Hazreti Muhammed (s.a.v) ‘in Savaş Stratejisi.pdf yazısı " google " aramasında ulaşılmış bilgidir. Hazreti Muhammed (s.a.v) ‘in Savaş Stratejisi hakkında elinde, bilgisinde detaylı bilgi içeren kimse varsa, paylaşırsa seviniriz. Hazreti Muhammed (s.a.v) ‘in Savaş Stratejisi Rasulullah savaş stratejisini, taktik harekâtları ve askerî operasyonları planlayarak, İslâm'da askerlik ilminin pratik olarak ilk öğreticisi olmuştur. Planladıklarını büyük bir kesinlik ve başarı ile yerine getirip hedeflerine ulaşarak, düşmanlarıyla ustalıkla ve akıllıca savaşmış ve onların maneviyatını, askerî gücünü yok ederek bütün cephelerde yenilgiye uğratmıştır. Düşmanın plan ve taktiklerini altetmek için kendi savaş stratejisini geliştirmiş, taktik manevralarda yine kendine ait teknikleri uygulamıştır. Hz. Peygamber'ın yaptığı bütün stratejik manevralar ve taktik operasyonlar gerçeklere dayanıyor, zaman ve yerin pratik gereklerine göre hikmetli ve akıllıca yerine getiriliyordu. Bedir, Uhud, Huneyn ve Ahzab savaşlarında olduğu gibi düşmanları onun stratejik manevralarının çok büyük baskısı altında kaldı. Ve bazılarında da bu düşmanlar maneviyatlarını tamamen yitirdiler; Mekke'nin fethi sırasında Kureyşlilere olduğu gibi düşmanın bütün arzu ve hükümleri bütünüyle yıkıldı. Rasulullah'ın savaş strateji ve taktikleri düşmanın anlama melekesinin çok üzerinde idi. Düşmana stratejik hareketleriyle her savaşta sürpriz yapmış ve savaşlarında bir stratejiyi asla iki kere kullanmamıştır. Bedir'de savaş düzeniyle düşmanını şaşırtmış, Uhud da ordusunun, arkadan okçularla desteklenen müdafaa safları İle düşmanını baskı altına almış ve Ahzab savaşında uyguladığı yeni savunma tekniğiyle düşmanı tam manasıyla saf dışı bırakmıştı. Rasulullah düşmanlarına karşı bütün savaş stratejisi unsurlarını tam manasıyla ve başarı ile kullanmaya muktedirdi ve onlara nadiren karşı koyma fırsatı verdi. Daima büyük bir gizlilik içinde taarruz etti ve savaş alanına gereğince yerleşmeden düşman onun niyetini asla öğrenemedi. 11 büyük ve 17 küçük sefere çıktı ve büyük seferlerin sekizinde ve küçük seferlerinde taarruz üstünlüğü onundu ve insiyatif de her zaman onun elindeydi. Düşmanın mevkisinin tabiatı icabı işlerin zorlaştığı Taif seferi bunlara istisna teşkil eder. Düşmanın müslümanların üzerine yürüdüğü Bedir, Uhud ve Ahzab savaşlarında bile asıl insiyatif hep Rasulullah tarafında olmuştu. Onun üstün ve etkili taktik hareketleri düşmanı genelde karışıklığa ve bozulmaya sürüklemişti. Hz. Muhammed, aynı zamanda savaş ve seferlerinde sürpriz, sürat ve hareket esnekliği unsurlarından da çok başarılı bir şekilde faydalanmıştı. Düşmanları çoğu zaman onu aniden kapılarında görmüş, şaşkınlık içinde yakalanmıştı. Harekâtlarını düşmandan gizli tutmak maksadıyla, niyeti hususunda düşmanın kafasını karıştırmak için karmaşık ve hatta bazen ters yönde rotalar izledi. Büyük seferlerinden altısında düşman onun kuvvetlerini gördüğünde şaşırıp kalmıştı. Tarlalarına bakmak üzere dışarı çıkmakta olan Hayber çiftçileri Rasulullah'ın askerlerini görünce geri koşarak "Muhammed geldi" diye bağırmaya başlamışlardı. Ve küçük seferlerinin dokuzunda düşmanı tamamen savaşa hazırlıksız bir vaziyette