkaridaz eksikliği bu gruptadır. D. Abdominal Parasentez Abdominal parasentez genellikle asit sıvısının incelenmesi amacı ile yapılır. Parasentez in başka bir amacı da solunum güçlüğüne ve ağrıya neden olan fazla miktardaki asit sıvısının boşaltılmasıdır. Ağır pıhtılaşma bozukluklarında, karın duvarı enfeksiyonlarında ve bağırsak tıkanmalarında abdominal parasentez yapılmamalıdır. Abdominal parasentez hasta ayakta iken orta çizgide göbek ile pubis arasındaki mesafeden 18 no'lu bir iğne ile yapılır. Eğer asit sıvısı fazla değilse ultrason yardımı ile parasentez yapılabilir. Elde edilen sıvıdaki parametrelere bakılarak çeşitli hastalıkların ayırıcı tanısı yapılır (Tablo 3-4). E. MALABSORPSİYON TESTLERİ Dışkıda yağ tetkiki mikroskopik olarak Sudan III ile boyanarak yapılır. Dışkıda yağın kantitatif değerlendirilmesi günde 80-100g yağ alan bir insanda, 3 günlük dışkıdaki yağ miktarının ortalaması alınarak yapılır. Yağ ekskresyonu günde 6 gr.dan az olmalıdır. Bu test zor olduğundan daha az güvenli ama daha pratik olan steatokrit testi yapılır. Dışkı hematokrit tüpüne alınarak çevrilir ve yağ tabakasının oranı hesaplanır; %1'in üzerindeki değerler patolojik olarak kabul edilir. Dışkıda şekerin varlığı dışkıda redüktan madde ve pH tayini ile ortaya konur. Karbohidratlar redüktan olup fermante olduklarında çeşitli asitler oluştururlar. Karbonhidrat malabsorpsiyonlarında dışkı pH'sı 5.5'in altına iner. Laboratuara örnek gönderilirken dışkının kurumamasına özen gösterilmelidir. Bezlenen bebeklerde bezlerin dışkı sıvısını kurutmaması için bez ters yüzünden bağlanır. Tablo 3-4. Parasentez sıvısının ayırıcı tanısı. Hastalık Görünüm Dansite Protein (g/dL) Eritrosit/mm3 Lökosit/mm3 373 Siroz Saman rengi, kanlı, şilöz <1016 <2.5 <10,000 <250 Kanser Saman rengi, kanlı, şilöz Değişken <2.5 Değişken <1,000 Tbc peritonit Saman rengi, kanlı, şilöz >1016 >2.5 Değişken >1,000 Kalp yetersiz. Saman rengi Değişken <10,000 <1,000 <2.5 Yok <250 >2.5 Değişken Değişken Değişiken Nefrotik sendrom Saman rengi, kanlı, şilöz <1016 Pankreatit Bulanık, kanlı, şilöz >1016 Nefeste hidrojen testi: Karbohidratlar iyi emilmezler-se fermente olurlar ve bu sırada gazlar açığa çıkar. Bu hidrojen gazı normalde insan vücudunda üretilmez. Hidrojen gazı kolondan emilir ve akciğerlerden atılır. Hidrojen gazının nefesteki artışının saptanması şeker malabsorpsiyonunun en spesifik bulgusudur. Protein malabsorpsiyonunun varlığı dışkıda alfa-1 an-ti tripsin miktarının ölçülmesi ya da dışkı elektrofore-zi ile konulur. Radyoaktif olarak işaretlenmiş protein ile protein malabsorpsiyonunun gösterilmesi pahalı, zor olduğu gibi, yanıltıcı da olabilir. Pankreas fonksiyon testleri: Duodenal aspiratta bikarbonatın yetersizliği sekretin testi ile incelenir. İV sekretin ve/veya kolesistokinin infüzyonu sonrası du-odenum aspiratında bikarbonat miktarı > 80 mEq/L olmalıdır. Bentiromid testi: Bentiromid, kimotripsin ile parçalanır ve açığa PABA çıkar. Oral yolla 500 mg bentiromid verilir. 6 saatlik idrarda % 60'dan fazlası ekskrete olmalıdır. Pankreas yetersizliğinin yanı sıra mukozal hastalıklar, renal yetersizlik, karaciğer sirozu ve diabet-te de ekskresyon azalır. Safra asidi solunum testi: Barsağa geçen konjuüge safra asitlerinin % 95'i terminal ileumdan reabsorbe olur. Kolona geçen % 5'lik safra asitleri ise bakteriler-ce dekonjuüge edilerek yıkılır ve açığa çıkan CO2 solunum yolu ile atılır. C14 ile işaretli glikokolat hastaya verilir. Solunum havasındaki radyoaktivite sayılarak değerlendirilir. Terminal ileum hastalıklarında safra asitlerinin emilemeyip kolona geçtikleri için nefesde C14 işaretli CO2 artmış bulunacaktır. D-ksiloz testi D-ksiloz barsaklarda parçalanmayan bir disakkariddir. Parçalanmadan emilir ve doğrudan idrar yolu ile atılır. 25 gr D-ksiloz, 500 mL su ile içilir. 5 saatte idrarda 5 gr.dan fazla atılmalıdır. Hastanın hidrasyonunun iyi olması için ek 1 L sıvı alımı önerilir. Az atılıyorsa ince bağırsakta bir emilim bozukluğunu düşündürür. Ancak masif asit varlığı, bakteriyel aşırı çoğalma, renal yetersizlik ve dehidratasyonda da idrarla atılım azalmaktadır. Bu test duyarlılığı ve özgünlüğü düşük olduğundan artık kullanılmamaktadır. Çölyak tarama testleri 1. Antigliadin (AGA) IgG 2. Antigliadin (AGA) IgA 3. Antiendomizyum (EMA) IgG 4. Antiendomizyum (EMA) IgA 5. Anti-doku transglütaminazı (tTG) IgA EMA IgA ve tTG IgA teşhiste antigliadin antikorlardan (IgA ve IgG) daha önemlidir. Zaten günümüzde antigliadin antikor testlerinin yapılması artık önerilmemektedir. Bu testler içinde en duyarlı ve özgün olan test anti-doku transglütaminaz IgA (tTG) 'dır. İnsan tipi tTG IgA kitleri ile yapılan testlerin duyarlılık ve özgünlükleri ise daha da yüksektir. Antiendomizyum (EMA) IgA'nın özgünlüğü tTG IgA gibi yüksek olsa da duyarlılığı onun kadar yüksek değildir. Yani EMA IgA düzeyi yüksek olan bir hastanın çölyak hastalık olma olasılığı çok yüksektir. Ama her çölyak hastayı saptayabilme gücü tTG IgA düzeyleri kadar yüksek değildir. Testleri değerlendirirken hastanın total immün globu-lin A (IgA) düzeyleri kesin bilinmelidir. Eğer total IgA düşük ise (ki en sık görülen bağışıklık yetersizliğidir), çölyak hastalığı olmasa bile Antigliadin IgA ve Antiendomizyum (EMA) IgA düşük çıkacaktır. 374 F. DIŞKI KÜLTÜRÜ Sindirim kanalında çeşitli hastalıklardan sorumlu bakterilerin dışkıda aranmasına yönelik bir girişimdir (Tablo 3-5). Dışkı örneğinin alınmasından en az bir hafta öncesine değin hastaya baryum verilmemiş ya da antibiyotik tedavisi uygulanmamış olmalıdır. Dışkıda çok sayıda bakteri bulunur. Yapılan incelemede amaç bütün mikropları değil, hastalık yaptığı kesin olan bazı türleri belirlemektir. Dışkı kültüründe etken olabilecek bir mikroorganizmanın üremesi enfeksiyon kuskusunu bütünüyle ortadan kaldırmaz. Dışkı kültürünün birkaç kez daha yinelenmesi gerekir. Tablo 3-5. Dışkı kültürü endikasyonları • Kanlı ve/veya mukuslu ishaller • Hastane enfeksiyonları • Ateş ve sistemik enfeksiyon belirtileri • Ağır ve inatçı ishaller • Riski çocuklar (yenidoğan, malnütrisyon vb) • immün süprese hastalar Dışkıda lökosit ve eritrosit bulunması enteroenvazif bir etkenin varlığını düşündürür. Viral ve enterotoksijenik ishallerde, dışkıda lökosit saptanması metilen mavisi ile boyanma ile kolaylaşır. Dışkıda lökosit bulunmamasına karşın, çok sayıda eritrosit görülmesi amipli dizanteriyi düşündürmelidir. Çünkü entamoeba histolyticalar lökositleri parçalarlar. Dışkı gram boyası ile boyanırsa Campylo-bacterlere özgü virgül ya da martı şeklindeki oluşumlar görülebilir. G. DIŞKIDA PARAZİT İNCELEMESİ Direkt muayenede bir parça dışkı lamın üzerine konulur; serum fizyolojik ile emülsiyon haline getirilir ve 100-400 büyütme ile incelenir. Doğrudan muayene çoğu kez yetersizdir (özellikle organizma sayısı az olduğu zaman). Bu yöntem ile parazit görülememesi durumunda geçici boyama, konsantrasyon yöntemleri, kalıcı boyama, selofan band ya da non-mikroskobik yöntemlerin bir ya da birkaçı bir arada uygulanmalıdır. Bir çok protozoon dışkıyla aralıklı olarak atıldığından 2-3 günlük aralarla en az 3 dışkı örneğinin incelenmesi gerekir. Protozoon trofozoitleri dışkılamadan sonraki ilk 30 dakika içinde incelenmelidir; bu mümkün değilse, bir sonraki güne kadar bir fiksatifin içinde ya da dışkı kabının kapağı iyice kapatılarak buzdolabında (3-5sC) saklanabilir. Taze ve saklanmış dışkı örneklerinin incelenmesinde en yaygın olarak, doğrudan taze tahlil (salin-lugol gibi), konsantrasyon yöntemleri (yüzdürme ve çöktürme) ve kalıcı boya yöntemleri kullanılmaktadır. Doğrudan taze bakı hareketli trofozoitlerin araştırılmasında yararlıdır, organizmaların sayısı az olduğunda yetersiz kalabilir. Yumurtaları genellikle dışkıda görülmeyen Enterobius vermicularis' in tanısında kullanılan selofan band yöntemi tuvalet ya da banyodan önce uygulanmalıdır. Test üç-dört gün üst üste tekrarlanmalıdır. Gi-ardia ve Strongyloides gibi duodenum yakınına tutunan parazitler için duodenal aspirat incelemesi daha iyi sonuç verebilir; Son yıllarda dışkıda özellikle Giardia, Cryptosporidium ve Entamoeba türlerinin antijenlerini saptamaya yönelik bazı ELISA ve floresan antikor ticari kitleri geliştirilmiştir. Daha çok araştırma amaçlı olarak PCR de kullanılmaya başlanmıştır. H. ENDOSKOPİ Video kameralarla donatılmış fleksibl endoskoplarla Farenksten duodenuma, anüsten çekuma kadar olan gastrointestinal boru incelenir. Biyopsi alınabilir. Dop-ler ultrason ile kan akımı değerlendirilebilir Tablo 3-6). Tablo 3-6. Endoskopi aracılığı ile yapılan diğer işlemler 375 • Yabancı cisim çıkartılması • Termal koagülasyonla hemostaz • Lazer ya da bipolar fotokoagülasyon • Varis bantlama (skleroterapi) • Web'ler ve striktürlerin genişletilmesi • Stent koyma • Volvulus ya da invajinasyonun redüksiyonu • Kolon dilatasyonunun dekompresyonu Tablo 3-7. Endoskopinin mutlak kontrendikasyonları • Şok • Akut miyokart enfarktüsü • Peritonit • Akut perforasyon • Fülminan kolit Tablo 3-8. Rölatif kontrendikasyonlar 1 • Koma (hasta entübe değilse) • Kardiyak aritmiler • Yakında geçirilmiş miyokart enfarktüsü Kanama riski nedeni ile antikoagülanlar ya da steroid dışı antienflamatuarlar endoskopiden önce mümkünse kesilmelidir. Kolonoskopiden önce oral demir preparatları da kesilmelidir. Çünkü demir yeşil sebzelerle birleştiğinde yapışkan bir rezidü olur ve görüntüyü bozar. Endokarditi olan hastalara mutlaka antibiyotik proflak-sisi verilmelidir. Rutin endoskopiden önceki 8 saat içinde katı gıdalar, 4 saat içinde de sıvı gıdalar alınmamalıdır. Kolonosko-pi yapılacaksa laksatif ya da lavmanlarla kolon temizliği de yapılmalıdır. Endoskopi sırasında genellikle İV sedasyon ve boğazın topikal anestezisi gerekir. Anoskopi ve sigmodoskopi sedasyon gerektirmez. Endoskopinin mortalite oranı düşüktür ( 3:10,000). I. LAPAROSKOPİ Tanısal amaçla karnın ve pelvis boşluğunu incelenmesine laparoskopi denir. Başlıca laparoskopi endikasyon ve kontrendikasyonları şunlardır (Tablo 3-9 ve 3-10) Tablo 3-9. Laparoskopi Endikasyonları • Akut karın sendromu • Kronik karın ağrısı • Tümöral inceleme • Lenfoma evrelemesi • Açık karaciğer biyopsisi Tablo 3-10. Laparoskopi kontrendikasyonları • Ağır kanama bozukluğu 376 • Peritonit • Bağırsak tıkanması • Karın duvarı enfeksiyonu Bir pnömoperiton iğnesi ile periton boşluğuna girilir. Karını şişirmek için nitröz oksit enfüzyonu yapılır. Giriş deliği genişletildikten sonra bir peritonoskop ile karın boşluğuna girilir ve içindeki organlar incelenir. Biyopsi ve diğer işlemler için gerekli aletler başka bir delikten sokulur. İşlem bitince niröz oksit alsalva manevrası ile dışarı çıkartılır. Başlıca komplikasyonlar kanama, perforasyon ve peritonittir. J. MANOMETRİ Gastrointestinal traktusun çeşitli bölümlerinin basıncının ölçülmesine manometri denir. Sıvı ya da katı basınç ileticisi içeren bir katater ağızdan ya da anüsten sokularak ilgili organa kadar ilerletilir ve burada basınç ölçümü yapılır. Manometri daha çok özefagus, mide, Duodenum (oddi sfinkteri) ve rektumun basınçlarının incelenmesinde kullanılır. Özafagus manometrisi alt ve üst özefagus sfinkter basıncını kontrol ölçer. Propulsif hareketlerin koordinasyonunu denetler. Manometri akalazya, sistemik skleroz, diffüz spazm ve reflü teşhisinde kullanılır. Gastroduodenal manometride basınç ileticisi antrum, duodenum ve proksimal jejunuma konulur. 6-24 sat süresince hem açken hem de tokken basınç ve motilite incelenir. Gastroduodenal manometri mide boşalması normal olmasına rağmen mide sismobilitesinden kuşkulanılan hastalarda yapılır. Anorektal manometri anuse yerleştirilen bir basınç ileticisi ile enkontinansı olan kişilerde anorektal sfinkter mekanizması ve rectal duyarlılığı inceler. Hirsch-sprung hastalığı tanısında da faydalı olur. K. AYAKTA DÜZ KARIN GRAFİSİ (ADKG) ADKG'nde radyoopak safra ve üriner sistem taşları, aorttaki kalsifikasyonlar (anevrizmada) ve tekaütler görülebilir. ADKG'de normalde de birkaç hava sıvı seviyesi olabilir. Hava-sıvı seviyeleri fonksiyonel ya da anatomik bağırsak obstrüksiyonlarını düşündürür. Hem paralitik hem de mekanik ileuslarda hava-sıvı seviyeleri görülür. Ama paralitik ileusataki hava-sıvı seviyelerinin sayısı çok fazladır. Bütün bağırsaklarda duran çok miktarda gaz birikimi söz konusudur. Tıkanmalarda biriken sıvı ve gaz diyafragmaları yükseltir. Duodenal tıkanmalarda ise mide havasına (balonu) ilaveten ikinci bir hava sıvı seviyesinin olduğu ikinci bir balon daha vardır (çift balon belirtisi). Ayakta direkt karın grafisinde diafragma altında hava, genellikle içi boş organ perforasyonlarına aittir. ADKG'nde alt kostaların kırığı karaciğer, böbrek ve dalak yaralanmasından şüphelendirir. Göğüs içinde barsak 'loop'larının görülmesi ise diafragma rüptürü-nü akla getirir. ADKG'nde psoas adalesi keskin kenar görünümünün bozulması ve kaybolması bu adale üzerindeki retroperitoneal hematom veya enfeksiyonun (retroçekal apandisit ve apsesi) belirtisi olabilir. Yatarak çekilen grafilerde mekanik barsak tıkanmasının yeri belirlenebilir, (tıkanmanın proksimalinde-ki distansiyon tanıda değerlidir.) L. FLOROSKOPİ Normal filmlerde görülemeyen yapılar kontrast madde denilen ilaçlarla boyanarak görünür hale getirilir. Hastaya baryum sülfat ve iyot gibi radyoopak (kontrast) maddeler verilir. Kontrast maddeler, uygulanacak incelemenin türüne göre, hastaya içirilerek, lavman yapılarak, idrar sondası yoluyla veya enjeksiyonla verilir. Kontrast madde verilmesini takiben, incelenen organ doktor tarafından ekranda izlenerek çeşitli pozisyonlarda filmler çekilir. 1. Özefagus grafisi 2. Mide-duodenum grafisi 3. İnce bağırsak grafisi 4. Baryumlu Kolon Grafileri Özefagus grafi Baryumlu kontrast madde içirilerek, bu organların iç yüzeyleri görünür hale getirilir. Tetkikten önce en az 8 saat hasta yemek yememeli, su ve sigara içmemelidir. Baryumlu özefagus grafisi yutma güçlüğü veya besinlerin boğazda yarattığı tıkanma hissini araştırmak için yapılır. Faringiyal poşlar, özofagusta daralma, ülserler, hiatal herni, 'web', Zenker divertikülü gibi bozuklukların veya özofagustan besin geçişi sırasında oluşan motilite (hareket) sorunları ortaya çıkartır. Özefagus perforasyonu kuşkusunda bu incelemeyi yapmak kontr endikedir. 377 Mide Filmi (Mide - Duodenum Grafisi) Kulanılan baryum düşük dansiteli (tek kontrast) ya da yüksek dansiteli (çift kontrast) olabilir (Resim 3-1). Çift kontrastlı filmler daha hassastır. Mide - Duodenum Grafisinin başlıca endikasyonları, ontrendikasyonları ve komplikasyonları şunlardır (Tablo 3-11, 3-12, 3-13) Tablo 3-11. Mide - Duodenum Grafisinin endikasyonları • Dispepsi (dispeptik şikayetlerin izahı) • İzah edilemeyen kilo kaybı • Karın içinde kitle saptanması • Üst GİS kanaması ve demir eksikliği anemisinin araştırılması • Perforasyon veya ameliyat sonrası değerlendirme • Gastroözofajial reflü hastalığı • Gastrik varisler • Ülserler • Erozyonlar • Mukozal nodul • Mide tümörleri Tablo 3-12. Mide - Duodenum Grafisinin yapılmaması gereken durumlar. \ • Kalın bağırsakta obstrüksiyon kuşkusu • Çok kısa süre sonra karın veya mide operasyonu planlanması Tablo 3-13. Mide - Duodenum Grafisinin i Komplikasyonları i • Baryum süspansiyonunun aspirasyonu (nefes borusuna kaçması) • Perforasyonu olan hastalarda baryumun sızarak karın boşluğuna geçmesi • Baryumun katılaşıp kolonda kalması ve kalın barsak tıkanması yapması • Baryumun neden olduğu apandisit 378 İnce Barsak Filmi Tetkikten önceki 2 gün boyunca, hasta sulu gıdalar almalıdır. Tetkik öncesinde, en az 12 saatlik açlık ve barsak temizliği için müshil kullanımı gereklidir. Hastaya baryumlu kontrast madde içirilerek maddenin ince barsaklarda ilerleyişi doktor tarafından ekranda izlenir. Kontrast madde kalın bağırsaklara kadar ilerler ve bu esnada çeşitli pozisyonlarda filmler çekilir. Endikasyonlar • Tıkanmalar • Malabsorpsiyonlar • Enteroklisis • Tümörler • İleitis terminalis Kolon Grafisi Lavman opak, çift kontrast kolon grafisi ya da baryumlu kolon grafisi olarak adlandırılır. Makattan baryumlu kontrast madde ve hava verilerek kalın barsak-ların incelenmesidir (Resim 3-2). Kolon grafisi endikasyonları • Nedeni anlaşılamayan kabızlık ya da geçmeyen • İzah edilemeyen karın ağrıları • Karın içinde kitle saptanması • Dışkıyla kan görülmesi 379 Kolon Grafisi kontrendikasyonları • Toksik Megakolon • Pseudomembranous colitis (antibiyotiklere bağlı ishallerin geliştiği haller) • Rektum (son barsak) dan biopsi alınmasından sonraki ilk 7 gün • Yakın zamanda barsak ameliyatı geçirmiş olmak M. Mide skeni Radyoaktif işaretlenmiş sıvı ya da katı bir yemek verildikten sonra bir gamma kamera ile gastrik boşalma ölçülür. Gastrik boşalma gecikmişse test pozitiftir. Fakat bu test gastropareziyi mekanik obstrüksiyondan ayırt etmez. 99mTc işaretli eritrositler verilerek alt GİS kanamalarının orijini saptanabilir. Kanama skenleri kolon görüntülemesinin zor olduğu kanamalı hastalarda çok faydalıdır. Meckel sken: Hastaya 99mTc pertechnetat enjeksiyonu yapılır ve mide mukozasının muküs salgılayan hücreleri tarafından tutulur. Mide dışında tutulma varsa bu Meckel divertikülüdür. Çünkü burda ektopik mide dokusu bulunur. N. Ultrason Ultrason aleti ile insan kulağına duyulmayan ses dalgaları oluşturulur ve karının iç bölgesine aktarılır. Karında bulunan organlar bu ses dalgalarını yansıtıp alete geri gönderir. Alette toplanan bu dalgalar ekranda elektronik bir görüntü oluştururlar. Ultrason karın derisinden itibaren 10-15 santim derinliğe kadar karının iç bölgesini tarayabilir. Hava ve suyu birleştiren sınırda ses dalgaları tamamen geri çevrilir. Eğer bağırsakta çok hava var ise, ekranda hiç bir şey görülemez. Bu nedenle hastanın midesinin tamamen boş olması gerekir. Hastanın muayeneden önce 380 hiçbir şey yiyip içmemelidir. Ultrason ile saptanabilen başlıca patolojiler; • Barsak zarlarının kalınlaşması: iltihabı gösterir (Crohn hastalığı, ülseröz kolit). • Asit • Organ boyutları • Karaciğer içindeki değişiklikler (kist, yağlanma, metastaz) • Safra kesesinde taş, safra yollarında taş, safra yollarının tıkanması, safra kesesinin kalınlaşması • Biyopsi: iğne biyopsiler (karaciğer, böbrek vb) ultrason yardımı ile yapılır. 381 4. ÖZOFAGUS VE HASTALIKLARI Özofagus, farenks ile mide arasında muskülomembranöz bir borudur. Lokmanın mideye iletimi ve alt özofagus sfinkter (AÖS) aktivitesi ile gastroözofageal reflüyü önlemeye çalışır. Özofagusun üst 1/3 kısmını çizgili kaslar, alt 2/3 kısmını ise düz kaslar oluşturur. Üst özofagus sfinkte-ri (ÜÖS) krikofaringeal kastan oluşur ve özofagusun en dar yeridir. Bronşları çaprazladığı darlık ikinci ve AÖS ise üçüncü darlığın yeridir. Özofagusun serozası yoktur. Mukoza, çok katlı yassı epitel (stratum corneum, stratum spongiosum, stratum germinatium), lamina propria, muscularis mukozadan oluşur. Yutma işlevi hipofarenkse ulaşan lokmanın uyandırdığı yutma refleksi ile başlar. Vagus (10) ve glossofaringe-us (9) afferent uyarısıyla medulla oblongatada yutma merkezi uyarılır. Efferent uyarılar 5, 7, 10, 11 ve 12. kafa çiftlerinin çekirdeklerine, oradan da perifere ulaşır. Özofagusta başlayan peristaltik hareketlerin yardımı ile lokma yani primer peristaltik hareket alt özofagus sfinkterine ulaştığında alt özofageal sfinkter (AÖS) açılır ve lokma mideye iner. Primer peristaltizm yutkunma ile aktive olan klasik koordine - peristaltik motor aktivitedir. Yutma sonucu lokma üst sfinkteri geçtiğinde üst özofagusta progres-sif sirküler bir kontraksiyon başlar ve lokma ilerler. Sekonder peristaltizm, özofagus gövdesi duyu reseptörlerinin uyarılmasıyla başlayan progressif kasılmalardır. Primer peristaltizmin yetersizliği veya reflü ile ortaya çıkar. Tersiyer Peristaltizm, patolojiktir. Yutma merkezi ile ilişkisiz, lokal intramural mekanizma ile oluşan peristaltik harekettir. İlerletici değildir. Özofagus hastalıklarına ait semptomlar; disfaji, piro-zis, odinofaji, siyalore, regürjitasyon, hıçkırık ve göğüs ağrısıdır. Non-kardiyak göğüs ağrısının en sık nedeni gastro-özofageal reflü hastalığıdır (GÖRH). Diffüz özofagus spazmı gibi motilite bozuklukları da neden olabilir. Bu durumların nitrata yanıt vermesi kardiyak ağrıyla karışmasına neden olur. A. AKALAZYA Özofagus düz kas anomalisi yanısıra alt özofagus sfinkterinde primer peristaltizm sırasında oluşması gereken gevşemenin kaybı ile ortaya çıkan hastalıktır. Alt sfinkter basıncı artmıştır. Primer hareketler kaybolabilir. Hem katı hem de sıvılara karşı disfaji vardır, fakat bazen katılar sıvılara göre daha kolay yutulurlar (paradoksal disfaji), kanserde ise katı gıdalarla disfaji belirgindir. Auerbach pleksusu lenfositer infiltrasyonu ve intramural nöronlarda kayıp mevcuttur. Çoğunlukla primer akalazya görülür. Daha nadir olarak kanser, viral infeksiyonlar, divertikül, Chagas hastalığı ve nörodejeneratif bozukluklar sonucu gelişen sekonder akalazya ortaya çıkabilir. Radyolojik olarak mide havası bulunmaz. Baryum grafi ile özofagus dis-talinde lumeninin ileri derecede dar, üzerindeki kısmın ise dilate olduğu (megaözofagus / kuş gagası görünümü) gözlenir. Kesin tanı manometrik inceleme ile alt özofagus sfinkterinde gevşeyememe ve basınç artışı ile konulur. Normal şartlarda kolesistokinin ile alt özofagus sfinkterinde gevşeme elde edilirken bu hastalarda paradoksik olarak sfinkter tonusunda artış olur (kolesistokinin testi; inhibitör etkinin ortadan kalkması sonucu uyarıcı etkinin baskın olması). Tedavi pnömatik balon dilatasyondur. Hafif olgularda paliyatif olarak nitratlar, kalsiyum kanal blokerleri kullanılabilir. Özofagus sfinkterine botulinum toksini in-jekte edilmesi de etkili olabilir. Cerrahi tedavide Heller myotomisi uygulanır (operasyon sonrası gelişen reflü-nün önüne geçilebilmesi için bazen birlikte Nissen fundoplikasyonu da yapılır). Ancak cerrahiye giden hastaların yaklaşık %15'inde semptomatik GÖRH ortaya çıkmaktadır. B. GASTROÖZOFAGEAL REFLÜ HASTALIĞI Alt özofagus sfinkterinin fonksiyon bozukluğu sonucu gelişir. Alt sfinkter basıncı düşüktür. Obezite, skleroderma ve gebelikte (östrojen ve progesteron artışı) de görülebilir. Yeni ortaya çıkan ve açıklanamayan astım bronşiale hastalarında, tedaviye refrakter öksürüğü olanlarda, tekrarlayan üst solunum yolu infeksiyon-larında, ses kısıklığında, halitozis ve hipersalivasyonu olan hastalarda GÖRH akla getirilmelidir. Hastada pirozis (retrosternal yanma hissi) mevcuttur. Fizik muayene bulgusu yoktur. Endoskopi, Bernstein (asit infüzyon) testi ve özofagus manometrisi tanıya yardımcıdır. Kesin tanı özofagusun 24 saatlik intraluminal pH takibi ile konulmaktadır. Özofagus manometresi özellikle preoperatif değerlendirmede yararlıdır. Tedavide ilaçların yanısıra yemekten hemen sonra yatılmaması, kilo verme, sigara ve alkol kullanılmasının azaltılması, kahve, yağlı ve kakaolu yiyeceklerden uzak durulması önerilir. Nifedipin ve nitratlar alt özofagus sfinkterini gevşettiğinden yasaklanmalıdır. 382 İlaç tedavisinin temelini proton pompa inhibitörleri (omeprazol, lansoprazol, pantoprazol) oluşturur. H2 blokerler (simetidin, ranitidin, famotidin, nizatidin) ve prokinetik ajanlar (domperidon, metoklopromid, beta-nekol, eritromisin) ve anti-asitler kullanılabilir. GÖRH'nın komplikasyonları; ülser, kanama, striktür, aspirasyon, Barrett özofagusu ve adenokarsinom gelişimidir. Nissen fundoplikasyonu cerrahi seçenek olup en sık yan etkisi geğirebilme kaybıdır. C. ÖZOFAJİTLER Alkalen Reflü Özofajiti Ülser cerrahisi geçirmiş, özellikle vagotomi yapılmış hastalarda non-asitik mide içeriğinin özofagusa reflü-sü alkalen reflü özafajitine neden olabilir. İlaca Bağlı Özofajit Kapsüllerin özofagusdan geçişi güç olur ve mukozaya yapışabilir. Doksisiklin kapsülleri ülkemizdeki en sık nedendir. Akut gelişen odinofaji ve disfaji tarif edilir. Orta özofagusta tek ya da bir kaç adet ülser oluşturur. Tedavi proton pompa inhibitörleri (PPI) ile yapılır. Tablo 4.1: Alt özofagus sfinkterini etkileyen maddeler AZALTANLAR HORMONLAR NÖRAL UYARI İLAÇLAR YİYECEKLER Sekretin a-adrenerjik antagonistler Ca kanal blokerleri Çikolata Kolesistokinin beta-adrenerjik agonistler Teofilin Yağ Progesteron Antikolinerjikler Serotonin Alkol Glukagon Nikotin Dopamin Xanthine içeren (çay, kahve, kola) 2+ Somatostatin Meperidin VİP Morfin Prostaglandin E2, I2 Diazem gıdalar Barbitüratlar Adenozin Nitratlar ARTIRANLAR Gastrin Alfa-adrenerjik agonistler Histamin Motilin Beta-adrenerjik antagonistler Antasitler Substance P Kolinerjikler Metaklopramide Prostaglandin F2-alfa Protein Domperidon Muskarinik M2 ve reseptör agonistleri M3 Korozif Özofajit Korozif maddelerin yanlışlıkla veya suicidal niyetle içilmesi sonucu gelişir. • Birinci derece yanıkda hiperemi ve ödem görülür • İkinci derecede yanık kas tabakasına ilerler, • mukoza kaybolur, eksüdasyon, ülserasyon gelişir ve haftalar-aylar içinde fibrozis, darlık gelişir. 383 • Üçüncü derece yanıkta lezyon derindir, mediasten, plevral veya peritoneal boşluğa açılım olabilir. Tedavide ilk iş solunum yollarını açık tutmalı, hasta kusturulmamalıdır. İkinci ve üçüncü derece yanıkta profilaktik antibiyotik başlanmalıdır. Darlığı önlemek için kortikosteroid kullanımı tartışmalı olup tüm özofagusun tutulduğu vakada başlanabilir. Darlık ve buna bağlı disfaji gelişen hastalarda buji dila-tasyonu yapılır; prekanserözdür. Radyasyon Özofajiti Akciğer, mediasten ve özofagus kanseri nedeniyle uygulanan radyoterapi sık oluşan bir durumdur. Akut dönemde lokal anesteziklerin içirilmesi hastayı rahatlatır, sukralfat ve asit inhibitörleri kullanılabilir. Radyoterapi süresince indometasin verilmesi radyasyon özofajiti gelişmesini önleyebilir. Darlık geliştiğinde dilatasyon gerekli olur. D. ÖZOFAGUS ENFEKSİYONLARI Fungal İnfeksiyonlar Sağlıklı kişide özofagusta fungal infeksiyon görülmez. Olabilmesi için immun yetersizlik (AIDS, yoğun immun süpressif tedavi), özofagus peristaltizminin bozulması (diabet, skleroderma, akalazya gibi) ve özofagus florasının değişmesi (yoğun antibiyotik kullanımı), lokal bir infeksiyonunun özofagusa yayılması (tüberküloz) gibi bir durumun varlığı gerekir. En sık görülen fungal infeksiyon kandidiyazistir (Candida albicans). Komplikasyon olarak strüktür ve trakeoözofageal fistül gelişebilir. Tanı için üst GİS endoskopi kullanılır. Tedavide oral antifungaller kullanılır (flukonazol, itrakonazol). Oral alamayan veya ciddi vakalarda parenteral amfoterisin B veya kaspofungin kullanılabilir. Viral infeksiyonlar Özofagusta viral infeksiyona neden olan başlıca ajanlar herpes simpleks virüs 1, sitomegalovirus, varisella zoster virüstür. İmmun sistemi baskılanmış kişilerde görülür. Bazen HIV infeksiyonu özofageal ülserler yapabilir. İmmun suprese hastada odinofaji ortaya çıkarsa opor-tinisitik özofajit akla gelir. E. ÖZOFAGUSUN TÜMÖRLERİ Özofagusun selim tümörleri nadir görülür, en sık görülebilen benign tümörü leiomiyomdur. Özofagusun en sık görülen tümörü epidermoid (skuamöz) karsino-madır. Bunu adenokarsinom (Barret hastalığı sonucu gelişir) takip eder. Üçüncü sıklıkta küçük hücreli kanser görülür. Özofagusa en sık metastaz yapan kanser habis melanomdur. Primer özofagus habesetleri ise en sık akciğere metastaz yapar. Özofagus kanseri genellikle solid gıdalara karşı birkaç hafta içerisinde giderek artan disfaji ve eşlik eden kilo kaybı ile kendini gösterir. Prekanseröz lezyonları arasında akalazya, reflü özofajit, korozif madde alımı, Plummer-Vinson sendromu, lökoplakiler, özofagus divertikülleri ve tylosis (palmo-plantar hiperkeratoz) sayılabilir. Epidermoid karsinom zencilerde 3 kat daha fazla görülür. Bunun dışında sigara ve alkol kullanımı, papillo-mavirus infeksiyonu, diğer baş boyun kanserlerinde risk artmıştır. Olguların % 90'ı skuamöz hücreli (yassı epitel hücreli, epidermoid) tiptir, orta ve üst bölümlerinde görülür. Özofagus kanserlerinin % 10'u adenokanserdir ve alt bölümde görülür. Adenokanserler Barret özofagu-su zemininde gelişir. Özofagus mukozasının çok katlı skuamöz epitelinin yerini silindirik, glandüler, kolon mukozasına benzer bir mukozanın alması ile karakterize tablodur. Kronik GÖRH ve özofajite bağlı olarak ortaya çıkar. Sigara ve alkol kullanılmasının bu tür tümör etiyolojisinde önemi yoktur. Özofagus kanserlerinin en sık gözlenen semptomu progressif disfajidir. Bunun dışında retrosternal ağrı, epigastrik ağrı, regürjitasyon, kilo kaybı ve anemi gibi bulgular mevcuttur. Tanıda radyoloji ve endoskopi yararlıdır. Endoskopi ve biyopsi ile kesin tanı konulur. Tedavi cerrahidir. Squamöz hücreli tümörlerde radyoterapi denenebilir. Lenfatik ve hematojen yayılım gösterir. Özofagusun belirli bir lenfatik damar yapısı yoktur. Submukozal lenfatikler ile lenfatik dolaşım sağlanır. Yayılım bu nedenle oldukça çabuk olur. Özofagusun serozasının olmaması da buna katkıda bulunur. 384 F. ÖZOFAGUSUN DİĞER HASTALIKLARI SCHATZKİ HALKASI Distal özofageal bölgede rastlanan fibrotik halkadır. Genelllikle asemptomatik ve benign bir lezyondur. Gençlerde görülen en sık anatomik darlık nedenidir. (Diğer taraftan yaşlılarda görülen en sık darlık nedeni kanserdir). PLUMMER-VİNSON SENDROMU (PATERSON-KELLY) Hipofarenks web'i olup disfajiye neden olur. Demir eksikliği ile beraber hipofarenkste web varlığı "sideropenik disfaji" olarak da tanımlanır. Orta yaşlı bayanlarda daha sıktır. Skuamöz hücreli karsinom ile ilişkilidir. DİVERTİKÜLLER Özofagusun üst (Zenker) ve alt (epifrenik) bölümünde görülenler pulsiyon (itilme) divertikülleri yalancı divertiküllerdir. Orta bölümde görülenler ise fraksiyon (çekilme) divertikülleridir. Epifrenik divertiküller akalazyada görülebilir. MALLORY-WEİSS SENDROMU Aşırı kusma ve öğürme ile özofagogastrik bileşkede oluşan mukozal yırtıktır. Ciddi üst GİS kanamasına neden olabilir. Alkol ilişkisi sık. Gebelikte de görülür. Endoskopik olarak tanısı konulur. BOERHAAVE'S SENDROMU Özofagusta spontan veya aşırı kusma sonrası gelişen özofagus rüptürüdür. Göğüs ağrısı ve toksik bir tablo gelişir. Direkt radyografide mediastende hava izlenir. Boyunda cilt altı amfizemi saptanabilir. Suda erir opak madde ile özofagografi kesin tanıyı sağlar. Hastaların %30-40'ında Mackler triadı (=Subkutan amfizem + göğüs ağrısı + kusma) görülür. En sık ölüm nedeni pnömotoraksdır. ÖZOFAGUS PERFORASYONU En sık nedeni iatrojenikdir (balon dilatasyon ve entübasyonda). CHAGAS HASTALIĞI Akalazya, megakolon, megaüreter ve dilate kardiyomyopatinin bir arada olduğu sendromdur. Güney Amerika'da sıktır. Etken olarak Trypanosoma cruzi suçlanmaktadır. DYSPHAGİA LUSORİA Aort yayının sol tarafından çıkan konjenitalaberran bir sağ subklavian arterin özofagusu sıkıştırması ile ortaya çıkar. DİFFÜZ ÖZOFAGEAL SPAZM Özofagusta non-peristaltik kontraksiyonlar görülür. Tipik olarak sıvı ve katı gıda alımı ile disfaji ortaya çıkar. Birlikte substernal göğüs ağrı olur. inhibitör nöronların disfonksiyonu sonucu gelişir. Akalazyada görülen nöron hücre gövde dejenerasyonun aksine burada nöron uzantılarında dejenerasyon mevcuttur. Akalazyaya neden olabilir. Kesin tanı manometre ile konur. Özofagus manometresinde yüksek amplitüdlü dalgalar görülür. Baryum grafide düzensiz peş peşe kontraksiyonlar gözlenir. Tipik tirbuşon özofagus görünümü saptanır. Tedavide nitrat, antikolinerjik ve kalsiyum kanal blokerlerine kısmi cevap verir. Cerrahide özofagus uzunluğu boyunca submuköz myotomi denenebilir. En sık neden olan sistemik hastalık amiyotrofik lateral sklerozdur. SKLERODERMA Vakaların çoğunda özofagus da tutulur. Düz kasları tuttuğu için alt özofagusta peristaltizm kaybolur, reflü gelişir. Tanı manometri ile konulur. Sistemik skleroz sekonder özofagus dismotilitesinin en sık nedenidir. Katı gıdalar ve yatar pozisyonda sıvı gıdalar disfajiye neden olur. GÖRH gelişebilir. 385 5. MİDE VE HASTALIKLARI Mide mukozasının çeşitli bölgelerinde ve gastrik glandlarda bazı farklılıklar vardır. Mide, glandları türlerine göre histolojik olarak 3 bölgede incelenebilir; 1. Kardiak glandlar 2. Oksintik (parietal) glandlar (fundus ve korpus) 3. Pilorik / Antral glandlar (antrum ve pilor) Mide mukozasının yüzey epiteli tek katlı silindirik epiteldir ve her 1-3 günde bir yenilenir. Oksintik glandlar: Yapılarında en az 4 tür hücre vardır: 1. Müköz hücreler (Bikarbonat ve müküs salgılar), 2. Zimogen (esas=chief) hücreler (Pepsinojen I ve II salgılar), 3. Oksintik (parietal) hücreler (hidroklorik asit ve intrensek faktör salgılar), 4. Endokrin hücreler (Prostoglandinler, büyüme faktörleri salgılar) 5. Enterokromaffin hücreler (serotonin salgılar), 6. Enterokromaffin benzeri hücreler (Histamin salgılar). Antral glandlar: Müköz ve endokrin hücreler içerir. Endokrin G hücreleri gastrin, D hücreleri somatostatin salgılar. Asit salgısı bazal ve uyarılmış koşullarda meydana gelir. Bazal asit üretimi sirkadyen ritim gösterir, gece en yüksek, sabah en düşük düzeylerdedir. Uyarılmış asit salgısı uyarının yerine göre üç fazda gerçekleşir; sefalik, gastrik, intestinal. Sefalik fazda tat, koku, görme ile ortaya çıkan vagal uyarı sonucu gastrin salgılanır bu da asit salgısının artmasına neden olur. Asetilkolin, histamin ve gastrin parietal hücreleri uyarır. Hepsi H+-K+ ATPaz (proton) pompası üzerinden etkili olur. Gastrin salınımını uyararak etkili olan asit uyaranları ise hiperkalsemi, proteinler, vagal uyarı, magnezyum, hipoasitite ve antral mekanik uyarıdır. Gastrik fazda mideye gıda girdiğinde G hücreleri aktive olur ve direkt gastrin sekrete ederler. İntestinal fazda gıdalar barsağa girer ve somatostatin salgılanır. Bu sayede gastrin sekresyonu baskılanır. Somatostatin G hücrelerinden gastrin sekresyonunu ve parietal hücrelerden direkt etki ile asit sentezini azaltır. Asit salınımının inhibisyonuna neden olan diğer faktörler hiperasitite, sekretin ve kolesistokinindir. Duodenuma asit içerikli kimus geçmesi sekretin ve kolesistokinin salınımını artırır; bu da gastrin salınımını azaltır ve pankreastan bikarbonattan zengin ekzokrin salgının artmasını sağlar. Oksintik glandlardaki esas hücreler (zimogen) pepsinojen salgılarlar. Pepsinojen proteolitik enzim olan pepsinin öncüsüdür. Mide içindeki asit ortam pepsinojenin parçalanarak pepsine dönüşmesini sağlar. Asit sekresyonu stimule edildiğinde pepsinojen salınımı da artar. pH arttıkça pepsin aktivitesi azalır. Açlık bazal asit salınımı (BAO= basal asit output), uyarılmış asit salınımı (MAO= maximal asit output, pentagastrin ya da histamin ile uyarılmış asit salınımı) asit salınımını değerlendirmek için kullanılan laboratuvar testleridir. BAO/MAO parietal hücre kitlesinin en iyi göstergesidir. HCI salgılanma kapasitesini gösterir. Örneğin BAO/MAO Zollinger - Ellison sendromunda 0,6'dan büyüktür. Zaten maksimal uyarım söz konusu olduğundan diğer uyaranlarla asit salınımının uyarımı söz konusu değildir. Mide mukozası koruması; 4 şekilde olur. 1. Mukus ve bikarbonat: En dışta yer alır. Mukus asit/pepsinin geri difüzyonunu önler. Bikarbonat sekresyonu ile epitel hücre yüzeyinde pH 6-7 seviyelerinde tutulur. 2. Yüzey epiteli: sıkı bileşkeler (tight junction) ve özelleşmiş hidrojen transport sistemleri sayesinde mukozayı asit ortamdan korur. 3. Mukozal kan akımı: Mide submukoza tabakası içerisindeki mikrovasküler sistem subepitelyal savunmaonarım sisteminde anahtar rol oynar. Geri difüze olan hidrojen iyonlarının HCO3- ile etkin bir biçimde uzaklaştırılmasını buna ek olarak oksijeni ve besinleri sağlarken toksik metabolik atıkları uzaklaştırır. 4. Mukozadan salınan çok sayıda büyüme faktörü (epidermal büyüme faktörü, insülin benzeri büyüme faktörü I) ve prostaglandinler kanlanma, onarım ve mukozal bütünlüğün korunmasında temel rolü oynarlar. Bu mekanizmaların çeşitli düzeylerde ve şiddette aksaması mide patolojilerini doğurur. A. PEPTİK ÜLSER HASTALIĞI Asit-pepsin ile teması olan mide ya da duodenum mukozasının (genellikle ilk birkaç cm.) muskularis mukozaya kadar penetre olan hasarlanması ile karakterize lezyona ülser denir. Muskularis mukozaya ulaşmayan mukozal hasarlar ise erozyon olarak adlandırılır. 386 Tablo 5-1: Mide Mukoza Savunma Mekanizmaları Mukoza devamlılığını sağlayan faktörler Mukus Bikarbonat (mide yüzey epitel hücrelerinden, duodenumda da Brunner hücrelerinden salgılanır) Epitel hücreleri Mukozal kan akımı Endojen prostaglandinler (mukus ve bikarbonat salgılanmasını ve mukozal yenilenmeyi, kan akımını artırırlar) Tamir mekanizmaları Yerini doldurma Mukozal hücre yenilenmesi Yara iyileşmesi (granülasyon dokusu oluşumu, anjiogenezis vs) Tablo 5-2. Ülser riskini artıran faktörler Predispozan faktörler ilaçlar (NSAİİ, steroid)* H. pylori* ilaçlar (NSAİİ, Steroid)* Sigara, Alkol Herediter faktörler Aile anamnezi Genetik (MEN l), 0 kan grubu Psikojen faktörler Mide - dudoenumun motor bozuklukları Gastrik boşalmanın gecikmesi Safra reflüsü Birlikte olabildiği hastalıklar Zollinger-Ellison sendromu, mastositoz KOAH, Siroz, Kronik böbrek yetersizliği, Böbrek nakli, Nefrolitiyazis Hiperparatiroidi, Polistemia vera * En sık nedenler 387 388 Semptomlar Ağrı, periodik, epizodik, tekrarlayın, sırta vuran, genellikle yemek veya antiasit ile geçen bir ağrıdır Bulantı-kusma, özellikle pilor kanalı veya bulbus apeksinde olan ülserlerde inflamasyon ile oluşan mide çıkış yolu obstrüksiyonları nedeniyle görülebilir. Tanı Peptik ülser en sık duodenumda, sonra midede görülür. Endoskopi ve radyoloji ile konulur. Mide ülseri küçük kruvatur angularis ve prepilorik bölgede, duode-num ülseri ise birinci kısım (bulbus) ön yüzde sıktır. Ancak özofagusta Barrett epitelinde, Meckel diverti-külü, gastrointestinal güdük yerinde, ektopik mide adacıklarının olduğu yerlerde de görülebilir. Bunun dışındaki yerleşimlerde, sık tekrarlayan ve çok sayıda ülser durumlarında Zollinger Ellison sendromu-nu düşünmek gerekir. Tedavi Peptik ülserin tedavisini yönlendirmek için mutlaka H.pylori durumu bilinmelidir. H.pylori (+) olanlarda ülser nüksünü engellemek için H.pylori eradikasyon tedavisi yapılmalıdır. Tedavide kullanılan ajanlar 1. Antisekretuar ajanlar a) Proton pompa inhibitörleri Benzimidazollerdir. Omeprazol, lansoprazol, rabep-razol, panroprazol, esomeprazol duodenum için 4, mide için 6 hafta kullanılırlar. H+-K+ ATPaz enzim in-hibisyonu yaparlar. En güçlü antisekretuar gruptur. H.pylori'nin de üreden amonyak oluşturmasını sağlayan sistemi proton pompası olduğu için H.pylori-ye baktriositik etkilidir. b) H2 blokerleri Ranitidin, famotidin, nizatidin (simetidin jineko-masti, impotans, hiperprolaktinemi, karaciğer mik-rozomal enzim inhibisyonu [warfarin, teofilin gibi ilaçların etkisini artırır]). c) Prostaglandinler Misoprostol, emprostil prostaglandin analoğudur. NSAİİ'lara bağlı gastrik ülser gelişimini engellemek için kullanır. Mukoza koruyucu dozunun iki katında iken anti sekretuar özelliği ortaya çıkar. 