vulvar deri hastalıklarının dermatoloji polikliniğinde görülme sıklığı

advertisement
T.C.
SAĞLIK BAKANLIĞI
ŞİŞLİ ETFAL EĞİTİM VE ARAŞTIRMA HASTANESİ
DERMATOLOJİ KLİNİĞİ
Şef: Doç.Dr.Adem KÖŞLÜ
VULVAR DERİ HASTALIKLARININ
DERMATOLOJİ POLİKLİNİĞİNDE
GÖRÜLME SIKLIĞI VE DAĞILIMI
(Uzmanlık Tezi)
DR. NİHAL ASLI KÜÇÜKÜNAL
İstanbul, 2008
1
İÇİNDEKİLER
Sayfa No
Teşekkür..................................................................................................2
Giriş......................................................................................................3-4
Genel Bilgiler......................................................................................5-41
Materyal ve Metod...........................................................................42-43
Bulgular............................................................................................44-58
Tartışma............................................................................................59-64
Özet...................................................................................................65-67
İngilizce özet ....................................................................................68-70
Kaynaklar.........................................................................................71-76
2
TEŞEKKÜR
Uzmanlık eğitimim boyunca sağladığı akademik çalışma ortamından, hekimlik görgü
ve becerilerimin gelişmesine katkılarından dolayı sayın Hocam Doç. Dr. Adem
Köşlü’ye,
Rotasyonlarım boyunca eğitimime katkıda bulunan 3. Dahiliye klinik şefi Uzman Dr.
Fatih Borlu ile Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji klinik şefi Doç.Dr.
Turan Aslan’ a,
Uzmanlık eğitimim boyunca eğitimime sağladığı katkılarından ve tezimin
hazırlanmasındaki yardımlarından dolayı klinik şef muavinimiz sayın Doç. Dr. İlknur
Altunay’ a,
Asistanlık hayatım boyunca bilgi ve tecrübelerini benimle paylaşan başasistanlarım
Doç. Dr. Gonca Gökdemir ve Doç. Dr. Tuğba Rezan Ekmekçi’ ye,
Birlikte uyum ve hoşgörü içinde çalıştığım asistan arkadaşlarıma, yardımlarından
dolayı klinik hemşire ve personeline,
Tüm tıp eğitimim ve asistanlığım boyunca hep yanımda olan ve desteklerini
esirgemeyen annem, babam ve kardeşime,
Saygı ve teşekkürlerimi sunarım.
Dr. Nihal Aslı Küçükünal
3
GİRİŞ
Kadın fenotipinin bir belirteci olan vulva hakkında, çoğu kadın yetersiz bilgiye
sahiptir. Hem anatomik lokalizasyonu hem de kıvrımlı yapısı nedeni ile nispeten zor
gözlenebilen bir vücut bölgesi olan vulvadaki değişiklikleri daha geç fark
etmektedirler. Dolayısıyla, vulvar hastalıkların tanısı ve tedavisi daha da zorlaşmakta,
kadınların yaşam kalitesi önemli ölçüde etkilenmektedir. Buna rağmen çoğu vulvar
hastalığın insidansı bilinmemektedir.
Vulvar hastalıklara yaklaşım, ülkeden ülkeye farklılık göstermektedir. Günümüz 21.
yy dermatolojisinde, birçok ülkede vulvar hastalıklar bir alt uzmanlık dalı olarak
incelenmektedir. Yıllardır Avrupa ve Amerika’ da
dermatolog, patolog ve
jinekoloğun birarada bulunduğu vulva kliniklerinde bu hastalıklara multisdisipliner bir
yaklaşım söz konusudur. Bu kliniklerde çalışan hekimler vulvar hastalıkları kolaylıkla
tanır hale gelmektedirler. Ülkemizde ise böyle klinikler bulunmamaktadır.
Vulvar hastalıklar ile ilgili çalışma yapmanın pek çok zorluğu bulunmaktadır.
Kadınlar genellikle sessiz kalmakta ve vulvar bölge şikayetiylerini kolaylıkla dile
getirememektedirler. Dolayısı ile profesyonel tıbbi yardım almakta gecikmektedirler.
Tıbbi yardım almak isteyen kadınlar ise sadece dermatoloji kliniklerine değil
jinekoloji kliniklerine de başvurmaktadırlar. Bu nedenle yapılan epidemiyolojik
çalışmalarda verilen rakamlar, çalışmayı yapan doktorun uzmanlık alanına göre
değişkenlik göstermektedir.
4
Vulvar hastalıkların çoğu, dermatologlar tarafından tanınabilen ve tedavisi
düzenlenebilen hastalıklardır. Biz de buradan yola çıkarak, vulvar deri hastalıklarının
dermatoloji polikliniğinde görülme sıklığını ve dağılımını saptamayı amaçladık.
5
GENEL BİLGİLER
VULVAR EMBRİYOLOJİ
Vulva, üç embriyonik katmandan köken alan tek anatomik bölge olup ektoderm,
endoderm ve mezodermden oluşur. Mons pubis, labiumlar, klitoris ve perineumun
kutanöz epiteli ektodermden köken almaktadır. Vestibül mukozası ise kadın
genitalyasındaki tek endoderm kökenli yapıdır. Vajina ise mezodermden köken alır
(1,2).
VULVAR ANATOMİ
Vulva, kadın dış genital organlarının tümünü içine alan bir terimdir. Mons pubisin ön
kısmını, her iki labium minorleri yanlardan örten labium majorleri, klitorisi ve klitoral
açıklığı kapsayan vulvanın arkasını labial komissur oluştururken en iç kısmını da
üretra ve vajinaya açılan vulval vestibül oluşturmaktadır (şekil 1 ve 2) Vestibülün
posterolateralinde ise bartolin bezleri bulunmaktadır (3).
Şekil 1. Vulvayı oluşturan yapılar
Şekil 2. Vajinal eksenden bir kesit
6
Ön perineal üçgende yer alan vulvayı önde mons pubis, yanlarda pubic ramiler ve arkada
da transvers perineal kaslar oluşturur (4). Doğumda anneden geçen östrojenin de etkisi ile
kadın genitalleri belirgin ve kısmen pigmentedir. Bebeklik dönemi boyunca, mons pubis
ve labia majorler aşamalı olarak adipoz yapılarını kaybederler ve kılsız kalırlar (1, 4).
Klitoris ise duyarlı ve erektil bir organdır (1, 3, 4). Vasküler ve muskuler yapılardan
zengin, pudental sinir tarafından yoğun olarak innerve edilen bu yapı cinsel ilişki
sırasında büyüme özelliğine sahiptir. Vestibül aslında labiumların bir parçası olup önde
üretranın ve skene bezlerinin, posterolateralde bartholin bezlerinin ve ortada ise vajinanın
açıldığı bir alandır. Vestibülün arkasında küçük parmaksı çıkıntılar şeklinde papillamatöz
yapılar bulunabilir. Vestibülün “bulb=soğan” denilen venöz damarlardan zengin karşılıklı
duran iki kısmı ise cinsel tahrik sırasında büyüme özelliğine sahiptir ve gebelikte varikoz
bir görünüm oluşturabilir. Vestibül soğanlarının daha da iç kısmında yerleşmiş Barholin
bezleri ise mukus salgılar ve erişkin dönemde 2 cm’lik duktusları şişmeye ve enfekte
olmaya eğilimlidir (4).
VULVAR DOLAŞIM
Vulvanın arterial kanlanması, çoğunlukla, internal iliac arterin terminal dalı olan internal
pudental arter tarafından sağlanır. Ayrıca femoral arterin dalları olan yüzeyel ve derin
eksternal pudental arterler de vulvanın arterial kanlanmasına yardımcı olurlar (4).
Vulvayı besleyen bu damarların oluşturduğu yoğun ağ yapısına, internal iliac venlere
drene olan venöz damarlar eşlik etmektedir. Vulva, ön sakrokoksigeal pleksusun en büyük
bölümünü oluşturan ve S2-S3-S4 sinir köklerinden oluşan pudental sinir tarafından
7
innerve edilmektedir. Vulvanın lenfatik drenajı ise yüzeyel lenfatik dolaşım ile inguinal
lenf nodları tarafından sağlanır (4).
VULVAR HİSTOLOJİ
Vulvanın her bir parçası farklı deri eklerini içermektedir. Labia majorler, vajinal açıklığı
yanlardan kapatan kalın deriyi oluştururlar. Lateral duvarlarında kıl folikülleri, apokrin ve
ekrin ter bezleri bulunur, medial kısımda ise sebase bezler vardır. Labium minörler ise
labium majorlerin iç kısmında uzana vasküler yapıdan zengin kıvrımlardır ve gerilerek
bakıldığında iç duvarlarında sarımsı papüller şeklinde görülen sebase bezler
bulunmaktadır. Kıl foliküllerinden yoksun olan bu yapı erişkin dönemde hiperpigmente
olur ve
büyüklüğü değişkenlik gösterir.
Vestibülde ise hiç pilosebase ünite
bulunmamaktadır (3, 4).
Labium majör ve minörlerde boynuzsu çok katlı skuamöz epitelyum varken vestibülde ise
skuamöz epitelyum yüzeyi boynuzsu değildir. Zeminde yoğun glikojen içeren ve soluk
görünen suprabazal hücreler bulunmaktadır ve germinatif tabakadan yukarılara göç
sırasında hücrelerin büyüklüğü ve hücre içi organel yoğunluğu değişkenlik gösterir.
Piknotik nükleuslu polihedral hücreler bulunur. Mons pubis ve labia majorlarda deri
kalınlığı ve keratinizasyon oldukça fazla iken labia minoranın dışından içine ve klitorise
doğru kalınlık ve keratinizasyon azalmaktadır (1, 3, 4).
VULVANIN FİZYOLOJİK DEĞİŞİMİ
Vulvanın morfoloji ve fizyolojsi yaşam boyu değişmektedir. En belirgin değişikler
pubertada, menstruel siklusta, gebelikte ve menapozda olmaktadır (1). Vulva başlangıçta,
anneden geçen östrojenlerin etkisinde iken zamanla adrenal ve gonadal maturasyona yanıt
8
verek bir takım değişikliklere uğrar (1, 4). Üreme çağındaki kadınlarda vulvar deri
kalınlığı değişmezken menstruel siklusun da etkisi ile sitolojik düzeyde orto ve para
keratoz görülür. Gebelikte ise vulvada, mevcut yüke ve hormonal değişikliklere bağlı bir
adaptasyon görülür. Menapozla birlikte dokuda atrofi başlar. Menapoz sonrasında ise
derinin bariyer fonksiyonunda ve hidrasyonunda azalma olur (1).
TARİHSEL GELİŞİM
Vulva terimi Latince kökenli bir kelime olup “covering-örtme, kapama” anlamına
gelmektedir. Uterus için kullanılmıştır. Vulva ile ilgili kaynaklar, eski Mısır
papiruslarında MÖ 2000’ lerde ve Babil yazıtları ile İncil de de mevcuttur. Eski Ahit te
MÖ 1300’ lerde cinsel ilişki ile bulaşan hastalıklardan bahsedilmiştir. Genital akıntı ile
seyreden hastalıklar tartışılmış ve bu bulaşıcı hastalıkların önlenmesi için kanunlar
çıkarılmıştır. Vulva hastalıkları ile ilgili ilk tanımlama Aricenna tarafından 11. yy da
yapılmıştır, bunu 16 yy da Severinus Pineus ve daha sonra ki dönemlerde Van den
Spieghel izlemiştir (5).
Normal genitalyanın histolojik tanımı ilk kez 1857’ de yapılmıştır ve sonraki yıllarda ise
vulva hastalıkları tanımlanmıştır. Ancak 19.yy da ve 20.yy başlarında karşılaşılan en
büyük zorluk ise vulva hastalıkları için kullanılan terminolojide yaşanmıştır. New York’
ta 1970 yılında yapılan Obstetrik ve Jinekoloji Federasyonunun 6.Dünya Kongresi’ nde
“Vulvovajinal Hastalıklar Uluslararası Çalışma Grubu (ISSDV)” oluşturulmuştur.
Dermatologlar, jinekologlar ve genitoüriner bölge ile ilgilenen doktorlar bu grupta bir
araya getirilmiştir. İlk kez 1976 yılında, bu grup sayesinde, vulva hastalıkları ile ilgili
araştırma ve gelişmelerde kullanılabilecek bir sınıflama oluşturulmuştur (5). Ancak bu
sınıflama birçok kez değiştirilmiş ve vulvar hastalıklar için ortak bir dil oluşturulmaya
9
çalışılmıştır. ISSVD tarafından, 1986 yılında, mevcut sınıflamada bir takım değişiklikler
yapılmış olup vulvada görülen lezyonlar malign ( neoplastik) ve benign (non-neoplastik)
olarak iki guruba ayrılmıştır (5, 6).
Tablo 1. Vulva hastalıkların sınıflaması (ISSDV 1999)
NEOPLASTİK HASTALIKLAR
A- Skuamöz Neoplaziler
VIN1 : hafif displazi
VIN2 : orta şiddette displazi
VIN3 : tüm kat atipi gösteren şiddetli displazi
B- Nonskuamöz Neoplaziler
Paget’ in hastalığı
Malign melanoma
NONNEOPLASTİK HASTALIKLAR
- Liken sklerozus (liken sklerozis et atrofikus)
- Skuamöz hücreli hiperplazi (hiperplastik displazi)
- Diğer dermatozlar (Ör. psöriazis, liken planus, seborik ekzema )
Santa Fe’ de 1999 yılında yapılan ISSDV kongresinde vulvar ağrı sendromları gündeme
gelmiştir. Başlangıçta etyoloji ve/veya patofizyolojiye göre yapılan bu sınıflamaların
klinisyenler için pratik kullanılabilirliği olmadığına karar verilmiştir. Klinik morfolojik
özelliklere (papuloskuamöz hastalıklar, ekzematöz hastalıklar,…) göre bir sınıflama
oluşturulması gündeme gelmiş ancak bu sınıflama, sadece dermatologlara yönelik olacağı
düşüncesi ile, kabul edilmemiştir. ISSDV’ nin 2006 yılında düzenlediği XVIII. Dünya
Kongresi’ nde klinisyenler ve patologlar için ortak bir sınıflamanın uygun olacağı ve
10
vulvar hastalıkların histopatolojik patternlerine göre sınıflanması gerektiği ortak kararı
alınmıştır (Tablo 2) (6)
Tablo 2. Vulvar Hastalıkların Sınıflaması (ISSDV 2006)
Spongiotik Pattern
Akantotik Pattern
• Atopik dermatit
• Psoriazis
• Allerjik kontakt dermatit
• Liken simpleks kronikus
• İrritan kontakt dermatit
Likenoid Pattern
• Liken sklerozus
Dermal Homojenizasyon / Sklerotik Pattern
•
Liken sklerozus
• Liken planus
Vezikülobüllöz Pattern
Akantolitik Pattern
• Skatrisyal tip pemfigoid
• Hailey-Hailey hastalığı
• Lineer IgA hastalığı
• Darier’ in hastalığı
• Papüler genitokrural akantoliz
Granülomatöz Pattern
Vaskülopatik Pattern
•
Chron hastalığı
•
Aftöz ülserler
•
Melkersson-Rosenthal sendromu
•
Behçet hastalığı
•
Plazma hücreli vulvitler
Vulva hastalıkları 20. yy da dermatolojinin en yeni alt uzmanlık dallarından birisi olmuş
ve de oldukça ön plana çıkmıştır. 1957 yılında Louisiana New Orleans’ ta Tulane Tıp
Fakültesi’ nde ilk vulva kliniği kurulmuştur. Artık günümüzde vulva hastalıklarını,
11
multidisipliner uzman tavsiyesi ile değerlendiren birçok kliniğin olduğu bilinmektedir.