yakalamıştı. Onun düşmanı hazırlıksız yakalamadaki başarısı o kadar şaşırtıcı idi ki, 17 küçük seferinden yalnızca dördünde ufak çaplı çarpışma olmuş ve büyük seferlerinde de yalnızca altısında gerçek anlamda savaş meydana gelmişti. Hz. Muhammed seçtiği liderler komutasında sayıları 15 ile 3000 kişi arasında değişen savaşçıları (seriyye) ülkenin değişik yerlerine 50 kez göndermişti. Bu seriyyelerin çoğunluğunda düşman hazırlıksız yakalanmış, bunlardan bir kısmında düşman biraz çarpışmış ve kuşatmaya uğramış ya da çarpışmadan sonra kaçmış, fakat çoğu kez hemen paniğe kapılarak silahlarını bırakıp kaçmıştı. Bu seriyyelerin 22'sinde düşmana tam bir sürpriz yapılmış ve düşman direnemeden bozgun halinde kaçmış ya da kuşatılmıştı. 9 seriyyede çarpışma olmuş, fakat hiçbirisinde çarpışma büyük boyutlara ulaşmamıştı. [Mûte savaşında, Hz. Peygamber'ın bir elçisini katleden elGassanî'ye karşı gerçek bir savaş olmuştu. Bütün bu sefer ve savaşlar Hz. Muhammed tarafından büyük bir ustalıkla ve en az can ve mal kaybıyla gerçekleştirilmişti. En ağır kayıp Uhud savaşında olmuştu, 70 kişi şehid olmuş ve 40 kişi de yaralanmıştı. Be-dir'de müslümanların kaybı, düşmanın 70 ölü, 70 yaralısına karşı 22 olmuştu. Ahzab savaşında, düşmanın 10 kaybına karşılık müslümanların kaybı altı kişi idi. Hayber1 de, müslümanlar, düşmanın 93 kaybına karşılık 18 kişi kaybetmişlerdi. Mûte'de düşmanın tespit edilemeyen kaybına karşılık müslümanlar 12 şehid vermişti. Huneyn'de, düşmanın 71 kaybına karşılık, müslümanlar altı kayıp vermiş; Taif'de müslümanların kaybı 13 olmuştu. 7 büyük savaşta düşman 286 kişi, müslümanlar ise 136 kişi kaybetmişti. Küçük savaşlarda ve seferlerde müslümanlar 119 ve düşman 473 kişi kaybetmişti; bu suretle Rasulullah ve kâfirler arasındaki sekiz yıllık savaşlarda her iki tarafın toplam kaybı 1.014 (256 müslüman ve 759 düşman) kişi olmuştu. Başka bir deyişle, tarihte ilk defa tüm Arap Yarımadası'nda barış ve düzen 1014 can kaybıyla sağlanmış oluyordu. Hz. Muhammed'ın ana prensibi asgari can kaybıyla amacına ulaşmak idi. Ve her seferde, askerî karşılaşmalardan kaçınmak için özel tedbirler aldı ve anlaşmazlığı çarpışma olmadan gidermek için elinden geleni yaptı. ° ancak bütün diğer alternatifler başarısız kalınca savaşa girişti. Ve hatta savaşta bile adamlarına yalnızca kendilerine karşı aktif olarak çarpışanları öldürmelerini emretti. Savaş alanında direnmekten vazgeçenler, öldürülmeyip savaş esiri olarak alındılar. Hz- Muhammed aynı zamanda düşmanın maneviyatını bozmak ve onların savaş karar ve isteklerini kırmak İçin stratejik manevralardan faydalandı. Ahzab Savaşı'nda kuşatma uzayıp, Benî Kurayza da müslümanlarla olan antlaşmalarını bozarak düşmana katılınca, Peygamber ustaca bir plan düşündü. Kuşatmadaki Kureyş'in müttefiki olan Benî Gatafan'a barış teklif etti. Bu onların kalplerinde ümit hâsıl etti ye savaşa isteklerinin ve itimatlarının kırılmasının pratik başlangıcı oldu. Barış teşebbüsü gerçekleşmeyip, yalnızca bir teklif olarak kalmasına rağmen, bundan sonra Benî Gatafan hiçbir zaman savaşa niyet etmedi. Hz. Muhammed iki rakip ordunun birleşmesini önlemek konusunda çok becerikliydi ve eğer olur da birleşirlerse onları bölmeye