Neoliberalizm Sürecinde Kentsel Mekânların Dönüşümüne Kamusal Müzakere ve Halkla İlişkiler Açısından Bakış A. Fulya Şen * Özet: Bu çalışmada, neoliberal kentleşme sürecinin kentsel mekânlar üzerindeki etkilerinin ve kamusal tartışma/müzakereci demokrasi kavramları temelinde halkla ilişkilerin dinamik bir kamusal alan oluşturma işlevinin ve müzakereci katılım sürecine katkılarının tartışılması amaçlanmıştır. Ayrıca, neoliberal kentleşme sürecinin odağında yer alan ve kamusal bir tartışmaya konu olan Emek Sineması’nın yıkılması sürecinin kamusal müzakere yoluyla uzlaşıma dönüşme yolları üzerinde durulmuştur. Habermas’ın iletişimsel eylem kuramına dayanan “Consensus-Oriented Public Relations” (COPR) modeli, çatışma durumlarında halkla ilişkilerin planlama ve değerlendirme aşamaları için analitik bir çerçeve olarak kullanılmıştır. Beyoğlu Belediyesi'nin Emek Sineması projesine ilişkin halkla ilişkiler uygulamaları COPR modeline göre çözümlenmiştir. Anahtar Sözcükler: Neoliberalizm, kentsel mekânlar, müzakereci demokrasi, halkla ilişkiler, Emek Sineması. An Overview to the Transformation of Urban Spaces in the Context of Public Deliberation and Public Relations in the Process of Neoliberalism Abstract: This study aims to discuss the effects of neoliberal urbanization process on the urban spaces and creating function of a dynamic public sphere and the contributions of the process of the deliberative participation of public relations on the basis of deliberative democracy. In addition, the demolishing process of the Emek Cinema which is an issue of the public deliberation and takes part in centre of the process of neoliberal urbanization has been focused on the transformation ways of reconciliation through public deliberation. The model of “Consensus-Oriented Public Relations” (COPR) based on Habermas’s the Theory of Communicative Action (TCA) is used as an analytical framework for the planning and evaluation processes of public relations in situations of conflict. It is analyzed as the practices of public relations of the Municipality of Beyoglu concerning Emek Cinema project in terms of COPR model. Key Words: Neoliberalism, urban spaces, deliberative democracy, public relations, Emek Cinema. * Yrd. Doç. Dr., Fırat Üniversitesi İletişim Fakültesi, 23119, Elazığ/Türkiye. Çağdaş Yerel Yönetimler, Cilt 23 Sayı 2 Nisan 2014, s. 1-25. 2 Çağdaş Yerel Yönetimler, 23(2) Nisan 2014 GİRİŞ Günümüzde uygulanan neoliberal politikalar, kentleşme süreçlerini derinden etkilemiş ve yerel yönetimleri dönüşüme uğratmıştır. Neoliberal dönemde ulus devletin farklılaşan yeni konumu çerçevesinde yerel yönetimler, kamu hizmetlerinin piyasaya aktarımında bir aracılık işlevi üstlenmiştir. Devletin kurumsal yapısının bir parçası olarak inşa edilen ve siyasal-yönetsel bir yapı olan yerel yönetimlerin, üzerinde yükseldikleri toplumsal öznenin değil, sermaye kesiminin isteklerini yerine getiren birimlere dönüştürülmesiyle birlikte, yeni güç odakları devreye girmiş, yerel yönetim pratiğinde temsil kanalları daha enformel bir düzeyde işlemeye başlamıştır. Neoliberal küreselleşme sürecinde yerel yönetimler, sermayenin taleplerine yönelen piyasa aktörleri olarak yapılanmışlardır. “Girişimci kent”in yükselişe geçtiğini vurgulayan Jessop, ulus-devletin bir aktör olarak önemini yitirdiğini, ulus devletin ekonomik faaliyetlerinin Fordist ve Keynesyen refahçı siyasa paradigmasından esnekliği, yeniliği ve girişimciliği öne çıkaran paradigmaya kaydığını belirtmektedir (2005: 392-393). Kentler ve bölgeler, endüstriyel siyasa, araştırma ve geliştirme, teknoloji transferi, piyasa gelişimi, turizm gelişimi, emek piyasası, vb., gibi çeşitli alanlarda dış ekonomik piyasanın kontrolü altına girmektedir. Neoliberalizm kavramı, 1980 sonrası dönemde, pazar temelli kurumsal değişimlerin dirilişini ve dünya ekonomisi karşısındaki saflaşmaları karakterize etmek amacıyla kullanılmış ve 2000’li yılların başında çağdaş kentsel yapılanmanın temel yönlerini yorumlamak amacıyla tanımlayıcı bir kavram olarak görülmüştür (Brenner - Theodore, 2005: 101-102). Türkiye’de 1980’li yılların başından itibaren ortaya çıkan yeni siyasal dengeler ve ekonomik yapılanmalar, “emek gücünün kentleşmesi” olarak nitelenen bir kentleşme dönemini sona erdirmiş, sermayenin giderek hegemonyasını kurduğu bir kentleşme dönemini başlatmıştır. Sermaye, kapitalist kentleşme süreçlerinin en önemli unsurunu oluşturmaktadır. Son dönemde, sermaye lehine değişen dengelerin kent mekânını hiç olmadığı kadar sermayeye teslim ettiği açık bir şekilde görülmektedir (Şengül, 2009: 138-139). İstanbul, 1980’li yılların ortalarından itibaren, neoliberal dil içine sarılmış yasal değişiklikler yoluyla etkinleştirilen ve meşrulaştırılan bir dizi dönüşümün sonucu olarak büyük bir kentsel yeniden yapılanma sürecinden geçmiştir. Mega projelerin planlanması ve uygulanması, büyük gayrimenkul yatırımları ve kent ekonomisi içinde finans ve hizmet sektörünün hâkimiyeti bu değişikliklerden birkaçıdır. İstanbul’da 1980’lerden sonra başlayan neoliberal kentleşme süreci, 2000’li yıllarda daha fazla görünür hale gelmiş, derinleşmiş ve yerleşmiştir (Candan - Kolluoğlu, 2008: 12). Neoliberal kentleşme sürecinin etkileri kültürel mekânlara da yansımıştır. Emek Sineması’nın sokağa açılan fuayesinin bir alışveriş merkezinin en üst katına taşınması planı, neoliberal kentleşme ile sermaye arasındaki ilişkinin bir Neoliberalizm Sürecinde Kentsel Mekânların Dönüşümüne Kamusal Müzakere ve Halkla İlişkiler Açısından Bakış 3 parçasıdır. Kültürel mekânların alışveriş merkezine dönüştürülmesi sürecinin bir simgesi haline gelen Emek Sineması, bu yönüyle oldukça önemlidir ve bu çalışmaya konu olarak seçilmiştir. İstanbul'un sinema kültüründe önemli bir yere sahip olan Emek Sineması'nın yıkılmasını öngören projeyle ilgili olarak Mimarlar Odası'nın açtığı davada verilen yürütmeyi durdurma kararının yaklaşık iki yıl sonra yine aynı idare mahkemesi tarafından kaldırılması, Emek Sineması’nı bir kez daha kamunun gündemine getirmiştir. Yürütmeyi durdurma kararının iptal edilmesine İstanbullular ve sivil toplum kuruluşları tepki göstermiş ve Emek Sineması'nın yargı kararı ile yıkıma teslim edilmesine karşı binlerce İstanbullu protesto eylemleri yapmıştır. 9. İstanbul İdare Mahkemesi’nin, Emek Sineması için öngörülen projenin "uygulanması halinde telafisi güç ya da imkânsız zarar doğuracak nitelikte olduğu" gerekçesiyle, 12.05.2010 tarihinde yürütmenin durdurulmasına karar vermesine rağmen, bu kararın aynı mahkeme tarafından 1 Aralık 2011 tarihinde iptal edilmesiyle birlikte İstanbul Kültür Sanat Varyetesi, Beyoğlu için Mücadele İnisiyatifi, Sinema Yazarları Derneği (SİYAD), Sinema Emekçileri Sendikası (SİNESEN), İşçi Filmleri Festivali, Yeni Sinema Hareketi, İMECE-Toplumun Şehircilik Hareketi, Kamusal Sanat Laboratuvarı'nın çağrısı ile İstanbullular karara karşı mücadele etme yoluna gitmişler ve Kültür ve Turizm Bakanlığı'nı, Yenileme ve Anıtlar Kurulu'nu, Sosyal Güvenlik Kurumu'nu, Beyoğlu Belediyesi'ni, İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ni, tarihî ve kültürel bir miras olan Emek Sineması'nı korumadıkları için hesap vermeye çağırmışlardır. Emek Sineması’nın içinde yer aldığı adanın yıkılıp yerine bir alışveriş merkezi yapılacak olması ve Emek Sineması’nın da bu alışveriş merkezinin en üst katına taşınmasının planlanmasıyla birlikte Emek Sineması’nın yıkımına giden yolun açılması sonucunda İstanbullular ve sivil girişimler, kültürel mekânlarına sahip çıkmak amacıyla bir mücadeleye girmişlerdir. Türkiye’nin en eski ve görkemli sinemalarından ve İstanbul’un kültürel kimliğinin simgelerinden biri olan Emek Sineması’nın yıkılması ve taşınarak korunması projesine yönelik eleştirilerin temelinde kamuya ait olan bir kentsel mekânın sermayeye devredilmesi, kamusallığını yitirmesi ve bir rant aracına dönüşmesi sorunu yer almaktadır. Emek Sineması’nın akıbeti, yerel yönetimler eliyle sermayeye bırakılmaktadır. Neoliberal yerel yönetim olgusunu kavrayabilmek için yerel-ulusal-ulus üstü dinamiklere ve karar alma sürecindeki aktörlere bakılması gerekmektedir. Günümüzde kentlerle ilgili önemli kararlarda ve uygulamalarda etkili olan kurum sayısının çoğaldığı, bürokratik yapının bölündüğü, özel sektörün kamu kararlarında daha çok söz sahibi olduğu görülmektedir. Kentsel demokrasi açısından temel sorun, kamusal hizmet alanının piyasalaştırılması ve yurttaş katılımının sağlanmamasıdır. Liberal demokrasinin temsil ve katılım konularında yetersiz kalması ve yerel yönetimlerin yurttaş katılımına 4 Çağdaş Yerel Yönetimler, 23(2) Nisan 2014 giderek kapanması sonucunda, yönetim-halk ilişkisinde demokrasinin gelişmesine katkıda bulunduğu tezine dayanan egemen halkla ilişkiler yaklaşımına karşı alternatif bir halkla ilişkiler yaklaşımının düşünülmesi ve tartışılması gerekmektedir. Geniş tabanlı bir toplumsal muhalefete rağmen, yerel yönetimlerin kentsel mekânlar hakkında ulusal ve ulus üstü sermayenin taleplerini karşıladığı ve kentsel mekânların akıbeti ile ilgili olarak yurttaşları karar alma süreçlerinden dışladığı görülmektedir. Kentlerin geleceği üzerinde yurttaşlar değil, sermaye grupları daha etkin bir rol oynamaktadır. Liberal-çoğulcu bir yapı içinde toplumun her kesimi eşit bir şekilde yönetime katılamamakta, güçlü toplum kesimleri ve çıkar grupları siyasal otorite üzerinde daha etkili olmaktadır. Kamu