Yakın zamanda yapılan bir araştırmada, İngiltere’ de toplam 61 adet vulva kliniği olduğu
tespit edilmiştir. Bu klinikler hem vulva hastalıklarının tedavisinde hem de bu hastalıklar
ile ilgili olarak hastaların bilgilendirilmesinde oldukça yardımcı olmaktadırlar (5).
VULVAR İNFEKSİYON HASTALIKLARI
Sağlıklı bir kadında, vulvada birçok mikroorganizma barınmaktadır. Stafilakoklar,
streptekoklar, difteroidler, koliform bakteriler, mayalar vulvar florayı oluşturan ajanlardan
sadece birkaçıdır ve vulvada değişik oranlarda bulunmaktadırlar. Patolojik infeksiyonlar
ise vulvaya, kontaminasyonla veya seksuel temasla bulaşmaktadırlar (3).
A. FUNGAL İNFEKSİYONLAR
•
KANDİDİYAZİS
Oldukça sık görülen bir durum olup koyu beyaz akıntı ile karakterizedir. Vulvada
irritasyona ve maserasyona neden bu akıntı genellikle antibiotik kullanımı ile, oral
kontraseptif ilaç kullanımı ile ve gebelikte görülmektedir (2-4). En belirgin
semptomu, yoğun kaşıntı ile birlikte vajinal akıntıdır. Klinik olarak, eritemli
labialar üzerinde krem kıvamında veya süt kesiği görünümünde akıntı
bulunmaktadır. Diğer bilinen semptomlar disüri ve disparonidir (7-9). Kadınların
%50’ si bu yakınmalar ile doktora başvurmadan önce kendilerini tedavi etmeye
çalışırlar. Buna bağlı olarak mevcut klinik tablo değişebilmekte ve/veya
alevlenebilmektedir.
Kandida
infeksiyonu
çoğunlukla
vulvanın
mukozal
12
yüzeyinde görülür (4). Eğer vulvanın mukozal olmayan yüzeylerinde de
görülüyorsa diyabet mutlaka akla gelmelidir (3, 4, 9) .
•
TİNEA İNFEKSİYONLARI
Krural bölgedeki dermatofit infeksiyonlarında etken sıklıkla Trichophyton
Rubrum’ dur. Sağlıklı bireylerde vulvar tutulum nadiren görülür. Klinik olarak
lezyonun periferinde dermatofit aktivasyonunu gösteren eritemli bir border olur.
Kaşıntılı bir dermatozdur (3, 7, 9).
B. VİRAL İNFEKSİYONLAR
•
HERPES SİMPLEKS VİRUS (HSV) İNFEKSİYONU
Vulvar herpes simpleks en sık görülen cinsel temasla bulaşan hastalıklardan
biridir. Seksuel partnerler arasında oral veya genital lezyonlara temasla geçtiği
bilinse de artık asemptomatik taşıyıcılık üzerinde daha çok durulmaktadır. Son 30
yıl içinde tüm dünyada genital herpes insidansında büyük bir artış olduğu
saptanmıştır. Özellikle batı ülkelerindeki doğum kontrol yöntemlerinin gelişmesi
ve cinsel özgürlüğün artışı gibi sosyal nedenlerin yanında semptomsuz olarak
virüsün saçılması da hastalığın yayılmasındaki en önemli etkendir. HSV-2 ye ait
seroprevelans çalışmaları Amerika’ da toplumun yaklaşık %20’ sinde, Avrupa’ nın
farklı toplumlarında %7-28 oranında ve Afrika’ nın seçilmiş ülkelerinde %20-40
pozitiflik göstermektedir (10). Klinik tabloyu grube papüloveziküler lezyonlar ve
ülserasyonlar oluşturur (9, 10). Bazı vakalarda belirgin labial ödem de
görülmektedir. Hafif klinik vakalarda hastalar, lezyon bölgesinde batma, yanma ve
kaşıntı hissinden şikayetçidirler (2- 4, 8, 10). Genital herpes tanısı genellikle
13
klinik morfolojik özellikler ile konulsa da kültür ve antijenik testler ile
doğrulanmasında fayda vardır (10).
•
VARİSELLA ZOSTER VIRUS (VZV) İNFEKSİYONU
VZV infeksiyonu veya diğer bir deyişle zona hastalığı, çoğunlukla yaşlı bireylerde
görülür. Suçiçeği virusu ile karşılaşmış bireylerde, virus latent olarak dorsal
ganglionda kalır. Yıllar sonra virus akive olduğunda eğer S1, S2 ve S3
dermatomları tutulursa vulva etkilenir. Tipik olarak eritemli zeminde hemorajik
veziküller ve ülserasyon görülür. Lezyonlar ağrılıdır. Postherpetik nevralji
oluşabilir. Sık tekrarlayan ataklar ve/veya lezyonların bilateral multidermatomal
dağılımı, altta yatan bir patolojiyi düşündürmelidir (3, 4).
•
MOLLUSKUM KONTAGİOZUM
Pox virusun yaptığı küçük sert papüler lezyonlardır (2, 8, 11). Atopik deride daha
kolay oluşurlar. Cinsel temasla bulaşabilen bir hastalıktır. Lezyonlar hızlı
büyürler. Merkezi göbeklenme gösteren, farklı büyüklükte olabilen kubbemsi
papüller karakteristiktir (2, 9). Yaklaşık 2 yıl içinde spontan remisyon oluşur.
Lezyonlar deri veya mukozada yerleşebilirler (8, 11). Sıklıkla 1-5 yaş arasındaki
çocuklarda görülmekle beraber erişkinlerde de görülebilmektedir. sıklığı
konusunda net bir bilgi olmamakla beraber klinikte görülen dermatolojik
hastalıkların yaklaşık %1’ ini oluşturmaktadır. Seksüel yönden aktif hastalar ve
immünsüpresyonu olan hastalar özellikle risk altındadır. HIV infeksiyonu olan
hastaların %5-18’ inde molluskum kontagiosum infeksiyonu görülmektedir.
Subklinik infeksiyon sıklığı ise bilinmemektedir (11).
14
•
HUMAN PAPİLLOMA VİRUS (HPV) İNFEKSİYONU
Genital siğil etkenidir. Cinsel temasla bulaşan hastalıklar arasında en hızlı yayılanı
kondilomlardır. Hastalar, genellikle genital bölgelerinde siğilleri gördüklerinde
doktora başvurmaktadırlar. Hastaların %30’ unda da, başka bir hastalık nedeni ile
doktora başvuru sırasında veya seksuel partnerde genital siğil saptandığında tanı
konulmaktadır (4). Tanı klinik olarak konulsa da sekonder sifiliz lezyonu olan
kondiloma lata vaya benign / malign skuamöz hücreli tümörler ayırıcı tanıda
unutulmamalıdır (3, 4). Vulvar karsinom gelişiminde HPV’ nin onkojenik rolü tam
olarak açıklanamamıştır. Ancak vulvar karsinom vakalarının %30’ unda HPV 16
ve 18 serotipleri saptanmaktadır (3). Genital siğili olan kadınlar, diğer cinsel
temasla bulaşan hastalıklar ve servikal patoloji yönünden de mutlaka
araştırılmalıdır (12-14).
C. İNFESTASYONLAR
•
KASIK BİTİ
Vulvayı tutan, kasık biti olarak da bilinen, Phithirus Pubis’ tir. Hastalar pubik bölgede
kaşıntıdan şikayetçidir. Muayenede pubiste etkenin kendisi veya yumurtaları
görülebilir. Genellikle düşük sosyoekonomik koşullarda ve pubik kıl temizliğinin
yapılmadığı popülasyonlarda görülür (9). Kasık biti sadece kasıkta değil koltukaltı
bölgesinde ve nadir olarak da kirpiklerde bulunabilir (2).
•
UYUZ
Etken Sarcoptes Scabiei’ dir (2, 3, 9). Hastalık eritematöz papüllerle ve koyu
renkli sillonlarla karakterlidir. Sillonlar genellikle vulva, aksilla, kalça ve parmak
15
aralarında görülür (2). Gece kaşıntısı belirgindir (9). Etkenin bulaşması için uzun
süreli bir temas gerekmektedir (3).
D. BAKTERİYEL İNFEKSİYONLAR
•
FOLLİKÜLİT
Folliküler
ağızlarda
keratin
tıkaçlarının
oluşması
veya
bakteriyel/fungal
infeksiyonlar ile oluşan bir piyodermadır (15). Bakteriyel follikülitlerde en sık
rastlanılan etken Staphylococcus Aureus’ tur. Hastalık toplu iğne başı
büyüklüğünde papül ve püstüllerle karakterizedir (9). Erüptif bir zeminde
impetijinasyon görülebilir (3). Hiperhidroz, maserasyon, sürtünme, obezite, steroid
kullanımı, oklüzyon ve deri bakım ürünleri follikülit oluşumuna zemin hazırlayan
faktörlerdir. Ayrıca diyabet, AIDS, maligniteler, immunsupresif tedaviler, uzun
süreli antibiyotik kullanımı ve güneş ışığı da follikülit oluşumuna neden
olabilmektedir (16).
•
FRONKÜL
Merkezi nekroz ve süpürasyona eğilimli, deri ve deri altı dokusunun akut,
folliküler, lokalize stafilokoksik abseleridir. Etken sıklıkla Staphylococcus
Aureus’ tur. Uyuz ve pediküloz gibi kaşıntılı dermatozlarda sık görülür. Obezite,
diyabet, anemi, lökopeni, alkolizm, malnütrisyon, kötü hijyen ve hiperhidroz
fronkül oluşumunu kolaylaştırıcı nedenlerdir. En çok yüzde, aksilla, gluteal ve
femoral bölgelerde görülür. Öncelikle kıl follikülüne travma ile bakteri girişinin
kolaylaşması gerekmektedir. Kıl follikülü çevresinde ağrılı bir nödül şeklinde
16
başlar ve birkaç gün içerisinde küçük beyaz bir baş verir. Lezyon cerahatle
doludur ve ağrılıdır. Skar bırakarak iyileşir (17).
•
HİDRADENİTİS SUPURATİVA
Hastalık labium majörlerden aksillaya kadar uzanan hat üzerinde apokrin bezlerin
yerleştiği alanlarda ortaya çıkmaktadır. Koyu tenli bireylerde daha sık görüldüğü
bildirilmiştir (2). Genellikle fleksural alanlarda oluşan akneler zamanla
perifolliküler derin bir inflamasyona neden olurlar. Bunlar da genellikle sinüs ve
abselerle birbirine bağlanmaktadır. Lezyonlar skar bırakarak iyileşir. Birleşmiş
komedonal oluşumlar hastalığın erken bulgularındandır. Bu klinik tablo sıklıkla
kistik akneli genç erişkinlerde ortaya çıkmaktadır (3).
•
BARTHOLİN ABSESİ
Bartholin absesi, vestibulum ve labium majorlar arasındaki alanın 1/3’ lük alt
kısmında yerleşir. Tek taraflı ödem, hassasiyet ve labium arka tarafında şişlik
oluşur. Sorumlu etkenin genellikle, vajinal florayı oluşturan bakteriler olduğu
bilinmektedir. Ayrıca gonokok gibi patojenler de Bartholin absesine neden
olabilmektedir (2).
•
ERİTRAZMA
Etken Cornebacterium Minutissimum’ dur (3, 9). Genellikle vücudun nemli
bölgelerinde görülen bakteriyel bir infeksiyondur. Obezlerde, diyabetiklerde ve
tropikal bölgede yaşayanlarda sık görülür. Bazen asemptomatik olabilse de
genellikle kaşıntılı, fleksural alandan taşan kırmızı-kahverenkte maküler
lezyondur. Fungal infeksiyonda olduğu gibi merkezi silinme ve periferik eritem
17
görülmez (3). Tanıda, karanlık odada Wood lambası ile mercan kırmızısı
lezyonların görülmesi önem taşır (3, 9).
•
SİFİLİZ
Etken Treponema Pallidum’ dur (2, 3, 4). Gelişmiş ülkelerde hastalığın insidansı
son dekatlarda azalmıştır. Ancak USA’ da yapılan çalışmalar heteroseksüel
erkekler ve kadınlarda, primer veya sekonder sifilizin artma eğiliminde olduğunu
göstermektedir. Çeşitli klinik bulgularla ortaya çıkan ve pek çok hastalığın klinik
morfolojik özelliklerini taklit edebilen veneryan bir hastalıktır (3, 4). Primer
sifilizin en bilinen klinik bulgusu sert şankırdır. Bir papül şeklinde başlayan ve
hızla ülserleşen lezyona, ağrısız inguinal lenfadenopati eşlik eder. Sekonder
sifilizde ise vulvar bölgede kondiloma lata ile birlikte ellerde ve alt ekstremite
distallerinde makülopapüler bir erüpsiyon olur (2). Tersiyer sifiliz ise gomlar ile
karakterlidir (3).
•
ŞANKROİD
Etken Haemophilus Ducreyi’ dir (3, 9). Nadir görülen veneryal bir hastalıktır.
Kadınlarda daha az rastlanır. Gelişmekte olan toplumlarda görülen bir hastalıktır.
Temastan 3-10 gün sonra küçük bir papül olarak başlar ve çok ağrılı non-indüre
bir ülser halini alır (3). Hastaların %50’ sinde zamanla süpürasyon gösterebilen
uniateral inguinal lenfadenopati de tabloya eşlik eder (3,4).
•
LENFOGRANULOMA VENERUM (LGV)
Etkeni Chlamydia Trachomatis olup çoğunlukla tropikal bölgelerde görülen bir
veneryal hastalıktır. On günlük bir inkübasyon periyodundan sonra vajinada
18
ağrısız infiltratif lezyon gelişimi olur. Kısa sürede iyileşen bu lezyondan 3-4 hafta
sonra inguinal lenfadenopati gelişir. Kronik anogenital LGV infeksiyonu,
fistülizasyona neden olabilir ve uzun dönemde lezyon bölgesinde karsinomatöz
değişiklikler ortaya çıkabilir (3).
•
GONORE
Etkeni Gram (-) bir diplokok olan Neisseria Gonorrhoeae’ dir. Hastalık cinsel
temasla bulaşmaktadır. 1980’ lerin ortalarında erkeklerde gonore insidansı önemli
ölçüde azalmış olup, kadınlarda da azalma eğilimi göstermiştir. Anogenital
gonokoklu kadınların %70’ i tanı anında asemptomatiktir. Kadınlarda infeksiyon
genellikle endoservikal kolumnar epiteli tutmaktadır. Vulvar tutulum ise nadir
görülür. Bartholin bezi absesine neden olabilmektedir (3).
•
BAKTERİYEL VAJİNOZİS
Gardnerella Vaginalis, Bacteroides ve Mobiluncus türleri ile ortaya çıkan mikst
vajinal infeksiyon tablosudur. Kötü kokulu grimsi vajinal akıntı ile karakterizedir.
Seksüel olarak aktif kadınlarda sık görülse de cinsel temasla bulaşan bir hastalık
olduğu konusunda kesinlik yoktur. Artmış seksüel aktivite ile kötü kokulu
akıntının artması ve vulvovajinal pruritus, hastalığın en belirgin özelliğidir (3).
E. PROTOZOAL İNFEKSİYONLAR
•
VAJİNAL TRİKOMONİYAZİS
Etken Trichomonas Vaginalis olup flagellalı hareketli bir protozoondur. Kötü
kokulu, grimsi-yeşil renkte, köpüklü vajinal akıntı yapar. Bu akıntı vulvar
19
iritasyon, eritem ve ödeme neden olmaktadır. Etkenin cinsel temasla bulaştığı gibi
su yolu ile de bulaştığı bilinmektedir (3).