çalışırdı. Onun vasıtasıyla aralarında bir entrika çevirdi, Kureyş ile Benî Kureyzalıların kafalarına birbirleri hakkında şüphe ve korkuyu yerleştirmeyi başardı. Hayber'e yaptığı seferde, Rasulullah Hayber yahudilerinin (antlaşmah) tarafları olan kuvvetlerinin yolunu keserek, onlara katılmalarını başarıyla önledi. Benî Gatafan kendi evleri ve aileleri için korkuya kapıldı ve Rasul'ın onlara saldıracağını zannettiler. Bu yüzden kendi topraklarında kaldılar ve yurtlarından çıkarak Hayber'deki müttefiklerine yardıma gitmeye asla cesaret edemediler. Böylece Hz. Muhammed, Benî Gatafandan gelecek herhangi bir saldırı korkusu olmaksızın Hayber yahudileri ile uğraşabildi. Onun Tebük seferi de kendi yönünden muazzam bir stratejik manevraydı. Bu sefer müslümanların büyük cesaret ve kuvvetini göstermekle kalmadı; aynı zamanda onların sınırlarını gerçek mütecavizlerden veya düşmanlık yapmaya niyet edenlerden korumak ve müdafaa etmek konusunda ne kadar ateşli ve kararlı olduklarını da gösterdi. Bu olay ayrıca Arap Yarımadası çevresindeki Romalılara ve diğer güçlere Yarımadada halkının güvenlik ve emniyetini koruyabilecek kadar güçlü ve kuvvetli bir devletin kurulduğuna dair bir işaretti. Bu sefer, tam zamanında yapılmış, yerinde bir stratejik hareketti ve ülke içinde olduğu kadar ülke dışında da geniş politik ve askerî etkiler oluşturmuştu. Tebük seferi, Yarımada dahilinde, aslında sayıları epeyce azalmış olan diğer Arap kabilelerine bundan böyle zayıf ve korunmasız kervanlara ve kabilelere yaptıkları haksız baskın ve yağmalara ve ülkedeki diğer insanlara eziyet etmeye devam edemeyeceklerini gösterdi. Bu suretle, bu harekât sınırların yabancı işgalcilere karşı güvenliğinin sağlanmasına ve İslâm devletinin sınırları dahilinde barışın tesis edilmesine yardım etti. Muhammed aynı zamanda barışta olduğu gibi savaşta da zor durumlar karşısında metanet ve kararlılığını gösterdi. Benî Kay-nuka, Benî Nadir ve Benî Kurayza yahudileri Rasulullah ile olan antlaşmalarını kritik zamanlarda bozduklarında ve yine Kureyş, Hudeybiye Antlaşması'nı bozduğunda bunlara karşı gösterdiği keskin ve zamanında reaksiyonlarla Muhammed kararlılık ve metanetini açıkça ortaya koymuştur. İslâm devlet başkanının bir elçisini öldüren el-Gassan'ı cezalandırmak için Tebük'e bir sefer düzenlenmişti. Aynı şekilde, müslümanlarla olan antlaşma maddelerini bozan veya ülkede gayri meşru davranışlara girişen kabilelere karşı kesin ve kararlı hareketler yapılmıştı. Peygamber hiçbir zaman paniğe kapılmamış veya hiçbir ümitsizlik alameti göstermemiştir, hatta savaşın haddinden fazla artan baskısı altında kaldığında bile. Uhud savaşında, onun özellikle verdiği emirleri unutarak okçular yerlerini terkedince düşman bütün yönlerden saldırdı, İslâm ordusu karışıklık ve bozgun halinde ricat etmeye başladı. Fakat o, her zaman olduğu gibi soğukkanlılığını ve kendine güvenini muhafaza etti, askerlerini çağırdı ve onları yüreklendirdi, böylece onlar Peygamber'ın etrafında halka oldular ve düşman geri sürülünceye kadar cesaretle çarpıştılar. Aynı şey Hüneyn'de de yaşandı; ricat eden orduyu tekrar toparlayıp savaşı kazanmak üzere olan düşmana, karşı-saldırıyı başlatan yine Muhammed'in kendine