T.C GAZĐ ÜNĐVERSĐTESĐ SOSYAL BĐLĐMLER ENSTĐTÜSÜ KAMU YÖNETĐMĐ ANABĐLĐM DALI KENT VE ÇEVRE SORUNLARI BĐLĐM DALI KENTLEŞME VE KENTLEŞME SÜRECĐNĐN ÇOCUK SUÇLULUĞU ÜZERĐNDEKĐ ETKĐLERĐ (ANKARA ÖRNEĞĐ) YÜKSEK LĐSANS TEZĐ Hazırlayan Sinan ESEN Tez Danışmanı Yard. Doç.Dr. Đhsan KELEŞ Ankara-2008 II III T.C GAZĐ ÜNĐVERSĐTESĐ SOSYAL BĐLĐMLER ENSTĐTÜSÜ KAMU YÖNETĐMĐ ANABĐLĐM DALI KENT VE ÇEVRE SORUNLARI BĐLĐM DALI KENTLEŞME VE KENTLEŞME SÜRECĐNĐN ÇOCUK SUÇLULUĞU ÜZERĐNDEKĐ ETKĐLERĐ (ANKARA ÖRNEĞĐ) YÜKSEK LĐSANS TEZĐ Hazırlayan Sinan ESEN Tez Danışmanı Yard. Doç.Dr. Đhsan KELEŞ Ankara-2008 II ÖNSÖZ Kentleşme sürecinde, sosyal yapıda birçok değişiklik meydana gelmektedir. Kırdan kente göç, nüfus artışı ve sanayileşme kent hayatını daha karmaşık bir hale getirmiş ve sosyal kontrol, bu yapı içinde etkisini giderek daha az hissettirir olmuştur. Çocuk suçluluğu sadece ülkemizde değil, tüm dünyada güncel olan ve üzerinde çok tartışılan bir konudur. Son yıllarda özellikle büyük kentlerimizde, çocuk suçluluğunda artış yaşandığı inkâr edilemez bir gerçektir. Bunun da ötesinde medyada çocuklar; hırsızlık, tecavüz, adam öldürme ve çeşitli sansasyonel terör eylemler nedeniyle sık sık boy göstermektedir ve bu durum ise yaygın bir korkuya yol açmaktadır. Dünyanın en kalabalık çocuk nüfusuna sahip ülkelerden biri olan Türkiye'de, nüfus ile birlikte suçluluğun da artışının kaçınılmaz olduğu kabul edilmelidir. Bununla birlikte; çocuk suçluluğuna neden olan etmenler, derinlemesine incelenmelidir. Çünkü çocuklar geleceğimizdir ve çocukların en iyi biçimde yetiştirilmesi ise geleceğimizin güvencesi olacaktır. Bu tez çalışmasında, ülkemizde çocuk suçluluğunu arttıran bir neden olarak kentleşme olgusu, Ankara bağlamında ele alınmıştır. Tezle ilgili olarak, değerli fikir ve yorumlarını aldığım ve bana her türlü desteği sağlayan Sayın Doç. Dr. Suna BAŞAK’a, Sayın Doç. Dr. Hasan Hüseyin ÇEVĐK’e, Sayın Yard. Doç Dr. Đhsan KELEŞ’e ve 4. Sınıf Emniyet Müdürü Sayın Hilmi ALTUNIŞIK’a şükranlarımı sunarım. Son olarak, çalışmalarım boyunca desteklerini esirgemeyen aileme de teşekkür etmek isterim. II III IV V VI KISALTMALAR HÜEFD : Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi AĐD: Amme Đdaresi Dergisi AD Adalet Dergisi HÜSBD Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi ĐÜHFM: Đstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mecmuası VII TABLOLAR Tablo 1: Dünyada Suç Trendleri Tablo 2: Internet Ortamındaki Pornografiye Ait Bazı Sayısal Veriler Tablo 3:Yargıtay Ceza Daireleri Đş Yükü 1996-2004 (Kaynak DĐE) Tablo 4: Ceza Mahkemeleri Đş yükü 1995-2004 (Kaynak DĐE) Tablo 5: Yaş Grubuna Göre Ceza Evine Giren Yükümlüler 2004 (Kaynak DĐE) Tablo 6: Asayiş Suçları 1985-2006 Türkiye Geneli (Kaynak : EGM AKKM, EGM Kütüphanesi, Jandarma Genel Komutanlığı Tablo 7: Asayiş Suçları Polis Bölgesi 2002-2006 (Kaynak :EGM AKKM) Tablo 8:Asayiş Suçları Jandarma Bölgesi 2002-2006 (Kaynak Jandarma Genel Komutanlığı) Tablo 9: Islahevine Giren Hükümlü Çocuklar 2004 (Kaynak DĐE) Tablo 10:Hakkında Đşlem Yapılan Çocuk Şüpheliler Polis Bölgesi 2000-2006 (Kaynak :EGM AKKM) Tablo 11: Jandarma Bölgesi Hakkında Đşlem Yapılan Çocuklar 2002-2006 (Kaynak Jandarma Genel Komutanlığı) Tablo 12: 27 Đl Çeşitli Nedenlerle Kolluğa Gelen Getirilen Çocuklar (Kaynak DĐE) Tablo 13: 27 Đl Suç isnadı/Şüpheli Olarak Kolluğa Getirilen Çocuklar (Kaynak DĐE) Tablo 14: 27 Đl Mağdur Olarak Kolluk Birimlerine Gelen veya Getirilen Çocuklar, (Kaynak DĐE) Tablo 15: 27 Đl Evden Kaçma Nedeniyle Kolluk Birimlerine Gelen veya Getirilen Çocuklar (Kaynak DĐE) Tablo 16: Suç Türlerine Göre Hakkında Đşlem Yapılan Çocuklar (27 Đl) (Kaynak DĐE) Tablo 17- Ankara Net Göç Hızı (Kaynak DĐE) VIII Tablo 18: Ankara Geneli Asayiş Suçları (Kaynak : EGM AKKM ve EGM Kütüphanesi) Tablo-19 EGM Çocuk Đstatistik Formu Çeşitli Nedenlerle Polis tarafından Đşlem Yapılan Çocuklar Türkiye- Ankara Değerlendirmesi 2002-2006 Tablo-20 EGM Çocuk Đstatistik Formu Suç Đşlediği Şüphesi Polis tarafından Đşlem Yapılan Çocuklar Türkiye- Ankara Değerlendirmesi 2002-2006 Tablo-21 EGM Çocuk Đstatistik Formu Suç Mağduru- Polis tarafından Đşlem Yapılan Çocuklar Türkiye- Ankara Değerlendirmesi 2002-2006 Tablo- 22 EGM Çocuk Đstatistik Formu Terk- Polis tarafından Đşlem Yapılan Çocuklar Türkiye- Ankara Değerlendirmesi 2002-2006 Tablo- 23 EGM Çocuk Đstatistik Formu Buluntu- Polis tarafından Đşlem Yapılan Çocuklar Türkiye- Ankara Değerlendirmesi 2002–2006 Tablo- 24 EGM Çocuk Đstatistik Formu Kayıp - Polis tarafından Đşlem Yapılan Çocuklar Türkiye- Ankara Değerlendirmesi 2002–2006 Tablo-25 EGM Çocuk Đstatistik Formu Evden Kaçma - Polis tarafından Đşlem Yapılan Çocuklar Türkiye- Ankara Değerlendirmesi 2002-2006 Tablo-26 EGM Çocuk Đstatistik Formu Sokakta Yaşama Nedeniyle Polis Tarafından Đşlem Yapılan Çocuklar Türkiye- Ankara Değerlendirmesi 20022006 Tablo-27 EGM Çocuk Đstatistik Formu Ankara’da 2006 Yılında Polis Tarafından Hakkında Đşlem Yapılan Çocukların Aile Özellikleri Tablo 28- Devlet Đstatistik Enstitüsü - Kaba Boşanma Oranları Türkiye– Ankara Değerlendirmesi GĐRĐŞ Yaşadığımız çağda toplumlar bir değişim süreci içindedir. Bu sürecin, en belirgin göstergelerinden birisi de kentleşmedir. Bilindiği üzere kentlerin asıl gelişmesi sanayi devriminden sonra gerçekleşmiştir. Sanayi devrimiyle birlikte kentlerin gelişmesi ve büyük endüstri merkezleri halini alması, hızlı bir kentleşmenin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Yaşadığımız yüzyılın en önemli özelliklerinden birini teşkil eden bu hızlı kentleşme süreciyle birlikte, birçok sosyal problem de ortaya çıkmıştır. Kentleşmenin zorunlu bir sonucu olan yer değişikliği, sosyal yaşamın tüm yönlerinde köklü değişimlere neden olmaktadır. Kentleşme sürecinde kentlere yerleşenler, yer değişikliğinin yanında iş, konut, yalnızlık, uyum, suç, şiddet gibi birçok problemi de yaşamaktadır. Böylece kentleşme olgusu ile kentler hızla şekil değiştirirken, diğer birçok sorunla beraber çocuk suçluluğunun sayısında artış ve niteliğinde değişiklikler ortaya çıkmaktadır. Yaşadığımız yüzyılda gelişmiş ve gelişmekte olan bütün ülkelerde, kentleşme ve suç ilişkisi kaygılara, tartışmalara ve geniş araştırmalara konu olan önemli sorunlar arasında yer almaktadırlar. Dolayısıyla kentleşmenin etkisiyle ortaya çıkan problemlerden birisi olan suç, özellikle de çocuk suçluluğu, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin çözüm üretmeye çalıştığı sorunlardan bir tanesidir. Aynı şekilde ülkemizde de, son yıllarda suç istatistiklerinde kaydedilen artış kamuoyunun dikkatini çekmekte; konu medya tarafından geniş bir şekilde işlenilmekte ve bu çerçevede tartışmalar yaşanmaktadır. Ülkemizde suçlarda meydana gelen artışa ilişkin haberler, medyamızda çarpıcı başlıklar ile yer almakta olup; konu derinlemesine incelenmeden hızla tüketilmektedir. Özellikle suç işleyen veya işlediğinden şüphe edilen kişi çocuk ise, medyada yer alan haberler ve kamuoyunun ilgisi veya tepkisi daha yoğun olmaktadır. 2 Bütün toplumlarda, elbette çocuklar da zaman zaman suç işlerler ve çocuk suçluluğunun çeşitli nedenleri vardır. Toplumsal yaşama uyum sağlamakta güçlük çeken çocuklara, her zaman ve mekânda rastlamak mümkündür. Fakat çocuk suçluluğu ilerlemiş endüstri toplumlarının daimi ve kaygı verici bir problemi olarak görülmektedir. Bunlardan hareketle bu çalışmada, kentleşme sürecinin insan tutum, davranışlarında değişime ve sapmaya neden olduğu, kent suçluluğunun bu kapsamda değerlendirilmesi gerektiği, kentte ve kırsal kesimde işlenen suçların gerek sayısal gerekse nitelik açıdan farklılık göstereceği ve kentleşmenin genelde suçluluğu, özelde de çocuk suçluluğunu arttıran bir etmen olduğu varsayımından hareket edilerek; Ankara bağlamında bu varsayımın sınanması hedeflenmektir. Tez çalışması üç bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde tez çalışmasını daha anlaşılır kılacak temel kavramlar üzerinde durulmuştur. Bunlar “Suç ve Suçluluk”, “Kent, Kentleşme ve Kentlileşme ve ‘Kent ve Suç” alt başlıkları altında üç bölüm halinde verilmiştir. Đkinci bölümde çocuk suçluluğu ve çocuk suçluluğuna yol açan nedenler geniş bir şekilde incelenmektedir. Bu bölümde çocuğu suça iten veya ona suç işleten nedenler bütüncül bir yaklaşım içinde verilmeye çalışılmıştır. Çocuğu suça iten nedenin hiçbir zaman tek olmadığı unutulmamalıdır. Birçok kuvvetli veya zayıf neden, birbirlerine eklenip çocuğu suça sürüklemektedir. Kentleşme çocuğu suça iten nedenlerden bir tanesidir ve diğer nedenleri yok saymak doğru olmayacağı için, genel olarak çocuğu suça iten nedenler geniş bir şekilde açıklanmaya çalışılmıştır. Üçüncü bölümde öncelikle ülkemizdeki genel suç eğilimleri ile çocuk suçluluğu incelenmektedir. Bu bölümde DĐE, Polis ve Jandarma verilerinden hareketle, ülkemizde suçluluğun genel bir özeti verilmeye çalışılmıştır. Ülkemizle ilgili genel değerlendirmenin ardından, Ankara ilinde çocuk suçluluğunun mevcut durumu ve gelişiminin izah edilmesi hedeflenmiştir. 3 Bu bölümde istatistikî verilerin yanı sıra, derinlemesine mülakat yöntemi de kullanılmıştır. Rastlantısal olarak seçilen on iki çocukla derinlemesine mülakat gerçekleştirilmiştir. Derinlemesine mülakat yöntemi ile teorik verilerin sınanması hedeflenmiştir. Bu çalışmada metin altına atıf yapma metodu kullanılmış ve Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tez/Rapor Yazım Esaslarının EK7’sinde tanımlanan Birinci Yöntem esas alınmıştır. BĐRĐNCĐ BÖLÜM KENTLEŞME VE SUÇLA ĐLGĐLĐ TEMEL KAVRAMLAR 1.1. SUÇ VE SUÇLULUK 1.1.1 Tarihsel Gelişim Suç, tarihin ilk çağlarından itibaren yüzyıllar boyunca toplumların korku ile karışık ilgilerini yönelttikleri, nedenleri üzerinde durdukları ve karşı önlemler aldıkları toplumsal bir sorun olmuştur. Đnsanlar ilkel devirlerde her şeyde bir ruh ve canlılık görmüş ve belirli fiil ve hareketlerin icra edilmemesine ilişkin emirleri tabuların emirleri saymışlardır. Kötülük yapanları veya yapanları cezalandırmayanları sözü geçen kuvvetlerin, tabuların şiddetle cezalandıracaklarına, felakete uğrayacaklarına inanılmıştır. Fakat bazı hallerde ilahların, tabuları ihlal edenleri hemen cezalandırmadıkları görüldüğünden toplumun müdahale ile kuralı ihlal edeni cezalandırması zorunlu sayılmış ve böylece toplumun felaketlerden, kıtlıktan korunabileceği kabul edilmiştir. Sonradan suç, dini esaslarla tanımlanmış, topluma zarar veren fiil ve hareketlerin aynı zamanda birer günah teşkil ettiği ve Allah’ın iradesine karşı olduğu kabul edilmiştir. Zamanla ve yüzyıllar içinde suç fikri gittikçe laikleşmiş ve suçun zarar veren kişi ile toplum arasındaki ilişkileri ilgilendirdiği görüşüne varılmıştır1. 1 Sulhi Dönmezer, Kriminoloji, Beta Yayınları, Đstanbul, 1994, s. 55 5 Suç, tarih boyunca tüm toplumlarda yaşanan bir olgu olması nedeniyle, sosyal yaşamın bir sonucu olduğundan suçun algılanışı, hangi eylemlerin suç sayılması gerektiği, suç işleyen şahıslara karşı toplumun nasıl hareket edeceği gibi sorunlara her toplum tarih boyunca farklı çözümler getirmeye çalışmıştır. Önceleri, suç işleyen kişileri yaşadığı toplum içerisinden tecrit edecek şekilde cezaların verilmesi uygun görülürken, günümüzde insan haklarına saygılı ve suç işleyen bireyi topluma kazandırma amacı taşıyan çözüm arayışlarına gidilmektedir.2 Hukuksal bir olay olduğu kadar aynı zamanda toplumsal bir olay da olan suç, çoğu zaman çeşitli nedenlerin bir neticesi olarak ortaya çıkan uygun olmayan sosyal ortamların bir ürünü şeklinde düşünülebilir. Alfieri’nin “Suçu cemiyet hazırlar, fert işler” sözü yaşı büyük suçlular açısından düşünüldüğünde biraz iddialı olarak kabul edilse bile, suça itilmiş olan çocuklar için çok yerinde bir saptamadır.3 Suç denilen olaya yani belirli hareketlerin yasak fiillerden sayılmaları ile bunları işleyenlerin çeşitli tepkilere konu olmalarına, devlet müessesi şeklinde gelişmiş insan toplumlarının meydana çıkışından çok önce bile rastlanmıştır. Tarihte hiçbir toplum yoktur ki orada belirli filler yasaklanmamış ve bunun karşılığı olarak ceza müeyyidesi var bulunmamış olsun. Suçlar toplumların sosyal, ekonomik ve manevi şartlarına göre şekillenmiştir. Ceza hukukunda suç ise, değişik yazarlar tarafından çeşitli biçimlerde tarif edilmektedir. Gerçekten bütün tariflerde esas teşkil eden husus, fiilin suç olması için kanun koyucu tarafından cezalandırılmış bulunmasıdır. Bu nevi tarifler hemen ikinci bir soruyu tahrik eder. O halde niçin kanun belirli fiilleri ceza müeyyidesi ile karşılamakta diğer filleri ise aynı işleme tabi kılmamaktadır.4 2 Mustafa Saldırım: “Suça Đtilmiş Çocukların Yeniden Sosyalizasyonu Projesi”, I. Ulusal Çocuk ve Suç, Nedenler ve Önleme Çalışmaları Sempozyumu, 29-30 Mart 2001 AÜ ATAUM, UNICEF, Ankara, 2002, s. 279. 3 Saldırım, a.g.m., s. 279 4 Dönmezer, Kriminoloji, s.45 6 Belirli bir suça verilen ceza belirli bir kültürde, belirli bir zaman süresi içinde değişebilmekte, hafiflemekte veya ağırlaşmaktadır. Önceleri suç sayılan davranışa türlü sebeplerle (sosyal, siyasal, ekonomik gibi) o suçun cezası da ortadan kalkabilmektedir. O halde önce çözümü gereken problem belirli hareketleri suç haline getirirken kullanılacak ölçüdür. Yüzyıllardan beri suç ve suçlu davranışları gerek bireyleri, gerekse toplumları düşündürmüş ve uğraştırmıştır. Eskiden beri bazı etmenlerin suça yöneltici etkileri dikkat çekmiş bulunuyordu. Örneğin; Platon, Kanunlar adlı eserinde suçu ruhun bir tür hastalığı olarak saymış ve bunun üç kaynağı bulunduğunu belirtmiştir: Đhtiraslar (istek, arzu, kıskançlık, hiddet v.b), zevk aramak ve cahillik. Platon’a göre ceza suçluyu aydınlatarak ıslah eder ve onun üzerinde, hiddet, zevk arzusu vb. gibi etmenlerin kurduğu baskıların ancak aydınlanma yoluyla yok edilebileceğini ifade etmiştir5. Günümüzde genel ahlâk ve âdabı korumak amacı ile suç koymak söyle dursun, hatta bu konuda bazı fiilleri suç olmaktan çıkarmak ya da bazı fiilleri sadece idari tedbir ve müeyyidelerle karşılama yolu tutulmaktadır. Ancak kanun koyucunun belirli suçları yaratmak için koyduğu kanunların başarılı olabilmesi ve uygulanabilmesi kamuoyunun bunları tutmasına bağlıdır. Yeni suç koyan kanunların, çok kuvvetli olarak, kamuoyunca desteklenmesi gerekir. Bu sebeple esasında öteden beri var olan bir örf ve adete dayanan kanunlar çok daha başarılı olarak uygulanırlar.6 Bütün bunlar toplum düzeninin sağlanmasına esas olarak yapılmaktadır. Toplumsal değişme ve gelişmeye bağlı olarak, suçların algılanış biçimi, suç türleri, suç işleyen bireye karşı gösterilecek yaklaşımlar da değişmektedir. Önceleri suç işleyen bireyler, kötü, saldırgan olarak görülmekte, bu nedenle toplum dışına itilmekte, çok katı cezalara maruz 5 6 Dönmezer, Kriminoloji, s.2 Dönmezer, Kriminoloji, s.20 7 kalmakta iken ve suç işleyen bireyin hakkından sözedilmezken, çağımızda suç işleyen bireye yönelik daha modern ve insan onuruna yakışan yaklaşımlar sergilenmeye başlanmıştır. Artık kasıtlı veya taksirli olarak, hukuk kurallarına uymayıp suç işleyen bireyin de yaşadığı toplumun bir parçası olarak görülmesi, insan olmalarından dolayı bazı hakları olduğu bilinci toplumlarda yerleşmeye başlamıştır. Bu anlayış değişikliği, toplumların suç nedenleri konusundaki düşüncelerinin değişmesi ile bağlantılıdır. Önceleri suçu işleyen birey suç ile ilgili olarak tek başına ele alınmakta ve tüm sorumluluğun ona ait olduğu düşünülmekteyken, bugün bireyi suça yönelten nedenler pekçok faktörle açıklanmaya çalışılmaktadır. Toplumlar da artık içlerinde bulunan suç işlemiş bireylerden sorumluluk duymaktadırlar7. Kriminolojik teorilerin tümünde asıl amaç suç olgusunu anlamak ve açıklamaktır. Burada nedensellik sorunu ortaya çıkar. Nedensellik basit bir şekilde bir diğerini üreten veya bin görüldüğünde diğerinin ortaya çıktığı iki olay ya da durum arasındaki ilişki şeklinde tanımlanabilir. Đnsan doğasını bireysel bir olgu olarak gören teorisyenlerin nedensel açıklamalarını da bireysel düzeyde yapmaları doğaldır. yapılmış açıklamalar vardır. Bireysel düzeyde iki kutupta Bunlardan ilki suçlu davranışa neden olunmadığı, fakat suçun insanın özgür seçimi olduğudur. Bu açıklamaya göre, suçun seçimi diğer herhangi bir davranışın seçimine benzemekle birlikte onun bazı durumsal yükümlüleri olabilir, temelde yasaları ihlal etmeyi seçen bireyler bunu güdülerini tatmin etmek için yaparlar. Bu güdülerin ranjı sonsuza kadardır. Suçun kaynağını açıklamada bireysel düzeydeki ikinci durum suçlu davranışın özgür seçimi yerine onun ortaya çıkmasına neden olunduğunu kabul eden teorisyenlere aittir. Bireyi ihlale yönlendiren veya onun yasa ihlal eden bir davranış sergilemesine yol açan herhangi bir güdü, rahatlatıcı bir davranış olmak yerine nedensel olabilir. Biyolojik ve psikolojik ve sosyolojik suç teorileri genetik veya kromozom anormallikleri, fiziksel anormallikler, yetersiz sosyalizasyon, taklit, öğrenme, güçlendirme veya daha 7 Mustafa Saldırım: “Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi Açısından Suça Đtilmiş Çocuğun Haklarına Bir Bakış ve Bir Öneri” Adalet Dergisi: sayı 1 http: www.adalet.gov.tr. Erişim tarihi 24.04.2007 8 genel bir süreç olan sosyal etkileşim gibi geniş bir yelpazede yer alan çeşitli koşulların sonucu olabilir.8 1.1.2. Suçun Tanımı ve Niteliği Suç hakkında yaradılıştan tek olan veya ayırt edilen hiçbir şey yoktur. Bir çok davranış biçimi ensest dahil, evrensel olarak suç sayılmaz. Suç faaliyeti doğuştan veya sonradan kazanılan özellikleri ile değil bulunduğu arasında sosyal durumla tanımlanır. Örneğin olunca yasaya uygun içinde cinsel ilişki karı-koca bir davranış olarak nitelendirilir. Bu tanımlanması gereken fiziksel bir faaliyettir. Oysa aynı faaliyet yasal sistemler tarafından ensest, zina, ırza tecavüz şeklinde suç olarak, faaliyeti yapan kişiler de suçlu olarak nitelendirilmiş olabilir. 9 Suç, hukuki olduğu kadar sosyolojik, kriminolojik, ahlaki, iktisadî ve siyasi yönü de olan bir olaydır. Suç üzerinde yapılan çalışmalara bakacak olursak bilim adamlarının yaptığı tanımları ve yapabileceğimiz diğer tanımları şu şekilde sıralayabiliriz: Pozitif hukuk alanında çalışan Teknik Hukuk Okulu’na göre suç, “hukuki nizamın netice olarak ceza terettüp ettiği fiil”dir.” Maggiore suçu; “ahlak düzenini ağır bir şekilde bozan ve bu nedenle devletin hoş görmeyeceği ağır bir fiil” olarak tanımlamaktadır.” Garafalo suçu, tabii suç biçiminde anlayıp “her zaman her yerde ortalama bir dürüstlük ve merhamet duygularına saldırıyı ifade eden bir hareket” olarak tanımlamaktadır. Ferri’ye göre suç, “Antisosyal, bireysel güdüler tarafından meydana getirilen, hayat 8 Tülin Günşen Đçli: “Toplumdan Kopuş Suç ve Şiddet”, Sosyolojiye Giriş, Ed. Đhsan SEZAL, Đstanbul, s.632633 9 Tülin Günşen Đçli: Kriminoloji, Ankara, 2007, s. 24 9 koşullarını bozan belli bir çağda halkın ortalama ahlak duygularına aykırılık teşkil eden hareketler, cezalandırılabilir hareketlerdir.” 10 Jhering suçu “toplum halinde yaşama şartlarına yönelmiş her türlü saldırı” olarak tanımlarken, Thomas ve Znaniecky göre suç“kişinin kendisini mensubu saydığı grupta, varlığı toplum dayanışması ile çelişki gösteren fiildir.” derken Durkheim da buna benzer bir tanımlama ile suç, “kollektif bilincin kuvvetli ve belirli tutumlarını ihlal eden fiillerdir” demiştir.” Taft’a göre suç ; topluma zarar veren hareketler ya örf ve adetlerce belirlenmiştir, yahut grup içinde egemenliği elinde tutanlar, diğer kişilerin, tavır ve hareketleri uydurmaları için modelleri, örnekleri ve bu suretle moral kuralların tümünü tespit ederler; bu kurallara uyanlara sosyal itibar verir, bunları ihlal edenlere söz konusu mevkii reddederler.”11 Başka bir tanıma göre ise suç, “halkın güvenliğini korumak için devletçe yayımlanan ve ceza tahditini taşıyan bir konunun, sorumlu bir kişi tarafından, icrai ve ihtimali olabilen bir hareketle ve bir hak veya vazifeye dayanmaksızın ihlal edilmesidir.”12 Beccaria’nın şu tanımı biraz daha sosyolojik motiflere bürünmüş gözükmektedir : “Suçların bir kısmı doğrudan doğruya ve kati bir şekilde cemiyetin yahut da bu cemiyeti temsil edenin mahvedilmesi gayesine matuf (yöneltilmiş) olmaktadır. Diğer bir kısım suçlar ise ya vatandaşın hayatına, yahut mallarına, yahut da şeref ve haysiyetine bir tecavüz teşkil ederler ve nihayet bir kısım suçlar da vardır ki, bunlar amme saadet ve selameti için ceza kanunun emir ve nehyettiği (yasakladığı) hususlara taarruz teşkil eyleyen fiillerdir.”13 Uluğtekin, “Suç niteliği bakımından toplumsal yapıdaki düzensizliği, bireyler ve tabakalar arasındaki çatışmayı en açık ve kesin bir şekilde yansıtan, bireyler ve 10 Uğur Alacakaptan, Suçun Unsurları, Sevinç Matbaası, 1970, s.1 Dönmezer, Kriminoloji, s. 46 12 Hakkı Uma, Ceza Hukuku, Ankara, 1975, s.14. 13 Cesare Bonesana Marchese Beccaria, Suçlar ve Cezalar Yahut Beşeriyetin Mecellesi, Çev., Muhittin Göklü, Đstanbul, 1961, s.232 11 10 toplulukların toplumsal kurumlar ve değerlere olan hoşnutsuzluğunu gösteren toplumsal hastalık belirtisidir.”14 Hukuksal bakımdan suç ise, devletin hukuk düzeni içinde kendisine netice ve yaptırım olarak ceza konulmuş eylemdir ve suç sayılan bu eylem, ceza yasasının ihlali değil, ceza yasası ile korunan kuralların ihlal edilmesidir15. Teknik hukuki nitelikleri tariflerin sosyolojik bakımından itibarları daha az olmak gerekir; zira bu tariflere göre bir gün bu kanunlar ilga edilecek olursa toplum içinde suçun da kalkacağını kabul etmek gerekecektir. Oysa topluma zarar veren hareketler, kanunlar bunları tarif etmeden önceden de mevcuttur. 16 Suç evrensel bir olgudur. Toplumların tarihsel gelişim süreci incelendiğinde her tür sosyal yapıda suçun var olduğu görülür. Evrenselliğinin yanında suçun bir başka niteliği de göreliliğidir. Suç oluşturan fiiller toplumdan topluma ve aynı toplumda da zaman içinde farklılık gösterebilirler. Bir toplumda suç olarak tanımlanan bir davranış başka bir toplumda suç olarak tanımlanmayabilir. Bunun yanı sıra toplumların sosyal değişme ve gelişme süreci içinde, bir dönemde suç olarak tanımlanmayan bir davranış daha sonra yasalarda suç olarak tanımlanabilir. Buna örnek olarak 10 yıl öncesine kadar alışverişlerde ‘katma değer’ vergisi ödememenin suç olmaması gösterilebilir. Buna karşılık adam öldürme hemen her toplumda, her dönemde ceza yaptırımı ile tepki görmüş bir davranıştır.17 O halde suç tümüyle tanımsal bir faaliyettir. Suç kavramı vardır, çünkü bazı faaliyetler bu şekilde tanımlanmışlardır. Sosyal tepki dışında bu faaliyetler benzer hatta aynı tür davranıştan açıkça ayırt edilemezler. Çünkü ‘suç’ doğal olarak ‘suç olmayan’ ile benzerdir. Bir davranış bazı kişiler 14 Sevda Uluğtekin: “Hükümlü Çocukların Toplumsal Kökeni”, AD, Ankara, 1983, s.639. Hamdi Yaver Aktan, “Suç ve Suçluluk Nedenlerine Kriminolojik Bir Yaklaşım”, AD, Sayı 2, 1981, s.135 16 Dönmezer, Kriminoloji, s.45-46 17 Tülin Günşen Đçli: Türkiye’de Suçlular Sosyal, Kültürel ve Ekonomik Özellikleri, Atatürk Kültür ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Kültür Merkezi Yayını, sayı 71, Ankara, 1993, s.7 15 11 tarafından bazı durumlarda yapıldığı zaman suçtur, başka kişiler tarafından başka durumlarda yapıldığı zaman suç değildir.18 Suç sosyal problemlerden biridir. Sosyal sistem içinde var olan değerlere aykırı davranışlarda bulunmak, sosyal problemlerin ortaya çıkmasına neden olur. Gerçekte suç olgusunu izah edebilmek için toplum içindeki mevcut sosyal problemleri bilmek gerekir. Suç ile diğer sosyal problemler arasında yakın bir ilişki vardır. Özellikle bazı sosyal problemler sonucu suç işleme oranları artmaktadır. En genel anlamda suç toplumda yürürlükte olan normlardan bir sapma olarak tanımlanmaktadır. Diğer bir deyişle suç diğer sapma davranışları gibi toplumun değer ve normlarından sapan bir eylemdir. Fakat suç kanun koyucuları tarafından ceza yaptırımı ile belirlenmiş olduğundan dolayı diğer sapma davranışlarından ayrılır. Bir davranışın suç sayılabilmesi için belirli unsurların bulunması gerektiği düşüncesinden hareket eden Sutherland, bu unsurların neler olduğunu şu şekilde ifade etmektedir. 1. Bütün grup veya bir grup içerisinde siyasal bakımdan önemli olan bir alt grup tarafından takdir edilen bir değer, 2. Toplumlarda bir yer teşkil eden küçük bir grubun, kültürel bakımdan diğer bir grup ile anlaşmazlık içinde bulunması, dolayısıyla söz konusu olan değeri ya hiç takdir etmemesi ya da az takdir etmesi ve böylece o değeri tehlikeye sürüklemesi, 3. Değeri takdir etmeyenlere karşı usulünce uygulanan bir yola başvurulması. 19 Bu üç unsur etrafında oluşturulan tanımlamada, toplum içerisinde ağırlıklı söz sahibi durumunda bulunan grubun suça ilişkin davranışları belirlediği açıkça görülmektedir. 18 19 Đçli, Türkiye’de Suçlular,, s.3-4 Dönmezer, Kriminoloji, s.46 12 DURKHEĐM’e göre suç normal, zorunlu ve yararlıdır. Normaldir zira, suç işlemeyen toplum tasavvuru imkansızdır. Zorunludur zira, suçların ihlal eylediği duygular, bütün kişilerin vicdanlarında vardır, bunun tersi olan duyguların kişinin vicdanına yerleşmesine imkan yoktur. yararlıdır, çünkü suç olmasa idi, toplum mutlak bir durgunluk içinde kalırdı20. 1.1.3. Yaş ve Suç Suç ve suçluluk konusundaki çalışmalar, suçun yaş, medeni hal, eğitim durumu, meslek, yerleşim yeri, siyasal ve ekonomik dalgalanmalar, coğrafi koşullar gibi birçok faktöre bağlı olarak değişiklik göstermektedir. Çalışmamızda çocuk suçluluğu inceleneceğinden, suçun yaş ile olan bağlantısı üzerinde durmak faydalı olacaktır. Ayrıca ilerleyen bölümlerde, çocuk suçluluğu ve kentleşmenin suçluluk üzerine etkisi geniş bir şekilde incelenecektir. Yapılan araştırmalara göre suç işlemenin yaygınlığı onlu yaşlarda (1319) zirveye çıkmakta, ancak daha sonra yirmili yaşlarda düşüşe geçmektedir. Bu seyir, hem kesir ve hem de uzun dönemli (zaman içinde birkaç defa tekrar edilen) araştırmalarda görülmektedir. Đngiltere'de, resmî kayıtlara göre erkeklerin suç işleme yaşının zirvesi 1987'ye kadar 15 idi. Fakat, dükkândan mal aşırma suçunu işleyen genç suçluları tespitteki azalmanın bir sonucu olarak 1988'de 18'e yükseldi. Đngiliz kadınlar için zirve yaş, 1985'e kadar 14 iken, o tarihten sonra 15'e yükseldi. Cambridge Üniversitesi tarafından yapılan bir araştırmanın bulgularına göre, mahkûmiyetlerin oranı 17 yaşında zirveye ulaşmakta ve bu yaştan sonra düşmektedir. Suç tiplerinin çoğunluğu (bina hırsızlığı, gasp, oto ve otodan hırsızlık, dükkândan mal aşırma) için 20 Dönmezer, Kriminoloji, s.50 13 ortalama (medyan) mahkûmiyet yaşı 17 iken şiddet suçlan için 20, sahtekârlık suçlan için ise 21'dir.21 Umumiyetle istatistikler yaş arttıkça suç miktarının azaldığını göstermektedir ki, böylece ihtiyar mücrimlerin daha az olduğu anlaşılmaktadır Adet itibariyle bu azalmağa mukabil bazı suçlarında yaş ilerledikçe çoğaldığı görülmektedir. Meselâ; dolandırıcılık, küçük hırsızlıklar ve taksirli suçlar bu meyandadır. Bir taraf dan da, ihtiyarlığın verdiği tedenninin bir aksülâmeli olarak teşhircilik, küçüklerin ırzına geçmeğe teşebbüs gibi suçların çoğaldığı da görülmektedir.22 Yaşın suçluluk üzerindeki etkileri şu suretle özetlenebilir23: 1)Đnsan hayatının ilk 15 yılı içerisinde suç çok az miktarda işlenmektedir. Zira çocuklar bu dönemde ebeveynlerinin sıkı denetimi altındadırlar. Bu dönemde çocukların davranışlarını kontrol bakımından bir takım pekiştireçler etkin olarak faaliyettedir. Buna karşılık yetişkinlik ve erişkinlik çağında durum bazı ülkelerde değişmekte ve gençler suça yöneltici pekiştirenlerin etkisi altına girdikleri için suç oranı yükselmektedir. Bizim ülkemiz bakımından ise suçu engelleyici pekiştirenler faaliyetlerine devam ettiği için suç oranı, meselâ Amerika'dan çok farklı olarak, suçta doruk (zirve) 21 yaşlarından sonra ortaya çıkmaktadır. 2) Esas trend yaş ilerledikçe suç oranının azalması olduğu halde bazı suçlar, daha ileri çağlarda doruk (zirve) yapmaktadır: Söz gelişi otomobil hırsızlıkları erken yaşlarda doruk noktasına ulaştığı ve kısa bir süre sonra ortadan kalktığı halde basit hırsızlıklar, hileye dayalı suçlar daha ileri yaşlarda bu düzeye gelmekte ve yavaş yavaş azalmaktadır. 21 H. Đbrahim Bahar, Kazım Seyhan: “Çocukta Suçluluğun Gelişmesine Yol Açan Faktörler”, Polis Dergisi, Sayı 47, Ocak-Mart, 2006, s.96 22 Hüsnü Gider, Genel Kriminoloji ve Adalet Psikolojisi, Ankara,1961, s.334 23 Dönmezer, Kriminoloji, s. 124 14 3) Müzmin (kronik) suçluların suça erken yaşlarda başladıkları görülmektedir. 4)Gençlik dönemi insan hayatının maceralı zamanıdır. Genç insan suçta az beceri sahibi olduğundan çabuk yakalanır. Bu çağ tatmin edilmemiş ihtiraslar, işsizlik dönemidir. Genç suçlu hızlı ve tehlikeli biçimde yaşar ve erken ölür; böylece demografik bakımdan kanuna saygılı olanların daha yaşlı ölmelerini sağlar. Ceza adalet sistemi çok küçük ve yaşlı suçluya karşı çok daha yumuşak ve hoşgörülüdür. Ayrıca genç nüfus medya'nın suça yöneltici etkilerine daha açıktır; buna karşılık yaşlılar din ile daha çok ilgilidirler; din ise kişi üzerinde ahlâkîleştirici etki yapar. 5)Arz olunan sebepler dolayısıyla tarihî ve coğrafî bakımdan yaşın etkisinin sabit kaldığı yapılan araştırmalarla tespit edilmektedir. Yetişkinlik ve erişkinlik dönemlerinde ortaya çıkan ve suçlu davranışa yönelten para, seks, arkadaş çevresi ve toplumun ortak ahlâk standartlarını reddetme gibi pekiştireç kaynakları ve kişinin ana baba gibi güçlü kontrol unsurlarının etkisi dışına çıkışı elbette ki; yaşın suça yöneltici etkileri olarak telakki edilmelidir. Bir taraftan enerji, güç, kuvvetli dürtülerin etkileri sürerken diğer yandan meşru tüketim kaynaklarının ve becerinin azlığı suçluluğu hayatın bir bölümünde yaşa bağlı olarak arttırmaktadır. Bütün çağdaş toplumlarda gençler bu uyumsuzluk döneminden geçmektedirler; ancak batı ülkelerinde bu yaş dönemi 16-22 olduğu halde ülkemizde toplumsal sebeplerle 20'lerden sonra gelmektedir. Demek oluyor ki, yaşa bağımlı olarak suçta bir doruk oluşacaktır; ancak bunun yaş seviyesi toplumsal kültür ile ilgilidir. Pek çok teoriler suç işlemenin neden onlu yaşlarda zirve yaptığını açıklamaya çalışmaktadır. Meselâ, suç işleme ile erkeklerdeki testosteron hormonu seviyesi, fiziksel kabiliyetlerdeki değişmeler veya suç fırsatları arasında bağlantı kurulmuştur. Testosteron seviyesi, ergenlik ve erken yetişkinlik esnasında yükselmekte, daha sonra ise düşmektedir. En popüler açıklama, sosyal etki üzerine odaklanmaktadır. Doğumdan itibaren çocuklar, suç işlemeyi genellikle çirkin gösteren ebeveynlerinin etkisi altındadırlar. 15 Fakat, onlu yaş yıllarında gençler yavaş yavaş ebeveynlerinin kontrolünden kurtulurlar ve pek çok durumda suç işlemeyi teşvik eden arkadaşlarının etkisi altına girerler. 20 yaşından sonra, arkadaş etkisinin yerini, eşlerden ve karı koca gibi birlikte yaşanılan diğer kimselerden kaynaklanan ve suç işlemeye karşı hasmane bir tavır takınan yeni ailevî etkiler aldıkça, suç işleme tekrar azalmaktadır.24 1.1.4. Suçun Maliyeti Suçun topluma iki tür maliyeti söz konusudur. Bunlardan ilki suç sonrası ortaya çıkan zarardır ki, bu toplumsal nitelik ağırlıklı bir zarardır. Suç toplumsal bir sorun olmakla birlikte her birey şahsına veya malına karşı gerçekleşebilecek saldırılara karşı güvence içinde olmak ister. Suç korkusu nedeniyle pek çok kişi toplumdan uzaklaşarak içine kapanır ve dolayısıyla toplumsal birliği ve resmi olmayan sosyal kontrol mekanizmalarını zayıflatır. Bütün bunların sonucunda toplumsal dayanışma çöker ve suçluluk daha da fazlalaşır. Zira insanların suç korkusu ile toplumsal yaşamdan çekilmeleri ve kendilerini evlerine kapatmaları sokaklarda suçlular için daha serbestçe faaliyet gösterebilecekleri bir alan yaratır. Ayrıca, suç korkusu nedeniyle sarf edilen paralar büyük meblağlara ulaşmaktadır. Örneğin koruma görevlileri istihdam etmek, alarmlar ve diğer koruyucu önlemler kurdurmak ya da sigorta ettirmek için büyük paralar ödenmektedir. Bu yalnızca kişi ve özel kuruluşların sarf ettikleri paralan ifade etmektedir. Öte yandan devlete ödediğimiz vergilerin önemli sayılacak bir bölümü suçluları yakalama, 24 Bahar ve Seyhan, a.g.e., 97 16 kovuşturma, yargılama ve suçlulara hükmedilen cezalan infaz etmeye harcanmaktadır 25. 17 ülkede 34.000 kişi ile telefon yolu ile yapılan Uluslararası Suç Mağdurları Araştırması’na göre ise Đngiltere ve Galler’de suç mağdurları oranı %26’dır. Bu sayı Hollanda, Đsveç’te %25, Kanada’da %24, ABD’de ise %21’dir. Đngiltere’de hırsızlık suçlarının %53’ün ev sahiplerinin evlerinde olduğu bir anda gerçekleşmesi bireysel güvenlik açısından ne kadar vahim bir durumda olduğunu göstermektedir26. Örneğin Amerika Birleşik Devletleri'nde yapılan bir araştırma Amerikan halkının %64'ünün herhangi bir suçun mağduru olmamak için geceleri sokağa çıkmaktan kaçındıklarını ortaya koymaktadır. Yine aynı araştırma her dört kişiden birinin gece sokağa çıktığında yanına köpek, silah ya da düdük gibi bir şey, her üç kişiden birinin ise başka bir kişiyi aldığını belirlemiştir. Evlerinin korunması için ise halkın %5 inin birden fazla kilit, %15'inin alarm, %8'inin pencere demiri taktırdığını,%43 ila %52'inin evde silah bulundurduğunu, %44'ünün ise köpek beslediğini ortaya koymuştur. Öte yandan kentte yaşayanların önemli bir bölümü evlerinden taşınmaları için en başta gelen nedenin suç korkusu olduğunu (%24) belirtmişlerdir. Kırsal yörelerde bu oran %30'dur27. Harvard Law School tarafından yapılan suçluluk korkusu ile ilgili olarak, düzenlenen bir ankette Portland / Oregon’da soru sorulan yetişkinlerden dörtte üçünün karşılarından bir gurup gencin geldiğini görünce yolun diğer tarafına geçtiklerini; Baltimore’daki başka bir ankete göre sorulanların yaklaşık yarısının sadece gelen bir tek gencin karşısına çıkmamak için yolun karşısına geçtiklerini, ortaya çıkardı. Umumi bir oturma tesisinde yaşayanlarla yapılan röportajda, çevrelerindeki en tehlikeli yer neresidir diye sorulan soruda çocukların/gençlerin içmek ve müzik dinlemek 25 Füsun Sokullu-Akıncı, Kriminoloji, Đstanbul, 2004, s.5 4-60 Mehmet Özcan, “Avrupa’da ve Türkiye’de Suç Đstatistikleri ve Suçlardaki Artış”, s.1 http://www.turkishweekly.net/turkce/yorum.php?id=388, ulaşma tarihi 01.04.2007 27 Sokullu-Akıncı, a.g.e, s.55 26 17 için buluştukları bir yeri söylemişlerdi ki burada daha hiçbir suç olayı meydana gelmemişti. Bostan’daki umumi oturma tesislerinde yaşayanlardan en çok korku; düzensizlik ve saygısızlığın çok olduğu ama suçluluğun olmadığı binalarda yaşayanlarca ifade edilmiş. Bu sebeplerin ardında anlaşılan bu anlamdaki görünümlerdir; normalde zararsız olan, örneğin metro ve grafiti gibi. Nathan Glazer’in tarif ettiği gibi metro kullanıcısının “ günde birkaç saat zamanın geçirdiği çevrenin, kontrolsüz olduğu ve kontrol edilemez olduğunu ve her isteyenin buraya girip düşünülebilen her şeyi ve zararı meydana getirebileceğini” düşünmeye ve inanmaya başlar28. 1.1.5 Suç Đstatistikleri Nasıl Anlaşılmalıdır? Đstatistik, verileri inceleme ile uğraşan bir disiplindir. Đstatistikten konuşurken, gerçekte birtakım teknik ve yöntemlerden bahsetmekteyiz. Araştırmada bir araç olarak düşünüldüğü takdirde istatistik, belirli amaçlar için planlı ve sistemli olarak verileri toplama sınıflama, çözümleme ve yorumlama teknik ve yöntemlerine alt bir disiplin olarak tanımlanmaktadır.29 Suçla ilgili yapılan araştırmalarda, istatistik önemli bir veri kaynağıdır. Suç istatistikleri denilince öncelikle kolluğun (Polis Jandarma) ve Adalet Teşkilatının istatistikleri akla gelir. Bütün bunlar resmî makamlarca meydana getirilen istatistiklerdir. Bu çalışmada suç istatistiklerine yer verilmesi nedeniyle, suç istatistiklerinin nasıl anlaşılması gerektiği değerlendirilmelidir. Suçlu davranışının doğru bir biçimde ölçülmesi, kriminolojik çalışmanın en önemli amaçlarından biridir. Suçun kökeninin belirlenmesinde suçlu 28 Recep Tayfun, “New York Şehri Polis Departmanının Suçla Mücadelesindeki Başarısı -New York’dan Öğrenmek”, Polis Dergisi, Sayı 40 www.egm.gov.tr erişim tarihi 27.04.2007 29 Saim Kaptan, Bilimsel Araştırma Teknikleri ve Đstatistik Yöntemleri, Olgaç Matbaası, Ankara, s. 297 18 davranışın ölçülmesi temeldir. Güvenilir suç verileri aynı zamanda adalet sisteminin geliştirilmesi için de gereklidir. Çünkü bu araştırmaların üç temel amacı vardır. Öncelikle insanların neden suç işlediklerini belirlemek ki bu suçun nedenlerini oluşturur. Đkinci olarak bu bilgiyi suçlu davranışı tahmin etmede kullanmak ve son olarak ceza adalet sisteminin her aşamasında karar vermeyi kolaylaştırmaktır.30 DÖNMEZER istatistik metodunun önemini belirtmekle birlikte, çeşitli mahsurlarını da şu şekilde sıralamaktadır31 a) Söz konusu istatistiklerin hiç birisi, bir memlekette işlenen gerçek suçlulara ait miktarları yani suçluluğun hacmini göstermez. Zira meydana çıkmayan, Polisin veya Adliyenin ilgisini çekmemiş bulunan büyük bir suç miktarı istatistiklerde gözükmez. b) Resmî kuruluşlar, istatistiklerden faaliyetleri hakkında sonuçlar çıkarılacağını bildiklerinden, istatistiklerdeki rakamları bilimsel maksatlarda kullanabilecek yönden daha çok, faaliyetleri hakkında fikir vermeyi sağlayacak doğrultuda belirtme eğilimini taşırlar. c) Metodun uygulanması suretiyle belirli bir kişinin ne için suçlu olduğu belirlenemez ve sebep keşfolunamaz. Mukayese için ele alınan grupların homojen olmayacağı meselâ suçsuz olarak ele alınan grupta suçluların bulunabileceği, ayrıca suçlu olarak genellikle cezaevlerindeki kişiler ele alınacağına göre bunların da gerçek suçluları temsil etmedikleri söylenebilir. e) Bir cezaevinde bulunan suçlular, ancak bir grup halinde ele alınabilir ve incelenebilirler. Oysa bu suçluların, renk, ırk, cinsiyet gibi özelliklerini önceden tâyin mümkün ise de doğum, aile ve ev şartları, ebeveynin karakteri gibi özellikleri mahkûmların evvelce yaşamış bulundukları yerlerden dikkatle ve özenle tespit edebilmek bu metotla hemen de mümkün değildir. 30 31 Đçli: “Toplumdan Kopuş Suç ve Şiddet”, s. 640 Dönmezer, Kriminoloji, s.29-39 19 f) Metodun uygulanması için suçlularda bulunacak özelliklerin, bütün nüfusun özellikleriyle mukayese edilmesi gerekir; oysa tüm nüfusu oluşturan kişilerde bulunduğunu tasavvur ettiğimiz müşterek özelliklere ait istatistik bilgiler ise çok kere gerçeğe uymamaktadır. g) Belirli özellik ve şartların istatistik ifadesi bize bunlardan bazılarının önemli olduğunu telkin eder ve belki bu önemi matematik olarak ölçmeye de imkân verir; meselâ ana babası boşanmış veya ölmüş bulunan çocukların, ebeveyni sağ ve boşanmamış çocuklara göre daha fazla suç işlediklerini gösterir. Fakat biz aynı zamanda şu hususu da bilmek zorundayız: Ana babaları boşanmış ve ebeveynleri vefat etmiş bulunan bazı çocuklar ne için suç işlememektedirler? Đşte açıktır ki, istatistik metodunun uygulanması ile bu gibi soruların cevabını almanın imkânı yoktur. f) Đstatistik metodunun kullanışında bu metodun bünyesindeki en esaslı sakınca, çeşitli tasnif şekillerini ve özellikleri rakamla belirtilir hale getirmek zorunluluğu dolayısıyla, gruplar teşkili ve böylece incelenen süjelere ve ünitelere ait bireysel özelliklerin kaybolmasıdır. g) Geleneksel suç istatistikleri, ağırlık ve vahametleri ne olursa olsun bütün suçları aynıymış gibi rakamlaştırır. h)Son olarak, istatistik metodunu kullanırken çok dikkatli olmak gereklidir. Suçu izah bakımından, doğrudan doğruya ilk ilişkilerin istatistiklerden elde olunamayacağını, ancak sadece bazı semptomların elde edilebileceğini unutmamak gerekir. Đstatistiklerdeki suç sayılarının artması, her zaman da siyah sayıların azaldığını göstermez. Bu artışın çeşitli nedenleri olabilir: a.- Polisteki etkinliğin artması, istatistiklerde daha çok suçun yer almasını sağlar, 20 b.- Polis belirli konular üzerine daha fazla eğilir ve kamuoyunun ilgisini çeken konularda (özellikle) yoğunlaşırsa bu konuya ilişkin istatistikler daha kabarık olur, c-Halkın polise karşı tutumunun daha olumlu hale gelmesi ve suç ihbarında daha istekli davranması istatistiklerde yer alan sayıları artırır, d.-Günümüzde insanların suç işleme olasılıkları artmıştır. Bu, insanların daha ahlaksız olmasından değil, pek çok suçun daha kolay işlenebilir hale gelmesinden kaynaklanmaktadır. Örneğin marketlerden hırsızlık, sayıca çok artan motorlu taşıt araçlarıyla işlenebilen suçlar, e.-Polis memurları, daha etkin görünebilmek için daha çok yakalama işlemi yapmaktadırlar, f.- Kanunların yeni koyduğu suçlar da istatistiklerdeki sayılan artırır32. Resmi suç istatistikleri yanında suç araştırmalarında kullanılabilecek diğer veriler, mağdur anketleri ve bireyin beyanına bağlı suç ölçümleridir. Mağdur anketleri, değişik ülke ve kentlerden çok sayıda kişiye belirlenen bir süre içinde bir suç mağduru olup olmadıkları, oldularsa olayı polise rapor etmedikleri sorularını içerir. Mağdur anketleri bazı suçların diğerlerine oranla polise daha fazla rapor edildiklerini belirtir. Genel olarak ciddi suçları polise ihbar edilme olasılığı yüksektir. Bireyin beyanına bağlı suç ölçümleri ise, bireyin (varsa) kaç suça katıldığı öğrenmeye yönelik soruları içerir. Bu araştırmalarda soru kağıtları isimsiz olarak, yalnız soruların bir kısmı yüzyüze mülakatla tamamlanır. Bireyin beyanına bağlı suçlarla ilgili yıllardan beri geliştirilen çok sayıda araştırma yapılmıştır. Bu araştırmaların doğruluğunu sağlayan en önemli unsur bireyin beyanında dürüst olmasıdır. Bu üç suç ölçütü birbirleriyle karşılaştırıldığında tüm eleştirilere rağmen ciddi suçlarda 32 Sokullu-Akıncı , a.g.e, s. 76 21 en güvenilir kaynağın resmi istatistikler, daha az ciddi suçlarda ise mağdur anketleri ve kişisel beyana bağlı raporların güvenilir olduğu ifade edilmiştir.33 Suç istatistiklerinde oluşan siyah sayıların çeşitli nedenleri olabilir34. Suçlunun mağdur tarafından yeterli bir şekilde tanımlanamaması: Mağdurun suça rıza gösterdiği durumlarda, örneğin çocuk düşürme suçlan ve cinsel suçlarda bu suçların ihbar edilebilme olasılığı çok düşüktür. Mağdur ve suçlu arasında önceden var olan ilişkiler de mağduru suçu ihbardan alıkoyar. Örneğin mağdur akrabası, dostu veya iş arkadaşı olan suçluyu küçük düşürmek istemez. Önemsememe, korkma ve çekinme gibi nedenlerle de mağdur suçu polise bildirmez. Mağdur polis yöntemlerini yeterli görmez ve ona güvenmezse adalet mekanizmasına inanmıyorsa suçluluk yine gizli kalır Mağdur bir suçla ilişkisi olduğunun farkında değildir, ya da ihbar edebilecek durumda değildir. Mağdursuz suçta suçun faili kendi işlemiş olduğu suçun aynı zamanda mağdurudur. Örneğin uyuşturucu madde kullanma, fuhuş, hukuka aykırı kürtaj, kumar oynama. Bu suçların polisçe bilinmesi olasılığı çok azdır. 33 34 Polisin bilmediği suçlar olduğu gibi bilmek istemediği suçlar da vardır. Đçli: “Toplumdan Kopuş Suç ve Şiddet”, s. 642-643 Sokullu-Akıncı, a.g.e, s. 77-85 22 1.1.6 Çeşitli Dünya Ülkelerinde Suç Eğilimleri Bu bölümde bazı dünya ülkelerinde, suçluluğun bir kısım genel karakteristiklerini açıklamaya çalışılacaktır. Ülkemizde çocuk suçluluğunun durumunu sağlıklı bir şekilde tespit edebilmek için, özellikle gelişmiş ülkelerin bu konudaki tecrübeleri incelenmelidir. Bilindiği gibi endüstrileşmiş toplumun kentleri gençleri ve göçmen işçileri kendine çekmiş ve kentleşme sürecinde çeşitli sorunlar ortaya çıkmıştır. Bugün, en azından birçok gelişmiş ülkede durum bundan çok farklıdır. Kentler, kendi dış mahallerine, uydu kasabalarına hatta kırsal alana doğru nüfus kaybetmekte ve bu çerçevede suçlarda değişiklikler görülmektedir. Ülkemizde de benzer ve farklı yönleriyle birlikte, hızlı bir endüstrileşme ve kentleşme süreci yaşanmaktadır. Bununla beraber bütün dünya memleketleri için geçerli, ortak suçluluk karakteristiklerinin var olamayacağı ortadadır. Benzer özellikler, olsa olsa, aynı bir medeniyet ve benzer kültür düzeyinde bulunan memleketler yönünden söz konusu olabilir. Böylece ekonomik yönden gelişmiş Avrupa toplumları ya da ekonomik yönden geri kalmış toplumlara müşterek birbirinden ayrı suçluluk özellikleri belirlenebilir. Bu bölümde ulusal ve uluslararası çeşitli suç istatistiklerine yer verilecektir. Amerikalılar geçen yıllarda suç problemi ile gittikçe daha çok ilgilenmişler ve siyasî seçimlerde en önemli tartışma konusu (law and order) kanun ve düzen olmuştur. Bu arada yıkıcı nitelik gösteren teşkilâtsız şiddet suçlan da artmak yolunu tutmuş, gençler ve çocuklar tarafından işlenen yıkıcı hareketlere ait rakamlar çoğalmıştır. Uyuşturucu maddeler kullanılması gençlere sirayet etmiş ve lise öğrencileri arasında tutkunlara rastlanmıştır. Spor faaliyetlerine paralel olarak yürütülen bir kumar girişimi gittikçe şekillenmektedir. Cinsel suçlardaki artış ortaya bir psikopat tipi çıkarmıştır. 23 Büyük kentlerde, liman tahmil ve tahliye işçileri organize gangsterlere âdeta teslim olmuşlardır.35 Bu karanlık tabloya rağmen son yıllarda Amerika’da da suç işleme oranlarının düşüşüne ilişkin çeşitli istatistikler verilmektedir. 2003 yılında Amerikanın Sesi (VOA) tarafından verilen bir haber şu şekildedir. “Amerika’da suç işleme oranları son 30 yılın en düşük düzeyine indi. Adalet Đstatistikleri Bürosu tarafından yayınlanan rakamlara göre, cinayet dışında şiddete dayalı suçlarla, mala tecavüz suçları geçen yıl 23 milyona indi. 270 milyon nüfuslu Amerika’da bu rakam, istatistiklerin tutulmaya başladığı ilk yıl olan 1973’de 44 milyon idi. Son 30 yılın en düşük düzeyine indi. Adalet Đstatistikleri Bürosu tarafından yayınlanan rakamlara göre, cinayet dışında şiddete dayalı suçlarla, mala tecavüz suçları geçen yıl 23 milyona indi. 270 milyon nüfuslu Amerika’da bu rakam, istatistiklerin tutulmaya başladığı ilk yıl olan 1973’de 44 milyon idi.”36 Amerika Birleşik Devletlerinde yaşanan suçluluk şu şekilde özetlenebilir: ABD’de suç her şeyden önce bir erkek egemen bir eylemdir. 1991 yılında FBI kayıtlarında suçları (adam öldürme, zorla tecavüz, gasp, yaralama, hırsızlık, otomobil hırsızlığı) sonucu yakalanan 2,012,906 kişiden 1,572,591 kişi veya %78’i erkekti. Đkinci olarak çocuk ve gençti, üçüncüsü baskın bir şekilde kent kökenliydi. Dördüncü çoğunlukla zenciydi. Kayıtlı suçlar sonucu yakalanan zencilerin oranı toplumdaki oranlarının üç katıdır. Son olarak fakirdir. 1991 yılında hapishanedekilerin %33’ü işsizdi. Genel nüfustaki erkeklerin oranının neredeyse 4 katı. Tipik suçlulardan en çok kanunlara uyan Amerikanlar korkar. Fakir, genç, kent kökenli zenci erkekler suça karşı savaşta düşman güçlerinin çekirdeğini oluşturuyor. Onlar kurallara 35 Dönmezer, Kriminoloji, s. 59 http://www.voanews.com/turkish/archive/2003-08/a-2003-08-26-12-1.cfm?renderforprint= 1&textonly=1&&TEXTMODE=1&CFID=54034472&CFTOKEN=68188566 erişim tarihi 30.04.2007 36 24 ve yasalara uyan insanların korktuğu ve onların yaşamlarını ve huzurlarını tehdit eden sert ama organize olamamış bir gerilla ordusudur. 37 Bugün Avrupa memleketlerinde ise suçluluğun gittikçe yaygın hale geldiği ve şiddetle birlikte işlenen suçların, diğer suçlara oranla işgal ettiği yerin kısmen de olsa arttığı görülmektedir. Oysa medeniyet gelişmesi, örf ve adetlerdeki yumuşamaları sonuçlandığından ve ayrıca batının ileri toplumlarında etkili bir suç politikası da uygulanabildiğinden, şiddet belirten adam öldürme, ırza tecavüz, yağma, naşı izrar, isyan, kamu otoritesini temsil edenlere mukavemet gibi, şiddetle birlikte işlenen suçluluğun gerilemesine sebep olmak gerekirdi. Medeniyet karşılıksız faydalanma, dolandırıcılık, ilerledikçe mutavassıtlık, hırsızlık, dincilik, inancı kötüye kullanma, sahtekârlık, rüşvet ve irtikâp, yalan şahitlik, iftira, karşılıksız çek keşidesi, şantaj ve genel olarak beyaz yaka suçlarının çoğalacağı söylenmek gerekir. Bununla beraber Avrupa memleketlerindeki istatistikler son yıllarda şiddetle birlikte işlenen suçların arttığını göstermektedir. Sözgelişi Fransa'da şiddet suçlan çok yüksek bir orana ulaşmıştır. Yine batı memleketlerinde organize suçun gittikçe genişlik kazandığı görülmektedir. Suçluluk gittikçe profesyonel nitelik almakta, tekerrür oranı yükselmektedir38. Birçok Avrupa kentlerinde, aile hayatının yıkılması; toplum kimliğinin kaybedilmesi; toplumdan uzaklaşma; iskân yönetiminde kiracı ilişkilerinin yoksunluğu; emniyetsizlik duygusu; kollektif hizmetlerin eksikliği (kreşler, boş vakitlerin değerlendirileceği sportif değişik imkânlar, kolaylıklar ve benzerleri), yüksek uyuşturucu kullanımı hadiseleri, yüksek işsizlik seviyesi, farklı sosyal, ırk ve etnik gruplara karşı hoşgörüsüzlük gibi faktörlerin bir birikimi ile karakterize edilmiş alanlar içerir. Aile yapılarının zayıflaması, önceki kuşaklar tarafından kabul edilmiş disiplin ve değerleri tehdit etmektedir. Anne babanın otoritesinin ve sorumluluk duygusunu azalması yeni genç neslin yolunu şaşırmasına katkıda bulunmaktadır. Bireysel davranışlar için sınırları daha 37 John J. Dilulio, Jeffrey Reiman: “Is Street Crime More Harmful Than White-Collar Crime? in Taking Sides”, Kurt Finsterbusch, Mc Graw-Hill/Dushkin, 2003, s.280-297 çeviren Ali Ünlü, Ayhan Sabancı, Polis Dergisi,37.sayı, Ekim-Aralık 2003, s.246 38 Dönmezer, Kriminoloji, s.61 25 erken belirleyen diğer yetkililerin, özellikle kilisenin, gençlerin, özellikle ahlaki ve vatandaşlıkla ilgili baştan çıkma gibi konulara katkı sağlama rolünü yerine getirmesi fonksiyonu bitmiştir. Yeni uyuşturucuların ortaya çıkması, uyuşturucu bağımlılığının yeni kullanıcı tabakalarına yayılması (genç nesil, spor yapan insanlar, belirli eğlence oyunlarının müşterisi olanlar), uyuşturucu kullanıcılarının para ihtiyacı ve ihtiyaç duyulan buluşmaların suç yolları, dağıtım kanalları ve ticari yarar sağlama bağlantıları, tüm bunlar kentlerin sosyal çevresinin özellikleridir39. Batı medeniyetinde çocuk suçluluğu önemli bir sorun olmuştur. Đngiltere’nin son iki yüz yıllık tarihinin önemli korkuların tarihi olarak yeniden yazılabileceğini iddia edilmektedir. Kanun tanımaz şiddet yüklü çocuklardan kaynaklanan öyle bir korkudur ki, bu çocuklar sokaklarda ve diğer kamu alanlarında davranışlarıyla önceden görülmemiş şekilde sosyal düzeni sarsmış, dürüst vatandaşları korkutmuş ve Đngiltere insanın büyük bir çoğunluğu için ahlaken büyük bir çöküşün bir göstergesi olmuştur. Olayın izlerini geçmişte takip edersek, her zaman genç erkeklerin sokak suçlarına karşı, yirmi yıl öncesinin özlemiyle birlikte, büyük bir ahlaki panik vardı. 1980’lerde ırksal içerikli ayaklanmalar büyük bir tehditti ve 1950’lerde olduğu gibi hala huzurun hüküm sürmesinden çok uzaktı, Teddy Boys hala tehlikeli görülüyordu40. Đngiltere’de çocuk nüfusu, toplam nüfusun beşte birinden biraz fazlasını oluşturmaktadır. Birçok fakir bölgede ise, nüfusun üçte biri çocuklardan oluşmaktadır. Basit suçların büyük bir çoğunluğu ve bazı ağır suçlar 10-20 yaşlar arasındaki çocuklar tarafında işlenmektedir. Ceteris paribus, gençlerin nüfusta payı ne kadar yüksek olursa, suçların oranı da o kadar yüksek olur. 39 Urban Crime Prevention, A Guide For Local Autorities, Council of Europe Publishing, July, 2002, 50 çeviren Đsmail Yılmaz, Polis Dergisi, sayı 38, Ocak-Mart, 2004, s.481 40 Heidenson, a.g.e., s.58 26 Bu suçlar ise çoğunlukla, dükkanlardan mal aşırma, vandalizm ve sokak soygunları gibi suçlardan oluşur41. Bazı Alman büyük kentlerindeki suçluluk oranlarının açık ve sevindirici olan gerilemesini göstermekle beraber kırsal yapılanmış ve dağınık nüfus karakterli yerleşim alanlarındaki sadece düşük gerileme ve hatta artan olay sayısının yansıtmaktadır42. Suç ve suçlulukta zaman içinde değişiklikler görülmesi mümkündür. Bu konuda, Birleşmiş Milletlerin 1980’den 2000’ne 20 yıllık sürece ilişkin verdiği suç değerler ilginç veriler içermektedir. Birleşmiş Milletlerin suç trendleri hakkında bütün ülkeler çapında toplam kayıtlı suçlar üzerinden yaptığı araştırmalar, her yüzbin kişi başına 1980’de olay sayısının düzenli olarak artarak 2000 yılına gelindiğinde, 2300’den 3000’in üzerine çıktığını gösteren verilere ulaşmıştır. Son yirmi yıl içinde suç sorunu dünya çapında daha kötü bir hale gelmiştir43. 41 Anne Power: “Housing, Community and Crime”, Crime and City, Essays in Memory of John Barron Mays , 1989, London, s.219 42 Recep Tayfun, “New York Şehri Polis Departmanının Suçla Mücadelesindeki Başarısı -New York’dan Öğrenmek” ? Polis Dergisi, sayı 40 www.egm.gov.tr erişim tarihi 27.04.2007 43 Mark Shaw, “Determining Global Trends in Crime and Justice: An Overview of Results From The United Nations Surveys Of Crime Trends and Operations Of Criminal Justice System”, Forum on Crime and Society, vol. 3, Nos. 1 and 2, December, 2003, s.40 27 Tüm Dünya Genel ....... Avrupa Birliği Latin Amerika ve Karayipler Kuzey Amerika Seçilmiş Bölgeler Tablo 1: Dünyada Suç Trendleri Bugünlerde az anlaşılmasına rağmen iyi bilinen önemli bir süreç ise Kuzey Amerika’da tüm suç oranlarında ki düşüştür. Bu durum, Batı Avrupa’da açık olarak gözlemlenmese de Avrupa Birliği ülkeleri için 1980’lerin ortalarından beri suç oranlarının durağan kaldığı söylenebilir. Orta gelir seviyesinde gelişmekte olan ve geçiş süreci yaşayan ülkelerin verileri az güvenilir olmakla birlikte, bazı önemli sonuçlara ulaşılabilir. Şiddet suçlarının oranının gelişmiş ülkelerden çok fazla olduğu büyük oranda doğrudur. Latin Amerika ve Sahra Afrikası’nın altındaki ülkelerde karşılaştırmalı olarak yüksek intihar oranlarından muzdariptirler. Đlave olarak ekonomisi geçiş sürecinde olan bazı ülkelerde, şiddet kullanarak işlenen soygunlar (gasp) dikkatle izlenmelidir. Birleşmiş Milletler anketine katılan az gelişmiş ülkelere ilişkin veriler sağlıklı değildir. Bu elbette büyük oranda anketteki yetersizliklerden olmayıp, az gelişmiş ülkelerdeki polis kayıtlarının gerçek suçların ancak küçük bir 28 kısmını yansıtmasından kaynaklanmaktadır. Açıktır ki, bu ülkelerdeki suçluluğun değerlendirilmesi ancak suç mağdurlarına ilişkin olarak yapılacak anketlerle ortaya konulabilir Örneğin, 1962–1997 yılları arasında meydana gelen nüfus artışı da dikkate alınarak Kanada’da son 30 yılın bilançosunu ele aldığımızda toplamda Kanada’da meydana gelen suç artış oranı %30.2 olacaktır. Fakat farklı suç türleri için durum farklı olabilir. Evlerden zarar vermek suretiyle yapılan hırsızlık suçlarının %255, evlerden tecavüz suretiyle yapılan hırsızlık suçlarının %444 oranında artış olmuştur. Burada belirtmemizde yarar olacaktır ki 90’lı yıllarda (1990-1997) bu suçlarda %12’lik bir düşüş kaydedilmiştir. Ancak bu durum bile 1962 yılıyla kıyaslandığında bahsekonu suçluluk oranının 2,5 ile 4,4 kat arasında bir artış gösterdiğini belirtmektedir44. Amerikanın yaklaşık bütün kentlerinde suçluluk gerilemiştir. En belirgin çekilme, 1994’den beri suçlulukla mücadelede yeni metotların kullanıldığı New York’da göze çarpıyor; New York Polisi 1992’de her 100.000 kişide 30 olan cinayet suçunu 1996’da Amerikan ortalaması olan 13’e indirmeyi başardı. Ama bununla birlikte New York yinede Almanya’nın ortalaması üzerinde yer alıyor. Almanya da son 20 yıldır cinayetle suçlanan suçlular 100.000 kişide 1,2 ile 1,5 arasında dalgalanıyor. Gasp suçlarına ilişkin sayıda da New York Almanya’ya göre 6 kat daha fazla, ama Berlin’e göre sadece 2 kat fazla. Kayıtlı suçluluk polis istatistiklerinde büyük bir gerileme ve bununla beraber tutuklamalarda bir yükselme gösteriyor. 1994 ve 1995 yılları arasındaki kıyaslamalarda mala karşı işlenen suçlarda %14,5 ve vücut bütünlüğüne karşı işlenene suçlarda %13,8’ lik oranla, yani kesin sayılarla ifade edildiğinde 391 ile cinayet suçundaki gerileme istatistiklere yansıyor: 1994 yılında 1561 vaka ve bir yıl ardından 1170 vaka45. 44 David Hicks, Daniel Sansfaçon http://www.crime-prevention-intl.org/, Erişim tarihi 10 Mart 2004, “Evlerden Yapılan Nitelikli Hırsızlık Suçları Bazı Sanayileşmiş Ülkelerde Durum”, Çeviren Sinan Erbaş, Polis Dergisi, Ocak-Mart 2004, Yıl 10, Sayı 38, s.482 45 Recep Tayfun, “New York Şehri Polis Departmanının Suçla Mücadelesindeki Başarısı -New York’dan Öğrenmek ?” Polis Dergisi sayı 40 www.egm.gov.tr erişim tarihi 27.04.2007 29 1.2 KENT, KENTLEŞME VE KENTLĐLEŞME 1.2.1 Kent Kente pek çok açıdan yaklaşılabilir. Psikanalizin kavramlarıyla, cetvel ve pergelle, roman ve şiirdeki yeriyle, militer kaygılarla, “nostalji” ile “ilerleme ve düzen” çiftiyle, “sınıf mücadelesi”nden hareketle, dolayısıyla kent, sosyolojiden ekonomiye savaş sanatından mimariye birçok disiplinin ortak konusudur46. Đnsan topluluğunun yoğun bir şekilde yaşadığı yerleşim birimi olarak nitelendirilen kentlerin fiziki ve fonksiyonel açılardan incelenmesi mümkündür. Fiziki açıdan kentler, farklı amaçlar için kullanılan çok sayıdaki binalar ile insanların ulaşımını sağlayan yollardan oluşur. Fonksiyonel açıdan kent ise ekonomik, sosyal ve kültürel faaliyetlerin, aktivitelerin 47 gerçekleştirildiği yerleşim birimleridir. Ekonomik ölçüte göre kent, mal ve hizmetlerin, üretim, dağıtım ve tüketimi sürecinde toplumun sürekli olarak değişen gereksinimlerini karşılamak için ortaya çıkan bir ekonomik mekanizmadır. Bu genel tanımın dışında bir yerleşmeye ‘kent’ adının verilebilmesi, genellikle, nüfusun tarım dışı kesimlerde çalışmasına bağlıdır. Buna göre yerleşmeler, tarım dışındaki ve tarımdaki nüfus oranlarına bakılarak kent ve köy adını almaktadır.48 Kent kavramını siyasi açıdan tanımlanacak olursa, kent ile uygarlık ve siyaset arasında birçok dillerde yakınlık olmuştur. Kent (civitas) latin dillerinde uygarlık (civilization) ile özdeş sayılmaktadır. Arap dillerinde de Medina’nın “kentin”, 46 medeniyet’in ise “uygarlığın” karşılığı olduğu Kürşat Bumin, Demokrasi Arayışında Kent, Đz Yayıncılık, Đstanbul, 1998, s.3 Eyüp Đspir, Şehirleşme ve Meseleleri, Ankara, 1991, s.5 48 Ruşen Keleş, Kentleşme Politikası, Đmge, Ankara, 2002, s.75. 47 bilinmektedir. 30 Yunancada kent (polis) ve siyaset (politika) sözcükleri arasında yalnız anlam benzerlikleri değil, aynı zamanda köken bilimsel bağlantıları da vardır.49 Sosyal açıdan ise her şeyden önce kent bir insan ürünüdür daha açık bir ifadeyle kent, bir toplumsal kümenin ürünü olmayı simgelemektedir. Kent bu açıdan canlı bir varlık değil, toplumsal bir varlığın kendi yapısını denetlemek ve ayakta tutmak üzere kullandığı araçlardan biridir.50 Diğer yandan sosyo-ekonomik açıdan bakıldığında kent, sosyal hayatın mesleklere, işbölümüne, farklı kültür gruplarına göre organize edildiği; kurumlaşmaların yoğunluk kazandığı, karmaşık insan ilişkilerinin bütün bir günlük yaşamı etkilediği yerleşme merkezi olarak tanımlanabilir.51 Ayrıca yapılmaktadır. kentin Kent kullanılan ölçüte tanımlamasında bağlı nüfus olarak ölçütü çeşitli tanımları göz önünde bulundurulduğunda, belirli bir nüfus düzeyini aşmış yerleşimlere kent adı verilebilmektedir. Nüfusa göre tasnif ülkeden ülkeye değişebilmektedir. Belçika’da 5.000, Đsviçre’de 10.000, Hollanda’da 20.000, nüfuslu yerleşmeler kent olarak kabul edilmektedir. ABD istatistikleri de 2.500’den fazla olan yerleşimleri kent birimi olarak saymaktadır. Ülkemizde ise Köy Kanunu nüfus ilkesine göre bir ayrım yapmakta, “Nüfusu 2.000’den aşağı yurtlara köy, nüfusu 2.000 ile 20.000 arasında olanlara kasaba ve 20.000’den çok nüfuslu olanlara şehir denir” demektedir. 52 Diğer bir ölçüt olan yönetsel sınır ölçütüne göre, belli bir yönetsel örgüt biriminin sınırları içinde kalan yerlere kent, bu sınırların dışındaki alanlara köy denilmektedir. Devlet Đstatistik Enstitüsü yayınlarında, il ve ilçe nüfusu kentsel 49 Ruşen Keleş, Yerinden Yönetim ve Siyaset, Cem Yayınevi, Đstanbul, 1992, s.73 Henri Laborit, Đnsan ve Kent, Çev: Onaran Bartan, Paye Yayınevi, Đstanbul, 1990, s.21-27 51 Ruşen Keleş, Artun Ünsal, Kent ve Sosyal Şiddet, A.