ZaferToprak, İttihat - Terakki ve Cihan Harbi - Savaş Ekonomisi veTürkiye'de Devletçilik [1914-1918], İstanbul: Homer Kitabevi, 2002, Sunuş, s. xi-x.vıı İTTİHAT - TERAKKİ VE CİHAN HARBİ SAVAŞ EKONOMİSİ VE TÜRKİYE'DE DEVLETÇİLİK [1914-1928] İSTİKRÂZ [BORÇ] MARŞI Biz vatan kullarıyız, Bizde vatan sevgisi var. Bunca senedir akar yaşlar Onun için arkadaşlar. Herşey onun, onun kan ve canlar Ona vermekten kimdir kaçanlar Şimdi vatan açtı defter, Bizden ödünç para ister. Bu paralarla yürür asker. Biz verelim hepberaber Biz verelim düşmanlar utansın; Kuvvetimizden yılsın, usansın. Her bir para kurşun ve gülle Gibi düşman kalbi derler. Ödünç vermeyi bilen erler Hergün yaşar şeref ile. Biz verirsek bu millet yenilmez. Veren ellerin şânı eksilmez... Tanin, 1 Mayıs 1918 Sunuş Yakın dönem Türkiye iktisat tarihi ve bu doğrultuda para-kredi ve bankacılık tarihi, genelinde, siyasal gelişmeler ışığında değerlendirildi. Siyaset iktisadî sorunlara bakış açısını belirledi; siyasî gelişmelerle iktisadî gelişmeler arasında doğrudan nedensellik ilişkileri arandı. Nitekim, Osmanlı Devleti’nin altı yüzyıllık bir hükümranlıktan sonra 1 çöküşü ve Cumhuriyet Türkiyesi’nin doğuşu iktisadî açıdan da bir çöküş ve doğuş paradigmasını gerekli kıldı. Oysa Osmanlı Devleti’nin son yüzyılı önemli dönüşümlere sahne oldu. Çağcıl bir devlet modelinin temelleri bu yüzyılda atıldı. İktisadî gelişme açısından da göz ardı edilemeyecek atılımlar yine bu son dönemde izlendi. Osmanlı’nın son yüzyılı değerlendirilirken sürekli ikilemlere düşüldü. Bir yandan çağdaş Türkiye’nin kökenleri Tanzimat’a hatta Sened-i İttifak’a ya da III. Selim’e götürülürken, öte yandan Batı ile yakın temasın gündeme getirdiği “bağımlılık” ilişkileri ışığında bir çöküş öyküsü ve “hasta adam” görüntüsü sürekli vurgulandı. Düne bakışta toplumsal yapının tarih perspektiflerini de biçimlemesi kaçınılmazdı. Fransız Devrimi, ya da Sovyet Devrimi’nde görüldüğü gibi Türk Devrimi’nde de tarihe yeni bir bakış açısı getirilmiş, 1919 öncesi bir anlamda “tarih öncesi”ne dönüşmüştü. İktisadî sorunlara da aynı açıdan bakılmış, Cumhuriyet Türkiyesi ile kesintiye uğrayan bir iktisat tarihi günümüze değin sürüp gelmişti. Diğer bir deyişle “süreklilik” yerine “değişim” yakın geçmişe bakışın ana yörüngesini oluşturmuştu. Osmanlı tarihi ile Cumhuriyet Türkiyesi tarihi ayrı kategoriler olarak belleklerde yer etmişti. Tüm devrimler gibi Türk devriminin de tarihe bakışı tarihyazıcılık açısından önemli bir atılımı simgelemişti. Tarihe yeni bir açılım, devrimi de pekiştiren bir etmen olarak görülmüştü. Geçmişle hesaplaşılmış, Cumhuriyet meşru temellere oturtulmuştu. Ancak, yeni toplumsal düzenin kazanımları pekiştikten sonra geçmişe daha “hoşgörülü” bir açıdan bakmak ve toplumların gelişiminde “değişim” yanı sıra “süreklilik”i aramak tarih biliminin temel uğraş alanlarından birini oluşturur. Diğer bir deyişle ilgi alanı “devlet”ten “toplum”a kaydıkça geçmişi anlamada daha gerçekçi çözümlere varılabilir. İşte bu çalışmanın sorunsalı Türkiye’de ulus-devlet oluşumunun siyasal-diplomatik gelişmelerinin ötesinde toplumsal-iktisadî dinamiklerini irdelemek. Bu nedenle araştırma, Batı toplumlarında ulus-devlet oluşumunun temel göstergesi olan üniter para sisteminin