güveni ve kararlılığı olmuştur. Peygamber'im kendi şehri ve halkının güvenliği için düşman ve arazi yapısı hakkında çeşitli biçimlerde bilgi edle etmek üzere düzenlediği keşif seferleri onun hüner, zekâ ve askerî dehasının bir örneğini teşkil ederler. O, düşman hakkında bilgi edinebiliyordu, ancak kendisi nadiren zamanından evvel işe yarar bilginin düşmana sızmasına engel olamamıştı. Başarıları, onun Medine için güçlü bir savunma sistemi oluşturmasına imkân tanıyan etkin gazve sisteminin bir sonucuydu. Muhammad 'ın askerî lider olarak büyüklüğünün bir delili de, askerî istihbaratı kurması ve bundan düşman hakkında işe yarar bilgileri elde etmek ve yine güvenlik maksadıyla olduğu kadar, yeni kurulan İslâm devletinin varlığını korumak maksadıyla düşmanın maneviyatını kırmak için etkili bir şekilde faydalanmasıdır. Hz. Muhammed askerî öğretimi, askerî talim ve terbiyenin esası olarak kabul ediyordu. Düşmanın hareketleri, insan ve silah gücü, savaş planları, askerî hedefleri, savaş taktikleri vs. hakkında bilgi elde etmek maksadıyla askeri amaç için iyi eğitilmiş sürekli bîr grup insana sahip olmak gerekiyordu. Aynı zamanda düşmanın plan ve stratejilerine karşı müslümanların gerekli tedbirleri alabilmelerini sağlamak için bu bilginin zamanında elde edilmesi gerekiyordu. Ayrıca gelen bilgiyi yorumlamak için müslümanların bu konuda eğitilmiş kişilere ihtiyaçları vardı. Bütün bu meseleler, gerekli istihbaratı toplayabilecek, yorumlayabilecek ve müslümanlann yararına yapılacakları ileri sürebilecek eğitilmiş kişiler gerektiriyordu. Peygamber Medine'ye gelir gelmez, böyle bir sistemi örgütlemek için gerekli adımları attı. Zaİd b. Harise'ye yahudilerin dilini öğrenmesini buyurdu ve şöyle söyledi: "Kim bir halkın dilini biliyorsa, onlardan yana emniyettedir.' ' Zaid, Peygamber ona yahudilerin dilini öğrenmesini emredince, onların kitaplarını okuduğunu ve dillerini öğrendiğini söylüyor. Peygamber aynı zamanda şunları da vurgulamıştır: "Kâfirlere karşı mücadele ederken malınızı, ailenizi ve dilinizi kullanın" Rasulullah 'ın bu hadisi, silah ve kanla yapılan savaşla beraber psikolojik savaşı da meşrulaştırıyor ve teşvik ediyor. Bu hadis, müslümanlara, kâfirlerle savaşırken dilleri ve hayatları ile psikolojik savaş vasıtalarından faydalanmalarını tembih ediyor. Müslümanlar, düşmana karşı dilleriyle ve silahlarıyla savaş tekniklerini öğrenmeye kendi adamlarını teşvik etmelidirler. îslâm-da şu üç tür mücadele ve fedakârlık şekillerinin tümü cihad olarak kabul edilir: Canla ve vücutla savaşmak dosdoğru ve dolaysız bir cihaddır; mal ile mücadeleye katılmak dolaylı bir cihad şeklidir, çünkü o, müslümanların silah ve araçlar satın alarak İslâm askerlerini düşmanla savaşmak üzere teçhiz etmelerine imkân sağlar; sözle mücadele etmek de cihaddır, çünkü böylece düşmana karşı münakaşa etmeye, deliller göstermeye ve onların planlarını etkisiz kılıp, mücadele azimlerini kırmaya imkân hasıl olur. Peygamber bir şair olan Hasan b. Sabit'e şunları buyurmuştur: "Ey Hasan! Sen düşmanlarla savaş, Cebrail seninle beraberdir. Benim adamlarım silahla savaşırken, sen sözle savaş." O, aynı zamanda "Bir müslüman kılıcıyla ve diliyle savaşır." demiştir. Kur'an-ı