2. Antiasitler Alüminyum hidroksit kabızlık yaparken, magnezyum hidroksid ishal yapar. 3. Mukoza Koruyucular Ülser üzerinde örtü oluşturarak lümendeki safra ve pepsinin etkisini önler. PG sentezini uyarır, toksik radikalleri uzaklaştırır. Bizmut: H.pylori için baktersid etkilidir. Dışkıyı si-yahlaştırır. Böbreklerle atılır. KKY'de dikkatli kullanılmalıdır. Ensefalopati ve pigmentasyonlar yapabilir. Ülser tedavisinde özel diyet önerilmez. Peptik ülser komplikasyonları Ülser ağrısının karakteri değiştiğinde (ilaçlara yanıtsızlık veya yayılımında) komplikasyon düşünülmelidir. 1. Kanama: En sık rastlanılan komplikasyondur. Du-odenumda arka duvardakiler gastroduodenal artere invaze olarak masif kanama nedeni olabilir. Üst GİS kanamanın en sık nedeni peptik ülserdir (duodenum ülseri). Bunu erozif gastrit ve özofagus varis kanaması izler. 2. Perforasyon: En sık duodenum ön duvarından perfore olur. 3. Penetrasyon: En sık pankreasa olur, Akut pankreatit kliniği vardır. 389 4. Fistül: Mide ülseri kolona, duodenal ülser ana safra kanalına fistülize olabilir. Ancak selim ülserlerde nadir görülür. Gastro-kolik fistüllerin en sık nedeni mide veya transvers kolona ait habis ülserlerdir. Obstrüksiyon: En sık pilor kanal ülserinde görülür. Mide perküsyonunda klapotaj (çalkantı sesi) duyulur. Gastrik peristaltizm görünür hale gelir. Aşırı kusmalarla alkaloz ve K+ eksikliği gelişebilir. B. ZOLLİNGER-ELLİSON SENDROMU (ZES) ZES, non-beta hücreli endokrin tümörden (gastrinoma) salgılanan gastrine bağlı mide asiti hipersekresyonu sonucu ortaya çıkan peptik ülserlerdir. Peptik ülser vakalarının %0.1-1.0'inde görülür. Genelde sporadik ortaya çıkar (%75) veya bazen MEN tip I içinde yer alır (%25). Aşırı gastrin varlığı parietal hücrelerinden çok miktarda asit salınmasına neden olur. Karın ağrısı (%70-100) + yaygın peptik ülserler (%50) + erozif özofajit (%65) + ishal (%10-20) klinik Gastrinomaların çoğu (%80) pankreas, duodenum ve safra yolları arasında kalan alanda ortaya çıkar. Önemli bir kısmı pankreastan köken almasına karşılık en sık görüldüğü yer duodenumdur (%50-70). Hastaların %20-40'ında pankreasta görülür. Tümörün yerleştiği daha nadir dokular ise mide, kemikler, overler, kalp, karaciğer ve lenf nodlarıdır. Gastrinomaların %60'ı ma-ligndir. Vakaların %30-50'sinde tanı anında çoklu lez-yon veya metastaz vardır. Tümör dokusu tipik olarak kromogranin ve nöron spesifik enolaz eksprese eder. Beklenmeyen alanlarda ortaya çıkan ülserler, tedaviye direnç olması, rekürens, ciddi komplikasyonlar ile prezente olan ülserler ve anamnezde NSAİİ olmaması veya H.pylori negatifliği alarme edici olmalıdır. Tanı aşamasında öncelikle açlık serum gastrin düzeyi ölçülmelidir (>10 kat yükseklik düşündürmelidir). Tek başına yüksek olması tanı koydurucu değildir. Atrofik gastrit, aklorhidria, geride kalmış antrum, sistemik mastosidoz, G hücre hiperplazisi gibi durumlarda gastrin hipersekresyonu ortaya çıkabilir. BAO/MAO artışı ZES düşündürmelidir. Gastrin provokasyon testleri tanıda kullanılmaktadır (Sekretin stimulasyon testi). Pankreas lezyonlarının gösterilmesinde endoskopik USG kullanılabilir, fakat duodenal tümörlerde bu çok işe yaramamaktadır. Bu durumda octreotid (somatostatin analogu) scan kullanılabilir. Tedavide küratif rezeksiyon ilk sırayı almaktadır. Yüksek dozda PPI'ler ile şikayetlerde gerileme sağlanabilir. Oktreotid sintigrafisi sırasında yapılan işlem aynı zamanda tedavi edici karakterdedir. C. STRESLE İLGİLİ MUKOZA HASARI Şok, sepsis, ciddi yanık, kafa travması, şiddetli travma olan hastalarda akut erozif mide mukoza değişiklikleri ve kanamalı ülserasyon gelişebilir. Strese bağlı gastrit veya ülser olarak sınıflandırılan bu durumlar en çok midenin asit üreten kısımlarında (fundus, korpus) gözlenir. En sık belirti GİS kanamadır. Akut yaralanmadan 48-72 saat sonra ortaya çıkma eğiliminde olan mekanik ventilasyona gerek gösteren solunum yetersizliği ve kogülopati kanama için risk faktörleridir. Histolojik olarak strese bağlı hasar infla-masyon ve H. Pylori içermez, bu nedenle "gastritis" yanlış isimlendirmedir. Kafa travmalarında (Cushing ülseri) ve geniş yanıklardan (Curling ülseri) sonra ortaya çıkan hadiselerde mide asit salgısının artmış olmasına rağmen patogenezde mukozadaki iskemi ve mide mukoza savunma bariyerinin yıkılması da önemli bir rol oynar. Strese bağlı hasarın önlenmesinde asit inhibiyörlerinin kullanılması ile kanamada önemli azalmanın görülmesi asitin hasara katkısını göstermektedir. Kanamanın engellenmesi için mide pH'sının 3.5'un üzerinde tutulması gerekir. Strese bağlı hasarın profilaksisinde en etkin tedavi proton pompa inhibitörleridir. D. GASTRİTLER Gastrit terimi mide mukozasında histolojik olarak belgelenmiş inflamasyon için saklanmalıdır. Tablo 5-3'da gastrit sınıflandırılması verilmiştir. Gastritin histolojik bulguları ile ağrı, dispeptik yakınmalar ile endoskopik bulgular arasında korelasyon zayıftır, sonuç olarak gastritin tipik bir kliniği yoktur. Tablo 5-3: Gastrit Sınıflandırması I. Akut Gastritler A. Akut H. Pylori infeksiyonu B. Diğer akut infektif gastritler 1. Bakteriyel (H. Pylori dışında) 390 2. Helicobacter helmanni 3. Flegmon 4. Mikobakteriyel 5. Sifilitik 6. Viral 7. Fungal 8. Parazitik II. Kronik Atrofik Gastritler A. Tip A: Otoimmun, korpus predominant B. Tip B: H. Pylori-ilişkili, antrum predominant III. Gastritlerin nadir formları A. Lenfositik B. Eozinofilik C. Crhon hastalığı D. Sarkoidoz E. İzole granülomatöz gastrit Akut gastrit En sık nedeni infeksiyondur, H. Pylori akut infeksiyonu gastrit yapar. Ani başlayan epigastrik ağrı, bulantı ve kusma ile başlar. Histolojik çalışmalarda ödem ve hipe-remi ile birlikte belirgin nötrofil infiltrasyonu gösterdiği bildirilmiştir. Eradike edilmediği takdirde kronikleşir. Akut H. Pylori infeksiyonundan sonra bir yıl kadar süren hipoklorhidri görülür. Mide yüksek asit içeriği infeksiyon gelişimine en önemli engeldir. Flegmonöz gastrit yaşamı tehdit eden hastalıklardandır, mide duvarının tamamında diffüz, belirgin akut inflamatuar infiltrasyon ve nekrozla kendini gösterir. Yaşlı, alkolik ve AIDS hastaları etkilenir. Olası iatrojenik neden endoskopik polipektomidir. Patojenler; streptokok, stafilokok, E.coli, Proteus ve Haemophilus cinsi bakterilerdir. AIDS varlığında Herpes simplex ve CMV gastriti ortaya çıkabilir. Daha nadir olarak fungal, sifilitik, parazitik akut gastritler görülebilir. Kronik gastrit En sık nedeni H. Pylori'dir; atrofi (mukozanın işlevsel kapasitesinde kayıpla birliktedir) veya metaplazi varlığına işaret eder. Antrumu tutar ise G hücre kaybı ve gastrin düzeyinde azalma ile karakterizedir. Korpusu tutmuş ise oksintik glandların kaybı ile asit, pepsin ve intrensek faktör salınımında azalma söz konusudur. Esas olarak lenfosit ve plazma hücre infiltrasyonu görülür, daha nadiren nötrofiller mevcuttur. Histolojik sınıflamada; erken dönemde yüzeyel gastrit başlar. Mukus miktarı azalır. Hücre hasarı lamina propriayı aşmaz. Bir sonraki evre atrofik gastrittir. İnflamasyon mukozayı aşar, glandlarda destrüksiyon olur. Son evre gastrik atrofidir. Gland yapıları kaybolmuştur. İnflamasyon gerilemiştir. Endoskopide incelmiş mukoza altındaki damarsal yapılar görünür hale gelir. Zamanla intestinal metaplazi gelişir (goblet hücrelerinden zengin intestinal epitel). Mide kanserine ilerleyebilir. Atro-fi iyice ilerlemeden endoskopik bulgu vermeyebilir. İleri dönemde submukozal vasküler görünüm kaybolur. Atrofi iyice yerleştiğinde asit ve pepsin salınımı bozulur ve intrensek faktör kaybolur, giderek Vit-B12 malabsorbsiyonu yerleşir. Tablo 5.3 Kronik gastritlerin özellikleri Özellik Tip A Tip B Lokalizasyon Korpus dominant Antrum dominant Etiyoloji İdiyopatik, otoimmun, H. pylori H. pylori Sıklığı Yaklaşık %5 Yaklaşık %20 Enflamasyon Derin (atrofik) Yüzeyel Asidite Azalmış Artmış Gastrin Pernisiyöz anemi, otoimmun hastalıklar, gastrik ülser, gastrik kanser Dispepsi, duodenal ülser 391 Metaplazi Kronik gastritte iki tür metaplazi görülür. Muköz bez metaplazisi (psödopilorik metaplazi) ve intestinal metaplazi. Muköz bez metaplazisi gastrik glandların şiddetli atrofisinde gözlenir. Gastrik glandların yerini progressif olarak muköz glandlar alır (antral mukozada ve özellikle küçük kurvaturda). İntestinal metaplazi ise kronik mukozal hasara yanıt olarak oluşur. Gastrik mukoza ince barsak mukozasına benzer bir hal alır. Antrumdan başlar ve korpusa yayılabilir. Histolojik olarak tam ya da kısmi olarak sınıflandırılır. Komplet metaplazide mide mukozası hem görünüm hem de işlevleri ile tamamen ince barsak mukozasına benzer hal almıştır (besinleri absorbe edebilir ve peptid sekrete edebilir). İnkomplet metaplazide ise histolojik görünüm daha çok kalın barsağın mukozasına benzer ve displazi sık olarak gözlenir. Tutulan bölgeye göre sınıflamada; mide fundus-korpu-su tutulduğunda Tip A (otoimmun), antrum tutulduğunda ise Tip B (H.pylori) kronik gastrit olarak ifade edilebilir. Hem korpus hem de antrum tutulumu ile giden ve Tip AB olarak tanımlanan kronik gastrit de söz konusudur. Tip A kronik gastrit genellikle pernisiyöz anemi ile ilişkilendirilmiştir ve otoimmun gastrit olarak adlandırılır. Seyrek görülür. Anti parietal hücre antikorları vakaların yaklaşık %50'sinde mevcuttur. Anti intrensek faktör antikorları, anti parietal hücre antikorlarından daha spesifiktir. Sonuçta aklorhidria ile sonuçlanır. Antrum mukozası korunduğundan gastrin düzeylerinde refleks olarak ciddi artış ortaya çıkar. Tip B kronik gastrit daha sık karşılaşılan tiptir. Neden H.pyloridir. Bazen inflamasyon korpus ve fundusa da ilerleyebilir. Bu durumda pangastrit gelişir ve bunun gelişmesi için ortalama 15-20 yıllık süre gereklidir. İleri yaşta (>70) tüm vakalarda Tip B kronik gastrit görülür. Zamanla gastrik atrofi gelişir. Enfeksiyon gastrik mukozal inflamasyonuna neden olur ve bu da gastrik sekretuvar fizyolojiyi değiştirerek mukozayı asit hasarına karşı daha duyarlı hale getirir. Bakteri bikarbonat ve mukus tabakasının altında yüzey epiteli üzerinde kolonize olmaktadır. Kesin bulaşma şekli bilinmemekle birlikte oral-oral ya da fekal-oral bulaşı destekleyen bulgular (bakteri gaita, tükrük ve diş plaklarında üretilmiştir) mevcuttur. İnfeksiyon aynı aile içerisinde ve bazı sağlık çalışanlarında sıktır. H. Pylori in-feksiyonunda tanı biyopsi materyalinin histolojik incelenmesi ve hızlı üreaz testi ile ya da invazif olmayan şekilde seroloji, üre solunum testi ile konabilir. Kronik Tip B gastrit Multifokal gastrik atrofi (multifo-kal intestinal metaplazi) gastrik adenokarsinom. H.pylori seropozitifliği mide kanseri riskinde 3-6 kat artışa neden olmaktadır. Diğer taraftan kronik H.pylori infeksiyonu B hücreli mide lenfoması ve MALT lenfo-maya neden olabilmektedir. Eradikasyon tedavisi çoğunlukla düşük hızlı mide lenfomasının tedavisi için yeterlidir. Peptik ülser ve MALT lenfoma kesin eradikasyon tedavisi endikasyonudur. H.pylori eradikasyon tedavisinde (1) Proton pompa in-hibitörü ve (2) iki antibiyotik (metronidazol, amoksisi-lin, tetrasiklin, klaritromisin), ve/veya kolloidal bizmut bileşikleri verilebilir. E. DİĞER GASTRİTLER Lenfositik Gastrit Mide yüzey epitelinin lenfositer yoğun infiltrasyonu ile karakterizedir. Genelde mide gövdesinde görülür ve histolojik olarak olgun lenfositler ile plazma hücrelerinden zengin infiltrasyon mevcuttur. Daha önce çölyak hastalığında gösterilmiş olsa da kesin etiyolojisi bilinmemektedir. Bir grup hastada endoskopide kalınlaşmış mukozal pililer göze çarpar. Bu kalın katlantıların üzeri ortası erozif görünümde olan küçük nodüllerle kaplıdır (Varioliform gastrit). Etkenin H.pylori olduğunu düşündürecek kanıta dayalı veri bulunmamaktadır. Postgastrektomi Gastriti Gastrinoma olguları dışında parsiyel ya da subtotal gas-trektomiyi takiben gastrik atrofi gelişir ve geride kalan korpus mukozasının metaplazisi sık görülür. Gastrit şiddeti anostomoz hattında en fazladır. Nedenleri arasında vagotominin vagal tonusun kaybına neden olması, reflü olan safranın hasarı ya da gastrotropik bir hormon olan gastrinin eksikliğinin parietal ve peptik hücrelerde azalmaya yol açması sayılabilir. Eozinofilik Gastrit İdiopatik eozinofili, özellikle antrum mukoza, submukoza ve kas tabakalarının eozinofilik infiltrasyonunun yanısıra kanda dolaşan eozinofil ve IgE artışı ile karakterize, genellikle idiopatik ancak bazen nematod infestasyonlarına sekonder olarak gelişen bir hastalıktır. Tedavide steroide iyi yanıt vermesi tanıyı kuvvetle destekler. 392 Tablo 5-4 Az görülen gastrit tipleri Eozinofilik Gastrit Lenfositik Gastrit Granülomatöz Gastrit GVHD Reaktit Gastropati • İdiyopatikir. • Midenin tüm katlarında eozinofil lökosit infiltrasyonu gorulur • Antropilorik bölge sık tutulur • Orta yaş kadınlarda sıktır • Karın ağrısı yapar • Pilorik obstrüksiyon, mide distansiyonu vardır • Eozinofilik enterit ve sistemik eozinofili ile birlikte olur • Steroide yanıt verir • Yüzey epiteli, gastrik pitler ve lamina propriada yaygın lenfosit vardır • Lenfositler CD8 + T tipindedir • Korpusta sınırlıdır • Karın ağrısı, bulantı, kusma, anoreksi yapar • İdiyopatik olabilir, %45-60 Celiac ile birlikte olur • Mukozada granülomlar olur • Crohn, sarkoidoz, TBC, histoplazmozis, anisakiasis, sistemik vaskülit, yabancı cisim reaksiyonu vs... ile olur • Kemik iliği transplantı sonrası görülür. • Lamina propriada lenfosit infiltrasyonu • Epitel hücrelerinde apoptozis (özellikle glandların boyun kısmında) sıktır • Mide foveolalarında hiperplazi, mukus azalması, glandlarda rejeneratif değişiklikler • Mukozal ödem ve kapillerlerde dilatasyon oluşur • Lamina propriada glandlar arasında düz kas lifleri gorulur • Epitelde nötrofil lökosit infiltrasyonu olmaması anahtar bulgudur • Asprin gibi NSAİD lar, safra reflüsü, mukozal prolapsus (gastrik antral vasküler ektazi) ile travma vs., olur • Ağır olgularda endoskopide midede Vatermelon görünümü oluşur • Reaktif gastropati ve mukozal damarlarda fibrin trombüsleri görülür Granulomatöz Gastrit En sık Crohn Hastalığının mide tutulumu ile ortaya çıkar. Daha nadir nedenler arasında histoplazmozis, kandidiyazis, sifiliz, tüberküloz, sarkoidoz, idiyopatik granülomatöz gastrit ve eozinofilik granulom yer alır. Maligniteden ayırt edilmelidir. Menetrier Hastalığı Nadir, idiopatik bir hastalıktır. Elli yaş üstü erkeklerde sıktır. Korpus ve fundusu bazen de antrumu tutan dev gastrik kıvrımlar, gland atrofisi ve belirgin foveolar hiperplazi ile karakterizedir. Parietal ve esas hücrelerin yerini mukus sekrete eden hücreler almıştır. Mukozal kriptller uzun ve kıvrımlıdır. Mukozanın kalınlığı artmıştır. ZE5, malignite, infeksiyöz nedenler (CMV, histoplazmozis, sifiliz) ve sarkoidoz ile ayırıcı tanısını yapmak gerekir. Hastalık ilerledikçe asit ve pepsin salınımındaki azalmaya bağlı hipoklorhidri gelişir. Hastalarda hipoalbuminemi ve ödemin eşlik ettiği protein kaybettiren gastropati gelişir. Antikolinerjikler protein kaybını azaltır. Tedavide bunun yanı sıra PPI, H2 blokerleri, prednizolon verilebilir. Proetin kaybettiren enteropatinin ağır olduğu vakalarda total gastrektomi gerekebilir. F. ÜLSER DIŞI DİSPEPSİ Son bir yıl içerisinde toplam olarak 3 aydan uzun süren ve epigastriumda huzursuzluk ile giden durumlardır. 4 ayrı klinik tabloda gözlenir; 1) Ülser benzeri tip ülser semptomlarını, 2) Dismotilite tipi irritabl kolon semptomlarını, 3) Bilier disfonksiyon tipi safra kesesi semptomlarını 393 4) Reflü tipi gastroözofageal reflü semptomlarını taklit eder. Tedavi semptomatiktir. Hastalığın tipine göre sempto-matik tedavi seçilir. Semptomlarda belirgin değişiklik ya da inatçı bulgular daha ciddi bir hastalığın varlığını düşündürmeli ve dikkatli tetkikler yapılmalıdır. G. MİDE KANSERİ Midenin malign tümörlerinin % 85'ini adenokarsinomlar oluşturur. Primer lenfomalar, gastrointestinal stro-mal tümörler ve leiomyosarkomlar geri kalan %15'lik kısmını oluşturur. Adenokarsinomlar iki şekilde görülür; diffüz tutulumla seyreden linitis plastica ve glandüler tubuler yapılar şeklinde ortaya çıkan intestinal tipte kitleler. Yerleşim yerleri incelendiğinde % 30 oranında antrumun, % 20 oranında gövdenin ve % 37 oranında proksimal 1/3 kısmın tutulduğu görülür, %13 vakada diffüz tutulum mevcuttur. Etyoloji Çevresel faktörler: Tuzlanmış, tütsülenmiş veya kurutulmuş gıda ile alınan yüksek konsantrasyonlarda nitrat tüketimi, nitrozaminler, düşük sosyo-ekonomik düzey. Genetik özellikler: A kan grubu Risk faktörleri: Atrofik gastrit, aklorhidri, intestinal metaplazi, pernisiyöz anemi, adenomatöz polip, postgastrektomi (Bazen Bilroth II den sonra insidans artar = stumpf karsinom, anastomoz kanseri). H.pylori infeksiyonu, özellikle MALT lenfomalardan sorumludur. Tümör en sık küçük kurvatür antropilorik bölgeye yerleşir ve en sık ülsere kitle şeklinde görülür. En sık lenfatik metastaz (Superior gastrik lenf düğümleri) yapar. Hematojen metastazı en sık karaciğere olur. Mide kanserinin özel bazı metastazları vardır: • Sol supraklavikular : Virchow nodülü • Over: Krukenberg tümörü (implantasyon metastazı) • Perirektal duvar: "Blumer's shelf" (peritoneal culde-sac üzerine implantasyon, rektal tuşe veya vajinal muayene bulgusudur) • Periumbilikal subkutan nodül: "Sister Mary-Joseph" nodülü. • Sol ön aksiller bölge: "Irish" nodülü • Midenin diffüz, yaygın infiltrasyonu ve şişe matara görünümü: "linitis plastika" Tekrarlayıcı tromboflebit (Trousseau sendromu), akantosis nigricans, nöromyopatiler mide kanserinin seyrinde görülebilen diğer paraneoplastik sendromlardır. Mide kanserlerinde gözlenen en sık semptom kilo kaybı ve iştahsızlıktır. Bunun dışında epigastrik dolgunluk hissi, erken doygunluk, epigastriumda palpe edilebilen kitle diğer semptom ve bulgulardır. Üst GİS endoskopi görme ve biyopsi olanağı sağladığından altın standarttır. Biyopsi ile histolojik tanı konulur. Radyoloji özellikle küçük boyutlu tümörlerde yararsızdır. Öncelikle küratif cerrahi şansı araştırılır. Palyatif cerrahi (tümör yükünü azaltıcı) ve kemoterapi gerekebilir. H. MİDE LENFOMASI Ekstra nodal lenfomanın en sık görüldüğü bölge midedir. Çoğunlukla Hodgkin dışı lenfomadır. Primer olanlarında en sık rastlanan bulgu palpe edilebilir kitledir. Sekonder mide lenfoması genellikle diffüz infiltrasyon şeklindedir. Lenfomalarda en makul tedavi, cerrahi ile kemoterapinin kombine edilmesidir. Özel bir lenfoma türü MALT (Mucosa Associated Lympho-id Tissue) lenfomadır. H. Pylori infeksiyonunu takiben ortaya çıkar. Erken evrede H. pylori eradikasyonu yeterli tedavi iken, ileri evrede tedavi diğer lenfomalar gibidir. İ. GASTRİK SARKOMA Leiomiyosarkom ve gastrointestinal stromal tümörler, tüm mide tümörlerinin %13'ünü oluşturur. Leiyomi-yom midenin en sık benign tümörüdür. Genellikle ül-serasyon ve kanama yapar. Malign olanları etraf dokuya ve hematojen yolla karaciğer ve akciğere metastaz yapar. Lenfatik yolla metastaz yapmaz. İlk sırada cerrahi tedavi uygulanır, Metastaz yapmış olan vakalarda kombinasyon kemoterapisi uygulanır. C-kit analizi yapılmalıdır. C-kit pozitif olanlarda imatinib mesylate (Gleevec) veya sunitinib ile yüksek oranlarda başarı sağlanır. Carney Triadı Sendromu: Leiyomiyosarkom, pulmoner kondrom ve paragangliom ile karakterizedir. 40 yaş altı bayanda sıktır. 394 6. İNCE VE KALIN BARSAK HASTALIKLARI İnce ve kalın barsak uzunluğu sırasıyla yaklaşık 300 cm ve 80 cm'dir. Katlantılar, villus (sadece ince barsak) ve mikrovillus yapısı nedeni ile yüzey alanı bunun yaklaşık 600 katına ulaşmaktadır. Barsaklar, sindirim ve emilimin yanı sıra; • Bariyer ve immun defans: Mukozal lenfoid doku ve IgA sekresyonu • Sıvı ve elektrolit emilimi ve sekresyonu • Birçok proteinin yapımı ve sekresyonu • Birçok biyoaktif amin ve peptidlerin yapımı gibi işlevler gerçekleştirir. Emilim villus epitel hücrelerinden olurken sekresyon kriptlerden yapılır. Besinler, çeşitli mineraller ve vitaminler aktif transport mekanizması (enerji bağımlı) ile emilir. İnce barsak ve kolonun intrensek ve ekstrensek inner-vasyonu mevcuttur. İntrensek innervasyon duvar içinde çeşitli seviyelerdeki pleksuslardan (myenterik, sub-mukozal ve mukozal) oluşur ve bu pleksuslar çeşitli nörotransmiterlerin kontrolü altındadır (asetilkolin, VIP, opioidler, norepinefrin, serotonin, ATP ve nitrik oksid). Miyenterik pleksus düz kas fonksiyonlarını düzenlerken, submukozal pleksus emilim, sekresyon ve mukozal kan akımını kontrol eder. Ekstrensek innervasyon parasempatik sistem vasıtasıyla olur. İnce barsak ve proksimal kolon innervasyonunda vagus siniri rol alır, orta ve distal kolon innervasyonu ise sakral parasempatik sinirler tarafından (S2-4) yapılır. Ekstrensek yol viseral duyu yanı sıra hızlandırıcı motor innervasyonla görevlidir. Hızlandırıcı motor fonksiyonda rol alan nörotransmiterler asetilkolin ve taşikininlerdir (substance P). Barsakların sempatik innervasyonu sonucu sfinkterlerde kasılma, diğer düz kaslarda ise inhi-bisyon oluşur. Normal koşullarda günlük yaklaşık 9 litre sıvı barsaklara girer ve bunun 1 litresi kolona ulaşır. Buradaki emilim sonucunda 0.2 litre sıvı feçes ile atılır. Kolonda sıvı dışında sodyum emilir. Kolon aynı zamanda rezervuar görevi görür. Terminal ileumdan proksimal kolona atılan ihtiva burada ortalama 15 saat tutulur. Kolon içinde yerleşik bakteriler vasıtasıyla normalde emilemi-yen karbonhidratlar burada parçalanarak mukoza tarafından kullanılabilir hale gelir. Diğer taraftan bu karbonhidratların aşırı su tutarak diyareye neden olması engellenir. A. İSHALLER (Genel) Batılı toplumlarda günlük dışkı miktarı 100-300 gr/gün'dür. Dışkı sıklığı ve miktarını absorbe olmayan diyet içeriği (esasen karbonhidratlar) belirler. Dışkı miktarı 200 gr/gün üzerine çıktığında (bitkisel liflerden zengin beslenenlerde bu miktar 400 gr/gün'e kadar çıkabilir) diyareden (ishal) söz edilir. İki haftadan kısa süredir devam eden diyare akut, 2-4 haftadır devam eden diyare persistan ve >4 haftadır süren diyare ise kronik diyare şeklinde adlandırılır. İr-ritabl barsak sendromu ve proktitte görülebilen sık sıkışma hissi (rectal urgency) sonucu sık tuvalete çıkma (psödodiyare) ortaya çıkabilir. Bunun gerçek diyareden ayırt edilmesi gerekir. Bir başka antite olan fekal İnkontinans gerçek diyareden ayırt edilmelidir. Fekal impaksiyon sonucu geniş aralıklarla gelişen taşma diya-resi yine dışlanması gereken diğer bir durumdur. Dışkının normal katyonları Na+ ve K+ dur. Anyonları ise Cl-, HCO-3 ve diğer absorbe olmayan anyonlardır (örneğin kısa zincirli yağ asitleri). Diyare esas olarak dışkının sıvı içeriğinin artması ile oluşur; dışkının % 60-90'nını su oluşturur. Diyarenin infeksiyöz, ilaçlara bağlı, cerrahiye bağlı, enflamatuvar, transit ile ilgili ve psikolojik nedenleri olabilir. Neden ne olursa olsun 4 belirgin mekanizma diyarenin oluşumundan sorumludur 1) Osmotik yük 2) Sekresyon artışı 3) İnflamasyon 4) Absorbsiyon süresinin azalması (hızlı transit, hiper-motilite). B. AKUT DİARE Tüm vakaların %90'ından fazlasında neden infeksi-yonlardır. Geri kalanından ilaçlar, toksik ajanlar ve is-kemi sorumludur. İNFEKSİYONLAR Çoğu fekal-oral yolla geçer. Daha nadiren alınan antibiyotikler sonucu normal floranın bozulmasıyla dışarıdan alınan patojenlerin infeksiyona neden olması akut diyare yapabilir (örn. Clostridium difficle). İnfeksiyoz nedenler için risk grupları: • Uzun yolculuk (Traveler's diarrhea, turist ishali); en-terotoksijenik veya enteroagregatif E. Coli, Campylobacter, Shigella, Aeromonas, norovirus, Coronavirus ve Salmonella. Diğer bir neden parazit 395 infeksiyonudur (Giardiazis). • Çeşitli gıdalar (Stafilokok, salmonella, shigella, kolera, akut hepatit A, vb.) • İmmun yetersizlik sendromu olanlar: hipogamaglobulinemi, kronik granulomatöz hastalığı olanlar, selektif IgA eksikliği, değişken immün yetersizlik, AIDS, sitotoksik ajanlar (kemoterapötik ajanlar), ileri yaş, malignite. (virüsler: herpes, adenovirüs, sitomegalovirüs, mikobakteriumlar, protozoa: kriptosporidium, Blastocystis hominis, Isospora belli, vb.) • Nozokomiyal infeksiyonlar: hastane ve bakımevlerinde çalışanlarda C. difficile görülebilir. Bakteriyal toksin (stafilokok, Bacillus cereus, Clostridi-um perfringens) alan veya enterotoksin üreten bakteri (kolera, E.coli, K.pneumonia) alan kişilerde şiddetli kusma ve ishal ortaya çıkarken ateş geri plandadır. Enteroadheran bakteri infeksiyonlarında (E.coli, giardiazis, kriptosporidiozis) ise kusma geri plandadır, şiddetli karın ağrıları ortaya çıkar. Enteroinvazif mikroorganizmalar ise kanlı dışkılarına yaparlar (E.histolytica, E.coli, Shigella). Diğer akut diyare nedenleri arasında; iskemik kolit, di-vertikülit, graft-versus host reaksiyonu, bazı toksik ajanlar (organofosfatlar, mantar, arsenik) yer alır. C. KRONİK DİARE Dört haftadan uzun süren diyare kronik diyare olarak tanımlanır. Altta yatan neden çoğunlukla infeksiyon dışıdır. • Sekretuvar diyare • Ozmotik diyare • Steatore • İnflamatuvar tipte diyare • Dismotilite • Faktisyal nedenler • İatrojenik nedenler Sekretuar diyare Barsaklarda absorbe edilenden daha fazla sıvının sek-rete edilmesinden kaynaklanan diyaredir. Emilim kusuru olmadığı için serum-dışkı osmotik farkı ortaya çıkmaz. Elektrolit dengesizliği belirgindir. Bu tür diyare açlığa rağmen devam eder. Sekretuvar diyare etkenleri İlaçlar: Laksatifler, kronik etanol kullanımı, arsenik. Bakteriyel infeksiyonlar (Kolera, E.coli) nadiren uzayabilirler. Safra asitleri (ileal rezeksiyon sonrası) Emilemeyen diyet yağı (steatoreler), bazı ilaçlar (ka-tartikler, prostaglandinler) Peptid hormonlar (örneğin VİPoma - pankreatik kolera- da görülen vazo-aktif intestinal polipeptid, karsinoid, gastrinoma, medüller tiroid karsinom (kalsitonin-hipokalsemi, prostoglandinler), sistemik mastositoz, geniş kolorektal villöz adenomlar - prostoglandinler rol alır). Bazen kısmi obstrüksiyon sonrası hipersekresyon ortaya çıkar ve aralıklı sekretuvar diyareye neden olabilir (örn. Malignite). Addison hastalığı, defektif CI-/HC03- ve Na+/H+ değişimi sendromları. KARSİNOİD SENDROM Mediyatörü serotonin ve substans P'dir. Diğer nadir mediatörler histamin, prostoglandin ve çeşitli kininlerdir. Karsinoid tümörün en sık görüldüğü yer, asemptomatik olanlarda apendiks, semptomatik alanlarda ileumdur. Karaciğer metastazı olmadan intestinal karsinoidler semptom vermezler, bronşial karsinoidler substansları direkt arteryel dolaşıma geçtiğinden başlangıçtan itibaren semptomatiktirler. Sulu diyare, yüzde epizodik kızarıklık (flushing), wheeze, dispne ve sağ kalp kapak hastalığı. OSMOTİK DİYARE Absorbe edilemeyen solütlerin varlığına bağlıdır. Bu solütler osmotik etkiyle su çekerek diyare yaparlar. Osmotik diyare genellikle karbonhidrat intoleransına bağlı olarak oluşur. Laktaz yetersizliğine bağlı laktoz intoleransı en sık nedendir. Bunun dışında MgS04, Na2P04 içeren laksatiflerin ve antasitlerin kullanımı da osmotik diyare oluşturur. Hexitollerin aşırı miktarda (mannitol, sorbitol, laktüloz, fruktoz) alımı, Mg(OH)2 içeren antiasitlerin kullanımı, 396 disakkaridaz eksikliği, gastro-kolik fistüller, jejunoileal bypass (hızlı geçiş ile), postgastrektomi, kronik intestinal iskemi, glukoz-galaktoz malabsorbsiyonu diğer osmotik diyare nedenleridir. Pankres yetersizliği veya gluten enteropatisi gibi malabsorbsiyon durumlarında gözlenen solÜt yükü artışı da osmotik diyareye katkıda bulunur. Osmotik diyare hasta aç kalınca geçer. STEATORE Yağ emilim kusuru sonucu kötü kokulu, kaygan ve yapışkan diyare ortaya çıkar. Beraberinde kilo kaybı ve protein-enerji malnütrisyonu gelişir. Çeşitli vitaminlarin emilimi de bozulur. Gaita ozmolaritesindeki artış diya-reye katkıda bulunur. Steatore, gaitadaki yağ içeriğinin günde 6 gr'ı aşması şeklinde ifade edilir. En sık neden pankreatik ekzokrin yetersizliktir. Biliyer obstrüksiyon varlığında da safra asiti eksikliğine bağlı steatore gelişir. Malabsorpsiyon yanısıra lenfatik obstrük-siyon da steatore yapabilir. İNFLAMASYONA BAĞLI (EKSÜDATİF) DİYARE Mukozada enflamasyon, ülserasyon ya da tümefaksiyon oluşumuna neden olan çeşitli mukozal hastalıklara bağlı olarak oluşur (ülseratif kolit, tüberküloz, regional enterit, lenfoma, kanserler, psödomembranöz kolit, eozinofilik gastroenterit, radyasyon enteriti, kronik graft-versus host reaksiyonu, Behçet hastalığı, vaskülitler). Sonuçta barsağa aşırı miktarda geçen plazma, serum proteinleri, kan ve mukus dışkı kitlesini ve sıvı içeriğini artırır. Gaitada bol nekrotik materyel ve bol nötrofil vardır. Mikroskopik kolit (kollajen kolit ya da lenfositik kolit de denilir) nadir bir inflamatuvar diyare nedenidir. Kronik sulu diyare yapar. Kadınlarda 10 kat sıktır ve daha çok 60 yaş üzerinde görülür. Tipik olarak kolon mukozası normal görünümdedir. Histolojik inceleme ile tanı konulur. Anti-inflamatuvar tedaviye iyi cevap verir. EMİLİM SÜRESİNİN AZALMASI Diyare, barsak içeriğinin Gİ sistemin absorptif yüzeyi ile emilim için yeterli süre temas edemediği için dışkıda fazla miktarda sıvı bulunması sonucu oluşur. Temas süresini azaltan faktörler ince ve/veya kalın barsak rezeksiyonları, piloroplastiler, vagotomi, barsak seğmenlerinin cerrahi baypasları ve ilaçlar (Mg içeren an-tasitler, laksatifler) ya da intestinal düz kası uyararak transiti hızlandıran humoral ajanlar (prostaglandinler, serotonin) sayılabilir. Bu nedenler özel olarak sayılacak olursa hipertiroidi, karsinoid sendrom, irritabl barsak sendromu, Dumping sendromu ve tiroid medüller kar-sinomundan söz edilebilir. ANTİBİYOTİĞE BAĞLI DİYARE Prototip eritromisindir. Eritromisin motilin reseptörlerine bağlanarak etki gösterir, gastroparezisde bu etkisinden yararlanılabilir. Psödomembranöz kolit'te ek-südatif ishal mevcuttur. Gaitada bol lökosit, ve doku debrislerinden oluşan membranlar görülür. Antibiyotik kullanımını takip eder. Antibiyotiklere bağlı ishallerin en ağır formudur. En çok suçlanan antibiyotikler klindamisin ve linkomisindir. Ancak sefalosporinler, penisilinler de neden olabilir. Olay, antibiyotiklere bağlı barsak florasının değişmesi ve Clostridium diffi-cile nin aşırı gelişimine bağlıdır. Tanı dışkıda Cl. Diffici-le toksin-A'nın saptanması ile konulur. Tedavisinde antibiyotik kullanımının kesilmesi, metronidazol ve ağır vakalarda oral vankomisin kullanılması önerilir. İshalli vakada öncelikle gaita tetkiki yapılmalıdır. Dışkıda lökosit var ise infeksiyöz, eksüdatif (inflamatuar barsak hastalıkları, psödomembranöz kolit) veya tüberküloz düşünülmelidir. Genelde dizanteriform tarzda infeksiyon düşünülen ishallerde antibioterapi gerekir. SAHTE İSHALLER Açıklanamayan diyarelerin %15'inin altında faktisyal nedenler yatar. Munchausen sendromununun bir tipi veya beslenme bozuklukları içerisinde sınıflandırılabilir. Kişi, tek başına veya diğer ilaçlarla kombine ederek sürekli olarak laksatif almaktadır ya da ishali olduğunu iddia edip analiz sırasında gaita numunesine su veya idrar karıştırmaktadır (gaita osmolalitesi <290 mos-mol/kg H2O olduğunda düşünülmeli). Hastaların çoğunluğunu çeşitli psikiyatrik problemlari olan kadınlar oluşturur. Hipotansiyon ve hipokalemi sıkça görülür D. MALABSORBSİYON SENDROMLARI Herhangi bir nedenle bir veya daha çok besin öğesinin barsaklarda sindirilememsi veya barsaklardan emilememesi durumuna malabsorbsiyon denilir. Malab-sorbsiyon sonucunda osmotik ve/veya sekretuvar mekanizmalarla diyare oluşabilir. Emilemeyen besin öğeleri düşük molekül ağırlıklı ve suda çözünür halde ise ozmotik diyareye neden olur. Diğer taraftan malabsorbsiyon durumu barsaklardan bol miktarda sıvı ve elektrolit sekrete edilmesine neden oluyorsa sekretuvar tipte diyareye neden olur. Her iki diyare nedeni de aynı anda olabilir. Açlık sırasında ozmotik diyare kesilecek halbuki sekretuvar diyare kesilmeyecektir. Diğer taraftan sekretuvar 397 ishalde gaita elektrolit içeriği değişecektir. Gaitanın ölçülen osmolalitesi ile hesaplanan osmolalitesi arasındaki fark >50 mOsm/kg olduğunda bu farkı yaratan bir besin öğesi olduğu kesindir (ozmotik diyare). Lipidler ozmotik değildir ve bazı yağ asitleri ile safra asitleri sekratogog olarak etki ederek sekretuvar tipte diyare oluştururlar. Jeneralize malabsorbsiyonlarda (örneğin tropikal olmayan sprue) aynı anda yağ malabsorpsiyo-nu kolonik sekresyona neden olurken karbonhidrat malabsorpsiyonu da ozmotik diyareye neden olur. Sindirim fazları (1) İntraluminal faz: Yağlar ve proteinlerin duode-num lumenine salgılanan pankreatik enzimler tarafından hidrolizi ve yağların safra tuzlarınca solübülizasyonu bu aşamada gerçekleşir. (2) İntestinal faz: Karbonhidratların fırçamsı kenar disakkaridazları tarafından hidrolizi; monoskakkarid-ler, yağ asitleri, monogliseridler, küçük peptidler ve aminoasitlerin epitel hücrelerine transportu; kolesterol ve trigliseridlerden şilomikronların sentezlen-mesi bu aşamanın işlevidir. (3) Taşınma fazı: Absorbsiyon ve sindirim ürünlerinin intestinal epitel hücrelerinden depolanacakları ya da metabolize olacakları diğer organlara taşınması da bu fazın olaylarıdır. Lipidler Yağların yapısında üç çeşit yağ asiti yeralır; uzun, orta ve kısa zincirli yağ asitleri. Besinler içinde çoğunlukla uzun zincirli yağ asitleri bulunur. Diyetle alınan yağların emilimi üç aşamayla gerçekleşir: sindirim fazı (intraluminal), emilim fazı (mukozal) ve emilim sonrası taşınma fazı. Bu safhaların herhangi birindeki bozukluk steatoreye neden olur. Sindirim fazında lipoliz ve miçel formasyonu gerçekleşir (gastrik ve pankreatik lipaz aktivitesi, safra asitleri). Lipaz aktivitesinin %70-80'i pankreatik lipaz aktivitesidir. Kronik pankreatit ve diğer pankreas bozukluklarında lipaz aktivitesi %5'in altına düştüğünde lipoliz bozulur ve steatore gelişir (Kronik pankreatit, kistik fibroz). Barsak pH <7 olduğunda da (gastrinoma) pankreatik lipaz aktivitesi bozulacağından yine steatore gelişir. Kronik pankre-atitte pankreatik bikarbonat sekresyonu da bozulacağından yine intraluminal pH azalır ve steatoreye neden olabilir. Safra asiti miktarı azaldığında (hepatik veya enterohe-patik dolaşım bozukluğu) ise miçel formasyonu bozulur ve barsak mukozası yüzeyindeki hidrofilik tabaka aşılamaz; steatore gelişir. Bakteri aşırı gelişimi durumlarında yeterli safra asitleri olsa da mukozal hidrofilik tabaka kalınlaşacağından yine steatore gelişebilir. Mukozal emilim kusuru olduğunda (çölyak hastalığı, re-zeksiyon) steatore gelişir. Reesterifikasyon sonrası şilo-mikronlar oluşarak lenfatik dolaşıma katılır ve sisteme taşınır (post-absorbtif safha). Abetalipoproteinemi varlığında barsak epitel hücrelerinde şilomikron oluşamadığı için trigiiserid birikir, dolayısıyla peşten gelen emilim bozulur ve steatore gelişir. İntestinal lenfanjiektazi varlığında oluşan şilomikronlar sistemik dolaşıma katılamazlar, steatore ve protein kaybına neden olurlar. Orta zincirli yağ asitleri steatore tedavisinde kullanılabilir. Pankreatik lipoliz ve miçel formasyonu gerektirmedikleri gibi emildikten sonra lenfatik yolla değil şilomikron oluşturmadan direkt portal sistemle taşınmaktadırlar. Dolayısıyla yukarıda adı geçen tüm patolojilerde orta zincirli yağ asitleri kullanılabilir. Karbonhidratlar Karbonhidratlar diyetle nişasta, disakkaridler (sukroz, laktoz) ve glukoz şeklinde alınır. Karbonhidrat emilimi ince barsakların proksimal ve orta kısımlarından sadece monosakkarid formunda gerçekleşir. Dolayısıyla nişasta ve disakkaridlerin pankreatik amilaz ve barsak mukozal fırçamsı kenardaki disakkaridazlarla (Laktaz Laktoz = glukoz + galaktoz; sukraz→sukroz = glukoz + früktoz; maltaz→ maltoz - glukoz + glukoz) mono-sakkaridlere parçalanması gereklidir. Glukoz ve galaktoz Na+'a bağlı aktif transport ile (bundan dolayı oral rehidratasyon + sıvılarında sodyum ve glukoz belli oranlarda bulunmaktadır), fruktoz ise kolaylaştırılmış dif-füzyon ile emilir, Na transportuna bağlı değildir. En çok karşılaşılan karbonhidrat emilim kusuru laktoz intoleransıdır. Primer veya sekonder laktaz eksikliğine bağlı gelişir. Primer laktaz eksikliği, diğer hiç bir emilim kusuru olmaksızın laktaz enziminin konjenital olarak az üretilebilmesi veya üretilememesidir. Sekonder tipte ise eşlik eden mukozal hastalık nedeni ile fırçamsı epitelde fonksiyonel ve yapısal kusur ortaya çıkmasıdır (Çölyak hastalığı). Bazı hastalarda sadece ishal ortaya çıkarken diğerlerinde birlikte karın ağrısı, kramplar ve şişkinlik olur. Bu hastalar, sıkı diyetle irritabl barsak sendromundan ayırt edilmelidir. Proteinler Proteinler, aminoasitlere parçalanarak emilir. Mide esas hücrelerinden salgılanan pepsinojen ve pankreastan sekrete edilen tripsinojen aktif enzimler olan pepsin (pH<5'de) ve tripsin'e (intestinal fırçamsı kenardaki enterokinazlar ile aktif enzim tripsin tarafından akti-ve edildir) dönüşürler. Aktif enzimler proteinleri parçalarlar. 