kuruluşuna, ekonominin parasallaşmasına ve bu bağlamda para-kredi-bankacılık ilişkileri ışığında yeni bir toplum modelinin doğuşuna hasredildi. İlk kez İttihadcılar’ca gündeme getirilen, Tek-Parti döneminde Kadro kesiminin kavramsallaştırdığı ve 1960 sonrası siyasal yelpazenin farklı noktalarındaki tavırların benimsediği genel perspektif Tanzimat ve ertesi Osmanlı ekonomisinin dış ticaret, para ve kredi kurumları aracılığıyla bir bağımlılık sürecine girdiği doğrultusundaydı. Tanzimat bu açıdan yargılandı. “Tanzimat kafası” bilinçsiz bir iktisat politikası izleme anlamına geldi. Osmanlı Bankası, Düyûn-ı Umûmiyye, Tütün Rejisi vb. kuruluşlar 2 Osmanlı’yı içerden fetheden yabancı çıkar gruplarının uzantıları olarak görüldü. Dış borçlar ve iç parasal sorunlar Osmanlı’yı her geçen gün çözümsüzlüğe sevkeden gelişmeler olarak nitelendi. Nitekim siyasal gelişmeler de iktisadî sorunlarla aynı doğrultuda değerlendirildi; Batı’nın yayılımcı özlemleri ve Osmanlı yönetiminin “beceriksizliği” altı yüzyıllık devleti her geçen gün yıkıma sevketti. Batı’nın “hasta adam” teşhisi Cumhuriyet Türkiyesi’nin düşün çevrelerince de paylaşıldı. Oysa siyasal gelişmelerle iktisadî yönelimler analitik amaçlarla ayrıştırıldığında gerçeğin farklı bir yüzüyle karşılaşılabilir, farklı “senaryo”lar yazılabilirdi. “Çöküntü ve bağımlılık” yerine “gelişme ve bütünleşme” vurgulanabilir ve “azgelişmişlik psikozu” aşılarak bugünkü Türkiye’nin temelleri daha geniş bir zaman perspektifine oturtulabilirdi. 19. yüzyıl Osmanlı Devleti önceki yüzyıllardan farklı bir dünyaydı. Bu farklılığın kaynağını içerdeki ve dışardaki gelişmelerin bütünselliğinde aramak gerekiyordu. Batı 18. yüzyılın ikinci yarısından itibaren yeni bir iktisadî-toplumsal düzene doğru yönelmekteydi. Sanayileşme süreci hızla yol alıyordu. 1789 Fransız Devrimi ulus-devletlerin yoluna açmıştı. l9. yüzyıl milliyetçilik ve liberalizm çağıydı. Osmanlı, Batı’nın iktisadî-toplumsal etkisine daha l6.yüzyılda maruz kalmıştı. Ancak, merkantil dönemin etkisi sınırlıydı. Osmanlı ancak l8. yüzyılda Batı ile dialoğunu geliştirmeye başlamıştı. l9. yüzyıl ise Batı ile ve Batı’nın iktisadî-toplumsal düzeniyle entegrasyon dönemiydi. Osmanlı, Avrupa’nın bir parçasıydı. Entegrasyon sürecinin sembolik başlangıcı 1838’di. Bundan böyle Osmanlı geleneksel, kapalı, provizyonist, fiskalist iktisadî düzenini bırakarak dışa açılacak, uluslararası ilişkilere iktisadî bir perspektiften bakacak ve Avrupa ülkeleriyle ticaret sözleşmeleri imzalayacaktı. 1838, tezkere usulünün, yed-i vâhid ya da tekel alım satım işlemlerinin ve iç gümrüklerin kaldırıldığı, dış ticarette serbestiyetin benimsendiği yıldı. Diğer bir deyişle güç ögesinin belirlediği bir fiyat mekanizmasından pazar göstergelerinin yönlendirdiği bir piyasa düzenine geçişin sembolik dönüm noktasıydı. İlk kez 1838’de İngilizler’le yapılan ticaret sözleşmesi, birbiri peşi sıra diğer Batı ülkeleriyle de imzalandı. Bundan böyle Osmanlı Devleti “liberal çağ”la bütünleşiyordu. Ve nihayet 1838, Osmanlı topraklarında ilk banka kurma girişiminin görüldüğü yıldı. İngiltere’nin Bursa konsolosu Sandison, İngiliz sermaye çevreleri adına Mustafa Reşid Paşa’ya ilk banka önerisini getirmişti. Bu öneri sonuç vermezse de ilk adım atılmıştı. Kısa bir süre sonra Batı anlamında ilk kredi kurumları Osmanlı topraklarında faaliyete geçti. Tanzimat’la birlikte Osmanlı ekonomisi parasallaştı. İç ve dış ticaret genişledi. İktisadî genişmenin yolu açıldı. Osmanlı ekonomisi dünya ekonomisiyle bütünleşti. Kapalı, duragan, geçimlik iktisadî yapı çözüldü; dinamik, büyüyen, genişen bir iktisadî yapı yeşerdi. Tanzimat’ın gündeme gelişiyle Osmanlı 3 para ekonomisinde ve bankacılık alanında kökten dönüşümler izlendi. 