•
VULVAR ŞİSTOZOMİYAZİS
Etken
Schistosoma
Mansoni,
Schistosoma
Japonicum
ve
Schistosoma
Haematobium gibi kan parazitleridir. Endemik alanlarda yüzenlerde deriye penetre
olan sarkaryalar karaciğerde maturasyonlarını tamamlayınca kan yolu rektuma ve
mesaneye yumurtalarını bırakırlar. Buradan da subkutan dokuya geçen kurtçuklar
perinede, kasıklarda ve dış genitallerde granulomatöz bir yapı oluştururlar (3).
DERİ HASTALIKLARININ VULVAR TUTULUMU
Genellikle semptomatik olan bu hastalıklar, doğru tanı ve tedavi ile dramatik olarak
iyileşirler. Vulvanın fleksural yapısı nedeni ile morfolojisi değişebilen bu hastalıkların
değerlendirilmesi için tecrübeli bir uzmanın görüşü gerekmektedir (3).
VULVAR LİKEN SKLEROZUS
Liken sklerozis, destruktif inflamatuar bir hastalıktır. Etyolojisi belli değildir ancak
otoimmun aracılı olduğu düşünülmektedir (18, 19). Hastalık %85-98 oranında anogenital
bölgeyi tutarken %15-20 oranında ekstragenital bölgeyi tutmaktadır (18). Ancak
inflamasyon vajinal mukozaya ilerlemez. Hastalığın insidansı bilinmemektedir. Son
zamanlarda özelleşmiş vulva kliniği şartlarında, tahmin edilenden çok daha sık tespit
edildiği düşünülmektedir (3, 4). Depigmentasyon, mukokutanöz yapıların silinmesi ve
submukozal hemoraji ile karakterlidir (2). İnflamasyon nedeni ile oldukça kaşıntılı olan
20
bu hastalık uykuda bile rahatsızlık verebilmektedir (4). Atrofik skar oluşumu dışında
vulvanın yapısında major değişikliğe neden olan bir destrüksiyon vardır. Bu destrüksiyon
ile zamanla klitoris ve labium minorler silinebilmekte, vestibül ise daralmaktadır (7, 18).
İlerlemiş liken sklerozlu vakalarda, tutulan bölgelerde ortaya çıkabilen fissürasyona bağlı,
ağrılı miksiyon ve konstipasyon olabilmektedir. Vestibüldeki daralmaya bağlı olarak
disparoni görülebilmektedir. Diğer bir komplikasyon da skuamöz hücreli karsinom
gelişimidir ve klinik pratikte vakaların %4’ ünden az bir kısmında görülür. Bu açıdan
liken sklerozis değerlendirilirken malinite açısından dikkatli olunmalıdır (3).
SEBOREİK EKZEMA
Sebase bezlerin yoğun olduğu yüzde, saçlı deride, gövde üst kısmında, kıvrım yerlerinde
ve genital bölgede ortaya çıkar (9). Sınırları belirgin, üzeri kepekli, kırmızı yama şeklinde
seboreik lezyonlar görülür. Vulvar tutulum en sık labium majorler, mons pubis ve
perinede görülür. Kaşıntı belirgindir ve uzun dönemde, ekskoriasyonlara, likenifikasyona
ve bazen sekonder enfeksiyona neden olabilmektedir (4).
KONTAKT ALLERJİK EKZEMA
Vulvar kaşıntı ve inflamasyon nedenlerinden biridir. Çeşitli allerjenlere karşı oluşan bir
tip IV hipersenstivite reaksiyonudur. Derinin bariyer özelliği bozulması gerekmektedir
(19). Neden olan etkenler ise kortikosteroidler, etilen daimin, neomisin ve lokal
anestezikler gibi topikal ilaçlar, kauçuk (kondom), spermisidler, parfümler ve tırnak cilası
olarak sıralanabilir (4). Kinik tablo hafif bir eritemden, erezyon ve fissürasyona kadar
değişebilmektedir (18, 20). Uzamış vulvar kaşıntıda likenifikasyon gelişebilir (9).
Öncelikle allerjen uzaklaştırılmalı ve allerjenle yeni bir temastan kaçınılmalıdır (4).
21
İRRİTAN EKZEMA
Cinsel temasla bulaşan hastalıklardan kaçınma veya vücut kokusunu azaltmak amacı ile,
sabun ve diğer dezenfektan maddelerin abartılı olarak kullanımı sonucu vulvada oluşan
inflamasyon ve ekzema tablosudur. Ayrıca idrarın da vulvar bölgede irritasyon yaptığı
bilinmektedir (9).
ATOPİK EKZEMA
Kendisinde veya ailesinde astım, allerjik rinit veya ekzema gibi atopi hikayesi olan
kişilerde kuru vulvar kaşıntı ile kendini gösterir (4). Atopik ekzemalılarda vulva, fleksural
bölgelerden daha nadir tutulmaktadır (9). Vulvanın kıvrımlı yapısı nedeni ile hafif
ekzematize bir görünüm ortaya çıkmaktadır. Tanı için hastanın tüm deri muayenesi
yapılmalı ve atopi kriterleri aranmalıdır (4).
İNTERTRİGO
Genellikle kıvrım yerlerinde ortaya çıkan bir inflamasyondur. Aşırı terleme, obezite,
giyim şekli, infeksiyonlara bağlı olarak alevlenebilen bir klinik tablodur. Yama şeklinde
bir eritem ile birlikte yer yer maserasyon da görülür. Oluşan erezyona bağlı yanma ve
hassasiyet olur (9).
PSÖDOFOLLİKÜLİT
Bikini bölgesindeki kılları tıraş etme veya koparma ile ortaya çıkan bir tablodur.
Epilasyon folliküliti de denmektedir (3). Kopan kıllar yeniden uzarlarken ters kıvrılarak
normal deriye batma eğilimindedir. Bu durum, kronik bir inflamasyonun eşlik ettiği
yabancı cisim reaksiyonuna neden olur. Folliküler papül ve püstüllerle kendini gösterir
(21-24).
22
LİKEN SİMPLEKS KRONİKUS (KRONİK VULVAR PRURİTUS)
Vulvar semptomatolojinin sık görülen nedenlerinden biri de liken simpleks kronikustur
(4). Bu durum kronik friksiyona bağlı olarak epitelyumun kalınlaşması ile ortaya çıkar.
Asimetrik olan bu kalınlaşma genellikle dominant elin olduğu tarafta görülür (3). Mons
pubis veya labium majörlerde eritem ve likenifikasyon vardır. Sıcak ve terleme gibi
çevresel faktörlerin yanı sıra, inflamatuar veya infeksiyöz dermatozlar da kronik vulvar
pruritusa neden olmaktadır (25).
PSORİAZİS VULGARİS
Kronik bir hastalık olan psoriaziste vulvar tutulum, genellikte perinede görülmektedir (3).
Vulvanın fleksural yapısı nedeni ile normalde gümüşümsü kabukla örtülü klasik plak
lezyon, vulvada biftek kırmızısı görünümdedir. Tüm perineal bölge tutulmuş olsa bile
vajinal mukoza etkilenmez (2-4). Vulvada ki tanıyı desteklemek için hastanın dizinde,
dirseğinde, sakrumunda veya saçlı derisinde psoriatik lezyon görmek gerekmektedir.
Tırnaklar pitting, subungal hiperkeratoz veya onikoliz açısından değerlendirilmelidir.
Ancak bazen psoriatik lezyon, sadece anogenital bölgeye de lokalize olabilmektedir (19,
20). Psoriazis sık görülen bir hastalıktır. Toplumun %5’ inde psoriazise genetik bir
dispozisyon olduğu ve %2’ sinde hayatın bir döneminde ortaya çıktığı bilinmektedir.
Tetikleyici faktörlerin başında ise yakın dönemde geçirilmiş streptokokkal infeksiyon ve
travma gelmektedir (19).
LİKEN PLANUS
Kutanöz liken planus kronik inflamatuar bir hastalık olup kaşıntılı, viyolese, parlak
papüllerle karakterizedir. Benzer papüler lezyonlar vulvada, özellikle labium majorler ve
23
genitokrural alanda görülebilmektedir. Vestibül ve vajinada görülmez (3). Anogenital
liken planun prevalansı bilinmemektedir ancak bir çalışmada kutanöz lezyonu olan
kadınların %51’ inde vulvar tutulum saptandığı bildirilmiştir (25). Mukozal liken plan ise
oral mukozayı genital mukozaya göre daha sık tutmaktadır (3). Hastalığın etyolojisi
bilinmemekle birlikte epitelyal bazal hücrelerde lenfosit aracılı bir destrüksiyonu olduğu
söylenmektedir (4).
EROZİV VULVO-VAJİNO-GİNGİVAL LİKEN PLANUS
Eroziv liken planus, ilk kez 1982 yılında tanımlanmış, nadir görülen bir hastalıktır.
Hewitt-Pelisse Sendromu olarak da bilinmektedir. Vulvada vajinada ve gingivada ağrılı
ve yaygın erezyon ve ülserasyonlarla giden ve tedavisi oldukça zor olan bir antitedir (4,
27). Hastaların %20-30 unda deri tutulumu da vardır (3). Ağrı, yanma, disparoni ve
postkoital kanama gibi vulvar semptomlar oldukça belirgindir. İlerleyen olgularda vulvar
adezyonlar, labial atrofi ve vulvanın anatomik yapısında bozulma ortaya çıkar (2- 4, 18).
VİTİLİGO
Lokalize alanlarda melanosit kaybı ile giden edinsel ve otoimmun bir hastalıktır. Her
yaşta başlayabilir. Vücudun orifisyel bölgelerinde ve ekstansör yüzeylerde görülebilen
düzensiz şekilli hipopigmente yama şeklinde lezyonlarla karakterlidir. Sadece renk kaybı
ile seyreden ve deride herhangi bir değişikliğe neden olmayan bir hastalıktır (4).
AFTÖZ ÜLSERLER
Oral aftöz ülserler, genç erişkin bireylerde sık görülen bir fenomendir. Genital tutulum
daha az sıklıkta görülür. Lezyonlar genellikle ağrılıdır. Ülserler zamanla büyüyebilir ve
disparoniye sebep olabilirler. Aftöz ülserlerin etyolojisi belli olmamakla birlikte bazı
24
HLA tipleri ile ilişkili olduğu bildirilmiştir (4). Ağrılı, küçük, yüzeyel ve kısa süreli
olabildiği gibi daha şiddetli seyreden daha derin ülserasyonlarla giden bir klinik tablo da
oluşturabilir. Demir ve folat eksikliğinde, inflamatuar barsak hastalıklarında, lupus gibi
bağ doku hastalıklarında, miyelodisplastik sendrom ve siklik nötropeni gibi bazı sistemik
hastalıklarla birlikte görülebilmektedir (9).
ERİTEMA MULTİFORME
Ağrılı mukozal tutulum ve özellikle ekstremitelerde ortaya çıkan hedef şekilli eritematöz
lezyonlarla karakterizedir. Ciddi vakalarda özellikle mukozalarda şiddetli seyreden büllöz
lezyonlar görülür. Lezyonlar, herpes simpleks infeksiyonu veya ilaç alımı gibi antijenik
stimülasyondan ortalama 8-10 gün sonra ortaya çıkar. Hastaların %50’ sinde etken
bulunamayabilir (28).
STEVEN JOHNSON SENDROMU
Eritema multiformenin en ciddi varyantı olup şiddetli mukozal tutulumla seyreder. Oral,
genital ve oküler mukozaları bir arada tutabilir. Rekürren ataklar, sıklıkla Herpes
infeksiyonu veya ilaç alımı sonrasında olsa da bazı vakaların idiyopatik olduğu
düşünülmektedir. Labiumlarda ağrılı büller ve erezyonlar görülür (18).
TOKSİK EPİDERMAL NEKROLİZ ( LYELL SENDROMU )
Kutanöz ve mukozal yüzeylerde tam kat ayrışma ile giden, yaygın eritem ve büllöz
lezyonlarla karakterize bir durumdur. Derinin en şiddetli ilaç reksiyonu olarak da bilinir.
Non-steroid antiinflamatuar ilaçlar, sulfonamidler, antiepileptikler ve allopürinol gibi
ilaçlara karşı gelişen bir hipersenstivite reaksiyonudur (28). Vücudun %30’ undan fazla
kısmında deri nekrozu görülür. Mortalitesi yüksektir (18). Mukozalarda yanma, deri
25
duyarlılığı, bölgesel eritem, ateş ve artralji gibi prodromal belirtileri takiben ortaya çıkan
morbiliform döküntü kısa sürede tüm vücudu kaplar ve vezikülo-büllöz lezyonlar belirir.
Gevşek büllerin açılması sonucunda geniş kırmızı erode alanlar otaya çıkar ve zamanla
nekrotik bir hal alabilir. Görüntü çok yaygın yanık tablosunu andırır. Nikolski fenomeni
pozitiftir. Gastrointestinal ve ürogenital mukozalar tutulabilir. İnfeksiyon olmasa da
hastanın ateşi yüksek genel durumu bozuktur (28).
FİKS İLAÇ ERÜPSİYONU
Deri ve mukozal yüzeylerde, asimetrik yerleşimli, lokalize iyi sınırlı eritem, bül ve
hiperpigmentasyon ile seyreden, sık görülen bir ilaç erüpsiyonudur. Etyolojisinde geç tip
hücresel aşırı duyarlılığın rol oynadığı düşünülmektedir. Kotrimoksazol, non-steroid
antiinflamatuar ilaçlar, fenolfitaleyn, kodein ve tetrasiklin en sık sorumlu tutulan
ajanlardır (3,28). İlaç alımından ortalama 2 saat sonra ortaya çıkan kaşıntı ve yanmayı
maküler/büllöz lezyonlar takip eder. Vulvar mukoza sıklıkla tutulur. Lezyonlar genellikle
tek veya az sayıdadır. Erüpsiyon ilaç kullanıldığı sürece kalır, ilacın kesilmesinden birkaç
gün vaya hafta sonra hiperpigmentasyon bırakarak geriler (28).
BÜLLÖZ PEMFİGOİD
Büllöz pemfigoid, hem deri hem de mukozaları ekileyen, genellikle ileri yaşta görülen,
seyri pemfigus vulgarise göre daha hafif olan otoimmun büllöz bir hastalıktır (4). Ortaya
çıkan büller geniş tabanlı, kalın tavanlı ve gergin karakterlidir. Hastalık uzun süre bül
çıkmaksızın eritemli ürtikeryal plaklar şeklinde seyredebilir. Bazen eritemli zeminde
küçük bir alanda büller olabilir. Kaşıntı çoktur. En sık üst ekstremite fleksör alanlar,
femoral alan ve karında görülen büllöz lezyonlar zamanla açılarak erode olurlar (28, 29)
Mukozal lezyonlar, kutanöz lezyonlara göre daha az sıklıkta görülürler (4).
Labial
26
erezyonlar ağrı, kaşıntı ve disüriye neden olur. Hastalığın kesin tanısı histopatoloji ve
immunfloresan incelemeleri ile konulur (3).
PEMFİGUS VULGARİS
Pemfigus gurubundaki hastalıklar arasında en sık (%80) görülen tip olup genellikle 4. ve
6. dekatlar arasındaki erişkinlerde görülür (4). Hem deriyi hem de mukozal yüzeyleri
birlikte tutabilen otoimmun büllöz bir erüpsiyon vardır (3). Kutanöz büller gevşek ve
frajildir, kolaylıkla rüptüre olurlar. Hastaların %85-90’ ında mukoz membran tutulumu
görülür. Vulvovajinal mukoza tutulumu da sıktır ve erezyonlar oldukça ağrılıdır (4)
PEMFİGUS VEJETANS
Pemfigusun nadir görülen bir varyantı olup, özellikle kıvrım yerlerinde hipertrofik
verrüköz lezyonlarla karakterize bir hastalıktır (4). Labiumlarda rekürren süperfisyal
erezyonlarla seyreder (29).