Ü.S.B.F Yay., Ankara, 1982, s.2 52 Hasan Canpolat, Türk Belediye Sisteminde Ölçek ve Model Sorunu, Yayımlanmış Doktora Tezi, Đçişleri Bakanlığı Mahalli Đdareler Kontrolörleri Derneği, Yayın No:17, Ankara, 2002, s.5 50 31 nüfus sayıldığına göre, Türkiye’de kent ve köy ayrımında yönetsel örgüt sınırları ölçütünün benimsenmiş olduğu belirtilebilir.53 Toplum bilim ölçütüne göre kent, toplumsal bakımdan benzerlik göstermeyen bireylerin oluşturduğu, göreceli olarak geniş, yoğun nüfuslu ve mekanda süreklilik niteliği olan yerleşmedir.54 Amerikan sosyologlarından Queen ve Carpenter, kenti, ‘yerine ve zamanına göre geniş sayılacak biçimde bir araya gelmiş ve bir takım ayırdedici özellikleri bulunan insanlar ve yapılar topluluğu’ olarak tanımlar.55 Bu ölçütler bir arada değerlendirildiğinde, kenti: sürekli toplumsal gelişme içinde bulunan ve toplumun, yerleşme, barınma, gidiş-geliş, çalışma, dinlenme, eğlenme gibi gereksinmelerinin karşılandığı, pek az kimsenin tarımsal uğraşılarda bulunduğu, köylere bakarak nüfus yönünden daha yoğun olan yerleşme birimi olarak56 veya tarımsal olmayan, üretimin yapıldığı, tüm üretimin denetlendiği, dağıtımın koordine edildiği, belirli teknolojinin kullanıldığı, nüfusun belli bir büyüklük ve yoğunluğa ulaştığı, heterojenlik ve bütünleşmenin var olduğu bir yerleşme yeri57 şeklinde tanımlayabiliriz. Kentin bir diğer tanımını da dolaylı yoldan, yani köyden ayrılan özellikleri kaba hatlarıyla sıralayarak yapabiliriz. Kent heterojen bir sosyal gruptur. Kent çeşitli etnik grupları, sosyal grupları, ayrı kültür ve inanç sistemlerinden insanları bir arada barındırır. Kent nüfus olarak kalabalık ve nüfus yoğunluğu fazla bir yerleşkedir. 53 Keleş, Kentleşme Politikası, s.74 Canpolat, a.g.e., s.5 55 Keleş, Kentleşme Politikası, s.74 56 Ruşen Keleş, Kent Bilim Terimleri Sözlüğü, Đmge Kitabevi, Ankara, 1998, s.75 57 Rüstem Erkan, Kentleşme ve Sosyal Değişme, Bilimadamı Yayınları No:1, Ankara, 2002, s.19. 54 32 Kentte ilişkiler, gayrişahsî, soğuk ve sathidir. Kentte sosyal kontrol en azından akraba, arkadaş vs. kontrolü zayıftır. Kentte şeklî iş organizasyonları kurulmuştur. Kentte toplumsal hareketlilik hâkimdir58. Bu çeşit tarifler ve kıstaslar, kent ve köyün incelenmesi konusunda bazı esaslı noktalar ortaya koymakla beraber, açık ve yeter bir kıstas ta oluşturmamaktadırlar. Bu iki topluluk üzerinde yapılan incelemeler kentin köyden mekânının daha geniş, nüfusunun daha çok oluşu gibi bir nicelik farkıyla değil, daha farklı ve birbirine katılımı mümkün olmayan bazı mahiyet farklarıyla da ayrıldıklarını göstermiştir. Böyle olunca kentin bir formülle veya tek bir kriterle tarifi yerine, kent topluluğunun birçok değişik özelliklerini bir araya toplamak suretiyle onu köyden ayırt etmek daha yerinde görülmüştür. Kent ve köy şu noktalardan birbirinden ayrılık göstermektedir59 : 1) Đşbölümü: Kentlerde işbölümü köylere göre daha ince ve ileridir. 2) Faaliyet bakımından: Köyde halkın iktisadî faaliyeti ziraat ve hayvancılıktır. Kentte ise ticaret ve diğer meslekler hâkimdir. 3) Çevre bakımından: Köyde doğal çevre hâkimdir. Kentlerde ise, insan eli ve emeğiyle değiştirilmiş ve yaratılmış yapay bir çevre görülür. 4) Hacim bakımından: Kent köye nispetle daha geniş bir saha üzerine yayılmıştır. 5) Yoğunluk bakımından: Kentin mekânı barındırdığı nüfusa oranla dardır. Kent nüfusu, köyünkine göre daha sıktır. 58 59 Ayda Yörükan, Şehir Sosyolojisinin Teorik Temelleri, Ankara,1968, s.19 vd. Seha L.Meray, Toplum Bilim Üzerine, Đstanbul, 1982, s.96-97 33 6) Nüfusun yapısı bakımından: Kentin nüfusu hem milliyet, hem de doğum yeri bakımından türdeş olmayan insan kütlelerinin yaşadığı bir mekândır. Köylerde kente oranla bu bakımdan daha fazla bir düzenlik vardır. 7) Toplumsal farklılaşma ve tabakalaşma bakımından: Kent nüfusu hem «ufkî», hem de «şakulî» olarak köy nüfusuna oranla daha çok ve daha bariz bir farklılaşma gösterir. Kent nüfusu meslekler itibariyle büyük bir farklılık gösterdiği gibi, servet farklılaşması da kent nüfusunda köydekine göre daha fazladır. 8) Toplumsal kayganlık : (Social mobility) bakımından: Köy yaşamı daha çok toprağa bağlı olduğu ve köy nüfusu gayrimenkul mülkiyetine daha çok sahip bir kitle olduğu için, köylü, kentliye göre daha az mekân ve çevre değiştirir. Meslek sorunu bulunmadığı için, meslek değiştirme, toplumsal seviyede büyük bir tabakalaşma olmadığı için kayganlık çok azdır. Halbuki kentlerde bu durum köyün tam tersidir. 9) Nüfusun göç yönü bakımından: Kent kendisine nüfus alır; köy ise nüfus dağıtır. 10) sahası Karşılıklı daha ilişkiler geniştir. bakımından: Kent a) nüfusunun Kent sakinin onbinleri, ilişki yüzbinleri nihayet milyonları bulan kalabalığı için de kentli daha geniş ve zengin bir çevreyle temas halindedir; b) Kentte ikincil ilişkiler (Secondary contacts) daha hâkimdir. Köyde ise doğrudan doğruya temaslar (primery contacts) hakimdir. Köylü nüfus arasında temaslar daha ziyade; araya bir araç girmeden, yüz yüze girişilenlerden ibarettir, c) Kentte ilişkiler gayri şahsîdir. Kentli ilişkide bulunduğu kimselerin çoğunu tanımaz; d) Kent sakinin geliştirdiği ilişkiler çoğunlukla devamsızdır. Halbuki köylü ilişkide bulunduğu insanlarla zaman içinde tekrar temas haline gelmeyi zorunlu kılan bir toplumda yaşar. 11) Kültür bakımından: Kültür faaliyetleri, kentlerde köylere göre daha yoğundur. Eğlence yerleri, tiyatro, sinema, okul vs. kentlerde daha çoktur. 34 Küçük topluluklar - köy ve küçük kasaba - nüfusu az olduğu için üyeleri arasında sıkı ve yakın ilişkilerin bulunduğu ve normların uzun süreler içinde sabit kaldığı topluluklardır. Kuşaktan kuşağa, toplumsal kurallarda, sosyokültürel normlarda değişiklikler olmaz. Bu toplumlarda işbölümü ve uzmanlaşma ya hiç yoktur ya da çok düşük düzeydedir. Bu topluluklar iktisadî bakımdan kendilerine yeterlidir. Aile bir üretim birimi olarak faaliyet gösterir. Aile sosyal teşkilatlanmada önemli bir birimdir ve üyeleri üzerinde kontrolü sağlar. Ayrıca toplumda sosyal kontrol oldukça sıkıdır. Toplumsal problemler geleneksel kontrol mekanizmaları ile çözülür. Kurallar üzerinde çok faza uyuşmazlık yok gibidir. Bu toplumlarda bütünleşme oldukça yüksek düzeydedir. Bu özellikler büyük yerleşim merkezleri için geçerli değildir. Toplum, aile ve arkadaşlık, akrabalık bağlan üzerine kurulu teşkilatlanmayı terk etmiş, yeni bir teşkilatlanma tipini kabullenmiştir. Uzmanlaşmaya dayanan yeni bir teşkilatlanma tipi benimsenmiştir. Sanayileşme süreci ile birlikte kentler de büyümüştür. Sanayileşme yeni bir teşkilatlanma tipini de beraberinde getirmektedir Sanayileşme ve kentleşmeyi dengeli ve düzenli olarak gerçekleştiren toplumlarda bu teşkilatlar da gecikmeden kurulmuştur. Ama azgelişmiş toplumlarda teşkilatlanmanın toplumun sağlıklı ve düzenli yaşamasını sağlayacak biçimde oluşmadığını görüyoruz. Onun için bu toplumlarda suçu ortaya çıkaran sebeplerin daha çok olduğu söylenebilir.60 Kentler sadece mekân değildir. Kentler aynı zamanda semboller ve metaphorlardır, düşünce şekli ve yaşam biçimidir. Modern toplumlar çoğulcudur, çok farklıdır ve çatışmalardan muzdariptir, kentler bu gibi olguların yoğunlaştığı alanlardır61. 60 61 Kemal Görmez, Şehir ve Đnsan, M.E.B. Yayınları, Ankara, 1991, s.84, 85 Frances Heidenson, Crime And Society, 1989, s.35 35 1.2.2. Kentleşme Kentleşme üzerinde çalışan araştırmacılar, farklı yaklaşımlarla konuyu ele aldıklarından, tanımlamalar da çeşitlilik göstermektedir. Kentleşme, iki ucu olan bir çözülme, yoğunlaşma ve akım olayıdır. Đki uçtan birisi "kır"dır, ötekisi de "kent". Çözülme kırda olmaktadır. Yoğunlaşma ise kentte gerçekleşmektedir. Çözülmenin ve yoğunlaşmanın özelliklerine uygun ve bunlara bağımlı biçimde, akım da kır ile kent arasında olmaktadır. Bu üç olgu, yani "kırda çözülme", “kente yoğunlaşma” ve “kır ile kent arasındaki akım” bir bütünün parçalandır. Birbirlerinden ayrı olarak düşünülemezler. Bunların birbirlerine bağlı olarak zaman içindeki işleyiş biçimi, bir ülkedeki “kentleşme sürecinin işleyiş biçimini”ni oluşturur.62 KELEŞ kentleşmeyi dar anlamıyla, kent sayısının ve kentlerde yaşayan nüfusun artması olarak tanımlamaktadır. Kentleşmenin ekonomik, toplumsal ve siyasal boyutlarını da hesaba katan, geniş anlamda bir tanımı belki şudur: Sanayileşmeye ve ekonomik gelişmeye koşut olarak kent sayısının artması ve bugünkü kentlerin büyümesi sonucunu doğuran, toplum yapısında, artan oranda örgütleşme, işbölümü ve uzmanlaşma yaratan, insan davranış ve ilişkilerinde kentlere özgü değişikliklere yol açan bir nüfus birikimi sürecidir.63 Kentsel nüfus bir yandan doğumların ölümlerden fazla olması sebebiyle, öte yandan da köylerle kasabalardan gelenlerle, yani iç göçlerle artmaktadır. Türkiye gibi az gelişmiş ülkelerde de kentsel alanlarda doğurganlık eğilimi azaldığından, kentleşme daha çok köyden kente doğru olan akımlarla beslenmektedir. Kısaca, kentleşme zaman içindeki bir değişmeyi, bir süreci anlatan devingen bir özellik taşır. Kentleşmeyi demografik ölçütü ön planda tutarak tanımlamaya çalışanlara göre kentleşme, kent olarak kabul edilen yerleşim birimlerinin sayıca artışı olarak 62 63 Kemal Kartal, Ekonomik ve Sosyal Yönleriyle Türkiye’de Kentlileşme, Ankara, 1983, s. 33 Keleş, Kentleşme Politikası, s.22 36 nitelendirilmektedir. Gökçe’ye göre kentleşme: “Belirli bir zaman aralığında şehir olarak kabul edilen yerleşme birimlerinde nüfus artışı ile birlikte görülen ekonomik ve toplumsal yapıdaki değişmeyi belirleyen süreçtir.”64 Gerçekten nüfus artış hızı önemli bir etkendir. 1800 yılında 75 milyon kişi kentlerde yaşarken 1970 yılında 1 milyar 311 milyon kişi kentlerde yaşamaktadır. Bugün kuşkusuz bu sayının çok üzerindedir65. Kırsal ve kentsel alanlardaki esas çelişki, yalnızca nüfus yönünden değildir. Aradaki farklılaşma, sosyal yapı farklılaşmasıdır. Bu açıdan kentleşme bir sosyal yapıdan diğer bir sosyal yapı türüne geçişi dile getirir. Kentleşme durumunda çevresel (ekolojik) merkezileşme ortadan kalkmakta toplumsal ilişkiler etkilenmektedir. Bu açıdan da değişme süreci içinde yığınlar için yeni yaşama tarzı (new modus viwendi) söz konusudur. Yerleşme bölgesindeki yaşama örgütlenmesi değişmektedir.66 ĐSPĐR’E göre kentleşme, “Kasaba ve kentlerde veya belirli bölgede halkın toplanması oranındaki yükselme olarak, geniş anlamda da kentleşme oranındaki yükselme, üretim ve hizmetlerin büyümesini sağlayan sanayileşmenin etkisiyle veya doğum oranının fazla olması ve bu fazlalığın kent içi yerleşim yerlerinde yaşamak istemeleri veya iskân edilmeleri nedeniyle nüfusun kentlerde birikmesine ve kent sayısının artmasına neden olan, aynı zamanda da burada yaşayanların özel hayatlarını ekonomik, sosyal ve siyasal davranış açısından etkileyen ve devletinde belirli birtakım faaliyetlerini gerektiren değişiklikler olarak tanımlanmaktadır.”67 Kentleşme olgusunu bir yandan ekonomik, sosyal ve teknolojik değişmelerin, diğer yandan bunlara bağlı gelişmeler sonucunda toplumun yapısında ve insanın tutum ve davranışlarında meydana gelen değişmeler açısından ele alan KARTAL, kentleşmeyi iki boyutlu olgu olarak: “Birincisi, birtakım ekonomik, sosyal, siyasal ve 64 Birsen Gökçe, Gecekondu Gençliği, Hacettepe Üniversitesi Yayınları, Ankara.,1977, s.8 Đsmail Kılınç, “Türkiye’de Kentleşmenin Özellikleri”, AĐD, HAZĐRAN, 1993, s.148 66 Çetin Özek: “Türkiye’de Şehirleşmenin Ana Nitelikleri ve Ceza Adaleti Yönünden Yol Açabileceği Sorunlar”, Şehirleşmenin Doğurduğu Ceza Adaleti Sorunları Sempozyumu-17-19 Aralık 1973, Đ.Ü. Huk. Fak. Ceza Hukuku ve Kriminoloji Enstitüsü Yayını, Đstanbul, 1974, s.27. 67 Eyüp Đspir, Kentleşme Metropolitan Alan ve Yönetimi, Ankara Đktisadi ve Ticari Đlimler Akademisi Yay. No:185, Ankara, 1982, s.7-8 65 37 teknolojik değişmelerin sonucu olarak ortaya çıkan bir olgudur. Đkincisi, toplumun ekonomik, siyasal ve sosyal yapısında ve insan tutum ve davranışlarında değişmelere yol açabilme gücüne sahip bir olgu”68 şeklinde tanımlamaktadır. Aynı şekilde kentleşme modernleşmenin diğer bir göstergesi olarak da ele alınabilir. Modern toplumlar; sanayileşme ve kentleşmenin, yatay ve dikey sosyal hareketliliğin, okur yazarlık oranının ve eğitim düzeyinin yüksek olduğu, haberleşme olanaklarının etkin ve yaygın olduğu, sosyal ve siyasal yapıda kuramsallaşmanın arttığı, yönetimde görevlerin siyasal olarak farklılaştığı, demokratikleşmenin arttığı toplumlardır69. Bugün batılı ülkelerin çoğunda büyük kentlerin sayısı fazladır. Ancak, bu ülkelerin kentsel yapılan, toplumsal organizasyon biçimleri yaşam standartları birbirinden farklıdır. Bu yönden Japonya'nın en büyük merkezlerinden biri olan Tokyo'nun kent yaşamı Amerika'nın Newyork kentinden çok farklıdır. Çünkü iki ülkenin gelişim modelleri, yapılan farklıdır. Bu nedenle batılılaşma, modernleşmenin bir yolu olmaktadır. Ancak, unutulmaması gereken nokta her ülkenin modernleşme süreçleri (açısından bazı benzerlikleri olmasına rağmen, her ülke kendi ekonomik ve toplumsal koşulları çerçevesinde kendi kültürüne özgü bir modernleşme sürecini benimsemektedir70. BOOCKIN ise kentleşmeyi yıkıcı yönleriyle ele almaktadır. Buna göre kentleşme, yalnızca coğrafi bir genişleme olmayıp, aynı zamanda kent yaşamının yıkıcı bir şekilde insani niteliğini yitirmesi, topluluk yaşamının yok edilmesi ve tarımsal yaşamın doğal halinden uzaklaştırılması anlamına gelmektedir71. Herhangi bir toplum içerisinde kentleşmenin hızı, bazı dönemler artarken bazı dönemler düşebilir. Kentleşmenin hızlı ve sağlıksız olduğu 68 Kemal Kartal, Kentleşme ve Đnsan, T.O.D.A.Đ.E. Yayınları, Ankara, 1987, s.4 Gülay Arıkan, Tuğça Poyraz, “Kalecik’e Bağlı Bağcılıkla Uğraşan On Köyde Ekonomi Kurumu Açısından Modernleşme Eğilimleri”, HÜEFD, Cilt 22, Sayı 2, 2005, s.5 70 Enver Özkalp, Sosyolojiye Giriş, Eskişehir, 1993, s.282 71 Murray Boockin, Kentsiz Kentleşme Yurttaşlığın Yükselişi ve Çöküşü, çeviren Burak Özyalçın, Ayrıntı Yayınları, Đstanbul, 1999, s.11 69 38 dönemler, eski kültür değerlerinin telkin edici, sosyal yaşamı düzenleyici etkisini yitirmesine neden olurken, yeni yapının şekillendirip, gerektirdiği değerler ise henüz bütünüyle benimsenmemiştir. Özellikle bu yeni değerlerin kitle iletişim araçlarıyla benimsetilmeye çalışılması bir takım sosyal problemleri ortaya çıkarmış, bununla birlikte işsizlik, gecekondulaşma, suç ve suçların artması gibi problemleri beraberinde getirmiştir.72 1.2.3. Kentlileşme Kent ve kentleşme tanımlarının yanında kısaca kentlileşme tanımına değinecek olursak, çoğu kez kentleşmeyle karıştırılmakla birlikte ondan ayrı olan ve kentleşme akımı sonucunda, toplumsal değişmenin insanların davranışlarında ve ilişkilerinde, değer yargılarında, tinsel ve özdeksel yaşam biçimlerinde değişiklikler yaratma sürecidir73. KARTAL’A göre kentlileşmeyi iki boyutuyla ele almak mümkündür. Ekonomik bakımdan kentlileşme, kişinin geçimini tamamen kentte veya kente özgü işlerle sağlıyor duruma gelmesiyle gerçekleşir. Sosyal bakımdan kentlileşme ise, kır kökenli insanın türlü konularda kentlere özgü tavır ve davranış biçimlerini, sosyal ve tinsel değer yargılarını benimsemesi ile gerçekleşmektedir74. Kent, sadece yeni bir ekonomik teşkilatlanma ve değişmiş bir fiziki çevreyi belirtmez; aynı zamanda insanın davranış ve düşüncelerini de tesir eden yeni bir farklı düzeni ifade eder.75 72 Nuri Tortop, Mahalli Đdareler, T.O.D.A.Đ.E. Yayınları No: 211, 2. Baskı, Ankara, 1986, s.175-176 Ruşen Keleş, Kent Bilim Terimleri Sözlüğü, s.80 74 Kemal Kartal, “Kentlileşmenin Ekonomik ve Sosyal Maliyeti”, AĐD, Aralık, 1983, s.92 75 Đhsan Sezal, Şehirleşme, Đstanbul, 1992, s.23. 73 39 Đşte bu farklı fiziki çevre ve teşkilatlanma şeklini içeren mekan olarak kent kendine özgü sosyal ilişki ve yaşama tarzı belirler. Bu yeni oluşan kente özgü davranış şekli ve sosyal ilişkilere “kentlileşme” denilmektedir. Geleneksel değerlerin, alışkanlıkların ve ilişki biçimlerinin içinin boşaltıldığı ve yerinden yurdundan çıkartılıp oynatıldığı, bunun yerine yeni biçimlerin ikame edilmeye çalışıldığı süreç olarak kentlileşme, kimliksel bir dönüşümü içermekte, değerlerdeki, davranış kalıplarındaki, toplumsal pratikteki ve gündelik yaşam alanındaki özgül bir birleşmeyi ve belli özelliklerle şekillenmiş bir birey tipini işaret etmektedir şeklinde ifade edilebilmektedir.76 Kentsel yaşam deneyimi içinde elde edilen kültür birikimi77 olarak nitelendirirken, kentlileşme bir anlamda toplum üyelerinin örgütler yoluyla formel yaşama alışmaları birey-örgüt ilişkisinin yerini örgüt-örgüt ilişkisinin alması, böylece bireyin, diğer ölçütler karşısında güçlenmesi, bireylerin örgütsel yaşamın gerektirdiği bilgi ve becerilerle (mal ve hizmet, üretim teknikleri) donanması ve kente özgü ilke, değer ve amaçları benimsemiş olması durumu78 olarak tanımlanmaktadır. Kentleşme boyutu içerisinde değerlendirilmesi gereken kentlileşme, geleneksel toplum yaşantısından çıkan, eski değer ve normların, gelenek ve göreneklerin hakim olduğu, nüfusu seyrek ve homojen olan kırsal alan bireyini bir değişikliğe zorlayarak yeni davranışlar geliştirme ve benimsetme sürecini ifade etmektedir. Dolayısıyla kentleşme, yeni mekansal zorunluluğun ve yaşama şeklinin kendi iç dinamiğiyle davranış, usul ve yöntemleri belirler. Toplumsal boyutu olan “kentli olmak” veya “kentlileşme” birey ölçeğindeki bir değişimi içermektedir. Toplum ölçeğindeki kentleşme sürecinin birey ölçeğindeki yansıması ve sosyal psikolojik yanı ağırlıklı olan kentlileşme süreci kırdan kente göç sonucu kişinin kente özgü işlerde çalışması, hem kente özgü davranış 76 Ernur Genç, “Kentlileşme, Geleneksel-Modern Gerilimde Kimlikler”, Toplum ve Göç, II. Ulusal Sosyoloji Kongresi, Ankara, T.C. Başbakanlık D.Đ.E Yay., 1997,s. 312-313. 77 Ercan Tatlıdil: “Hızlı Kentleşmenin Eğitim Politikalarına Etkisi”, Toplum ve Göç, II. Ulusal Sosyoloji Kongresi, Ankara, T.C. Başbakanlık D.Đ.E Yay., 1997, s. 559 78 Metin Erol, Nesrin Özdemir: “Kentsel Bütünleşme Üzerine Köy-Kent Farklılaşması ve Aile Kurumunun Etkileri: Sivas Örneği”, Toplum ve Göç, II. Ulusal, Sosyoloji Kongresi, Ankara,T.C. Başbakanlık D.Đ.E. Yay., 1997, s.342 40 kalıpları benimsemesi, hem de kentin sunduğu yararlanması yönünde bir değişim olarak tanımlanabilir. tüm olanaklardan 79 Modernleşme sürecinde kent, kırdan kente göç eden yığınların modernite deneyimini yaşadıkları mekândır. Kırda köy cemaatlerinde bulunan uyum, kent içinde sağlanacaktır. Kent modernizmin bir üst anlatısıdır, kültürün oluşturulduğu alandır. Kültür modernist söylemin bir parçası olarak insanın sembolleştirilebilme yetisinin olanak verdiği bir soyutlama, maddi varlık ve eşyaların, teknolojilerin, sanatların insan davranışlarının sembolleştirilmişi bir örüntüsüdür. Kültür kentlerde öğrenilecek ve yeni kuşaklara iletilecektir. Kente her gelen bireyin bu heterojen ve yoğun ortamda kentli olacağı düşüncesi vardır. Postmodernizm; kenti farklılığın ve çeşitliliğin mekânı olarak örmektedir. Postmeodernizmin modernizme yönelttiği eleştiri bireyin sınırlandırıldığı-kalıplandığı temeline dayanmaktadır. Modernizmin ilerlemeci, kalkınmacı yaklaşımlarının insanları baskı altında tuttuğu savıyla evrensel ve total tüm söylemlere karşı çıkılmaktadır80. Bu klasik modernleşme kuramıyla ilgili tartışmalara ülkemizden yapılabilecek en güzel katkı belki de, arabesk kültürdür. Ülkemizde 1960’ların sonlarında gecekondularda yaşayan kırsal göçmenlerin özlemlerini yakalayan popüler bir müzik kültürü olarak ortaya çıkan arabesk müziğin, sanayileşme ve kentleşmeyle yavaş yavaş silinip gideceğine dair özlem boşa çıkmıştır81. Kente göçle gelenlerin kente uyum sağlaması sürecinde göç nedeni de etkilidir. Bu çerçevede göçü daha anlamlı kılmak için gönüllü göç-zorunlu göç ayrımına gidilmesi gerekmektedir. Gönüllü göç insanların kendi istekleri ve beklentileri doğrultusunda, bir bölgeden diğer bölgeye yer 79 Cengiz Giritlioğlu, “Đç Göç ve Kentlileşme”, Kentleşme ve Kentlileşme Politikaları, Der. Suher, Hande, TÜSES Vakfı, Đstanbul, 1991, s. 52 80 Rana A. Aslanoğlu, Kent, Kimlik ve Küreselleşme, 1. Basım Asa Kitapevi, Bursa,1998, s.103104 81 Meral Özbek: “Arabesk Kültür: Bir Modernleşme ve Popüler Kimlik Örneği’, Türkiye’de Modernleşme ve Ulusal Kimlik, Der. Sibel Bozdoğan-Reşat Kasaba, Đstanbul,1999, s.168-188. 41 değiştirmeleridir. Gönüllü göç bireyin kendi isteğine bağlıdır fakat bu isteği yaratan ise genellikle ekonomik ve sosyal şartların zorlamasıdır. Zorunlu göç ise güvenlik, devletin çeşitli sosyal ekonomik kararları gibi nedenlerle bireyin iradesi dışında zorunlu ve elinde olmayan nedenlerle kopmak durumunda bırakılmasıdır. Gönüllü göç sonucunda kentle bütünleşme süreci görece daha sorunsuz bir biçimde gerçekleşirken, zorunlu göçte bu süreç daha problemlidir82. Sanayi toplumu, kent toplumudur. Dolayısıyla kent hayatı geleneksel cemaat hayatının yerini almıştır. Çok geniş bir işbölümü kentlerde heterojen bir nüfus yığılmasını da beraberinde getirmiştir. Sonuçta kentte pek çok kültürden insan bir arada yaşamaya başlamış ve toplumda kültür ihtilafı doğmuştur. Bu farklı kültürler, gelişmiş ülkelerde hakim kent kültürü tarafından asimile edilirken, gelişmekte olan ülkelerde asimile edilemediği gibi "yan kültür"ler de ortaya çıkmıştır. Ülkemizde köyden kopup büyük kentlerin, gecekondu bölgelerine gelen ailelerin geleneksel tutumlarını değiştirdiklerini görüyoruz. Geleneksel tutumlarını değiştiren ve yeni değerler sistemine intibak edemeyen bu insanlar - toplumda kurallar karmaşası dolayısıyla intibak güçtür - mutlaka toplumun hakim kurallarına aykırı davranışlar ortaya koyacaklardır.83 Kentleşme sürecinde, göç edenlerin kentte uyum sağlayamaması ve karşılaştıkları sorunlar özellikle çocuklar çeşitli yönlerden etkilemektedir. Endüstrileşme ve kentleşme sürecinde, geniş aile yapısından çekirdek aile yapısına geçilmesi, ana-babanın çocuk bakımı ve diğer konularda sosyal desteğini azaltmaktadır. Bu tür koşulların bulunması ailede stresin artmasına neden olmaktadır. Stres durumunun artması da, ailenin, çocuğunu istismar etmesine yol açmaktadır. Çocuk istismarı, 0-18 yaş grubundaki çocukların (sorumlu olan kişi veya kişiler tarafından) zarar verici olan, kaza dışı ve önlenebilir bir davranışa maruz kalmalarıdır. Bu eylemin çocuğun fiziksel, psiko-sosyal gelişimini engelleyen, gerçekleştiği toplumun kültür değerleri 82 Rüstem Erkan, Mahzar Bağlı: “Göç ve Yoksulluk Alanlarında Kentle Bütünleşme Eğilimi: Diyarbakır Örneği”, HÜEFD, Cilt 22, Sayı 1, 2005, s. 105 83 Görmez, Şehir ve Đnsan, s.85 42 dışında kalan ve uzmanı tarafından da istismar olarak kabul edilen bir davranış olması gerekmektedir. Çocuğu istismarı da çeşitli sorunları beraberinde getirmektedir.84 Bu durum çocuk suçluluğunda daha da dikkat çekicidir. Franchini ve Introna birlikte yaptıkları, Çocuk Suçluluğu adlı çalışmalarında alışılmış bir çevreden yepyeni ve değişik bir çevreye uyum gösterebilmenin çok güç olduğunu, bu güçlüğün çoğu çocukları yanlış yollara saptırdığını söylemektedirler. Çoğu zaman ana baba, yeni çevreye uyamadıklarından, çocuklarının da uyum göstermelerini güçleştirecek durumlar yaratmaktadırlar. Franchini ve Introna' ya göre, bu oluşum, sosyo-kültürel temele dayandıktan başka, aynı zamanda kent yaşamının gereklerine ve çocuğun çok az ya da hiç mesleki hazırlığı olmamasına da bağlıdır.85 1.3 TÜRKĐYE’DE KENTLEŞME 19. yüzyıldan günümüze kadar, dünya üzerindeki ülkeleri etkisi altında bulunduran kentleşme, özellikle, II. Dünya Savaşı’ndan sonra, Türkiye’yi de etkisi altına almıştır. Ancak hemen belirtilmelidir ki, Türkiye’deki kentleşme, gelişmiş ülkelerdeki kentleşmeden farklı, tamamen azgelişmiş ülkelere özgü özelliklere sahiptir. Türkiye’deki kentleşme hareketi gelişmiş ülkelerden ayırt eden önemli bir özellik bu noktada ortaya çıkmaktadır. Batıda kentleşme, kalkınma ile birlikte yürümüştür. Oysa Türkiye’de ekonomik büyüme hızı, kentleşme hızından (bir kaç yıl dışında) her zaman düşük olmuştur. Batıda kentlere göç edenler genellikle iş olanakları bulabilmiş iken, ülkemizde köylerden göçenler içinde işsizlerin, gizli işsizlerin veya kayıt dışı sektörde çalışanların sayısı bir hayli kabarıktır. 84 Gülümser Gültekin Akduman: “Çocuk Đstismarına Bilimsel Yaklaşım” Polis Dergisi, Sayı 47, Ocak-Mart 2006, s.244 85 Haluk Yavuzer, Çocuk ve Suç, Remzi Kitabevi, 10. Basım, Đstanbul, 2001, s. 213 43 Nitekim Türkiye’de sanayileşmeye dayanmayan kentleşme, köyden kente göç eden kitlelerin kent kesimi istihdamında sanayi dışı sektörlerin ağırlık kazanmaları ve enformel bir sektörün oluşmasına sebep olmuştur. Bu sektör üretici olmayan bir takım serbest iş alanlarını (işportacılık, hamallık, ayakkabı boyacılığı, piyango satıcılığı, kapıcılık, temizlikçilik, yazıhane ve büro işleri gibi) kapsamaktadır.86 Türkiye kentleşmesinde herkesin uzlaştığı faktörlerin başında hızlı nüfus artışı gelmektedir. Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren Türkiye'nin nüfusu hızlı bir biçimde artmaya başlamıştır. DĐE 200 yılı nüfus istatistiklerine göre Ülke nüfusu 200 yılına kadar beş kat artış göstermiştir. 1990–2000 Türkiye’nin yıllık nüfus artış hızı %018,3’tür. Yine Ülkemizde 1980 yılından sonra nüfus çoğunluğunun kentlerde yaşadığı dönem başlamıştır. 1990– 2000 döneminde idari bölünüş yapısındaki değişikliklere düzenlenmiş nüfuslar dikkate alındığında, kent nüfusunun yıllık artış hızı %026.8 ve köy nüfusunun yıllık artış hızı ise %04,2’dir. 1927 yılında %24,2 olan kentte yaşayan nüfus oranı, 1950 yılına kadar önemli bir değişim göstermemiştir. Bundan sonra sürekli artış göstererek 2000 yılında %64,9’a yükselmiş olup bunda göçün etkisi büyüktür. 1940'lı yıllarda tarımda traktörün kullanılmaya başlanması, radyonun yaygınlaşması, ulaşım araçlarındaki gelişmeler ile 1950’li yıllarda karayolu yapımındaki gelişmeler ve bu arada sanayileşme, Türkiye'de 1950lerden itibaren kentleşme surecini hızlandırmıştır. Dikkat edilirse sanayileşme Türkiye kentleşmesinde uzunca yıllar kentleşmeyi belirleyici bir faktör olmamıştır. Dönemsel bazı gelişmeler dışında ancak 1950’li yıllardan sonra sanayileşme bir kentleşme faktörü olarak ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla gelişmiş ülkelerin kentleşme süreçleri ile Türkiye'nin kentleşme süreci birbirinden yapısal denilebilecek son derece önemli farklılıklar içermektedir. Türkiye'de diğer ülkelerden farklı bir biçimde, kan davaları, kentliliğin bir statü 86 Sezal, a.g.e., s.78. 44 değişimi olarak görülmesi gibi pek çok faktör de kentleşmeye sebep olmuştur.87 Toplumumuzun uzun yıllardan beridir içinde yaşadığı açmazlardan bir tanesi de köy-kent ikilemidir. Her geçen gün, sosyal-ekonomik açıdan köy ile kent arasındaki gelişmişlik farkı daha da açılmaktadır. Bu çelişki köylerin iticiliğini arttırmakta, kentlerin ise yalancı bir çekim merkezi olma özelliğini daha da pekiştirmektedir. Bütün bunlar köyden kente göç olgusunu hızlandırmakta, bu gerçekle yakından ilişkili birçok toplumsal sorunu da içinden çıkılması güç bir hale dönüştürmektedir. Toplum kalkınması ya da kırsal kalkınma sorunu, uzun yıllardan beridir dikkat çeken bir konu olmakla birlikte, özellikle günümüz Türk toplumu açısından, üzerinde önemle ve acilen durulması gereken bir sorun şekline dönüşmüştür. Yaşananlar, Türk toplumunun gecekondulaşma, kentlileşememe, marjinalleşme, suç olaylarındaki hızlı artış... gibi bir çok önemli toplumsal sorunu için kozmetik müdahaleler döneminin kapandığını, kırsal geri kalmışlık sorununa kalıcı çözümler getirmeden bu sorunlara gerçekçi çözümler üretilemeyeceği gerçeğini açıkça gözler önüne sermektedir. Unutulmamalıdır ki, toplumsal hayat gibi toplumsal sorunlar da son derece karmaşık ve çok nedenli bir yapıya sahiptir. Toplumsal hayatta yaşanan her toplumsal sorunun, birçok öteki sorunları da tetiklediği bilinen bir gerçektir. Günümüz Türk toplumunun yaşamakta olduğu birçok sorunun temelinde, ihmal edilmiş köy olgusu ve kırsal Türkiye insanının görmezden gelinmiş sorunları yatmaktadır. Bir başka anlatımla kırdan kente göç, gecekondulaşma, kentlileşememe, kentsel işsizlik, radikalleşme, suç oranlarında ve sosyal-psikolojik sorunlarda gözlemlenen hızlı artış gibi birçok toplumsal sorunun özünde, “insanları doğduğu yerde doyuramama ve insanca yaşatamama” gerçeğinde saklıdır88. Türkiye’deki önceleri kırsal alanın itimi, kentsel alanın çekimi ile başlayan kentleşme hareketinin belirgin özellikleri şu şekilde özetlenebilir: 87 Kemal Görmez, Kent ve Siyaset, Gazi Kitabevi, Ankara,1997, s.14-15 Ali Arslan, “Bir Ankara Köyü (Kavaközü)nün Sosyolojik Đncelemesi”, Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı 17, 2004, s.54 88 45 1. Türkiye’de kentleşme, sanayileşmenin bir sonucu olarak ortaya çıkmamıştır. Aksine, kentlerde, kentin ekonomik ve sosyal faaliyetlerinin emme kapasitesinin üzerinde nüfusun bu yerleşim alanlarına yığılmasıyla meydana gelen demografik kentleşme şeklinde olmuştur. Türkiye’de hızlı bir kentleşme mevcuttur: Kentleşmede ölçü olarak genellikle yerleşim bölgesindeki nüfus oranının belirli bir çoğunluğu aşması kabul edilmektedir. Türkiye bakımından genellikle 10.000 nüfusu aşan bölgeler kent olarak kabul edilmektedir. Türkiye’deki kentleşme sürecinde köy-kent oranı değişmektedir. Buna göre, belirli bir süreç içinde köy ve kent olarak kabul edilen alanların birbirlerine oranları değişmektedir. Kentli nüfusun artışı özellikle 1950-55 yılları arasında büyük bir hız göstermiştir.89 Yine Türkiye’de kentleşme hızı yıllar boyunca hızlanarak büyümektedir. Kentli nüfus oranımızdaki artış yüzdesi, Türkiye’de 1927 yılından bu yana bir kentleşme olayının varlığını ve bu olayın özellikle 1950 yılından bu yana artan bir hızla devam ettiğini göstermektedir. Ayrıca kentleşme olağan doğurganlık dışında iç göçlerin bir sonucudur. Türkiye’de doğurganlığa dayanan nüfus artışı ile kentleşme oranlarının karşılaştırılması, kent nüfusundaki artımın kentlerdeki doğurganlığın doğal bir sonucu olmadığını göstermektedir. Bu doğaldır. Çünkü halen köylerdeki doğum hızları kentlere oranla yüksektir. Yıllık nüfus artışının % 25.5'i bulduğu 196570 devresinde kentler nüfusu yıllık % 55, köyler nüfusu ise yıllık % 22 arasında çoğalmıştır. Doğum oranının daha yüksek olması nedeniyle doğal nüfus artışının köylerde, kentlere oranla daha fazla olması gerekirken; kentler nüfusunun artışındaki yüzde fazlalığı, kentleşmenin doğurganlıktan çok köyden kente bir iç göçe dayandığının açık bir kanıtıdır. Ayrıca göç olayının hareket ve varış noktalarının değişkenliği de kentleşmenin nedenlerini belirleyen önemli bir değer taşımaktadır. Göç nedenlerinin bulunduğu bölgede “çekici” nitelik taşıyan bir kentin bulunmaması durumunda “göç” daha uzak mesafeli ve doğrudan olmaktadır. Buna karşılık bu bölgedeki “çekici” niteliği bulunan bir kentin varlığı halinde, göç kısa mesafeli ve 89 Ruşen Keleş, “Şehirleşmede Denge Sorunu”, Mimarlık Dergisi, Yıl 4, Sayı 37, 1974, s.27 46 kademe kademe gerçekleşmektedir. Kentlere göç, genellikle köylerden olmaktadır. Göç sebebi ile belirli yerleşim bölgeleri önce kalabalıklaşma süreci içine girmekte ve daha sonra nüfus biriminin gerçekleştiği alanda sosyal yapı değişikliğinin süreci gerçekleşerek, ya yeni bir kentleşme ya da kentin nitelik değiştirmesi süreci oluşmaktadır. 2. Türkiye’de kentleşme çok hızlı gerçekleşmiş, halende hızla devam etmektedir. 1935’lerde nüfusun yaklaşık olarak %17’si kentsel yerleşim alanlarında yaşarken, 1950’lerde bu oranda fazla değişiklik olmamakla birlikte %19’a çıkmış ve bu yıldan sonra hızla artış göstermiştir. 1950 sonrasında kentsel nüfusun toplam nüfus içindeki oranına baktığımızda, 1960’da %26, 1970’de %36, 1980’de %42.1, 1985’te %47.2’ye, 1995’te ise %60.9’ çıkmıştır. Günümüzde ise %70’lerde olduğu tahmin edilmektedir.90 Türkiye’nin kentleşme durumu, batı ülkelerine oranla geridir.91 Kentleşmiş olmak belli bir ekonomik ve toplumsal gelişim ve yapının sonucudur. Sanayileşmiş ülkelerde kentleşme oranı elbette ki çok fazladır. Sanayileşmeye dayanan kentleşme olayı gerçekte o ülkenin uygarlık derecesinin de ölçüsüdür.92 Bu noktada ülkemizin durumu ortadadır. 3. Türkiye'de kentleşmenin kaynağım oluşturan göçler genellikle kırdan kente doğru tek yönlüdür. Bu süreç bazen köyden doğrudan büyük kentlere yönelirken bazen da, ara geçiş noktaları kullanılarak gerçekleşmektedir. Yani köylü nüfusun önce küçük kazalara ya da kentlere sonra bu yerleşmelerden büyük kentlere göç ettiği görülmektedir. Türkiye kentleşmesinde etkili olan faktörler, Türkiye'de kentleşmenin niteliğini ve özelliklerini belirlemekte ve bu özellikleri itibariyle Türkiye kentleşmesi, 90 Devlet Planlama Teşkilatı, Yedinci Beş Yıllık Kalkınma Planı (1996-2000), DPT Yayını, Ankara,1997, s.78 91 Ruşen Keleş, 100 Soruda Türkiye’de Şehirleşme, Konut ve Gecekondu, Gerçek Yayınevi, Đstanbul, 1972, s. 7-8 92 Özek, a.g.m., s.32 47 sanayileşmiş etmektedir. ülkelerdeki kentleşmeden önemli ölçüde farklılıklar arz 93 4. Kentleşme hareketi sonucunda, bütün kentlerin eşit düzeyde büyümemesi, özellikle görece sanayileşmiş ya da hizmet sektörünün artmış olduğu kentlerin daha hızlı bir şekilde büyümeleri, Türkiye’deki kentleşmenin belirgin özelliklerinden bir tanesidir. Türkiye'de nüfus hareketliliğinin sonucu oluşan sorunlar, tamamlanmış bir sürecin sorunları olarak da algılanmamalıdır. Bu süreç farklılaşarak devam edeceği için sorunlar da paralel biçimde farklılaşacaktır. Günümüz Türkiye'sinin sorunları büyük ölçüde Sanayi Devriminin yarattığı kentleşme sürecinin sorunlarıdır ve Türkiye halen sanayileşme sürecindedir. Batılı toplumların 18. yüzyıldan bu yana geçirdiği değişimleri Türkiye gecikerek ve yoğun bir biçimde yaşamaktadır. Diğer taraftan 1980'li yıllarda adına 2. Sanayi Devrimi denilen yeni bir süreç başlamıştır ve Türkiye bu süreçten henüz etkilenmemiştir. Bu sürecin getirdiği değişimler Türkiye'de başka sorunları da gündeme getirecektir94. Türkiye’de kırsal kesimden kente yönelik bilinen nedenlerle olan göçlere, 1980 yılı sonrası (özellikle 1984 yılından itibaren) Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgeleri’nde yaşayan insanlarımızın can ve mal emniyetini tehdit eden bölücü örgütün teröründen kaynaklanan göçler eklenmiştir. Oluşan bu yeni “tür” göç dalgasıyla birlikte, bir yandan göç veren kentlerin, bir yandan da ve ağırlıklı olarak göç alan kentlerin günlük hayat akışında bir çok alanda sorunlar ve komplikasyonlar doğmuştur. 1980 öncesinde olağan şekilde büyük kentlere yönelen ve ülkenin her yanından süren göç 1980'lerle birlikte farklılık kazanmıştır. 1980'li yıllardan sonra Türkiye'de göçün yapısı ve sorunlarının, ülkenin öznel koşullarından dolayı kısmen değiştiği görülmektedir. Önceki dönemlerde, sadece Batı'ya 93 94 Görmez: Kent ve Siyaset, s.16 Görmez: “Göçler, Kentleşme ve Büyükkentlerde Konut”, s.489 48 Batı'nın gelişmiş merkezlerine olan göç Doğu ve Güneydoğu'da sosyokültürel yapıyı değiştirmiştir. Bir taraftan eskiden beri göç alan merkezlere göç sürerken, diğer taraftan Akdeniz ve Ege'deki sahil kentlerine hızlı bir insan akını başlamıştır. Ayrıca Doğu ve Güneydoğu'nun Van, Diyarbakır, Urfa, Batman gibi kentlerinin bölgeden çok yoğun bir göç almaya başladığı da görülmektedir. Doğu Anadolu ve Güneydoğuda köylerden kentlere hızlı bir hareketlilik yaratmaktadır95. Doğu ve Güneydoğu Anadolu’nun kırsal kesiminden Türkiye’nin Batı bölgelerine ya da bölgenin büyük merkezlerine göç hareketinde artış, özellikle PKK terörüyle paralellik göstermektedir. 1983 yılından önce %7 olan terörden kaynaklanan göç olayı 1983-1990 yılları arasında %64.5’e; 1991 ’de %83.8’e; 1992 ’de %81.4’e; 1993 ’de %83.4’e çıkmaktadır. 1994 yılından itibaren güvenlik güçlerinin etkisiyle terörle ilgili göç olayları % 62.7’ye; 1995 yılında %51.2’ye; 1996 yılında %41.6’ya; 1997 yılında %28’edüşmüştür. Ayrıca 1994 ’ten itibaren bölgedeki göç olayı yavaşlamıştır. Bu sonuçta güvenliğin bir ölçüde sağlanması etkili olduğu gibi göç potansiyeline sahip nüfusun azalması da etkili olmuş olabilir. Köy ve mezra gibi kırsal kesimden kaynaklanan göç olaylarında göç eden kesimin öncelikli olarak kendi bölgesindeki büyük yerleşim merkezlerine yöneldikleri görülmektedir. 96 Böylece, ilkin kırsal alanlar (mezra, kom, yayla, zomalar) boşalmış, yakın kentlere insanlar yığılmaya başlamıştır. Kars, Van, Ağrı, Diyarbakır, Gaziantep bunlardan ilk akla gelenleridir. Đkinci safhada, bu yöre kentlerinden Đstanbul, Ankara, Đzmir, Bursa, Adana, Antalya ve Mersin gibi büyük metropollere yönelen göçlerle karşılaşmaktayız. Bu durum, "kent elastikiyeti"ni zorlayarak marjinal alanlarda gecekondulaşma sürecini yoğunlaştırmıştır. Son 95 Kemal Görmez: “Göç ve Kültürel Kimlik Sorunları” , Cumhuriyetin 75. Yılında Doğu Anadolu’da Güvenlik ve Huzur Sempozyumu 17-19 Aralık 1998 Elazığ, 1999, Đzmir, s.308 96 Zakir Avşar, Mustafa Aksoy, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’dan Terör Nedeniyle Göç Eden Ailelerin Sorunları, Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu Yayını, Ankara,1998, s.14 49 yıllarda PKK’nın, Güneydoğu'daki eylemlerinde büyük kan kaybedince, metropollerde bilinen kültür sahalarını harekete geçirmiştir.97 1996 yılında Diyarbakır’la ilgili olarak yapılan bir araştırmada, yoksulluğun kentin her yerinde hissedildiği gözlemlenmiş olup, bu durum hanelerin % 23,8'inin 0-53,3 $/ay gelire sahip olduğunu bildirmesi ile pekişmiştir. Diyarbakır'ın tüm hanelerinin % 41,2'sinin asgari ücretin altında gelir düzeyine sahip olduğunun belirtilmesi ile derinleşen bu tablo, hane reislerinin % 21'inin işsiz, % 5,6'sının tarımsal faaliyetlerde yer alması, % 38'inin ise enformel sektör olarak tanımlanabilecek günübirlik işlerde ve geçici çalışması ile tamamlanmaktadır. Diyarbakır hane reislerinin ancak % 28,7'si sürekli bir işi olduğunu ifade etmiş olup, hiçbir sosyal güvencesi olmayan hane reisi oranı % 64 olarak belirlenmiştir. Kentin aktif nüfusunun % 71'inin iş aradığı Diyarbakır'da eğitim çağındaki çocuklardan, 7-18 yaş arasındaki nüfusun % 42 olan okullaşma oranına karşılık, çalıştığını bildirenlerin oranı % 4,1'de kalmıştır.98 Doğu ve Güneydoğu Anadolu’ndan kaynaklanan bu göç, yeni problemleri de beraberinde getirmektedir. 1. 3.1 Genel Olarak Türkiye’de Kentleşmenin Temel Niteliği Türkiye’de kentleşmenin genel bir durumunu belirttikten sonra, Türkiye’de kentleşmenin temel niteliğini ve sorunlarından kentleşmenin demografik düzensizliği ve yarattığı sorunlara değineceğiz. Genel olarak Türk toplum yapısına göz attığımızda gerek aile işletmeciliği biçimindeki küçük üreticilik, gerekse ortakçılık temeline dayanan 97 Orhan Türkdoğan, Sosyal Şiddet ve Türkiye Gerçeği, Timaş Yayınları, Đstanbul, 1996, s.420-427 Atilla Göktürk: “Kentsel Haklar Kent Yoksullarını kapsar Đse...”, Editör Yasemin ÖZDEK, Yoksulluk, Şiddet ve Đnsan Hakları, TODAĐE Yayınları, Ankara, 2002, s.224 98 50 toprak ağalığı, ilkece tüketime yönelik üretim örgütlenmeleri olmak bakımından kapitalizm öncesi ilişki biçimleri olarak belirmiştir. Az gelişmişliğin tarihsel temeli olarak günümüz Türkiye’sine aktarılan bu ilişkiler, toplumun yapısal niteliğine önemli katkılarda bulunmuştur. Đşte kır kesiminde, değişmeye elverişli olmayan geleneksel ilişkiler varlığını sürdürürken, kent ekonomisinin büyük bir gelişme göstermeyişi nedeniyle Türk toplumu, kırsal niteliğini günümüze kadar sürdürmüştür. Ancak 1950’lerden sonra hızlı bir kentleşme olayına tanık olmaktayız. Türkiye’deki kentleşmeyi; kentleşme hızı, kentleşme şekli ve kentleşme nedenleriyle düşündüğümüzde, tek kelimeyle düzensiz bir kentleşme biçimi olarak nitelendirebiliriz. Kentleşmemizi daha başka sıfatlarla nitelemek gerekirse; “dengesiz”, “sağlıksız”, “ekonomik kalkınma ürünü olmayan”, “sorun yaratan”, şeklinde de niteleyebiliriz. Türkiye'de kentleşme; işlevsel değişim yaratmayan, çevreyi kalkınma sürecine sokamayan, toplumsal ve kültürel değişim yaratmayan bir kentleşme olarak belirmektedir.99 Dengesizlik kentlerin çekme gücü ile köylerin itme gücü arasında ekonomik bir bağlantı ve tamamlama olmadığı zaman söz konusu olur. Bu iticilik ve çekicilik arasındaki denge kentleşmenin belirli bölgelerdeki şişkinliği olmaktan çıkıp, bütün ülkeye yaygın bir düzen kazanması olanağını sağlar. Bu ise kentleşmenin ekonomik kalkınma sonucu olmasına kentin köylerden gelen serbest işgücüne gereksinme duymasına, verimlilik esası üzerine düzenli bir sanayileşmenin varlığına bağlıdır. Planlı bir kalkınma işgücü gereksiniminin de yaygınlığını ve kentleşmenin düzenini sağlayacaktır. Ülkemizde ise, “kentsel büyüme”, “ekonomik büyüme”den büyük olduğu içindir ki bir bakıma “sahte kentleşme” olayı gerçekleşmektedir100. Kentleşme bir gereksinmenin ürünü olmayıp yaşama koşulları yönünden olanak sağlama endişesinin bir sonucu olmaktadır. Kırsal yaşamın iticiliğinin, kentleşmede baskın etken oluşu, kentleşmenin ekonomik gelişimin geldiği noktanın zorunlu bir sonucu olmadığını göstermektedir. 99 Keleş: “Şehirleşmede Denge Sorunu”, s.53 Cevat Geray, “Köy Yerleşmeleri ve Toplum Kalkınması”, Mimarlık Dergisi, s.11, Đstanbul, 1974, s.70 100 51 1960’lı yılların sonlarına kadar endüstriyel kalkınma ile kentleşme özdeşleştirilmiştir. Kente olan yoğun nüfus akımları Türkiye'nin kalkınmakta olduğunu göstergesi olarak algılanmıştır. Kırsal kesimde kullanılamayan işgücünün (gizli işsizliğin) kente transferiyle üretimin artacağı, ülkenin kalkınacağı varsayılmıştır. Kentlere yönelik göçü düzenleyen herhangi bir aktif politika çizilmemesine karşın, pasif tutumlarla da kentlere yönelik göçün teşvik edildiği ileri sürülebilir. Nitekim 1927'de yapılan ilk nüfus sayımından 1990'a kadar geçen 57 yıllık dönem içerisinde kent nüfusu 10 kez artarken genel nüfus 4.2, kırsal nüfus ise sadece 2.9 kez artmıştır. 1955 ile 1990 yılları arasındaki veriler karşılaştırıldığında, 1950'li yılara kadar Türkiye'de nüfus büyümesi modelinde dikkate değer bir değişiklik olmamıştır. 1950'lerden sonra nüfus ve yerleşim birimlerinin modellerinde önemli bir değişme ortaya çıkmıştır. Türk köyleri, kasabaları ve kentleri sosyoekonomik birimler olarak bu hızlı değişme içinde değişikliğe uğramışlardır. Yerleşim birimlerinin nüfusları kentsel alanlara doğru hızla kaymaya başlamıştır. Bunun anlamı Türkiye nüfusunun il ve ilçe merkezlerine yönelmesidir. 1950– 1960 yılları arasında Türkiye'nin üç büyük kenti olan Đstanbul, Ankara ve Đzmir'e yönelen kırsal nüfusun 1965'lerden günümüze dek genellikle bu üç büyük kentin çevresinde yer alan ekonomik gelişme potansiyeli yüksek, nüfusu 100.000 i aşan kent merkezlerini de etkisi altına almıştır. 1950 Genel Nüfus Sayımı'na göre kent nüfusu toplam Türkiye nüfusunun % 25 i iken, 1990 yılında bu oran % 57.4 e çıkmıştır.101 Devlet Đstatistik Enstitüsü verilerine göre 1995–2000 döneminde 6.692.263 kişi yerleşim yerleri (il, ilçe, bucak ve köy) arasında göç etmiştir. Bu nüfusun 4.788.193'ünü iller arası göç eden nüfus oluşturmaktadır. Diğer bir ifadeyle, 1995–2000 döneminde her yüz kişiden 11'i yerleşim yerleri arasında, 8'i ise iller arasında göç etmiştir. 1975–2000 yılları arasındaki 25 yıllık zaman dilimi dikkate alındığında, 1980–1985 döneminde göç eden nüfus oranının, diğer dönemlere göre daha düşük olduğu görülmektedir. 1995-2000 döneminde ise bir önceki döneme göre göç eden nüfus oranında 101 Ercan Tatlıdil, “Kentleşme ve Göç”, Sosyolojiye Giriş, Ed. Đhsan SEZAL, Đstanbul, s.430 52 önemli bir değişiklik gözlenmemektedir. Bununla birlikte, göç eden nüfus büyüklüğü son 25 yılda yaklaşık iki kat artış göstermiştir. 1995–2000 döneminde yerleşim yerleri arasında göç eden nüfusun çoğunluğu kentten kente göç etmektedir. Kentten kente göç eden nüfus, bir önceki döneme göre yaklaşık 500 bin artış göstermiştir. Türkiye’de kentleşme, görüleceği gibi, sadece belirli bölgelerdeki yaygınlaşma, kalabalıklaşma olarak belirmektedir. Kentleşmenin belirli bir değişim süreci olduğunu ve bunun başlıcalarının da, “mesleki kompozisyon” değişimi “kent tipi” örgütlenmenin belirlenmesi, “uzmanlaşma ve ileri işbölümü” olduğunu belirtmiştik. Türkiye'de, kentleşme sadece nüfus artışı ile ortaya çıkmakta, belirttiğimiz değişiklik ise belirmemektedir.102 Bu şekildeki kentleşmede bölgeler arası dengesiz nüfus birikimi ve nüfus kaçışı görülürken, bu nüfus değişimine uygun hizmetlerin sağlanamaması söz konusudur ve bu da kentleşmenin “sağlıksız” olduğunu göstermektedir. Kentleşmenin demografik niteliğinin ağır bastığı Türkiye’de, köyden kente gelen, köye oranla daha iyi bir yaşantıyı elde etse bile, yine de kent köyden gelen işgücünü emecek kapasitede değildir. Bu durumda, köylerdeki “gizli işsizlik” ve “mevsimlik işsizlik” kentlerde açık işsizliğe dönüşmektedir. Ekonomik tabandan yoksun olan kentleşmenin, kentleşmeye paralel bölgesel yapı büyümesini gösteremeyeceği, kırsal yerleşmeleri ile kentsel yerleşmelerin işlevsel ve ekonomik bir bütünleşmeye varamayacağı açıktır. Belirtilen nitelikler karşısında, Türkiye’deki kentleşmenin her biri birer sorun olarak, “sanayileşmemiş ülke kentleşmesi” özelliklerini taşıdığını görürüz.103 102 103 Geray, a.g.m., s.20 Özek, a.g.m, s.53 53 1.3.2 Türkiye’de Kentleşmenin Oluşturduğu Sorunlar Daha önce Türkiye’deki kentleşmenin demografik niteliğinin ağır bastığını ve bunun nedeninin de kentleşmenin ekonomik kalkınmaya paralel olmayışı olduğunu belirtmiştik. Kentleşmenin ekonomik tabanı oturmayan demografik bir olay olarak belirmesi, kentleşmeye neden olan göçlerin de, bölgesel dengesizliklere yol açacak bir gelişme göstermesine neden olmaktadır. Kentleşmeye yol açan güçlerle, göç eden nüfusun belirli bölgelerden koptuğu ve belirli bölgelerde birikim -özellikle 5 büyük kentimizdekaynakları, sağladığı ne taşımamaktadır. yerlerinin görülmektedir. yeni yerleşim Đstatistik toplan nüfus Dolayısıyla kentleşme bölgeleri yönünden veriler değerlendirildiğinde, içindeki yüzdesinin yaygın küçük ne göç bir nitelik yerleşme düşüşü, bunların sayıca çoğalmayışı bu yerleşme yerlerinin kendisine nüfus çekemediğini, doğal nüfus artışını karşılayacak kadar bir nüfusu da göçmen olarak, dışarıya gönderdiğini gösterir. Böylece “iticilik” esasına göre olan kentleşme, küçük yerleşim yerlerinin ve geri kalmış bölgelerin aleyhine bir süreç içinde bulunmaktadır. Ancak kentleşme hızının belirli kentlerimizdeki hızının yüksekliğinin kuşkusuz nedeni, sanayi ve hizmet sektörlerinin bu yerlerde yoğun olmasındandır.104 Demografik düzensizliğin ve kalkınmaya paralel olmayan kentleşme olayı da başlıca şu sorunlara yol açmıştır; a) Kamu hizmetlerinin yetersizliği; b) Kentsel örgütlenme yokluğu, c) üretici olmayan yatırım yetersizliği, d) gizli işsizlikten açık işsizliğe geçiş, e) Kentleşmede yerleşme sorunu, olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu noktada meydana gelen bu sorunlar kentleşme ve kentleşme sürecinde çözüm bulunmaya çalışılan en önemli sorunlar arasında yer almaktadırlar. 104 Özek, a.g.m., s.56-57 54 Kırdan kente göç eden kitleler, bir yandan kentte anomi ve yabancılaşmanın etkisinde kalırken diğer yandan daha yoğun bir anomi ve yabancılaşma ortamına girmektedir. Ülkemizde bu oluşum biraz farklı bir yapı arz etmektedir. Göç büyük kentlerimize çok yüksek oranlarda olmasına rağmen, kentlileşmenin gerçekleşmediği ve göç edenlerin tamamına yakının kente intibak edemediği görülmektedir. Ülkemizde kentler, göç edenlerin ihtiyaçlarına cevap verecek nitelikte değildir. Tarımdan kopan kitleler, plansız, programsız bir şekilde kentlere akın etmektedir. Fakat kente gelişte kentin asil üyesi olarak değil, kente "'ikinci sınıf" üye olarak katılmaktadır. Bu kitleler çeşitli sebeplerle tarımsal ve cemaatsal yapıdan ve geleneksel kültür ortamından kopmaktadırlar. Kent ortamında ise kentin teşkilatlanma biçimini hizmet sınaî faaliyetleri belirlemektedir. Bu yapı yeni gelenler için tamamen farklı özelliktedir. Bu durum doğrudan intibakı uyum güçleştirmektedir. Ayrıca bu hizmet ve sanayi faaliyetlerinin yapısı kente gelenleri kavrayıp, kent içinde eritecek durumda da değildir. Çünkü sanayileşme hızı düşük ve sanayileşme yapısı düzensizdir.105 Hızlı nüfus artışı ülkemizde kalkınmayı engelleyici bir etki yapmaktadır.106 Dolayısıyla gelişmekte olan tüm ülkelerde olduğu gibi Türkiye'de de kentleşme sürecinde ortaya çıkan diğer bir problem, kentlerin işsizlik baskısı altında kalmasıdır. Kentsel yerleşim birimlerinin mevcut sistemleri kentsel iş isteyenlere yeterli yanıtı verebilecek kapasiteden uzaktır. Bununla birlikte kırsal alanlarda yaşam ve çalışma koşullarının yetersizliği, kentsel alanlara yönelmede önemli bir itici faktör görünümündedir. Kent yönetimleri göç yoluyla hızlı ve yoğun nüfus artışının ihtiyacı olan istihdam, altyapı hizmetleri ve konut üretimi ile uğraşmak zorundadır. Kendi doğal nüfus artışının iki katını aşan oranlarda kente katılanlara da hizmet vermek zorunda kalmaktadır.107 105 Görmez, Şehir ve Đnsan, s.80 Özkalp, a.g.e., s.226 107 Tatlıdil, a.g.m., s.431 106 55 Gelişmekte olan ülkelerde nüfusun % 42’sini yaşları 15’in altında olan genç nüfus oluştururken, gelişmiş ülkelerde bu oran % 26’dır. Böylece, aileye bağımlı olan genç nüfus sayısı arttıkça, ekonomik kalkınmada ve yatırımlarda kullanılacak kaynaklar, ev okul, eğitim ve yiyecek gibi ihtiyaçları gidermek için kullanılmakta bu da gelişmekte olan ülkelerin zaten bozuk olan ekonomik dengelerini biraz daha kötüleştirmektedir.108 Ülkemizin de gelişmekte olan bir ülke olarak genç nüfusun fazla olduğu bilinen bir gerçektir. Dolayısıyla zikredilen ekonomik problem ve onunda yakından ilgili toplumsal problemler ülkemizde de çeşitli seviyelerde gözlemlenen bir olgudur. Ancak, Türkiye’deki kentleşmenin etkilediği toplumsal problemleri inceleyip bir saptama yaparken şu önemli noktayı belirtmekte fayda vardır. Hızlı kentleşme sosyal ve ekonomik problemlerin tek nedeni görülmemeli, bu problemlere tesir eden tek bir faktör olarak algılanmamalıdır. Diğer bir husus, hızlı kentleşme ve beraberinde yaşanan sorunlar sebep-sonuç ilişkisi şeklinde bir zorunluluk değil, bu tür problemlere zemin hazırladığı şeklinde tanımlanmalı ve yaklaşımlar bu çerçevede değerlendirilmelidir. Kente uyum gösteremeyen kesimler, huzursuzluklarını şu veya bu şekilde dışarı vururken, mevcut sosyal kurallardan farklı ve bu kurallara yabancı davranış türlerini sergilemektedirler. Kente, göç edenler haricinde de her zaman arada kalmış kesimler bulunmaktadır, ama kırsal kesimden gelenlerin, özellikle de genç neslin kente uyumu ve kente katılımı bunalımlı olmaktadır. Anomi ve yabancılaşma topluma başkaldırma devlet otoritesine başkaldırma gibi sonuçlan da getiriyor çoğu zaman.109 Konu terör eylemleri bakımında da ele alınabilir. Ülkemizde yaşanan terör problemi, birçok yönden ciddi toplumsal problemlere yol açmaktadır. Ekonomik şartların zorluğu, insanları maddi yönden etkilediği gibi psikolojik ve moral yönünden de etkiler. Bu nedenle, toplumdaki dengesiz gelir 108 109 Özkalp, a.g.e., s.45. Görmez, Şehir ve Đnsan, s.80-82 56 dağılımı, terörizmin ekonomik nedenlerinden biri olarak ilk sırada yer almaktadır. Terörizmin psikolojik nedenleri ele alındığında, günümüzde yaşanan hızlı kentleşmenin toplumda neden olduğu çok hızlı değişim de dikkati çekmektedir. Kent kendi başına şiddetin kaynağı olamaz. Bununla birlikte bölgeler arasındaki, kırsal alanlar ve kentler arasındaki dengesizlikler; kentler içindeki gelir ve yaşam düzeylerinin istikrarsızlığı, kısacası çarpık kentleşmenin özellikleri şiddet olaylarını beslemekten geri kalmaz; Terör örgütlerinin eleman kaynağının 15-25 yaşları arasındaki gençler olduğu görülmektedir. Bu dönem, psikoloji ve psikiyatri literatüründe “Adolesans” olarak ifade edilmektedir. Bu geçiş dönemi olması gereken hususlardan bir tanesi de, benimseme duygusunun pekişmesidir. Bu kavram, kişinin geçmişinin devamı ve bir gruba ait olma duygusunun karışımıdır. Bu yaştaki çocuklar dengesizdirler; kolayca kontrollerini kaybedebilirler. Konuşma yerine bağırabilirler. Đtaat etmektense, dövüşmeyi tercih ederler. Terör olaylar ise en çok Adolesans çağındaki çocuklarımızı etkilemekte ve kendi tarafına çekmektedir110. Terör nedeniyle gerçekleşen göçlerde, göç alan bölgelerimiz yeni göç edenlerin konut, iş ve sosyo-kültürel ihtiyaçlarını karşılamakta zorlanmışlar ve bazen çaresiz kalarak "işi oluruna bırakmak" yolunu seçmişlerdir. Bu bakımdan hem Akdeniz ve Ege hem Doğu ve Güneydoğu kentleri aynı sorunu yaşamaktadır. Ancak Doğu ve Güneydoğu kentleri marjinal bile olsa yeni göç edenlere bazı fırsatlar sunma imkanı bulmuşlardır. Fakat Batı kentlerinde süreç biraz farklı yaşanmıştır. Bu bölgelerde kültürel dokuların farklılığı esasta birbirine benzer olmakla beraber görünürde ayrı-farklı problemleri gündeme getirmeye başlamıştır111. Doğu ve Güneydoğu Anadolu’dan Terör Nedeniyle Göç Eden Ailelerin Sorunlarıyla ilgili olarak yapılan bir araştırmada, göç edenlerin yeni yerleşim yerlerindeki konumu ile ilgili şikayetleri dikkate alındığında insanların %17.5’i soruları cevaplamazken, her bakımdan rahat bir ortama kavuştuklarını 110 111 Ebru Aktan Kerem: “Çocuk ve Terörizm” Polis Dergisi Sayı 40 erişim www.egm.gov.tr 01.04.2007 Görmez: Göç ve Kültürel Kimlik Sorunları, a.g.m., 309-310 57 söyleyenlerin oranı %6.4’te kalmaktadır. Göç edilen yerdeki konumları ile ilgili olarak %45.0 kentte uyum sağlayamadıklarını belirtmişlerdir. Göç edenlerin %21.5’i işsizlik, %5.9’u konut, %0.4’ü hayat pahalılığı, %0.1’i ise anlaşamamaktan doğan dil problemini dile getirmişlerdir112. Göç alan kentlerin yeni gelenleri kapsayacak, kavrayacak, iş, mekân, sosyo-kültürel imkanlara sahip olmaları halinde yeni gelenlerin eski kente çok çabuk uyum gösterecekleri ve kent de bilinen görülen sorunların yaşanmayacağına dair ciddi bulgular olduğu görülmektedir. Nitekim yapılan araştırmalarda kente yeni göç edenler problemlerinin eskiden beri kentte oturanlarla aynı olduğunu ısrarla vurgulamaktadır. Özellikle göç edenlerin göç ettikleri yerde yaşama süresi uzadıkça intibaklarının da hızlandı görülmektedir. Hatta dikkat edilirse göç edenlerin yaşadıkları yerlerdeki pek çok soruna rağmen geri dönmeme eğilimi içinde oldukları da gözlenmektedir113. Son yıllarda gecekondu nüfusuna yönelik yapılan araştırmaların bir çoğunun işaret ettiği gibi, bu nüfusun giderek kentli olduğu söylenmektedir. Şöyle bu nüfus hem kendini kentte görmekte, hem kentle bütünleşmeye çalışmakta, hem de kıra dönmeyi istememektedir. GÖKÇE’nin koordinatörlüğünde yapılan geniş kapsamlı bir araştırmada özetle aşağıdaki sonuçlara ulaşılmıştır:114 Bu nüfus hem kendini kentte görmekte, hem kentle bütünleşmeye çalışmakta, hem de kıra dönmeyi istememektedir. Ekonomik bütünleşme hem kentsel üretime katılmada hem de tüketim alanları ve tarzlarının değişmesiyle büyük ölçüde sağlanmıştır. Ayrıca köye dönmek isteği olmadığı gibi (sadece deneklerin %12.7 si dönmek istiyor) büyük bir çoğunluk, (%77.1) de kentteki hayatlarının köyden 112 Avşar, a.g.e., s.25 Görmez: Göç ve Kültürel Kimlik Sorunları, s.309-311 114 Birsen Gökçe ve Diğerleri, Gecekondularda Ailelerarası Geleneksel Dayanışmanın Çağdaş Organizasyonlara Dönüşümü, Kadın ve Sosyal Hizmetler Müsteşarlığı Yayınları, Ankara, 1993, s.343-359 113 58 daha iyi olduğunu ifade etmiştir. Büyük bir kısmı iyi yaşamak istemekte, çok azı ise uyum sağlama endişesi duymaktadır. Gecekondulu nüfusun kente dönük ve özünde kentli olduğunu kabul etmekle beraber onların kentte özgün bir konumlan da vardır. Kentin, kentli olmakla birlikte, geçici nüfus olmayanların içinde kır ile en yoğun ilişkisi olanlar gecekondulardır. Bunun en önemli göstergesi; bu nüfusun büyük bir kısmı zaten kır doğumludur. Az bir kısmı ise kır doğumlu anne babaların çocuktandır. Bu gecekondularda oturanların büyük çoğunluğu kentin alt gelir gruplarını oluşturmaktadır. Bu nüfusun büyük bir kısmı gelir ve beceri seviyesi düşük işlerde çalışmaktadır. Yaklaşık üçte ikisi ev sahibi olmasına rağmen evlerinde imarlı kesime göre birçok imkândan yoksun yaşamaktadırlar. Gecekondular dar gelir grubunu oluşturmasına ve sosyal hareketlilik imkanının kısıtlı olmasına rağmen, bir sefalet yuvası olma, eğiliminde de değildir. Ailelerin büyük bir kısmının birçok dayanıklı tüketim maddesi mevcuttur. Kentte geçen yıllar, gecekondulu nüfusun örgütsüz marjinal işlerden, örgütlü sürekli işlere geçmesine, aynı zamanda güvencesinin de artmasına yol açmaktadır. Bu da gecekondulu nüfusun geleceğe daha ümitle bakması sonucunu vermektedir. Gecekondulularda bir cemaat yaşamı sürmektedir. Bu cemaat yaşamının bir boyutu mesafedir. Gecekondu semtleri kent merkezine uzaktır, ulaşımı zordur. Bu da çeşitli yönleriyle cemaat yaşamını getirmektedir. Bu alt kültür bir kısmı kendine özgü bir kısmı ise toplumun diğer kesimleri ile paylaşılan unsurlar içeren dört kurumla dayanışma mekanizmaları oluşturmaktadır. Bu dört kurum aile, akrabalık, komşuluk ve modern örgütlerdir. 59 Ailelerin büyük bir çoğunluğu çekirdek ailedir. Aile büyüklüğü (5.4) hala daha Türkiye ortalamasının üstünde olmakla birlikte aileler küçülmektedir. Evlenme yaşı yıllar içinde yükselmiş, aynı zamanda istenen çocuk sayısı ikiye düşmüştür. Gecekondu ailelerine genelde bakıldığı zaman geleneksel davranışlar modern davranışlardan daha fazladır. Gecekondu ailesinde bir dayanışma kurumu olarak çözülme görülmemektedir. Ailelerin iki tür problemi görülmektedir. Bunlardan birincisi ekonomiktir. Ailelerin kent yaşamları ileriye dönük olarak umutla dolu olmakla birlikte, maddi ihtiyaçları, güvence ve gelir gereksinimleri yüksektir. Đkinci problem ise ailede modernleşme mevcut olmasına rağmen bu konuda kentleşmeyle beklenilen hızda gelişmelerin olmadığıdır. Bu açıdan ilginç bir sonuç davranışların değerlerden, beklentilerden daha önce değişmesidir. Akrabalık dayanışması gecekondulu ailenin en kuvvetli yönüdür Akrabalığın desteklenmesi ancak kırla olan bağlantıları daha kuvvetlen dirilmesi açısından düşünülebilir. Gecekondu ailesinin en önemli açılım alanı komşuluk çevresidir. Komşuluk çevresinin bir yanda akrabalık çevresiyle çakışması orada kendiliğinden oluşmuş bir geleneksel dayanışma alanı yaratmakta bir yandan da farklı köken ve kültürlerin kaynaşma alanını oluşturmaktadır. Gecekondularda komşuluk çevresinde ilişkilerin çok yoğun, büyük ölçüde olumlu ve dayanışmacıdır. Gecekondulu komşuluğu daha geleneksel davranış ve dayanışma kalıplarını içermektedir. Gecekondulu yaklaşımının nüfusun bir oluşturduğu kültürden alt diğerine kültür, geçiş modernleşme beklentisini karşılamamaktadır. Bir yanda kent yaşamıyla bir çok açıdan 60 bütünleşmiş bir nüfus söz konusudur, diğer yandan geleneksel dayanışma türleri bütün yoğunluğuyla yaşanmaktadır. GÖKÇE koordinatörlüğünde yapılan bu araştırma da elde edilen veriler, ülkemizde gecekonduların dayanışmanın halen geçerli olduğunu ve sefalet kültürü olmadığını göstermekte olup, mevcut dayanışma kültürü ve cemaat yapısı nedeniyle bu bölgelerde suçluluk üretmemektedir. Kentlerin türdeş bir yapıya sahip olduğu ve bu yapı ile "bütünleşme" denilen sürecin tek boyutlu ve tek yönlü bir ilişki olduğunu varsayılmamalıdır. Örneğin göçmenlerin kentte kalış sürelerinin göç ettikleri yöre ile ve kente yerleşmiş hemşerileri ile olan toplumsal ilişkilerini azaltmadığı görülmektedir. Bu durum "bütünleşmede" olumsuz bir öğe olarak yorumlanmamalıdır. Bu yoğun ilişkiler Modernleşme Okulu'nun savunduğu ve göçmenlerin kente köklerinde kopartılmış, yalıtılmış bir çevrede çaresiz ve güçsüz bir kesim oluşturdukları görüşüne verilecek bir yanıttır. Göç edilen yöre ve kentteki hemşerilerle özellikle ilk yıllarda sürdürülen yoğun ilişki ve dayanışma kentsel çevreye uyumu kolaylaştıran sancısız bir geçişi sağlayan olumlu etmenler olarak yorumlanmalıdır.115 Ülkemizin yaşadığı terör nedeniyle oluşan göç, toplumsal yapıda önemli tahribatlara yol açtığı gibi, suçluluk üzerinde farklı görünümlere yol açmıştır. Medyada Diyarbakır’dan büyükşehirlere kapkaç için gelen çocuklarla ilgili haberler sık sık yer almaktadır116. Bu konuda başka bir örnek ise Mersin’den verilebilir. Doğudan ciddi biçimde göç alan Mersin’in gelişip büyümesine katkısı olan demokrat kültür, suçun ve suçlunun serbestçe dolaşımına da şahitlik edecektir. Mersin’e gelenler geldikleri yerin yaşamını, kültürünü kendi gettolarında sürdürecekler; Diyarbakırlılar Urfalılar, Mardinliler diye ayrılan bir hemşehricilik ilişkisi pek 115 Melih Ersoy: Göç ve Kentsel Bütünleşme, Türkiye Geliştirme Araştırmaları Vakfı, Ankara, 1985, s.176177 116 “Kapkaç Göçü Başlıyor: Suç çetelerinin kapkaç işine soktuğu 12–16 yaş arası çocuklar her yıl Mayısta Diyarbakır’dan Đstanbul, Đzmir ve Antalya’ya göç ediyor.” (04.09.2007) Sabah Gazetesi 61 çok şeyi belirleyecektir. Yeni misafirler, hiçbir zaman Kayseri Konya gibi köklü kentlerde göremeyecekleri bir şekilde hüsnü kabul görürler. Bu bir ilginin değil, ilgisizliğin göstergesidir aslında, çünkü yeni gelenleri değiştiren, dönüştüren ya da iten bir merkezden söz edilemez. Mersin’deki suçların büyük bir çoğunluğunun Doğu kökenlilerce işlenmesi, neredeyse hiçbir siyasi suçun işlenmediği Mersin’de en önemli suçun hırsızlık olması derinlemesine incelenmesi gereken bir konudur117. 