yönetimi aygıtının bir parçası olan yerel yönetimlerin, yurttaşların karar alma süreçlerine katılabileceği ve toplumsal uzlaşmanın sağlanacağı diyaloğa dayalı yeni halkla ilişkiler kanalları açması gerekmektedir. Bu çalışmada, neoliberal kentleşme sürecinin kentsel mekânlar üzerindeki etkilerinin ve Emek Sineması örneği üzerinden kamusal tartışma ve müzakereci demokrasi kavramları ekseninde halkla ilişkilerin dinamik bir kamusal alan oluşturma işlevinin eleştirel bir perspektifle tartışılması amaçlanmaktadır. Bu bağlamda, Habermas’ın iletişimsel eylem kuramına dayanan müzakereci demokrasi yaklaşımı, halkla ilişkileri yeniden düşünmek için alternatif bir yaklaşım sunmaktadır. Habermas, toplumsal etkileşimi öne çıkartan ve uzlaşımsal normlarla yönlendirilen iletişimsel eylemi temel aldığı kuramında kamusal alanda “karşılıklılık” esasına dayanan iletişim biçimlerinin önemi üzerine yaptığı tartışmayla eleştirel halkla ilişkiler yaklaşımı için kuramsal bir temel oluşturmaktadır. Bu çalışmada, Habermas’ın kamusal alan ve iletişimsel eylem kavrayışı çerçevesinde, eleştirel bir halkla ilişkiler yaklaşımının ana hatları çizilmeye çalışılmış, halkla ilişkilerin müzakereci katılım sürecine katkıları tartışılmış ve bu kuramsal tartışma denemesinde neoliberal kentleşme sürecinin odağında yer alan ve kamusal bir tartışmaya konu olan Emek Sineması’nın yıkılması sürecinin kamusal müzakere yoluyla uzlaşıma dönüşme yolları üzerinde durulmuş ve yerel aktörlerin halkla ilişkiler uygulamalarının yurttaşlar ile yerel yönetimler arasındaki ilişkinin geliştirilmesi, yurttaşların yönetime katılması ve kamusal tartışmaların yapılması süreçlerine katkısı Emek Sineması örneği çerçevesinde tartışılmıştır. Emek Sineması’nın yıkılması ve taşınarak korunması sürecinde yer alan tüm aktörlerin müzakere ve diyalog süreçleri, Burkart (2007) tarafından geliştirilen ve katılımcı demokrasi perspektifini temel alan “consensus-oriented public relations” (konsensüs odaklı halkla ilişkiler) modeli çerçevesinde incelenmiştir. Bu çalışma kapsamında, güçlü bir toplumsal muhalefet ve direnişe konu olan Emek Sineması ile ilgili yapılması planlanan değişikliklere ilişkin olarak yerel yönetimlerin halkla ilişkiler uygulamaları, kamusal kararlara yurttaş katılımını sağ- Neoliberalizm Sürecinde Kentsel Mekânların Dönüşümüne Kamusal Müzakere ve Halkla İlişkiler Açısından Bakış 5 lama ve kamusal tartışma ortamı yaratma işlevi açısından Burkart’ın “ne”, “kim” ve “neden” sorularıyla çerçevelenen “consensus-oriented public relations” (COPR) yaklaşımı temelinde eleştirel bir bakışla çözümlenmiş ve Emek Sineması’nın yıkılması sürecinde COPR modelinin üstlenebileceği görevlerin ne olduğu ve genel olarak kamu iletişiminden kimin/kimlerin sorumlu olduğu (hükümet, yerel yönetimler, sivil toplum örgütleri, özel sektör kuruluşları, yurttaşlar, vb.) veya neden sorumlu olması gerektiği açıklanmıştır. NEOLİBERAL KENTLEŞME SÜRECİNDE KENTSEL MEKÂNLARIN DÖNÜŞÜMÜ Modern kent, çelişen çıkarların en önemli çatışma alanlarından biri olmuştur. Bu mücadeleler, sadece kentsel mekânda değil, aynı zamanda kent mekânı üzerinde de verilmektedir. Kent mekânı bu mücadelelere sahne olurken, bu mücadelelerde yer alan toplumsal güçler, bilinçli veya bilinçsiz bir şekilde mekânı yeniden üretmekte ve dönüştürmektedir. Bu bağlamda, mekânda mekân üzerine verilen mücadeleler, iktidar mücadelelerinin de odağında yer almaktadır. Mekânı denetleyebilmek, bir iktidar mücadelesini gerektirdiği gibi, her iktidar mücadelesinin de mekânı denetlemeye yönelik stratejisinin olması iktidarını sürdürebilmesi için gerekli bir koşuldur. Bu süreçte farklı sınıf, grup ve bireylerin, farklı amaç ve çıkarları, bu temelde ortaya çıkan çelişki ve mücadeleler, sosyo-mekânsal değişmenin maddi temelini oluşturmaktadır. Bu anlayış çerçevesinde, kentsel çelişki ve değişim sürecinde toplumsal sınıflar, sermaye birikim süreci ve devlet üç temel öğe olarak önemli bir role sahiptir (Şengül, 2009: 15-16). Kapitalist toplumsal ilişkilerin gelişmesiyle birlikte kentler, sadece tarım dışı etkinliklerin bir mekânı veya siyasal ve yönetsel bir birim olmanın çok ötesine geçmiştir. Kapitalist üretim biçimi içinde kentin özel bir anlama sahip olduğunu vurgulayan ve kenti sermaye birikimi süreci içinde açıklayan Harvey (1978)’e göre, sermaye birikimi ve sınıf mücadelesi birbirinin ayrılmaz bir parçası olarak kapitalist aktivitenin bütününü görmeyi sağlamaktadır. Kapitalist toplumun sınıf karakteri, emeğin sermaye tarafından tahakküm altına alınması anlamına gelmektedir. Kentsel süreç üretim, dolaşım, değişim ve tüketim için fiziksel alt yapının oluşturulmasına dayanmakta ve bu “yapılı çevre” bir kaynak olarak hizmet vermektedir. Burjuva gelirinin tüketilmesi için emek gücünün yeniden üretilmesi gerekmektedir (s.113). Castells’in kent kavrayışı da kent kuramları içinde önemli bir yer tutmaktadır. Castells, kolektif tüketimi ve onun çevresindeki mücadeleleri kent sorununun odağına koymaktadır. Castells’in yaklaşımında tüketimi kolektif kılan, onun birlikte tüketilmesinden çok devlet tarafından sağlanmasıdır. Castells’e göre, mekânı toplumsal yapının bir ifadesi olarak değerlendirmek, mekânın ekonomik ve siyasal sistemin öğeleri ve bunlardan kaynaklanan toplumsal pratikler tarafından biçimlendirilmesini incelemek anlamına 6 Çağdaş Yerel Yönetimler, 23(2) Nisan 2014 gelmektedir. Siyasal sistem, kentsel mekânı tahakküm ve meşrulaştırma işlevleri yoluyla örgütlerken, ideolojik sistem de bir işaretler ağı ile mekânı damgalamaktadır. Kentsel örgütlenme, yalnızca mekânsal formların basit bir düzenlemesi değildir, bu formlar daha çok, hane halklarının günlük tüketim örüntülerinin kolektif olarak ele alınması süreçlerinin ifadesidir (Akt. Şengül, 2009: 23). Marksist paradigma içinde kalarak kentin ekonomik süreçlerle ilişkisi üzerinde duran Smith (2002)’e göre ise, tarihsel olarak kentler askerî, dinî, siyasî, ticarî, sembolik ve kültürel yönden kendi tarihî ve coğrafî yapısına ve dönüşümüne bağlı olarak pek çok işlevi yerine getirmektedir. Endüstriyel kapitalizmin gelişmesi ve yayılması ile kentler giderek sermayenin merkezileşmesi yönünde önemli bir aktör haline gelmiştir. İleri kapitalizmin Keynesyen kenti, refah devleti çatısı altında konuttan ulaşım altyapısına kadar kent ölçeği ve toplumsal yeniden üretim arasındaki ilişkinin doruk noktasını temsil etmiştir. Sermaye birikiminin merkezi olan Keynesyen kent, ulusal sermaye için birçok yönden kombine bir refah ve iş alanı olmuştur. Nitekim, 1960’ların sonunda ve 1970’lerde beliren kentsel kriz toplumsal yeniden üretimin krizi olarak yorumlanmıştır. 1970’lerdeki ulusal üretim ve ihracat tanımları 1990’larda yeni bir boyut kazanmış ve ekonomik coğrafyanın eski dili değişmiştir. 1990’ların sonunda küreselleşme ve neoliberal kentleşme arasındaki ilişki tartışılmaya başlanmıştır. Neoliberal devlet, düzenleyici olmaktan daha çok, pazarın ve ileri kapitalist dünya kentlerinde toplumsal yeniden üretimden daha çok kapitalist üretim dürtülerinin giderek yükselişe geçtiği yeni kentleşme sürecinin tam bir aracı haline gelmiştir (s.431-432). Kentte yerel yönetimler ve şirketler, neoliberal uygulamalar ve iş pratikleri yoluyla günlük yaşamın koşullarının yeniden tanımlanmasında anahtar bir rol oynamaktadır. Gündelik hayatın bu yeni yönelimi, alternatif bir kentleşme çekirdeği içeren direniş ve muhalefetin yeni biçimlerini de beraberinde getirmektedir. Keynesyen refah toplumundan post-Fordist bir çalışma toplumuna doğru yaşanan dönüşümün günlük yaşamı yeniden yapılandırması ve kentlerin sosyo-ekonomik koşullarını değiştirmesiyle birlikte, kimlikler yön değiştirmekte, sosyal çatışmalar ve ideolojiler daha açık bir kültürel farklılaşmaya yönelmektedir. Sınıf kimliğinin ikinci plana itilmesi ve kültürel kimliklerin öne çıkarılması sonucunda, toplumsal farklılıklar görünmez olmakta, kültürel referanslara eklemlenmekte veya gizlenmektedir. Neoliberalizmin egemenliği altındaki kentler, Fordist kent geleneğinde olduğu gibi kitlesel üretim ve tüketimin bağlantısı olmaya devam etmektedir. Bu bağlamda, güç, sömürü ve eşitsizlik üzerine odaklanan toplumsal eleştirinin geleneksel biçimleri, sınıf mücadelesi ve kolektif tüketim hareketleri yoluyla kentsel direnç için güçlü bir stratejik zemin oluşturmaktadır. Farklılaşma makineleri haline gelen kentler, toplumsal mücadele ve çatışma süreçleri tarafından yönlendirilmektedir (Keil, 2002: 578). Neoliberalizm Sürecinde Kentsel Mekânların Dönüşümüne Kamusal Müzakere ve Halkla İlişkiler Açısından Bakış 7 Refah devleti uygulamalarının gerilemesi ve bunun yerine neoliberal politikaların egemen olmasıyla birlikte yerel yönetimlere ilişkin kuramsal yaklaşımlar da yeni boyutlar kazanmıştır. Değişen yerel yönetim pratiklerine paralel olarak yerel yönetim kuramlarına ilişkin iki farklı dönem ortaya çıkmaktadır. Kuramsallaştırma çabalarının ilk dönemi, yerel yönetimlerin refah devleti çerçevesinde düşünüldüğü Keynesçi dönemi kavramaya çalışırken, ikinci dönem, piyasa mekanizmalarının ön plana çıkarıldığı ve neoliberalizmin hegemonik hale geldiği dönemi açıklamaya çalışmaktadır (Şengül, 2009: 72). Yerel yönetimlere ilişkin kuramlara bakıldığında, yerel yönetimleri ya çoğulculuk ve sivil toplum ekseni içinde merkezi devletin karşısına bir alternatif olarak koyan ya da merkezi yönetimin basit bir uzantısı olarak gören bir yaklaşıma