398 Farklı tipteki aminoasidler (nötral, dibazik, dikarboksilik ve iminoglisin) farklı transport mekanizmaları ile emilirler. Dipeptidler ve tripeptidlerin, aminoasitlerden daha kolay emildikleri bilinmelidir. Nadir genetik bozukluklarda da protein malabsorbsiyonu gelişebilir; enterokinaz eksikliği, Hartnup sendromu (nötral aa emilim bozukluğu) ve sistinüri (dibazik aa emilim bozukluğu). 399 Tablo 6-1. Malabsorpsiyon nedenleri Malabsopsiyonun mekanizması Hastalıklar Bozulmuş karıştırma Parsiyel gastrektomiyle birlikte gastrojejunostomi Gastrik bypas cerrahisi Bozulmuş lipoliz Kronik pankreatit Pankreas kanseri Konjenital pankreas yetersizliği Konjenital kolipaz eksikliği Gastrinoma Bozulmuş miçel formasyonu Ciddi kronik karaciğer hastalığı Kolestatik karaciğer hastalığı Bakteriyel aşırı çoğalma Crohn hastalığı İleal rezeksiyon Gastrinoma Bozulmuş mukozal absorpsiyon Konjenital, primer ve sekonder laktaz eksikliği Konjenital enterokinaz eksikliği Abetalipoproteinemi Giardiyazis Çölyak hastalığı Tropikal sprue Agamaglobulinemi Amiloidozis AIDS ile ilgili (enfeksiyonlar, enteropati) Radyasyon enteriti Graft-versus-host hastalığı Whipple hastalığı Eosinofilik gastroenterit Megaloblastik gut Kollajenöz sprue Ülseratif jejunit Lenfoma Bakteriyel aşırı çoğalma Kısa bağırsak sendromu Mastositozis Bozulmuş besin taşınması Konjenital intestinal lenfanjiektazi Lenfoma Tüberküloz Konstriktif perikardit Ciddi konjestif kalp yetersizliği Bilinmeyen Hipoparatiroidizm Adrenal yetersizlik Hipertiroidizm Karsinoid sendrom Su emilimi ince barsakta, kolonda, çekumda ve çıkan kolonda olmaktadır. Ancak su hemen her yerden emilir. Kalsiyum emilimi proksimal ince barsakta D vitamini varlığında gerçekleşir. Demir duodenumda emilir. Mide asiditesi sayesinde inorganik demir, solubl demir kompleksleri oluşturarak emilir hale gelir. Folik asit duodenumda emilir. Vitamin B12 midede R faktörüne bağlanır. Bu kompleks, pankreas enzimleri tarafından proksimal ince barsakta parçalanır ve B12in-trensek föktör ile birleşerek terminal ileumda emilir. Hemen herşey proksimal ince barsaklarda (duodenum ve jejunumda) emilmesine rağmen safra asitleri ve vitamin B12 ileumda özellikle de terminal ileumdan emilir. 400 Malabsorpsiyon nedenleri çeşitlidir ve Tablo 6-2'deki şekilde klasifiye edilebilir. D1. ÇÖLYAK ENTEROPATİSİ) HASTALIĞI (ÇH) NONTROPİKAL SPRUE (GLÜTEN Çeşitli tahıl proteinlerinin (prolaminler) genetik yatkınlığı olan kişilerin bağırsak mukozasında oluşturduğu toksisiteye çölyak hastalığı adı verilir. Buğday prolaminlerine glüten adı verilir. Glütende 4 prolamin bulunur; giladin, glütenin, albumin ve globulin. Başlıca toksik prolaminler şunlardır; buğday gliadin, çavdarda sekalin, arpada hordein ve yulafta avenin. En toksik olan gliadindir; aveninin toksitesitesi ise düşüktür. Pirinç ve mısırda bulunan prolaminler ise toksik değildir. Sıklık Hastalığın klasik formunun ortalama sıklığı 1:1000' dir. Hafif ve gizli olgular da katıldığında bu oran 1:133'ye kadar yükselir. Bazı taramalarda 1:33'lük sıklıklar saptanmıştır. Yakın akraba evliliklerinde risk artar. Kız: erkek oranı 1.3-2:1'dir. Tablo 6-2. Malabsorbsiyon Nedenleri -2. Malabsorbsiyon Nedenleri Gastrik işlev yetersizliği Epitelin kronik anormallikleri • Gastroenterostomi • • Billroth II • Tropikal sprue • Gastrokolik fistül • Whipple hastalığı Sindirim elemanları yetersizliği Çölyak hastalığı • Amiloidoz • İskemi • Crohn hastalığı • Kronik pankreatit • Kistik fibrozis • Kronik karaciğer yetersizliği Kısa barsak • Biliyer obstrüksiyon • • Hipolaktazia • Volvulus • Sukroz-izomaltoz yetersizliği • İntestinal rezeksiyon İntussussepsiyon Uygunsuz sindirim ortamı • İnfarktüs • Z. Ellison sendromu Transport bozuklukları • (duodenal pH) • Lenfoma • Bakteriyel aşırı çoğalma • Lenfanjiektazi • Divertikül • Addison hastalığı Epitelin akut anormallikleri • • Abetalipoproteinemi Akut intestinal • İnfeksiyonlar • Neomisin • Alkol Patogenez Çölyak hastalık polijenik mültifaktoriyel bir hastalıktır. Aynı aile içinde görülme sıklığı (sessiz olgular da katıldığında) %10 kadardır. Çölyak hastalığı olanların hemen hemen hepsinde şu iki doku tipinden biri mevcuttur; DQ2 (yaklaşık %90) ve DQ8 (yaklaşık %10). Glüten kompleks bir protein olup normal sindirim sürecinde tümüyle amino asitlere kadar parçalanamaz. Tam parçalanamayan glüten birden fazla amino asitten oluşan ve peptit dediğimiz moleküllere indirgenir. Çölyak hastalıkta glüten yetersiz sindirildiği için 30 amino asitten daha uzun peptitler de oluşabilir. Peptidler ince bağırsak hücrelerine geçer. Burada doku transglütaminazı adı verilen enzim, bazı glüten peptidlerini 'deamidasyon' denilen işleme maruz bırakır. Glüten peptidleri dendritik (çıkıntılı) hücreler tarafından 401 tutulurlar. DQ2 gliadin'in, antijenik peptid parçasını bağlayarak bunu bağırsaktaki bağışıklıkla ilgili CD4+ T hücrelerine (lenfositlerine) sunar. Dendiritik hücrelerin değişime uğramış glüten peptidlerini tutması ve bağışıklık hücrelerini uyarması sonucu bağırsak mukozası tahribata uğrar ve bağırsak villüsleri körelir. Mukozadaki plazma hücrelerinin sayısı artar. Sekretuvar IgA salgısı yükselir. Klinik bulgular Klasik tip: 2 yaşından önce başlar. Glüten içeren yiyeceklerin diyete eklenmesi ile birlikte kusma, yağlı ishal, tartı alamama ve karın şişliği gibi bulgular ile hastalık kendini ortaya koyar. Hastanın yaşı ilerleyince karın şişliği ve yağlı dışkılarına artar. Anemi ve davranış bozuklukları (huzursuzluk, huysuzluk, otizm, hiperaktivite vb) sıktır. Geç tip: 2-8 yaşlan arasında bulgu verir. Gelişme geriliği ile ortaya çıkar. Karın şişliği ve ishal belirgin değildir. Ayrıca aşağıda belirtilen semptom ve bulgulardan bir ya da birkaçı bulunabilir. Bulguların geç ortaya çıkması muhtemelen anne sütünün alınma süresi ile ilişkilidir. Atipik formalar: Çölyak hastalığı klasik bulgular (ishal, karın şişliği) olmadan da semptom verebilir. Bu semptomlar ileri yaşlarda da ortaya çıkabilir. Sessiz formlar: Serolojik testleri müsbet olan fakat herhangi bir semptomu olmayan ve hatta biyopsi bulguları normaldir. Bu kişiler olan kişiler uzun süre izlenmelidirler. Bu hastalar hayatın her hangi bir döneminde semptom verebilirler. Doğal gıdalarla beslenen kişilerde bu olasılık düşüktür. Bu hastalık formunun bazı topluluklarda sıklığı ise 1: 30 gibi çok yüksektir. Aşağıdaki durumlardan herhangi birinin görülmesi ve nedeninin açıklanamaması transglütaminazı (tTG) IgA ve/veya antiendomizyum (EMA) IgA bakılmalıdır; halinde anti-doku 1. Mine hipoplazisi: Diş minesi yeteri kadar gelişememiştir. 2. Boy kısalığı: büyüme hormonu tedavisine cevap vermez. IGF-1 düşüktür. Nedeni bilinmeyen bütün boy kısalığı olguları çölyak hastalığı açısından taran-malıdır. Endokrin polikliniklerine boy kısalığı nedeni ile müracaat edenlerin neredeyse yüzde 10-15'inde çölyak hastalığı tespit ediliyor. 3. Nedeni belli olmayan nörolojik bozukluklar (ataksi, periferik mononörit, miyopati, miyelopati) 4. Davranış bozuklukları ve depresyon: Çölyakide depresyon, otizm ve hiperaktivite gibi nöropsikiatrik davranış bozuklukları sıklıkla görülür. Otistik çocukların önemli bir bölümü glütensiz diyete olumlu cevap verir. İntihar eğilimi artmıştır. Bu bulguların oluşumunda glüten kadar vitamin (folik asit, B12 vit), mineral (demir) ve esansiyel yağ asidi (omega-3) eksikliklerinin de rolü vardır. Bu bozukluklar tedavi ile düzelir. 5. Nedeni belli olmayan eklem iltihapları (artrit) ve eklem ağrıları (atralji) 6. Demir tedavisine cevap vermeyen anemi (kansızlık) 7. Tekrarlayan ağız yaraları (aftöz stomatit? 8. Dermatitis herpetiformis (DH) çölyak hastalığın bir varyantı olarak kabul edilir. DH simetrik, kaşıntılı derialtı kabarcıkları (IgA birikimine bağlı subepider-mal veziküller) ile karakterizedir. Glütensiz diyet ile düzelir. 9. IgA nefropatisi 10. İntestinal lenfoma, esofagus kanseri ve farenks kanseri normal popülasyondan iki kat daha sıktır. 11. Nedeni bilinmeyen kısırlık Çölyak hastalıkla birlikte görülen otoimmün hastalıklar Çölyak hastalığı otoimmün bir hastalık olarak kabul edilmektedir. Çölyak hastalarında diğer otoimmün hastalıkların görülme olasılığı normalin 10 katıdır. Tablo 6-3. Çölyak hastalarında görülen diğer otoimmün hastalıklar. • İnsüline bağımlı diyabet (Tip I) • Hoshimoto tiroiditi • Sjögren sendromu • Addison hastalığı • Otoimmün karaciğer hastalığı • Kardiyomiyopati • Nörolojik bozukluklar 402 Teşhiste kullanılan testler Çölyak hastalık teşhisinde D-ksiloz yükleme testi, serum B12 düzeyleri ve eritrosit folat düzeyleri gibi malabsorpsiyon testleri ne duyarlı ne de özgündür; im-münglobulin testleri ise olukça duyarlı ve özgündür. Başlıca testler aşağıdadır (geniş bilgi için Bak Laboratuar incelemeleri); 1. Antigliadin (AGA) IgG 2. Antigliadin (AGA) IgA 3. Antiendomizyum (EMA) IgG 4. Antiendomizyum (EMA) IgA 5. Anti-doku transglütaminazı (tTG) IgA Histoloji: Hiçbir biyopsi bulgusu çölyak hastalığı için spesifik değildir (Tablo 6-4). Tablo 6-4. Marsh sınıflaması Evre 0: Kan testleri müspet, histolojik değişiklik yok. Evre I: İntraepitelyal bölgede ve lamina propriada lenfosit (CD4+), plazma hücresi, eozinofil ve parçalı hücre enfiltrasyonu vardır; villuslar normal yapıdadır. Evre II: Kripta ve villüsler arası bölgenin hiperplazisi; villüsler normal yapıdadır. Evre III: Subtotal villüs atrofisi Evre IV: Total villus atrofisi Normal kişilerde (solda) ve çölyak hastalarında (sağda) ince bağırsağın mikroskopik görünümü; solda bağırsak villüslerinin nasıl köreldiği görülmektedir. (Resim 6.1) 1. Çölyak hastalığını düşündürecek klinik bulguların varlığı 2. Serolojik testlerin (tTG, IgA, EMA IgA) pozitif olması 3. İnce bağırsaklarda villüs atrofisi, ve lenfosit birikimi 4. Glütensiz diyet ile 6 ayda histolojik ve serolojik bulguların kaybolması 5. Glüten yüklendiğinde bulguların tekrar ortaya çıkması: Glüten yüklenmesi hızlı büyüme evrelerinde (6 yaştan önce ve puberte döneminde) yapılmamalıdır. Tedavi Buğday, çavdar, arpa ve yulaf ve ürünleri diyetten çıkarılır. Mecbur kalınınca (toksisitesi daha az olduğundan) az miktarda çavdar, arpa ve yulaf verilebilir. Mısır, darı, pirinç ve nişasta ise korkusuzca kullanılabilir. Başlangıçta laktoz entoleransı olabilir. Bu durumda geçici bir süre laktozdan fakir diyetler kullanılır. Hastalık düzeldikçe süt 403 ürünleri daha rahat tüketilebilir. Başarılı bir diyet tedavisi ile atrofi 6 ay içinde düzelir. Anemi (demir eksikliği, folik asit, B12 vit) uygun şekilde tedavi edilmelidir. Tedavi edilmemiş, ya da kötü tedavi edilmiş hastalarda intestinal lenfoma, esofagus kanseri ve fa-renks kanseri normal popülasyondan iki kat daha sıktır. D2. WHİPPLE HASTALIĞI Tropheryma whipplei adlı bir gram pozitif basilin neden olduğu ateş, anemi, ciltte pigmentasyon, artralji ve poliartrit gibi eklem semptomları ile kilo kaybı, diare, ağır malabsorbsiyon, göz, santral sinir sistemi ve kardi-yak komplikasyonlar ile karakterize ender bir hastalıktır. Biyopside mukozada periyodik asit Schif (PAS) pozitif köpüksü makrofajlar görülür. AlDS'de görülen benzer hücrelerin nedeni "Mycobacterium avium complex"dir. Bu nedenle hücre dışında da basilin görülmesi tanısaldır. Bunun dışında in vitro olarak üretilebilir. Kilo kaybı, ateş ve artralji yapabilir. En sık ektraintesti-nal semptom artrittir. Fizik muayenede ise en sık hiperpigmentasyon, periferik lenfadenopati saptanır. Lenfatiklerin obstrüksiyonu ile karın ağrısı, diare ve malabsorbsiyon gelişir. Kotrimoksazol (1 yıl boyunca) veya ikinci tercih olarak kloramfenikol tedavide etkili antibiyotiklerdir. D3. İNTESTİNAL LENFANJİEKTAZİ Barsaklardaki lenf damarlarında genişleme ve bunların yırtılması ile barsaklardan lenf kaybı söz konusudur. Lenf sıvısında proteinler ve yağların yanısıra hücresel komponent olarak lenfositler bulunur. Bundan dolayı malabsorbsiyonlu bir olguda lenfopeniden bahsedilirse intestinal lenfanjiektazi akla gelmelidir. Primer bir hastalık olabileceği gibi, sekonder olarak da; lenfoma, kronik perikardit ve filaryazis hastalıklarında lenfatik obstrüksiyon nedeniyle olabilmektedir. Hastada şilöz asid ve steatore gelişir. Jejunal biyopside geniş laktealler ve lenfogtafi çekilirse obstrüksiyon görülebilir. D4. MALABSORPSİYONA NEDEN OLAN DİĞER HASTALIKLAR Postgastrektomik malabsorbsiyon Özellikle Bilroth II tipi anastomozda duodenumun devre dışı kalması nedeniyle GİS hormonlarının salına-maması malabsorbsiyona neden olabilir. Gastrojejuno-kolik fistüllerde ağır malabsorbsiyon görülebilir. Zollinger-Ellison Sendromu Hidroklorik asidin hipersekresyonu pankreatik lipaz enzimini irreversibl olarak inaktive ederek sekonder pankreas yetersizliğine yol açabilir. Bazal asit salgısı 15 mEq/saat olması patognomoniktir; en sık paratiroid hiperplazisi (%90) eşlik eder; hiperkalsemi ve böbrek taşına yol açar. İnce barsak rezeksiyonu ve ileum hastalığı Ameliyat veya hastalık nedeniyle devre dışı kalan ince barsağın uzunluğuna ve yerine göre farklı klinik tablo görülebilir (kısa barsak sendromu). ileumun 100 cm'den fazlası çıkarılırsa aşikar steatore olur. Bunun nedeni konjuge safra asitlerinin enterohepatik dolaşımının bozulması (kolona geçmesi ve sıvı sekresyonu yapması), ileumun absorbsiyon fonksiyonunun ortadan kalkması, kolona pasajın hızlanması, aşırı bakteri gelişmesi ve laktoz intoleransıdır (laktaz içeren hücrelerin çıkarılması). Bu hastalarda böbrek oksalat taşları (safra asidleri ve yağ asidlerinin kolona geçip oksalat emilimini arttırması) ve safra yolları kolesterol taşı (enterohepatik dolaşımın bozulması) gelişimi artabilir. Tropikal sprue Daha hafif ve orta derecede ishal görülür. Çöliak hastalığına göre ince barsaklarda lezyon daha yaygındır. Tropik bölgelerde görülmekte. Hastaların jejunal aspi-ratlarından K. Pneumonia, Enterobacter cloacae veya E.coli tespit edilen çalışmalar mevcut. Biyopsi bulguları benzer. Mukozal değişikliklerden çok lamina propriadaki mononükleer hücre infiltrasyonu belirgin. Glu-tensiz diyet semptomları değiştirmez. Kollajenoz sprue Nedeni bilinmeyen bir sprue tipidir. İnce barsak biop-sisinde epitel bazal tabakası altında kollajen tabakası vardır. Glutensiz diyete yanıt vermez. 404 Protein kaybıyla seyreden enteropati Bu antite, bir hastalıktan çok barsaklardan protein kaybıyla seyreden bir klinik durumu işaret etmektedir. Buna neden birçok hastalık olsa da temelde üç grup patoloji barsaklardan protein kaybına neden olur: Ül-serasyonlarla seyreden hastalıklar (inflamatuvar barsak hastalığı, kanser, tüberküloz, Whipple hastalığı ve peptik ülser), ülserasyon ile seyretmeyen mukozal hasar (çölyak hastalığı, Menetrier hastalığı) ve lenfatik obstrüksiyon ve sağ kalp yetersizliği sonucu emilimin bozulması (duvar ödemi). Böbrek ve karaciğer yetersizliği olmaksızın ödem, hipoalbuminemi ve hipoga-maglobulinemi varsa protein kaybettiren enteropati düşünülmelidir. Eozinofilik gastroenterit Mukoza ve submukozada eozinofil infiltrasyonu ve vil-lus atrofisi vardır. %80 periferik eozinofili mevcut (%20 vakada periferik kanda özellik yok). Yiyecek allerjisi hastaların yarısında görülür, diğerlerinde ilaç ve toksinlere karşı allerji vardır. Tedavisi diyet, sodyum kromoglikat ve steroid ile yapılır. Radyasyon enteriti Akut ya da yıllar sonra ortaya çıkabilir. Radyasyon yaygın mukozal harabiyete, striktürlere, fistüllere ve bu zeminde bakteriyel aşırı gelişime neden olabilir. Ayrıca lenfatik obstrüksiyon, iskemi, motilite bozukluğu da oluşabilir. Abetalipoproteinemi İntestinal mukoza hücreleri apoprotein B yapamazlar, böylece hücre içinde şilomikron yapılamaz. Bu nedenle yağ absorbsiyonu bozulur, trigliseridler lenf yollarına geçemez. Bu hastalıkta steatorenin yanında nörolojik bozukluklar (ataksi, retinitis pigmentosa), akantositoz, hipokolesterolemi ve hipotrigliseridemi vardır. Hipogamaglobulinemi Konjenital ya da edinsel olabilir. Malabsorbsiyona sık rastlanır. Bu hastaların %60'ında giardiazis görülür. İnce barsak biyopsisinde villus atrofisi görülür. AIDS Hastalarda genellikle diare, malabsorbsiyon ve kilo kaybı vardır. Malabsrobsiyonun nedeni barsak infeksi-yonları, Kaposi sarkomu infiltrasyonu ya da bakteriyel aşırı gelişim olabilir. Bakteriyel aşırı gelişim Hipoasidite, barsak motilitesinde azalma, kör loop sendromu, hipogammaglobulinemi, fistüller nedeniyle ortaya çıkabilir. Mide asiditesi ve IgA, bakteri aşırı çoğalmasını önleyen faktörlerdir. Kronik diaresi olan bir vakada vitamin B12 eksikliği varsa mutlaka akla gelmelidir. Tedavide metronidazol, cephalexin, tetrasik-lin, amoksisilinklavulonik asit kullanılabilir. Oktreotid ince barsak peristaltizmini artırdığı için kullanılır. Barsak amiloidozu Primer veya sekonder amiloidozda malabsorbsiyon gelişebilir. Malabsorbsiyonun nedeni barsak duvarına amiloid maddesinin oturmasıdır. İnce barsak iskemisi Besin maddelerinin mukozadan kan dolaşımına geçiş fazı bozulur. Steatore hafiftir. D-ksiloz emilimi bozuk, pankreas fonksiyon testleri normaldir. İmmun proliferatif ince barsak hastalığı (IPSID) Kronik antijenik (muhtemelen bakteri) stimulasyona barsak immun sisteminin yanıtı olarak gelişir, hücre proliferasyonuna ikincil geliştiği düşünülmektedir. "Alfa ağır zincir hastalığı", "Akdeniz lenfoması" diğer isimleridir. (lgA → Alfa ağır zincir kısalmıştır ve hafif zinciri kaybolmuştur). İnce barsakta mukoza ve submukozada yoğun lenfosit ve plazma hücre infiltrasyonu ile villuslarda atrofi görülür. İnce barsak emilim yüzeyi azaldığı için ishal ve karın ağrısı ortaya çıkar. Tanı radyolojik değişiklikler, biopsi, serum protein elektro-forezinde alfa 2 ve betada geniş bant görülmesi ile konulur. Hafif zincir serumda bulunmaz, (idrarda Bence Jones proteini yoktur). Erken dönemde tedavi antibiyotikle (tetrasiklin, ampisilin, metronidazol) 6-12 ay süreyle yapılabilir. Yayılıma göre cerrahi 405 ve kemoterapi değerlendirilmesi yapılır. Lenfoma Primer intestinal lenfoma tüm ince barsak tümörlerinin yaklaşık %20'sini teşkil eder. En sık tipi diffüz büyük T hücreli lenfomadır. En sık ileumu, nadiren du-odenumu tutar. Çölyak hastalığı, Crohn hastalığı ve immun yetersizlik sendromu olan kişilerde görülme riski daha yüksektir. Farklı sistemik lenfoma tiplerinin ince barsak tutulumu olabilir. Çoğunlukla karşılaşılan multipl lenfoid hiperplazi, B lenfositlerin polipoid mukozal NHL'sıdır. En sık görülen formu da büyük hücreli lenfoma ve küçük çentiksiz lenfomadır. Glüten ente-ropatisinin komplikasyonu olarak T hücreli lenfoma görülebilir. MALT lenfoma Payer plakları ve B hücreli lenfoma gelişebilir. Sistemik Mastosidoz Malabsorbsiyona ek olarak, ürtikeryal pigmentasyon (tipik deri bulgusu), flushing, bulantı, kusma gibi semptomlar ve barsak duvarında mast hücre infiltrasyonu vardır. Histamin, eozinofilik kemotaktik faktör, trombosit aktive edici faktör ve diğer sitokinlerin salınımı söz konusudur. Sodyum kromoglikat, H1 ve H2 reseptör antagonistleri, aspirin, ağır vakalarda in-teferon ile tedavi edilmeye çalışılır. Barsak tüberkülozu Tüberküloz ağızdan anüse kadar sindirim kanalının her tarafını tutabilir. Primer ya da sekonder olabilir. Barsak tüberkülozu submukoza hastalığıdır. Payer plaklarını, lenfoid folikülleri, lenf nodlarını tutar. Barsak duvarı kalınlaşır. Ülserasyon, nedbeleşme, darlık ve yapışıklarla seyereder. Fistül oluşumu Crohn hastalığına göre daha seyrektir. Klinik olarak sinsi başlar, halsizlik, iştahsızlık, karın ağrısı, ishal, kilo kaybı vardır. Hastaların yarısında aktif akciğer tüberkülozu olabilir. Seyri sırasında tüberküloz peritonit nadirdir. Malabsorbsiyonunun yanında barsakta daralma tıkanma olduğında klinik tabloya kramp tarzında kolik ağrılar, kusma eklenir, perforasyon nadirdir. Crohn hastalığının yanı sıra ayırıcı tanıya Yersinia enterokoliti, ince barsak lenfoması, çekum tümörü, amibiyazis ve aktinomikoz da alınmalıdır. E. İNFLAMATUAR BARSAK HASTALIĞI İnce ve kalın barsağın idiyopatik kronik enflamasyonu ile seyreden hastalıklarıdır. Ülseratif kolit ve Crohn hastalığını içerir. İki ve üçüncü dekadlarda pik yapar. Ailede bir bireyde bulunduğunda, diğer bireylerde görülme riski artmaktadır. Ülseratif kolitte uzun süreli takipte adenokarsinom gelişme riski yüksektir. Kolonun tutulduğu olgularda kanlı - mukuslu dışkılarına başlıca semptomdur (ancak kanlı mukuslu dışkıla-manın en sık nedeni infeksiyonlardır). Sigara içenlerde ülseratif kolit riski daha düşükken Crohn hastalığı riski artmaktadır. Sigara içilmesi Crohn hastalığı kliniğini ağırlaştırır. Gebelikte Crohn hastalığı remisyona girerken ülseratif kolit aktifleşebilîr. Turner sendromunda her iki hastalığın da görülme riski yüksektir. Her iki hastalıkta da barsak duvarında, lamina propri-yada, aktif CD4(+) T hücre infiltrasyonu mevcuttur. Bu hücreler çok çeşitli sitokinler (IL-1, IL-6 ve TNF) salgılarlar ve inflamasyondan sorumludurlar. Çeşitli bakteriyel patojenlerin (Salmonella, Shigella, Campylobacter, Clostridium cinsi bakteriler) ve psikolojik stresin hastalığı aktive ettiği gösterilmiştir. Enflamatuvar barsak hastalıklarının intestinal sempto-matolojisi dışında ekstraintestinal bulguları da vardır: Seronegatif artrit, ankilozan spondilit, deri lezyonları (eritema nodosum, piyoderma gangrenosum), göz bulguları (iritis, episklerit, üveit), venöz trombuslar, karaciğer lezyonları, perikolanjit, hepatosteatoz, sklero-zan kolanjit başlıca ekstraintestinal bulgulardır. Hem ülseratif kolit hem de Crohn hastalığının tedavisinde sulfasalazin (kolonda sulfapiridin ve 5 amino-salisilik asite ayrılarak etkili olur), mesalazin (5-ASA di-meri), prednisolon, 6-merkaptopurin ve azatioprin kullanılan ajanlardır. Sulfasalazin ve mesalamin kolonda azoredüksiyon ile ayrışır. Allerjik reaksiyondan sulfapiridin sorumludur; lökopeni ve reversibl infertilite yapabilir. Gençlerde bu yüzden mesalamin tercih edilir. Tüm ilaçlar ülseratif kolit relapsını azaltırken, Crohn hastalığında relapsı azatioprin ve 6-merkaptopurin azaltabilmektedir. Azatioprin ve 6-merkaptopurin etkisini tedaviye başlandıktan 3-4 ay sonra gösterir. E1. ÜLSERATİF KOLİT Kolonun mukozasının enflamatuvar hastalığıdır. Rektum daima tutulmuştur ve hastağın yaygınlığı diffüz bir şekilde proksimale doğru uzanır. Hastaların yaklaşık %50'sinde rektum ve rektosigmoid tutulumu varken %20'sinde pankolit mevcuttur. 406 Tutulum diffüz olup hastalıklı alanlar arası sağlam bölge bulunmaz. Yüzeyel ülserasyonlar (muskularis mukozayı aşmaz), devamlı tutulumludur (skip-area yoktur) ve uniform görünümlüdür. Hemoraji, ödem ve ülserasyonlar göze çarpar. Uzun süreli hastalıkta inflamatuvar polipler (psödopolip) görülür. Sadece mukoza tabakası etkilenir. Kript apseleri (kriptit) en önemli patolojik bulgusudur. Kriptler sayıca azalır. Goblet hücrelerinde azalma görülür. Şiddetli hastalık varlığında toksik kolit ve megakolon gelişebilir, hatta perfore olabilir. Kanlı mukuslu ishal, kramplarla seyreden karın ağrısı, tenezm, kilo kaybı, ateş ve halsizlik klinik bulgularıdır. Hastalığın seyri sırasında akut faz reaktanları yüksektir. Anemi ve hipoalbuminemi görülebilir. Ayırıcı tanıda invazif bakterial infeksiyonlar ve E. Hystolica olduğu için gaita mikroskopisi, kültür, C. difficile toxin A ve serolojik inceleme muhakkak yapılmalıdır. Karaciğer fonksiyon testleri bozulabilir. Ülseratif koiitli bir hastada ALP normalin iki katından fazla ise ve bu yükseklik sürekli ise sklerozan kolanjit düşündürür. Hastaların %60-70'inde pANCA pozitiftir. Pankolit varlığında pANCA pozitifliği artar. Radyolojik incelemede (çift kontrast kolon grafisi) mukozal kalınlaşma yanı sıra kolon haustra kaybı dikkat çeker. Kolon kısalmış ve daralmıştır. Lümen içinde polipoid yapılar görülebilir (psödopolipler). Ağır kanamalarda total kolektomi gereklidir (ilk 48 saat içinde 6-8 ünite kan ürünü gerektiren). Tanı konulduktan 10 yıl sonra kanser taramaları yapılmalıdır (kolonoskopik). Görüntülemede striktür olması kanser akla getirmelidir. İnflamasyon olmayan bölge biyopsisinde saptanabilen displazi kanserin önemli habercisidir. Tüm traktusta ağır displazi = insitu karsinom demektir. Tedavisi cerrahi rezeksiyondur (Total kolektomi). Aktivasyon hafif ve orta ise 5-ASA ve oral steroid, ağır ise IV steroid ve 5-ASA kullanılmalıdır. Tıbbi tedaviye cevapsız hastalarda küratif tedavi cerrahidir (total kolektomi + ileoanal anastomoz). E2. CROHN HASTALIĞI Ağızdan anüse kadar tüm GİS traktusda hastalık başlayabilir. İlk tutulum bölgesi en sık terminal ileum ve/veya ileokolik bileşkeyken (%40), ince barsak segmenti %30-40, ilk olarak kolon tutulumu %20, yalnız perianal hastalık olarak başlangıç ise %10 oranlarında bildirilmektedir. İnce barsak tutulumu ile başvuran hastaların %90'ında terminal ileum tutulmuştur. Ülseratif kolitin aksine rektum genelde korunmuştur. Hataların üçte birinde perirektal fistüller, fissürler, anal stenoz ve pelvik apse görülür. Nadiren pankreas ve karaciğer de tutulabilir. Tüm gastrointestinal kanalda tutulum olabilir. Tutulum segmenter ve yamalı tarzdadır ancak transmural tutulum söz konusudur. Aftöz ve derin ülserler bir arada görülür. Tipik makroskopik görünüm kaldırım taşı görüntüsüdür. Hastalığın tüm duvar katmanlarını tutması nedeni ile striktürler, darlıklar görülür. Radyografide lume-nin daralmasına bağlı "string = ip" belirtisi tipiktir. Ülseratif kolitte olduğu gibi psödopolipler görülebilir. Mikroskopik görüntüde non-kazeifike granulomatöz lezyonlar mevcuttur. Kript apseleri görülür. Granulomatöz lezyonlar sadece barsak duvarında değil, mezenterde, batın içi lenf nodlarında, peritonda, karaciğer ve pankreasta gelişebilir. Granulom görülmesi Crohn hastalığı için patognomonik bir bulgudur, iki tür klinik tablo gelişebilir; ilki inflamasyon sonucu ciddi darlıklarla giden hastalar, ikincisi ise penetran seyreden ve fistüllerle giden hastalar. En sık tuttlum terminal ileum-çekum bileşkesinde olduğu için başlangıç semptomları akut appendisiti taklit edebilir (ateş, kolik tarzda sağ alt kadran ağrısı, dolgunluk, lökositoz). Yüksek 407 ateş karın içi apse bulgusu da olabilir. Kilo kaybı sıktır. Hiperkatabolik süreç dışında yeme korkusu da kilo kaybına neden olur. ile-oçekal alandaki inflamasyon, ödem ve daralma mikro-perforasyonlar ve fistül oluşumuna neden olur (kolon, batın içi, cilt, mesane). Jejunoileit varlığında malabsorbsiyon ve steatore görülür. Vitamin K ve D eksikliğine bağlı koagulopati ve osteoporoza sekonder kırıklar görülebilir (kullanılmakta olan steroid tedavisi bu durumu daha da hızlandırır). Vitamin B12 eksikliğine bağlı megaloblastik anemi ortaya çıkabilir. Ön planda ince barsak tipi ishal gelişir (safra asidlerinin emilememesi ve sıvı-elektrolit kaybı, bakteriyal çoğalma). Kolon tutulumunda ülseratif kolit gibi aşırı kanama ortaya çıkmaz. Toksik megakolon nadirdir. Ciddi striktür-lerin yanısıra kadınlarda rektovajinal fistül gelişebilir. Hastaların üçte birinde perianal hastalık gelişir. İn-kontinans, anal striktürler, anorektal fistül ve pelvik abse gelişimi görülür. Gastroduodenal tutulum nadirdir. Laboratuvar incelemede yüksek akut faz cevabı gözlenir. Endoskopide aftöz ülserler, korunmuş alanlar (kaldırım taşı manzarası), psödopolipler, fistüller ve rektumun korunmuş oluşu önemlidir. Kolon tutulumunda pANCA pozitif olabilirken, hastaların %60-70'inde ASCA (anti-saccharomyces cerevisiae Ab) pozitiftir. Ekstraintestinal tutulum; eritema nodozum, asimetrik poliartrit (büyük eklemler), pyoderma gangrenosum (kolitis ülserozada daha sık), ankilozan spondilit, sak-roileit, çomak parmak, relapsing polikondrit, konjonk-tivit, üveit, episklerit, iritis, kolelitiazis, primer sklero-zan kolanjit (tespit edildiğinde %50-75'inde eşlik eden inflamatuar barsak hastalığı mevcuttur), renal kalkül, vezikal fistül, osteoporoz, trombofili, amiloidoz, pan-kreatit, plöroperikardit, miyokardit ve endokardit. Terminal ileumun tutulduğu olgularda safra asit ab-sorbsiyonu bozulur, renal oksalat taşları sıklığı artar, safrada kolesterol taşları sıklığı artar, B vit yetersizliği, hipokalsemi (D vit yetersizliği), safra asit diaresi görülebilir. Bu bulgular ülseratif kolitten çok Crohn hastalığına özgü belirti ve bulgulardır. Toksik megakolon her ikisinde de görülebilir. Hasta toksik tabloda ise (ateş, genel durumda kötüleşme, distansiyon, transvers kolonun direkt grafide 6 cm.den geniş olması ve lökositoz) toksik megakolondan şüphelenilmelidir. Bu olgularda lavman opak veya pürgatif kullanımı ile kolonoskopi hazırlığı kontrendikedir, kolonoskopi hazırlıksız ve fazla hava vermeden denenebilir, ancak perforasyon riski yüksekliği nedeniyle tavsiye edilmez. Ülseratif kolit Crohn hastalığı Dağılım Öncelikle sol kolon difüz Sağ kolon atlamalı İleum tutulumu Nadir (backwash ileit %10) Sık %80 Rektum tutulumu %100 %50'nin altında Etkilenen barsak duvarı İnce Kalın, rijit Lümen Dilate megakolon (nadir %10) Stenoz (boncuk dizisi) Mukoza Frajil, yüzeyel ülserler Derin linear ülserler (fissür tarzı), kaldırım taşı görünümü Enflamasyon Mukozaya sınırlı Transmural (tüm katlar) Granülom %10'un altında %60-70 Seroza Düzenli, etkilenmemiş İntihaplı Adezyonlar Yok Var İntestinal fistül Yok Var Perianal abse ve fistül %2 %30-50 Karsinom gelişimi %10 %1 Psödopolip, kript absesi, goblet hücre %70'in üstünde kaybı %40'ın altında Rektal kanama %90'ın üstünde %50'nin altında Diyare % 10-30 %70'in üstünde Abdominal kitle %1'in altında %30 Barsak perforasyonu %2-3 %1 Eritema nodosum %5 %15 408 Böbrek taşı %5'in altında (ürik asit taşı) %10 (oksalat taşı) Stomatit %10 %10 Aftöz ülserler %4 %4 Üveit %45 %5-10 Spondilit %5'in altında % 15-20 Periferik artrit %10 %20 Karaciğerde yağlanma %40 %30-40 Perikolanjit %30 %20 Sklerozan kolanjit %30 %20-30 Siroz gelişimi Nadir %1'in altında Safra taşı Nadir %10-15 Amiloid gelişimi Var Var Tedavi Sulfasalazin, mesalamin, olsalazin ve Sulfasalazin, kortikosteroid, merkaptopurin kortikosteroid Sülfasalazin (sülpiridin + 5-ASA) ve meselamin (5-ASA) anti-inflamatuvar tedavinin temelini oluşturur. Orta-ciddi aktiviteli hastalarda oral-iv steroid endikedir. Metronidazol ve siprofloksasin tedavide kullanılan antibiyotiklerdir. Özellikle fistüllerle seyreden hastalıkta faydalıdırlar. Hastalığın doğal seyrini azatioprin ve 6-merkaptopurin değiştirir. Relapsları azaltır. Remisyonu idame ettirmek ve steroid ihtiyacını azaltmak için me-totreksat kullanılır. Siklosporin, hücresel ve humoral immuniteyi baskılayarak inflamasyonu durdurmak için kullanılabilir. Azatioprin ve 6-merkaptopurinden daha hızlı etkilidir. Kolektomiye alternatif tedavi kabul edilebilir. Dirençli hastalarda Tacrolimus kullanılabilir. Siklosporin benzeri etkisi vardır. Medikal tedavide piramidin en tepesinde biyolojik ajanlar yeralır (anti-TNF, infliksimab, adalimumab). Normal koşullarda son seçenek, acil durumda bazen ilk seçenek cerrahi girişimdir. Özellikle kolorektal ve anal tutulumda gelişen fistüller nedeni ile mutlaka cerrahi müdehale endikasyonu doğar. inflamatuvar barsak hastalığının ayırıcı tanısına giren hastalıklar 1. İnvazif bakteriyal infeksiyonlar (Shigella, E.coli, Campylobacter, Yersinia, C. difficile, Chlamydia) 2. Tuberculosis, Mycobacterium avium 3. Amebiasis 4. HIV, Herpes, CMV 5. Histoplazmosis, candidiazis 6. İskemik kolit 7. Vaskülitler 8. Eosinofilik gastroenterit 9. Kollajenöz kolit 10.Radyasyon kolit 11. Graft-versus hoşt reaksiyonu 12. Lenfoma 13. Metastatik karsinoma 14. Familial polipozis 15. Kemoterapi 16. Kokain 17. NSAİİ 409 D. KOLON TÜMÖRLERİ D1. POLİPLER 1. Mukozal polipler (1) Selim (fakat habisleşebilen adenomlar): Tubu-ler adenom, Villöz adenom (2) Habis olanlar: Karsinoma in situ, invazif karsi-nom (3) Non-neoplastik: Mukozal polip, hiperplastik, juvenil ve inflamatuvar polipler 2. Submukozal polipoid görünüm: Kolitis sistika profunda, selim lenfoid polip, Malign lenfoma, Lipoma, Pnömatozis sistoides intestinalis. Kanserleşme riski en yüksek olan polip adenomatöz poliplerdir. En sık villöz adenom kanserleşir. Adenomatöz polipler büyüdükçe malignite riski artmaktadır. 1 cm altında büyüklüğe sahip poliplerde kanserleşme riski % 0-2 arasında iken 1-2 cm büyüklüğe sahip olanlarda risk % 10-20, 2 cm. üzeri ise % 3050'dir. Bir tubuler adenomanın villöz adenomdan daha az kanser riski taşır. Malignleşme riski adenomun büyüklüğü ile ve tubuler/ villöz miks adenomlarda villöz komponentin oranı ile artar. Glandların % 50'den fazlası villöz olduğunda bu polip artık villoglanduler polip adını alır. Ancak glandların % 80'den fazlası villöz hal aldığında polip artık bir villöz adenomdur ve olguların % 35'inde malignleşecektir. Bir villöz adenomun habeset riski aynı büyüklükteki bir tubuler adenomdan daha yüksektir. Polipler sıklıkla birden çoktur ve en sık rektum ve sig-moidde bulunurlar. Çekuma doğru görülme sıklıkları azalır. Kolon kanseri olgularının % 25'inde tümöre eşlik eden adenomatöz polipler bulunmaktadır. Kolonda polip bulunduğunda mutlaka çıkarılmalı ve eşlik eden polip varlığı araştırılmalıdır. HEREDİTER POLİPOZİS SENDROMLARI Familyal polipozis koli Hayatın ilk üç dekadı içinde rektumdan başlayarak tüm kolonda yüzlerce polipin görülmesiyle karakterizedir. Mide ve ince barsaklarda da polipler mevcuttur. Genellikle 40 yaşında kanser ortaya çıkar. Otozomal dominant geçişlidir. Kolon rezeke edilmezse kanser gelişimi riski %100'dür. Familyal polipozis genini taşıyan hastalarda fleksibl kolonoskopi ile tarama testlerine 10 yaşından itibaren başlanmalıdır. APC Fab gen mutasyonu (-del Chr 5q) ailede taranır. 410 Gardner sendromu Kolonik polipler dışında ince barsakta özellikle duode-nal polipler, osteoma ve yumuşak doku tümörleri ve multiple osteomlar (kafa ve çene) gelişir. Gözde kon-jenital retina epiteli hipertrofisi mevcuttur. Turcot (glioma-polipozis) Sendromu İntestinal adenomatöz polipozis ile beraber glioblasto-ma multiforme gibi malign beyin tümörleri görülür. Peutz-Jeghers sendrom Multipl hamartomatöz polipler esas olarak ince bağırsaklarda olmak üzere tüm GİS de bulunur. Dudak ve bukkal mukozalar ile tüm GİS mukozasında vişne çürüğü renginde pigmentasyon görülür. Habeset riski vardır. Ancak profilaktik cerrahi gerekmez. Yakın takip ile cerrahi kararı verilir. Juvenil polipozis Polipler hamartomatözdür. Rektumda daha sık polip görülür. Polipler non-neoplastiktir. Ancak, özellikle bazı ailelerde olmak üzere, kolon kanseri riski artmıştır. Poliplere ait kanama ve obstrüksiyon gibi komplikasyon-lar görülür. Esasen kolonda lokalize olmakla birlikte midede ve ince barsaklarda da görülebilir. Cronkhite-Canada sendromu Polipler genellikle ince barsakda bulunur. Hamartomatöz özelliktedir. Diare, protein kaybettirici entero-pati, hiperpigmentasyon ve alopesi mevcuttur. Spontan olarak veya steroidler ya da antibiotikler kullanıldığında gerileyebilir. Cerrahi gerektirebilir habeset riski yoktur. F. KOLOREKTAL KANSER Tablo 6-6. Kolorektal kanser riski artıran faktörler • Yaş (>50), • Adenomatöz polip öyküsü, • Meme, over, endometrium karsinomu anamnezi, • Birinci derece akrabalarda kolon kanseri varlığı, • Ailevi polipozis, • Ülseratif kolit, Crohn hastalığı varlığı (özellikle 10 yıldan sonra) • Et ve hayvansal yağ ağırlıklı diyet • Streptococcus bovis bakteremisi • Üreterosigmoidostomi • Sigara >35 yıl kullanım Tablo 6-7. Kolorektal kanser riski azaltan faktörler • Aspirin ve diğer NSAİİ • Folik asit • Kalsiyum Kolon kanserleri genellikle adenomatöz poliplerden gelişmektedir. Bu nedenle en sık rektumda sonrada sigmoid bölgede görülür. Kolon kanseri, sol kolonda (rektosigmoid) en sık obstrüksiyon ile belirti verirken, sağ kolonda (çekum ve çıkan kolon) ise en sık anemi ya da gaita gizli kan pozitifliği ile kendisini gösterir. Olguların % 70'inde cerrahi kür olasıdır. Tümörün muskularis propriada kaldığı olgularda 5 yıllık sürvi % 90'dır. Cerrahi dışında adjuvan radyoterapi ve kemote-rapi seçenekleri de akılda tutulmalıdır. Kolon kanseri için tarama testi normal insanlarda 50 yaşında başlamalıdır. Rektal tuşe 40 yaşından sonra rutin fizik muayenenin bir parçası olmalıdır. Eğer yakınlarında kanser gelişimi varsa, 40 yaşında veya akrabada görülen kanser yaşından 10 yıl önce başlatılır. Amerikan Kanser Cemiyeti 50 yaşından sonra yıllık gaitada gizli 411 kan bakılmasını ve 5 yıllık aralarla da fleksibl rektosigmoidoskopi yapılmasını veya buna alternatif olarak bu yaştan sonra 10 yıllık aralarla total kolonos-kopi yapılmasını önermektedir. Dukes evrelemesinde evre IV uzak metastazı, evre III lenf nodu tutulumunu, evre II muskularis mukozayı geçen fakat LAP tutulumu olmayan tümörü, evre l'de en fazla muskularis mukozaya kadar uzanım göstermiş tümörü gösterir. Lynch sendromu Herediter non-polipozis kolorektal kanser sendromu-dur. Polip gelişiminden bağımsız olarak kanser gelişir. Genellikle <50 yaşında kanser gelişimi başlar. Bu ailelerde 25 yaşından itibaren kanser tarama testi olarak yılda bir rektal tuşe ve gaitada gizli kan testi (Guaiac, benzidin), üç yılda bir fleksibl rektosigmoidoskopi yapılmalıdır. Tip I ve II olarak iki gruptur. Tip l'de izole kolorektal kanserler varken Tip ll'de jinekolojik tümörler (endo-metrium, over), meme CA gibi solid kanserler tabloya eşlik eder. G. KOLONUN DİĞER HASTALIKLARI Anjiyodisplazi Edinilmiş bir submukozal arteriovenöz malformasyon-dur. Divertikülozis ile birlikte yaşlılarda en sık alt GİS kanama nedenidir. Kanama masif ise nedeni daha çok divertikülozistir. AV malformasyondan olan kronik gizli kanama demir eksikliği anemisine yol açar. Görüntüleme ile kanama yeri bulunmayan demir eksikliği anemili yaşlı insanlarda angiodisplazi düşünülmelidir. Medikal tedavide konjüge östrojen-progesteron kombinasyonları yararlı olabilir. Endoskopide tesbit edildiğinde koterize edilmelidir. H. İNTESTİNAL İSKEMİ 1. Arteriooklüzif mezenterik iskemi, 2. Non-oklüzif mezenterik iskemi 3. Mezenterik venöz tromboz şeklinde sınıflandırılabilir. Arteriooklüzif mezenterik iskemi akut veya kronik olabilir. Akut formu daha sıktır. Atriyal fibrilasyon, miyo-kard infarktüsü, kardiyovasküler girişim, kalp kapak hastalığı ve yakında yapılan kateterizasyon akut em-boli yoluyla mezenter iskemisine neden olabilir. En sık görülen akut iskemi iskemik kolittir. Kronik mezenter iskemisi genellikle yaygın aterosklerotik proçes ile karşımıza çıkar. Kardiyak ve hipovolemik şok varlığında non-oklüzif mezenter iskemisi gelişebilir. Mezenterik ven trombozu ise protein C ve S eksikliği, anti trombin III eksikliği ve polisitemi vera gibi hiperkoagulabl durumlarda görülür. İntestinal iskemi mortalitesi yaklaşık %50'nin üzerindedir. Akut oklüzif iskemide şiddetli karın ağrısı, ishal, barsak seslerinde azalma veya kayıp, kanlı dışkı fakat buna rağmen klinikle uyumlu olmayan karın muayene bulguları mevcuttur. EKG ile artimi gösterilebilir. Direkt karın grafisi karın içi serbest hava görülebilir ki acil operasyon gerektirir. Barsak duvarında ödem nedeniyle ortaya çıkan "başparmak izi" şeklinde belirti görülebilir. Rutin biyokimyasal tetkiklerle akut faz cevabı izlenir. Diğer tanı yöntemleri; mezenterik arter doppler USG, kontrastlı BT, BT anjiyografi, MRI anjiyografi ve konvansiyonel anjiyografidir. Tanı ve tedavide altın standart laparotomidir. Mezenter arteriografi operasyon sırasında yapılabilir. Oral beslenme kesilir, antibiyotik ve sıvı tedavisi uygulanır. % 20 olguda nekroz önlenemez. Kronik mezenterik iskemi, İntestinal angina Yemeklerden sonra abdominal ağrı, hafif yemeklerden sonra ağrı olmaması ve az yemeye bağlı zayıflama, abdominal huzursuzluk triadı mevcuttur. Anjiografi ile tanı konulur, anjioplasti ve cerrahi uygulanır. 