SKATRİSYAL PEMFİGOİD
Büllöz pemfigoidin nadir görülen bir varyantıdır. Vakaların sadece %10-25’ inde kutanöz
tutulumun olduğu bilinmektedir (4). Bül, erezyon ve/veya gingivit oral mukozal lezyonlar
olsa da hastalık tüm mukozal yüzeyleri tutabilmektedir. Erezyonlar labiumlarda, üretrada,
vajinada, rektumda ve perianal bölgede grülebilir. Hastalar genellikle yanma, ağrı ve
kaşıntıdan şikayetçidir. Skar oluşumuna bağlı labial füzyon gelişebilir (4, 29).
BENİGN FAMİLYAL PEMFGUS (HAİLEY HAİLEY HASTALIĞI)
Otozomal dominant geçişli genetik bir hastalık olup intertrijinöz bölgelerde tekrarlayan
veziküler lezyonlar ve erezyonlarla kendini gösterir. Sağlam bül varlığına nadiren
27
rastlanır. Lezyonların morfolojisi değişkenlik gösterir (29). Tek veya çok sayıda beyaz
papüler ve plak lezyonlar da görülebilmektedir (30). Friksiyon, oklüzyon ve sekonder
infeksiyonların, hastalığın oluşumunu tetiklediği bilinmektedir. Hastalığın alevlenme ve
remisyon dönemleri olur (4).
DARİER HASTALIĞI
Genetik geçişli bir hastalıktır.
Seboreik bölgelerde mumsu hiperkeratotik folliküler
papüllerle karakterlidir. Akantolitik bir dermatozdur. İmmunfloresan negatiftir (31).
SİSTEMİK HASTALIKLARIN VULVAR TUTULUMU
BEHÇET HASTALIĞI
Ağrılı tekrarlayan mukozal ülserlerle karakterize multisistemik bir hastalıktır. Hastalığın
etyolojisi bilinmemektedir. Genital ülserler, hastalığın tanı kriterlerinden birini
oluşturmaktadır (3, 4). Labium minörler sıkça tutulmaktadır. Derin, ağrılı, farklı
büyüklükte, persistan ülserler görülür. Lezyonlar genellikle kendi kendine skar bırakarak
iyileşir (18).
CHRON HASTALIĞI
Chron hastalığında, anogenital mukozal tutulumun %30 oranında olduğu bilinmektedir
(4). Intestinal bulgulardan önce anogenital bulgular ortaya çıkabilmektedir. Hastalık kalın
kenarlı bıçak kesiği şeklinde ülserler, abse, sinüs ve fistül formasyonu ile karakterizedir
(3, 4). Kronik vulvar ödem bazen hastalığın ilk bulgusu olabilir (32). Şüphelenilen
lezyondan mutlaka biyopsi alınmalıdır. Histopatolojik incelemede nonkazeifiye epiteloid
28
granülomlar görülür. Sarkoidoz gibi granülomatoz diğer hastalıklarla ayırıcı tanıya girer
(3).
NEKROLİTİK MİGRATUAR ERİTEM
Glukagon salgılayan pankreatik tümörlerle birlikte görülen, çok ağrılı periorifisyal deri
lezyonları ile karakterize bir tablodur. Bu lezyonlara eşlik eden anemi, diyabet ve ağrılı
biftek dili vardır (3).
REİTER SENDROMU
Artrit, üretrit ve konjuktivit triadının oluşturduğu klinik tabloya Reiter Sendromu
denmektedir. Sendrom, erkeklerde kadınlardan 20 kat daha sık görülmektedir. Bu oranın
yüksekliği,
kadınlarda
genitoüriner
infeksiyonların
asemptomatik
seyretmesine
bağlanmaktadır (3). HLA-B27 pozitifliği olan bireylerde Reiter Sendromu’ nun daha sık
görüldüğü bildirilmiştir. Sendromla birlikte görülebilen kutanöz bulguların başında
keratoderma balenorajika gelmektedir (33). Keratoderma balenorajika, ayak tabanından
başlasa da zamanla ayak sırtına ve oradan genital bölgeye, avuç içlerine, gövdeye ve saçlı
deriye yayılabilir. Kahverengi papüller olarak başlayan lezyonlar birleşip kabuklanırlar.
Tırnak yatağı distrofisi ve oral mukozal ülserasyon görülebilmektedir (34).
DİABETES MELLİTUS
Geç başlangıçlı diyabeti olan, özellikle obez hastalarda intertrigo sık görülmektedir (18).
Genitokrural bölgeyle sınırlı olabilen bu inflamatuar durum, bazen kandidal infeksiyonun
da tabloya eklenmesi ile daha komplike hale gelebilmektedir (2). Diyabeti kontrol altına
alınan hastalarda bu durum düzelmektedir (4).
29
DEMİR EKSİKLİĞİ ANEMİSİ
Kronik pruritusa neden olan demir eksikliği anemisinde kaşıntı bazen vulvada lokalize
olabilmektedir. Sebebi bulunamayan vulvar kaşıntıda, demir eksikliği anemisi mutlaka
düşünülmelidir. Diyetle demir alımının az olması veya menorajiler, hemoroidler,
gastrointestinal problemler nedeni ile ortaya çıkan kan kayıplarında demir eksikliği
anemisi görülmektedir. Altta yatan nedenin belirlenmesi ve buna yönelik demir
replasmanı ile vulvar kaşıntının kaybolduğu bilinmektedir (4).
PİYODERMA GANGRENOZUM
Mor kenarlı zımba deliği şeklinde ağrısız ülserler ile karakterize bir hastalıktır (3). Vulvar
lezyonlar küçük ve genellikle çok sayıdadır (9). Behçet hastalığının genital ülserleri ile
karışabilir (35).
İndüre vaskülitik plak lezyon zemininde gelişirler. Histopatolojik
incelemede nonspesifik inflamasyon bulguları görülür, tanıya çok yardımcı değildir. Bu
vaskülitik ülserler, inflamatuar barsak hastalığı, romatoid artrit, myelom veya
lenfoproliferatif bir hastalıkla ilişkili olabilir (4).
KUTANÖZ VASKÜLİTLER
Kutanöz nekrotizan vaskülit deride, genellikle venül duvarlarında inflamasyon ve
nekrozla karakterize, nekrotizan venülit veya
lökositoklastik vaskülit olarak da
adlandırılan bir deri hastalığıdır. Çeşitli enfeksiyon ve ilaçlar hastalığı alevlendirebileceği
gibi kronik hastalıklarla birlikteliği de bildirilmiştir. Değişken prognoz gösteren bu hasta
grubunda sistemik tutulum açısından takip önemlidir. Deri lezyonları genellikle alt
ekstremite, sırt ve gluteal bölgede yerleşen palpabl purpura, papül, püstül, vezikül, ülser,
nekroz veya ürtiker şeklindedir. Palmoplantar ve mukozal tutulum ise nadirdir (36).
30
SARKOİDOZ
Granülomatöz sarkoid nodüller nadir de olsa vulvada da görülebilmektedir. Sistemik
sarkoidozun bir komponenti olarak ortaya çıkabileceği gibi izole de olabilir.
Histopatolojik inceleme ve diğer organ tutulumları açısından tarama şarttır (4).
AKANTOZİS NİGRİGANS
Fleksural alanları tutan herhangi bir dermatoz, vulva ve genitokrural bölgede de kendini
gösterebilmektedir. Addison hastalığı ve nörofibromatozis gibi pigmentasyon bozukluğu
ile giden hastalıklarda da vulvada pigmentasyon artışı görülebilir. Ayrıca midenin
adenokarsinomlarında da, paraneoplastik deri bulgusu olarak akantozis nigrigans
görülebilmektedir (4).
BENİGN VULVAR LEZYONLAR
Vulvada bilinen birçok nonpatolojik durum mevcut olup bunlar hastaların bazen
önemsemedikleri bazen de tanı konulsa bile ileri tetkik ve tedavi gerektirmeyen
durumlardır.
FORDYCE LEKELERİ
Labial epitelyumdaki sebase glandların hipertrofisi sonucu belirgin hale gelen sarımsı
papüler lezyonlardır. Pubertede, gebelikte ve hormonal ilaç tedavisi alanlarda daha
görünür. Hastaların sadece bunların zararsız olduğuna dair telkin edilmesi yeterlidir (3).
31
ANJİOKERATOMA
Dermiste kan damarlarının dilatasyonu ile görünür hale gelen üzeri keratinle kaplı papüler
lezyonlardır. Açık kırmızı renkte iken zamanla koyulaşarak siyahlaşabilir. Puberteye
kadar görülmeyen bu lezyonlar yaş ilerledikçe ortaya çıkar. Sık karşılaşılan bu lezyonlar
kadınların %1’inde görülür (3, 4).
VULVAR PAPİLLAMATOZİS
Vulvar papillamatozis normalin bir varyantı olarak bilinir. Bazı bireylerde pubertede veya
gebeliğin 2. veya 3. trimesterinde hormonal stimulasyon ile labial epitelyumda kalınlaşma
sonucu ortaya çıkar. Genellikle human papilloma virus (HPV) infeksiyonu ile karışabilse
de histopatolojik olarak değerlendirildiğinde HPV kanıtlanamaz. Bu incimsi papuller
zararsızdır ve tedavi gerektirmez (3, 4).
KONJENİTAL TÜMÖRAL LEZYONLAR
Bu tümörler, genellikle poliklinik hastalarında sıkça görülebilen tümörlerdir. Bunlardan
kapiller nevüsler, doğumda ortaya çıkan oldukça belirgin oluşumlardır. Kozmetik endişe
oluşturduğu taktirde lazer tedavisi uygulanabilir. Kavernöz hemanjiomlar ise doğumdan
sonraki 6 hafta içinde ortay çıkarlar. Hızlı büyümeleri nedeni ile bazen kanama, sekonder
infeksiyon veya septisemi gibi sorunlara neden olabilirler. Spontan olarak 10 yıl içinde
gerilerler (3).
AKROKORDON
Vücudun, koltukaltı, kasıklar, ense, göz kapağı gibi
friksiyonel veya fleksural
bölgelerinde görülen benign oluşumlardır. Zamanla büyüyebilirler. Torsiyone olurlarsa
ağrılı trombotik infarktüs gelişir (3).
32
AKSESUAR MEME DOKUSU
Meme çizgisi ön aksiller hattan başlayarak abdominal duvardan aşağıya iner ve labium
majörde sonlanır. Aksesuar meme dokusu bu hat üzerinde yer alır. Labiumda koyu renkte
meme başı dokusu görülür (4).
VENÖZ VARİKOZİTELER
Hamilelikte büyüyebilen bu damarsal yapılar, doğumdan sonra küçülür. Nadiren obstetrik
problemlere yol açabilirler (3).
KERATİNÖZ KİSTLER
Çok sayıda açık ve kapalı komedonlardır. Sekonder infeksiyon ve kalsifikasyon
görülebilir (3).
VESTİBÜLER MÜKÖZ KİSTLER
Vestibülün herhangi biryerinde ortaya çıkan, asemptomatik kistik oluşumlardır.
Yenidoğanlarda erişkinlerden daha sık görülürler. Translusent bir görünümü vardır. (4)
PAPİLLER HİDRADENOM
Bu bölgede en çok görülen kutanöz adneksiyal tümöral oluşumlardır. Küçük nodül
şeklinde ortaya çıkar ve zamanla ülsere olabilir. Pyojenik granüloma benzer (3).
SİRİNGOM
Nadir görülen erkin kanal tümörleridir. Labium majorlarda asemptomatik multipl papüller
olarak görülürler (3).
33
LENFANJİOM
Lenfatik endotelle çevrili, dilate lenf kanallarından oluşan hamartomatöz bir oluşumdur.
Gerçek bir neoplazi değil, malformasyon olarak kabul edilir. En sık görülen tipi
lenfanjioma sirkumskriptum olup genellikle doğumda ve çocuklukta, nadiren de erişkin
dönemde ortaya çıkabilir. Sıklıkla kız çocuklarda gözlenen bir hastalıktır. Vücudun
herhangi bir yerinde düzensiz gruplar halinde bulunan psödovezikül plaklarından oluşur.
Vulvaya lokalize lenfanjioma olguları tekrarlayan selülit atakları, Crohn hastalığ,
radyoterapi ve lenfödem sonrası görülebilmektedir. İyi huylu bir hastalık olarak
bilindiğinden genellikle konservatif tedavi seçenekleri ön planda tutulmalıdır (37).
HEMATOKOLPOS
Nonperfore himen nedeni ile menstrüel kanın boşalamaması ile karakterize tümöral
oluşumdur. Pubertede, amenore ve siklik ağrı ile kendini gösterir (3).
ENDOMETRİOMA
Premenstrüel dönemde ağrı ve şişlikle kendini gösterir. Labium minörlerde lokalize olur
(3).
PİGMENTE LEZYONLAR
Yapılan retrospektif ve prospektif çalışmalar sonucunda kadınların %10-20’ sind vulvar
pigmente lezyonlar görüldüğü bildirilmektedir. Bu lezyonlardan çoğunu benign lentigolar
oluşturmaktadır. Hastaların sadece %2’ sinde vulvar nevusler saptanmıştır ve bu oran yaş
artışı ile birlikte düşmektedir. Melanom, skuamöz hücreli karsinom, bazal hücreli
karsinomların yanı sıra bazı seboreik keratozlar, vasküler tümörler ve genital siğiller de
34
pigmentasyon göstermektedirler. Ayrıca vulvar liken simpleks kronikus, diskoid lupus
eritematozus ve Paget hastalığı’ nda postinflamatuar difuz hiperpigmentasyon
görülmektedir (4).
VULVAR NEVÜSLER
Vulvada lokalizasyon gösteren benign nevüsler, jonksiyonel, kompound ve intradermal
olabilirler. Jonksiyonel nevüsler keratinize alanlarda olabileceği gibi mukozal yüzeylerde
de görülebilmekte ve lentigo ile karışabilmektedir. Kompound nevüsler ise biraz daha
kubbemsi yapıda olup nevus hücrelerinin hem jonksiyonel hem de intradermal yerleşimi
ile oluşurlar. İntradermal nevusler ise genellikle deri rengindedir ve yumuşak kıvamdadır.
Yapılan çalışmalarda, vulvar yerleşimli nevuslerin morfolojik ve histolojik yapısının
gövde yerleşimli nevuslerden farklı olmadığı gösterilmiştir (4).
KONJENİTAL NEVÜS
Doğumla birlikte veya kısa bir süre sonra ortaya çıkan, düzensiz sınırlı büyük kabarık
şekilli nevuslerdir. Büyük konjenital nevüslerden melanom gelişim riski, normal edinsel
nevuslerde olduğundan biraz daha fazladır. Konjenital nevuslerle ilgili epidemiyolojik
veriler sınırlıdır (3).
LENTİGO VE VULVAR MELANOZİS
Küçük, çapı 5 mm’ den az, hiperpigmente maküler lezyonlardır. Vulvada görülme sıklığı
%3,5-7 arasında değişmektedir. Histopatolojik incelemede, bazal tabakada artmış
pigmentasyon, epidermal lentijinöz proliferasyon ve çeşitli derecelerde melanositik
hiperplazi görülür. Vulvar melanozis ise aynı histopatolojik özellikler görülür ancak
35
lentigolardan biraz daha büyük olup irregüler sınırlara sahip olması nedeni ile melanomu
andırır (4).
VULVAR NEOPLAZİLER
FİBROM VE FİBROSARKOM
Fibromlar, genellikle fibroepitelyal polipleri andıran ancak biraz daha yumuşak kıvamlı
lezyonlardır. Fibrosarkomlar ise daha sert olup sapsızdırlar. Her iki tümöral lezyon da
asemptomatik olup et rengindedir. Yavaş büyürler. Klinik olarak her iki lezyon da
birbirine benzediği için histopatolojik inceleme şarttır (4).