sahip oldukları görülmektedir. Bunlar çoğulcu, yönetimci (Weberci) ve sınıf merkezli (Marksist) paradigmalar olmak üzere üç bölüme ayrılmaktadır. Her yaklaşımın daha güçlü olduğu bir etki alanı vardır. Buna göre, çoğulcu/ liberal paradigma demokrasiyi, bireyin ve grupların siyasal katılımını ve pazar ilişkilerini temel almakta; yönetimci paradigma da devlet aygıtını bir güç merkezi olarak kabul ederek bürokratik otoriteye ve merkeziyetçiliğe dayanmaktadır. Sınıf merkezli paradigma ise yerel yönetimlere ilişkin süreçlerin açıklanmasında sınıf mücadelesini öne çıkarmakta ve devleti egemen sınıfın genel çıkarlarına hizmet eden bir araç olarak görmektedir (Alford - Friedland, 1985: 16). Keynesçi refah devleti çerçevesindeki bu yerel yönetim kavrayışlarının 1980’li ve 90’lı yıllardaki dönüşümü çözümlemede yetersiz kaldıkları görülmüş ve yeniden gözden geçirilmesi gerekmiştir. Bu durumda kuramların kendi güç alanlarının dışına çıkması kaçınılmaz olmuş, ancak bu sefer de eklektizm sorunu ortaya çıkmıştır. Refah devleti döneminin yerel yönetimleri kolektif tüketim araçlarını sağlama işlevini yerine getirirken, ikinci dönemin yerel yönetimleri daha çok sermayeyi ve onun taleplerini desteklemeye yönelmişlerdir. İlk dönemin kuramları, yerel yönetimleri hizmet sağlayıcı bir devlet aygıtı olarak görmüşlerdir. İlk dönemde yerel siyasal ve ekonomik yapılara vurgu yapılırken, ikinci dönemde ise vurgu kurum ve yapılardan ilişki ve süreçlere kaymıştır. İkinci dönemde yerel ekonomik ve siyasal süreçler önem kazanmış, yerel yönetimler bir kurumsal yapılanma yerine, toplumsal bir ilişki olarak kavranmaya başlanmıştır. İkinci dönemi karakterize eden bir diğer husus, çoğulcu yaklaşımın egemen hale gelmesidir. Kenti ve yerel yönetimleri sınıfsal bakış yerine radikal çoğulculuk çerçevesinde kavrayan postMarksist yaklaşımlar ön plana çıkmıştır (Şengül, 2009: 93-96). Günümüzde kentler parasal kaos, spekülatif finans kapital hareketleri, ulusaşırı şirketlerin küresel konumlanışı ve yoğun rekabet gibi belirsiz bir jeoekonomik çevre tarafından karakterize edilmektedir. Bu küresel-yerel düzensizlik bağlamında yerel yönetimlerin çoğu düzenleyici kuralları kırarak ve mekânsal rekabet ortamı yaratarak yatırımları çekmeyi amaçlamaktadır. Bu arada, ulusal refah devleti rejimlerinin kısıtlanması kentlere yeni mali sınırlamalar getirmiş 8 Çağdaş Yerel Yönetimler, 23(2) Nisan 2014 ve büyük bütçe kesintilerine yol açmıştır. Bu süreçte, hızlı ekonomik yeniden yapılanmayla bağlantılı olarak toplumsal problemler ve gerilimler yoğunlaşmıştır. Kent rejimleri politikasında neoliberal programların benimsenmesi ile birlikte bölgesel ittifaklar yapılmış; deregülasyon, özelleştirme, liberalleştirme ve mali tasarrufları genişletme yoluyla yerel ekonomilerin canlandırılması amaçlanmıştır. Kent ve kentin çevresi, önemli bir coğrafî hedef ve çeşitli neoliberal uygulama deneyleri için kurumsal bir laboratuvar olmaya başlamıştır. Neoliberal kent politikaları, kent alanını hem pazar odaklı ekonomik gelişmenin hem de elit tüketim pratiklerinin bir arenası olarak konumlandırmıştır (Brenner - Theodore, 2004: 20-21). Çoğulcu paradigmanın son dönemdeki en önemli temsilcisi olan ve yerel ekonomik güçlerin, yerel siyasal aktörler üzerindeki etkilerini açıklayan kentsel rejim yaklaşımına göre, siyasal aktörler, kentin önemli projelerini gerçekleştirmek için, özel çıkar grupları ile ortaklıklar kurmaktadır. Kent rejimi çözümlemesinde yönetici koalisyonu kavramına dikkat çekilmektedir. Bu koalisyonu bir arada tutan şey, siyasal gücün karşılıklı olarak paylaşılması beklentisidir. Resmî siyasî aygıtın dışında kalan gruplar için bu koalisyon siyasal etkiye bir kapı açmakta, seçilmiş siyasî elitler için ise kent siyaseti üretme ve uygulama sürecinde finansal kaynakların yanı sıra siyasal uzlaşma üreten bir araç anlamına gelmektedir (Stone, 1989). Kolektif hizmetleri sunma anlayışından sermayenin taleplerine duyarlı hale gelen bir yerel yönetim anlayışına geçilmesiyle birlikte devletin çekildiği alanlara devlet dışı mekanizmalar girmiş ve kent yönetimlerinde üç sektörlü bir model ortaya çıkmıştır. Yerel düzeyde yerel devlet, yerel sermaye ve sivil toplum kuruluşları olmak üzere üçlü yapı üzerine kurulan yönetişim modeli, karşılıklı etkileşime dayalı bir yönetme anlayışını ifade etmektedir. Kentsel yapı içinde bu modelin nasıl işlediğine bakıldığında, sermayenin kentler üzerinde hegemonyasını kurduğu bir dönemde, örgütlü emek yerine birbiriyle ilişkisiz sivil toplum örgütlerinin konmasıyla güç dengelerinin sermaye lehinde değiştiği görülmektedir. Yerel devlet, yerel sermaye ve sivil toplum kuruluşlarının oluşturduğu üçlü katılım mekanizmasını esas alan yönetişim süreci demokrasiye gönderme yaparak bu aktörlerle karşılıklı etkileşim içinde gerçekleştirildiği savına dayanmaktadır. Ancak, yerelliğin demokratikleşmeyle özdeşleştirilmesi ve buna zemin hazırlayan çoğulcu katılım kanalları düşüncesi kendi içinde çelişkileri barındırmaktadır. Yerel düzeyde kilit konumda olan sermaye grupları, yerel ekonomik ve siyasal seçkinler, yerele güç aktarımında bulunduklarında bu durumdan faydalanan kesim olmaktadır. Yerel yönetişim yapıları, örgütlü çıkarların temsiline hizmet etmekte, işveren dernekleri ve odaları gibi örgütlenmeler yönetişim yapılarının meşru üyeleri olarak konumlandırılmaktadır. Bu tür bir yapılanmada örgütsüz gruplar yer alamamaktadır. Dolayısıyla bu yapıların az gelişmiş ülkelerde katılım kanalları açısından olumlu bir durum yarattığını söylemek zordur. Kentsel süreçlere katılım, bu ülkelerde çoğulcu bir yapı yerine patronaj Neoliberalizm Sürecinde Kentsel Mekânların Dönüşümüne Kamusal Müzakere ve Halkla İlişkiler Açısından Bakış 9 ilişkilerini güçlendirmektedir (Şengül, 1999; 2003). Yönetişim, yeniden dağıtım politikalarından rekabetçi politikaya doğru bir değişimi beraberinde getirmiş, devletin birçok işlevinin devlet dışı yapılara transfer edilmesinin önünü açmıştır. Yönetimden yönetişime doğru gerçekleşen bu değişim sürecinde kent yurttaşlarının özellikle kentin coğrafyasını değiştirecek kararlar üzerindeki kontrol haklarından mahrum olması sorunu ortaya çıkmıştır. Neoliberalizm sürecinin ve yönetişim politikasının kentlerde yarattığı siyasî ve ekonomik yeniden yapılanma, kent sakinlerinin katılıma haklarını olumsuz etkilemiş, kontrol yurttaştan ve seçilmiş hükümetten ulus üstü şirketlere ve yapılara transfer edilmiştir. Bu bağlamda, neoliberal kentleşme süreçlerine bir cevap olarak kentlilerin daha fazla güçlendirilmesi için “kentsel haklar” kavramı popülerlik kazanmıştır (Purcell, 2002: 100). Purcell (2002: 101), kentsel hakların kent demokrasisine katkılarını, Lefebvre’nin kentsel haklar kavrayışına dayanarak eleştirel bir yaklaşımla incelediği çalışmasında kentsel hakların gerekliliği ve katılım hakkından yoksun olmanın problemleri üzerinde durmuş ve kentsel haklar kavramının köklerine inerek kentsel katılıma yönelik güncel tehditlere karşı çözümler önermiştir. Kentsel hak kavramını güncel sorunlar için tamamlanmış bir çözüm değil, ancak yeni kent politikası için bir açılım olarak gören Purcell, Lefebvre’nin kentsel haklar, mekân ve siyaset, mekân üretimi çalışmalarını temel alan bir ilkeler seti ortaya koymuştur. Buna göre, hem kentte hem de kent ötesinde toplumsal, politik ve ekonomik ilişkilerin radikal bir şekilde yeniden yapılandırılması gerekmektedir. Bu radikal doğanın anahtarı, kentsel hakların kentin karar verme arenasında yeniden çerçevelendirilerek karar verme mekanizmasının devletten kentsel mekânın üretimine doğru yönlendirilmesidir. Lefebvre, sadece devlet kararlarıyla sınırlı demokratik müzakere yerine, kentsel mekânın üretimine katkıda bulunan tüm kararlara katılımı önermektedir. Kentsel haklar, kentsel mekânın üretiminin altında yatan güç ilişkilerinin köklü bir şekilde yeniden yapılandırılması gereğini vurgulamaktadır. Kentsel mekânın üretimi üzerine yapılan bu vurgu, liberal demokraside tanımlanan kentsel katılım biçimlerinden açık bir şekilde ayrılmaktadır. Lefebvre (2002: 367), karar alma mekanizmasında kontrolü devletten kent sakinlerine kaydıracak oluşumlara ihtiyaç olduğunu belirtmektedir. Lefebvre, siyasal iktidarların kentsel örgütlenmeyi belirledikleri, kentsel örgütlenmenin ise, insan yerleşimlerini belirleyebileceğini belirtmektedir. Bu yerleşim birimlerinde mekânı da, üçlü sınıflandırmaya göre açıklamaktadır: 1) Görülen mekân, 2) Tasarlanan mekân ve 3) Yaşanılan mekân. Görülen mekân görece nesnel, insanların günlük yaşam çevrelerini içeren somut bir mekândır. Tasarlanan mekân, mekânın zihinsel yorumudur. Yaşanılan mekân ise, görülen ve tasarlanan mekânın karışık bir kombinasyonudur ve kişinin günlük hayatındaki gerçek 10 Çağdaş Yerel Yönetimler, 23(2) Nisan 2014 mekân deneyimini temsil eder. Yaşanılan mekân sadece sosyal hayatın geçtiği edilgen bir sahne değil, aynı zamanda sosyal hayatın tamamlayıcı bir unsurunu temsil etmektedir. Bu nedenle, sosyal ilişkiler ve yaşanılan mekân günlük hayatta kaçınılmaz bir şekilde birbirine bağlıdır. Lefebvre’ye göre kentsel mekânın üretimi, zorunlu olarak ona bağlı olan sosyal ilişkilerin yeniden üretimini de içermekte ve bu bağlamda kentsel mekânın üretimi, kentin sadece fiziksel mekânının planlamasından daha fazla olarak kent hayatının tüm yönlerinin üretimi ve yeniden üretimini içermektedir. Harvey’e (2011: 410-418) göre, kent yönetimleri girişimciliğe doğru bir değişim süreci içindedir. 