1844 tarihli Tashîh-i Ayâr ya da para reformuyla birlikte mecidiyye kesimine geçildi. Bundan böyle, l6. yüzyıl Fiyat Devrimi’nden beri Osmanlı parasının “vezin ve ayârı”nı düşürerek, devletin izlediği istikrardan yoksun para politikasına son verildi. “Kaime” gibi başarısız kağıt para deneyimleri bir kenara bırakılırsa, Osmanlı kuruşu etkin bir mübadele aracı oldu. Diğer bir deyişle, mecidiyye, karmaşık bir nitelik taşıyan, oynak, klasik Osmanlı para sisteminden, merkantil ilişkilerin zorunlu kıldığı üniter bir mübadele aracının piyasada belirleyici olduğu ortama geçişi sağladı. Ekonominin parasallaşması, dış ticaret hacmindeki gelişmeler, ve nihayet iktisadî büyüme Tanzimat’la birlikte iktisadî kurumsallaşmayı gündeme getirdi. Kurumsallaşma sürecinde bankalar ya da kredi kurumları başı çekti. Banka sistemi Osmanlı’nın dış borç akitlerinde etkin rol oynadı; ödemeler bilançosunda görünmeyen kalemler büyük ölçüde bankalar aracılığıyla işlem gördü. Osmanlı Bankası ve onu izleyen bankalar sarraf-banker ikilisinin tefeciliğe varan işlemlerini sınırlayarak, büyüyen ekonomide tüccara ve üreticiye görece düşük faizle kredi sağladı. Ancak, giderek etkinleşen banka sistemine karşın, para benzeri dolaşım araçlarının güdük kalması, zaman zaman piyasada para darlığı çekilmesine neden oldu. Kimi kez yöreler arası para ticareti görüldü; mecidiyyeden bağımsız para türleri dolaşıma sokuldu. Öte yandan, Tashîh-i Ayâr’la benimsenen çift metal sistemi gümüş ve altın paraların karşılıklı rayiçlerinde istikrarsız bir ortamın doğmasına neden oldu. Sayım parası ya da fiktif paralar 1916 Tevhîd-i Meskûkât Kanunu’na kadar yer yer kullanıldı. 1838-1908, para-kredi-bankacılık alanında liberal bir dönemi simgeledi. Ancak, izlenen liberal politika parasallaşmayı hızlandırırken iktisadî yapıda çarpıklıkların, ikiliklerin doğuşuna neden oldu. II. Meşrutiyet’le birlikte yeni çözümler arandı. Devlet ekonomiyle yakından ilgilendi. Fakat, devlet-ekonomi dialoğu Tanzimat öncesininkinden farklıydı. Fiskalist-provizyonist bir güç simgesinden uzaklaşılarak iktisadî faaliyetleri “rasyonel” temellere oturtmaya yönelen bir yeni müdahalecilik anlayışı gündemdeydi. Cihan Harbi yıllarında tüm savaşan ülkelerde olduğu gibi Osmanlı’da da devlet bilfiil ekonomiyi yönlendirdi. “Devlet iktisadiyyatı” o günkü devletçiliğin adıydı. Devlet fabrikatördü; dış ticaret devletin elindeydi; “evrâk-ı nakdiyye” ya da kağıt para sürümüyle piyasayı belirliyordu. İşsizlere iş buldu; açları doyurdu; yetimlere ve kimsesiz dullara sahip çıktı. Bundan böyle devletin iktisadî ve sosyal işlevleri vardı. Devletin iktisadî faaliyetlerle bütünleşmesi Cumhuriyet’in ilk onyıllarında da devam etti. l908-l946 Türkiye iktisat tarihi açısından bir neomerkantilist dönemdi. Ülke ekonomisi, uluslararası konjonktürünün de katkısıyla, dışa 4 kapandı. Gündeme gelen “millî iktisad” l908 öncesi liberal dönemin çarpıklıklarını gidermeyi amaçladı. “Millî iktisad”ın ilk hedefi bağımsız, üniter bir para sistemi kurmaktı. 