T.C. SAĞLIK BAKANLIĞI ŞİŞLİ ETFAL EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ AİLE HEKİMLİĞİ KOORDİNATÖRLÜĞÜ DOÇ. DR. YÜKSEL ALTUNTAŞ ANTİHİPERTANSİF İLAÇ KULLANAN HASTALARDA DİYET BİLİNCİNİN 24 SAATLİK İDRARDA SODYUM ATILIMI İLE KONTROLÜ ( UZMANLIK TEZİ ) Dr. EMEL BANU ELMACI İSTANBUL – 2007 İÇİNDEKİLER 1) Teşekkür 2 2) K›saltmalar 3 3) Giriş 5 4) Genel Bilgiler 7 5) Gereç ve Yöntem 37 6) Bulgular 39 7) Tartışma ve Sonuç 45 8) Özet 49 9) Kaynaklar 50 1 TEŞEKKÜR Aile Hekimliği dal›nda aldığım ihtisas eğitimim süresince Şişli Etfal Eğitim ve Araştrma Hastanesi’ nde yaptığım rotasyonlarda kliniklerinde asistan olarak çalışmaktan gurur duyduğum saygıdeğer hocalarım Aile Hekimliği Koordinatörü ve 2. Dahiliye Klinik Şefi Doç. Dr.Yüksel ALTUNTAŞ, 3. Dahiliye Klinik Şefi Uzm. Dr.Fatih BORLU, 1. Çocuk Kliniği Şef Vekili Doç. Dr. Ayşe PALANDÜZ, 2. Çocuk ve Yenidoğan Klinik Şefi Prof. Dr. Asiye NUHOĞLU, 3. Çocuk Klinik Şefi Doç. Dr. Feyzullah ÇETİNKAYA, 4. Çocuk Klinik Emekli Şefi Uzm. Dr. Tülay OLGUN, 2. Kad›n Hastalıkları ve Doğum Klinik Şefi Op. Dr. İnci DAVAS, 2. Cerrahi Klinik Şef Vekili Op. Dr. Gürkan YETKİN ve Psikiyatri Klinik Şefi Doç. Dr. Oğuz KARAMUSTAFALIOĞLU’na, bu bölümlerde birlikte zevkle çalıştığım ve tecrübelerinden faydalandığım tüm meslektaşlarıma ve yardımcı sağlık personeline teşekkürlerimi sunarım. Tez çalışmalar›m› yaptığım Hipertansiyon ve Lipid Polikliniği’nde çok k›ymetli yard›mlar›n› ve sürekli desteğini gördüğüm Aile Hekimliği Uzm. Dr. Levent N. AYDIN’a ve bu ünite çalışanlarına, bir aile gibi kaynaştığımız değerli Aile Hekimliği asistan arkadaşlarıma ve 3. Dahiliye kliniği asistan arkadaşlarıma teşekkürlerimi sunarım. Bu günlere gelmemde maddi, manevi desteklerini hiçbir zaman esirgemeyen, sayg› ve sevgiyi öğreten, bana her zaman bir nefes kadar yak›n ve verdiğim kararlarda her zaman yan ›mda olan sevgili babam Emin ELMACI ve annem Saadet ELMACI’ya ve biricik kardeşim Ergun ELMACI’ya tüm kalbimle teşekkürlerimi sunarım. 2 KISALTMALAR JNC : Birleşik Ulusal Komite (Joint National Committee) BKİ=BMI=VKİ : Beden kitle indeksi HDL : Yüksek yoğunluklu lipoprotein (high density lipoprotein) KB : Kan bas›nc› HT : Hipertansiyon ESH-ESC : Avrupa Hipertansiyon Topluluğu - Avrupa Kardiyoloji Topluluğu (European Society of Hypertension - European Society of Cardiology) ASA : Asetilsalisilik asit ACE : Anjiyotensin dönüştürücü enzimi (Angiotensin converting enzyme-ACE) Na: Sodyum K: Potasyum DASH : Hipertansiyonun Durdurulmasında Diyet Yaklaşımları (Dietary Approaches to Stop Hypertension) PRA : Plazma renin aktivitesi GFR :GHR: Glomerüler filtrasyon h›z› (Glomerular Filtration Rate) HTplk. : Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi Hipertansiyon ve Lipid Metabolizması Bozuklukları Polikliniği LDL : Yüksek yoğunluklu lipoprotein (low density lipoprotein) RAAS : Renin anjiyotensin aldosteron sistemi ABD : Amerika Birleşik Devletleri SSS: Santral sinir sistemi NE: Norepinefrin A-II: Anjiotensin-II NO: Nitrik oksit TSH: Tiroid stimüle edici hormon HOH: Hedef organ hasar› KKH: Klinik kardiovasküler hastal›k 3 MAU: Mikroalbuminüri DM: Diabetes mellitus SKB: Sistolik kan bas›nc› DKB: Diastolik kan bas›nc› KB1: İlk başvuru kan basıncı KB2: Son vizit kan bas›nc› İSA: İntrensek sempatomimetik aktivitesi NEP: Neutral endopeptidase INTERSALT: The INTERnational study of SALT and blood pressure (Uluslar arası tuz ve kan basıncı çalışması) 4 GİRİŞ Hipertansiyon özellikle erişkin popülasyonu etkileyen dünyada ve ülkemizde sıklığı giderek artan ve yarattığı komplikasyonlar nedeniyle toplum sağlığın› tehdit eden oldukça önemli bir sağlık sorunudur. Epidemiyolojik çalışmalar, otuzlu yaşlarda % 20-25 olan hipertansiyon prevalans›n›n yaşla birlikte belirgin artış göstererek 60 yaş ve üzerinde % 50’lere çıktığını göstermektedir (1). Ülkemizde hipertansiyon prevalansının erişkin erkeklerde % 36.3, erişkin kadınlarda % 49.1 olduğu bulunmuştur (2). Hipertansiyonla ilgili bilgilerimiz artt›kça hipertansiyonun yaln ›zca kan bas›nc› değerlerinin yükselmesi ile giden basit bir sorun olmadığı, oluşturduğu hedef organ hasarı ile oldukça önemli bir morbidite ve mortalite nedeni olduğu anlaşılmıştır. Hipertansif hastalarda kan basıncı normal sınırlar içerisinde kontrol edilemediğinde birçok organ ve sistemin fonksiyonu geri dönüşümsüz olarak etkilenebilir. Hipertansiyonun tedavisinin toplum sağlığı açısından nihai hedefi, kardiyovasküler ve renal nedenlere bağlı, morbidite ve mortalitenin azaltılmasıdır ve antihipertansif tedavi ile kan basıncı düşürüldüğünde serebrovasküler ve kardiyovasküler olaylar önemli ölçüde engellenebilmektedir (3). Etkili kan basıncı kontrolü sağlanabilen hipertansiyonlu hastaların çoğunda 2 ya da daha çok ilaca gereksinim olduğunu ortaya koyan klinik çalışmalar mevcuttur (4,5). Bununla birlikte yaşam tarzı değişiklikleri önerilmediği veya gerçekleştirilmediği durumlarda uygun antihipertansif ilaçlar ya da ilaç kombinasyonlarıyla bile yeterli kan basıncı kontrolü sağlanamayabilir (3). Tuz gibi diyetsel faktörlerin, yaşın ilerlemesi ile birlikte kan bas›nc› yükselmesine ve esansiyel hipertansiyon gelişimine katkıda bulunduğu bilinmektedir. Yapılan çalışmalarda diyetle alınan ortalama sodyum miktarı ile o toplumdaki hipertansiyon prevalansı arasında ilişki bulunmuştur. Benzer olarak bir çalışmada, diyetteki sodyum miktarı hipertansiyon gelişimini kolaylaştırıcı bir etken olarak değerlendirilmiş ve farklı toplumlar arasında ve aynı toplum içinde tuz tüketimi ile hipertansiyon arasında pozitif bir ilişki bulunmuştur (6). Bu ilişki yaşlı kişilerde (40–59 yaş), genç kişilere göre daha yüksektir (6). Diyette orta derecede tuz k›s›tlamas› ile sistolik kan basıncını ortalama olarak 5 mmHg azalma olacağı hesaplanmıştır. Kan bas›nc›nda 5 mmHg azalma serebrovasküler olay insidansını %25 ve iskemik kalp hastalığı insidans›n› %15 5 oranında azaltır. Bu nedenle tanı konmuş hipertansiyonu veya yüksek-normal kan bas›nc› olan hastalara diyette tuz k›s›tlamalar› önerilebilir (6). Biz bu çalışmamızda Sağlık Bakanlığı Şişli Etfal Eğitim ve Araşt›rma Hastanesi Hipertansiyon ve Lipid Metabolizması Bozuklukları Polikliniği’nden takipli antihipertansif ilaç kullanan hipertansif hastalarda yap›lan tuz k›s›tlama diyetinin hipertansiyon kontrolü aç›s›ndan önemini belirlemeyi ve hastalarda diyet bilincinin 24 saatlik idrarda sodyum at›l›m› ile kontrolünün değerlendirilmesini amaçladık. 6 GENEL BİLGİLER TANIM VE SINIFLAMA Hipertansiyon arterlerde ölçülen kan basıncının normal kabul edilen değerlerin üzerinde olmas›d›r (7-8). "Kan bas›nc› = kardiyak debi(q) x periferik rezistans(r)" formülü ile ifade edilir, ve birimi mmHg’d ›r (9). Normal kan basıncının, kardiyovasküler komplikasyon riskinin artış gösterdiği spesifik bir üst sınırı yoktur. Bu nedenle, hipertansiyonun tan›m› göreceli bir kavramdır ama hastanın değerlendirilmesi ve tedavisinde klinik kullanım için gereklidir. Yakın zamanda hipertansiyon; inme, koroner kalp hastalığı gibi major komplikasyon risklerinde artışı beraberinde getiren kan bas›nc› yü ksekliği olarak da tanımlanmıştır (10). Günümüzde sistolik kan bas›nc›n›n 140mmHg, diyastolik kan bas›nc›n ›n da 90 mmHg veya üzerinde bulunmas› ya da kişinin antihipertansif ilaç kullanıyor olması hipertansiyon olarak tanımlanır (11,12). Esansiyel (primer, idiyopatik) ve sekonder olmak üzere iki farklı hipertansiyon tipi tanımlanmıştır. Esansiyel hipertansiyon, sıklığı yaşla birlikte artan nedeni bilinmeyen bir hastalıktır ve tüm hipertansiyon nedenlerinin % 95’inden sorumludur. Sekonder hipertansiyon ise altta yatan as›l hastalığın bulgusu olarak ortaya çıkan hipertansiyondur ve tüm hipertansiyon nedenlerinin %5’inden sorumludur (11). Hipertansiyon s›n›flamas› tan›, tedavi ve korunman›n planlanmas›nda önem arz etmektedir. Bu nedenle araştırmalar ışığında sürekli olarak güncel kılavuzlar geliştirilmektedir. Bugün için en çok Avrupa Hipertansiyon Derneği - Avrupa Kardiyoloji Derneğinin 2003’te yayınladığı “Arteryel Hipertansiyona Yaklaşım ve Tedavi Kılavuzu” (ESH / ESC 2003) ile Yüksek Kan Bas›nc›nın Önlenmesi, Saptanması, Değerlendirilmesi ve Tedavisi için Yedinci Ortak Ulusal Komite Raporu (JNC 7) k›lavuzlar›ndaki s›n›flamalar kullan›lmaktad ›r. Bu s›n ›flamalar Tablo 1 ve 2’de gösterilmiştir (11,13). 7 Tablo 1 ESH / ESC 2003 k›lavuzunda kan bas›nc› s›n›flamas› (13) Kan Bas›nc› S›n›f› SKB (mm Hg) DKB (mm Hg) Optimum < 120 < 80 Normal 120-129 80-84 Yüksek Normal 130-139 85-89 1. derece hipertansiyon (hafif) 140-159 90-99 2. derece hipertansiyon (orta) 160-169 100-109 3. derece hipertansiyon (şiddetli) ≥ 180 ≥ 110 İzole sistolik hipertansiyon <90 ≥ 140 Bu s›n›fland ›rma antihipertansif ilaç almayan ve akut olarak hasta olmayanlar için kullan ›l›r. S›n ›fland ›rmada sistolik ve diyastolik kan bas›nçlar› farklı sınıflara düşerse, kişinin kan basıncı durumunu değerlendirmek için daha yüksek olan kan basıncı derecesi dikkate al›nmaktad›r. Hedef organ tutulumuna göre s›n›fland›rma: Yüksek kan bas›nc›n› tesbit ve tedavi etmenin amac› kardiyovasküler hastalığı ve ilişkili olarak morbidite ve mortaliteyi azaltmaktır. Kardiyovasküler hastalık için risk sadece kan basıncı düzeyi ile değil, aynı zamanda hedef organ tutulumu ve risk faktörlerinin varlığı ve yokluğu ile de ilgilidir. Bu nedenle hipertansiyonu s›n ›fland›r›rken ortalama kan bas›nc› düzeylerine ek olarak hedef organ tutulumu ve risk faktörleri de değerlendirilmelidir. Yüksek - normal kan bas›nc› ile 1. 2 ve 3. evrede hipertansiyonu olan hastalar A, B ve C risk gruplar›na göre değerlendirilmektedir. Risk grubu A’da kan basıncı ne düzeyde olursa olsun, klinik olarak kardiyovasküler hastalık, hedef organ hasarı ve diğer risk faktörleri yoktur. Risk grubu B’de hastalarda klinik olarak kardiyovasküler hastal›k ve hedef organ hasar› olmamakla birlikte, diyabet dışında 1 veya daha fazla risk faktörü bulunur. Risk grubu C’de ise hastalarda klinik kardiyovasküler hastal›k ve hedef organ tutulumu mevcuttur (12). Kan bas›nc› düzeyi ve risk grupları ile yapılan sınıflandırma doğrudan tedavi yaklaşımı ve prognozun belirlenmesi ile bağlantılıdır. 8 Tablo 3. Kan basıncı yüksekliği ile risk grupları (12) Kan bas›nc›n›n Risk grubu A (Risk Risk grubu B (Diyabet Risk grubu C HOH/ derecesi(mmHg) faktörleri yok hariç en az bir risk KKH, ve/veya var HOH/KKH yok) faktörü var HOH/KKH (diğer risk faktörleri yok) var veya yok) Non-farmakolojik tedavi İlaç tedavisi © Yüksek-normal Non-farmakolojik (130-139 / 85-89) tedavi Evre 1 Non-farmakolojik (140-159 / 90-99) tedavi (12 aya kadar) (6 aya kadar) Evre 2 ve 3 İlaç tedavisi Non-farmakolojik tedavi İlaç tedavisi İlaç tedavisi İlaç tedavisi (> 160 / > 100) ©: Kalp yetersizliği, böbrek yetersizliği veya diyabet’i olanlar. HOH: Hedef organ hasar›, KKH: Klinik kardiyovasküler hastal›k, DM: Diabetes mellitus Meta-analizler, 115 mmHg sistolik ve 75 mmHg diyastolik kan basıncı değerlerinden itibaren, koroner kalp hastalığı ve inme nedeniyle ölümlerde doğrusal artış olduğunu göstermektedir (14). Bu nedenle JNC 7’de SKB 120–139 mmHg ve DKB 80–89 mmHg olanlar için "prehipertansiyon" terimini getiren yeni bir sınıflama yapılmıştır. Bu sınıflama, Tablo 4 de gösterilmiştir (11). Tablo 4 Erişkinlerde Kan Basıncı Sınıflandırılması (JNC–7) (11) Kan Bas›nc› S›n›f› SKB mmHg DKB mmHg Normal < 120 < 80 Prehipertansiyon 120–139 80–89 Evre 1 Hiperansiyon 140–159 90–99 Evre 2 Hipertansiyon ≥ 160 9 ≥ 100 Bu tablo ile ilgili ek olarak şunlar söylenebilir. 1-Bu tablo18 yaş ve üzeri erişkin grubu kan basıncı s›n›fland›rmas›d›r. 2-S›n ›flama 2 veya daha fazla hasta vizitinde hasta vizitinde oturur pozisyonda ve her defasında 2 veya daha fazla sayıda uygun şekilde ölçülmüş kan basıncına göre yapılmıştır 3-Prehipertansiyon bir hastal›k olarak kabul edilmemelidir. Bu terim, hipertansiyon gelişme riski fazla olan bireyleri tanımlamak ve koruyucu tedavi stratejileri geliştirmek için kullanılmaktadır. Prehipertansif bireylere ilaç tedavisi değil, ileride hipertansiyon gelişmesini engellemek için bazı yaşam tarzı değişiklikleri önerilmelidir (15). Beyaz Gömlek Hipertansiyonu Beyaz gömlek hipertansiyonu, doktor ofisinde ölçülen kan bas›nc›n›n yüksek düzeylerde olmasına karşın, günün diğer saatlerinde evde veya klinik dışında ölçülen kan basınc›n›n normal bulunması haline denir. Bir kişide bu tanıyı koymak için doktor ofisinde onar dakika ara ile en az iki kez ölçülen kan bas›nc›n›n sistolik 140mmHg’dan, diyastolik kan bas›nc›n›n 90mmHg’dan yüksek olmasına karşın, ofis dışında ölçülen kan bas›nçlar›n›n <140/90mmHg olmas› veya ambulatuar kan bas›nc› ölçümlerinde 125/80mmHg’nın altında değerler elde edilmesi gerekir (12). Hemen hat›rlanmas› gereken bir nokta da ambulatuar kan bas›nc› ölçümlerinde ilk saatlerde “beyaz gömlek etki” sinin görülebileceğidir (21). Popülasyonda beyaz gömlek ensidansının ne kadar olduğuna ait değişik veriler verilmektedir. Türkiye’de yapılan bir çalışmada, bu oran kadınlarda %23, erkeklerde %12 civarında bulunmuştur (22). Prognoz hakk›nda da farklı görüşler vardır. Bazı araştırıcılar olayı tamamen selim olarak yorumlarken baz›lar› ise, hipertansiyonda görülebilecek organ hasarlar›n›n veya komplikasyonların daha az oranda da olsa görülebileceğini, dolayısı ile tamamen selim bir olay olmadığını savunmaktad›rlar (23). Bu olguların tedavisi için görüşler de farklıdır, olayı selim olarak gören araştırıcılar antihipertansif tedavi önermezlerken, bazı grup araştırıcılar ise tedavinin gerekli olduğunu vurgulamaktad›rlar. Tedaviye karar veri rken risk profilinin incelenmesi ve organ hasar›n›n varlığının olup olmadığını araştırıp ona göre karar verilmesi en doğru seçenek olacaktır (12). 