1960’lara özgü idari yaklaşım, 1970’ler ve 1980’lerde “girişimci” hareket biçimlerine dönüşmüştür. Son yıllarda gelişmiş kapitalist dünyadan yükselen, ekonomik gelişmede girişimci yaklaşım benimseyen kentlerin pozitif fayda elde edeceğine ilişkin genel bir uzlaşma sağlanmakta ve bu uzlaşma ulusal sınırları ve hatta siyasal partileri ve ideolojileri de aştığı görülmektedir. Kent girişimciliğinin yükselişi, kapitalizmin genel dinamiklerinin FordistKeynesçi bir sermaye birikimi rejiminden esnek birikim rejimine geçişinde önemli bir rol oynamıştır. Kentlerin şeyleştirilmesi, kentsel süreci siyasî ve ekonomik gelişmenin pasif değil aktif unsuru olarak konumlandırmaktadır. Bu süreçte, farklı amaçlara ve gündemlere sahip çok sayıda aktör, birbirine bağlanmış mekânsal pratiklerin belli bir biçimlenişi aracılığıyla etkileşime girmektedir. Kapitalizm gibi sınıfa bağlı bir toplumda bu mekânsal pratikler belirgin bir sınıfsal içerik kazanmaktadır. Kentsel hayatı yeniden düzenleyen güç, yerel yönetimlerin ve idarenin içinde sadece koordine edici ve kolaylaştırıcı bir rol oynadığı daha geniş bir güçler koalisyonunda yatmaktadır. Kent girişimciliği sınıf ittifakına dayanmakta, bu yeni girişimciliğin en önemli öğesi olarak da kamu-özel ortaklığı karşımıza çıkmaktadır. Bu kamu-özel ortaklığı, belli bir yöredeki koşulları geliştirmeye değil, yerin spekülatif inşası ile gelen yatırım ve ekonomik gelişmeye odaklanmıştır. Harvey (2008: 23), kent hakkını bireysel özgürlükten daha çok kent kaynaklarına erişim, başka bir deyişle kenti değiştirerek kendimizi değiştirme hakkı olarak tanımlamış ve vazgeçilemeyecek haklardan biri olduğunu vurgulamıştır. Bu dönüşüm, kentleşme süreçlerini yeniden şekillendirmek için kolektif bir gücün varlığını gerektirmektedir. Kentsel süreçlerin köklü bir şekilde değişmesi yaşam tarzlarında da büyük değişiklikler meydana getirmiştir. Kentin yanı sıra kentsel yaşam kalitesi de bir meta haline gelmiş; tüketimcilik, turizm, kültüre ve bilgiye dayalı endüstriler kentsel ekonomi politiğin önemli boyutlarını oluşturmuştur. Kent hakkı giderek özel çıkarların eline geçmekte ve kentler küçük bir siyasi ve ekonomik elitin arzularına göre şekillendirilmektedir. Günümüzdeki katılım biçimleri ağırlıklı olarak devletin kararları, uygulamaları ve yapıları etrafında dönmektedir. Ulus-devlet temelinde tanımlanan liberal Neoliberalizm Sürecinde Kentsel Mekânların Dönüşümüne Kamusal Müzakere ve Halkla İlişkiler Açısından Bakış 11 demokratik yurttaşlar, devlet kararlarında kurumsallaşmış bir sese sahiptir ve devleti etkileyebilecek herhangi bir toplumsal süreç üzerinde direkt etkili olamamaktadır. Kentsel mekânın üretimine ilişkin kararların çoğu devlet içinde alınırken, çok daha fazlası dışarıda alınmaktadır. Örneğin, bir şirketin yatırım kararları kentsel mekânın üretiminde önemli bir rol oynadığı için kentsel hakların alanı içine girmektedir. Geleneksel katılım mekanizmasında yurttaşların sermayenin karaları üzerinde etkili olması söz konusu değildir. Devlet; vergi politikası, iş hukuku, çevresel kısıtlamalar vs. aracılığıyla, yatırım bağlamında kısmî bir kontrol uygulayabilmekte, ancak bu da direkt bir kontrol sağlamamaktadır. Kent sakinlerine kentsel mekânın üretimine katkıda bulunmaları ve seslerini direkt duyurabilmeleri için kurumsal masada bir koltuk verilmesi gerekmektedir. Kentsel haklar, katılım hakkı ve ödenek/tahsisat hakkı olmak üzere iki temel hakkı içermektedir. Ayırma/tahsis etme hakkı, kent halkının kullanım değerinin, sermayenin çıkarları karşısında açık bir önceliğinin olması demektir. Kentsel alanlar üzerinde ödenek kontrolü çalışmaları, mülkiyet haklarının hegemonyasına direnmeyi ve kent sakinlerinin kullanım haklarının üstünlüğünü vurgulamaktadır. Karar verme mekanizmalarında kent sakinlerine merkezî bir rol verilmesi, modern çağın sermaye birikim sürecindeki bir dizi politikekonomik ilişkilere direkt bir meydan okuma anlamına gelmektedir (Purcell, 2002: 102-103). Marksist paradigma içinde farklı arayışların ortaya çıkmasıyla birlikte sınıfsal bakıştan kopan ve kentsel süreçleri radikal çoğulculuk çerçevesinde kavramaya çalışan yaklaşımlar, sivil toplumun güçlendirilmesine ve katılım kavramına vurgu yapmıştır. Kamu politikalarının formüle edilmesi, uygulanması ve izlenmesi sürecine yurttaşların doğrudan katılımı tüm dünyada giderek önem kazanmaya başlamış, yurttaş katılımının ideal biçimleri üzerine tartışmalar gündeme gelmiştir. Demokrasinin tüm yurttaşlara açık olması liberal demokrasinin temel ilkesi olmasına rağmen, gerçekte pek çok katılımcı yapı dışlayıcı veya seçici olmaktadır. Forumların kamuya açık olduğu ve geleneksel olarak dışlanmış grupların müzakere ve katılım süreçlerine erişiminin sağlandığı zaman bile kaynak ve kültürel sermayeden yoksun olmaları nedeniyle- sesleri etkili olamamaktadır. Marjinal grup üyelerinin katılımlarının eşit derecede sağlanması gerekmektedir. Yeniden dağıtım veya toplumsal adalet konusu, müzakereci demokrasi içinde katılım kavramının en çok ihmal edilen yönünü oluşturmaktadır. Süreç üzerine odaklanma sonuçların ihmal edilmesine neden olmaktadır. Temel sorun, katılanların kim olduğu ve bundan kimlerin yararlandığıdır. Müzakereci demokrasi, kamu yararı üzerinde bir görüş birliğine dayanmaktadır. Yerel düzeyde siyasete doğrudan yurttaş katılımının yapacağı katkılar bir rönesans olarak değerlendirilmektedir. Teknokratik ve çıktı odaklı iyi yönetişim kavramının aksine katılımcı/doğrudan veya müzakereci demokrasi, hem siyasî meşruiyetin 12 Çağdaş Yerel Yönetimler, 23(2) Nisan 2014 hem de kentsel düzeyde toplumsal adaletin temeli olarak görülmektedir (Silver vd., 2010). Müzakereci demokrasi, yurttaşların anlaşmazlıklarını çözmeleri için karşılıklı saygıya dayalı kurumsallaşmış bir diyalog önermektedir. Springer (2011)’e göre, kamusal mekânlar, radikal demokrasi pratiğinin oluştuğu yerlerdir. Demokrasi sadece yurttaşların bir konuyu tartışmak için toplanmalarını sağlayan değil, aynı zamanda fikirlere itiraz edilebilen mekânlar gerektirdiği için radikal demokrasi ile mekân arasındaki ilişki çok önemlidir. Demokratik bir toplumda tüm toplumsal grupların bir forumu olarak kamusal mekânlara önem verilmesi gerekmektedir. Smith (2002)’e göre ise, toplumsal üretim açısından kentsel ölçeğin yeniden tanımlanması hiçbir şekilde kent yaşamı içinde toplumsal yeniden üretimin önemini azaltmamaktadır. Tam tersine, devletin sorumluluklarının azaltılması nedeniyle, toplumsal yeniden üretim üzerine verilen mücadeleler daha da önem kazanmaktadır. Ancak, bu alanda devletin çekimserliği ile toplumsal kontrol açısından devletin artan etkinliği eşleşmektedir. Küresel ve yerel coğrafyaları yeniden ölçeklendirme bağlamında daha otoriter devlet biçimleri ve pratikleri ortaya çıkmaktadır (s.437). Kent mekânlarının kamusallıktan uzak bir anlayışla yeniden tanzim edildiği günümüzde alışveriş merkezleri kültürün ticarileşmesinin en somut örneğini oluşturmaktadır. Emek Sineması’nın yerine bir alışveriş merkezi yapılması planlanmakta, kültürel bellek mekânları sermayenin mülkiyetine teslim edilmektedir. 1980’li yıllardan itibaren kentler yarışmacı nitelikler kazanmış ve ortak tüketimin mekânı olma özelliklerini yitirerek sermaye yatırımlarına açılmıştır. Bu açıdan kent, önemli ölçüde çoğulcu bir mücadele alanıdır ve sınıfsal bir bakış açısı bu süreçleri anlamanın önemli bir anahtarıdır. ALTERNATİF BİR HALKLA İLİŞKİLER ARAYIŞI Halkla ilişkiler, özel sektörden, kamu sektörüne, merkezî ve yerel yönetim kuruluşlarından sivil toplum örgütlerine kadar çok geniş bir alanda, kurumlarla iletişim içinde oldukları kitleler arasındaki ilişkilerin düzenlenmesini sağlayan bir yönetim fonksiyonu olarak yönetim sürecinin önemli bir parçası haline gelmiştir. Genel bir perspektifle halkla ilişkiler, ikna ve retorik kavramlarıyla ilişkilendirilerek, işletmeler açısından olumlu imaj yaratma, kamu kurumları açısından yöneten-yönetilen ilişkisindeki gerilimleri azaltma ve siyasal sistem açısından da hegemonyanın devamlılığını sağlama amaçlarına hizmet etmektedir. Anlamlı bir halkla ilişkiler bilgisine ulaşabilmek için, bu disiplinler arası niteliği ve bağlantıları doğru okumak, halkla ilişkileri bu bağlantılar içinde değerlendirmek gerekmektedir. Ancak, ABD kaynaklı bir disiplin olarak doğan ve büyük ölçüde ABD’nin tarihsel bağlamı içinde şekillenen halkla ilişkilerin sadece bir teknik olarak konumlandırıldığı, örgüt kuramlarının içine hapsedildiği ve siyaset bilimi ile kuramsal bağlantısının kurulmadığı görülmektedir. Bu çalışmada, halkla ilişkiler olgusu eleştirel bir şekilde ele alınmış, Habermas’ın iletişimsel eylem Neoliberalizm Sürecinde Kentsel Mekânların Dönüşümüne Kamusal Müzakere ve Halkla İlişkiler Açısından Bakış 13 kavrayışı çerçevesinde halkla ilişkilerin müzakereci katılım sürecine katkıları tartışılmış ve toplumsal bir değer olarak radikal katılımın önemi vurgulanmıştır. Kuramsal Çerçeve Kamu yönetimi disiplininde, klasik çoğulcu yaklaşımdan, müzakereci çoğulculuğa yönelen yaklaşımlar, katılımı başlı başına bir değer olarak görmektedir. Yönetim-halk ilişkisi içinde kapitalizmin yarattığı olumsuzlukları dengelemeye yönelik olarak kamu yönetimi disiplini içinde gelişen bu yaklaşımlar, egemen halkla ilişkiler paradigmasına alternatif olarak yeni bir halkla ilişkiler yaklaşımı ortaya koymayı zorunlu kılmaktadır. Batı