1916 Tevhîd-i Meskûkât Kanunu ile üniter paraya kesin geçiş için adım atıldı. Ulusal nitelikte bir merkez bankası özlemiyle İtibâr-ı Millî Bankası kuruldu. Ödemeler bilançosunda oluşan dengesizlikleri gidermek için dış ticaret politikasında köklü değişikliklere gidildi. Kapitülasyonların kaldırılışı ertesi, ad valorem tarifeler bir kenara bırakılarak, uzun yıllardır özlemi duyulan spesifik, selektif tarifeler yürürlüğe kondu. İhrâcât Hey’eti aracılığıyla dış ticareti devlet doğrudan üstlendi. Osmanlı lirasının dış değerini korumak amacıyla kambiyo işlemleri Kambiyo Muamelâtı Merkez Komisyonu’nun denetimine verildi. II. Meşrutiyet yıllarında taşrada kurulan “millî” bankalar, Anadolu’da giderek güçlenen eşrafın birikim sürecine girdiğini kanıtlıyordu. İttihad ve Terakki bu bankalara önayak oldu. Üyelerini bankacılığa özendirdi. Yerel kredi kurumlarına gerek maddî, gerek manevî her türlü kolaylığı sağlıyarak Osmanlı para piyasasını ve kredi işlemlerini olanaklar ölçüsünde yurt içi yörüngelere oturtmaya çalıştı. Pazar ekonomisine açılmış Batı Anadolu’da etkinleşen yerel kredi kurumları, piyasa için üretimde bulunan Osmanlı üreticisine kredi olanakları sağladı. Üreticiyi yoksullaştıran alivre satışları sınırladı. Çiftçinin malını sendikalaşan alıcı firmalar karşısında yok pahasına elinden çıkarmasını önledi. Yerel kredi kurumları sayesinde üretici; deveci, simsar ya da murabahacıya muhtaç olmaksızın malını yüksek fiyatla pazarlayabildi. Bu dönemde kurulan kredi kooperatifleri de benzer bir işlev gördüler. Tüm bu gelişmelere karşın, Cihan Harbi ve Millî Mücadele’nin iktisadî ve beşerî faturası epey yüksekti. Cumhuriyet’le birlikte Türkiye geniş boyutlu bir “kredi buhranı” ve “kambiyo bunalımı”yla karşılaştı. Bu yıllarda uluslararası konjonktür ve dış iktisadî kaynakların Türkiye’ye bakışı son derece olumsuzdu. Cumhuriyet Türkiyesi sorununa iç kaynaklarla çözüm bulmak zorundaydı. Ülkede siyasal istikrarın ilk şartı iktisadî istikrardı. Cihan Harbi’nin emisyonla finansmanı yüksek oranlı bir enflasyonu kaçınılmaz kılmıştı. Yıllık yüzde 300’e varan tüketici fiyat endeksi artışı toplumsal dengeyi alt üst etti. Halkın kağıt paraya güveni kalmadı; maden para türleri piyasadan çekildi. Cumhuriyet yönetiminin gündemindeki ilk madde paraya istikrar kazandırmaktı. Cumhuriyet büyük ölçüde Osmanlı para sistemini devralmıştı. Osmanlı gümüş paraları 1936 Şubatı’na değin tedüavülde kaldı. Ancak, nominal değerlerinin çok üzerinde değer içerdikleri için meta gibi alınıp satılmış, tedavülden kendiliğinden çekilmişti. 5 Osmanlı Bankası’nın banknot çıkarma imtiyazı resmen 1926 yılında son buldu; ama yine de, banka banknotları bir süre daha tedavülde kaldı. 27 Şubat 1947 tarihli kararname ile hükûmet yetkisini kullandı ve banknotların 1 Nisan 1947 gününden itibaren bir yıl sürecek itfa işlemine başladı. Galata şubesinde sürdürülen bu itfa sonucunda ibraz edilmeyen banknotların karşılığı altın olarak Hazine’ye ödendi. 