10 EPİDEMİYOLOJİ Hipertansiyonun tan›mlar›ndaki ve ölçüm tekniklerindeki farkl›l›klar, dünya genelinde ve toplumlar aras›nda hipertansiyon insidans›n›n incelenmesini engellemekle birlikte tüm dünyadaki hipertansiyon prevalansının tahminen 1 milyar olabileceği belirtilmektedir (16). Yaşamın erken dönemlerinde erkeklerde kadınlara göre daha yüksek oranlar görülürken, yaşamın geç dönemlerinde bunun tam tersi söz konusu olur (17). Hipertansiyon insidansı farklı yaş guruplarında ve coğrafik bölgelerde, toplumlar arasında ve aynı toplum içinde büyük ölçüde değişkenlik gösterir (18). Hipertansiyon gelişiminin, genetik ve çevresel faktörler arasındaki etkileşimin sonucu olduğu kabul edilmektedir. Genetik farkl›l›klar, popülasyon içindeki kan bas›nc› farkl›l›klar›ndan sorumlu iken, popülasyonlar aras›ndaki kan bas›nc› düzeyi farkl›l›klar›n› büyük ölçüde çevresel faktörler belirler (17). Batı toplumunda tüm erişkin yaş gruplarında hipertansiyon prevelansı % 15-30 aras›ndad›r. Baz› toplumlarda (ABD zencileri ile Slav halklar› ve Finliler gibi) ise, hipertansiyon prevalans› % 30 -40 gibi yüksektir (19). Benzer şekilde, Türkiye genelinde de kan basıncı yüksekliği % 31,8 gibi yüksek oranda görülmektedir (20). ETİYOLOJİ Hipertansiyon farkl› hastalarda kan bas›nc›nda yükselmelere sebep olan heterojen bir hastal›kt›r. İnsanda kan basıncı varyasyonunun %25-40’ › genetik olarak belirlenir; bu süreçte kan bas›nc›n› hem yükselten,hem de düşüren genler rol oynar (24,26). Bir insanda kan bas›nc› fenotipi, yüksek düzeyde alkol tüketimi, tuz içeriği yüksek ve potayum ve kalsiyum içeriği düşük diyetler, yaşlanma, sedanter yaşam tarzı, sosyoekonomik durum ve stres gibi çevresel ve demografik faktörlerle etkileşen ve kan basıncını yükselten ve düşüren gen guruplarının ekspresyonuna bağlıd›r (25). Psikolojik stresle ilişkili olarak sempatik sinir sistemi aktivitesinde artış, endotelin ve tromboksan gibi vazokonstriktörlerin ve sodyum tutucu hormonların aşırı üretimi, potasyum ve kalsiyum alımının yetersiz olması, artmış ve uygunsuz renin sekresyonu, prostoglandinler ve nitrik oksit gibi vazodilatatörlerin eksiklikleri, direnç damarlar›nda konjenital anomaliler, 11 diabetes mellitus, insülin direnci, obezite, damar büyüme faktörlerinde aktivite artışı ve hücresel iyon transportunda değişme gibi birçok patojizyolojik faktör, esansiyel hipertansiyonun oluşmasında rol oynar (27). Genetik: Kan basıncı varyasyonunun kalıtsal özelliği, kan baıncının ailesel agregasyonu, monozigot ve dizigot ikizlerde kan basıncı karşılaştırması ve biyolojik ve evlat edinilmiş kardeşlerin kan basıncını karşılaştıran epidemiyolojik çalışmalarda gösterilmiştir (29). Bu çalışmalar, akrabalar arasında kan basıncı korelasyonunun, kan basıncı sınırları boyunca görüldüğünü (yüksek kan basıncı olan anne-babaların, düşük kan basıncına sahip anne-babalar›n düşük kan basıncına sahip çocukları olma eğilimleri ile aynı derecede yüksek kan bas›nc›na sahip çocukları olma eğilimleri vardır) ortaya koymuştur (26). Bu bulgular, bir insanda kan bas›nc›n›n, her birisi kan basıncını yükseltme etkisine sahip bir dizi gen ilebelirlendiği kavramını destekler. Kan basıncı varyasyonundan sorumlu olan spesifik genlerin araştırılması halen devam etmektedir. Hipertansiyonla ilişkili genetik çalışmalarda major bir problem, kan bas›nc›n›n biyolojik varyabilitesidir. Ayr›ca, kan bas›nc›nda diürnal, mevsimsel ve postural varyasyonlar ve diyet ve uyanıklık durumu ile ilişkili varyabilite, optimal ölçüm tekniklerine rağmen fenotip belirlenmesinde zorluklar oluşturmaktadır. Hipertansiyonun moleküler ve genetik heterojenitesine ek olarak fenotip belirlenmesindeki bu zorluklar nedeniyle hipertansiyondan sorumlu major genler henüz tanımlanamamıştır. Fizyolojik hipertansiyon çalışmaları ve kromozomal/genomik harita çalışmaları, yüksek kan basıncı ile ilişkilendirilen bazı aday genleri ortaya çıkarmıştır.Hipertansiyonun patofizyolojisinde rol oynamak aç›s›ndan en güçlü göstergeler, anjiyotensinojen, anjiyotensin konverting enzim(ACE), beta-2 adrenarjik reseptör ve G-proteini beta-3 alt ünitesi için anjiyotensin-2 tip 1 reseptörü gibi renin-anjiyotensin sisteminin öğelerini kodlayan genlere aittir. ÇEVRESEL FAKTÖRLER: Obezite Erişkinlerde, çocuklarda ve adölesanlarda diğer potansiyel karıştırıcı faktörlerden bağımsız olarak obezite ve hipertansiyon arasında bir ilişki ortaya konmuştur. Vücut ağırlığında çocukluktan genç erişkinlik dönemine kadar bir artış, erişkin dönemi hipertansiyonunun majör bir göstergesidir. Prospektif çalışmalarda, vücut kitle indeksi(BMI), nisbi ağırlık, deri kıvrımı 12 kalınlığı veya bel kalça oranı olarak ifade edilen obezite, hipertansiyonun önemli bir göstergesi olarak ortaya çıkmıştır. Ağırlığın sürekli olarak düşürülmesinin, kan basıncı üzerindeki etkilerin gözden geçirildiğinde, en az 6 ay takip süresi olan sadece sekiz adet randomize kontrollü çalışma tan ›mland › (30). Hipertansif venormotansif kat›l›mc›larda, sistolik ve diyastolik kan bas›nc›nda anlamlı derecede toplu net değişiklikler, sıras› ile -5.2/-5.2mmHg ve -2.8/-2.3mmHg olarak saptandı. Ancak bu çalışmalarda, tuz ve alkol tüketimindeki ve fiziksel aktivitedeki değişikliklerin katkısı üzerinde durulmamıştır. Fiziksel Aktivite: Egzersizin kan bas›nc› üzerindeki etkilerini değerlendiren iyi planlanmış çalışmaların sayısı azdır. Gözlemsel epidemiyolojik çalışmalarda, fiziksel aktivitenin kalp krizi ve felç riskini azalttığını gösteren bariz bulgular vardır (31). Egzersizin kan bas›nc› üzerindeki etkileri, tamamen vücut ağırlığındaki değişiklikler yoluyla kontrol ediliyor olabilir. Klinik ve toplum sağlığı bakış açılarına göre, egzersizin kan basıncı üzerindeki bağımsız etkileri konusunun pratik önemi s›n›rl›d ›r. Alkol: Yatay kesit çalışmalarda alkol tüketimi ve kan basıncı arasında, yaş, obezite, sigara tüketimi, sosyal sınıf ve sodyum atılımdan bağımsız olan sabit bir ilişki gözlenmiştir. Günde 35 gramdan daha fazla alkol tüketen kad ›nlarda alkol kullanmayanlara k›yasla risk iki kat daha fazlad›r. Günlük 20 gram alkol tüketimi kad›nlarda hipertansiyon riskini yükseltmezken, bu düzeyin üzerindeki alkol tüketimi, riski progresif olarak yükselttiği klinik çalışmayla ortaya konmuştur (32). Alkolün kan bas›nc› üzerinde potansiyel etkileri belirsiz olmakla beraber muhtemel etkileri şunlardır: -Alkolün direkt presör etkisi -Direnç damarlarının presör maddelere karşı duyarlaşması -Sempatik sinir sisteminin uyar›lmas› -Adrenokortikoid hormonlarının üretiminde artış. Kalsiyum ve magnezyum: Kalsiyum alımını kan basıncı üzerindeki etkisi ile ilgili klinik çalışmaların verileri çelişkilidir ve genel etki minimal düzeydedir. Yine de klinik çalışma verileri, hamileliğin 13 indüklediği hipertansiyon ve pre-eklamsi riski üzerinde yararl› bir etkiyi desteklemektedir. Gözlemsel çalışmalarda, magnezyum alımı ile kan basıncı arasında zayıf bir ilişki vardır. Sodyum: Tuz gibi diyeter faktörlerin yaşın ilerlemesi ile birlikte kan basınc›nda yükselmeye ve esansiyel hipertansiyonun gelişimine katkısının aydınlatılması zor olmuştur, çünkü özgür yaşayan deneklerde diyetle alınan maddelerin ölçümü doğru yapılamaz. Ancak bu zorluklara rağmen, günümüzde tuz al›m›n›n kan bas›nc› regülasyonunda çok önemli bir rol oynadığına dair bulgular şaşırtıcıdır. INTERSALT çalışmasında , idrarda sodyum atılımı (tuz alımının bir göstergesi) ve kan basıncı arasında pozitif ilişkiler gözlendi(popülasyon içinde ve popülasyonlar arasında). Popülasyon içinde daha yüksek sodyum atılımı olanlarda, daha yüksek kan basıncı olma eğilimi vard ›; daha yüksek ortalama sodyum at›l›m› olan popülasyonlarda, daha yüksek ortalama kan basınçları saptandı. Tüm yaşlardaki erkek ve kadınlarda sodyum alımında 100 mmol/gün(yaklaşık 6gram) artış, sistolik kan basıncında 6mmHg’lık ortalama bir artışla ilişkili bulundu. İlişki oranları daha yaşlı kişilerde (40-59 yaş), daha genç kişilere göre daha yüksekti. Bu çalışmanın ana bulgusu, popülasyonlarda sodyum atılımı ve yaşın ilerlemesi ile kan bas›nc›nda yükselme arasında sabit ve yüksek düzeyde bir ilişki olmasıdır. 50-59 yaşları arasındaki kişilerde, günlük tuz al›m›nda 3gram azalman ›n (diyette orta derecede tuz k›s›tlamas› ile elde edilebilecek olan), sistolik kan bas›nc›n› ortalama olarak 5mmHg azaltacağı hesaplanmıştır (28). Bat› ülkelerinin çoğunda, kan basıncında toplum genelinde bu miktarda ortalama bir azalma, felç insidansını %25 ve iskemik kalp hastalığı insidansını %15 oranında azaltır. Bu nedenle, nispeten az miktarda tuz k›s›tlamasının potansiyel klinik etkisi ve toplum sağlığı açıs›ndan etkisi önemli düzeydedir. Özetle, tanı konmuş hipertansiyonu olan ve yüksek-normal kan bas›nc› olan hastalara tuz alımını kısıtlamaları önerilebilir. Diyetimizdeki tuzun çoğu, ekmek, bisküvi ve mısırgevreği gibi işlenmiş besinlerde gizlidir. Potasyum: Sodyum alımı, potasyum alımı ve kan basıncı arasındaki ilişki karmaşıktır ve tam olarak çözümlenememiştir. Sodyum ve potasyumun birbiri ile ilişkili olma olasılığı, INTERSALT gibi çalışmalarda, sodyum-potasyum oranı ve kan basıncı arasında sabit bir ilişkinin ortaya konması ile vurgulanmıştır (28). 14 Psikososyal Faktörler: Psikososyal faktörlerin, hipertansiyonun gelişmesine katkıda bulunduğunu gösteren bulgular olmasına rağmen, bu faktörlerin diğer diyet ve çevre faktörlerine göre önemi belli değildir. Araştırmalar, psikososyal stresin kan basıncı üzerindeki muhtemel direkt etkileri üzerinde odaklanmış olmasına rağmen, fakirlik, işsizlik, ve eğitimsizlik gibi ‘’stresör’’lerin, hipertansiyonla bağlantılı olan aşırı yemek, yüksek düzeyde tuz içerikli diyet ve fiziksel inaktivite gibi yaşam tarzı özellikleri üzerindeki etkileri de göz önünde tutulmalıdır. Milli Sağlık ve Beslenme İnceleme–1 epidemiyolojik Takip Çalışması’nda, anksiyete ve depresyonun hipertansiyon aç›s›ndan risk faktörü olarak rolleri incelenmiştir (33). Başlangıçta hipertansiyon bulgusu olmayan 2992 erkek ve kadından oluşan bir kohort 7-16 y›l boyunca takip edilmiş. Hipertansiyonu etkileyen diğer tüm risk faktörlerinin ayarlandığı analizlerde hem beyaz ırkta hem de siyah ırkta, anksiyete ve depresyonun hipertansiyon için bağımsız belirleyiciler olduğu ortaya konmuştur. PATOFİZYOLOJİ Hipertansiyon oluşumunda rolü olan patofizyolojik faktörler arasında artmış sempatik sinir sistemi (SSS) aktivitesi, sodyum tutan hormonların ve vazokonstriktör maddelerin aşırı üretimi, vazodilatör maddelerin yetersiz üretimi, renin üretimindeki dengesizlikler, diyette sodyumun fazla ve potasyumun az al›nmas›, obezite, insülin direnci ve diyabet, damar hücre büyümesinde etkili faktörlerin aşırı üretimi sayılabilir. Kan bas›nc›n›n kontrolü böbrekler, santral sinir sistemi, periferik sinir sistemi ve vasküler endotel arasındaki karmaşık bir ilişki ile sağlanır. Adrenal bez ve hipofiz de buna katkıda bulunur. Kalp bu sistemler tarafından yapılan değişimlerin çoğuna yanıt veren organdır. Ayr›ca, lokal ve sistemik etkili hormonlar da kan bas›nc›n ›n kontrolüne yard›m eder. Genetik olarak hipertansiyona yatk›n olanlarda, kan bas›nc›n › düzenleyen sistemler aras›nda dengesizlik oluşur. Sempatik sinir sistemi aktivasyonu arttığında, hem hipertansiflerde ve hem de normotansif kişlilerde kalp, böbrekler ve periferik damarlar üzerindeki etkileri yoluyla kalp debisi ve damar direncini art›rarak ve s›v› retansiyonuna neden olarak kan bas›nc›nda yükselmelere yol açar. SSS uyar›lmas›n›n sonunda kalp h›z›nda artış, periferik vazokonstriksiyon, 15 adrenallerden norepinefrin sal›n ›m› ve kan bas›nc›nda artış gerçekleşir. Ayr›ca damar düz kas hücresinde hipertrofi ve buna bağl› sertlik (kompliyans azalmas›) gelişmesine yol açar. SSS aktivasyonuyla renal efferent sempatik lifler de uyar›l›r, böylece renal kan ak›m›nda düşme ve renal vasküler dirençte artmayla sonuçlanan vazokonstriksiyona neden olur (34).Renal sempatik uyarılma doğrudan sodyum reabsorbsiyonu ve jukstaglomerüler aparattan renin sal›n ›m›n› uyar›r. Artmış SSS aktivitesinin damar duvar›nda oluşturduğu yap›sal değişikliklerin (damar düz kas hücresi hipertrofisi ve buna bağlı kompliyans azalmas›) zamanla SSS’deki aktivitede azalma olmas›na rağmen kan bas›nc› düzeyinin yüksek devam etmesine neden olduğu düşünülmektedir. SSS aktivasyon artışı, özellikle yeni tan› konmuş genç hipertansif kişilerde tan›mlanmışt›r (35). Artmış kalp h›z› ve kalp debisiyle birlikte yüksek plazma norepinefrin düzeyleri özellikle bu hasta grubunda saptanmışt›r. Bunlarda emosyonel ve fiziksel streslere kan bas›nc› yan›tı artmışt›r ve bir k›sm›nda beta adrenerjik uyar›ya bağlı plazma renin seviyelerinde de artış vardır. Postgangliyonik sempatik sinir uçlar›ndan sal›nan temel nörotransmitter norepinefrindir(NE) ve