412 H. İNTESTİNAL İSKEMİ İ. KOLONUN DİVERTİKÜLER HASTALIKLARI Erişkinde en sık masif alt GİS kanama nedeni diverti-kül kanamasıdır. Divertikülit: ateş, sol alt kadran karın ağrısı ve periton irritasyon bulguları (defans, rebound) görülür, sol taraf appendisiti gibi semptomları vardır. Perforasyon komplikasyonu daha nadirdir. Divertikülit tanısında abdominal BT önemlidir, tanıda en duyarlı yöntemdir. EK BİLGİLER Samblom Triadı: Hemobiliada gelişir. En sık nedeni travmadır. 1) Bilier kolik tarzı ağrı 2) Sarılık 3) GİS kanama bulgusu. Angular cheilitis (yalama): Ağız köşelerinde çatlak demektir. Riboflavin eksikliğinde görülür. İyileşirken iz bırakmaz. (Sifilizinkinde iz kalır). . Hutchinson dişleri: Üst incisive dişlerin alt kenarları tırtıklı konjenital -»sifilizde görülür. Glositte papillalar atrofiktir, kırmızı bir görünüm vardır, ağrılıdır, niasin ve B12 eksikliğinin yanı sıra kronik karaciğer hastalığında görülür. Ağrı, yanma, tat almada azalma, farklı tatlar hissetme olabilir. Glossodinia anksiete veya depresyonda özellikle postmenopozal kadınlarda görülmesinin yanı sıra, B12 ve folat eksikliğinde ve hipomagnezemide de gözlenir. Makroglossi: Akromegali, hipotiroidi, amiloidozda görülür. Oral kandida: Beyaz plaklar şeklinde gözükür. Kolo-nonizasyon ile enfeksiyonu ayırt etmek için biyopsi yapılır, enfeksiyonda psödo-hiflerin görülmesi önemlidir. İmmunsupresif durumlar ve tedavilerde, diabette, hipotiroidide, hipoparatiroidide ve antibiyotik kullanımı sırasında (özellikle vaginal) görülebilir. Tedavide lokal nistatin, klotrimaksazol, flukonazol veya ketakonazol kullanılır. Oral aftlar, genelde 5 mm'den küçük etrafı eritemli, beyaz zeminli ülserlerdir. Anemi, vitamin eksikliği, Behçet hastalığı (ağrılı aftlar), enflamatuar barsak hastalığı (Crohn veya ülseratif kolit), Reiter sendromu, SLE, enfeksiyöz mononükleozda görülebilir, sekelsiz iyileşir. Demir, folat ve B12 eksikliğinde de görülür. Primer herpetik gingivostomatit genellikle herpes simpleks Tip I ile oluşan lezyonlardır. Ateş, servikal lenfadenopatiler bulunur. Genellikle kendiliğinden 1-2 haftada iyileşir. Gerekirse asiklovir kullanılabilir. Hairy plaki HIV enfeksiyonu ile ilgili beyazımsı plaklardır. Pemfigoid orifislere yakın mukozaları tutar (oral, anal, farenks ve Özofagus). Büller sub epitelyaldir. İnf-lame mukoza ve ülserler şeklindedir. Büllöz formunda deri de tutulur. Otoantikorlar bazal membrana karşıdır. Pemfigius vulgaris, pemfigoidden daha ciddi bir durum olup, otoantikorlar skuamöz hücre yüzey antijenlerine karşıdır. Büller intraepitelyeldir çünkü otoantikorlar skuamöz epitelin yüzey antijenlerine karşıdır. Özofageal tutulumu olabilir. Eritema bullosa deri frajilitesi ile karakterizedir. Travma ile kolayca büller oluşur. Distrofik formu iyileşirken skatris meydana gelir ve üst özofagusta postkrikoi-dal 'web'ler sıktır. Edinsel olduğunda otoimmün bir hastalıktır. Otoantikorlar tip VII kolajene karşıdır. Eritema multiforme hedef lezyonlar gibi alterne eden soluk ve eritemli halkalardan oluşur, el bileği, dizler, ayaklar ve ellerde sıktır. Özellikle herpes simpleks enfeksiyonu ile ilişkilidir. Stevens-Johnson sendromu veya eritema multiforme majör göz, deri ve mukozaları tutan ciddi bir sorundur. İlaç reaksiyondur, özellikle sulfonamidLer-den sonra gözlenebilir. SteroidLer ile tedavi denenir. Liken planus oral mukoza ve derinin kronik enflama-tuvar bir lezyonudur. Nokta şeklinde, kaşıntılı, düz yüzeyli ve papuler lezyonlardır. HCV enfeksiyonu veya primer biliyer sirozla birlikteliği fazladır. Lezyonlardan skuamöz hücreli kanser gelişebilir. Enterik bypass sendromu: dermatitis-artritis sendromu bypass edilen barsak segmentindeki bakteriyel aşırı gelişim sonucu → ortamdaki bakteri duvarı prote-oglikanlarına karşı antikorların oluşturduğu immün kompleksler ile meydana gelir. Kronik antibioterapi, NSAİİ gerekirse kortikosteroidLer tedavide yararlıdır. Halitozis: Depresyon, şizofreni, nörozda subjektif olabilir. Objektif ise diş, diş eti hijyeni bozukluklarında (Gr (-) bakteriler merkaptan veya sülfid üretir), ağız kuruluğu (bakteri klirensi azalır, Sjögren, radyoterapi), özofageal hernilerde, akciğer hastalıkları (bronşektazi, kronik bronşit, apse), karaciğer koması, ileus, arsenik, bizmut, siyanür zehirlenmeleri, üremi, diabetik keto-asidozda görülebilir. Lökoplaki: Ağızda en sık görülen prehabis lezyondur. %2-6 oranında habisleşir. Eritroplaki çok daha fazla habisleşir, in situ karsinom olarak da görülebilir, ancak nadirdir. 413 Diş eti hiperplazisi: Fenitoin, siklosporin, nifedipin gibi ilaçlar nedeniyle, AML (M5-M4)'de, nadiren de gebelikte ve pübertede ortaya çıkabilir. Mukozal hiperpigmentasyon: Klorokin, minosiklin, siklofosfamid, bizmut, civa ve demir gibi ilaçlar ile Ad-dison ve Peutz-Jeghers gibi hastalıkların seyrinde veya ileri yaşlarda idiyopatik olarak görülür. 414 7. KARACİĞER VE HASTALIKLARI A. KARACİĞERİN YAPISI Karaciğerin yapısındaki hücrelerin üçte ikisini hepato sitler oluşturur. Diğer hücreler sırasıyla Kupffer hücreleri (retiküloendoteliyal hücreler), stellate hücreler, en-dotel hücreleri ve safra kanalliküler hücrelerdir. Karaciğerin fizyolojik ünitesi asinilerdir. En dışta yerleşik por-tal venüllerden gelen kan (zon 1) sinuzoidlerden (zon 2) geçerek terminal hepatik vene (santral ven) ulaşır (zon 3). Buradan hepatik venler yardımıyla vena kava inferiora akar. Safra akımı tam ters istikamettedir. Sinüzoidler içinde yerleşik hepatositlerin bazolateral yüzü Disse boşluğuna bakar. Burada yerleşik mikrovilluslar sayesinde portal sistemden gelen kandaki besin elemanları ve diğer moleküller hücre içine alınır. Hücrelerin apikal yüzünden safra sekresyonu gerçekleşir. Protein, karbonhidrat ve lipid metabolizması yanısıra koagulasyon sistemi, depo, safra üretimi ve itrahı, konjugasyon, detoksifikasyon, vb gibi fonksiyonları idame ettirir. B. KARACİĞER HASARINI GÖSTEREN SEMPTOM VE BULGULAR Karaciğer rahatsızlığını işaret eden tipik belirtiler; sarılık, hepatomegali, karaciğer üzerinde hassasiyet, splenomegali, arteryal örümcek ve palmar eritemdir. Kas erimeleri, asit, ödem, kollateraller, fetor hepaticus, hepatik ensefalopati, telenjiektaziler, erkeklerde jinekomasti, testiküler atrofi ve tüylerde dökülme ileri evre hastalık bulgularıdır. Arteryal örümcek, telenjiyektazi ve palmar eritem kronik karaciğer yetersizliğinin bulgularıdır. Arterioller ve kılcal dolaşımın genişlemesi, aşırı östrojen aktivitesi ile ilişkilidir. Hepatik yetersizlik, karaciğer fonksiyon bozuklukları yanısıra hepatik ensefalopati gelişmesi durumudur. Hepatik ensefalopatinin ilk evresinde kişilik değişiklikleri yanısıra günlük aktivitelerdeki azalma, uyku paterni değişiklikleri, mental küntlük ve irritabilite ortaya çıkar. Daha sonraki evrelerde tüm bu şikyatelerin yanısıra flapping tremor görülür, evre ilerledikçe konfüzyon, dezoryantasyon, stupor ve koma gelişebilir. İleri evre hastalıkta nefeste amonyak kokusu hissedilir. İlaçlar, elektrolit bozuklukları, asid-baz denge bozuklukları, ko-morbiditeler ensefalopatiyi kolaylaştırabilirler. ileri evre kronik karaciğer hastalığının diğer bir bulgusu hipoksemi, platipne ve siyanoz ile seyredebilen hepatopulmoner sendromdur. Asit varlığında hepatik hidrotoraks ve pulmoner arterio-venöz shuntlar ortaya çıkar. Kronik karaciğer hastalığında cilt renginde sarılık dışında başka değişikliklerde ortaya çıkabilir. Örneğin hemakromatoziste krom rengi gelişir, kriyoglobuline-mi, hepatit B ve C'de mukokütanöz vaskülit, palpabl purpura görülebilir. Kronik alkolizmde duputren kon-traktürü ve parotis büyümesi olur. Wilson hastalığında korneada Kayser-Fleischer halkası gelişebilir. Sarılık Sklera, mükoz membranlar ve derinin bilirubin artışına bağlı olarak sarımtırak, bazen sarıyeşilimtırak ya da portakal sarısı rengini almasına sarılık denir. Sarılık sırasında tükürük ve beyin-omurilik sıvısı gibi vücut sıvıları da sarıya boyanır. Sarılık ilk olarak bağ dokusunun ince olduğu ve elastin dokusunun bol olduğu sklera, sert damak ve dilaltı mukozasında görülür. Sarılık en iyi gün ışığında saptanır. Normal total bilirubin düzeyi 0.3-1.1 mg/dL'dir (indi-rekt bilirubin: 0.2-0.7 mg/dL, direkt (konjüge) bilirubin: 0.1-0.4 mg/dL). Konjüge olmuş (direkt) bilirubin 1 mg/dL, konjüge olmamış (indirekt) bilirubin ise 3 mg/dL'yi geçtikten sonra skleralar boyanmaya başlar. Konjüge olmuş bilirubinin idrara geçebilmesi için kan düzeyinin 2 mg/dL'yi aşması gerekir. Sarılığın deride belirgin bir hale gelmesi için konjüge bilirubinin 2 mg/dL'yi, konjüge olmamış bilirubinin ise 3-5 mg/dL' yi aşması gerekir. Sklera, mükoz membranlar ve derinin bilirubin dışı boyar bir maddenin artışına bağlı olarak sarımtırak renge boyanmasına yalancı sarılık denir. Yalancı sarılıklarda kanda bilirubin artışı yoktur ve skleralar nadiren boyanırlar. Yalancı sarılıklar içinde en çok görüleni karotenemi-dir. Bazı kişilerde beta-karotenin aktif A vitamini metabolitlerine dönüşmesinde metabolik bir gecikme olur. Karotenemi beta-karotenden zengin meyve ve sebzelerin (narenciye, havuç vb) bol yenildiği dönemlerde belirginleşir. Karatonemideki sarılık daha çok aya ve tabanlarda belirgindir. Atebrin ve pikrik asit gibi bazı ilaçlar da deriyi sarıya boyarlar. Hemolitik sarılıklarda deri aneminin etkisi ile soluk sarı renktedir (flavin icterus) 415 Uzun süren sarılıklarda bilirubin biliverdine oksitlendiği için deri yeşilimsi sarıya dönüşür (verdin icterus). Yenidoğanın fizyolojik sarılığında polisitemi nedeni ile deri portakal renginde olup kırmızımsı sarıdır (rubin icterus) SARILIKLARIN SINIFLANDIRILMASI Sarılıklar 1. Unkonjüge (retansiyon) sarılıklar ve 2. Konjüge (regürjitasyon) sarılıklar olarak iki grupta incelenirler (Tablo 7-1). RETANSİYON SARILIKLARI (İNDİREKT HİPERBİLİ-RUBİNEMİLER) Burada sarılığın nedeni bilirubin yapımında artış, biliru-binin karaciğer hücresinde azalma ya da bilirubin konjügasyonundaki azalma mekanizmalarının bir ya da birkaçının bir arada bulunmasıdır. Kanda indirekt bilirubin artmıştır(Tablo 2-2). indirekt bilirubin idrara geçmediği için idrar rengi normaldir, ince bağırsağa atılan bilirubin artığından dışkı rengi koyudur. Buna bağlı olarak idrarda ürobilinojen artar. Karaciğerde tahribat olmadığı için transaminazların (ALT, AST) ve safra boşaltımında bir bozukluk olmadığı için kolestatik enzimlerin (Alkali fosfataz, gama-GT, 5'-nukleotidaz) düzeyleri normaldir. Tablo 7-1. Sarılıkların sınıflandırılması Unkonjuge hiperbiliubinemi Konjuge hiperbilirubinemi Bilirubin fazla üretimi Bilirubin glukronidlerin hepatik atımında azalma • Hemolitik anemiler • • İç kanamalar sonucu kanın emilimi (GİS kanaması, hematom) • • İnefektif eritropoez sendromları (örneğin pernisiyöz • anemi, talasemi) Hepatik uptake azalması ile membran İlaç etkisi bozulma • Bazı Gilbert sendromu olguları taşıma Hepatoselüler hasar, toksisite (viral-ilaç etkisi ile hepatit, total paranteral beslenme, sistemik enfeksiyon) sistemilerinde • Safra kanaliküllerinde akım bozukluğu (ilaç etkisi ile mikrofilament disfonksiyonu) • İntrahepatik safra duktuslarının enflamatuvar destrüksiyonu (primer biliyer siroz, primer sklerozan kolan-jit, GVH hastalığı, karaciğer transplantasyonu) Bilirubin konjugasyonunun bozulması Yenidoğanın fizyolojik sarılığı bozukluğu, atılımının azalması) (UGT Ekstrahepatik biliyer tıkanıklık aktivite • • • Anne sütü sarılığı (UGT aktivite bozukluğu?) • Biluribin UGT aktivitesinde genetik bozukluk (Crigler • Najjar sendromu tip I ve II) • Difüz hepatoselüler hastalık (viral veya ilaca bağlı • hepatit, siroz) • İlaca bağlı membran kanalikül disfonksiyonu (örneğin oral kontraseptifler, siklosporin) İntrahepatik safra akımında azalma • • Kanaliküler membran ileticilerinde yetersizlik (Dubin Johnson sendromu, Rotor sendromu) Biliyer obstrüksiyon yapan safra kesesi taşları Pankreas başı, ekstrahepatik safra yolları ve ampulla vateri karsinomları Ekstrahepatik biliyer atrezi Biliyer darlık ve koledok kistleri Primer sklerozan kolanjit Mikst hiperbilirubinemi nedenleri • Viral hepatit • Alkolik hepatit • ilaç nedenli hepatitler • Siroz (genellikle hafif) Akut hemoliz varsa anemiye bağlı olarak deri sarı soluktur (flavin icterus). Yavaş gelişen hemolizlerde sarılık görülmez. Çok hızlı gelişen hemolizlerde koyulaşan safra, safra kanallarını tıkayarak aynı zamanda direkt hiperbilirubinemiye de yol açar. REGÜRJİTASYON SARILIKLARI (DİREKT HİPERBİLİRUBİNEMİLER) Direkt hiperbilirubinemiler karaciğer hücrelerinin nekrozuna ve/veya safra yollarının kısmi (intrahepatik kolastaz) ya da tam (ekstrahepatik kolastaz) tıkanıklığına bağlı olarak gelişir. İncebağırsağa atılan bilirubin miktarında 416 azalma olduğundan dışkı açık renktedir. Kanda total bilirubin miktarı artar. Direkt bilirubin miktarı total bilirubinin %10-15'inden daha fazladır. Fizik muayenede karın şişliği, hepatomegali ve sarılık vardır. Fibrozis arttıkça karaciğer sertleşir. İntrahepatik kolestaz (hepatosellüler sarılıklar) Hepatosellüler sarılıklar daha çok enfeksiyonlara ve metabolik hastalıklara bağlı olarak gelişir (Tablo 4-2). Karaciğer hücrelerindeki nekroz, fibroz ve ödem safra kanaliküllerini tamamen ya da kısmen tıkamıştır. İncebağırsağa atılan bilirubin miktarında azalma olduğundan dışkı rengi hafif açılmıştır. Karaciğer fonksiyonları bozulmuştur. Transaminazlar (ALT, AST) artmış protrombin zamanı uzamıştır. Tıkanıklığın derecesi ile paralel olarak safra ile atılan alkali fosfataz, gamma-GT, 5'-nukleotidaz gibi enzimler ve kolesterol kanda artar. Ekstrahepatik kolestaz (tıkanma sarılıkları) Ekstrahepatik kolestatik sarılıklarda karaciğer içi değil karaciğer dışı safra yollara tıkanmıştır. Çocuklarda en çok görülen neden biliyer atrezi, erişkinde ise pankreas başı karsinomudur (Tablo 7.2). Sarılık çoğu kez yavaştır; fakat ilerleyicidir. Kanda artan direkt bilirubin hepatosellüler sarılıklara oranla daha yüksektir. Bağırsağa hiç safra akmadığından dışkı rengi iyice açılmıştır yani dışkı hipokoliktir (camcı macunu gibi). Tam tıkanıklıklarda bile dışkı renksiz (akolik) olmaz. Bunun nedeni azda olsa bağırsaktan bilirubin sekresyonunun olmasıdır. Bağırsakta çok az bilirubin olduğu için idrarda ürobilinojen saptanamaz. Halbuki sağlıklı kişilerin idrarında fizyolojik miktarlarda ürobilinojen bulunur. Transaminazlar ve protrombin zamanı başlangıçta normaldir. Fakat hastalık ilerledikçe, karaciğer fonksiyonlarını gösteren bu testler bozulur. Alkali fosfataz, gamma-GT, 5'-nukleotidaz gibi enzimler ve kolesterol gibi kolestatik parametreler kolestatik hepatitlere göre çok daha fazladır. Tablo 7-2. Sarılıkların ayırıcı tanısı İndirekt hiperbilirubinemi İntrahepatik kolestaz Ekstrahepatik kolestaz Direkt bilirubin <1.5 mg/dL >1.5 mg/dL >1.5 mg/dL Direkt bilirubin/ total bilirubin <15% >15% >15% Dışkı rengi Normal Açık renkli Hipokolik İdrar rengi Normal Çay rengi Çay rengi Bilirubin (idrar) Yok Artmış (+) Artmış(+++) Ürobilinojen (idrar) Artmış Azalmış Yok Transaminazlar (ALT, AST) Normal* Artmış (+++) Normal, artmış(+) Normal, + ++ Yok Yok Kolestatik enzimler (ALII, Y-GT, 5'- Normal nukleotidaz) Hemolitik anemi Var/Yok * Hemoliz varsa yüksektir C. KARACİĞER TESTLERİ 1. Parankimal hasarı gösteren testler 2. Fonksiyonu gösteren testleri 3. Kolestazı gösteren testleri 417 1) Parankimal hasarı gösteren testler ALT ve AST • ALT: Hepatosit sitoplazmasında bulunur. Karaciğer parenkimal hastalığına daha spesifiktir. • AST: Sitoplazma + mitokondri'de bulunur. Kalp, iskelet kası, beyin, böbrekte, pankreasta, akciğerlerde, lokositlerde ve eritrositlerde de bulunur. • Transaminazlarda x10 kat (300-400 U/L) artış → hepatosit hasarını gösterir. Bunun altındaki artışlar genellikle steatohepatit ile ilişkilidir. • Transaminazlarda 1000 U/L artış → akut viral hepatit, akut toksik hepatit, iskemik hepatit, akut koledok obstrüksiyonu, Budd Chiari, otoimmun hepatitte görülebilir. • AST/ALT oranı genellikle < 1 • Karaciğer sirozu ve KBY'de düzeyleri zamanla azalır • ALT: Alkolik olmayan steatohepatitte ALT ön planda artar • AST: Alkolik hepatitte → AST ön planda artar (GGT alkolik hepatitte artar). • Wilson H. →AST ön planda artar; (ALP çok düşüktür). • AST: Fibroz göstergesi, KC sirozunda AST, ALT'den daha yüksektir. • Bilirubin, yapısında neme içeren moleküllerin (hemoglobin) parçalanması son ürünüdür. Kanda konjuge olan (direkt) ve olmayan (indirekt) iki formda bulunur. İndirekt bilirubin suda çözünmediğinden albumine bağlı durumdadır. Direkt bilirubin suda çözündüğünden serbest haldedir, dolayısıyla böbreklerden süzülür ve idrara geçer. Normal serum total bilirubin düzeyi <1 mg/dl'dir. Bunun yaklaşık %30'u direkt bilirubindir. İndirekt bilirubin artışı çoğunlukla hemoliz ile ortaya çıkar. Nadir bazı durumlarda da arttmaktadır (Gilbert ve Crigler Najjar sendromları). Direkt bilirubin artışı karaciğer ve safra yolları patolojilerinde görülür. 2) Karaciğer Fonksiyonunu gösteren testleri • Serum proteinleri azalır • Albumin ve diğer proteinler düşer →sentez azalır • Globulinler artar → Antijen filtrasyon kapasitesi düşer • Fibrinojen ve diğer koagülasyon faktörleri, plazminojen, transferrin, serüloplazmin, haptoglobin ve ,globulinler azalır. Protrombin zamanı uzar (PT, INR): Sentez düşer Bilirubin düzeyleri artar: Konjugasyon ve ekskresyon düşer Karaciğerde yapılan serum proteinleri Karaciğerde yapılan başlıca proteinler albumin, preal-bumin, pıhtılaşma faktörleri (faktör VIII hariç), lipopro-teinler, taşıyıcı proteinler ve kompleman komponent-lerinin bir kısmıdır (immunglobulinler karaciğerde yapılmaz). Albumin Total serum proteininin %60'ını oluşturur, normal serum değeri 3.5 - 5 gr/dl'dir. Başlıca üç görevi vardır kanda birçok maddenin taşınması, kanın onkotik basıncının idamesi ve endojen aminoasit kaynağı olması nedeni ile beslenme durumunun iyi bir göstergesidir. Prealbumin Karaciğerde yapılan, yarılanma ömrü iki gün gibi çok kısa olan serum proteinidir. Özellikle akut karaciğer hastalıklarının tanısı, prognozunun tayini, tedaviye yanıtının değerlendirilmesinde kıymetlidir. Pıhtılaşma faktörleri Pıhtılaşma faktörlerinden I, II, V, VII, IX, X, XI, XIII karaciğerde yapılır. Bunlardan II, VII, IX, X.'uncu faktörlerin üretimi için K vitamini gereklidir. Ayrıca anti-trom-bin III, protein C, protein S ve heparin kofaktör II gibi proteaz inhibitörleri ile fibrinolitik sisteme ait plas-mi-nojen ve antiplasmin de karaciğerde yapılır. Klinikte fonksiyon değerlendirilmesinde en sık kullanılan ve en duyarlı test protrombin zamanıdır. Hepatoselüler hasarın ağır olduğu durumlarda da prog-nostik değeri oldukça yüksek bir testtir. Lipoproteinler Karaciğer lipid metabolizması üzerinde önemli rol oynar. Apoproteinlerin büyük kısmı karaciğerde yapılır. Serum 418 kolesterolu kolestazda artarken, parankimal hasar çok ağır olmadıkça fazla değişiklik görülmez. İleri evre sirozda serum kolesterol düzeyleri düşer. Kronik karaciğer hastalığının en önemli biokimyasal bulgularından birisi de hipergamaglobulinemidir. Poliklo-naldir ve beta-gama köprüleşmesi gösterir. IgG artışı kronik hepatit ve kriptojenik siroz, IgM artışı primer bi-liyer siroz, IgA artışı ise alkolik siroz için tipiktir. Alfa-1 antitripsin eksikliğinde serum protein elektroforezinde alfa 1 bandı kaybolur. Albumin ve diğer serum proteinlerinin düzeyleri hemen tüm karaciğer hastalıklarında düşer, globulinlerin düzeylerinde ise bir artış olur. A-globulin artışı KC'in Ag filtrasyon kapasitesinin düşmesine bağlıdır. 3. Kolestazı gösteren testler (İntra veya ekstra hepatik) • Alkalen fosfataz (ALP): Hepatositlerin safra kanalikülerine bakan yüzünde bulunur (5 nükleotidz ile birlikte). - Karaciğer dışında, kemik, plasenta, böbrek, löko-sitler ve barsaklarda bulunur. - Çocuklarda ve adolesanlarda kemik gelişimi nedeni ile kemik kaynaklı ALP yüksektir. - 60 yaş ve üzeri bireylerde hafif yükselebilir. Kolestazda artar, hepatosellüler hasarda kural olarak artmaz - Granülomatöz hepatitler, apse ve neoplazide artar - Primer sklerozan kolanjit (PSK), primer bilier siroz (PBS) - Safra yollarında taş, tümör, darlık ve kist gibi mekanik nedenlerle gelişen obstrüksiyon varlığında artar (ekstrahepatik kolestaz) - Erken kolestaz döneminde ilk yükselen karaciğer enzimidir. - Tümör ve plasenta kaynaklı ALP ısıya dayanıklıyken, karaciğer ve kemik kaynaklı ALP ısı ile inaktive olur. • Gama glutamil transpeptidaz (GGT) : Hepatositlerin endoplazmik retikulumunda ve safra duktus epitel hücrelerinde bulunur. - Kolestaz durumlarında yükselir. - Karaciğer kaynaklı ALP'a göre kolestaz için daha az spesifiktir (Diğer karaciğer hasarlarında da artar). - Alkolik hepatitte de yükseklir. • KC kaynaklı izole ALP yüksekliği (GGT artışı eşlik etmiyorsa) - Benign rekürren intrahepatik kolestaz (BRIC) - Östrojen kullanımı - Gebelik kolestazı • 5' nükleotidaz, lösin aminopeptidaz • Direkt bilirubin • Lipoprotein X Karaciğer kan akımı, indocyanin klirensi ile ölçülebilir. Bromsülfoftaleinin günümüzde yegane endikasyonu, DubinJohnson ve Rotor sendromlarının ayrımıdır. Karaciğer fonksiyonlarının değerlendirilmesinde safra asit düzeyleri de kullanılabilmektedir. Karaciğer hastalıklarında porto-sistemik şantlar nedeniyle serum safra asitleri postprandiyal dönemde artar. NON-İNVAZİF TANI YÖNTEMLERİ Anamnez, klinik ve laboratuar verileri hepatobiliyer sistem hastalıklarının tanısı için yeterli olmayabilir. Kesin tanı için kullanılan tanı yöntemleri invazif olamayan ve invazif olarak ikiye ayrılabilir. Öncelikle hasta için zararsız olan invazif olmayan yöntemlerin kullanılması gerekir. Bu amaçla kullanılan yöntemler direkt karın radyografisi, baryumlu pasaj incelemesi, oral kolesistografi, IV kolesistografi, radioizotop incelemeleri, USG, bilgisayarlı tomografi ve MRI'dir. Ayakta direkt karın grafisi, karaciğer ve pankreastaki kalsifikasyonları, safra taşlarını ve porselen safra kesesini gösterir. Safra taşlarının sadece %10'u radyoopaktır. Hidatik kist, primer ve sekonder karaciğer tümörleri, hemanjiomlar ve amip apseleri, karaciğerde kalsifikasyona neden olabilir. Safra yollarında hava görülmesi, enterobiliyer fistülü düşündürür. Amfizema-töz kolesistit tanısında da yararlı olabilir. Oral kolesistografi, bilirubin düzeyi 2 mg/dL'nin üzerinde olan vakalara yapılmaz. Oral kolesistografide safra kesesi görülmezse kontrast madde barsaktan emilememiş, kolesistektomize, sistik kanal tıkalı ya da hepatoselüler fonksiyon bozuk olabilir. IV kolanjiyografi, serum bilirubin düzeyi 2 mg/dL'nin üzerinde ve karaciğer fonksiyonları bozuk olan hastalarda uygulanmamalıdır. Radyoizotop incelemeleri, soliter hepatomegalilerin ayırıcı tanısında yararlı olabilir, 2 cm'den büyük primer ve 419 sekonder karaciğer tümörlerinin, kistlerin ve apselerin gösterilmesinde yararlıdır. Budd-Chiari sendromunda radyoizotop öncelikle kaudat lob tarafından tutulur ve karakteristik bir görünümü vardır. Kolesintigrafi, akut kolesistit, bilier atrezi, afferent lup sendromu ve safra sızmaları hakkında en hassas bilgiler sağlayabilir. Kan bilirubin düzeyi 40 mg/dL'yi aşmadıkça yapılabilir. Ayrıca intrahepatik ve ekstra hepatik kolestazın ayırıcı tanısında da yararlı olabilir. Ultrasonografi, soliter hepatomegalilerin ve kolestazın ayırıcı tanısında ilk başvurulacak tanı yöntemlerinden birisidir. Kistler, apseler, tümörlerin tanısında çok işe yarar. Portal hipertansiyon için iyi bilgiler verir. Portal ve splenik venin tıkalı olup olmadığı, çapı, porto-sistemik şantların varlığı/durumu hakkında bilgi verir. Kolestazın tanısında USG'nin üç önemli katkısı vardır: (1) Bilirubin düzeyi 10 mg/dL'nin üzerinde olan ekstra hepatik kolestazlı hastaların %80-95'inde genişlemiş safra yollarını gösterir (2) Vakaların %80'inde tıkanmanın yerini belirler (3) Bazen tıkanmanın nedenini belirler. Safra kesesi hastalıklarının özellikle safra taşlarının gösterilmesinde ideal tanı yöntemidir (akut ve kronik kara-ci-ğer hastalıklarının tanısında ilk başvurulacak tanı yöntemi değildir). Bilgisayarlı tomografi (BT): BT'nin USG'ye üstünlüğü barsak gazları fazla olan kişilerde, obezlerde yapılabilmesi ve kontrast madde verilebilmesidir. Nükleer manyetik rezonans (MR): İnvazif olmayan yöntemlerin en iyisidir. Magnetik rezonans pankreatokolanjiografi (MRPC) safra yolları hastalıklarının tanısında son yıllarda kullanılan önemli bir tekniktir. ERCP'nin üstünlüğü aynı zamanda tedavi edici girişimlerin yapılabilmesidir. Portal ven sistemi ve hepatik arterin görüntülenmesinde MR anjiografi kullanılabilir. İNVAZİF TANI YÖNTEMLERİ Karaciğer ponksiyon biyopsisi Karaciğer hastalıklarında tanıda altın standarttır. Başlıca endikasyonları hepatitler (akut, kronik), siroz, metabolik karaciğer hastalıkları, depo hastalıkları, nedeni belli olmayan hepatomegaliler, ateşli hastalıklar ve granülomatöz hastalıklardır. Kronik karaciğer hastalığında hastalık aktivitesi ve fibrozisin düzeyinin belirlenmesinde kullanılabilir. Başlıca komplikasyonları kanama, perforasyon (safra kesesi, kolon), pnömotoraks, intrahepatik hematom ve arterio-venöz fistüllerdir. Peritoneoskopi Siroz, karaciğer tümörleri, kistleri, portal hipertansiyon ve eksüda özelliğindeki asitlerin ayırıcı tanısında kullanılır. Kolestazda tanı değeri düşüktür. Perkütan transhepatik kolanjiyografi (PTK) Kolestazda obstrüksiyonun varlığını ortaya koyar, düzeyini belirler, nedeni hakkında fikir verir (taş, tümör vs). Ekstrahepatik kolestazda başarı oranı % 95'in üzerindedir. İntrahepatik kolestazda normal safra yollarına girme oranı % 50-70 civarındadır. PTK cerrahi girişime hazırlık olarak ya da genel durumu ameliyata elverişli olmayan hastalarda eksternal drenaj olanağı sağlar. Başlıca komplikasyonları ateş, hipotansiyon, safra peritoniti, kolanjit, hemobili ve pnömotorakstır. Endoskopik retrograt pankreatokolanjiyografi (ERCP) Özellikle ekstrahepatik kolestazda, pankreas hastalıklarının tanısında, safra yollarına cerrahi uygulanmış ancak tekrarlayan yakınmaları olan hastalarda (darlık, taş vb), distal koledok patolojisini aydınlatmada yararlıdır. Safra taşına bağlı olmayan akut pankrea-tit vakalarında yapılmamalıdır. Endoskopik sfinkterotomi, nazobiliyer drenaj, transpapiller stent ve balonla dilatasyon gibi tedavi edici olarak kullanılabilir. Akut kolanjitte acil yapılması endikedir. İşlem sonrası kolanjit, perforasyon (retroperito-ne-al), sepsis, akut pankreatit ve kanama önemli komplikasyonlarıdır. 420 Anjiografi Hepatobilyer sistem hastalıklarının araştırılmasında USG, BT gibi yöntemler geliştiği için tanı değeri oldukça azalmıştır. Portal manometri Vena portanın basıncının ölçülmesidir. Dalak içi basınç presinüzoidal basıncı, karaciğer içi basınç post sinüzoi-dal basıncı yansıtır. Karaciğer ve dalak basınçlarının karşılaştırılması ile portal hipertansiyonun lokalizasyonu hakkında fikir edinilebilir. Unutmamak gerekir ki post sinüzoidal protal hipertan-yonda dalak içi basınç da yükselecektir. Splenoportografi Portal ven sistemini iyi bir şeklide gösterir. İntrahepa-tik ve ekstrahepatik (özellikle presinüzoidal ekstrahe-patik) portal hipertansiyonu ayırmada yararlıdır. Ancak intrahepatik portal hipertansiyonun pre ve postsi-nüzo-idal tiplerinin ayrılmasında değeri yoktur. Karaciğer hastalıklarında klinik aktivitenin değerlendirilmesi Karaciğer rahatsızlıkları akut veya kronik, aktif veya inaktif ve hafif, orta veya ciddi klinik aktiviteli şeklinde sınıflandırılabilir. Hastalık şiddetini en iyi histolojik inceleme gösterir. Transaminazlar daha çok hastalık aktivitesinin takibinde kullanılmaktadır. Hastalık aktivitesinin ilk değerlendirildiği esnada yanıltıcı olabilir (örn. Sirozlu bir hastada aktivasyon sırasında ciddi transaminaz artışı olmayabilir). Bu testler alkolik ve non-alkolik steatohepatitde klinik aktivitenin belirlenmesinde güvenilir bir inceleme değildir. Diğer taraftan, yüksek serum bilirubin düzeyleri, PT uzaması, hipoalbuminemi ve trombositopeninin hepatik fibrozisin indirekt bulguları olduğu düşünülmektedir. Kronik karaciğer hastalığında (sirotik), klinik aktivitenin belirlenmesinde en çok kullanılan sınıflandırma Child-Pugh evreleme sistemidir. İki klinik bulgu (ensefalopati ve asit) ve üç laboratuvar parametrenin (serum albumin ve total bilirubin ile PT) değerlendirilmesi ile elde edilen skor klinik aktivitenin belirlenmesinde kullanılır. Child-Pugh 421 evreleme sistemi, majör kompli-kasyon gelişme riski ve prognozun belirlenmesinde ve transplantasyon kararı öncesinde kullanılmaktadır. Son zamanlarda prognoz tayini ve transplantasyon öncesi karar aşamasında MELD skoru kullanılmaktadır. Bu skorlamada üç non-invazif laboratuvar testi kullanılmaktadır (PT, serum total bilirubin ve kreati-nin). 4. Hiperbilirubinemiler Bilirubin, retiküloendotelyal hücrelerde hemoglobinin parçalanma ürünü olan hem'in, heme oksijenaz ile yıkılmasının ardından oluşan biliverdinin biliverdin redüktaz ile indirgenmesi sonucu oluşur (indirekt bilirubin). Bilirubin albümine sıkı ve reversibl olarak bağlanır. Burada sülfonamidler, tiroksin ve serbest yağ asidleri bilirubin ile yarışır. Hepatosit membranından içeri alınan (uptake) bilirubin taşıyıcı proteinler vasıtasıyla (Y ve Z proteinleri) mikrozomlara ulaştırılır (transport). UDP-glukuronosil transferaz ile konjuge edildikten (konjugasyon) sonra, safra kanaliküllerine atılır (ekskresyon) ve safra kanallarından barsağa geçer. İnce barsaklarda bakteriler tarafından beta-glüküronidaz ile parçalanır ve nonkojuge hale gelir. Parçalanma ürünü olan nonkonjuge bilirubin barsak florasındaki bakteriler tarafından redükte edilir ve ürobilinojene dönüşür. Ürobilinojenin (konjuge) %10-20'si emilip tekrar aynı süreci yaşar (enterohepatik sirkülasyon). Geri kalanı feçes ile atılır. İndirekt bilirubin nonkonjügedir. idrarla atılmaz, yağda erir. Direkt bilirubin ise konjügedir, suda erir, idrarla atılır. Hiperbilirubinemi bilirubin yapımında artış, uptake ya da konjugasyonda azalma ya da bilirubinin safraya atılımında azalmaya bağlı olarak ortaya çıkabilir. Özellikle direkt-indirekt bilirubin düzeylerinin belirlenmesi bazı kolestaz tanısında yararlıdır. Subikterde (total bilirubin değeri: 2-3 mg/dL) skleralar sarıya boyanır. Bilirubin 3 mg/dL'nin üstüne çıktığında deri de boyanır (ikter). idrarda normalde bilirubin bulunmaz, az miktarda ürobilinojen bulunabilir. Ürobilinojen hemoliz koşullarında artar. İdrarda saptanan bilirubin her zaman direkt bilirubindir ve saptandığında serum bilirubininin fraksiyonasyonuna gerek yoktur. Bilirubinüri varlığı hepatosellüler hastalığa işaret eder. İndirekt bilirubin albümine sıkıca bağlı olduğundan idrara geçmez. Bilirubinüri, örneğin akut viral hepatitlerde klinik olarak ikterin gelişiminden daha önce ortaya çıkabilir ve hepatobiliyer hastalığın erken bir bulgusu olabilir. Ancak yalancı-negatif testler olabilir: Örneğin ince barsaklara bilirubin atılım yetersizliklerinde idrarda ürobilinojenin bulunmadığı ya da normalden az olduğu saptanır. 422 İdrar örneğinin uzun süre bekletilmesi (bilirubinin okside olmasına neden olur), idrarda askorbik asitin varlığı (C vitamini alımına bağlı) ya da idrarda nitratların varlığı (ürosepsise bağlı) gibi koşullarda direkt hiperbilirubinemi varlığına rağmen idrarda bilirubin saptanmayabilir. KALITSAL İNDİREKT HİPERBİLİRUBİNEMİLER GİLBERT SENDROMU En sık görülen genetik hastalıklardandır. İndirekt bilirubin artar. Bilirubinin alımı, taşınması ve konjugasyo-nunda bozukluk olabilir. Açlıkta bilirubin artar. Karbonhidrattan zengin beslenme, istirahat ve fenobarbital ile sarılık geçer (Bilirubin < 5 mg/dL). CRİGLER-NAJJAR SENDROMU Konjugasyon bozuktur. Tip I OR geçişlidir. UDP-gluk-ronil transferaz enziminin tam yokluğu nedeniyle hastalık yaşamla bağdaşmaz. Kernikterus nedeniyle bebekler ölür. Tip II OD geçişlidir. UDP-GT enzim akti-vitesi 423 azalmıştır. İleri yaşlara kadar yaşarlar. Bilirubin düzeyleri 5 mg/dL üzerindedir. Fenobarbitale kısmi yanıt alınabilir. Tablo 7-2. Kalıtsal indirekt hiperbilirubinemiler Özellik Hafif Orta Şiddetli Geçiş yolu Gilbert sendromu Crigler-Najjar tip II Crigler Najjar Tip I Serum bilirubin OR OD 6-20 OR Fenobarbitale cevap 1-6 evet nadir çok düşük 20-45 Kernikterus evet hayır Bilirubin konjugasyonu hayır evet hafif düşük yok KALITSAL DİREKT HİPERBİLİRUBİNEMİLER DUBİN-JOHNSON SENDROMU OR geçişlidir. Bilirubinin ekskresyonu bozuktur, ancak safra tuzlarının atılımında anormallik bulunmaz. Direkt bilirubin düzeyleri 2 - 5 mg/dL arasındadır. Nadiren daha da yükselebilir. Karaciğerde belirgin pigmentasyon görülür. Transaminaz düzeyleri normaldir. Safra asid sekresyonu ve safra akımı normal olduğundan kaşıntı olmaz. İdrar total koproporfirin düzeyi normalken koproporfirin izomer III (normalde bu izomer izomer l'e göre çok daha düşüktür) artar. Oral kolesis-tografide safra kesesi görülmez. Bromsulfoftalein (BSP) testinde erken kaybolma ve ardından hepatosit-lerden reflü nedeni ile sekonder pik vardır (injeksiyon-dan 90 dakika sonra). ROTOR SENDROMU Bilirubin ekskresyonu bozuktur. OR geçişlidir. Dubin-Johnson sendromundan ayırımında en önemli farklılık karaciğerde pigmentasyonun bulunmamasıdır. Oral kolesistografide kese görülür, BSP testinde yavaşlama vardır, sekonder pik yoktur. İdrarda total koproporfirin düzeyi artmıştır. İdrar koyudur. KOLESTAZ Safranın barsağa çeşitli nedenlerle kısmen ya da tamamen ulaşamamasına kolestaz denir. İntrahepatik ve ekstrahepatik olmak üzere iki ana gruba ayrılır. İntrahepatik kolestaz, en sık nedeni viral hepatitlerdir. Fenotiazin, östrojenler, alkol, total parenteral beslenme, sklerozan kolanjit, primer bilyer siroz, sepsis, lenfomada görülebilir. 424 Ekstrahepatik kolestazın en sık nedeni koledokoliti-yasisdir. Ayrıca pankreas başı kanseri, duodenum divertikülleri, koledok kisti, hemobili ve koledoka dıştan basıda (LAP nedeniyle) görülebilir. Kaşıntı, idrar renginde koyulaşma, dışkı renginde açılma (camcı macunu=akolik dışkı) ve sarılık vardır. Uzun süreli kolestatik karaciğer hastalıklarında ksantalesma palpebrarum veya ksantomalar görülür. Komp-let kolestazda idrarda ürobilinojen yoktur. Ekstrahepatik kolestazda ALP ve GGT genel olarak 3 kattan fazla artar. ALP artışına GGT'nin eşlik etmediği durumlar: KC dışı nedenlerle ALP artışı, BRİK (selim rekürren intrahepatik kolestaz), gebeliğin tekrarlayan sarılığı ya da östrojene bağlı kolestaz akla getirilmelidir. Karaciğerin başlıca kolestatik hastalıkları, primer biliyer siroz ve primer sklerozan kolanjittir. Kolestaz düşünülen hastada öncelikle USG ile koledok ve safra yollarının geniş olup olmadığı araştırılır. Safra yolları geniş bulunan hastalarda ERCP (endoskopik retrograd kolanjiyopankreotografi) yapılmalıdır. ERCP özellikle ekstrahepatik kolestazda tercih edilir. PTK (perkütan transhepatik kolanjiyografi) ekstrahepatik safra yolları normal ve yanlızca intrahepatik safra yolları dilate olan vakalarda tercih edilebilir. E. KARACİĞERİN APSE VE GRANÜLOMLARI KARACİĞER APSESİ Karaciğer apseleri amip ya da bakteriyel (piyojenik) kökenlidir. Piyojenik apseler; (1) Taş, striktür ya da bir tümör ile tıkalı biliyer kanalda oluşan asendan kolanjit (2) Divertikülit ya da apandisit gibi bir intraabdominal alandan portal bakteremi (3) Hepatik arter yolu ile uzak lokalizasyonlu bir siste-mik bakteremi kaynaklı (4) Biliyer kanal dışındaki komşu bir infeksiyondan direkt yayılırınla (5) Penetran (bakterilerin karaciğere doğrudan imp-lantasyonu sonucu) veya künt travmalar sonucu ortaya çıkan ve sonradan sekonder olarak infekte olan hematomlar. Sistemik bakteremi sonucu ortaya çıkan infeksiyonlar-da en sık neden streptokoklar veya stafilokoklardır. Biliyer kanal infeksiyonu kaynaklı apselerde etken genellikle aerobik gram (-) basiller (örneğin E. Coli. Klebsiella), portal bakteremiye sekonder apselerde ise en sık etken aerobik gram negatif basiller ve anaerob bakterilerdir. 