dünyasında, halkla ilişkilerle ilgili akademik çalışmaların egemen yaklaşımı olarak kabul edilen Grunig’in iki yönlü simetri modeline göre, bir kurumla hedef kitlesi arasında karşılıklı anlayışa dayalı bir iletişim kurulması gerekmektedir. Bu karşılıklı anlayış, kurum ve ilgili halk arasında karşılıklı yararın geliştirilmesi anlamına gelmekte, böylece, simetrik bir iletişim içinde, hem kurum hem de halk birbirinin ne istediğini öğrenmektedir (Grunig - Hunt, 1984; Grunig - Grunig, 1992). Grunig’in iki yönlü simetrik modelinin mesaj gönderenler ve alıcılar arasında karşılıklı saygı, müzakere, dinleme, eşitler arasında iletişim olarak bilinen erdemli mesajlaşma uygulamaları olarak halkla ilişkilere aşırı bir vurgu yaptığını belirten Moloney’e (2006) göre, ironik olarak iletişimsel erdem üzerine yapılan bu vurguyu desteklemeyen pek çok kanıt bulunmasına rağmen, öğretiler ve yazılı eserler, halkla ilişkiler akademik dünyası tarafından bir mükemmellik kavrayışı içinde ele alınmaktadır. Bu nedenle, halkla ilişkilerin bir başka şekilde kavramsallaştırılması ve devletin iletişimsel eşitliği sağlaması için mekanizmalar sunması gerekmektedir. Çünkü, demokrasi halkla ilişkilerden daha önemlidir. Halkla ilişkilerde eleştirel çalışma son yıllarda gelişmeye başlamıştır. Egemen paradigmanın geçerli varsayımlarına karşı çıkılmış, özellikle medya sosyolojisinden etkilenen eleştirel kuram, siyasaları ve uygulamaları eleştirmiştir (L’Etang, 2005:522). Çeşitli çalışmalar ve farklı bakış açıları, halkla ilişkilerle ilgili üç temel paradigma olduğunu göstermektedir. Bunlar, eleştirel (büyük ölçüde medya sosyolojisinden ortaya çıkan), fonksiyonel ve retoriksel yaklaşımlardır. Halkla ilişkiler akademik alanından yayılan çalışmaların çoğunun ABD kökenli olması nedeniyle, hem fonksiyonel hem de retoriksel yaklaşımlar, büyük ölçüde liberal çoğulculuğun değerleriyle desteklenmiştir (L’Etang, 2004: 1). Halkla ilişkiler teorilerinin çoğu, halkla ilişkileri yönetim fonksiyonu bağlamında ele almıştır. Bu tipik modernist yaklaşım, kurumu ve kurumun fonksiyonlarını ekonomik katkı ve rasyonel ekonomik amaçlar açısından değerlendirmektedir. Bu perspektif, stratejik mesaj tasarımı, yönetim kültürü ve toplam kalite yönetimi gibi kavramları içermekte, teorik yaklaşımlar, hukuk, sistem yaklaşımı ve yönetim becerileri üzerine vurgu yapmaktadır. Halkla ilişkiler; kurumsal etkinlik, stratejik yönetim fonksiyonu ve kriz önleme yönüyle tanımlanmak- 14 Çağdaş Yerel Yönetimler, 23(2) Nisan 2014 ta, ekonomik terimlerle ve ölçülebilir çıktılarla değerlendirilmektedir. Bu modernist ya da fonksiyonalist yaklaşım, Kuzey Amerika’da ve batılı ülkelerin çoğunda egemen konumdadır (Holtzhausen, 2002: 251-252). Halkla ilişkiler teorisi ve pratiğinin temelini oluşturan modernist anlayışa karşı, alternatif bir postmodernist yaklaşım geliştirilmiştir. Günümüzde popüler olan postmodernist yaklaşıma göre, halkla ilişkiler bir sembol üretimi, halkla ilişkiler metni de bir kamu iletişimi aracıdır. Bir kültürün işaretleri ve sembolleri, egemen ideolojiyi ve güç dağılımını gösterir. Günümüzdeki medya teknolojisi, gerçeğe hiç referans vermez ve halkla ilişkiler alanı, ardında gerçek olmayan bir imaj yaratır (Mickey, 1997: 271). Alternatif kuramlar arasında kültürel incelemeler yaklaşımıyla gelenler, temel olarak halkla ilişkiler stratejileri ve söylemleri ile kültürel ve ideolojik değerlerin yaratılması arasında bağ kurarlar. Bu incelemelerin temel kuramsal varsayımlarına göre, halkla ilişkilerde kamuya sadece bilgi aktarılmaz; bu aktarmayla belli kültürel değerler ve ideoloji kodlanarak sunulur. Halkla ilişkilerle ilgili alternatif değerlendirmeler arasında, endüstriyel değerlerin ve halkla ilişkilerin doğasının toplumdaki ekonomik, ideolojik, kültürel ve siyasal bağlamda açıklamasını getiren yaklaşımlar da yer almaktadır. Halkla ilişkileri üretim ilişkileri temelinde ele alan Schiller, Ewen, Mosco, Mattelart, Siano ve Chomsky gibi aydınlara göre, halkla ilişkiler, kapitalist sistemde kamu hizmeti ve toplumsal fayda anlayışını geriletmektedir (Erdoğan, 2006: 198). İki yönlü simetrik modelin pratikte nasıl uygulandığı üzerinde duran Avusturyalı iletişim bilimci Burkart (1994, 2004, 2007), simetrik modelin eksikliklerini tespit etmiş ve “consensus-oriented public relations” (COPR) olarak adlandırdığı bir yaklaşım geliştirmiştir. Bu model, iletişim sürecinde meydana gelen bozulmalara ve çatışmaların çözümüne katkıda bulunmaktadır. Kuramsal arka planı Habermas’ın iletişimsel eylem kuramına dayanan bu yaklaşım, sorumlu yurttaşların rasyonel uzlaşması aracılığıyla, sosyal çatışmaların çözümünde şiddeti önleyici bir yol göstermektedir. Viyana Üniversitesi’nde yapılan bir araştırma projesinde; tehlikeli bir atık depolama inşaatı nedeniyle atık depolama operatörleri ve kent sakinleri arasındaki çatışma ile ilgili stratejiler incelenmiş, taraflar arasında bir görüş birliği oluşturulması ve kamu anlaşmazlığının çözülmesi amaçlanmıştır. Bu araştırma projesi ile atık tesisleri planlaması konusunda Aşağı Avusturya eyalet hükümeti tarafından yürütülen halkla ilişkiler çabaları değerlendirilmiştir. Kent sakinleri, tehlikeli atık tesislerinin yapılmasını protesto etmiş ve bu da halkla ilişkiler planlarının reddedilmesi anlamına gelmiştir. Özgün bir çalışma olan bu halkla ilişkiler modeli, başlangıçta çatışma içinde olan bu gruplar arasında bir uzlaşma zemini yaratmıştır (Burkart, 1994: 224). Burkart (2004: 459-460), COPR modelini halkla ilişkileri değerlendirmek için bir araç olarak geliştirmiş, bu modeli iki ön koşula ve bunların sonuçlarına da- Neoliberalizm Sürecinde Kentsel Mekânların Dönüşümüne Kamusal Müzakere ve Halkla İlişkiler Açısından Bakış 15 yandırmıştır. Buna göre, günümüzdeki iletişim toplumunda işletmelerin çıkarlarının kamusal meşruiyete uygun olması gerekmekte, şirketler çıkarlarını ve fikirlerini savunabilmek için iyi argümanlar sunmak zorunda kalmaktadır. İnsan ilişkileri genellikle karşılıklı anlayış süreci olarak görülmektedir. Halkla ilişkiler kurumlar ve bireyler arasında karşılıklı anlayışı oluşturmayı amaçlamaktadır. COPR modelinin temelini oluşturan Habermas’ın “iletişimsel eylem” kuramına göre, iletişim daima çok boyutlu bir süreç olarak yürütülmesi, bu süreçte her bir katılımcının evrensel taleplerin geçerliliğini kabul etmesi ve anlaşılabilirlik, hakikat, güvenilirlik ve meşruiyet kriterlerini yerine getirmesi gerekmektedir. İdeal konuşma durumu pratikte hiç gerçekleşmemekte ve iletişimin temel kuralları ihlal edilmektedir. Söylem, sürece dahil olan her katılımcının gerçeklik iddialarına, ifadelerin güvenilirliğine ve çıkarların meşruiyetine şüphe duymak için bir fırsatı olması gerektiği anlamına gelmektedir. Bu süreçte, makul cevaplar verildiğinde iletişim akışı devam edebilecektir. İletişimsel eylem kuramına göre, iletişim çok boyutlu bir süreç olarak gerçekleşmekte ve her katılımcının anlamayı başarmak amacıyla yarı evrensel taleplerin veya iddiaların geçerliliğini kabul etmesi gerekmektedir. Habermas’ın her iletişim eylemine içkin olduğunu varsaydığı kriterler; her konuşmacının söylediği şeylerin anlamlı ve akıl yoluyla kavranabilir olması, söylediklerinin doğru olması, hakikî niyetini ortaya koyarak konuşması ve söylediklerinin akıl yoluyla gerekçelendirilebilir olmasıdır. Habermas’a göre, her türlü ahlâk anlayışında var olan karşılıklı saygı, dayanışma ve ortak değerler gibi temel ilkelerin, iletişimsel eyleme içkin olan simetri ve karşılıklılık ilişkilerine indirgenmesi mümkündür. Habermas, iletişimin temel kurallarının ihlal edilmesi nedeniyle, söylem olarak adlandırdığı bir onarıcı mekanizmadan söz etmekte ve söylem türlerini üç gruba ayırmaktadır. Bunlar; yorumlayıcı söylem, kuramsal/açıklayıcı söylem ve pratik söylemdir. Habermas’ın demokrasi anlayışının temelinde iletişimsel eylem, iletişim etiği ve ideal konulma durumu kavramları yer almaktadır. İletişimsel eylemin ortaya koyduğu ideal konuşma durumu belli koşulları gerektirmektedir (Habermas, 2001; Burkart 2007: 250). İletişimsel eylem kuramına göre, iletişim sürecinde karşılıklı güveni sağlamak üzere uygun dilbilgisi kurallarını kullanmayı ifade eden anlaşılabilirlik, tarafların varlığını kabul ettiği hakikat, katılımcıları yanıltmamayı ifade eden güvenilirlik ve karşılıklı kabul edilmiş değerler ve normlar çerçevesinde hareket etmeyi ifade eden meşruiyet kriterleri yerine getirilmelidir. Burkart, halkla ilişkiler pratiği ile ilgili iletişimsel boyutu sistematik bir şekilde farklılaştırmak, analiz etmek ve kavramsallaştırmak amacıyla Habermas'ın biçimsel programını ve iletişimsel eylem yaklaşımını uygulamıştır. Buna göre; hakikat, güvenilirlik ve meşruiyet kavramlarının geçerliliğini tartışarak halkla ilişkiler uygulayıcılarının kendi sözleri ile ilgili olarak bu üç kavram temelinde eleştiri beklemek zorunda olduğunu vurgulamıştır (Burkart, 2007: 250-251). 