LİPOM VE LİPOSARKOM
Subkutanöz dokunun hamartomu olarak da bilinirler. Asemptomatik olup yavaş büyürler.
Liposarkomlar, lipomlara göre daha sert kıvamdadır. Lezyonda eğer hızlı büyüme
görülüyorsa mutlaka liposarkom açısından değerlendirilmelidir (4).
VERRÜKÖZ KARSİNOM (BUSCHKE-LÖWENSTEİN TÜMÖRÜ)
Lokal olarak büyüme gösteren iyi sınırlı verrüköz yapıdan oluşur. Tümör, kendini
çevreleyen dokudan belirgin olarak ayrılmıştır. Human papilloma virus ile ilişkili olduğu
ve liken skleroz zemininde geliştiği söylenmektedir. Metastaz görülmez. Bölgesel lenf
nodlarında reaktif büyüme izlenir (4).
VULVAR İNTRAEPİTELYAL NEOPLAZİ (VİN)
1987’ de ISSDV tarafından oluşturulmuş bir sınıflamadır. Vulvar intraepitelyal neoplazi,
histopatolojik bir tanımdır. Nükleer hiperkromazi ile birlikte epitelyal hücre
36
matürasyonunun kaybı, pleomorfizm, anormal mitoz görülmesidir. Diskeratotik hücreler,
hiperkeratoz ve parakeratoz da görülebilir (4).
VİN 1 : hafif displazi
VİN 2 : orta derecede displazi
VİN 3 : şiddetli displazi (in situ karsinom)
Vulvanın nonneoplazik epitelyal hastalıkları araında VIN görülme sıklığı %5 olup bu
olgulardan skuamöz hücreli karsinom gelişme oranı %1-5 arasında değişmektedir (4).
Bowen hastalığı, Queyrat eritroplazisi ve bowenoid papülozis, VİN başlığı altında
incelenmesi gereken hastalıklardır. VİN 1 ve 2 nin invaziv skuamöz hücreli kansere
dönüşme riski düşük iken VİN 3 te ise bu risk yüksektir. (4)
BOWEN HASTALIĞI
In situ karsinomlardan olan Bowen hastalığının etyolojisi tartışmalı olup, vücudun güneş
gören alanlarında biraz daha sık görülse de, mukozalar da dahil olmak üzere herhangi bir
yerinde de ortaya çıkabilir. Kırmızı, beyaz veya koyu pigmente, soliter plak lezyon
şeklinde ortaya çıkar. Orta yaşın üstündeki kadınlarda daha sık saptanmıştır. Invaziv
skuamöz hücreli karsinoma dönüşüm bildirilmiştir (4). Arsenik, viral etki, travma,
iyonizan radyasyon ve kalıtımın da etkisinden söz edilmektedir. İç organ maliniteleri ile
birlikte görülebilir (3).
37
BOWENOİD PAPÜLOZ
İlk kez 1960’ larda tanımlanmış olup genç ve seksüel aktif kadınlarda daha sık saptanan
bir hastalıktır. Vakaların %60’ ından fazlasında benign seyretmekte ve spontan remisyon
gösterdiği bilinmektedir. Perineumda dağınık olarak yerleşim gösteren çeşitli renklerde
olabilen lezyonlardır. Lezyonların genellikle siğilimsi hiperkeratotik bir yüzeyi vardır.
Bazıları ise parlak düz yüzeyli olabilmektedir. Vakaların çoğunun etyolojisinde HPV
sorumlu tutulduğu için hastalardan servikal smear alınmalıdır (3)
SKUAMÖZ KARSİNOM
Vulva kanserlerinin %90-95 oranında skuamöz hücreli olduğubilinmektedir. Sıklıkla 7.
dekatta ortaya çıkan bu hastalık daha erken dönemlerde de görülebilmektedir. Çoğu
skuamöz hücreli kanser başlangıçta, yıllarca süren iritasyon veya liken skleroz ile kendini
göstermektedir. İleri yaşta görülen skuamöz kanserler genellikle unifokal yerleşimlidir.
(4).
MELANOM
Melanomun sıklıkla postmenapozal kadınlarda görüldüğü bildirilmiştir. Labium majorler,
klitoris veya labium minörlerde lokalize olur. Deride veya mükoz membranlarda, de novo
oluştuğu veya jonksiyonel nevusten kaynaklandığı bilinmektedir. Vulvada yerleşim
gösteren nevosellüler nevüslerden, melanom gelişebileceği bilinmektedir. Ancak güneş
görmeyen bir bölge olması nedeni ile vulvada melanom gelişim riskinin, güneş gören
vücut bölgelerine göre daha az olduğu düşünülmektedir. Melanomların %2-5’ i vulvada
ortaya çıkar. Vulvar kanserlerin %8-11’ i melanomdur. Vulvada ki melanomlar, diğer
vücut bölgelerinde ki melanomlarda olduğu gibi, derin yerleşim gösteren düzensiz sınırlı
lezyonlardır. Mukozal alanlarda da ortaya çıkabilen melanom lezyonları düzgün yüzeyli,
38
koyu renkli ve düzensiz sınırlıdır ve nodüler komponentleri olabilir. Labium majorlerde
en çok yüzeyel yayılım gösteren tipte melanomlara rastlanırken, mukozal alanlarda daha
çok mukozal lentijinöz tipte melanoma rastlanır. Nodüler tip melanomlar hem vulvar hem
de mukozal yerleşim gösterebilir. Vulvar melanomun en sık görülen şekli süperfisyal
(%50) yayılan tiptir. Nodüler tip ise hem melanotik hem de nonmelanotik kısımlardan
oluşabilir. Amelanotik lezyonlar sıklıkla vulvada yerleşir ve kaşıntı, ülserasyon ve
kanama ile kendini gösterir (4).
DİSPLASTİK NEVÜS
Melanomu olan kişilerde veya aile hikayesinde melanomu olan kişilerde sporadik olarak
ortaya çıkar. Normal edinsel nevuslerden farklı olarak makuler ve papuler komponenti
olan, irregüler sınırlı, büyük, asimetrik ve değişik pigmentasyon gösteren bir nevustur.
Displastik nevusler, artmış melanom riskinin bir göstergesidir. Diğer vücut bölgelerinde
olduğu gibi vulvada da ortaya çıkabilir (4).
BAZAL HÜCRELİ KARSİNOM
Vulvar kanserlerin %5’ ten azını oluşturur. Elli yaşından büyük Kafkas kadınlarında daha
sık görülür. Yuvarlak kenarlı, kubbe şekilli nodül veya plak şeklinde ortaya çıkar (rodent
ülser). Kaşıntı veya ağrı olabilir. Tanı ve tedavide geniş lokal eksizyon yeterli olmaktadır
(4).
ADENOKARSİNOM (BARTHOLİN BEZİ)
Bartholin bezinin adenokarsinomu olarak görülür. Nadir görülen bir kanserdir.
Vulvovajinal duvarda derin yerleşimli tümöral kitle ve küçük bir ülserasyonla kendini
gösterir. Bartholin bezinin cerrahi olarak çıkarılması ve histopatolojik olarak
39
değerledirilmesi ile tanı konulur. Bartholin bezi adenokanserlerinde %37 oranında lenf
nodu metastazı olduğu bilinmektedir (4).
EKSTRAMAMAR PAGET HASTALIĞI
Neoplazik sekretuar bezlerin adenokarsinom hücrelerinin epidermise ulaşması ile ortaya
çıkan bu hastalık, vulvar karsinomlar arasında nadir (%0,2) görülür. Görünümünün bazı
benign vulvar dermatozlarla da benzerlik göstermesi ve kaşıntılı olabilmesi nedeni ile
klinisyeni yanıltabilen bir hastalıktır. Yavaş büyüyen erode, yumuşak (kadifemsi) yüzeyli
plak lezyon tipiktir. Ağrı olabilir (4).
ADENOİD KİSTİK KARSİNOM
Nadir görülen bir hastalıktır. Küçük lokalize görünümünün altında subdermal infiltrasyon
ile yayılım gösteren bir kanserdir. Geniş total eksizyon yapılsa bile nüks riski vardır.
Surveyi skuamöz hücreli karsinomdan daha düşüktür (4).
SARKOM
Vulvar
kanserlerin
%1-2’
sini
oluşturur.
Leiyomiyosarkomlar,
anjiosarkomlar,
fibrosarkomlar, nörofibrosarkomlar, liposarkomlar ve rabdomiyosarkomlar bu grupta yer
alırlar. Geniş lokal eksizyon tedavinin temelini oluşturur (4).
VULVANIN SEKONDER MALİGN TÜMÖRLERİ
Anüs, vajina, serviks, endometriyum, yumurtalık, meme, böbrek ve tiroid kanserlerinin
yayılımı ile vulvar tutulum görülebilmektedir (4).
40
VULVODİNİ
Vulvodini, vulva ağrısı demektir. Hastalık değil bir semptomdur. 1983 yılında ISSVD nin
tanımladığı vulvodini, kızarıklık dışında anormal bulgunun yokluğunda vulvada oluşan
kronik kuruluk, irritasyon, yanma ve hassasiyet olmasıdır. Kaşıntı, tanımlamada yer
almamaktadır. Vulvodini kaşıntı isteğini indükleyen bir durum değildir (4). Vulvodini
başlangıçta 2 ana kategoriye ayrılabilir :
•
Primer vulvodini, görülebilen vulvar patoloji yokluğunda oluşan ağrıdır. Lokalize
deride ve vajinada bir problem olmamalıdır.
•
Sekonder vulvodini, görülebilen vulvar veya vajinal lezyon ağrıya yol açabilir.
İnflamasyon, ülser, bül, fissürasyon, adezyona neden olan dermatolojik durumlar
ve vajinite neden olan hastalıklar vulvodini yapar.
Başlıca şikayetler karıncalanma, batma yanma ve irritasyondur. Günümüzde vulvodini 4
klinik tablo için kullanılmaktadır (38). Bunlar :
1) Vulvar vestibülitis sendromu (fokal vestibülit, vulvanın hiperestezisi, yanan vulva
sendromu, fokal vulvitis) : 1987 yılında Eduard Friedrich “vulvar vestibülitis
sendromu” nu tanımlamıştır. Kriterler şunlardır :
•
vestibüle dokunma veya cinsel ilişki sırasında şiddetli ağrı olması
•
vestibüle basınç uygulanması ile hassasiyet olması
•
vulvada değişik derecelerde eritem olması
Bu hastalar vulvaya bası olmayan dönemde rahattırlar. Dar pantolon giyme, uzun süre
oturma, menstürasyon sırasında tampon kullanımı ve cinsel ilişki sırasında rahatsızlık
hissederler. VVS un primer ve sekonder formları mevcuttur. Primer formda, ağrı ilk cinsel
41
ilişki sırasında ortaya çıkar. Hastaların %56 sında, hasta daha önce normal cinsel ilişkiler
yaşamıştır.
2) Dizestezik vulvodini : semptomlar devamlı olarak hastayı rahatsız eder. (esansiye
vulvodini, nörojen kaynaklı vulvodini, pudental neuralji) pudental sinir
patolojisinden kaynaklanan bir durum olduğu için vulvada yaygın değişik
derecelerde yanma, batma kaşıntı olabilir. Perimenapozal dönemde daha sık
görülür.
3) Siklik vulvovajinit : ağrı tipik olarak siklik olup mensturasyon öncesinde ya da
sonrasında şiddetlenmektedir. Nedeninin kandida antijenine karşı oluşan bir
hipersenstivitenin neden olduğu düşünülmektedir.
4) Vulvar dermatozlar: alerjik kontakt dermatit, liken planus… vb
Vulvodiniyi değerlendirmek için jinekolog, dermatolog, psikolog, psikiyatrist, fizik tedavi
uzmanı, ağrı bilim dalını kapsayan multidisipliner bir yaklaşım gerekmektedir (38).
42
MATERYAL VE METOD
Çalışmamıza, Temmuz 2007 ve Mayıs 2008 tarihleri arasında Şişli Etfal Eğitim ve
Araştırma Hastanesi Dermatoloji polikliniğine çeşitli dermatolojik şikayetlerle başvuran
18 yaş üstü 1000 kadın hasta rastgele alındı. Alınan tüm hastalar yaş, eğitim durumu ve
medeni durumu açısından sorgulandı. Tüm hastalar başvuru sebebi açısından
değerlendirildi ve vulvar bölge şikayetiyle başvurup başvurmamalarına göre gruplandı.
Hem dermatolojik hem de detaylı vulvar muayeneleri yapıldı. Vulvar semptom varlığı
sorgulandı. Elde edilen veriler hasta formlarına kaydedildi (Tablo 3).
Tablo 3. Hasta formu
HASTA FORMU
Hastanın :
1. Adı ve soyadı
2. Yaşı
3. Eğitim durumu
4. Medeni durumu
5. Menopoz durumu
6. Dermatoloji polikliniğine başvuru nedeni (Vulvar bölge şikayeti + / - )
7. Dermatolojik muayenesi
8. Vulvar semptom varlığı
9. Vulvar muayenesi
10. Vulvar dermatozun ait olduğu grup :
o Vulvar infeksiyonlar
o Deri hastalıklarının vulvar tutulumu
o Sistemik hastalıkların vulvar tutulumu
o Vulvar neoplaziler
o Benign vulvar lezyonlar
43
Vulvar hastalık tanısı, klinik özellikleri ve detaylı hasta anamnezi temel alınarak kondu.
Bazı şüpheli lezyonlarda, Wood lambası ve dermoskop ile muayene, KOH ile nativ
preparat, histopatolojik ve/veya direkt immunfloresan inceleme gibi tanısal işlemlerle
klinik tanı desteklendi.
Tespit ettiğimiz hastalıklar aşağıda kendi oluşturduğumuz sınıflamaya göre gruplandırıldı.
1. Vulvar infeksiyonlar
2. Deri hastalıklarının vulvar tutulumu
3. Sistemik hastalıkların vulvar tutulumu
4. Vulvar neoplaziler
5. Benign vulvar lezyonlar
Çalışmanın sonunda, saptanan bulgular istatistiksel olarak değerlendirildi. Verilerin
değerlendirilmesinde
SPSS
for
windows
10.0
istatistik
paket
programı
ve
karşılaştırmalarda ki-kare testi kullanıldı. p<0.05 ise istatistiksel olarak anlamlı kabul
edildi.
44
BULGULAR
Çalışmamıza yaşları 18 ve 74 arasında (ort. 36,05 ± 13,58) değişen toplam 1000 kadın
hasta alındı (Grafik 1).
Grafik 1. Yaş grafiği
Çalışmamıza aldığımız 1000 kadın hastanın 491’i (%49,1) 25-44, 266’sı (%26,6) 45-74,
243’ü (%24,3) 18-24 yaş grubunda saptandı. Hastaların 523’ü (%52,3) ilkokul mezunu,
730’u (%73) evli idi. (Tablo 4).
Tablo 4. Tüm hastaların genel sosyodemografik özellikleri
45
n
%
18-24
243
24,3
25-44
491
49,1
45-74
266
26,6
okur yazar olmayan
82
8,2
ilkokul
523
52,3
ortaokul
67
6,7
lise
199
19,9
üniversite
129
12,9
bekar
270
27,0
evli
730
73,0
Yaş
Eğitim
Medeni durum
Vulvar deri hastalıklarının 164’ünde (%77,4) tanı için sadece klinik muayene yeterli
olurken 14 (%6,6) hastada histopatolojik, 4 (%1,9) hastada ise direkt immunfloresan
inceleme ile klinik tanı desteklendi. Klinik morfolojik özellikleri açısından birbirinin
ayırıcı tanısına giren hastalıkları değerlendirmek için 5 (%2,4) hastada Wood lambası
kullanılırken 5 (%2,4) hastaya da KOH ile nativ preparat yapıldı. Ayrıca 20 (%9,4)
hastanın pigmente lezyonlarının incelenmesinde dermoskop kullanıldı (Tablo 5 ).