117 Muhsin Öztürk: “Herkes Gider Mersine”, Aksiyon, Sayı 641, Tarih 19.03.2007, www. aksiyon.com.tr, erişim tarihi, 06.04.2007 62 1.4 KENT VE SUÇ 1.4.1 KÖY, KENT VE SUÇ Suçluların kent, ilçe ve köylerde tarım ve sanayi bölgelerinde ve kentlerin belli kısımlarında nasıl dağıldığına dair çeşitli incelemeler yapılmıştır, bunların sonuçları hemen hemen bütün dünya memleketlerinde aynı olarak gözükmektedir. Araştırmalar aynı bir memleket içinde büyük kentler, küçük kentler ve köyler arasında suçların işlenmesi, yoğunluğu, şekil ve türleri itibariyle esaslı farklar bulunduğunu ortay koymuştur118. Kentleşme yirminci yüzyılın ekonomik, siyasal, toplumsal olaylarının en belli başlılarından biridir. Sanayisi gelişmiş olan yirmiye yakın ülkenin nüfusunun yarısından fazlası kentlidir. Kentleşme ve suçluluk arasında oluşabilecek ilişkiler pek çok ve karmaşıktır. Çok sayıda bilimsel araştırmaya neden olmuşlardır. Yapılan araştırmalarda bazı genel yönler belirlenmiştir. Đlk olarak, kentlerdeki yoğunlaşma suç eylemine büyük imkânlar sağladığı ölçüde suçluları kendine çeker. Zenginliklerin daha önemli bir kısmı gibi, ekonomik hayatın önemli eksenleri orada toplanmıştır. Yine zenginlerle fakirler arasındaki en büyük ekonomik gerginlikler de kentte bulunabilir. Bir başka yönden de, toplumsal denetim planında, nüfusun yoğunluğu, isimlerin bilinmeyişi, hareketlilik gibi olguların aynı zamanda araştırmalardan kurtulmak için suçlulara sağlanan kolaylıklar olduğu da unutulmamalıdır.119 Büyük Britanya’da 1952 senesinde polisçe bilinen suçlar adedinin milyon nüfus itibariyle Londra’ya yakın olan County’lerde en yüksek sayıyı bulduğu, ikinci sırada merkezi Đngiltere’deki sanayi kentleri ve başlıca büyük 118 119 Dönmezer, Kriminoloji, s.171 Georges Pıcca: Kriminoloji, Çeviren Ebru Erbaş, Đstanbul, 1992, s.59. 63 limanların geldiği ve en az oranların ziraat ve madencilikle uğraşan kentlerde olduğu tespit edilmiştir. Birleşik Amerika’nın Uniform Crime Reports’larına göre güney batıda bulunan 14 eyalet adam öldürme ve şahsa karşı diğer tecavüzler bakımından en yüksek oranı göstermektedirler. Buna karşılık New York, New Jersey ve uzak batıda oranlar çok daha aşağı düzeydedir. New England bu bakımdan en aşağı oranı göstermektedir. Bazı yazarlar güney devletlerindeki bu yüksek adam öldürme oranını zenci nüfusun buradaki çokluğu ile izah etmektedir. Amerika’da yapılan istatistikler köylere nispetle kentlerde daha fazla olduğunu göstermektedir. Fransa’da kent ve köy suçlarının tahminen aynı nispette olduğu görülmekte, Đtalya’da ise köy ve kent suçları köyler lehine 100 de 47 ağır cezalı suçlarda köyler aleyhine 100 de 75 olarak tespit edilmiştir120. Kent ve suç bağlamında yürütülen tartışmalar sadece gelişmekte olan ülkelerle ilgili tartışmalar, bir problem özellikle değildir. kentleşme, Amerika ekonomik Birleşik statü ve Devletlerindeki suç üzerine yoğunlaşmıştır. Amerikan kentleri, Avrupa ve Đngiliz kentlerine göre daha fazla net bir şekilde sosyal ve etnik gruplara bölünmüştür. ABD Milli Suç Đstatistiklerine dayanan bir araştırmaya göre hızlı kentleşme, suç oranlarını etkileyen önemli bir faktördür ve bu durum yetişkin suçlularda, çocuk suçluluğuna göre daha göz alıcı bir şekilde görülebilmektedir. Ayrıca, 1980’lerde SSCB sağlanan daha fazla bilgi edinme imkânıyla, kent suçlarının orada da yükselmekte olduğu ortaya çıkmıştır. Eğer bu veriler doğru ise, Sovyet suç istatistikleri 1980’lerde ABD’de tespit edilenlere göre yüksektir121. Fakat verilen bu istatistiklerde, resmin tamamını tüm yönleriyle görmeye imkân yoktur. Çünkü bu verilerle tespit edilen suçun işlendiği yerdir. Hâlbuki çeşitli nedenlerle, ticaret, iş arama, tatil gibi nedenlerle köyden kentlere ve kentlerden köylere doğru bir hareketlilik vardır ve bu suçları kimlerin işlediği veya suçları işleyenlerin ikamet yerleri istatistiklerde açıkça görülmemektedir. 120 121 Gider, a.g.e., s.364 Heidenson, a.g.e., s.23 64 Suçun köy ve küçük kentlere göre büyük kentlerde daha fazla işlenmekte olduğu herkes tarafından kabul edilmiş bir gerçektir. Đncelemeler ağır nitelikteki suçların sayısının kentlerin nüfusu arttıkça çoğaldığını göstermektedir. Şahıslara karşı işlenen suçlar ve cinsel suçlar oranı kırsal bölgelerde fazladır. Bununla beraber genellikle büyükkentden uzaklaşıldıkça suçların sayısı azalmaktadır. Büyük kentlerde daha çok mala karşı işlenen suçlar dikkat çekerken, kırsal kesime doğru gidildikçe suç oranının azalmakta olduğu fakat şahsa karşı işlenen suçlarda belirgin bir artış olduğu gözlenmektedir. Kırsal kesimde çoğunlukla ilk kez suç işleyenlere rastlanmasına rağmen, kentlerde çeşitli suçları defalarca işleyenlerin sayısı çoğunluktadır. Kırsal kesimde suç işleyenlerin büyük çoğunluğu aynı bölgelerde doğmuş kişiler olmalarına rağmen, kentlerde suç işleyenlerin büyük bir bölümü kırsal alanda doğup, sonradan büyük kentlere göç eden kişilerdir122 1.4.1.1 Kent ve Suç Đnsanların toplu olarak yaşadıkları kent kasaba ve köy gibi bölgelerin yani insanların toprak üzerinde yayılışının suç ve suçluluk ile yakın ilgisi bulunduğu iddia edilmiştir. Kent ve suçların özellikleri ile bazı suç türleri arasında ciddi bir ilişki vardır. Özellikle büyük kentin, içinde oturanlar bakımından yaptığı suça götürücü etkiler büyüktür. Bundan başka suç işlemeye yatkın durumda olan birçok kimseler tarımsal bölgelerden büyükkentlere gelmektedirler, küçük oturma bölgeleri ise hareketlerin kontrolü bakımından adeta bir fonksiyon görmektedir. Sosyologlar tarımsal bölgelerde yaşayan halkın mutaden daha 122 Dönmezer, Kriminoloji, s.172 65 homojen bir ilgi durumu gösterdiklerini tespit etmişlerdir. Tarım bölgelerindeki servet miktarı azdır ve servet dağılışı büyük farklar göstermemektedir. Bu nedenle zengin ve fakir arasındaki mesafe ve ekonomik rekabetin yoğunluğu buralarda daha az, tarım bölgesindeki aile daha sabittir, nüfus seyrektir, suçlular için suçlarını saklamak ve gizlemek imkanı daha azdır. Tarımsal bölgelerde oturan mütecanis ve kuvvetli ahlâk standartlarına, kanaat ve adetlere sahip halkın tamamıyla tersine olarak, kentli geniş ölçüde birbirinden farklı, birbirine zıt ve karşılıklı olarak birbirini eleştiren teoriler, fikirler, inanışlar ve ideolojilerle temasa gelir. Bu tür şartlar altında herhangi bir kural, dernek ya da herhangi bir kurum, ya da parti doktrininin kutsal olmadığı ve bunların mutlak gerçekler olarak kabul edilemeyeceği hissolunur. Bu nedenle sosyal düzen ve onu temsil edenlere karşı saldırıların ve özellikle cinsiyet ve mülkiyete karşı olan taarruzların, sarhoşluğun kentlerde daha yüksek oranda olmasını doğal karşılamak gerekir123. Kent, kentleşme ve suç bağlantısı, sadece sosyoloji, kriminoloji gibi suçla yakından ilgili olduğu düşünülen alanlardan farklı şekilde de karşımıza çıkabilmektedir. Bu bağlamda kent ve suç tartışmalarına yeni bir açılım getirebilmek için, modernite-postmodernite tartışmalarından bir alıntı yapmak istiyorum. Buna göre, mimarlık çevrelerinde St.Louis teki toplu konutlarda Pruiit-Đgoe Bloklarının dinamitlenişi, modernizmin ölümü olarak ele alınmış ve 15 Temmuz 1972 ölüm tarihi olarak kabul edilmiştir124. Pruiit-Đgoe Bloklarının yıkılış konumuz açısından önemli olduğu için kısaca bahsetmekte fayda görüyorum. Acaba bu binaların suçu neydi? Söz konusu mahalle, 1952-55 yılları arasında ABD'li ünlü mimar Minoru Yamasaki tarafından tasarlanıp gerçekleştirilmişti. O yıllarda o yapılar mimari açıdan pek başarılı bulunmuş ve AIA (Amerikan Đnstitute of Architects) tarafından ödüllendirilmişti. Binalar toplu konut olarak tasarlanmış ve kullanılmaya başlanmıştı ve oturanların çoğu ise zenci Amerikalılardan oluşmaktaydı. Zamanla çevrede olumsuz etkiler görülmeye başladı. Binalara zarar veriliyor, 123 124 Eray Utku, Kentleşme ve Suç, Adalet Dergisi, 5. sayı http: www.adalet.gov.tr. Erişim tarihi 24.04.2007 Arseli Gencer, Postmodern Mimari ve Endüstri Sonrası Toplum Đlişkileri, Đzmir,1992, s.6 66 suç oranı öteki mahallere göre çok yüksekti ve buralarda yaşamak çok tehlikeli bir hal almıştı. Charles Jenks bu olumsuz durumu şu etkenlere bağlamaktaydı. Binalardaki uzun koridorların varlığı, kimsezislik, yarı-mahrem mekânların denetimsizliği, ye mimari üslup, yapılar ''pürist" bir dile sahiptiler(Biçimsel Saflık) Cjenks 'a göre bu durumun nedeni modern mimari anlayışa göre yapılmış olmasındandı. Ama araştırmalar bu arada yaşanan krizin en büyük nedenin orada yaşayan insanların kültür ve eğitim düzeyinden kaynaklandığı tespit edildi ."125 Suçluluğun dünyanın her yerinde siyaset malzemesi yapılmaktadır. Örneğin Amerika Birleşik Devletlerinde adaylar hukukun, düzenin sağlanacağı, sokakların daha güvenli hale getirileceği, ceza adalet sisteminin düzeltileceği gibi vaadlerde bulunmaktadırlar. Bütün bunlar dünyanın her yerinde halkta suç korkusu yaratmakta ve bunun ise topluma maliyeti son derece yüksek olmaktadır126. Amerika'da kanun ve nizam egemenliğini sağlama seçimlerde, üzerinde en çok durulan ve vurgulanan konu haline gelmiştir. Büyük kentlerde sokağın güvenliğini sağlamak Amerikanın en başta gelen sosyal problemidir127. Bazı dünya ülkelerinde, suçla mücadele yerel seçimlerin en önemli boyutunu oluşturmaktadır. Eski New York’un eski belediye başkanı Rudy Giuliani suçluluğa karşı mücadelesiyle meşhurdur. Kurulduğu günden bu yana ‘suç ve para’nın başkenti olan New York, artık büyük Amerikan kentleri arasında güvenli yaşam konusunda üst sıralarda bulunuyor. Giuliani seçim kampanyasını kentte güven ve huzur sağlayacağı üzerine kurmuştu. Nitekim demokrat ağırlığı ile bilinmesine karşılık, New York halkı güven ihtiyacı nedeni ile Cumhuriyetçi Giuliani’yi başkan seçti. Giuliani, göreve geldikten 125 Enis Kortan, Modern ve Postmodern Mimarlığa Eleştirel Bir Bakış, Mimari Akımlar, Yem Yayınları, Đstanbul, 1996, s.67 126 Sokullu-Akıncı, a.g.e, s. 57 127 Dönmezer, Kriminoloji, s.59 67 sonra harekete geçerek, seçim kampanyasında söz verdiği gibi ilk olarak ‘küçük suçlar’la mücadeleye ağırlık verdi128. GIULIANI, James Q. Wilson ve George L. Kelling’in 1982’de yazdıkları, tartışmalı “Kırılmış Pencereler” makalesindeki fikirleri aynen uygulamaya geçirdi. Makalede, “cam kıran mahallenin gençlerine, mafya üyesi gibi uygulama yapılmazsa, ileride onların da mafya üyesi olacağı” ana fikri işleniyordu. James Q. Wilson ve George L. Kelling’in görüşlerini şu şekilde açıklıyorlardı: “Toplum düzeyinde kargaşa ve suç kaçınılmaz olarak karşılıklı gelişen bir biçimde birbiri ile ilişkili. Sosyal psikologlar ve polisler bir binadaki pencerenin camı kırılır ve tamir edilmeden bırakılırsa, geride kalan bütün camlar da yakın zamanda kırılacaktır görüşünde birleşme eğilimindeler. Bu gelişmiş kentlerde böyle olduğu gibi küçük harabe yerlerde de böyledir. Tamir edilmemiş bir kırık cam, hiç kimsenin dikkat etmediğinin ve daha fazla cam kırmanın bir şeye mal olmadığını gösterir. Standford Üniversitesi'nden psikolog Philip Zimbardo, 1969 yılında kırık camlar teorisini test eden bazı deneylerini açıkladı. Bir otomobili plakasız ve kaportası cadde üzerine gelmiş şekilde Bronx'ta, mukabil bir başka arabayı ise Kaliforniya eyaletinin Palo Alto şehrine bıraktı. Terkedilmiş olduğundan Vandallar 10 dakika içinde Bronx'taki araca saldırdılar. Olay yerine ilk yetişen radyatör ve aküyü yağmalayan bir aileydibaba, anne ve genç bir erkek çocuk-24 saat içinde hemen hemen aracın her şeyi, yağmalandı. Sonra rast gele tahrip başladı, -camlar indirildi, bölmeler parçalandı ve döşemeleri söküldü. Genç Vandalların hepsi görünüşte iyi giyimli ve iyi tıraşlı beyazlardı. Palo Alto'daki araca ise neredeyse bir hafta hiç dokunulmadı. Sonra Zimbardo, bir parçasını çekiç ile kırdı. Az bir zaman sonra yoldan geçenler de kendisine katıldı. Bir iki saat içinde araba ters çevrilmiş ve ne varsa yağmalanmıştı. Yine 128 Emrah Ülker, “New York’ta Suç Oranları Nasıl Düştü?”, Aksiyon Dergisi, www. Aksiyon.com.tr, Sayı: 536 - 14.03.2005, erişim tarihi 06.04.2007 68 burada olmayan kişiler: dilenciler, ayyaşlar, madde bağımlıları, sokakta gürültü patırtı çıkaran gençler, fahişeler, akıl hastaları...129” Kırık pencereler kuramı, sıfır hoşgörülü polislik de denen, süre giden düzenin korunma sürecinin ciddi suçların azaltılmasında esas olan bir yaklaşımın temeli olarak işe yaramıştır. Sıfır hoşgörülü polislikte küçük suçlar ile kırıp dökme, serserilik, dilencilik, sarhoşluk gibi rahatsız edici davranışlar hedef almaktadır. Düşük düzeydeki sapkınlığa yönelik polis baskısının, daha ciddi suç biçimlerinin azaltılmasına olumlu bir katkı sağlayacağı düşünülmektedir.130 Giuliani’nin başkanlığının ilk döneminde her türlü cürme yönelik tutuklamaların oranı önceki döneme göre yüzde 70 arttı. Suç grafikleri “Kırılmış pencereler” hipotezini doğrular nitelikteydi. Artan her yüzde 10’luk tutuklama oranı, suç işleme oranlarını yüzde 2-3 düşürüyordu. Hem suç işleyecek kapasitedeki kişilerin ortalıkta kalmaması, hem de suça meyilli kimselerin sert uygulamalar nedeni ile gözünün korkması, oranlardaki düşüşün nedeni olarak gösteriliyordu. Zira, aynı dönemde hapishanelerde kalan mahkumların oranı yüzde 24 arttı.Suç oranının azalmasının, polisin gözaltına aldığı insan sayısı ile doğru orantılı olduğunu 1990’larda New York’ta şiddet içeren suçların oranındaki düşüş yüzde 56, mala karşı işlenen suçlarda azalma yüzde 65 oldu. Suç oranlarının düşmesinde Bill Clinton’un başkan olduğu 90’lı yıllarda yaşanan ekonomik patlamanın da büyük rolü olduğu muhakkak. 1990-99 arasında hem ülke genelinde hem de New York’ta işsizlik oranlarında yüzde 40’lara varan azalmalar yaşandı. Araştırmalar, işsizlik oranlarındaki yüzde 10’luk azalmanın hırsızlık oranlarında yüzde 2,2’lik, araba çalma oranlarında yüzde 1,8’lik azalmaya sebep olduğunu ortaya koydu. New York, huzura kavuşması karşılığında 129 James Q. Wilson ve George L. Kellıng: “Broken Window” Atlantic Mountly, (1982), çeviren Serkan Altuntop; Polis Dergisi, Sayı: 35, Nisan Haziran 2003, s. 110-117 130 Antony Gddens, Sosyoloji, Yayına Hazırlayan Cemal Güzel, Ankara, 2005, s.214 69 insan haklarından biraz taviz verdi; ama güven ortamı sağlanınca dünyanın dört bir yanından gelen turistlerden milyarlar kazandı131. Sıfır hoşgörülü polislik, New York Cıty'deki görünür başarısının ardından yaygın olarak büyük Amerikan kentlerinde uygulanmaya başlamıştır. New York Polis Örgütü, kent metrosundaki düzeni yeniden kurma amacıyla başlattığı saldırgan bir kampanyanın ardından, sıfır hoşgörü yaklaşımını sokaklara genişleterek, dilenciler, evsizler, sokak satıcıları ile porno kitap satan kitapçılar ve klüpler üzerindeki kısıtlamaları artırmıştı. Sonuçta, standart suçların (yankesicilik, hırsızlık gibi) oranında çarpıcı bir düşme ortaya çıkmakla kalmamış, cinayet düzeyleri de, neredeyse bir yüzyıl içindeki en düşük seviyesine inmişti. Ancak "kırık pencereler" kuramının önemli bir eksikliği, bir "toplumsal düzensizliğin tanımını bütünüyle polisin, canı nasıl isterse, öyle yapmasına olanak sağlamasıdır. Düzensizliğin sistematik bir tanımı olmadan, polis neredeyse her şeyi bir düzensizlik işareti, herkesi de bir tehdit olarak görmeye yetkili kılınmaktadır. Gerçekte, 1990'larda New York City'de suç oranları düştükçe, polisin kötü davranışı ye tacizi hakkındaki, özellikle potansiyel bir suçlu profiline uyan genç, kentli siyahlardan gelen yakınmalarda artmıştı.132 1.4.1.2 Kentleşme Süreci ve Suç Toplumun devamı ve bütünleşmesi, toplumu meydana getiren insanların, sosyal yaşam içerisinde oluşturulan din, ahlak, hukuk kurallarına uygun hareket etmeleriyle mümkün olabilmektedir. Toplumsal kurallara riayet etme halkın birlikte yaşamasını temin ederken, bu kurallardan sapma, toplum içinde yaşayan insanların rahatsız olmasına neden olarak toplumun devamını ve bütünlüğünü zedeler. Bu bağlamda, genel olarak norm ihlali durumu 131 132 Emrah Ülker, a.g.m. erişim tarihi 06.04.2007 Gıddens, a.g.e., s.214 70 şeklinde tanımlanan suç ve gelişmiş ülkelerde olduğu gibi gelişmekte olan ülkelerde, kentlerde olduğu gibi kırsal alanlarda da yaşanan evrensel bir olgudur. Toplumun birlik ve beraberini bozduğu, toplumsal yaşamı tehlikeye sokup toplumun tümden zarar görmesini engellemek maksadıyla kanun koyucular tarafından yapılmaması gereken eylem, davranış, tavır ve hareketler olarak tanımlanan suçun, biyolojik, fizyolojik, psikolojik ve çevre gibi birçok alanı ilgilendiren sebepleri vardır133. Ancak biz burada konumuz açısından, bir yerleşim merkezi olarak kentle suç arasında bir ilişkisi olup olmadığını var ise ne yönde gerçekleştiği üzerinde durmaya çalışacağız. Sosyologlar kent ve köy suçluluğu arasındaki farkı esasta sosyal çözülme (deorganizasyon) süreci ile izah eğilimindedir. Köylerde sosyal çözülme çok ağır işlediğinden suçta azdır. Yeni bir teori ise şudur: bir bölgede nüfus belli bir basamağı aşınca bireyler daha saldırgan olmaya başlarlar; zira kişisel gelişmeleri bakımından asgari bir alana sahip olmamaya başlarlar. Gerçekten esas itibariyle kentleşmedeki yoğunlaşmanın suçluluk oranını arttırması ortaya çıkan çeşitli kriminojen etmenler ve etkenle dolayısıyladır. Sosyal hareketliliğin hızlanması, sosyal kontrol mekanizmasının çözülmüş hale gelmesi, sosyal normların insan tavır ve hareketlerini idare edici güçlerin yıkılması (anomi), çözülme (deorganizasyon), farklılıkların bir araya gelmesi çeşitli sebeplerle bir suç alt kültürünün teşekkülü bu kriminojen etkenler arasında sayılmalıdır134. Kırsal alanlardaki sayılan yapısal özelliklerin yanında kent, büyük, farklılaşmış, heterojen, gayri şahsi, anonim ilişkilerin yaygın olduğu, insanların birbirini tanımadığı, insanlar arasında ilişkilerde maddiyatın ön plana çıktığı yapı özelliklerinin yaşandığı mekândır. Böyle bir ayırımın sonucunda da kent suçluluğun ve şiddetin kaynağı olarak gösterilmektedir.135 133 Dönmezer, Kriminoloji, s.61 Dönmezer, Kriminoloji, s.174 135 Đlhan Tekeli, Türkiye’de Kentleşme Yazıları, Ankara, 1982, s.302 134 71 Daha anlaşılır bir ifade ile kırsal alanlardaki homojenlik, herkesin herkesi tanıması ve sosyal kontrolün etkisi, kent yaşamında etkisini yitirmektedir. Bunun yanında kent, kentleşme içinde yaşayan bireyler arasında rekabeti karşılamakta, ortaya kaypak, farklı bir bireyselliği meydana getiren, sosyal düzen çıkmakta bu da içinde suçun rahatlıkla gelişeceği bir ortamı hazırlamaktadır.136 Genel olarak gelişmiş bir toplumda birey, toplum yapısı, kültürün maddi manevi unsurları arasında sıkı bir ilişki ve denge vardır. Gelişmekte olan toplumlarda, ekonomik bunalım, sanayileşme, sağlıksız kentleşme, hızlı nüfus artışı, dengesiz gelir dağılımı, işsizlik gibi birçok farklı boyutları olan sorunlar, toplum içindeki bağın gevşemesine neden olur. Bu gevşeme ise dengeyi bozarak uyumsuzluğu doğurur.137 Büyük kentlere gelenlerin birçoğu baba ocaklarından, alışıla gelmiş oldukları, çevrelerinden uzaklaştığından, gereksindikleri maddi ve manevi destekten mahrum kalırlar. Parlak iş hayalleriyle geldikleri kentte, bu hayallerini gerçekleştiremez, işsiz kalırlar. Küçük köy topluluğunun oynadığı kontrol işlevlerin etkisi azaldığından toplum için tasvip edilmeyen yollara yönelme olasılığı belirir.138 Kent sosyologu Herbert J. Gans bugün Amerikan kentlerinde beş ayrı nüfus grubunun bulunduğunu ve her birinin de kendine has bir yaşam biçimi olduğunu vurgulamaktadır. Acaba bunlar kimlerdir?139 «Tuzağa Düşenler» (Trapped): Kent içinde yaşamak için ekonomik gücü bulunmayan yaşlı ve emekli kesiminden oluşmaktadır. Bu insanlar düşkün durumdadırlar. Evleri kente yeni gelen göçmenler tarafından adeta işgal 136 Sulhi Dönmezer: “Hızlı Şehirleşme ile Suç ve Adalet Sistemi Đlişkileri”, Hızlı Şehirleşmenin Yarattığı Ekonomik ve Sosyal Sorunlar, SĐSAV, Đstanbul, 1986, s.60 137 Özcan Köknel, Bireysel ve Toplumsal Şiddet, Altın Kitaplar, Đstanbul, 1996, s.68 138 Keleş: Kentleşme Politikası, s.36 139 Herber J. Gans, People and Plans Essays on Urban Problems and Solutions, Newyork, 1968, s.36-38 nakleden Enver Özkalp, a.g.e., s.301-302 72 edilmiş, işlerini kaybetmiş ya da ailenin geçimini sağlayan kişinin ölümü ile ortaya çıkmış kişilerdir. Yoksunlar ve Đhtiyaç Đçinde Olanlar (Deprived): Bunlar kent içinde yaşayan göçmenler, çok fakir ve yaşlı insanlardan oluşmaktadır. Bu insanlar çok ucuz kiralı evlerde ve sefalet içinde yaşamakta ve hükümetten yardım almak durumundadırlar. Etnik Köylüler (Ethnic Viîlagers): Bu grup kente çok yeni gelen göçmen işçilerden oluşur. Bunlar kentin içinde birbirine son derece bağımlı, benzer kültürlerden gelen insanların oluşturduğu gruplardır. Değişime direnç gösterirler. Kentle ilişkileri zayıftır. Bekârlar ve Çocuksuzlar (The Unmarried and Childless): Bu insanların kent yaşamını tercih etmelerinin nedeni kentin kendilerine sunduğu eğlence imkânlarında faydalanmak ve yeni insanlarla tanışmaktır. Bunlar sık sık ev değiştirirler ve eş bulunca ve çocuk sahibi olunca kenti terkederler. Zenginler veya Kozmopolitler (Cösmopolites): Bunlar iyi eğitim görmüş ve yüksek gelirli gruplardır. Belirli meslek gruplarında olan ve çeşitli endüstrilerde yüksek mevkilere gelmiş insanlardan oluşurlar. Bu insanlar komşularıyla pek ilgilenmeyen, kentin içindeki pahalı yörelerde yaşayan kimselerdir Bu çalışmadan da görüldüğü gibi kentin farklı görünümlerini inceleyen bütün çalışmalar, kent yaşamını daha belirginleştirmekte ve aydınlatmaktadır. Chigaco okulunun çalışmalarında ortaya çıkan veriler insanları daha çok stereotipleştirmekte ve kent insanının birbiriyle olan ilişkilerindin çok sınırlı olduğunu göstermektedir. Ancak, daha sonra yapılan çalışmalarda kent içindeki birincil grup etkinliklerinin çoğaldığı, buna karşın bireylerin mesleki ve ekonomik rollerinde bir takım düşmeler olduğu saptanmıştır. Yani kent insanı 73 mesleki ve ekonomik rolünü bir ölçüde çok fazla önemsememeye başlamıştır140. Ülkemizde bölgeler arasında, kırsal alanlar ve kentler arasındaki eşitsizlikler ve kentler içinde de gelir yaşam düzeyi dengesizlikleri kısacası çarpık kentleşmenin göstergeleri olan bu belirgin özellikler şiddet olaylarını beslemektedir.141 Kentte suç işleyenlerin büyük bir oranını buralarda doğmayan, daha sonra kente göç edenler oluşturmaktadır. Bu suç işlemenin sebebi olarak gösterilen teoriye göre sosyal çözülme şartlarının belirlenmesi sebebiyle toplumdaki sosyal kontrolün sevk edici ve engelleyici işlerinin azalması gösterilmektedir.142 Kırsal alandaki yaşam tarzının kentte imkan bulamaması nedeniyle önceki yerleşim alanındaki yapı özelliklerinin değişmesine, dolayısıyla sosyal kontrolün yaptırım gücünün azalmasının suç işleme eylemine neden olacağı ileri sürülmektedir. Kentleşme sürecinin göç edenler üzerindeki etkisi, yaş, cinsiyet gibi özelliklere göre değişiklik gösterebilmektedir. DÖNMEZER ve ĐÇLĐ Türkiye’de kadın suçluluğunun, kesinlikle kent suçluluğu olduğunda hemfikirdirler143. Kentleşme süreci kadın suçluluğunu arttıran bir etmendir. Sosyal değişme sürecinde kadın suçluluğu şöyle bir görünüm arz etmektedir. Kadınların ekonomik faaliyetlere (ücretli işgücü olarak) buna bağlı olarak sosyal bayata gittikçe artan oranlarda katılmaları, buna karşılık anne ve eş rollerini sürdürme zorunlulukları onları belli derecelerde rol çatışmalarına sürükleyebilir. Ayrıca, sosyal değişmenin en yoğun biçimde gözlendiği kentlerde kadın suçlan daha sık görülmektedir. Değişen yapıyla birlikte kadınların üzerindeki sosyal baskının azalması da kadınlara, suç işlemesini kolaylaştırabilmektedir. Bunlara, ek alarak eğitim seviyesindeki düşüklüğün, 140 Özkalp, a.g.e, s.301-302 Keleş ve Ünsal, Kent ve Sosyal Şiddet, s.32 142 Dönmezer, “Hızlı Şehirleşme ile Suç ve Adalet Sistemi Đlişkileri”, s.55 143 Dönmezer, Kriminoloji, s.131 ve Tülin Günsen Đçli, Aslıhan Ögün: “Sosyal Değişme Süreci Đçinde Kadın Suçluluğu” HÜEFD, Cilt 5, Sayı 2, Aralık, 1998, s.31 141 74 problemli geçmişin ve evlilikte geçimsizliğin kadın suçlarını arttırıcı etkileri görülmektedir144. Ayrıca kentleşmenin intihar üzerinde etkisi de görülmektedir. Diğer Ülkelerde olduğu gibi Türkiye'de de, çok genç yaşta (15 yaşın altında) intihar seyrek görülmektedir. Türkiye genelinde 24 yaşa kadar artma gösteren intihar oranları, 24 yasından itibaren düşmeye başlamakta, 64 yaşından itibaren tekrar yükselmektedir. Çok nedenli bir sosyal gerçek olan intiharın büyük kentlerde sık görülmesi, gerek Durkheim'in gerekse Park ve Burgess'in ileri sürdükleri gibi birincil ilişkilerin yerini alan formal ilişkilerin kişinin boşanma, hastalık, aile geçimsizliği gibi durumlarda ihtiyaçlarına yeterince cevap verememesi nedeniyle olabilir. Kentte çok yönlü etkileşim ağı içinde sürekli rekabet halinde olan kişi, ailesi dışında her gün ayrıca iyi tanımadığı birçok kişiyle de formal ilişki içindedir. Bunun yanında kadının giderek attan sayıda iş gücüne katılması, aile sorumluluğuna ek olarak iş sorumluluğunun katılması aile geçimsizliği olumsuz yönde etkileyen faktörler arasında sayılabilir. Kentleşme ve endüstrileşme sonucu ailenin geleneksel fonksiyonlarından bazıları başka kurumlara devredilmiş haldedir. Çekirdek ailede artık yaslı anne ve babaların geleneksel ailedeki yerleri kaybolmaya başlamaktadır. Onları barındıracak kurumlar da ülkemizde yeterince gelişmemiştir. Kendini ve geleceğini güvence içinde görmeyen yaşlı kişilerin intihara yönelmeleri ihtimali hiç de uzak görünmemektedir. Hele yaşlılık hastalıkla birleşince bu ihtimal daha da kuvvetlenebilir145. Şunu bir kez daha ifade etmeliyiz ki sanayileşen ve kentleşme oranı artan toplumların tümü mutlak olarak sosyal problemler, başta suçluluk olmak üzere yaşamazlar. Çünkü toplumların kültürleri, meydana getirdiği davranış kalıpları, normatif yapısı ile sosyo-ekonomik ve siyasal koşulları ile karşılaşılan problemleri gidermede bir takım farklılıklar gösterir. Bu nedenle genelde köy sosyal yapısı ve bu yapı içindeki bütünleşme unsurları üzerinde 144 Đçli ve Ögün, “Sosyal Değişme Süreci Đçinde Kadın Suçluluğu”, s.31 Tülin Günşen Đçli, “Türkiye’de Đntiharların Yaş ve Cinsiyete Göre Dağılımı” HÜEFD, Özel Sayı 1983, s.193-207 145 75 şekillenen Türk toplumunda sosyal norm ve değerler toplum üyelerince öyle benimsenmiştir ki, hızlı sanayileşme ve kentleşmeye rağmen normlar, bozucu güçlere karşı kuvvetlerini muhafaza edilmekte ve uyumlar kolaylıkla değişmektedir.146 Karanlık senaryolara rağmen, biz gerçekten kentlerimizin geleceğinin nasıl olacağını bilmiyoruz. Bazı trendler kurulacak/oluşacak ve muhtemelen devam edecek, ama kendimiz hazırlanmamız gerekenler belirsiz değişikliklerdir. Chicago üniversitesi kurulduğunda, etrafındaki kent çok hızlı büyüyordu, tıpkı bugün gelişen dünyanın birçok kentinde görüldüğü gibi. Birçok Batı Avrupa ülkesi, endüstrileşme ve kentleşmenin en üst düzeyde olduğu klasik dönemini yaşadı. (Sadece Đngiltere bu sürecin içinden etkili bir şekilde geçmiştir.). Endüstrileşmiş toplumun kentleri gençleri ve göçmen işçileri kendine çekti. Kentleşmeye ilişkin olduğuna inanılan gençlik sorunları, büyüme, mekan sıkıntısı, kültürel yarılmalar bununla ilgilidir. Bugün, en azından birçok batı toplumunda resim bundan çok farklıdır. Kentler, kendi dış mahallerine, uydu kasabalarına hatta kırsal alana doğru nüfus kaybetmektedirler. Londra’nın nüfusu 1920’lere kadar düşüyordu. Aynı zamanda ikinci ve üçüncü dünya ülkelerinde kentler ise genellikle katlanarak büyüyordu. Mexicocity dünyanın en büyük metropolüdür. Kentler özellikle onların iç bölgeleri, bu çerçevede bir düşüş içindedirler ve nüfus kaybediyorlar. Fakat suçların bu bölgeler için, 50 ya da 100 yıl öncesine kadar önemli bir problem olduğuna inanılıyordu. Birçok batı ülkesinde nüfus yaşlanıyor ve risk yaşındaki genç nüfusun sayısı ise kalanlara oranla düşüyor. Dahası kent merkezlerinde görülen iyileşme Londra’nın ve Paris’in mahallelerinde gözlenebilmektedir. Gelecekte kentlerimiz nelerle yüz yüze gelecek, huzurlu ve problemsiz olmayacak gibi gözüküyor. 147 146 Sulhi Dönmezer, “Hızlı Şehirleşen ve Sanayileşen Bir Küçük Şehir Toplumunda Suçluluk Ereğli Projesi”, Şehirleşmenin Doğurduğu Ceza Adaleti Sorunları Sempozyumu, Đ.Ü. Hukuk Fakültesi Ceza Hukuku ve Kriminoloji Enstitüsü Yayını, Đstanbul, 1974, s.142-145 147 Heidenson, a.g.e., s.34-37 76 1.4.1.3 Köy ve Kent Suç Farklılıkları Sağlıksız kentleşmenin doğurduğu uyumsuzluğun, bireysel davranış sapmalarında yarattığı olumsuzluğu “suçluluk” olarak nitelendirebiliriz. Kırsal kesimde doğal denetim sistemi işlemektedir. Bu denetim kişisel davranış sapmalarından olan suçluluğu önleyici niteliktedir. Bu nedenle kırsal alanlardaki suçlar yoğunluk göstermez. Kentler de ise, doğal denetim yerini ikincil ilişkilere bırakmış ve doğal denetimin yerini resmi denetim sistemi ve örgütler almıştır. Resmi denetim koruyucu ve önleyici görevle yükümlüdür. Bu denetimin etkililiği sınırlı kalmakta ve suça eğilimli olanlar suç sınırını aşabilmektedirler. Kentleşme ve sanayileşme bir kültür değişimine yol açmaktadır. Suçluluk açısından, kültür değişiminin etkinliği şöyle olabilmektedir: Kentleşme geleneksel yapı değişimine yol açmaktadır. Geleneksel yapı değişimi; din, aile, ahlak vb. gibi görüşler sisteminin değişmesi anlamındadır. Bu değişim ise, heterojenliği ve çatışmayı ifade eder. Bu olgu, kişinin; bireyciliğine, toplumsal disiplin dışına çıkma ve suçlu oluşumuna yol açabilir. Kentleşme, sosyal denetim sistemini de yok ettiğinden veya en azından oldukça zayıflattığından, akıcılık, konut değiştirme olanakları, kişinin suç yolundaki eğilimlerini önleyici mekanizmaların kalkışı anlamına gelmektedir.148 Dünya Savaşına kadar kentleşme süreci ile suç arasındaki ilgiler konusu Tönnies, Durkheim, Burkley, Tarde gibi yazarların incelemelerine konu teşkil etmişti. Đnceleme konumuz bakımından çok dikkati çeken bir araştırmayı Clinard yapmış bulunmaktadır. Buna nazaran kentleşme sürecinin suçluluk üzerindeki etkileri bakımından hareketlilik, kişisel olmayan ilişkiler, aykırılıkların bir araya gelmesi (differential association) toplum örgütlenmelerine katılmamak, teşkilatlı suç kültürü ve sosyal suç tipi 148 Özek, a.g.m., s.78-79 77 varsayımlarının etkileri incelenmiştir. Varılan sonuç şudur: Köy veya tarım bölgelerinde kişiler çevrelerinde sıkı bir sosyal kontrole tabidirler149. Sutherland kent ve kırsal bölge suçluluğu arasındaki farkın, farklı içtima ve farklı sosyal örgütlenmeden doğduğunu söylemektedir. Guadagno, kentteki yüksek suçluluk oranını, insanları çok ve çabuk heyecanlanır bir hale getiren lüzumundan fazla dış uyaranların varlığı ile izaha çalışmaktadır. Barnes ve Teeter’in ileri sürdüğü gibi, köy ve kent suçluluğu karşılaştırmasındaki Polisin suçları ortaya çıkartmasındaki başarısı önemli bir unsur olabilir çünkü genellikle Polis tarafından verilen rakamlar istatistik olarak kullanılmaktadır150. Kentleşmemiş cemaatçi toplum, geniş hısımlık gruplarından, komşuluk ilişkilerinden, aynı bir din ve mezhebe mensup insanlardan oluşmaktadır; insanların, akıbetleri geniş ölçüde doğumla belirlenmektedir; kuralların sosyal normların gücünü gelenekler sağlamakta ve bunların doğruluğundan kimse şüphe etmemektedir. Geçmişte cereyan eden, ileride de aynen oluşacaktır. Oysa kent toplumunun sosyal düzeninde bütün bunların tersi cereyan etmektedir. Kişisel ilişkilere dayanan cemaat hayatının yerini büyük menfaat birlikleri almıştır; kuralların geçerliliği bunların faydalılık ve meşruiyetine bağlıdır. Büyük metropollere gelip yerleşenlerde suç teşkil eden fiillerin işlenmesi hususunda yatkın bir tavır ve hareketler alışkanlığının oluştuğu görülmektedir. Kentlerdeki bir takım özellikler, zevk imkânları, tarımsal bölgeler, gençlerin değişik tavır ve hareket şekilleri ile temasa gelmelerini sağlamaktadır. Oysa kişisel olmayan durumlarda suçun işlenmesi hususunda çok sayıda imkân ve fırsatlar çıkmaktadır. Tarımsal bölgelerde sosyal suç tipleri oluşamamaktadır. Clinard bu konudaki ilk araştırmasını 1940 yılında Amerika’da Iowa eyaletinde yapmış ve bulduğu sonuçları diğer bir kültür 149 Dönmezer: “Hızla :”s.130 Nevzat Gürelli: “Şehirleşme ve Suç”, Şehirleşmenin Doğurduğu Ceza Adaleti Sorunları Sempozyumu, Đ.Ü. Huk. Fak. Ceza Hukuku ve Kriminoloji Ens. Yayını, Đstanbul, 1974, s.122 150 78 ortamında da tahkik etmek üzere 1954-1955 yıllarında aynı araştırmaları Đsveç’te de tekrarlanmıştır. 151 Kentleşme ve suçluluk konusunda aşağıda belirtilen varsayımlar bakımından araştırma sonuçları arasında bazen mutabakat bazen de ayrılık saptanmıştır.152 Bunları aşağıdaki gibi açıklayabilir ve ayrıca köy-kent suç farklılıklarını ortaya koyabiliriz. -Bir toplumda kentleşme ne kadar geniş olursa, diğer faktörler ve genel kültür sabit farz edilmek şartıyla mülkiyete karşı işlenen suçlar o derece çoğalır. -Suç işleyenler, akıcılık sürecine uygun olarak mesken değiştiren, kendilerinin suç işledikleri topluma tabi bulunmadıkları görüşünde, çevreleri ve kişisel olmayan ilişkileri bulunan kişilerdir. -Kent hayatı kişisel olmayan ilişkilerle kendisini karakterize eder. Bu nedenle suçlu, fiilini hayatını kişisel olmayan bölgeleri içinde işler. Böylece kent bölgelerinde suçların işlendiği yer, suçluların ikametgâhlarının bulunduğu mahaller olmadığı gibi suçlu fiilini işlediği topluma girmiş de değildir. -Kent hayatı kültür yönünden heterojendir. Bu nedenle suçlular geleneksel kurallar dışında bir kültür teşkilatlanması yapar ve buna geçerler. Kentleşme arttıkça suçlu faaliyetler arasında şebekeleşme de artar. -Heterojen kent toplumu bir sosyal suçlu tipi yaratır; bu tipi suç tekniği, argosu ve belirli bir gelişme gösteren bir hayat öyküsü karakterize eder. Böylece az ya da ılımlı küçük kent bölgelerine ait suçlular, geniş ve yoğun olarak kentleşmiş bölgelerin suçlularının tersine, cezaevlerine girmeden önce belirli sosyal suçlu tiplerini teşkil etmezler. Köy suçlusu kendisini suçlu olarak saymaz; kent suçlusu ise böyle sayar. 151 152 Dönmezer, “Hızla:” s.130 Dönmezer, Kriminoloji, s.286 79 Bütün bu sebeplerle kentleşen toplumlarda suçluluğun artacağı, kentleşmenin en önemli sebeplerinden birini teşkil eden sanayileşmenin suçların nicelik bakımından da durumunu değiştireceği, kentleşen bölgelerde cebir ve şiddete dayanan suçların genel suçluluk arasındaki yeri azalırken mala karşı işlenen suçların hileli suçların, kadın ve çocuk suçluluğunun artacağı kabul edilmektedir. Bu gelişmeler batı toplumları sanayileşip kentleşirken kendini göstermiştir153. Daha öncede belirttiğimiz gibi, gerçek anlamda kentleşmeden; kent türü bir örgütlenmenin ve yaşam tarzının belirmesini, hizmet, ticaret, sanayi merkezi olarak işlevsel bir değişime uğraması anlaşılmaktadır. Đşlevsel değişim yerleşme bölgesindeki mesleki kompozisyonun değişmesini sosyal tabakalaşma sisteminin başlamasını, ikincil grupların çoğalmasını, kent türü örgütlenmenin belirmesini, uzmanlaşmayı, tarımsal olmayan işlevlerin gelişimini de gerektirir. Bu açıdan, kentleşme olayı her şeyden önce bir ekonomik yapı değişikliği, bir uygarlık, hatta bir uygarlık tipi meselesidir. Kentleşmenin işlevsel değişim öğesi; belirli bir süreç içinde gelişirken, o yerleşme bölgesinin işgücü türündeki değişiklik kişi başına düşen ulusal gelir oranındaki başkalık, tarımsal hizmetlerin ikinci plana düşmesi, köyden kente gelenlere kırsal alanlarla ilişkilerinin kesilmesi de söz konusu olur. 154 Kimi sosyologların kentleşme ile sanayileşmeyi hemen hemen birbirinin eşanlamı olarak görmeleri ve değerlendirmeleri özellikle çok ilerlemiş sanayi toplumlarındaki kentleşme konusundadır. Çünkü bu tür sanayi toplumlarında «kent, köyle gittikçe azalan ilişkileri içinde daha çok kendine göre kendini belirlemektedir.» Bu durumun köylerin sonu olacağı ya da bu durum yüzünden köylerin kaybolacağı konusu, yapılan tartışmalara polemiği bile getirmektedir. Genel olarak şu sorular sorulmaktadır: «Artık köy kültürü olmayınca kent uygarlığı nedir? Köy kaybolursa kentler hâlâ var olacak mı?» Bu sorular hangi amaçla sorulursa sorulsun, yeni yaklaşımların oluşmasını 153 154 sağlamaktadır. Dönmezer, Kriminoloji, s.174 Özek, a.g.m., s.73. Gerçek olan da önemli bir değişmenin 80 gözlenmesidir ve bu değişme, «kent - köy kutuplaşmasının sonu» olarak görülmektedir. Evrimlerinin başında olan sanayici toplumlarda kentlerle köyler arasındaki «gerilim hatta çatışma» belirleyici bir rol oynamaktadır. Bu gerilim ya da çatışma, sanayici toplumların örgütlenişinde ve işleyişinde ekonomik toplumsal, siyasal, kültürel v.b. bakımlardan •önemli bir rol oynamaktadır. Özellikle gelişmiş ülkelerde kentsel büyüme «birbirine paralel iki olayın yaratıcısı» olmaktadır; bu olaylar, köy topluluklarının kentleşmesi ve kent topluluklarının köyleşmesi, olarak gerçekleşmektedir. Örneğin, kentsel merkezlerde çalışan çok kimseler köylerde oturmaktadır ve «bu her gün yapılan hareketlilik kentlerde oturanları etkilemektedir.» Köylü işçiler, gittikçe kentsel yaşama tarzından etkilenmekte ve kentlerde de daha önceki kültürel ikilik gittikçe yumuşamaktadır, azalmaktadır ve köyden kente göçlerin sonucu olarak da yeni yeni yerleşme biçimleri oluşmaktadır155. Bu süreç ise elbette ki suç ve suçluluğu etkileyecektir. Ancak batı memleketlerinde ve özellikle Amerika’da gerçekleştirilmiş olan taşıma kolaylıkları ve medya büyük ve küçük kentler ve tarımsal bölgeler arasındaki soysal yaşayış farklarını azaltmakta ve bu hal suç bakımından var olan sosyal farkların azalması ile sonuçlanmaktadır. Amerikan Uniform Crime Reportslar 1944’ten beri köy suçluluğunun her gün biraz daha arttığını göstermektedir156. Aynı şekilde ülkemizde de, günümüzde köylerin kapalı topluluklar olmaktan çıkarak gittikçe dış dünyaya açıldıkları da bir gerçektir. Kentler ve köyler arasındaki fonksiyonel ilişkiler arttıkça, ulaşım, haberleşme ve eğitim olanakları geliştikçe sosyo-ekonomik gelişme ve modernleşmeye elverişli bir ortam meydana gelmektedir. Diğer yandan üretim ve tüketimi çoğunlukla kendi içinde kalan bir tarım ekonomisinden pazar ekonomisine geçilmesi ve köylünün oy kullanarak memleketin politik hayatına katılması, kendine yeten küçük toplum birimlerinin büyük topluma daha bağımlı ve dış alemle daha 155 156 Doğan Ergun, Sosyoloji El Kitabı, Đstanbul,1984, s.145 Dönmezer, Kriminoloji, s.174 81 ilişkili hale gelmesini sağlamaktadır.157 Bu durumun ülkemizde de köy suçluluğu üzerinde etkisi olduğu kolaylıkla söylenebilir. 1.4.2. SUÇ EKOLOJĐ VE CHĐCAGO OKULU KENT ÇALIŞMALARI DÖNMEZER’e göre Türk toplumu toplumsal hareketlilik ve kentleşme bakımından Amerika’nın 20. yüzyıl başındaki dönemine çok benzer bir durum içindedir. Türkiye’deki iç hareketlilik, ülkedeki çok yüksek nüfus artışına bağlıdır. Bu nüfus artış oranı sürdükçe, hareketliliğin de yüksek oranda devam edeceği hususunda şüphe yoktur. Birleşik Amerika’da 20. yüzyılın başlarında, kırsal bölgelerden kentlere doğru, bugün bizde olduğu gibi, geniş bir iç göç tespit edilmişti; tarımda makineleşme sonucu belirli bir uzmanlığa sahip olmayan, yeteri derecede eğitim görmemiş kişiler kentlere hücum ederek hizmet sektöründe iş bulmaya çalışıyorlar ve bunun neticesi olarak da yüksek bir suçluluk oranı ortaya çıkıyordu. Ancak zaman içinde bu nüfusun büyük bir bölümü kentli haline gelmiştir; bu sebeple bugün kentten kente hareketlilik söz konusudur ve kentleşmenin suç etkisi üzerinde durulmamaktadır.158 Ülkemizin toplumsal hareketlilik ve kentleşme bakımından Amerika’nın 20. yüzyıl başındaki dönemine çok benzer bir durum içinde olduğuna dair önermenin sorgulanabilmesi, Suç Ekolojisi ve Chicago Okulunun çalışmalarının değerlendirilmesini faydalı buluyorum. Bu değerlendirme ile, Suç Ekolojisi ve Chicago Okulunun kent suçluluğu ile ilgili tespitlerini açıklamayı ve benzerlikler ve farklılıkları ortaya koymayı hedefliyorum. Đnsan ekolojisi kavramı ilk defa Robert Park tarafından 1921 yılında kullanılmıştır: Park bu kavramı bireylerin birbirleri ve çevreleriyle olan fiziki 157 Ahmet Tugaç: “Kırsal Topluluklarda Değişmeler”, Türkiye Coğrafi ve Sosyal Araştırmalar, Ed. Erol Tümertekin ve Diğerleri, Đstanbul, 1971, s.295 158 Dönmezer, Kriminoloji, s.195-196 82 ilişkilerini inceleyen bir bilim dalı olarak tanımlar. Đnsan ekolojisiyle uğraşan bilim adamlarının en temel ilgi alanları fiziksel çevrenin insanların yaşantılarını nasıl değiştirdiği ile aynı zamanda da insanların kendi çevrelerini nasıl etkiledikleridir. Diğer bir deyimle hem insan yaşadığı çevreden etkilenmekte, hem de aynı insan yaşadığı çevreyi değiştirmekte etkilemektedir. 1960'lı yıllarda başlayan ve hızlanarak artan doğal çevrenin aşırı ve yanlış kullanımı yeryüzünde bütün insanlığı etkileyen birçok sorunun ortaya çıkmasına yol açmıştır. Đşte, petrol sızıntıları, radyasyon kaçakları, kimyevi maddelerin yaşam sahalarındaki sulara karışarak binlerce canlıyı öldürmesi, hava ve deniz kirliliği insanlar ve çevre üzerinde son derece olumsuz etkiler yaratmıştır. Bilim adamları ve halk da artık bunların bilincine varmakta olduğundan doğadaki dengenin korunması açısından belirli önlemlerin alınmasını istemektedirler. Đşte nasıl insan ekolojisi insanın çevresiyle olan ilişkilerini inceliyorsa kent ekolojistleri de bu ilişkiyi kentsel bölgelerde incelemektedir. Kent ekolojistleri arasında yer alan Robert Park ve Ernest Burgess kentsel yaşamı inceleyerek kentlerin oluşumu ile ilgili çeşitli kuramlar ileri sürmüşlerdir. 159 Bir kentin içyapısı, diğer bir kentinkinden birçok bakımlardan bilhassa ayrıntı bakımından farklar göstermekle beraber, hemen her kentte mevcut bazı müşterek sahalar da vardır: sınaî, ticaret ve yerleşme sahaları gibi. Bilhassa Amerikalı bilim adamları, kentler üzerinde yaptıkları incelemeler sonunda kentlerin yapısını sosyal seviye, sahne oldukları faaliyetler bakımından birtakım bölgelere ayırarak, bu bölgelerin birbiriyle olan durumuna göre bazı teoriler kurmuşlardır. Chicago sosyologları tarafından geliştirilen en üretken ve provakatif kuramsal görüşlerden biri olan ekolojik kuram; 1920’lerin ortalarından 1940’lara dek Chicago sosyologları tarafından yapılan klasik kent hayatı çalışmalarının çoğu için geniş, esnek, kuramsal çerçeve sunan kent sosyal organizasyon çalışmasına temel teşkil etmiştir. Park, Burgess ve diğerleri, bitki 159 Özkalp, a.g.e., s.294 83 ve hayvan organizasyonunu ele alan ekologların çalışmalarından, kentin sosyal organizasyonunu incelemek için, biyolojideki ekolojik işlemler ile kentleşme arasında doğrudan benzetmeler kullanmışlardır. Darwinci “yaşam ağı” (web of life) kavramından esinlenen Park, bir biyotik düzenin birbirlerine karşılıklı olarak bağımlı gruplar arasında, yarışma, egemenlik kurma ve ötekilerini yerini alma yollarıyla doğduğu üzerinde odaklaştı. Bu gruplar çevreye uyum sağlayarak ve bulundukları, yere yerleşme yoluyla kendilerine bir yer açıyor görünürler. Park insan topluluklarının kültürce taşınan simgesel ve moral evrene sahip olmaları nedeniyle hayvan topluluklarından ayrıldıklarını belirtir. Park’a göre insan toplulukları iki özelliğe sahiptir: Birbirleriyle, ekonomi ve toprak üzerinde egemenlik kurmak için yarışırlar, fakat aynı zamanda karşılıklı olarak birbirlerine bağlıdırlar. Toplumsal düzen var olma yolunda verilen yarışmacı savaşımın etkisini toplumsal denetim normlarla ilgili rehberlik ve bireyleri aşan görevlere katılma yoluyla yumuşatır. 160 Yapılan çalışmalar sırasında kentlerin resmi politikalar tarafından değil, belirli ekolojik süreçler sonucunda ortaya çıktığı belirlenmiştir. MacKenzie bu süreçleri şu şekilde sıralamaktadır: Konsantrasyon, Merkezileşme ve Merkezden Uzaklaşma (Concentration, Centralization, Decentralization). Ayrılma (Segregation) Đstila (Invasion) Tamamlama (Succession)161. Konsantrasyon: Yoğunluk olarak da kullanabileceğimiz bu kavram bir bölgede yaşayan insanların kalabalıklığıdır. Aynı yerde yaşayan kalabalık yığınlara verilen hizmet ise merkezileşme olarak tanımlanmaktadır. Aşırı yığılmanın doğal bir sonucu olarak insanlar ve endüstriler bu bölgeden 160 161 Lester Kurtz, Evaluating Chicago Sociology, The University of Chicago Press, 1984, s.21 Özkalp, a.g.e., s.299 84 uzaklaşmakta ye çevreye doğru yayılmaktadırlar. Böylece de yukarıda sözü edilen merkezden uzaklaşma gerçekleşmektedir. Kentleşme sürecinde bu olguların ikisi de gerçekleşmektedir. Gerçekten aynı yerde yaşayan insanlar zamanla yaşam şartlarının güçlüğü ile merkezden uzaklaşmaya çalışmaktadırlar. Böylece yaşam merkezleri kent merkezlerinin dışına taşmakta ve uzaklaşmaktadır. Ayrılma: Ekolojik farklılaşma olarak da kullanılan bu kavram, belirli faaliyetlerin kentin belirli bir kesiminde yapılmasını ve diğer bölgelerden ayrılmasını ifade eder. Burada, sektör kuramında da olduğu gibi belirli faaliyet ve hizmetlerle ilgili bölgeler gelişir, örneğin, finansal kurumların olduğu merkez, ticaret merkezi, ithalatçılar merkezi, alışveriş merkezi gibi. Bu olgunun insanlar açısından da gelişen bir yönü vardır. Genellikle aynı kültürden gelen insanlar benzer özellikleri nedeniyle bir arada bulunmak isterler. Bu gruplaşma onlara bir güvence sağladığı gibi kendi kültürlerinin değer ve normlarını da devam ettirme olanağı sağlar. Böylece kentin belirli bölgelerinde belirli yörelerden gelen insanlar yerleşerek alt kültürlerini oluştururlar, işte, Amerika'nın çeşitli kentlerinde olan, zenci mahallesi, Đtalyan mahallesi, Đspanyol mahallesi gibi bölgeler bu ayrılma ve birlikte yaşama isteğinden doğmuştur. Buna benzer bir olguya ülkemizde gecekondu semtlerinde de rastlanır. Sivas, Erzurum, Karadeniz mahallelerinde olduğu gibi. Yani Sivas'tan gelenlerin bir mahallede, Erzurum'dan gelenler bir mahallede oturmaları şeklinde. Đstila ve Tamamlanma: Bu iki kavram ve süreç birbiriyle yakinen ilgilidir. Kentler hiçbir zaman statik bölgeler değildir. Aksine bir dinamizm içindedirler. Kentin içinde her yeni gelişmeye başlayan bölge hem kent insanlarının hem de yeni etkinliklerin istilasına açıktır. Bu olaya istila (invasion) diyoruz, örneğin, bir sanayi sektörünün komşu bölgeyi istila etmesi veya kentlin stoklarının bulunduğu bölgenin lüks bir yerleşim bölgesi tarafından istilaya uğrayıp buralarının yıkılarak yeni lüks konutlar yapılması bu olayı simgeler. Tamamlanma ise bu dairesel sürecin bitmesi aşamasıdır. 85 Bu süreçler sonucunda istilaya uğrayan bölge veya mahalle karakter değiştirir, örneğin, çökmekte olan eski bir semt, yıkılarak yeni konutların yapıldığı lüks bir semt haline gelebilir . Park’ın yukarıda özetlenen görüşlerini geliştiren Burgess, Chicago kentini merkez alarak Tek Merkezli Daireler Teorisi olarak adlandırılan kent teorisini geliştirmiştir. Burgees'in bu teorisi yeni araştırmalara ilham vermiş ve daha sonraki yıllarda Homer Hoyt “Sektör Teorisi (Sector Theory)”; C.D.Harris ve E.L Ullman’da “Çok Merkezli Gelişim Kuramı” teorileriyle yeni kent tipolojisinin oluşmasını sağlamışlardır.162 1.4.2.1 Suç Ekolojisi (Suçluluk Bölgeleri) Çağdaş ekoloji, canlıların birbirleriyle ve çevreleriyle olan ilişkilerini inceleyen bir bilim dalı olarak tanımlanır. Temelde biyolojinin bir alt dalıdır. Günümüzde ekoloji yalnızca bir alt bilim dalı olmayı çoktan aşmıştır. Çok daha geniş bir anlama taşır hale gelmiştir163. Ekoloji teorileri belli fenomenlerin dağılımını ve çevreleriyle ilişkilerini inceler. Ekoloji ile uğraşanlar suçu, çevrenin değişimi ile birlikte ortaya çıkan sosyal değişmenin bir fonksiyonu olarak açıklamaya çalışırlar. Ekoloji teorisyenleri asıl ilgilerini yoksulluk oranı, nüfus değişmeleri, yerleşim yerinin özellikleri, sosyal eşitsizlik ve göreli rahatsızlık gibi, makro düzeydeki değişkenlerde toplamışlardır.164 Suç ekolojisi veya bölgesel yaklaşım olarak adlandırılan bu kavram; harita metodunu uygulayarak suçun yer itibariyle dağılışını tespit ve suçlunun 162 Sezal, a.g.e., s.43 Mine Kışlalıoğlu, Fikret Berkes, Çevre ve Ekoloji, Đstanbul, 1999, s.16 164 Đçli, Türkiye’de Suçlular, s.35-36 163 86 içinde bulunduğu ortamın suça sebep olucu bir etmen niteliği ile gözlemi, analizi ve incelenmesi ve bu bakımdan belirli bir yer üzerindeki suçluluk ile oradaki etmenler arasındaki korelâsyonların belirtilmesi ve suçluluğun buna göre izahı şeklinde tanımlanabilir165. Kentin ekolojik yapısı, nüfus, teknoloji ve ekonomik düzenlemelerden oluşur. Kültürel hayatı ve yaşam tarzları ise o kentin toplumsal yapısını oluşturur. Ekoloji teorisyenleri genel olarak, kentleşme ve suç arasındaki ilişkiyi şöyle değerlendirmişlerdir: Suçluluğun beklentileri (iyi öğrenim görmek, iyi bir meslek sahibi olarak yüksek gelir elde etmek gibi) yüksek olan alt sosyo-ekonomik bölgelerde sık görüldüğü; kentte bazı bölgelerde nispi ekonomik eşitsizliğin ve istihdam imkânlarının sınırlı olmasının suç oranlarını yükselttiği; sosyal adaletsizliğin kızgınlık ve sosyal organizasyonsuzluğa yol açtığını, düşmanlığın sergilenmesine ve suçlu davranışa neden olduğunu ifade etmişlerdir. Mesela, 1980 yılında Newark, New Jersey’in sokak suçları merkeziydi. Newark bölgesinde 100.000 kişiye karşılık işlenen 920’den fazla suç vardı. (cinayet, zorla tecavüz, hırsızlık ve öldürücü silahla saldırı) Eyaletin diğer bölgelerinde bu sayı 500’ün altındaydı ve Princeton gibi zengin ve refah seviyesi yüksek bölgelerde ise neredeyse hiç yoktu. Aynı yıl New Jersey hapishanelerinde yatan 5866 kişiden 2967’si Newark bölgesindendi. Ekonomik yönden kötü olan bu kentin çoğu bölgesinde her 200 kişiden en az biri hapiste yatmış bir suçlu. Aynı tablo diğer büyük kentler için de aynıdır. Başka bir örnek, 1988 yılında ülkenin başkenti, cinayet başkenti haline gelmiştir. Washington D.C.’de 372 kişi öldürüldü ve bunların %82’si genç zenciler tarafından öldürülen genç zencilerdi. Kent Detroit ile birlikte en yüksek genç katil oranına sahipti. Aşağıda bu olayların canlı tanığı olan Washington’lu Isaac Fulwood’un işaret ettiği olaylardan bir parça: “Cinayet istatistikleri bu insanların yaptıklarını kapsamıyor. Bize şu ana kadar ulaşan uyuşturucu kullanımı sonucu işlenen 1260 yaralama var. Đnsanlar bu çocuklardan 165 Dönmezer, Kriminoloji, s.182 87 korkuyor. Birisi diğerini gün ortasında vuruyor ve kimse bir şey görmüyor. Kimse konuşmuyor. Herşey benim çocukluğumda olduğundan çok farklı.” Aynı şeyler, diğer kentlerin düşük gelirli semtleri için de söylenebilir. Detroit’te şu anda yüzden fazla varoş sakini kendilerine bir blok ötede oturan komşuları tarafından öldürüldü.166 Türkiye’de 1964-1968 yılları arasında Ereğli’deki sanayileşme sürecinin suç oranları üzerine etkisini inceleyen araştırmasında Dönmezer, 1965-1966 yılları arasında Ereğli’deki suç oranlarının % 30 oranında arttığını belirtmiştir. Bu çalışmada, suç oranlarındaki artışın nedeni olarak 1965’ten itibaren bölgeye gelen sanayi işçilerinin nitelikleri gösterilmiştir. Örgütsüz, konut sıkıntısı içindeki bu insanların önce suçluluğu artırdıkları, fakat daha sonra geçen iki yıllık süre içinde topluma uyum sağlayarak potansiyel suçlu olmaktan çıktıkları görülmüştür. Dönmezer’e göre suçluluğun artma nedeni sanayileşmeyle birlikte ortaya çıkan organizasyonsuzluktur. Toplumun kendine ait normatif düzeni, sosyo-ekonomik şartları bu geçici organizasyonsuzluğu etkilemekte ve sosyal yapı çok geniş ölçüde zarar görmeden yeniden bütünleşme ve organizasyon sağlanmaktadır.167 1.4.2.2 Chicago Okulu 1982 yılında Chicago Üniversitesi’nde kurulan sosyoloji bölümü, 20.’nci yüzyılın ortalarına kadar “Chicago Okulu” adı altında sosyoloji konusunda en etkili kuruluşlardan birisi haline gelmiştir. Chicago Okulu mensupları ve sosyal sorunlarla ilgili çalışma yapan diğer araştırmacılar, Yirminci yüzyılın başlarında Amerika’da kentlerin büyümesi, sanayileşme, 166 John J. Dilulio, Jeffrey Reiman, “Is Street Crime More Harmful Than White-Collar Crime ? in Taking Sides”, Kurt Finsterbusch, Mc Graw-Hill/Dushkin, 2003, s.280-297 çeviren Ali Ünlü, Ayhan Sabancı, Polis Dergisi, 37.sayı, Ekim-Aralık 2003, s.246 167 Dönmezer, “Hızla:” s.129-145 88 göçler, I. Dünya Savaşı’nın yarattığı sorunlar, içki yasağı, Dünya Ekonomik Bunalımı gibi konularla ilgilenmişler ve bunların suçlulukta artış, ahlaki çöküntü ve suç çeteleri gibi olumsuzluklara neden olduğunu ortaya koymuşlardır.168 1898-1930 yılları arasında Chicagonun nüfusu göçler nedeniyle ikiye katlandı ve küçük kasabaya özgü yalın yaşam biçimleri yerini karmaşık ve çelişik kentsel yaşam modellerine bıraktı. Endüstrileşmenin sınırına gelindiğinde ve işçinin yerini teknolojinin almasıyla büyük, yerleşik olmayan ve niteliksiz nüfusa talep ortadan kalkarak, arkasında yetersiz yerleşim ve sağlık hizmetleri, evsiz insanlar, gençlik çeteleri ve ahlak bozukluğu bıraktı169. "Slum'larda, yani yoksulların yaşadıkları kenar mahallelerde suçluluğun daha çok görüldüğü fark edildi. Özellikle göçmenlerin yaşadığı bu bölgelerle suçluluğun ilişkisi incelendi. Bu yıllarda Amerika'ya göç eden güney ve doğu Avrupalılar ülkenin durumundan sorumlu tutuluyorlardı. Bunlar aşağılık bir grup olarak görülüyor, ayırımcı bir tutuma maruz bırakılıyorlar ve özellikle savaş zamanlarında sadakatlerinden kuşku duyuluyordu. Göçmen çocukları ise kültür farklılaşmalarına anne-babalarından daha çabuk uyum sağladılar ve onlardan utanıp uzaklaştılar. Aile bağlarının yerini çeteler ve diğer destek grupları aldı. Öte yandan bu karışık toplum yapısı güvenlik güçlerinin karabasanı idi, zira kent toplumunda pek az ortak gelenek ve amaç bulunuyordu. Bu sorunlara cevap bulunabilmesi için Chicago kenti, Chicago Üniversitesi sosyologları için adeta bir laboratuar gibiydi. Chicago sosyologları ekolojik kuram ve sosyal organizasyonsuzluk kavramına dayanarak, yaşadıkları dönemin başlıca problemi olan suç ve suçlu davranışı açıklamaya çalışmışlardır. Chicago Okulu’nun ün kazanmasında etkili olan bu çalışmalar yerleşim yerinin suçluluk üzerindeki etkisini göstermesi açısından önemlidir. Chicago sosyologları yirminci yüzyılın başında insan ve çevre arasındaki güçlü ilişkileri ve çevrenin seçici, dağıtıcı güçlerinden etkilenen insanların, alansal ve geçici ilişkilerinin 168 169 Timur Demirbaş, Kriminoloji, http//www.kriminoloji.com, erişim tarihi 01.04.2007 Sokullu-Akıncı, a.g.e,s.135 89 çalışmasını yaparak insan ekolojisi çalışmalarının ivme kazanmasında etkili olmuşlardır.170 Chicago Okulu araştırmalarında iki yöntem uygulamıştır: Đlki suç istatistikleri ve nüfus sayımları gibi resmi sayılardan yararlanılmasıdır. Bunlara göre, yoksulluğun ve yüksek suç oranının bulunduğu bölgeler belirlenmiş, sosyal gerçeklerin bu harita ile grafiklerinin izlenmesi suçun nedenleri konusunda önemli bir gerçeği ortaya çıkardı: Değişik etnik grupların gelip gitmek suretiyle geçici olarak bu yerlerde bulunmalarına rağmen, kentin bunun gibi belirli yerleri suça daha elverişliydi. Đkincisi ise, yaşam öyküsü ve olay incelemesi metotlarını kullanmasıdır; bu şekilde, suçluluğun psiko-sosyal süreci ortaya çıkarabiliyordu. Bunun için araştırmacılar süjelerinin arasına karışarak onlarla birlikte yaşadılar; bu şekilde suçluların kendi çevrelerin içinde günlük yaşamları ve kişilikleri daha iyi incelenebiliyordu. Suçlunun içinde yaşadığı bu çevre değişik olabiliyordu; işte bu şekilde, bitki ve hayvanların doğal çevrelerinde incelenmesinde olduğu gibi, “insan ekolojisi” kavramı ortaya çıkmış ve Chicago Okuluna “Ekolojik Okul” adı da verilmiştir. Chicago Okulunca yapılan “yaşam öyküleri” çalışmaları, ekolojik bölgelerin sosyal yaşam üzerindeki etkilerini açıklama yönünden önem taşımıştır. Nitekim bu araştırmalar, kent yaşamının birbirini tanımayan insanlar arasından akrabalık ve dostluk ilişkilerinin çok zayıfladığı ve bir makine gibi yürüdüğü sonucuna varmışlardır. Đşte bu sosyal ilişkilerin zayıflaması ise, sosyal organizasyonsuzluğa; bununda suçluluğa neden olduğu ortaya çıkmıştır.171 Chicago Okulu teorisyenlerinin suç çalışmaları geliştirmiş oldukları, ekolojik yaklaşımın formülasyonlarına dayanarak yaptıkları kent çalışmalarına paraleldir. Chicago kenti çok fazla göç alan aynı zamanda suçluluk oranının yüksek olduğu problemli bir kentidir. Chicago Okulu’nun kentin problemlerini çözme endişesi taşıdığı bilinmektedir. Bu endişelerinin sonucunda suç çalışmalarına yönelmişlerdir. Ekolojik yaklaşımı benimsemelerinden dolayı, 170 171 J. Gregory, D. Smith, The Dictionarv of Human Geography, New York, 1986, s.51 Demirbaş, a.g.e., 90 suçu kentin doğal yapısının bir (yerleşim yerinin) özelliği olarak ele almışlardır. Burgess’in tipolojisi benimsenerek kentin bölgeleri ve bu bölgelerdeki suçluluk oranı araştırılmıştır. Bölgelerin etnik heterojenliği, nüfusun değişmesi yerleşim bölgelerindeki hareketlilik gibi faktörlerle suçluluğu açıklamaya çalışmışlardır. Chicago Okulu sosyologlarının kent çalışmalarına yönelmeleri, üniversitenin kurulduğu kent olan Chicago'nun kentleşmenin getirdiği problemleri yaşamasıyla ilgilidir. Chicago hızlı bir nüfus artışına, etnik heterojenliğe tanık olmuştur. Sanayi ve ticaret merkezi olmasından dolayı çok fazla göç almaktadır ve göç ile gelenlerin çoğu başka ülkelerden gelmiştir. Kentteki suç oranı yüksektir. Tüm bu nedenler, dönemin sosyologlarını kent çalışmalarına yönlendirmiştir. Chicago Okulu'nun kent çalışmaları kentle ilgili araştırmalar üzerinde çok yakın döneme kadar etkili olmuştur. Burgess’in geliştirmiş olduğu kent teorisinde kullandığı Chicago kentinin incelenmesi ile gerçekleştirilen kent tipi, en çok benimsenen ve kentleşme analizlerinde en çok kullanılan tipolojilerden birisidir.172 Chicago Okulu’nun kent konusunda birbirleriyle ilgili iki görüşü özellikle dikkate değerdir. Bunlardan ilki, kent merkezini çevreleyen semt ve mahallerin dağılımını esas alınarak gerçekleştirilen ekolojik yaklaşımdır. Diğeri ise Louis Wirth’in kentlerdeki yaşamın evrensel niteliklerini tanımak konusuna bir ölçüde sahip çıkan “Kentleşme bir yaşama biçimidir” yolundaki görüşüdür. 173 Wirth, kentlerle ilgili olan üç ana özellik belirliyor: Nüfusun büyüklüğü, yoğunluğu ve kentin heterojen oluşu. Wirth’e göre bu kriterler biçimseldir ve bunların doğuracağı sonuçların oluşmasında çok çeşitli faktörlerin payı vardır. Köy ile kent bir sürekliliğin iki ucundadır ve aralarında görülen ayrımlar bu süreç içindeki derece ayrımlarıdır. kentlerde, kente özgü olmayan yaşam biçimlerine rastlanabileceğini, 172 173 Sezal, a.g.e, s.43 Giddens, a.g.e., s.565 91 bunun gibi kente özgü yaşam biçimlerinin kentlerin dışına uzayabileceğini kabul eder. Ulaşım ve iletişim araçlarındaki ilerlemelerin köy ve kent sürekliliğini sağladığını vurgular. 174 Ancak Wirth’e göre yine de kentin kentlerde oturanlara özgü bir yaşam biçimi vardır. kentte insanların başkalarıyla ilişkileri bölük pörçük, kısa temaslıdır. Đnsanlar bu ilişkilere kendi içinde tatmin olmaktan çok, bir hedefe götüren, çıkarlara yönelik araçlar olarak bakarlar. Ona göre birey bütünleşmiş yardımlaşma bir toplumda duygusu gibi yaşamaktan dolayı, özelliklerinden manevi soyutlanmıştır. değerler, Ekolojik görüşten hareket eden Wirth’e göre kalabalık ve yoğun nüfusun farklılaşması ve belirli özellikler kazanması kaçınılmazdır. Bitki ve hayvanlarda olduğu gibi işlevlerin farklılaşması daha fazla sayıda bireyin nispeten ufak bölgelerde bir arada yaşamasına fırsat verir. 175 Değişim için hazırlanmış ve değişimi anlamak isteyen Çok iyi donanımlı sosyologdan ilgili bir vatandaşa kadar, Chicago tecrübesinden büyük şeyler öğrenebilirler. Sosyoloji için Chicago daha sonra suç araştırmalarına kaynak teşkil edecek aşama ve fikirleri sağlamıştır. Kendini sosyolog olarak tanımlamayanlar için ise Chicagonun organize konsepti, içeriği anlamak ve analizlerde kullanmak üzere heyecan verici materyal sağlamıştır176. 