hipertansiflerin yaklaşık %30’unda kandaki NE düzeyi yükselmiştir (36). Bu bulgu özellikle 40 yaşın alt›ndaki genç hastalarda belirgindir ve yaşla birlikte NE düzeyi azal›r. Bu da SSS’deki aktivite artışın›n, hipertansiyonun süreğen olmasında değil de özellikle ortaya ç›kmas›nda rolü olduğu görüşünü desteklemektedir. Ek olarak, hastalar›n bir k›sm›nda baroreseptör duyarl›lığındaki bir bozukluğun SSS aktivasyonuna artmış anormal yanıttan sorumlu olduğu ileri sürülmüş ve baz› hipertansif hastalarda saptanan kalp h›z›n›n değişkenliğindeki azalmadan bu mekanizma sorumlu tutulmuştur (37). SSS aktivitesindeki artışın emosyonel veya fiziksel bir stresle ilişkili olmadan doğrudan serebral kaynakl› bir patolojiden de ileri gelebileceği yönünde bulgular da vard›r (38). İnsülin direnci: İnsülin direnci, glikozun periferik dokularda, özellikle iskelet kaslar›nda kullan›m›n›n azalmas›yla karakterize metabolik bir bozukluktur (39). Esansiyel hipertansiyonlularda insülin direnci s›k görülür ve hipertansiyonla ilişkili toplam kardiyovasküler riskin artışında rol alır. Prospektif gözlem çalışmalar›nda, açl›k insülin düzeyi yüksek olanlar›n kontrol grubuna göre ileride hipertansiyon gelişimi riskinin 2-3 kat arttığı saptanmışt›r (40). İnsülin direnci ve hiperinsülineminin kan bas›nc› yükselmesine yol açmasıyla ilgili diğer patojenik mekanizmalar aras›nda; 16 1) diyetle al›nan tuza kan bas›nc› duyarl›lığın›n artışı, 2) renal tuz ve su tutulumunun artmas›, 3) hücre içinde sodyum ve kalsiyumun artmas›, 4) SSS aktivitesinin artmas›, 5) vazodilatör prostaglandinlerin azalmas› 6) endotelin sal›n›m›n›n artmas›, 7) anjiyotensin-II’nin vazokonstriktör etkisinin ve aldosteron sal›n›m›n› uyar›c› etkisinin artmas›, 8) damar düz kas hücresi büyüme faktörlerinin uyar›lmas› say›labilir (41). Bu patofizyolojik faktörler aras›nda endotele bağımlı vazodilatasyonun azalması, insülin direncine bağlı hipertansiyon patogenezinde belki de en önemli rolü oynamaktad›r. Şöyle ki; normal kişilerde insülinin hem SSS aktivitesi artışı yoluyla vazopresör etkisi ve dolay›s›yla kan bas›nc›n› art›r›c› etkisi vard›r ve hem de doğrudan vazodilatör etkisiyle kan bas›nc›n› düşürücü etkisi vardır. Bu z›t yönlü iki etkinin net sonucu, kan bas›nc›nda ya değişme olmaz ya da hafif bir azama olur. Ancak hipertansif hastalarda insülinin doğrudan vazodilatasyon yapıcı etkisinde azalma olduğundan, SSS uyarıc› etkisi yoluyla gerçekleşen kan bas›c›n› art›r›c› etkisi bask›n hale gelir ve kan bas›nc› yükselir (42). Hiperinsülineminin hipertansiyona neden olduğunun diğer bir kan›t› da insülin duyarl›lığın› art›ran ve insülin düzeyini düşüren biguanid metformin ve glitazon’lar›n kullan›lmas›yla kan bas›nc›nda azalma görülmesidir (43). Sekonder hipertansiyonu olanlarda ise altta yatan hastal›k ne olursa olsun, hipertansiyonun insülin direncine yol açmadığı gösterilmiştir (44). Artmış sodyum al›m›: Sodyum al›m›n›n artmas›, su tutulumunun artışı ve kalp debisinin artışına yol açarak ve ayr›ca renal fonksiyonlar› ve vasküler reaktiviteyi değiştirerek hipertansiyona neden olabilir (45).Batı tipi diyetlerde erişkinler günlük sodyum gereksiniminin birkaç misli; hipertansiyonu indükleyebilecek eşik değerin (60-120mEq/gün) çok üstünde sodyum tüketmektedir. Bu yüksek dozda sodyum tüketenlerin hepsinde hipertansiyon gelişmemekte, ancak eşzamanl› olarak renal sodyum at›l›m›nda bir bozukluk olanlarda zararl› etkiler ortaya ç›kmaktad›r. Bat› tipi diyetin fazla sodyum içeriğine ek olarak düşük potasyum içeriği, sodyum fazlalığından gelen zararl› etkiyi art›rmaktad›r (46). Fazla sodyumun kan bas›nc› art›r›c› etkisinin yan›nda kan bas›nc› hipertrofisine yol açmas›, hiperfiltrasyona bağl› renal fonksiyonlar›n bozulmas›d›r (47,48). 17 Renal sodyum tutulumu: Böbreklerden sodyumun geri al›m›n›n artışına yol açan birkaç patojenik yol vard›r. Bunlardan birincisi; konjenital veya edinsel hastal›klar sonucunda nefron say›s› veya fonksiyonunda azalmaya bağlı olarak renal filtrasyon yüzeyinin azalmas›d›r. Buna göre konjenital nedenlere bağl› olarak nefron say›s›nda azalmaya veya glomerülün filtrasyon yüzeyindeki azalmaya bağl› olarak böbreklerden sodyum ekskresyon miktar› azalmakta, kan bas›nc› yükselmekte, bu da bir k›s›r döngü neticesinde glomerüler hipertansiyon yoluyla sistemik hipertansiyonu indüklemektedir (49). Sodyum retansiyonuna neden olan ikinci mekanizma da bas›nç natriürez ilişkisinin bozulmasıdır. Normal kişilerde kan bas›nc› yükseldiğinde, böbreklerden sodyum ve su at›l›m› artarak intravasküler hacim küçültülür ve böylece kan bas›nc› normale döner. Bu fenomene bas›nç natriürezi denir. Hipertansiflerde ise kan bas›nc› ile sodyum at›l›m› arasındaki bu ilişki bozulur (50). Sodyum retansiyonuna neden olan üçüncü mekanizma da nefron heterojenitesi, yani böbreklerde afferent arteriyollerde vazokonstriksiyona veya intrensek bir daralmaya bağl› olarak iskemik nefron topluluklar›n ›n bulunmas› ve buna bağlı olarak renin salg›s›n ›n homojenitesinin bozulmas›d›r (51). İskemik nefronlardan tonik olarak sal›nan renin, normal nefronlar›n adaptif sodyum ekskresyonunu engelleyerek sodyum retansiyonu ve kan bas›nc› yükselmesine neden olur. Membrana bağlı sodyum transportu bozukluklar› da sodyum retansiyonu ile sonuçlanabilir. Böylece diyetle al›nan sodyum miktar› arttığında, yukar›daki mekanizmalar yoluyla sodyum at›l›m›n›n belirgin derecede azalmas› ve buna bağl› intravasküler hacim artışı ve kan bas›nc› yükselmesi gerçekleşir. Renin-anjiyotensin-aldosteron sistemi: Renin-Anjiyotensin-Aldosteron Sistemi (RAAS) hem hipertansif ve hem de normotansiflerde dolaşan kan hacmini ve kan bas›nc›n› düzenleyen en önemli mekanizmalardan biridir. Renin böbrekte jukstaglomerüler hücrelerden sal›n›r ve karaciğerden plazmaya verilen anjiyotensinojenin anjiyotensin-I’e çevirilmesi reaksiyonunu katalize eder. Bu da anjiyotensin dönüştürücü enzim(ACE) taraf›ndan anjiyotensin -II’ye y›k›l›r. RAAS’nin fizyolojik ve patolojik etkileri anjiyotensin-II(A-II) üzerinden gerçekleşir (52). AII’nin AT1 ve AT2 olmak üzere 2 tip reseptörü vard›r ve etkilerinin çoğu AT1 üzerinden olur. AII’nin AT1 reseptörüne bağlanmasıyla periferik damarlarda vazokonstriksiyon, aldosteron sentez ve sal›n›m›, renal tübüler sodyum geri al›m›, SSS aktivitesi ve vasopressin sal›n›m› uyar›l›r, negatif geri besleme ile renin sal›n›m› 18 inhibe olur. Ayr›ca AT-II, güçlü bir büyüme faktörü ve mitojen olup hücre ve matriks çoğalmasın› uyar›r. Kan bas›ncında yükselme olduğunda negatif geri besleme yoluyla jukstaglomerüler hücrelerden renin salg›s› azal›r. Bu nedenle esansiyel hipertansiyonu olanlarda bu inhibisyona bağlı olarak plazma renin düzeyinin düşük olmas› beklenir. Ancak hipertansiflerde plazma renin düzeyleri homojen olmay›p kan bas›nc› düzeyi ile orant›l› değildir. Sadece %30’unda renin düzeyi düşük olup %50’sinde normal, %20’sinde ise yüksektir. Hipertansif hastalarda plazma renin düzeylerinin uygunsuz bir şekilde normal veya yüksek olmas›n› aç›klayacak başlıca 2 mekanizma öne sürülmüştür (51). İskemik nefronlardan sal›nan renin plazma düzeyini farkl› seviyelerde art›rarak normal ya da yüksek plazma renin düzeylerine ve A-II oluşumuna yol açar. Sonuçta, hiperfiltrasyon yapan nefronlarda aşırı vazokonstriksiyon ve sodyum tutulumu gerçekleşerek hipertansiyon gelişir. Plazma renin düzeyinin hipertansiflerde normal olmas›n›n diğer bir nedeni, sodyum k›s›tlamas›na yan›t olarak aldosteron salg›lanmas› uyar›lmaz (53). Ayr›ca rezistans damarlar›n AII’ye olan duyarl›lığında artış meydana geldiği ve renin ve A-II’nin düşük serum düzeylerinde bile kan bas›nc›n›n yükselebileceği öne sürülmüştür. Dolaşan kandaki RAAS’den ayr› olarak kalpte, kan damarlar›nda, beyinde ve adrenal kortekste lokal anjiyotensin-II üretimiyle sonuçlanan doku RAAS de tanımlanmıştır. Özellikle patolojik olaylarda lokal A-II üretimi ACE aktivitesinden bağımsız olarak alternatif yollarla oluşabilmektedir. Kalpte ve kan damarlar›nda A-II oluşumundan serin proteaz kinaz aktivitesi sorumlu tutulmaktad›r (54). Endotel disfonksiyonu: Endotel hücreleri, damar duvar›ndaki düz kas hücreleri üzerinde vazoaktif dilatasyon ve konstriksiyon yapan birçok lokal parakrin etkili madde salg›layarak hipertansiyon patogenezinde aktif rol al›r. Bunlar›n içinde en güçlüleri nitrik oksit(NO) ve endotelindir. Nitrik oksit(NO): NO k›sa etki süreli, yüksek penetrasyon özelliği olan güçlü vazodilatör, trombosit adezyon ve agregasyonunu inhibe edici, damar düz kas hücrelerinin çoğalmas›n › ve göçünü engelleyici etkileri vard›r (55). Kan bas›nc› değişikliklikleri, damar duvarındaki gerilim ve ak›ma bağlı mekanik değişiklikler(sheer stress) gibi birçok uyarana yan›t olarak endotel hücrelerinden salg›lan›r. Böylece bölgesel ve sistemik kan ak›m› ve kan bas›nc› regülasyonunda rol al›r. 19 Ateroskleroza bağl› veya genetik olarak NO sentez veya salgılanmasındaki bir bozukluk, kişinin hipertansiyona olan yatk›nlığını belirleyen önemli bir faktördür (56).NO, kan bas›nc›n› organlar›n perfüzyonunu, onlara zarar vermeden s›n›rda tutarak sağlayan dengeleyici bir maddedir. NO, insülin direnci olan kişilerde hipertansiyonun ortaya ç›kmas›nda önemli rol oynar. Kan bas›nc› farmakolojik olarak yükseltildiğinde, NO salg›lanmas› uyar›l›r ve kan bas›nc›ndaki düşme ise NO salg›lanmas›n› bask›lar. NO’in kan bas›nc›n› düzenleyici rolünü destekler biçimde, hayvanlara NO sentezini inhibe eden ilaçlar verildiğinde, hipertansiyonun ortaya ç›ktığı gözlenmiştir. Bu da kardiyovasküler sistemin kan ak›m› ve kan bas›nc› regülasyonunun sürekli NO bağıml› vazodilatör etkiyle çalıştığın› düşündürmektedir. Hipertansif hastalar›n hipertansiyonun orijininden bağıms›z olarak NO salg›lanmas›n› uyaran birçok faktöre karşı azalmış vazodilatör yan›t gösterdiği saptanmışt›r. NO’e bağl› vazodilatör yan›tta azalma, anormal vasküler yeniden şekillenmeye ve kal›c› hasara yol açabilir. Endotelin: Endotel hücrelerinden salg›lanan ve damar düz kas hücrelerindeki ETA üzerinden etki ederek vazokonstriksiyona neden olan bir peptiddir (57). Bunun yan›nda, endotelin ETB reseptörüne bağlanarak prostasiklin ve NO üretimi yoluyla vazodilatasyon da yapabilir. Ciddi hipertansiyon oluşturulan hayvan modellerinde küçük damarlar›n endotelinde endotelin üretiminin artmış bulunmas›, hipertansiyon patogenezinde endotelinin rolünü desteklemektedir. Endotelin üretimindeki artış, kan bas›nc› yükselmesinin yan›nda hipertansif kişilerde küçük damarlarda hipertrofik yeniden şekillenmenin oluşumundan da sorumlu tutulmaktad›r. Ciddi hipertansiyonu olan Kombine ETA/B reseptör blokeri olan bosentan›n esansiyel hipertansiyonlu hastalarda kan bas›nc›n› düşürdüğü gösterilmiştir (58). Bu da endotelinin kan bas›nc› yükselmesindeki rolünü gösteren önemli bir kan›tt›r. Vasküler Hipertrofi: Sodyum al›m› fazlalığında ve renal sodyum tutulumuna ait bozukluklarda kan bas›nc› yükselmesine neden olan temel mekanizma, kalp debisindeki artıştır. Diğer birçok faktör ise temel olarak rezistans damarlarda vazokonstriksiyon ve hipertrofiye yol açarak periferik damar dirençteki artma yoluyla kan bas›nc› yükselmesine neden olur. Stres artışına bağlı SSS aktivitesinde artış, endotelin, A-II, hiperinsülinemi gibi birçok faktör, damar düz kas hücresinde tonüs artışı ve vazokonstriksiyona yol açabilir (59). Örneğin, SSS aktivitesi arttışında vazokonstriksiyonla lümen çap› azalmakta ve artan lümen içi bas›nç damar düz kas hücrelerinin 20 hipertrofisini uyarmaktad›r. Endotelin ve A-II gibi birçok medyatör periferik direnç artışı ile sonlanan bir süreci başlatan faktör olmakta, bu medyatörlerin etkisiyle ortaya ç›kan vazokonstriksiyon ve hipertrofi ise periferik dirençteki artışın sürekliliğine neden olmaktad›r. Bu mekanizma yavaş fakat ilerleyicidir ve sonuçta oluşan vasküler yap›daki değişiklik (remodeling) nonspesifik olup başlat›c› mekanizma ne olursa olsun son patolojik yap› tüm esansiyel hipertansiyonlu hastalarda birbirine benzemektedir (60). Esansiyel hipertansiyonlu hastalar›n çoğunun plazmalarında geç dönemde bu nedenle vazokonstriktör hormonlar›n düzeyleri normal bulunmaktad›r. Erken dönemde ise bu hormonlar›n düzeylerindeki çok az miktardaki artış bile hipertansiyonun başlang›c›na neden olmakta, daha sonraki evrelerde ön plana geçen vasküler ve hemodinamik değişliklikler primer faktörün gizlenmesine yol açmaktad›r. Böylece kan bas›nc› yükselmesine neden olan temel genetik bozukluklarla birlikte patofizyolojik tedavisi etiyolojiye yönelik değil, ampiriktir. Esansiyel hipertansiyonun patofizyolojik ve etiyolojik temelinin daha iyi anlaşılması durumunda daha spesifik tedavi yöntemlerinin geliştirilebileceği aç›kt›r. KOMPLİKASYON Yüksek kan basıncı, başta kardiyovasküler hastalıklar olmak üzere birçok organ ve sistemi etkileyerek morbidite ve mortalite sebebi olmaktad›r. Hipertansiyonun komplikasyonlar› sadece kan basıncı yüksekliğine bağlı olabileceği gibi hipertansiyonun zemin hazırladığı ateroskleroza da bağlı olabilir (61). Hipertansiyon, endotel disfonksiyonuna neden olarak özellikle direnç arteriyollerinde hiperplazi ve hipertrofiye neden olur (62). Bunun sonucunda, arter duvar›nda y›rt›lma, kanama ve trombüs oluşumuna neden olarak iskemi ve organ hasarına yol açabilir. Sonuç olarak, hipertansiyon başta iskemik kalp hastalıkları olmak üzere, konjestif kalp yetmezliği, serebro- vasküler olay veya böbrek yetmezliğine neden olur (63). 