Tablo 5 . Tanı yöntemleri
46
Tanı Yöntemleri
n
%
ƒ
klinik
164
77,4
ƒ
dermoskopi
20
9,4
ƒ
biyopsi
14
6,6
ƒ
koh
5
2,4
ƒ
wood lambası
5
2,4
ƒ
direkt immunfloresan
4
1,9
Çalışma kapsamındaki hastaların muayenesinde 212 hastada (%21,2) vulvar deri hastalığı
saptanırken, 788 hastada (%78,8) vulvar deri hastalığı saptanmadı (Tablo 6).
Tablo 6. Vulvar deri hastalığı görülme sıklığı
n
%
Vulvar deri hastalığı olan
212
21,2
Vulvar deri hastalığı olmayan
788
78,8
Vulvar deri hastalığı olan hastaların 129’u (%60,8) 25-44, 51’i (%24,1) 45-74, 32’si
(%15,1) 18-24 yaş grubunda idi (Grafik 2).
Grafik 2. Vulvar deri hastalığı olanların yaş aralıklarına göre dağılımı
47
%
70
60
50
40
Vulvar deri hastalığı
30
20
10
0
18-24
25-44
%15,1
%60,8
45-74
%24,1
Vulvar deri hastalığı olanların 98’i (%46,2) ilkokul,
42’si (%19,8) üniversite, 40’ı
(%18,9) lise, 14’ü (%6,6) ortaokul mezunuydu. Onsekizi (%8,5) okur yazar değildi
(Grafik 3).
Grafik 3. Vulvar deri hastalığı olanların eğitim durumu
%
50
40
30
20
Vulvar deri hastalığı
10
0
okur yazar
olm ayan
ilkokul
ortaokul
lise
%46,2
%6,6
%18,9
universite
%19,8
%8,5
Vulvar deri hastalığı olanların 153’ü (%72,2) evli iken 59’u (%27,8) bekardı (Grafik 4).
Grafik 4. Vulvar deri hastalığı olanların medeni durumu
48
%
80
70
60
50
40
30
20
10
0
Vulvar deri hastalığı
bekar
evli
%27,8
%72,2
Vulvar deri hastalığı saptanan 212 hasta, vulvar deri hastalıkları sınıflamasına göre
gruplandırıldığında; deri hastalıklarının vulvar tutulumu 100 hastada (%47,2) saptanırken
77 hastada (%36,3) vulvar infeksiyon hastalıkları saptandı. Benign vulvar lezyonlar 28
hastada
(%13,2), sistemik hastalıkların vulvar tutulumu 5 hastada (%2,4), vulvar
neoplaziler 2 hastada (%0,9) saptandı (Grafik 5).
Grafik 5. Vulvar deri hastalıkları sınıflamasına göre grupların sıklığı
%13,2
%2,4 %0,9
Deri hastalıklarının vulvar
tutulumu
Vulvar infeksiyon
Benign vulvar lezyonlar
%36,3
%47,2
Sistemik hastalıkların
vulvar tutulumu
Vulvar neoplaziler
49
Psödofollikülit hastaların %24,1’ inde, kondilom %9,9’ unda, kandidiyazis %7,5’ inde,
intertrigo %4,2’ sinde fronkül %3,8’ inde ve konjenital kıllı nevüs %3,8’ inde saptandı.
Ayrıca
psoriazis vulgaris hastaların %3,3’ ünde, molluskum kontagiosum
kontagiyozum %2,8’ inde, liken simpleks kronikus %2,8’ inde, eritrazma %2,4’ ünde,
follikülit %2,4’ ünde, tinea ingulinalis %2,4’ ünde, lentigo %2,4’ ünde, akrokordon
%2,4’ ünde, Behçet hastalığına bağlı genital aft %1,9’ unda, eritema multiformeye bağlı
erezyon ve büller %1,9’ unda, herpes genitalis %1,9’ unda, irritan ekzema %1,9’ unda,
seboreik keratoz %1,9’ unda, anjiokeratom %1,4’ ünde, hemanjiom %1,4’ ünde,
hidradenitis süppürativa %1,4’ ünde, pitriyazis roseye bağlı furfurik döküntüler %1,4’
ünde, pemfigus vulgarise bağlı erezyon ve büller %1,4’ ünde, varisellaya bağlı veziküler
döküntü %1,4’ ünde, seboreik dermatit %0,9’ unda, liken planus %0,9’ unda, atopik
ekzema %0,5’ inde, bowenoid papüloz %0,5’ inde, darier hastalığı %0,5’ inde, henoch
schönlein purpurası %0,5’ inde, likenskleroatrofik %0,5’ inde, paget hastalığı %0,5’
inde, büllöz pemfigoid %0,5’ inde, vitiligo %0,5’ inde, skabiyez %0,5’ inde saptandı.
Gruplardaki tüm vulvar deri hastalıklarının dağılımı ise şöyleydi (Tablo 7) :
Tablo 7. Vulvar deri hastalıklarının vulvar hastalık gruplarına göre dağılımı ve sıklığı
50
Vulvar hastalık grupları
Vulvar muayenede saptanan
hastalıklar
psödofollikülit
intertrigo
psoriazis
liken simpleks kronikus
irritan ekzema
ürtiker
eritema multiforme
pemfigus
pitriyazis rose
liken planus
seboreik dermatit
atopik ekzema
pemfigoid
vitiligo
Darier hastalığı
likenskeroatrofik
kondilom
kandidiyazis
fronkül
molluskum kontagiyozum
tinea inguinalis
eritrazma
follikülit
herpes genitalis
hidradenitis süppürativa
Su çiçeği
skabiyez
konjenital kıllı nevüs
Lentigo
n
%
51
9
7
6
4
4
4
3
3
2
2
1
1
1
1
1
21
16
8
6
5
5
5
4
3
3
1
8
5
24,1
4,2
3,3
2,8
1,9
1,9
1,9
1,4
1,4
0,9
0,9
0,5
0,5
0,5
0,5
0,5
9,9
7,5
3,8
2,8
2,4
2,4
2,4
1,9
1,4
1,4
0,5
3,8
2,4
akrokordon
5
2,4
seboreik keratoz
4
1,9
Hemanjiom
3
1,4
Anjiokeratom
3
1,4
Sistemik hastalıkların
Behcet hastalığı
4
1,9
vulvar tutulumu
Henoch schönlein vasküliti
1
0,5
Vulvar neoplaziler
bowenoid papüloz
1
0,5
Paget hastalığı
1
0,5
Deri hastalıklarının
vulvar
tutulumu
Vulvar infeksiyon
hastalıkları
Benign vulvar
lezyonlar
51
En sık saptanan ilk 5 vulvar dermatoz ise şunlardı :
1. Psodofollikülit (%24,1)
2. Kondilom (%9,9)
3. Vulvar kandidiyazis (%7,5)
4. İntertrigo (%4,2)
5. Fronkül (%3,8) ve konjenital kıllı nevüs (%3,8) (Grafik 5).
Grafik 5. En sık saptanan vulvar deri hastalıkları
% 46,7
% 24,1
Psödofollikülit
Kondilom
Kandidiyazis
İntertrigo
Fronkül
% 9,9
Konjenital kıllı nevüs
Diğerleri
% 7,5
%3,8
%3,8
% 4,2
Vulvar deri hastalığı saptanan 212 hastanın 74’ ü (%34,9) vulvar bölge şikayetiyle
başvurmuş iken, 138’ i (%65,1) vulvar bölge şikayetiyle başvurmamıştı (Tablo 8).
Tablo 8. Vulvar bölge şikayetiyle başvuru sıklığı
52
n
%
Vulvar bölge şikayetiyle başvuran
74
34,9
Vulvar bölge şikayetiyle başvurmayan
138
65,1
Vulvar deri hastalığı saptanan hastalarda, vulvar bölge şikayetiyle başvurusu olan ve
olmayan hastalar arasında yaş, eğitim durumu ve medeni hal açısından istatistiksel olarak
anlamlı bir fark saptanmadı (p=0,816, p=0,189, p=0,157) (Tablo 9)
Tablo 9. Vulvar bölge şikayeti ile başvuran ve başvurmayanlarda sosyodemografik
özelliklerin karşılaştırılması
Vulvar bölge şikayetiyle
Vulvar bölge şikayetiyle
Başvuranlar
Başvurmayanlar
n (%)
n (%)
18-24
20 (%14,5)
12 (%16,2)
25-44
83 (%60,1)
46 (%62,2)
45-74
35 (%25,4)
16 (%21,6)
okur yazar olmayan
16 (%11,6)
2 (%2,7)
ilkokul
65 (%47,1)
33 (%44,6)
ortaokul
9 (%6,5)
5 (%6,8)
lise
23 (%16,7)
17 (%23)
üniversite
25 (%18,1)
17 (%23)
bekar
34 (%24,6)
25 (%33,8)
evli
104 (%75,4)
49 (%66,2)
p
Yaş
0,816
Eğitim
0,189
Medeni durum
0,157
53
Deri hastalıklarının vulvar tutulumu olanların %85’i ve sistemik hastalıkların deri
tutulumu olanların %80’i vulvar bölge şikayetiyle doktora başvurmazken, vulvar
infeksiyon hastalığı olanların %65’i vulvar bölge şikayetiyle doktora başvurmuştu. Vulvar
neoplazisi olanların tümünün (%100) doktora başvurduğu saptanırken benign vulvar
lezyonu olanların sadece %21,5’ inin doktora başvurduğu belirlendi (Tablo 10).
Tablo 10. Vulvar bölge şikayetiyle başvuran ve başvurmayan hastalarda vulvar hastalık
gruplarının sıklığı
Vulvar bölge
şikayetiyle
başvurmayan
n (%)
Vulvar bölge
şikayetiyle
başvuran
n (%)
Deri hastalıklarının vulvar tutulumu
85 (%85)
15 (%15)
Vulvar infeksiyon hastalıkları
27 (%35)
50 (%65)
Benign vulvar lezyonlar
22 (%78,5)
6 (%21,5)
Vulvar neoplaziler
-
2 (%100)
Sistemik hastalıkların vulvar tutulumu
4 (%80)
1 (%20)
Vulvar hastalık
grupları
Vulvar bölge şikayetiyle başvuran hastaların %67,6’sı vulvar infeksiyon, %20.4’ü deri
hastalıklarının vulvar tutulumu, %20.3’ü benign vulvar lezyonlar, %8.1’i vulvar neoplazi
ve %1.4’ü sistemik hastalıkların vulvar tutulumu idi (Grafik 6).
Grafik 6. Vulvar bölge şikayetiyle başvuranlarda vulvar hastalık gruplarının dağılımı
54
Vulvar infeksiyonlar
%67,6
Deri hastalıklarının
vulvar tutulumu
Benign vulvar lezyonlar
Vulvar neoplaziler
%1,4
%8,1
%20,3
%20,4
Sistemik hastalıkların
vulvar tutulumu
Vulvar bölge şikayetiyle başvurmayan hastaların %61,6’sı deri hastalıklarının vulvar
tutulumu, %19.6’sı vulvar infeksiyonlar, %5.9’u benign vulvar lezyonlar ve %2.9’u
sistemik hastalıkların vulvar tutulumu idi (Grafik 7).
Grafik 7. Vulvar bölge şikayetiyle başvurmayanlarda vulvar hastalık gruplarının dağılımı
%15,9
%2,9
Deri hastalıklarının vulvar
tutulumu
Vulvar infeksiyonlar
Benign vulvar lezyonlar
Sistemik hastalıkların vulvar
tutulumu
19,6
%61,6
55
Vulvar bölge şikayetiyle başvuran hastalarda en sık saptanan vulvar deri hastalıkları sırası
ile
kondilom (16, %21,6)
fronkül (8, %10,8) molluskum kontagiyozum (6, %8,1)
follikülit (5, %6,8) idi. Herpes genitalis, eritrazma, intertrigo ve psödofollikülit sıklığı ise
%5,4’ er idi. Vulvar bölge şikayetiyle başvurmayan hastalarda ise en sık saptanan vulvar
deri hastalıkları sırası ile psödofollikülit (47, %34,1) kandidiyazis (16, %11,6) intertrigo
(9, %6,5) psoriazis vulgaris (7, %5,1) konjenital kıllı nevüs (6, %4,3) idi.
Vulvar bölge şikayetiyle başvuran grupta folikülit, fronkül, kondilom ve herpes genitalis
görülme sıklığı, vulvar bölge şikayetiyle başvurmayan gruba göre anlamlı derecede fazla
idi (p<0,05). Vulvar bölge şikayetiyle başvurusu olmayan grupta ise psödofollikülit,
intertrigo ve kandidiyazis görülme sıklığı diğer gruba göre anlamlı derecede fazla idi
(p<0,05). (Tablo 9)
Tablo 9. Vulvar bölge şikayetiyle başvuran ve başvurmayanlarda vulvar deri
hastalıklarının karşılaştırılması
Vulvar deri
hastalığı
Vulvar bölge şikayetiyle Vulvar bölge şikayetiyle
basvuranlar
basvurmayanlar
n (%)
p
n (%)
follikülit
-
5 (%6,8)
0,004**
fronkül
-
8 (%10,8)
0,000***
herpes genitalis
-
4 (%5,4)
0,014*
intertrigo
9 (%6,5)
-
0,028*
kandidiazis
16 (%11,6)
-
0,000***
kondilom
5 (%3,6)
16 (%21,6)
0,000***
molluskum
-
6 (%8,1)
0,001***
psödofollikülit
47 (%34,1)
4 (%5,4)
0,000***
56
Vulvar deri hastalıklarının yol açtığı ağrı, kaşıntı, yanma, soliter ve/veya multipl lezyon
varlığı açısından değerlendirildiğinde ise hastaların 81’ inde (%38,2) kaşıntı, 14’ ünde
(%6,6) ağrı, 11’ inde (%5,2) yanma, 42’ sinde (%19,8) soliter ve/veya multipl lezyon
saptandı. Hastaların 64’ ünde (%30,2) semptom yoktu (Grafik 8).
Grafik 8. Vulvar deri hastalığı olanlarda semptom sıklığı
%6,6
%5,2
%38,2
%19,8
kaşıntı
semptom yok
soliter ve/veya multipl lezyon
varlığı
ağrı
yanma
%30,2
Vulvar bölge şikayetiyle başvuran hastaların %50 si soliter ve/veya multipl lezyon
göstermek, %31.1’i kaşıntı, %18.9’u ağrı nedeniyle başvurmuştu (Grafik 9).
Grafik 9. Vulvar bölge şikayetiyle başvuran hastalarda semptomların dağılımı
%50
%18,9
ağrı
kaşıntı
soliter ve/veya multipl lezyon varlığı
%31,1
57
Vulvar bölge şikayetiyle başvurmayan hastaların %46.4’ü semptom yokken, %42’sinde
kaşıntı, %8’inde yanma ve %3.6’sında soliter ve/veya multipl lezyon şikayeti vardı
(Grafik 10).
Grafik 10. Vulvar bölge şikayetiyle başvurmayan hastalarda semptomların dağılımı
%3,6
%8
%42
kaşıntı
Semptom yok
soliter ve/veya multipl lezyon varlığı
yanma
%46,4
Semptomlar
vulvar
bölge
şikayetiyle
başvuran
ve
başvurmayan
gruplarda
değerlendirildiğinde ağrı semptomu olan hastaların tümünün doktora başvurduğu
saptanırken, vulvar yanma semptomu olan hastaların hiçbirisinin doktora başvurmadığı
görüldü. Soliter ve/veya multipl lezyonu olanların %88.1 i doktora başvururken, bu oran
kaşıntısı olanlarda %28.4 idi (Tablo 10).