425 Ateş, ikter, sağ üst kadran karın ağrısı, hassas hepato-megali, lökositoz, USG'de yaygın hipoekoik lezyonlar vardır (karaciğerin metastatik tümörleri de hipoekoik olabilir). Bilgisayarlı tomografi en duyarlı görüntüleme yöntemidir. Ancak 2 cm üzerinde apseler USG ile de tanınabilir. Tanı apseden kültür ile konur. Tedavide 3. kuşak sefalosporinler, aminoglikozidler ve 5 imidazol türevleri (metronidazol ve ornidazol) kullanılır. Piyojenik apse ile amip apsesinin ayırımı önemlidir. Amipli apseyi düşündüren özellikler hastanın 50 yaşın altında olması, erkek cinsiyet, 2 haftadan daha kısa süren semptomatoloji, endemik bir bölgeye yolculuk anamnezi, multipl değil de soliter lezyonların varlığı, dışkıda Entemoeba hystoliticanın gösterilmesi ve bak-teriyel apseye predispozisyon yaratan koşulların bulunmamasıdır. Aspirat çikolata rengindedir. Klinik aynıdır. Tedavide metranidazol kullanılır. HEPATİK GRANÜLOMLAR (Granülomatöz hepatit de denir) Tüm karaciğer biyopsilerinin % 3-10'unda bulunur. Eti-yolojide çeşitli nedenler bulunur. En önemli neden infeksiyonlardır: bakteriyel (Tüberküloz, Bruselloz, tula-remi, aktinomikozis) fungal (histoplazmoz, kriptokokkoz, blastomikoz), paraziter (şistozomiyazis, toxoplaz-mozis), viral (infeksiyoz mononükleoz, CMV), riketsiyal (Q fever), ve diğer infeksiyonlar (sifiliz). Tüm dünyada ve gelişmekte olan ülkelerde en sık neden tüberkülozdur. Gelişmiş ülkelerde en sık neden ise sarkoidozdur. Sarkoidozlu hastaların 2/3'ünde karaciğer tutulumu görülür. ilaçlarla da hepatik granülom (kinidin, sulfonamidler, allopurinol, fenilbutazon) gelişebilir. Polimyaljia roma-tika ve diğer kollajen vasküler hastalıklarda ve lenfo-malarda da görülebilir. Granülomlar, primer karaciğer hastalıklarında nadir görülmekle birlikte özellikle erken evre primer biliyer sirozda periportal granülomlar ortaya çıkabilir. Bazı olgularda spesifik bir neden saptanamaz. Bu tablolar "idiopatik granülomatöz hepatit" olarak adlandırılır. Tedavisi etkene yönelik olabilir. F. TOKSİK HEPATİT Doza bağlı olarak kısa bir latent dönemden sonra ortaya çıkar (karbon tetraklorür, trikloreten, asetaminofen), veya dozdan bağımsız olarak (idiosinkrazik) ortaya çıkabilir (halotan, fenitoin, klorpromazin, eritromsin). Klinikte ateş, artralji, eozinofili sıktır. Biyopside eozinofillerin de bulunduğu inflamatuvar hücre infiltrasyonu, ilaç hepatitini düşündürmelidir. En iyi bilinen direkt toksik etkili ilaçlardan biri asetaminofendir. Yüksek dozlarda intihar amaçlı alındığında ciddi sentrilober nekroz yapar (>10 g). Tedavide ilaç alımı sonrası hepatoselüler hasar oluşmasına fırsat vermeden Nasetil sistein kullanılır. N-asetil sistein aynı zamanda hepatik nekrozun şiddetini azaltır. Hepatik yetersizlik ortaya 426 çıktığında tek tedavi yöntemi transplantasyondur. Toksik hepatit yapmadan kolestaz yapanlar; oral kon-traseptifler, klorpromazin, eritromisin, anabolizan steroidlerdir. İntravenöz tetrasiklinler (>1.5 g/gün) mikroveziküler yağlanma yaparlar. Metotreksat ve A vitamini fibrozis nedenidir, siroza kadar gidebilir. Vinil klorid anjiosarkom, östrojenler ve adenom yapar. Androjen ve oral kontraseptifler peliosis hepatis yaparlar (ekstrasinüzoidal kan gölcükleri ile karakterizedir). Amiodaron ise alkolik hepatite benzer tablo yapar. Amanita phalloides direkt toksik etki ile ciddi hepatik nekroz yapar. İdiyosinkrazik ilaç reaksiyonları sonucu toksik hepatit gelişebilir. İlacın dozdan bağımsız olan toksik etkisi önceden kestirilemez (fenitoin, halotan, izoniazid, eritromisin, trimetoprim-sulfometoksazol, statinler). Bazı ilaçlar hem direkt ve hem de idiyosinktazik etki ile hepatotoksisite yapar (metil dopa, sodyum valproate, amiodaron). Bazı ilaçlar ise her iki tip toksisiteden bağımsız olarak kişiye has genetik olarak belirlenmiş (enzim aktivitesi-ne bağlı) etki yapar. Örneğin oral kontraseptif ajanlar, propranolol ve kinidin sayılabilir. G. AKUT VİRAL HEPATİTLER Akut hepatitlerde transaminaz düzeyleri en az 10 kat artmıştır. • Anti HAV IgM (+) ise akut hepatit A, • anti HBc IgM (+) ise akut B hepatiti veya kronik hepatit B'nin akut alevlenmesini gösterir (HBV enfeksiyonunda kanda ilk saptanan HBsAg'dir). • Daha önce hepatit öyküsü yok iken yeni geçirilmekte olan hepatit seyrinde HCV RNA (+) ise akut hepatit C (anti HCV genellikle 2. aydan sonra saptanabilir) düşünülür. • Anti HEV IgM (+) ise akut hepatit E belirleyicisidir. 427 Tablo 7-3 Karaciğere etki eden maddeler Mikroveziküler yağlı değişim Tetrasiklin, valproat, salisilatlar, etanol Makroveziküler yağlı değişim Etanol, metotrekst, amiodaron Steatohepatit Etanol, amiodaron Sentrilobüler nekroz Bromobenzen, CCL4, asetaminofen, halotan, rifampin Akut ve kronik hepatit Metildopa, izoniad, nitrofurantoin, fenitoin, oksifenasetin Fibrozis, siroz Etanol, metotreksat, amiodaron ve pek çok ilaç Granülom oluşumu Sülfanamidler, allopurinol, fenitoin, metildopa, kinidin, fenilbuta-zon, hidralazin Difüz veya masif nekroz Halotan, izoniazid, asetaminofen, metildopa, trinitrotoluen, amantia phalloides toksini Kolestaz Klorpromazin, anabolik steridler, eritromisin, oral kontraseptifler, organik arsenikler. Hepatoselüler adenom Oral kontraseptifler, anabolik steroidler Hepatoselüler karsinom Plivinil klorid, aflotoksin, torotrast Sinüzoidal dilatasyon Oral kontraseptifler, sitotksik droglar Veno-oklüsiv hastalık Sitotoksik ilaçlar, pirolizidin alkaloidleri Hepatik ve portal vende tromboz Oral kontraseptifler, sitotoksik ilaçlar Peliosis hepatis Androjenler, östrojen, danazol, azatioprin Kolanjiosarkom Torotrast, Anjiosarkom Polivinil klorür, torotrast, arsenik, adrtojenler HBV, DNA virüsü iken, diğer virüslar olan HAV, HCV, HDV, HEV ve HGV, RNA virüsleridir. IgG geçirilmiş ya da kronik infeksiyonu gösterir. Kronik hepatit düşünülen bir hastada virüsün replikasyon göstergeleri araştırılır. HBV için HBeAg ve HBV-DNA, HCV için HCV-RNA bakılır. Hepatit A ve E kronikleşmezler, fakat hepatit B ve C'ye göre daha az görülmekle birlikte ful-minan seyretme riski mevcuttur. Hepatotrop virüsler (HAV, HBV, HCV, HDV, HEV), CMV, HSV, Ebstein-Barr, Rubella, Ebola ve adeno virüslar akut viral hepatit yapabilir. Tüm akut hepatitler iktersiz/ikterli, kolestatik veya subfulminan/ fulminan seyirli olabilir. Subfulminan veya fulminan seyir, güçlü bir immun yanıt varlığını gösterir. İmmun sistemin baskılandığı durumlarda klinik tablo sessiz olur ve hastalık kronikleşmeye meyillidir. G1. HEPATİT A VİRUSU RNA virüsüdür. 2-6 haftalık inkübasyon dönemi vardır. Fekal-oral bulaşır. Prodromal dönemde 2-3 hafta süre ile virüs fekal yolla ekskrete edildiğinden, bu dönem bu-laştırıcılık açısından önemlidir. Sarılık ortaya çıktığı andan itibaren, viremi, bulaştırıcılık ve infektivite kaybolur. Tanı antiHAV-lgM pozitifliği ile konulur. Ülkemizde çocukluk çağında sıktır. Erişkinde kolestatik formda görülebilir. Kronikleşmez. AntiHAV-lgG pozitifliği bağışıklık göstergesi olup hastalık geçirildikten sonra tüm bireylerde ömür boyu pozitif kalır. G2. HEPATİT B VİRÜSÜ DNA virüsüdür. En önemli bulaş yolları cinsel temas ve perinatal geçiştir. Bunun dışında pekütan inoku-lasyon (iğne batması gibi) önemlidir. Semen ve tükrük potansiyel bulaş yoludur. Oral bulaş şüphelidir. Verti-kal geçiş (anneden bebeğe) genellikle doğum esnasındadır. HBeAg pozitif annelerde bebeğe geçiş riski çok daha fazladır (Tüm vertikal geçişlerin %90'ı). HBsAg (+) anne bebeği hiperimmünglobulin ve aşı ile korunur. Kan transfüzyonu ile geçiş hepatit B için çok düşüktür (Taramanın başarılı olması nedeniyle). Özellikle gelişmiş ülkelerde risk grupları yanısıra toplumda başarılı aşılama sonrası hepatit B görülme sıklığında azalma olmuştur. 428 A-H arası en az 8 genotipi bulunmaktadır. Ülkemizde en sık A, B ve C tipleri mevcuttur. Genotip A ve B'de vi-ral klirens daha sık olmakta ve tedaviye daha iyi yanıt vermektedir. Genotip C ise daha çok kronikleşmektedir. Horizontal geçiş daha önemlidir. 4-6 haftalık bir inkü-basyon dönemi vardır. İnfeksiyonun başlangıcından itibaren HBsAg serumda görülür. Akut infeksiyon tanısı antiHBc-lgM pozitifliği ile konulur. HBeAg ve HBV DNA pozitifliği virüs replikasyonunun göstergeleridir. Bu tür hastalar kronikleşir. HbsAg ve HbeAg pozitif hastalarda aktif çoğalan infeksiyon olasılığı yüksektir. Bu hastalarda 3. aydan itibaren HbeAg pozitifliğinin devam etmesi kronikleşmeyi işaret ediyor olabilir. Türkiye'deki sirozların ve hepatosellüler kanserlerin en sık nedeni B virüsüdür. %5-10 oranında kronikleşir. Akut hepatit B infeksiyonu sırasında ilk başta HBsAg pozitifleşir. Sonrasında karaciğer enzim artışı ortaya çıkar. 1-2 ay içinde HBsAg negatifleşerek Anti HBs Ab pozitifliği oluşur (viral klirens ve doğal bağışıklık gelişimi). Bu süre bazen 6 aya kadar uzayabilir. Kronikleşen hastalarda HBsAg negatifleşmez. ilk 1-2 haftadan itibaren HBsAg den sonra Anti HBc IgM pozitifliği olur. HBsAg klirensi ile Anti HBs Ab pozitifleşmesi arasında geçen sürede tek başına pozitifliği akut hepatit B tanısında önem kazanır. Çünkü bu devrede (pencere dönemi) HBV DNA dışında başka hiçbir antikor pozitifliği olmaz. Anti HBc IgM Ab kısa sürede kaybolurken Anti HBc IgG Ab uzun yıllar pozitif kalır. Doğal bağışıklık ile aşı ile oluşturulan bağışıklığın ayrılmasında çok önemlidir. Aşıyla oluşturulan bağışıklıkta Anti HBs Ab (+), Anti HBc IgG Ab (-) dir. Akut hepatit B'de ortaya çıkan karaciğer hasarı tamamen bireyin virüse karşı oluşturduğu immun cevap ile alakalıdır. İmmun yetersizlik durumu olan kişilerde ciddi karaciğer hasarı olmaksızın viral klirens oluşmadığından hastalığın kronikleşme riski daha yüksektir. Her bir bireydeki akut infeksiyon kliniğinin ve sonucunun farklı olması bununla ilişkilidir. CD8+ T hücre cevabının ve antiviral sitokin oluşumunun kişiler arasında farklı olması nedeniyle bazı hastalarda klinik sessiz olurken bazılarında fulminan hepatit dahi gelişebilmektedir. Diğer taraftan HBV'nin hepatositler üzerinde direkt sitotoksik etkileri olduğunu düşündüren bulgular mevcuttur. Neonatal hayatta anneden fetusa hepatit B geçmesi sonucu HBV'e karşı immünolojik tolerans gelişebilir. Bu da hastalığın kronikleşmesine neden olur. Bu hastalarda siroz ve HCC çok daha sıktır. Tablo 7-4. HBV seroloji pateni Durum HbsAg AntiHBs AntiHBclgM AntiHBclgG HBeAg Anti-Hbe Aşılı - + - - - - Taşıyıcı + - - -/+ - V- Pencere dönemi - - + - - - Akut enfeksiyon + - + - +/- +/- Kronik enfeksiyon + - - + + - 429 İyileşmiş - + " + " +/- HBsAg pozitifliği 6 aydan öteye geçmesi kronikleşmenin geliştiğinin göstergesidir. Anti HBs Ab negatif veya yetersiz düzeyde pozitif olabilir. Hbe Ag pozitif olması ciddi viral replikasyonu gösterir. Viral aktivite varlığına rağmen Anti Hbe Ab pozitif ise (HBsAg pozitifliği, tran-saminaz yüksekliği, HBV DNA pozitifliği, biyopsi aktivite-si) mutant tipten söz edilir. Bu HBe Ag çeşitli mutasyon-lardan dolayı sentez edilememektedir. Bu hastalarda siroz gelişme riski dğerlerine göre çok daha fazladır. Akdeniz ülkelerinde precore mutasyon olarak nitelendirilen mutasyon sonrası HBeAg sentez kusuru gelişmesi ve bunun sonucunda mutant tip ortaya çıkması daha sıktır. Türkiye'de kronik B hepatiti en sık (%70) antiHBe-Ab (+) ve HbeAg (-) olan mutant tiptir. Kronik hepatit B infeksiyonunda akut hecmeler sırasında Anti HBc IgM Ab pozitifliği görülebilir. Bu gibi durumlarda hastanın özgeçmişi veya histopatolojik değerlendirme akut/kronik infeksiyon ayrımını yapabilir. ALT enzim düzeyi x1.5 kat (-60 U/L) yüksek ve HBV DNA'sı yüksek vakalarda kronik hepatit B tedavisinde interferon - peginterferon veya nükleoz(t)id analo-ğu ilaçlar (lamivudin, adefovir veya entekavir) kullanılmaktadır. En sık karşılaşılan ekstrahepatik bulgular poliarterit (PAN) ve glomerulonefrittir (membranoproliferatif). Etkilenen küçük-orta vasküler yapılar ve glomeruler basal membranlarda HBsAg, immunoglobulinler, immunkompleks (HBs Ag - Anti HBs) ve kompleman birkimi olduğu gösterilmiştir. Serum hastalığı görülebilir. Serum kompleman düzeyleri düşüktür. G3. HEPATİT C VİRÜSÜ Flaviviridae ailesi Hepacivirüs cinsi Hepatit C Bir RNA virüsüdür. En az 6 farklı genotipi mevcuttur. Farklı coğraflarda farklı genotipler tespit edilmiştir. Dünyada en çok mevcut olan genotipler 1, 2 ve 3'dür. Bunun dışında genotip 4, 5 ve 6 bilinmektedir. Geno-tip 1 dünyada en sık görülen genotiptir (%40-80). İntragenotipik farklılıklar ve yüksek mutasyon oranı nedeni ile normal antikor oluşumuna rağmen doğal bağışıklık gelişimi ve viral klerens nadirdir. En sık görülen posttransfüzyonel hepatit nedenidir. Transfüzyon dışında perkütan yolla da geçebilir. Kan ürünü (iv. immunoglobulin), iv uygulamalar (uyuşturucu) ve diyaliz sırasında bulaşı gösterilmiştir. Akut enfeksiyon tanısı HCV-RNA'nın pozitifliği ile konur. Anti HCV genelde 2 ay sürede pozitifleşir. Replikasyon göstergesi HCV-RNA'dır. Parenteral, seksüel, direkt temas ile ve vertikal yolla bulaşabilir. En sık kronikleşen hepatit virüsüdür (%70). Hepato-sellüler karsinom etiyolojisinde önemli rol oynar. Anti HCV antikorlarının koruyucu özelliği yoktur. Kronik C hepatitinin mikst kriyoglobülinemi ile birlikteliği önemlidir. Bu durum, artrit, palpabl purpura ve böbrek tutulumu (membranöz glomerulonefrit) ile karakterizedir. Liken planus ile birlikteliği önemlidir. G4. HEPATİT D VİRÜSÜ Defektif bir RNA virüsüdür. Replikasyon için mutlaka HBsAg pozitifliğine ihtiyacı vardır. HBV ile beraber alındığında koinfeksiyon, HBsAg pozitif hastaya sonradan eklendiğinde ise süperinfeksiyondan bahsedilir. Kronikleşir. Koinfeksiyonda kronikleşme normal akut B hepatitinde olduğu gibi % 2-5 dolayında iken D sü-perinfeksiyonunda kronikleşme % 90 oranındadır. Anti HDV IgM akut infeksiyon sırasında, Anti HDV IgG kronik infeksiyonda pozitiftir. Anti HDV IgG, HBV ve HDV klerensi gerçeklirse nadiren pozitif kalır. Viral replikasyon sırasında serumda HDV RNA pozitifliği saptanır. G5. HEPATİT E VİRÜSÜ Fekal-oral bulaşan ve epidemiler yapan bir RNA virüsüdür. Özellikle Asya (Hindistan), Afrika ve Orta Amerika'da en sık hepatit nedenidir. Kolestatik bir hepatit tablosu oluşturur. Özellikle gebelerde ölümcül olabilir. Kronikleşmez. Birçok çalışmada domuzun zoonotik bir rezervuar olduğu gösterilmiştir. Patoloji Tüm viral hepatitlerde benzer histopatolojik değişiklikler ortaya çıkar: Hepatoselüler hasar (nekroz), mononükle-er hücre infiltrasyonu (lenfositler), Kupffer hücre hiperplazisi ve kolestaz. Bu sırada hepatoselüler rejenerasyon bulguları da görülür. Akut hepatit sırasında biyopside köprüleşme tarzında mononükleer hücre infiltrasyonu görülmesi (bridging necrosis) kötü prognoz ile ilişkilidir. Fulminan hepatitte karaciğer atrofiye gider, küçülür ve sararır. Histopatolojik değerlendirmede masif nekroz mevcuttur. Yaygın hücre-yeniği manzarası (drop-out cells) ve retikülin lif artışı izlenir (fibrozis). 430 G6. AKUT HEPATİTİN KLİNİK VE LABORATUVAR BULGULARI Semptom ve bulgular Hepatit B ve D'de inkübasyon periodu 30-180 gün iken bu süre hepatit C'de 15-160 gün, hepatit A'da 15-45 gün ve hepatit E'de 14-60 gündür. Sarılık ortaya çıkmadan 1-2 hafta önce birtakım prodromal semptomlar görülür; bulantı, kusma, halsizlik, artralji, myal-ji, başağrısı, fotofobi, faranjit, öksürük, burun akıntısı, vb. Sarılık ortaya çıkmadan hemen önce idrarda koyulaşma gözlenir, gaita kil rengi olur. Sarılık başlangıcı ile prodromal belirtiler çoğunlukla kaybolur. Hepatomegali gelişebilir. Klinşk düzelme hepatit A ve E'de 1-2 ay, hepatit B ve C'de 3-4 aydır. Akut hepatit B infeksiyonların %90'ı kendiliğinden düzelir, bu oran hepatit C'de %15'tir. Bazı hastalarda akut hepatit seyrinde sarılık gözlenmeyebilir. Laboratuvar bulgular Total bilirubin değeri > 2.5 mg/dl üzerine çıktığında sarılık ortaya çıkmaktadır. Öncelikle skleralarda gözlenir (subikter) düzey arttıkça ciltte sararma görülür (ik-ter). Sarılık görüldüğü esnada çoğu vakada T.bilirubin değeri 5 mg/dl üzerindedir. Akut hepatit seyrinde transaminazlar düştüğü halde bilirubin düzeyleri yüksek kalabilir. Başlangıçta geçici süre nötropeni ve lenfopeni olabilir. Daha sonra beklenen değişiklik lenfositoz oluşudur. Periferik formülde atipik lenfositler gözlenir. Fonksiyonel testlerde (özellikle protrombin zamanında uzama) bozulma ciddi karaciğer hasarı olduğunun işaretidir. Transaminaz düzeyleri karaciğer hasarının düzeyini göstermez. Düşük değerlerde bile ciddi hasar var olabilir. Serum gammaglobulin düzeyi artabilir (IgG ve IgM). Birlikte ASMA, RF ve LKM-1 otoantikorları pozitifliği ortaya çıkabilir. Akut hepatit A infeksiyonunda Anti HAV IgM pozitiftir. Yalancı pozitif RF bulunabilir. Akut hepatit B infeksiyonunda HBsAg ve Anti HBc IgM pozitifliği mevcuttur. HBeAg infektiviteyi gösterir. Yüksek titrede RF pozitif olanlarda yalancı pozitif Anti HBc IgM görülebilir. HBV DNA, HBeAg gibi infektivite ve replikasyon hızını gösterir fakat daha sensitiftir ve kantitatif sonuç verir. Fulminant hepatit B vakalarında mutlaka HDV infeksiyonu aranmalıdır. Anti HDV Ab, hepatit D infeksiyonu göstergesidir. Ko-infeksiyonda Anti HBc IgM pozitifliği eşlik ederken, süperinfeksiyonda Anti HBc IgG mevcuttur. Hepatit C'de Anti HCV Ab pozitifliği ile tanı konulur. Altın standart HCV RNA'dır. Transaminaz artışı ve Anti HCV pozitifliği öncesinde ilk saptanan HCV RNA pozitifliğidir. Kronik hepatit C'de HCV RNA çoğunlukla yüksektir (Nadiren epizodik artış ta olabilir). HVC RNA düzeyi prognoz göstergesi olmaktan çok tedavi sırasında antiviral ilaçlara cevabı işaret eder. Sonuç olarak akut hepatit geçirmekte olan bir hastaya uygulanması gereken testler; Anti HAV IgM, Anti HBc IgM, HBs Ag ve Anti HCV'dir. PROGNOZ Akut hepatit B vakalarının %95-99'unda klinik hızla düzelir. Yaşlılarda ve ko-morbiditesi olanlarda klinik seyir daha ağır olabilir. Hiperbilirübinemisi olup fonksiyonel testleri bozulmuş olanlarda prognoz daha kötüdür. Asit, periferik ödem ve ensefalopati gelişmesi hepatik yetersizlik bulgularıdır ve kötü prognoz göstergeleridir. Hastaneye akut hepatit B nedeni ile yatırılan hastaların mortalite oranı %1'dir. Akut hepatit C daha sessiz seyreder. Hastaların önemli bir kısmında sarılık ortaya çıkmaz. Akut hepatit B'de mortalite oranı %1-2 iken bu oran gebelerde %20'ye kadar artabilmektedir. Hepatit B ve D ko-infeksiyonunda morbidite ve mortalite tek başına hepatit B'ye denk iken kronik hepatit B üzeri hepatit D süperinfeksiyonunda morbidite ve mortalite artmaktadır (mortalite %20'ye kadar artabilmektedir). KOMPLİKASYONLAR Akut hepatit A sonrası düzelme döneminde nadiren tekrarlayan hecmeler görülebilir (tekrarlayan hepatit). Bazen de akut hepatit A kolestatik formda olabilir. Akut hepatit B seyrinde vakaların %5-10'unda serum hastalığı benzeri tablo görülebilir (döküntü, artral-ji/artrit, anjiyoödem ve daha nadiren hematüri/prote-inüri). En önemli komplikasyon fulminan hepatit gelişmesidir. Genellikle hepatit B, D ve E'de görülür, nadiren hepatit A 'da da görülebilir. Ensefalopati en önemli belirtidir. Karaciğer küçülmüştür, PT uzaması ve hiperbili-rubinemi dikkat çeker. Ensefalopati nin en önemli sebebi hızlı ortaya çıkan serebral ödemdir. Derin koma varlığında mortalite >%80'dir. Karaciğer transplantasyonu hayat kurtarıcı olabilir. Kronikleşme; hepatit A ve E'de görülmez. Hepatit B'de %1-5 arası kronikleşir. Kronikleşme bulguları; 431 • Klinik B semptomlarının devam etmesi • Histopatolojik değişiklikler (köprüleşme veya multilobüler nekroz) varlığı • Karaciğer enzimlerinin ve fonksiyon testlerinin normale dönmemesi • HBeAg 'nin >3 ay ve HBsAg'nin >6 ay pozitif kalması. Hepatit D tek başına kronik hepatit yapmaz, fakat kronik hepatit B'nin klinik şiddetini arttırır. Süreinfeksiyon inaktif kronik hepatit B'yi aktif forma dönüştürebilir veya siroz gelişmesine sebep olabilir. Hepatit C'de kronikleşme %80-90 düzeyindedir. Kronik hepatit C'li hastaların ise yaklaşık %20-50'sinde 10-20 yıl içinde siroz gelişir. Kronikleşmenin ileri yaş, alkolizm, ko-morbiditeler ve immunyetersizlik sendromları (HIV) ile yakından ilişkisi vardır. Hepatoselüler karsinom riski; • Doğum sırasında veya çocukluk çağında hepatit B geçirip kronikleşen bireylerde • Yüksek HBeAg ve/veya HBV DNA düzeyleri olan • Siroz varlığında yüksektir. Akut hepatit B seyrinde nadiren pankreatit, miyokar-dit, atipik pnömoni, aplastik anemi, transvers miyelit ve periferik nöropati görülebilir. AYIRICI TANI • İnfeksiyöz mononükleoz • CMV • Herpes simpleks • Koksa ki virüsler • Toksoplazmozis • Leprospirozis • Kandidiyazis • Bruselloz • Mikobakteriler • Pneumocystis carinii • Alkolik hepatit • Konjestif hepatit (KKY) • İskemik hepatit (şok) • Budd-Chiari sendromu • Gebeliğin akut yağlı karaciğeri • Gebeliğin kolestazı • Eklampsi • HELLP (hemolitik anemi, yüksek karaciğer enzimleri, trombositopeni) • Malign metastaz • Wilson hastalığı • Alfa-1 antitripsin eksikliği • Non-alkolik steatohepatit TEDAVİ • Hafif-orta klinik aktiviteli akut hepatit B'de tedavi verilmez ve kronikleşme olup olmayacağı beklenir. • Şiddetli klinik bulgularla seyreden hepatit B'de Nükleozid analogları verilebilir. • Akut hepatit C'de viral klerens beklenmediğinden başlangıçtan itibaren tedavi verilir (interferon alfa monoterapi veya pegylated interferon + ribavirin) 432 • Yüksek kalorili diyet • İstirahat • Fulminan hepatit: Sıvı replasmanı, hemodinamik destek, karbonhidrat takviyesi, protein kısıtlaması, oral laktuloz veya neomisin. En önemlisi hızla transplantasyon. PROFLAKSİ Hepatit A'da pasif (Anti HAV) veya aktif profilaksi (cansız virüs aşısı) uygulanır. Daha önce hepatit A ile karşılaşmış bireyler ile ileri yaşlılara proflaksi uygulanmaz. Uzun süre risk altında olacak kişilerde aktif aşılama yapılmaldır. Hepatit A aşısı, çocuklarda rutin aşılama programına dahil edilmiştir. Diğer taraftan fulminan hepatit riski nedeni ile kronik hepatit C hastalarına da aşılama yapılmalıdır. Hepatit B'de pasif proflaksi standart Ig veya hepatit B hiper Ig ile yapılır. Aktif immunizasyon HBsAg'den hazırlanır. Hepatit B karşılaşma öncesi proflaksi kimlere uygulanmalıdır • • Sağlık çalışanlarına • İv uyuşturucu kullananlara • Çoklu cinsel partneri olanlara • Hemofili hastalarına • Eşi HBsAg pozitif olanlar ile aynı evde yaşayan HBsAg pozitif birey bulunan kişiler • Endemik bölgelere seyahat yapacaklara. Deltoid kası içine 0,1 ve 6. aylarda 3 adet aşı uygulanır. • Gebelik aşılama için engel değildir. • Karşılaşma sonrasında ise önce hepatit B hiper Ig (HBIG) uygulanır, ardından normal aşılama yapılır. • HBsAg pozitif anneden doğan bebeklere doğumdan hemen sonra HBIG uygulanır, sonrasında ilki doğumdan sonraki ilk 12 saatte olacak şekilde 3'lü aşılama yapılır. • HBsAg pozitif kan ile karşılaşma (iğne batması, vb) sonrası hızla HBIG uygulanır ve ilki 1. hafta içinde uygulanacak şekilde 3'lü aşılama yapılır. • HBIG ve hepatit B aşısı aynı anda yapılacağı zaman farklı noktalardan uygulanmalıdır. • Normal aşılamadan sonra serum Anti HBs Ab düzeyi kontrol edilmelidir. Düşükse ek bir rapel doz uygulanmalıdır. Normal serum Anti HBs Ab düzeyi elde edilen kişilerde takip eden yıllarda serum düzeyi kontrol edilmelidir. Gerektiğinde rapel uygulanmalıdır. Hepatit C için aktif veya pasif immunizasyon yöntemi mevcut değildir. HEPATİT C VİRÜSÜ Flaviviridae ailesi → Hepacivirüs cinsi → Hepatit C Bir RNA virüsüdür. En az 6 farklı genotipi mevcuttur. Farklı coğraflarda farklı genotipler tespit edilmiştir. Dünyada en çok mevcut olan genotipler 1, 2 ve 3'tür. Bunun dışında genotip 4, 5 ve 6 bilinmektedir. Genotip 1 dünyada en sık görülen genotiptir (%40-80). İntragenotipik farklılıklar ve yüksek mutasyon oranı nedeni ile normal antikor oluşumuna rağmen doğal bağışıklık gelişimi ve viral klerens nadirdir. En sık görülen posttransfüzyonel hepatit nedenidir. Transfüzyon dışında perkütan yolla da geçebilir. Kan ürünü (iv. im-munoglobulin), iv uygulamalar (uyuşturucu) ve diyaliz sırasında bulaş gösterilmiştir. Akut enfeksiyon tanısı HCV-RNA'nın pozitifliği ile konur. Anti HCV genelde 2 ay sürede pozitifleşir. Replikasyon göstergesi HCVRNA'dır. Parenteral, seksüel, direkt temas ya da verti-kal yolla bulaşabilir. Kronikleşme eğilimi çok yüksektir (% 70). Hepato-sellüler karsinom etiyolojisinde önemli rol oynar. Anti HCV antikorlarının koruyucu özelliği yoktur. Kronik C hepatitinin mikst kriyoglobülinemi ile birlikteliği önemlidir. Bu durum, artrit, palpabl purpura ve böbrek tutulumu (membranöz glomerulonefrit) ile karak-terizedir. Liken planus ile birlikteliği önemlidir. HEPATİT D VİRÜSÜ Defektif bir RNA virüsüdür. Replikasyon için mutlaka HBsAg pozitifliğine ihtiyacı vardır. HBV ile beraber alındığında koinfeksiyon, HBsAg pozitif hastaya sonradan eklendiğinde ise süperinfeksiyondan bahsedilir. Koinfeksiyonda kronikleşme normal akut B hepatitin-de olduğu gibi % 2-5 dolayında iken D süperinfeksiyo-nunda 433 kronikleşme % 90 oranındadır. Anti HDV IgM akut infeksiyon sırasında, Anti HDV IgG kronik infeksiyonda pozitiftir. Anti HDV IgG, HBV ve HDV klirensi gerçeklirse nadiren pozitif kalır. Viral replikasyon sırasında serumda HDV RNA pozitifliği saptanır. Akut hepatitlerde Kronikleşme Riski: Süperenfeksi-yon D (%95) > Hepatit C (%80) > Koenfeksiyon Delta (%30) > Hepatit B (%20). HEPATİT E VİRÜSÜ Fekal-oral bulaşan ve epidemiler yapan bir RNA virüsüdür. Özellikle Asya (Hindistan), Afrika ve Orta Amerika'da en sık hepatit nedenidir. Kolestatik bir hepatit tablosu oluşturur. Özellikle gebelerde ölümcül olabilir. Kronikleşmez. Birçok çalışmada domuzun zoonotik bir rezervuar olduğu gösterilmiştir. Akut hepatitlerde Fulminant Riski: Gebede E (%40) > Süperenfeksiyon D (%35) > Koenfeksiyon Delta (%10) > Hepatit B (%2-5)> Hepatit C (%1) > He-patit A ve E (%0.1-%1). Patoloji Tüm viral hepatitlerde benzer histopatolojik değişiklikler ortaya çıkar: Hepatoselüler hasar (nekroz), mononükleer hücre infiltrasyonu (lenfositler), Kupffer hücre hiperplazisi ve kolestaz. Bu sırada hepatoselüler rejenerasyon bulguları da görülür. Akut hepatit sırasında biyopside köprüleşme tarzında mononükleer hücre infiltrasyonu görülmesi (bridging necrosis) kötü prognoz ile ilişkilidir. Fulminan hepatitte karaciğer atrofiye gider, küçülür ve sararır. Histopatolojik değerlendirmede masif nekroz mevcuttur. Yaygın hücre-yeniği manzarası (drop-out cells) ve retikülin lif artışı izlenir (fibrozis). H. KRONİK KARACİĞER HASTALIKLARI Kronik Hepatit Karaciğerin altı aydan daha uzun süren nekro-inflamatuar hastalıklarına kronik hepatit denilir. Viral nedenlerin dışında, ilaçlar (INH, propilthioürasil, metildopa, nitrofurantoin, amiodaron), metabolik hastalıklar (Wilson, hemokromatoz, alfa 1 antitripsin yetersizliği), toksinler (karbontetraklorür), bilier hastalıklar (primer biliyer siroz, primer sklerozan kolanjit) ve otoimmun nedenler kronik hepatit oluşturabilir. Kronik hepatit, etyoloji, histolojik evreleme ve klinik progresyona göre sınıflandırılmaktadır. Nedene göre sınıflandırmada viral, otoimmun, ilaca bağlı ve kriptojenik nedenler sayılabilir. Histolojik değerlendirme sonucu mevcut inflamasyon şiddeti, nekroz ve fibrozis gözönüne alınır. Önemli histolojik değişiklikler periportal nekroz (piecemal necrosis), köprüleşme nekrozu (portal alan - portal alan veya portal alan - santral ven) ve portal inflamasyondur. Histolojik aktivasyon indeksi ile değerlendirilir. Hafif, orta ve ağır aktivite olarak ayrılır. Klinik progresyon hepatik fibrozis ile ilişkilidir. Yoğun fibrozis karaciğerin normal yapısını bozacak ve irrever-sibl fonksiyon kaybına neden olacaktır (siroz). Hafif portal fibrozisden siroza kadar evrelendirilir. 434 Klinik semptomlar siliktir. En sık halsizlikten, çabuk yorulmadan yakınırlar. Fizik muayenede hepatomegali ve/veya splenomegali bulunabilir. Laboratuarda AST ve ALT normalden yüksektir. ALT/AST > 1 dir. Siroz geliştiğinde veya alkolik hepatitde ALT/AST < 1 'dir. Yükseklik, hastalığın aktivitesi ile ilgilidir. En sık neden viral hepatitlerdir. Kronik Hepatit B Doğum sırasında ortaya çıkan hepatit B'nin kronikleşme riski yüksektir. Özellikle HBeAg pozitif anneden bulaş olmuş hepatit B %90 kronikleşir. Halbuki normal immuniteye sahip bir bireyde kronikleşme riski %1'e kadar gerilemektedir. Replikasyon hızı yüksek olup (HBe Ag pozitif, HBV DNA pozitif) aktif inflamasyon ve fibrozisle giden hastalarda siroz ve HCC gelişme riski çok daha yüksektir. Pre-core mutant kişilerde ise HBe Ag negatif fakat HBV DNA pozitif (>106) tir. Bu hastalarda da inflamasyon hızlıdır ve kısa sürede siroz/HCC'e ilerleyebilir. Erken dönemde genel semptomlar oluşabileceği gibi hiç semptom da olmayabilir. İleri evrede siroz ve komplikasyonları ortaya çıkar. Ekstrahepatik komplikasyonlar ise poliarteritis nodo-za (PAN), immun-komplex glomerulonefriti, lökositok-lastik vaskülit ve daha sık görülen artralji/artritlerdir. Kronik HBV tedavisinde peginterferon, alfa interfe-ron, lamuvidin, adefovir, dipivoxil ve entecavir ajanlarından biri ile monoterapi kullanılabilir. Temel amaç siroz veya HCC riskini arttırdığı bilinen yüksek replikasyon hızını yavaşlatmak veya durdurmaktır. Uzun süreli lamuvidin monoterapide direnç gelişimi sık olduğundan diğer bir antiviral ajan ile kombinasyon bu sorunu büyük ölçüde ortadan kaldırmaktadır (lamuvidine + adefovir). Kronik Hepatit C Akut infeksiyondan sonra vakaların yaklaşık %80'i kronikleşir. Siroz prevelansı 10-20 yıl içinde %20-50 arasındadır. Çoğu hastada tesadüfen tespit edilir. Hastaların üçte birinde transaminaz değerleri normalken histopatolojik değerlendirmede hafif-orta aktivite gözlenir. Hatta bazılarında erken evre siroz tespit edilebilir. Dolayısıyla kronik hepatit C çoğunlukla sessiz bir hastalıktır. 435 Yavaşta olsa hastalar uzun süre sonra son dönem kronik karaciğer hastalığına gider. Hepatit C, en çok karaciğer transplantasyonu gerektiren hastalıktır. Progresyona neden olup prognozu kötüleştiren faktörler: • ileri yaş • ileri hastalık yaşı (en önemli sebep) • ileri evre • Ağır inflamasyon (biyopsi bulguları) • Genotip 1 • Alkolizm • Ko-morbiditeler (steatohepatit, hepatit B, hemakromatozis, alfa-1 antitripsin eksikliği) • HIV (+) • Obesite Prognostik olmayan faktörler: • Transaminaz aktivitesi • HCV RNA düzeyi • Akut hepatit sırasında sarılık olup olmaması Tüm HCV pozitif bireylerde HCC gelişme oranı %1-4'dür. Hastalık yaşı ilerledikçe risk artar. Klinik bulgular kronik hepatit B ile benzerdir. Ekstrahepatik bulgular • Mikst kriyoglobulinemi (immun-kompleks) • Sjögren sendromu • Liken planus • Porfiri kutanea tarda Serumda çeşitli otoantikor düzeyleri yüksek bulunabilir (LKM-1, ASMA, vb). Tedavide pegylated interferon + ribavirin kullanılır. Ribavirin için sitopeni yan etkisi önemli. Genotip 2 ve 3'te tedavi 24 hafta. Genotip 1'de 48 hafta. OTOİMMUN HEPATİT Remisyon ve ataklarla seyreder. Genellikle genç veya postmenapozal dönemdeki bayanlarda diğer otoimmun hastalıklar ile birlikte görülür. Laboratuar incelemede hipergammaglobulinemi en önemli bulgusudur. • Histopatolojik incelemede sitotoksik T hücreler ve plazma hücre infiltrasyonu mevcuttur. • Kanda dolaşan otoantikorlar tespit edilir (ANA, ASMA, LKM-1, tiroid, vb). • Eşlik eden diğer otoimmun hastalıklar (tiroidit, romatoid artrit, otoimmun hemolitik anemi, ulseratif kolit, membranoproliferatif GN, Tip 1 DM, çölyak hastalığı, Sjögren sendromu) • Diğer otoimmun hastalıklarla ortak HLA grupların varlığı (HLA DR3, HLA DR4) • Glukokortikoidler ve immunsupresif ajanlara yanıt Tip 1→ Antinükleer antikor (ANA, homojen patern), düz kas antikoru (anti-SMA, aktine karşı oluşan) ve pANCA Tip 2 → Liver-kidney mikrozomal antijene karşı antikor (anti LKM-1) Tip 3 → solubl liver antijen/liver pankreas antijen antikorları (anti-sLA) Diğer otoantikorlardan pANCA (=perinükleer anti nötrofil sitoplazmik antikor) ve anti-tiroglobulin pozitifliği de görülebilir. Akut viral hepatit benzeri klinik tablo ile başvurabilir. Ciddi transaminaz yüksekliği yapabilir. Ciddi hipergammaglobulinemi varlığı otoimmun hepatiti düşündürmelidir. Tanı otoantikorların pozitifliği, viral markerlerin negatifliği ve biyopside kronik hepatit bulgularının varlığı ile konur. Ataklarla seyreder. Tedavi edilmezse fulminan hepatite yol açabilir. 436 Bazı olgularda (özellikle serum ALP düzeylerinin yüksek olduğu vakalar) primer biliyer siroz ile birlikte görülebilir. Ekstrahepatik bulgular: • Artralji/artrit • Kutanöz vaskülit • İmmun kompleks birikimine bağlı GN Tedavide kortikosteroid + azatioprin verilir. I. ALKOLİK KARACİĞER HASTALIĞI Alkol direkt hepatotoksiktir (metabolizması sırasında reaktif oksijen molekülleri açığa çıkar - asetaldehid). Hastalar 3 farklı klinik tablo ile karşımıza çıkabilirler: • Yağlı karaciğer • Alkolik hepatit • Siroz Kronik alkolizmi olanların >%90'ında hepatosteatoz ve/veya steatohepatit mevcuttur. Bunların az bir kısmında alkolik hepatit gelişir. Siroz rizeninde alkolik hepatit geçirenlerde mortalite çok yükselmektedir (%60). Alkol alınma sıklığı ve içilen miktar alkolik karaciğer hastalığı/siroz gelişimindeki en önemli faktördür. On yıl boyunca Günde 60-80 ve üzeri alkol alımı alkolik karaciğer hastalığına yol açmaktadır. Alkolik hepatit kadınlarda daha ciddi seyreder. Daha az tüketim ile daha ciddi hasar ortaya çıkar. Bunda östrojen varlığı ile alkol metabolizma hızının zayıf oluşu etkilidir. Alkolik karaciğer hastalığının siroza ilerlemesinin önemli nedenlerinden biri birlikte hepatit C olmasıdır. Survi oldukça azalır. Yağlı karaciğerde makroveziküler yağlanma sonucu hepatositlerde hasar oluşur. 