1.4.2.3 Chicago Okulunun Suç Üzerindeki Çalışmaları Chicago sosyologlarının temel argümanı, göçmen nüfusunun, istikrarlı bir sosyal yapı geliştirme fırsatına sahip olmamaları üzerine kuruludur. 174 Keleş, Kentleşme Politikası, s.93 Giddens, a.g.e., s.567 176 Heidenson, a.g.e., s. 36 175 92 Geleneksel değerlerin yerini suçlu değerler ve gelenekler almıştır. Toplumdaki dayanışma duygusu sağlanamamış bu durumda suça yol açmıştır. Chicago sosyologlarına göre yapılması gerekli ilk iş, sosyal organizasyonsuzluğun olduğu bölgeler üzerine çalışma yapmak ve kontrolü sağlamaktır. Chicago Okulu’nun çalışmaları suç olgusunu sadece saptamak amacıyla yapılmamıştır. Bu problemi çözmek amacıyla kontrol kurumlarını da devreye sokmuştur. Chicago Sosyoloji Okulu’nun çalışmalarını her zaman kent odaklı açıklamak mümkündür. Bu sosyologlar için Chicago kenti incelenmesi gereken bir araştırma nesnesiydi. Chicago sosyologları arasında özellikle Park, Burgess, Louis Wirth ve Jane Addams kent çalışmalarıyla bilinen kişilerdir. Bu kişiler ekolojik kuram üzerinde temellenen kent kuramını geliştirmişlerdir.177 Chicago Sosyoloji Okulu’nun çok vurgulanan konulardan biri, insan davranışının genetik yapı nedeniyle değil sosyal ve maddi çevre faktörlerinden etkilenerek oluştuğu idi. Đnsanların karmaşık yaratıklar olduğu ve yaşam biçimlerini önemli ölçüde çeşitlendirebilme yeteneğine sahip olduğu varsayılıyordu. Buna bağlı olarak da toplumun insan davranışını önemli ölçüde etkilediği kabul ediliyordu. Kentlerin insanın doğal çevresini, "insan evreninin mikrokozmu" nu oluşturduğuna inanılıyordu178. Yüksek suçluluk oranı taşıyan bu bölgelerde, geniş bir hareketlilik (mobilite), değişme, sosyal yapının. dağılması, çözülmesi ve istikrarsızlığa rastlandığını ortaya koyuyor. Gerçekten nüfusun azalması, komşuluk güvenliğinin tehlikede olduğunu belirtir; yoksulluk, kötü konut şartlarına ve sağlık şartlarının, uygun sosyal müesseselerin sağlanması ve muhafazası bakımından gerekli kolaylıkların yokluğuna delalet eder. Keza bu bölgelerdeki, yabancı memleketlerde doğmuş değişik köklere mensup ve kültür çevrelerinden gelme nüfusa ait yüksek oran, ahlak standartlarının karışıklığını ve sosyal dayanışmanın ortadan kalkmasına yol açar. Bu tür 177 178 Giddens, a.g.e, s. 565 Sokullu-Akıncı, a.g.e, s.133 93 şartların üstün geldiği bölgelerde ise toplum bir kontrol unsuru olarak nispeten etkisiz kalır.179 Sosyal organizasyonsuzluk teorisi grup, topluluk ve toplum içinde ve bütünleşme ne kadar azsa sapma ve suç oranları o kadar yüksektir görüşünü ileri sürer. Sosyal organizasyonsuzluk teorisi ilk kez Chicago Üniversitesi ile 1920 ve 1930'larda Chicago Gençlik Araştırma Enstitüsünün kentte genç ve yetişkin suçluluğu çalışmalarıyla görülmüştür. Bu çalışmaların sonuçlarına göre, kentteki bazı mahallelerde etnik ve ırksal yapı önemli değişmeler geçirmesine rağmen buralarda gençlik suçluluğu oranları uzun yıllar yüksek kalmaya devam etmiştir. Kent merkezini çevreleyen yerlerde alt sınıf suçluluk oranlarının yüksek bu bölgelerden uzaklaştıkça azaldığı görülmüştür. Chicago Sosyologları sapma oranlarının biyolojik ve psikolojik yönden anormal olmadıkları oysa onların sapma ve suçlulukları normal insanların anormal koşullara normal cevaplarını yansıttığını belirtmişlerdir. Endüstrileşme, kentleşme ve modern toplumdaki diğer değişmeler Chicago sosyologlarına göre, geleneksel sosyal kontrol ve sosyal değerleri gözardı ederek sosyal organizasyonsuzluğa yol açar. Bu sosyologlar gençlik suçluluğunun önlenmesiyle ilgili projelerde geliştirmişlerdir. Bu çalışmaya bazı mahallelerde gençlikte suçluluk oranlarının azaltılmasında başarılı olmuştur.180 Amerikan bilginlerinden Taft suçluluğun yoğunluk gösterdiği bölgeleri altı kısımda mütalaa etmektedir181. Birinci Tip bölge, başka etkiler sebebiyle nispeten karışık bir mahiyet arzetmeyen açık derecede normal aile teşkilâtına malik ve farkruzaruretin hüküm bulunduğu mıntıka. Bu bölgelerde nispeten hırsızlıklar ileri miktardadır. Đkinci tip mıntıka, nüfustaki gayri mütecanis oluş ve geçim darlığı gibi birçok âmillerle mudil bir mahiyet arz eden slum mıntıkalarıdır. Buralarda karanlık yollar, rutubetli yer odaları hürriyet ve ferdiyetçilik, muhacir 179 Dönmezer, Kriminoloji, s.186 Đçli, “Toplumdan Kopuş Suç ve Şiddet”, s.661 181 Gider, a.g.e., s.376-377 180 94 gruplarından kötü unsurlar, geçim darlığı içinde dağılmış aileler, metruk insanlar ve kalifiye olmayan işçilerden muvaffakiyetsiz ve mütecaniz olmayan kütleler, suçlular ve muhacir işçiler, fakru zaruret, uyuşturucu madde müptelâları, ayyaşlar kalabalık. sebebiyle komşuluk münasebetlerinin temin edeceği kontrolden uzak bulunurlar. Buralarda, şahıslar arasındaki sosyal mesafeler, sıfıra müncer olmuş ve bu sebeple herhangi bir tanışma hemen samimiyet teşkil etmekte ve halkın mazilerinde de hiçbir iftihar unsurları da mevcut olmadığından, suçlar adetâ tohum halinde ekilmektedir. Üçüncü bölgeler, mafsal mıntıkalarıdır ki. nizamlı sosyal çevreden bazı fiziki sosyal çevreden bazı fiziki sosyal setlerle, meselâ bir nehir demir yolu ile yahut rekabet halindeki milliyet gruplarının husumetleri dolayısıyla, ayrılmış ve daha iyi organize vaziyette bulunan iki sosyal çevrenin arasında kalmışlardır. Bu bölgeler, çatışma halinde bulunan kültürlerin adeta harp sahalarıdır. Bu kültür ihtilâfları bu bölgeleri cürüm mıntıkalar maline sokmaktadır. Dördüncü mıntıka kiralık odalar mıntıkalarıdır, buralarda son derece seyyar vaziyette ve çocuksuz olan kişiler ve gayri samimi ve şahsi münasebetler mevcuttur. Meselâ., bir iki hafta evvel bir odayı tutanın kim olduğu ev sahibine sorulduğu zaman onun bunu unutmuş bulunduğu görülür. Gelen şahıs ev sahibi için tamamen bir varidat kaynağı olan bir nesneden başka bir şey telakki edilmez. Bu cins isimsiz ve anonim bölgelerde, topluluk münasebet ve kontrolü mevcut değildir ve bir topluluk ahlâkı ananesi ve "amme efkârı teşekkül etmemiş ve siyaset hayatına karşı tamamen bir alâkasızlık mevcuttur. Ferdi ve sosyal bakımlardan organizmanın bozulması ve teşkilatsızlaşması mıntıkası olan bu yerler de ki insanlar, bir yerde durmak bilmez ve hayalperest kimseler halini alarak, tatmin olunamama yüzünden, olağan üstü bir şekilde fiil ve hareketleri suç halini iktisap eder. Beşinci cins bölge, muayyen bir yabancı grup tarafından işgal edilen ve suç mıntıkası haline gelebilen mıntıkalardır. Meselâ Đtalyanların silahlı dolaşmak ve aralarındaki ihtilâfları mahkemeye gitmeksizin yine kendi aralarında hal etmek ve amme otoritesini temsil edenlerle iş birliği yapmamak 95 hususundaki meyilleri, Amerika da yerleştikleri bölgelerde suç nispetinin artmasına sebep olmaktadır. Altıncı cins bölgeler, suça itekleyen etkileri mevcut olan bazı nevi ziraat bölgeleridir. Meselâ: Kent gangsterlerine yataklık yapan ziraat bölgeleri mevcuttur. Yine müteşebbis elemanları kentlere gittiğinden teşebbüs kabiliyetinin sönmesiyle ahlâksızlığın teşekküle başladığı bölgeler mevcuttur. Amerikanın muhtelif yerlerinde bulunan ve bugün artık terkedilmiş olan eski maden kentleri de bu kategoriye dahildir. Buralarda nüfus ve servet azalmakta, vergiler, varidat, topluluğun ihtiyaçlarını temin için kafi gelmediğinden ağır gelmektedir. Mekteplerde zayıf öğretmenler tedrisat yapmakta ve Kiliseler de kapanmış durumdadır. Buralarda tekâmülü temin edecek liderler yoktur. Bu cins kasabalar belki ciddi suçların merkezi olmasa da ahenksizliklerin ve hafif suçların çokluğu ile karakterize edilebilirler, işte Taft sosyal münasebetlerin bir neticesi olarak tavır, hareket ve fiillerden suçların doğduğunu savunmaktadır ve genel rekabet ve tecrit vetiresinin müessir bulunduğunu belirtmektedir. Ekolojik görüş çerçevesinde yapılmış en pozitif çalışmalardan bir tanesi Clifford Shaw tarafından yapılan ve Chicago kentinde çocuk suçluluğunun özelliklerinin incelenmesi sebep ve faktörlerinin tespit edilmesine yönelik çalışmadır. Shaw yaptığı araştırma sonuçlarından elde ettiği verilerle ilk kez suç önlenmesi programı hazırlayan bilim adamı olarak karşımıza çıkar. Shaw ve McKay 1840'lardan itibaren kentteki demografik hareketleri, zenci-beyaz yerleşim özelliklerini ve ekonomik özellikleri incelemişlerdir. Göçmen işçilerin ekonomik yapı içindeki durumuna da değinmişler ve onların yaşam şekillerinin ve yerleşim yerlerinin özelliklerini açıklamışlardır. Araştırmaları 1900'dan 1933'e kadar 33 yılda gençlik mahkemelerinin 55.998 dosyasının incelenmesini içermektedir. Dosyalar mahkeme öncesi, mahkeme sürecinde ve mahkeme sonrasında olmak üzere üç aşamalı olarak incelenmiştir. Her aşamada 1900'den 1927'e kadar altışar yıllık üç dönemde polis ve mahkeme ile karşı karşıya gelen gençler karşılaştırmıştır. 96 1942'de yayınladıkları "Gençlik Suçluluğu ve Şehir Bölgeleri" gençlik suçluluğu konusundaki görüşler üzerinde çok etkili olmuştur. Shaw ve McKay, Chicago'da suçluluğun coğrafi dağılışı ve suç bölgelerinin kentin iş ve sanayi merkezlerine bitişik bölgelerde yoğunlaşması sonucunu Amerika'nın diğer kentlerinde de araştırmışlar ve bu araştırmalarda da suçun bir coğrafi esas çerçevesinde dağılım gösterdiği gerçeğini ortaya koymuşlardır. Shaw ve MCKay'ın çalışma sonuçlarına göre182: 1. Suç oranlarının, kentte farklı bir dağılımı vardır. 2. Merkeze yaklaştıkça suç oranlarında artma, uzaklaştıkça azalma 3. Bazı bölgelerde, etnik nüfusun yapısı ne olursa olsun suçluluk oranı görülür. yüksektir. 4. Genç suçlu oranının yüksek olduğu bölgelerde, göçmen oranı yüksek, gelir düzeyi ve ev sahipliği oranı düşüktür. Bu bölgede beyaz olmayan nüfus yaşar. 5. Suç oranlarının yüksek olduğu bölgelerde, geleneksel olmayan normlar genelde kabul edilmektedir, bu normlar bölge sakinlerinin çoğu tarafından geleneksel normlarla tamamlanmıştır. Shaw ve Mc Kay'ın bu konuda incelemelerini ve araştırmalarını biraz daha ayrıntılı incelenmelidir. Araştırmalar, suçluluğun kentin belirli bölgelerinde yoğunlaştığını, bu bölgelerin kentin merkezine göre belirli oranda bir yön izlediğini ve uzun zaman aralıkları içinde sabit kaldığını ortaya koymuş bulunmaktadır. 183: Ernest R. Mower ve Sophia M. Robison gibi birçok müellifler, Shaw’ın fikirlerini teyit etmekte ve birçok müellifler de hemen hemen aynı teyidi mahiyette fikirler öne sürmekle beraber bazı hususlarda analiz bakımından farklar göstermektedirler. Sutherland ise, yukarıdaki tahlillerin Amerikan kentleri 182 Đçli, Kriminoloji, s.106 Clifford R. Shaw ve Henry Mckay: Social Factors In Juvenile Delinquency, Newyork, 1931, s.23 nakleden Dönmezer, Kriminoloji, s.184-189 183 97 için doğru olabileceğini fakat diğer kıtalardaki kentlerin kriminalite bakımından gelişiminin başka suretler gösterebileceğini ve oralara uymayacağını belirtmektedir. Bu alanda bu fikre iştirak edilerek denilebilir ki, memleketimizin büyük kentlerinde bu derece kesin bölge çevrelerini görmeğe ve bütün kentlerdeki sosyal hareketleri ayni sebeplerle izah etmeğe imkân bulunamaz. Fakat genel olarak denilebilir ki kentlerde, suçluluk kesafeti merkezi ticaret ye sanayi mıntıkalarından uzakta kalan, kenar semt ve mahallelerde tezahür etmektedir184. Ekolojik görüş çeşitli açılardan eleştirilmiştir. Glueck'a göre suçluluğun başlıca sebebinin büyük kentin iktisaden ve ahlaken düşük bazı bölgelerinden doğduğu iddia edilemez. Zira bu bölgelerden hiç suç işlemeyen binlerce çocuk da çıkmaktadır. Bunun belirttiği anlam şudur ki, böyle bir bölgenin kültür çevresi, çeşitli tipteki kişiler üzerinde değişik etkiler yapmaktadır. Kültürü anlamak için, buna muhatap olan kişilerin yapılışlarını incelemek gerekir yani kişinin somatik teşekkülünü ve mizacını araştırmak lâzımdır. Zira kişiler malik oldukları direnç yetenekleri yönünden farklıdırlar. Bu farklar kişiliğin teşekkülüne ait bütün şartların değişkenliğinden ve verasetten ileri gelmektedir. Bu sebeple aynı kültüre muhatap olan kişilerin tepkileri farklı olur. Kentlerin suçluluk bölgeleri olarak adlandırılan kısımlarında ancak % 10 ila % 15 sayısındaki çocuklar suç işlemektedirler. Bu itibarla suçluluk bölgeleri adı verilen yerlerdeki özel etkilerin suça sebep olduğu hakkındaki görüş dayanıksız sayılmak gerekir. Suçluluk bölgesinden gelen çevre etkisini suçluluğun potansiyel ya da mümkün sebebi olarak almak gerekir; yoksa bunları suçun aslî sebepleri olarak saymak hatadır185. Chicago okulunun tespitleri ülkemizle kıyaslanırsa, çok farklı bir görüntü ortaya çıkacaktır. Türkiye'de genel olarak gecekondular, henüz "yoksulluk kültürü"nün hâkim olduğu suçluluk alanları haline gelmemiş ve gecekondulu uzun bir zaman sürecinde de olsa kente intibak etmeye başlamıştır. Fakat bu "intibak" sürecinin geçliği ve intibakı engelleyen sebeplerin sürekliliği, kentte 184 185 Gider, a.g.e., s.375 Sheldon Glueck, The Problem of Delinquency, 1959, s.164, naklden Dönmezer, Kriminoloji, s.191 98 ikili, üçlü sosyo-kültürel kutuplaşmayı hızlandırıcı bir olgu olarak karşımızda durmaktadır.186 Türkiye'deki geleneksel kültürler ile aile yapısı ve kentleşme sürecinde ortaya çıkan gecekondu ve benzeri tampon mekanizmalar bunalımların şiddetini hafifletmektedir. Meselâ, gecekondu bir yandan kente intibakı engelleyen bir mekanizma iken, diğer yandan kente göçte, göçedenlerin kente "yumuşak iniş" yapmasını sağlayan bir mekanizma olmaktadır. Orta ve Güney Amerika gibi ülkelerde göçmenler "slum" ve benzeri yerleşmelerde büyük toplumsal problem olarak ortaya çıkıp bu bölgeler suçlu yatağı olurken, ülkemizde gecekondu bazı bilim adamlarının deyimi ile "problem âlânı" değil bir nevi "problem çözme alanı" olarak kendini göstermektedir.187 Dolayısıyla Chicago okulunun tespitlerinin birebir ülkemizde gözlendiğini söylemek mümkün değildir; fakat ülkemizde de suçu meslek edinmiş grupların yaşamakta olduğu, Đstanbul’da Hacı Hüsrev, Sulukule, Ankara’da Çinçin veya Adana’da Cano Aşiretinin bölgesi, Bursa’da Kızyakup Mahallesi (Kanberler), Antalya’da Zeytinköy Mahallesi gibi yüksek suçluluk oranına sahip bazı bölgelerden söz edilebilir. Bu bölgeler özellikle asayiş suçlarının yoğun olarak işlendiği kısımlardır. Bu bölgeler yüksek suç oranlarıyla sık sık medyada yer almaktadır.188 Belki de ülkemizde mevcut olan yüksek suçluluk bölgelerini, Chicago Okulunun tezleri çerçevesinde değerlendirmek daha doğru olacaktır. Türkiye'de kenar yerleşimlerin barınma sorunu genellikle gecekondulaşma yoluyla çözüme kavuşturulur. Öte yandan, özellikle Đstanbul gibi bir kentte, Merkez'e uzak bölgelerdeki gecekondulaşmanın yanısıra "tarihi" değeri olan semtlerde veya semtlerin ara sokaklarında oluşturulmuş, geçmişin merkezi bugünün "çöküntü alanları" olan ama "kenar" içinde değerlendirilen yerleşim yerleri de vardır. Buralarda, gecekondu semtlerinden farklı olarak, 186 Kemal Görmez, Kent ve Siyaset, Ankara,1997, s.18 Görmez, Şehir ve Đnsan, s.102 188 Başkentin Harlemleri, Hürriyet Gazetesi, 9 Mayıs 2000, s.8 187 99 apartman yaşantısının belli özellikleri görülmekle beraber (eviçleri ve önlerinde hareket serbestîsinin azalması, konutun ortak giderlerini paylaşmakta çıkan sorunlar, ayrıca bir apartman komşuluğunun oluşması vb.), sakinlerinin taşıdığı kenar mahalleli kimliği aynı temel üzerine kuruludur. Mahalle sakinleri düşük gelir getiren işlerde çalışırlar veya işsizdirler, buna rağmen kalabalık aileler içinde yaşarlar, kimisi geldiği yerde çiftçilikle uğraşmış, kimisi de bir zanaat sahibi olmuştur (zanaat sahibi olanlar kentte iş bulma konusunda daha avantajlıdırlar), kadınların çoğu bir meslek ve iş sahibi değillerdir, çocukların pek azı eğitimini sürdürür, büyük bölümü çalışarak (çıraklık ya da seyyar satıcılık yaparak) aile bütçesine katkıda bulunur. Tıpkı Ankara'da Çinçin'de olduğu gibi, erkeklerin bir bölümü esans, Kur'an ve Battal Gazi Destanı, Hz. Ali'nin Cenkleri kitapları satar. Çocuklar çoğunlukla ilkokuldan sonra okumazlar. Boyacılık, çöpçülük, şişe toplama, dilencilik, yankesicilik yaparlar.189 Bu bölgelere Đstanbul’dan da örnek vermek mümkündür. 1994-2004 yılları arasında Đstanbul’un nüfusu yüzde 40 büyürken, Đstanbul genelinde işlenen suçlarda yüzde 87,6’lık artış meydana gelmiştir. 1994 yılında 20 bin 9 olan asayiş suçu sayısı, 2004’te 37 bin 523’e ulaşmıştır. Gecekonduların yoğunlaştığı Đstanbul’un 14 ilçesinde ise suç oranlarındaki artış yüzde 285 olmuştur. 1994 yılında 5 bin 873 olay meydana gelirken on yıl sonra olay sayısı 16 bin 739’a tırmanmıştır. Doğu ve Güneydoğu Anadolu’dan gelen birçok genç organize çeteler tarafından bu tür gecekondulara yerleştirilmekte, yeri geldiğinde de suçlarda kullanılmaktadır. Đstanbul’daki kimi gecekondu mahalleleri suç konusunda uzmanlaşmaya bile gitmiştir. Đstanbul Emniyetine göre oto hırsızlarının büyük bölümünün Pendik’in Aydos Mahallesi’nden çıkarken, Hacı Hüsrev Mahallesi Đstanbul’daki kapkaççıların yüzde 90’ını barındırmaktadır. 189 Đşsiz olan Hacı Hüsrevli gençleri kapkaça Yüksel Akaya, “Göç, Yoksulluk ve Kentsel Şiddet”, Yoksulluk, Şiddet ve Đnsan Hakları, Editör: Yasemin Özdek, TODAĐE Yayınları, Ankara, 2002, s.211 aileleri 100 yönlendirmektedir. Kapkaçla ilgili emniyetin tespitine göre gençleri yönlendiren aile sayısı 30 dur ve 200 tane çocuğu poliste kaydı vardır.190 190 Đbrahim Doğan, “Đstanbul’a Suç Gecekondu”, Aksiyon Dergisi, Sayı: 536 - 14.03.2005, www.aksiyon.com.tr, erişim tarihi 11.06.2007 ĐKĐNCĐ BÖLÜM ÇOCUK SUÇLULUĞU VE ÇOCUKLARI SUÇA ĐTEN NEDENLER 2.1. ÇOCUK VE ÇOCUKLUK 2.1.1 Çocuk Çocukluk kavramı bilim kullanıldığı alanları içerisinde değerlendirildiğinde farklı yaşam dönemlerini içerdiğini görmekteyiz. Ancak burada ortak olan nokta bilim alanlarının çocukluğun başlangıcını doğum olarak kabul etmekte olup, ancak bitişi konusunda aynı görüşleri paylaşmamaktadırlar.191 Çocukluk döneminin sınırları ile ilgili tartışmaların nedeni, büyük ölçüde bireyin fiziksel, duygusal, sosyal ve zihinsel gelişim özelliklerinin birbirinden farklı zaman dilimi içerisinde gerçekleşmesidir.192 Ayrıca her çocukta hukuksal korumanın ne zamana kadar devam edeceği genel fiziki ve ruhsal gelişmesi ile sıkı sıkıya bağlı olduğu kadar toplumdan topluma da değişen bir husustur.193 Çocuk kelimesinin tam karşılığı insan yavrusu olarak verilmektedir. Đngilizce’de “child”, Almanca’da “kind”, Fransızca’da “enfant” olarak tanımlanır. Biyolojik olarak ise çocuk, ergenlik çağından önceki birey olarak düşünülebilir. Bir diğer tanıma göre ise çocuk, gelişim dönemlerini yaşayan, 191 Emine Akyüz, Ulusal ve Uluslararası Hukukta Çocuğun Haklarının ve Güvenliğinin Korunması, Milli Eğitim Basımevi, 2000, s.59 192 Mehmet Kontaş, Türkiye’de Çocuk Politikası”, Emniyet Genel Müdürlüğü Küçükleri Koruma Hizmetleri Yönetici Semineri Notları, Ankara, 1997, s.2 193 Y.Handan Sevük, Uluslararası Sözleşmelerdeki Đlkeler Açısından Çocuk Suçluluğu ile Mücadelede Kurumsal Yaklaşım, Beta Basım Yayım, 1. Basım, 1998, s.1. 102 toplumsal anlamda birey olmaya hazırlanan ve bu nedenle sorunlar ve karmaşalarla yüklü 18 yaşından küçük bireylerdir194. Çocuk kavramı da çocukluk çağı gibi belirsizlik ve çelişkilerle yüklüdür: Çocuk küçüktür ve aklı ermez; güçsüzdür, bilgisizdir, deneyimsizdir, saftır. Bu nitelikleri taşıyanlara da "Çocuksun! Çocukluk etme!" denir. Kaygısızlık, mutluluk, masumluk, bilinçsizlik, yaramazlık sözleri çocukluğu çağrıştırır. Çocuklar genellikle sevimli, sevecen, sokulgan, canlı, neşeli yaratıklardır. Safça soruları, şaşırtıcı gözlemleri, ilginç yorumları ve içten davranışlarıyla ilgi çeker, sevgi toplarlar. Sevilmedikleri zaman bile acıma ve hoşgörü duygulan uyandırırlar. 2. 1.2. Çocukluğun Tarihsel Gelişimi Çocukluk, yaşam zincirinin doğal ve değişmez halkalarından biridir. Ancak çocukluk, bebekliğin tersine doğal bir gerçeklik değil sosyo-kültürel bir kavramdır. Bu nedenle de öteki toplumsal kavramlar gibi norm ve değerlere göre göreceli olarak belirlenir. Çocukluğun tarihi uzun bir karabasandan farksızdır. Đnsanlık bu karabasandan ancak 20. yüzyılda uyanabilmiştir. Çocukluk kavramı yüzyıllar boyunca değişim göstermiştir. Eski toplumlara göz atıldığında, insanların çocukluğu yaşamın farklı bir dönemi olarak görmediğini, bu dönemin ilerde yaşanacak olan hayatın bir başlangıcı ve belirleyici özelliği olup yaşamın temellerini oluşturduğunu bilmemekteydiler. 195 Eski çağlarda çocuğun yazgısı anasının yazgısına sıkı sıkıya bağlıydı. Her ikisi de toplumda kölelerden biraz daha iyi durumdaydılar. Ama bu, her 194 195 Ebru Aktan Kerem: “Çocuk ve Terörizm” Polis Dergisi Sayı 40 www.egm.gov.tr erişim tarihi 27.04.2007 Akyüz, a.g.e, s. 59 103 ikisinin mal gibi alınıp satılmasını, döve döve sakat bırakılmasını, kurban edilmesini önleyemiyordu. Örneğin, köleci uygarlıklar diye bilinen eski Yunan'da ve Roma'da babaların çocukları üstündeki hakları sınırsız, egemenlikleri tartışılmazdı. Romalı baba (Pater Familias), çocuğunu dilediği gibi cezalandırabilir, alıp satabilir, sakat bırakabilir ve öldürebilirdi. Đlginçtir ki birçok batı dillerinde ortak olan ve aile anlamına gelen familya (Familia, Famille, Family) sözü köle demek olan Latince Famulus sözünden türemiş. Familya bir babanın kölelerinden, çoluğundan çocuğundan oluşan bir topluluktu. Babanın oğlu üzerindeki egemenliği ölünceye dek, kızı üstündeki de evleninceye dek sürerdi. Bu salt egemenlik evlilikte kocaya aktarılırdı196. Ortaçağda da yine çocukluk kavramı bilinmemekteydi, ve çocuklarla yetişkinler arasındaki bugünkü anlamda bir fark söz konusu değildi.197 Çocukluğun keşfi süreci 13. yüzyılda başlamış ve bunu izleyen 15-16. yüzyıllarda da sanata konu olmuştur. Özellikle bu dönemlerde Hz.Meryem’in kollarında ki küçük Đsa gibi anne ve çocuk ilişkisini anlatan resimler modern çocuk kavramını ortaya çıkarmaya başlamıştır. 17.yüzyılın başlarından itibaren çocuklarla yetişkinlerin dünyasının birbirinden ayrıldı görülmektedir. Ancak zengin sınıfa mensup bireylerin çocukları ile fakir sınıfına mensup bireylerin çocukları arasındaki fark belirgin biçimde de ortadadır. Fakir çocuklar eski dönemlerde olduğu gibi yetişkinlerin dünyasını paylaşmaktadır. Bu paylaşım giyim, içki ve kumardan başlayıp cinsel taşkınlıklara kadar kendini göstermektedir. 198 Rönesans’la birlikte kültürel ve düşünsel ortamda başlayan değişim 19.yüzyılda da sürmüş ve çocukların ve yetişkinlerden farklı bir sınıf olduğu anlayışı iyice pekişmiştir. Bu değişimde, ekonominin tarımdan sanayie kayması, orta sınıfın gelişmesi, ailenin yapısının ve rolünün değişmesi, çocuk 196 Atalay Yörükoğlu, Değişen Toplumda Aile ve Çocuk, Đstanbul,1997, s.21 Kontaş, a.g.e., s.2 198 Akyüz, a.g.e, s. 60 197 104 ölümlerinin azalması, boş zamanların artması, ana-baba-çocuk ilişkisinde duygusal bağın önem kazanması etkenlerin de rolü olmuştur. 199 ABD'de 20. yüzyıl başına dek geçerli olan yasalara göre, çocuğa ana babasından başka kimse karışamazdı. Ana babaya karşı gelen çocuk uslanıncaya kadar hapse atılabilirdi. 1880'de Đngiltere parlamentosunda, kendi evlerinde ezilen, işkence gören, aç bırakılan, sokağa atılan çocuklar konusu görüşülüp önlem alınması önerilmiş. Ancak "aile içinde olup bitenler yalnız aileyi ilgilendirir" gerekçesiyle öneri geri çevrilmiş. Maden ocaklarında ve dokuma fabrikalarında kıyasıya çalıştırılan küçük çocukların durumu gündeme geldiğinde de "ana babanın haklarına ters düşeceği" için bir önlem alınması uygun bulunmamış. Đngilizcede evin dokunulmazlığını belirten bir söz vardır: Đnsanın evi kendi kalesidir (A home is a man's castle). Bu söz sanki, "Ev bir kale, baba da kalenin derebeyidir" anlamında söylenmiş!200 Ama hepimiz biliyoruz ki, dünya tarihide dünya edebiyatı da çocuklara karşı feci önyargılarla bugüne gelmiştir. Hiç değilse bugün artık böyle sözler söylenmiyor ama mesela Tolstoy demiş ki “Çocuklar bir işkenceden başka bir şey değildir.” Bir Çin atasözüne göre, sevecen nice anne babalar vardır ama sevecen çocuk yoktur. Napolyon demiş ki ”Çocukların hemen hepsi her zaman nankördür.”19. yüzyılın başlarında Đngiliz yazar Samuel SPRING’in söylediklerine bakın, “Tüm çocuklar kötü yürekli doğar, büyüdüklerinde de kötü yürekli olurlar. Masum ve güzel görünene bebekler bile için için tanrının küçük düşmanlarıdır.” Bir sözde çocuklara o kadar şirin gelen masalların yazarı La FONTAĐNE’den, “Çocuklar acımasızdır.”Jonathan EDWARDS şöyle bir lanetleme yapıyor. “Tüm çocuklar yaradılıştan gazap çocuklarıdır.” Edgar Alan POE ise “Çocuklar dövülemeyecek kadar yumuşak değildir hiçbir vakit. Biftek gibidir. Onlar. Ne kadar döverseniz o kadar yumuşarlar.”201 199 M.J. Gander, H.W.Gandıner, Çocuk ve Ergen Gelişimi, Çeviren Bekir Onur, Đmge, Ankara, 1993, s.30 Yörükoğlu, a.g.e., s.25 201 Talat Halman, “Suçlu Olan Biziz. Çocuk Cumhuriyeti ve 10 Düş”, I.Ulusal Çocuk ve Suç Nedenler ve Önleme Çalışmaları Sempozyumu 29-31 Mart 2001 Ankara Üniversitesi, s.28 200 105 20. yüzyılda ise yaşanan gelişmeler insanı mutlu edici niteliktedir. Filozofların, araştırmacıların, hukukçuların, eğitimcilerin onları incelemeleri, gelişimleri ve hakları konusunda fikirler ileri sürmeleri nedeniyle bu yüzyıl “Çocuk Yüzyılı” olarak adlandırılmıştır. Çocuk yüzyılı denen 20. yüzyıl gerçekten çocukluğun altın çağı oldu. Bilimsel buluşlar, teknik yenilikler ve artan refah çocukların yazgısını tümden değiştirdi. Hekimlikteki ilerlemeler çocukların sağlıklı büyümelerini, hastalıklardan korunmalarını sağladı. Toplumları eskiden kırıp geçiren bulaşıcı hastalıklar bir bir yenildikçe ölümler azaldı, çocuğun değeri yükseldi. Yüzyılın başında dünya büyük bir eğitim patlamasına tanık oldu. Đlköğretim yaygınlaştı ve tüm ülkelerde zorunlu kılındı. Teknik gelişmeler eğitim araçlarını zenginleştirdi. Okullara elektronik aygıtlar girdi; derslikler deney odalarına döndü. Eğitim yaşı giderek düştü; eğitim süresiyle birlikte, çocukluk çağı uzadı. Eskiden ucuz işçi olarak tepe tepe çalıştırılan çocuklar okula gönderildiler. Daha çok çocuk, daha üst düzeyde öğrenim olanağı buldu. Gelişme dönemlerinin bilimsel incelenmesi çocukluk çağının daha iyi tanınmasına, anlaşılmasına yol açtı. Başka bir gelişme toplumsal yardım alanında oldu; sosyal hizmet mesleği doğdu. Yoksullara, işsizlere, sakatlara, kimsesizlere el uzatan örgütler kuruldu. Kimsesiz ve korunması gerekli çocuklar için yasalar çıkarıldı; yeni yaklaşımlar denendi. Böylece çocuk ailenin sevgisine ya da acımasına bırakılmış bir kimse değil, toplumun sorumluluğu altında özenle bakılıp yetiştirilecek bir yurttaş olarak görülmeye başlandı. Suç işleyen çocuklara yaklaşımda bir hukuk devrimi gerçekleşti. Çocuğa ceza vermek yerine, onu yoldan saptıran nedenlerin araştırıldığı, düzeltim çarelerinin arandığı merkezler açıldı; çocuk ve gençlik mahkemeleri kuruldu202. 202 Yörükoğlu, a.g.e., s.239 106 Bununla birlikte, modern toplumun sorunlarından en fazla etkilenenlerde çocuklardır. 08-10 Mayıs 2002, New York yapılan Birleşmiş Milletler Çocuk Özel Oturumunda verilen bilgiler oldukça dikkat çekicidir203. • Dünyada 2.1 milyar çocuk yaşamakta. Çocukların sayısı dünya nüfusunun %36'sına tekabül etmektedir. • Her yıl dünyada 132 milyon civarında yeni doğum olmaktadır. • Dünyada her dört çocuktan biri yoksullukla mücadele etmektedir. Bu çocukların ailelerinin günlük maddi girdileri 1$ dan daha azdır. • Gelişmiş ülkelerde ise her üç çocuktan biri yoksullukla mücadele etmektedir. • Doğan her 12 çocuktan biri önlenebilir sebepler nedeniyle beş yaşına ulaşmadan ölmektedir. • Doğan her yüz çocuktan 40'ı kayıt altına alınmamakta ve kimliksiz olarak yaşamaya mahkum edilmektedir. • Doğan çocukların %26'sı hastalıklara karşı aşılanmamaktadır. • Doğan çocukların %30'u yaşamlarının ilk beş yılında kötü beslenmeyle karşılaşmaktadır. Çocukların sadece %46'sı doğumdan sonraki ilk üç ayda anne sütüyle beslenebilmektedir. • Yeni doğan çocukların %19'u temiz içme suyu bulamamaktadır. • Doğan çocukların %17'si hiçbir zaman okula gidememektedir. Okula gidemeyenlerin %9'u kız çocuklardır. • Okula başlayıp beşinci sınıfa gelmeden okulu çocukların oranı ise %25'dir. 203 http://www.0-18.org/sayilar/019_bm_cocuk_ozel_oturumu.htm, erişim tarihi 04.03.2007 bırakan 107 UNICEF öncülüğünde beş ülkede (Brezilya, Filipinler, Hindistan, Kenya, Đtalya) yapılan araştırma sonuçlarına göre modern toplumun ürettiği yeni tip yoksunluklar beş başlık altında ele alınmıştır:204 1. Ailede ve toplumda çocuklara toplumsal destek dokusunun giderek erimesi: Gelişmekte olan ülkelerde geniş ailenin desteği giderek azalmış, gelişmiş ülkelerde ise geniş ailenin bir duygusal ve fiziksel destek sistemi olarak önemi çoktan kaybolmuştur. Kaldı ki çekirdek ailenin içindeki destek sistemleri bile belirli bir aşınmaya uğramıştır. 2. Çocuğun toplumsallaşma olanaklarının sınırlanması: Yetişkin olarak hayatta yerini bulması için, çocuğun diğer çocuklarla ve yetişkinlerle ilişki içinde olması gerekir. Ancak kuzeydeki ülkelerde anne babası çalıştığı için anahtarla kapıyı açıp giren çocuk sayısı giderek artmaktadır. Güney ülkeleri veya gelişmekte olan ülkelerde ise benzer sorunlar yaşanmaktadır. Kentin zor koşullarıyla baş edebilmek için çalışmaktan yorgun düşmüş yetişkinlerin çocuğa vakit ayıramaması ve sağlıklı arkadaş ilişkilerinin kurulabilmesi için güvenli ortamların bulunmaması çocuğu giderek büyüyen bir yalnızlığa itmektedir. 3. Çocuğun/ gencin toplum içinde kendi değerini ve bulunduğu yeri tayin etmede şansının az olması: Çocuklar ve gençler, toplum içinde değer kazanmanın, tüketim mallarına sahip olmakla özdeşleştiği bir ortamda yetişmekteler. Özellikle kent içinde marjinal konumda olan gençler için daha önemli olan bu konuda, çocuklar ve aileleri tüketim gereksinimlerini yerine getiremediklerinde engellenme ve kaygı duygusuna kapılmaktalar. Brezilya'da yapılan araştırmalarda, çocukların sokak çetelerine itilme nedenleri arasında en belirgin nedenin, tüketim arzusu ile sevgi ve arkadaşlık gereksinimi olduğu görülmüştür. 204 Sevil Atauz, “Kent Yoksulu Aileler ve Çocukları”, III. Aile Şurası Bildirileri, Aile Araştırma Kurumu Yayınları 25-29 Mayıs 1998, Ankara,1999, s.436-438 108 4. Marjinalleşme ve geleceğin belirsizliği: Kentteki baskıların en temel nedenleri bugününü yaşayamamak ve geleceğin ne getireceğini bilememektir. Gelişmiş ülkelerin kentlerinde özellikle göçmen gruplar tarafından yaşanan belirsizlik, büyük ölçüde ailenin yasal statüsündeki belirsizliklerle ilişkilidir. Gelişmekte olan ülkelerde ise sorun, bireyin, ailenin ve toplumun kendi hayalarını doğrudan etkileyen konularda söz sahibi olmamasının getirdiği engellemedir. 5. Kent planlamasındaki yetersizlikler: Çocuğun çevresindeki fiziki olumsuzluklar çocuğun fiziksel ve ruhsal gelişimini etkilemektedir. Çocukların gürültülü, kazalara ve hastalıklara açık ortamlarda, sağlıksız konutlarda, oyun alanlarından yoksun çevrelerde yetişmesi ve onun yetişkinlerle ve diğer çocuklarla sağlıklı ilişkiler kurmasını engeller. Çocuğun ve ailenin yalnızlaşması, onların giderek daha yabancılaşmasına, marjinalleşmesine ve toplumsal ayrımcılığın hedefi olmasına yol açar. Az gelişmiş ülkelerde olduğu kadar gelişmiş ülkelerde de bu nedenler çocuklarda madde bağımlılığı, suç eğilimi yanında çeşitli psikolojik bozukluklarla (yeme bozuklukları) karşı karşıya bırakmakta, onların ihmal ve istismara uğrama riskini arttırmaktadır. Günümüz toplumunda çocukların mağduru olduğu diğer bir sorun ise cinsel istismardır. Ülkemizde çocuğa yönelik cinsel istismarın sıklığına ilişkin sağlıklı istatistik verilere ve tatmin edici araştırma sonuçlarına ulaşamamış olmamıza karşın, Amerika Birleşik Devletleri’nde bu konuda yapılan çalışmalar, çocukların yaklaşık %12’sinin cinsel olarak istismar edildiğini göstermektedir. Yapılan bu çalışmalar ışığında Amerika Birleşik Devletleri’nde her yıl yaklaşık yarım milyon çocuğun cinsel istismara uğradığına işaret edilmekte ve Kuzey Amerika ülkeleri dışındaki ülkelerde de istatistik sonuçlarının benzeştiği tahmin edilmektedir205. Günümüzde yaygın kullanımı bulunan internet, çocuk pornosu malzemelerine ulaşılmasını ve bu tür malzemelerin dünyada serbest 205 A. Rezan Çeçen: “Çocuk Cinsel Đstismarı: Sıklığı, Etkileri Ve Okul Temelli Önleme Yolları” Uluslararası Đnsan Bilimleri Dergisi, www.InsanBilimleri.com erişim tarihi 03.03.2007 109 dolaşımını çok kolay hale getirmiştir. Internet pornografinin yaygınlaşmasına hizmet etmiştir. Dünyada çocuk pornografisi milyonlarca dolarla ifade edilen bir sektördür. Tablo 2: Internet Ortamındaki Pornografiye Ait Bazı Sayısal Veriler206 Dünyada Pornografik Web site sayısı: 4.2 milyon Tüm Web Sitelerinin % 12 ’si (familysafemedia.com) Pornografik sayfa sayısı: 372 milyon (familysafemedia.com) Arama motorlarında “günlük” pornografik site arama sayısı: 68 milyon Tüm aramaların % 25 ’i (familysafemedia.com) Arama motorlarında en çok aranan kelime: SEX (Hagelin,2005) Download edilen “aylık” pornografik sayfa sayısı: 1.5 milyon Son bir yılda üretilen pornografik içerikli film sayısı : Pornografik içerikli günlük e-mail sayısı : 11.000 2.5 milyon (familysafemedia.com) (Hagelin,2005) (healthymind.com,2005) Pornografi içeren sayfaya ilk giriş yaşı: 11 yaş (internet-filter-review.toptenreviews.com) Pornografik sitelere giren en sık yaş aralığı: 12-17y.(internet-filter-review.toptenreviews.com) Yasadışı çocuk pornografisi site sayısı: 100.000 (internet-filter- review.toptenreviews.com) Pornografik içerikli sitelerin % 30’unda, 26 popüler çocuk karakteri kullanılmakta (Pocekomon, Action Man, My Little Pony gibi) (afa.net,2005) Đnternetle çocuk pornografisinden kazanılan yıllık para: 3 milyon $ (healthymind.com,2005) 66 ülkede 300.000 kişi web sitelerinden kredi kartı kullanarak çocuk pornografisi görüntüleri satın alıyor (make-it- safe.net,2005) 206 Oğuz Polat, Çocukların Cinsel Sömürüsü Raporu 2006, www.0-18.org, erişim tarihi 25.03.2007 110 1998.............. 3.267 1999.............. 7.736 2000..............16.724 Çocuk pornografisi içerikli 2001..............21.611 sitelerin sayısı 2002..............37.647 2003..............76.178 2004............ 106.119 (iwf.org.uk ) Çocuk pornografisi içerikli sitelerin çoğu USA merkezli (missingkids.com) Rusya merkezli çocuk pornografisi sitelerinin sayısında büyük artış var (missingkids.com) Cinsel tacize uğramış her çocuğun tüm duyguları ayaktadır. Yoğun bir korku, acı ve suçluluk duyguları içerisinde yer alırlar. Uğradıkları tacizin etkisi bütün yaşamları boyunca silinmeyecek izler bırakır ve korkularını üzerinden atmanın bir yolu olarak şiddete yönelebilirler. Başka insanları taciz ederek ya da onların kendilerinden korkmalarını sağlayarak bir anlamda kendilerini güvene almak, yaşamlarında sıklıkla başvurdukları savunma davranışlarından birisi olarak yerleşir. Ancak içinde bulundukları duygu durumu böylesine patolojik bir savunma refleksiyle hafiflemez. Bu nedenle, daha güçlü görünmek için, daha fazla şiddete yönelmek çözüm olarak algılanabilir.207 Ülkemize çocuk pornosunun durumu bir dönem tartıma konusu olmuştur. Medya Türkiye’de çocuk pornosunun ne kadar yaygın olduğu, dünyada en fazla çocuk pornosu ifadelerinin arandığı ülkelerin başında geldiği şeklinde yoğun bir yayın yapılmıştı. Oysa “Đnternet Đzleme Vakfı'nın (IWF- Đnternet Watch Foundation) verilerine göre çocuk pornosu görüntülerinin yüzde 51’i ABD'nin. Ardından yüzde 14.9'la Rusya, yüzde 11.7'yla Japonya, yüzde 8.8'le Đspanya, yüzde 3.6'yla Tayland, yüzde 2.1'le de Güney Kore geliyor. Diğer ülkelerin çocuk pornografisindeki payı ise yüzde 7.7. Yani Türkiye onlarca ülkenin bulunduğu 207 Altay Ere, “Korku Kültürü, Değerler Kültürü Ve Şiddet.” Aile ve Toplum, Yıl 7, Cilt 2, Sayı 8, Mart 2005, s.23 111 bu yüzde 7.7’lik dilimde yok denebilecek ölçüde bir paya sahip” Bu bilimsel verilere rağmen uzun bir süre Türkiye kamuoyu çocuk pornosu konusunda yanlış bilgilendirildi208. Ayrıca dünya üzerinde her yıl binlerce insan özellikle kadın ve çocuklar, insan ticareti suçunun mağduru olmakta ve organize suç örgütleri tarafından bu suç sayesinde büyük kazançlar sağlanmaktadır. Đnsan ticaretinin sebepleri işsizlik, yoksulluk, cinsiyet ayrımı, eğitim eksikliği, ucuz işgücü ve öbür istismar sebeplerini de kapsamaktadır. Bu konuya kapsamlı bir yaklaşım seks ve işgücü sömürüsünü özellikle çocuk işçiliği ve çocuklara dilencilik yaptırılmasını da içine aldığı gibi ayrıca bebeklerin ya da çocukların evlatlık verilme amacıyla ticareti, organ ticareti, zorla hizmetçi olarak çalıştırılma, zorunlu evlilikler ve seks turizmini de kapsamaktadır. Bu kadar geniş kapsamları olan insan ticareti, dünyada uyuşturucu ve silah kaçakçılığından sonra önemli bir yer tutmaktadır ve suçun soruşturulmasındaki güçlük ve uyuşturucu ile silah kaçakçılığına göre nispeten daha az riskli olması, özellikle suçun mağduru olan kişilerin suç örgütlerinden çekinerek veya kendilerinin de cezalandırılacağı korkusuyla sessiz kalmalarından dolayı, her geçen gün insan ticareti daha da artmaktadır209. Ülkemizde yaşanan toplumsal değişimden etkilenen çocukların bir kısmı aile ortamından uzakta yaşamakta olup, sokak çocukları olarak adlandırılmaktadırlar. Bu çocuklar aileleriyle olan ilişkilerini tamamen koparmış yada aileleriyle yok denecek kadar az ilişki içinde bulunan ve sokağı mesken edinmiş, günün 24 saatini sokaklarda geçiren çocuklardır. Köprü altı çocukları olarak da bilinen bu çocuklar zaman zaman sokakta çalışan çocuklarla karıştırılsalar bile aslında yaşayış, kılık kıyafet ve davranışları itibariyle tamamen farklıdırlar. Genellikle grup halinde yaşayan 208 Özcan, a.g.m., s.2 Leman Tosun, “Đnsan Ticareti, Özellikle Kadın Ve Çocuk Ticareti Konusunda Uluslararası Düzenlemeler ve Đç Hukuk Kuralları”, Adalet Dergisi, 5. sayı http: www.adalet.gov.tr. Erişim tarihi 24.04.2007 209 112 bu çocuklarda uçucu madde bağımlılığına, hırsızlık ve yan kesicilik olaylarına sıkça rastlanmaktadır. Ülkemizde ise çocukların mağdur olduğu diğer bir konu ise varlığını yüzlerce yıldır devam ettiren töre cinayetleridir. Türkiye’nin bazı yörelerinden törelere dayanarak cinayetler işlenmekte, masum kadın ve erkekler öldürülmekte ve bazen de cinayetlerin son bulması için kadınlar “berdel” olarak bir aileden diğerine gelin “barış hediyesi” olarak gönderilmektedir. Töre ve Namus Cinayetleri ile Kadınlara ve Çocuklara Yönelik Şiddetin Sebeplerinin Araştırılarak Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla kurulan TBMM Araştırma Komisyonunun Raporuna göre 20002005 yılları arasında mağdur kadınlar incelendiğinde, töre cinayetlerinden öldürülen kadınların %10’u, on sekiz yaşından küçüktür, yani çocuktur. Tüm toplumsal yapay olgular gibi çocukluk düşüncesinin de varlığını sürdürmesi kaçınılmaz değildir. Çocuklarla yetişkinler arasındaki farklar, giysilerden dil, tavır, tutum, davranış ve beklentilere varıncaya kadar ciddi bir biçimde azalmıştır. 1850'de telgrafın icadıyla başlayan elektronik kitle iletişimine -özellikle de televizyona- geçiş, iletişimi kişiselden ve yerelden gayri şahsiye ve küresele çevirerek bilginin nitelik, miktar, akış ve alınışını değiştirmiş, simgesel çevrenin denetimini evden ve okuldan koparmıştır. Analitik becerilerin yerine ilkel algılamaları geçiren medya, düşünsel toplumsal hiyerarşilerin çöküşünü, çocuk ve yetişkin kategorileri arasındaki farkları kaldırmıştır. Bu ortam, gizlerin ortadan kalktığı, yetişkin dünyasındaki şiddetin, sıkıntı, çürümüşlük, yolsuzluk ve güvensizliklerin alabildiğine sergilenip paylaşıldığı, yetişkinlerin cinsel fantezilerinde çocukların kullanıldığı, tüketiciliğin sağladığı doyumun çocuklara etkinlikle aktarıldığı bir ortamdır. Yetişkin bilgisinin saklı meyvesine ulaşan çocuk, çocukluğun bahçesinden kovulurken yetişkin de çocuklaşmaktadır.210 210 Mine Tan, “Çocukluk, Dün ve Bugün”, Toplumsal Tarihte Çocuk Sempozyumu 23-24 Nisan 1993, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 1993, s.24 113 Günümüzde sevecen nitelendirmeler ile ifade edilen çocukluk kavramı, farklı bir boyuta doğru gitmektedir. Sevilen korunan ve kollanan çocukluk günümüzde tüketim toplumunun en asli öznesi ve aktörü durumundadır. Çocukluğun kendine has tüketim metaları, oyuncakları, giyecekleri, oyunları vs. yerlerini cep telefonlarına, kredi kartlarına ve makyaj malzemelerine bırakmaktadır. Tüketim mekanizmaları çocukları tüketim sürecinin küçük adam ve kadınları yaptılar. Ürünler ve tüketici davranışları üzerine araştırma ve analiz yapan, Đngiltere merkezli uluslararası bir araştırma şirketinin yayınladığı bir rapor kız çocuklarındaki güzellik ve makyaj tutkusunun çok yüksek düzeylerde olduğunu ortaya koymaktadır. 7-19 yaşları arasındaki 5856 kız üzerinde yapılan araştırmanın sonuçları çocuklarla ilgili olan herkesi yani toplumu çok yakından ilgilendirecek kadar ürkütücü boyuttadır. Bu rapor ve sonuçları değişen ve tükenen çocuk kimliğine vurgu yapması açısından çok önemlidir. Rapor, sosyolojik, psikolojik ve ekonomik değerlendirmelerde kullanılabilecek veriler içermektedir. 211 Araştırma sonucuna göre; • Kız çocuklarında makyaj yapma alışkanlığı son iki yılda ikiye katlanmıştır.7-10 yaşları arasındaki kız çocukların %63’ü ruj, %44’ü göz kalemi ve far kullanmaktadır. Bu yaşlardaki her dört kızdan biri de rimel sürmektedir. • 11-14 yaşları arasındaki kız çocukların %74’ü far ve rimel kullanmaktadır. Ruj ve dudak parlatıcısının oranı ise % 80’i bulmaktadır. • 11-14 yaşları arasındaki kızların yarısı allık kullandıklarını belirtmektedir. Bunların %14’ü ise her gün allık sürmektedir. • 11-14 yaşları arasındaki kız çocuklarında saç boyası kullanımı oranı %27’dir. 211 Levent Eraslan, 21. Yüzyılın Küçük Adam ve Kadınları, Uluslararası Đnsan Bilimleri Dergisi, www.InsanBilimleri.com, Erişim tarihi 23.03.2007 114 • Aileler 13-14 yaşlarındaki kızların röfle yaptırdığını hatta okula da böyle gittiklerini vurgulamaktadır. • Daha küçük yaştaki çocuklar içinde aynı durum söz konusudur. Bu yaş grubundaki kız çocuklarının yüzde 44’ü rimel ya da göz farını denemiştir. 7-19 yaş arasındakilerin yüzde 13'ü, 11-12 yaşındakilerin ise yüzde 20'i geçici bronzluk sağlayan ürünlerden kullanmaktadır. • Araştırmaya göre gençlerin hemen hemen tümü deodorant kullanmaktadır. • Örneklem grubu makyaj yapmalarının en önemli sebebinin farklı ve güzel olmak olduğunu belirtmektedirler. Çocukluk tarihi konusundaki çalışmalar, çocukluğun doğal sandığımız özelliklerinin büyük ölçüde toplumsal ve değişken olduklarını görmemize yardım ediyor. Belli bir zamana ya da topluma özgü, tek bir çocukluk anlayışından söz edilemeyeceğini ortaya çıkarıyor. Aynı zaman diliminde, giderek aynı toplumda değişik ve çelişik çocuk anlayışlarının birlikte yer alabildiğini görüyoruz. Çocukluk kavramı, kız ve erkek çocuklar, varsıl ve yoksul çocuklar, köylü ve kentli çocuklar açısından değişik içerikler taşıyor. Devlet ideolojisi, çocukluğu kendine özgü bağımlılıkları ile özel bir dönem olarak tanımlayarak okul çağıyla özdeşleştirirken, bazı kesimlerde beş-altı yaşını geçer geçmez yetişkin dünyasında eriyip giden bir çocukluk anlayışı etkisini sürdürüyor. 212 2.1.3. Ceza Kanunları Açısından Çocuk Çocuk suçluluğu ve çocukları suça iten nedenleri incelemeden önce, ceza kanunları kapsamına çocuğun tanımı yapılmalıdır. 212 Tan, a.g.e., 25 115 Yaş sınırları her üye ülkenin ekonomik, sosyal, kültürel, siyasi ve hukuksal sistemlerine dayalı olarak farklılık göstermektedir. Bu durumda 7 yaşından 18 yaşına ya da daha fazlaya kadar olan sınırlar içinde bir çocuk tanımı oluşmaktadır. Çok değişik hukuk kuralları içerisinde bu farklılığın kaçınılmaz olduğu görülecektir. Ülkeler arasındaki “çocukluk” yaşının sona ermesi ile ilgili farklılıklar 20 Kasım 1989 tarihli Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesinin 1. maddesinde “çocuğa uygulanabilecek olan yasaya göre daha erken yaşta reşit olma durumu hariç, 18 yaşına kadar her insan çocuk sayılır” hükmü ile giderilmeye çalışılmıştır. Ülkemiz hukuk sisteminde, çocukluk için on sekiz yaş sınırı kabul edilmektedir. 5271 sayılı Türk Ceza Kanunu’nda çocuk onsekiz yaşını doldurmamış kişi olarak tanımlanmış olup, aynı Kanun’un 31. maddesinde∗ on iki yaşını doldurmamış çocukların cezai sorumluluğunun olmadığı, onbeş yaşını doldurmuş olup da onsekiz yaşını doldurmamış olan çocuklara ise çeşitli cezai indirimler uygulanacağı düzenlenmektedir. Yasa koyucu çocukların işlemiş oldukları suçların ele alınması sırasında, çocuklara şefkatle yaklaşılmasını öngörmektedir. Böylece çocukların işlemiş olacakları bir suç dolayısıyla bütün geleceklerini ∗ 5271 sayılı Türk Ceza Kanunu Yaş küçüklüğü MADDE 31. - (1) Fiili işlediği sırada oniki yaşını doldurmamış olan çocukların ceza sorumluluğu yoktur. Bu kişiler hakkında, ceza kovuşturması yapılamaz; ancak, çocuklara özgü güvenlik tedbirleri uygulanabilir. (2) (Değişik: 08.07.2005/25869-5377/5.md.) Fiili işlediği sırada oniki yaşını doldurmuş olup da onbeş yaşını doldurmamış olanların işlediği fiilin hukukî anlam ve sonuçlarını algılayamaması veya davranışlarını yönlendirme yeteneğinin yeterince gelişmemiş olması hâlinde ceza sorumluluğu yoktur. Ancak bu kişiler hakkında çocuklara özgü güvenlik tedbirlerine hükmolunur. Đşlediği fiilin hukukî anlam ve sonuçlarını algılama ve bu fiille ilgili olarak davranışlarını yönlendirme yeteneğinin varlığı hâlinde, bu kişiler hakkında suç, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını gerektirdiği takdirde oniki yıldan onbeş yıla; müebbet hapis cezasını gerektirdiği takdirde dokuz yıldan onbir yıla kadar hapis cezasına hükmolunur. Diğer cezaların yarısı indirilir ve bu hâlde her fiil için verilecek hapis cezası yedi yıldan fazla olamaz. (3) (Değişik: 08.07.2005/25869-5377/5.md.) Fiili işlediği sırada onbeş yaşını doldurmuş olup da onsekiz yaşını doldurmamış olan kişiler hakkında suç, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını gerektirdiği takdirde onsekiz yıldan yirmidört yıla; müebbet hapis cezasını gerektirdiği takdirde oniki yıldan onbeş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur. Diğer cezaların üçte biri indirilir ve bu hâlde her fiil için verilecek hapis cezası oniki yıldan fazla olamaz. 116 karartmadan, onları damgalamadan yeniden topluma kazandırmak, ıslah etmek ve eğitmek amaçlanmaktadır. Amerika Birleşik Devletlerinde 1999 yılı itibariyle 10 Eyalette 17 yaşındakiler erişkin, 3 eyalette 16 ve 17 yaşındakiler erişkin olarak kabul edilmektedir. Bununla birlikte tüm bilimsel yayınlarda “Juvenile” kavramı ile 18 yaşından küçük olanlar kastedilmektedir. 213 Đngiltere’de cezai sorumluluk yaşı 10 olup, 10-13 yaş arasındakiler çocuk, 14-17 yaş arasındakiler genç bireyler olarak tanımlanmaktadırlar. 1991 yılı içerisinde Ceza Adalet Yasasında yapılan değişiklik ile Çocuk Mahkemelerinin adı Genç Mahkemeleri olarak değiştirilmiş olup söz konusu çocuklarla da ilgilenmektedir. Yeni kanuna göre 18 yaşından küçük suçlu bireyler iki grupta ele alınmaktadır; birinci grup olarak 10-13 yaş dilimi, ikinci grup 14-17 yaş dilimini içermektedir. Alman Ceza Adalet Sisteminde 14’den 18 yaşına kadar olan gençler ile 18’den 21’e kadar olan gençlerin yaş derecelerini düzenlemiştir. 21 yaşından itibaren genel ceza hukuku geçerli olmakta 14 yaşından küçüklerin cezai ehliyeti yoktur. Çin’de 13 ile 25 yaşı arasındaki bireyler çocuk olarak tanımlanmaktadır. Çin’de çocuk olarak yargılanan bireyler çoğu ülke ile kıyaslandığında yetişkin mahkemelerinde yargılandığı görülmektedir.214 Çocuklar için cezai ehliyet yaşı Đsveç’te 8 ve Đsviçre’de 7’dir.215 2.2. ÇOCUK SUÇLULUĞU 213 Sevil Atasoy-Neylan Ziyalar, “1997 ve 1998 Yıllarında Đstanbul ve Los Angeles’te Güvenlik Birimleriyle Đhtilaf Haline Düşen Çocukların Karşılaştırılması”, I.Ulusal Çocuk ve Suç: Nedenler ve Önleme Çalışmaları Sempozyumu Bildirileri ,29-30 Mart 2001, A.Ü. ATAUM, UNICEF Yayınları, 2002, s.11 214 Sevük, a.g.e., s.11 215 Đlhan Dağdeviren, “CMK ve Polis Uygulama Değerlendirmesi”, Çağın Polisi, Yıl 5, Sayı 55, Temmuz 2005, www.cagınpolisi.com erişim tarihi 18.06.2007 117 Suçlu çocuk yoktur, suça itilmiş çocuk vardır.216 Çocuk ve suç bir araya gelmişse suçlu olan çocuk değildir. Yetişkinlerdir, eğitenlerdir daha doğrusu eğitemeyenlerdir. Yönetenlerdir. Yönetemeyenlerdir217. Çocuklar, her dakikasında dört ciddi suç işlenen bir dünyaya gözlerini açıyorlar. Đstatistiki verileri, kayıtlara geçmeyen “gizli suçlar” ve halka halka yayılan anti-sosyal davranışlar ortamıyla da genişletince, ortaya çıkan toplumsal panaromayı göz önüne getirmek zor olmayacaktır.218 Suça yönelen çocuk, ailedeki ve toplumdaki düzensizliklerin bedelini ödeyen, sonra da topluma ödeten çocuktur. Suçlu denen çocuk daha baştan, vazgeçilmez birçok hakkından yoksun bırakılan, dolayısıyla yasa dışı yollardan hakkını almaya zorlanan çocuktur. Ezilmişliğine, itilmişliğine bilinçsizce tepki gösteren çocuktur. Suç işleyen çocuk iki kez cezalandırılır: Önce kendi yaratmadığı koşulların kurbanı olduğu için yeterince cezalandırılmıştır, sonra da suçlu damgası vurularak toplum dışına itildiği için219. Buna hemen eklememiz gereken, çocuğun, aslında gelişiminin ilk evrelerinde yaşamını çoğunlukla anti-sosyal nitelikli dürtülerle yönlendiren ve böylelikle doyum sağlayan bir varlık olduğudur. Küçük yaşlarda tüm çocuklar ufak tefek suç işlerler. Hatta bazı uzmanlara göre, “her çocuk kendisini yenebilecek suçluluk dürtülerine sahiptir; aslında suçluluk kategorisine girdiği halde, önemsiz sayılan küçük suçları işlemeyen hiç kimse yoktur”. Çocukluğunda komşusunun bahçesinden yasak meyveyi çalmamış kaç kişi yaşamıştır şu dünyada? Ancak bu, çocukların gelecekte suç işleyecekleri, suçlu olacakları anlamına gelmez. Gelişim süreci içinde çocukların büyük bir bölümü toplumsallaşmada ve çevreye uyumda denge sağlayacaklardır.220 216 Yavuzer, a.,g.,e., s.31 Talat Halman: “Suçlu Olan Biziz. Çocuk Cumhuriyeti ve 10 Düş”, I.Ulusal Çocuk ve Suç Nedenler ve Önleme Çalışmaları Sempozyumu 29-31 Mart 2001 Ankara Üniversitesi, s.21 218 Yavuzer, a.,g.,e., s.31 219 Yörükoğlu, a.g.e., s.214-215 220 Yavuzer, a.,g.,e., s. 31 217 118 Ancak içlerinden bazıları, bu gelişim süreci içerisinde bu dengeyi çeşitli nedenlerle yakalayamamakta ve istemeden de olsa kendilerini suçlu olarak toplum karşısında bulabilmektedirler. Kendini idrak etmeğe başlayan ve ruhi ve bedeni inkişaflara adım atan bulûğ çağında bulunan çocukların, muhtelif cins suçlar işlediği görülmektedir. Bilhassa cinsi arzuların yersiz tezahürlerine yol açan tecrübesiz ve kudretsiz cinsi istekler, homoseksüel şeklindeki fiillere sebep olabilir. Kız çocuklarında yangın çıkarma meyli görülmüştür. Almanya da kasten yangın çıkaran 100 Erkek suçluya mukabil 42,9 nispetinde 18 yaşımdan aşağı erkek suçlunun mevcut olduğu tespit edilmiş, buna mukabil 100 kadın suçluya nispetle 139,7 kişinin 18 yaşından küçük kız çocuğu olduğu istatistik incelemeleriyle görülmüştür. Yine bu çağda kızlarda cinsi ithamlarla ilgili iftira vakalarına çok miktarda rastlanmıştır. Çocuklarda bütün suç meyil ve fiillerini cinsi değişmelere bağlamak doğru değildir, bunlarda saik ve fiil arasındaki nispetsizlik aklı ve ruhi olgunluktaki kifayetsizlikten de olabilir. Basit amaçların büyük fiiller doğurduğu görülmüştür: Meselâ, bisikletini almak için sahibini öldüren veya işinden çıkarıldığı içîn patronunu öldüren, veya uykudan uyandırdığı için babasını öldüren çocuklar olmuştur.221 Halkın suçtan duyduğu korku, hırsızlık, soygun, saldırı ve tecavüz gibi suçlar büyük ölçüde genç işçi sınıfı erkeklerinin alanı diye görülen "sokak suçları"- çevresinde dönmektedir. Artan suç oranlarını medyanın ele alışı çokluk, genç insanlar arasındaki "ahlaki çöküntü" üzerinde odaklanmakta ve toplumun "fazla hoşgörülü" olduğunu göstermek için kırıp dökme, okuldan kaçma ve uyuşturucu kullanımı gibi konulan öne çıkarmaktadır. Çocukların suç etkinliğiyle böyle eşleştirilmesi, kimi sosyologlara göre yeni bir şey, değildir. Genç insanlar genellikle toplumun kendisinin sağlık ve refahının bir göstergesi diye görülür. Suç oranlan hakkındaki resmi istatistikler, genç insanlar arasında yüksek saldırı oranı olduğunu göstermektedir. 1997'de Đngiltere’de, bütün yakalanan ya da hüküm giyen kişilerin beşte ikisi, yirmi bir 221 Gider, a.g.e., s. 332 119 yaşın altındaydı. Hem erkekler hem de kadınlar için suçun en yukarıda olduğu yaş, on sekizdi.222 Çocuk suçları, ilerlemiş endüstri toplumlarının daimi bir problemidir. Örneğin 1950’lerde tüm dünyada çocuk suçluluğu yaygın bir fenomen olarak gözüküyordu. Đngiltere Teddy Boys∗, Fransa’da ‘Blousons Noirs’ vardı, hatta Japonya ve Rusya’nın ayırıcı ve rahatsız edici olaylar içeren tecrübeleri vardı. Bazı yazarlar bu paniğin abartıldığını ve suç istatistiklerinde büyük bir artış olmadığını iddia etmektedir. Bununla birlikte sosyal politikanın bu olaylara cevabı somuttu. Đngiltere’deki suç ve ceza politikaları üzerindeki tartışmalar ilerleyen yıllarda, neredeyse tamamen çocuk suçluluğuna yöneldi223. Bazı yazarlar tarafından Đngiltere’nin son iki yüz yıllık tarihinin önemli korkuların tarihi olarak yeniden yazılabileceğini iddia etmektir. Kanun tanımaz şiddet yüklü çocuklardan kaynaklanan öyle bir korkudur ki, bu çocuklar sokaklarda ve diğer kamu alanlarında davranışlarıyla önceden görülmemiş şekilde sosyal düzeni sarsmış, dürüst vatandaşları korkutmuş ve Đngiltere insanın büyük bir çoğunluğu için ahlaken büyük bir çöküşün bir göstergesi olmuştur. Olayın izlerini geçmişte takip edersek, her zaman genç erkeklerin sokak suçlarına karşı, yirmi yıl öncesinin nostaljisiyle birlikte, büyük bir ahlaki panik vardı. 1980’lerde ırksal içerikli ayaklanmalar büyük bir tehditti ve 1950’lerde olduğu gibi hala huzurun hüküm sürmesinden çok uzaktı, Teddy Boys hala tehlikeli görülüyordu. Đngiltere’de çocuk nüfusu, toplam nüfusun beşte birinden biraz fazlasını oluşturmaktadır. Birçok fakir bölgede ise, nüfusun üçte biri çocuklardan oluşmaktadır. Basit suçların büyük bir çoğunluğu ve bazı ağır suçlar 10-20 yaşlar arasındaki çocuklar tarafında işlenmektedir. Ceteris 222 Giddens, a.g.e, s. 228 Teddy Boys 1950’lerin başında Londra’da doğup hızla tüm ülkeye yayılan bir gençlik kültürüdür. Bu kültür kısa süre içerisinde Amerikan Rock and Roll müzik süreciyle yakın birlikteliğe gitti. Diğer gençlik kültürü hareketlerinde olduğu gibi bunlar da, bazen çeteler oluşturdular, rakip çetelerle şiddetli kavgaları seviyorlardı. Olayları popüler basın tarafından ciddi bir şekilde takip ediliyor ve abartılıyordu, bunların en unutulmaz ve rezil olanı 1958’deki Notting Hill ayaklanmasıydı ki bu olayda siyah insanlara ve mülklerine saldıran ırkçılarla birlikte gözlemlenmişlerdi. Kaynak http://en.wikipedia.org/wiki/Teddy_Boy erişim tarihi 12.05.2007 223 Heidenson, a.g.e., s. 58 ∗ 120 paribus, gençlerin nüfusta payı ne kadar yüksek olursa, suçların oranı da o kadar yüksek olur. Bu suçlar ise çoğunlukla, dükkânlardan mal aşırma, vandalizm ve sokak soygunları gibi suçlardan oluşur224. Çocuk suçluluğu bazı ülkelerde en çok korkulan suç haline gelmiştir. Bazı kentlerde ise suç korkusu, ırksal endişeler için mantıklı bir yer değişikliği haline geldi. Aynı şekilde çocuk suçluluğunun tanımlaması da, çok korkulan bir suç olarak değişti225. Suçun yasanın çiğnenmesini çağrıştırmasına rağmen, çocuk suçluluğu kesin konuşmak gerekirse çoğunlukla, suç niteliğinde olmayan etkinliklerle eşlenmekte, beraber anılmaktadır. Çocuklarda rastlanan toplum dışı davranış, alt kültürler ve uyumsuzluk, suçluluk diye görülebilir; ancak bunlar gerçekte suç davranışı olarak görülmemelidir. 224 Anne Power, “Housing, Community and Crime”, Crime and City, Essays in Memory of John Barron Mays , 1989, London, s.219 225 Heidenson, a.g.e., s.59 121 2.3. ÇOCUKLARI SUÇA ĐTEN NEDENLER Çocuğu suça iten veya ona suç işleten neden ve amaç hiçbir zaman tek olmamıştır. Birçok kuvvetli veya zayıf nedenler birbirlerine eklenip çocuğu suça sürükledikleri halde, ilk bakışta şu veya bu şartlar altında kendisini gösterebilen neden, illiyet yönünden o suçun tek nedeniymiş gibi bir kanının doğmasına yol açabilir. 226 Bu bakımdan çocuğu suça iten nedenleri üç ana grupta toplayabiliriz: 1.Bireysel Nedenler 2. Aileden Kaynaklanan Nedenler 3.Çevresel Nedenler 2.3.1 Bireysel Nedenler 2.3.1.1 Biyolojik Etkenler Biyolojik teoriler, suçluların biyolojik ve genetik bakımdan genel nüfusa oranla daha aşağıda olduklarını savunmaktadır. Çok basit oldukları için çok yandaş bulmuşlardır. Suçlu kişilerin farklı kumaştan yapılmış olduklarını genetik, fizyolojik ve yapısal farklılıkları nedeniyle suç işlemeye yatkın olduklarını savunmuşlardır227. 226 Yılmaz Akıncı, Tahsin Atakan, Psikolojik-Pedagojik –Hukuki Yönleriyle Suça Giden ve Suç Đşleyen Çocuklar, Mim Yayınları, 1968, s.20 227 Sokullu-Akıncı, a.g.e, s.152 122 Biyolojik açıklamaları başlatan, kriminolojinin babası olarak bilinen Lombrosso, suçlulukla kalıtım arasında ilişki kurarak, doğuştan suçlu olunduğuna, buna da kişinin sahip olduğu fiziki, biyolojik ve psikolojik anormalliklerin neden olduğunu ileri sürmektedir.228 Lombrosso özellikle fiziki eksikliğin suçluluğa neden olduğunu belirterek, çalışmasının başlangıcında suçluluğu bireysel olarak ele almış ve onu insan davranışının biyolojik yapısını araştırmıştır.Ona göre suç bedensel koşulların bir ürünü olarak ortaya çıkmaktadır.229 Yani bazı insanlar suçlu olarak doğarlar. Bu insanların fiziki yapısı diğer insanlara göre farklılık arzeder ve bu anormallik onları suç işlemeye yöneltir. Ancak bu kuram daha sonra başka uzmanlar tarafından eleştirilmiş ve bu görüşün doğru olmadığını ispatlama yönünde yeni araştırmalar yapılmasına sevk etmiştir. Bunların uzmanların başında Charles Goring gelmektedir. Goring, çalışmalarında denek olarak aldığı 3000 Đngiliz hükümlüden oluşan deney grubuyla, suçlu olmayan kontrol grubunu dikkatli bir biçimde incelemiş ve doğuştan suçlu olma ile ilgili Lombrosso’nun fikirlerini çeşitli açılardan ele almıştır. On iki yıl süren ciddi çalışmalar sonunda Goring, fiziksel olarak kriminal bir tipin var olmadığı sonucuna ulaşmış ve Lombrosso’nun görüşlerini doğrulamamıştır.230 Vücut tipleri ve çocuk suçluluğu arasındaki ilişkiyi sistematik olarak ortaya koyan diğer bir çalışma 1940’lı yıllarda Willam Sheldon’ın çalışmasıdır. 1949 yılında Boston Islahevindeki 200 erkek çocuğun öyküleri ile fizik ölçümlerini toplayan Sheldon, Lombrosso’dan farklı olarak suçluları suçlu olmayanlardan ayırmak için atavizmi (doğuştan suçlu olma) bir anahtar olarak görmemiş, bir başka deyişle doğuştan suçlu görüşünü benimsememiş 228 Larry J. Siegel-Joseph J. Senna, Juvenile Delinquency, Theory, Practice and Law, Minnesota, 1981,s.72- 73 229 230 Yavuzer, a.,g.,e., s. 253 Dönmezer, Kriminoloji, s.88 123 ancak suçlu fiziksel yapı kavramını Lombrosso gibi desteklemiştir. Bu bakımdan Sheldon’a beden yapısına göre insanları 3 ayrı gruba bölmüştür. 231 Endomorfik; kısa, küçük kemikli,şişman, yumuşak tenli kimselerdir. Ektomorfik; Hassas, nazik, utangaç, ince uzun, düşük omuzlu, küçük yüzlü kimselerdir. Mezomorfik; kemikli, adaleli, geniş göğüslü sert, atletik ve saldırgan kimselerdir. Özellikle mezomorfik tiplerin çok büyük olasılıkla suçlu davranış özelliği gösterdiğinden bahseder232. Nitekim Sheldon’ın bakışıda bu bakımdan eleştirilmiş ve eleştirilerin en önemlisi, beden yapısının çocukları suç işlemeye nasıl yönelttiğini açıklayamamış olması hususundadır. Bu amaçla Glueck’lar 1956 yılında, 500 suçluyu 500 suçlu olmayan kişiyle kontrol ederek incelemiş ve Sheldon’un görüşü ile karşılaştırmışlardır. Beden yapısının, suçlu davranışa neden olmadığını bulmuşlardır. 