Tablo 10. Vulvar bölge şikayetiyle başvuran ve başvurmayanlarda semptomların
karşılaştırılması
58
Vulvar bölge şikayetiyle
Başvurmayan
Vulvar bölge şikayetiyle
Başvuran
ağrı
n (%)
-
n (%)
14 (%100)
kaşıntı
58 (%71,6)
23 (%28,4)
Soliter ve/veya multipl
5 (%11,9)
37 (%88,1)
yanma
11 (100%)
-
semptom yok
64 (100%)
-
SEMPTOM
lezyon varlığı
59
TARTIŞMA
Vulva, anatomik lokalizasyonu nedeni ile zor gözlenebilen bir vücut bölgesidir. Hem
kıvrımlı yapısı hem de sürekli örtülü olması, vulvada ortaya çıkan hastalıkların gözden
kaçmasına neden olmaktadır. Vulvar bölgenin spesifik dermatozlarının yanı sıra pek çok
dermatolojik hastalık da bu bölgeyi tutabilmektedir (39). Vulvar hastalıkların tespitinde
dermatolojik muayene çok değerlidir. Ancak vulvar bölge şikayeti ile başvurmayan
hastaların dermatolojik muayenesinde bu bölgenin sıklıkla atlanması, bazı hastalıklara geç
tanı konmasına yol açmaktadır. Nitekim çalışmamızda vulvar deri hastalığı olan hastaların
sadece %34.9’ u vulvar bölge şikayeti ile başvurmuştu.
Semptomatolojisi ve klinik morfolojik özellikleri değişkenlik gösteren vulvar deri
hastalıklarının insidansı ile ilgili yapılmış çalışmalardaki rakamlar çalışmayı yapan
doktorun branşına ve de hastanın başvuru şikayetine göre değişkenlik göstermektedir.
Genellikle dermatologların yaptığı çalışmalarda deri hastalıklarının vulvar tutulumu
saptanırken, jinekologların yaptığı çalışmalarda infeksiyon hastalıklarına ve neoplazilere
rastlanmaktadır (39, 40-46).
Bizim çalışmamızda vulvar deri hastalığı insidansı %21,2 gibi yüksek oranda idi. Gerçi
bu hastaların %47,2’ si vulvar hastalıkların deri tutulumu ve %2,4’ ü ise sistemik
hastalıkların deri tutulumu olsa da hastalığa tanı koymayı sağlayacak karakteristik deri
döküntüleri bazen sadece bu bölgede olabilir. Dolayısıyla sadece vulvaya ait olanlar değil,
vulvayı tesadüfen tutan hastalıklarda da bu bölgenin muayenesi tanı koydurabilir veya
tanıyı destekleyebilir. Yoğun poliklinik şartlarında tam bir dermatolojik muayenenin
yapılamaması yanında ayrıca ülkemizin sosyokültürel yapısına ait farklılıklar da bu bölge
60
muayenesinin atlanma sebebidir. Toplumun büyük bir kesimi vulvar bölge şikayetleri
için uzman yardımı almaktan kaçınmakta, evlerinde ampirik tedaviler uygulamaktadır.
Çoğu aile, kız çocuklarının evlenmeden önce vulvar bir şikayetle doktora başvurmasını
uygun bulmamaktadır. Birçok kadın ancak evlenince doktora başvurmakta, böylece
hastalıkların tanı ve tedavisi daha da gecikmektedir (39).
Eğitim seviyesi yükseldikçe, sosyokültürel davranış modelinin dışına çıkabilen hastaların
vulvar bölge şikayetiyle doktora başvurmasında artış beklenebilir. Nitekim Gökdemir ve
ark. nın yaptığı çalışmada eğitim seviyesi yükseldikçe dermatolojik muayeneye gelen
hasta oranı artmaktaydı (39). Çalışmamızda ise vulvar bölge şikayeti ile başvuran ve
başvurmayan hastalarda eğitim seviyesini istatistiksel olarak karşılaştırmaya yetecek hasta
sayımız yoktu.
Vulvar deri hastalıkları, semptomatik olması nedeni ile konsültasyon gerektiren
hastalıklardır (47). Neredeyse tüm deri hastalıklarının vulvar komponenti olabilmektedir.
Çalışmamızda deri hastalıklarının vulvar tutulumu, en sık saptanan hastalık grubunu
(%47,2) oluşturmaktaydı.
Vulvar infeksiyonlar, cinsel temasla bulaşan hastalıklar nedeni ile günümüzde en çok
sözü geçen vulvar hastalık grubudur (48). Literatür taramalarında, kadınlarda görülen
vulvar infeksiyon hastalıkları açısından toplu veriler oluşturulamadığı, her hastalığın ayrı
ayrı incelendiği görülmektedir. Özellikle kondilomlar, morbiditeleri nedeni ile önemi
günden güne artan bir sağlık sorunu haline gelmiştir (49-51). Cinsel olarak aktif bireylerin
yaşamları boyunca %75-80 oranında HPV ile enfekte olma riski taşıdığı bilinmektedir
(52). Biz çalışmamızda kondilom sıklığını %9,9 olarak saptadık.
61
Amerika’ da yapılan çalışmalarda kondilom sıklığı %20-30 olarak saptanmıştır (49, 51).
İngiltere’ de son yıllarda yapılan taramalarda, kondilom sıklığının genç erişkinlerde daha
da arttığı bildirilmiştir. Sullivan ve arkadaşları yaptıkları bir çalışmada vulva kliniğine
başvuran 135 kadın hastayı değerlendirilmiş ve hastaların %10’ unda kondilom
saptamıştır (42).
Çalışmamızda en sık saptanan vulvar deri hastalığı, psödofollikülit (%24,1) idi. Genital
bölge psödofollikülitinin, sıklıkla epilasyon sonrasında ortaya çıkan yalancı bir
inflamasyon olduğu bilinmektedir (3). Bu durum çoğu zaman hastalar tarafından
atlanmakta ve epilasyona bağlı tekrarlayan travmalar nedeni ile de kronikleşmektedir.
Toplumumuzda, kadınların genital bölge epilasyonuna önem vermesi nedeni ile
psödofollikülitin sık görülebileceği tahmin edilse de bu konuyla ilgili literatür bilgisine
rastlanmamıştır. Yapılan araştırmalarda daha çok, erkeklerin sakal bölgesinde tıraş
sonrasında ortaya çıkan psödofollikülitis barbaedan bahsedildiği görülmektedir (21-24).
Buradan yola çıkarak, kadınlarda da genital bölgede epilasyon sonrasında psödofollikülit
gelişiminden bahsetmek mümkündür. Psödofollikülitlerin genellikle kaşıntı ile seyrettiği
bilinmektedir (3). Ancak çalışmamızda, herhangi bir vulvar bölge şikayetiyle
başvurmamış hasta grubunda psödofolliküliti anlamlı ölçüde fazla (%34,1) saptamış
olmamızı, hastaların kronik olan bu durumu kabullenmesine, vulvar bakım konusunda
bilgilerinin yetersiz olmasına ve doktora başvurmaktan çekinmesine bağlayabiliriz.
Vulva devamlı nemli kaldığı için bazı fırsatçı infeksiyonların gelişimine uygun bir ortam
oluşturmaktadır (8). Kötü hijyenik koşullar, antibiotik kullanımı, obezite, diyabet ve
cinsel aktivite ile tetiklenebilen vulvovajinal kandidiyazis, kadınlarda sık görülen
62
infeksiyöz bir hastalıktır (53). Yapılan çalışmalarda vulvovajinal kandidiyazis sıklığı
genellikle %6-16 arasında değişmektedir (3, 18, 53, 54). Özellikle gelişmekte olan
toplumlarda bu oranların daha da arttığı bilinmektedir. Çalışmamızda vulvar kandidiyazis
sıklığını %7,5 olarak bulduk. Yine etyolojide benzer nedenlerin yol açtığı intertrigo
sıklığını %4,2 fronkül sıklığını da %3,8 olarak bulduk.
Vulvar
bölge
şikayetiyle
başvuran
hastalarda,
kondilom,
fronkül,
molluskum
kontagiosum, follikülit ve herpes genitalis gibi infeksiyon hastalıkları anlamlı ölçüde fazla
saptanmıştır. Bu hastalıkların bir kısmı ağrı ve/veya şişlik ile kendini gösterirken bazıları
ani ortaya çıkan soliter ve/veya multipl lezyonla kendini göstermektedir (15).
Çalışmamızda soliter ve/veya multipl lezyonu olan hastaların çoğunun ve ağrı şikayeti
olan hastaların tamamının doktora başvurmuş olması bu görüşü desteklemektedir.
Vulvar hastalıklarının oldukça semptomatik olduğu, özellikle büllü ve ülserli lezyonlarla
seyreden deri hastalıklarının vulvada çoğu zaman gürültülü tablolar oluşturduğu
bilinmektedir (29). Vulvar deri hastalıklarında, kaşıntının %55-80 oranında görüldüğü ve
en sık saptanan semptom olduğu bildirilmiştir (3, 8, 18, 53, 54). Sullivan ve ark 135
hastada vulvar deri hastalıklarını değerlendirmişler ve hastaların %52’ sinde kaşıntı, %25’
inde ağrı, %3’ ünde akıntı, %2’ sinde ülser, %5’ inde disparoni olduğunu bildirmişlerdir
(42).
Çalışmamızda hastaların %38’ inde kaşıntı, %19,8’ inde soliter ve/veya multipl lezyon,
%6,6’ sında ağrı, %5,2’ sinde yanma olduğunu saptadık. İlginçtir ki, kaşıntı semptomu
özellikle vulvar bölge şikayetiyle başvurmamış gruptaki hastalarda daha fazla idi. Eğitim
eksikliği ve hastalığının bilincinde olmamaya bağlı olarak özellikle kaşıntı gibi kronik
63
seyreden şikayeti olan hastaların doktora başvurmamış olduğunu düşünebiliriz. Nitekim,
vulvar bölge şikayetiyle başvurmamış grupta psödofollikülit, intertrigo, psoriazis vulgaris
ve kandidiyazis gibi kaşıntı ile seyreden hastalıklar anlamlı derecede fazla bulundu.
Vulvar bölge şikayeti ile başvurmamış hastaların %46,4’ ünde vulvar semptom yoktu.
Yine bu gruptaki hastaların %61,6’ sında ise deri hastalıklarının vulvar tutulumu mevcut
idi. Bu durum hastaların vulvar tutulumu, hastalıklarının doğal sürecinin bir sonucu olarak
değerlendirmesi ile açıklanabilir.
Vulvanın benign lezyonları genellikle semptomatik olmadığı için hastalar tarafından fark
edilmemekte veya fark edilse de doktora başvuru sebebi olarak görülmemektedir (55).
Sullivan ve ark.(42) yapmış oldukları çalışmada 135 hastanın %5’ inde vulvanın benign
lezyonlarını saptarken Tan ve ark.(40) yaptıkları çlışmada 417 hastanın %8,6’ sında
benign lezyon saptamıştır. Çalışmamızda ise hastaların %13,3’ ünde vulvanın benign
lezyonlarını saptadık. Bu oran yüksek gözükse de geniş hasta serilerinde benign lezyon
sıklığı ile ilgili çalışmalar literatürde yoktur. Ayrıca hasta grubumuzun %26,6’ sı 45 yaşın
üstünde olduğundan yaşla birlikte artan seboreik keratoz, hemanjiom gibi lezyonlar bu
oranın artmasına katkıda bulunmuştur.
Literatüre bakıldığında, dermatoloji polikliniğinde yürütülen çalışmalarda vulvar
neoplazilere daha az rastlandığı bildirilmiştir. Sullivan ve arkadaşlarının yapmış oldukları
çalışmada, 135 hastanın %63’ ü için dermatoloji konsültasyonu istenirken sadece %28’ i
için jinekoloji konsültasyonu istenmiş olup tüm hastaların %1’ inde vulvar neoplazi
saptanmış (43). Biz de çalışmamızda, vulvar neoplazileri %0,9 oranında saptadık.
Dermatoloji polikliniklerinde vulvar neoplazi görülme sıklığının düşük olması, hastaların
64
vulvar neoplazileri için daha çok jinekoloji ve cerrahi kliniklerine başvurması ile
açıklanabilir.
Vulvar
hastalıklar
dermatoloji,
jinekoloji,
üroloji
gibi
birden
fazla
disiplini
ilgilendirmektedir. Ayrıca gerek bu bölgenin kendi hastalıkları gerekse de sistemik ve deri
hastalıklarının bu bölgedeki görüntüleri farklı olabilmektedir. Bu sebepten dermatologlar
ya da jinekologlar tanı ve tedavide zorlanmaktadırlar. Aynı nedenlerle dünyada giderek
artan sayıda vulva klinikleri açılmakta ve bu konuda çalışmalar yapılmaktadır. Ülkemizde
bu konu henüz tam olarak ele alınmamıştır, değil özel vulva kliniği, bu bölge ile ilgili bir
çalışma da şimdiye kadar yapılmamıştır. Çalışmamız bu konuda yapılmış ilk çalışmadır
ve tabii ki çok daha geniş kapsamlı epidemiyolojik araştırmalarla konu ilerletilmelidir.
Öte yandan, her konuda olduğu gibi vulvar bölge hastalıkları açısından kadınların
eğitilmesi ve multidisipliner yaklaşımların benimsenmesi uygun olacaktır.
65
ÖZET
GİRİŞ: Çoğu vulvar hastalığın insidansı bilinmemektedir. Kadınlar genellikle vulvar
bölge şikayetiylerini kolaylıkla dile getirememektedirler. Tıbbi yardım almak isteyen
kadınlar
ise
sadece
dermatoloji
kliniklerine
değil
jinekoloji
kliniklerine
de
başvurmaktadırlar. Bu nedenle yapılan epidemiyolojik çalışmalarda verilen rakamlar,
çalışmayı yapan doktorun uzmanlık alanına göre değişkenlik göstermektedir.
AMAÇ: Vulvar deri hastalıklarının dermatoloji polikliniğinde görülme sıklığını ve
dağılımını saptamayı amaçladık.
MATERYAL METOD: Çalışmamıza yaşları 18 ve 74 arasında (ort. 36,05 ± 13,58)
değişen toplam 1000 kadın hasta alındı. Alınan tüm hastalar yaş, eğitim durumu ve
medeni durumu açısından sorgulandı. Tüm hastalar başvuru sebebi açısından
değerlendirildi ve vulvar bölge şikayetiyle başvurup başvurmamalarına göre gruplandı.
Hem dermatolojik hem de detaylı vulvar muayeneleri yapıldı. Vulvar semptom varlığı
sorgulandı.