Kerim bu mücadelenin önemini şu sözlerle vurgular: "Gerek hafif, gerek ağır olarak (şartlarından dolayı savaş size kolay da gelse, ağır da gelse; binekli de olsanız, yaya da olsanız; teçhizatınız hafif de olsa, ağır da olsa; sağlam da olsanız, hasta da olsanız, hangi halde bulunursanız bulunun) hep birlikte savaşa çıkın, mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda cihad edin. Eğer billirseniz bu, sizin için daha hayırlıdır." (9: 41); "Allah'a ve Rasu-lü'ne inanırsanız, mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda savaşırsınız. Eğer bilirseniz bu sizin için en iyi yoldur!' (61: 11) Mal ile açıkça cihad, dilleriyle olduğu gibi silahlarıyla da savaşan insanların eğitim ve teçhizat giderlerini karşılamayı kapsar. Peygamber bu tekniği çok ustaca kullanmıştır. Bir keresinde şöyle demiştir: "Düşmanı savaşa başlamadan (yani askerleri ve silahlarıyla) evvel ona üstün gelen komutan başarılı olur?' Şüphesiz sözlerle yapılan psikolojik savaşın muharebenin sonucu üzerine büyük etkisi vardır. Bu tür savaş, savaşçıların çeşitli şekillerde kalplerine tesir ederek çarpışma için heves ve kararlılıklarını etkiler. Bu tür uygulamalarda yaygın olarak kullanılan yollardan biri de, askerlere, güzel kadınların icra ettiği nefse hoş gelen müzik sağlamaktır. Bu yol Kureyşliler tarafından kullanılmıştır, fakat onun tesiri geçici ve önemsizdir. Bu tekniğin en iyi ve ilmî kullanılış şekli askerlerin zihinlerine ve kalplerine tesir etmektir. Kendi adamlarını, davalarının doğru olduğuna ikna ederek, onlara gerçek ve hakiki bir akti-vite kazandırmak ve düşman tarafına, tartışma ve propagandalarla kendi yollarının beyhudeliğini ispatlayarak ve böylece onların çarpışma heves ve psikolojilerini zayıflatarak maneviyatlarını yok etmektir. Rasulullah bu tekniklerin bazılarım yaptığı savaşlarda düşmanlarına karşı kullanmış- tır. Kureyş, Medine'de Muhammed'a ve müminlere eziyet etmek ve onları yağmalamak için hücumlarını başlatınca, o istihbarat sistemini sağlam bir temel üzerinde teşkilatlandırdı. Düşmanın kuvveti, niyetleri ve hareketleri hakkında güvenilir bilgi elde etmek için çevre arazilere ve düşman arazilerine sık sık keşif seferler yapıldı. Bu seferlere çıkanlara bazen belirli rotaları İzlemek ve belirli düşman hedefleriyle karşılaşmak ve belirli konularda bilgi toplamak üzere özel talimatlar veriliyordu.Bazen de belirli bir hedef tespit edilerek, bu konuda genel talimatlar veriliyordu. Her büyük seferden önce ve sefer sırasında Muhammed düşmanın askerî planları, kuvvetleri vs. hakkında daha fazla bilgi toplamak üzere düşman kamplarına ya da düşman topraklarına casuslar gönderirdi. Peygamber bu adamlara ve genelde diğer insanlara düşman hakkında herhangi bir istihbarat elde ederlerse onu çevreye yaymadan uygun değerlendirme için görevli mercilere getirmeleri gerektiği konusunda kesin talimat vermişti. Kur'an-ı Kerim, müslümanları şu sözlerle uyarıyor: "Onlara güven veya korkuya dair bir haber gelse onu yayarlar. Halbuki onu peygambere ve aralarında yetkili kişilere götürselerdi, içlerinden işin içyüzünü araştırıp çıkanlar, onun ne olduğunu (haberin neye delâlet ettiğini) bilirlerdi. Eğer size Allah'ın lütfü ve rahmeti