16 Çağdaş Yerel Yönetimler, 23(2) Nisan 2014 İletişimsel eylemin ortaya koyduğu ideal konuşma durumu belli koşulları gerektirmektedir. İdeal konuşma durumunun ilkeleri şu şekilde sıralanabilir: Bir söylemin tüm katılımcılarının iletişimsel söz edimlerini kullanmada eşit şansı olmalıdır. Söylemsel bağlam içinde ortaya soru atma ve yanıt verme olanağına sahip olmalıdırlar. Tüm katılımcıların temsil edici söz edimlerini kullanma, tutumlarını, duygularını ve niyetlerini dile getirme şansı eşit olmalıdır. Tüm konuşmacıların konuşma edimlerini düzenleme olanağı bakımından eşit şansı olmalıdır. Eşit olarak hem katılımcılara buyruk verme ve karşı çıkma, hem de iddialara izin verme ve yasaklama olanakları bulunmalıdır. Tüm katılımcıların betimleyici söz edimlerini kullanmada eşit fırsatları olmalıdır. Habermas’ın gündelik konuşmanın ussal temellerine ilişkin biçimsel çözümlemesinden kaynaklanan bu özellikler, pratik söylemden ussallıkla temellenen bir oydaşmanın ortaya çıkmasını tek başına güvenceye almaktadır (Mutlu, 2004: 130-131). Habermas (2000, 2001), iletişimsel eylem kuramıyla yurttaşların anlaşmazlıklarını çözmeleri için karşılıklı saygıya dayalı kurumsallaşmış bir diyalog önermekte ve kamusal alanda “karşılıklılık” esasına dayanan iletişim biçimlerinin önemi üzerinde durmaktadır. Kamusal tartışma yoluyla kolektif bir karar alma sistemi, sadece kolektif karar alma ve kamusal aklı kullanma aracı olarak araçsal bir müzakereyi değil, aynı zamanda kamusal aklı üretme ve karşılıklı anlayışa ulaşma süreci olarak diyalojik müzakereyi de içermektedir. Kamusal bir toplantının net amaçları ve kuralları bulunmaktadır. Bir yerel yönetimdeki toplantıya katılmayı amaçlayan yurttaşların müzakeresi için gerekli koşulların oluşturulması, kendi meşru bireysel çıkarları ile topluluk değerleri ve kamu yararı arasındaki gerginliğin görüşülmesi gerekmektedir. Başka bir ifadeyle, katılımcıların hangi gruba ait olduklarını, kendi çıkarlarına neyin uygun olduğunu, topluluk değerlerini ve kamu yararını anlamaları ve iletişim becerilerini geliştirmeleri oldukça önemlidir. Habermas, siyasî müzakereyi gayriresmî kamusal alan içinde yurttaşlar arasında ve resmî düzen içinde politikacılar veya temsilciler arasında olmak üzere iki farklı biçimde ele almaktadır. Bu ayrım, diyalojik ve araçsal müzakere kavramları ile benzerlik göstermektedir. Diyalojik müzakere, resmî olmayan günlük siyasî konuşma olarak gerçekleşirken, araçsal müzakere ise resmî düzenleme içinde gerçekleşmektedir. Bu iki tip müzakere, müzakereci demokrasinin temel süreçleridir (Kim ve Kim, 2008: 53). Habermas’ın ideal konuşma durumu kavramı ve Burkart’ın “ConsensusOriented Public Relations” (COPR) yaklaşımı çerçevesinde, yurttaşları ilgilendiren sorunların kamusal müzakereye açılması ve geniş bir yurttaş katılımı sağlanarak tartışılması, çatışmanın çözülmesi ve demokratik bir halkla ilişkiler anlayışının geliştirilmesi açısından oldukça önemlidir. Çatışmalı durumlar için alternatif bir model olan COPR; bilgi verme, tartışma, söylem ve durum tanımı Neoliberalizm Sürecinde Kentsel Mekânların Dönüşümüne Kamusal Müzakere ve Halkla İlişkiler Açısından Bakış 17 olmak üzere dört aşamada gerçekleşmektedir. Böylece, hem halkla ilişkiler eyleminin başarısını hem de resmî süreci değerlendirmek mümkün olmaktadır. Her aşama planlama ve değerlendirme olarak iki işlemden geçirilmektedir. Bu süreç, “ne”, “kim” ve “neden” sorularıyla çerçevelenerek amaçlar net bir şekilde ortaya koyulmaktadır. Yurttaşların, sadece bir halkla ilişkiler stratejisiyle herhangi bir projeye ikna edilmesi mümkün değildir. Kabul etme ve onaylama, ilgili yurttaş topluluğunun düşüncelerini ve beklentilerini anlamaya yönelik sürecin başarısına bağlıdır. Bunun ön şartı ise diyalog ve söylem gereksinimi için halkın ciddiye alınmasıdır. COPR modeli, çatışmaları engelleme gücüne sahip değildir. Çatışma, genelde farklı çıkarlar çarpıştığı zaman ortaya çıkmaktadır ve bu durum demokratik toplumları karakterize etmektedir. COPR modeli, çatışmayı tamamen ortadan kaldırmasa bile çatışmanın tırmanmasını önlemek için uygun çözümler önermektedir (Burkart, 2007: 250-254). COPR Modeli Perspektifinden Bir Çözümleme Denemesi: Emek Sineması Türkiye’de yerel yönetimlere ilişkin yasal düzenlemeler çerçevesinde kentsel karar alma süreçlerine katılım son derece yetersiz kalmaktadır. Neoliberalizmin yönetim anlayışı olarak birlikte yönetme düşüncesine dayalı yönetişim modeli, yerel düzeyde devlet, yerel sermaye ve sivil toplum kuruluşları olmak üzere üçlü yapı üzerine kurulmakta ve karşılıklı etkileşime dayalı bir yönetme anlayışını ifade etmektedir. Kentsel yapı içinde bu modelin nasıl işlediğine bakıldığında, sermayenin kentler üzerinde hegemonyasını kurduğu bir dönemde, örgütlü emek yerine birbiriyle ilişkisiz sivil toplum örgütlerinin konmasıyla güç dengelerinin sermaye lehinde değiştiği görülmektedir. Yerel devlet, yerel sermaye ve sivil toplum kuruluşlarının oluşturduğu üçlü katılım mekanizmasını esas alan yönetişim süreci demokrasiye gönderme yaparak bu aktörlerle karşılıklı etkileşim içinde gerçekleştirildiği savına dayanmaktadır. Yerel düzeyde kilit konumda olan sermaye grupları, yerel ekonomik ve siyasal seçkinler, yerel yönetimlerden en çok faydalanan kesim olmaktadır (Şengül, 1999, 2003). Neoliberal katılım modeli, yurttaşların karar alma mekanizmalarına katılımı için herhangi bir yöntem öngörmemektedir. Yerel hizmetlerin büyük bir bölümünün özelleştirilmiş olması nedeniyle yurttaşın katılımı da anlamını yitirmektedir. Yerel yönetimlerde bir katılım modeli olarak ortaya çıkan kent konseyleri yönetişimin yerel yönetimlerdeki bir uygulamasıdır. Kent konseyinin kuruluş amacı, 5393 sayılı Belediye Kanunu’nun 76. maddesinde belirtilmiştir. Kent konseylerinin kentin kalkınma önceliklerinin ve sorunlarının tanımlandığı ve tartışıldığı demokratik platformlar olarak işlev görmesi öngörülmüştür (5393 sayılı Belediye Kanunu, 2005). Ancak, kent konseyleri katılım sürecini geliştirmeyi hedeflemekle birlikte mevcut yapılarıyla etkili bir konuma gelememiştir. 18 Çağdaş Yerel Yönetimler, 23(2) Nisan 2014 Bu yapı içinde halkla ilişkilerin nasıl bir kamusal tartışma ve katılım mekanizması oluşturabileceğini anlamak açısından pratikteki katılım modeline ilişkin bağlam bilgisi sunulmuştur. Günümüzdeki halkla ilişkiler tartışmalarında “diyalog” kavramına vurgu yapılmaktadır. Halkla ilişkiler kuramlarına ilişkin son gelişmeler, diyalog ve diyalojik iletişim kavramlarını çok yönlü olarak anlamayı gerektirmektedir. Diyalog kavramı, derin felsefî köklere sahiptir. İki yönlü simetrik halkla ilişkiler modelinden diyalog temelli bir halkla ilişkiler sürecine geçilmesi kamu yararını temel alan bir halkla ilişkiler yaklaşımı için önemli bir adımdır. İletişim, halkla ilişkiler, felsefe ve psikolojide diyalog kavramına ilişkin beş ilke ortaya konmuştur. Bu ilkeler, diyaloğa dayalı halkla ilişkiler kuramına doğru ilk adımları oluşturmaktadır. Bu adımlar; karşılıklılık, yakınlık/benzerlik, empati, risk ve taahhüt olarak belirtilmektedir. Taahhüt, gerçeklik/özgünlük, konuşma ve yorumlama süreçleri diyalojik karşılaşmaların özelliğini oluşturmaktadır. Diyalojik halkla ilişkilerin pratikte mümkün olup olmadığı tartışılmaktadır. Kent toplantıları ve topluluk atölye çalışmaları gibi kamusal forumlardan elde edilen araştırmalar, iyi niyetli süreçlerin ve kuramsal zeminde ve yüksek düzeyde yapılandırılmış diyalojik iletişim çabalarının katılımcıların isteklerini karşılamada yetersiz kaldığını göstermektedir. Diyalog, etik bir halkla ilişkiler çıktısı garanti etmemekle birlikte, diyalojik bir iletişim yurttaşların ve kurumların birbirlerini daha iyi anlama olasılığını güçlendirmektedir (Kent ve Taylor, 2002: 24-30). Diyalog kavramının iki yönlü simetrik iletişimden çok daha derin bir felsefî anlam taşıdığını ve diyaloğun potansiyel bir değere sahip olduğunu kabul eden görüşler, diyaloğu içeriği ve sonucu kesin bir şekilde kontrol edilemeyen ve devam eden bir iletişim süreci olarak ele almaktadır. Buna göre diyalog, basit iki yönlü bir konuşma değil, oldukça soyut ve karmaşık bir kavramdır. Diyaloğu ve iki yönlü simetrik iletişimi eşit tutan bir halkla ilişkiler anlayışı, iletişim süreçlerine zarar vermekte ve somut bir diyalojik halkla ilişkiler kuramının gelişmesini engellemektedir (Theunissen - Noordin, 2012: 5-13). COPR modelinde “ne”, “kim” ve “neden” soruları halkla ilişkilerin planlama ve değerlendirme sürecinin temel boyutlarını oluşturmaktadır. “Ne” sorusunın cevabı rakamlar, veriler ve olgu veya durumları; “kim” sorusunun cevabı kurumları ve kişileri; “neden” sorusunun cevabı ise amaçları ve hedefleri kapsamaktadır. COPR modeli bilgi, tartışma, söylem ve durum tanımı süreçlerinden oluşmaktadır. Bilgi aşamasının planlama sürecinde “ne”, “kim” ve “neden” soruları bağlamında durum hakkında açıklama yapılması, ana aktörlerin tanımlanması ve projenin açıklanmasına yer verilmekte; değerlendirme süreci ise hangi aktörlerin süreçte yer aldığı ve yurttaşların/hedef kitlenin projenin amaç ve hedeflerini algılayıp algılamadığına ilişkin bilgileri içermektedir. COPR modelinin bilgi aşamasından sonra gelen tartışma, söylem ve durum tanımı aşamalarında gerçeklere ve güvene dayalı bir iletişime ve rızaya vurgu yapılmakta ve rasyonel uzlaşma yoluyla toplumsal çatışmaların çözümü işaret edilmektedir. Neoliberalizm Sürecinde Kentsel Mekânların Dönüşümüne Kamusal Müzakere ve Halkla İlişkiler Açısından Bakış 19 COPR modeli, bir kabul oluşturma sürecidir (Burkart, 2007: 253). İletişimsel eylemde samimiyet önemli bir unsurdur. İletişim etiği modelinde iletişimi yürüten tarafın diğer aktörlere karşı dürüst ve gerçekçi olması, katılımcıların diğerlerini anlama yeteneği ve isteğinin teşvik edilmesi ve kendilerini ifade etmek için eşit fırsatlara sahip olması güvence altına alınması gerekmektedir (Salter, 2005: 93). Müzakereci