1972 yılında McCandles ve Roberts, yaptıkları çalışmada aynı sonuca ulaşmışlardır.233 Lombrosso ve Sheldon’nun bedensel özellikler ile çocuk suçluluğu arasında kurdukları ilişki kabul görmemiş ancak biyolojik olarak insanı etkileyen kromozom ve salgı bezi bozuklukları, kimyasal dengesizlikler, beslenme yetersizlikleri araştırılmış ancak yine de bunların tek başlarına suça yöneltme de ne derece etken oldukları açıklanamamıştır. Çocuk suçluluğu konusunda ister sonradan meydana gelsin, ister kalıtım yoluyla geçmiş bulunsun, bedeni bozukluklar gösteren çocukların, yaşamlarının belirli bir anında mutlak suç işleyecekleri, yani bunların mutlak suçlu oldukları 231 Sokullu-Akıncı, a.g.e, s.135 Yavuzer, a.,g.,e., s. 256 233 Sevük, a.g.e., s.31 232 124 söylenemez, her ne kadar suç eğilimleri diğer normal çocuklara nazaran fazla olsa da.234 Lombrosso ekolünün başarısızlığının ardından, suçluluğu fiziksel yapı yerine zihni yetersizlikle açıklayan kuramlar ortaya atılmıştır. Kısa sürede yaygınlaşan ve yasaya karşı gelen her bireyde zihni yetersizlik olduğuna inanan bu görüş H.H.Goddard tarafından ileri sürülmüştür. Goddarda göre bütün geri zekalılar suçlu, bütün suçlularda geri zekalıdır. Zeka testleri geliştirildikten, bu testler suçlu ve suçsuz bütün denek kitlelerine uygulandıktan ve çalışmaların sonuçları daha kritik bir gözle analiz edildikten sonra zihni yetersizliği öngöen kuramların zamanla önemlerini kaybettikleri görülmüşür.235 Günümüzde cezaevlerinde bulunan suçlular gerçekten de daha kaba hatlı, daha çirkin ve daha sağlıksızdırlar. Bunun bir nedeni sosyal akıcılıktır. Gerçekten de daha güzel olanlar daha üst sınıflarla evlilik yapmaktadır. Diğer nedenler ise doğumdaki güçlükler, kazalara daha fazla maruz kalma, zor yaşam koşullar vs. olarak sıralanabilir. Adaleli ve atletik vücud tipine sahip olanların suç işleme eğiliminde oldukları görüşü artık iyice terk edilmiştir. Bilakis spor yapan ve sağlıklı yaşam süren kişilerin suça yönelmedikleri düşünülmektedir236. 2.3.1.2 Kalıtsal Etkenler Öteden beri insanın cedlerinin fizik ve ahlaki karakterlerini aldığına inanılmıştır. Günümüz biyolojisi tam olmasa da bu konuda oldukça tatmin 234 Feyyaz Gölcüklü, Türkiye’de Çocuk Suçluluğu Hakkında Bir Araştırma, Ankara ,1962, s.25-26 Yavuzer, a.,g.,e., s. 256 236 Sokullu-Akıncı, a.g.e, s.160 235 125 edici izahlar verebiliyor. Anne ve babadan gelen kromozomların içinde çok daha küçük genlerin bulunduğu, bunların jenetik maddesinin deoxyribosenuclic asit (DNA) olduğu, işte bu genlerin veraseti naklettikleri, genlerdeki kimyevi yetersizlik ve dengesizliklerin kusurlu, sakat, geri zekalı bir organizmayı meydana getirebileceği açıklanmaktadır. Verasetle suç arasındaki ilişkileri ispat hususunda, suçlu aileler, ikizler ve ırk ve suçluluk üzerinde araştırmalar yapılmıştır. Üzerinde araştırma yapılan en ünlü suçlu ailesi Jukes'lardır. Jukes ailesi, 1700-1740 yılları arasında doğmuş olan Max adındaki erkekle başlamaktadır. Max hayatını avcılık ile kazanan, içki tutkunu bir kişi idi ve geniş bir ailenin reisi bulunuyordu; çocuklarından bazıları gayrı meşru idi. Max'ın oğularından ikisi Jukes ailesine mensup altı kızkardeşten ikisi ile evlendiler. Kızlardan birisinin adı Ada Juke idi; bu kız sonradan Margaret, suçluların annesi olarak tanınmıştır, bu kadının evlilik dışı bir oğlu olmuş ve bu çocuk sonradan ailenin suçlu kolunun başlangıcı olmuştur. Dugdale adlı yazar bu kandan gelen 709 kişiyi dikkatle incelemiştir. Sonuç şudur: Bu aile New York Devletine 280 kamu yardımına muhtaç fakir veya dilenci, 140 suçlu ve saldırgan, 300 prematüre çocuk, 7 adam öldüren, 50 fahişe, 440 zührevî hastalıklı, 30 gayrı meşru çocuk meydana getirmekten hakkında kovuşturma yapılan kişi vermiştir. 1915 yılında Dr. Estabrook bu ailenin durumunu tekrar incelemiş ve 2094 kişiden 1258'inin yaşamakta olduğunu tespit etmiş ve bunlardan 170'inin dilenci ve kamu yardımına muhtaç, 129'unun keza sosyal yardımdan faydalanan kişi, 118'inin suçlu 378'inin fahişe, 86'sının genelev işleten kişi ve 180'inin dengesiz olduğunu tespit etmiştir237. Bu metodun çeşitli eksiklikleri görülmektedir. Bir kere doğum ve mahkeme kayıtlarına güven duymak zordur. Ayrıca araştırmalarda soya çekimin mi, yoksa anlaşılamamaktadır. 237 psiko-sosyal Kaldı Dönmezer, Kriminoloji, s.105 ki özelliklerin günümüzde mi ailenin etkili suçluluğa olduğu etkisi 126 yadsınmamaktadır. Kültür değerleri çocuğa aile vasıtasıyla geçirilir. 238 Suçluluğun aynı süreç içinde öğrenildiğinin kabulü daha doğrudur . Çocuk suçluluğunda kalıtımın önemli bir etken olduğunu ileri süren Lombrosso ilk kez ‘doğuştan suçluluk kavramını ortaya atmış ve doğumla gelen bedensel kusurların “stigmata” suçlu bedenlerinde bulunduğunu ileri sürmüştür. Evlenmeden önce bile anne ve babanın genlerinde taşıdıkları bozukluklar, doğacak çocukların, hiç değilse bazılarında, çeşitli bedensel ve ruhsal bozuklukların, hastalıkların ortaya çıkmasına yol açabilmektedir. Bunların başında doğuştan gelen bedensel sakatlıklar, eksiklikler, özürler, hastalıklar, zeka geriliği ve zeka geriliği ile beraber görülebilen metabolizma bozuklukları, foetal enfeksiyonlar ve epilepsi (sara) gelmektedir. 239 Epilepsi, şuur kaybı, duyumsal sanrılar ve çeşitli ruhsal bozukluklarla birlikte, genel veya lokal ihtilaç nöbetleri halinde gelen ve bilinç kaybına yol açan sinir hastalığıdır. Sebebi beyindeki bir grup sinir hücresinin kendiliğinden harekete geçerek deşarj olmasıdır. Bazı hastalarda ruhsal etkinliğe, sanrıya, bilinç değişikliklerine ve otomatik hareketlere yol açabilmektedir.240 Epilepsi hastalığı ile suç işleme arasındaki ilişki incelenmiş ve su sonuca varılmıştır. Tüm epilepsi hastalarının suç işlediği söylenemezse bile, suç işlemişler arasında epilepsinin sıklığı gözden kaçmamalıdır. Araştırmacı Đsveç toplumunda ruhsal hastalık belirtisi gösteren saralılarda normallere göre % 7 oranında suç işleme görüldüğü saptanmıştır. Gudmundson, Kuzey ülkelerinde erkek saralıların suç oranının normal erkeklere göre üçte bir oranında fazla olduğunu belirlemiştir.241 Ayrıca, Profesör Adler ise bedenen arızalı olarak doğan çocukların bu dünyayı bir sıkıntı alemi gibi telakki ettiklerini ve çocuklarda bir kıymet olan 238 Sokullu-Akıncı, a.g.e, s.162 Yavuzer, a.,g.,e., s. 81-83 240 Meydan Larousse Ansiklopedisi, Cilt 10, 1985, s.956 241 Yavuzer, a.,g.,e., s. 84 239 127 gelişme zevkini katiyen tatmadıklarını, böylece adeta, bedenlerinin yükü altında ezilmiş gibi davranıp hayatın ağırlığını fazlasıyla hisseden bu çocukların bencil nitelikler taşıyıp başkalarından çok kendi nefisleri ile ilgilendiklerini belirtmektedir.242 Bedeni noksanlıkların, psikomotor bozuklukların, çocuğun ilgi kurmak zorunluluğunda olduğu kimseler veya yakınları tarafından istismarı alay konusu yapılması veyahut acıma hislerine hedef tutularak şımartılma veya ters doğrultulara itilişleri, onları suça sürükleyen nedenler olarak kendilerini gösterirler. 243 2.3.1.3 Psikolojik Etkenler Đnsanda psikolojik dengeyi sağlayan faktörler doğuştan kendisine verilmiştir. Bunlar zeka, idrak, dikkat, hafıza, zihin, akıl, şuur, irade ve şuuraltı kontrol altında tutulabilen ihtiyaçlar, güdüler, dürtüler ve ihtiyaçların kaynağı vicdan denilen sağduyudur.244 Zihni ve duygusal bozuklukların çeşitli şekilleri ve buna bağlı olan kişilik bozuklukları görülmektedir. suçluluğu Birçok araştırıcı, oluşturan dinamik etmenler olarak zihni ve duygusal bozuklukları suç kuramlarına temel kabul etmiş ve bu konuda geniş bir literatür ortaya konmuştur. 245. 242 Alfred Adler, Eğitimi Zor Çocukların Psikolojisi-Karşılaştırmalı Ferdi Psikoloji Tekniği, Çeviren: Refia Uğurel-Şemin ve Đstanbul Üniversitesi Pedagoji Enstitüsü Öğrencileri, Đstanbul, 1965, s.6-8 243 Akıncı-Atakan, a.g.e., s.22 244 Hüseyin Turgut, Çocukta Psiko-Sosyal Denge Nedir? Çocuk Niçin ve Nasıl Suç Đşler”, Suçlu Çocuklar, Suça Đtilme Nedenleri ve Eğitim Yolu ile Korunmaları, Adalet Bakanlığı Yayınları, Yeni seri no: 65, 1985, s.9 245 Yavuzer, a.,g.,e., s. 257 128 Suçlulukta psikolojik teoriler, suç kişinin ruhundaki çatışmaların bir ifadesi olarak görülmektedir. Freud’cu teoriye göre sapmaların temel dürtülerin baskı alında tutulmasıyla ortaya çıktığı söylenmektedir. Bu baskı uygar yaşamdaki adetler ve beklentiler nedeniyle ortaya çıkar ki bilinç ya da super ego ile açlık ve cinsellik gibi temel isteklerin çelişmesi nedeniyle oluşur 246 . Bu teoriler suça, kişilik unsurlarının sapma gösteren davranışlara neden olduğu görüşüne dayanmaktadır. Kliniksel kişilik yaklaşımların çoğu suçluluğun gerçekte psikolojik denge bozukluğunun neden olduğu normal dışı davranış örneklerine dayanmaktadır. Suçlu çocuklar nörotik (kızgınlık hislerinin, zorlayıcı davranışın ve saplantılı düşüncelerin baskılı olması), psikotik (ciddi davranış düzensizliğinden dolayı acı çekmesi), sosyopatik( asosyal, kızgın, atılgan, suçluluk duygusundan yoksun olması) ve şizofrenik (duygusal olarak dengeli ve düzenli olmayan kafası karışmış, içe dönük olması) olarak gözlemlenmiştir.247 Brachve göre doğan çocuk tazaddi bakımından dışarıya muhtaç duruma düşmesi sebebiyle fizyolojik olarak bir felâkete düşmüş olur ki, bu hal şuur altında bir mağdurluk duygusuna başlangıç teşkil eder. Adier'e göre çocuk kendini bilmeğe başladığı andan itibaren zayıflığını ve noksanını anlayan baba ve anası gibi büyük olmak arzusu ile bu mağdurluğun bir reaksiyonu olarak hareket ve ahvalinde değişmeler olur ve hattâ bütün itaatsızlık ve kaba hareketlerinin sebebi de budur. Birçok zaman duyduğu noksanlıkların telâfisi için hakikati bilerek değiştirmekten tereddüt etmez ve böylece yalancı olur. Yine aynı psikolojik durum içinde ve arkadaşlarının maddi durumundan aşağı olmadığını göstermek hissiyle hırsızlığa da başlayabilir ve çaldıklarını etrafına mütemadiyen göstererek aşağı kalmadığı hissini uyandırmak ister. Yine bu hisle büyüklerine, daima kardeş ve 246 247 Sokullu-Akıncı, a.g.e, s.168 Sevük, a.g.e., s.31 129 arkadaşlarını şikâyet etmek suretiyle, onları gözden düşürmek için gayrette bulunur.248 Psikopati daimi ve asli bir karakter anormalliği olup, ne psikozlar gibi giderek derinleşen bir hastalık, ne de akıl zayıflığı gibi zeka noksanı teşkil etmektedir249. Bu durum kalıtımla geldiği gibi, doğum sonrasında ya da doğumdan sonra ki dönemlerde olan arızlar nedeniyle de görülebilir. Zekaca önemli bir kusur göstermemesine rağmen bazen ileri düzeyde zekaya sahip olabilen, fakat karakter ve ahlak bakımından bozukluk gösteren ve bu nedenle toplumla uyum içinde olamayan insanlara “psikopat” denilmektedir. Bu davranışlar ahlak dışı ve anti- sosyal olduğu gibi bundan haz ve gurur duyma durumu da söz konusudur. Gibbens’in yaptığı araştırma neticesinde psikopatik teşhis konulan insanların işlediği suçların normal insanlara göre % 24 fazla olduğudur.250 Psikopatların yapılarındaki karakter bozukluğu, duygusal dünyalarındaki tepkilere, onların toplumsal yaşama uyum göstermemelerinde etkin rol oynamakta ve bunun sonucu olarak toplumsal kurallar ve yasalarla çatışmaya girmektedirler. Duygusal olarak tatmin edilememiş, kişilik ve karakterleri ile ilgili olarak ihtiyaçların giderme adına çaba gösteren ve bunu giderme konusunda karmaşa ve bocalama yaşayan çocuğun eksik yönlerini tamamlamak amacıyla suç işlediğine inanılmaktadır. Sonuç olarak bireysel nedenlerin genel bir değerlendirmesini yapmak gerekirse, çocuk suçluluğunun altındaki nedenlerin kalıtsal, bireysel olmaktan çok, psiko-pedagojik görmektedir. 248 251 Gider, a.g.e., s.332-333 Dönmezer, Kriminoloji, s.154 250 Yavuzer, a.,g.,e., s. 85-86 251 Yavuzer, a.,g.,e., s. 14 249 ve toplumsal kaynaklı olduğu genel kabul 130 2.3.2 Aileden Kaynaklanan Nedenler "Hayvanlar eşleşir, insanlar evlenir." Bu ifade evlilik kavramının insanoğluna ait ve salt eşleşmeden çok daha geniş bir içerik kazanmış olduğunu göstermektedir. Bazı sosyologlara göre evlenen çiftler çocuk sahibi olduklarında aile tam anlamıyla gerçekleşmiş olmaktadır. Karı-koca arasındaki çeşitli bağlar çocuk sahibi olmalarıyla hayatî bağ haline dönüşmektedir. Çocuğun dünyaya gelmesiyle kadın anne, erkek de baba olarak bütün diğer sorumluluklarının ötesinde ve birinci derecede ebeveynlik sorumluluğu yüklenmiş olmaktadırlar. Anne ve babanın dağınık olan ilgileri müşterek varlıkları tarafından bir araya toplanmaktadır. Bu devrede ana baba yaşantılarını çocuklarının çeşitli ihtiyaçlarına cevap verecek şekilde düzenlemek 252 zorundadırlar . Aile, toplumun ünitelerinden biri olarak içinde bulunduğu toplumun her durumundan etkilenecektir ve onun tüm değerlerini nesilden nesile geçirecektir. Çocuğun ilk ve doğal çevresi ailedir. Aile çocuğun toplumsallaşmasında en önemli ve en etkili görevi üstlenmiş olan toplumsal gruptur. Aile de gerçekleşen toplumsallaşma temel olup, bireyin daha sonra diğer gruplar içinde öğrendikleri, bu temele göre şekillenir.253 Ailenin çocuk üzerindeki etkisi doğumdan önce başlar. Ailenin o çocuğa karşı isteksiz ya da istekli oluşu, gerek ruhsal-kültürel, gerekse toplumsal- ekonomik yönden bu çocuğun gelişimine hazır olup olmadığı ve çocuktan beklentileri, bu çocuğun yaşantısını, ilk izlenimlerini ve çevresiyle duygusal iletişimini önemli ölçüde etkileyecektir. Aile üyeleriyle olan ilişkileri, çocuğu diğer bireylere, nesnelere ve tüm yaşama olan tutumlarının temelini oluşturur. 252 253 Birsen Gökçe, “Evlilik Kurumuna Sosyolojik Bir Yaklaşım” HÜSBD, Sayı 1, Aralık, 1978 s.56 Sevda Uluğtekin, Hükümlü Çocuk ve Yeniden Toplumsallaşma, Ankara, 1991, s.35 131 Sosyal normların bireye ilk öğretilmeye başladığı yer ailedir. Toplumda var olan normlar, aile aracılığıyla bireylere aktarılır. Bunun yanında aile, normların aile üyeleri tarafından uygulanıp uygulanmadığını da denetlemektedir. Böylece toplum aileyi, o da bireyi kontrol altında tutarak merkezi toplumsal bir mekanizma oluşturmaktadır. Bu açıdan, sosyal kontrolün sağlanmasında önemli bir role sahip olan aileler bunu yeterince sağlayamadıklarında bireylerde bazı sapmış davranışların ortaya çıkmasında önemli rol oynayabilirler254. Ailenin çocuk için bir toplumsallaştırma kurumu olduğundan bahsetmiştik. Çocuklara ve gençlere yönelik sosyal kontrol görevlerini yerini getirir ve toplumun tamponudur. Toplumsallaştırma süreci, ailenin yapısal ve fonksiyonel olarak tam olmaması halinde zarar görebilir. Bu nedenle, normal aile çevresi ve hayatının yokluğu, çocuğu güçlü bir etki ile uyumsuzluğa ve sonunda suça götürecektir. Öncelikle normal aile hayatından yoksun bir çocuk, normal gelişimini yapamayacaktır; aynı zamanda aile hayatındaki bozukluk çocuğun ruhi dengesini altüst edecektir; normal aile hayatının yokluğu çocuğun terbiyesinin de ihmali demektir.255 Normal fiziki ve psikolojik gelişimini sağlamaya elverişli olan, beslenme, güvenlik ve sevgi gereksinimleri karşılandığı bir aile çevresinde yetişen çocuğun suç işleme olasılığı azdır. Modernleşme, bir boyutuyla aile kurumunu özerk bireyin gelişimi önünde bir baskı alanı olarak algılamaktadır. Diğer bir ifadeyle aile, bireyin özgürlüğünü engelleyen bir kollektivite olarak görülmektedir. Modernleşmenin "ailenin sonu"na ilişkin muhayyilesine koşut olarak ailenin işlevine soyunmuş bir çok sosyal kurum ortaya çıktı. Çocuk Esirgeme Kurumu, yetiştirme yurdu, yaşlılar evi, kadın konuk evi gibi bu yapılar, yeni alternatifler olarak çoğalmakta. Acaba "ailenin sonu" mu gelmektedir?. "Ailenin anlamı" yok mu 254 Tülin Günşen-Đçli, Esra Burcu, “Đnformal Sosyal Kontorlün Sağlanmasında Ailelerin Gelir ve Eğitim Düzeyinin Önemi Ankara’da Uygulamalı Bir Çalışma”, HÜEFD, Yıl 10, Cilt 1, Temmuz 1993, s.45 255 Sevük, a.g.e., s.45 132 olmaktadır? Ailenin işlevlerini üstlenmeye yönelik olarak geliştirilen sosyal kurumlar, gerçekten aileyi gereksiz bir alana mı dönüştürmektedir?256 Batı toplumlarında ailenin yok oluşuna ilişkin kaygılar giderek artmaktadır. Örneğin, gelişmiş toplumlarda boşanmaların kaygı verici bir hızla artışı, aile kurumunun sarsıldığının en somut göstergesidir. Evlilik önce kutsal bir bağ olmaktan çıkıp bir sözleşme düzeyine inmiştir. Kimi Batı ülkelerinde kâğıt üzerinde sözleşme niteliğini de yitirmektedir. Özellikle gençler arasında nikâhsız bir arada yaşamalar artmıştır. Toplumbilimcileri asıl düşündüren, bu nikâhsız birlikte yaşamanın (cohabitation) toplumca hoşgörüyle karşılanmasıdır257. Đngiltere’deki pek çok gözlemciye göre, çağdaş aileleri etkileyen değişimler insanı neredeyse sersemletmekte ve uzun zamandır sorgulanmaksızın kabul edilen aile yaşamı kalıpları dağılıp gitmektedir. Đlişkilerde bireysel gereksinimlerin vurgulanmasının bedeli, toplumun temel kurumu olan ailenin yok olması gibi görünmektedir. Đngiltere, bir "münzeviler ulusu' olmaya doğru evrim geçirmektedir. Günümüz Đngiltere’sine ilişkin bazı veriler şu şekildedir:258 Yaşam döngüsünün tüm aşamalarında, her zamankinden daha fazla sayıda insan yalnız yaşamaktadır. Yirmi birinci yüzyılın başlangıcında, altı milyondan fazla Britanyalının -tüm evlerin yüzde 28'i - tek başına yaşadığı tahmin ediliyor. Bu sayı, kırk yıl öncekinin üç katıdır. Artık daha az kimse evlenmekte olup; evlenmeyi seçenlerse daha ileri bir yaşta evlenmektedir. Đngiltere’de yıllık evlenme oranı yüz elli yıldan fazla zamandır ulaştığı en düşük noktadadır. Đlk evlilikte yaş ortalaması giderek tırmanmaktadır. 1996 yılında yaş ortalaması 256 Ergün Yıldırım, “Bir Modernite Rüyası : Ailenin Sonu mu? -Kütahya Yetiştirme Yurdu Örneği”, Aile ve Toplum, Yıl 7, Cilt 2, Sayı 8, Mart, 2005, s.95 257 Yörükoğlu, a.g.e., s.50 258 Giddens, a.g.e, s.176 133 erkeklerde 29, kadınlardaysa 27'ydi. Daha uzun süre "bekar kalmak" yaygınlaştı. Kadınlar daha ileri bir yaşta çocuk doğurmayı yeğlemektedir. Çocuk doğurmada yaş ortalaması 29, ancak pek çok kadın çocuk doğurmayı otuzlu ve kırklı yaşlara kadar ertelemektedir. 1973 yılında doğmuş olan kadınların dörtte birinin 45 yaşına geldiğinde çocuksuz olacağı tahmin ediliyor. Boşanma oranları artmaktadır. Artık, evliliklerin yaklaşık olarak yüzde 40'ı boşanmayla sonlanmaktadır. Daha önce hiç olmadığı kadar çok sayıda çocuk tek ebeveynli ailelerde yaşamaktadır. Bugün, çocukların yüzde 21'i anne babasından yalnızca biriyle yaşamakta olup, bu oran 1972'dekinin üç katıdır. Aynı şekilde Norveç'te yeni doğan çocukların büyük çoğunluğu yasal olmayan birlikteliklerin ürünüdür. Bu tür ilişkilerin, ilk doğumdan sonra yasal evliliğe dönüştüğü de görülmektedir. ABD'de tüm evliliklerin yüzde üçünü (2 milyon) evlilik bağı olmadan birlikte yaşayan çiftler oluşturmaktadır. 259 Günümüz Amerika'sında yapılan araştırmalara göre, Amerikan nüfusunun % 25’ini 18 yaşın altındaki çocuklar oluşturuyor. Yeni doğanların %34'ü evlilik dışı ilişkilerin sonucu 5 yaşından küçük yaklaşık her 10 çocuktan 4'ünün anneleri çalışıyor ve akrabalık ilişkisi olmayan kişiler tarafından bakılıyorlar. 18 yaşından küçük çocukların %16'si fakirlik içinde yaşıyor. Fakirlik oranları Afrikalı Amerikalılar ve yerli Amerikalılar (Kızılderililer) söz konusu olduğunda ikiye katlanıyor.260 Günümüz Amerikasında da ailelere bakıldığındaysa, çekirdek aile tipinin çökmeye yüz tuttuğu açıkça görülüyor. Ana ve babadan yalnızca bir 259 260 Yörükoğlu, a.g.e., s.50 Murat Koçak, “Küçükler ve Suç Ortaklığı”, Polis Dergisi, Sayı 47, Ocak-Mart, 2006, s.341 134 tanesi tarafından yürütülen ailelerin sayısının artması, bunun en iyi kanıtıdır. Son yıllarda genellikle çekirdek ailede olmak üzere boşanmalar ve ayrılmalar o denli çoğalmıştır ki, bugün Amerika'da yedi çocuktan biri ana ve babadan yalnızca biri tarafından yetiştirilmektedir. Kentlerdeyse dört çocuktan birine ana ya da baba tarafından bakılmaktadır. Bu olgu yalnızca Birleşik Amerika'da değil, Batı Avrupa ülkelerinde, özellikle de Đngiltere'de, çok yaygındır.261 Görüldüğü gibi modern toplumlarda çekirdek aile sarsılmıştır. Tüm toplumda görülen bu sarsıntı, kentlerde kırsal alandan daha şiddetli bir şekilde görülmektedir. Dolayısıyla aile kurumunun parçalanmasının, kentlerde çocuk suçluluğunu arttıracağı rahatlıkla söylenebilir. Bu problemlerin bir yansıması olarak, pek çok araştırmacı çocuk suçluluğunun ve suç ortaklığının nedenlerini aydınlatmaya çalışmaktadır. Aile yapısındaki değişim ve dağılma çocuk suçluluğunu arttırıcı bir etkisinden bahsedilebileceği gibi, nüfus artış hızının düşmesi ve nüfusun yaşlanmasının da suçluluğu azaltıcı etki göstereceği rahatlıkla söylenebilir. Aile kurumu çocuğun sosyalleşmesinde en önemli katkıyı sağladığı gibi, çocuk suçluluğundan da ilk planda etkilenmekte ve suç kendi felaketini de beraberin de getirmektedir. Örneğin çocukların ebeveynlerine karşı kullandıklar şiddet dünyada önemli boyutlardadır. Ülkemizde bu tür şiddete karşı önemli bir bilgi eksikliği vardır. A.B.D’de her yıl yaklaşık 1 milyon buluğ çağı çocuk ebeveynlerinden birine karşı şiddet kullanmaktadır. Her yıl 2000 ebeveyn kendi çocukları tarafından öldürülmektedir. Buna ek olarak 65 yaş üzerinde yaklaşık yarım milyon Amerikalı ailesinin daha genç yaştaki üyelerinin çeşitli tür saldırılarına hedef olmaktadır262. Tarım toplumundan modern sanayi toplumuna geçiş süreci, geleneksel tüm kurumlar gibi, ailenin yapısını da değişikliğe uğratmıştır. 261 Yavuzer, a.,g.,e., s. 43 Tülin Günşen Đçli: “Aile Đçi Şiddet: Ankara-Đstanbul ve Đzmir Örneği”, HÜEFD, Cilt 11, sayı 1-2, Aralık 1994, s.8 262 135 Sanayileşmenin hızlanması, kentleşme, ekonomik büyüme, tarımda makineleşme, Medeni Kanun'un kabulüyle kadının ailede ve toplum yaşamında erkeklerle eşit haklara sahip olması, tek asli evliliğin yasal zorunluluk olması, eğitimin yaygınlaşması gibi bir dizi sosyo-ekonomik gelişme sonucunda, ataerkil geniş aileler bölünmüş ve çekirdek aile, Türkiye'de egemen aile biçimi olmuştur. Türkiye'de ailelerin % 60'ı çekirdek ailedir. Ataerkil geniş ailelerin oranı % 19, geçici geniş ailelerin oranı % 13, parçalanmış aile oranıysa % 8'dir263 Hirschi ve arkadaşları ABD’de, okul çağı çocuklarının rapor edilen ve kayıt edilmiş olan, okulla ilgili ve okulda gerçekleşen suçlarıyla ilgili bağlantıyı çözebilmek için birçok anket gerçekleştirdiler ve aile bağlarının çocukları suçtan koruduğunu tespit ettiler. Đngiltere’de Wilson çocukların aileleriyle ilgili yaptığı çalışmalar, gözetim ve denetimin çocuk suçluluğunu belirlemede hayati bir değişken olduğunu ortaya koymuştur264. Sutherland yaptığı araştırmalarda, suçlu çocukların evlerinde aşağıdaki koşulların e az birine ya da daha çoğuna rastlamıştır265: Ailenin diğer üyelerinin suçlu veya alkolik olmaları. Boşanma ölüm ya da terk nedeniyle ebeveynlerden birinin ya da her ikisinin yokluğu. Đhmal, körlük, ya da buna benzer fiziksel bir özür ya da hastalık nedeniyle anne-babanın kontrol eksikliği. Evin çok kalabalık olması, aşırı baskı, kıskançlık, ebeveynlerden birinin aşırı hâkimiyeti. 263 Yavuzer, a.,g.,e., s. 151 Heidenson, a.g.e., s. 60 265 Edvin Sutherland, The Principles of Criminology, Philadelphia, 1966, s.217 nakleden Nilüfer Özcan, “Şiddete Dayalı Olmayan Sapmış Davranışlar ve Aile Kurumu”, HÜEFD, Cilt 11, Sayı 1-2 , Aralık 1994, s.154 264 136 Đşsizlik, yetersiz gelir gibi ekonomik baskılar ve annenin dışarıda çalışması. Ailenin çocuk üzerindeki gözetim ve denetimin çocuk suçluluğunu belirlemede hayati bir değişkendir. Örneğin ailenin gözetim ve denetimden uzak olan sokak çocukları suça daha yatkıdır. Sokak çocukları; aileleriyle olan ilişkilerini tamamen koparmış ya da aileleriyle yok denecek kadar az ilişki içinde bulunan ve sokağı mesken edinmiş, günün 24 saatini sokaklarda geçiren çocuklardır. Genellikle grup halinde yaşayan bu çocuklarda uçucu madde bağımlılığına, hırsızlık ve yan kesicilik olaylarına sıkça rastlanmaktadır266. Çeşitli aile değişkenleriyle çocuk suçluluğu arasındaki ilişkiyi inceleyen araştırmalardan elde edilen bulguları şu şekilde özetleyebiliriz267: Ailenin kalabalık oluşu ile ergen suçu ilişkilidir. Eğer çocukların bakımı ve denetimi kontrol altına alınmışsa, annenin çalışması ergenin suça yönelmesinde etkili değildir. Ebeveyn sapması, ergen sapmasına neden olmaktadır. Ailenin yapısal bütünlüğünden çok aile ilişkilerinin niteliği suçu önlemede daha etkilidir. Tutarlı ve uygun disiplin ergenlerin suça yönelmelerini azaltırken, gevşek, katı ve tutarsız disiplin uygulamaları ise ergenlerin suça yönelmelerinde önemli olmaktadır. Ebeveynlerin etkili olmayan problem çözme becerileri ve aile içi çatışmalar çocukların toplumsallaşmalarında ve dolayısıyla sapmaya yönelmelerinde önemlidir. 266 Abdürrahim Esmek, “Sokak Çocukları ve Polis”, Polis Dergisi, 26. Sayı, Ocak-Mart 2001, Yıl 7, s.600 Sema Kaner, “Çocuk-Ergen Suçunda Ailenin Rolü”, Türkiye’de Suç ve Polislik, Ed. Đbrahim Cerrah-Emin Semiz, Ankara, 2001, s.13 267 137 Çocukların istismar ve ihmal edilmeleri onların suça yönelme olasılıklarım arttırmaktadır. Aileyle geçirilen zaman, suçu önlemede önemli bir etkendir. Ebeveynlere bağlılık arttıkça, suç işleme riski azalmaktadır. Aile değişkenlerinin farklı kombinasyonları ile ergenlerin suç davranışları arasındaki ilişkinin incelenmesi gerekmektedir. Son olarak eklemek gerekir ki ailenin yok oluş a-şamasına girdiği varsayımlarına şüpheci yaklaşmakta yarar vardır. Bütün sosyal değişimlerin yanı sıra aile ve evlilik doğalarında birçok değişime uğramışlardır ve uğramaya devam edeceklerdir.268 Günümüzde olumsuz birçok gelişmeye rağmen ülkemizde "Ailenin anlamı", yani ailenin temel işlevleri varlığını korumaya devam ettiği söylenebilir. Çocuk ve ergen için aile, aidiyet bilinci edinme, modelleme ortamı, değer ve norm kazanarak sosyalleşme, sosyal onay aracılığıyla statü kazanma ve kimlik inşa etme açısından önemlidir. Bütün bunlar, bireyin sosyal bütünleşmesi açısından büyük bir önem taşımaktadır. Ergen ve gençler, mekânsal olarak aileden bir "kopma"yı yaşasalar da çoğunlukla aile kollektivitesinin sağladığı duygusallık, güven, paylaşım vb. özellikleri yine aile ile giderebileceklerine yönelik inanışları devam etmektedir. Kütahya Yetiştirme Yurdu üzerinde yapılan bir araştırmada elde edilen bulgular bunu bizlere kanıtlamaktadır. Aile, hem sosyal çevreden "başkaları" olarak algılanmaktan kurtularak sosyal onay edinmenin hem de statü kazanmanın önemli bir aracı olarak algılanmaktadır. Modernite ailenin sonunu varsayarken, geçirdiği değişimler sonunda modernitenin olumsuzluklarından kurtularak kendini yeniden üretecek koşulların da yine modernite ile sağlandığı anlaşılmaya neden olmuştur. Modernleşme sürecinin tek evrimsel bir aile modelini dayattığı ve bunun da çoğunlukla evsizliği getirebileceğine 268 Oğuz Polat, Çocuk ve Şiddet, Đstanbul, 2001, s.80 138 ilişkin yorumlara bütünüyle katılmak mümkün değildir. Dünyanın birçok bölgesinde ve Türk toplumunda bu aileye yönelik evrimsel değişimin dominant olmadığı gözlemlenmektedir.269 GÖKÇE’ye göre bir alt kültür olan gecekondularda aile, bir dayanışma mekanizması olarak varlığını ve önemini sürdürmektedir. Gecekondu ailelerine genelde bakıldığı zaman geleneksel davranışlar modern davranışlardan daha fazladır ve gecekondu ailesinde bir dayanışma kurumu olarak çözülme görülmemektedir.270 Dolayısıyla ülkemizde gecekondu ailesinin, çocuk suçluluğunu önleyici ve azaltıcı etkisi olduğundan bahsedilebilir. Ailenin çocuk suçluluğu üzerindeki etkisini ayrıntılarıyla incelenmesi gereklidir. 2.3.2.1 Parçalanmış Aile Ölüm, boşanma, ayrılık ya da terk gibi nedenlerle aile bütünlüğünün bozularak ana babadan birinin ya da her ikisinin birden olmaması durumu ”parçalanmış aile “ olarak tanımlanmaktadır.271 Ailenin parçalanmasından kasıt, yalnızca ana-babanın ayrılıp eve üvey ana ya da babanın gelmesi değildir. Evliliklerini sürdürdükleri halde, duygusal açıdan kopmuş yani parçalanmış ailelerde bu guruba dâhildir. 272 Ailenin yapısal bütünlüğünün anne ve babanın boşanma, ölüm, ayrı yaşama ve benzeri nedenlerle bozulması sonucunda parçalanmış aile ile ergen suçu arasındaki ilişki pek 269 Yıldırım, a.g.m., s.100 Gökçe ve Diğerleri, a.g.e, 343-359 271 Uluğtekin, Hükümlü Çocuk ve Yeniden Toplumsallaşma, s.37-38 272 Mehmet Taner, “Çocuk Niçin Suç Đşliyor?”, Suçlu Çocuklar, Suça Đtilme Nedenleri ve Eğitim Yolu ile Korunmaları, Adalet Bakanlığı Yayınları, Yeni seri no: 65, 1985, s.31 270 139 çok araştırmaya konu olmuş ve uzun yıllar ergen suçunda temel faktör olarak düşünülmüştür273. Parçalanmış ailelerin temel nedeni olan boşanma, özellikle batı toplumlarında çok yaygın olduğu bilinen bir gerçektir. Fransa'da 1963’de 34.000, 1980 yılında 90.000, buna karşın boşanma, boşanma yaşında da düşüş saptandı; 25-34 yaşlan arasında kadın erkek boşananlarının sayısı 1968'den 1979 yılına kadar on yılda üç katı fazlalaştı. Belli bir yılda evlenme ve boşanma sayışı karşılaştırıldığında nüfus planlamacılarının "aşağı çekilmiş boşanma oranı" dedikleri yüzde elde edilir. 1960 yılında 100 evlilik, 11 boşanma saptanmışken 1979 da bu sayı 24,7 olmuş. Daha yalın bir deyişle, Đstatistiklere göre, Fransa'da bugün, dört evlilikten biri kısa sürede sona erme riski taşımaktadır274. Parçalanmış aile deneyimi, çocuğun toplumsallaşma sürecini kesintiye uğratması nedeniyle hatalı ve eksik bir toplumsallaşmaya yol açar. Kuruma göre, hatalı ve eksik toplumsallaşmanın görünen sonuçlarından biri de suç davranışıdır. 275 Ayrıca parçalanmış aile, çocukların yanı sıra kadın suçluluğunu arttıran bir etkendir. Suçluluk ve medeni hal ilişkisi incelendiğinde, kendi gruplarının nüfusuna oranlandıkları zaman kadın suçluluğu en çok boşanmışlar arasında görülmektedir. Boşanmış ve eşi ölmüş kadınlar hiç evlenmemiş ve evli kadınlardan daha fazla problemlerle karşı karşıyadır. Bu onların bazı sapma davranışları için zemin hazırlayıcı bir etken olabilir276. Çocuklar daha küçük yaştan itibaren anne sevgisini ve ilgisini kaybetmemek için uslu durmayı ve onların istediği gibi davranmayı öğrenirler. Yani toplumsal davranışların öğrenmesinin temelinde anneye duyulan sevgi ve bağlanma vardır. Bu sevgi ve bağlanma gelişmemişse çocuk toplumsal 273 Kaner, “Çocuk-Ergen Suçunda Ailenin Rolü”, s.7 Christiane Collange, Boşanma Salgını, çeviren Sevim Akten, 1997, Ankara, s.29 275 Uluğtekin, Hükümlü Çocuk ve Yeniden Toplumsallaşma, s.38 276 Tülin Đçli, Aslıhan Ögün, “Sosyal Değişme Süreci Đçinde Kadın Suçluluğu” HÜEFD, Cilt 5, Sayı 2, Aralık 1998, s.30 274 140 davranışları da öğrenemeyecektir. Devamlı hırsızlık yapanlar arasında anne yoksunluğu ya da anneyle kötü ilişkileri olanlar çoğunluktadır. Başlangıçta anneye bağımlı olan çocuk özellikle kişilik gelişimi için koruyucu ve gözetici bir babaya muhtaçtır. Baba, otorite temsilcisi rolü bir yandan da toplumsal değerlerin temsilcisidir. Çocuğun üstüne aşırı düşen, çok koruyan ya da ona çok az zaman ayırabilen, onu ihmal eden zayıf ya da aşırı otoriter baba çocuk kişiliği üzerinde olumsuz etkiler bırakacaktır. Baba yokluğu duruma göre, otorite boşluğu, benimseyecek, örnek alacak kişilik eksikliği yaratabilir. Warren ve Palmer’in 316 suçlu çocuk üzerinde yaptığı araştırma da % 98 baba yokluğu (evde baba yerini tutabilecek kimse de yok) ve % 17 anne yokluğu görülmektedir.277 West ile Trajanowicz ve Morash tarafından derlenen çok sayıda araştırma, parçalanmış ailelerden gelen suçlu çocukların oranının, suçlu olmayanlarınkinden anlamlı düzeyde daha yüksek olduğunu göstermektedir. Yine Glueck’in 500 suçlu ve 500 suçsuz çocuk üzerinde yapmış olduğu araştırmaya göre, parçalanmış ailede yetişenlerin olanı suçlu grupta % 60,6, suçsuz grupta % 34,2’dir. Aynı araştırmada üvey ana baba, koruyucu aile ya da akraba yanında yetiştirilenlerin oranı suçlu grupta % 46, suçsuz grupta, % 12, olarak elde edilmiştir. Suçlu ve suçsuz gruba ilişkin oranlar arasındaki farklar , istatistiksel olarak anlamlı bulunmuştur.278 Merril’in 3000 suçlu çocukla yaptığı araştırmada da suçlu çocukların % 50,7 oranında dağılmış ailelerden geldiğini ortaya koymuştur. Hâlbuki suçsuzlarda bu oran % 26,7 olarak bulunmuştur. Amstrong, 660 evden kaçan çocuğun %, 29’unun, 4 yaşından önce, % 28’inin de 4-6 yaşlar arasında parçalanmış aileler içinde yaşadıklarını tespit etmiştir.279 Resmi bulunmasının 277 suç olası kayıtlarıyla nedenleri ailenin parçalanması arasında suç arasındaki işlediği ilişki belirlenmiş Gülseren Günçe, “Çocuk Suçluluğu ve Aile”, Çocuk Suçluluğu ve Çocuk Mahkemeleri Sempozyumu 22-23 Haziran 1983, Ed.Esin Onur, A.Ü.Basımevi, 1983, s.3-4 278 Uluğtekin, Hükümlü Çocuk ve Yeniden Toplumsallaşma, s.38 279 Günçe, a.g.e., s.2 141 çocuklara/gençlere yönelik ön yargılar, yanlı tepkiler genel olarak kabul görmektedir. Yine de bazıları özellikle babanın olmadığı evlerin, sapan davranışın anahtar belirleyicisi olduğunu ve parçalanmanın, ebeveyn çocuk ilişkisinin niteliğini azalttığını, bunun da suç olasılığını arttırabildiğini düşünmektedirler.280 Bu sonuçlardan da anlaşılacağı gibi parçalanmış aileden gelen çocukların suç işlemeye daha kolay yönlendiği görülmektedir. 2.3.2.2 Ebeveyn Tutumları Suçlu çocuklar genellikle, ya ana babaları ile yakınlık ya da hiç ilişki kuramamaktadır. Suçlu çocuğun ana babasının suçlu, içkici, sert disiplinli, evlilik uyuşmazlığı olan, yetersiz bir model, sert ve etkisiz olduğu gözlenmektedir. Böylece çocuğun aile yaşamının niteliğinin ailenin bütünlüğünden çok daha önemli olduğu görülmektedir.281 Özellikle baskıcı, bedensel cezalara yer veren, çocuğa karşı sevgi göstermeyen ailelerde yetişen çocuklarda saldırganlık belirtilerine kızma ve öfke duygularına rastlanmaktadır. Çocuğun doğrudan doğruya bu duygularını ana babaya yansıtması yasaklandığından, çocuk öfke ve saldırganlık duygularını içine atar. Bu içe itimler aşırı derecede çoğalırsa çocuk nörotik bir yapıya bürünür ve hedefini aile dışında arar. Đşte bu iç çatışmanın çeşitli ifade yöntemleri vardır ki bunlardan biri de suçtur.282 Aile içi şiddetin oluşmasına zemin hazırlayan faktörler incelendiğinde, Ülkemizdeki 280 en önemli faktörlerden Kaner, Çocuk-Ergen Suçunda Ailenin Rolü, s.7 Sevük, a.g.e., s.48 282 Taner, a.g.e., s.29 281 birisi göçler ve göçlere bağlı 142 gecekondulaşma, uyum sorunu ve refah düzeyinin yetersizliğidir. ABD'de yapılan bir çalışmada eşlerin dayağı kabullendiği bir ailede çocuk istismarının %72 oranında olduğu gösterilmiştir. Ülkemizde yapılan bir araştırmada dayak yediği için Kadın Sığınma Evine gelen kadınları %92'sinin, çocuklarını dövdüğü görülmüştür. Yapılan çalışmalarda her gün dayakla karşılaşma sıklığının %10, haftada bir ise %25 olduğu belirlenmektedir. Buna göre her dört çocuktan biri haftada bir dayak yemektedir. Dayağın eğitimde cezalandırma yöntemi olarak kullanılması sıklığının %85'lere ulaşabilmektedir.283 Konuya çocuğun cinsel istismarı yönüyle de yaklaşılabilir. Küçük yaşlardaki çocuklar ve ergenler, çoğu zaman tanıdıkları ve güven duydukları, ailelerinde veya yakınlarındaki bir yetişkin tarafından cinsel istismara uğramaktadırlar. Bir çalışmada çocukken (on iki yaşın altında) cinsel istismara uğramış yetişkinlerin %86’sının kendilerini istismar edenleri tanıdıklarını (%20 baba, %16 akraba, %50 ahbap yâda ailenin iyi tanıdıklarını düşündükleri arkadaşları) ve hatta öncesinde sevdikleri kişiler olduğunu rapor etmişlerdir284. Đstismarda bulunan yabancı birisi ise, bu duygu nispeten daha hafif olacaktır. Ancak böyle bir durumda çocuk, onu korumakla yükümlü olan ailesine, kendisini gereği gibi korumadıkları için öfke ve düşmanlık duyabilmekte ve bu kez de onlar tarafından ihanete uğradığı duygusunu yaşamaktadır. Ayrıca aile, olup bitenden dolayı çocuğa inanmaz ve onu ayıplar bir tavır takınırsa, bu durumda çocuğun kendisine olan bütün saygısı zedelenecek, kendini değersiz hissedecek ve muhtemelen içe kapanacaktır. Bu duyguların sonuçları yetişkinlik yıllarına kadar uzanabilen, kendini diğer insanlardan ayırma, onlarla içten ilişkiler kuramama, topluma ters düşen 283 284 Polat, Çocuk ve Şiddet, s.554 Çeçen, a.g.m., erişim tarihi 03.03.2007 143 davranışlar, madde bağımlılığı veya suça yönelme formlarında ortaya çıkabilmektedir285. Eğer anne ve baba hoşgörü sahibi kişiler ise, bazı kısıtlamalar dışında arzularını diledikleri biçimde gerçekleştirmelerine izin verme anlamına gelmektedir ki böyle durumlarda çocuk evine yönelik bir birey olur ve çocuğun kendine güvenen, yaratıcı ve toplumsal bir birey olmasına yardımcı olur.286 Ancak çocuğa gösterilen aşırı hoşgörü, şefkat ve yersiz koruma da olumsuz etkilere yol açmaktadır. Çünkü bu çocuklar karşılaştıkları en ufak bir sorun ile tek başlarına mücadele edebilecek potansiyele ve cesarete sahip olamamakta ve en kolay yolu seçerek uyumsuz davranışlara yönelebilmektedirler. Ceza siyasetinde “Pasif Suçlular” adı verilen bu grup şiddet suçları işleyen aktif gruplar kadar bazen tehlikeli olabilmektedirler.287 Çocuğun her hareketinin ana baba tarafından bağışlanması suç işlemenin ve suçlu kişiliğin oluşmasının nedenlerinden biridir. Çünkü çocuk suç işlediğinde bağışlanacağına inanır. Ve özellikle çocuğun ilk suç işlediğinde bağışlanması ve hoş görülmesi çocuğun yeni suçlar işlemesi için teşvik edecektir.288 Glueck’lar, 200 suçlunun % 95’inin ailesinin çocuklarına verdiği disiplinin dengesiz biçimde ya da çok sert ya da çok yumuşak olduğunu saptamıştır. Yine Glueck’lar 500 suçlu ve 500 suçlu olmayan gruplar üzerinde yaptıkları araştırmada suçlu grup ailelerindeki annelerin % 96, babaların da % 94 oranında çok sert ya da aşırı hoşgörü ve yumuşak disiplin uyguladıkları, buna karşılık suçlu olmayan grupta bu tür disiplin uygulayan anne oranının % 66 ve baba oranını da % 56 olduğunu bulmuşlardır. Burt, çok sert ya da yumuşak türdeki dengesiz disipline ve suçlu ailelerinde, suçlu olmayanlara oranla 5 kat daha fazla olduğunu belirtmektedir. Healy ve 285 Çeçen, a.g.m., erişim tarihi 03.03.2007 Yavuzer, a.,g.,e., s. 133-134 287 Gölcüklü, a.g.e., s.29 288 Sevük, a.g.e., s.48 286 144 Bronner de 4000 suçludan % 40’ının bozuk disiplin ortamından geldiklerini bulmuşlardır.289 West ve Farrington “zalim, edilgen ihmalkar”olarak nitelendirilen anababa tutumlarıyla suçluluk arasında ilişkiler olduğunu ortaya koymuştur: Bulgulara göre, çocuklarına karşı ilgisiz, sevgi ve şefkatten yoksun ya da açık biçimde onları reddeden 42 annenin % 33,3’ü, 68 babanın % 30,9’unun çocukları suça itilirken; bu biçimde davranmayan 339 annenin % 17,4’ü, 286 babanın % 16,1’inin çocuklarının suça itildiği ortaya çıkmıştır. Bulgular istatistiksel açıdan anlamlıdır. Ayrıca bu araştırmada, anababanın uyguladığı biçim açısından sert, duygusal açıdan acı veren disiplin tekniklerinin de çocuk suçluluğu ile ilişkili olduğunu da göstermiştir.290 Literatür, şiddet suçu işleyenlerin istismar ve ihmal kurbanı olma oranlarının yüksek olduğunu, çocuklukta istismar edilmenin ileride işlenen şiddet içeren ve içermeyen suçlan ayırt ettiğini ancak, istismar edilen çocukların çoğunun ileride istismar eden ebeveyn, suçlu ya da şiddet suçlusu haline gelmediklerini ve bunun nedeninin de muhtemelen bu çocukların yaşamlarında, yaşadıkları istismarla başa çıkmalarında onlara destek olan en azından bir yakın kişi olduğunu göstermektedir291. Son yıllarda ailenin suçluluk üzerindeki etkisi yeniden gündeme gelmiştir. Özellikle sosyal kontrol kuramcıları toplumsallaşma sürecinde yetersiz kalan ailelerin, çocukların toplumsallaşmış yaşam şekillerini benimsemelerini sağlayan bağlılığı geliştirmede başarısız olduklarını ileri sürmektedirler. 292 289 Yavuzer, a.,g.,e., s. 138 Uluğtekin, Hükümlü Çocuk ve Yeniden Toplumsallaşma, s.41 291 Kaner, Çocuk-Ergen Suçunda Ailenin Rolü, s.7 292 Sema Kaner: “Ana Baba Denetimleriyle Ergenlerin Suç Kabul Edilen Davranışları Arasındaki Đlişkinin Đncelenmesi”, I.Ulusal Çocuk ve Suç:Nedenler ve Önleme Çalışmaları Sempozyumu, Bildiriler ,29-30 Mart 2001, AÜ ATAUM, UNICEF, 2002, s.229 290 145 2.3.2.3 Đstenmeyen Çocuk Bazı anne ve babalar, çocuklarından hoşlanmadıklarını, onları sevmediklerini, hatta nefret ettiklerini çeşitli biçimde gösterirler. Çocuğun, ailenin “istenmeyen birey”i olmasının da birtakım nedenleri vardır. Evlilik ilişkilerinin doyurucu olmaması, yoksulluk, erken evlenen çiftlerin yeterince olgunlaşamaması, çocuğun çirkin, sakat ya da istenen cinsiyette olmaması, eşlerden birinin çocuğa düşkünlüğü nedeniyle kıskançlık, bunların başında gelir. Ayrıca çocuğun gayri meşru olması, çocuğun istenmeyen birey olarak algılanmasına yol açan etkenlerden birisi olabilmektedir. Günümüzde gayri meşru olan çocuklar önemli toplumsal sorunlar içinde yer almaktadır. Geleneksel toplumlar bu gibi çocukları kolay kolay kabul edilmez ve ona saygı gösteremez, hatta bu çocukları anneleri bile terk eder. Gerçekten serbest birleşmeler ürünü nesebi sahih olmayan küçüklerin de, büyük çoğunluğu itibariyle, suç işlemelerinin sebebini muntazam bir aileye mensup bulunmayışlarına yormak hata olmaz. Çoklukla evlilik dışı çocuk kendisini koruyup büyütecek bir koruyucuya malik olmayacağı gibi toplum hayatı içinde de daima lekeli bir parya muamelesi görmek durumundadır. Hayatının her safhasında karşılaşmak durumunda düşeceği zorluk ve güçlükler onu birçok hallerde suç işlemek, böylelikle hayatını temin ve sürdürmek zorunda bırakacaktır.293 Duygusal etkileşimin azlığı yalnızca bireyin duygusal yönden değil, aynı zamanda fizyolojik, zihinsel ve toplumsal gelişimine de olumsuz ektide bulunur. Prof.Dr. Şemin’e göre, istenmeyen, sevilmeyen çocuğun davranışı aşağıdaki özelliklerden birini ya da daha fazlasını gösterir. 293 Dönmezer, Kriminoloji, s.247 146 • Çocuk, sevgi kazanmak ya da hiç olmazsa dikkati üzerine çekmek arzusunu gösterir • Ana babanın, kendisine gösterdiği düşmanlığı başkalarına beslemek yoluyla öç alır. • Kendisinin değeri olmadığını düşünür, bu, onda endişe duyguları uyandırır. • Đstenmeyen, sevilmeyen çocuğun tipik davranışı saldırganlıktır. Olumsuzdurlar, meyillidirler. kavgacı ve isyankar ve suç işlemeye 294 Glueck’lar, anne ve babanın ailede istenmeyen kişi (reddetme) olarak gördükleri çocukların suç işleme oranlarını tespit etmek amacıyla yaptıkları araştırmada, suçlu grupta bulunan çocuklara karşı ilgisiz ya da düşmanlık gösteren baba ve annelerin oranı sırasıyla % 69,8 ve % 27,9 iken, suçsuz grupta bu oranlar % 19,4 ve % 4,5 olduğu ortaya çıkmıştır. Bu oran ayrıca çocukların anne ve babalarına karşı ilgisiz ve düşmanlığının da sonucudur. 295 2.3.2.4 Ebeveyn Sapması Çocuk suçluluğunun açık sebeplerinden birisinin de aileye mensup kişilerden bazılarının suçlu olmaları, alkole tutkun bulunuşları ve kötü ahlâkî durumları olduğu genellikle kabul edilmektedir. Ebeveyn ve çocuk ilişkileri kapsamında bir diğer değişken de ailedeki üyelerden birinin, suç işlemesi durumudur. Ailede ebeveynlerden birisinin suç 294 295 Şemin Uğurel, Ruh Sağlığı, Đstanbul, 1972 s. 66 Uluğtekin, Hükümlü Çocuk ve Yeniden Toplumsallaşma, s.41 147 işlemesi, çocuğu iki açıdan etkilemektedir. Anne ya da baba cezaevine gittiği için aile fiilen parçalanmakta ve çocuk ebeveynin sapmış davranışını model alarak suça yönelebilmektedir. Bulgular genel olarak sapkın davranışları olan ebeveynlerin kendi sapkın eğilimlerini çocuklarına aktardıklarını göstermektedir. Sapan davranışların diğer nesillere aktarılmasıyla ilgili mekanizma tam olarak anlaşılmış değildir. Ergenlerin ne kadar sapmaya maruz kalırlarsa, ne kadar sapmaya yöneleceği açık değildir. Belki de pek çok ergen toplumsallaşma sürecinde toplumsal kuralları öğrenemedikleri için ya da yanlış kurallar öğrendikleri için veya hatalı ebeveyn tutumları sonucunda uygun yaşantı eksikliği nedeniyle sapmaya yönelmektedirler 296. Burt, Đngiltere'de yapmış bulunduğu incelemelere dayanarak suçlu çocukların ailelerinde suçlu olmayanlara göre beş katı fazla suçluya rastlandığını kaydetmektedir. Glueck'lar inceleme konusu olarak ele aldıkları 500 çocuktan %90,4'ünün ailelerinde sarhoşluk, suç ve gayrı ahlâkî hareketlere tesadüf edildiğini ve kontrol grubunu teşkil eden 500 suç işlememiş çocuğun ailesinde ise bu oranın %50 olduğunu tespit etmiş bulunmaktadırlar. Yine Glueck'lar tarafından incelenen 2000 suçlu çocuktan %86'sının ailesinde yani ana, baba, büyük ana, babalar ve amca ve dayılar, hala ve teyzeler içinde suçluların bulunduğu tesbit edilmiştir.297 Baker ve Mednick 1984'de yaptıkları çalışmada babaları suç işlemiş ergenlerin, babalan suç işlememiş olan ergenlere göre daha çok şiddet suçu işlediklerini; Fagan ve Wexler ise şiddet suçu işlemiş ergenlerin ailelerini incelediğinde hem ergenlerin hem de ebeveynlerinin hem şiddet suçundan hem de şiddete yönelik olmayan suçlardan daha çok tutuklandıklarım bulmuşlardır. Aile üyeleri arasında suçun varlığı, ergenlerin sapan davranışlarla daha çok karşılaşmalarına, antisosyal davranış normlarının 296 297 Kaner, Çocuk-Ergen Suçunda Ailenin Rolü, s.7 Dönmezer, Kriminoloji, s.252 148 oluşmasına, evde şiddete yönelik davranışların model alınmasına ve pekiştirilerek öğrenme fırsatlarının yaratılmasına fırsatlar sağlamaktadır.298 Suçlu ebeveynlerin suçlu çocuklara sahip olma eğilimi göstermelerinin sebepleri tam olarak açık değildir. Cambridge Üniversitesi tarafından gerçekleştirilen bir araştırmada, suçlu ebeveynlerin çocuklarını suç işlemeye doğrudan teşvik ettikleri veya onlara suç tekniklerini öğrettikleri hususunda delil mevcut değildir. Aksine, suçlu ebeveynler çocuklarını suç işlemesi konusunda oldukça eleştirel idiler. Meselâ mahkûmiyet sahibi 32 yaşındaki erkeklerin % 89'u, "Eğer oğlum/kızım suç teşkil eden bir fiil işlerse itiraz etmem" ifadesine katılmamışlardır. Aynı zamanda, bir ebeveyn ile bir çocuğun, birlikte (iştirak hâlinde) işledikleri bir suç için mahkûm olmaları, çok ender idi.299 Taft, ailenin çocuğa suçu telkin veya öğretmek hususundaki mekanizmasını üç şekilde özetliyor: 1) Ebeveyn çocuklarına açık olarak suçu öğretir, 2) Doğrudan doğruya bir öğretim bulunmamakla beraber, çocuk etrafında gördüğü suçlu tavır ve hareketi taklit eder, 3) Çocuğa antisosyal fiil ve hareketler yaptırılır.300 2.3.2.5 Ailenin Öğrenim Durumu Suçlu çocukların aile yapılarının ilgi çekici ve çarpıcı bir noktası da eğitim durumlarıdır. Bu aileler, genel olarak ya çok düşük seviyede eğitim görmüşlerdir ya da eğitimleri yoktur. Çocukların ilk eğitimlerini aldıkları yuva aile yuvalarında, genellikle töre, görenek ve gelenekler doğrultusunda alışılagelmiş yöntemlerle eğitildikleri açıktır. Okuma yazma bilmeyen ana babanın, çocuğunu tanımak için hiçbir bilimsel aydınlanma olanağı yoktur. 298 Kaner, Çocuk-Ergen Suçunda Ailenin Rolü, s.6 Bahar ve Seyhan, a.g.e., s.97 300 Dönmezer, Kriminoloji, s.253 299 149 Eğitilmiş olmak, ana babaya hiç değilse kendi davranışlarını denetleme olanağını verir.301 Ülkemizde yapılan bir araştırmada, suçlu çocukların annelerinin % 76,6’sının, babalarında % 40,7’sinin okuma yazma bilmediği saptanmıştır. Devlet Đstatistik Enstitüsü’nün çocuk hükümlüler anketi de annelerden % 73,7’sinin, babalardan % 39’unun okuma yazma bilmediğini göstermekle bulgular doğrulanmaktadır. Bu bulgular, bize suçlu deneklerimizin anne ve babalarının öğrenim durumlarının ülkemiz standartlarının altında olduğunu göstermektedir.302 2.3.2.6 Ailenin Ekonomik Durumu Ailenin ekonomik koşulları, aile hayatının ruh sağlığını etkilediği gibi, çocuğun kişiliğini de etkiler. Arzularının doyum bulamamasının yanında yoksulluk nedeniyle sürekli olarak açlık ve soğuğa maruz kalan çocuklarda endişe görülür. Bu da kişilik yapısında derin izler bırakabilir. Ve çocuğun kendini güven içinde hissetmemesi gibi kötü bir sonuç verir. Çocuğu ilişki içinde bulunduğu arkadaş çevresiyle büyük farklar varsa, çocukta aşağılık duygusu gelişebilir. 303 Bu şartlar içinde yetişen çocuklar sıkıntı, aşağılık duygusu, engellemeler içinde bocalayacak, güçlü ve güvenli kişilik özelliklerini kazanamayacaklardır.304 301 Sevük, a.g.e., s.49-50 Yavuzer, a.,g.,e., s. 150 303 Yavuzer, a.,g.,e., s. 153 304 Günçe, a.g.e., 5 302 150 Đşsizlik ekonomik bunalım ve suç arasındaki doğru orantıyı ortaya koymaktadır. Bu görüş tarihin çok eski zamanlarına uzanmaktadır. Eflatun, Cumhuriyet adlı eserinde fakirliğin olduğu toplumlarda suçlular da olacak derken, Aristo, siyasette fakirliğin ihtilâllere ve suça yönelttiğini ileri sürmüş, Thomas Moore, Ütopya adlı eserinde ekonomik kalkınmanın suça ve sosyal huzursuzluğa nasıl neden olabileceğini anlatmıştır305. Suçlu çocukların ailelerinin ekonomik durumu üzerinde yapılan araştırmalar, bunların, genel olarak ekonomik durumu düşük ailelerden geldiklerini göstermektedir. Ailelerin ekonomik durumlarındaki ani ve büyük gerilemelerin kötü etkilerini çocuklar üzerinde görmek mümkündür.306Çocuk suçluluğu oranının yüksek olduğu bölgelerde, kötü yaşama koşullarına sahip evler, fakirlik, kalabalık nüfus, yüksek oranda göç görülmektedir.307 Ailenin ekonomik durumu ile suçluluk arasındaki ilişki gelir düzeyi düşük sosyal sınıflara mensup ailelerin çocuklarının, diğer sınıf çocuklarına göre daha az denetime tabi olmalarına, daha çabuk kısmi ve ekonomik özgürlüğe kavuşmalarına ve yoksul aile ortamı içinde yetişme koşullarına bağlanır.308 Yine bu konudaki ekolojik çalışmalar işsizliğin yoğun olduğu yörelerde nispeten yüksek suç oranı olduğuna değin kanıtlar ortaya koymuştur. Örneğin Amerika’da yetişkinlerin mala karşı işledikleri suç oranının yıllar itibariyle işsizlik oranı ile doğrudan doğruya değiştiğini göstermiştir. Yine tutuklanan gençler, işsizlik ve iş gücü katılımı yüzdelerinin 20 yıl içinde karşılaştırılması sonucu siyah ve beyaz gençler için çalışma fırsatları eksikliğinin mala karşı suçları doğuran ana etmen olduğu sonucuna varılmış, işsizliğin hürriyeti bağlayıcı cezayı kullanma üzerindeki etkisini inceleme sonucu cezaevlerine girenlerin sayısı ile işsizlik arasında yakın bir korelasyonun Amerika ve Kanada’da var olduğuna işaret edilmiştir309. 305 Eray Utku, “Kentleşme ve Suç”, Adalet Dergisi, 5. sayı http: www.adalet.gov.tr. Erişim tarihi 24.04.2007 s.5 306 Akıncı ve Atakan, a.g.e., s.43 Sevük, a.g.e., s.49 308 Dönmezer, Kriminoloji, s.255 309 Utku, a.g.m., s.7 307 151 West’in araştırmasına göre, suçlu çocukların %14”ünün ekonomik düzeyi yüksek gruptan gelmelerine rağmen, % 33’ünün ekonomik düzeyi düşük olan gruptan geldiğini belirtmiştir. Glueck’lar da 2000 suçludan ¾’ünün ekonomik koşullarının düşük olduğunu saptamışlardır.310 Yine bu konu ile ilgili olarak Booth’un araştırmasında araştırmasına konu olan nüfusun % 30,7’sinin ekonomik düzeyinin düşük ailelerden oluştuğunu ve suçlu çocukların % 56’sının bu kesimden geldiğini 311 göstermektedir. 2.3.2.7 Ailedeki Birey Sayısı ve Konut Durumu Çocukların özellikle küçük yaşlarda yaşadıkları ortama kolaylıkla uyum sağlayabildikleri genellikle bilinen bir gerçektir. Ancak, ekonomik, sosyal ve kültürel şartlar dolayısıyla ailelerin belirli semtlerde yıkılmaya yüz tutmuş eski evlerdeki her türlü konfordan yoksun dairelerde ve bazen tek odada yaşamak zorunda kalmaları, çocukların bakımı, terbiyesi ve eğitimi açısından son derece olumsuz etkiler yapmıştır. Kendi aile çevrelerindeki bu olumsuz fiziki şartlara bir de yabancı bir kültür çevresine uyum sağlayamama gibi dış etkiler eklenince bundan çocuklar çok büyük zararlar görmüşlerdir. Küçük, sağlıksız konutlar ve kalabalık ailelerin çocuk suçluluğu üzerindeki etkisini tespit hususunda yapılan çalışmalardan, doğrudan veya dolaylı olarak bu çeşit bir etkinin olduğu ortaya çıkmaktadır. Bu tür durumlar özellikle çocuğun eğitimi konusunda bir soruna neden olabilmektedir. Ailenin kalabalık olması çocuğun anne babası tarafından takip imkansızlıkları da beraberinde getirmektedir. 310 311 Yavuzer, a.,g.,e., s. 154 Günçe, a.g.e., s.5 ve gözetiminde 152 Türkiye kentlerinde konut, uluslararası biçim ve kalıplarla çözümlenmiş apartmanların oluşturduğu yerleşmeler biçiminde tasarlanmış ve ortaya çıkan yeknesaklık kullanıcıların psikolojik yapılarının bozulmasına yol açar hale gelmiştir. Türkiye'de kırda ve kentte yaşayan ailelerin çoğunun, ömrünün yarısından fazlasını geçirdiği konutunda insan olmanın getirdiği/gerektirdiği imkânlardan yoksun olması konut sorununun ciddi bir boyutudur. Toplumun temeli olduğu iddia edilen ailenin yaşadığı mekânların yaşanılabilir hale gelmesi için kısa ve uzun vadeli pek çok tedbirin gerçekleştirilmesi gerekmektedir. Kısacası, Türkiye'de ailenin yaşadığı mekân, aile içinde ailenin bireyleri içinde son derece olumsuz şartlara sahiptir312. Ayrıca YAVUZER’in araştırmasında ailedeki birey sayısı ve suçluluk arasındaki ilişki şu şekilde ortaya çıkmıştır: Suçlu gruplardan mala ilişkin suçların % 86,8’inin, şahsa ilişkin suçluların % 81,4 ünün, cinsel suçluların da % 76’sının beş kişilik ya da daha kalabalık ailelerden geldiği görülmüştür.313 Konut türü incelendiğinde, suçluların % 2,4 ünün apartman katında oturduğu görülmektedir. Apartman katında oturma oranı mala ilişkin suçlularda % 10,5, cinsel suçlulardaysa % 1’dir. Gecekonduda oturan deneklere sadece mala ilişkin suçlularda rastlanmıştır ev onun oranı da % 8’dir. Çok fazla çocuğa sahip olmak ana-babalık sorumluluklarının yerine getirilmesinde sorunlara neden olmaktadır. Çok çocuk ebeveynlere maddi yük getirmekte, ebeveynlerin çocukların öğrenme ve toplumsallaşmaları için gerekli uyarıcıları sağlamalarım güçleştirmekte, ebeveynlerin çocuklarım kontrol etmelerinde ve denetlemelerinde yetersiz kalmalarına, çocuklarına ayırdıkları zamanın paylaşılmasına ve ebeveynleriyle geçirdikleri zamanın 312 Kemal Görmez: “Göçler, Kentleşme Ve Büyükkentlerde Konut”, III. Aile Şurası Bildirileri, Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu Başkanlığı, 25-29 Mayıs 1998, Ankara, 1998, s.494 313 Yavuzer, a.,g.,e., s. 158 153 azalması sonucunda çocukların akran gruplarının etkisiyle daha çok sapmaya maruz kalmalarına neden olabilmektedir314. Sonuç olarak, suçlu gruplardan kalabalık aileye sahip olma oranının en çok mala ilişkin suçlularda görüldüğü, ancak aynı grubun gerek konut şekli, gerekse de oda sayısı açısından diğer suçlu gruplara oranla daha iyi koşullara sahip olduğu anlaşılmaktadır. Yine sonuçlar bize, kalabalık açısından ikinci sırada yer alan şahsa ilişkin suçlu grubunun yaşama olanakları bakımından daha güç koşullar altında olduklarını göstermektedir.315 2.3.3 Çevresel Nedenler Çocuğun suça itilmesinde çevresel nedenlerin bireysel nedenlerden daha fazla rol oynadığı, hatta birçok kişisel nedenin kaynağında, çevresel nedenlerin bulunduğu genel olarak paylaşılan bir görüştür. Çocuk suçluluğu ile çocuğun geçmişi ve kişisel oluşumu arasında yakın bağlar bulunmaktadır. Çocuğun davranışları, eylemleri, içinde yetiştiği ortamın özelliklerine göre biçim almaktadır. Bundan dolayı çevresel nedenler olarak, kentleşme ile çocuğun içinde bulunduğu okul, iş durumu, aile ve okul dışındaki çevre ile kitle iletişim araçları üzerinde durulacaktır, COHEN yaptığı çalışmalardan sonra, çocuk suçluluğunu gençlerin sosyal ve maddi problemlere bir cevabı olduğu sonucuna ulaşmıştır. Ekonomik değişiklikler çocukların çalışma hayatına olan bakış açısını bozdu ve dağıttı ve kentleşme politikaları geleneksel yerleşimleri parçaladı. “Dazlak” 314 315 Kaner, “Çocuk-Ergen Suçunda Ailenin Rolü”, s.4 Yavuzer, a.,g.,e., s. 158 154 haline gelmek bu kriz için doğru çözüm olmadığı gibi, bu iş kazandıran bir hareket değildi. Cohen durumu, yaşanan gizli çatışmaya karşı sembolik veya sihirli bir çözüm olarak resmeder316. 2.3.3.1 Kentleşme ve Göç Dünyanın pek çok ülkesinde kentler, çocukların sağlıklı ve mutlu bir ortamda büyümelerine olanak sağlayacak biçimde gelişmediği için kent çocukları giderek daha zor koşullarda yetişmektedir. Gelişmekte olan ülkelerde ise aileler ve çocukları, yoksulluk, işsizlik, konut sorunu, altyapı eksikliği ve beslenme, sağlık ve eğitim olanaklarının yetersizliğinden kaynaklanan ek yoksunluklar yaşarlar. 1980'li yıllardan başlayarak 1990'lı yıllarda kent ailelerinin ve çocuklarının üzerindeki yükler giderek arttı. Bu yükler, başta Kenya olmak üzere pek çok Afrika ülkesinde kalkınmanın kesintiye uğramasıyla, Brezilya ve Filipinler gibi ülkelerde ise dış borçlar, enflasyon ve diğer ekonomik darboğazlar nedeniyle kent hayatı çocuklar ve aileleri için zorlaşmaktadır. Güney ülkelerinde, yoksulluk sınırı altında yaşayan ailelerin içinde bulundukları koşullar giderek ağırlaşırken, kuzey ülkeleri de uzun süren ekonomik durgunluk sonucu, oldukça gelişmiş bir düzeye ulaşmış olan sosyal güvenlik, sağlık ve eğitim hizmetlerinden kesintiler yapmak zorunda kaldılar. Tüm bu olumsuzlukların yanında yaşanan bireyselleşme ve aile destek sistemlerinin çökmesi sonucu hem kuzey hem güney ülkelerinde, kentlerde zor koşullar içinde yaşayan çocukların varlığı, hissedilir bir biçimde arttı.317 Batı toplumlarında çocuk suçluluğu sanayileşme ile orantılı olarak artış göstermiştir. Hiç kuşkusuz sanayileşme hızlı ve düzensiz kentleşmeyi birlikte getirir. Onun ürünü olan işsizlik, gelir dağılımında eşitsizlikler, geleneklerin 316 317 Phil Cohen, Modern Social Theory, London, 1968 nakleden Heidenson, a.g.e., s.50 Atauz, a.g.m., s.433 155 sarsılması, özellikle çocuk ve genç nüfusun artışı suça eğilim yaratır. Bu toplumsal etkenlerin ailelerde ve bireylerde yarattığı doyumsuzluklar, umutsuzluk ve çaresizlik duyguları, suça yakınlık yaratmaktadır. Örneğin, ülkemiz nüfusunun yüzde 42'sini 15 yaşın altındaki çocuklar oluşturuyor. Oysa Avrupa ülkelerinde nüfusun ancak yüzde 20'si 15 yaştan küçüklerdir. Buna karşılık gelişmiş ülkelerde çocuk ve gençler arasında suçluluk oranı, nüfus artışından daha hızla yükselmektedir318. Ailelerin sık sık yer değiştirmesi ve göçlerle çocukların suça yönelmesi arasındaki ilişkiler de incelenmiş ve sonuçta, geleneksel değerlere bağlı tutucu ortamlardan büyük kentlere göç eden ve kentlerde az gelirli işlerde çalışarak ekonomik yetersizlikler içinde kötü konut ve mahallelerde yaşayan ailelerde çocuk ve gençlerin suça eğilimlerinin arttığı bulunmuştur.319 Ekonomik, sosyal veya siyasal nedenlerle bireylerin yer değiştirmesine "göç" denir. Göçler geçici ya da daimi olmaktadır. Aynı ülkenin bir bölgesinden diğer bölgesine yapılan göçlere "iç göç" denilmektedir. Endüstri gelişmesi yüksek düzeye ulaşmış ülkelerde nüfusun büyük oranı sık sık yer değiştirmektedir. Yer değiştirmeler aileler, özellikle küçük çocuklar ve yaşlı kimseler için çoklukla baskı nedeni olmakta, çoğu zaman yeni bir çevreye uymakta ve yeni dostlar edinmekte zorluk çekmektedirler. Đç göçler beraberinde bazı sosyal sorunlara neden olmaktadır. Bu süreç içinde artan gecekondulaşma, kentsel hizmetlerin aksaması, işsizlik, göç edenlerin topluma uyumsuzluğu, kent kültürüne yabancılık ve kültürler arası çatışma gibi sorunlar yaşanmaktadır. 320 Kırdan kente göç olgusunun yarattığı en temel sorunlardan biri yığınlaşma sürecini yaşayan göçerlerin kent çevresinde hızla gecekondu kuşağını oluşturmalarıdır. Böylelikle bir taraftan kır özelliklerini kente taşımaya çalışan, öte taraftan kent özelliklerine uyum sağlamak zorunda kalan 318 Yörükoğlu, a.g.e., s.214. Elif Yılmaz, “Suçlu Kentin Çocukları: Đstanbul'da Suç Đşlemiş Çocuklar Sorunu” , III Aile Şurası Bildirileri 25-29 Mayıs 1998, Ankara, 1998, s.348 320 Đ.Hamit Hancı, “Çocuk Suçluluğuna Yol Açan Sosyal Bir Yara “Đç Göçler ve Çarpık Kentleşme”, Đzmir Tabip Odası Bülteni, Sayı 6, Mayıs-Haziran 1999, s.24-28 319 156 kırla kent arasına sıkışmış, yaşamlarında zaman zaman kente tepki, zaman zaman da kıra özlemi sergileyen bir alt kültür oluşmuştur. Bu gecekondulaşma önemli sorunları da beraber getirmektedir. Özellikle risk altında çocuklar için çok uygun bir ortamın oluştuğu gözlenmektedir. Gecekondulaşma, işsizlik, konut, çevre, trafik gibi sorunlarla birlikte temel sorunun yeni bir yaşam tarzından kaynaklanan uyumsuzluk sorunları olduğu görülmektedir. Bu uyumsuzlukta güç koşullardaki çocuklar için önemli bir zemin oluşturmakta, sokak çocukları ve suça itilmiş çocukların yüksek oranlara ulaştığı, istismarın yaygın bulunduğu görülmektedir.321 Bertoloni’ye göre değişik gelenek ve kültüre sahip bölgeler arasındaki göçler, toplumsal uyumsuzluğun başlıca nedenidir. Sonuç olarak Bertoloni şöyle demektedir “Çocuklardaki uyumsuzluk oranıyla göç arasındaki ilişki, göç edenlerin kişilik yapısına bağlı değildir, bu bireylerin toplumsallaşmaya entellektüel bakımdan, hazırlıklı olmayan kişiliklerine yapılan etkilerden doğmaktadır.”322 Kırsal kesimde çoğunlukla ilk kez suç işleyenlere rastlanmasına rağmen, kentlerde çeşitli suçları defalarca işleyenlerin sayısı çoğunluktadır. Kırsal kesimde suç işleyenlerin büyük çoğunluğu aynı bölgelerde doğmuş kişiler olmalarına rağmen, kentlerde suç işleyenlerin büyük bir bölümü kırsal alanda doğup, sonradan büyük kentlere göç eden kişilerdir323 Sosyal hayatta insanların tavırları ve hareketleri bazı kurallar ve otoriteyi belirleyen standartlara göre örgütlenmiştir. Sosyal norm adı verilen bu standartlara ve kurallara uyumu sağlamak için bunlardan sapmaları önlemeye imkân verecek esas ve temellerin tümüne “sosyal kontrol” adı verilir. Kırsal toplulukların bazı genel özelliklerinden ve kırsal-kentsel farklılıklardan söz edilebilir. Kentlerden farklı olarak köylerde gelenek, örf, 321 Polat, a.g.e., s. 555 Yavuzer, a.,g.,e., s. 212 323 Dönmezer, Kriminoloji, s.172 322 157 adet ve sosyal normlar fertlerin yaşayış ve davranışlarını yakından etkilemekte olup, fertler arası münasebetler sıcak ve şahsidir. Bu hususlar yardımlaşma ve dayanışma bakımından bir çeşit geleneksel sigortanın ve köyün mütecanis bir topluluk olmasının esasını teşkil etmektedir. Kırsal topluluklarda şahıs, hayatı boyunca belirli sayıdaki rollere sahip bulunmaktadır. Kentsel toplulukların müesseseleşmiş yapısı içinde güdümlü değişmeler daha kolaylıkla meydana gelmekte, fakat köylerde sosyal ve ekonomik değişmelerin meydana getirilmesi, köyün sosyal yapısı ve değerler sistemine bağlı olarak köylünün ferdî vaziyet alış ve karar alışlarıyla ilgili bulunmaktadır.324 Zamanla karmaşıklaşan toplum yapısı yüz yüze ilişkilerin yerini formal ilişkiler almaya başlamıştır. Bu durum büyük oranda aile yapısına da yansımıştır. Özellikle kentleşme süreci ile birlikte gençler üzerinde informal sosyal kontrol gücünü yitirmeye başlamıştır. Cemaat tipi toplumlardan nitelik ve nicelik olarak farklı sorunlarla karşı karşıya kalınan kentlerde, gençler ebeveynlerinin kontrolünden büyük ölçüde uzaklaşmış ya da tam aksine çevredeki sapmış davranış örneklerini gören ebeveynler çocuklarına çok daha sıkı bir sosyal kontrol uygulamaya başlamışlardır325. 