olmasaydı, pek azınız bir yana, şeytana uyardınız." (4: 83) Bedir savaşından önce, Muhammed Tal-ha b. Ubeydullah ve Said İbn Zaid'i, 'Ebu Süfyan'ın kervanı hakkında bilgi toplamak üzere gönderdi. Bu adamlar gerekli bilgiyi elde ederek Medine'ye döndüler ve bu bilgiyi Muhammed 'a verdiler. O, askerleriyle Bedir'e doğru yürüdü, fakat yine Ali b. Ebu Talib, Zübeyr b. el Avvam ve Sa'd b. Ebu Vak-kas'ı birkaç adamla birlikte, Kureyş ve ordusu hakkında daha ayrıntılı haber için önden gönderdi. Kureyş'in yakınlarında bulunan iki çocuktan gerekli istihbarat elde edildi. Bu çocuklara Muhammed tarafından, Kureyş'in yiyecek için her gün kaç hayvan kestiği sorulunca, çocuklar şöyle cevapladılar: "Bir gün dokuz, bir gün on hayvan". Bunun üzerine Peygamber , onların sayılarının dokuz yüz ile bin kişi arasında olduğunu söyledi. Sonra bu çocuklara, rakip orduda Mekke liderlerinden hangilerinin bulunduğunu sordu. Çocuklar bütün Mekke liderlerinin isimlerini saydılar. Peygamberimiz şöyle dedi: "Mekke üzerinize ciğerparelerini salmış." (İbn İshak, sf. 295). Bu gerçekten müslümanlara, düşmanın bütün gücünü toplayarak geldiğim ve bu işi birtirmeye niyetli olduklarını haber veren bir uyarıydı. Öyleyse tüm güçlerini harekete geçirmek ve Allah'ın düşmanlarına karşı kanlarının son damlasına kadar çarpışmaya olan heves ve kararlılıklarını artırmaları açık bir mecburiyet olmuştu. Uhud Savaşı gününden önce, Rasulullah Medine'ye saldırmaya hazırlanan Kureyş'in askerî hazırlıkları, teçhizatları ve kuvvetleri hakkında, Mekke'deki adamı Abbas'tan istihbarat aldı. Bunun üzerine Rasulullah düşmanın hareketlerini izlemeleri için Enes ve Munis isminde iki adam gönderdi. O zaman Hubab b. el-Münzir adlı bir başka casus da düşman hakkında zaten elde edilmiş İstihbaratın doğruluğunu teyid etmek üzere gönderilmişti. Aynı şekilde, Ahzab savaşından evvel, Rasulullah her zamanki kaynakları vasıtasıyla istihbarat elde etmiş ve böylesine büyük bir kuvvete karşı Medine'nin savunulması konusunda ashabıyla istişare etmişti. Neticede şehrin çevresine hendek kazılmasına karar verildi. Savaş esnasında, birbirlerine niyetleri hakkında şüphe peydan ederek İttifak etmiş düşman kuvvetlerini bölmeyi başardı ve müttefiklerden biri olan Benî Gatafan'a kendisiyle barış yapma ümidi vererek, onun savaşma hevesini kırdı. Böylece, hareketli manevralar vasıtasıyla, Peygamber Kureyş ile Benî Kureyza yahu-dilerinin arasını bölmeyi, bir diğer taraftan da yine Kureyş ile Benî Gatafan arasında ayrılık meydana getirmeyi başardı. Vefatından kısa bir süre önce Muhammed 30.000 kişiden meydana gelen müslüman ordusuna Usame b. Zeyd'i komutan tayin etti ve Bizans üzerine yürümelerini emretti. Komutana, beraberinde rehberler alması ve ordusuyla düşman üzerine hareket etmeden-önce casuslar ve öncüler göndermesi hususunda özel talimatlar verdi. Hz. Peygamber aynı zamanda Medine çevresinde yaşayan ve müslümanlar ile Kureyş arasında mücadelede tarafsız kalmayı taahhüd etmiş olan birçok kabile ile karşılıklı barış antlaşmalarına girdi. Bu antlaşmaların bir kısmı karşılıklı müdafaa hususunda bir kısmı dostça komşuluk ilişkileri için ve bir kısmı da yalnızca tarafsızlık için idi. Her halükarda, böyle