siyaseti, bir problem çözme ve güç üretme süreci olarak değerlendirmek mümkündür. Bir problem çözme süreci olarak müzakereci siyaset, pragmatik ve ahlâkî söylemlerle örtüşen bir ağ oluşturmakta ve siyasî kararların meşruiyeti için uygun bir zemin yaratmaktadır. İdeal olarak müzakereci siyaset, tüm soru(n)ların ve katkıların bir araya getirildiği ve mevcut en iyi bilgi ve tezler temelinde tartışıldığı bir iletişim ortamı sağlamaktadır (Flynn, 2004: 444). Emek Sineması’nın yıkılması sürecindeki temel aktörler Beyoğlu Belediyesi, sivil toplum kuruluşları, yurttaşlar ve Emek Sineması ile ilgili yeni düzenlemede üstlenici firma olan Kamer İnşaat’tır. Emek Sineması ile ilgili yürütülen halkla ilişkiler çalışmalarında temel aktör olarak kamu iletişimini yürütmesi gereken Beyoğlu Belediyesi’nin diyaloğa dayalı bir halkla ilişkiler sürecinde rol almadığı ve yurttaşlarla yerel yönetim arasında bir kamusal tartışma ortamı yaratmadığı görülmektedir. Bu konuda bir basın açıklaması ve yurttaşları bilgilendirmeye yönelik bir toplantı çağrısı bilgisi medyaya yansımamıştır. Beyoğlu Belediye Başkanı Ahmet Misbah Demircan’ın katıldığı çeşitli televizyon programlarında yaptığı açıklamaların dışında kamu iletişimine yönelik herhangi bir halkla ilişkiler çalışması yapılmamıştır. Modelin ilk adımı olan “bilgi” süreci, yerel devleti temsil eden Beyoğlu Belediyesi yerine sermayeyi temsil eden bir aktör olarak Kamer İnşaat tarafından yürütülmeye çalışılmıştır. Neoliberal katılım modelinde sermaye grupları yerel yönetim sürecinin önemli bir aktörü konumundadır. Kamusal boyutu olan ve tüm kent sakinlerini ilgilendiren kentsel kararlarda sermaye, belirleyici bir rol oynamaktadır. Bu noktada, Kamer İnşaat’ın Emek Sineması ile ilgili süreçte halkla ilişkiler kampanyalarıyla sivil toplum kuruluşlarını ve yurttaşları ikna etme işlevini üstlenmiş olması bunun en büyük kanıtıdır. Yerel yönetimler ve sermaye arasındaki bu konsensüs ve ortaklaşa yönetme biçimi, kentlerin asıl sahipleri olan yurttaşları katılım sürecinin dışına itmektedir. Yerel demokrasinin ve yerel halkın temsilcisi konumunda olan Beyoğlu Belediyesi, taraf olduğu önemli bir kamusal tartışmada görünmez olmuş ve teknik düzeyde bile iki yönlü bir iletişim ortamı yaratmamıştır. Emek Sineması problemine ilişkin halkla ilişkiler uygulamaları, iletişimsel eylemin temel unsurlarını dışlamaktadır. Emek Sineması ile ilgili halkla ilişkiler faaliyetlerinin yerel siyasetin önemli bir aktörü olan sermaye temsilcilerinin avantajlı bir durum elde etmeye ve yurttaşlar üzerinde bir etkiye sahip olmaya çalıştıkları görülmektedir. İletişimsel eylemde ise iletişimsel duruma dahil olan tüm aktörlerin eşit bir şekilde soru ve 20 Çağdaş Yerel Yönetimler, 23(2) Nisan 2014 tartışma önermesi ortaya koyabilmeleri gerekmektedir. Projeyi üstlenici firma olan Kamer İnşaat’ın kamuoyunu ikna etmeye yönelik basın toplantıları tek yönlü ve manipülatif bir boyut içermektedir. Kamer İnşaat’ın, basın mensuplarına yönelik düzenlediği tanıtım toplantısının oldukça gerilimli ve olumsuz bir havada geçtiği bilgisi haber medyasına yansımıştır (http://www.birgun.net/, http://www.radikal.com.tr/, 2012, Mart 31). Toplantıda firma yetkilisinin tanıttığı Emek Sineması’nın yıkılması ve yeni düzenlemesine ilişkin projeye “Emek Bizim İstanbul Bizim İnisiyatifi” üyeleri ile Sinema Yazarları Derneği (SİYAD) Yönetim Kurulu Başkanı’nın itirazları ve soruları, projenin kamuoyu nezdindeki meşruiyetinin tartışmalı olduğunu ve kamuoyu desteğinin sağlanmadığını göstermektedir. Ayrıca, Ana akım medyada bu proje olumlu bir haber anlatısıyla ele alınmış, haber metinlerinde durum tanımlayıcısı olarak yerel yönetimi temsil eden Beyoğlu Belediye Başkanı’nın ve sermayeyi temsil eden üstlenici firma yetkilisinin görüşlerine yer verilmiştir.1 COPR modelinin temel görevi bir onarım mekanizması oluşturmaktır. İlk aşama, rasyonel bir kararın ön koşulu gerçeğe ilişkin bilginin kamuya sunulmasıdır. Bu bilginin kalitesi üç düzeyde değerlendirilmektedir. Birinci düzey bilgi kurum tarafından, ikinci düzey bilgi medya tarafından, üçüncü düzey bilgi ise kamu üyeleri arasında görüşmeler yoluyla ilgili konunun paylaşılmasıdır. İkinci aşama, çatışmalı bir durum karşısında halkla ilişkilerin tartışma ortamını oluşturmasıdır. Bunun anlamı, klasik medya ilişkileri aracılığıyla kamusal tartışmaların oluşturulmasının yanı sıra yüz yüze veya online diyalog yoluyla direkt iletişim kanallarının açılmasıdır. Üçüncüsü, söylem aşamasıdır. Bu aşamada, nesnel gerçeklik ve normatif doğruluk soruları ile ilgilenilir. Burada amaç, gerçekler ve normlar üzerinde uzmanlar arasında bir tartışmayı teşvik etmek ve meşruiyet ile ilgili şüpheleri minimuma indirmektir. Son aşama ise statükonun izlenmesini içeren durum tanımı ile ilgilidir. Rızanın ne ölçüde başarıldığı değerlendirilir (Buhmann, 2011: 38; Burkart, 2007: 253). Bu süreçteki adımlar yurttaş katılımını teşvik etmekte; danışma kurulları, bilgilendirme toplantıları ve gezileri aracılığıyla yurttaşlarla doğrudan temas kurulmasını sağlamaktadır. Yurttaşların bilgilendirilme düzeyi arttıkça yönetime olan güvenleri de artmaktadır. Konsensüs odaklı halkla ilişkiler kavramı altında akıl yürütmenin farklı çizgileri bir araya getirildiğinde uyum sağlamanın daha kolay olduğu görülmektedir. Bu anlamda, akıl yürütme mümkün olan en yüksek “Emek Sineması AVM olmuyor” başlıklı haberin giriş bölümünde, “Tarihi Emek Sineması projesinin uygulayıcı şirketi Kamer İnşaat, ilk kez konuştu: Sinemayı yıkmayacak, sadece yukarıya taşıyacağız. Bu yöntem Türkiye'de pek bilinmediğinden yıkım zannediliyor. Alışveriş merkezi de olmayacak.” ifadelerine yer verilerek Emek Sineması projesi olumlu bir perspektiften sunulmuş ve projeyi meşrulaştıran bir söylem üretilmiştir. Haberin devamında Beyoğlu Belediye Başkanı’nın da görüşlerine yer verilerek egemen aktörlerin söylemi güçlendirilmiştir. Projenin kamu yararı boyutu ve yurttaşların projeye ilişkin görüşleri haber çerçevesinin dışında tutulmuştur (http://www.sabah.com.tr/Yasam/2012/01/10/emek-sinemasi-avm-olmuyor). 1 Neoliberalizm Sürecinde Kentsel Mekânların Dönüşümüne Kamusal Müzakere ve Halkla İlişkiler Açısından Bakış 21 düzeyde kurulmuştur. Birinci düzeyde; en düşük düzeydeki kaygılar yer almaktadır. İkinci düzeyde, birey kendi grup üyeleri ile dayanışmaya yoğunlaşmaktadır. Üçüncü düzeyde, eylemin meşruiyeti ve hukuki boyutları önem kazanmaktadır. Dördüncü düzeyde ise kararlar demokratik ilkelere dayandırılmaktadır. Siyaset ve iş dünyasındaki karar vericilerin söylem hatları açmaları ve yurttaşlara kabul edilebilir çözümler getirmek için çatışmaları bir şans olarak görmeleri gerekmektedir. Buna göre, COPR modeli bu uzlaşmanın nasıl sağlanacağını göstermektedir (Burkart, 1994: 227-231). Emek Sineması projesiyle ilgili olarak medya üzerinden egemen söylemi yeniden üreten ve meşrulaştıran bir yaklaşımla bilgi aktarılmıştır. Ayrıca, COPR modelinin tartışma, söylem ve durum tanımı aşamaları da gerçekleştirilmemiştir. Beyoğlu Belediyesi, kentsel demokrasinin bir gereği olarak, kent yurttaşları ve sivil toplum kuruluşları ile gerek yüz yüze gerekse web tabanlı diyalog kanallarını açmamış ve iletişim sürecinde uzlaşıma dayalı bir yol izlememiştir. Yerel düzeyde alınan bu karara ve hazırlanan projeye ilişkin geniş tabanlı bir toplumsal muhalefete rağmen demokratik bir kamusal tartışma ortamının oluşturulmaması nedeniyle yerel yönetimlerin kamu iletişimi pratiklerinin sorgulanması ve katılım kanallarını açan alternatif bir halkla ilişkiler anlayışı üzerinde düşünülmesi gerekmektedir. Bu açıdan, Habermas’ın iletişim etiğine dayanan COPR modeli demokratik bir halkla ilişkiler perspektifi sunmaktadır. Temsilî demokrasinin krizine bir alternatif olarak tartışılan müzakereci siyaset anlayışı, kamusal iletişim biçimlerinde de yeni anlayışlara bir temel oluşturmaktadır. Bu bağlamda, COPR modeline dayalı bir halkla ilişkiler faaliyeti, Emek Sineması’nın tarihî ve kültürel bir miras olarak korunması yerine yıkılması ve bir alışveriş merkezinin üst katına taşınması projesine ilişkin farklı görüşlerin ve eleştirilerin anlaşılmasını ve bu eleştirilere daha duyarlı yaklaşılmasını sağlayacaktır. SONUÇ Küreselleşme sürecinde yerel yönetimler, piyasalaştırma sürecinin yayılmasında önemli bir araç konumundadır. Günümüzde kentlerin, kapitalist toplumsal ilişkilerin kurucu unsurlarından biri haline gelmesiyle birlikte kentsel mekânlar çıkar çatışmaların önemli bir aktörü olmuştur. Bu çatışmaların önlenmesi ve yurttaşların kentin gerçek sahibi olduğu bir kent demokrasisi için alternatif yollar gündeme gelmektedir. Kamusal tartışma süreçleri yönetişim ve radikal demokrasi kavramları etrafında gelişmektedir. Sivil toplum kuruluşlarının öncülüğünde gerçekleşen bu müzakere süreçlerinde ortak kamusal sorunlar tartışılmakta, sorunların çözümüne dair ortak stratejiler geliştirilmektedir. Kamu yönetiminde halkla ilişkiler süreçlerinin yurttaş katılımını mikro düzeyde gerçekleştirmesi açısından yerel yönetimler oldukça işlevseldir. Meclis toplantılarının mahallelerde yapılması, yurttaşların yerel aktörlerle karşılıklı müzakere içinde 22 Çağdaş Yerel Yönetimler, 23(2) Nisan 2014 olması ve mahalle komiteleri oluşturulması yerel demokrasinin ve katılım bilincinin gelişmesine katkıda bulunacaktır. Bu çerçevede, kent konseyleri geniş tabanlı bir yurttaş temsiline açılmalı, toplumun genelini