21 Tablo 5 Hipertansiyona Bağlı Gelişen Komplikasyonlar (61) HİPERTANSİF ATEROSKLEROTİK Retinopati Serebral tromboz Ensefalopati Myokard enfarktüsü Serebral kanama Koroner kalp hastalığı Sol ventrikül hipertrofisi Kloadikasyo sendromlar› Konjestif kalp yetmezliği Böbrek yetmezliği Aort disseksiyonu Hipertansiyonun neden olduğu art yük(afterload) artışına, kalp kompensatuvar bir yanıt olarak sol ventrikül duvar kal›nlığını arttırarak cevap verir. Olayın ilerlemesiyle beraber, diastolik fonksiyon bozukluğu ve sol ventrikül hipertrofisi ortaya çıkar. Sol ventrikül hipertrofisi en s›k görülen kardiyak problem olarak karşımıza çıkmaktadır. Dahası, Devereaux ve arkadaşlar›, sol ventrikül hipertrofisinin kardiyovasküler bir risk faktörü olmas›n ›n ötesinde, preklinik kardiyovasküler hastalık olarak kabul edilmesi gerektiğini ileri sürmüşler ve sol ventrikül hipertrofisi ile iskemik kalp hastalığı, iskemik serebrovasküler hastal›k, retinal hasar ve böbrek hasarı arasında anlamlı ilişki saptamışlardır. Ayrıca hipertansif hastalardaki ani ölüm riskinin, sol ventrikül hipertrofisine bağlı artmış aritmi riski ile bağlantılı olabileceği ileri sürülmüştür (61,62). Yüksek kan bas›nc› kalp yetmezliği gelişiminin en önemli risk faktörüdür (64). Konjestif kalp yetmezliği gelişen hastaların %90’ında hipertansiyon öyküsü vardır ve hipertansiyon varlığı kalp yetmezliği riskini normotansiflere göre 3 kat arttırmaktadır (65). Hipertansiyonda ortaya ç›kan sistolik ve diyastolik fonksiyon bozukluğu uzun dönemde sol ventrikül pompa yetersizliği ve konjestif kalp yetmezliğine yol açar. Hipertansiyon, koroner arterlerde ateroskleroza neden olarak, endotel disfonksiyonu ile vazodilatatör yanıtları baskılayarak ve koroner kan rezervini azaltarak koroner kalp hastalığı riskini artt›r›r. Bu mekanizmalar hipertansif hastalar›n koroner iskemi, myokard enfarktüsü ve ani ölüm gibi sonuçlarla daha çok karşılaşmalarını açıklamaktadır ve bu nedenlerden dolay›, hipertansiyon, koroner kalp hastalığının en önemli engellenebilir risk faktörü olarak görülmektedir (64). 22 Hipertansiyonun oluşturduğu kardiyo-vasküler hastalıkları değerlendirirken önemli bir nokta ise, hipertansiyonun nadiren diğer kardiyovasküler risk faktörlerinden bağımsız tek başına bulunduğudur. Bilindiği gibi hipertansiyon metabolik olarak dislipidemi, glukoz intoleransı, abdominal obesite ve hiperinsülinemi ile birliktedir. Bu nedenle, hipertansiyona bağlı kalp hastalığı riski incelenirken ve tedavi planı oluşturulurken risk faktörlerinin tümü gözönünde bulundurulmal›d›r (61). Serebrovasküler olaylar›n en s›k görüleni %85 oran › ile beyin kan ak›m›n›n azalmas› veya durmas›yla sonuçlanan serebral enfarktüsdür. Serebrovasküler enfarktüsün büyük çoğunluğu serebral otoregulasyonu bozan intrakraniyel veya ekstrakraniyel arterlerin tıkanmasına bağlı aterotrombotik inmedir. Serebral kan akımı, genelde serebral otoregülasyon ile kontrol alt›nda tutulur. Bu, vasküler tonus ve kalp debisi ile sağlanır. Normotansif kişilerde dinlenme s›ras›nda ortalama arteriyel kan bas›nc› 90mmHg olup bunun alt limiti 60mmHg’dir. Bu limitlerin altına düştüğünde oksijen ekstraksiyonu artar; ancak ileri dönemde iskemik beyin zedelenmesi meydana gelmeye başlar. Hipertansiyon bulunan kişilerde genelde serebral otoregülasyon bozulur. Hipertansiyon, ister iskemik ister de hemorajik olsun, serebrovasküler olaylar›n en s›k nedenidir (66,67). Özellikle yaşlı popülasyonu etkileyen izole sistolik hipertansiyonun tedavi edilip edilmemesi gerektiğine ilişkin sorular da geniş serili çalışmalarla araştırılmış, tedavi almayan hastalarda serebrovasküler olay riskinin 2–4 kat arttığı ve antihipertansif tedavi ile serebrovasküler olay insidans›nda %26 azalma olduğu gösterilmiştir (68). Hipertansif ansefalopati, beyinde yüksek kan bas›nc› sonucunda ortaya ç›kan geçici değişikliklere verilen klinik tablonun adıdır. Son yıllarda etkin hipertansif tedaviden dolayı ender rastlanır hale gelmiştir (69). Hipertansiyonun böbrekte neden olduğu en önemli patolojik değişiklik, afferent arteriyol duvar›nda hyalinizasyon ve skleroz ile karakterize hipertansif nefrosklerozdur. Hipertansif hastalarda böbrek tutulumu genellikle asemptomatik olmakla beraber ilk belirti konsantrasyon defektini yansıtan noktüridir. İlk objektif bulgu ise mikroalbuminüridir ve intrarenal vazodilatör cevabın azalması ile tubulointerstisyel hasarın başlamasından ve progresyonundan sorumludur. Mikroalbüminüri hem böbrek hasar›n›n ilerleyici karakterini hem de genel kardiyovasküler morbiditeyi yans›tan bir belirteçtir (70). 23 Hipertansiyonun böbrek hasarını başlatması ya da var olan böbrek hastalığını daha da kötüleştirmesi nedeniyle kan basıncının oldukça etkin yapılması ve optimal değerlere erişilmesi önemlidir. Kan basıncı tedavisine ilişkin güncel kılavuzların hepsinde kan basıncı kontrol eşiğinin en düşük tutulduğu gruplar proteinürisi olan kronik böbrek hastaları ve diyabetik nefropatili bireylerdir. Mevcut antihipertansif tedavi stratejileri içinde en etkin ilaç grubunun renin–anjiyotensin sistemini baskılayan ilaçlar olduğu gösterilmiştir (11). Hipertansiyona bağlı göz komplikasyonları, 18.yüzy›l›n ilk yar›s›ndan beri bilinmektedir. En s›k bilinen göz komplikasyonu retinopati olmasına rağmen, retinopati dışında da retinal ven ve retinal arter oklüzyonlar›, retinal emboli, iskemik optik nöropati ve hipertansif koroidopati gibi tablolar da hipertansiyona eşlik edebilir. Hipertansiyon ve diyabetin s›k olarak birlikte bulunmalar› nedeniyle diyabetik ve hipertansif göz komplikasyonlar›n ›n birlikte bulunuyor olma ihtimali de düşünülmelidir (72). Vücutta arter ve arteriyollerin görülebildiği tek yolun göz dibinin incelenmesi, hipertansiyonun yarattığı mikrovasküler hasarı doğrudan değerlendirme imkanı verir(71,72). Retina değişikliklerinin izlenmesinin, mikrovasküler hasarın doğrudan değerlendirilmesinin en önemli yolu olması nedeniyle hipertansiyonu olan her hastada hem tan› hem de takip aç›s›ndan fubdoskopik inceleme önemlidir (71). KLİNİK DEĞERLENDİRME Hipertansiyonda ilk değerlendirmede öncelikle 3 temel hedefe yönelmek gereklidir: a)kan bas›nc›n›n evrelenmesi, b)genel kardiyovasküler riskin belirlenmesi, c)daha fazla araştırma gerektirebilecek olan olası sekonder hipertansiyon nedenlerinin tespit edilmesi. Hipertansiyonlu bir hastanın klinik değerlendirilmesi anamnezle başlar. Anamnezde özellikle göz önüne alınması gereken noktalar aşağıda sıralanmışt›r. a) Hipertansiyon, diyabet, dislipidemi, kalp yetersizliği, serebrovasküler olay veya böbrek hastalığı ile ilgili aile anamnezi. b) Kan basıncı yüksekliğinin süresi ve daha önceki düzeyleri ile daha önce uygulanan antihipertansif tedavinin sonuçlar› ve yan etkileri. 24 c) Hastanın koroner kalp hastalığı, kalp yetersizliği, serebrovasküler hastalık periferik damar hastalığı, diabetes mellitus, gut, dislipidemi, bronkospazm, seksüel disfonksiyon, böbrek hastal›klar› ve diğer önemli hastalıkları ile ilgili geçmişi, bu klinik tablolarla ilgili şimdiki semptomlar› ve bu tablolar›n tedavisi için kullan›lan ilaçlar ve sonuçlar› ile ilgili bilgiler. d) Sekonder hipertansiyon nedenleri ile ilgili olmas› olas› semptomlar e) Hastanın diyetteki yağ, tuz ve alkol alışkanlıkları, sigara içip içmediği ve içiyorsa süresi ve miktarı, fizik aktivite alaışkanlıkları ve vücudundaki yağ fazlasını ortaya koymak açısından gençliğindeki ve şimdiki ağırlığı arasındaki fark. f) Kan bas›nc›n› artt›rmas› olas› ilaçlar ve maddelerin kullan›m› ile ilgili anamnez (örneğin oral kontraseptifler, nonsteroid antiinflamatuar ilaçlar, meyan kökü, kokain, amfetamin türevleri, eritropoetin, siklosporinler, steroid hormonlar). g) Hipertansiyonun seyri ve sonuçlarına etki edebilecek kişisel psikososyal ve çevresel faktörler(örneğin aile yapısı, çalışma ortamı, eğitim düzeyi, sosyokültürel ve sosyoekonomik yap›s›)(11). Hipertansiyonlu bir kişide, kan basıncının ölçümü dışında tam bir fizik muayene yapılmalı ve muayene sırasında özellikle aşağıdaki noktalara dikkat edilmelidir (11,12). a) Kan bas›nc›n›n her iki koldan ve en az iki kere ve ilgili bölümdeki kurallara uygun bir şekilde ölçülerek kaydedilmesi. b) Hastan›n boy ve kilosunun ölçümü ve vücut kitle indeksinin hesaplanmas›(kilogram olarak ağırlığın metre olarak boy’un karesine bölünmesi). c) Kardiyovasküler sistemin ayr›nt›l› muayenesi, bu arada kalp boyutlar›, ritm bozuklukları, 3. ve/veya 4. ses duyulup duyulmadığı ve kalp yetersizliği bulunup bulunmadığının saptanmas›. d) Boyun muayenesinde karotis üfürümlerinin, venöz dolgunluğun ve tiroid büyümesinin olup olmadığının tesbiti. e)Ekstremitelerde periferik arter nab›zlar›nda zay›flama veya kaybolma, arteryel üfürüm ve ödem aranmas›. f) Akciğerlerde rallerin ve bronkospazmın araştırılması. h) Bat›n muayenesinde üfürüm, anormal pulsasyon, böbreklerde büyüme veya başka kitle olup olmadığının incelenmesi. j) Gözdibinin ve serebrovasküler hasar aç›s›ndan sinir sisteminin incelenmesi 25 Laboratuvar incelemeleri Hipertansiyonlu hastalarda yap›lacak laboratuar incelemeleri, gerçekci bir risk belirlemesi yapılması, hedef organ hasarının ve diğer klinik tabloların ortaya çıkartılması ve sekonder hipertansiyonun ekarte edilmesi amaçlar›na yönelikti. Birinci basamak temel laboratuvar incelemeleri Rutin idrar analizi Göğüs röntgenografisi Basit kan say›m› Kan şekeri Elektrokardiyografi İkinci basamak temel laboratuvar incelemeleri Tam kan say›m› HDL-kolesterol Açl›k trigliseridi Total kolesterol LDL-kolesterol Potasyum Kreatinin Sodyum Gereğinde yapılacak laboratuvar incelemeleri Kreatinin klirensi Ekokardiografi Bat›n ultrasonografisi Mikroalbuminüri Ürik asit Kan kalsiyumu TSH 24 saatlik idrarda protein PRA, aldosteron ve katekolaminler Hemoglobin A1C ve/veya fruktozamin LDL-kolesterol, apolipoproteinler, lipoprotein elektroforezi ve diğer lipid analizleri Kraniyel, renal ve periferik arterlerin ultrasonograi/Doppler incelenmesi Gereğinde yapılacak incelemeler sekonder hipertansiyonun nedenlerini veya hedef organ hasarı/klinik kardiyovasküler hastalık varlığını ve şiddetini ortaya çıkarmak amacına 26 yöneliktir. EKG’de sol ventrikül hipertrofisinin saptanmas› durumunda bunun ekokardiyografi ile kan›tlanmas› gereklidir. Kraniyal, renal veya periferik arter darl›klar›ndan ya da aortanevrizmasından şüphe edilmesi durumunda bu damarlar ultrasonografi ile ayrınt›l› bir şekilde incelenmelidir (11,12). KARDİYOVASKÜLER RİSK FAKTÖRLER Major faktörler: Yaş: Erkeklerde 55, kadınlarda 65 yaşını aşmış olmak Sigara Hiperkolesterolemi(total kolesterol>240 mg/dl veya LDL-kolesterol>160 mg/dl) Diabetes mellitus Serebrovasküler veya kardiyovasküler hastalıklara ilişkin aile anamnezi(erkeklerde 55, kadınlarda 65 yaşın üstünde) Minor faktörler: Yaş: Erkeklerde 45, kadınlarda 55 yaşını aşmış olmak Il›ml› hiperkolesterolemi(total kolesterol>200 mg/dl veya LDL-kolesterol >130 mg/dl) Düşük HDL-kolesterol(<35 mg/dl) Hipertrigliseridemi(>200 mg/dl) Şişmanlık Azalmış glukoz toleransı Sedanter yaşam tarzı Hedef organ hasar›/Klinik kardiyovasküler hastal›k Kalp hastal›klar› Sol ventrikül hipertrofisi Angina/geçirilmiş miyokard infarktüsü Geçirilmiş koroner revaskülarizasyon Kalp yetersizliği İnme veya geçici iskemik atak Nefropati, retinopati Periferik arter hastalığı 27 Hipertansiyon toplam kardiyovasküler riskin sadece bir bileşenidir ve hastalara uygulanacak tedavi toplam kardiyovasküler risk göz önüne alınarak kişiye özel olarak düzenlenmelidir. Kardiyovasküler hastalğı, hedef organ hasarı ya da ek risk faktörü olmayan kişiler düşük risk grubu olarak ifade edilir ve hipertansif hastaların sadece %2’si bu kategoriye uyar.Prehipertansiyonu veya evre1 hipertansiyonu olan düşük riskli hastalar sadece 12 aya kadar yaşam tarzı değişiklikleriyle izlenebilir. Kan basıncı hedef değerlere düşmezse ilaçlarla desteklenmelidir. Evre 2 hipertansiyonu olan hastalara beklemeden ilaç tedavisi başlanmalıdır. Henüz klinik kardiyovasküler hastalığı ve hedef organ hasarı olmayan ancak diyabet dışında bir kardiyovasküler risk etmeni taşıyan hastalar orta riskli olup, hipertansifler içinde en büyük grubu (%60) oluşturur ve yaşam tarzı değişiklikleriyle ilaç tedavisine beraber başlanmasını gerektirir.Klinik olarak aşikar kardiyovasküler hastalığı veya hedef organ hasarı olan ve bunun yan›nda kan bas›nc› yüksek olan (hipertansif ya da prehipertansif) hastalar yüksek risklidir. Diyabeti veya kronik böbrek yetmezliği olan tüm hastalar kan basıncına bakılmaksızın yüksek riskli kabul edilir. Kan basınçlarıyüksek normal düzeyde bile olsa bu hastalarda hemen yaşam tarzı değişiklikleri ve ilaç tedavisine başlanmalıdır. Antihipertansif tedavi ve yaşam tarzı değişikliklerinin yanısıra yüksek riskli hastalara düşük doz (80-100mg) asetilsalisilik asit (ASA) ve gerekli hallerde lipid düşürücü tedavi uygulanmalıdır. Hipertansiyon tedavisi alan hastalarda düşük doz ASA kullanımı inme riskini art›rmadan myokard infarktüsü riskini %36 oran›nda azalt›r (73). TEDAVİ Hipertansiyonun tedavisindeki amaç, morbidite ve mortalitenin azalt›lmas›d ›r. Sistolik kan bas›nc›n›n 140mmHg’n›n, diyastolik kan bas›nc›n›n ise 90mmHg’n›n alt›nda tutulmas› hedeflenmelidir (11,12). Hipertansiyon tedavisini 2’ye ay›rabiliriz. 