437 Alkolik hepatitte hepatositlerin parçalanması, ciddi inf-lamatuvar hücre infiltrasyonu, spot hücre nekrozları ve fibroz mevcuttur. Mallory cisimcikleri görülür. Biyopsi alındığında bu hastaların %50'sinde rizende siroz bulunduğu anlaşılır. Yağlı karaciğer varlığında serum AST, ALT ve GGT artışı yanısıra hipertrigliseridemi, hiperkolesterolemi ve daha nadiren hiperbilirubinemi görülebilir. Alkolik hepatitte; AST ve ALT nadiren 400 lU/L'nin üzerine çıkar, AST/ALT >1'dir. Hiperbilirubinemi mevcuttur. Ciddi karaciğer hasarında fonksiyonel testlerde bozulmalar olur (PT uzaması, hipoalbuminemi, vb). Ciddi alkolik hepatitin kısa dönem mortalite oranı >%50'dir. Akut karaciğer yetersizliği bulguları yanısıra böbrek yetersizliği de gelişebilir. Diskriminan faktör (DF): 4.6 x (ölçülen PT - kontrol PT) + serum total bilirubin DF > 32 kötü prognoz göstergesidir. Hepatorenal sendrom, hepatik ensefalopati, asit ve varis kanaması kötü prognostik bulgulardır. Tedavi: • Alkolün bırakılması • Bazı vakalarda kortikosteroidler • Pentoksifilin J. SİROZ Karaciğer strüktürünün dejenere olarak fibrotik doku tarafından çevrelenmiş rejeneratif nodüller tarafından bozulduğu irreversibl hastalığıdır. En sık neden batı ülkelerinde alkol, Asya ve Afrika'nın büyük bölümü ile gelişmemiş ve gelişmekte olan ülkelerde HBV'dir. Tanı karaciğer biyopsisinde stage 4 fibroz ve rejenerasyon nodüllerinin görülmesi ile konulur. Mikronodüler rejenerasyon nodülleri: Üniform küçük nodüller (< 3 mm çapında) ve düzenli bağ dokusu bantları ile karakterizedir. Tipik olarak nodüllerde por-tal organizasyon yoktur; terminal hepatik venüller ve portal alanların ayırt edilmesi çok güçtür (Alkol). Makronodüler rejenerasyon nodülleri: Çapları değişken (3-5 mm) nodüllerle karakterizedir ve bazı normal lobuler yapıları içerirler (portal alanlar, terminal hepatik venüller). Değişik kalınlıklarda geniş fibröz bandlar büyük nodülleri çevrelerler (Viral hepatitler). Mikst (inkomplet septal siroz) rejenerasyon nodülleri: Hem mikronodüler hem de makronodüler siroz elemanları bir aradadır. Mikronodüler sirozdaki rejenerasyon makronodüler ya da mikst siroz ile sonla-nabilir. Mikronodüler sirozun makronodüler siroza dönmesi en az iki yıl sürer. Hepatit C, otoimmün hepatitler, ilaçlar, metabolik nedenler (hemokromatozis, Wilson hastalığı, alfa 1 antit-ripsin eksikliği, galaktorize, konjenital tirozinozis), bi-liyer obstrüksiyonlar (sekonder biliyer siroz), kronik ve-nöz obstrüksiyon (Budd-Chiari sendromu, venooklüzif hastalık), kriptojenik siroz, primer biliyer siroz, primer sklerozan kolanjit, diğer etiyolojik nedenlerdir. Siroz gelişmesi portal sistem üzerindeki basıncın artmasına neden olur (portal hipertansiyon). Zamanla splenomegali gelişir ve hipersplenizm sonucu sitopeni-ler ortaya çıkar. Portal ve sistemik dolaşım bileşke noktalarında kollateraller gelişir. En bilineni özofagus varisleridir. Bunun dışındaki alanlar, mide kurvatürleri etrafındaki gastrik varisler, umblikus etrafındaki kollateraller, retroperitoneal alanda gelişen varisler ve peria-nal kollaterallerdir. Sirozun periferik bulguları; tüylerde dökülme, subik-ter/ikter, dil atrofisi, telenjiyektaziler, arteryal örümcek, jinekomasti, kas atrofisi, çomak parmak, palmar eritem, dupuytren kontraktürü, tenar/hipotenar atrofi, tırnaklarda matlaşma, linula kaybı, batın üzerinde kolateraller, asit ve testis atrofisidir. Karaciğer fonksiyonlarının idame edebileceği düzeyde sağlam dokunun bulunması kompanse karaciğer sirozunu, mevcut işlevlerini yerine getirememesi dekom-panse karaciğer sirozunu işaret eder. Dekompansasyon kriterleri; • Hiperbilirubinemi (total bilirubin > 3 mg/dl) • Asit varlığı • Ensefalopati Siroz komplikasyonları; • Spontan asit infeksiyonu 438 • Özofagus varis kanaması • Hepatik ensefalopati • Hepatorenal sendrom • Hepatoselüler karsinom • Hepatopulmoner sendrom Alkole bağlı siroz tanısında klinik bulgular yanısıra anamnez önemlidir. Periferik bulgular alkole bağlı sirozda oldukça zengindir. Viral hepatitlerin aksine hepatomegali ön plandadır. Splenomegali mevcuttur. Malnütrisyon nedeni ile kas erimesi çok aşikardır. Bilateral parotis bezi büyümesi görülür. Sirozun kendisinin yanısıra alkolün direkt etkisi sonucu testiküler atrofi daha belirgindir. Erkek sekonder seks karakteristikleri kaybolur (tüylerde dökülme, jinekomasti). Kadınlarda mens düzensizlikleri görülür. Hiperlipidemiye sekonder gelişen özel bir hemolitik anemi olan Zieve sendromu (akantositler) gelişebilir. Viral hepatitlere bağlı dekompanse karaciğer sirozunda interferon kullanılmamalı, gerektiğinde antiviraller tercih edilmelidir. Batı toplumlarında obesite arttıkça karaciğer yağlanması ve non-alkolik steatohepatit (NASH) görülme sıklığı artmaktadır. Bu rizende yıllar içinde siroz gelişebilmektedir. Primer biliyer siroz (PBS), özellikle (> %90) 30-70 yaş arası kadınlarda görülen, kaşıntı (hastaların yarısında mevcuttur), halsizlik, hiperpigmentasyon, kemik ağrıları, kanama diyatezi ve sarılıkla karakterize, hepatomegali, splenomegali ve portal hipertansiyon bulguları da bulunan, asit ve belirgin ikterin terminal bulgularını oluşturduğu, kronik kolestaz ve intrahepa-tik safra yollarının progressif destrüksiyonu ile seyreden, nedeni bilinmeyen bir hastalıktır. Laboratuvarda ALP ve GGT artışı gözlenir. Yükseklikleri serum bilirubinleri ve transaminazlarına göre çok belirgindir. Aslında hastalığın erken dönemlerinde biliru-bin yüksekliği yoktur. Serum kolesterol ve lipoprotein-leri genellikle yüksektir. Globulinlerden özellikle IgM, yüksektir. Mitokondrilerin iç membranının bir kompo-nentine karşı antimitokondrial antikorların ve özellikle AMA-M2'nin (+) olduğu görülür (olguların %90'ında). Tanı biyopsi ile konur. Başlangıçta küçük ve ortaboy (interlobüler) safra yollarının nonsupuratif progresif destrüksiyonu görülür. Lenfositlerin infiltrasyonu ve duktuslarda destrüksiyon gelişir. Sonraki evrelerde inflamatuvar infltrasyon azalır ve safra kanalları sayıca azalmıştır. Hastalık ilerledikçe fibrozis belirginleşir. İleri evrede sirozun tüm bulguları ve 439 komplikasyonları ortaya çıkar. Mikro ve makronodüler yapı birlikte görülür. PBS, Sjögren sendromu, CREST (kalsinozis kutis, Ray-naud fenomeni, özofajial hipomotilite, sklerodaktili ve telenjiektazi) ve diğer otoimmün hastalıklarla (romatoid artrit, skleroderma, sicca kompleksi: kerato-konjonktivitis sicca, Hashimato tiroiditi) birlikte görülebilir. Karaciğer nakli sonrası en sık ölüm nedeni kolon karsinomudur. Tedavide ursodeoksikolik asid kullanılır. Kronik kolestaz durumlarında, hiperkolesterolemi, ksantomalar, steatore ve yağda eriyen vitamin (ADEK) eksiklikleri görüldüğünden vitamin replasmanları da yapılır. Sekonder biliyer siroz, safra kanalı taş, darlık, kist ve karsinom gibi tıkayıcı etkenler ile gelişir. Primer sklerozan kolanjit (PSK), daha sık genç erkeklerde, intra ve ekstra hepatik safra yollarınının çoğunlukla daralmalar ve yer yer genişlemelerle karakterize bir hastalığıdır. %15 vakada safra kesesi ve duktusu tutulabilir. Kolanjit atakları görülür. Hastaların %65'inde p-ANCA (perinükleer antinötrofilik sitoplaz-mik antikor) pozitifliği mevcuttur. Genellikle kolitis ül-seroza gibi inflamatuar barsak hastalığı ile beraberdir. inflamatuvar barsak hastalığının %5'inde PSK görülürken, PSK'li vakaların %50'inde ülseratif kolit mevcuttur. Tanı ERCP (endoskopik retrograd kolanjio pankreotografi), MRCP (manyetik rezonans kolanjio pankreotografi) veya PTK (perkütan transhepatik kolanjiografi) ile konulur. Tedavide ursodeoksikolik asid verilir. Son dönemde transplantasyona hazırlanır. Kardiyak siroz, uzun süreli sağ kalp yetersizliği olan hastalarda gelişebilir. Sağ yüklenme sonucu venöz sistemde basınç artışı, karaciğer sinuzoidlerine yansır. Si-nuzoidler genişledikçe konjesyon sonucu hepatomegali gelişir. Dolaşım bozukluğu iskemiye neden olur. Sırasyla sentrilobüler hepatositlerin nekrozu, perisantral fibroz ve fibrozun lobül periferine ilerleyişi gözlenir. Sağ kalp yetersizliği olan hastalarda sert ağrılı hepatomegali yanısıra sirozun klinik ve laboratuvar bulgularının bulunması kardiyak sirozu düşündürmelidir. ALP yüksekliği belirgindir. Transaminazlar normaldir veya hafifçe yüksektir. Biyopsi bulguları tipiktir. Benzer biyopsi bulguları Budd-Chiari sendromu ve venooklüzif hastalıkta da görülebilir. Budd-Chiari sendromunda eritrositlerin ekstravazasyonu mevcuttur. WiLSON HASTALIĞI (HEPATOLENTİKÜLER DEJENERASYON) OR geçişlidir. Hastalığa ait defektif gen 13. kromozomda ATP7B multipl genom mutasyonudur. Bilier bakır atılımı bozulur ve tüm vücutta; karaciğer, beyin, bazal ganglionlar, gözler, böbrekler (Fanconi Sendromu) ve iskelet sisteminde birikir. Akut hepatit, fulminan hepatit veya makronodüler siroz kliniği gelişebilir. 5-30 yaşlar arasında bulguları saptanır. Serum seruloplazmin düzeyi genellikle düşüktür (%80-95). 24 saatlik idrarda bakır miktarı azalmıştır. Karaciğer dokusundaki bakır içeriği artmıştır (kesin tanı; 1 cm3 dokuda 250 ug bakır bulunması). Gözde Kayser-Flescher halkası izlenir. 40 yaş altındaki hastalarda hemolizin eşlik ettiği kronik hepatit mevcuttur. Korea, tremor ve psikiyatrik bozukluklar görülebilir. D-penisilamin ve trientin gibi şelatör ajanlar kullanılır. Barsaklardan Cu emilimini azalttığı için tedaviye çinko eklenmelidir. D-penicilamin piridoksin antogo-nistidir; bu nedenle tedaviye vitamin B6 da eklenmelidir. Trientin alterne ilaçtır. Karaciğer tranplantasyon şifa sağlar. Seyirinde hepatosellüler karsinom hemen hiç görülmez. AST/ALT >4'tür. ALP ve GGT düşüktür. HEMOKROMATOZİS 6.kromozomda HFE mutasyonu nedeniyle barsaklar-dan demir emiliminin artışı ile seyreden en sık görülen kalıtsal karaciğer depo hastalığıdır. Serum demiri, transferrin satürasyonu ve ferritin düzeyinde artma ile karakterizedir. Ferritin doku demir depolarını gösteren en değerli la-boratuvar bulgusudur. Karaciğer demir içeriği artmıştır. 40 yaşın üzeri erkekte siroz (hepatomegali ile), diabet (bronz diabet) ve kalp yetersizliği ile karakterizedir. Tanıda transferrin satürasyonunun kadınlarda %50'nin, erkeklerde de % 55'in üzerinde olması, yüksek ferritin düzeyi, karaciğer biyopsisinde demir içeriğinin artışının kalitatif veya kantitatif gösterilmesi ile konulur. 440 Tedavi: haftalık 500 mL flebotomi yapılır. Demir depoları normale döndükten sonra transferrin satürasyonunu %20 civarında tutacak şekilde flebotomiler yapılır. Erken osteoartroz ve hipogonadizm görülür. Uzun süreli hemokromatoziste hepatosellüler karsinom diğer bütün siroz nedenlerinden daha sık görülür. Yaklaşık insidens %14'tür. Sekonder hemokromatozis genelde 50 litreden fazla kan transfüzyonu sonrasında görülür. ALFA1-ANTİTRİPSİN EKSİKLİĞİ Karaciğerin glikoprotein olan alfa-1 antitripsin, serumun proteolitik enzimlerini inhibe eden önemli bir unsurdur. Alfa 1-antitripsin kodlayan gen 14. kromozom üzerindedir. Alfa 1-antitripsin eksikliği çocuklarda karaciğer hastalığı, genç erişkinlerde amfizem, yaşlılarda da sirozla kendisini gösterir. Çoğu hasta yaşamın ilk aylarında kolestaz ve hepa-tit bulguları ile gelir. Serum globulin düzeyinin düşüklüğü ve protein elektroforezinde alfa-1 antitripsin serum düzeyinin düşük olması ile tanı konulur. Karaciğer biyopsisinde PAS pozitif eozinofilik globullerin bulunması ile tanı desteklenir. Transplantasyon küratif tedavisidir. K. KARACİĞER YAĞLANMASI Karaciğer yağlanması steatoz ve steatohepatit şeklinde tam olarak ancak biyopsi ile ayrılabilen iki kliniğe ayrılır. Karaciğer transaminazları steatohepatitlerin %80'inde yüksek iken hepatosteatozlarda bu oran düşüktür (%30). Karaciğer yağlanmasının en sık nedeni alkoldür. Alkol dışı yağlanmaların nedenleri insülin direnci veya diabet, hiperlipidemi ve serbest radikal hasarı ile olabilmektedir. Karaciğerde yağlanma en sık makroveziküler steatoz şeklinde hepatosit stoplazmasında büyük yağ vakuolleri birikimi şeklinde olur ve sırasıyla alkol, obezite ve diabet en sık neden olan etkenlerdir. Mikroveziküler steatoz ise mitokondriyal hasar sonucu yağların beta-oksidasyonunun bozulması sonucu sitoplazmada küçük yağ vakuollerinin birikimi ile karakterizedir ve en sık gebeliğin yağlı karaciğeri, Reye sendromu, kalıtsal metabolik bozukluklar (üre siklus defekti) ve ilaçlar (aspirin, ketoprofen, sodyum valproat) ile gelişir. Tedavi alkolün yasaklanması ve diyet- egzersiz programı ile kilo verilmesidir. REYE SENDROMU Genelde suçiçeği, influenza infeksiyonlarında aspirin alımı ile ortaya çıktığı bilinmektedir. Karaciğer ve böbrek tubul hücrelerinde yağlı dejenerasyon mevcuttur. Mikroveziküler yağlanma nedenidir. İnfeksiyonun 1-3 gününden itibaren kusma, stupor, koma, konvülziyon-lar, ağrılı hepatomegali, AST, ALT de yükseklik ve hipoglisemi ile karakterizedir. Tipik olarak sarılık yotur. %50 mortalitesi vardır. Tedavide beyin ödemi için mannitol, taze dondurulmuş plazma, glukoz infüzyo-nu yapılır. İyileşirse kronik karaciğer hastalığı gelişmez. L. SİROZUN KOMPLİKASYONLARI PORTAL HİPERTANSİYON Portal ven; splenik venin inferior mezenterik venle birleşmesinin ardından superior mezenterik vene katılarak oluşur. Sağ ve sol ana dallara ayrılarak karaciğerin sağ ve sol loblarına gider. Terminal dalları portal alanlarda 441 (portal triadda) bulunan venüllerdir. Portal ven karaciğer kan akımının yaklaşık % 75'ini ve oksijen desteğinin de yaklaşık % 60'ını sağlar. Normal portal ven basıncı 5-10 mmHg (7-14 cm su) dır. Portal sistemde basınç 12 mmHg veya 15 mmH2O dan yüksek ise portal hipertansiyondan bahsedilir. Portal hipertansiyon ya artmış portal akım sonucunda ya da çoğu olguda olduğu gibi akıma karşı artmış rezistans ile (siroz) oluşur. Portal hipertansiyon asemptomatiktir. Klinik bulgular hastalığın komplikasyonlarına bağlıdır. Bunların en önemlisi akut varis kanamasıdır (genellikle distal özofagustan, daha az olarak mide fundusundan). Hastalar tipik olarak ağrısız ve massif üst GİS kanama tablosu ile gelirler, % 30 civarında mortalitesi vardır. Primer profilakside beta bloker veya band ligasyonu uygulanır. Tedavide endoskopik sklerozan madde injeksiyonu (skleroterapi), band ligasyonu, Sengsta-ken-Blakemore tüpü, somatostatin veya analogu (Oc-treotid) ve vasopressin infüzyonu kullanılır. Durdurulamayan vakalarda tedavi cerrahidir (Warren ameliyatı: distal splenorenal şant önerilir). Acil vakalarda devaskülarizasyon operasyonları yapılabilir. Tablo 7-5. Portal hipertansiyonun sınıflaması ve başlıca nedenleri 1) Prehepatik : Portal veya splenik ven trombozu AV fistül Masif splenomegali (Banti sendromu) 2) Hepatik a) Presinüzoidal: Şistozomiazis Sarkoidoz Konjenital hepatik fibroz İdiyopatik portal hipertansiyon b) Sinüzoidal: Siroz Alkolik hepatit c) Postsinüzoidal: Veno-okluzif hastalık 3) Posthepatik: Budd-Chiari sendromu Vena kava inferior obstrüksiyonu Sağ kalp yetersizliği Konstriktif perikardit 442 Vasopressin koroner vazokonstriksiyona da yol açtığında bu yan etkiyi engellemek için nitrogliserin infüzyonu ile birlikte önerilir. Durdurulamayan gastrik varis kanamalarında TIPS (transjugüler intrahepatik portosistemik şant) tercih edilebilir. Hipersplenizm portal hipertansiyonun bir diğer major komplikasyonudur. Artmış splenik ven basıncı sonucunda splenomegali ve hipersplenizm ortaya çıkar. Trombositopeni, lökopeni ve anemi oluşabilir. Tanı için portal basınç ölçümü (hepatik ven wedge basıncının transjuguler yol ile ölçümü) gerekirse de bu işlem nadiren uygulanır. Klinik bulgular genellikle yeterlidir. Özofagus varisi ile splenomegali varlığında portal hipertansiyon akla gelmeli, birlikte asit veya ensefalopati varsa altta yatan nedenin kronik karaciğer hastalığı olduğu düşünülmelidir. USG, BT ve endoskopi, kollaterallerin varlığını, portal ven akım ve yapılarını ve varislerin görüntülenmesini sağlar. ASİT Periton boşluğunda sıvı toplanmasıdır. Peritonun günde 900 cc reabsorbsiyon kapasitesi vardır, bunu aşan miktarlarda asit gelişirse birikime uğrar. Asit hepatik ve posthepatik nedenlere bağlı portal hipertansiyonda veya periton hastalıklarında ortaya çıkar. Sirozda artan nitrik oksit vazodilatasyona ve renin-anjiyotensin-aldosteron sisteminin aktivasyonuna neden olur. Böylece sodyum ve su tutulur, asit oluşumu daha da kolaylaşır. Hiperaldosteronizm mevcuttur. Hipoalbuminemi nedeniyle azalan onkotik basınç intravasküler yataktaki sıvının ekstravasküler alana kaçmasına neden olur, bu da asit gelişimini kolaylaştırır. Serum asit albumin farkı (SAAF) 1.1 g/dL'nin üstünde ise portal hipertansiyona bağlı asit düşünülmelidir. Si-rotik asitin total proteini düşüktür. Eğer 1 g/dL'nin altında ise sıvı içindeki opsonizasyon bozulacağından infeksiyona eğilimi artar. Hepatik ven (Budd Chiari) ve sonrası ekstrahepatik ve post sinuzoidal portal hipertansiyonda asit total proteini genelde yüksektir (>2.5 g/dL olabilir). SAAF < 1.1 gl/dl ise infeksiyonlar ve maligniteler akla gelmelidir. Etiyolojide peritonitis tüberküloza ve karsinomatoza, pankreatit (amilaz sıvıda yüksektir) ve nef-rotik sendrom düşünülmelidir. Asit hücre sayımında PMNL sayısının >250/mm3 olması asit infeksiyonuna (spontan veya sekonder) işaret eder. Portal hipertansiyondan kaynaklanan asit tedavisinde: • Sıvı ve tuz kısıtlaması 443 • Spironolakton • Loop diüretik (furosemid) • Parasentez kullanılır. Tedaviye refrakter asit varlığında sık aralıklı yüksek vo-lume parasentez, TIPS, peritonövenöz şant veya transplantasyon düşünülmelidir. ASİT İNFEKSİYONU (SPONTAN BAKTERİYEL PERİTONİT) Spontan bakteriyel peritonitte sekonder bir infeksiyöz odak veya olay (perforasyon, travma vs) yoktur. Asitte PNL sayısı 250 /mm3'ün üstündedir. Etiyolojide en sık gram negatif enterik bakteriler (başta E. coli) yer alır. Tedavisinde III. kuşak sefalosporinler (sefotaksim, sef-triakson) kullanılır. Asit total proteini 1 g/dL altında ise proflaktik olarak norfloksasin, kotrimoksazol kullanılır. Nefrotik sendroma bağlı asitte spontan bakteriyel peritonitin en sık nedeni pnömokoklardır. HEPATORENAL SENDROM Oligürik karaciğer yetersizliği de denir. Renal dolaşımda vazokonstriktörler artıp vazodilatatörler azalmıştır. Morfolojik bozukluk yoktur. İleri evre siroz hastalarının %10'unda görülür. Böbrek medülla ve korteks arasındaki kan akımı oranı, normalde korteks lehine iken, bu durumda medülla lehine dönmesi patogenezde rol oynar. Oligüri, azot retansiyonu ve hiperpotasemi mevcut olup idrar sodyumu < 10 mEq/L'dir. Fatal seyreder. Aşırı diüretik kullanımı ve parasentezler predispozan faktörlerdir. Tedavide albumin, vazokonstriktör ajanlar (terlipressin: splanknik alandaki akımı arttırırlar), misoprostol (PG E1 sentetik analogu) ve bazen N-asetil sistein kullanılır. HEPATOPULMONER SENDROM ilerlemiş karaciğer hastalığı, dirençli hipoglisemi ve in-trapulmoner vasküler dilatasyon ile karakterize tablodur. Akciğer bazallerinde arterio-venöz santiar oluşur. Böylece kan oksijenlenmeden sol kalbe, oradan da sisteme ulaşır. Siyanoz ve platipne (yatarak normalken oturduğunda veya ayağa kalktığında nefes darlığı) gelişir. HEPATİK ENSEFALOPATİ Hepatik ensefalopati karaciğer sirozlu hastalarda ortaya çıkan nöropsikiyatrik bulgular ve koma ile kendini gösteren klinik tablodur. Amonyak seviyelerinde artış ile beraberdir. Ensefalopatinin şiddeti serum amonyak düzeyi ile doğru orantılı bulunmamıştır. Yalancı trans-mitterler, aromatik/ alifatik aminoasit dengesindeki bozulma da etiyolojide suçlanan diğer nedenlerdir. İlerlemiş sirozlarda görülür. Klinik bulgular, nörotoksik olan maddelerdeki artışın yanısıra beyin ödemi ile de ilişkilidir. Elektrolit imbalansı, infeksiyonlar (özellikle spontan asit infeksiyonu), GİS kanaması, ilaçlar (sedatifler) ve akut fizyolojik strese sebep olan diğer bir takım faktörler ileri evre sirozda ensefalopatiyi kolaylaştırır. Kişilik değişikliği ve oryantasyon bozuklukları erken evrede görülebilirken ensefalopati ağırlaştıkça uykuya meyil, deliryum, psikoz, stupor ve koma gelişebilir. Fizik muayenede flapping tremor mevcuttur. Hepatik ensefalopatinin 2. ve 3. evreleri haricinde üremi ve hi-perkapnide de görülebilir. Tedavide altta yatan presipitan faktör ortadan kaldırılmalıdır. Oral protein alımı kısıtlanır. Barsakta protein degredasyonu sonucu ortaya çıkan amonyum bakterial flora sayesinde amonyaka dönüşür ve emilir. Amonyak bakteriyal enzimler dışında oluşamaz. Dolayısıyla bunu azaltabilmenin iki yolu vardır; ilki barsaklardaki bakteri mevcudiyetini azaltmak, diğeri ise gıdaların bakterilerle temasını ortadan kaldırmak. İlki için başta neomisin ve metronidazol olmak üzere çeşitli antibiyotikler kullanılabilir. İkincisi için gıdaların barsaktan pasaj süresini kısaltan laktuloz kullanılır. Laktuloz aynı zamanda barsak pH'sını azaltır ve amonyak oluşumunu engeller. Böylece amonyum lümen içinde kalır ve atılır. Negatif azot dengesi oluşturmamak için hastanın ihtiyacı olan protein alımında dallı zincirli aminoasitler tercih edilir. Hepatik ensefalopati, Child-Pugh sınıflaması içinde yeralır. Burada, asit durumu, nütrisyonel tablo, ansefalopati, albumin ve bilirubin düzeyleri kriterlerdir. Pugh kriterlerinde nütrisyonel durumun yerini protrombin zamanı almıştır. 444 M. KARACİĞER TÜMÖRLERİ HEPATOSELLÜER KARSİNOM (HCC) HCC, kronik hepatit B ve C ile ilişkili sirozların, hemok-romatoz ve uzun süreli glikojen depo hastalığının komplikasyonu olarak ortaya çıkabilmektedir. En sık HBV'e bağlı sirozda gelişir. % 80 sirotik rizen mevcuttur. Prognozu en sık HCC ile sonlanan hastalık ise hemokromatozdur. Aspergillus flavus'un ürettiği af-latoksin ile kontamine gıda HCC nedenlerinden biridir. Alfa-fetoprotein yüksekliği değerlidir. Alfa-fetopro-teinin yükselmediği, hiperkalsemi gibi paraneoplastik bulguları olan ve daha iyi prognozlu tip fibrolameller tiptir. Sirozda hipersplenizm ve pansitopeni vardır. Eğer erit-rositoz, lökositoz, hiperkalsemi, porfiri varsa HCC düşünülür (Splenik ven trombozunda portal hipertansiyon olmasına rağmen pansitopeni genelde eşlik etmez). İkinci sık habis tümör kolanjio CA'dır (sklerozan tip sık). Papilla vater karsinom intermittant sarılığa neden olur. Arsenik anjiosarkoma neden olur. Safra kesesinde Frigyalı başlığı safra kesesi adenomi-yomatozisinde olur. METASTATİK KARACİĞER TÜMÖRLERİ Karaciğerin en sık görülen habis hastalığı metastazıdır. En sık kolorektal, akciğer ve memeden gelir. İzole olan metastaz en sık kolorektal veya nöroendokrindir. İncebarsaktan en sık gelen ise karsinoid tümördür. SELİM TÜMÖRLER En sık görüleni hemanjiomlardır (kavernöz cinsi ve glisson kapsül altı). Çocukta en sık selim tümörü infantil hemanjioentotel-yoma'dır. Östrojen, androjen ve anabolik steroidler karaciğer adenoma neden olabilirler. Akut Hepatit B'de ilk HBsAg pozitifleşir. Pencere periyodunda akut dönemde antiHBc-lgM pozitifliği ile tanı konulur. 445 8. SAFRA KESESİ VE SAFRA YOLLARI HASTALIKLARI Hepatik lobüllerde üretilen safra, lobüller arasında yerleşik portal alan içinde portal ven ve hepatik arter dalları ile birlikte seyreden küçük safra kanaliküllerine dökülür. Safra kanalikülleri birleşerek sırasıyla interlobüler safra kanallarını, septal safra yollarını, sağ ve sol hepatik safra kanallarını ve kommon hepatik safra kanalını oluşturur. Ana hepatik safra kanalı ile safra kesesinden gelen sistik kanalın birleşmesiyle Koledok (ana safra yolu) meydana gelir. Hepatik kanaldaki safra isotoniktir, safra kesesinde ise konsantre hale gelerek osmolaritesi 3-4 katına çıkar. Safrayı oluşturan temel maddeler sırasıyla; safra asid-leri (%80), lesitin ile diğer fosfolipidler, esterifiye olmamış kolesterol (%4), konjuge bilirubin, proteinler, mukus ve elektrolitlerdir. Kolesterol oranı arttığında kolesterol taşları oluşmaktadır. Günlük safra itrahı yaklaşık 500-600 mL'dir. Primer safra asidleri kolik ve kenodeoksikolik asiddir. Hepatositlerde kolesterolden sentez edilirler. Glisin ve taurin ile konjugasyonun ardından safra içine atılırlar. Safra asidleri barsak florasına ulaştığında bakteriyal metabolitleri oluşur (sekonder safra asidleri; deoksikolik asid, litokolik asid ve ursodeoksikolik asid). Safra asidleri diet içindeki yağlar ve yağda çözünen vitaminler ile miçel oluşturarak emilimlerini sağlar. Safra asidlerinin çoğu distal ileumdan geri emilerek enterohepatik dolaşıma katılır (dolaşımla tekrar kullanılmak üzere karaciğere taşınır). Açken ana safra yolu distalinde bulunan Oddi sfinkteri aktiftir ve duodenal reflüye engel olur. Diğer taraftan safra yolları içindeki basınç artışı ile safra kesesinin dolması sağlanır. İnce barsak lümenine yağ ve amino-asitler ulaştığında lümen epitelinden salgılanan kolesistokinin Oddi sfinkterinin gevşemesine, safra kesesinin kontrakte olmasına ve safranın duodenuma akmasına yol açar. A. SAFRA TAŞLARI Ekstrahepatik biliyer kanalın hastalıklarının çoğu safra taşları ile ilişkilidir. Safra taşı ihtimalini artıran faktörler arasında kadın cinsiyet, obezite, ileri yaş, "batı tipi diyet" ve pozitif aile öyküsü sayılabilir. Safra taşlarının çoğunun asıl komponenti olan kolesterol suda ileri derecede çözünür ve safra kolesterolü safra içerisinde safra tuzu fosfolipid miçelleri ve fosfolipid vezikülleri halinde çözünmüş durumda bulunur. Miçeller ve veziküller safranın kolesterol taşıma kapasitesini artırırlar. Miçeller ve veziküller içerisinde bulunan kolesterol miktarı safra tuzu salınım oranına göre değişir. Safra kolesterolünün supersaturasyonu sonucu kolesterol safra taşları gelişir, ancak tek şart değildir. Zira açlıkta safranın süpersaturasyonu taşı olmayan kişilerde de sıklıkla görülebilen bir durumdur. Safra taşı oluşumunda önemli diğer faktör kolesterol monohidrat kristalleri oluşumudur. Litojenik özellikteki safra kesesi safrasında kolesterolün supersaturasyonu ve kolesterol kristallerinin nispeten hızlı nükleasyonu söz konusudur. Litojenik safrada kolesterol/ safra tuzu oranı kolesterol lehine büyümüştür. Esasen tüm safra taşlarının safra kesesi içerisinde oluştukları varsayılır. Ancak kolesistektomi sonrasında veya striktüre bağlı staz nedeniyle ana safra kanalında da safra taşı oluşabilir. Safra taşlarının çoğu kolesterol taşlarıdır. Pigment taşları (Ca bilirubinat) % 20 kadardır. Semptomu safra kesisi koliğidir. Genelde yağlı yiyecekleri takiben olur. Obezite, HMG-CoA reduktaz aktivitesinde artış, klofibrat, hiperkolesterolemi, safra kesesi hipomotilitesi ve gebelik varlığında risk artar. Tanı USG ile konur. Semptomatik olanlarda cerahi girişim uygulanır. Asemptomatik olanlara dokunulmaz. Saf kolesterol taşlarında eritici tedavi (safra tuzları: kenodeoksikolik veya ursodeoksikolik asit) kullanılabilir. Asemptomatik safra taşında profilaktik cerrahi girişim (diabetik, yaşlı olsa bile) önerilmemektedir. Kasifiye safra kesesi, porselen safra kesesi, orak hücreli anemi ile birlikte safra taşı olanlara profilaktik cerrahi önerilmektedir. Komplikasyonları Kese taşına bağlı olarak kesede ampiyem, hidrops, perforasyon, fistül, porselen kese gelişebilir. Safra taşı ileusunda aerobilia ve mekanik ileus vardır. B. AKUT KOLESİSTİT Her ne kadar kolesistit kolelitiazisin en sık görülen sonucu ise de patogenezi tam olarak anlaşılamamıştır. Taşın sistik kanalı tıkaması sonrası oluştuğu düşünümektedir. Etiyoloji de E. coli ve diğer enterik bakteriler rol oynar. 446 Klinik olarak Murphy belirtisi (inspiryumda palpasyonla kese lojunun ağrılı olması ve inspiryumun kesilmesi) pozitifliği, lökositoz, ateş, bulantı, karın ağrısı gözlenebilir. Tedavisinde antibiyotik ile infeksiyon kontrol altına alınır ve kolesistektomi yapılır. Akkalkülöz kolesistit ise genellikle total parenteral beslenme altındaki düşkün yatan hastalarda, uzamış doğum sonrası, majör cerrahi operasyon sonrasında ortaya çıkabilir. Safra kesesi adenokarsinomu basısı, diyabet, kolesistit, sarkoidoz, tüberküloz, sifilis, aktino-miçes ya da sistemik vasküliti olan (PAN, SLE) hastalarda da görülebilir. Seyri oldukça kötüdür. C. KOLANJİT Charcot triadı ile kendisini gösterir; sağ üst kadranda kolik ağrı (biliyer kolik), ateş ve sarılık. Lökositoz ve AST artışı ön planda olmak üzere aminotransferazlar-da yükselme, direkt hiperbilirubinemi, ALP ve GGT'de yükselme mevcuttur. Tedavide genelde E. coli suçlandığından üçüncü kuşak sefalosporinler (safraya ençok geçenleri seftriakson ve sefoperazon) ve aminoglikozidlerle kullanılır. Seftriak-sonun uzun süreli kullanımında en sık yan etkisi safra çamurudur. ERCP ve sfinkterotomi ile efektif tedavi mümkün olur. 447 9. PANKREAS HASTALIKLARI Pankreas günde yaklaşık 1500-3000 mL sıvı sekrete eder. Bu ekzokrin salgı içinde sindirimde görevli 20'ye yakın enzim ve zimojen mevcuttur. Bu sıvının pH'ı alkalidir (pH > 8.0). Ekzokrin pankreas, hormonlar ve nöral sistemlerin kontrolü altındadır. Gıda alımı ile birlikte salgılanan gastrik asid sekretin salgılanmasına neden olur. Sekre-tin pankreatik eksokrin salgıyı stimule eder. ince barsak lümenindeki yağ asidleri ve aminoasitler duode-num yüzeyindeki fırçamsı epitelden kolesistokinin salgısına neden olur. Kolesistokinin sekretin ile birlikte pankreas salgısını tetiklerken diğer taraftan safra itrahını arttırır. Vagal stimulasyon bu iki enzim yanısıra vasoaktif intestinal peptid (VIP) sekresyonuna da neden olur. VIP sekretin agonistidir. Pankreatik polipep-tid, peptid YY ve somatostatin ise pankreas eksokrin fonksiyonunu inhibe eden nörotransmitterlerdir. Çeşitli enzimlerin yanısıra pankreas duktal hücrelerden bikarbonat ve elektrolit sekresyonu da olur. Böylece ince barsakta sağlanan uygun pH'da pankreatik enzimler aktif hale geçer. Bu geçiş sekretin ve VIP tarafından stimule edilir. Pankreasta amilolitik (nişastanın oligo ve disakkaridle-re yıkımı), lipolitik (lipaz, fosfolipaz ve kolesterol esteraz) ve proteolitik enzimler (tripsin, kimotripsin, aminopeptidaz ve karboksipeptidazlar) sentez edilir. Pankreastan sekrete edilen inaktif tripsinojen ince barsakta enterokinaz enzimi ile tripsine dönüşür ve aktifleşir. Tripsin aynı zamanda diğer enzimlerin de aktivasyonunda rol alır. Pankreas dokusu proteolitik enzimlerin neden olabileceği otodigesyondan kendini korur; Öncelikle enzimler ince barsakta aktifleşir. Proteaz inhibitörleri enzimlerin doku içinde inaktif halde kalmasını sağlar. Pankreas ekzokrin fonksiyonu kaybına bağlı malab-sorbsiyon gelişebilmesi için pankreas dokusunun %90'ından fazlasının hasara uğraması gereklidir. Pankreas ekzokrin fonksiyonunun değerlendirilmesinde gaitada sindirim elemanlarının değerlendirilmesi yanısıra en değerli test sekretin stimulasyon testidir. Bu testin sonucunun anlamlı bulunabilmesi için >%60 ekzokrin fonksiyon kaybı gerçekleşmiş olmalıdır. Pankreas dokusunun inflamasyonu ortaya çıkış şekline bağlı olarak akut veya kronik pankreatit şeklinde ayrılır. Herikisinde de spesifik klinik bulgu yoktur. Serum amilaz ve lipaz akut pankreatitlerde yüksek olmasına rağmen kronik pankreatitlerde artmayabilir. Test sonuçlarının üç kattan fazla artması barsak perforasyonu dışında pankreatit düşündürmelidir. Serum lipaz daha spesifiktir. İdrar amilazı/kreatinin klirens düzeyinin serum amilazına üstünlüğü gösterilememiştir. Görüntüleme yöntemleri (USG ve BT) ve invazif testler (ERCP ve endoskopik USG) sonucunda kesin tanının konulamadığı durumlarda gaitada sindirim elemanları dışında pankreas eksokrin fonksiyonuna ait spesifik testler yapılabilir (sekretin testi, dışkıda elastaz düzeyi, serum tripsinojen düzeyi). A. AKUT PANKREATİT En sık safra taşları sorumludur (%30-60). ikinci sırada alkol kullanımı (USA da daha sık) gelmektedir (%15-30). Hipertrigliseridemi (serum trigliserid düzeyi genelde >1000 mg/dl'dir), hiperkalsemi, travma (ERCP), pankreas karsinomu, kistik fibroz, infeksiyonlar (kabakulak, koksaki, CMV), otoimmun hastalıklar (Sjögren sendromu), furosemid ve tiazid gibi diüretikler, tetra-siklin ve sulfonamid gibi antibiyotikler, östrojen ve azatioprin etiyolojide rol oynar. Oral antidiabetikler, 6-mer-kaptopurin, L-asparaginaz, valproat pentamidin de suçlanır. Pankreatitin şiddetini nekrozun yaygınlığı belirler. Klinik olarak karın ağrısı, hipotansiyon, hipoksi, azotemi, oligüri, bilinç bulanıklığı, hipokalsemi görülür. Karın ağrısı en sık karşılaşılan semptomdur. Epigastrik alanda başlar ve kuşak tarzında her iki yöne yayılarak sırta ulaşır. Göğüse, her iki böğüre ve batın alt kadranlara da yayılabilir. Yatarken ağrı artmakta, oturup bacaklar içeri çekildiğinde azalmaktadır. Bulantı ve kusma sıklıkla eşlik eder. Fizik muayenede hasta huzursuzdur. Ateş, taşikardi ve hipotansiyon mevcuttur. Proteolitik ve lipolitik enzimlerin sistemik dolaşıma katılması, vazodilatatör ajanların artan yapımı ve retroperitoneal alana eksudasyon sonucu hipovolemik şok gelişebilir. Pankreas baş kısmının ödemi sonucu safra akımı engellenebilir ve sarılık ortaya çıkabilir. Ciddi pankreatit ARDS (yetişkinin sıkıntılı solunum sendromu) yapabilir. Barsak sesleri azalmış veya kaybolmuştur. Batın palpasyonunda büyük psödokistler ele gelebilir. Periton içinde kanama olduğunda umblikus etrafında maviye çalan renk değişikliği görülebilir (Cullen belirtisi). Her iki böğürde benzer biçimde mavi-mor veya yeşil-kahverengi renk değişikliği (Turner belirtisi) dokuda hemoglobin katabolizmasını gösterir. Bu iki belirti ciddi nekrotizan pankreatitin bulgularıdır. Amilaz hemen daima normalden 3 kat yüksektir (ilk 3 gün yüksek kalır). Lipaz daha sonra yükselir ve daha uzun süre yüksek kalır (7-14 gün). Üç kat ve daha fazla artış pankreatit düşündürür. Amilazdan daha spesifiktir. Taşa bağlı pankreatitde amilaz, alkole bağlı olanda ise lipaz daha ön planda yüksektir. Lökositoz, hiperglisemi, hipokalsemi (hastaların %25'inde), hiperbilirubinemi, LDH artışı (yüksek değerler kötü prognoz göstergesidir), hipoksemi (ARDS'e gidişi işaret ediyor olabilir) ve hipertrigliseridemi tespit edilebilir. Çok yüksek lipid düzeyleri amilaz düzeyinin göreceli düşük ölçülmesine neden olur. 448 USG ve BT ile non-invazif olarak gösterilebilir. %10-15 vakada pankreasta psödokist gelişir. Bunun dışında inflamasyon göstergeleri olan dokuda ödem/ekspan-siyon, pankreas etrafında sıvı mevcudiyeti ve pankreas dokusunda kalsifikasyonlar görülebilir. Pankreatitlerin prognozunun belirlenmesinde Ranson kriterleri kullanılır: Tablo 9-1. Ranson kriterleri Hastanın kabulünde • Yaş >55 • Lökosit >16.000/mm3 • Kan şekeri >200 mg/dL • LDH >350 IU/L • SGOT>250/dL İlk 48 saatte • Htc'de %10'dan fazla düşme • Ca2+ 8mg/dL'nin altında • BUN değerinin %5 mg'dan fazla • Arteriyel pO2 <60 mmHg • Baz açığı >4mEg/L • Sıvı sekestrasyonunun 6L'den fazla olması Karın ağrısı ile beraber amilaz yüksekliğine neden olan ve ayırıcı tanıda düşünülmesi gereken bazı hastalıklar vardır: Akut kolesistit, intestinal infarktüs, diabetik ke-toasidoz, perfore peptik ülser, salpenjit ve ektopik gebelik. Makroamilarize veya artan tükrük amilazı nadir sebeplerdendir (karın ağrısı bunlarda yoktur). Cerrahi drenaj gerektirmez. Takip edilmeli ve komplikasyonları olduğunda (apse-fistül) müdahale edilmelidir. Pankreatik kitleye ateş ve şok tablosu eklenirse apse geliştiği düşünülür (direkt batın grafisinde sabun köpüğü belirtisi görülür). Sol plevral efüzyon olur. Eğer pankreotikoplevral fistül varsa bu sıvıda amilaz yüksektir. infekte pankreas kitlesi ya apsedir ya da infekte nekrozdur. Eğer 2 aydan kısa sürede gelişmişse infekte nekroz (tedavi cerrahidir), 4-6 ay içinde gelişmişse apse (tedavi cerrahi veya perkütan drenajdır) düşünülür. Tedavide oral alım kesilir. Parenteral geniş spektrumlu antibiyotik tedavisi başlanır. Nütrisyonel destek total parenteral nütrisyon ile sağlanır. Taş varlığında ERCP ve papilektomi uygulanır.Hipertrigliseridemi varlığında kilo verdirilir, egzersiz öğütlenir ve diyette yağ kısıtlamasına gidilir. B. KRONİK PANKREATİT En sık nedeni kronik alkol kullanılmasıdır. Diğer nedenler arasında; hiperparatiroidi, kistik fibroz, pankreas divisum, tümörler ve otoimmun pankreatit mevcuttur. %25 olgu idiopatiktir. İdiyopatik denen olguların bazılarının aslında doku içinde tripsinojenin spontan aktivasyonuna yol açan genetik bir kusurdan kaynaklandığı ifade edilmektedir (herediter pankreatit). Pankreasın hem eksokrin ve hem de endokrin dokusunda kronik inflamasyon, fibrozis ve destrüksiyonu mevcuttur. Steatore, karın ağrısı, diabet tipik bulgularıdır. Karın ağrısı yemek ile agreve olabilir, dolayısıyla yeme korkusu yaratabilir. 40 gr/gün üstündeki steatorelerde sebep genellikle kronik pankreatittir. Kronik pankreatit kanserleşme riskini artırır. Düz filmde görülen kalsifikasyonlar ve laboratuvar incelemede serum tripsin seviyelerinde düşme ile tanı konulabilir. Sekretin-CCK uyarı testi veya bentiromid testi tanıyı düşündürür. Batın USG ve BT 'depankreas kontur düzensizliği izlenebilir. Eğer hala tanı konulamıyorsa ERCP pankreatik kanal düzensizliklerini saptayarak tanı koydurabilir. Kronik pankreatit tanısı, endoskopik USG ve fonksiyon testlerinin kombinasyonu ile en doğru teşhis edilebilir. Erken evre değişiklikler dahi anlaşılabilir. Tedavide pankreas enzimleri verilir, beraberinde anti asit veya anti sekretuar ajan verilir. Komplikasyonlar Splenik ven trombozu ve gastrik varisler, B vit malab-sorbsiyonu, sarılık, plevral efüzyon, nadiren deride no-düler yağ nekrozları görülür. Kronik pankreatit diabe-ti özeldir. Hem insülin hem de glukagon sentezi azaldığı için hastaların hipoglisemiye yatkınlığı vardır. Retinopati, nefropati sık değildir, görülen nöropati de genelde diabetik değil alkol veya malnütrisyona bağlıdır. Peptik ülser, gastrit veya duodenumu erode eden bir psödokiste bağlı üst GİS kanaması görülebilir. Kanser riski normal populasyona göre oldukça artmaktadır. 449 C. PANKREASIN ENDOKRİN TÜMÖRLERİ GASTRİNOMA (ZOLLİNGER-ELLİSON SENDROMU) Bkz. Bölüm. Mide ve Hastalıkları, Mide Kanserleri. GLUKAGONOMA Alfa hücre tümörüdür. Nekrotizan dermatit, kilo kaybı, anemi, persistan hiperglisemi ile kendini gösterir. Gastrin seviyesi burada da yüksektir (>1000 pg/dl). İNSÜLİNOMA Beta hücrelerinden kaynaklanır. Whipple triadı (açlık hipoglisemisi, nöroglikopenik bulguların varlığı, glukoz verilmesi ile hipogliseminin ve nöroglikopenik semp-tomların kaybolması) başlıca klinik özelliğidir. Diğer hipoglisemilerin tersine insülin düzeyi her zaman yüksektir ve insülin/glikoz oranının 0.4'ün üzerinde olması kuvvetle insülinoma düşündürür. Aşırı insülin injeksiyonu yapan bir hastada C-peptid düşük çıkacaktır, dolayısıyla eksojen hiperinsülinemi olduğu anlaşılacaktır. Halbuki insülinomada C-peptid düzeyi sürekli yüksektir. Cerrahi olarak çıkartmak olası değilse, somatostatin veya analogu oktreotid kullanılır. VİPoma (Verner-Morrison sendromu, veya WDHA sendromu: watery diarrhea hypokalemia achlorhydria) Sulu diare (%100), hipopotasemi (%80-100), hipoklor-hidri (%54-76) ve dehidrasyon (%83) yapar. Tedavide somatostatin kullanılır, tespit edilirse cerrahi olarak çıkartılır. %80-90 pankreas kaynaklıdır (Pankreatik kolera). SOMATOSTATİNOMA D hücrelerinden kaynaklanır. Steatore, diabet ve ko-lelitiyazis tipik triadıdır. Hastaların %56-74'ünde pankreas kökenlidir ve bunların %92'sinde ishal mevcuttur. Genellikle tek büyük kitle oluştururlar ve pankreasın baş kısmında yerleşiktirler. Karaciğer metastazı sıktır. D. PANKREASIN NONENDOKRİN NEOPLAZMALARI PANKREAS KANSERİ Pankreas kanseri pankreas başında lokalize ise ön plandaki bulgu sarılık, korpusta lokalize ise karın ağrısıdır. Kilo kaybı, iştahsızlık genelde vardır. Karın ağrısı şiddetli olmasına rağmen fizik muayene bulgusu silik ise vasküler hastalıklar veya pankreas patolojileri düşünülmelidir. (En sık görülen histopatolojik tipi duktal musinoz adeno CA'dır). Kanser ağrısı öne eğilmekle azalır. Courvoiser-Terriere arazı, hidropik safra kesesinin pankreas başı karsinomda ağrısız olarak ele gelmesidir. Tümör göstergesi CA19-9 dur. Tanı USG, BT, ERCP ile veya endoskopik USG ile konulabilir. Tedavi cerrahidir. 