BULGULAR: Vulvar deri hastalığı 212 hastada (%21,2) saptanırken, 788 hastada
(%78,8) vulvar deri hastalığı saptanmadı. Vulvar deri hastalığı saptanan 212 hasta, vulvar
deri hastalıkları sınıflamasına göre gruplandırıldığında; deri hastalıklarının vulvar
tutulumu 100 hastada (%47,2) saptanırken
77 hastada
(%36,3) vulvar infeksiyon
hastalıkları saptandı. Benign vulvar lezyonlar 28 hastada (%13,2), sistemik hastalıkların
vulvar tutulumu 5 hastada (%2,4), vulvar neoplaziler 2 hastada (%0,9) saptandı. En sık
saptanan ilk 5 vulvar dermatoz ise sırası ile psödofollikülit (%24,1), kondilom (%9,9),
66
kandidiyazis (%7,5), intertrigo (%4,2), fronkül (%3,8) ve konjenital kıllı nevüs (%3,8)
idi. Vulvar deri hastalığı saptanan 212 hastanın 74’ ü (%34,9) vulvar bölge şikayetiyle
başvurmuş iken, 138’ i (%65,1) vulvar bölge şikayetiyle başvurmamıştı. Vulvar bölge
şikayetiyle başvurusu olan ve olmayan hastalar arasında yaş, eğitim durumu ve medeni
hal açısından istatistiksel olarak anlamlı bir fark saptanmadı (p>0,05). Deri hastalıklarının
vulvar tutulumu olanların %85’i ve sistemik hastalıkların deri tutulumu olanların %80’i
vulvar bölge şikayetiyle doktora başvurmazken, vulvar infeksiyon hastalığı olanların
%65’i vulvar bölge şikayetiyle doktora başvurmuştu. Vulvar neoplazisi olanların tümünün
(%100) doktora başvurduğu saptanırken benign vulvar lezyonu olanların sadece %21,5’
inin doktora başvurduğu belirlendi. Vulvar bölge şikayetiyle başvuran grupta folikülit,
fronkül, kondilom ve herpes genitalis görülme sıklığı, vulvar bölge şikayetiyle
başvurmayan gruba göre anlamlı derecede fazla idi (p<0,05). Vulvar bölge şikayetiyle
başvurusu olmayan grupta ise psödofollikülit, intertrigo ve kandidiyazis görülme sıklığı
diğer gruba göre anlamlı derecede fazla idi (p<0,05). Vulvar deri hastalıklarının yol açtığı
ağrı, kaşıntı, yanma, soliter ve/veya multipl lezyon varlığı açısından değerlendirildiğinde
ise hastaların 81’ inde (%38,2) kaşıntı, 14’ ünde (%6,6) ağrı, 11’ inde (%5,2) yanma, 42’
sinde (%19,8) soliter ve/veya multipl lezyon saptandı. Hastaların 64’ ünde (%30,2)
semptom yoktu. Ağrı semptomu olan hastaların tümünün doktora başvurduğu saptanırken,
vulvar yanma
semptomu olan hastaların hiçbirisinin doktora başvurmadığı görüldü.
Soliter ve/veya multipl lezyonu olanların %88.1 i doktora başvururken, bu oran kaşıntısı
olanlarda %28.4 idi.
SONUÇ: Vulvar hastalıklar dermatoloji, jinekoloji, üroloji gibi birden fazla disiplini
ilgilendirmektedir. Ayrıca gerek bu bölgenin kendi hastalıkları gerekse de sistemik ve deri
hastalıklarının bu bölgedeki görüntüleri farklı olabilmektedir. Bu sebepten dermatologlar
67
ya da jinekologlar tanı ve tedavide zorlanmaktadırlar. Aynı nedenlerle dünyada giderek
artan sayıda vulva klinikleri açılmakta ve bu konuda çalışmalar yapılmaktadır. Ülkemizde
bu konu henüz tam olarak ele alınmamıştır, değil özel vulva kliniği, bu bölge ile ilgili bir
çalışma da şimdiye kadar yapılmamıştır. Çalışmamız bu konuda yapılmış ilk çalışmadır
ve tabii ki çok daha geniş kapsamlı epidemiyolojik araştırmalarla konu ilerletilmelidir.
68
ABSTRACT
BACKGROUND: The incidence of many vulvar skin diseases are not known. Women
are not always express their complaints about vulvar area. Women who want to have
medical support are not only attending dermatology clinics but also attending gynecology
clinics. Because of the issue, the rates given in the epidemiolgic studies are varying
according to the branch of the specialist who is leading the study.
AIM: Our aim is to determine the frequency and the distribution of vulvar skin diseases at
the dermatology clinic.
MATERIAL METHOD: In our study,
the patients were asked for
their ages,
educational status and marital status. They were all evaluated for their applications and
classified according to their complaints as affecting vulvar area or not.
Their
dermatologic and detailed vulvar examinations were done. Vulvar symptoms and signs
were defined.
RESULTS: Two hundred and twelve patients (21,2%) had vulvar skin diseases and 788
patients did not show any signs of vulvar skin disease. When considering the
classification of the vulvar skin diseases, 100 patients (47,2%) had vulvar manifestations
of the skin diseases, 77 patients (36,3%) had infectious diseases of the vulva, 28 patients
(13,2%) had benign vulvar lesions, 5 patients (2,4%) had vulvar manifestations of
systemic diseases and 2 patients (0,9%) had vulvar neoplastic lesions. The most
frequently detected vulvar skin diseases were pseudofollicullitis (24,1%), condilomas
(9,9%), candidiasis (7,5%), intertrigo (4,2%), fruncules (3,8%) and congenital hairy nevus
69
(3,8%) respectively.
Although 34,9% of all the patients with vulvar skin diseases
presented with a vulvar complaint, 65,1% of all the patients did not present with that.
There was not any difference statistically significant between two groups regarding age,
educational status and marital status (p>0,05). While 65% of the patients with vulvar
infectious diseases presented with a vulvar complaint, 85% of patients with the vulvar
manifestations of skin diseases and the 80% of patients with vulvar manifestations of
systemic diseases had not any vulvar complaints in their applications. While %100 of the
patients with vulvar neoplastic lesions consulted to a doctor, only 21,5% of the patients
with benign vulvar lesions consulted to a doctor. The frequency of folliculitis, fruncule,
condiloma and herpes genitalis in the patients with a vulvar complaint was statistically
significant than that without any vulvar complaint (p<0,05). The frequency of
pseudofolliculitis, intertrigo and candidiasis in the patients without any vulvar complaint
was statistically significant than that with a vulvar complaint (p<0,05). When considering
the vulvar symptoms, there were 81 patients (38,2%) with pruritus, 14 patients (6,6%)
with pain, 11 patients (5,2%) with burning and 42 patients (19,8%) with soliter and/or
multiple lesions. There were no symptoms at 30,2% of patients with vulvar skin disease.
All of the patients with vulvar pain consulted to a doctor, however no patients with
burning consulted. While 88,1% of the patients with soliter and/or multiple lesions
consulted to a doctor, pruritus was a reason for application in only 28,4% of the patients.
CONCLUSION: Vulvar skin diseases are related to more than one discipline as
dermatology, gynecology and urology. The appearances of skin diseases and the systemic
diseases at the vulvar area can be varied. Because of this, dermatologists and
gynecologists have some difficulties about the diagnosis and the treatment modalities.
There are many vulva clinics all over the world but in our country there are neither vulva
70
clinics nor studies about the subject. This is the first study about the subject in our
country. We believe it is essential to make more detailed epidemiologic studies about
vulvar diseases.
71
KAYNAKLAR
1. Farage M, Maibach H. Lifetime changes in the vulva and vagina. Arch Gynecol
Obstet 2006;273:195-202
2. Foster CD. Vulvar disease. The American College of Obstetricians and
Gynecologists. 2002;100(1):145-63
3. Leibowitch M, Staughton R, Neill S, Barton S, Marwood R : An Atlas of Vulval
Disease. 2nd edition. London, Martin Dunitz, 1997
4. Ridley CM, Classification of Cutaneous Vulvar Disorders- International Society
for the Study of Vulvovaginal disease (ISSDV). Ed:Black M, McKay M, Braude
PR, Jones SAV, Margesson LJ. Obstetric and Gynecologic Dermatology. 2nd
edition. London, Mosby 2002
5. Lewis FM. Vulval disease from the 1800s to the new millennium. J ournal of
Cutaneous Medicine 2002;6(4):340-4
6. Lynch PJ, Moyal-Borocco M, Bogliatto F, Micheletti L, Scurry J. 2006 ISSVD
Classification of Vulvar Dermatoses: pathologic subsets and their clinical
correlates. The Journal of Reproductive Meicine 2007;52:3-9
7. Kamarashev JA, Snejina GV. Dermatologic diseases of vulva. Clinics In
Dermatology 1997;15:53-65
8.
Barton SE. Classification, general principles of vulval infections. Current
Obstetrics and Gynaecology 2000;10:2-6
9. Batchelor J, Sterling J. Skin disorders affecting vulva. Obstetrics, Gynaecology &
Reproductive Medicine 2008;18(3):53-9
10. Serveroğlu S, Dolar N. Genital herpes tedavisi. Dermatose 2002;3: 52-7
72
11. Engin B, Serdaroğlu S. Molluskum kontagiosum kontagiyozum. Dermatose 2004;
4: 198-202
12. Weaver BA. Epidemiology and natural history of genital human papillomavirus
infection. J Am Osteopath Assoc. 2006;106(3):2-8
13. Ault KA. Epidemiology and natural history of human papillomavirus infections in
the female genital tract. Infect Dis Obstet Gynecol. 2006;2006 Suppl:40470
14. Steben M, Duarte-Franco E. Human papillomavirus infection: epidemiology and
pathophysiology. Gynecol Oncol. 2007;107(2):2-5
15. Edlich RF, Winters KL, Britt LD, Long WB 3rd. Bacterial diseases of the skin. J
Long Term Eff Med Implants. 2005;15(5):499-510
16. Tüzün Y, Sarıkaya E. Follikülitler. Dermatose 2004;3(3):127-39
17. Bakteriyel deri hastalıkları:Aydemir E.H. Dermatoloji. Ed: Tüzün Y, Kotoğyan A,
Aydemir E.H, Baransü O. 2. baskı. İstanbul, Nobel Tıp Kitabevleri 1994; 106
18. Salim A, Wojnarowska. Skin diseases affecting the vulva. Current Obstetrics &
Gynaecology 2002;12:81-9
19. Salim A, Wojnarowska F. Skin diseases affecting vulva. Current Obstetrics &
Gynaecology 2005;15(2):97-107
20. Powell J. Dermatology in gynaecology. Reviews In Gynaecological Practice.
2001;1(2):70-8
21. Perry PK, Cook-Bolden FE, Rahman Z, Jones E, Taylor SC. Defining
pseudofolliculitis barbae in 2001: a review of the literature and current trends. J
Am Acad Dermatol. 2002;46(2):113-9
22. Garcia-Zuazaga J. Pseudofolliculitis barbae: review and update on new treatment
modalities. Mil Med. 2003;168(7):561-4
73
23. Crutchfield CE 3rd. The causes and treatment of pseudofolliculitis barbae. Cutis.
1998 Jun;61(6):351-6
24. Bridgeman-Shah S. The medical and surgical therapy of pseudofolliculitis barbae.
Dermatol Ther. 2004;17(2):158-63
25. Werlinger KD, Cockerell CJ. Vulvar disease update. Advances In Dermatology
2006;22:91-100
26. Tüzün Y, KeskinS. Oral liken planus. Dermatose 2005;4(3):134-143
27. Rogers RS, Eisen D. Erosive oral lichen planus with genital lesions. The
vulvovaginal-gingival syndrome and the penogingival syndrome. Dermatol Clin
2003;21:91-8
28. İlaç reaksiyonları. Ed. Baykal C. Dermatoloji Atlası. 1.baskı İstanbul, Argos
İletişim Hizmetleri 2000; 172-79
29. Bohl TG. Vulvar ulcers and erosions a dermatologist’ s viewpoint. Dermatologic
therapy 2004;17:55-67
30. Krishnan RS, Ledbetter LS, Reed JA, Hsu S. Acantholytic dermatosis of the
vulvocrural area. Cutis. 2001;67(3):217-9, 220
31. Bell HK, Farrar CW, Curley RK. Papular acantholytic dyskeratosis of the vulva.
Clin Exp Dermatol. 2001;26(5):386-8
32. Doassans S, Osman H, Joujoux JM, Guillot B. Vulvar involvement in Crohn
disease. Ann Dermatol Venerol. 1994;121(10):724-6
33. Öğretmen Z, Karaman A, Altun Y, Ermete M. Reiter Sendromu. Türkderm 2003;
197-200
34. Edwards L, Hansen RC. Reiter's syndrome of the vulva. The psoriasis spectrum.
Arch Dermatol. 1992;128(6):811-4
74
35. Tsuboi H. Case of pyoderma gangrenosum showing oral and genital ulcers,
misdiagnosed as Behcet's disease at first medical examination. J Dermatol. 2008
;35(5):289-92
36. Başak PY, Baysal V, Özcanlı Ç, Çandır Ö. A case of cutaneous necrotizing
vasculitis with severe prognosis. Türkderm 2003; 37: 131-134
37. Erdoğan AG, Balaban D, Koç K. Vulvar lenfanjioma sirkumskriptum: Bir olgu
sunumu. Türkderm 2005; 39: 54-56.
38. Altınok T, Çorbacıoğlu A. Vulvodini. Turkderm 2003; 214-218
39. Gokdemir G, Baksu B, Baksu A, Davas I, Kolsu A. Features of patients with
vulvar dermatoses in dermatologic and gynecologic practice in Turkey : Is there a
need for an interdisciplinary approach. J.Obstet.Gynaecol.Res. 2005;31(5): 427-31
40. Tan AL, Jones R, Mcpherson G, Rowan D. Audit multidisciplinary vulvar clinic
in a gynecologic hospital. J Reprod Med. 2000; 45(8):655-8
41. MacLean AB, Roberts DT, Reid WMN. Review of 1000 women seen at two
specially designated vulval clinics. Current Obstetrics & Gynaecology
1998;8:159-62
42. Sullivan AK, Straughair GJ, Marwood RP, Staughton RCD, Barton SE. A
multidisciplinary vulva clinic: the role of genito-urinary medicine. JEADV
1999;13:36-40
43. Singh N, Thappa DM, Jaisankar TJ, Habeebullah S. Pattern of non-venereal
dermatoses of female external genitalia in South India. Dermatol Online J.
2008;14(1):1
44. Fischer GO. The commonest causes of symptomatic vulvar disease: A
dermatologist’ s perspective. Australasian Journal of Dermatology 1996;57:12-8
75
45. O'Keefe RJ, Scurry JP, Dennerstein G, Sfameni S, Brenan J. Audit of 114 nonneoplastic vulvar biopsies. Br J Obstet Gynaecol. 1995;102(10):780-6
46. O'Connell TX, Nathan LS, Satmary WA, Goldstein AT. Non-neoplastic epithelial
disorders of the vulva. Am Fam Physician. 2008 ;77(3):321-6
47. McKay M. Vulvar dermatoses: common problems in dermatological and
gynaecological practice. Br J Clin Pract Suppl. 1990 ;71:5-10
48. Kaymak Y, Ekşiğlu M. Cinsel ilişkiyle bulaşan hastalıklar. Dermatose
2006;5(2):99-104
49. Dunne EF, Unger ER, Sternberg M, McQuillan G, Swan DC, Patel SS, Markowitz
LE. Prevalence of HPV infection among females in the United States. JAMA.
2007;297(8):813-9
50. Gökdemir G, Küçükünal A, Köşlü A. Dermatoloji polikliniğinde takip edilen
cinsel ilişki ile bulaşan hastalıkların sıklığı ve demografik özellikler. ŞEH Tıp
Bülteni 2006; 40(4): 28-32
51. Figueroa JP, Ward E, Luthi TE, Vermund SH, Brathwaite AR, Burk
RD.Prevalence of human papillomavirus among STD clinic attenders in Jamaica:
association of younger age and increased sexual activity. Sex Transm Dis.
1995;22(2):114-8
52. Berglund A, Nigaard L, Rylander E. Vulvar pain, sexual behaviour and genital
infections in a young population : a pilot study. Acta Obstet Gynecol Scand
2002;81:738-42
53. Welsh B, Howard A, Cook K. Vulval itch. Aust Fam Physician. 2004; 33(7): 50510
54. Margesson LJ. Vulvar disease pearls. Dermatol Clin. 2006;24(2):145-55
76
55. Larrabee R, Kylander DJ. Benign vulvar disorders. Identifying features, practical
management
of
2001;109(5):151-4
nonneoplastic
conditions
and
tumors.
Postgrad
Med.
Download