1-Hipetansiyonun Nonfarmakolojik Tedavisi-Yaşam Tarzı Değişiklikleri 2-Hipertansiyonun Farmakolojik Tedavisi 28 Hipertansiyonun Nonfarmakolojik Tedavisi ve Yaşam Tarzı Değişiklikleri Nonfarmakolojik tedavi ve yaşam tarzı değişiklikleri hastalarda sistolik kan bas›nc› ve diyastolik kan basıncında düşmeye neden olabileceği gibi sık görülen dislipidemi ve glukoz intolerans›nda düzelmeye yard›mc› olur. Hipertansiyon tedavisi için kullan›lan ilaç say›s› ve dozunu azaltabilir, ilaçlar›n etkisini art›r›r. Tablo 6 Hipertansiyon tedavisinde yaşam biçimi değişiklikleri Fazla kilolar›n verilmesi Alkol al›m›n›n k›s›tlanmas› (Erkeklerde 30, kad›nlarda 15ml etanol) Aerobik egzersiz (Haftanın çoğu günü 30-45 dakika) Sodyum k›s›tlanmas› (100mmol/gün Na = 2.4g Na = 6 g NaCl) Yeterli potasyum al›nmas›(90mmol/gün) Yeterli kalsiyum ve magnezyum al›nmas› Diyetle doymuş yağ ve kolesterol alımının kısıtlanması Sigaran ›n b ›rak›lmas› Sigara içiminin b›rak›lmas› Sigaran›n vazopressör etkileri vard ›r ve içildikten sonra 30 dakikada sonlanan kan bas›nc› yükselmesine yol açar. Sigara içimi kardiovasküler riski 2-3 kat art›ran bir faktördür. Kardiyovasküler olumlu etkiler tütün içiminin b›rak›lmas›ndan sonraki bir y›l içinde görülür. Sigara lipid profilini bozar, insülin direncini art›r›r, sol ventrikül kütlesinde artış olur ve endotele bağımlı arteriyel vasodilatasyonda azalmaya yol açar. Ancak, sigarayı bırakmak hipertansiyonda ilaç tedavisine karşı direncin önlenmesi ve kardiovasküler riskin azaltılması için gereklidir. Kilo Kontrolü Hipertansiyon s›kl›kla obezite ile birliktedir, Vücut kitle indeksinin (BMI) 27 veya daha fazla olması insülin direnci ve hiperinsülinizme yol açar. Obezlerde vücut ağırlığının azaltılarak ideal kiloya inilmesi kan bas›nc› regülasyonunu kolaylaştırmaktadır. Birlikte fiziki egzersiz uygulanırsa kan basıncında düşme artmaktadır. 29 Alkol al›m›n›n k›s›tlanmas› Yüksek miktarlarda etanol, vazokonstriksiyona yol açarak kan bas›nc›n› yükseltmektedir. Bu sebeple, günde 1oz (30 ml) etanol(720ml bira, 300ml şarap veya 60ml viski) sınırının aşılmaması önerilmektedir. Tuz k›s›tlanmas› Tuz ve sodyum kavramları karıştırılmamalıdır. Klorür sodyumun etkisini arttırmaktadır. Sodyum, çoğunlukla sofra tuzu/NaCl şeklinde gıdayla alınmaktadır. Sodyum diğer şekillerde alındığında (Na bicarbonat gibi) kan basıncı arttırıcı etkisi fazla değildir. Klinik, randomize çalışmalarda hipertansif hastalarda sodyum al›m› günde 80 -100mmol(4,7-5,8g) ile k›s›tlandığında sistolik kan bas›nc›nda 4,8±1mmHg, diyastolik kan bas›nc›nda 2,5±0,7mmHg düşme görülmüştür (74). Yaşlı hipertansiflerde bu etki daha fazlad›r. Hastalara günde 100mmol (5,8g) den az sodyum ya da günde 6g’dan az NaCl (tuz) almalar› önerilmelidir. Diyetle al›nan sodyumun önemli bir kısmı işlenmiş gıdalardan gelmektedir. Bu tür gıdalardan kaçınılmalı ve sofrada tuzluk kullan ›lmamal›d›r. Sodyum k›s›tlamas› antihipertansif ilaçlar›n etkisini art›r›r. Kalsiyum kanal blokerlerinin intrensek natriüretik özelliği olduğu için bu etki görülmez. Ancak kalsiyum kanal blokerlerinin antiproteinürik etkisi artar.Günde 15-20g tuz al›m› ise diüretiklerin antihipertansif etkisini azaltabilir. Sodyum kısıtlaması diüretiklere bağlı potasyum kaybını azaltır, sol ventrikül hipertrofisini geriletebilir, osteoporoza karşı koruma sağlar, vasküler ve bronşial düz kaslarda gevşeme yapar. Sodyum k›s›tlamas› günde 10-20mmol’un alt›nda olursa, plazma katekolaminlerinde, LDL ve trigliseridde, insülin direncinde artma görülür. Egzersiz Düzenli egzersiz kan basıncı regülasyonunu kolaylaştırır ve kardiyo-vasküler hastal›ktan koruyucu etkileri vard ›r. İzometrik egzersizler hipertansifler için uygun değildir Bu sebeple aerobik egzersiz haftada en az 3-4 kez hedef kalp h›z›n›n %60-70’ine ulaşacak şekilde 30-45 dakikalık hızlı yürüyüşler ya da yüzme önerilmektedir Potasyum al›m› Diyetle, taze meyve ve sebzelerden sağlanan yaklaşık günde 90mmol potasyum hipertansiflerde kan bas›ncını düşürür. Sodyumdan kısıtlı diyet kullanıldığında potasyumun kan 30 basıncı düşürücü etkisi azalabilir. Böbrek yetersizliği olanlarda ACE inhibitörü veya A II reseptör antagonisti alanlarda potasyum kullan›m› için dikkatli olunmal›d ›r. Potasyum; renal vasküler dirençte azalma ve glomerüler filtrasyon h ›z›nda artışla kan basıncını düşürür. Kalsiyum ve magnezyum al›m› Kalsiyum günde 1g verildiğinde sistolik kan basıncında çok minimal düşme yapar ve diyastolik kan basıncı da değişmez. Kalsiyum al›m›n›n artmas› hipertansiyonda zaten mevcut olan hiperkalsiüriyi daha da arttırır, böbrek taşlarına ve üriner sistemde infeksiyona yol açabilir. Düşük magnezyumlu diyet alanlarda hipertansiyon prevalansınının fazla olduğunu göstermektedir. Potasyum verilmesiyle düzelmeyen hipokalemide magnezyum eksikliği sorumludur. Bu hastalarda günde 15mmol magnezyum verilmesi kan basıncını düşürebilir, hipokaleminin düzelmesine yard ›mc› olur ve glukoz metabolizmas›n › da olumlu yönde etkiler Hipertansiyonun Farmakolojik Tedavisi İdeal bir antihipertansif ilaç şu özelliklere sahip olmalıdır: -Sistemik kan basıncını düşürmek açısından günde tek dozla uzun süreli olarak (24 saat) etkili olmal›d›r, -Yan etkileri ve istenmeyen metabolik etkileri olmamal›d›r, -Hedef organ hasarının geri dönüşmesini kolaylaştırabilmelidir. Antihipertansif ilaçlar özet olarak, sodyumun böbrekten at›l›m›n› art›rarak, kalp debisi veya sistemik damar direncini modifiye ederek etkilerini gösterirler. Diüretikler: Antihipertansif etki mekanizmalar› hala tam olarak bilinmeyen bu ilaçlar›n uzun sürede vazodilatörler gibi davrandığı ya da sempatikolitik etki gösterdiği sanılmaktadır (75). 31 Tablo 7 Diüretik s›n›flamas› Tiyazid ailesi Bendroflumethiazide İlaçlar Benzthiazide Loop diüretikleri Furosemide Clopamide Bumetanide Chlorthalidone Ethacrynic Chlorothiazide Torsemide Cyclothiazide Azosemide Hydrochlorothiazide Muzolimine Indapamide K+ tutucu Aldost.reseptör diüretikler antagonistleri Amiloride Spironolactone Triamterene Eplerenone acid Canrenone Atecanrenone Mefruside Piretanide Metolazone Xipamide Tripamide Etki h›z› Orta H›zl› Yavaş Etki gücü Orta Güçlü Zay›f Etki süresi Uzun (ortalama 24 saat) K›sa (ortalama 6 Orta (ortalama 12 saat) saat) Antihipertansif Güçlü Zay›f Zay›f Orta Düşük etki gücü Yan etki riski Yüksek Tiyazid ve tiazid benzeri diüretikler: Distal tubulus kıvrımlarının başlangıç bölgesinde “Na+, Cl-transport’unu inhibe ederek Na+ geri emilimini bozarak su kayb ›na neden olurlar. Uzun vadede kalp debisinde azalma ve aynı zamanda sistemik damar direncinde anlamlı bir düşüşe yol açarlar. Tiyazid ailesi yan etki profili en yüksek diüretiklerdir. Tiyazidler ile tedaviye küçük dozlarda başlanılmalıdır(örneğin, 12.5mg/gün hidroklorotiyazid gibi). Hidroklorotiyazidin hipertansiyon kontrolünde maksimum dozunun 25 mg/gün’ü geçmemesi önerilmiştir (76). Kombinasyon tedavilerinde s›kça tercih edilen bir guruptur. Tek zorunlu kontrendikasyonu gut hastalığıdır. Yan etki olarak, hipokalemi, hiperkalsemi, hiperürisemi, glukoz toleransında bozulma ve serumda total kolesterol ve düşük dansiteli lipoprotein düzeyinde yükselme görülebilir. 32 Loop diüretikleri:Loop diüretikleri, henle kulpunun kal›n ç›kan kolunun lüminal membran›n›n sodyum potasyum-klor kotransport sistemini inhibe ederek primer olarak klor reabzorbsiyonunu bloke ederler. Bu nedenle, tiyazid gurubuna göre çok daha güçlüdür ve daha h›zl› etki ederler.Özellikle böbrek fonksiyon bozukluğu yada kalp yetmezliği olan hastalarda kullan ›l›rlar.Ayr›ca kalsiyum at›l›m›n› art›rd›klar› için hiperkalsemi tedavisinde de kullan›l›rlar. Yan etki yüksek dozlarda kullan›l›rlarsa hipokalemi, hipokalsemidir. Potasyum tutucu diüretikler:Distal tubuluslar›n son bölümü ve toplay›c› kanallarda doğrudan etki ile Na+ ile K+ alış verişini duraklatırlar. Na+ atılımını artırır, K+ reabsorsiyonunu çoğaltırlar. Spironolakton aldosteron reseptörleri için spesifik bir antagonisttir ve bu nedenle etkisi aldosteron varlığına bağlıdır. Buna karşılık, amilorid ve triamteren potasyum sekresyonunun direkt inhibitörleri olarak etki ederler. Bu üç ilaç da, diğer diüeritiklere bağlıgelişen potasyum kaybını önlemek açısından faydalıdır. Potasyum tutucu diüretikler, ACE inhibitörleri ile birlikte yada böbrek yetmezliği olan hastalarda kullanıldığında ciddi hiperkalemiye sebep verebilirler. Yan etki doza bağlı gastrointestinal semptomlar,yorgunluk, jinekomasti ve impotansd›r. Aldosteron reseptör antagonistleri: Primer etki yerleri distal tubuluslar›n son bölümü ve toplayıcı kanallar olup Na+ atılımında artma, K+ reabsorbsiyonunda fazlalaşma meydana getirirler. Adrenerjik reseptör antagonistleri: Adrenerjik sinir uçlar›nda reseptör düzeyinde blokaj etki gösterirler. 1-Alfa adrenerjik reseptör antagonistleri: Damar düz kas hücre membran›nda yer alan post sinaptik alfa adrenerjik reseptörleri bloke ederler. a) Selektif alfa 1 adrenoseptör blokerler:(prazosin, terazosin, doxazosin, urapidil) Lipid profili üzerine olumlu etkileri vardır. İlk doz(first dose) fenomenine neden olabilirler. Bu nedenle doz titrasyonu yap›lmal›d ›r b) Nonselektif adrenoseptör blokerler: Hem alfa-1 hem alfa-2 adrenerjik reseptörleri bloke ederler(fentolamin, fenoksibenzamin, tolazolin, dibenamin, ergot alkaloidleri). Damar düz kaslarında gevşeme, vasodilatasyon ve periferik dirençte düşme sağlarlar. Bu esnada, kalp hızını ve debisini arttırırlar. Plazma volümünde düşme meydana gelir. Plazma renin aktivitesi ve böbrek kan ak›m› değişmez. Nonselektif alfa adrenoseptör blokerler alfa-2 reseptörünü de bloke ederler, taşikardi hipertansif atak gibi sempatik aktiviteye ait semptomlara yol açabilirler. 33 Bu grupta bulunan fentolamin, fenoksibenzamin ve tolazalin feokromasitoma tedavisinde kullan›l›rlar. 2-Beta Adrenerjik reseptör antagonistleri(beta blokerler): Periferik beta adrenerjik reseptörleri, katekolaminler ile yarışmaya dayanan (kompetitif) bir mekanizma ile kapatarak, bloke ederler. Böylece arteryel damar direncini düşürmek suretiyle antihipertansif etkilerini meydana getirirler. Ayr›ca, miyokard üzerinde yapt›klar› (-) inotrop etki sonucu kalp kontraktilitesini azaltarak kalp h ›z›n › ve debisini azalt›rlar. Renal renin sal›n›m›n› inhibe ederler. Merkezi sinir sisteminden sempatik “akış”ı azaltırlar. Bunların yanısıra vasküler dokuda prostaglandin düzeylerini yükseltirler. Barorefleks duyarlılığını arttırırlar. Böbrek kan akımını ve “prejunctional” sempatik inhibisyon yaparak noradrenalin salınımını azaltırlar. İntrensek sempatomimetik aktivitesi pozitif (ISA +) beta blokerler, kalp hızını ve debisini değiştirmezler. Gençlerde, beyaz ırkta, yüksek ve normal reninli kişilerde, kalp atım hacmi yüksek, periferik direnci hiperdinamik hastalarda çok etkilidirler. 3-Alfa+Beta adrenerjik reseptör antagonistleri(mikst reseptör blokerleri): Bu ajanlar kompetitif olarak hem selektif alfa-1, hem de nonselektif, beta-1+beta-2 adrenoseptör blokaj› yaparak vasodilatör etki gösteren bir beta bloker grubudur Anjiyotensin Konverting Enzim İnhibitörleri(ACE): ACE’nin aktivitesinin inhibisyonu, kininlerin yar› ömrünü uzat›rken anjiyotensin-2 oluşumunu engeller. Anjiyotensin-2 düzeylerinin azalmas›, bu peptid taraf›ndan oluşturulan direkt vazokonstrüksiyonu ortadan kald›r›rlar. Bu ilaçlar, kalp, beyin, böbrek ve damar duvarları gibi değişik dokularda ACE’nin aktivitesini inhibe ederler. Antihipertansif etki, kalp debisinde değiklik olmaksızın sistemik damar direncinde düşüşe bağlıdır ve daha önceki sodyum azalmas› ile artar. Kan bas›nc›ndaki düşüşün önemli bir bölümü kininlerin vazodilatatör etkilerine bağlıdır. Ayrıca, aldosteron sekresyonunda azalma, sempatik sinir sistemi aktivasyonunun bask›lanmas›, endojen endotelin sekresyonunun bask›lanmas› ve endotel fonksiyonunda düzelme gibi diğer birçok etki, kan basıncının düşmesinde etkili olur. ACE inhibitörleri, kan bas›nc›n› iki vital organ olan kalp ve böbreklerin fonksiyonunu korumaya eğilimli bir şekilde düşürür. Kalp yetmezliği, sol ventrikül disfonksiyonu, postmiyokard enfarktüs durumu ve diyabetik nefropati, ACE inhibitörlerinin kullan ›m› için zorunlu endikasyonlard›r. Hamilelik,bilateral renal arter stenozu ve hiperkalemi 34 zorunlu kontrendikasyonlard ›r. Öksürük ve hiperkalemi ACE inhibitörlerinin en s›k görülen yan etkileri iken anjioödem nadir olmas›na rağmen yaşamı tehdir eden bir komplikasyondur. Halen kullanımda bulunan ACE inhibitörleri şunlardır: a) Birinci kuşak ACE inhibitörleri: Kaptopril, enalapril b) İkinci kuşak ACE inhibitörleri: Fosinopril, benazepril, cilazepril, quinapril, trandolapril, perindopril, lisinopril, ramipril Anjiyotensin-2 Reseptör Blokerleri: Anjiyotensin-2 reseptör blokerleri, anjiyotensin-1’yi spesifik reseptöründen ay›r›r ve bilinen tüm etkilerini antagonize ederek sistemik damar direncinde azalmaya neden olur (77) ACE inhibitörlerinin tersine, kinin düzeylerinde artış olmaz ve bu ilaçlar öksürüğü provoke etmez. ACE inhibitörlerini tolere edemeyen kalp yetmezliği olan