ilgilendiren her konu, geniş katılımlı müzakere süreçleriyle çözüme kavuşturulmalı ve yerel demokrasinin gelişmesi için halk için halktan yana bir yönetim anlayışı benimsenmelidir. Katılım ve yerel demokrasi açısından “kimin yönetime katıldığı” oldukça önemli bir konudur. Eşit olmayan güçlerin eşitmiş gibi kabul edilerek katılımlarının sağlandığı bir platformda demokrasiden söz etmek mümkün değildir. Yerel yönetimlerin toplumsal boyutunu ihmal etmeyen, piyasa tarafından işgal edilmemiş bir kamusal alanda katılımı geliştiren ve yerel kamu hizmetlerini genişleten bir yerel yönetim yapılanması, geniş halk kesimleri ve demokrasi için daha yararlı bir çözüm olacaktır. Kamu politikası araçlarının yaratılması sürecinde iki temel konu üzerinde düşünülmesi gerekmektedir. Birincisi, siyasi kurumların yurttaşların güvenini kazanması meselesidir. Temsilî demokrasinin krizi buna işaret etmektedir. İkinci önemli konu ise sosyal dışlanma ile mücadele edilmesidir. Siyasî ve sosyal açıdan dışlanmış kesimlerin katılımının teşvik edilmesi demokrasi açısından önem taşımaktadır. Bu bağlamda, yerel katılımcı hareket, yerel düzeyin ötesinde siyasî meşrulaştırma sürecinin de önemli bir parçasını oluşturmaktadır (Bherer, 2010: 300-301). Kentlerin ve kentsel yaşamın ayrılmaz bir parçası olan kültürel mekânların kamusallıklarını yitirmeden varlıklarının korunması yerel yönetimlerin önemli bir sorumluluğudur. Kültürel mekânların tüketim kültürünün tapınakları olan alışveriş merkezleri içine çekilmesi ve orijinal ortamlarından koparılması, yurttaşların ortak değeri ve kentlerin kültürel mirası olma vasfını kaybetmeleri anlamına gelmektedir. Neoliberal kentleşme süreçleri ve yerel yönetim anlayışı, yurttaşların yaşadıkları kentle ilgili kararlara katılımına ve müzakereci demokrasi uygulamalarına olanak vermemektedir. Kamu yönetimi sistemi içinde halkla ilişkilerin demokrasiye katkıda bulunma ve halkın görüşlerini ve isteklerini öğrenme yöntemleri geliştirme işlevi çerçevesinde, halkla ilişkilerin demokrasiyi geliştirme yönünü yeni bir anlayışla ele almak ve eşitsizlik üreten temsil sistemi içinde halkla ilişkileri eleştirel bir perspektifle tartışmak gerekmektedir. Özellikle Emek Sineması örneğinde yerel yöneticilerin yeni bir yaklaşımla bu sorunu müzakere etmeleri gerektiği açıkça görülmektedir. Bu çalışma kapsamında, kent yönetimleri için yeni bir halkla ilişkiler yaklaşımının tartışılması gerektiği vurgulanmış ve alan yazınında eleştirel yaklaşımların model alınarak yeni bir bakış açısı geliştirmenin mümkün olduğu üzerinde durulmuştur. İletişim, tek başına toplumsal sorunların çözümü için yeterli değildir. Sorun çok daha derinlerde, ekonomik ve siyasî yapının içindedir. Ancak, katılım ve diyalog süreçleriyle demokrasi kültürünü geliştirmek ve yurttaşların daha fazla demokrasi için mücadele etmesini sağlamak mümkündür. Süreçlerin, sonuçlar üzerinde de etkili olabileceğini hayal etmek demokrasi açısından bir umuttur. Neoliberalizm Sürecinde Kentsel Mekânların Dönüşümüne Kamusal Müzakere ve Halkla İlişkiler Açısından Bakış 23 KAYNAKÇA Alford, Robert R.-Friedland, Roger (1985). Powers of Theory: Capitalism, the State and Democracy, Cambridge University Press. Bherer, Laurence (2010), “Succesful and Unsuccesful Participatory Arrangements: Why is There a Participatory Movement at the Local Level?”, Journal Of Urban Affaırs, Volume 32, Number 3, s. 287–303. Brenner, Neil-Theodore, Nik (2004). “Cities and the Geographies of ‘Actually Existing Neoliberalism’ ”, Spaces of Neoliberalism: Urban Restructuring in North America and Western Europe, N. Brenner and N. Theodore (Edited by), Blackwell Publishers Ltd. Brenner, Neil-Theodore, Nik (2005), “Neoliberalism and the Urban Condition”, City, Vol. 9, No.1, s.101-107. Buhmann, Alexander (2011), Applying Habermas’ Theory to Public Relations: Potentials and Challenges, http://dokumentix.ub.unisiegen.de/opus/volltexte/2011/517/pdf/buhmann.pdf, (10/01/2013). Burkart, Roland (1994), “Consensus Oriented Public Relations as a Solution To the Landfill Conflict”, Waste Management & Research,12, s.223–232. Burkart, Roland (2004), “Consensus-oriented public relations (COPR): A concept for planning and evaluation of public relations”, Public Relations and Communication Management in Europe: A Nation-By-Nation Introduction to Public Relations Theory and Practice, Betteke Van Ruler, Dejan Vercic (Eds.), Walter de Gruyter GmbH&Co., Berlin, s. 459-465. Burkart, Roland (2007), “On Jürgen Habermas and public relations”, Public Relations Review, Vol.33, s.249-254. Candan, Ayfer Bartu-Kolluoğlu, Biray (2008), “Emerging spaces of neoliberalism: A gated town and a public housing Project in İstanbul”, New Perspectives on Turkey, No. 39, s. 5-46. Erdoğan, İrfan (2006), Teori ve Pratikte Halkla İlişkiler, Ankara: Erk Yayınları. Flynn, Jeffrey (2004), “Communicative Power in Habermas's Theory of Democracy”, European Journal of Political Theory, 3(4), s.433–454. Grunig, James-Hunt, Todd (1984), Managing Public Relations, New York: Holt, Rinehart and Winston, Inc. Grunig, James-Grunig, Larissa (1992). “Models of Public Relations and Communication”, Excellence in Public Relations, Der. James Grunig, Lawrence Erlbaum Associates, Inc. Habermas, Jürgen (2000), Kamusallığın Yapısal Dönüşümü, Tanıl Bora-Mithat Sancar (Çev.), İletişim Yayınları, İstanbul. 24 Çağdaş Yerel Yönetimler, 23(2) Nisan 2014 Habermas, Jürgen (2001), İletişimsel Eylem Kuramı I-II, Mustafa Tüzel (Çev.), İstanbul: Kabalcı Yayınevi, (Original Book Published in 1984, 1987). Harvey, David (1978), “The Urban Process under Capitalism: A Framework for Analysis”, International Journal of Urban and Regional Research, Vol.2, Issue:1-4, s.101131. Harvey, David. (2008), “The Right To The City”, New Left Review, 53, pp. 23-40. Harvey, David. (2011), Sermayenin Mekânları: Eleştirel Bir Coğrafyaya Doğru, Barış Kıcır vd. (çev.), İstanbul: Sel Yayıncılık. Holtzhausen, Derina R. (2002), “Towards a postmodern research agenda for public relations”, Public Relations Review, Vol.28, No.3, s.251-264. Jessop, Bob (2005), Hegemonya, Post-Fordizm ve Küreselleşme Ekseninde Kapitalist Devlet, Betül Yarar, Alev Özkazanç (Der.), İstanbul: İletişim Yayınları. Keil, Roger (2002), “ ‘Common-Sense’ Neoliberalism: Progressive Conservative Urbanism in Toronto, Canada”, Antipode, Volume 34, Issue 3, s.578-601. Kent, Michael L.-Taylor, Maureen (2002), “Toward a dialogic theory of public relations”, Public Relations Review 28, s.21–37. Kim, Joohan-Kim, Eun Joo (2008), “Theorizing Dialogic Deliberation: Everyday Political Talk as Communicative Action and Dialogue”, Communication Theory 18, s.51– 70. Lefebvre, Henri (2002), City Reader, Gary Bridge and Sophie Watson (Der.), Oxford UK: Blackwell Publishing, s.367-375. L’Etang, Jacquie (2004), Public Relations in Britain: A History of Professional Practice in the 20th Century, Lawrence Erlbaum Associates, Inc., Publishers New Jersey. L’Etang, Jacquie (2005), “Critical public relations: Some reflections”, Public Relations Review 31, s.521–526. Mickey, Thomas J. (1997). “A postmodern view of public relations: Sign and reality”, Public Relations Review, Volume 23, Issue 3, s.271-284. Moloney, Kevin (2006), Rethinking Public Relations: PR Propaganda and Democracy, Second Edition, Routledge, New York. Mutlu, Erol (2004), İletişim Sözlüğü, Ankara: Bilim ve Sanat Yayınları. Purcell, Mark (2002), “Excavating Lefebvre: The right to the city and its urban politics of the inhabitant”, GeoJournal, 58, s.99–108. Salter, Lee (2005), “The communicative structures of journalism and public relations”, Journalism, Vol. 6(1), s.90-106. Silver, Hilary, Alan Scott and Yuri Kazepov (2010), “Participation in Urban Contention and Deliberation”, International Journal of Urban and Regional Research, Volume 34, No.3, s.453-477. Neoliberalizm Sürecinde Kentsel Mekânların Dönüşümüne Kamusal Müzakere ve Halkla İlişkiler Açısından Bakış 25 Smith, Neil (2002), “New Globalism, New Urbanism: Gentrification as Global Urban Strategy”, Antipode, Volume 34, Issue 3, s.427-450. Springer, Simon (2011), “Public Space as Emancipation: Meditations on Anarchism, Radical Democracy, Neoliberalism and Violence”, Antipode, Vol. 43, No. 2, s.525562. Stone, Clarence N. (1989), Regime Politics: Governing Atlanta 1946-1988, Lawrence KS: University Press of Kansas. Şengül, Tarık (1999), “Yerel Yönetim Kuramları: Yönetimden Yönetişime”, Çağdaş Yerel Yönetimler, C.8, S.3, s.3-19. Şengül, Tarık (2003), “Yerel Devlet Sorunu ve Yerel Devletin Dönüşümünde Yeni Eğilimler”, Praksis, 9, s.187-197. Şengül, Tarık (2009), Kentsel Çelişki ve Siyaset: Kapitalist Kentleşme Süreçlerinin Eleştirisi, Ankara: İmge Kitabevi. Theunissen, Petra-Noordin, Wan Norbani Wan (2012), “Revisiting the concept ‘dialogue’ in public relations”, Public Relations Review, Volume 38, Issue 1, s.5–13. 5393 sayılı Belediye Kanunu (2005), http://www.tbmm.gov.tr/kanunlar/k5393.html, Erişim tarihi: 26.08.2012. 'Emek Sineması AVM olmuyor', (2012, Ocak 10). Sabah Gazetesi, http://www.sabah.com.tr/, Erişim tarihi: 15.01.2013. Emek Sineması’nı yıkmak için ikna turları devam ediyor!, (2012, Mart 31). Birgün Gazetesi, http://www.birgun.net/, Erişim tarihi: 25.08.2012. Kamer, ikna edecek sinema yazarı bulamadı, (2012, Mart 31). Radikal Gazetesi, http://www.radikal.com.tr/, Erişim tarihi: 25.08.2012.