1960–1978 döneminde Avrupa Ülkelerinde çocuk suçluluğunun gösterdiği gelişmeleri ve sebepleri tespit etmek üzere kurulan bir komite bu husustaki inceleme sonuçları “ Sosyal Değişme ve Çocuk Suçluluğu” ismiyle Konsey tarafından yayınlanmıştır. Bu Raporda kentleşme ve çocuk suçluğuyla ilgili şu tespitler yapılmıştır326: Kırsal bölgelerden kentlere göç eden aileler ve böyle bir genişleme bakımından ekseriya hazırlıklı olmayan bölgelerin oluşup büyümesi, çağın olayıdır. Suçluluğun nüfus artışı, iskân 324 Tugaç, a.g.e., s.294 Đçli ve Burcu: Đnformal Sosyal Kontorlün Sağlanmasında Ailelerin Gelir ve Eğitim Düzeyinin Önemi: Ankara’da Uygulamalı Bir Çalışma, s.53 326 Social Change and Juvenile Delinquency, European Comitte On Crime Problems, Strasbourg, 1979 nakleden Dönmezer, Kriminoloji, s. 263 325 158 yapısı ve kuşakların dengesiz dağılımı ile fonksiyon halinde bulunduğu ise bir gerçektir. Düzensiz kentleşme, nüfusun kültürel, ekonomik ve demografik bakımdan soyutlanmasına neden olmaktadır. Yeni kentler anomilik ve soyutlanmayı cesaretlendirmekte ve dayanışma ruhu kaybolmaktadır. Đstanbul Bakırköy Tutukevi'ndeki tutuklu bulunan çocuklarla ilgili olarak yapılan bir çalışmada, Tutukevindeki çocukların ailelerinin % 84 gibi önemli bir çoğunluğunun Đstanbul'da yaşamakta olduğu; Đstanbul dışında yaşayan aileler o tarihte Siirt, Zonguldak, Kars, Ağrı, Amasya, Kırşehir, Bursa ve Adana illerinde ikamet etmekte oldukları görülmüştür. Aileleriyle beraber Đstanbul'da yaşayan gençlerin ikamet ettikleri semtler ise sırasıyla Esenler, Maltepe, Avcılar, Güneşli, Çatalca, Nurtepe, Pendik, Parseller, Küçükköy, Ümraniye, Dudullu gibi alt ve Fatih, Ortaköy gibi alt-orta olarak değerlendirebileceğimiz gelir grubuna mensup ailelerin yaşadığı semt ve ilçelerdir. Yoksul çevrelerde yaşayan ve ekonomik olarak baskı altında bulunan çocuklarda, suç davranışının görülme nedenlerini şöyle sıralayabiliriz: Çocuğun sosyal ve ekonomik olarak bazı arzular taşıması ve bu arzulara yasal yollarla ulaşmak için fırsatların olmadığını düşünmesi, Đçinde bulunduğu durumdan memnun olmama, daha iyi duruma gelmek için karşılaştığı engellere karşı duyulan memnuniyetsizlik, Çok sayıda insanın sıradan eğitim ve geleneksel yollarla yüksek mevkilere gelme olasılığının kısıtlılığı karşısında çocuğun içine düştüğü ümitsizlik. 159 Tutukevi'ndeki çocukların % 16'sının ailelerinin başka illerde yaşıyor olmaları, onların evden kaçarak Đstanbul'a gelmiş ve burada var olma savaşı verirken başlarına gelen, yaşadıkları ya da yaşamak zorunda bırakıldıkları bir olay nedeniyle tutuklanmalarına yol açmaktadır. Kırsal kesimdeki ya da varoşlardaki evinden kaçarak kentin merkezine gelen ve karnını doyurmak için küçük hırsızlıklar yapan bir çocuğun, sokakta yaşama ve var olma savaşını sürdürebilmek için giderek daha büyük ve organize suçlara yönelmesi neredeyse kaçınılmazdır. Tek başına Đstanbul'a gelen bir çocuğun yiyecek, barınma gibi en temel ihtiyaçlarını karşılamaya çalışırken sokaklarda karşılaşacağı tehlike ve riskleri tahmin edebilirsiniz. Zaman içerisinde ister ısınmak, ister daha rahat dilenebilmek ya da hırsızlık yapabilmek için başladıkları tiner ve bally gibi uçucu maddelerin bağımlısı olan, yaşça kendilerinden büyük kişiler tarafından her türlü istismara maruz kalan bu çocuklar için günün birinde tutuklanmak nerdeyse kaçınılmazdır327. Kentleşme dolaylı yollardan da çocuk suçluluğunu etkilemektedir. Parçalanmış ailelerin çocuk suçluluğuna etkisini daha önce incelenmişti. Büyük kentler uzun süre çağdaş aile yapısının çektiği sıkıntıların tek sorumlusu olarak kabul edilmiştir. Çalışanlar neredeyse gün boyu evlerinden uzaklaşırken, bireyleri adı sanı olmayan kalabalık yığınlarında boğarken, iletişim kurma ve bir arada yaşama olanaklarını sınırlı tutarken, çekirdek aile en yalın anlamına indirgenirken karı-koca, bir ya da iki çocuk, kentleşme bireyler arasındaki sürtüşmeleri arttırıp, evlilik kurumunu sarsacaktır. Bu görüş apaçık ama yeni değildir328. 2.3.3.2 Okul Bugün için okul, çocuk suçluluğunu yok etmeye çalışan yardımcı bir kurum olarak kabul edilmektedir. Okulun çocuk hayatındaki düzenleyici rolü 327 328 Yılmaz, a.g.m., s. 348 Collange, a.g.e., s.32 160 çok yönlü olup; çocuğun fikren gelişimini sağlayacak ona toplum hayatının icaplarını öğretecek, düzenli çalışma alışkanlığını verecek ona zamanını iyi yönde değerlendirmesi alışkanlığını kazandıracaktır. Hatta ailelerin fonksiyonlarındaki kayıplar nedeniyle önemi son yıllarda daha da artmıştır. Okul toplumun ve yetişkinlerin çocuğun yaşamında doğrudan etkisinin görüldüğü bir ortam oluşturmaktadır. Böylece toplumsal değerlerin ve normların biçimlenmesine, kısaca toplumsallaşmaya önemli ölçüde katkıda bulunur. Okul, çocuğun akran gruplarıyla olan etkileşimine fırsat tanıyan bir ortam oluşturmasının yanında, çocuğun model almaya ve taklit etmeye çaba göstereceği kişilerle karşılaşmasına da olanak sağlar.329 Ancak içinde bulunduğumuz eğitim sisteminde çocukları ezen, kişiliklerini bozan, kendine güveni, yaratıcılığı yok eden, ağırlıklı olarak olumsuz insanların yetişmesine olanak tanıyan bir sistemin varlığı da söz konusu olabilmektedir. Đstanbul’da yapılan bazı çalışmaların sonuçları konu hakkında bir görüş oluşmasını sağlamaktadır. Đstanbul'da ortaöğretim kurumlarında dayak olgusunun %87'lere varan oranda çıkmaktadır.330 Her dört öğretmenden biri şiddete yönelmekte, her yüz çocuktan dokuz tanesi okulda şiddetle karşılaşmaktadır. Geleceğin toplumsal yapısını oluşturacak olan çocuklarımıza yönelik şiddetin bu denli yoğun yaşanması çocuklarımızın kişiliğini bozmakta, öğrenciler üzerinde onarılması güç olumsuz davranışlar ortaya çıkarmaktadır. Okullarda şiddet unsuru ile karşılaşan öğrencilerin bunu bir yaşam biçimi olarak benimsedikleri ve yaşamlarının ileriki yıllarında çok yoğun olarak uyguladıklarına ve çeşitli suçlara karıştıklarına tanık olmaktayız. Bununla birlikte XVII. yüzyılda Victor Hugo : “ Bir okulun yapılması bir hapishanenin kapanması demektir” sözüyle eğitim ve suçluluğun arasında doğrudan bir ilişki olduğunu vurgulamıştır. Okul ve suçluluk arasındaki ilişkide iki önemli faktör söz konusudur. Birincisi, 329 330 Sevük, a.g.e., s.51 Polat, Çocuk ve Şiddet, s.556 161 yetenek eksikliğinden veya öğrenme güçlüğünden kaynaklanan okul başarısızlığı, diğeri de eğitim uygulamasından uzaklaşma yani okula devam etmemedir. Okul başarısızlığı, bir toplumsallaşma gücü olarak okulun, çocuk üzerindeki önemini yitirmesine, dolayısıyla yetersiz toplumsallaşmaya yol açar.331 Birçok araştırmacı, eğitim sisteminin suç oranının yükselmesinde sorumluluğu olduğu kanaatindedir. Örneğin son yıllarda yapılan, suçlu ve suçlu olmayanların okul kayıtlarının karşılaştırıldığı okul başarısı ve suçluluk konusundaki bir araştırma sonucunda, okuldaki başarısızlığın veya okuldan ayrılmanın anti-sosyal davranışa neden olduğu belirlenmiştir.332 Okulu terk eden gençler bu kez çalışma yaşamında bir başka savaşıma giriyorlar. Batı Avrupa ülkelerinde değil okulu terk eden, okulu bitirmiş bir yabancı genç için bile iş bulmak büyük bir sorundur. Birçok göçmen genç, ilkel bazı işleri bile bulamamaktadır. Đsveç'te yabancı gençlerde işsizlik oranı ulusal ortalamanın dört katıdır. Okulu terk eden ve iş bulamayan gençlerin bir bölümü küçük suçlara ya da uyuşturucu madde kullanmaya yönelmekte, buna sıkıntı ve kırıklıklarına bir çıkış yolu olarak başvurmaktadırlar. 15 Mart 1982 tarihli Newsweek dergisinin «Avrupa'nın Göçmen Çocukları» başlıklı araştırmasında, Batı Almanya'daki Türk toplulukları arasında esrar, eroin ve uyarıcı hapların yaygın bir biçimde kullanıldığı ileri sürülmektedir.333 Ülkemizde okur-yazar oranının artmasına rağmen özellikle son zamanlarda çocuk suçluluğu artmaktadır. Bu nedenle okur-yazarlığın çocuk suçluluğunda salt bu haliyle doğrudan etkisi yoktur. Esasen Avrupa devletlerinde de okuma yazma oranı çok yüksek olduğu halde çocuk suçluluğuna yüksek oranlarda rastlanmaktadır ve genç nüfus sayısının 331 Uluğtekin, Hükümlü Çocuk ve Yeniden Toplumsallaşma, s.45 W. Frank Jerse, M. Đbrahim Fakouri, Juvenile Deliquency and Akademic Defiency, Contemporary Education, 1978, s.108-109 333 Yavuzer, a.,g.,e., s. 221 332 162 azlığına rağmen artış göstermektedir. 334 1967 yılında yapılan bir araştırma sonucunda okulda başarısız olan çocukların, başarılı olanlara nazaran yedi defa daha fazla suçlu olma olasılığı olduğunu göstermiştir. Daha sonra Hirschi, 1971‘de Empey ve Lubeck’in araştırmaları da bunu doğrulamıştır.335 Ayrıca, Glueckler, karşılaştırmalı araştırmalarında suçlu çocukların suçsuzlara göre daha çok yıl kaybettiklerini (sınıfta kaldıklarını) ortaya koymuşlardır. Okulda hiç yıl kaybetmeyenlerin oranı suçlu grupta % 15,6 iken suçsuz grupta ise bu oran % 33 tür. Buna karşılık üç ya da daha çok yıl yitirenler suçlu gurubun % 20,8’ini, suçsuz grubun ise % 10,4, ünü oluşturmaktadır. Aradaki farklar anlamlıdır. Glueck’lerden önce Kvareceus suçlu olanların, suçsuzlara göre daha yüksek bir oranda okulda başarısız olduklarını gösterdi. Polk ve Halferty, suçlulukla okuldaki başarı ve okula karşı olumlu tutumu ifade eden “bağlanma” faktörü arasında olumsuz yüksek ilişkiler bulmuştur. Başka bir deyişle suçluların okulda aldıkları notlar düşüktü. Okulda başarısız olduklarına inanıyorlardı ve okulu sıkıcı buluyorlardı. Yüksek eğitim yapmak istemiyorlardı; ev ödevleriyle başları hoş değildi. West, okul başarısızlığının suçlu çocukların en belirgin özelliklerinden biri olduğunu belirterek; Gold’un araştırmasında, suçsuz olanlarla zeka düzeyi açısından hiçbir fark göstermeyen suçlu çocukların, okulda suçsuz çocuklara göre daha başarısız olduğunun saptandığını ifade etmektedir.336 CORRĐGAN ise Sunderland’de iki okulda 14–15 yaşlarında işçi sınıfı çocuklar üzerinde çalıştı ve bu çocukların kavga ve futbol holiganlığıyla ilgili olarak neden bu kadar çok zaman harcadıklarını açıklamak için tarihi materyalist perspektifi kullandı. CORRĐGAN’A kavgalar için çocuklara konuşma fırsatı verilirse, cumartesi sıkıcılığı çerçevesinde onlar kendileri için heyecan yaratıyorlardı. Bu öyle bir eylemdi ki, bunun alternatifi büyük ihtimalle hiçbir şeydi. Çocukların canı sıkılmıştı çünkü onların zorunlu okul deneyimleri oldukça konu dışı, ilgisiz ve duygusuzdu. Đşçi sınıfı gençlik için 334 Gölcüklü, a.g.e., s.1 Sevük, a.g.e., s.52 336 Uluğtekin, Hükümlü Çocuk ve Yeniden Toplumsallaşma, s.46 335 163 eğitim, olumlu manada iyi olmaktan oldukça uzaktı, 19 yüzyılda burjuva tarafından onların üzerine sosyal kuralları ve hiyerarşinin empoze edilmesi durumuydu.337 Öğrenme güçlüğü, birinden beklenen başarı ile o şahsın gösterdiği başarı arasındaki uyumsuzluk olduğu zaman ortaya çıkmaktadır. Ancak öğrenme güçlüğü ile ortaya çıkan başarısızlık ile suça yönelme konusunda yapılan araştırmalar bu ikisi arasında nedensel bir ilişki kurulamayacağını göstermiştir. Okuldaki başarısızlığın en önemli sonucu kişinin kendisine olan saygısını ve inancını yitirmesidir. Okuldaki yeterliliği ve özsaygıyı ölçen değişkenler, başarılı öğrencilerin kendilerine olan davranışlarında daha iyi olduğunu göstermektedir.338 Bazı araştırmacılarda, eğitim sisteminin bizzat kendisinin, suçlu davranışa katkıda bulunduğunu savunmaktadır. Çocuklarında aykırı bir eğitimden geçirilen kişilerin gördüğü sağlıksız eğitim, içlerinde toplumdan öç alma duyguları uyandırmış; insanlara besledikleri kinde onları suça itmiş olabilmektedir. Ama belki de bu çocuklar, çocukken sürekli değişen eğitim görevlilerince eğitilmişler, karşılarında kendilerini sürekli örnek alacak kimse bulamamış veya katı kurallara göre yani hatalı eğitilmiş, doğru dürüst eğitimden geçirilmemiş, bu da onların ilerde suç işlemesine yol açmıştır.339 Sonuç olarak, bir toplumsallaştırma kurumu olarak okulların işlevi son derece önemlidir. Okul, bir sosyal kurum olarak gerektiğinde bir aile ve yakın çevrenin veremediği olumlu etkileşim ortamını hazırlayan, bu boşluğu dolduran bir kuruluştur.340 Okul, bu önemli işlevini gereği gibi yerine getirebildiği ölçüde başarılı sayılır. Okul tek başına suçluluk problemini kontrol edemez, 337 Paul Corrigan: Schooling The Smash Street Kids, London,1979 nakleden Heidenson, a.g.e., s.50 Sevük, a.g.e., s.52 339 Hans Zulliger, Suçlu Çocuklar ve Çocuk Mahkemeleri, Çev. Kamuran Şipal, Đstanbul, 1996, s.27 340 Yavuzer, a.,g.,e., s. 167 338 164 2.3.3.3 Đş Çevresi Kendi isteği ile çalışan çocuk yoktur. Çocukluk, oyun, öğrenim ve yetişme çağıdır. Çocuğun gün boyu bir işte çalışmaya zorlanması onun eğitimini, sağlığını ve beden gelişmesini bozmakla kalmaz, kişilik gelişimini de etkiler. Çocuğun becerileri artsa bile zihinsel yetenekleri belli bir düzeyde saplanıp kalır. Öğrenime en yatkın yıllar, eve giren az bir gelir karşılığında yok olup gider. Bu nedenle uzun dönemde çocuk çalıştırmak çok verimsiz bir yatırımdır. Öğrenimi engellenmiş bir çocuk ömür boyu işçi ve emekçi kalmaya mahkûm edilmiş demektir. Ne var ki çocuklar tarih boyu çalıştırılmışlardır. Karın tokluğuna işe koşulup sömürülmüşlerdir. Tarlalarda, fabrikalarda itilip kakılarak, dövülerek güçlerini aşan işlerde sağlıklarından ve canlarından olmuşlardır341. Ailenin ekonomik yetersizliği ve/veya çocuğun okuldaki başarısızlığı çocuğun erken yaşlarda iş hayatına sürüklenmesine neden olmaktadır. Gelişmiş ülkelerde işsiz gençlerin sayısındaki yüksek oranlar, (özellikle etnik azınlıklar arasında) genç insanların durumunu değiştirdi ve parçaladı. Bazı durumlarda gençlerin potansiyel tehditleri hakkındaki daimi korkular o kadar büyüktü ki farklı alanlara uzandı342. Kentsel hizmet ve istihdam olanaklarının yetersizliğine karşın, kırdan kente göç, ortaya çıkan işsizlik ve yoksulluk gibi sorunlar çocukların çalışmasında önemli etkiye sahip unsurlardandır. Kırsal, geleneksel toplumdan kaynaklanan ve çocuklara ekonomik değer atfeden toplumsal tutumlar da çocukların erken yaşta çalışmalarına neden olmaktadır. Toplumumuzun özelliği, kültürü ve değerleri gereği “çocuğun küçükken 341 342 Yörükoğlu, a.g.e., s.220 Heidenson, a.g.e., s. 59 165 pişmesi” veya uzun eğitim yerine kısa yoldan ekmek kazanmayı, zor yaşam şartlarını öğrenmesi anlayışı onları çalışmaya itmektedir.343 Onları erken yaşta hayata hazırlamanın en geçerli yolu, bir zenaat öğrenmesi için bir işyerine çırak olarak yerleştirmektir. Bu olmaz ise, çocuğun eline bir simit tablası, bir çiklet kutusu ya da bir sandık limon tutuşturulup sokağa salmak zorunda kalınır. Bu çocukların bir bölümü, yetişkin şebekeleri eliyle sokaklarda karaborsa ya da kaçak sigara satıcılığına yöneltilmekte, böylelikle de çocuklar kendilerini bir suç şebekesi içinde bulmakta ve suçlu damgası yemektedirler.344 Uluslararası Çalışma Örgütünün 1980 raporlarında dünyada okul çağında olup da okula gidemeyen ve çalıştırılan çocukların 52 milyon dolayında olduğu belirtilmektedir. Bu 52 milyon çocuğun ancak bir milyonu Avrupa ve Kuzey Amerika ülkelerinde, geri kalan 51 milyonu Asya ve Güney Amerika ülkelerinde yaşamaktadırlar345. Gelişmekte olan ülkelerde 10-14 yaşları arasındaki çocukların %l 8'inden fazlası, Latin Amerika'da en az %7'si, Asya'dakilerin %l 8'i, Afrika'dakilerin %25'i çalışmaktadır. Günümüzde, çalışmaya hazır çocuk sayısı ile birlikte çocuk işçilere talep de artmaktadır. Birçok ülkedeki çocukların ekonomik bir değere sahip oldukları kanısı, nüfus artışının başlıca nedenlerindendir. Afrika ile Asya'nın bir bölümü, hızlı nüfus artışı, savaş ve açlık yüzünden sıkıntı çekmekte, kıtlıkla karşı karşıya kalmaktadır. Gelişmekte olan ülkelerden bazılarında işsizlik oranları %20-30 olabilmekte ve 100-200 milyon çocuk işçi, 2.4 milyarlık dünya istihdam potansiyelinin %48'ini temsil etmektedir. Çocuk işçilerin yetişkin işsizlerin yerini almasıyla, bir çok ülkede istihdam açısından gelecekle ilgili etkilenmektedir.346 343 Akyüz, a.g.e, s.514 Yavuzer, a.,g.,e., s. 238 345 Yörükoğlu, a.g.e., s.223 346 Zeynep Türkmen, Bülent Đlik, Sokakta Çalışan Çocuklar, Ankara, 1984, s.5 344 beklentiler olumsuz 166 DĐE’nin 2005 yılı 27 Đl Güvenlik Birimlerine Gelen Veya Getirilen Çocuklar yayınına göre 2002 yılında 2262, 2003 yılında 4444, 2004 yılında 3566 ve 2005 yılında 4602 sokakta çalışan çocuğa işlem yapılmıştır. Bu çocukların tamamı kent kökenli olup, sokakta çalışan çocuklar kentlere özgü bir sorundur. Zaten kırsal alanda çocuklar, aile için ücretsiz tarım işçisi olarak üretime katılmaktadır. Ankara’da yapılan bir saha araştırmasında, ankete katılan sokakta çalışan çocukların çoğunluğu ( % 86.40) polis ile ilgisinin olmadığını belirtmiştir. Buna rağmen çocukların % 13.60'nın polisle ilgisinin olduğu saptanmıştır. Ancak yapılan görüşmelerde bu çocukların yanlışlıkla veya yanlarında nüfus cüzdanı bulundurmamalarından dolayı polislerle başlarının derde girdiği saptanmıştır.347 Ülkemizde sokakta çalışan çocukların suç işleme eğilimlerini değerlendiren, yeterli bir çalışmada yoktur. Çocuğun iş hayatına vaktinden önce karışması onun çeşitli evrelerle temasa gelmesini ekonomik güdülenmelere vaktinden önce maruz kalmasını, eğitim yoluyla kötü etkilere direnmeyi sağlayacak manevi desteklerden yoksun duruma düşmesini sonuçlanmakta ve suça yöneltmek hususunda önemli bir etmen niteliği göstermektedir.348 Ekmek parası kazanma savaşını veren çocukların erken olgunlaştıklarını ve bedenlerinin normal sağlıklı gelişmesini yapamadıklarını bunun sonucu olarak da ruhlarının sakatlanmaktadır. Bu dengesiz yaşam ve geleceğe ilişkin güvensizlik onları sadece uyum bozukluğuna itmekle kalmamakta, aynı zamanda çeşitli davranış bozukluklarına da neden olabilmektedir. Böylece erken yaşlarda suça yönelme olasılığı artmakta, çalışan çocuklar kesimi büyük bir potansiyel suçlu grubunu oluşturmaktadır.349 Yetersiz ekonomik koşulların ortaya çıkardığı önemli problemlerden bir tanesi de işsizliktir. Đşsizlik farklı yönleriyle suçluluk üzerinde bir takım etkiler yaratabilir. Đşsizlik insanda bir takım ruhi bunalımlara ve yoksulluğa 347 Türkmen ve Đlik, a.g.e., s.40 Dönmezer, Kriminoloji, s.297 349 Yavuzer, a.,g.,e., s. 210 348 167 sebebiyet vermektedir. Bu sonuçlar ise insanın karşılaştığı zorluklarla baş edebilme yetisi zayıflatmaktadır. Açıklayalım ki, bugünün uygar toplumlarında etkili olarak uygulanan sosyal mevzuat, işsizlik sigortaları, işsizliğin ekonomik yönden suça etkisini çok azaltmıştır. Bununla beraber iş insanın ruhi dengesinin bir unsurudur ve ekonomik yönünden ayrı olarak da kişinin normalden sapan fiilleri üzerinde etki yapmaktadır. Đşsizlik kişinin duygusal yönden dengesizliğini sonuçlanmaktadır.350 Ancak çocuğun bir işte çalışmasıyla suçluluk arasındaki ilişkiler konusunda araştırma yok denecek kadar azdır. Gueck’ların yaptıkları araştırmaya göre, suçlu ve suçsuz çocuklar arasında okul sonrası iş açısından yaptıkları karşılaştırmalar sonucunda suçluların % 84,4’ünün, suçsuz gruptakilerin ise % 78,3’ünün çalıştıklarını göstermiştir. Okul sonrası yürütülen bu işlerin çoğunluğu seyyar satıcılık, gazete dağıtıcılığı, evlere servisle görevli bakkal çıraklığı gibi herhangi bir yetişkin kontrolünde ve korumasında olmayan işler oluşturmaktadır. Fabrika da işçi ya da denetim altında bir işi olanların oranı daha düşük olup, suçlu grupta % 9,4, suçsuz grupta, % 27 olarak görülmektedir.351 2.3.3.4 Aile- Okul-Đş Dışındaki Ortam Endüstrileşme ve kentleşme genellikle boş zamanın kullanımı ve yapısında değişikliği yol açmaktadır. Özellikle kentleşmiş alanlarda boş zaman, aileden çok yaşıtlarla harcanır. Yaşıtlarla arkadaşlık ise ani suçların işlenme riskini artırdığı yolunda endişeler uyandırmaktadır. Yapılan bir 350 351 Dönmezer, Kriminoloji, s.298 Uluğtekin, Hükümlü Çocuk ve Yeniden Toplumsallaşma, s.48 168 araştırma sonucunda hızlı kentleşmenin yaşandığı yerlerde çocukların kırsal kesime nazaran çok daha fazla boş zamanın olduğu ve bu boş zamanın yetişkinlerden çok kendi akranlarıyla geçirdiği görülmüştür. Ayrıca çocuklarla yapılan bu görüşmeler neticesinde onların daha çok grup faaliyetinde bulundukları tespit edilmiştir.352 Aile ve okul dışında, iyi düzenlenmemiş boş zaman etkinlikleri, çocuklara suç işleme fırsatları yaratmaktadır. Ailenin, çocuklarına boş zamanlarını iyi değerlendirmesi için ortam hazırlamaması veya hazırlayamaması, çocuğu sokağa itmekte, oyun grupları ve çeteler halinde birleşerek suç işlemesine neden olmaktadır. Çocuklar ve gençler tarafından işlenen suçlar arasında iştirak oranının pek yüksek derecede olması, çocuk suçluluğu ile oyun grubu arasında bir nedensellik bağının olduğunu yolunda araştırmacıları sevk etmiştir. Kriminolojide, suçluluğun sosyokültürel nedenlere dayandığını ileri süren görüşler, suçluluğun oluşumunda “çocuk çetelerine” ve “arkadaşlığa” üstün yer vermektedirler. Uygunsuz kimselerin toplandığı arkadaş ve oyun gruplarına katılmak, özellikle kanunların yasak saydığı birtakım işleri yapma konusunda alışkanlık edinmiş çocukların grubuna katılmak suçluluk örneklerinin yayılmasına neden olmaktadır.353 Çocuk ve gençlerin boş zamanlarının bir bölümü eğlenceyle geçmektedir. Ancak denetime tabi tutulmamış ve özellikle ticari amaçlar güden eğlencelerin çocuklar üzerinde tahrip edici etkileri olduğu ve suçu artırdığı, buna karşılık sağlıklı ve programlı bir eğlencenin suçluluğu önleyici katkı sağladığı kabul edilmektedir.354 1856 yılında Turner gençlik suçluluğunun çocuk çetelerinde hakim olan arkadaşlık duygusunun yarattığı birlik bilinci sonucu ortaya çıktığını ve bunun Londra için özel problemler yarattığını söylemiştir355. 352 Sevük, a.g.e., s.55 Sulhi Dönmezer, “Çocuk ve Gençlik Suçluluğunda Boş Zamanların Rolü”, ĐÜHFM, Đstanbul, 1964, s.4 354 Yavuzer, a.,g.,e., s. 242 355 Tülin Đçli, Türkiye’de Suçlular, Ankara,1992, s.35 353 169 Ülkemizde de çocukları oluşturduğu sokak çetelerine rastlanılmaktadır. Sokak çetelerini de sokak çocukları içinde ele almak mümkünse de daha çok 15 yaş üstü çocuklardan oluşmakta ve organize bir biçimde sokaklarda bulunmaktadırlar. Bu çocuklarda agresif davranışlar ön plana çıkmaktadır. Eski binalarda otogar ve tren istasyonu gibi yerlerde bulunmaktadırlar. Üzerlerinde bıçak taşıdıkları ve uçucu madde kullandıkları için tehlikelidirler. Art niyetli yetişkinler tarafından kullanılabilmektedirler356. Willis analizlerini okul alt kültürüne ve çocuk suçluluğuna yoğunlaştırdı. Midland’de bir lisede yaptığı çalışmalarda, o otorite karşıtı bir okul alt kültürü olan “The lads”ı takip etmeyi ve gözlemlemeyi seçti. “The lads”, çekici olmayan bir gruptu, ırkçı, karşı cinsin daha zayıf olduğuna inanan, kabadayı erkeklerden oluşan bir gruptu. Willise’e göre onlar okul ve otorite karşıtı olmakla göze batan kendilerine has değerlerini geliştirdiler. Fakat bunun kapsamı oldukça sınırlı ve paradoksaldı. Onlar okuldayken gülmekten, diğerlerine takılmaktan, diğer çeşitli eğlencelerden zevk alırlarken, onlar okul yaşamına yabancılaştılar, onların batışı bir maço dayanışmasıydı, kesinlikle onlar ayrıldıklarında el işlerinde çalışmayı kabul ediyorlardı. Willis alt kültür çalışmalarına önemli bir bakış açısı kazandırdı, fakat onun çalışmalarının farklılığı sosyal sınıf, okul ve sapkınlığın politik ekonomisinde yaşanan ve paylaşılan tecrübeler arasında bağlantı kurmasında yatar357. Aynı şekilde ülkemizde çok büyük yankı uyandıran Hrant Dink’in 17 yaşında bir çocuk tarafından öldürülmesi olayında Ertuğrul Özkök bir alt kültürün izini sürmektedir. “Hiç kendinize sordunuz mu: “Niye bunları atıp delilleri yok etmemiş? Cevap çok basit. Trabzon’a dönüyor. Orada arkadaşlarına övüne övüne “Hrant Dink’i ben öldürdüm’ diyecek. Büyük ihtimalle arkadaşları 356 357 Esmek, a.g.m., s.600 Heidenson, a.g.e., s.49 ‘atma lan’ diyerek dalga geçecekler. Yani 170 inandıramayacak. Đşte o nedenle delileri de getiriyor. Sırf arkadaşlarını ikna edebilmek için.358” Fransa’da gençlik çetelerin genel özellikleri şu şekilde özetlenebilir. Fransa’da gençlik çeteleri yeni bir fenomen olmasa bile, bununla birlikte içerisinde geliştiği genel durum açısından bugün ve geçmiş arasında önemli farklılıklar bulunmaktadır359: Đşsizlik ve istikrarsızlık halkın ikamet ettiği mahalleleri çok önemli şekilde etkilemiştir. Çetelere giriş imkânlarını arttırmış ve çetelerden uzaklaşma düşüncelerini kesinlikle sınırlandırmıştır. 1980‘li yılların başından beri, gençlerin, katılımcıların yaşına ve şebekelerin tipine bağlı olarak çeşitli suç alanlarına yönlendirilmesine izin veren, yasadışı uyuşturucu pazarları çoğalmıştır. Bu şebekeler içerisinde yan görevlerde bulunan genç çocuklar böylece para kazanmaya başlayabilmektedirler ve bu da daha yasal toplumsallaşma şekillerine alternatif oluşumların kurulmasını ve çetelere giriş tarzını oluşturabilmektedir. Eğitimin yoğunlaştırılması, kontrol yöntemlerinin iyileştirilmesi ve okuldan kaçışın cezalandırılması, okul ortamında gençlerin şiddet eylemlerine yoğunlaşmasına neden olmuş ve bizzat okul çevresinde gözlemlenebilen bir araya gelme eğilimlerini geliştirmiştir. Önceki yıllarda gözlemlenen genç grupların tersine, 1980‘li yıllarda karşılaşılan çetelerin bir kısmı Antil, Mağrib ve Kara Afrika göçmenlerinden çıkan gençlerden oluşmaktadır. Yabancı kökenli genç figürü toplumsal tehlikenin eş anlamlısı olmaktadır. Etnik kimlik özellikle çete üyesi olan gençlerde gelişmiştir. Bu 358 359 Ertuğrul Özkök, Hürriyet Gazetesi (23 Ocak 2007), Fikret Tiren, “Fransa’da Gençlik Çeteleri”, Polis Dergisi, Ocak-Mart 2004, Yıl 10, Sayı 38, s.477 171 da bizler ve onlar arasındaki ayrımı kuvvetlendirmiş, etnik kimliklerine göre, Arap Fransızlar, Beyaz Fransızlar ve Zenci Fransızlar şeklinde kendini gösteren bir sınıflandırmaya sebep olmuştur. Toplu taşıma şebekelerini geliştirerek Merkezi değiştirilen mahallelerin dışarıya taşınması işlemlerinde kamu güçlerinin anlamsız etkisi, olağan tüketim şekilleriyle erişme hakları olmayan fakir mahalle çocuklarını tüketim mallarıyla karşı karşıya bırakmak olmuştur. Kenar mahalleler artık, geçmişte olduğundan daha iyi bir şekilde kent merkezlerine bağlanmakta ve daha önceleri banliyölerde vuku bulan olaylar şimdi daha görünür sosyal çevrelerde meydana gelmektedir. Bu, Paris, Strasburg ve Lille kentleri’nde gözlemlenen durumdur. Günümüzde, gençler ve yeni yetişenler gençliğe özgün taşkın gösterileri daha az hoş gören bir toplumda coğrafi olduğu kadar zaman olarak da özgürlük alanlarına sahiptirler. Gurup halinde suçluluk bazen çok küçük gençleri ilgilendiren çete teşekkülü dâhil (tesadüfî veya daha sabit) sosyal hayata bırakılmış bu alanlarda yer almaktadır. Onlar aralarından birçoğu için grup halinde yaşamanın ilk öğretisini oluşturan özellikle toplumsal şekilleri yaşamaktadırlar. Batı'da amaçsız, çocukça suç işleyen çocuk çeteleri, toplumsal bir sorun oluşturmaktadır. Ülkemizde bu anlamda çocuk çeteleri pek sık görülen bir olgu değildir. Bizde bu yaş grupları daha çok, oyun grupları, klikler olarak adlandırılırlar. Oyun grubu, zamanla çocuğun yaşamına hükmetmeye başlar. Ona birtakım kavramlar kazandırır. Bunlardan bir bölümü doğru, bir bölümü yanlıştır. Bir gruba ait olma, çocuğa sadece arkadaş ve eğlence sağlamakla kalmaz, fakat aynı zamanda ona gurur ve statü duygusu da verir. Kollektif ve kurallı oyunların egemen olduğu çocukluğun son dönemlerinde, çocuklarımızın organize oyunlar için mahalle ve sokak aralarını seçtiklerini 172 görmekteyiz. Büyük kentlerde yaşayan çocuklarımız için, ne yazık ki, yeterli oyun alanları bulunmamaktadır.360 Bu durumda haliyle birçok problemi bir arada getirmektir. 2.3.3.5 Kitle Đletişim Araçları Bugünün dünyasında dergi, gazete, kitap gibi basın-yayın araçları ile radyo, sinema, televizyon, video filmleri gibi görüntülü ve sesli olan kitle iletişim araçları insanlara bilgi aktarımında bulunmaktadır. Đletişim araçları bilgi aktarımının yanı sıra bireylerin ve toplumun yaşamını değiştirecek davranış değişikliklerinin ortaya çıkmasına neden olur. Ortak amaçların, beklentilerin, duyguların, düşüncelerin, değerlerin, inançların, tutumların ve eylemlerin oluşmasına katkıda bulunur. Avrupa ülkelerinde yayın yapan televizyon kanallarında, kanal başına saatte ortalama beş tane şiddet sahnesine yer verildiğini belirtmektedir. Bu rakam sırf Alman televizyon kanallarında haftada 3500 adet şiddet sahnesi anlamına gelmektedir. Eğer televizyon seyredenler kanallar arasında gidip gelirse, bir cinayet sahnesini izleme olasılığı daha da artmaktadır. Alman kanallarında günde ortalama 70 tane cinayet sahnesi gösterildiği belirlenmiştir. ABD'de bu rakam daha da fazladır. 1990'lı yıllarda yapılan bir araştırmaya göre ABD'deki televizyon kanallarında, kanal başına saatte ortalama 10 tane şiddet sahnesi düştüğü saptanmıştır. Amerikan seri filmlerinin, Avrupa seri filmlerinden sayısal yönden daha fazla şiddet içerdiği 360 Yavuzer, a.,g.,e., s. 110 173 de belirlenmiştir. Ama sayısal fazlalık, şiddetin kalitesini belirlemeye yetmez361. Kitle Đletişim araçlarının kriminojenik etkileri üzerine araştırmaların çoğu, özellikle sinema ve televizyon programlarında görülen şiddet üzerine yoğunlaşmıştır. Gerçek ile kriminojenik potansiyel ve saldırgan olarak düşünülen iki ayrı boyutun birbirine karışması riski söz konusunudur. Ancak yapılan araştırmalarda, daha çok kitle iletişim araçlarının çocuk suçluluğuna dolaylı etkisinden söz edilmektedir.362 Şiddet ve medya bağlamında tartışmalar yoğun bir şekilde yapılmaktadır. Özellikle sosyologlar ve psikologlar arasındaki çetin mücadele sürüp gitmektedir. Psikologlara göre, medyanın sunduğu şiddet sahneleri, insanları psikolojik yönden etkileyerek, toplum içinde şiddet olaylarının artmasına yol açıyor. Buna karşın sosyologlar, olayı daha geniş kapsamda ele alarak, sadece psikolojinin değil, aynı zamanda aile, yaşam koşulları, konut durumu gibi birçok faktörle birlikte ele alındığı takdirde, medya ve şiddet arasındaki bağlantıların daha doğru bir şekilde açıklanabileceğine inanıyorlar363. 1995 yılında ABD’nin Teksas eyaletinde televizyonda "Robin Hood" çizgi filmlerini izleyen 13 yaşındaki çocuk, Noel’de bütün çocukların oyuncağa kavuşması için babasının tüfeğini alarak bir oyuncak yüklü kamyonun önünü kesip, aracın sürücüsünü yaralamıştır. 1996 yılında yine Amerika Birleşik Devletlerinde 14 yaşında bir çocuk, şiddet öğeleri içeren bilgisayar oyununu izledikten sonra arkadaşını öldürmüş daha sonrada kendini vurmuştur. Amerika’da televizyonun en yoğun izlendiği saatlerde, izleyici kitlesinin yaşadığı semtlerde 85 saatlik izleme sürecinin ardından 84 öldürme olayı olduğu belirlenmiştir. 2-7 yaşlar arasında yaklaşık 26 milyon çocuğun izleyebileceği saatlerde yayınlanan şiddet içerikli filmlerin ardından 361 Đsmail Tufan, “Medyada Şiddet: Medyanın Sunduğu Şiddet Sahneleri Đnsanları Şiddet Eylemine Sürükler mi?”, Polis Bilimleri Dergisi, Cilt 5, Sayı 3-4, 2003, s.135 362 Sevük, a.g.e., s.57 363 Tufan, a.g.e., s.137 174 163 dakikada bir şiddet olayı meydana gelmiştir. Đngiltere, Fransa ve bazı ülkelerde yapılan araştırmalar televizyonda şiddet içerikli film izleyen çocukların tepkilerini farklı biçimlerde ortaya koydukları saptanmıştır.364 1939 yılında Chicago’da gerçekleştirilen bir araştırmada, kentte eğlence yerlerinde boş zamanlarını geçirmiş bulunan çocukların, boş zamanlarını burada geçirmeyenlere göre daha az suç işlediği ortaya çıkmıştır. Yani yapılan araştırma sonucunda kontrollü ve programlı eğlence faaliyetlerin suçu önleyici etkilerinden söz edilmektedir. Ne zaman ki çocuklar kendilerini boş hissettikleri, yapacak bir iş bulamadıkları zaman yeniden suç işlemeye başlamaktadırlar.365 Kitle iletişim araçlarından belki de en önemlisi olan televizyonun çocuklar üzerindeki olumsuz etkileri şu şekilde özetlenebilir. Çocuğun sosyal, fizyolojik ve psikolojik gelişimini olumsuz yönde etkilemekte, derslerini ihmal etmesine neden olmakta, televizyon ekranlarında sergilenen aşırı ölçüde açık saçık sahneler, pornografik görüntüler ve erotik filmler, çocuklardaki cinsel dürtülerin normalden önce uyarılmasına ve onların çevrelerine karşı erken cinsel ilgi duymalarına yol açmaktadır. Bütün bunlar ise çocukların buluğ çağına, olması gerekenden çok daha önce girmesine neden olmaktadır. Ayrıca televizyon bireylerin; aile iç ilişkilerin sağlamlaştırılmasına, bu ilişkilere derinlik kazandırılmasına, aileyi oluşturan bireyler ararsındaki iletişim ve etkileşimin etkin ve kalıcı kılınmasına yardımcı olacak; bütün bunların sonucunda da sağlıklı bir aile ortamı oluşturabilmesi ve sürdürülebilmesine olanak sağlayacak zamanlarını çalmaktadır. Özellikle çocuklara yönelik olarak hazırlanan ve baş döndürücü görsel ve işitsel efektlerle sergilenen reklamlar, çocukların tüketim dürtülerini uyarıp, sahip olma duygularını harekete geçirmektedir. Bu durum ise çocukların tüketim eğilimlerini arttırmakta, deyim yerindeyse onları tüketim kölesi haline getirmektedir366. 364 Çocuk, Şiddet ve Suç, Kitle Đletişim Araçları, 12.04.2007, http://www.egitimsen.org.tr/yayinlar/siddet.htm Yavuzer, a.,g.,e., s. 242 366 Ali Arslan, “Bir Sosyolojik Olgu Olarak Televizyon”, Uluslararası Đnsan Bilimleri Dergisi, www.insanbilimleri.com, Ulaşma tarihi 23.03.2007 365 175 Ayrıca konu ile ilgili olarak Feshbach tarafından 1965 yılında yapılan bir araştırmada, kendisine şiddet filmi seyrettirilen yetişkin grubunun filmi izledikten sonra normal film izleyenlere nazaran daha az saldırgan olduğunun tespit etmiş ancak bu deney çocuklar üzerinde uygulandığında bunun tam aksine şiddet filmi izleyen çocukların daha fazla saldırgan oldukları görülmüştür 367. Mafya dizilerinin ülkemiz gençliği üzerindeki etkilerini araştıran bir araştırma da, lise gençliğinin %71.6’sının yerli dizilerdeki en az bir karakteri kendisine örnek aldığı veya bunu kendisine modellediği ortaya çıkmıştır. Yine aynı araştırmanın bulgularına göre gecekondu ağırlıklı semtlerde ikamet eden ve öğrenim gören gençlerde modelleme davranışı daha yoğun bir şekilde tespit edilmiş olmasına rağmen bu araştırmada gençlerin suç eğilimlerine yol açmasına ilişkin anlamlı bir veri bulunamamış ve gençlerin suç işleme davranışı oldukça düşük çıkmıştır.368 Türkiye de şimdiye kadar yapılmış olan araştırmalar, kitle iletişim araçlarının çocuk suçluluğu üzerinde etkili olduğunu gösterebilecek nitelikte değildir ve şaşırtıcı olsa da çocuklar suçluluk sosyalleşmeyle birlikte artmaktadır. 367 368 Yavuzer, a.,g.,e., s. 246 Hayati Tüfekçioğlu, Mafya Dizilerinin Gençlik Üzerindeki Etkisi, Đstanbul, 2003, s.105 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM TÜRKĐYE’DE ÇOCUK SUÇLULUĞU VE ÇOCUK SUÇLULUĞUNDA ANKARA ÖRNEĞĐ 3.1. GENEL OLARAK TÜRKĐYE’DE SUÇ EĞĐLĐMLERĐ Yargıtay Ceza Dairelerinin iş yüküne bakıldığında, özellikle 2000 yılından itibaren gelen dava sayılarında ciddi bir artış görülmektedir. Bu artışa paralel olarak karara bağlanan dava sayısında ve düşüş ve gelecek yıla devirlerde artış görülmektedir. 2000 yılından itibaren görülen bu ciddi suç patlamasında ekonomik krizlerin önemli bir etkisi olduğunu düşünüyorum. Bazı kriminologlar ekonomik buhran dönemleri ile suçlu davranışın ilişkisi araştırmışlardır. Bu konuda dikkate değer Amerikan araştırmalarının sonuçlarını Sutherland ve Cressey şöyle özetlemişlerdir: 177 1- Ekonomik çöküntü dönemlerinde ağır suçlarda genel olarak hafif bir artma ve refah dönemlerinde ayni suretle bir azalma görülüyor. 2- Genel olarak suçluluk çöküntü dönemlerinde açıkça yükselmemektedir. 3- Buna karşılık cebir ve şiddetle mülkiyete tecavüz suçlarında artma görülmektedir. 4- Sarhoşluk refah dönemlerinde artmaktadır. 5- Kişilere karşı işlenen suçlarla ekonomik buhranlar arasında sabit bir ilişki tespit olunamamaktadır. 6- Çocuk suçluluğu refah dönemlerinde artmakta buna karşılık çöküntü dönemlerinde azalmaktadır.369 Türkiye’de suç oranlarında ciddi bir artış gözlemlenmektedir. Devlet Đstatistik Enstitüsünün 2004 yılı verilerine göre, ceza mahkemelerinin son on yıllık çalışma trendine bakıldığında; gelen dava sayısında artış olduğu görülmektedir. 1995 yılında ceza mahkemelerine gelen dava sayısı (geçen yıldan devir, yıl içinde açılan ve bozularak gelen toplam dava sayısı) 1.849.533 iken, %56,2'lik artış oranı ile 2004 yılında 2.888.958 olmuştur. 369 Dönmezer, Kriminoloji, s.295 178 Cezaevine giren hükümlü sayısının 11+ yaş toplam nüfusa oranlanması ile elde edilen hükümlülük oranı, 1995 yılında 100.000 kişide 133 iken, 2004 yılında 181 olmuştur. Diğer bir değişle, 2004 yılında her 100.000 kişiden 181'i hükümlü olarak cezaevine girmiştir 1995 yılında 63.103 kişi cezaevine girmiş iken, %60,5'lik artış oranı ile 2004 yılında 101.308'e ulaşmıştır. 1995 yılında cezaevinden çıkan hükümlü sayısı 58.941 iken, %84,0'lık artış oranı ile 2004 yılında 108.437'ye ulaşmıştır. Yaş grubuna göre cezaevine giren hükümlülere ilişkin tablo aşağıda verilmiştir. Đnsan, doğumundan ölümüne kadar birbirini izleyen gelişme aşamalarından geçmektedir. Bu itibarla yaş ile beden gelişmesi ya da değişme aşamaları arasında bir paralellik bulunmaktadır. Yaş deyince de bundan insanın beşikten mezara kadar sürdürdüğü çeşitli organik gelişme ve çökme aşamalarını anlamaktayız. Suçlu davranışın, demografik karakteristikler arasında en ziyade yaşla ilgili bulunduğu söylenebilir. Gerçekten suçluluk oranı, suç verileri itibariyle yaşla çok ilgilidir. Ülkemizde cezaevine giren hükümlülerin sayısı 25–34 yaş grubunda yoğunlaşmaktadır. 179 Yapılan araştırmalar insan hayatında "suçlu davranış hayat eğrisinin’’ varlığını ortaya koymaktadır. Bu eğri her ülkede aynı şekilde değildir. Suç bazı yaş gruplarında daha çok yoğunlaşmaktadır. Bunun genellikle hemen rüşt yaşına önce gelen devre olduğu bazı yazarlarca açıklamakta ve Đngiliz mahkûmiyet istatistiklerine göre bu yaşın erkeklerde 12-13, kadınlarda 16-17, Amerika'da ise 18-24 olduğunu belirtmektedir. Suçun açık olarak bir gençlik davranışı teşkil ettiği Amerika'da, nüfusun yaş bölümüne göre olan eğrisinde suçluluk yirmi yaşlarından yukarı doğru fazlalaşmakta ve yukarı yaşlarda ise düz bir çizgi halini almaktadır. Buna karşılık Goring 20-45 yaşları arasında geniş suçluluk oranı bulmuştur370. 2004 yılı sonu itibariyle cezaevlerindeki toplam hükümlü sayısı 26.144'dür. Bu hükümlülerden 763'ü kadın hükümlü, toplam hükümlü içindeki oranı %2,9, 25.381'i erkek hükümlü, toplam hükümlü içindeki oranı %97,1'dir. 2004 yılı sonu itibariyle ceza evlerimizdeki toplam tutuklu sayısı 31.872'dir. Bu tutuklulardan 1.191'i kadın, toplam tutuklu içindeki oranı %3,7, 30.681'i erkek, toplam hükümlü içindeki oranı %96,3'dür. 370 Dönmezer, Kriminoloji, s.119 180 Tablo 6: Asayiş Suçları 1985-2006 (Kaynak :EGM AKKM, EGM Kütüphanesi, Jandarma Genel Komutanlığı) 600000 500000 400000 300000 200000 100000 0 Polis 1985 1986 1987 1988 1989 1990 1991 1992 1993 1994 1995 1996 1997 1998 1999 2000 2001 2002 2003 2004 2005 2006 187474 192791 160101 99921 101650 95747 97009 107191 185487 200181 234368 291662 304147 304114 280554 285971 298664 308324 313662 332005 365222 532685 138.072 147.557 144.487 157.741 183.640 Jand. Asayiş suçları incelendiğinde, özellikle polis bölgesinde 1999 yılından itibaren ciddi bir artış görülmektedir. 181 Tablo 7: Asayiş Suçları Polis Bölgesi 2002-2006 (Kaynak :EGM AKKM) 500000 450000 400000 350000 300000 250000 200000 150000 100000 50000 0 2002 2003 2004 2005 2006 Mala Karşı 155735 178003 195337 289765 463834 Şahsa karşı 140093 143802 158241 197996 321676 Polis verileri şahsa karşı ve mala karşı suçlarda büyük bir artışa işaret etmektedir. Özellikle 2005 ve 2006 yılları arasındaki artış çok büyüktür. 2002 ve 2006 yılları arasında, mala karşı suçlarda %197 ve şahsa karşı suçlara ise %129 luk bir artış gözükmektedir. Suç türlerine göre düzenlenmiş olan tablodan da anlaşılacağı gibi mala karşı işlenen suçların diğer suçlardan daha fazla olduğu görülmektedir. Bunun nedeninin ülkenin ekonomik yapısına, endüstrileşmeye ve kırsal kesimden kente göçe bağlanabilir. Suçun köy ve küçük kentlere göre büyük kentlerde daha fazla işlenmekte olduğu herkes tarafından kabul edilmiş bir gerçektir. Đncelemeler ağır nitelikteki suçların sayısının kentlerin nüfusu arttıkça çoğaldığını göstermektedir. Şahıslara karşı işlenen suçlar ve cinsel suçlar oranı kırsal bölgelerde fazladır. Bununla beraber genellikle büyük kentten uzaklaşıldıkça suçların sayısı azalmaktadır. Büyük kentlerde daha çok mala karşı işlenen suçlar dikkat çekerken, kırsal kesime doğru gidildikçe suç oranının azalmakta 182 olduğu fakat şahsa karşı işlenen suçlarda belirgin bir artış olduğu gözlenmektedir. Kırsal kesimde çoğunlukla ilk kez suç işleyenlere rastlanmasına rağmen, kentlerde çeşitli suçları defalarca işleyenlerin sayısı çoğunluktadır. Kırsal kesimde suç işleyenlerin büyük çoğunluğu aynı bölgelerde doğmuş kişiler olmalarına rağmen, kentlerde suç işleyenlerin büyük bir bölümü kırsal alanda doğup, sonradan büyük kentlere göç eden kişilerdir371 Tablo 8:Asayiş Suçları Jandarma Bölgesi 2002-2006 (Kaynak Jandarma Genel Komutanlığı) 120.000 100.000 80.000 60.000 40.000 20.000 0 2002 2003 2004 2005 Mala Karşı 47.341 54.266 53.460 59.000 74.657 Şahsa karşı 90.731 93.291 91.027 98.741 108.983 Jandarma Bölgesi suç istatistikleri incelendiğinde, 2006 Dönmezer tarafından belirtilen teoriyi doğrular nitelikte, kırsal alanda şahsa karşı suçlar kentsel alanda ise mala karşı suçlar yoğunlukla işlenmektedir. Dönem içerisinde Jandarma Bölgesinde mala karşı suçlarda % 57’lık, şahsa karşı 371 Dönmezer, Kriminoloji, s.172 183 suçlarda ise % 20’lik bir artış olmuştur. Bu Polis Bölgesindeki artışın çok gerisindedir. Polis ve Jandarma bölgelerindeki artış karşılaştırıldığında kentlerde yani polis bölgesinde artışında kırsal alana göre daha hızlı bir artış gösterdiğini gözlemlenmektedir. Bunun nedeni kentleşme ve iç göç ile yeni bir sosyal çevreye entegre olmaya çalışan bireylerin bu süreçte yaşadığı sorunlar ve bu sorunların doğurduğu yansımalardır. Köyde, kırsalda kalan kişiler bu değişim süreci içine girmediğinden, sosyal kontrolün belirli ölçüde devam etmesinden dolayı tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de bu artış daha yavaş seyretmektedir372. 1992 Yılında ĐÇLĐ Türkiye'de ekoloji suç ilişkisini belirlemek amacıyla, 25 cezaevinde hükümlü bulunan 2934 kişiye, hükümlünün yaş, cinsiyet, medeni hal gibi demografik özeliklerin yanında kendisinin ve ailesinin sosyoekonomik durumunu, yaşadığı yerin kültürel özelliklerini, hükümlünün aile ve arkadaş çevresi ile ilişkilerini, suç işleme nedenini ve şeklini, yaşadığı yerin ve yakın çevresinin suçluya karşı tutumunu ortaya çıkarmaya yönelik sorular sormuştur. Bu araştırma neticesinde, aşağıdaki neticelere ulaşmıştır373: Türkiye'de hızlı sosyal değişmeye rağmen, bazı tür suçların hala kırsal kesim suçu olduğunu ve kır kent farklılaşmasının da gerek suç türleri, gerekse suçun sıklığı açısından halen mevcut olduğunu göstermiştir. Örneklerin %62'sinin adam öldürme suçu işlemiş olması ve bu suçtan hüküm giyenlerin çoğunun kırsal kesimde yaşayıp suçunu da yaşadığı yerde işlemesi, adam öldürme suçunun Türkiye'de özellikle kırsal kesimde önemli bir problem olduğunu göstermektedir. Adam öldürme yanında kız kaçırma da kırsal kesim suçu olma özelliği taşımaktadır. Araştırma sonuçları, kırsal kesimde başlık geleneğinin halen devam ettiğini göstermiştir. Bu da söylerde kız kaçırmanın yoğunluğunu 372 Özcan, a.g.m., s.2 Tülin Günşen-Đçli, Nilüfer Özcan, “Tükiye’de Ekoloji Suç Đlişkisi Üzerine Sosyolojik Bir Çalışma”, HÜEFD, Cilt 9, Sayı 1-2, Aralık-1992, s.27-52 373 184 büyük ölçüde açıklamaktadır. Buna karşılık, hırsızlık, cinsel suçlar, gasp ve birden fazla suçluluklar kentlerde daha yoğundur. Çevrenin suç işlemeyi hoş karşılamamasına ve teşvik etmemesine rağmen, sosyal yapıda mevcut bazı problemlerin çözümünde, öğrenim düzeyi düşük olanlarda ve kırsal kesimde yaşayanlarda suç işleme yolunda gidilmesi ilginçtir. Çevrenin adam öldürenlere, hırsızlık yapanlara iyi davranmadığını belirtenlerin çoğunun köyde yaşaması, köyde sosyal kontrolün ve baskının daha etkin olmasının sonucudur. Buna karşılık bir kırsal kesim suçu olan kız kaçırma durumunda çevrenin suçluya hiçbir şey olmamış gibi davrandığını ifade edenlerin oranı da yüksekliği, gene bu davranışın kırsal kesimde çok sık görülmesi ve kabul görmesiyle açıklanabilir. Araştırma sonuçlarına göre, kan davası hem adam öldürmeye neden olmakta hem de adam öldürme ve kız kaçırma sonucu kan davası başlayabilmektedir. Örnekleri oluşturan suçluların büyük bölümü, yaşadığı yerin yerlisidir. Bu da suç işlemede yatay hareketliliğinin belirleyici bir faktör olmadığını göstermektedir. Aksine, uzun süre aynı yerde yaşamak, özellikle adam öldürme ve kız kaçırma suçlarında sosyal ve kültürel yapının etkinliğini artırmaktadır. Ayrıca bir başka ilginç sonuç, hükümlülerin çoğunun suçu yaşadıkları yerde işlemiş olmalarıdır. Bu durum, göçün suçlulukta etkili bir faktör olduğu hipotezini kanıtlamamaktadır. Türkiye'de cana karşı işlenen suçlar en sık kırsal kesimde, mala karşı suçlar da ili ve ilçelerde işlenmektedir. Cana karşı suçlarda en belirgin neden, namus uğruna ve kıskançlık, mala karşı suçlarda da maddi 185 sıkıntıdır. Bu sonuçlar cana karşı suçların kırsal kesim suçu olduğu hakkındaki hipotezini doğrulamaktadır. ĐÇLĐ’nin yapmış olduğu araştırmada, göç bir suç nedeni olarak ortaya çıkmamıştır, fakat bu araştırmanın cezaevinde gerçekleştirilmiş olduğu yani cezası kesinleşen sınırlı sayıda hükümlü ile gerçekleştirilmiş olduğu unutulmamalıdır. Türkiye gelişmekte olan bir ülke olarak artan bir suç grafiği yaşamaktadır. Buna ülkemizde yaşanan ekonomik, toplumsal gelişme ile kentleşme ve endüstrileşme süreci çerçevesinde yaşanan değişimlerin kaçınılmaz getirisidir. Suç bir sosyal uyumsuzluk ve ahenksizlik alametidir. Sosyal uyumsuzluklar ise statik bir topluma göre dinamik toplumlarda ve dinamik geçiş süreçlerinde daha fazla ortaya çıkar. Dinamizm sosyal hayatta sosyal gelişme ile bir aradadır. Bu itibarla hayatı sakin ve statik ölçüler içerisinde geçen küçük köy çevrelerinde, şüphesiz büyük kentlerin dinamizm içinde geçen hayatına göre daha az suç işlenir. Köylü çevrelerinde, mevsimlerin getirdiği değişiklikler ayrı tutulursa, iklim şartları uygun gittikçe, yarın da aşağı yukarı bugün gibi olacaktır. Gerçekten mesela Amerika’nın dinamik hayatının başladığı tarihten itibaren, suç bakımından içine girdiği görünüm incelenecek olursa, suçun bir çeşit gelişmeye işaret ettiği görülecektir. Hiç kuşkusuz ekonomik gelişme ile suç arasında yakın ilişkiler vardır. Ekonomik yönden gelişen bir toplumda, suçluluk nitelik ve nicelik bakımından değişecektir374. Emniyet Genel Müdürlüğü tarafından gerçekleştirilen bir araştırmada, suçlarda görülen artışa (personel, araç-gereç eksiklikleri vb. tespitler alınmamıştır) şu tespitler yapılmaktadır:375 Doğu ve Güneydoğu illerinden metropol illere yönelik sosyoekonomik nedenli göç, 374 375 Dönmezer, Kriminoloji, s.52 Asayiş Olayları Değerlendirmesi, EGM Asayiş Daire Başkanlığı, Ankara, 1997, s.19 186 Çarpık kentleşme ve hızla büyüyen gecekondulaşma, Kentleşme ve konut politikalarının yetersizliği, Az gelişmiş yerleşim yerleri ve tam oturmamış alt yapıdan kaynaklanan olumsuz koşullar, Aile geçimsizlikleri ve geçim zorluklarına bağlı ruhsal bunalımlar, Halkın eğitim ve gelirinin düşük olması, Kültürel aktivitelerin yeterli düzeyde olmaması, Spor alanlarına ve faaliyetlerine yeterli önemin verilmemesi, Ailenin ve toplumun fertler üzerindeki kontrolünün azalması, Suç işleyen veya suça meyilli çocuklara ailelerin sahip çıkmaması, Genç nüfusun alkole ve kahvehanelere yönelmesi, Alkol ve uyuşturucu madde kullanımı ile talih oyunlarına eğilim, Yasalar ile vatandaşların namus anlayışlarındaki farklılık, Kan davalarının devam etmesi, Ağalık ve aşiret sistemi etkisiyle suçluların kendileri tarafından cezalandırılmak istenmesi, Örf-adet gereği suç işleyen veya işleyebileceklerin ihbar edilmemesi, Basın ve yayın yoluyla yapılan zararlı reklam ve programlar, 187 Basın-yayın organlarındaki reality show programlarında cinayet ve yaralama olaylarına yer verilmesi nedeniyle ekonomik ve sosyal sıkıntı içerisinde olan halkın psikolojik olarak etkilenmesi, CMUK'da 1992 yılında yapılan değişiklikle, sanık durumundaki kişilere tanınan yeni haklar, 18 yaş altı suçluların serbest bırakılması, suçun cezasız kaldığı imajının yaratmış olması, Yasalardan faydalanarak tahliye olmuş suçluların yeniden suç işlemesi, Cezaların caydırıcı olmaması, Adli makamlarca verilen cezaları yetersiz gören mağdurlar kendi yöntemleri ile suçluları cezalandırma istekleri, Polis sorumluluk alanı nüfusundaki artış, Türkiye’de suç oranlarındaki artışın bir diğer nedeni son yıllarda Türk toplum yapısında meydana gelen değişimlerdir. Yapılan incelemelerde ailelerin daha fazla parçalandığı ve bu parçalanmış ailelerin bireylerinin daha fazla suça karıştığı tespit edilmiştir. Aile yapısındaki dönüşüm, sosyal kontrol eksikliği 1990’dan bu yana Türkiye’nin gerçeği olarak suça iten nedenler arasında yerini almıştır. Suçlardaki artışın bir diğer nedeni ise uygulamada suçlara verilen cezaların etkisiz kalmasıdır. Caydırıcı niteliğinin birçok suç anlamında olmamasıdır. Devlet Đstatistik Enstitüsünün 2004 yılı verilerine göre cezaevinden çıkan hükümlülerin çıkış nedenlerine bakıldığında; koşullu (şartla) salıvermeden yararlanarak çıkanların oranının %75,7 olduğu görülmektedir. Bir diğer nedenin, Avrupa Birliğine uyum süreci çerçevesinde yapılan yasal değişikliklerin uygulamaya yansıması konusunda karşılaşılan güçlükler 188 olduğu rahatlıkla söylenebilir. Kurumların zaman içinde edindikleri alışkanlıkları kısa sürede değiştirmesini beklemek çok da gerçekçi değildir. Tüm bu veriler ve gerçeklere rağmen Türkiye için şunu belirtmek gerekir ki; Türkiye suç ve suçlu cenneti değildir. Batı Avrupa ülkeleri nüfusları ile orantılı olarak incelendiğinde Türkiye’ye göre çok daha yüksek suç oranlarına sahiptir. Örneğin Đngiltere ve Galler’in toplam nüfusu 52 milyon’dur. Đngiltere Đçişleri Bakanlığı tarafından yayınlanan suç istatistiklerine göre 2005–2006 yıllarını kapsayan 12 aylık dönemde tespit edilen suç rakamı 5 milyon 556.513’tür. Bu rakamı Türkiye ile mukayese ettiğimizde nüfus oranının da hesaba katarsanız yaklaşık olarak Türkiye’nin 7 katı daha fazla suç işlendiği görülmektedir. 5 Şubat’ta Brüksel’de yayınlanan Avrupa Suç ve Güvenlik Araştırması (EU ICS) sonuçları incelendiğinde de Türkiye’nin Avrupa ülkeleri içinde en güvenli ülkeler arasında yer aldığını göstermektedir. Birleşmiş Milletler, Avrupa Komisyonu ve Gallup tarafından 18 ayrı Avrupa ülkesinde 40.000 kişi üzerinde yapılan araştırmaya göre Avrupalıların üçte biri sokaklarda alkol tüketimi ve şiddet arasındaki neden sonuç ilişkisinden dolayı sokaklarının güvenli olmadığını ve hırsızlıktan korktuklarını ifade etmişlerdir. Araştırma sonuçlarına göre Đngiltere, Hollanda, Danimarka, Đrlanda ve Estonya Avrupa’nın en yüksek suç oranlarına sahip beş ülkesi oldu. Yapılan araştırma sonucunda 2004 yılında Avrupa’da insanların ortalama olarak %15’inin bir suçun mağduru olduğunu ortaya koymaktadır376. Yukarıdaki verileri ve örnekleri çoğaltmak mümkündür. Belki sonuçta şu gerçeği yalın bir şekilde kabul etmek zorunda kalacağız: Suç insanlık ile birlikte var oldu ve olmaya devam edecektir. Ancak suç modern toplumlarda çok daha yıkıcı hale gelmektedir. Ülkemizde 1946 yılından itibaren yerleştirilmesine çalışılan yeni siyasal rejim ve gerçekleşmek yolunu tutan sınaî gelişme, bireyciliği tahrik etmiş ve sosyal hareketlilik kültür çekişmesi ve rekabet süreçlerini büyük ölçüde 376 Özcan, a.g.m., s.2 189 arttırmıştır. Gerçekten memleketimizde yukarıda sözü edilen süreç büyük nüfus kitlelerinin hareketliliğini çok arttırmıştır; sınaî, ekonomik ve siyasî alanlardaki değişiklikler, yüzyıllardan beri bir lokma, bir hırka zihniyeti ile harekete alışmış köylüleri sadece üreten değil ve fakat ayni zamanda tüketen kitleler haline getirmiş, tarımsal krediler, tarımın makineleşmesi akımı bu süreci hızlandırmıştır. Diğer yandan duyulan ihtiyaçları karşılamak çabası, nüfus kitlelerinin, büyük kentlere hücumunu sonuçlanmış; büyük kentlerin nüfusu artmış, iskân problemlerinin önemi büsbütün çoğalmıştır. Bu hal kültür çekişmeleri de doğurmaktadır. Esasen geçen yıllar memleketimizde siyasî kanatlarda ve uygulamada derin değişiklikler yapmış, eski değerler yıkılmış, hiç olmazsa bunlardan geniş ölçüde şüphe edilmeğe başlanılmıştır. Bütün bunların belirttiği anlam bir kültür değişmesidir. Kültür değişmesi ise, eski ve yeni kültür arasında çekişme demektir. Đhtilâf ister bir insanın kendisinde, ruhunda, ister diğer insanlarla olan ilişkilerinde gerçekleşmiş olsun suç doğurucu bir süreçtir377. Kente göç edenler kısa sürede kente intibak edememekte ve kentte problemli cemaatler ve gruplar ortaya çıkmaktadır. Kentte kalış süresi uzadıkça intibak mümkün olabilmekte, ancak bu uzun zaman aldığı için kentlerimizde problemler yoğunlaşmaktadır. Bu süreçte kentlerimizde ruh hastalıkları artmakta, özellikle stress ve nevroz sık rastlanılan hastalıklar olarak ortaya çıkmaktadır. Yine aynı şekilde toplumumuzda anomi ve yabancılaşmanın da yaygınlaştığı, toplumsal kuralların gücünü kaybettiği ve kentlerimizde fuhuş, alkol ve uyuşturucu alışkanlığı ile suçluluk gibi "normal olmayan davranışlar"a rastlanılmaktadır. Davranış bozukluklarının tek sebebi kentleşme olayı olmamakla birlikte, bunda kentleşme olayının büyük etkisi olduğu görülmektedir Yalnız hemen şunu belirtmek gerekir ki, ülkemizde kente intibaksızlık yoğun olmasına rağmen intibak problemleri diğer gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerdeki kadar kapsamlı ve toplumsal meseleleri "patlamalar"a dönüştürecek kadar yoğun olmamaktadır. Türkiye'deki geleneksel kültürler ile aile yapısı ve kentleşme sürecinde ortaya çıkan 377 Dönmezer, Kriminoloji, s.66-67 190 gecekondu ve benzeri tampon mekanizmalar bunalımların şiddetini 378 hafifletmektedir. Gecekondu, konut olmasının yanı sıra, kente göçenler için, kırsal özellikleri ve kırla ilişkileri yitirmeden yaşama ortamıdır.379 Bu bağlamda hemşericilik gibi akrabamsı ilişkiler geleneksel enformel cemaat ilişkilerinden kent ortamındaki zorunlu birincil formel ilişkilere yumuşak geçişi sağlayan bir tampon mekanizma olarak ortaya çıkmaktadır.380 Gecekonduda yaşayanları toplum düzenine karşı tavır almaktan alıkoyan bir unsur da, köyden göç edenlerin tercihen aynı yöreden gelen kişilerle oluşturdukları cemaat-odaklı yaşantılarıdır. Kentte oluşturulan cemaat yaşantısı, kent kuramlarının öngördüğü kuralsızlık, değer karmaşası, yalnızlık, yabancılaşma gibi olguların bu insanların yaşantısında oluşmasını büyük ölçüde engellemiştir. Bu durum, günlük yaşamlarında birbirleriyle sıkı bir ilişki içinde olan gecekondu insanlarının alıştıkları davranış ve değerler sistemini büyük ölçüde yeniden kurabilmelerine olanak vermiştir. Gecekondu mahallelerinde hakim olan ve komşular tarafından uygulanan sıkı toplumsal denetim, bir taraftan dayanışma, birliktelik, yalnızlık çekmeme anlamına gelirken, bir taraftan da baskı, engelleme, dedikodu anlamına gelmektedir.381 378 Görmez, Şehir ve Đnsan, s.102 Kartal, Ekonomik ve Sosyal Yönleriyle Türkiye’de Kentlileşme, s.253 380 Adnan Tekşen, Kentleşme Sürecinde Bir Tampon Mekanizma Olarak Hemşehricilik Ankara’daki Malatyalılar Örneği, DPT Yayın No 2669, Ankara,2003, s.57 381 Tahire Erman, “Kent Yoksulu ve Şiddet: Gecekondu Bağlamında Eleştirel Bir Yaklaşım, Editör, Yasemin Özdek, Yoksulluk, Şiddet ve Đnsan Hakları, TODAĐE Yayınları, Ankara, 2002, s.197 379 191 3.2 TÜRKĐYE’DE ÇOCUK SUÇLULUĞUNUN DURUMU 3.2.1 Türkiye’de Çocuk Suçluluğunun Tarihsel Gelişimi Türkiye’de suçlu çocuklar konusunda 1927’de Đzmir Hapishanesi ile sınırlı da olsa bir anket uygulayan ve bu alanda kuramsal ve karşılaştırmalı bilgiler veren Rıdvan NAFĐZ’in bu yayını ülkemizde muhtemelen ilk araştırmadır. Bu araştırmada yazar ülkemizdeki çocuk suçluluğu problemine dikkat çekmekte, bu konuda alınması gereken önlemleri sıralamakta ve çocuk mahkemeleri kurulması gerekliliğini vurgulamaktadır382. Ülkemizde bugüne kadar yapılan diğer araştırmalara göz atıldığında 1937 yılında Hilmi Malik, 1942 yılında Hadi Tan, 1942 yılında Đstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Ceza Hukuku öğrencileri, 1940’da Tezer Taşkıran, Samet Ağaoğlu, 1947 yılında Đstanbul Üniversitesi Kriminoloji Enstitüsü, 1962 de Dr. Saran’ın suçlu çocuklar ile ilgili olarak yaptıklara araştırma sonuçları itibariyle şahsa karşı işlenen suçların mala karşı işlenen suçlara göre fazla olduğu, Enstitünce tutulan 383 ancak son zamanlarda Devlet Đstatistik istatistiklerde mala karşı (hırsızlık, yankesicilik dolandırıcılık vs.) işlenen suçların diğer suçların önüne geçtiği görülmektedir. Yaşar Kemal’in 1962 Aralık ayında yayınladığı “Anadolu Çocuğu” başlıklı bir yazısı var. Diyor ki “Çocuklar, Anadolu’daki çocuklar köy çocukları. Büyükler gibi adam da öldürürüler. Kızıp dövüşüp çocuk arkadaşlarını öldürdükleri de vardır. Vardır ama iş bu değildir. Çocuklar büyük insan 382 Yahya Akyüz, “Çocuk Suçluluğu Konusunda Türk Eğitim Tarihinde Đlk Önemli Araştırma”, I.Ulusal Çocuk ve Suç Nedenler ve Önleme Çalışmaları Sempozyumu 29-31 Mart 2001 Ankara Üniversitesi, s.35-45 383 Yavuzer, a.,g.,e., s. 55 192 öldürürler, çoğunlukla. Bu yerleşmekte bir gelenek olmaktadır. Köylü bilir ki reşit olmamış çocuğu cezası azdır.”384 3.2.2 Türkiye’de Çocuk Suçluluğunun Mevcut Durumu Ülkemizin dünyadaki konumuna, dünyanın ve toplumumuzun gelişme dinamiğine etkilendiği bakıldığında, açıktır. Türkiye'nin Ülkemizin çağdaş azgelişmişlik değişmelerden çemberini kırma derinden yolunda sanayileşmeye, kalkınmaya çalıştığı, sahip olduğu doğal ve toplumsal potansiyelle daha ileriye doğru hızlı bir değişme yaşadığı tartışılmaz. Bu değişime damgasını vuran temel sosyo-ekonomik olay, hızlı bir sanayileşme ve kentleşmedir. toplumundan, Başka çağdaş bir deyişle, (modern) bir Türkiye sanayi geleneksel toplumuna bir tarım doğru evrim geçirmekte, toplumumuz bir geçiş döneminin tüm sarsıntılarını yaşamaktadır. Bu toplumsal değişme tüm olumlu ve olumsuz sonuçlarıyla yaşanırken, suçluluk oranlarında görülen artış, çocuk suçluluğuna da koşut olarak yansımaktadır.385 DĐE 2000 yılı nüfus istatistiklerine göre Türkiye nüfusunun yarısı 24.8 yaşından gençtir. Đllere göre yaş yapısı incelendiğinde, medyan yaşın batı bölgesinden doğu bölgesine doğru gençleştiği görülmektedir. Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde genç nüfusun yaşlı nüfustan daha fazla olduğu, buna karşılık özellikle Marmara ve Karadeniz bölgesinin batısındaki nüfusun diğer bölgelere göre daha yaşlı olduğu görülmektedir. Islahevine giren çocuk hükümlülerin 1995-2004 yılları arasındaki değişimine bakıldığında; 1998 yılından sonra 384 hükümlü çocuk sayısında Talat Halman, “Suçlu Olan Biziz. Çocuk Cumhuriyeti ve 10 Düş”, I.Ulusal Çocuk ve Suç Nedenler ve Önleme Çalışmaları Sempozyumu 29-31 Mart 2001 Ankara Üniversitesi, s.29 385 Yavuzer, a.,g.,e., s. 53 193 düşme görülmektedir. Çocuk ceza ve ıslahevlerine giren 334 çocuk hükümlüden, 45'i adam öldürme, %13,5; 51'i hırsızlık, %15,3; 30'u ırza geçme, %9,0; 27'si fiili livata, %8,1; 7'si yaralama, %2,1; 134'ü gasp, %40,1; 40'ı bunların dışında kalan diğer suçları, %12,0 işlemişlerdir. Fakat çocuk hükümlülerin sayısındaki düşüş, çocuk suçluluğundaki azalışa işaret etmemektedir. Suç sayısındaki artış sonucu yargı sistemindeki tıkanıklık nedeniyle davaların çok geç neticelenmesi, şartla salıverme sistemi ile uygulanan dolaylı af uygulamasının hükümlü sayısındaki düşüşün asıl nedeni olduğunu düşünüyorum Örneğin 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanunun 19’uncu maddesinde “Kamu davasının açılmasının ertelenmesi” ve 23’üncü maddesinde “Hükmün açıklanmasının geri bırakılması” müessesesi düzenlemeler hükümlülük oranlarını düşürecektir. düzenlenmiştir. Bu 194 Tablo 10: Hakkında Đşlem Yapılan Çocuk Şüpheliler Polis Bölgesi 2000-2006 (Kaynak EGM AKKM) 500000 450000 400000 350000 300000 250000 200000 150000 100000 50000 0 2000 2001 2002 2003 2004 2005 2006 18 Yaş ve Altı 39677 41746 45492 46345 49481 53433 62865 19 Yaş ve Üstü 246294 256918 262832 267317 282524 311789 469820 Konuyu çocuk suçluluğu bakımından ele alırsak; Polis bölgesinde 2000 ila 2006 yılları arasında yetişkin suçluluğunda, % 90’lık bir artış olurken, aynı periyotta Polis bölgesinde görülen çocuk suçluluğunda % 60’lık bir artış görülmüştür. Polis bölgesi için yetişkinlerin suç oranlarında görülen artış, çocuk suçluluğu oranından çok fazladır. 195 Tablo 11: Jandarma Bölgesi Hakkında Đşlem Yapılan Çocuklar 2002-2006 (Kaynak: Jandarma Genel Komutanlığı) 200.000 175.000 150.000 125.000 100.000 75.000 50.000 25.000 0 18 Yaş ve Altı 19 Yaş ve Üstü 2002 2003 2004 2005 2006 2.686 3.424 4.875 6.648 9.520 183.348 188.559 186.582 187.232 205.749 Çocuk suçluluğunu Jandarma Bölgesinde için ele alırsak, 2002 ile 2006 yılları arasında Jandarma Bölgesi çocuk suçluluğunda % 254’lük bir artış olurken, yetişkin suçluluğunda sadece % 12’lik bir artış olması dikkate değer ve izahı zor bir gelişmedir. DĐE 2004 yılı verilerine göre çocuk hükümlü çocukların %97,9'unu ceza erkekler, ve ıslahevlerine giren %2,1'ini kadınlar oluşturmaktadır. Türkiye’de çocuklar tarafından diğer suçlara göre en çok işlenen suçun mala karşı işlenen suçlar olduğu görülmüştür. DĐE’nin 2005 yılı 27 Đl Güvenlik Birimlerine Gelen Veya Getirilen Çocuklar386 yayınına göre; suç isnadı- şüpheli, terk, buluntu, kayıp, mağdur ve sokakta çalışan, madde bağımlısı, dilenci ve diğer başlıklar altında kolluk birimlerine getirilen çocukları sayısında da ciddi bir artış vardır. Bu artış özellikle Polisin sorumlu olduğu kentsel alanlarda dikkat çekici boyutlardadır. 386 Anket formu, 27 ilin (Adana, Ankara, Antalya, Bursa, Çorum, Denizli, Diyarbakır, Elazığ, Erzurum, Gaziantep, Isparta, Mersin, Đstanbul, Đzmir, Kars, Kayseri, Kocaeli, Konya, Malatya, Manisa, Muğla, Sakarya, Tekirdağ, Samsun, Trabzon, Ş.Urfa, Zonguldak) tüm ilçelerinde, Jandarma Genel Komutanlığı'na ve Emniyet Genel Müdürlüğü'ne bağlı güvenlik birimlerinde uygulanmaktadır. 196 Tablo 12:Çeşitli Nedenlerle Kolluğa Gelen Getirilen Çocuklar- 27 Đl (Kaynak DĐE) 70000 60000 50000 40000 30000 20000 10000 0 2001 2002 2003 2004 2005 Polis 37202 48677 56551 65137 66387 Jandarma 2245 3387 4208 5783 8947 Suç isnadı /şüpheli başlıkları altında, kolluk birimlerine getirilen çocukların sayısı kent ve kır merkezlerine göre şu şekildedir. 50000 Tablo 13: Suç isnadı/Şüpheli Olarak Kolluğa Getirilen Çocuklar 27 Đl (Kaynak DĐE) 40000 30000 20000 10000 0 2001 2002 2003 2004 2005 Polis 26482 32098 36467 43186 41742 Jandarma 1730 2388 2234 2806 3405 Görüldüğü gibi suçlar, suçlar nedeniyle oluşan çocuk mağduriyetinde ve çocukların evden kaçmasına ilişkin verilerde hem kentsel alanlar da hem de kırsal bölgelerde artışla beraber, ağırlığın kentsel alanlarda olduğu açıktır. 197 Tablo 14: Mağdur Olarak Kolluk Birimlerine Gelen veya Getirilen Çocuklar 27 Đl (Kaynak DĐE) 14000 12000 10000 8000 6000 4000 2000 0 2001 2002 2003 2004 2005 Polis 6495 9265 8563 11222 12407 Jandarma 323 708 1395 2291 4416 Tablo 15: Evden Kaçan Çocuklar 27 Đl (Kaynak DĐE) 3000 2500 2000 1500 1000 500 0 2001 2002 2003 2004 2005 Polis 888 1741 2501 2463 2605 Jandarma 53 83 82 123 124 Evden kaçma nedeniyle kolluk birimlerine getirilen çocuklara ilişkin veriler incelendiğinde, kentsel alanlarda 2003 yılına kadar büyük bir ivme ile arttığı, 2003 yılından sonra ise yatay bir seyir izlediği görülecektir. 198 3.2.3 Türkiye’de En Çok Đşlenen Çocuk Suçu Türleri 1937 yılında Hilmi A. Malik, çeşitli kentlerdeki 732 suçlu çocuk üzerinde yaptığı çalışmada; bu çocukların işlediği suçların % 46'sının şahsa karşı, °A 20'sinin cinsel, % 30'unun mala kar şı, % 3'ününde farklı suçlar olduğunu tespit etmiştir. Aynı yıllarda Hadi Tan, Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevfik Evleri Genel Müdürlüğünde 395 suçlu çocuğa ait dosya üzerinde incelemelerde bulunmuş ve bu çocukların % 38'inin şahsa karşı, % 16'sının mala karşı, % 26'sının cinsel. % 21'inin de diğer suçları işlediğini tespit etmiştir. 1940'da Tezer Taşkıran ve Samet Ağaoğlu tarafından Ankara Çocuk Islahevinde bir çalışma yapılmış ve buradaki 86 çocuktan, 60'ının şahsa karşı, 24'ünün cinsel türde ve 2'sinin de mala karşı suç işlediklerini anlamıştır. 1942'de Đ.Ü. Hukuk Fakültesi öğrencileri Đstanbul ve Üsküdar Cezaevlerinde bulunan 21 yaşından küçük 124 suçlu çocuk üzerinde yaptıkları incelemede en çok işlenen suçların, şahsa karşı, mala karşı ve cinsel olduğu ortaya çıkmıştır. 1947 yılında çok geniş bir araştırma yapılmış. Đ.Ü. Kriminoloji Enstitüsü, bütün Islahevi ve cezaevlerinde bulunan 974 çocuk üzerinde inceleme yapmış ve suçlu çocukların % 64'ünün şahsa karşı, % 22'sinin cinsel, % 19'unun mala karşı, % 12'sinin de diğer suçlardan işlediklerini tesbit etmişlerdir. Dr. Gölcüklü, 1938-1970 yılları arasında Ankara islahevine gelen 2946 çocuk hükümlünün % 42'sinin şahsa karşı, % 37'sinin cinsel, % 19'unun mala karşı, % 2'sinin diğer suçları işlediğini tesbit etmiştir. 199 1986 yılında Dr. Saran Đstanbul'da polisle ilgili olan 18 yaşından küçük çocukların sosyokültürel özelliklerini incelemiş ve organize suç kavramının ülkemize yerleşmediğini görmüştür. Dr. Saran "Kaçakçılık, hırsızlık, cinsel suçlar ve şiddet suçları sosyo-kültürel ve psikolojik faktörler sonucu gibi görülmekte, yalnız yankesicilik öğretilmektedir" hükmüne varmıştır. Devlet Đstatistik Enstitüsü 1972 yılında "Kadın ve Çocuk Hükümlüler Anketi yayınlamıştır. Bu anketle 1181 hükümlü çocuktan % 37.5'unun şahsa karşı, %32.3'ünün cinsel, %26.9'unun mala karşı suç işledikleri anlaşılmıştır387. YAVUZER tarafından 1972-1977 yılları arasında Ankara, Đzmir ve Elazığ ıslah ve cezaevlerinde, 15-18 yaşlarında en az ilkokul mezunu 214 hükümlü genç üzerinde “suçlu çocuklarda zeka, kişilik ve yakın çevre özellikleri”ni ele alan bir araştırmada; suçlu deneklerden %44,8’inin cinsel suçtan, %37,4 ünün şahsa karşı ve %17,8’inin de mala karşı suçtan hüküm giydiği görülmüştür. DĐE’nin 2004 yılı Adalet Đstatistiklerin bakıldığında, çocuk ceza ve ıslahevlerine giren 334 çocuk hükümlüden, 45'i adam öldürme, %13,5; 51'i hırsızlık, %15,3; 30'u ırza geçme, %9,0; 27'si fiili livata, %8,1; 7'si yaralama, %2,1; 134'ü gasp, %40,1; 40'ı bunların dışında kalan diğer suçları, %12,0 işlemişlerdir. Daha önce ülkemizde çocuk suçluluğu ile ilgili yapılan çalışmalar bölümünde 1940 ve 1970 yılları arasında yapılan istatistiği değerlendirmelerle karşılaştırıldığında şu neticelere varılmaktadır. 1940'lı yıllarda yapılan anketlerde şahsa karşı işlenen suçlar bilhassa adam öldürme suçlan önceliği alırken, bu suçlarda 1990'lara doğru hızla azalma görülmüş ve bunun yerini hırsızlık suçu almıştır. Hırsızlık suçları 1979-1987 döneminde %14,2 artarken, adam öldürme suçları %17,7 azalmıştır. Aynı şekilde cinsel suçlarda bu dönemde %25,47 azalmıştır. -Đngiltere’de ve diğer gelişmiş 387 Yavuzer, a.,g.,e., s. 56-57 200 ülkelerde olduğu gibi çocuk suçluluğu denildiğinde akla hırsızlık gelmektedir. Gerçekten de 1965 yılı Đngiliz suçlu çocuk istatistiklerindeki hırsızlık ve soygun oranının %79 olması ve 1954’e kadar olan dönemde %90’ı bulması bunun en açık seçik kanıtıdır. Polis kayıtları ve tutuklamaya ilişkin veriler dikkate alındığında ülkemizde de en çok işlenen çocuk suçu türünün hırsızlık olduğu rahatlıkla söylenebilir.388 Devlet Đstatistik Enstitüsünce hazırlanan 2005 yılı 27 Đl Güvenlik Birimlerine Gelen veya Getirilen Çocuklar yayınına göre; seçilmiş suç türüne göre güvenlik birimlerine getirilen çocuklar ve isnad edilen suçlara ilişki veriler aşağıda verilmiştir. Bu veriler de YAVUZER’in tespitini doğrulamaktadır. Tablo 16: 27 Đl Bazı Suç Türlerine Göre Hakkında Đşlem Yapılan Çocuklar Ülke Geneli (Kaynak DĐE) 14000 11791 12701 12000 10000 8000 6000 4000 2000 271 485 600 715 2 3 4 942 1056 5 6 1480 1652 1913 2070 2469 7 8 9 10 11 0 1 1 Adam Öldürmek 8 Trafik Suçları 2 Irza Geçmek ve Sarkıntılık 9 Gasp 3 Đntihara Teşebbüs 10 Oto Hırsızlığı 4 Kız Kadın ve Erkek Kaçırmak 11 Yan Kesicilik 5 6136 Sayılı Kanuna Muhalefet 12 Hırsızlık 6 Izrar 13 Yaralama, darp 7 Otodan Hırsızlık 388 Yavuzer, a.,g.,e., s. 57 12 13 201 Hırsızlık suçlarında çocuklara, yaş küçüklüğü veya çalınan malın değerinin düşük olması nedeniyle uygulanan indirimler veya cezaların tecili gibi nedenlerle; ıslah ve ceza evlerinde yapılan araştırmalarda şahsa karşı suç işleyen çocukların sayısının fazla çıkması doğal karşılanmalıdır. 2005 yılı 27 Đl Güvenlik Birimlerine Gelen Veya Getirilen Çocuklar yayınına göre, suç isnat edilen çocukların %7,1 kırsal alanda, 92,9’u ise kentsel bölgelerde ikamet etmektedir. Görüldüğü gibi, çocuk suçluluğunun da bir kent suçu olduğu ve hırsızlık suçlarının ise ağırlıkla işlenen suç olduğu rahatlıkla söylenebilir. Çocuk suç türlerinden mala karşı işlenen suçların en önemli özelliklerinden biri, bu suç türünün kalabalık nüfuslu büyük kent merkezlerinde daha fazla işlenmesidir. Paris kentinde yapılan incelemelerde olduğu gibi, Đstanbul kentinde de çocuk suçluluğunun başında, hırsızlığın geldiği tespit edilmiştir. Ülkemizde yapılan diğer araştırmalarda ise, mala karşı suç işleyen çocukların bu suçları gerçekleştirmek üzere, Đstanbul, Ankara, Đzmir ve Adana gibi büyük kentlerin pazaryerlerini ve miting alanlarını seçtikleri saptanmıştır.389 Faustini, Renato Breda ile birlikte Đtalya’da yaptığı araştırmasında, son yıllarda çocuklar tarafından işlenen suç türlerinin değiştiğini, ağır suçlarda azalma, hafif suçlardaysa artma olduğunu saptamışlardır. Toplumun gelenek ve göreneklerine karşı direncin giderek arttığı, büyük kentlerde, küçük yaşlardaki kız ve erkek çocuklarda cinsel suç oranının yüksekliği göze çarpmaktadır. Adli kayıtlara göre, çocuklar tarafından yapılan soygunlar ve hırsızlıklarda, özellikle grup halinde yapılan soygunlarda belli bir artış olmaktadır.390 389 390 Yavuzer, a.,g.,e., s. 69 Yavuzer, a.,g.,e., s. 212 202 3.2.4 Türkiye’de Kentleşme, Göç ve Çocuk Suçluluğu Çocuk suçluluğunu Türkiye açısından değerlendirirsek: Geleneksel tarım toplumundan çağdaş sanayi toplumuna geçiş sürecini, kendi tarihsel ve yapısal koşullarıyla yaşamakta olan ülkemizde ve genç bir nüfusa sahip toplumumuzda özellikle kırsal alanlardan kentlere ve yurt dışına göç olayı, genç kuşaklar için suç potansiyelini de beraberinde getirmektedir. Bir yandan sanayileşme ve tarımın makineleşmesi, bir yandan kırsal bölgelerdeki nüfus patlaması, özellikle 1950'lerden bu yana kırsal bölgelerden kentlere hızlı bir göçe yol açarken. Bu dengesiz kentleşmenin doğurduğu konut yetersizliği ve gecekondu sorunu da konumuzla ilgili olarak ön plana çıkıyor. Kente göç eden nüfusun içinde 15–24 yaş grubu egemendir. Doğal olarak kadınlardan çok erkekler göç etmektedirler. Bu noktada konumuz açısından dikkat çekici bir olgu şudur: En çok göç eden grubun büyük bölümünün henüz reşit olmamış gençlerden oluştuğu gözönüne alınırsa, kent ortamında yaşam kavgası verirken ne türlü tehlikelerle, güçlüklerle karşı karşıya bulunduklarını tahmin etmek güç değildir. Koşulların onları kolayca suçluluğun kucağına iteceğini söylemekse, kehanet olmayacaktır.391 Đzmir'de yapılan bir çalışmada kent haritasından yararlanarak, sosyoekonomik yönden benzer semtleri mümkün olduğunca bir araya getirerek büyükşehir belediyesi içindeki semtler sınıflandırılmıştır. Bu çalışmalarda sosyoekonomik düzeyin düşük, kırsal kesimden göçlerin ve gecekondulaşmanın yoğun olduğu kent bölgelerinde suç oranlarının kentin diğer bölgelerine göre yüksek olduğu belirlenmiştir. Yapılan başka çalışmalarda da benzer sonuçlar bulunmuştur. Bu çocuklar kendi oturdukları semtlerin yanı sıra, kentin sosyoekonomik yönden gelişmiş semtlerine ya da garaj çevresine gelerek burada da suç işlemektedirler.392 391 392 Yavuzer, a.,g.,e., s. 215 Hancı, “Çocuk Suçluluğuna Yol Açan Sosyal Bir Yara Đç Göçler ve Çarpık Kentleşme”, s. 24-28 203 1988–1990 yılları arasında Đzmir Çocuk Mahkemesi’nde haklarında inceleme raporu düzenlenen veya gözetim altına alınan 11–15 yaş grubunda 151 çocuk üzerinde yapılan araştırmada; 99 olgunun % 65,56 sı sosyo-ekonomik yönden geri kalmış ve gecekondulaşmanın yoğun olduğu bölgelerde oturduğu., çocukların % 30.46’sı gecekondu da, % 41,05’müstakil evde, % 21,85’ i apartman dairesinde oturduğu görülmektedir. 89 olgunun ailesi %58,94’ü göç olayını yaşamıştır. Bunların % 87, 64’ü ekonomik, % 6, 74’ü sosyo-kültürel, % 3,377si tayin, % 1,12’si öğrenim nedeniyle göç olayını gerçekleştirmişlerdir.393 Diyarbakır’da yapılan bir araştırmanın bulgularına baktığımızda, suç işleyen çocukların %90’ının ailelerinin son on yıl içerisinde Diyarbakır’a göç etmiş oldukları görülmektedir. Formel ve enformel sektörün yeterince gelişmediği Diyarbakır gibi kentlere özellikle zorunlu göç sonucu yerleşen aileler, büyük oranda iş piyasası dışında kalmış ve kırsal kesimdeki ekonomik durumlarına göre daha da yoksullaşmışlardır. Bu ailelerdeki ortalama çocuk sayısının da yüksek olması nedeniyle aileler çocuklarının sokakta çalışmasını teşvik eder duruma gelmiş buna bağlı olarak da çocuklar aile ilişkilerini sağlıksız olarak algılamaya başlamışlardır394. Gecekondunun çekirdek ailesi kentin modern çekirdek ailesinden farklı bir kültür yapısına sahiptir. Gecekondu ailesi henüz kopup geldiği yurt yöresinin geleneksel değerlerine bağlıdır. Kent değerlerine kısmen özenmekte kısmense yadırgamaktadır. Kentin insan yaşamını kolaylaştıran konforu çekicidir. Ancak kentteki gelenek görenekler, kırsal kesimin daha çok dinsel inançların yönlendirdiği örf ve adetlerine, namus ve ahlak anlayışına uymamaktadır. Erkek otoritesini yitirmekten korkmakta, kadınlar ve çocuklar 393 Đ. Hamit Hancı ve Beyhan Ege, “Đzmir’de Suç Đşleyen Çocukların Sosyolojik Özellikleri”, Adli Tıp Dergisi, Cilt IX, No. 1-4, s. 5-6 394 Rüstem Erkan, Mahzar Bağlı: Göç ve Yoksulluk Alanlarında Kentle Bütünleşme Eğilimi: Diyarbakır Örneği”, HÜEFD, Cilt 22, Sayı 1, 2005, s.124 204 ise daha özgür ve bağımsız olmayı istemektedirler. Bu kültür çatışması en çok genç kuşaklan etkilemekte ve onları suçlu davranışa itebilmektedir395. Kentleşme ve göç olgularından kaynaklanan sosyal farklılıkarın suçlu davranışa kucak açtığı ve özellikle kentte organize olmuş suç gruplarının kırsal kesimden yeni göç etmiş insanların gruba aidiyet arzularını kullanarak onları suça teşvik ettiği gerçeği özellikle terör suçlarında kendisini göstermiştir. "Bilindiği gibi insanlar kendilerine kucak açan, değer veren ve onlara bir kişilik veren oluşumlara meylederler. Bu dinsel bir grup, siyasal bir parti ya da bir terör örgütü olabilir. Varoşlarda yaşayan insanlarımız, mensup oldukları grubun en ateşli savunucusu, sahiplenicisi olurlar. Çünkü kendilerini her yerde ezilmiş, horlanmış, yok sayılmış ve dışlanmış hisseden kitleler bu oluşumlar içinde insan yerine konmanın, birey olarak özümsenmesinin etkisi altına girerler. Bu yüzden daha çok duygusal ve daha az kontrollüdürler. Bu nedenle gecekondularda yaşayan insanlarımızın içine düştüğü boşluğu, dini istismar eden gruplar ve terör örgütleri en iyi şekilde doldurmuş bulunmaktadırlar396. Sosyo-ekonomik varsayımlardan hareket eden araştırmacılar, sanayileşme, kentleşme gibi hızlı değişim süreçlerinin, ekonomik bunalımlar, işsizlik, göçler ve savaşlar gibi toplumsal sarsıntı dönemlerinin suçluluğun artışına yol açtığını da ileri sürmektedirler397. Batı ülkeleri geniş ölçüde kentleşirken ortaya çıkan bu olguların, Türkiye’nin kentleşmesi ve sanayileşmesi sürecinde aynı yoğunlukta gözükmemektedir. Sanayi toplumundaki çok geniş bir bölümü, kentlerde heterojen bir nüfus kitlesinin yığılmasına neden olur; neticede kentlerde kültür yönünden aykırılıklar bir araya gelir ve bundan kültür ihtilafları doğar. Heterojen nüfus, yeni normlarla karşı karşıya kalmış insan grupları demektir. Bunun 395 Yavuzer, a.,g.,e., s. 215 Necati Alkan, Gençlik ve Terörizm, EGM Basımevi Ankara, 2002, s.45 397 Yavuzer, a.,g.,e., s. 210 396 205 sonucu elbette, normlardan sapma ve normlar üzerinde uyuşmazlıktır. Elbette ki normlar üzerinde ortaya çıkan uyuşmazlık ve sapmalar toplumun bütünleşme derecesini düşürecektir ve suç normlardan sapmanın ve suçluluğun çoğalmasının ana sebeplerinden birisini ortaya koyacaktır. Türkiye’deki iç hareketlilik, ülkedeki çok yüksek nüfus artışına bağlıdır. Bu nüfus artış oranı sürdükçe, hareketliliğin de yüksek oranda devam edeceği hususunda şüphe yoktur. Amerika’da 20. yüzyılın başlarında kırsal bölgelerden kentlere doğru, bugün bizde olduğu gibi, geniş bir iç göç tespit edilmişti. Tarımda makineleşme sonucu belirli bir uzmanlığa sahip olmayan, yeteri derecede eğitim görmemiş kişiler kentlere hücum ederek hizmet sektöründe iş bulmaya çalışıyorlar ve bunun neticesi olarak da yüksek bir suçluluk oranı ortaya çıkıyordu. Ancak zaman içinde bu nüfusun büyük bir bölümü kentli haline gelmiştir; bu sebeple bugün kentten kente hareketlilik söz konusudur ve kentleşmenin suç etkisi üzerinde durulmamaktadır. Türk toplumu bu bakımdan Amerika’nın 20. yüzyıl başındaki dönemine çok benzer bir durum içindedir.398 398 Dönmezer, Kriminoloji, s.195-196 206 3.3. ANKARA’NIN ÇOCUK SUÇLULUĞU BAKIMINDAN DEĞERLENDĐRĐLMESĐ 3.3.1 Ankara Đlinin Genel Özellikleri Ankara, başkentlik fonksiyonu ile, milyonu aşan nüfusu ve son 50 yıldaki şaşırtıcı gelişme hızı ile ülke kentleri arasında tamamen özel bir yere sahiptir. Milâttan önce 8. yüzyılda Frigya Kralı Kordios tarafından kurulduğu bilinen Ankara, tarih boyunca birçok kez el değiştirmiş ve türlü yönetimlerin malı olmuştur. Bunlar arasında, Galatlar, Romalılar Araplar, Bizanslılar vardır. Kentin Osmanlılar eline geçişi, Đstanbul'un fethinden bir yüzyıl kadar öncedir. Türkiye Cumhuriyeti, Ankara'yı, Osmanlı Đmparatorluğundan 20 bin nüfuslu bir Orta Anadolu kasabası olarak devraldı ve yarım yüzyıldan kısa bir sürede, milyonluk başkentler arasına soktu. Ankara, yurt ölçüsünde dengeli nüfus dağılışını gerçekleştirmede başvurulan büyüme merkezleri ya da büyüme kutupları tekniğinin nispeten başarılı bir örneği oldu. Devlet merkezinin, 1923 yılında Đstanbul'dan Ankara'ya taşınması kentin iktisadî ve sosyal yapısında önemli değişmelerin başlangıcıdır.399 Oysa, Kurtuluş Savaşı'ndan önce Ankara'yı başkent olmaya ve böyle özel bir önem kazanmaya aday kılan belirtiler görülmemektedir. Zaten, tamamen gayriresmî şekilde de olsa, stratejik nedenlerle başkentliğin Đstanbul'dan nakledilmesi 399 Ruşen Keleş, Eski Ankara’da Bir Şehir Tipolojisi, Ankara, 1971, s.1 207 düşünüldüğünde örneğin Kayseri, Halep söz konusu olmuş fakat Ankara'nın adı geçmemiştir.400 Muhtelif tarihlerde, kentin 30-50 bin arasında değişen bir nüfusa sahip olduğuna dair kayıtlara rastlanmaktadır. Birinci Dünya Savaşı sırasında, kent nüfusu 22 bine kadar düşmüştür. 1923 yılında başkent olan Ankara, bu tarihten sonra hızla büyüyecek, nüfusu 1935'de 122.720'ye, 1950'de ise 228.530'a ulaşacaktır. 1980 yılında 1.877.775 olan kent nüfusu, bugün 4 Milyona yaklaşmış bulunmaktadır. Ankara’daki nüfus artışı, 1975 yılından sonra Türkiye ortalamasının altına düşmüş olmakla birlikte, kent göç almaya devam etmektedir. Ankara bir sanayi kenti olmayıp, göç alan bir merkez konumuna gelişi, büyük ölçüde, başkent oluşuyla ilişkilendirilebilir. Nüfusun önemli bir bölümü hizmet sektöründe istihdam edilirken, kentsel nüfus kentin gerektirdiği imkânlardan yeterince yararlanamamaktadır.401 Devletçi ve merkeziyetçi sistem nedeniyle Türkiye'de başkentlik diğer birçok ülkedekinden daha önemli ve daha etkili bir fonksiyon olmaktadır. Devlet, kontrolünde bulunan bu iktisadî (sanayi hariç) ve sosyal faaliyet kollarını, bir yandan merkeziyetçi geleneği sonucunda, öte yandan başkentlileri memnun etmek amacıyla Ankara'ya teksif etmiş bulunmaktadır. Böylece, Ankara'da faal nüfusun önemli bir kesimi, devletin geleneksel görevleri içinde olsun veya olmasın, devletle ilgili ve Ankara başkent olduğu için buraya yığılmış kamu faaliyet kollarında çalışmaktadır. Bu yoğunlaşmanın önemi, söz konusu faaliyetlerin karar verme basamağındaki yüksek memur, mütehassıs teknisyenlerde görülen daha da büyük yoğunlaşmanın katkısıyla artmaktadır.402 Ankara’nın 1920'lerden bu yana sürekli bir nüfus akışını emmiş bir göçmen kenti olduğunu biliyoruz. Ancak Ankara'nın "toplumsal yapısı" salt bu göçmenlerin oluşturduğu bir karışım olmanın çok ötesindedir. Türk gelenek 400 Tuğrul Akçura, “Türkiye’de Şehirleşme ve Bazı Şehir Örnekleri”, Türkiye Coğrafi ve Sosyal Araştırmalar, Ed. Erol Tümertekin, Đstanbul, 1971, s. 206 401 Görmez, Kent ve Siyaset, s.19 402 Akçura, a.g.m., s.206 208 ve görenekleri, yeni devletin başkenti olmak, batı kapitalizminin etkileri, ulusal kalkınma, uluslararası kurumlar vb. bu toplumsal yapının oluşmasına katkıda bulunmuşlardır. Benzer biçimde Ankara'nın "kültürü" de salt bir Türk karışımı olmanın ötesinde oldukça karmaşık bir dizi sürecin ürünüdür. Göçmenlerin farklı yörelerden getirdikleri "kültürler", Kemalist ideoloji, kapitalizmin egemen kültürü vb.'nin içice eklemlenmesinin oluşturduğu yeni ve özgün fikirler, gelenekler, görenekler, inançlar ve değer yargıları kendinden sonra gelenleri etkileyecek yeni sistemin temel öğeleri oldular. Ankara'nın bu heterojen yapısı kuskusuz ülkenin çok farlı bölgelerinden göç edenler için çok farklı ve çok da karmaşık bir görünüm sergiler. Bu karmaşık ve heterojen yapı zaman içinde toplumsal değişime koşut olarak daha da yoğunlaşır. Kısacası, Ankara toplumsal yapısı ve kültürü bakımından ülke düzeyinde en hızlı değişime uğrayan kentlerin başında gelir ve bu hızlı değişime katkıda bulunan etmenlerden birisi de ülkenin dört bir yanından yapılan göçtür.403 Kentin iktisadî ve sosyal bünyesi, gelişmenin hızı ve tarihî mirasın sınırlılığı nedenleriyle, fizikî bünyeye kuvvetle yansımakta, ekolojik ilişkiler açıkça görünmektedir. Ankara'da modern ve geleneksel bölüm kutuplaşması şeklinde iki bölümden bahsetmek mümkün olup; bu iki bölüm birbirinden kopmakta ve hatta iki merkezden bahsedilme imkânı doğmaktadır. Güneyde, Kızılay-Bakanlıklar merkezinde, hâkim arazi kullanışı, buraya yoğun şekilde yerleşmiş devlet daireleridir. Sonra, devlet dairelerinde çalışan ve bunlara yakın şekilde yerleşen yukarı ve orta sosyal tabakaların etkisiyle modern tüketim ticareti ve hizmetleri gelişmiştir. Gene Bakanlıkların yakınlığı nedeniyle bu merkez, ihtisaslaşmış ileri iş hizmetlerini çekmiştir. Dolayısiyle Kızılay tamamen başkentlik fonksiyonuna bağlıdır ve zaten doğması ve gelişmesi Cumhuriyet devrinde olmuştur. Kuzey merkezi Ulus ise, eski kente ve tarihî merkeze dayanarak daha karmaşık bir şekilde gelişmiştir. Hakim fonksiyon, orta ve ortanın altı gurupların tüketim ticareti ve hizmetleri ile toptancılıktır. Gerçekte, bu gurupların genişliği nedeniyle Ulus içinde de bir farklılaşma görülmektedir. Merkezin bir bölümü geleneksel nüfusa hizmet 403 Ersoy, a.g.e., s.176 209 etmekte ve bu arada kırsal bölgenin merkezliği fonksiyonunu yükümlenmektedir. Ulus'un diğer bölümü ise, Kızılay'a oranla daha fakir guruplara hitap etmekle beraber açıkça kentsel karakterdedir. Günümüzde de Ulus'ta önemli sayıda resmî daireye rastlanmakla beraber başkentlik fonksiyonunun göreli önemi çok azalmış bulunmaktadır. Başkentlik fonksiyonu kente geniş alan gerektiren faaliyetler çekmiştir. Hastahaneler, üniversiteler, geniş devlet daireleri, büyük park ve spor tesisleri, kamu depolama yerleri ve özellikle de ordu bunun örnekleridir. Devletin kamu arazisine yerleştirdiği faaliyet kolları, kent bünyesini kuvvetle etkileyen bir etmen olmuştur.404 DĐE’nin verilerine göre Türkiye’nin 2000 yılındaki nüfusu 67 803 927, 1990-2000 döneminde yıllık nüfus artış hızı 18.3’tür. 1927 yılında ülkemizde en fazla nüfusa sahip üç il sırasıyla Đstanbul, Đzmir ve Konya iken, 2000 yılı nüfus sayımı sonuçlarına göre, toplam nüfusu en fazla olan ilk üç il sırasıyla Đstanbul, Ankara ve Đzmir’dir. Bu illerden Đstanbul ilinin toplam nüfusu 10 018 735 iken Ankara ilinin toplam nüfusu 4 007 860’dü. Ankara’nın başkent olarak ilanından sonra ciddi bir nüfus artışı görüldüğü ortadadır. 1990-2000 döneminde 81 il içinde nüfus artış hızı en yüksek olan ilk üç il sırasıyla Antalya, Şanlıurfa ve Đstanbul’dur. 1990-2000 döneminde Antalya’nın yıllık nüfus artış hızı ‰41.8, Şanlıurfa’nın yıllık nüfus artış hızı ‰36.6 ve Đstanbul’un yıllık nüfus artış hızı ise ‰33.1 olarak gerçekleşmiştir. Ankara Đçanadolu bölgesinde yer almaktadır. Đç Anadolu Bölgesi, Türkiye nüfusunun %17’sini oluşturmakta ve bu bölgedeki nüfus 1990-2000 döneminde yıllık ‰15.8’lik bir hızla artmaktadır. 13 ilden oluşan bu bölgede 1990-2000 döneminde Konya ilinin nüfusu yıllık ‰22’lik bir hızla artarken, Sivas ilinin nüfusu aynı dönemde ‰-1.5 ile azalmaktadır. Başkent Ankara’nın nüfusu 4 007 860 olup Türkiye nüfusunun yaklaşık %6’sını oluşturmakta ve nüfusu yıllık ‰21’lik bir hızla artmaktadır. 404 Akçura, a.g.e., s.210 210 Görüldüğü gibi Ankara’da halen ciddi bir nüfus artış hızı mevcuttur. Ankara kent nüfus oranının en yüksek olduğu iller sıralamasında, Đstanbul’dan sonra ikinci sırada yer almaktadır. diğer iller ise sırasıyla Đzmir, Eskişehir, Gaziantep, Bursa ve Adana’dır. Kent nüfusu en fazla olan il, yaklaşık 9.1 milyon ile Đstanbul ili iken, bu ili yaklaşık 3.5 milyon ile Ankara ve yaklaşık 2.7 milyon ile Đzmir illeri takip etmektedir. 3.3.2 Ankara’da Genel Suç Eğilimleri Türkiye'nin büyük kentleri çok hızlı göç almaktadır. Hızla topraktan kopan ve kente gelen yeni insanlar, bir anlamda köyü kente taşımaktadırlar. Çünkü kentsel mekanlar, kentsel meslekler, kentsel kurumlar yeni kentlileri genellikle dışlamakta, göç edenler kente karşı savunma amacıyla kent mücavir alanlarına yerleşmekte ve ancak birkaç kuşak sonra kentle irtibata geçmektedirler. Bu noktada kentlerde en azından ikili ve kutuplaşmış bir kültürel yapı ortaya çıkmaktadır, Đstanbul, Ankara, Đzmir gibi kentlerimizin % 50 veya daha büyük bir nüfus grubunun gecekondu yerleşmelerinde yaşadığı düşünülürse, sorunun büyüklüğü daha iyi anlaşılabilir. Son yıllarda Türkiye metropolleri, etnik, sosyal, kültürel, siyasi, dinsel farklılıkların son derece yoğun yaşandığı ve bu farklılıkların diğer kimliklerden daha öne çıkarıldığı mekânlar olmaya başlamıştır. Göçün hızlı olduğu dönemlerde ortaya çıkan konut açığının gecekondularla kapatılmaya çalışılması, Ankara'yı, nüfusunun büyük kısmı gecekondularda yaşayan bir kent konumuna getirmiştir. 1990 yılı verilerine göre Ankara'da bulunan 350.000 gecekonduda 1.750.000 insan yaşamaktadır. Bu miktar toplam kent nüfusunun % 58,3’üne ulaşmaktadır. Bu bakımdan Ankara, ulaşım, konut, çevre, altyapı ve gecekondu sorunları ile yüz yüze bir kent durumundadır. 1950'lerden sonra Ankara'ya yönelen göçe 211 paralel biçimde yeni kentlileri kente bütünleştirecek organizasyonların kurulamaması nedeniyle birtakım sosyo-kültürel sorunların ortaya çıkışı da kaçınılmaz olmuştur. Kent nüfusunun yarıdan fazlasının yaşadığı gecekondular, kentle bütünleşememelerinin sonucu olarak, "sorun alanı" olmaya devam etmektedirler. 405 DĐE 2000 yılı nüfus sayımı verilerine göre, 1975–2000 döneminde en fazla göç alan ilk üç il sırasıyla Đstanbul, Ankara ve Đzmir illeridir. 1995–2000 döneminde iller arası göç eden nüfusun yaklaşık beşte biri Đstanbul'a göç etmiştir. Elbette ki bu durum büyük kentlerimizdeki suçluluk durumunu etkilemektedir ve Ankara’da bu çerçevede değerlendirilmelidir. Ankara’nın net göç hızı tabloda verilmiştir. 1995–2000 döneminde Ankara net göç hızına göre, Tekirdağ, Muğla, Antalya, Bilecik, Đstanbul, Bursa, Đzmir, Isparta ve Çanakkale’den sonra 10. sıradadır. Tablo 17- Ankara Net Göç Hızı (Kaynak DĐE) YILLAR NET 1975-1980 GÖÇ 20,6 1980-1985 1985-1990 1995-2000 13 24,9 25,6 HIZI %0 Ankara, Đstanbul gibi 1965–70 dönemine nazaran net göç alma oranı önemli ölçüde azalan illerimizin basında yer alır. Gerçekten, Ankara'nın 1965–70 döneminde net göç alma oranı, %122,4 iken 1975–80 döneminde %19,4’e inmiştir. Aynı şekilde, 1965–70 döneminde tüm ülke içindeki göç hareketinin % 11.34 ü Ankara'ya yönelmiş iken, 1975–1980 döneminde bu 405 Görmez, Kent ve Siyaset, s.19 212 oran % 9,4’e inmiştir. Görülen bu gerilemeye rağmen Ankara önemli göç odaklarından biri olma özelliğini sürdürmüştür. Ankara'ya yerleşen bu nüfusun %76’sı Çorum, % 74 Đstanbul, % 71’ i Yozgat'tan gelmiştir. Bu dönemde Ankara'ya göç eden nüfusun % 25–49 u arasında göç veren iller ise, «şöyle sıralanır: Kırşehir, Çankırı, Kars, Sivas, Erzurum, Konya, Kayseri ve Đzmir. Ayrıca çeşitli bölgelere dağılmış 19 ilin (Bolu, Adana, Eskişehir, Niğde, Samsun, Tokat, Malatya, Nevşehir, Diyarbakır, Zonguldak, Trabzon, Amasya, Ordu, Balıkesir, Elazığ, Erzincan, Bursa, Gümüşhane ve Đçel) bu göç eden nüfus içindeki payları % 10–24 arasında değişir. Mutlak değer itibariyle Đstanbul'dan sonra en çok nüfus çeken bir il olarak Ankara, şüphesiz Türkiye'nin hemen her bölgesinden nüfus almaktadır. Fakat Ankara'yı birinci derecede yerleşme yeri alarak tercih eden illerin sayısı fazla değildir. Bunlar, Ankara'yı doğudan çevreleyen komşu illerdir: Kırşehir, Corum, Yozgat, Çankırı, ve Nevşehir. Daimi ikametgahını Ankara'ya taşıyan nüfusun, bu illerden ayrılan toplam nüfus içindeki payı, sırasıyla şöyledir: Kırşehir için % 554, Çorum için % 498, Yozgat için % 450, Çankırı için % 401, Nevşehir için % 245. Ülke düzeyinde yer değiştiren nüfusun % 9.4’ü, Ankara’ya yerleşmiştir. Đç Anadolu bölgesinde, Ankara'nın yakın çevresinde yer alan iller için başkent, yerleşmek üzere birinci derecede tercih edilen bil il durumundadır. Bilhassa Kırşehir, Corum, Yozgat, Çankırı ve Nevşehir'den göç eden nüfusun önemli bir bölümü (% 55-25’i), daimi ikametgâhını Ankara'ya taşımıştır.406 Ankara, toplumsal ilişkilerden oluşmuş bir yapıdır. Kente yerleşen her kişi kendisini bu yapının içinde bulur. Farklı düşünceler, töresel kurallar, değer yargıları, dünya görüşleri vb.'nin içice girip eklemlendiği birbirlerini karşılıklı etkilediği bu yapının karmaşık doğasının kavranılması olanaksızdır. Đnsanların bir toplumsal yapı ve kültürden diğerine geçişi ile ortaya çıkan durum basit bir mekân değişikliği ile karşılaştırılamayacak denli karmaşık süreçleri içerir. Đlkin, göçmenler iki farklı çevre arasında yeni toplumsal ilişkiler kurarak iki kültürü de değiştirirler. Đkinci olarak, bu süreç içinde 406 Alaettin Tandoğan, Türkiye’de 1975-1980 Döneminde Đller Arası Göçler, Trabzon, 1988, s.28 213 göçmenler kendi toplumsal konumlarını değiştirirler, kişisel bilgi stoklarını genişletirler ve yeni normlar, değer yargıları, gelenek ve düşüncelerle karşı karşıya gelirler.407 Ankara’daki mevcut suç eğilimlerini izah etmek için, ülke genelinde kentlerimizde yaşanan suç eğilimleriyle ilgili bazı tespitlere gözatılması faydalı olacaktır. 2004 yılında, kentlerimizde suçların artış oranlarını ve kent güvenliği problemini inceleyen bir araştırmada; Türkiye’de kent merkezlerinde suç oranları yükseliş trendinde olduğu ve hızlı nüfus artışı, kentlerin kontrolsüz büyümesi, gecekondular gibi sağlıksız çevre koşulları ile birlikte yükselen işsizlik sayılarının büyük kentlerimizde suç oranları arttırdığı sonucuna ulaşılmıştır. Bu çalışmada Đstanbul, Ankara Đzmir Bursa, Adana, Konya, Gaziantep ve Đçel olmak üzere nüfusu bir milyonu aşan yerleşim yerleri büyükşehir olarak tanımlanmış ve kamu düzeni aleyhine suçların %59’unun şahsa karşı suçların % 31’inin ve mala karşı suçların ise %70’inin bu büyük kentlerde işlendiği görülmüştür. Ayrıca suç şekilleri ve oranları kentlerin bazı özelliklerine göre farklılıklar arz etmekle birlikte genel olarak kentlerimiz için aşağıdaki tespitlerde bulunulmuştur: 408 Sosyo-ekonomik olarak daha fazla gelişmiş ve kentleşmiş olan Ülkemizin batı kesimlerinde suçlar daha yüksektir. Ayrıca kentleşme oranı düşük olan kentlerimizde ise şahsa karşı suçlar daha fazla görülürken; sosyo ekonomik olarak daha fazla gelişmiş ve göç alan kentlerde ise mala karşı suçlar daha fazla sıklıkla işlenmektedir. Büyükkentler genellikle tüm ülkenin suç ortalamasından daha yüksek suç sayılarına sahip olmalarına rağmen, bu kentler en yüksek suç oranlarının kaydedildiği kentler değildir. 407 Ersoy, a.g.e., s.175 Semra Gunay Ergun, Ali Yılmaz, “Increasing Crime Rates And The Problem Of Safety In Cities In Turkey”, Istanbul Conference On Democracy & Global Security 9-11 Haziran 2005, Ankara, 2005, s.318319 408 214 Mala karşı suçlar yoğun olarak büyük kentlerde işlenmektedir. Adaletsiz gelir paylaşımı, toplum katmanları arasındaki sosyoekonomik farklılıklar, yoksulluk ve işsizlik mala karşı suçlardaki artışın nedeni olarak görülmektedir. Araştırma sonuçlarına bir ilavede bulunmak faydalı olacaktır, büyük kentlerde mevcut ekonomik eşitsizlikler ve sıkıntılar mala karşı suçları arttıran bir etmendir. Bunun yanı sıra büyük kentler; mala karşı suçların işlenmesini kolaylaştıran ve devamında bu suçu işleyenlerin yakalanmasını güçleştiren karmaşık bir ortama sahiptir. Bu nedenle büyük kentler, suç işlemeyi meslek haline getirmiş kişileri kendine çekmekte ve bu da suç sayılarını arttırmaktadır. Tablo 18: Ankara Geneli Asayiş Suçları (Kaynak : EGM AKKM ve EGM Kütüphanesi) Polis 1983 1984 1985 1986 1987 1988 1989 1990 1991 1992 12418 14295 15308 13080 13174 18484 17434 16422 16729 15354 Jand. 1993 1994 1995 22180 32576 29848 1996 1997 1998 1999 2000 2001 2002 2003 2004 2005 2006 27934 25855 24879 23059 28194 30016 31219 29385 27830 32988 5723 5402 4064 3635 4526 Ankara’nın son yıllara ait suç istatistikleri incelenirse şu tablo ortaya çıkacaktır. 1983 yılından 2006 yılına kadar geçen 23 yıllık dönemde % 165’lik bir artış gözükmektedir. 215 Ankara ilindeki suçluluğun genel karakteristiklerinin incelendiği bir çalışmada aşağıdaki hususlar tepsi edilmiştir:409 • Ankara’da işlenen suçlar sayısal olarak çok fazladır ve suçların büyük bir oranı, nüfusun, ticari ilişkilerin, sosyal hareketliliğin yoğunlaştığı ve suç işleme fırsatlarının arttığı Çankaya ve Altındağ ilçelerinde meydana gelmektedir. En fazla işlenen suçlar hırsızlık ve yankesicilik olmak üzere mala yönelik suçlardır. Özellikle kentleşme oranının yüksek olduğu bölgelerde, bu suçları işlemeye uygun ortam ve şartların çok fazla bulunması ve yakalanma riskinin düşük olması suçların artmasına sebep olmaktadır. • Kentleşmenin daha düzenli gerçekleştiği bölgelerde suçlar daha az görülmektedir. Etimesğut’un en az suç işlenen ilçe olduğu görülmüştür. • Kentleşme sürecinin beraberinde getirdiği işsizlik, fakirlik ve ekonomik yetersizlikler suçların işlenmesinde önemli rol oynamaktadır. Gaziantep’te de benzer durum gözükmektedir. Gaziantep’te Cumhuriyet Başsavcılığı verilerine göre yoğun göç alan Gaziantep’te oluşan kozmopolit yapının yanı sıra yaşanan sosyal ve ekonomik sıkıntıların suç oranlarında önemli artışa yol açtığı, 1989-1999 yılarında kentteki suç oranının %100 oranında arttığı, 1989 yılında resmî kayıtlara giren toplam suç sayısı 12.084 olurken, 1999 yılında bu sayı 24.205 ile %7.1 oranında yıllık artış göstermiştir. Bu artışın nedeninin ise kente olan yoğun göç ve kentleşme nedeniyle sosyal ve ekonomik dengenin bozulması ile birlikte 409 Serdar Utku; Şehirleşme ve Suç Đlişkisi (Ankara Araştırması); Basılmamış Master Tezi, Ankara 2005. 216 işsizliğin de arttığı, işsizliğin ise insanları belli oranda suça yönelttiğinin altını çizmek gerekir410. 3.3.3 Ankara’da Çocuk Suçluluğu Ankara’daki çocuk suçluluğunu derinlemesine incelemek için 20022006 yılları arasında Emniyet Genel Müdürlüğü Çocuk Şube Müdürlüğü/Büro Amirliği Kuruluş, Görev Ve Çalışma Yönetmeliği ekinde bulunan Çocuk Đstatistik Formunda yer alan veriler değerlendirildiğinde aşağıdaki sonuçlara ulaşılmaktadır. Bu formda sadece suç şüphesi değil bunun yanı sıra sokakta yaşama, evden kaçma, kayıp, buluntu, terk ve suç mağduru şeklinde kolluğun müdahale ettiği problemlerde yer almaktadır. bu yönüyle suç dışındaki kalan fakat sosyal problemlere işaret eden verilere de ulaşmak mümkündür. Tablo-19 EGM Çocuk Đstatistik Formu Çeşitli Nedenlerle Polis tarafından Đşlem Yapılan Çocuklar Türkiye- Ankara Değerlendirmesi 2002-2006 126095 109121 83249 4654 2002 96716 98912 Polis Bölgesi Genel Ankara 7454 2003 9026 2004 9837 2005 8799 2006 Ülke genelinde çeşitli nedenlerle polisin işlem yaptığı çocukların sayısı, 2002-2006 döneminde %51’lik bir artış göstermiştir. Ankara’da ise 410 Utku, a.g.e,, s.4 217 2002 yılıyla 2003 yılı kıyaslandığında %61’lik bir artış gözükmekte, 2003 yılından sonra ise genel olarak yavaş bir artış ortaya çıkmaktadır. 2002-2006 döneminde Ülke geneli polis bölgesinde 514.093 çocuk hakkında çeşitli nedenlerle işlem yapılmıştır. Aynı dönemde ise Ankara’da 39.770 çocuk hakkında işlem yapılmıştır ki, bu %7,7’lik bir orana karşılık gelmektedir. Tablo-20 EGM Çocuk Đstatistik Formu Suç Şüphesi Nedeniyle Polis tarafından Đşlem Yapılan Çocuklar Türkiye- Ankara Değerlendirmesi 2002-2006 70395 63590 56536 58907 45813 2383 2002 Polis Bölgesi Genel Ankara 4929 2003 5854 2004 6432 2005 5325 2006 Suç Đsnadı veya şüpheli ile, kişinin suç işlediği zannına varılması ve bir suçla itham edilmesidir. Daha açık bir ifade ile hakkında hazırlık soruşturması yapılan veya hazırlık soruşturması açılmadan kolluk kuvvetinin yaptığı araştırmaya konu olan veya kimliğini bir belge ile veya kolluk kuvvetince tanınmış veya güvenilir kişilerin tanıklığı ile ispat edemeyen veya gösterdikleri belgelerin doğruluğundan şüphe edilenler ile hakkında suç işlediğine ilişkin basit şüphe bulunan kişiler ifade edilmektedir. Ülke genelinde 2002-2006 döneminde %53’lük bir artış meydana gelmişken, Ankara’da ise %123’lük bir artış meydana gelmiştir. Ankara’da çocuk suçluluğunda görülen artış hızı, ülke genelinde görülenden çok fazladır. Bu Ankara’nın halen çok hızlı göç almasının bir sonucu olduğu söylenebilir. 218 Tablo-21 EGM Çocuk Đstatistik Formu Suç Mağduru- Polis tarafından Đşlem Yapılan Çocuklar Türkiye- Ankara Değerlendirmesi 2002-2006 38041 23819 1469 1491 2002 Polis Bölgesi Genel 27081 23882 2003 Ankara 22018 1985 2004 2356 2005 2188 2006 Mağdur, ile suçtan zarar gören kişi ifade edilmektedir. Ülke genelinde 2002-2006 döneminde suç mağduru çocuklarda %59’luk bir artış görülürken, Ankara’da ise %48 lik bir artış görülmektedir. Suç mağdurlarına ilişkin veriler ve artış hızı benzerdir. Tablo- 22 EGM Çocuk Đstatistik Formu Terk Nedeniyle Polis tarafından Đşlem Yapılan Çocuklar Türkiye- Ankara Değerlendirmesi 2002-2006 572 529 Polis Bölgesi Genel 561 252 404 Ankara 215 85 2002 70 2003 50 2004 2005 48 2006 Terk; anne-babası veya kanuni mümessili tarafından korunmasız ve yardıma muhtaç bir şekilde bırakılan çocuk ifade edilmektedir. Terk edilen çocuklara ilişkin işlemler hem ülke genelinde hem de Ankara’da benzer bir 219 seyir izlemektedir. Terk olaylarında 2004 yılında görülen ani yükseliş ve devamındaki ani düşüşü izah etmek oldukça zordur. Tablo- 23 EGM Çocuk Đstatistik Formu Buluntu Nedeniyle Polis tarafından Đşlem Yapılan Çocuklar Türkiye- Ankara Değerlendirmesi 2002-2006 6057 7966 Polis Bölgesi Genel 5497 2455 46 2002 4391 28 2003 27 2004 16 2005 Ankara 24 2006 Buluntu ile kanuni mümessili tarafından terk edilmiş veya evinden veya bulunduğu kurumdan kaçmış halde bulunan çocuk ifade edilmektedir. Tablo- 24 EGM Çocuk Đstatistik Formu Kayıp - Polis tarafından Đşlem Yapılan Çocuklar Türkiye- Ankara Değerlendirmesi 2002-2006 3359 4035 2533 1601 1387 Polis Bölgesi Genel Ankara 143 2002 274 2003 462 2004 500 2005 667 2006 Kayıp; evden veya bulunduğu kuruluştan kaçan veya kaybolan çocuk ifade edilmektedir. 2002-2006 döneminde ülke genelinde kayıp çocuklara %190’lık bir artış olurken, Ankara’da %366’lık bir artış olmuştur. 220 Tablo-25 EGM Çocuk Đstatistik Formu Evden Kaçma Nedeniyle Polis tarafından Đşlem Yapılan Çocuklar Türkiye- Ankara Değerlendirmesi 2002-2006 5273 4770 4351 4468 4694 Polis Bölgesi Genel Ankara 240 263 124 2002 2003 202 2004 2005 203 2006 Çocuğun sağlıklı bir ruhsal ve toplumsal gelişme gösterebilmesinin ilk koşullarından biri, ailede tutarlı bir disiplin uygulanması ve belli ölçüde bir otoritenin, denetimin varlığı olmaktadır. Evden kaçma; çocuk ya da gencin aile çevresinin mutlu bir ortama sahip olmayışı, ana babalar arasında sürekli geçimsizlikler, çocuğun onlarca sevilmeyip, istenmemesi, ihmal edilmesi, kardeşlerinin açıkça tercih edilmeleri gibi nedenler, bireyi aile çevresinden uzaklaşmaya zorlayabilir. Burada kaçışın iki ruhsal nedeni olabilir: Biri cezalandırılma korkusudur; cezalandırmaktır. Gerçekten diğeri de kendisine YAVUZER iyi davranmayanları tarafından yapılan bir araştırmada, suçlu gençlerin evden kaçmalarına, yani bir anlamda anti-sosyal davranışa ilk adımlarını atmalarına neden olan en büyük etkenin (% 59 oranında) baba baskısı olduğu görülür. Suçlu gençler, evden kaçma nedeni olarak, babalarının kendilerine fazla iş vermesi ya da yaptıkları bir hatadan dolayı cezalandırma endişesini ileri sürmüşlerdir. Kaçma nedenlerinden bir başkası da, çocuk ya da gençlerin okudukları ya da sinema ve televizyonda izledikleri serüven öykülerinin etkisiyle o tür ilginç yaşamları taklit etmek istemeleridir. 411 Evden kaçma çocukları suça iten önemli etmendir. Ülke genelinde ve Ankara’da evden kaçma fiilleri yatay bir seyir izlemektedir. 411 Yavuzer, a.,g.,e., s. 138-139 221 Tablo-26 EGM Çocuk Đstatistik Formu Sokakta Yaşama Nedeniyle Polis Tarafından Đşlem Yapılan Çocuklar Türkiye- Ankara Değerlendirmesi 2002-2006 4832 4468 3712 3509 4135 Polis Bölgesi Genel Ankara 293 2002 338 2003 220 2004 281 2005 344 2006 Sokak çocuğu, yoksulluk, aile parçalanması, istismar gibi nedenlerle evlerinden kaçmış ya da uzaklaştırılmış, sokakları mesken edinmiş, sorumlu bir büyüğün korumasından yoksun, aileleri ile bağları gittikçe azalmakta olan ve her türlü istismara açık olan çocukları ifade etmektedir. Ülke genelinde sokakta yaşayan çocuk sayısında azalış ve Ankara’da ise bir miktar artış görülmektedir. Bu durumun bir suç olmadığı ama bir problem göstergesi olduğu unutulmamalıdır. Kolluğun herhangi bir suç ihbarını görmezden gelemez, fakat sokakta yaşayan çocuğu kolaylıkla görmezden gelebileceği unutulmamalıdır. Burada yer alan rakamların tüm polis birimlerinin rastladığı sokakta yaşayan çocuklar değildir, bu veriler sadece Çocuk Şubelerinin gayretleri ile tespit edilip toplanan ve ilgili kurumlara teslim edilen çocukları kapsadığını düşünüyorum. 222 Yine Polisin çeşitli nedenlerle hakkında işlem yaptığı çocukların aile durumlarına bakarsak aşağıdaki verilere ulaşırız. Tablo-27 EGM Çocuk Đstatistik Formu Ankara’da 2006 Yılında Polis Tarafından Hakkında Đşlem Yapılan Çocukların Aile Özellikleri Öz Anne-Öz Baba 7525 Öz Anne- Üvey Baba 440 Üvey Anne- Öz Baba 196 Kardeş 68 Yakın Akraba 281 Arkadaş 77 Sokakta 51 Kurumda 91 Tablo 28- Devlet Đstatistik Enstitüsü - Kaba Boşanma Oranları Türkiye– Ankara Değerlendirmesi Yıllar 2001 2002 2003 2004 2005 Türkiye Ortalaması 1.35 1.38 1.32 1.28 1.33 Ankara Ortalaması 1.94 1.94 1.77 1.72 1.91 Ankara 7870 7973 7389 7327 8232 Boşanma Sayıları Ailenin çocuk suçluluğu üzerindeki önemini geniş bir şekilde izah etmiştim. Burada tablo incelendiğinde hakkında çeşitli nedenlerle polis tarafından işlem yapılan çocukların ezici çoğunluğunun öz anne ve babasının yanında yaşadığı görülmektedir. Ankara’da boşanma oranları Ülke genellinin 223 üstünde seyretmesine rağmen, bu tablo bize en azından bu çocukların parçalanmış ailelerden gelmediği bilgisini vermektedir. Elbette ki bu istatistikî veriler; ailelerin nitelikleri, ailenin çocuğa yaklaşımı, çocuğu yönlendirmesi ve ailenin çocuğa sağladığı imkânlarla ilgili yeterli bilgi vermemektedir. Yapılan bu çalışma ile kentleşmenin çocuk suçluluğunu arttıran etmen olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Bununla birlikte ülkemizde geleneksel kültürler ile aile yapısı ve kentleşme sürecinde ortaya çıkan gecekondu ve benzeri tampon mekanizmalar bunalımların şiddetini hafifletmektedir. Meselâ, gecekondu bir yandan kente intibakı engelleyen bir mekanizma iken, diğer yandan kente göçte, göç edenlerin kente "yumuşak iniş" yapmasını sağlayan bir mekanizma olmaktadır. Orta ve Güney Amerika gibi ülkelerde göçmenler "slum" ve benzeri yerleşmelerde büyük toplumsal problem olarak ortaya çıkıp bu bölgeler suçlu yatağı olurken, ülkemizde gecekondu bazı bilim adamlarının deyimi ile "problem âlânı" değil bir nevi "problem çözme alanı" olarak kendini göstermektedir.412 3.3.4.Alan Araştırması Derinlemesine Mülakat Tez çalışmasında derinlemesine mülakat yöntemi kullanılmıştır. Derinlemesine mülakat yöntemi, çeşitli nedenlerle polis tarafından hakkında işlem yapılmış olan on iki çocukla gerçekleştirilmiştir. Derinlemesine mülakatta güven, en önemli unsurlardan bir tanesidir. Derinlemesine mülakatın gerçekleştirileceği çocukların suç şüphesi altında bulunması nedeniyle, güven ortamının oluşması zaman almıştır. Çocuklara sergilenen pozitif tutum ile sıcak bir ortamın oluşturulması için gayret sarf 412 Görmez, Şehir ve Đnsan, s.102 224 edilmiş ve görüşmelerin ilerleyen safhalarında taraflar arasında buzların kırıldığı görülmüştür. Merak, öğrenme isteği ve özellikle de isimlerinin gizli tutulacağı teminatı; çocukların mülakatı kabul etmelerini ve yeterli cevapları vermelerini sağlamıştır. Çocuklar işledikleri düşünülen suçla ilgili sorularda çekinerek konuşsalar da; diğer konularla ilgili olarak çekinmeden açıklamada bulundukları görülmüştür. Elbette işledikleri düşünülen suçları açıkça kabul etmemiş ve bu konularda fazla açıklamada bulunmamışlardır. Çalışma sırasında çocuklar rastlantısal olarak tespit edilmiştir. On sekiz yaşından küçük olmak ve Ankara Polisi tarafından çeşitli nedenlerle ve özellikle suç şüphesiyle haklarında işlem yapılmış olması yeterli kabul edilmiştir. Uzun uğraşlar sonucunda, Ankara Polisi tarafından çeşitli nedenlerle işlem yapılan oniki çocukla derinlemesine mülakat gerçekleştirilebilmiştir. Elbette ki herhangi bir cezaevinde kilit altında bulunmayan suçlulara ulaşmanın ve onları derinlemesine mülakata ikna etmenin, bu arada ailelerini ikna etmenin veya avukatlarını aşmanın kolay olmayacağı açıktır. Bu nedenle birçok mülakat denemesi başarısız olmuştur. Đletişim kurmaya çalışılan birçok çocuk, mülakatı reddetmiştir. Bununla birlikte uzun uğraşlar sonucunda, Ankara Polisi tarafından çeşitli nedenlerle işlem yapılan, fakat şu anda özgür olan üçü kız toplam oniki çocukla derinlemesine mülakat gerçekleştirilmiştir. 225 Burada hakkında halen bir suç şüphesi nedeniyle soruşturma yürütülen çocukları isimleri kodlanarak verilmiş, diğer çocukların ise sadece isimleri kullanılmıştır. 3.3.4.1. Birinci Mülakat A.D. Đlk mülakat A.D. isimli, kendinden küçük yaştaki erkek çocuğa cinsel tacizle suçlanan, 15 yaşındaki bir erkek çocukla gerçekleştirilmiştir. 13 yaşındaki mağdur psikolojik bir buhran içindedir ve arkadaşlarının cinsel tacizi altında yaşamaktadır veya A.D.’nin ifadesine göre cinsel bir sapkınlık içindedir. Mağdurun yaşadıkları, yaşıtı bir akrabası tarafından mağdurun ailesine iletilir. Bunun üzerine mağdurun ailesi olayı araştırmaya başlar ve A.D. cinsel taciz ile suçlanır. A.D.; cüssesi, sesi, hal hareket ve tavırlarıyla ergenliği yaşayan masum ve sevecen bir çocuk görüntüsündedir. A.D. ortaokulu terk etmiş ve öz anne ve babasıyla Keçiören’de yaşamaktadır. A.D.’nin babası özel sektörde işçi olup aylık gelirleri 750 YTLdir. Zaman zaman annesi de temizliğe gitmektedir. A.D. bir fast-food lokantasında komi olarak çalışmaktadır. Sigortası ödenmekte ve 475 YTL asgari ücret almakta ve ailesine yardım etmektedir. A.D. ekonomik şartlarını, “durumumuz fena değil” diyerek tanımlamaktadır. A.D. kendisini ve ailesini “fakir”, “yoksul” veya “yıkılmış” olarak tanımlamamaktadır. “Durumumuz fena değil” cümlesi çerçevesinde yapılan anlatımda, göreceli yoksulluktan ziyade “kendilerinin normal olduğuna” duyulan inançla ilgilidir. A.D. fakir değildir, fakirler A.D.’den fakir olanlardır, A.D. zengin değildir, bundan çok fazla şikâyetçi de değildir, bu 226 konu onun için problem kaynağı da değildir, o ve ailesinin ekonomik durumu “normal” dir. A.D.’nin ailesinde bağımlılık yapıcı maddeler ve alkol kullanılmamaktadır, sadece A.D. ve babası sigara bağımlısıdır. A.D. dört kardeştir ve ondan büyük çok iyi geçindiği bir ablası vardır. A.D. göç tecrübesi yaşamış bir aileden gelmektedir. Köyün büyük çoğunluğuyla birlikte, A.D.’nin dedesi de Yozgat’ın bir köyünden Ankara’ya göç etmiştir. Ankara’da yaşayan köylüleri arasında hala sıkı akrabalık ilişkileri mevcuttur. A.D.’nin arkadaş grubunda içki veya uyuşturucu madde kullanan kimse bulunmamaktadır. Bu arkadaş grubunun bazı üyeleri de Yozgat’tan göç etmiştir. Arkadaş grubunda çetecilik gibi suçlu davranışlar gözlenmemektedir. A.D. sabah 08.00‘da başlayıp akşamları 19.00’da biten bir mesai düzeninde çalışmaktadır. Bazen mesaileri saat 22.00’a kadar uzamaktadır. Haftada bir gün izin hakkı vardır. Kurtlar Vadisi gibi aksiyon dizilerinden hoşlanmamakta, Pusat, Yalancı Yarim gibi dizileri daha soft dizileri sevmekte ve sanatçılardan Barış AKARSU’yu çok beğenmektedir. Kendini, mutlu bir kişilik, her zaman gülen bir insan olarak tanımlamaktadır. En büyük zevki aksesuarlarla güzelleştirilmiş arabalardır. A.D. işlediği suçu; “ o istedi…, yapmazsam seni ihbar ederim dedi…, mecbur kaldım…., onu tamamen soydum... evet bende tamamen soyundum, arkasına geçtim, ama çok fazla ileri gitmedim” şeklinde kesik kesik ama muzip gülümsemesine engel olmaya çalışarak ve cinsel tacizin kendi evinde gerçekleştiği, kardeşinin ona yardım ettiği konularından bahsetmeden açıklamaktadır. 227 “Bir kere yanlış yapmıştır, şeytana uymuştur, aslında suçlu bir insan değildir, bir daha olmayacaktır” şeklinde kendini savunmakta, her şeyden önce işlediği suçun önemini kavrayamadığı intibaını vermektedir. Bu açıklamaları yaparken, terlemek, gözlerini kaçırmak, başını eğmek gibi utanma-sıkılma hareketleri görülmemektedir. A.D., mağdurun psikolojik sıkıntıları veya sapmaları olan küçük ve tedaviye muhtaç bir çocuk olduğunun farkında değildir. A.D. kendisini, öncesi ve sonrası düşünülmemiş bir eylemin, kendisine göre yaramazlığın kaçamamış ve yakalanmış talihsiz haylazı gibi hareket etmektedir. 3.3.4.2 Đkinci Mülakat S.M. Đkinci mülakat, 17 yaşındaki S.M. ile gerçekleştirilmiştir. Đlk bakışta uzun boyu, intizamlı tıraşı, bembeyaz ve sıkıntılı bir yüz ifadesi ile size yaklaşırken; tanışmak için gönül rahatlığı ve gülümseme ile elinizi ona uzatabilirsiniz. Fakat karşılığında uzanan elin görüntüsü nedeniyle, elinizi geri çekmek için tereddüt geçirmemek mümkün değildir. O hakkında uyuşturucu satışı ve silah bulundurmaktan işlem yapılmış bir kâğıt toplayıcısıdır. Đlk vakıada görüşmüş olduğum A.D’de bilinen basit manasıyla bir çocuk veya küçük çehresi ve sevecenliği varken, S.M.’de tam manasıyla bir “delikanlıdır”, dağları devirecek bir delikanlı. Yüzünde zor geçen ergenliğin izleri okunmakta, gençliğin heyecanı ve yaşadıklarının öfkesi görülmektedir. Konuşmasındaki heyecan ve ağlamaklı gözler, zorlukla zapt edilmeye çalışılan birkaç damla gözyaşı, gören herkesi üzüntüye sevk edecektir. S.M. Ankara’ya Karabük’ten gelmiştir. Babası iki yaşındayken vefat etmiştir. Babasının vefatı, S.M.’nin gazetelerin üçüncü sayfa haberlerinde yer 228 alan bunaltıcı hikâyelere benzer şekilde anlattığı talihsiz hayat hikâyesini başlattığı noktadır. Annesi şu an üçüncü eşiyle evlidir ve iki tane daha kardeşi vardır. (Öz babasından olan ilk kardeşinin baş harfi, tükenmez kalemle sağ elinin başparmağının üstüne yazılmıştır, yanında da kendi isminin ilk harf işlenmiştir.) Annesinin ikinci eşi onları istememiştir ve onlar nedeniyle çıkan kavgalar, annesinin ikinci evliliğinin boşanmayla bitmesine neden olmuştur. S.M. 16 yaşına kadar, yaşantısının çoğunu dedesinin yanında geçirmiştir. Ortaokulu bitirmiş ve altı ay Kuran Kursuna gitmiştir. Görüşmenin yapılmasından üç ay kadar önce evden kaçmıştır, evden kaçmasını tetikleyen kavga, üçüncü kardeşinin para karşılığı evlatlılık verilmesi; onun deyimiyle “satılmasıdır”, kardeşinin “satılmasını” hiddetle ve gözleri yaşararak anlatmaktadır. Evden kaçar, bir arkadaşının tavsiyesiyle Ankara’ya gelir, teyzesinin yanına yerleşir, bir lokantada bulaşıkçı olan eniştesi ona aynı lokantada bir iş ayarlar, işten ayrılması ile teyzesi ile kavga eder, herkes ekmek parası kazanmalı ve ev bütçesine katkı sağlamalıdır. Teyzesinin evini de terk eder, kağıt toplamaya başlar, topladığı kağıtları Đskitlerdeki depo evlere teslim etmektedir. Burada tanıştığı bir “abi”si, ona bir oda verir, çöpten onun için biraz eşya toplanır ve orada yaşamaya başlar. Bu kâğıt deposunda, aynı zamanda uyuşturucu madde satılmakta ve burası narkotik birimlerince takip edilmektedir. Narkotik birimlerince yapılan operasyonda S.M.’in yatağının altından silah, “abi”sinin cebinden uyuşturucu madde çıkar, narkotik polisi S.M.’ninde uyuşturucu satışında görev aldığını düşünmektedir. S.M. ise ısrarla ve büyük bir öfkeyle bunu reddetmektedir, onun böyle işlerden haberi yoktur, her türlü aksilik üst üste gelmektedir. 229 S.M. nasıl bir hayata yelken açacağı belli olmayan her türlü istismara ve yönlendirmeye açık bir delikanlıdır. S.M.’nin hikâyesinde ailenin çocuk suçluluğundaki önemi ortaya çıkmaktadır. S.M. kötüde olsa dedesinden, ailesinden ve teyzesinden uzaklaşmasıyla, her türlü toplumsal kontrolden kopmuştur. Yaşamını idame ettirme çabası ise onu art niyetli insanların kucağına itmektedir. 3.3.4.3. Üçüncü Mülakat E.A. E.A isimli 16 yaşında genç bir kızla gerçekleştirilmiştir. EA’nın aile büyükleri, onun bilmediği bir tarihte Samsun’dan Đstanbul’a göç etmiştir. Anne ve babasının ayrılması nedeniyle EA Eskişehir’de teyzesinin yanında yaşamaya başlamıştır. EA’nın anne ve babası, o henüz beş yaşındayken ayrılmış, o tarihten bu yana gerçek ebeveynleriyle bir irtibatı olmadığı gibi, onların neden ayrıldığını da bilmemektedir. EA’nın teyzesi konfeksiyonda dayısı ise tır şoförlüğü yapıyor. EA ile yapılan mülakat önce bir güvensizlik ile başlıyor; “neden” diyor “neden görüşmek istiyorsun” onu ikna etmek için taslak sorularımı gösteriyorum, gözlerini kısarak uzun uzun bakıyor sorulara ve okuma bilmediği anlaşılıyor her halinden ama bunu kabullenmiyor, “Hayır hiç okula gitmedim, ama kendi kendime öğrendim okumayı, harfleri birleştirebiliyorum, teyzem göndermek istedi ama ben gitmedim, bilmiyorum, kapalı yere gelemiyorum.” EA çanta çalmaktadır. Daha öncede birçok kez hakkında adli işlem yapılmıştır. Bir müddet kardeşinin kimliğiyle ıslah evinde yatmıştır. Farklı kimlikle cezaevinde yatması asla bir taktik değildir onun için, “polisler bana EP misin diye sordular evet dedim, o isimle yatıp çıktım, daha sonra yakalandığımda durum anlaşıldı”. Diye durumu izah etmektedir. 230 Teyzesiyle bir problemi yoktur, EA birlikte yaşadığı ve ailesi bildiği insanların gelir durumunu normal olarak tanımlamaktadır, bir de evleri vardır. “çok huzurlu” bir ortam diye tarif ediyor evini, yeterli harçlık vermektedirler. Sigara hariç, herhangi bir bağımlılık yapıcı madde kullanmamaktadır. Bir erkek ve diğeri kız olmak üzere üç kardeşler. Ankara’da Çinçin’de yaşayan halasının nişanına geliyor, diğer teyzesinin kızıyla geliyor ve işe çıkıyorlar, yakalanıyorlar ablası tutuklanıyor o ise yaş küçüklüğünden ailesine teslim ediliyor. Ailenin tepkisi sorulunca sadece “üzüldüler” demekle yetinmektedir. Öyle çokta büyütülecek bir olay değildir onların bölgesinde. Yaşı daha küçük olduğu için istemeye gelen olmadı onu henüz, kuaförlük öğrenmek istiyordu ama o da olmadı. Hal ve hareketlerinde umursamazlık ve bir rahatlık vardır, ne de olsa birçok Ankaralının yakınından geçmekten korktuğu Çinçin mahallesinde Roman havasında açıkta düğün yapmaktan çekinmemektedir. En az yirmi hırsızlığı vardır EA’nın, Eskişehirden Ankaraya zaman zaman hırsızlığa gelmektedir. “Dar yerlere gelemiyorum, sıkılıyorum, bunalıyorum, bunaltı var bende..” diyor ve kollarını açıyor, bütün kolları lime lime jilet kesiklerinin izleriyle dolu olduğu görülüyor. Yeterli bir eğitimi almamış olduğu her halinden belli olan EA, her soruya “Nasıl yani abi” diye cevap vermektedir, açıklamalar onu yönlendirmekte ve her “abi” deyişinde televizyonlarda Roman mahallerini anlatan dizilerden bir karakter karşınızda boy göstermektedir. Ailesiz büyümenin verdiği sıkıntı ve yaşadığı ortam, onu depresif bir ruh haline büründürmüştür. 231 Amaçsızlık sürüklemektedir ile ve içinde yaşadığı bundan grubun kurtulmak için özellikleri, herhangi onu bir suça gayreti görülmemektedir. 3.3.4.4 Dördüncü Mülakat G.D. GD; 14 yaşında, uzun sarı saçları ile sempatik bir kız çocuğudur ve 14 yaşının tüm masumluğu yüzünden okunmaktadır. Ankara’da Doğantepe’de oturuyor. Đki yıl geç kaydolduğu ilkokulu, dördüncü sınıfta terk etmiş, dört yaşından beri öz babasından ayrı olan GD boşanmış bir Kahramanmaraşlı ailenin ve çocuğudur. aile Annesi parçalanmadan Gaziantep, önce babası ise Kahramanmaraş’ta yaşıyorlar. Annesinin dolmuş şoförü olan yeni babasından olma dört tane daha kardeşi ve bir tanede anne baba bir ablası var. Onun deyimiyle “Ablası da kötü yoldadır”. GD ve ablası pavyonlarda konsomatrislik yapmaktadır, fuhuş deneyimi olmuştur ve ablası Ankara’nın en belalı, ismi korkuyla anılan ve polisle dahi çatışmaya girmekten çekinmeyen organize suç örgütü liderinin bir dönem sevgilisi olmuştur. Evden kaçmasını anlatırken elleri ve ayakları titriyor. Dört yaşına kadar üvey annesinin yanında Kahramanmaraş’ta yaşıyor, o küçük yaşına rağmen üvey annesi sırtında oklava kırıyor, o yaşlarda karakola sığınıyor ama karakol onu üvey anneye teslim ediyorlar. Dört yaşından sonra, o sıralar konsomatrislik yapan öz annesinin yanına Ankara’ya taşınıyor. “ Başıma gelenlerin tek suçlusu öz annemdir, bana hiç annelik yapmadı, bakıcıların elinde büyüdüm, ayda bir bakıcıya para 232 vermeye gelirdi ama beni görmeden giderdi” diyerek annesine karşı duyduğu nefreti ifade ediyor. 11 yaşında okula gidiyorum diye evden çıkıyor, okula gitmiyor, komşuda oturuyor, geziyor; artık öz annesinin yanında yaşamaktadır. Bunu öğrenen annesi onu feci şekilde dövüyor, Bunun üzerine ilk kez evden kaçıyor. Caner diye bir arkadaşına sığınıyor, Caner yaşça ondan büyüktür, fakat ona herhangi bir zararı dokunmaz. Bir ay evinden ayrı kalıyor, bir parkta bulunup, annesine teslim ediliyor. 