hastalarda bu ilaçlar ilk seçilecek ilaç gurubudur. Ayr›ca mikroalbüminürisi bulunan diyabetik hastalarda da tercih edilebilir.RAS aktivitesini düşürücü etkileri yanısıra sempatikolitik ve antiproliferatif etkileri de vard›r. Aldosteron üzerine dolaylı etkileri nedeni natriüresis sağlarlar. Bu ajanlardan losartan’ın ürikozürik etkisi de vard›r. Kontrendikasyonlar›, ACE inhibitörleri için kontrendike olarak kabul edilen durumlar ile ayn›d›r. Bu ilaç gurubunda yan etki profili oldukça düşük olmakla beraber, hiperkalemi ve hipotansiyon görülebilmektedir. Kalsiyum Kanal Blokerleri: Günümüzde üç tip kalsiyum kanal blokeri(benzotiyazepinler, fenilakilaminler ve dihidropiridinler) vard›r. Bu üç tipin hepsi ayn› kalsiyum kanalı ile etkileşime girer (L tipi voltajgated plazma membran › kanal›).Kan bas›nc›n› kontrol etmek aç›s›ndan etkinlikleri ayn ›d ›r ve etki mekanizmalar› farkl›d›r.nondihidropiridin ilaçlar olan verapamil ve diltiazem kalp dokusunda etki eder ve kalp kontraktilitesini, sinüs düğümü iletimini ve atriyoventriküler iletimi azalt›r. Buna karşılık, dihidropiridinler, kan bas›nc›n› primer olarak sistemik damar direncini azaltarak düşürürler (77). Kalsiyum kanal blokerleri ayrıca natriürezi de kolaylaştırır. Bu da antihipertansif etkiyi art›r›r. Kalsiyum kanal blokerleri, yaşlı hipertansiflerde, izole sistolik hipertansiyonu ve anjinas› olan hastalarda kullan›labilir. Birlikte atriyal fibrilasyon varsa, verapamil ve diltizem gibi h›z azalt›c› ilaçlar yararl›d›r. Özellikle dihidropiridinler için periferik vasküler hastal›k muhtemel bir endikasyondur. Kalp bloku ve kalp yetmezliği nondihidropiridin gurubu için kontrendikasyon oluştururken, iskemik kalp hastalığı olanlarda nifedipin gibi kısa etkili dihidropiridin grubu 35 ilaçlar refleks taşikardiye yol açt›klar› için kontrendikasyon oluşturur. Yan etki olarak konstipasyon ve atriyoventriküler blok verapamilin en önemli yan etkileridir. Dihidropiridin grubunda ise yan etki olarak daha çok baş ağrısı, flushing ve ödem görülür. Diğer İlaçlar: Metildopa, merkezi alfa-2 agonist olarak etki eder. Hipertansiyon tedavisinde,hamilelikte ve diğer ilaçlarla kombine olarak güvenli bir şekilde kullanılabilir.İmidazol reseptör antagonisti olarak etki eden moksonidin merkezi sempatik aktiviteyi azaltarak etki gösterir. Yan etki profili düşük olduğu için güvenle kullanılabilir.Hidralazin ve minoksidil güçlü arteriyolar vazodilatatörlerdir. Refleks taşikardi, sodyumtutulumuna bağlı kalp debisinde artış ve anjina gelişme olasılığı nedeniyle günümüzde pek tercih edilmezler.Guanetidin gibi periferik norepinefrin nöronlarını boşaltan ilaçlar, hastalar tarafından iyi tolere edilmedikleri için günümüzde pek kullan›lmazlar. Neutral endopeptidase (NEP) inhibitörleri (sinorphan, thiorphan, omapatrilat), endotelin I reseptör antagonistleri (bosentan, phosphoramidon), renin inhibitörleri (pepstatin, norstatin, difluorostatin, cylostatin), serotonin antagonistleri, vasopressin antagonistleri, adrenomedullin ve adenosin henüz klinik tedaviye girmemiş, geliştirilmekte olan antihipertansif ajanlar olarak say›labilir. 36 MATERYAL METOD İstanbul Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi HT ve Lipid Metabolizmas› Bozukluklar› Polikliniğine(HTPlk) May›s-Eylül 2007 tarihleri arasında başvuran diüretik kullanmayan antihipertansif tedavi alan 51 primer hipertansiyon hastas› çalışmaya dahil edildi. Çalışmaya alınma kriterleri: 1.JNC 7 kriterlerine uyan klinik bulgularla hipertansiyon nedeniyle başvuran, öncesinde yukar›da say›lan problemleri olmayan hastalar 2.Başvuru öncesinde hipertansiyon standart tedavi ajanlarından bir veya birkaçını alan(thiazid grubu etken madde içermeyen diüretik hariç ) ya da hiç almamış olan tüm hastalar Çalışmaya alınmama kriterleri: 1.Tiazid grubu diüretik içeren antihipertansif kullanan hastalar 2.Konjestif kalp yetmezliği olan hastalar 3.Renovasküler hastalık,böbrek yetmezliği,feokromasitoma ve aldesteronizm gibi sekonder nedenlerin bulunduğu hastalar 4.Hipotiroidik ve hipertiroidik hastalar Çalışmaya alınan hastaların, sosyodemografik özellikleri, detayl› öyküleri, antropometrik ölçümleri, fizik muayene bulgular› ve laboratuvar tetkikleri incelendi. HTPlk’ine başvuran 51 hastanın, cinsiyet, yaş, boy, ağırlık, BKİ, bel çevresi, bilinen hipertansiyon süresi, sigara kullan›m öyküsü, almakta olduğu antihipertansif ilaç s›n›flar›, sistolik ve diyastolik KB değerleri, serum kreatinin düzeyleri, 24 saatlik idrardaki mikroalbümin ve sodyum düzeyleri, GFH değerleri, özgeçmişlerinde diyabet, koroner arter hastalığı, serebrovasküler hastal›k varlığı, aile öyküsü ve kad›nlarda menopoz varlığı, almakta olduklar› ilaçlar ve dozlar›, ek hastal›k varlığı sorgulanarak kaydedildi. Tuz k›s›tlamas›na uyumlar›n › tespite yönelik sorgulamada hastalara yemeklerin pişirilmesi esnasında tuz ilavesi, sofra tuzu kullanımları, turşu, hazır gıda, şarküteri ürünleri ve tuzsuz ekmek tüketimi konusunda sorular sorularak, hastalar tuzsuz diyet yapanlar, yapmayanlar ve düzensiz/yetersiz yapanlar olarak grupland ›r›ld›lar. Poliklinik tart›s›nda oda giysileri ile ölçülerek kilogram biriminde kaydedilen ağırl›klar ve ayakkab›s›z ölçülen metre birimindeki boy değerleri al›nd›. 37 Beden Kitle İndeksi(BKİ) = Ağırl›k(kg) / Boy(m)² formülüyle hesapland›. Bel çevresi, açl›kta, ayakta ve ekspiryum ortas›nda, en alt kot s›n›r›yla spina iliaca anterior superior ortas›ndan, bu bölge ç›plak olarak sabit gerilimli mezura ile ölçülerek santimetre biriminde kaydedilen değer al›nd›. KB indirekt metodla, Erkameter 3000 markal›, standart cival› masa üstü sfigmomanometre vas›tas›yla, hasta son 1 saat içinde kafein ve tütün kullan›m› olmaks›z›n, 5 dakika oturur halde konuşturulmadan dinlendirildikten sonra s›rt› destekli dik şekilde oturur pozisyonda her iki koldan, 2 dakikal›k aralarla al›nan 2 ölçümün ortalamas› al›narak kaydedildi. Cockroft-Gault formülü kullan›larak glomerüler filtrasyon h›zlar›(GFH) tespit edildi. GFH=(140-yaş) X vücut ağırlığı(kg) / (serum kreatinin(mg/dl) X 72) Kad›nlarda bu formülle elde edilen sonucun 0.85 ile çarp›lmas› gereklidir. Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi Biyokimya Laboratuvarında, en az 12 saatlik gece açlığı sonrası alınmış venöz kan örneklerinde enzimatik, kalorimetrik ve kemülüminesan immunoassay yöntemlerle Abbott Aeroset Otoanalizörde ve Immulite-1000 cihazında çalışılan biyokimyasal ve hormonal tetkik sonuçlar› al›nd›. 24 saatlik idrarda sodyum konsantrasyonu ISE(İyon selektif elektrot) yöntemiyle çalışıldı. 24 saatlik idrarda sodyum konsantrasyonu 40220mmol/gün referans aralığında normal kabul edildi. Elde edilen verilerin istatistiksel analizleri Statistical Package for Social Sciences(SPSS) for Windows 13.0 programıyla yapıldı. Çalışma verilerinin tanımlayıcı istatistiksel sonuçları aritmetik ortalama ± standart sapma olarak ifade edildi. Gruplar değerlendirilirken hasta dağılımları frekanslar şeklinde verildi. Niceliksel verilerin karşılaştırılmasında Mann-Whitney U testi, Pearson ki-kare testi kullan›ld›. Uygulanan istatistiksel testlerden elde edilen sonuçlarda, p değerinin 0,05 (% 5)’in altında olması anlaml› olarak kabul edildi. 38 BULGULAR Çalışmaya dahil edilen toplam 51 hastan›n 21’i(%41,2) erkek ve 30’u(%58,8) bayan olup, yaş ortalaması 55,01 ±11,9 y›l idi. Beden kitle indeksi(BKİ=BMI) ortalaması 30,04±4,3 kg/m² ve sistolik kan bas›nc›n›n(SKB) ilk başvurudaki ortalaması 142,56±18,2mmHg, diastolik kan bas›nc› ortalamas›(DKB) 88,03±9,8mmHg bulundu. İkinci vizitte ise sistolik kan basıncı ortalamas› 134,70±12,4mmHg ve diastolik kan bas›nc› ortalamas› 83,23±7,4mmHg idi. Çalışmaya dahil edilen 30 bayan hastanın 20’sinin (%66,77) menopoz döneminde oldukları öğrenildi. Hastaların özgeçmişlerinde 3’ünde (%5,9) diabetes mellitus ve 4’ünde (%7,8) kardiovasküler hastal›k öyküsü saptand›. Soygeçmişleri incelendiğinde, 24 (%47,1) diabetes mellitus ve 24 (%47,1) kardiovasküler hastal›k öyküsü olan hasta tespit edildi. Hipertansiyon hastal›k süresi 5 y›la kadar olan 34 (%66,7) hasta, 6-10 y›l aras› olan 11 (%21,6) hasta ve 6 (%11,8) hastada 10 y›ldan daha uzun bulundu (Şekil1). Şekil 1. Hipertansiyon süresi. HT sure gruplar›na göre dag›l›mlar› 70 Y u zd e 60 50 40 30 66,7% 20 21,6% 10 0 0-5 6-10 11,8% >10yil HT sure Sigara kullanımı sorgulandığında hiç içmeyen 22 (%43,1), daha önce içip bırakmış olan 12 (%23,5) ve halen içen 17 (%33,3) hasta saptand›. BKİ (Beden kitle indeksi=BMI)’i incelendiğinde 7 (%13,7) hastada 25mg/m² nin alt›nda, 15 (%29,4) hastada 25-29.9kg/m² aras›nda ve 29 (%56,9) hastada 30kg/m²un üstünde olduğu görüldü (Şekil 2). 39 Şekil 2. BKİ(BMI=Beden Kitle İndeksi) değerlendirmesi BMI degerlendirme 60 y u zd e 50 40 30 56,9% 20 10 29,4% 13,7% 0 bmi<25 bmi25-29,9 bmi>=30 BMI Çalışmaya alınan hastalar 24 saatlik idrarda mikroalbuminüri (MAU) düzeyleri açısından değerlendirildiğinde (30-300mg/gün) mikroalbuminürik olan 10 (%19,7) hasta tespit edilirken, 41 (%80,4) hasta normoalbuminurik olarak saptand›. Hastalar hesaplanan GFH düzeyleri açısından değerlendirildiğinde normal GFH sahip 31 (%60,8) hasta varken; Evre 1 KBY (60–90 ml/dk) olan 14 (%27,5), Evre2 KBY (30–60ml/dk) olan 5 (%9,8) ve Evre3 KBY (<30 ml/dk) olan 1 (%2) hasta tespit edildi (Şekil 3). Şekil 3. GFH(Glomeruler Filtrasyon H›z›) değerlendirme Hesaplanan GFH=GHR (CGF) Hesaplanan GFH (CGF) KBY 70 60 yu z d e 50 40 30 60,8% 20 27,5% 10 9,8% 2,0% 0 gfr>90ml/dk gfr60-89,9 40 gfr30-59,9 gfr=<29,9ml/dk Hastalar tuz diyeti yapmalar› aç›s›ndan sorguland›klar›nda; 27 (%52,9) hastan›n hiç diyet yapmadığı, 9 (%17,6) hastan›n düzensiz diyet yaptığı ve 15 (%29,4) hastan›n tuz diyetine tam uyduğu öğrenildi (Şekil 4). Şekil 4. Tuz k›s›tlama diyeti Tuz Kısıtlama Diyeti İnceleme 60 Yuzde 50 40 30 52,9% 20 10 29,4% 17,6% 0 diyetyok duzensizDiyet Tamdiyetvar 24 saatlik idrarda sodyum atılım düzeyleri incelendiğinde 16 (%31,4) hastada yüksek sodyum at›l›m›, 35 (%68,6)hastada ise idrar sodyum düzeylerinin normal aralıkta olduğu gözlendi (Şekil 5). Şekil 5.İdrar sodyum atılımı İdrar Na Atılımı 70 60 y u zd e 50 40 30 68,6% 20 31,4% 10 0 Normal idrar Na yuksek idrar Na İdrar Na atılımı 41 İlk başvuruda hedef kan bas›nc›na ulaşma incelendiğinde hedef kan bas›nc› sağlanan 23 (%45,1) hasta tespit edilirken, 28 (%54,9) hastan ›n kan basıncı hedeflerini yakalayamadığı saptand› (Şekil 6). Şekil 6. Hedef KB1 Kontrol HEDEF KB1 KONTROL ORANLARI 60 yuzde 50 40 30 54,9% 45,1% 20 10 0 SAGLANAMAYAN SAGLANAN HEDEF KB1 KB1=İlk başvuru kankan basıncı KB1=İlk başvuru kan basıncı KB1=İlk başvuru basıncı Çalışmaya alınan hastaların son vizitte hedef kan basıncına ulaşma oranlar› incelendiğinde, hedef kan basıncı sağlanan 38 (%74,5) hasta tespit edilirken, 13 (%25,5) hastada hedef kan basıncının sağlanamadığ› saptand › (Şekil 7). Şekil 7.Hedef KB2 Kontrolü HEDEF KB2 KONTROL ORANLARI 80 y u zd e 60 40 74,5% 20 25,5% 0 SAGLANAMAYAN HEDEF KB 2 KB2=Son vizitteki kan bas›nc› 42 SAGLANAN Antihipertansif ilaç kullan›mlar› incelendiğinde; RAS blokeri kullanma sıklığı 39 (%76,5) hastada, kalsiyum kanal blokerlerini 21 (%41,1) hastada ve ß-blokerleri 16 (%31,3) hastanın kullandığı tespit edilmiştir. Hastalar›n %17,6’s›nda lipid düzeyleri hedeflerin üzerinde olmas› nedeniyle statin kulland›klar› görüldü. Hastalar›n 24 saatlik idrardaki sodyum at›l›m› diyet yapan ve yapmayan hastalarda incelendiğinde; tuz k›s›tlama diyeti yapanlarda ortalama sodyum at›l›m› 136,80±55,8mmol/gün, tuz k›s›tlama diyeti yapmayanlarda 214,62±70,90mmol/gün olarak tespit edildi. Student-t testi ile ortalamalar karşılaştırıldı. Gruplar aras›ndaki fark istatistiksel olarak ileri derecede anlaml› (t=3,779, p<0,0001) bulundu.Diyete uyan kişilerde gerçekten beklendiği gibi düşük sodyum atılımı olduğu gözlendi. Son vizitteki diastolik kan bas›nçlar› tuz k›s›tlama diyeti yapan hastalarda 79,66±6,1mmHg ve tuz k›s›tlama diyeti yapmayanlarda 84,72±7,5mmHg saptand ›. Her iki grup aras›ndaki fark istatistiksel olarak anlaml› bulundu.(t=2,294, p=0,026) Bu iki gruptaki hastalar›n incelenen yaş, cins, hipertansiyon tan› süresi,BMI,MAU,GFH ve serum sodyum düzeyleri aras›ndaki farklar ise istatistiksel olarak anlaml› bulunmad›. (p>0,05) Tuz k›s›tlama diyeti yapan ve yapmayan hastalar, normal dağılıma uymadıkları için Mann Whitney U testi kullanılarak ortalamaları karşılaştırıldı. Diyet yapan ve yapmayan her iki grup aras›ndaki 24 saatlik idrarda sodyum at›l›m›(z=-2,067, p<0,39) ve son vizitteki diastolik kan bas›nc›(z= -3,246, p<0,01) aras›ndaki farklar istatistiksel olarak anlaml› bulundu. Tuz kısıtlama diyeti yapan ve yapmayan hastaların ilk başvuru ve son vizitteki kan bas›nçlar› aras›ndaki farklar incelendiğinde istatistiksel olarak ileri derecede anlaml› t= 3,777 ve p<0,0001 bulundu.Diastolik kan bas›nçlar› aras›ndaki fark ise t=3,449 ve p<0,01 tespit edilip istatistiksel olarak anlaml› bulundu. Çalışmaya alınan 51 hastanın 24 saatlik idrarda sodyum atılım düzeyi ve HTPlk’inde takip süreleri karşılaştırıldığında; 21 hastan›n daha önceden (6 aydan uzun) takipli, 20 hastan›n ise 6 aydan daha k›sa süredir takibe alınmış oldukları tespit edildi. Bu iki grupta 24 saatlik idrarda sodyum at›l›m düzeyleri aras›ndaki farklar istatistiksel olarak anlaml› bulunmad› (p>0,05). Diyet yapan hasta grubunda 24 saatlik idrarda yüksek sodyum düzeylerine sahip 15 hastada 1 iken diyet yapmayan 9 hastan›n 1’inde sadece yüksek idrar sodyum at›l›m› tespit edildi. 