stratejik tedbirlerin büyük yardımı dokunmuştur, özellikle müslümanlar çok zayıf oldukları zamanlarda. Ve herhangi bir kabile tarafından yapılan dostluk veya tarafsızlık işareti hüsnü kabul görmüştü. Mekke Savaşı, askerî bir zaferden ziyade Kureyş'e karşı elde edilmiş psikolojik bir zafer oldu. Mekke seferi düşmanın çarpışma hevesini ve çarpışma ruhunu tam manasıyla çökertti ve Peygamber 'ın şu duası yerine geldi; "Ey Rabbim! Biz onları aniden yakalayıncaya kadar bu sırrı gizli tut!" Kureyşliler, onun Suriye'ye yürümeyi planladığını zannettler. Onun bir başka hadisi de bu savaşa tamamen uyuyor: "Allah, düşmanımın kalbine bir ay boyunca korku hasıl ederek bana yardımını ve zaferi verdi." Yahudi Benî Kurayza kabileleri güç ve kuvvetlerinin büyüklüğüne rağmen, korkularından dolayı Rasulullah'a karşı dövüşemediler. Kur'an-ı Kerim onların bu ruhî hallerinden şu sözlerle bahsediyor: "Kitap sahiplerinden inkâr edenleri, ilk sürgünde yurtlarından O çıkardı. Siz onların çıkacaklarını sanmamıştınız. Onlar da kalelerinin, kendilerini Allah'tan koruyacağını sanmışlardı. Allah, onlara ummadıkları yerden geldi, yüreklerine korku saldı; öyle ki evlerini kendi elleriyle ve müminlerin elleriyle harap ediyorlardı. Ey akıl sahipleri ibret alın." (59: 2). Ve yine Ahzab Suresi'nde şunları okuyoruz: "Allah, Kitap ehlinden kâfirleri destekleyen (Kurayza yahudi)leri kalelerinden indirmiş, kalplerine korku salmıştı; onların kimini öldürüyor, kimini de esir alıyordunuz." (33: 26). Bu iki ayet, Muhammed' in kuvvetlerinin korkusundan hareketsiz kalmış ve ona karşı hiçbir çarpışmaya girişmeyen yahudi-ler hakkında idi. Müşriklerin durumundan bahseden bir başka ayet vardır: "Rabbin meleklere vahyediyordu ki: 'Ben sizinleyim, inananları destekleyin. Ben inkâr edenlerin yüreklerine korku salacağım; vurun (onların) boyunların(ın) üstüne, vurun onların her parmağına' " (8: 12). Müşriklerin psikolojik durumu zayıftı, çünkü onlar yanlış ve bâtıl amaçlar için savaşıyorlardı. Rasulullah 'ın mesajı onların hepsine, uğruna savaştıkları şeyin tıpkı bir Örümcek ağı gibi zayıf ve temelsiz olduğunu açıkça gösterdi. Halbuki, müslümanların gayesi tek Allah'tan başkasını ilâh edinmemek ve yalnızca O'nun Yolu üzerinde hayat sürmek idi. Bundan daha büyük ve asîl, uğruna savaşılacak ne olabilirdi ki! Üstelik, Muhammed 'ın istihbarat servisi o kadar etkili ve süratli idi ki o, düşmanın her hareketinden haberdardı ve onların çarpışmaya tamamıyla hazırlıksız oldukları bir zamanda ve yerde, onları vuruyordu. Peygamber düşman arasında yaşayan adamları vasıtasıyla ve yine her seferde önden gönderdiği keşif kollan vasıtasıyla düşmanın plan ve kuvvetlerini anlayabilecek istihbaratı elde etti. Bunun da ötesinde düşmanın gece ve gündüz hareketleri hakkında sürekli istihbarat temin eden düzenli bir keşif ve gözleme sistemi vardır. Diğer taraftan, müşrikler müslümanların sırlarını nadiren elde edebiliyorlardı. Bu sırlar bazan o kadar dikkatli saklanıyordu ki sefere çıkan ordunun (veya seriyye) komutam bile, tesbit edilen yer ve zamanda talimatı okuyuncaya kadar, hedeften habersiz olabiliyordu. Meselâ Abdullah b. Cahş el-Esedî'nin seriyyesinde böyle olmuştu. Onun eline, görevine dair