450 BÖLÜM: 6 ROMATOLOJİK HASTALIKLAR 1. TEMEL BİLGİLER A. ETYOPATOGENEZ Romatizmal Hastalıklar otoimmün hastalıklardır. İm-mün sistem kendinden olmayan yabancı maddeler ve mikroorganizmalara saldırarak onları yok etmeye çalışır ve çoğu kez de bunu başarır. Normal koşullarda immün sistem kendinden olana ise saldırmaz. Romatizmal hastalıklarda bu immün tolerans kaybolmuştur. İmmün sistem kendi dokularına da saldırır ve hedef organlarda aşırı bir enflamasyona neden olur (Bak Konu Alerjik Hastalıklar: Mikroflora teorisi). Romatizmal hastalarda çeşitli kimyasal toksinler ve bağırsaktaki patojen mikroorganizmalardan kaynaklanan biyolojik toksinlere bağlı olarak bağırsak geçirgenliği arttığı için normalde geçmemesi gereken maddeler (tam sindirilememiş polipeptit şeklindeki proteinler ve diğer toksinler) de bağırsaktan kana geçer. Geçmemesi gereken polipeptitler kana geçince, bu yabancı maddeleri (antijenleri) fark eden bağışıklık sistemimi düşmanı yok etmek için bütün gücü ile saldırır. Sonuçta enflamasyon artar, aşırı uyarılan immün sistem moleküler benzerlik (molecular mimicry) nedeni ile kendi dokularını da düşman dokulara benzeterek onları da tahrip etmeye çalışır. Sonuçta dizginleneme-yen ağır bir enflamasyon gelişir. Yardımcı Th2 hücrelerinin Th1 hücrelerine oranı artar (Normalde Th2/Th1 oranı düşüktür). Bu bağlamda makrofajlar interlökin-1 (IL-1), IL-2 ve alfa tümör nekroze edici faktör (TNF-alfa) gibi enflama-tuar sitokinleri salgılarlar. Bu sitokinler başta bağ dokusu olmak üzere çeşitli dokularda tahribat yaparlar. Yardımcı Th2 hücreleri B hücrelerini de aktive ederek aşırı antikor yapımına neden olurlar. Sonuçta oluşan kompleman fiksasyonu doku tahribatını artırır. Hedef organlardaki normal hücreler komplemanın oluşturduğu sitolizle direkt olarak ya da sitotoksik T-lenfositlerin (doğal katil hücreleri) öldürücü etkisi ile endirekt olarak tahrip olurlar. B. ROMATİZMAL HASTALIKLARDA KLİNİK BULGULAR Birinci basamakta görülen çocuk ve erişkin hastaların önemlice bir bölümü romatizmal bir hastalık kuşkusuyla hekime başvurmaktadır. Romatizmal hastalıkların çoğunun sürüncemeli olması, zaman zaman yaşamı tehdit etmesi nedenleri ile bu hastalara kısa zamanda doğru tanı koyup uygun bir tedavi uygulamak son derece önemlidir. En sık şikayet eklem ağrısıdır (atralji). Ağrı izole olabileceği gibi şişme, kızarıklık ve fonksiyon kaybı ile birlikte de olabilir(artrit). Ağrı muayenesine başta çene ekleminden başlayarak aşağı doğru boyun, omuzlar kollar, eller, göğüs, bel, bacak ve ayaklara doğru inilir. Vücuttaki eklemler bazı hastalıklarda daha sık tutulur. Örneğin ayak baş parmağı şişmişse gut, sakroiliak eklemi tutulmuşsa öncelikle seronegatif spondiloartro pati akla gelmelidir. El ve ayakların küçük eklemlerini tutan ve sûresi altı haftayı aşan artrit ise romatoid artriti (RA) akla getirmelidir. Eklemlerin simetrik (aynı ekstremitede karşılıklı eklemleri tutulması) olup olmaması da önemlidir. Örneğin romatoid artrit simetrik iken, seronegatif spondilo-artropati asimetriktir. Ağrının akut ya da kronik olması da önemlidir. Örneğin akut başlamış bir monoartrit öncelikle gut, travma ve septik artriti, bel ağrısı disk patolojilerini akla getirmelidir. Ağrıya eşlik ya da öncelik eden belirti ve bulgular tanı koydurucu olabilir. Örneğin, öncesinde üriner enfeksiyon ya da gastroenteriti olan bir hastada gelişen artrit öncelikle reaktif artritleri akla getirmelidir. Öncesinde ateşli bir üst solunum yolu enfeksiyonu öyküsü olan bir çocukta gelişen gezici karakterde artrit akut eklem romatizmasını, tekrarlayan karın ağrıları ve ateş atakları olan bir hastada ailevi Akdeniz Ateşi (FMF)mutlaka düşünülmelidir. Eklem tutulumları ile birlikte çiğ sütten yapılmış taze peynir (<2ay) yeme hikayesi olan kişilerde brusella atlanmamalıdır. Hepatit eşliğinde gelişen artrit etyolojisinde B ve C he-patit virusları da araştırılmalıdır. Kilo kaybı, nedeni bilinmeyen ateş, nöropatik ekstre-mite ağrıları olan kişilerde PAN ve diğer vaskülitler gözardı edilmemelidir. 451 Ani gelişen parmak ağrısı krizleri orak hücreli anemiyi akla getirmelidir. Birçok habis hastalıkta kas ve kemik ağrıları sıktır. Bu nedenle kuşkulu durumlarda kanser olasılığının kesinlikle dışlanması gerekir. Eklem ağrıları uzun süren hareketsizlikten sonra (örneğin sabahleyin) genellikle artar. Hastalar eklemlerini zor hareket ettirirler (sabah tutukluğu). Sabah tutukluğu sadece romatoid artrite özgü değildir; ankilozan spondilit, osteoartroz ve SLE'de de görülebilir. Nemli ve soğuk havalarda ağrı biraz daha artar ama bu ağrılar kuru havada tamamen kaybolmazlar. Yani sadece nemli ve soğuk havalarda artan eklem ağrıları yoktur. Osteoartrozlarda ağrı hareket ettirmekle ortaya çıkar. Gut krizi genellikle alkol alma ile ilgilidir. Çok spesifik olmasa da kolşisin gut krizini hafifletir. Eklem ağrısı birçok semptom ve bulgu eşlik edebilir. Bunların başlıcaları yaygın vücut ağrısı, halsizlik, kas güçsüzlüğü, ekstremite şişliği, tekrarlayan trombozlar, yineleyen düşükler, deri döküntüsü (Tablo 1-1), üveit-ve diğer gz bulguları (Tablo 1-2), ağız/göz kuruluğu, ağız içinde ve genital bölgede yaralar, tekrarlayan karın ağrıları, uzun süren (nedeni bilinmeyen) ateş ve kilo kaybıdır. Tablo 1-1. Romatolojik hastalıkların seyrinde görülen deri belirtileri • Eritema Nodosum: Behçet hastalığı, sarkoidoz, • Raynaud: Sistemik sklerodema, SLE başta olmak üzere birçok hastalığa eşlik edebilir. • Livedo retikülaris: En sık antifosfolipid sedromu ve PAN • Erizipel benzeri döküntü: Ailevi Akdeniz Ateşi • Eritema Marginatum: Akut romatizmal ateş • Palpabl purpura: Henoch Schonlein, PAN başta olmak üzere bir çok vaskülitte olabilmektedir. Tablo 1-2. Romatolojik hastalıklarda göz bulguları • Behçet Hastalığı: Anterior üveit, posterior üveit, retinal vaskülit • Ankilozan Spondilit: Sıklıkla tek taraflı anterior üveit • Reiter Hastalığı:Konjonktivit, üveit • Sjögren: Kuruluk, gözde kum varmış hissi • Romatoid Artrit: Sjögren, keratit, skleromalazi, keratomalazi, perforasyon gelişebilir • Antifosfolipid Sendromu: Retinal arter / ven trombozu • Sarkoidoz: Üveit • Dermatomiyozit: Heliotrop döküntü C. ROMATİZMAL HASTALIKLARDA LABORATUVAR BULGULARI Romatizmal hastalıkların tanısı anamnez ve fizik muayene bulguları ile konulur. Laboratuar incelemeleri ise teşhisi kuvvetlendirir, ayırıcı tanıya yardımcı olur. Romatizma testi diye bilinen testlerin hiçbiri özel bir hastalığa özgü değildir. Ayrıca testlerin spesifitesi ve duyarlılığı da önemlidir. Örneğin romatoid faktör (RF), romatoid artrit için çok duyarlıdır ama spesifik değildir. Buna karşılık sistemik lupus eritematosus (SLE) tanısında kullanılan an-ti-SM oldukça spesifiktir, ama çok duyarlı değildir. (Hastaların %30-40 kadarında bulunur ve SLE tanısını kesinleştirir, fakat %60-70 hastada tanıyı atlar). Akut faz proteinleri Başlıca akut faz proteinleri eritrosit sedimantasyon hızı, CRP, serum Amliod A, ferritin, fibrinojen, haptoglo-bin, alfa-1 globulin, alfa-2globulin, alfa-1-antitripsindir (Albumin, prelbumin, transferin negatif Akut faz proteinleridir). Bunlar enflamasyonun varlığını ve şiddetini gösterirler; hiçbir hastalığa özgü değildirler. Akut faz proteinleri doku makrofajları tarafından salınan bazı sitokinlerin etkisi ile (ILI, IL6, IL8,TNF-alfa) karaciğerde sentezlenirler; bunlar romatizmal hastalıklar yanında, enfeksiyon hastalıkları ve habis hastalıklarda da yükselirler. 452 İmmünolojik testler Romatizmal hastalıklarda oluşan otoantikorlar tanı koymada, hastalık aktivitesini değerlendirmede çok önemlidir. Romatoid faktör (RF) IgG'nin Fc kısmına karşı gelişen antikorlardır; genellikle IgM yapısındadır. RF, romatoid artrit için çok duyarlı olmasına karşın hastalık için özgül değildir. RA dışında SLE, Sjögren sendromu gibi diğer bağ dokusu hastalıklarında, viral, bakteriyel, paraziter enfeksiyonlarda, neoplazilerde, bazı karaciğer hastalıklarında ve yaşlılarda romatoid artritteki kadar olmasa bile yüksek olabilir. Antinükleer antikorlar Hücre çekirdeği içindeki DNA, RNA, histonlar, sentro-mer, nukleolus ve diğer nükloeproteinlere karşı oluşan antikorlardır. Özellikle SLE ve diğer bağ dokusu hastalıklarında genellikle pozitif bulunurlar. Normal popülasyonda da ANA pozitifliğine rastlanabilir. Örneğin Türk çocukların %4 oranında düşük titrede ANA varlığı saptanmıştır. Normal popülasyonda ANA pozitifliğine yaşla birlikte artar. c. Antinötrofil sitoplazmik antikor (ANCA) ANCA özellikle Wegener granülomatozu ve mikrosko-pik PAN'da önem kazanmıştır. İmmünfloresan ile 2 boyanma tipi vardır; sitoplazmik (cANCA) ve perinük-leer (pANCA). SLE'de ve primer antifosfolipid sendromunda antifos-folipid antikorlar (antikardiolipin antikorlar, ACA) saptanabilir. HLA antijenleri Bazı romatizmal hastalıkların tanısında doku antijenlerinden yararlanılır. Bu bağlamda HLA B5 ile Behçet sendromu ve B27 ile spondartrit beraberliği en sık rastlanılanıdır. . Sinovial sıvı incelemesi Sıvının rengi ve berraklığı, yanında akışkanlığına ve müsin pıhtısının dağılma özelliğine, hücre sayısı ve formülüne ve kristal içerip içermediğine bakılır. Gerekiyorsa kültür yapılır. Geçirilmiş streptokok enfeksiyonun gösterilmesi Bu amaçla ASO, anti DNAaz B, anti-hiyaluronidaz, an-ti-streptokinaz gibi testlere bakılır. Geçirilmiş streptokok enfeksiyonlarını göstermek için kullanılırlar. Bunlar arasında pratikte en çok ASO kullanılır. 200 tod ünitesinin üzeri yüksek kabul edilir. Ama her yüksek ASO aktif hastalığı göstermez. Aktif hastalık varsa ardışık tahlillerde serum ASO düzeyi yükselir. Tablo 1-1. Antinükleer antikorlar Spesifik ANA'lar Antijen Diğer özellikler Anti-ds-DNA (Natif DNA) Çift sarmal DNA Sadece SLE de (~%40 vakada) ve hastalığın aktivite endikatörü (serum kompleman düzeyi gibi), ilaca bağlı lupusta olmaz Anti-Sm Sm RNP (mRNA işlenmesinde) Sadece SLE de (%30 vakada) Anti-SSA (Ro) 60 ve 56 kD protein (fonksiyonu 1- SLE bilinmiyor) 2- Neonatal SLE: anneden çocuğa geçen antikorlardır ve 6 ayda dolaşımdan kaybolurlar. 3- Sjögren, 4- Sistemik Skleroz ve 5- ANA negatif SLE'de HLA-DR3 ile SSA birlikteliği mevcut Anti-SSB (La) 48kD protein+ küçük bir RNA (RNA Sıklıkla Sjögren'de (%30) polimeraz3 regülasyonunda) Anti-RNP U1-6 RNA ve protein (protein Mikst konnektif doku hastalığında (%100); SLE ve 453 sentezinde) sistemik sklerozda da olabilir Anti-histon H1, H2A, H2B, H3, H4 (nükleozom ilaca bağlı SLE (%95) ve SLE (%25), asıl olarak ilaca yapısında) bağlı Lupusu ekarte etmek için kullanılır Anti-sentromer Sentromerik kinetokorlar bölünmesinde) Anti-nükleolar RNA polimeraz I Sistemik skleroz Anti-Scl-70 DNA topoizomeraz I Sadece sistemik skleroz (hücre CREST 454 2. SEROPOZİTİF ARTRİTLER A. ROMATOİD ARTRİT En sık rastlanan romatolojik hastalıktır (2. sırada Sjögren hastalığı). Kronik, simetrik, erozif, deforman sinovit ile birlikte periferik sinovyal eklemlerin tutulduğu otoimmun bir hastalıktır. Başlangıç formları 1- En sık olarak sinsi bir başlangıç olur. 2- Daha az sıklıkla akut şiddetli poliartriküler form olarak ortaya çıkar, 3- Nadiren ise akut, ağır kısıtlayıcı monoartriküler olarak başlar. 4- En az palnidromik romatizmadan dönen form görülür. Palindromik romatizma: Zaman zaman gelen (birkaç hafta ya da birkaç ayda bir artrialji, hafif mono veya oligoartriküler artrit olarak başlar yumuşak doku şişliği ile seyreder 3 ile 5 günde sonlanır. Bu periyotlarda ateş ESR yükselmesi, lökositoz bulunabilir. Ailesel olabilir; belirli bir HLA tipi ile birlikteliği gösterilmemiştir. RF ~%30 vakada (+), ANA genellikle negatiftir. Yaklaşık %30'u RA'e döner (özellikle RF pozitif olanlar), %5-25 diğer seronegatif artritlere döner, %25-45 aynı şekilde devam eder. Tedavisinde öncelikle aktif dönemde NSAİ+steroid ile semptomatik tedavi nöbetleri hafifletmek sıklığını azaltmak için klorakin yetmez ise kolşisin, o da olmaz ise metotreksat kullanılmaktadır. Romatoid Faktör (RF:lgG'nin Fc parçasına karşı antikordur) % 85 hastada (+) fakat spesifik değildir. Çoğunlukla IgM (%70) lgG(~%30) fakat diğer tiplerde olabileceği gösterilmiştir. Ayrıca RF sağlıklı insanların ~%3'ünde de + olarak bulunmaktadır. HLA-DR4 antijenin subtipleri pozitif olanlarda RA agresif olarak seyreder. Ayrıca DR1 de RA'da artmış olarak gösterilmiştir. Agresifiteyi gösteren diğerleri: Yüksek RF, ANA (+), konstitüsyonel semptomlar (halsizlik, ateş, iştahsızlık kilo kaybı), sinsi başlangıç, erken romatoid nodüllerin ortaya çıkması, yüksek ESR, ekstra artriküler bulgular. Patoloji Etkilenen eklemde sinovyal enflamasyonla birlikte Tip A ve B hücrelerinin sayısı artar bu kıkırdağın ve kemiğin erozyonuna düşük viskoziteli sinovyal sıvı üretimi ve lökosit enfiltrasyonuna sebep olur. Simetrik eklem tutulumuyla karakterizedir MKF, MTF, PIF, (bazen özellikle JRA'da TM eklemleri) sıklıkla olmak üzere tüm sinovyal eklemleri tutabilir. Kuğu boynu, düğme iliği deformasyonları ve ulnar deviasyon görülebilir. Sinovyanın kalınlaşması ve hiperplazisi sonucu vaskü-larize bir kitle olan pannus gelişir ve yoğun mononük-leer ve plazma hücre enfiltrasyonu ile birlikte örttükleri kemiği erozyona uğratırlar. 455 Tanı Kriterleri • Sabah tutukluğu (6 haftadan fazla ve 45 dakikadan uzun) • El bileği, MKF, PIF eklemlerinde 6 haftadan uzun süreyle şişlik (DİF'ler tutulmaz ya da az sıklıkla ancak geç dönemde tutulabilir) • Üç eklem bölgesinde 6 hafta süreyle şişlik • Simetrik eklem şişliği ( 6 hafta süreyle) • Romatoid Nodüller • El grafilerinde erozif sinovitise bağlı değişiklikler • Pozitif RF Tanı için en az 4 kriterin olması gerekir. Horlama krikoaritenoid eklemin tutulduğunu düşündürmelidir. RA tanılı bir hastada diz tutulumu var ve baldırda ağrı ve şişme varsa Baker Kisti (popliteal kist) rüptürünü düşünülmelidir (Psödoflebitis). Kronik ve ağır seyirli hastalarda C1-2 eklemler (atlan-toodontoid proses) arasında 3 mm'den fazla ayrışma sublüksasyonu düşündürmelidir. En iyi lateral flek-siyonda grafide görülür— ayrışma >5 mm cerrahi olarak füzyon yapılır. Karpal-Tünel sendromu (median sinir) veya Guyon tünel sendromu (ulnar sinir sıkışması, daha az oranda) görülebilir. Servikal vertebra (apafizerfaset eklemleri tutar, korpus tutulmaz) sık, torasik vertebra daha az tutulur. Lom-ber vertebra ve sakroiliak eklemler tutulmaz (Anki-lozan Spondilit ve Psoriatik Artritte tutulur) Ekstra Artriküler Tutulum 1) Romatoid Nodul: %20 vakada ekstansör yüzlerde, kemiksi çıkıntıların üzerlerinde bulunur. 2) Kalp: Perikardit (efüzyon veya kalınlaşma), miyokardit. 3) Böbrekler: SLE'den farklı olarak primer glomerüler hastalık yok veya çok nadirdir. Sjögren ile birlikteliğinde interstisyel renal hastalık görülebilir. Eğer proteinüri gelişirse sıklıkla Tedavi ile ilişkili (altın tuzları ve kronik NSAİ kullanımı) veya geç dönemde amiloid böbreğidir. Bu ilaçlara bağlı papiller nekroz gelişebilir. 456 Ayrıca tabloya eklenmiş bir PAN ile segmental nekotizan GN eklenebilir. 4) Akciğer: En sık plörezi ve efüzyon, tipik olarak sıvının glükoz düzeyi çok düşük (<20-30 mg/dL), LDH yüksek (eksüda), arterite bağlı pulmoner hipertansiyon, bronşiolitis obliterans ve ayrıca sıklıkla interstisyel fibroz gelişir. Pnömokonyoz ile RA birlikteliği (Kaplan send.) krikoaritenoid eklem tutulumu sıktır. Özellikle sabahları artan şişlik ağrı, disfoni görülür. 5) Kronik hastalık anemisi 6) Vaskülitler: PAN eşlik edebilir Periferik Sinir: Mononöritis multipleks düşük ayak ve düşük ele sebep olabilir (Vaskülite bağlı iskemik nöropati). 7) Felty Sendromu: RA + Splenomegali + nötropeni (bazen generalize LAP, trombositopeni ) 8) Göz: Sjögrenle birlikte keratokonjuktivitis sikka, sıklıkla bulunur. Sklerit ve episklerit, skleromalazi perforans görülebilir. GİS: kserostomi ve tedavi ile ilgili komplikasyonlar hariç RA'ya spesifik tutulum yoktur. Klasik Tedavi Öncelikle ASA ve NSAİ. NSAİ'ler hastalığın grafilerde-ki progresyonunu etkilemez. Düşük doz steroid (erozyon formasyonunu azaltabilir) özellikle yumuşak doku tutulumlarına etkilidir (örn. Tenosinovitler gibi). Yüksek doz steroid sadece siste-mik bir vaskülitin eşlik ettiği durumlarda kullanılabilir (Örn. PAN eşliği gibi). Yavaş etkili/ Hastalığı modifiye edici ilaçlar • Altın tuzları • Hidroksiklorakin • Penisilamin • Metotreksat • Sülfosalazin: Sulfapiridin parçası etkili bileşik (ülseratif kolitte ise 5-aminosalisilik asit parçası etkili) • Biyolojik ilaçlar: MTX'e cevapsız ya da dirençli ise TNF, IL1 inhibitörü monoklonal antikorlar Günümüzde artık daha çok kombine tedaviler kullanılmaktadır: Örneğin: MTX +Azathioprin +/- klorakin veya MTX+ altın tuzları gibi. Son yıllarda tedaviye cevap vermeyen olgularda TNF-alfa kırıcıları da kullanılmaktadır. Pahalı olmaları ve enfeksiyona karşı direnci azaltmaları en önemli sakıncalarıdır. Alternatif tedavi • Omega 3 yağ asitleri: (EPA + DEHA: 2,000-3000 mg/gün) • D vitamini: 2,000 Ü/gün (aynı zamanda antienflamatuardır). 250H D vit 100 ng/mL dolaylarında tutulmalıdır. • C vitamini: 1000-2000 mg/gün • Diyet: Omega-6 içeren yağların (margarin, ayçiçeği, mısır) azaltılması, unsuz şekersiz diyet, probiyotikler (kefir, yoğurt suyu, nar ekşisi, turşu, şalgam suyu, boza, sirke vb). • Antienflamatuar-antioksidan bitkiler, otlar: Zerdeçal, ısırgan tohumu, keten tohumu, kekik, dereotu, maydanoz, fesleğen, roka, tere, nane, sarımsak, soğan, kırmızıbiber, karabiber, kimyon, tarçın vb. B. JUVENİL ROMATOİD ARTRİT Juvenil romatoid artrit sebebi bilinmeyen çocukluk döneminin kronik sinovyal enflamasyonla seyreden bir hastalığıdır. Kızlarda daha sık olmak kaydıyla çocukluk döneminin her yaşında görülebilir. Tanı koydurucu herhangi bir laboratuar testi yoktur (ANA, RF ve bazı HLA gruplarının varlığının pozitif ve negatif olması belirleyici değildir). 457 Subtipler Sistemik başlangıç Olguların yaklaşık %20'sinde sistemik başlangıç vardır (Stil hastalığı). Bu form yüksek ateş döküntü, splenomegali, genel adenopati ve serozit (perikardit ve/veye plörit) ile karakterizedir. Artrit sistemik belirtilerden sonra da görülebilir. Ateş bacaklıdır; sabah düşük ikindi ve gece yüksektir; 2 hafta kadar sürebilir. ANA ve RF genellikle negatiftir. Poliartriküler başlangıç JRA'lı vakaların %40'ında 5 veya daha fazla eklemi tutan bir başlangıç görülür. RF % 15-20 vakada ANA %4060 vakada pozitiftir. RF pozitif olanlarda daha fazla erozyon, romatoid nodul, vaskülit eşlik eder ve prognozu kötüdür. Pausiartriküler başlangıç Kızlarda 4 kat kadar sıktır Vakaların %50'sidir. Klinik belirtiler Hastalığın başlangıcından 6 ay içinde 4 veya daha az eklem tutulmuştur. Bunların yarısında tek eklem tutulur (%25) ve en sık olarak da diz eklemi tutulur. Diz, el ve ayak bileği ve dirsek en çok tutulan eklemlerdir. ANA %75-80 pozitif fakat RF sıklıkla negatiftir (<%2). Vakaların %10-50/sinde iridosiklit gözlenir. Tedavi Tedavi romatoid artritte olduğu gibidir. 458 3. SERONEGATİF SYONDİLOARTROPATİLER İmmün kaynaklı ve genellikle asimetrik poli/oligoar-tritler olup birlikte vertebra ve sakroiliak eklemleri de tutan tentezit (tendon ve ligamanların kemiğe bağlandığı yerlerin enflamasyonu) ve daktilit (sosis şekilli parmaklar ankilozan spondilitte, Reiter sendromunda ve psoriatik artritte) görülür. Tekstraartriküler (göz: üveitis, kalp: aorta tutulumu ve ileti defektleri) tutulum ile seyreden bir hastalık grubudur. HLA-B27: Ankilozan spondilitte %90, Reiter sendro-munda % 60-80 (+); Yersinia, Shigella, Salmonella artropatisinde %80, enflamatuar barsak hastalığı veya psoriatik artriti olupta spondiliti olan hastalarında % 60 kadarında (+). Normal popülasyonun %10 'unda pozitiftir. Sıklık RA ve OA'da normal popülasyondaki gibidir. Spondilpartropatiler Spondilpartropatiler bir takım ortak özelliklere sahiptir. Sırt ağrısı, üveit GİS semptomları, döküntüler vb. Bazıları HLA-B27 birlikteliği gösterir. Klinik ve genetik benzerlikleri ortak bir fizyopatolojiye sahip olduklarını düşündürmektedir. Spondilpartropatilerde romatoid fakör negatiftir. Bu nedenle seronegatif artrit grubunda değerlendirilirler. Bu grubun içinde ankilozan spon-dilit, reaktif artrit ve psoriatrik artit bulunur. A. ANKİLOZAN SPONDİLİT Ankilozan spondilit aksiyal iskelet ve büyük periferik eklemlerin iltihabı, gece sırt ağrısı, sırt serliği, kamburluk (kifoz) konstitusyonel semptomlar ve anterior üve-itle karakterize sistemik bir bozukluktur. RF ve diğer otoantikorlar negatiftir. Tipik ilk şikayet sabaha karşı kalça ve bele yayılan istirahat ile artan bel ağrısıdır (sakro ileitis). Ağrıların günlük aktivite ve egzersiz ile azalması karakteristiktir. Hastalarda daha sonra giderek artan bir kifoskolyoz, spinokranial ankiloz ve göğüs ekspansiyonunda azalma olur (restriktif akciğer hastalığı). Erişkinlerde vertebranın daha üst, jüvenil formunda ise çoğunlukla alt kısım tutulur. En çok geç adolesan ve erken erişkin yaşlarda başlar; 40 yaş üstünde başlaması nadirdir. Grafilerde vertebraların bambu kamışı görünümü alması ile sonlanın Periferik eklemlerde asimetrik (büyük eklemlerde) oligoartriküler tutulum olabilir. Vertebra cisminin diğer radyolojik lezyonları: Romanus lezyonu disk sınırında, köşelerinden erozyonu, vertebranın kareleşmesi ve diffüz osteoporozdur (bambu kamışı görünümü). Fakat semptomların başlamasından yıllar sonra dahi grafiler normal bulunabilir. Spondiler ve sakroiliak ağrı her zaman egzersiz ile azalır. 459 Erişkinlerin tamamında sakroiliak tutulum vardır. Kostavertebral ve kostatransvers eklemler de tutulur. Hastaların %30'unda üveitis (fotofobi, ağrı, lakrimas-yon) %3'ün de asendan aortitis (sıklıkla aort yetersizliği nadiren konjestif kalp yetersizliği) görülür. Api-kal pulmoner fibroz geç ve nadir komplikasyonudur. Amiloidoz görülebilir. Ayrıca anterior atlantoaksial subluksasyon, özellikle servikal bölgede olmak üzere fraktür / dislokasyon ve cauda eguina sendromu görülebilmektedir. 460 461 Tablo 2-1. Romatoid artrit ve osteoartritin karşılaştırılması Romatoid artrit Osteoartrit Patogenez Otoimmün (sinovyanın hastalığı) Dejeneratif (kıkırdağın hastalığı) Yaş 30-40 60-80 Seks K/E-3/1 K=E Eklem tutulumu Simetrik Asimetrik Tercih ettiği bölge Elde metatarsofalejial interfalenjial eklemler ve proksimal Vücut ağırlığını çeken eklemler; Bilekler Nadiren vertebra atlantoaksiyel eklem tutulur • Alt ekstremitenin büyük eklemleri (diz, bilek) • Vertebral eklemler (alt servikal ve lomber bölge) etkilendiğinde • • • Distal ve proksimal interfalanjial eklemler; Birinci karpometakarpal eklem Birinci tarsometatarsal eklem Patoloji İlk lezyonlar Pannus gelişimi Eklem kıkırdağının su kaybetmesi (fibrilasyon) Eklemin sonu Ankloz (10-15 yıl içinde) Osteoskleroz (ankloz beklemiyoruz) Osteofit gelişimi Subkondral kemik kistleri Subkondral kemik kalınlığında artış (skleroz) Eklem aralığının daralması Krepitasyon Yok Var Elde Distal interfarengial eklemlerde bulunan El parmaklarında osteofit yok küçük osteofitler "Heberden nodülleri" olarak bilinir, bu sıklıkla kadınlarda, primer osteoartritle izlenir. Daha nadiren izlenen proksimal interfarengial eklemlerde bulunan küçük osteofitler "Bouchard nodülleri" olarak bilinir Kemik Osteoporoz Osteofit Ekstraartiküler lezyon Romatoid nodüller (sinovyada fibrinoide Yok nekroz içeren granülomlar) İç organlar Tutar Yok Sistemik bulgular Var Yok Serolojik test RF, ANA Yok Prognoz Ölüm %5'ten azdır. Birincil olarak vertebral fraktürler (özellikle sevikal bölgede ise), kardiak komplikasyonlar ve amiloidoz ile ilişkilidir. Tanı Tanı psöriasis ve enflamatuar barsak hastalığı olmaksızın semptomatik sakroiliitin olması ile konur. Hastalarda HLA-B27 doku tipi vardır. Fakat tanı için HLA-B27 gerekli değildir. Wright-Schöber testi ve el-yer aralığı, oksiputduvar mesafesi ve vertebral eğilebilirlik için kullanılır. 462 Tedavi Egzersiz programı, postür eğitimi, balık yağı, endome-tazin tolmetin ve piroksikam etkilidir. Diğer NSAİ'ler daha az etkilidir. ASA, propiyonik asit türevleri, gluko-kortikoidler, D-penisillinamin ve klorakine cevap yoktur. Cevapsız vakalarda sülfosalazin, MTX ve azotiopi-rin kullanılr. Son yıllarda tedavide alfa-TNF kırıcıları da kullanılmaktadır. Alternatif tedavi için (bak romatoid artrit). B. TEKRARLAYAN POLİKONDRİTİS Burun, kulak, larenks ve trakea kıkırdaklarının enfla-masyonudur. Artrit ve oküler tutulum da görülebilir (sklerit, iritis, retinal vaskülit). Aortik dilatasyon ve %20 vakada aort yetersizliği görülebilir. Horlama, eyer şeklinde burun ve kulak kıkırdaklarında şişme bu hastalığı düşündürmelidir. Çocukluk çağında nadirdir. Ellili yaşlarda sıktır otoimmun hastalık olarak kabul edilmektedir. Vakaların %30'undan fazlasında eşlik eden otoimmun veya hematolojik hastalık bulunmaktadır (Sjögren, SLE, RA, spondiloartropatiler, MDS, Hodgkin, diyabet, psoriazis). Kollajenlere karşı otoontikor ve T hücre enfiltrasyonları gösterilmiştir. Tanı kriterleri 1) Bilateral auriküler kondritis 2) Non-erozif, seronegatif enflamatuar poliartrit 3) Nazal kondrit 4) Okular enflamasyon (konjuktivit, keratit, sklerit / episklerit, uveit) 5) Solunum sistemi kondritleri (larengeal ve/ veya trakeal) 6) Koklear ve/veya vestibular disfonksiyon (nörosensoryal işitme kaybı, tinnitus ve/veya vertigo) Yukarıdaki kriterlerden 3 veya daha fazlasının bir arada bulunması gerekmektedir. Tanı için biyopsi ile enflamatuar reaksiyonun gösterilmesi çoğu vakada gerekli değildir. Tedavi NSAİ ilaçlar genellikle yeterli cevapsız vakalarda steroid ve gerekirse immünosüpresif tedaviler kullanılmalıdır. Aort kapak replasmanı bazı vakalarda gerekmektedir. C. REAKTİF ARTRİT Reaktif artrit genellikle spondiloartropatidir. bir enfeksiyonla (genitoüriner ya da gastrointestinal) ilişkili olan akut bir Erkeklerde kadınlardan -20 kez sıktır. Vücudun diğer herhangi bir yerinde enfeksiyonla birlikte (korunmasız bir cinsel aktiviteyi takiben yaklaşık 1 ay sonra) ortaya çıkan akut nonpürülan seronegatif artritlere verilen genel isimdir. Hem Reiter hem de diğer reaktif artritlerde (konjuktivit ve üretriti olmayan) sebep olan bakteriyel ajanlar: 1- Diare(Salmonella, Shigella, Yersinia, Klebsiella, Campylobacter) 2- Üretrit (Chlamydia, Ureaplasma) Bunlara eşlik eden asimetrik artritli hastalarda reaktif artrit düşünülmelidir. Vak'aların %75'inde HLA-B27 pozitiftir. Başlıca belirtiler daha çok alt ekstremiteleri tutan asimetrik artrit, konstitisyonel belirtiler, entesititis, tendinitis mükokütan ülserler ve hiperkeratotik ya da kabuklu veziküler lezyonlardır (keratoderma blennorrhagicum). Tanı klinik olarak konulur. Tedavide antienflamatuarlar, sulfasalazin ve immunosupresanlar kullanılır. Üretrit, servisit, konjonktivit ve mükokütan lezyonlarla karakterize spondiloartropati de reaktif bir artittir (eskiden Reiter sendromu denilirdi). 463 D. REİTER SENDROMU Reaktif artritlerin klasik bir formudur. Nonspesifik üretrit, konjuktivit ve asimetrik artrit tiradı ile seyreder. Karakteristik deri döküntüleri keratoderma blen-norrhagica (ayak tabanlarında püstüler psoriazise benzer) ve mukokütanöz lezyonlardır (Sirsinat balani-tis, serviks uteri lezyonları, ağız ülserleri). Tanı: Klinik bulgular ile konulur. Yaklaşık 1-2 ayda düzelme sağlanmasına rağmen vakaların ~%50 sinde nüksler görülür. Reaktif artritin otoimmun bir hadise olduğu düşünülmektedir. Semp-tomatik tedavi yapılır. NSAİ kullanılır nadiren refrakter vakalarda metotreksat, sülfosalazin veya azatioprin kullanılır. E. ENTEROPATİK ARTROPATİ Enteropatik artropati kr. enflamatuar bağırsak hastalığı olanlarda mono veya oligoartirküler tutulum şeklinde görülür. Alt ekstremitenin birkaç ekleminde tutulmuştur (genellikle sakroiliitis yoktur). Enflamatuar barsak hastalıklarının alevlenme dönemleriyle ilişkilidir ve barsak hastalığının tedavisi ile sinovitiste komplet remisyon sağlanır. Bu dönemde yardımcı amaç ile NSAİ kullanılmalıdır. Bu hastalarda eritema nodosum ve piyoderma gangrenozum ortaya çıkabilir. F. PSORİATİKARTRİT Psoriazisli hastaların ~%10'una artrit eşlik edebilir; ar-trit genellikle asimetriktir. Psoriatik artritli vakaların %95'inde periferik eklem tutulumu vardır, çoğunda 5 ve daha fazla periferik eklem tutulumuştur en sık dis-tal interfalangiyal eklem tutulur. Diğer %5 inde yoğun spinal tutulum vardır (AS ye benzer). Az sayıda hastada bambu kamışı şeklinde görünüm vardır. Başlangıç döneminde vakaların yaklaşık %25'inde RA'e benzer (DIF'lerin tutulmadığı, RF negatif), deri-tırnak lezyonları görülebilir. En kötü seyri eklemlerde ağır rezorptif dejenerasyona sebep olmasıdır (artritis mutilan). Ellerde ve DİF'te tutulumu sıktır (RA dan farklı olarak) ve özelliklede psoriatik tırnak lezyonları ile birliktedir. Sakroiliitis sıktır (%20). Hastaların serumda IgG yüksek, IgG ve IgA tipi RF (bazen) ve immün kompleksler gösterilmiştir. Tırnak noktalanmaları (pitting) ile de ortaya çıkabilir ayrıca transvers ve longutidunal çizgilenme, subunkal keratoz, onikolizis de görülebilmektedir. Hastaların %30'unda konjuktivit, skleritepisklerit ve keratokonjuktivitis sikka bulunmaktadır. Tedavi: Endometazine dirençli vakalarda MTX verilebilir. Altın tuzları da etkili olabilir. Antimalaryaller kullanılmaz; çünkü deri hastalığı şiddetlendirebilir. (psoriazisi şiddetlendiren diğer durumlar: Güneş yanığı, enfeksiyonlar viral ve streptokoksik farenjit, beta-blokerler.) 464 4. OTOİMMÜN ROMATİZMAL HASTALIKLAR A. BEHÇET HASTALIĞI Orta Doğu ve Japonya'da sıktır. Nadir olmakla birlikte 10 yaşın üzerindeki çocuklarda da görülebilir. Multi sistematik bir hastalıktır. Her boy arter ve venle-ri tutabilen vaskülitik bir sendromdur (derin ven trom-bozları, tromboflebit, nekrotizan vaskülit, lökositoklas-tik vaskülit vs). Ağrılı tekrarlayın aftöz stomatit ve genital aftöz ülserler ile karakterizedir. Diğer bulgular; • Eklem: sinovitis • Deri: Eritema Nodosum • Göz: Üveitis, optik nöritis, retinal vaskülitis • GİS: GİS tüm bölgelerde mukozal ülserasyonlar, kanama ve perforasyonlar, nadiren hepatit • Meninksler (menenjit) ve beynin (fokal nörolojik defisitler- hemiparezi, kuadriparezi, serebellar ataksi vs). Deride iğne batırılmasıyla hiperreaktivite (steril püstül/ apse formasyonu-paterji testi-) oluşabilmektedir. Hastalığın sebebi bilinmemektedir. Relaps sıktır. Genellikle HLA-B5 birlikteliği mevcuttur. Hastaların %50 sinde dolaşan immunkompleksler gösterilmiştir. Tanı Kriterleri • Oral ülserasyonlar (yılda 3 ve daha fazla) + aşağıdakilerden herhangi 2 tanesi • Genital ülserler • Göz enflamasyonları: Üveit (anterior, posterior), retinal vaskülit, • Deri bulguları: Eritema nodosum, psödofolikülit, papulopüstüller, akneiform noduller, Paterji testi pozitifliği Tedavi Aftlar: Lokal steroid, tetrasiklin gargara, dapson, kolşisin, talidomid Arterit ve tromboflebitler için antikoagülanlar. Göz ve organ tutulumu için steroid ve ek olarak klorambusil. B. OSTEOARTRİTİS En sık görülen eklem hastalığıdır, 60 yaş üzerinde ~%50 kişide görülür. Özellikle yük binen eklemlerde ortaya çıkar. Eklem kartilajının haraplanması sonrasında kıkırdak yüzeyde incelme ve yarılmalar (hatta küçük parçacıkların kopması sonucu osteokondritis IV—Osteokondritis dissekans olur), örttüğü kemikte skleroz ve osteofit gelişimi ile karakterizedir. En son dönemde büyük eklemlerde nadiren ankiloz gelişebilir (küçük eklemlerde beklenmez). Primer olarak enflamatuar değildir; dejeneratiftir; bunun yanında zaman zaman eklem şişmeleri döneminde hafif enflamasyon da olabilir. Ekstraartriküler/ sistemik tutulum olmaz. İdiopatik veya sekonder (enflamatuar artritten sonra veya kristaloartropatilerden sonra) olabilir. Ekzersiz ve aktiviteyle kötüleşir (30 dakika istirahatten sonra istirahat ile ağrı daha iyicedir. RA ve gut gibi hastalıklarda haraket kısıtlığı ve istirahattede ağrı vardır). Gut ve RA da olan sinovitin aksine osteoartritin lez-yonları çok yavaştır ve progressif irreversibldir. DİF, PİF, KMK(karpometakarpal), diz ve kalça eklemini sıklıkla tutar. MKF etkilenmez. Distal interfalangiyalde Heberden nodülleri (Resim 4-2), proksimal interfalangiyalde ise Bouchard nodülleri görülür. Bu noduller primer osteofitik oluşumlardır (travma veya dejenerasyon değildir). 465 Tanı: Tanı eklem ağrısı + grafilerde osteofit oluşumlarını, subkondral skleroz ve subkondral basit kistler ile konur. Eğer osteofit yok ise: 1- Eklem sıvısının berrak ve viskoz olup lökosit ayısının 2000/mm3'ten az olması (lenfosit hakimiyeti) 2- Sabah tutukluğunun <30/dk olması 3- Eklem muayenesinde hareket ile krepitasyonun duyulması gereklidir. Klasik Tedavi • Analjezikler (parasetamol) • COX2 inhibitörleri veya NSAİ veya omega 3 yağ asitleri (2,000-3000 mg/gün). • Glukozamin ve kondritin sülfat kullanımının progresyonu önlediği gösterilmiştir. • intraartriküler hyalüronik asit enjeksiyonu • Fizik tedavi • Gereğinde büyük eklemlere artroskobik debridman veya protez Alternatif tedavi (bak romatoid artrit) 466 5. BAĞ DOKUSU HASTALIKLARI Bağ dokusu hastalıklarının 5 tipi vardır; 1. Periferik (halka) paterni: SLE de görülür. Anti-ds-DNA ile kolerasyon gösterir. 2. Diffüz veya homojen patern: Non-spesifiktir, SLE; İlaca bağlı lupus, RA vs'de görülür 3. Benekli patern: Mikst konnektif doku hastalığında %100 + ve genellikle yüksek titrede ve benekli. 4. Anti-nükleolar patern: Sjögren Hastalığı (%70 ANA+, bazılarında diffüz veya benekli patern görülebilir.) Sistemik Skleroz (%95 ANA+) 5. Anti-Sentromer Patern: Sistemik sklerozun bazı formlarında örneğin CREST. Bu paternde çok ince noktalanmalar şeklinde ve tüm hücre içinde dağılmış durumdadır. A. SİSTEMATİK LUPUS ERİTEMATOZİS Primer olarak genç kadınların hastalığıdır (5:1 - 9:1 oranında görülür). Etyoloji 1) Genetik: Kompleman herediter eksiklikleri, bazı HLA grupları ile ilişkiler kurulmuştur. Kompleman sisteminde C4a gen eksikliğinde ve ayrıca C1q, C1r/s ve C2 eksiklikleriyle de SLE birlikteliği tarif edilmiştir. 2) Çevre: Ultraviyoleye maruz kalmak, aromatik aminler ve bazı ilaçlarla ilişkiler kurulmuştur. 3) Hormonal: Yüksek östrojen/androjen oranları ile ilişkiler önerilmiştir. Patogenezinde otoimmun tablolar immunkompleks depolanmaları ve tromboembolizmler görülür (faktör, kofaktör, trombositlere veya endotele bağlanan antikorlar gösterilmiştir). Kemikler: En sık artralji görülür. Sıklıkla simetrik po-liartrit vardır (Skleroderma ve RA' de olduğu gibi). Eklem deformasyonu: Ulnar deviasyon, kuğu boynu deformitesi ve subluksasyonlar başlangıçta reversibl olmasına karşın sabit olarak kalabilirler. Bu nonerozif fakat deformite yapabilen forma "Jaccoud Artriti" denir. Tenosinovitler ve tendon rüptürleri görülebilir. Akciğer bulguları: Plöretik göğüs ağrısı ve/veya efüz-yon, pnömonitis, pulmoner hipertansiyon, hemoptizi, diyafragmatik yorgunluk. Kalp bulguları: Perikardit, miyokardit, endokardit (Libman-Sacks endokarditi- özellikle mitral kapakta) koroner kalp hastalığı Böbrek bulguları: Glomerulonefropati (hemen her tip). WHO lupus nefriti sınıflaması 1) Normal glomerül Tüm tekniklerle normal (nil) Işık mikroskopisi normal, fakat elektro mikroskopisi veya immun histokimyasal depositler (+) 2) 2) Saf mezangial değişiklikler (Mezangiopati) Hafif hipersellülerite Orta hipersellülerite 3) Fokal segmantal glomerulonefrit Aktif nekrotizan Aktif ve sklerozan 4) Diffüz GN Segmental lezyon yok Aktif nekrotizan 467 Aktif ve sklerozan Sklerozan lezyonla birlikte 5) Diffüz Mebranöz GN Saf mebranöz II ile birlikte III ile birlikte IV ile birlikte 6) İleri sklerozan GN Deri: Nazal ve malar döküntü, diskoid lezyonlar (diskoid upus: plak şeklinde deri lezyonu ile seyreden sınırlı deri formu), diğer çeşitli döküntüler, yamalı alope-ci (kriter değildir). Kan: Lökopeni, lenfopeni, trombositopeni, anemi, tromboz Santral sinir sisemi: En sık baş ağrısı vardır (%15); kognitif/ davranışsal bozukluklar, epilepsi, kore, inme vb. daha nadir olarak bulunur. An ağır formda bulgular bile gerileyebilir. BOS genellikle normaldir. En sık semptom ve bulgular • Artralji (%77) • Konstitüsyonel semptomlar (%75) • Deri (%57) • Artrit (%56) • Renal (%44) Tanı Kriterleri 1. Fotosensitivite 2. Kan tablosunda değişiklikler (anemi, lökopeni, trombositopeni, lenfopeni) 3. Renal tutulum (>0.5 gr/dL proteinüri) 4. Pozitif ANA testi (Lupusa sebep olabilecek ilaç kullanımı olmayacak) 5. Diğer immünolojik testler LE hücresi (ANA+ iken bakılmaz eşdeğeridir) veya Anti-ds-DNA veya Anti-Sm veya Yalancı (+) sifiliz testleri (>6 aydır) 6. Artrit (simetrik): non erozif 2 veya daha fazla periferik eklem tutulumu. 7. Malar Döküntü (Resim 5-1) 8. Discoid Döküntü 9. Nöropsikiatrik bulgular (epilepsi veya psikoz-me-tabolik sebepler veya ilaç yan etkisi ile olmayan) 10. Oral lezyonlar (genellikle ağrısız) 11. Serozitler Not: Dört veya daha fazla kriterin bir arada bulunması gerekli. 468 Dalakta periarteryel fibroz veya soğan kabuğu değişiklikleri SLE için patognomonik olarak kabul edilmişlerdir. ANA en sensitif (%97'sinde pozitif) fakat spesifitesi zayıf, Anti-ds-DNA ve Anti-Sm ise SLE için %100 spesifik (sadece SLE'de pozitif) fakat sensiviteleri düşük sırasıyla %60 ve % 25. SLE düşünüldüğünde ilk ANA bakılır; eğer (+) ise ANA profili yapılır. Eğer ANA ve LE (-) ve klinik olarak kuvvetle SLE düşündürüyorsa "ANA-negatif SLE" tanısı (fakat çok nadir) konur. Bu hastaların bazılarında Anti-SSA/Ro (pozitif) çıkar. Bunlarda deri döküntüsü, fotosensitivite, Raynaud fenomeni ve serozitler daha ön planda olmaya meyillidir. DR3 birlikteliği mevcut ve neonatal lu-pus riski yüksek (%30) ve bunların %10-30'unda kon-jenital kalp bloğu görülür. Anti-fosfolipid sendromu (antikardiyolipin antikorları: lupus antikoagülan testi pozitif, VDRL testerinde yalancı pozitiflik) eşlik edebilir ve bir diğer otoimmun hadisedir. Tromboz ve fetal kayıplara sebep olur. Düşük doz ASA, oral antikoagülanlar tedaviye eklenir. Eğer remisyondaki SLE'li hasta gebe kalırsa tüm anti-SLE ilaçlar kesilir ve hasta izlenmeye alınır. Bunlarda spontan abortus ve Anti-SSA (+) olanların bebeklerinde neonatal lupus ve konjenital kalp bloğu riski mevcuttur. Yakın zamanda alevlenme varsa steroid tedavisine devam edilmelidir. Prognoz: Yüksek Antids-DNA, düşük kompleman seviyesi ve nefrit riskinde artış kötü prognoz işaretlerdir. Anti-U1 RNP artışı daha iyi prognozu gösterir. Günümüzde yüksek doz steroid ve immünsüpresif ilaç kullanılan protokollerin varlığında SLE prognozu daha iyidir. Klasik Tedavi • Stres hastalığı aktifler, aktif dönemde yatak istirahatı uygundur, aktif dönemde cerrahiden kaçınılmalıdır. • Güneş ışınlarından korunulmalı. • Eklem hastalıkları için NSAİ'ler verilir. Cilt lezyonları olanlara klorakin verilir. Steroid majör hastalıkta ve organ tutulumunda kullanılmalıdır ve gereğinde azatioprin ve siklofosfamid eklenmelidir. Uzun süre steroid alan hastalarda (SLE'li-lerin üçte birinde) kalça, diz ve humerusta avasküler nekroz gelişebileceği akılda bulundurulmalıdır. Alternatif tedavi (Bak romatoid artrit). İLACA BAĞLI SLE Yavaş asetilleyicilerde prokainamid, hidralizin, INH, fenotiazinler ve anti konvülsan ve beta-blokerler kullanımı sonrası görülmüş, hemen her zaman antihis-ton antikorlar pozitiftir (SLE de ise oldukça nadir pozitiftir) ve ters olarak anti-ds-DNA ve hipokomplementemi ilaca bağlı SLE de görülmez. İlacın kesilmesiyle tablo düzelir. Artralji, deri bulguları ve serozite görülür; böbrek ve santral sinir sistemi tutulumu beklenmez. B. MİKST KONNEKTİF DOKU HASTALIĞI Bu hastalarda çeşitli romatolojik hastalıkların bulguları birlikte gözükür; örneğin SLE, polimiyozit ve SS gibi ama kendine has bir tablodur. Steroid iyi cevap verirler. SLE2den daha iyi prognozludur. Sadece az sayıda hastada miyokardit ve ağır pulmoner hipertansiyondan kalp yetersizliği gelişir. 