43 Yüksek ve normal idrar sodyum at›l›m düzeyleri ile diyette tuz k›s›tlamas› yapan ve yapmayan hasta gruplar› ki-kare testi ile karşılaştırıldığında gruplar arasındaki farklar istatistiksel olarak ileri derecede anlaml› (x²=16,269, p<0,0001) bulundu. Her iki gruptaki hastalar hedef kan bas›nc› ulaşma sıklığı açısından incelendiğinde hem ilk başvuruda ve hem de son vizitte diyete uyan ile uymayan gruplar aras›nda farklar kan bas›nc› aç›s›ndan anlaml› bulunmad› (p>0,05). 44 TARTIŞMA VE SONUÇ Hipertansiyon, insanların çoğunun yaşamlarının bir sürecinde karşı karşıya kaldıkları önemli bir sağlık sorunudur. Hipertansiyonla ilgili bilgilerimiz arttıkça hipertansiyonun yalnızca kan basıncı değerlerinin yükselmesi ile giden basit bir sorun olmadığı, oluşturduğu hedef organ hasarı ile oldukça önemli bir morbidite ve mortalite nedeni olduğu anlaşılmıştır. Hipertansif hastalarda kan basıncı normal sınırlar içerisinde kontrol edilemediğinde birçok organ ve sistemin fonksiyonu geri dönüşümsüz olarak etkilenebilir. Günümüzde görülme sıklığı giderek artan ve kontrol altına alınmadığı takdirde organ hasarlar›na yol açan hipertansiyon, hem antihipertansif ilaç kullan›m› hem de yaşam tarzı değişiklikleri ile tedavi edilmelidir. Türk Hipertansiyon ve Böbrek Hastal›klar› Derneği taraf›ndan 2003 y›l›nda gerçekleştirilen ve ülkemizin tüm bölgelerinin al›ndığı Türk Hipertansiyon Prevalans Çalışmas›nda, 18 yaş üstü yetişkin nüfusun % 31,8’inde hipertansiyon saptan›rken, bu denli yüksek prevalans›n aksine hipertansiflerin sadece %40’›n›n hipertansiyonun fark›nda olduğu ve üçte birinden az›n›n AntiHT ilaç kullandığı gösterilmiştir. Yine ayn› çalışmadan çarp›c› bir başka sonuç da kan bas›nc› kontrol oranlar›yla ilgili olup, antihipertansif ilaç kullananlar›n 1/5’inde, tüm hipertansiflerin ise yaln›z %8’inde hipertansiyon kontrol alt›nda bulunmuştur (78). Kan basıncının düşürülmesinde rol oynadığı gösterilen başlıca yaşam tarzı değişiklikleri, fazla kilolu ya da obez kişilerde kilo verme (79-81); DASH’nin (Hipertansiyonun Durdurulmasında Diyet Yaklaşımları=Dietary Approaches to Stop Hypertension) potasyum ve kalsiyumdan zengin diyet program›n›n uygulanmas› (82,83); diyetle al›nan sodyum miktar›n›n azalt›lmas› (82-84); alkol al›m›n›n ›l›ml› miktarla s›n›rlanmas› (85); fiziksel aktivite ve egzersizdir (86,87,88). Yaşam biçimine ilişkin değişiklikler, kan basıncını düşürür, antihipertansif ilaçların etkinliğini artırır, ilaç ihtiyacını ve kardiyovasküler riski azaltır. Yaşam tarz›yla ilgili 2 ya da daha fazla değişiklik yapılması durumunda daha da iyi sonuçlar elde edildiği bilinmektedir (3). Çalışmaya alınan hastaların çoğunluğunun bayan (%58,8) olmas›, tüm hastalarda yaş ortalamas›n›n 55,01±11,90 y›l olmas› ve BMI düzeylerinin ortalama 30,04±4,38kg/m² olmas› polikliniğimize başvuran hasta profiline bağlanırken, özellikle idrar sodyum at›l›m düzeyi incelenen hastalar›n yaş, cins, hipertansiyon tanı süresi, BMI, MAU, GFH ve serum sodyum 45 düzeyleri aras›ndaki farklar istatistiksel olarak anlaml› bulun madığı için veriler ayırım yap›lmadan verilip yorumland›. Japonya’da yaş ortalaması 58±11 yıl olan 389 hastada yapılan çalışmada; tuz kısıtlama diyetine uyum ve 3,5 yıllık periyoda yaklaşık 4,6 kez 24 saatlik idrarda sodyum at›l›m› incelenmiş, ilk ve son vizitteki idrar sodyum düzeyleri arasındaki fark istatistiksel olarak anlaml› bulunmuştur (89). Ohta ve arkadaşları tarafından yapılan bir diğer çalışmada ise; hastalara tuz kısıtlama diyeti ile ilgili sorular sorulmuş ve tuz kısıtlaması yapan ya da günlük tuz tüketimine dikkat eden hastalar ve tuz k›s›tlamas› yapmayan hastalar olarak 2 grup oluşturulmuştur. 24 saatlik idrarda sodyum at›l›m düzeyleri incelendiğinde tuz k›s›tlamas› yapan hastalarda yapmayanlara oranla daha düşük sodyum düzeyleri (9,4 ± 3,8 ve 10,6 ± 4,0 g/day, p<0.01), tespit edilmiş olup, bu iki grup aras›ndaki fark istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur (90). Polonya’da yapılan bir diğer çalışmada da 24 saatlik idrarda sodyum at›l›m›n›n diyet yapan hastalarda azaldığı tespit edilmiş ve kan basıncı kontrolündeki etkinliğine bakıldığında diyet yapan ve yapmayan hastalar arasındaki farklar istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur (p<0,01) (91). Bizim çalışmamızda ise yukar›da bah sedilen çalışmalarda olduğu gibi hastalar›n 24 saatlik idrardaki sodyum atılımı diyet yapan ve yapmayan hastalarda incelendiğinde; tuz k›s›tlama diyeti yapanlarda ortalama sodyum at›l›m› 136,80±55,8mmol/gün, tuz k›s›tlama diyeti yapmayanlarda ise 214,62±70,90mmol/gün olarak tespit edildi. Bu fark iki grupta istatistiksel olarak incelendiğinde ileri derecede anlaml› bulundu (p<0,0001). Diyete uyan kişilerde gerçekten de beklendiği gibi düşük sodyum atılımı gözlendi. Tuz k›s›tlama diyetinin kan basıncı üzerindeki etkisi Alderman ve arkadaşları tarafından New York’ da araştırılmış ve günlük tuz al›m›n›n 100mmol/gün’den 75mmol/gün’e düşürülmesi ile diastolik kan bas›nc›nda 1 mmHg ve sistolik kan bas›nc›nda ise 3-5mmHg’lık bir düşüş olacağı öne sürülmüştür (92). He ve arkadaşları ise izole sistolik hipertansiyonun yan›s›ra kombine sistolik-diastolik hipertansiyonu olanlar›n kan bas›nc› üzerine tuz k›s›tlamas›n›n etkisi hakk›nda yapt›klar› çalışmada, ortalama 63 yaş ve izole sistolik hipertansiyonu olan 24 vakada 1 ayda idrarda tuz at›l›m›n›n 175mmol/dl’den 87mmol/dl’ye gerilemesiyle kan bas›nc›nda 10/1mmHg (sistolik/diastolik) düşüş görüldüğünü saptamışlard›r. Bu bulgular diastolik bas›nçta fark 46 edilebilir değişiklik olmadan sistolik bas›nçta düşüşü kanıtlayan ilaçlarla müdahale edilen çalışmalar ile benzerdir. Sistolik/diastolik hipertansiyonlu 88 daha genç (ortalama yaş 55) vakada sodyum at›l›m›n›n 175mmol/dl’den 98mmol/dl’ye gerilemesiyle kan bas›nc›nda 7/4mmHg düşüş görülmüştür (93). Bizim çalışmamızda ise, diyet yapan ve yapmayan hastalar›n ilk başvuruda ve son vizitteki kan bas›nc› düzeyleri incelendiğinde; diyet yapan hastalar›n kan bas›nc› ortalamas›nda 140,53±17,82/84,66±8,75mmHg’dan (sistolik/diastolik) 135/79,66±6,11mmHg’ya ve diyet yapmayan hastalar›n kan bas›nc› ortalamas›ndaki 143,41±18,64/89,44±9,98mmHg’dan 134,58±11,04/84,72±7,55mmHg’ya gerileme tespit edilip, iki grup aras›ndaki bu fark istatistiksel olarak anlaml› bulundu (p<0,05). Diyet yapan hastalarda diastolik kan bas›nc›ndaki bu gerileme, sistolik kan bas›nc›ndaki gerilemeden daha fazla dikkat çekmektedir. He ve arkadaşlarının ortalama 55 yaş grubuyla yaptığı çalışma ile bizim çalışmamız aras›ndaki diastolik kan bas›nc› gerilemesindeki benzerlik ise; çalışmamıza dahil edilen hastaların yaş ortalamasının 55,01±11,90 y›l olmasına bağlandı. Diyet eğitimi verilen ve gerçekten uygulayan hastalarda düşük sodyum yükü dolayısıyla kan basıncı regülasyonunda daha başarılı olunacağı açıktır. Bu konuda biriken kanıtlar ışığında hasta eğitim ve uyumunun sağlanıp sürdürülebilir olmas›n›n önemi, hasta eğitim ve uyumunun kan basıncı regülasyonunda diğer faktörler kadar göz önünde bulundurulmasın› gerektirmektedir. Hastaların tuz kısıtlamasına uyumları sorgulandığında, hastaların sadece %29.4’ünde bu uyumun tam olduğu görüldü. Hastalar›n tuz k›s›tlama diyetine uyumlar›n›n düşük bulunması hastalara bu konuda yeterince eğitim verilmemesi veya eğitim almalarına rağmen uyumlar›n›n kötü olmasına bağlandı.Diğer yandan hastaların idrardaki sodyum atılım düzeyleri %68,6 oran ›nda normal bulundu. Hem idrardaki sodyum at›l›m›nda hem de kan bas›nc› regülasyonunda tuz k›s›tlamas›na yan›t›n hastalara göre değişkenlik gösterdiği görüldü. Siyah ›rkta beyaz ›rka göre aynı miktarda tuz kısıtlaması ile daha fazla kan basıncı düşüşü izlenmesinin, hastalar›n tuz sensitif olmalarıyla ilişkili olduğu yönünde bulgular mevcuttur (94). Bu gibi çalışmalar, tanımlayıcı sonuçlar sağlamas› aç›s›ndan daha uzun sürede, daha fazla vakayla ve hastaların duyarlılığı göz önüne alınarak yap›lmal›d ›r. Hipertansiyon konusunda karşılaşılan sorunların çoğunluğu, sağlık personelinin bu konuda göstereceği ilgi ile çözümlenebilecektir. Kan bas›nc› ölçümü her fizik muayeneye ilave edilmeli, mevcut hastal›klar› ile ilgili olarak hastalar bilinçlendirilmeli ve yaşam tarzı 47 değişikliklerinin hipertansiyon tedavisinin önemli bir basamağı olduğu, yeterli s›kl›ktaki kontrollerde hastalara anlat›lmal›d›r. Al›nacak bu gibi basit ama etkili önlemlerle yüksek morbitide ve mortaliteye sahip bu hastalığın verebileceği zararları önlemek ve azaltmak mümkündür. 48 ÖZET Giriş: Hipertansiyon özellikle erişkin popülasyonu etkileyen dünyada ve ülkemizde sıklığı giderek artan ve yarattığı komplikasyonlar nedeniyle toplum sağlığını tehdit eden oldukça önemli bir sağlık sorunudur.Epidemiyolojik çalışmalar, otuzlu yaşlarda % 20-25 olan hipertansiyon prevalansının yaşla birlikte belirgin artış göstererek 60 yaş ve üzerinde % 50’lere çıktığını göstermektedir.Ülkemizde hipertansiyon prevalansının erişkin erkeklerde % 36.3, erişkin kad›nlarda % 49.1 olduğu bulunmuştur Amaç: Sağlık Bakanlığı Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi Hipertansiyon ve Lipid Metabolizması Bozuklukları Polikliniğinden takipli antihipertansif ilaç kullanan hipertansif hastalarda yap›lan tuz k›s›tlama diyetinin hipertansiyon kontrolü aç›s›ndan önemi ve hastalarda diyet bilincinin 24 saatlik idrarda sodyum at›l›m› ile kontrolünün değerlendirilmesini amaçladık. Materyal ve Metod: İstanbul Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi HT ve Lipid Metabolizması Bozuklukları Polikliniğine(HTPlk) Mayıs-Eylül 2007 tarihleri arasında başvuran diüretik kullanmayan antihipertansif tedavi alan 51 primer hipertansiyon hastalar› günlük tuz tüketimine yönelik sorgulandığında, hastalar tuzsuz diyet yapanlar ve yapmayanlar olarak grupland›r›ld›. 24 saatlik idrardaki sodyum düzeyleri ile diyete uyum ve hedef kan bas›nc› değerlerine ulaşma oranlar› istatistiksel olarak incelendi. Bulgular: 51 hastanın %41,2 erkek ve %58,8 bayan olup, yaş ortalaması 55,01 ±11,9 yıl idi. Sigara kullanan %33,3 hasta, Beden kitle indeksi(BKİ=BMI) ortalaması 30,04±4,3 kg/m²saptandı girmekte, %22,1’i tütün kullanmakta iken, hastalar tuz diyetine uyumlar› sorguland›klar›nda; %29,4 hastanın tuz diyetine tam uyduğu öğrenildi. Hedef kan basıncına ulaşma incelendiğinde ilk ve son vizite başarı % 45,1 ve % 74.5 olarak tespit edildi. İdrarda tuz atılım› ise diyet yapanlarda (136,80±55,80) yapmayanlara (214,62±70,98) göre beklendiği gibi daha düşük bulundu. Sonuç:Yaşam tarzı değişiklikleri,hipertansiyon tedavisindeki başarın›n vazgeçilemez bir parças›d›r. Sağlık personelinin ve hipertansiyon hastalar›n›n, tedavide önemli bir yere sahip olan tuz kısıtlama diyeti gibi yaşam tarzı değişiklikleri konusunda eğitim almalar› gerekmektedir. Hasta-hekim ilişkisi, hastaların tedaviye başlama ve bu tedaviye uyumları aç›s›ndan son derece önemlidir. Dünyada ve ülkemizde görülme sıklığı giderek artan hipertansiyon hastalığının ve komplikasyonlar›n›n önlenmesi, tedavi ve kontrolünün iyileştirilmesi toplum genelinde al›nacak tedbirler ve bunlar›n uygulanabilmesi için oluşturulacak sağlık politikaları ile mümkün olacakt›r. Anahtar Kelimeler: Hipertansiyon, tuz k›s›tlama diyeti, kan bas›nc› kontrolü. 49 KAYNAKLAR 1- Burt VL, Whelton P,Roccella EJ,Brown C,Cutler JA,Higgins M,HoraN MJ,Labarthe D.Prevalance of hypertension in the US adult population.Results from the Third National Health and Nutrition Examination Survey,1988-1991.Hypertension 1995;25:303-304. 2- Onat A,Sansoy V,Soydan İ,Tokgözoğlu L,Adalet K.TEKHARF, oniki yıllık izleme deneyimine göre Türk erişkinlerinde kalp sağlığı.İstanbul Türkiye,2003 3- Chobanian AV, Bakris GL, Black HR, et al: The seventh report of the Joint National Committee on Prevention, Detection, Evaluation, and Treatment of High Blood Pressure: the JNC 7 report. JAMA, 2003;289 (19):2560-2572 4- Cushman WC, Ford CE, Cutler JA, et al: Success and predictors of blood pressure control in diverse North American settings: The Antihypertensive and Lipid-Lowering Treatment to Prevent Heart Attack Trial (ALLHAT). J Clin Hypertens (Greenwich),2002;4: 393-404 5- Black HR, Elliott WJ, Neaton JD, et al: Baseline characteristics and elderly bloodpressure control in the CONVINCE trial. Hypertension, 2001;37: 12-18 6- Muntzel M, Drueke T. A comprehensive review of the salt and blood pressure relationship. Am J Hypertens 1992; 5: 1-42 7- Oparil S, Calhoun DA. High blood pressure. ln: Dale DC, Federman DD, eds. Scientific Ameri. medicine. New York: Scientific American, 1997; vol.1, sect.1, subsect 2:1-14. 8- Harrap SB. Genetics. Ln: Oparil S, Weber MA, eds. Hypertension: companion to Brenner and Rector’s The kidney. Philadelphia, PA : WB Saunders, 1999: ch. 4. 9- Heart Disease A Textbook of Cardio-vascular Medicine 6th Edition Eugene Braunwald, Douglas P. Zipes, Peter Libby, Norman M. Kaplan. Chapter 28. Page 941-972. 10- Williams B. Hypertension in Diabetes. Martin Dunitz, London and New York 2003: 3. 