talimatlar içeren bir mektup verilmiş ve iki günlük yol almadan mektubu açmaması emredilmişti. Hatta bazen müslüman kuvvetlerinin en önde gelen kişileri bile hedeften habersiz olabiliyor ve ancak düşmanın yakınına gelince hedef onlara bildiriliyordu; meselâ Mekke seferinde olduğu gibi. Bu tedbirler, düşman hazırlıksız, şaşırmış bir vaziyette yakalanabilsin diye, gözetilen hedef hakkında gizliliği tesis etmek için almıyordu. İslâm, bu meseleye ciddiyetle eğilmiş ve bağlılarına güvenlik konularında çok dikkatli olmalarını emretmişti, "Ey inananlar! Allah'a ve Rasulü'ne karşı hainlik etmeyin, size güvenilen şeylere bile bile hiyanet etmiş olursunuz!' (8: 27). Ve Lokman Suresi'nde: "İnsanlardan kimi var ki, bilgisizce (insanları) Allah'ın yolundan saptırmak ve onunla alay etmek için (masal, hikâye gibi) eğlence (türünden boş) sözleri satın alırlar. İşte onlara küçük düşürücü bir azap vardır." (31: 6) buyurulmaktadır. Bu suretle Kur'an-ı Kerim, bilmeden önemli güvenlik konularını dışarı sızdırarak orduya, hatta devlete tamiri mümkün olmayan hasarlar verdirebilecek bütün boş ve gereksiz konuşmalan yasaklıyor ve mahkum ediyor. Kur'an-ı Kerim aynı zamanda düşmana doğru ilerleyen müslümanlara şöyle tavsiyelerde bulunuyor: "Ey inananlar, (uyanık bulunup) korunma tedbirlerinizi alın, bölük bölük ya da birlikte savaşa gidin." (4: 71). Peygamber, aynı zamanda düşmana bilgi sızmasının önlenmesi meselesini çok ciddi ele almıştır. Bir hadiste şöyle demiştir: "Verilen sırrı tutamayan kişinin imanı yoktur ve verdiği sözü tutmayanın dini yoktur." Ayrıca şunu da söylemiştir: "Allah'a ve Ahiret Günü'ne iman eden ya güzel söz söylemeli ya da susmalıdır!' Bir başka defa da şunları söylemiştir: "Müslüman elinden ve dilinden emin olunan kişidir" Şu da rivayet edilmiştir: "Savaş konusunda (ve askerî operasyonlar) sır tutamayan, başarıya ulaşamaz" Bu suretle Peygamber halkına gizliliğin önemini iyice vurgulamış ve devlet me- seleleri ve askerî bilgiler hususunda gizliliği korumak için çok sert tedbirler almıştı. Peygamber'ın gözünde askerî istihbaratın önemini, müslümanlarm şehirlerine taarruz edeceği konusunda Kureyş liderlerine yazılmış gizli bir mektupla Mekke'ye giden bir kadını yakalamak için Hz. Ali ve Hz. Zübeyr'i gönderirken onlara verdiği sert emirler, ortaya koymaktadır. Bu kadın durdurulmuş ve mektup ortaya çıkartılmıştı. Eğer bu kadın sessizce Mekke'ye gitmiş olsaydı, Kureyş'in alarma geçeceği ve sonuçlarının büyük zararlara sebebiyet vereceği açıktır. Rasulullah'ın düşmandan bilgi alıp, onlara hiç bilgi sızdırmamasına imkân veren şeyler işte bu tedbirlerdi. Düşmanları, taarruzda olsun, savunmada olsun hiçbir zaman onun savaş stratejisini önceden öğrenemedi ve yalnızca, onun askerî hareketlerine bakarak hedefini tahmin etmeye bırakıldılar. Her savaşta onun stratejisi farklıydı ve aynı taktik harekâtları ya da savaş düzenini asla iki kere uygulamadı. Allah Rasulü mümkün olan bütün vasıtalarla İslâm devletinin menfaatlerini korumak için elinden geleni yaptı ve tedbir konusundaki hassasiyetini şu sözlerle bildirdi: "Allah için korunanlara Allah rahmet eder. İnsanlara karşı korunan kimseye Allah tarafından büyük mükâfat verilecektir.' '