31 Mart 1948 günü itfa işlemi sona eriyordu. Bu tarihe kadar 130.279 lira tutarında karşılık ödenmiş, 58.460 lira değerinde banknot karşılığı ise Hazine’ye intikal etmişti. Cumhuriyet’in devraldığı 158 milyon lira değerinde evrâk-ı nakdiyye ise 1928 Eylül ayına kadar tedavülde kaldı. İlk evrede 1924 ve 1925 mevzuatlarıyla Cumhuriyet’in maden paraları ufaklık niteliğinde olan 25 kuruşa kadar para, pul ya da ilmühaberlerin yerini aldı. 1926’da Cumhuriyet kağıt paraları basılmaya başlandı ve peyderpey evrâkı nakdiyyeler piyasadan çekildi. Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın kuruluşuyla bu bankanın emisyonu kağıt paralar tek tedavül aracı olarak piyasaya sürüldü. Herhangi bir kayıda tâbi olmaksızın yüzyıllardır köşe sarraflarının ve bankerlerin yürüttükleri kambiyo işlemleri Osmanlı topraklarında bankaların faaliyete geçişiyle kısmen bankalar tarafından yürütüldü. Serbest kambiyo rejimi Cihan Harbi yıllarında Kambiyo Muamelâtı Merkez Komisyonu tarafından sona erdirildi. Savaş sonrası tekrar serbestiyete geçildi; Kambiyo ve Nukud Borsası açıldı. Ancak başgösteren “kambiyo buhranı” nedeniyle kısa bir süre sonra banka temsilcilerinden kurulan bir komisyon aracılığıyla yürütülmeye başlandı. Büyük Buhran’la birlikte Türk parasının değerini korumaya yönelik mevzuatla serbest kambiyo rejimine son verildi. Bu arada devlet bankası sorununa Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası ile çözüm getirilmişti. Osmanlı Bankası’nın ayrıcalığı 1926 yılında son bulmuş, 30’ların başından itibaren Merkez Bankası kurularak emisyon görevini üstlenmişti. Öte yandan devlet ihtisas bankacılığına yöneldi. İş Bankası özel bir banka olarak kurdurtulurken, Devlet Sanayi ve Maadin Bankası ile sanayileşme için gerekli fonların oluşturulması amaçlandı. Sümerbank ve Etibank, bu bankanın uzantıları olarak 30’lu yılların sanayi planlarını üstlendiler. II. Dünya Savaşı'ndan sonra Türkiye çok partili bir döneme girdi. İktisat politikaları giderek liberalleşti. Bu doğrultuda özel bankaların sayısı da hızla arttı. 1945'te 40 olan banka sayısı 1958'de 62'ye çıktı. Şube sayısında da benzer bir artış izlendi. 1945'te 405 olan şube sayısı 1958'de 1759'a yükseldi. Özellikle 50'lerin ikinci yarısında izlenen enflasyonist gelişmeler bankacılığı özendirir gibi oldu. 1958'de kabul edilen istikrar önlemleri ekonomide bir durgunluk dönemi başlattı. Bundan bankacılık kesimi de etkilendi. Yeterli kaynaklardan yoksun bankalar güç duruma düştüler; bir kısmı 6 faaliyetlerini durdurdu; ya da yapı değiştirdi. 1960 sonrası planlı dönemde dış ticaret finansmanı dışında yeni ticaret bankası kurulmasına izin verilmedi. Kredilerin iktisadî kalkınmanın finansmanına yönelik uzmanlık bankaları bünyesinde birikimi özendirildi. 24 Ocak 1980 kararları bankacılıkta yeni bir dönem başlattı. “Millî iktisad” bundan böyle gündem dışıydı. Bankalar 6224 sayılı Yabancı Sermayeyi Teşvik Kanunu kapsamına alındı. Dışa açık bir politika yabancı bankaları Türkiye'ye yöneltti. Bunda Türkiye'nin dış ticaretinde genişleme, Beyrut'un Ortadoğu'da bir finans merkezi olmaktan çıkışı, İran-Irak Savaşı gibi iç ve dış nedenler de etken oldu. Aynı dönemde yabancı sermayenin ulusal bankalara ortak olduğu da gözlemlendi. Türkiye’de bankacılık olgunluk evresine girmişti. ____________________________________ 7