11- Chobanian AV, Bakris GL, Black HR, et al. Seventh Report of the Joint National Committee on Prevention, Detection, Evaluation and Treatment of High Blood Pressure: The JNC 7 Complete Report. Hypertension.2003;42:1206-1252 12- Guidelines Subcommittee of the World Health Organization: World Health Organization-International Society of Hypertension Guidelines for the Management of Hypertension. J Hypertens 1999; 17:151-83. 50 13- Guidelines Committee. 2003 European Society of Hypertansion- European Society of Cardiology Guidelines for Management of Arterial Hypertens. J Hypertensi. 2003;21:1011-53 14- Lewington S, Clarke R, Qizilbash N, et al. Age-specific relevance of usual blood pressure to vascular mortality: a meta-analysis of individual data for one million adults in 61 prospective studies. Lancet. 2002;360:1903–1913 15- Franco V, Oparil S, Carretero OA. Hypertension Treatment. Circulation. 2004;109: 2953-295811. World Health Report 2002: Reducing risks, promoting healthy life. Geneva, Switzerland: World Health Organization, 2002. 16- World Health Report 2002: Reducing risks, promoting healthy life. Geneva, Switzerland: World Health Organization, 2002. 17- Michael H Crawford, John P DiMarco. Hipertansif Kalp Hastalığı Crawford Kardiyoloji 1.Bask› 2.Cilt, Bölüm 3: 1- 11. 18- Bruce NG, Cook DG, Shaper AG, et al. Geographical variations in blood pressure in British men and women. J Clin Epidemiol 1990;43:385-98. 19- Cooper RS: Geographic patterns of hypertension: a global perspective. Izzo JL, Black HR(eds ): Hypertension Primer: The essentials of high blood pressure (2 nd ed). Am Heart Assn, Dallas TX, 1999; 224-5 20- Altun B, Arici M, Nergizoğlu G et al. for the Turkish Society of Hypertension and Renal Diseases Prevalance, awareness, treatment and control of hypertension in Turkey ( the PatenT study) in 2003 Journal of Hypertension 2005;23:1817-23 21- Nalbantgil İ, Kılıçcıoğlu B, Önder R, Boydak B, Terzioğlu E, İşler M: “Beyaz Gömlek” hipertansiyonuna yaş ve cinsiyetin etkisi. Türk Kardiyol Dern Ar? 1993: 21; 182-3 22- Nalbantgil İ, Kılıçcıoğlu B, Önder R, Yılmaz H, Terzioğlu E: Ambulatory blood pressure monitoring must be employed for twenty-seven hours instead of twenty-four hours. J Ambulat Monit 1994: 7; 247-52 23- Nalbantgil İ, Önder R, Nalbantgil S, Yılmaz H, Boydak B: The prevalance of silent myocardial ischemia in patients with white-coat hypertension. J Human Hypert 1998: 12; 337-41 24- Lifton RP. Moleculer genetics of human blood pressure variation. Science 1996;272:676- 80. 25- Carretero OA, Oparil S. Essential hypertension: part 1: definition and etiology. Circulation 2000; 101:329- 35. 51 26- Harrap SB. Genetics. Ln: Oparil S, Weber MA, eds. Hypertension: companion to Brennerand Rector’s The kidney. Philadelphia, PA : WB Saunders, 1999: ch. 4. 27- Crawford Kardiyoloji 1. Bask› 2. Cilt, Michael H Crawford, John P DiMarco, Bölüm 3: Hipertansif Kalp Hastalığı, Sayfa: 1.1- 11.16. 28- INTERSALT: an international study of electrolyte excretion and blood pressure. Resultsfor 24 hour urinary sodium and potassium excretion. Intersalt Cooperative Research Groub.BMJ 1988;297:319-28. 29- Karet FE, Lifton RP. Mutations contributing to human blood pressure variation. Rec ProgrHormone Res 1997;52: 263-76. 30- Ebrahim S, Smith GD. Lowering blood pressure: a systematic review of sustained effects of nonpharmacological interventions. J Public Health Med 1998;20: 441-8 31- Shaper AG, Wannamethee G,Weatherall R. Physical activity and ischaemic heart disease in middle-aged British men. Br Heart J 1991;66:384- 94. 32- Witteman JC, Willett WC, Stampfer MJ, et al. Relation of moderate alcohol consumption and risk of hypertension in women. Am J Cardiol 1990;65:633-7. 33- Jonas BS, Franks P, Ingram DD. Are symptoms of anxiety and depression risk factors for hypertension? Longitudinal evidence from the National Health and Nutrition Examination Survey 1 Epidemiologic Follow-up Study. Arch Fam Med 1997;6:43-9. 34- Di Bona GF, Kopp UC. Neural control of renal function. Physiol Rev 1997;77:76-97. 35- Julius S, Schork MA. Predictors of hypertension. Ann NY Acad Sci 1978;304:38-58. 36- Grassi G. Role of the sympathetic nervous sysytem in hypertension. J Hypertens 1998;16: 1979- 87. 37- Narkievicz K, Pesek CA, Kato M, et al. Baroreflex control of sympathetic nerve activity and heart rate in obstructive sleep apnea. Hypertension 1998;32:1039-43. 38- Schobel HP, Frank H, Naraghi R, et al. Hypertension in patients with neuro-vascular compression is associated with increased central sympathetic flow. J Am Soc Nephrol 2002; 13:35. 39- Ferrannini E, Natali A, Capaldo B, et al. Insulin resistance, hyperinsulinemia, and blood pressure. Hypertension 1997;30:1144-9. 40- Haffner SM, Ferrannini E, Hazuda HP, et al. Clustering of cardiovascular risk factors in confirmed prehypertensive individuals. Hypertensin 1992;20:38-45. 52 41- Kaplan NM. Primary hypertension: pathogenesis. In: Kaplan NM, ed. Clinical Hypertension. 6th ed. Baltimore: Williams & Wilkins; 1994:47-108. 42- Hausberg M, Hoffman RP, Somers VK, et al. Contrasting autonomic and hemodynamic effects of insulin in healthy elderly versus young subjects. Hypertension 1997; 29:700-5. 43- Chen S, Noguchi Y, Izumida T, et al. A comparison of the hypotensive and hypoglycemic actions of an angiotensin converting enzyme inhibitor, an AT1 antagonist and troglitazone. J Hypertension 1996;14:1325-30. 44- Natali A, Galvan Q, Arzilli F, et al. Renovascular hypertension and insulin sensitivity. Eur J Clin Invest 1996; 26:556-63. 45- Barba G, Cappucio FP, Russo L, et al. Renal function and blood pressure response to dietary salt restriction in normotensive men. Hypertension 1996;27:1160-4. 46- Geleijnse JM, Witteman JCM, den Breeijen JH, et al. Dietary electrolyte intake and blood pressure in older subjects: the Rotterdam study.JHypertens 1996;14:737-41. 47- Sasaki S, Zhang X-H, Kestelott H. Dietary sodium, potassium, saturated fat, alcohol and stroke mortality. Stroke 1995;26:783-9. 48- Mac Gregor GA, Sever PS. Salt-overwhelming evidence but still no action:can a consensus be reached with the food industry. Br Med J 1996;312:1287-9. 49- Brenner BM, Chertow GM. Congenital oigonephropathy and the etiology of adult hypertension and progressive renal injury. Am J Kidney Dis 1994;23:171-5. 50- Hall JE, Brands MW, Shek EW. Central role of the kidney and abnormal fluid volume control in hypertension. J Hum Hypertens 1996;10:633-9. 51- Laragh JH. The renin system and four lines of hypertension research. Hypertension 1992;20:267-79. 52- Googfriend TL, Elliott ME, Catt KJ. Angiotensin receptors and their antagonists. N Engl J Med 1996;334:1649-54. 53- Williams GH, Fisher NDL, Hunt SC, et al. Effects of gender and genotype on the fenotypic expression of nonmodulating essential hypertension. Kidney Int 2000;57:1404. 54- Urata H, Boehm KD, Philip A, et al. Cellular localizationand regional distribution of an angiotensin-II formingchimase in the heart. J Clin Invest 1993;91:1269-81. 53 55- Nava E, Luscher TF. Endothelium-derived vaso-active factors in hypertension: nitric oxide and endothelin. J Hypertens 1995;13 (suppl 2):S39-48. 56- Vogel RA. Cholesterol lowering and endothelial function.Am J Med 1999;107:479-87. 57- Levin ER. Endothelins. N Engl J Med 1995;333:356-63. 58- Krum H, Viskoper RJ, Lacourciere Y, et al. The effect of an endothelin-receptor antagonist, bosentan, on blood pressure in patients with essntial hypertension. Bosentan Hypertension Investigators. N Engl J Med 1998;338: 784-90. 59- Dzau VJ, Gibbons GH, Cooke JP, et al. Vascular biology and medicine in the 1990s: scope, concepts, potentials, and perspectives. Circulation 1993;87:705-19. 60- Lever Af, Harrap SB. Essential hypertension: a disorder of growth with origins in childhood? J Hypertens 1992; 10:101-20. 61- Arıcı M, Çağlar Ş. Hipertansiyon ve oluşturduğu sorunlar. Hacettepe tıp dergisi 2002;33(1): 4-9. 62- Devereux RB, Roman MJ, Ganau A, et al. Cardiac and arterial hypertrophy and atherosclerosis in hypertension. Hypertension 1994; 23: 802-9. 63- Hyman, DJ, Pavlik, VN. Characteristics of patients with uncontrolled hypertension in the United States. N Engl J Med 2001; 345:479- 86. 64- Frochlic, ED. Hypertension: Our Major Challenges; Hypertension 2001; 38:990-991. 65- Kannel WB. Blood pressure as a cardiovascular risk factor: prevention and treatment. JAMA 1996;275:1571-76. 51 66- Kumral E, Özkaya B, Sağduyu A et al.The Ege Stroke Registry: a hospital-based study in the Aegean region, İzmir, Turkey. Cerebrovasc Dis 1998; 8: 278-88. 67- Sacco RL, Benjamin EJ, Broderick JP, et al. Risk factors. Stroke 1997: 28: 1507-17. 68- SHEP Cooperative Research Group. Prevention of stroke by antihypertensive drug treatment in older persons with isolated systolic hypertension: final results of the Systolic Hypertension in the Elderly Program (SHEP) JAMA 1991; 265: 3255-64. 69- Kumral K, Kumral E. Hipertensif ansefalopati: I. Santral sinir sisteminin damarsal hastal›klar›. Ege Üniversitesi Bas›mevi, 1993: 433-6. 70- Gangevoort RT, Navis GJ, Wapstra FH, et al: Proteinuria and progression of renal disease: Therapeutic implications. Curr Opin Nephrol Hypertens 1997; 6: 133-140. 54 71- Wagener HP, Clay GE, Gipner JF: Classification of retinal lesions in the presence of vascular hypertension. Trans Am Ophtalmol Soc1947;43:57-73. 72- Türk Kardiyoloji Derneği Ulusal Hipertansiyon Tedavi ve Takip Kılavuzu 2007. 73- Cecil Textbook of Medicine, 22nd edition, Ch.63. Arterial Hypertension:346-363 74- Cutler JA, Follman D, Allender PS: Randomized trials of sodium reduction: an overview. Am J Clin Nutr 1997; 65 (Suppl): 643-51. 75- Laurence DR, Bennett PN: Kidney and urinary tract. Diuretics. in Clinical Pharmacology. Laurence DR, Bennett PN. (eds. ) Seventh Ed. ELBs with Churchill Livingstone Edinburgh, 1992, p. 459-47 76- Sobel BJ, Bakris GL: Treatment of the hypertensive patient in hypertension. A Clinicians Guide to diagnosis and Treatment. Sobel BJ, Bakris GL. (Eds. ) Hanley and Belfur Inc. /Philadelphia, 1995, p. 29-46 77- Schols H: Pharmacological aspects of calcium channel blockers. Cardiovasc Drugs Ther 1997; 10: 869-72 78- Türk Hipertansiyon Prevalans Çalışmas›. Türk Hipertansiyon ve Böbrek Hastal›klar› Derneği, 2003 79- The Trials of Hypertension Prevention Collaborative Research Group. Effects of weight loss and sodium reduction intervention on blood pressure and hypertension incidence in overweight people with high-normal blood pressure. Arch Intern Med, 1997;157:657-667 80- He J, Whelton PK, Appel LJ, Charleston J, Klag MJ. Long-term effects of weight loss and dietary sodium reduction on incidence of hypertension. Hypertension, 2000;35:544-549 81- Whelton PK, Appel LJ, Espeland MA, et al: Sodium reduction and weight loss in the treatment of hypertension in older persons – A randomized controlled trial of nonpharmacologic interventions in the elderly (TONE). JAMA, 1998;279:839-846 82- Sacks FM, Svetkey LP, Vollmer WM, et al, for the DASH-Sodium Collaborative Research Group. Effects on blood pressure of reduced dietary sodium and the Dietary Approaches to Stop Hypertension (DASH) diet. N Engl J Med, 2001;344:3-10 83- Vollmer WM, Sacks FM, Ard J, et al. Effects of diet and sodium intake on blood pressure. Ann Intern Med, 2001;135:1019-1028 55 84- Chobanian AV, Hill M. National Heart, Lung, and Blood Inst,tute Workshop on Sodium and Blood Pressure: a critical review of current scientific evidence. Hypertension, 2000;35:858-863 85- Xin X, He J, Frontini MG, et al. Effects of alcohol reduction on blood pressure. Hypertension, 2001;38:1112-1117 86- Kelley GA, Kelley KS. Progressive resistance exercise and resting blood pressure. Hypertension, 2000;35:838-843 87- Whelton SP, Chin A, Xin X, He J. Effect of aerobic exercise on blood pressure. Ann Intern Med, 2002;136:493-503 88- Taylor-Tolbert N, Dengel D, Brown M, et al: Ambulatory blood pressure after acute exercise in older men with essential hypertension. Am J Hypertens, 2000;13:44-51 89- Ohta Y,Tsuchihashi T,Onaka U,et al: compliance with salt restriction in Japanese hypertensive patients. Hypertens Res. 2005 Dec;28(12):953-7. 90- Ohta Y,Tsuchihashi T, Ueno M, et al: Relationship between the awareness of salt restriction and the actual salt intake in hypertensive patients. Hyperte.Res. 2004 Apr;27(4):243-6. 91- Polonia J, Maldonado J, Ramos R, Bertoquini S, et al: Estimation of salt intake by urinary sodium excretion in a Portuguese adult population and its relationship to arterial stiffness. Rev Port Cardiol 2006 Sep;25(9):801-17. 92- Alderman MH, Dietary sodium and cardiovascular health in hypertensive patients: the case against universal sodium restriction. J Am Soc Nephrol 2004 Jan;15 Suppl 1:S47-50. 93- He FJ, Markandu ND, MacGregor GA. Modest salt reduction lowers blood pressure in both isolated systolic hypertension and combined hypertension. Hyperten 2005; 46: 66–70. 94- He FJ, Markandu ND, Sagnella GA, MacGregor GA. Importance of the renin system in determining blood pressure falls with salt restriction in black and white hypertensives. Hypertension. 1998; 32: 820–824. 56