469 Bu hastalar yüksek düzeyde anti-U1-6 RNP antikorları taşırlar. anti-U1-6 RNP SLE'de de pozitif olabilmesine rağmen, MKDH olanlarda antids-DNA, Sm, SSA veya SSB genellikle negatiftir. Genellikle ANA paterni beneklidir. Hastalık diğer romatizmal hastalıklar gibi steroid ve immüsüpresif ilaçlarla tedavi edilir. C. ANTİFOSFOLİPİD SENDROMU Tekrarlayan vasküler trombozlar, abortus, trombosito-peni, lupus antikoagülanı ve/veya pozitif antikardiyoli-pin (IgG, IgM veya IgA) testiyle ve/veya yalancı pozitif sifiliz testleri ile seyreden bir sendromdur. Lupus antikoagülanına sebep olan antikardiolipin antikorları SLE'de görülen yanlış pozitif VDRL/RPR testlerine de sebep olurlar. Trombozlar hem arteryel hem de venöz sistemde görülebilir (renal ven trombozu, Budd-Chiari sendro-mu, pulmoner emboli, Addison hastalığı, inme, geçici iskemik atak, monookülar körlük, miyokart enfarktüsü, böbrek arteriyollerinde yetersizlik, dermal enfark-tlar). Hastaların bir bölümünde diğer sistemik otoimmun hastalıklar ortaya çıkabilr (SLE, RA vs). Genç sık tromboembolik hadise geçiriyor veya inme geçici iskemik atak ve derin ven trombozu hikayesi mevcut ise akla gelmelidir (özellikle kadınlarda). Tedavi: Ömür boyu antikoagülan +/- anti agregan ve steroid +/- immunosüresif kullanılır D. SJÖGREN SENDROMU Lakrimal ve tükürük bezlerinin lenfositik enfiltras-yonu sonucu ortaya çıkan bir hastalıktır. Ağız, göz ve diğer müköz zarlar kurudur (Resim 5-2). Tükürük, gözyaşı ve diğer ekzokrin bezler CD4+ T hücreleri ile enfiltredir. Bu hücrelerin oluşturduğu sitokinler (IL-2, g-interferon) sekretuar duktusları tahrip eder. Gözyaşı bezlerinin atrofisi korneanın ve konjonktivanın kurumasına yol açar. İrritasyon ve fotosensivite gelişir. Tükürük kuruması (xerostomia) ve GİS mukozasının atrofisi çiğneme ve yutma (disfaji) bozukluğuna neden olur. Tat ve koklama duyuları azalır. Deri, burun, boğaz, larenks, bronş, vulva ve vajinada da kuruma olur. Olguların üçte birinde artrit olur. Tanı minor tükürük bezlerinin biopsisi ve Schirmer testiyle konur (alt göz kapağının altına filtre kağıdı konulur, normal 5 dakikada yaklaşık 15 mm ıslaklık olur, Sjörgen'de bu rakam 5 mm'nin altına iner). Bir çok otoimmun hastalığa eşlik ettiği gibi, konnektif doku hastalıklarından SLE; RA, Polimiyozit ve skleroderma'nın herhangi birine eşlik edebilir.%60-90 hastada RF+, %70 ANA + (diffüz veya benekli), %60 SSB, %40-50'de SSA + Sjögren hastalarında non-Hodgkin lenfoma gelişme riski normal popülasyonun 40 katıdır. Habis olmayan lökosit enfiltrasyon görülebilir sıklıkla neoplazmı taklit edebilir (psödolenfoma). Tedavi: Semptomatik ve şikayetler ağır ise tedaviye steroid eklenir. Ölüm daha çok pulmoner enfeksiyonlara bağlıdır. 470 E. SKLERODERMA Progressif sistemik skleroz, %95 inde ANA pozitiftir. Sekonder skleroderma bleomisin, benzen, vinilklorid, GVHD, muhtemelen silikaya maruz kalmakla (tartışmalı olmakla birlikte silikon implantlar, silika tozlarına maruz kalmak) ortaya çıkabilir. Deri: Diffüz fibröz kalınlaşma, telenjektaziler (sklero-daktili, gergin yüz ve daralmış ağız). Başlangıç döneminde ciltte musinöz ödem olur sonra fibroz ve atrofi gelişir (Resim 5-3 ve 5-4). Kalsinozis kutis görülebilir. Anormal tırnak yatağı kapillerleri oluşur (sayıları azalır fakat kalanlar görülebilir dev kıvrımlar yaparlar) oluşabilir (fakat primer Raynaud hastalığında tırnak yatağı kapillerlerinde bu değişiklikler görülmez). Ayrıca bu kapillerlerin varlığı hastalığın şiddetiyle direk ilişkilidir. Eklemler: Orta şiddette simetrik artrit oluşur Raynaud hastalığı: Sıklıkla görülür. Eklemlerde fleksi-yon kontraktürü, gelişir ve grafilerde eklem kalsinozisi görülebilir. Ayrıca atrofik dönemde parmak uçlarının osteolizisi grafi ile görülebilir. Kaslar: Polimiyozit tipi semptomlar bulunur. Akciğerler: Pulmoner fibroz ve intimal proliferasyona bağlı pulmoner hipertansiyon gelişir. Böbrekler: Progressif böbrek yetersizliği (ACE inhibitörleri kullanılır) GİS: Alt özefagus tutulumu çok sıktır. (~%50 vakada persitaltizm gecikmesi, dilatasyon veya strüktür gelişimi, disfaji veya reflü görülür) Barsaklarda atoni, bakteri aşırı gelişim, malabsorbsiyon ve diyareler gelişir. Geniş ağızlı divertiküller patognomoniktir. %15 hastada primer bilyer siroz görülür 471 Kalp: Restriktif perikardial-miyokardial hastalık, ileti defektleri, KKY, %80'inde talyum perfüzyon defektle-ri görülür. CREST SENDROMU Sınırlı bölgenin tutulduğu bir sklerodermadır. • Calcinosis cutis • Raynoud • E alt özefagus disfonksiyonu • Sklerodaktili • Telenjektaziler ANA'lardan anti-sentromer antikorları CREST için spesifiktir, fakat sensitivitesi %80'dir. Pulmoner hipertansiyon insidansı yüksektir (%10). ANA %80 pozitiftir. RF yaklaşık %30 pozitif olabilir. Tedavisi semptomatik olarak yapılmalıdır. Fakat son zamanlarda cilt, böbrek, kalp ve akciğer hastalığın ilerlemesini durdurmak amaçlı D-penisilamin umut vaatmektedir. F. EOZİNOFİLİK FASCİİTİS Ekstremitelerde sklerodermaya benzer deri bulguları, bunun yanında farklı olarak periferik eozinofili ve ESR yüksekliği mevcuttur. Daha çok orta yaştaki erkeklerde görülür. Kollar ve bacaklar simetrik olarak kızarmış, şişmiş ve endüre olmuştur. Hareketler kısıtlanır. Deri biyopsisinde de eozinofili görülür. ANA ve RF negatiftir. Tırnak yatağı kapillerleri normaldir. Ayrıca ön kolun ve bacakların proksimalinde deride portakal kabuğu tarzında 472 (distalde olmaz) görünüm bulunabilir. Çoğu kez düşük doz steroid gereklidir; nadiren kendiliğinden iyileşir. G. RAYNAUD HASTALIĞI Primer formu sıklıkla menarş esnasında genç kızlarda görülür. Tırnak yatağı kapilleri normaldir. Raynaud fenomeni bir dolaşım problemi, soğuğa karşı bir hassasiyet vardır. Vazokontriksiyon olur ve kan akımı büyük ölçüde azalır. Raynaud soğukta özellikle ellerde sararma, morarma ve kızarma ile karakterize bir lokal arterial dolaşım bozukluğudur. Klinik bulgular Raynaud için karakteristiktir ve tanı için başka bir tahlile gerek yoktur. Bu bulgular tek başına mevcut ise hastalık Raynaud "fenomeni" adını alır. Fenomene başka bir hastalık eşlik ediyorsa buna Raynaud "sendromu" denir. Özellikle gibi skloderma, SLE bağ dokusu hastalıklara eşlik eder. Eğer olay sadece fenomense tedavide sadece soğuktan korunmak yeterlidir. Sendrom şüphesi varsa eslik eden hastalık tetkiklerle saptanır. Soğuğa çıkmadan evvel cilde nitrogliserin içeren preparatlar sürülebilir. Ağır olgularda Ca kanal blokerler ve alfa blokerler fayda sağlayabilir. Hastalığın ilerleyen evrelerinde trofik bozukluklar ve doku nekrozu oluşabilir. H. POLİ/DERMATOMİYOZİT Diğer otoimmun bağ doku hastalıklarıyla (SLE, MCTD vs.) birlikte de bulunabildiği için otoimmun olduğu düşünülmektedir. Polimiyozit proksimal kas zaafı ve miyalji ile ortaya çıkar. Güçsüzlük genellikle bacaklardan başlar ve mus-kuler distrofiyi taklit eder. Çoğunluğunda anormal miyopatik EMG paterni görülür (amplitüd azalır, diken amplitüdü artar). CPK artmıştır. Kas biyopsisinde sitotoksik T hücre en-filtrasyonu ile miyonekrozis görülür. Bunlar tanıyı koydurur. Hastalık ilerledikçe proksimal disfaji (üst özefagus ve farenksteki çizgili kasların tutulumu) ve kardiyak/ EKG değişiklikleri eklenir. Dermatomiyozit genellikle deri bulguları eklenmiş polimiyozit olarak kabul edilir. Deride açık kırmızıdan koyu mora kadar değişebilen papüler bazen pullu, fotosensitif döküntü oluşur; yüz boyun, eklemlerin ekstansör yüzleri tutulur. 473 Göz etrafında ödem ve "heliotropik döküntü" olabilir mor ve özellikle üst göz kapağında yoğunlaşmıştır. Gottron papülleri MKF'lerin üzerinde kırışık, mor renkli, kabarık olmayan pullu papüllerdir (Resim 5-6). Bunlar en spesifik deri bulguları olmakla birlikte, ekstremitelerin üzerinde vaskülitik papüller de bulunabilir. Polimiyozit ve dermatomiyozit eşlik eden bulgularına göre 6 gruba ayrılırlar; 1- Primer idiopatik polimiyozit 2- Primer idiopatik dermatomiyozit 3- Habis hastalıklara eşlik eden poli/dermatomiyozit 4- Çocukluk poli/dermatomiyoziti 5- Konnektif doku hastalıklarına eşlik eden 6- Müteferrik diğer tip; eozinofili ve inklüzyon cisimcikleriyle vs. birlikte olan Poli/dermatomiyozite eşlik eden bir çok otoantikor olmasına rağmen aşağıdaki 5 tane en spesifiktir. • Anti-Jo: Saf polimiyozitlerin 1/3'ünde • Anti-PM1: Nadiren görülür • Anti-PL7 ve 5. anti-PL12 anti-Jo ya benzer ve saf polimiyozitlerde görülür. • Anti-Mi2: Sadece deri tutulumlarıyla birlikte Erişkin poli/dermatomiyozitlerde %15-30 kanser (AC, meme, mide over vb) görülür. Hastalığın başlangıç yaşı arttıkça kanser ihtimalide artar. Tedavi Steroid iledir, %80 vaka 6 haftada cevap verir, eğer tedaviye cevapsızsa kanser ekarte edilmelidir. Steroid rezistanlara MTX, cevapsızlara yüksek doz IVIG kullanılır; dermatomiyozit cilt lezyonları için klorakin verilir. Alternatif tedavi (Bak romatid artrit) 474 6. NON-ARTRİKÜLER ROMATİZMAL HASTALIKLAR FİBROMİYALJİ Kadınlarda 10 kat sıktır. Hastalar diffüz kas ağrıları, aşırı yorgunluk, uyku ile dinlenememeden yakınmaktadırlar. Tedavi stresin azaltılması, egzersiz ve düşük doz trisiklik antidepresanlardır. EOZİNOFİLİ-MİYALJİ SENDROMU L-triptofan alanlarda tarif edilmiştir. Triptofan vücut geliştirme gibi ağır spor yapanların kullandıkları özel besleyici amino asit tozları içinde bulunur. 1/3 hastada ANA pozitiftir. Hastalarda periferal eozinofili (>1000/mm3), ciddi kas ağrıları, yorgunluk, deri döküntü ve ödemleri, mononöritis multipleks, pulmoner interstisyel enfiltrasyonlar ve pulmoner hipertansiyon görülebilir. REFLEKS SEMPATİK DİSTROFİ Genellikle ekstremitelerde travmayı takiben ciddi ağrı, duyarlılık, dokunma sensitivitesinde artma, geç dönemde deride sıkılık ve parlak görünüm. Tedavi: NSA-i, fizyoterapi, kısa süreli steroid, sinir blokajı. POLİMYALGİA ROMATİCA Polimyalgia Romatica proksimal kas ağrısı ve tutukluk ile karakterizedir. İnsidansı yaşla birlikte artar. Hastalığın birçok etkeni vardır. %15 vakada dev arteritle beraberdir. Ayrıca RA, polimiyozit ve kansere eşlik edebilir. Hastalık sabah tutukluğu ve omuzlarda ağrı ile RA'yı taklit edebilir. Düşük doz steroide dramatik cevap verir. Çoğunluklada 1 yıldan fazla kullanılmalıdır. Hastalık aktivitesini takibinde ESR kullanılır. 475 7. VASKÜLİTLER Vaskülitler damarların immün reaksiyon sonucu oluşmaktadır (immünkompleks ve/veya kompleman aktivasyonu sonucu). Genellikle diffüz miyalji, artralji, nöropati, ateş, kilo kaybı ve halsizlik gibi şikayet ve bulgularla ortaya çıkarlar. Tüm boy arterleri tutabilir. Vaskülitler sebebi bilinmeyen ateş etyolojisinde mutlaka akla gelmelidir. Bunun yanında yeterli açıklamanın sağlanamadığı; miyozit, artrit, döküntü, mononö-ritis multipleks ve multi sistem bozukluğunda (glome-rülonefrit, kalp hastalıkları, sinir sistemi hastalıları) vas-külitten şüphelenilmelidir. Tanı için genellikle biyopsi gereklidir, fakat deri biyopsisi spesifik değildir. Kas ve sinir biyopsisi spesifiktir, fakat sensitif değildir (EMG, semptomlar ile sensitivite arttırılır). Orşit varsa testis biyopsisi yapılabilir. Ayrıce rektal biyopsi de yapılabilir. İskemik vaskülit bulguları olan hastalarda böbrek biyopsisi ile "nekrotizan glomerülonefrit + kresent formasyonu" vaskülit için tanı koydurucudur. A. BÜYÜK ARTER VASKÜLİTLERİ a. DEV HÜCRELİ TEMPORAL ARTERİT Hastalık daha çok boyun ve kafadaki arterleri (karotis ve temporal arter gibi karotis dallarını) tutar. Kadında 3 kat sık ve >50 yaş en sıktır. Aortadan doğan arterlerde multinükleer dev hücre enfiltrasyonu görülür. Tutulum segmental veya parçalı olabilir. Baş ağrısı, diplopi, amorosis fugaks, kafa derisinde hassasiyet artışı ve çene kladikasyosu görülür. Tedavi edilmeyenlerin %40-50 sinde tek taraflı körlükle beraber iskemik optik nöropati gelişir (polimiyalji romatikaların %15'inde temporal arterit görülür bununla birlikte %50 temporal arteritli vakada da polimiyalji romatika vardır). Tanı Tanı temporal arter biyopsisi ile konur. Parçalı tutulum olabileceği için uzunca bir parçanın alınması gereklidir. Negatif biyopsi tanıyı ekarte ettirmez. Sedimantasyon tipik olarak çok yüksektir. Tedavi Genellikle yüksek doz steroide (6 ay - 2 yıl) dramatik cevap alınır. Steroid ile hızlı cevap alınmaz ise tanıdan şüphe edilebilir. Buna rağmen tanı net ise sitotoksik tedavi eklenir. Alternatif tedavi için bkz romatoid artrit. B. TAKAYASU ARTERİTİ (NABIZSIZLIK HASTALIĞI) Nabızsızlık hastalığı genellikle Asya kökenli genç bayanlarda (15-30 yaş) görülür (K/E: 1:8'dir). Enflamasyon damar duvarını daraltarak tromboza yol açar. Geç dönemde diseksiyon olabilir. Ateş, gece terlemeleri, kıgınlık, atrlji ve yorgunluk olur. Daha sonra üst ekstremite kladikasyonu, arter obstrüksiyonu olur; Raynaud sendromu ile prezante olur. Bunun yanında koroner sendrom, mezenterik vasküler yetersizlik, aortik kök tutulumu (%20 hastada valvüler yetersizlik ve KKY gelişebilir). Deri lezyonları, pulmoner enfiltratlar ve glomerülonefrit beklenmez. 476 Serolojik testler negatiftir. ESR yüksektir. Tanı MR anjiografi ve klinik bulgular ile konulur. Tedavi Tedavi steroid + Ca-kanal blokerleri ile yapılır. %60 olguda steroid ile remisyon sağlanır. Bu tedavi yetersiz kalırsa siklofosfamid veya MTX kullanılabilir. Alternatif tedavi için bknz romatoid artrit. Komplikasyon geliştiğinde (özellikle renal arter stenozu ve hipertansiyon varlığında) anatomik düzeltme gerekebilir. Tekrarlayabilir olmasına karşın hastalığın prognozu iyidir. Sifiliz ve ankilozan spondilitte de aortit görülebilir. B. ORTA ÇAPLI DAMAR VASKÜLİTLERİ a. POLIARTERITIS NODOSA (PAN) PAN orta çaplı arterlerde anevrizmalar neden olabilen nekrotizan bir arterittir. Hepatit B, CMV enfeksiyonları, RA, immün kompleks depo hastalıkları, Hodgkin, saçak hüceli lösemi, HIV enfeksiyonları, allerjik reaksiyonlar v.b. gibi bir çok duruma eşlik edebilir ve idiopatik (primer) olabilir. Konstitüsyonel semptomlar • Abdominal semptomlar (ağrı, mezenterik enfarktüs, perforasyonu) • Deri döküntüleri (palpable purpura, livedo retikülaris) • Artrit • Mononöritis multipleks • Multi sistem bozukluğunda (glomerülonerit, kardiyak, sinir sistemi hastalıları) eşlik edebilir. Arterite sekonder böbrek yetersizliği en sık rastlanan ölüm sebebidir. İkinci sırada kardiyak ölümler vardır Semptomların zenginliği sebebiyle göğüs ağrısı (peri-kardit) + abdominal ağrı (mezenterik arterit) + düşük ayak (mononöritis multipleks) gibi farklı farklı sistemlerden bulguları olabilen hastalarda PAN akla gelmelidir (Resim 72). 477 Tanı Aşikar periferik tutulum ve organ tutulumu varsa (sinir, kas, testis, böbrek) biyopsi yapılır + semptomlar + pozitif EMG tanı koydurucudur. Eğer yoksa anjiografi yapılır. Abdominal anjiografide yaklaşık %30 diagnostik diffüz, küçük sakküler anevrizmalar görülür eğer buda negatif ise kör biyopsi (kas ve sinir) yapılır. Bir kısım PAN'lı hastada anti-nötrofil sitoplazmik antikoru (+) olabilir ( P-ANCA) Tedavi Varsa antijen, toksinin kaldırılması + steroid sıklıkla da siklofosfamid kombinasyonu ile (bazen pulse tedavi olarak) tedavi edilir. Alternatif tedavi için bak. Romatoid artrit. Hastalık tedavi edilmediği taktirde ölümcüldür. b. CHURG-STRAUSS GRANÜLOMATOZU (Allerjik anjitis ve granülomatozis) Churg-Strauss Granülomatozu (CSG) hipereozinofilik, granülomatoz vaskülit ve pulmoner lezyon ile seyreden nadir bir vaskülittir. Daha çok küçük olmak üzere küçük ve orta boy arterleri tutar; cinsiyet farkı yoktur. Hastalarda sıklıkla astma ve allerjik rinit hikayesi bulunur. Periferik eozinofili görülür. Astma ve eozino-fili hariç Wegener'i andırır. Allerjik burun ve sinüs lez-yonları destrüktif değildir. Pulmoner enfiltratlar dağınık halde olup daha az ihtimalle nodülerdir. Doku ve kanda eozinofiller Wegener'den daha belirgin olup böbrek tutulumu da daha yumuşaktır. CSG kornerleri, miyokardı ve GİS'i Wegenerden daha sık tutar. Hastalığın tedavisi PAN'da olduğu gibidir. c. MİKROSKOPİK POLİANJİTİS Klasik PAN'dan, sadece çok küçük damarları tutması, akciğeri tutması ve anjiografilerde özellik olmaması ile farklıdır. Ayrıca bunlarda p-ANCA da oldukça sık (%70) saptanır. p-ANCA'ya immünofloresan teknikle bakılır. Nötrofil sitoplazması (c-ANCA) veya perinükle-er bölgede yoğunluk (p-ANCA) gösterir. Hastalarda sadece biri pozitif olabilir. d. WEGENER GRANÜLOMATOZU Üst ve alt solunum yollarını ve böbreği tutan bir tür nekrotizan granulomatöz küçük damar vaskülitidir. Ortalama yaş 40-45'tir. Paranasal sinüsler, akciğer, böbrekler, göz, deri ve santral sinir sisteminde nekrotizan granülomalar ve vaskülit görülür. Solunum yollarıyla ilgili bulgular: Rinit, burun septumu perforasyonu, sinüzit, hemoptizi, akciğerde ka-viter lezyonlar ve enfarktüsler. • Palpabl purpura • Oküler ve orbital enflamasyon (proptoz). 478 • Kardiyak tutulum • Nöropati Göz tutulumu sıktır. Göz küreleri arkasında granulomatöz kitle yaparak propitozise neden olur. Çoğu hasta üst ve alt solunum yolu şikayetleri ile gelir (hasta tekrarlayan epistaksis, mukozal ülserasyonlar, nazal septal perforasyon, nasal deformite ve işitme kaybı seroz otit ve komplikasyonları ile tablo tarif ediliyorsa Wegener akla gelmelidir). Tanı konduğunda %80 renal tutulum, %50 aşikar akciğer tutulumu yoktur. Hastalık ilerledikçe %80 vakada renal ve pulmoner tutulum beklenir. Pulmoner semptom olarak öksürük, hemoptizi, disp-ne ve plörit bulunur; BT ile desteklenir. Böbrek tutulumu (en sık fokal segmental nekrotizan GN) hematü-ri, eritrosit silendirleri ve azotemi ile kendini gösterir. Kas-eklem sistemi tutulumunda artritler görülür fakar deformite ve destrüksiyon yapmaz. %25 vakada santral sinir sistemi ya da periferik sinir sistemi tutulumu bulunur. Tanı: c-ANCA aktif hastalıklı ve multisistem tutulumlu hastalarda pozitif olup hastalığa spesifiktir. Bu antikorun pozitif bulunması ve biyopside nekrotizan granulomatöz vaskülit tesbit edilmesi tanıyı koydurur. Tedavi: PAN'da olduğu gibidir. C. KÜÇÜK DAMAR VASKÜLİTLERİ Hipersensitivite veya lökositoklastik vaskülititler (Deride venüllerin ve postkapiller venüllerin nekrotizan lezyonlarıdır; eksüdasyon, ve hemoraji palpabl purpura klinik bulgularıdır). Dermisteki daha derin küçük damarlar tutulduğunda (livedo retikülaris adını alır) olarak da adlandırılır. Klasik deri bulgusu palpabl purpuradır. Lökositoklastik vakülititler genellikle bir ilaç reaksiyonu (başlangıçtan 1-10 gün kadar sonra) olarak ortaya çıkarlar. Bunun yanında RA ve SLE de ortaya çıktığı gibi immünkomplekslere de bağlı olabilir. Henoch-Schönlein (Bak nef-roloji) ve kriyoglobulinemi + vaskülit bu gruba giren hastalıklardır. 479 8 AİLEVİ AKDENİZ ATEŞİ (FMF) FMF genellikle çocukluk çağında başlayan ve sebebi bilinmeyen otozomal resesif bir hastalıktır. FMF Sefaradlarda, Kuzey Afrikalı Araplarda, Ermenilerde, Yunanlılarda, İtalyanlarda ve Beyaz Türklerde sık görülür. Patogenezde nötrofillerin aktivasyonu önemli rol oynamaktadır. FMF 16. kromozomun kısa kolundaki MEFV genindeki mutasyonlar tarafından oluşturulan otozomal resesif bir hastalıktır. MEFV geni normalde dolaşan nöt-rofillerde kendini gösteren pirin ya da merenostrin denilen proteini kodlar. Bu protein nötrofil aktivasyonu ve kemotaksini inhibe ederek aşırı iltihabi reaksiyonu dizginler. Gen mutasyonu seröz zarlardaki nötrofil-dominant enflamasyonu tetikler. Komplemandan türemiş kemotaktik anafilotoksin C5a inhibitör" eksikliği sinovyal ve peritoneal sıvıda gösterilmiştir. Bu sayede nötrofil kemotaksisi inhi-bisyonu azaldığı için enflamatuar cevap artmıştır. MEFV genindeki mutasyonlar popülasyonun büyük bir bölümünde görülür. Ama bunların küçük bir bölümünde hastalık ortaya çıkar. Aşağıdaki bulgular sıklık sırası ile ateşe eşlik ederler. • Peritonit • Artrit • Plörit • Erizipel benzeri deri döküntüsü • Hastalık düzenli olmayan periodisite gösterir. Her nöbetten bir kaç gün sonra spontan düzelme görülür. Nöbet aralarında hastalarda miyalji (özellikle baldırlarda) görülebilir Eklem tutulumu çoğunlukla artralji şeklindedir fakat büyük eklemlerde artrit olarak da gözükebilir. Artrit genellikle oligoartriküler ve asimetriktir. Atakların diğer bulgularından daha uzun süre devam edebilir. Nadiren kalıcı eklem hasarı gelişir. Amiloidoz sık ve geç komplikasyonudur; proteinüri ve progressif renal yetersizlikle karakterizedir. Tedavi Atak esnasında semptomatik tedavi yapılır. Profilaksi için kolşisin verilir. Zamanında tedavi ile prognoz mükemmeldir. 480 BÖLÜM: 7 ENDOKRİNOLOJİ 1. HORMONLARIN FİZYOLOJİSİ VE BİYOKİMYASI İnsan gibi yüksek organizmalarda hücreler ve organlar arasındaki haberleşme sinir sistemi ve çeşitli iç salgılar tarafından denetlenir. Otokrin salgılar salgılandıkları hücrelere, parakrin salgılar ise hem salgılandıkları hücreler hem de komşu hücrelerde etkilerini gösterirler (gastrointestinal hormonlar, histamin vb). Hormonlar otokrin ve parakrin salgılardan farklı olarak etkilerini kan yolu ile yayılarak salgılandıkları dokunun dışındaki dokularda da gösteririler. Hormonlar vücutta büyüme ve farklılaşma, homeos-tazın idamesi ve çoğalma görevlerinde rol alırlar. GH, tiroid hormonları ve IGF-1 büyümeyi indükler, diğer taraftan seks steroidleri epifiz plaklarının erken kapanmasına ve böylece boyun kısa kalmasına yol açabilirler. Tiroid hormonları, kortizol, mineralokortikoidler, PTH, vazopressin ve insülin homeostazın regülasyonunda görev alırlar. Intrauterin hayatta cinsiyetin belirlenmesi, pubertede seks karekterlerinin gelişmesi, gebelik ve laktasyonun her biri oldukça karmaşık evrelerdir ve birçok hormon aynı anda işlev görür. Hormonlar iki sınıfa ayrılırlar; Steroid-tiroid tipi hormonlar: Suda eriyemedikleri için kanda taşıyıcı protein sistemleri ile çeşitli dokulara taşınırlar. • Kortikosteroid bağlayıcı protein (transkortin) 1 kortizol, aldosteron ve progesteronu taşır. • Seks hormonu bağlayıcı protein: testosteron ve östrojeni bağlar. • Tiroid bağlayıcı globulin T3 ve T4'ü taşır. Taşıyıcı proteinlerin azlığı ya da çokluğu yalancı patolojilere yol açar. Bu gibi durumlarda hormonun serbest düzeylerine bakılmalıdır. Steroid-tiroid tipi hormonların yaşam süreleri uzundur. En uzun hayat süresi tiroid hormonlarındadır (T3 ve T4). Steroid-tiroid tipi hormonların reseptörleri (yağda eriye-bildiklerinden) hücre içindedir. Hormon-reseptör kompleksi hücre çekirdeğindeki ilgili geni uyararak mRNA aktivasyonunu arttırır. Oluşan spesifik protein ise hormon ile ilgili görevleri yapar. Tiroid hormonlarının reseptörü hücre çekirdeğindedir. Peptid hormonlar: Suda eridikleri için taşıyıcı proteinleri yoktur. Yağda eriyemedikleri için hücre içine giremezler. Bu nedenle plazma membranındaki reseptörüne bağlanırlar ve etkilerini sekonder mesajcıları (cAMP, cGMP vb) attırarak gösterirler (Bak Tablo 1-1 ve 1-2). Tablo 1-1. Reseptörlerinin konumuna göre hormonlar. Intrasellüler reseptörlere bağlanan hormonlar Plazma membranı Tip Steroid-tiroid tipi hormonlar Peptid hormonlar Transport proteini Var Yok Eriyebilirlik Yağda Suda Plazma yaşam süresi Uzun (saatler-günler) Kısa (dakikalar-saatler) Mediatör Hormon-reseptör kompleksi Çeşitli Oral kullanım Var Yok 481 Tablo 1-2. Steroid-tiroid tipi ve peptit hormonlar Steroid-tiroid tipi hormonlar • Glükokortikoidler • Mineralokortikoidler • Ostrojenler • Kalsitriol (D vit) • Androjenler • T3* • T4* Peptid hormonlar A. Mesajcısı cAMP olanlar • Katekolaminler (alfa-2, beta)* • CRH • ACTH • ADH • Anjiyotensin II • TSH • MSH • Somatostatin • LH • FSH • PTH • Kalsitonin • Glukagon B. Mesajcısı cGMP olanlar • Nitrik oksit • ANF C. Mesajcısı kalsiyum/ fosfatidilinositol olanlar • Katekolaminler (alfa-1) • Asetilkolin • ADH • Anjiyotensin II • GnRH • Oksitosin • TRH D. Mesajcısı kinaz/ fosfataz olanlar • Büyüme hormonu • İnsülin • IGF-1 • Prolaktin * Tirozinden sentezlenirler. Tiroid hormonlarının reseptörü hücre çekirdeğindedir. HİPOTALAMUS HORMONLARI Hipotalamus ve hipofiz eşgüdüm içinde çalışan ve birçok hormonun salgılanmasını düzenleyen bir sistemdir. Hipotalamustan iki tip faktör salgılanır; 482 SERBESTLEŞTİRİCİ FAKTÖRLER Serbestleştirici faktörler portal venöz sistem ile ön hi-pofize geçerek, uyarıcı hormonların salgılarını arttırırlar. Bunlar son hormon ürünü ile negatif 'feed-back' inhibisyon ilişkisine sahiptirler. Kortikotropin serbestleştirici faktör (CRF) Proopiomelanocortin (POMC) peptid ailesinin (ACTH, melanosit stimülan hormon, endorfinler ve betalipotropin) salgılanmasını sağlar. ACTH, sürre-nal korteks hormonlarının (kortizol, aldosteron ve androjenler) sentezini uyarır. Gonadotropin serbestleştirici hormon (GnRH) Lüteinizan Hormon (LH), folikül uyarıcı hormonu (FSH) ve insan koriyonik gonadotropin (hCG) salgısını uyarır. Tiroid serbestleştirici hormon (TRH) TSH'yı ve prolaktini uyarır. Büyüme hormonu serbestleştirici faktör (GRF): Büyüme hormonunu (GH) uyarır. GH, karaciğer ve diğer dokularda, insüline benzer büyüme faktörü (IGF-1, somatomedin-C) salgısını sağlar. İNHİBİTÖR FAKTÖRLER Ön hipofizdeki hormonların salgılarını azaltırlar; Somatostatin: Büyüme hormonu ve TSH salgılarını inhibe eder. Dopamin: PRL ve LH salgısını inhibe eder. Vücutta hormonal ritm mevcuttur. Menstrual siklus, hipofizer hormonların gündüz-gece sekresyon farklılıkları (24 saatlik döngü içinde sabahları erken saatlerde ACTH-kortizol salgısı). Aralıklı GnRH hipofizer fonksiyonu idame ettirirken sürekli yüksek GnRH ise hipofizer gonadotrop desensitizasyonuna neden olur. Bundan dolayı santral kaynaklı erken pubertede ve prostat kanserinde (testesteron sentezini azaltmak için) tedavide uzun etkili GnRH agonistleri kullanılır. HİPOFİZ HORMONLARI Hipofiz bezi sella tursika'da sfenoid kemik içinde yer alır. Yaklaşık 600 mg'dır. Üst kısmında dura materin uzantısı olan difragma sella yer alır. Yan kısmından kavernöz sinüs geçer (internal karotis arterler, III, IV, V1 V2, VI. kafa çiftleri). Kavernöz sinüsler petrozal sinüslere drene olurlar. Üstünden optik kiazma geçer. Bezin 2/3'ü anterior, 1/3'ü posterior lobdan (nörohipofiz) oluşur. Rathke kesesinden ön hipofiz, ventral diensefalondan ise posterior hipofiz gelişir. Hipofiz bezi 9. haftada gelişimini tamamlar. 12-17. haftalarda normal hi-potalamus-hipofiz aksı çalışır durumdadır. Hipofizin iki bölümü vardır. Ön kısmının (adeno hipfofiz) hipotalamik hipofizer-portal sirkülasyonla zengin bir kanlanması vardır. Burada 6 çeşit hormon yapılır. Büyüme hormonu (GH), prolaktin, kortikotropin (ACTH), gonadotropinler (LH ve F5H), tiroid uyarıcı hormon (T5H) ve prolaktin. • Somatotrop hücre: GH • Laktotrop hücre: PRL • Kortikotrop hücre: ACTH • Tirotrop hücre: TSH • Gonadotrop hücre: FSH ve LH salgılar. Ön hipofizin %40-50'sini somatotrop hücreler, %15-20'sini laktotrop hücreler oluşturur. Bu iki hücre grubu da ön hipofizin lateralinde yer alırlar. Kortikotrop hücreler ön hipofizin merkezinde yerleşiktirler ve bezin %10-15'ini oluştururlar. Tirotrop hücreler %5 civarındadır. En uzun yarılanma ömrüne sahip olan FSH'dır (220 dk), en kısa yarılanma ömrüne sahip olan ise ise ACT'dır (8 dk). PRL'in negatif feedback ile düzenlenmesi yoktur. ACTH ve kortizol yapımı sabahın erken saatlerinde en yüksek düzeye ulaşır, akşam saatlerinde ise en düşük düzeye iner. Arka hipofiz (nörohipofiz): Hipotalamusun uzantısıdır. Burada bulunan supraoptik ve paraventriküler çekirdeklerden iki hormon salgılanır; 1. Arjinin-vazop-ressin (AVP) ya da antidiüretik hormon (ADH) 2. oksitosin. Oksitosin nörofizin-1, ADH ise nörofizin-2 ile arka hipofize taşınır. Tablo 1-1. Hipotalamik ve Hipofizer Hormonlar 483 Hipotalamik hormon Hipofizer hormon ⇒ Son hormon Etki TRH Tiroid uyarıcı hormon (TSH) ⇒ Tiroksin Stimulasyon Prolaktin(PRL) Stimülasyon Lüteinizan hormon (LH) ⇒ Test. + Östr. + Prog. Stimulasyon Folikül uyarıcı hormon (FSH) ⇒ Östrojen Stimülasyon Human koriyonik gonadotropin (hCG) Stimülasyon Prolaktin İnhibisyon Lüteinizan hormon İnhibisyon GnRH Dopamin Kortikotropin faktör(CRF) serbestleştirici POMC hormonları (ACTH, beta-lipotropin, endorfinler) Adrenokortikotropik hormon glükokortikoidler+ androjenler (ACTH) ⇒ Aldosteron Büyüme hormonu serbestleştirici Büyüme hormonu (GH) ⇒ IGFI(somatomedin-C) faktör (GRF) Somatostatin Stimülasyon + Stimülasyon Tiroid uyarıcı hormon (TSH) İnhibisyon Büyüme hormonu İnhibisyon PİNEAL BEZ Diürinal ritmin oluşmasını sağlar. En önemli hormonu melatonindir. Etrafın kararması melatonin salgısını artırır. Melatonin gonadotropin salgısını azaltır. Pineal bezin harabiyeti erken puberteye yol açar. İnhibin Testiste sertoli hücrelerinden, overde ise granüloza hücrelerinden salgılanır. FSH'yı inhibe eder. Aktivin Overden salgılanır. Bazal FSH salgısını ve GnRH ile uyarılan FSH salgısını artırır. Follistatin GnRH ile indüklenen FSH sekresyonunu inhibe eder, etkisini aktivine bağlanarak gösterir. Gherelin 28 aa'lik bir peptiddir. GH sekratogog reseptörüne bağlanır. GH sekresyonunu artırır. Somatostatin GH salgısını inhibe eder. Somatostatin pankreas adacık D hücrelerinde, barsak mukozasında ve mezenterik nöral pleksusta bulunur. Somatostatin birçok hormonun sekresyonunu inhibe eder: İnsülin, glukagon, kolesistokinin, gastrin, sekretin, VİP sekresyonu inhibe olur. Somatostatin etkisi ile gastrik asid sekresyonu, gastrik boşalma, safra kesesi kontraksiyonu splanik kan akımı azalır. Somatostatin analogları akromegali, VİPoma, karsinoid tümörleri ve adacık hücre tümörlerinin tedavisinde kullanılmaktadır. Prolaktin inhibitör factor (PIF) Dopamin, PRL sekresyonunu inhibe eder. 484 Prolaktin salgılatıcı faktör TRH haricinde PRL salgısını artıran başka maddeler de vardır. VİP ve VİP prekürsörü olan peptid histidin, metionin, PRL sentez ve salgısını artırırlar. 485 12. HİPOTALAMUS HASTALIKLARI A. KONJENITAL BOZUKLUKLAR Hipotalamusu etkileyen konjenital bozukluklardan en sık görüleni orta hat yarık defektleridir. Septooptik displazi Septum pallucidum yokluğu ve optik sinir hipoplazisi ile karakterizedir. Hipotalamus disfonksiyonu, erken seksüel gelişim görülebilir. Yarık dudak/damak gibi defektlerde GH ya da diğer hipofiz hormonlarında eksiklik görülebilir. Gelişimsel defektlerin etyolojisinde Pit-1 ve Prop-1 gibi transkripsiyon faktörlerindeki eksiklik olabilir. Kallmann sendromu Anosmi (hipoosmi) ve hipogonadotropik hipogonadizm görülür. MR'da olfaktör bulbusun yokluğu ya da hipoplazisi tespit edilir. Bu hastalarda duysal tipte sağırlık, renk körlüğü, serebellar ataksi, mental retardasyon ve susama merkezi defektleri de görülebilir. Tedavide GnRH ya da gonadotropinler pulsatil olarak kullanılır. Bardet-Biedl sendromu Mental retardasyon, böbrek anomalileri, obesite, hek-sadaktili, brakidaktili veya syndaktili, GnRH eksikliği (erkeklerin %75'i, kadınların %50'sinde) ve retinal dejenerasyon vardır. Leptin ve leptin reseptör mutasyonları Leptin eksikliği, doymama, obesite ve santral hipogo-nadizm ile birliktedir. Prader-Willi sendromu Hipogonadotropik hipogonadizm, hiperfaji-obezite, hipotoni, mental retardasyon, DM tip II, hipotalamik AVP ve oksitosin sentez kusuru saptanır. El ve ayaklar küçüktür. B. TÜMÖRLER Hipotalamus fonksiyonunu etkileyen tümörler içinde en sık görüleni suprasellar yayılım gösteren hipofiz tümörleridir. Hipofiz tümörleri hipofiz sapına bası yaparak ya da mediobazal hipotalamusa etki ederek hiperprolaktinemi, diabetes insipitus (Dİ) veya hipopituita-rizm yapabilir. Kranyofarengioma Kistik yapıda squamöz epitel içeren bir tümördür. Kalsifikasyon saptanabilir. Kraniofarengioma kitle etkisi yaratabilir. Hipopitüitarizm, poliüri (Dİ), PRL yüksekliğine bağlı amenore ve galaktore, başağrısı ve görme alanı bozuklukları tespit edilebilir. Rathke kesesinden orijin alan bu tümörün tedavisinde cerrahi ve radyoterapi kullanılır. Tedavi sonrası nüks görülebilir. Cerrahi tedavi sonrasında panhipopitüitarizm ve Dİ gelişebilir. Susama, beden ısısı düzenlenmesi ve yemek yeme ile ilgili merkezlerde de bozukluk görülebilir. Suprasellar disgerminom Primitif germ hücresinden kaynak alır. Dİ, görme bozukluğu, hipopitüitarizme bağlı büyüme geriliği görülebilir. %50'sinde hiperprolaktinemi görülür. %10'unda tümörün HCG salgılamasına bağlı erken püberte görülebilir. İlk tedavi seçeneği radyoterapidir. Hipotalamik hamartom Hamartom köken aldığı doku ile benzer hücreleri içeren fakat genel yapının dışına doğru düzensiz gelişim gösteren dokudur. Malign değildir. Asemptomatik ha-martomlar otopsilerin %20'sinde görülür. Nadir olarak hipotalamus disfonksiyonu yaratabilirler. Bu tümörler hipotalamusa bir sap aracılığı ile bağlıdırlar. Hamartomların varyantı olan koristom hipofizi uyaran hormonları salgılayabilir, GnRH salgılayanlarda erken püberte görülebilir. Tedavide cerrahi ya da GnRH analogları kullanılabilir. Öncelikle medikal tedavi tercih edilir. Hipotalamusta metastatik (meme ve akciğer) lezyonlar ya da meningioma, glioma gibi başka yer kaplayıcı 486 lezyonlara da rastlanılabilir. C. İNFLAMATUVAR BOZUKLUKLAR Sarkoidoz Vakalarının %1-5'inde klinik olarak MSS tutulumu vardır. Hipotalamus, hipofiz ve hipofiz sapı tutulabilir. İnflitratif olabileceği gibi kitle lezyonu da yaratabilir, hipofiz tümörü ile karışabilir. Hipopitüitarizm, Dİ veya hiperprolaktinemi gelişebilir. Susama merkezi ile ilişkili bozukluklar ve obesite görülebilir. Langerhans hücreli histiositoz/eosinofilik granülomatöz infiltrasyon Dİ, hipopitüitarizm ve hiperprolaktinemi yaratabilir. Hipofiz sapında kalınlaşma ya da kitle lezyonu şeklinde ortaya çıkabilir. Mastoid kemikte ya da çenede osteolitik lezyonlar görülebilir (Hand-Schüller-Christian hastalığı). Tedavide cerrahi radyoterapi, kemoterapi ve yüksek doz steroid kullanılır. D. DİĞER BOZUKLUKLAR Vasküler Hastalıklar Anevrizmalar kitle lezyonları ile karışabilir. Vasküler in-farkt görülmesi çok nadirdir. Travma İzole ACTH eksikliği, panhipopitüitarizm, Dİ meydana gelebilir. Travmadan sonraki 72 saatte GH, LH, ACTH, TSH, PRL düzeyi yükselebilir. Frontal travmadan sonra hipofiz sapı zedelenmesine bağlı PRL yüksekliği sık görülür. Radyasyon En sık görülen bozukluk hiperprolaktinemidir. Hipofiz yetersizliği de görülür. Hipofiz ya da hipotalamus ışınlandıysa hipopitüitarizm açısından takip gerekmektedir. E. HİPOTALAMUS HASTALIKLARININ HİPOFİZE ETKİSİ Hipotalamus hastalıkları hipofizde hiperfonksiyon ya da hipofonksiyon yaratabilir. Hipotalamusun yapısal bozukluklarında en sık meydana gelen hormonal bozukluk hipofizden normal GH salgısının olmamasıdır. ikinci en sık görülen defekt gonadotropinlerin salgısının bozulmasıdır. GnRH eksikliği olan erkek çocukların %50'sinde inmemiş testis tespit edilir. İzole GnRH eksikliği olan erkeklerin %50'sinde kızların %37'sinde Kallmann sendromu vardır. Fonksiyonel hipogonadotropik hipogonadizm kadınlarda zayıflama, şiddetli egzersiz, sistemik hastalık ve psikojenik stres ile oluşturulabilir. Fonkiyonel hipogonadotropik hipogonadizmde hipofiz yetersizliği bulguları görülmez (sürrenal ve tiroid fonksiyonları normaldir). Prolaktin artışı GnRH'ı baskılar, LH ve FSH pülsatil olarak salgılanamaz. Kadınlarda anovulasyon meydana gelir. Oligomenore ve amenore olabilir. Erkekte libido kaybı, impotans ve infertilite görülebilir. Hipotalamik hipergonadizme bağlı erken puberte (santral ya da gerçek erken puberte) kızlarda 8, erkeklerde ise 9 yaşın altında pubertenin başlamasıdır. Erkek çocuklarda kızlara göre daha nadirdir. %38'i hipotalamik hamartoma, %31'i başka santral sinir sistemi lezyonlarına bağlıdır. % 8'i idiyopatiktir. Kız çocuklarında %65'i idiyopatiktir, %15'i hamartoma bağlıdır. Erken puberte tedavisinde uzun etkili Gn-RH analog-ları kullanılır. Cevap alınamıyorsa medroksiprogesteron asetat ya da testalactonel (aromataz inhibitörü) kullanılabilir. Suprasellar ya da pineal disgerminomlar korionik go-nadotropin (HCG) salgılayabilirler. LH gibi etki eder, gonadotropinler artar ve anovülasyon olur. Hipotalamik hiperprolaktinemi PRL düzeyi genellikle 100ng/mL'nin altındadır. 150ng/dL'nin üstüne çıkması nadirdir. Boş sella sendromunda ve nonfonksiyone adenomlarda da PRL artışı saptanabilir. Hipofiz sapına bası durumunda inhibitör etki ortadan kalkacağından hiperprolaktinemi görülebilir. 487 Hipotalamik hipotiroidizm TSH genellikle normal hatta hafif yüksektir. TSH'nın TRH'ya yanıtı geçtir (normalde 20-30 dk iken tersiyer hipotiroidide 1-2 saat). Tedavisinde L tiroksin kullanılır. CRH eksikliği ACTH'nın CRH'a cevabı geç ancak artmıştır. Hipoglisemiye artmış ACTH yanıtı alınmaz. Hipotalamik obezite Mediobazal hipotalamus harabiyetinde doyma hissi in-hibe olu