12 yaşında tekrar kaçıyor evden ve bu sefer ilk cinsel ilişkisini/tecavüzü yaşıyor. Daha sonraki kaçışlarında ise çeşitli suçlara bulaşmış alkol, sigara ve çeşitli uyuşturucu maddeleri kullanmıştır. Uyuşturucu madde bağımlısı değildir ama “yaş, kuru fark etmez ortamlarda kullanırım” diye açıklamaktadır durumu. Bir dönem Erdoğan isimli sitelerdeki bir mobilyacı ile takılır, adam 20 yaşındaydı o zaman önce iyi başladı arkadaşlıkları, fakat bir gün ona tecavüz etti, daha sonra anlaşmazlıkları ve dayak başladı, bunun üzerine şikayetçi oldu Erdoğan’dan. Erdoğan yakalandı ve cezasını çekti. Daha sonra dördüncü kez Çocuk Şubesine gittiğinde tanıştığı Tolga ile takılır bir dönem, araba teybi çalıp satarak idare ederler. Daha sonra hayatına girip çıkan erkekler oldu. En son altı ay önce, gece yarısından sonra boş boş sokaklarda gezerken, bir araç içinde üç genç ile tanışıyor, o günden sonra altı ay boyunca temelde hırsızlıkla geçinen bu üç gence takılıyor. Esrar, içki, çarpık cinsel ilişkiler ve hırsızlık ile geçen altı ay içerisinde bir de çocuk aldırıyor. Daha sonra bu üç arkadaşı tarafından pazarlanmaya ve gazinolarda çalıştırılmaya başlanıyor. “Dövüldüm, odaya kilitlendim, her türlü sapıklığın kurbanı oldum.” 233 Özgür isimli bir çocuktan hamile kalıyor, dört aylık olmasına bir hafta kala bebeğini, gazetelere “ kasap doktor” diye çıkmış bir doktora aldırıyor. Fakat çocuğunu aldırmasını anlattığındaki, yüzündeki ifade ise insanı şaşkına çeviriyor. Bu altı aylık süreçte, Ersin (30 yaşında) ve Özgür (20) yaşında, onları pavyonda çalıştırıyordu, parayı da onlar alıyordu ve kaçmamaları için onları silahla tehdit ediyordu. Bir gün ablası, karakola giderek bu şahısları şikayet ediyor, o da ablasını destekliyor ve ismini verdiği tüm şahıslar polis tarafından toparlanarak tutuklanıyor. Bu çocuğa telefonlarını kırıp, Doğantepe’de takıldıkları şahıslardan mekânlardan, uzaklaşmasını yeni bir hayata başlamasını tavsiye etmenin gereksizliği kısa sürede anlaşılıyor. Onun yüz ifadesinde herhangi bir değişiklik, herhangi bir pişmanlık, herhangi bir amaç görülmüyor. Tüm konuşma boyunca aynı amaçsızlık, aynı boş ifade yüzünden silinmiyor. Kendisini kurtarmak gibi bir amacının olmadığı her halinden belli oluyor. Kısa süre sonra olacakları ise tahmin etmek güç değil, haklarındaki suçlamalar nedeniyle tutuklanan şahısların yakınları, avukatları GD ve ablasıyla irtibata geçecekler, şikâyetini geri alması için uzun süren bir pazarlık başlayacak ve pazarlık bir noktada neticelenecek. Boynu bükük uzun altın sarısı saçları yüzünü kapatıyor, yüzünde derin bir elemle birlikte büyük bir umutsuzluk ve boş vermişlik var. Tırnaklarındaki siyahlık ise bembeyaz teniyle büyük bir tezat teşkil ediyor. Onunla konuşan insanın, insanlığından utanmaması mümkün değildir fakat onun kendini kurtarmak için herhangi bir çaba göstereceğini beklemek boşunadır. 234 3.3.4.5 Beşinci Mülakat H.Ö. H.Ö. kimliğine göre şu an 11 yaşında, gerçekten daha fazlasını söylemekte mümkün değil. Fakat yakalandığı son olay nedeniyle yapılan kemik testinde, kemik yaşı 16 olarak çıkıyor, farkında olmasa da bu onun yakın zamanda demir parmaklıklarla tanışacağının bir habercisi. HÖ iyi bir hırsız hem de en iyisinden, şu ana kadar yaklaşık 100 tane olayı olduğu tahmin ediliyor, en son yakalandığı olayda, Kayseri’den 12 kilo altın ve 27.000 YTL nin çalınması ile suçlanmış. Polis tarafından yakalanmış; fakat yaş küçüklüğü nedeniyle hemen serbest bırakılmış. HÖ’nün sülalesi çoğunlukla Bursa’da yaşamalarına rağmen, Eskişehir, Ankara ve Kayseri hattında çok aktifler ve suçlarını bu bölgelerde işliyorlar. HÖ kendini Roman olarak tanımlıyor. Kendilerine çingene denilmesine çok kızıyor ve tepki gösteriyor, “Çingeneler çok pis biz Romanız, dedelerimiz Erzurum’dan gelmişler, onlar çok pis ve dileniyorlar, kimse iş güç vermiyor onlara, onlar o….’luk yapıyor,” diye başlıyor anlatmaya. Bursa’da beş yaşında başlıyor hırsızlığa, telefon çalıyor, çanta çalıyor “gözünün kestiği ne varsa” çalabiliyor. Çevresindeki herkes hırsızlıktan yakalanmış; ama yanlış anlaşılmasın sadece kadınlar çalışıyor ve ninesi de hırsızlık yaparmış. Parayı onlar kazanıyor ama evde onların sözü geçmiyor, ağabeyleri ve babaları tüm kararları veriyor. Ablaları ve yengeleri hep kocaya kaçmışlar. Bugüne kadar hiç erkek arkadaşı olmamış, öz anne ve babasıyla yaşıyor ve ebeveynleri ne zaman izin verirse o vakit evlenecek. Anne ve babasından bahsederken yüzü gülüyor. Ailesiz veya sıkıntılı bir aileyle büyümediğini anlatıyor, her yönüyle normal bir aile sade geçinme 235 metotları farklı. Dolayısıyla ruh haliyle itibariyle gayet sağlıklı görülüyor, ne kollarında jilet kesikleri var, ne de sıkıntı ve bunaltıdan bahsediyor. Yakalandıklarında her şeyi inkâr ediyorlar ama ısrarla inkâr ediyorlar, kamera görüntülerini bile inkâr ediyorlar, “tanımadığım bir amca taşıyıver dedi” diyorlar. Her yerde belirli avukatları var, onlar hemen geliyor ; hatta bir avukatları hâkimlikten emekli. Bursa adliyesi kayıtlarında yaşı 16 gözüküyor o nedenle sadece bir olay nedeniyle kısa bir süre ceza evinde bulunmuş ve arkadaşlarıyla orada vakit geçirmiş Beş kardeşler, onlarda sadece kadınlar çalışır ama evli ablaları bu işi yapmıyormuş, kayınvalideleri hırsızlık yapıyormuş. Onların töresi var, erkeklerin sözü geçer ailenin istemediği birine kaçarsa ve ailesi onu affetmez ise öldürürlermiş onu. Erkekler çalışmasa da içki ve kumardan uzak dururmuş, “Annem ve babam oruç tutar ama ben hiç namaz kılmam ki, ben hiç sure bilmem ki, ne bileyim abi ben, aşure günümüz var, o gün işe gitmeyiz, aşure yapar dağıtırız, her şeyi katarız aşureye” diyor. Babası ceza evinde, 100 YTL için çıkan bir kavgada ateş etmiş ve hasmı erkekliğinden olmuş. “Đlk işe çıktığında biraz korktum, karakola tutturdular beni, bir hafta kaldım, sonra gelip aldılar beni, artık polis görünce korkmuyorum telaşlanmıyorum.” diyor ve profesyonelliğiyle övünüyor. Devletten ne istersin, hırsızlığı nasıl bırakırsın? Ne kadar aylık istersin? diye sorulduğunda; “Bizim yeteri kadar paramız var abi, üç tane evimiz var Bursa’da ayda bir milyar benim masrafımı bile karşılamaz abi” diyor pazarlığı başlatıyor. 236 HÖ ülkemizde asayiş suçlarını en çok işleyen Romanlardan. Romanların geleneksel mesleği olan sepetçilik gibi mesleklerin yok olması, onları hırsızlık gibi suçlara itmiş ve artık hırsızlık onlar için normal hale gelmiş. 3.3.4.6 Altıncı Mülakat Neco, Ali ve Hüseyin Neco (16) , Ali (15) ve Hüseyin (10) yaşlarında Kızılay’da mendil satan ve sık sık Çocuk Polisi tarafında haklarında işlem yapılan çocuklar. Onlar için hayatın normal akışıdır bu olay. Bu üç çocuk yakın akrabalar ve aslen Kayseri Melikgazi Đlçesi nüfusuna kayıtlılar. Ali’nin babası bir olayda silahlı çatışmaya girmiş, altı kurşun yemiş ve yakın zamanda hapishaneden çıkmış. Altındağ Hıdırlık Tepede oturuyor ve dört kardeşler. Neco iki kardeş ve bir tane de geliyor. Ege mahallesinde oturuyor. Hüseyin, ailesinde boşanma olayı yaşamış, öz annesinin yanında kalıyor, “Birbirlerini sevmediler ve ayrıldılar” üzüldüm diyor gülerek. Neco ortaokul 2. sınıftan terk, Ali 8. sınıfa gidiyor ama okula iki yıl geç başlamış. Hüseyin ise yaşının henüz 10 olmasına rağmen 1. sınıfa yazılmış ama bir ay bile okula devam etmemiş ve “Selpak yüzünden gitmeyeceğim, akşama kadar dona dona titreye titreye bekleyeceğim, bir internet salonunun temizliğini yapmam için günlük on YTL verdiler ama kabul etmedim, keşke bende büyüsem ve zengin olsam” diyor gülerek. Üç tane akraba ve yaşıt çocukla sohbet etmenin zorluğu ve avantajları bir arada ortaya çıkıyor. Üçünün kahkahaları kesilmiyor, aralıksız devam ediyor, bu sayede devamlı konuşuyorlar, birinin cevap vermekte çekindiği 237 hususları, diğerleri hemen açıklıyor, özellikle Neco konuşmayı seviyor, Hüseyin ise gülmeyi, Ali’nin ise daha olgun ve ağır bir görüntüsü var. “bırakında sorsun sorularını” diye sık sık diğerlerini susturuyor. Ali’nin bu olgun ve durgun tavırlarının nedeni çok geçmeden anlaşılıyor, Ali bir suç nedeniyle 3 ay ıslah evinde bulunmuştur. Islah evinden ve işlediği suçtan hiç bahsetmiyor, “iftiraya uğradım ve zordu” diyor sol elini göstererek, sol elinin üstünde bir dövme var, büyük harflerle” canım annem yazıyor. Neco hemen atılıyor ve gülerek anlatıyor, “Abi bu hapse giren çocukların hepsi böyle olur, canım annem, canım babam, her yerlerine yazarlar bunlar” diye Ali’yle dalgasını geçiyor. Ali’den cevap yok, sessizliğini muhafaza ediyor. Ailelerin doğru dürüst gelir getirecek işleri yok, Ankara’nın çöküntü alanlarında yaşıyorlar. Neco’nun babası Hacı Bayramı Veli’de Kur’an satıyormuş, günde 50100 YTL arası kazanıyormuş ve Neco’ya devamlı dini hikâyeler anlatıyormuş. “O zaman sen dini konularda sen çok bilgilisin” denilince, sevinçle boynundaki Hz. Ali madalyonunu çıkartıyor ve başlıyor anlatmaya: “Abi sen bunu tanıyor musun, Hz. Ali Ekber bu, Hz. Muhammet gibi peygamber bu, ondan sonra başka peygamberler var, Haydar Sultan var, Kızıldereli Seyit Ali Sultan, Peygamber hepsi bunların,………Yezid denen zulüm ediyor bunlara, kafirlersiniz diyor bunlara,…………. Kabede Hz. Muhammet yatıyor, Kerbela’da Hz. Ali ve Hz. Hüseyin yatıyor, Mısır’da Kaygusuz Abdal yatıyor,……..Hz. Ali’nin kır bir atı varmış, Yezitlerle savaşıyorlarmış, Yezitler çoluk çocuk öldürüyorlarmış, Allah atı konuşturmuş, Hey Hz. Ali Efendimiz demiş, kuyruğunu bir sallıyorlarmış, on kişi ölüyormuş,………..Bir gün bir ailenin önünü eşkıya kesiyor, adam karısı ve çocuklarını korumak için eşkıyayı öldürüyor, sonra Hacı Bektaşi Veliye gidiyor, ben adam öldürdüm diyor, Hacı Bektaşi Veli bir ağaç dik onu büyüt ve yedi sene sonra gel diyor, yedi sene sonra yukarıdan Cebrail geliyor, Hacı 238 Bektaşi Veliye o adam söyle o da artık evliya oldu diyor, Bostancı Baba oluyor……..” Kafa sallıyorum o anlatırken ve benim bilgisizliğim onun heyecanın arttırıyor. “Amma gebensin abi” diyor ve devam ediyor, “Türk’e teber denir, geben Allaha inanmayanlara denir” Ali hemen atılıyor ve Neco’nun kırdığı potu düzeltiyor, “Hayır abi sen buna bakma, geben zenginlere denir. ” Aliye cezaevini evini soruyorum, “Sincan Çocuk ve Gençlik Kapalı Cezaevinde kaldım, kötüydü kötü ama ne yapalım, ya seve seve ya da anlarsın yaa, çok oyun oynadık orada en çokta uzun eşek oynadık, bu dövmeyi de iğne ve mürekkeple yaptılar….” Hüseyin’in babası kokoreç imal eden bir işletmede çalışıyormuş, günde 200 YTL alıyormuş, ama kışın iş olmazmış, sadece yazın çalışabilirmiş. Üç çocuktan sadece Hüseyin babasının dayaklarından şikâyetçi, “sırtımda soplar kırılırdı” diyor, Ali’nin babası ona bir kere bile vurmamış. Ali’nin babası ise hiçbir iş yapmıyor, sadece bira içiyor, evin ihtiyaçlarını Ali karşılıyor. Mendil satıyor, çocuklar normal bir günlerini şu şekilde özetliyorlar, sabaha kadar televizyon izliyorlar, akşama kadar uyuyorlar, akşam ise Kızılay’a ve trafiğin ana arterlerine selpak satmaya gidiyorlar. “ne izliyorsunuz?” sorusu büyük bir gürültüye, kesilmeyen bir kahkaha tufanına yol açıyor, Neco gene heyecanla başlıyor anlatmaya, “Filmleri izliyoruz, yabancı filmleri izliyoruz, abi bunlar var ya hele sen Hüseyin’in yaşına bakma, bunlar sabaha kadar, cd izliyorlar eğitim cdsi anlarsın ya oynaş cdsi …..“ ve kesilmeyen gülüşmeler. Çocuk Polisi tarafından sık sık yakalanıp Şubeye getiriliyorlar, onların trafiği tehlikeye düşürmesi ve halkın şikâyetleri nedeniyle Çocuk Polisi onları topluyor, sosyal hizmet uzmanlarıyla görüştürüyor ve ailelerine teslim ediyor. Hepsinde yeşil kart var, devletten herhangi bir istekleri olmadığını belirtiyorlar, zaten kömür ve gıda yardımı yapılıyormuş. 239 Hüseyin’in dayılarında ikisi cezaevinde, üstelik bir dayısı kendi babasını öldürdüğü için ceza çekiyor. Ali’nin ise halası, babaannesi ve üç dayısı ceza evindedir. Yine son noktayı Neco koyuyor büyük bir kahkahayla, “Bizim sülale cezaevinde”. Gelecekte ne olmak istedikleri sorunca Neco ve Hüseyin polis Ali ise mühendis olmak istediğini söylüyor, ama usulen verilmiş bir cevap kendileri de inanmıyorlar buna. Uzun dağınık saçları, siyaha çalan görüntüleri ile Ankara’nın çöküntü semtlerini temsil eden bu çocukların yüzünden gülümseme görüşme boyunca kesilmiyor. 3.3.4.7 Yedinci Mülakat Ömer ve Hakan Ömer kız arkadaşını ziyaret için arkadaşı Hakan’la birlikte Ankara’ya gelmiş iki delikanlıdır. Her ikisi de pırıl pırıl kıyafetlerle ve briyantinden parlayan gösterişli saçlarla, oldukça şık bir görünüm içerisindedirler. Ömer 16 ve Hakan 17 yaşındadır. Daha önce üç kez gelmişlerdir Ankara’ya ve elbette sadece Ömer’in kız arkadaşını görebilmesi için. Hakan, ailesiyle anlaşamadığı için Ömer’in ailesiyle birlikte yaşamaktadır. Uzun yıllardır hiç ayrılmamışlardır ve artık onlar kardeşten ötedir. Hakan parçalanmış bir ailenin mensubudur. 240 Üç gün bir arkadaşlarında kalırlar, dördüncü günü dışarıda geçirirler, beşinci gün paraları biter ve AŞTĐ Polis Karakoluna otobüs ayarlanarak Mersin’e gönderilmeleri için başvururlar. Tabiî ki karakol polisinin yapabileceği hiçbir şey olmadığının, Çocuk Polisinin haberdar edilerek muhafaza altına alınacaklarının ve bunun sonucunda yalnızca ailelerine teslim edilebilecekleri gerçeğinin farkında değillerdir. Artık onlar polisin gözünde Mersin’den Ankara’ya kaçmış ve aileleri gelene kadar muhafaza edilmesi zorunlu çocuklardır. AŞTĐ Karakolunda Çocuk Şubesi ekipleri beklenirken şu şekilde konuşmaktadır Ömer, “Size sığındık, ekonomik durumumuz kötü, zaten annem hasta, ameliyat olacak annem, bize bir bilet alıverin yeter,” diye durumu özetliyordu. Her ikisi de bayan kuaförlüğü yapıyor, Ankara’ya gitmek amacıyla işi bırakmışlar, son haftalıklarını alıp Ankara’ya gelmişler, üç gün eğlenmişler, dördüncü gün paraları bittiği için, biletlerinin temin edilmesini rica etmek için karakola gelmişlerdir. Durumdan ailelerinin haberdar olması ve evden kaçmış muamelesi görmeleri nedeniyle oldukça sinirliydiler Ömer’in babası on sene önce vefat etmiştir. Hakan ise Ömer’in artık kardeşi olmuştur. Ömer ve Hakan, herhangi bir suçla bağlantıları olmasa da veya bilinmese de; mutlu bir aile ortamının, aile disiplininin ve boş zamanların önemini ortaya koymaktadır. Çocukların boş zamanı düzgün bir şekilde doldurulamazsa, bu durum beraberinde birçok sıkıntıyı da getirecektir. Ömer ve Hakan’la mülakatımız tamamlandığında, yeni bir sürprizle karşılaştım. Veysel, 11 yaşında üzerinde boğazlı bir kazak ve bir kaban 241 elinde bir poşetle evinden kaçmış ve bulunmuş bir çocuk. Çocukluğun tüm saflığı yüzüne yansımış olan Veysel ile iletişim kurmak mümkün olmaz. Veysel’den uzun uğraşlar sonunda, Çinçin’deki babaannesinin evinden kaçmış olduğu dışında bir bilgi alınamaz, küçük bir poşete sımsıkı sarılmış olan Veysel’in yanaklarını sıkarak ona veda etmek zorunda kaldım. Birçok soru açıklanmamıştır, Kimden kaçmaktadır?, Neden kaçmaktadır?, Bu ısrarlı sessizliğin nedeni nedir? Küçük poşette ne taşımaktadır? vb. 3.3.4.8 Sekizinci Mülakat M.G. M.G. 18 yaşına girmesine 7 ay kalmış bir çocuktur. 2 ay Sincan Çocuk ve Gençlik Kapalı Cezaevinde bulunmuş ve 6-7 kez polis tarafından yakalanarak hakkında işlem yapılmıştır. Mardin’den 1993’te terör nedeniyle göç etmişler ve Ankara Keçiören’e yerleşmişler. Babasının ayakları sakat ve bir parkta bekçilik yapıyor. Altısı kız ve dördü erke olmak üzere on kardeşler, kardeşlerinden birisi de cezaevinde. Kardeşlerinden üçü ise evli ve boşanmış olan bir ablası ise çocuğuyla birlikte onlarda kalıyor. “Ekonomik durumumuz yine de iyi Allaha şükür o kadar kötü değil.” şeklinde durumlarını ifade ediyor. Defalarca evden kaçmış sokaklarda yaşamış, evden kaçmaya 7–8 yaşında başlamış. “arkadaşlara uydum, çocukluk aklı” diyor, evden kaçmalarının nedenini izah ederken. 242 Dokuz sene bally kullanmış, içkide içiyor zaman zaman, ailenin erkeklerinden de içki kullananlar var. Eskiden evden kaçıp parklarda gezerken, kendine jilette atmış zaman zaman. Yedinci sınıfa kadar okumuş, sonra bırakmış. “Mardin’de kalsak böyle olmazdı. Mardin’deyken Türkçe konuşmayı bile bilmiyorduk. Biz artık Ankaralı olduk. Buranın imkânları daha iyi. Gelmemiz bir yandan iyi oldu, diğer yönden çok kötü oldu. Ama artık geri dönüşümüz yok. Zaten Mardin’de fazla bir tarlamız da yoktu. Kalanı da akrabalarımız ekiyor. Bayramda seyranda nadiren gidebiliyoruz ama Ankara’daki köylülerimizle görüşüyoruz. Annem babam bile geri gidelim demiyor artık.” Düzgün bir mesleğe yönlendirilmemiş. Ayakkabı boyacılığı, simit ve selpak satışı, lokanta gibi işlerde çalışmış. “Bir dönem Kars’tan göç etmiş arkadaşlarına takıldım. Onlara takılmamak lazımdı. Çok pişmanım evden kaçtığıma. Annem bana hiçbir zaman kötü davranmadı. Babam küçükken döverdi ama kaçmayayım diye, kaçmaktan vazgeçeyim diye, o dövdükçe daha çok kaçıyorduk, aslında babamda çok sert ve katı değildir. Son yakalandığım olaydan dolayı hakkımda tahkikat sürüyor, eğer tutuklanmazsam işe güce bakacağım artık. Cezaevinden çıkışımdan sonra Keçiören’de bir arkadaşımla CD satışına başladım. Her gün tezgâhımızı polis basıyordu. On altı milyon ceza kesiyordu. Olmadı bıraktık bu işi de. Şu an düzgün bir meslek sahibi olmayı isterdim. Devlet dairesinde çalışmayı isterdim. Devlet sabıkamızı silse o bile yeter ” diyor ve duygularını anlatıyordu. Evlilik ile ilgili düşüncelerini ve kız arkadaşı olup olmadığını sorulduğunda başlıyor anlatmaya: “Kırşehirli bir kız arkadaşım var, son iki üç aydır beraberdik, 14 Şubatta sözlenecektik, umarım son yakalanışımı duymaz ve umarım tutuklanma kararı çıkmaz” diyor ve pişmanlığını anlatıyor. 243 Onu en çok yaralayan şey ise bazen cebinde hiç parası olmadığı için, kız arkadaşının yemek paralarını ödemesi oluyormuş. Düzgün bir işi ve gelirinin olmayışı, kriminal geçmişi yüzünden kız arkadaşına karşı yaşadığı mahcubiyeti anlatıyor uzun uzun. “Cezaevi çok zordu, bir anda her şeyden uzaklaşıyorsun, çok bunalımlıydı, görüş gününü bekliyorsun, aileni özlüyorsun, yalnız bırakmadılar beni, toplu halede geldiler hep. Kötü maceralar hep, şimdiki aklım olsa evi hiçbir şeye değişmem.” diyor, hastalığından dolayı burnunu çeke çeke, çok utanmasa da saygılı bir ifade ile anlatıyor pişmanlıklarını uzun uzun. 3.3.4.9 Dokuzuncu Mülakat U.K. U.K., kimliğinde 93 doğumlu gözükse de gerçekte 91’li. Cezaevine hiç düşmese de üç kez polis tarafından yakalanmış ve hakkında işlem yapılmış. Son yakalanmasına bir dükkân soygunu sırasında görüldüğüne dair iftira atılmasıymış. U.K. oldukça kalıplı ve Amerikan tarzı kesilmiş saçlarıyla bakımlı bir genç. Karslı bir aileden geliyor, ama ne zaman ve hangi sebeple göç ettiklerini bilmiyor. Ailesiyle birlikte Sitelerin arka tarafındaki Hüsrev Gazi Mahallesinde yaşıyor ve yedi kardeşler. Đlkokul ikinci sınıfta son bulmuş eğitim hayatı. Babası kan davası nedeniyle son yedi yıldır cezaevinde. Kan davası Ankara’da 2000 yılında başlamış, abisi 15 yaşında kanlılarını öldürmüş, babası da azmettirmekten 2001’de hapse düşmüş. 244 Kanlıları halen Ankara’da ve halen olay devam ediyor, fakat en son cinayet 2001’de işlenmiş, artık olay yavaş yavaş külleniyor. Kanlılarıyla aynı şehirde yaşamaktan dolayı herhangi bir korku hissetmiyor. Babası ve kardeşi hapse düşünce akrabaları onlara sahip çıkmamış, haftada sadece 50 YTL vermişler. Kardeşi şimdi hapisten çıkmış ve araba alıp satıyor. Yenidoğan’da evlerini kiraya vermişler, Hüsrev Gazi’deki evleri ise kira. Şimdi üç kardeşi ve 15 yaşındaki kız yeğeniyle beraber aynı evde yaşıyorlar, yeğeninin boşanmış olan annesi şimdi evlendi, ama yeğenlerini üvey babanın yanına gitmesini istememişler. Annesinin de ikinci evliliği. Sigara dışında hiçbir şey kullanmıyor. Hiç evden kaçmamış, hep ailesiyle beraber yaşamış. “Normal bir aileydi, korkma ve çekinme yoktu, nasihat verirlerdi, diğer olaylarımda da masumdum, 2007 Ağustosunda birde yaralama nedeniyle gözaltına alındım” Şu anda Bentderesinde otoparkçılık yapıyor. Haftanın belli günleri orada kuş meraklıları toplanıyor, sadece bunun parkını kullanabiliyorlar. Araç başına 2,5 YTL alıyor. Haftanın dört günü çalıştırıyor ve diğer günler geziyor. Günlük 30-40 YTL kalıyor. Kars’a sadece bir kez yedi yaşındayken gitmiş. Kars’tan gelmeselerdi farklı ve daha güzel bir hayatları olurmuydu hiç bilmiyor, hiç düşünmemiş bu konuyu. Otopark, kendi yeri ama yasal olup olmadığını bilmiyor. Evlilik düşünmüyor, ama ileride evlenirse çocuğunu kimseye minnet ettirmeyecek. Bir dönem bir abisinin sahibi olduğu oto tamircisinde çalışmış ama sevmemiş o işi ayrılmış, otoparkçılık daha çok hoşuna gitmiş. “o iş hasta etti beni, baydı, beni yoksa ağabeyimle bir sıkıntım yok” diyor. 245 Boş zamanlarını evde yatarak ve arkadaşlarıyla gezerek geçiriyor. “Arkadaşlarını hepsi temiz insanlar, diğerlerinden hayır gelmez zaten, …” diyerek uzun uzun arkadaşlarının meziyetlerini anlatıyor. U.K. düzgün bir eğitim almamış ve düzenli bir işte sebat edemeyecek bir görüntü çiziyor. Boş zamanlarını düzgün bir şekilde doldurmaması, aile disiplinin yeterli olmayışı zaman zaman çeşitli suç olayların karışmasına neden olsa da profesyonel olarak suçla hayatını sürdüren bir kişiye benzemiyor. Bununla birlikte, geleceğini düşünmeyen ve umursamaz tavırları insanı hayrete düşürüyor. 3.3.4.10 Derinlemesine Mülakat Sonuçlarının Değerlendirilmesi On iki yaşından küçük çocukların, en azından derinlemesine mülakat için yeterli olgunlukta olmadıkları görülmüştür. Rastlantısal olarak belirlenmesine rağmen, mülakat yapılan çocukların kendileri veya aileleri göç deneyimini yaşamıştır. Çocukların genelinde yoğun bir şekilde; umutsuzluk, geleceği düşünmeme, umursamama veya boş vermişlik hali görülmektedir. Mülakatlar sırasında Ankara’nın; Çinçin, Hıdırlık Tepe, Hüseyin Gazi Doğan Tepe, gibi suçluların ikamet ettiği ve yüksek suçluluk oranlarına sahip olan semtlerinin isimleri, çeşitli vesilelerle sık sık tekrarlanmıştır. Bu yüksek suçluluk bölgelerinin suçluluğu arttırdığı ve bu alanlar üzerinde derinlemesine araştırmalara ihtiyaç olduğu düşünülmektedir. Ankara’da çocuk suçluluğuna kolay yönelebilen, hassas grupların birincisinin Roman vatandaşlar olduğu söylenebilir. Hırsızlık gibi asayiş suçlarının, Romanlarda yaygın olduğu ortaya çıkmaktadır. Roman kökenli 246 vatandaşların, hayatlarını sürdürmek için suçu seçmiş olmaları ve çocuklarını suça yöneltmeleri; bu gruplar arasında suçun bir yaşam biçim olarak algılandığını göstermektedir. Bu grupların; yeterli sermayeyi toplayarak küçük ve yasal bir iş edinmek, bu suretle helal kazanç elde etmek ve çocuklarını suçtan korumak gibi bir amaçları olmadığı görülmüştür. Özellikle bu insanlar için hırsızlık, aile büyüklerinden kalan bir mirastır. Roman kökenli çocuklardan sonra, Ankara’da çocuk suçluluğuna kolayca yönelebilen hassas grupların ikincisinin ise; kentin çöküntü alanlarında yaşayan, kente uyum sağlayamamış alt gelir gruplarına mensup çocuklar olduğu söylenebilir. Bu alanlarda yaşayan çocukların ifadelerine göre bu alanlardaki yaşam şu şekilde özetlenebilir. Genellikle insanlar düşük gelir getiren işlerde çalışırlar veya işsizdirler, buna rağmen kalabalık aileler içinde yaşarlar, çocukların pek azı eğitimini sürdürür, büyük bölümü çalışarak selpak satmak gibi faaliyetlerle aile bütçesine katkıda bulunur ve en önemlisi çocukların ailelerinde suçluluk yaygın bir şekilde görülür. Yine çocukların ifadelerin göre, kentin çöküntü alanlarına devletin önemli yardımları vardır. Yeşil kart uygulaması, kömür ve gıda yardımının, bu bölgelerdeki hayatı oldukça kolaylaştırdığı ifade edilmiştir. Bununla birlikte sözkonusu yardımlar, bu kitlelerin kente uyumunu sağlama ve normal bir hayata geçişlerini temin etme fonksiyonları bakımından yeniden değerlendirilmelidir. Örneğin devletimiz tarafından sağlanan bu ciddi yardımlara rağmen, en azından çocukların okula gönderilmesi bile temin edilememiştir. Çocukların okula gönderilmesi, yeşil kart veya diğer yardımlar için bir şart olarak düzenlenebilir. Ankara’da çocuk suçluluğuna kolay yönelebilen üçüncü hassas grubun, terör nedeniyle zorunlu göçü yaşamış ailelerin çocukları olduğu söylenebilir. Zorunlu göç; güvenlik, devletin çeşitli sosyal ekonomik kararları 247 gibi nedenlerle ve iradesi dışında, bireyin yer değiştirmek durumunda bırakılmasıdır. Özellikle 1984 yılından itibaren, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgeleri’nde yaşayan insanlarımız, terör nedeniyle zorunlu göç kervanına katılmıştır. Gönüllü göç sonucunda kentle bütünleşme süreci görece daha sorunsuz bir biçimde gerçekleşirken, zorunlu göçte bu süreç daha problemlidir. Bazı suçlu çocuklarda; zorunlu göç sonucu, kent hayatına uyum sağlayamama ve suça yönelme görülmüştür. Ayrıca köylerde ve kırsal alanda nüfus seyrektir, suçlular için suçlarını saklamak ve gizlemek imkânı daha azdır ve özellikle mala karşı suçların işlenebilmesi için gerekli olan zenginlik ve eşya da kırsal alanda daha azdır. Kentler, özellikle mala karşı suçların işlenebilmesini kolaylaştıran birçok etkeni barındırmaktadır. Bu nedenle, hayatını suçtan elde ettikleri gelirlerle sürdüren gruplar, çocuklarını büyükkentlere yönlendirmektedir. Kent, özellikle mala karşı suç işleme arzusunda olanlar için bir çekim alanıdır. Bu çerçevede; mülakat yapılan çocukların önemli bir kısmının, farklı kentlerde ikamet etmelerine rağmen, Ankara’ya suç işlemeye geldikleri görülmüştür. (Her ne kadar, Ankara’da suç işlerken yakalanmalarını düğün vb. mazeretlerle açıklamaya çalışsalar da) Ayrıca büyükkent, evden kaçan çocukların ilk yöneldikleri alandır. Mülakat ailenin çocuk suçluluğu açısından önemini, bir kez daha ortaya çıkarmıştır. Çocuğun sağlıklı ve huzurlu büyüyebilmesi için, normal bir aile hayatı şarttır. Bununla birlikte, normal bir aile hayatına sahip olmasına rağmen suç işleyen çocuklarda görülebilir. Yalnız bu durumun yaygın olmadığı düşünülmektedir. Mülakat gerçekleştirilen oniki çocuktan sadece beş tanesi öz anne ve babasıyla birlikte yaşamaktadır. Bunlardan H.Ö.’nün ailesi çocuğunu suça yönlendirmekteyken, Neco ve Hüseyin ise sokakta selpak satışına 248 gönderilmektedir. A.D. ve M.G. öz anne babasıyla yaşayan ve normal bir aileye sahip oldukları söylenebilecek yegâne örneklerdir. Mülakatlar; parçalanmış aile deneyiminin ve ailenin niteliklerinin, çocuk suçluluğunda belirleyici rol oynadığını ortaya çıkarmıştır. Ayrıca, öz anne ve babasıyla birlikte yaşayan veya nispeten düzgün bir aile hayatına sahip olan çocuklar, çeşitli suçlar işlemiş olsalar bile, en azından bunalımlı bir görüntü sergilememektedir. Düzenli bir aile hayatına sahip olmayan çocuklarda, kollarına jilet atma gibi ciddi depresyon veya mutsuzluk belirtileri görülmektedir. Suçlu bir aileye mensup olan çocukların, daha kolay ve profesyonel bir şekilde suça yöneldiği görülmektedir. Suçla geçimini temin etse bile, aile sevgisine ve korumasına sahip olan çocuklarda depresyon, mutsuzluk işaretleri ve diğer buhranlar görülmemektedir. Evden kaçan veya çeşitli şekillerde suç işleyen bazı çocuklarda, ailelerine yönelik ciddi bir nefret veya onları cezalandırma arzusu olduğunu düşündüren bulgular vardır. Evden kaçarak Ankara’ya gelmiş ve burada var olma savaşı verirken başlarına gelen, yaşadıkları ya da yaşamak zorunda bırakıldıkları olaylar, çocukları suça itebilmektedir. Tek başına Ankara’ya gelen bir çocuğun en temel ihtiyaçlarını karşılamaya çalışırken sokaklarda birçok tehlikeyle karşılaşacağı açıktır. Yaşça kendilerinden büyük kişiler tarafından her türlü istismara maruz kalan bu çocuklar için, günün birinde suçla tanışmaları nerdeyse kaçınılmazdır. Erkek çocuklarda çeşitli suçlarda kullanılırken, bazı olaylarda kız çocuklarının cinsel yönden istismar edildikleri görülmektedir. Cinsel yönden istismar edilen kız çocuklarından bazıları ise, ilerleyen süreçte profesyonelleşmektedir. Kendisiyle cinsel ilişkiye giren kişiler 249 hakkında şikâyetçi olarak onların cezaevine girmelerini sağlamaktadırlar. Daha sonra ise şikâyetini geri almak için onlarla pazarlığa oturmaktadır. Hayatını suçtan elde edilen gelirlerle sürdürmek, beraberinde birçok açmazı da getirmektedir. Bu gruplar suçtan elde ettikleri gelirin bir kısmını, avukatlı ücretleri, ceza evindeki yakınlarının ihtiyaçları gibi konularda harcamak zorundadırlar. (Đlginç bir şekilde, suçu meslek haline getirmiş olan çocuklar, genellikle aynı avukatların isimlerini vermişlerdir. ) Dolayısıyla suç işlemenin maliyeti, suçlular için de yüksektir. Bu durumda bir kısır döngüye yol açmaktadır. Mülakat yapılan çocukların büyük bir çoğunluğunun, düzenli bir eğitim hayatı yoktur. Eğitime geç başlanılmakta veya erken terk edilmektedir. Çocuklar; zamanlarını ve enerjilerini okulda harcamadıklarından, büyük bir boş zamana sahiptirler. Bunun yanı sıra aileler ve yaşam çevreleri, onları okula yönlendiremediği gibi, boş zamanlarını etkili ve faydalı bir şekilde geçirmelerini sağlayacak çözümler de üretmemekte veya üretememektedirler. Đyi bir şekilde düzenlenmemiş boş zaman, çocuklara suç işleme fırsatı yaratmaktadır. Ailenin, çocuklarına boş zamanlarını iyi değerlendirmesi için ortam hazırlamaması veya hazırlayamaması, çocuğu sokağa itmekte ve suç işlemesine neden olmaktadır. Eğitime yönlendirilmemiş olan zaman; çıraklık gibi aynı zamanda meslek edinmelerini sağlayacak etkinliklere aktarılabilseydi, çocukların suçtan uzak durmaları sağlanabilirdi. Fakat çocukların ve ailelerin bu bilinçten uzak olduğu, yaşam çevresinin ise bu fırsatı tanımadığı anlaşılmaktadır. Aynı zamanda suç kendi felaketini de beraberinde getirmektedir. Haklarında suç nedeniyle işlem yapılan çocukların birçoğunun ailesinde, çeşitli nedenlerle cezaevinde bulunan aile bireylerine rastlanmaktadır. 250 Cezaevi, bütün çocuklar tarafından acıyla anlatılan bir tecrübedir. Fakat yaş küçüklüğü nedeniyle henüz demir parmaklıklara tanışmamış olanların, tehlikenin önemini fark edemedikleri görülmüştür. Suç işleme konusundaki profesyonelliğini anlatanlar veya bazı yakınları cezaevinde olanlar bile, konunun ciddiyetini fark etmemiş haldedirler. Cezaevi tecrübesi olanlar, tekrar suç işlemiş olsalar bile, en azından konunun ciddiyetinin farkındadırlar. Bu çerçevede; profesyonel suçlu olma yolunda olma yolunda hızla ilerleyen fakat yaş küçüklüğü nedeniyle hakkında herhangi bir adli işlem yapılamayan 12 yaşından küçük çocukların, (Beşinci mülakatta görüşülen H.Ö isimli çocukta olduğu gibi) cezaevi tehlikesini anlamalarını sağlamak amacıyla, uzman psikologların desteğiyle çeşitli girişimlerde bulunulması yolları araştırılmalıdır. Ülkemizin önemli ve büyük kentlerinden birisi olan Ankara, yukarıda açıklanan nedenlerle, çocuk suçluluğunu kendine çekmekte ve ondan etkilenmektedir. 251 SONUÇ Kentleşme bir değişme sürecidir. Bu değişimle birlikte çeşitli problemlerin ortaya çıkması, mevcut problemlerin nitelik değiştirmesi veya yoğunlaşması olağan karşılanmalıdır. Kentleşme sonucu meydana gelen sorunları tespit, analiz ve çözümler üretmek için geniş araştırmalar yapılmalı ve büyük çaba harcanmalıdır. Bu çerçevede ülkemizde, özellikle kent suçluluğunun analizi için yeterli bilimsel araştırma yapıldığı söylenemez. Suçun köy ve küçük kentlerde göre büyük kentlerde daha fazla işlenmekte olduğu, herkes tarafından kabul edilmiş bir gerçektir. Klasik kuramlar, suç eğilimini temelde sosyal çözülme süreci, anomi, göreli yoksunluk gibi kavramlarla açıklamaktadırlar. Kırsal alanlardaki homojenlik, herkesin herkesi tanıması ve sosyal kontrol kent yaşamında etkisini yitirmektedir. Köyden büyük kente gelmiş ve kentin kozmopolit ortamında alıştığı değer ve kuralları bulamamış kişilerin kuralsızlık içine düşerek, çevresine yabancılaşarak toplum dışı davranışlara ve suça başvurabileceği öngörülmektedir. Ayrıca, 'göreli yoksunluk' kavramı, yani kişilerin kendilerine referans aldıkları gruplarla kendi yaşam ve kaynaklarını karşılaştırdıklarında duydukları eksiklik ve haksızlık duygusu, köy-kent göçmenini potansiyel suçlu olarak işaret etmektedir. Buna göre, kentte yetişen bu çocuklar kendilerine, annelerinin, babalarının yaptıkları gibi, köyde bıraktıkları akraba ve tanıdıkları referans almak yerine, kendilerini kentteki avantajlı gruplarla karşılaştırmakta, yaşam beklentilerini yüksek tutmakta ve sonuçta beklentileri yerine gelmeyince yaşadıkları hayal kırıklığı suça yol açabilmektedir. Kentleşme süreci sadece çocuk suçluluğunu değil, kadın suçluluğunu ve intiharları da arttıran bir etmendir. 252 Çocuğu suça götüren yol, çoğu zaman birçok nedenin birleşmesiyle oluşmaktadır. Çeşitli olaylar zinciri birbirlerine eklenip çocuğu suça sürüklemektedir. Yapılan çalışmalarda, bireysel nedenlerin suçluluğa etkisinin çok az olduğu tespit edilmiştir. Ailevi ve çevresel nedenler, çocuk suçluluğuna yol açan en önemli etkenlerdir. Kentleşmede bu kapsamda değerlendirilmelidir. Şaşırtıcı da olsa çocuğun sosyalleşmesi, çocuk suçluluğunu arttırmaktadır. Çocuğun sosyalleşmesine ilk ve en önemli katkıyı sağlayan aile kurumunun çocuk suçluluğuna engel olma veya yol açmasına ilişkin fonksiyonu, inkâr edilemeyecek bir gerçektir. Aile kurumu da modern toplumun sıkıntılarından etkilenmektedir. Örneğin kentleşme sürecinin, bireyler arasındaki sürtüşmeleri arttırıp evlilik kurumunu sarsması ve bunun boşanmaya yol açması gibi. Bilindiği gibi parçalanmış aile, çocuk suçluluğuna yol açan etkenlerden bir tanesidir. Amerika’da 20. yüzyılın başlarında kırsal bölgelerden kentlere doğru, bugün bizde olduğu gibi, geniş bir iç göç tespit edilmişti ve bu göç nedeniyle yüksek bir suçluluk oranı ortaya çıkıyordu. Bazı yazarların belirttiği gibi ülkemiz bu bakımdan, Amerika’nın 20. yüzyıl başındaki dönemine çok benzer bir durum içindedir. Chicago şehri bu problemlerin en yoğun yaşandığı yerlerden birisiydi. Hızlı kentleşme sonucu oluşan suç problemine çözüm bulmak amacıyla, Chicago Okulu tarafından ciddi eserler ortaya konulmuştur. Chicago sosyologlarına göre suç, genetik yapı nedeniyle değil sosyal ve maddi çevre faktörlerinden etkilenerek oluşmaktadır. Chicago sosyologlarının temel argümanı göçmen nüfusunun, istikrarlı bir sosyal yapı geliştirme fırsatına sahip olamamaları üzerine kuruludur. Geleneksel değerlerin yerini suçlu değerler ve gelenekler almıştır. Toplumdaki dayanışma duygusu sağlanamamış ve bu durumda suça yol açmıştır. Kentin 253 yüksek suçluluk oranı bulunan kısımlarında, geniş bir hareketlilik, sosyal yapının dağılması ve istikrarsızlığa rastlandığı tespit edilmiştir. Bazı dünya ülkelerinde, kentlerde göçmenlerin yaşadığı alanlarda, başta suç olmak üzere derin toplumsal problemlerin ortaya çıktığı görülmektedir. Ülkemizde ise durum bunun tam tersidir ve genel olarak gecekondular suç ve suçluluk üreten bölgeler olmamıştır. Ülkemizde kentleşme sürecinde ortaya çıkan tampon mekanizmalar, aile ve kültür yapısı, geleneksel değerler göç edenlerde yaygın bir suçluluğun ortaya çıkmasına engel olmaktadır. Dolayısıyla Chicago okulunun tespitlerinin birebir ülkemizde gözlendiğini söylemek mümkün değildir; fakat kentlerimizde kente uyum sağlayamamış, suçu meslek edinmiş grupların yaşamakta olduğu çeşitli çöküntü alanları bulunmaktadır. Bu bölgelerde yaşayanlar, kentin genelinde büyük bir asayiş sorununa yol açmaktadır. Kentlerimizdeki bu çöküntü alanlarının, Chicago Okulunun tespitleri çerçevesinde değerlendirilmesi gereklidir. Kentlerimizde yer alan bu tip çöküntü alanlarında, suça götürücü etmenlerin analizi için kapsamlı bilimsel araştırmalara ihtiyaç vardır. Türkiye’deki genel suç eğilimi incelendiğinde; adalet, polis ve jandarmanın istatistikleri olmak üzere tüm veriler, suç sorunun da ciddi bir artışa işaret etmektedir. Özellikle polis görev sahasında, 1999 sonrasında görülen artış dikkat çekicidir. Kentsel alanlar da suçlarda görülen artış, kırsal alanda görülenden çok fazladır. Özelikle büyük kentlerimizde yaşanan çocuk suçluluğundaki artış ve bunun kamuoyuna yansıması dikkat çekici boyutlardadır. Ayrıca genel kabulleri doğrular şekilde; ülkemizde kentsel alanlarda mala karşı suçlar yoğun olarak görülürken, kırsal kesimlere doğru gidildikçe suç sayıları azalmakta fakat şahsa karşı suçlar artmaktadır. Polis bölgesinde 2005 yılı ile 2006 yılları kıyaslanırsa iki yıl arasında ciddi artış görülmektedir. Bu artışta asıl etkenin müdahale edilen tüm suç ve 254 kabahatlere suç numarası verilmesi nedeniyle oluşmaktadır. Artık Emniyet Genel Müdürlüğü politikası olarak, müdahale edilen veya tespit edilen her türlü asayiş suçuna numara verilerek, kaynakların planlamasının en etkili şekilde gerçekleştirilmesi hedeflenmektedir. Bu nedenle 2005-2006 döneminde suçlarda görülen ani sıçrama dikkate alınmamalı veya gelecek yıllarda oluşacak değerlerle birlikte değerlendirilerek bir neticeye varılmalıdır. Konuyu çocuk suçluluğu bakımından ele alırsak; polis bölgesinde 2000 ila 2006 yılları arasında hem yetişkin suçluluğunda, hem de çocuk suçluluğunda ciddi bir artış görülmektedir. Devlet Đstatistik Enstitüsünün verilerine göre, suç isnat edilen çocukların ezici bir çoğunluğu kentsel bölgelerde ikamet etmektedir. Görüldüğü gibi, çocuk suçluluğunun da, büyük oranda bir kent suçu olduğu ortaya çıkmaktadır. Genel olarak ülkemizdeki büyük kentlerin suç özellikleri şu şekildedir. Büyük kentlerimiz genellikle tüm ülkenin suç ortalamasından daha yüksek suç sayılarına sahip olmalarına rağmen, bu kentler en yüksek suç oranlarının kaydedildiği kentler değildir. Mala karşı suçlar yoğun olarak büyük kentlerde işlenmektedir. Türkiye'nin büyük kentleri çok hızlı göç almaktadır. DĐE 2000 yılı nüfus sayımı verilerine göre, 1975–2000 döneminde en fazla göç alan ilk üç il sırasıyla Đstanbul, Ankara ve Đzmir illeridir. Ankara, 1965–70 dönemine nazaran net göç alma oranı önemli ölçüde azalan illerimizin başında yer alır. Gerçekten, Ankara'nın 1965–70 döneminde net göç alma oranı, %122,4 iken 1995–2000 döneminde %25,6’e inmiştir. Görülen bu gerilemeye rağmen Ankara önemli göç odaklarından biri olma özelliğini sürdürmüştür. Ankara’nın suç eğilimleri bu kapsamda değerlendirilmelidir. Ankara’da çocuk suçluluğunda görülen artış hızı, ülke genelinde görülenden çok fazladır. Bu duruma, Ankara’nın halen çok hızlı göç almasının neden olduğu söylenebilir. 255 Yapılan derinlemesine mülakatlar ile Ankara’da çocuk suçluluğuna yönelebilecek üç hassas grup tespit edilmiştir. Bunlar; suç işlemeyi meslek haline getirmiş Roman ailelerin, kentin çöküntü alanlarında yaşayan ve kente uyum sağlayamamış alt gelir gruplarına mensup ailelerin ve terör nedeniyle zorunlu göç tecrübesi yaşayan ailelerin çocukları olduğu söylenebilir. Mülakat ailenin çocuk suçluluğu açısından önemini, bir kez daha ortaya çıkarmıştır. Çocuğun sağlıklı ve huzurlu büyüyebilmesi için, normal bir aile hayatı şarttır. Ayrıca istatistikî veriler incelendiğinde; Ankara’da ülke genelinden daha yüksek bir boşanma oranı mevcut olmasına rağmen; polis tarafından hakkında işlem yapılan çocukların ezici çoğunluğunun, öz anne ve babası ile yaşamakta olduğu görülmektedir. Dolayısıyla istatistikî verilere göre, çeşitli nedenlerle polis tarafından haklarında işlem yapılan çocukların bile, en azından parçalanmış ailelerden gelmedikleri ortaya çıkmaktadır. Elbette ki bu istatistikî veriler; ailelerin nitelikleri, ailenin çocuğa yaklaşımı, çocuğu yönlendirmesi ve ailenin çocuğa sağladığı imkânlarla ilgili yeterli bilgi vermemektedir. Yapılan mülakatlarda ise istatistikî verilerin aksine; parçalanmış aile deneyiminin ve ailenin niteliklerinin çocuk suçluluğunda belirleyici rol üstlendiği görülmüştür. Ayrıca; nispeten normal bir aile hayatına sahip olan çocuklar, çeşitli suçlar işlemiş olsalar bile, en azından bunalımlı bir görüntü sergilememektedir. Düzenli bir aile hayatına sahip olmayan çocuklarda, kollarına jilet atma gibi ciddi depresyon veya mutsuzluk belirtileri görülmektedir. Boşanma oranlarının azlığına rağmen, bazı sosyal tabakalardaki aile özelliklerinin, çocukları suça sürüklediği veya onları suçtan uzak tutacak bir ortam sağlamadığı ortaya çıkmaktadır. Suçu meslek haline getirmiş olan ailelerin dışında kalan ailelerde; kente uyum ve intibaklarında güçlük yaşadıkları düşündürmektedir. Bu ailelerde, bizzat ebeveynlerin kendileri kent 256 ortamına uyum sağlayamadığı gibi, hayatları düzgün bir şekilde idame ettirecek iş imkânlarına da sahip değillerdir. Dolayısıyla bu tip aileler, çocuklarını topluma faydalı bireyler olarak yetiştirecek ortamı oluşturmaktan uzaktırlar. Sonuç olarak; polis tarafından hakkında çeşitli nedenlerle işlem yapılan çocukların ezici çoğunluğunun, öz anne ve babaları ile yaşıyor olması, çocukları suçtan koruma bakımından herhangi bir değer ifade etmemektedir. Ülkemizde suçlarda görülen bu ciddi artışa rağmen, ülkemizde suçluluk oranları halen gelişmiş toplumların gerisindedir. Bu çerçevede, ülkemizin suç ve suçlu cenneti olmadığını söylemek yanlış olmayacaktır. Gelişmiş toplumlarda hızlı kentleşme sonucu yaşanmış olan sorunlar, bugün benzer şekilde fakat farklı yoğunluklarda ülkemizde de görülmektedir. Türkiye’deki kentleşmenin ekonomik kalkınmaya paralel olmayışı ve demografik niteliğinin ağır basması nedeniyle, hızlı kentleşme birçok sorunu da beraberinde getirmektedir. Birçok gelişmiş ülke, endüstrileşme ve kentleşmenin en üst düzeyde olduğu klasik dönemi ve bunun getirdiği problemleri yaşamıştır. Ülkemizdeki çocuk ve suçluluğunu değerlendirilirken, gelişmiş ülkelerin tecrübeleri önemli bir veri olarak karşımıza çıkacaktır. Birleşmiş Milletler istatistiklerine göre, 1980’lerden sonra Kuzey Amerika’da suç oranlarının düşüşü ve AB üyesi ülkelerde ise suç oranlarının yatay seyrettiği tespit edilmişken, ülkemizde suç sayılarının hızla artıyor olması, ülkemizde yaşanan hızlı değişim sürecinin bir sonucudur. Bu ülkelerde suç, özellikle de çocuk suçluluğu halen ciddi bir problemdir fakat hız yitirmektedir. Kentleşme oranı artan toplumların, tamamının aynı sosyal problemleri yaşayacakları beklenebilir; fakat farklı toplumlarda benzer sorunlar değişik yoğunluklarda görülecektir. Çünkü toplumlar; gelenekleri, kültürleri, davranış 257 kalıpları, sosyo-ekonomik ve siyasal koşulları ile karşılaşılan problemlerin çözümü sırasında çeşitli farklılıklar gösterirler. Sonuç olarak; diğer gelişmiş ülkelerde bir dönem yaşandığı gibi hızlı kentleşme, ülkemizde de çocuk suçluluğunu arttıran nedenlerden bir tanesidir. Fakat ülkemizin toplumsal ve kültürel özellikleri gereği, sorunun boyutları farklı derecede ortaya çıkmaktadır. Ülkemizde mevcut yapısal sorunlar sürdüğü müddetçe, kentleşme nedeniyle ortaya çıkan çocuk suçluluğu artışı da doğal karşılanmalıdır. Ülkemizdeki kentleşme, çok yüksek nüfus artışına bağlıdır. Bu nüfus artış oranı sürdükçe, kentleşmenin de yüksek oranda devam edeceği ve bunun da çocuk suçluluğunda artışa neden olacağı; ilerleyen yıllarda ise, gelişmiş ülkelerde olduğu gibi tablonun tersine döneceği söylenebilir. Ankara’da mevcut çocuk suçluluğu, bu kapsamda değerlendirilmelidir. Çocuklarımızın suça yönelmesine engel olmak için, gerekli sosyal, ekonomik, kültürel politikaların ciddi şekilde saptanarak, kararlılık içerisinde uygulanması gereklidir. Bu konuda sadece kamu kuruluşlarına değil, toplumun her kesimine de önemli görevler düşmektedir. Çocukları suç işlemeye iten nedenleri tespit ederek çözüm bulmak ve onları işledikleri suçlar nedeniyle damgalamadan, en iyi biçimde yetiştirmek ve topluma iyi vatandaşlar olarak kazandırmak zorundayız. 258 KAYNAKÇA ADLER, Alfred; Eğitimi Zor Çocukların Psikolojisi-Karşılaştırmalı Ferdi Psikoloji Tekniği, Çeviren: Refia Uğurel-Şemin ve Đstanbul Üniversitesi Pedagoji Enstitüsü öğrencileri, Đstanbul, 1965. AKÇURA, Tuğrul; “Türkiye’de Şehirleşme ve Bazı Şehir Örnekleri”, Türkiye Coğrafi ve Sosyal Araştırmalar, Ed. Erol Tümertekin, Đstanbul, 1971, s.205211. AKDUMAN, Gülümser Gültekin, “Çocuk Đstismarına Bilimsel Yaklaşım” Polis Dergisi, Sayı 47, Ocak-Mart, 2006, s.243-249. AKINCI, Yılmaz, ATAKAN, Tahsin; Psikolojik-Pedagojik –Hukuki Yönleriyle Suça Giden ve Suç Đşleyen Çocuklar, Mim Yayınları, 1968. AKKAYA Yüksel, “Göç, Yoksulluk ve Kentsel Şiddet”, Editör: Yasemin ÖZDEK: Yoksulluk, Şiddet ve Đnsan Hakları, TODAĐE Yayınları, Ankara, 2002, s.203-215. AKTAN, Hamdi Yaver. “Suç ve Suçluluk Nedenlerine Kriminolojik Bir Yaklaşım”, AD, Sayı 2, 1981, s.134-139. AKYÜZ, Yahya: “Çocuk Suçluluğu Konusunda Türk Eğitim Tarihinde Đlk Önemli Araştırma”, I.Ulusal Çocuk ve Suç Nedenler ve Önleme Çalışmaları Sempozyumu 29-31 Mart 2001, Ankara Üniversitesi, s.34-45. AKYÜZ, Emine, Ulusal ve Uluslararası Hukukta Çocuğun Haklarının ve Güvenliğinin Korunması, Milli Eğitim Basımevi, 2000. ALACAKAPTAN, Uğur. Suçun Unsurları, Sevinç Matbaası, 1970. ALKAN Necati, Gençlik ve Terörizm, EGM Basımevi, Ankara, 2002. 259 ARIKAN Gülay, POYRAZ Tuğça, “Kalecik’e Bağlı Bağcılıkla Uğraşan On Köyde Ekonomi Kurumu Açısından Modernleşme Eğilimleri”, HÜEFD, Cilt 22, Sayı 2, 2005, s.1-19. ARSLAN, Ali, “Bir Sosyolojik Olgu Olarak Televizyon”, Uluslararası Đnsan Bilimleri Dergisi, www.insanbilimleri.com, Ulaşma tarihi 23.03.2007. ARSLAN, Ali, “Bir Ankara Köyü (Kavaközü)nün Sosyolojik Đncelemesi” Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı 17, 2004, s.53-63. ASLANOĞLU, Rana A.; Kent, Kimlik ve Küreselleşme, 1. Basım Asa Kitapevi, Bursa,1998. ATASOY, Sevil, ZĐYALAR, Neylan; “1997 ve 1998 Yıllarında Đstanbul ve Los Angeles’te Güvenlik Birimleriyle Đhtilaf Haline Düşen Çocukların Karşılaştırılması”, I.Ulusal Çocuk ve Suç: Nedenler ve Önleme Çalışmaları Sempozyumu Bildirileri, 29-30 Mart 2001, AÜ ATAUM, UNICEF, 2002, s.11-20 . AVŞAR, Zakir, AKSOY Mustafa; Doğu ve Güneydoğu Anadolu’dan Terör Nedeniyle Göç Eden Ailelerin Sorunları, Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu Yayını, Ankara,1998. BAHAR, H. Đbrahim, SEYHAN, Kazım; “Çocukta Suçluluğun Gelişmesine Yol Açan Faktörler”, Polis Dergisi, Sayı 47, Ocak-Mart, 2006, s. 96-113. BECCARĐA, Cesare Bonesana Marchese, Suçlar ve Cezalar Yahut Beşeriyetin Mecellesi, Çev., Muhittin GÖKLÜ, Đstanbul, 1961. BLANC, Cristina; “Urban Children in Distress”, UNICEF, 1994 nakleden Sevil ATAUZ; “Kent Yoksulu Aileler ve Çocukları”, III. Aile Şurası Bildirileri Aile Araştırma Kurumu Yayınları 25-29 Mayıs 1998, Ankara, s.430-441. 260 BOOCKIN, Murray; Kentsiz Kentleşme Yurttaşlığın Yükselişi ve Çöküşü, çeviren Burak Özyalçın, Ayrıntı Yayınları, Đstanbul,1999. BUMĐN, Kürşat; Demokrasi Arayışında Kent, Đz Yayıncılık, Đstanbul, 1998. CANPOLAT, Hasan; Türk Belediye Sisteminde Ölçek ve Model Sorunu, Ankara, 2002. COLLANGE, Christiane; Boşanma Salgını, çeviren Sevim Akten, Doruk Yayınları, Ankara, 1997. ÇAĞATAY, Tahir; Günün Sosyolojisine Giriş, Ankara,1968. ÇEÇEN,A. Rezan; “Çocuk Cinsel Đstismarı: Sıklığı, Etkileri Ve Okul Temelli Önleme Yolları” Uluslararası Đnsan Bilimleri Dergisi, ww.InsanBilimleri.com ulaşım tarihi 03.03.2007. COHEN, Phil, Modern Social Theory, London, 1968 CORRĐGAN, Paul; Schooling The Smash Street Kids, London,1979 DEMĐRBAŞ, Timur; Kriminoloji, http//www.kriminoloji.com, 01.04.2007. DĐLULĐO, John, REĐMAN, Jeffrey; “Is Street Crime More Harmful Than WhiteCollar Crime ?” in Taking Sides, Kurt Finsterbusch, Mc Graw-Hill/Dushkin, 2003, sh; 280-297 çeviren Ali Ünlü, Ayhan Sabancı, Polis Dergisi 37.sayı, Ekim-Aralık 2003, s.244-252. DOĞAN, Đbrahim; “Đstanbul’a Suç Gecekondu”, Aksiyon, Sayı 536, Tarih, 14.03.2005, www.aksiyon.com.tr, ulaşım tarihi 11.06.2007. DÖNMEZER, Sulhi; Kriminoloji, Đstanbul, 1994. 261 DÖNMEZER, Sulhi; “Hızlı Şehirleşme ile Suç ve Adalet Sistemi Đlişkileri”, Hızlı Şehirleşmenin Yarattığı Ekonomik ve Sosyal Sorunlar, SĐSAV, Đstanbul, 1986, s. 55- 70. DÖNMEZER, Sulhi; “Hızlı Şehirleşen ve Sanayileşen Bir Küçük Şehir Toplumunda Suçluluk Ereğli Projesi”, Şehirleşmenin Doğurduğu Ceza Adaleti Sorunları Sempozyumu, Đ.Ü. Huk. Fak. Ceza Hukuku ve Kriminoloji Ens. Yayını, Đstanbul, 1974, s. 129-145. DÖNMEZER, Sulhi; “Çocuk ve Gençlik Suçluluğunda Boş Zamanların Rolü”, ĐÜHFM, Đstanbul, 1964, s.1-22. ERASLAN, Levent; 21. Yüzyılın Küçük Adam ve Kadınları, Uluslararası Đnsan Bilimleri Dergisi www.InsanBilimleri.com, Erişim tarihi 23.03.2007. ERE, Altay: “Korku Kültürü, Değerler Kültürü ve Şiddet.” Aile ve Toplum, Yıl 7, Cilt 2, Sayı 8, Mart, 2005 s.23-37. ERGUN, Doğan; Sosyoloji El Kitabı, Đstanbul, 1984. ERGUN Gunay Semra, YILMAZ , Ali; “Increasing Crime Rates And The Problem Of Safety In Cities In Turkey”, Istanbul Conference On Democracy & Global Security 9-11 Haziran 2005, Ankara, 2005, s.311320 ERKAN, Rüstem, BAĞLI, Mahzar; “Göç ve Yoksulluk Alanlarında Kentle Bütünleşme Eğilimi: Diyarbakır Örneği”, HÜEFD, Cilt 22, Sayı 1, 2005, s.105124. ERKAN, Rüstem, ERDOĞDU, M.Yüksel; “Göç ve Çocuk Suçluluğu”, Aile ve Toplum, Yıl 8, Cilt 3, Sayı 9, Ocak, Şubat Mart 2006, s.79- 90 ERKAN, Rüstem; Kentleşme ve Sosyal Değişme, Ankara, 2002. 262 EROL, Metin, ÖZDEMĐR Nesrin; “Kentsel Bütünleşme Üzerine Köy-Kent Farklılaşması ve Aile Kurumunun Etkileri: Sivas Örneği”, Toplum ve Göç, II. Ulusal Sosyoloji Kongresi, Ankara,T.C. Başbakanlık D.Đ.E. Yay., 1997, s.342-390. ERSOY, Melih; Göç ve Kentsel Bütünleşme, Türkiye Geliştirme Araştırmaları Vakfı, Ankara, 1985. ERMAN, Tahire: “Kent Yoksulu ve Şiddet: Gecekondu Bağlamında Eleştirel Bir Yaklaşım”, Editör Yasemin Özdek, Yoksulluk, Şiddet ve Đnsan Hakları, TODAĐE Yayınları, Ankara, 2002, s.193-202. ESMEK, Abdürrahim, “Sokak Çocukları ve Polis”, Polis Dergisi, 26. Sayı, Ocak-Mart 2001, Yıl 7, s.599-608. GANDER, M.J., H.W.GANDINER, Çocuk ve Ergen Gelişimi, Çeviren Bekir Onur, Đmge, Ankara, 1993. GANS, Herber J., People and Plans Essays on Urban Problems and Solutions, Newyork, 1968 GENCER, Arseli; Postmodern Mimari ve Endüstri Sonrası Toplum Đlişkileri, Đzmir,1992. GENÇ, Ernur; “Kentlileşme, Geleneksel-Modern Gerilimde Kimlikler”, Toplum ve Göç, II. Ulusal Sosyoloji Kongresi, Ankara, T.C. Başbakanlık D.Đ.E Yay., 1997 s.300-313. GERAY, Cevat; “Köy Yerleşmeleri ve Toplum Kalkınması”, Mimarlık Dergisi, s.11, Đstanbul, 1974, s.69-76. GIDDENS, Antony; Sosyoloji Kısa Fakat Eleştirel Bir Giriş, Çeviren Ülgen Yıldız Battal, Phoenix, II. Baskı, Ankara, 2005. 263 GIDDENS, Antony; Sosyoloji, Yayına Hazırlayan Cemal Güzel, Ayraç Yayınevi, Ankara, 2005 GĐDER, Hüsnü; Genel Kriminoloji ve Adalet Psikolojisi, Ankara,1961 GĐRĐTLĐOĞLU, Cengiz; “Đç Göç ve Kentlileşme”, Kentleşme ve Kentlileşme Politikaları, Der. Suher Hande, TÜSES Vakfı, Đstanbul, 1991, s.49-57 GÖKÇE, Birsen ve Diğerleri; Gecekondularda Ailelerarası Geleneksel Dayanışmanın Çağdaş Organizasyonlara Dönüşümü, Kadın ve Sosyal Hizmetler Müsteşarlığı, Ankara, 1993. GÖKÇE, Birsen; Gecekondu Gençliği, Hacettepe Üniversitesi Yayınları, Ankara,1977. GÖKÇE, Birsen: “Evlilik Kurumuna Sosyolojik Bir Yaklaşım” HÜSBD, Sayı 1, Aralık, 1978, s.29-44 GÖKTÜRK, Atilla; “Kentsel Haklar Kent Yoksullarını kapsar Đse...”, Editör Yasemin Özdek, Yoksulluk, Şiddet ve Đnsan Hakları, TODAĐE Yayınları, Ankara, 2002, s.217-233 GÖLCÜKLÜ, Feyyaz; Türkiye’de Çocuk Suçluluğu Hakkında Bir Araştırma, Ankara, 1962 GÖRMEZ, Kemal; “Göçler, Kentleşme Ve Büyükkentlerde Konut”, III. Aile Şurası Bildirileri 25-29 Mayıs 1998 Ankara, Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu Başkanlığı, Ankara, 1999, s. 490-498 GÖRMEZ, Kemal; “Göç ve Kültürel Kimlik Sorunları” , Cumhuriyetin 75. Yılında Doğu Anadolu’da Güvenlik ve Huzur Sempozyumu 17-19 Aralık 1998 Elazığ, 1999, Đzmir, s.307-312 264 GÖRMEZ, Kemal; Şehir ve Đnsan, M.E.B. Yayınları, Ankara, 1991, GÖRMEZ, Kemal; Kent ve Siyaset, Gazi Kitabevi, Ankara,1997 GREGORY, J., D. Smith; The Dictionarv of Human Geography, New York, 1986 Glueck, Sheldon; The Problem of Delinquency, Newyork, 1959 GÜNÇE, Gülseren; “Çocuk Suçluluğu ve Aile”, Çocuk Suçluluğu ve Çocuk Mahkemeleri Sempozyumu 22-23 Haziran 1983, Ed.Esin ONUR, A.Ü.Basımevi, 1983, s.1-17 ĐÇLĐ, Tülin Günşen; “Toplumdan Kopuş Suç ve Şiddet”, Sosyolojiye Giriş, Ed. Đhsan Sezal, Đstanbul, s. 627-705 ĐÇLĐ, Tülin Günşen; Kriminoloji, Seçkin Yayınları,7. Baskı, Ankara, 2007 ĐÇLĐ, Tülin Günşen; Türkiye’de Suçlular Sosyal, Kültürel ve Ekonomik Özellikleri, Atatürk Kültür ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Kültür Merkezi Yayını, sayı:71, Ankara, 1993 ĐÇLĐ, Tülin Günşen, Tülin, BURCU, Esra; “Đnformal Sosyal Kontrolün Sağlanmasında Ailelerin Gelir ve Eğitim Düzeyinin Önemi Ankara’da Uygulamalı Bir Çalışma”, HÜEFD, Cilt 10, Sayı 1, Temmuz 1993, s.43-56 ĐÇLĐ, Tülin Günşen, ÖZCAN, Nilüfer; “Tükiye’de Ekoloji Suç Đlişkisi Üzerine Sosyolojik Bir Çalışma”, HÜEFD, Cilt 9, Sayı 1-2, Aralık,1992, s.27-52 ĐÇLĐ, Tülin Günşen, ÖGÜN, Aslıhan; “Sosyal Değişme Süreci Đçinde Kadın Suçluluğu” HÜEFD, Cilt 5, Sayı 2, Aralık 1998, s.17-32 265 ĐÇLĐ, Tülin Günşen: “Türkiye’de Đntiharların Yaş ve Cinsiyete Göre Dağılımı” HÜEFD, Özel Sayı 1983, s.193-207 ĐÇLĐ, Tülin Günşen; “Aile Đçi Şiddet: Ankara-Đstanbul ve Đzmir Örneği”, HÜEFD, Cilt 11, sayı 1-2, Aralık 1994, s.7-20 ĐÇLĐ, Tülin; “Uyuşturucu Madde Bağımlıları Đle Sosyolojik Bir Çalışma”, HÜEFD, 2.2.1984, s.77-86 GÜRELLĐ, Nevzat; “Şehirleşme ve Suç”, Şehirleşmenin Doğurduğu Ceza Adaleti Sorunları Sempozyumu, Đ.Ü. Huk. Fak. Ceza Hukuku ve Kriminoloji Ens. Yayını, Đstanbul, 1974, s.119-128 HALMAN, Talat; “Suçlu Olan Biziz. Çocuk Cumhuriyeti ve 10 Düş”, .Ulusal Çocuk ve Suç: Nedenler ve Önleme Çalışmaları Sempozyumu Bildirileri, 29-30 Mart 2001, AÜ ATAUM, UNICEF, 2002, s.21-30 HANCI, Đ.Hamit; “Çocuk Suçluluğuna Yol Açan Sosyal Bir Yara “Đç Göçler ve Çarpık Kentleşme”, Đzmir Tabip Odası Bülteni, Sayı:6, Mayıs-Haziran 1999, s.24-28 HANCI, Đ. Hamit, EGE, Beyhan; “Đzmir’de Suç Đşleyen Çocukların Sosyolojik Özellikleri”, Adli Tıp Dergisi, Cilt IX, No. 1-4, s.3-9 HEIDENSON, Frances; Crime And Society, 1989 HICKS, David. SANSFAÇON, Daniel; http://www.crime-prevention-intl.org/ (Erişim tarihi 10 Mart 2004): “Evlerden Yapılan Nitelikli Hırsızlık Suçları Bazı Sanayileşmiş Ülkelerde Durum” çeviren Sinan Erbaş Polis Dergisi, OcakMart 2004, Yıl 10, Sayı 38, s.482-485 ĐSPĐR, Eyüp; Şehirleşme ve Meseleleri, Gazi Kitabevi, Ankara, 1991 266 ĐSPĐR, Eyüp; Kentleşme Metropolitan Alan ve Yönetimi, Ankara Đktisadi ve Ticari Đlimler Akademisi Yay No:185, Ankara, 1982 JERSE, W. Frank, FAKOURĐ , M. Đbrahim; Juvenile Deliquency and Akademic Defiency, Contemporary Education , 1978. KANER, Sema; “Çocuk-Ergen Suçunda Ailenin Rolü”, Türkiye’de Suç ve Polislik, Ed. Đbrahim Cerrah-Emin Semiz, Ankara, 2001 s.3-17. KANER, Sema; “Ana Baba Denetimleriyle Ergenlerin Suç Kabul Edilen Davranışları Arasındaki Đlişkinin Đncelenmesi”, I.Ulusal Çocuk ve Suç: Nedenler ve Önleme Çalışmaları Sempozyumu, Bildiriler, 29-30 Mart 2001, AÜ ATAUM, UNICEF, 2002, s.220-232. KARTAL, Kemal; “Kentlileşmenin Ekonomik ve Sosyal Maliyeti”, AĐD, Aralık, 1983, s.92-110 KARTAL, Kemal; Ekonomik ve Sosyal Yönleriyle Türkiye’de Kentlileşme, Ankara, 1983. KARTAL, Kemal; Kentleşme ve Đnsan, T.O.D.A.Đ.E. Yayınları, Ankara, 1987. KAPTAN, Saim; Bilimsel Araştırma Teknikleri ve Đstatistik Yöntemleri, Olgaç Matbaası, Ankara. KELEŞ, Ruşen; Kentbilim Đlkeleri, Sevinç Matbaası, Ankara, 1976. KELEŞ, Ruşen: “Şehirleşmede Denge Sorunu”, Mimarlık Dergisi, Yıl: 4, Sayı: 37, Đstanbul, 1974, s.26-39. KELEŞ, Ruşen; 100 Soruda Türkiye’de Şehirleşme, Konut ve Gecekondu, Gerçek Yayınevi, Đstanbul, 1972. 267 KELEŞ, Ruşen; Eski Ankara’da Bir Şehir Tipolojisi, Ankara, 1971. KELEŞ, Ruşen; Kentleşme Politikası, Đmge, Ankara, 2002. KELEŞ, Ruşen; Yerinden Yönetim ve Siyaset, Đstanbul, 1992. KELEŞ, Ruşen, ÜNSAL, Artun; Kent ve Sosyal Şiddet, AÜ SBF Basım Yayım Yüksek Okulu, Ankara, 1982. KELEŞ, Ruşen; Kent Bilim Terimleri Sözlüğü, Ankara, 1998. KEREM, Ebru Aktan; “Çocuk Ve Terörizm” Polis Dergisi Sayı 40 erişim www.egm.gov.tr 01.04.2007 KILINÇ, Đsmail; “Türkiye’de Kentleşmenin Özellikleri”, AĐD,HAZĐRAN, 1993, s.132-151 KOÇAK, Murat; “Küçükler ve Suç Ortaklığı”, Polis Dergisi, Sayı 47, OcakMart, 2006, s.340-343 KONGAR, Emre; Đmparatorluktan Günümüze Türkiye’nin Toplumsal Yapısı, Đstanbul, 1981. KORTAN, Enis; Modern ve Postmodern Mimarlığa Eleştirel Bir Bakış, Đstanbul, 1996. KÖKNEL, Özcan; Bireysel ve Toplumsal Şiddet, Altın Kitaplar, Đstanbul, 1996. KURTZ, Lester; Evaluating Chicago Sociology, The University of Chicago Press, 1984 LABORIT, Henri; Đnsan ve Kent, Çev: Onaran Bartan, Đstanbul, 1990 268 MERAY, Seha L.; Toplum Bilim Üzerine, Đstanbul, 1982. ÖZBEK, Meral; “Arabesk Kültür: Bir Modernleşme ve Popüler Kimlik Örneği’, Türkiye’de Modernleşme ve Ulusal Kimlik, Der. Sibel Bozdoğan-Reşat Kasaba, Đstanbul,1999, s.168-188. ÖZCAN, Mehmet. “Avrupa’da ve Türkiye’de Suç Đstatistikleri ve Suçlardaki Artış”, http://www.turkishweekly.net/turkce/yorum.php?id=388, ulaşma tarihi 01.04.2007 ÖZCAN, Nilüfer: “Şiddete Dayalı Olmayan Sapmış Davranışlar ve Aile Kurumu” HÜEFD, Cilt 11, Sayı 1-2, Aralık 1994, s. 149-158 ÖZEK, Çetin; “Türkiye’de Şehirleşmenin Ana Nitelikleri ve Ceza Adaleti Yönünden Yol Açabileceği Sorunlar”, Şehirleşmenin Doğurduğu Ceza Adaleti Sorunları Sempozyumu, 17-19 Aralık 1973, Đ.Ü. Huk. Fak. Ceza Hukuku ve Kriminoloji Enstitüsü Yayını, Đstanbul, 1974, s.15-87 ÖZKALP, Enver; Sosyolojiye Giriş, Eskişehir, 1993. ÖZKÖK, Ertuğrul; Hürriyet Gazetesi, 23 Ocak 2007. ÖZTÜRK, Muhsin; “Herkes Gider Mersine”, Aksiyon, Sayı 641, Tarih 19.03.2007, www. aksiyon.com.tr, erişim tarihi, 06.04.2007 PICCA, Georges; Kriminoloji, Çeviren Ebru Erbaş, Đstanbul, 1992. POLAT, Oğuz; Çocuk ve Şiddet, Đstanbul, 2001 POLAT, Oğuz; Çocukların Cinsel Sömürüsü Raporu 2006, www.0-18.org, erişim tarihi 25.03.2007 269 POWER, Anne; “Housing, Community and Crime”, Crime and City, Essays in Memory of John Barron Mays , 1989, London s.200-219 SALDIRIM, Mustafa. “Suça Đtilmiş Çocukların Yeniden Sosyalizasyonu Projesi”, I. Ulusal Çocuk ve Suç, Nedenler ve Önleme Çalışmaları Sempozyumu, 29-30 Mart 2001, Ankara, 2002, s.279-296 SALDIRIM, Mustafa, “Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi Açısından Suça Đtilmiş Çocuğun Haklarına Bir Bakış ve Bir Öneri”, Adalet Dergisi, Sayı 1, http: www.adalet.gov.tr. Erişim tarihi 24.04.2007 SHAW, Clifford R. ve MCKAY Henry; Social Factors In Juvenile Delinquency, Newyork, 1931 SEVÜK, Y.Handan; Uluslararası Sözleşmelerdeki Đlkeler Açısından Çocuk Suçluluğu ile Mücadelede Kurumsal Yaklaşım, Beta Basım Yayım, 1. Basım, 1998. SEZAL, Đhsan; Şehirleşme, Ağaç Yayınları, Đstanbul, 1992 SEZAL, Đhsan; “Toplum ve Aile”, Sosyolojiye Giriş, Editör Đhsan Sezal, Martı Yayınları, Đstanbul, s.161-197 SHAW, Mark. “Determining Global Trends in Crime and Justice: An Overview of Results From The United Nations Surveys Of crime Trends and Operations Of Criminal Justice System”, Forum on Crime and Society, vol. 3, Nos. 1 and 2, December, 2003, s. 27-41 SĐEGEL, Larry J, SENNA, Joseph J.; Juvenile Delinquency, Theory, Practice and Law, Minnesota, 1981. SOKULLU-AKINCI, Füsun; Kriminoloji, Đstanbul, 2004. 270 SUTHERLAND, Edvin, The Principles of Criminology, Philadelphia, 1966 ŞENYAPILI, Önder; Kentlileşen Köylüler, Đstanbul, 1978. TAN, Mine, “Çocukluk, Dün ve Bugün”, Toplumsal Tarihte Çocuk Sempozyumu 23-24 Nisan 1993, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 1993, s.12-25 TANDOĞAN, Alaeddin; Türkiye’de 1975-1980 Döneminde Đller Arası Göçler, Trabzon, 1988. TANER, Mehmet; Çocuk Niçin Suç Đşliyor? Suçlu Çocuklar, Suça Đtilme Nedenleri ve Eğitim Yolu ile Korunmaları, Adalet Bakanlığı Yayınları, Yeni seri no: 65, 1985. TATLIDĐL, Ercan; “Hızlı Kentleşmenin Eğitim Politikalarına Etkisi”, Toplum ve Göç, II. Ulusal Sosyoloji Kongresi, Ankara, T.C. Başbakanlık D.Đ.E Yay., 1997, s. 536-552 TATLIDĐL, Ercan: “Kentleşme ve Göç”, Sosyolojiye Giriş, Ed. Đhsan Sezal, Martı Yayınları, Đstanbul, s.403-447 TAYFUN, Recep; “New York Şehri Polis Departmanının Suçla Mücadelesindeki Başarısı -New York’dan Öğrenmek” , Polis Dergisi sayı 40 www.egm.gov.tr ulaşım tarihi 27.04.2007 . Tiren, Fikret, “Fransa’da Gençlik Çeteleri”, Polis Dergisi, Ocak-Mart 2004, Yıl 10, Sayı 38, s.476-478 TEKŞEN, Adnan; Kentleşme Sürecinde Bir Tampon Mekanizma Olarak Hemşehricilik Ankara’daki Malatyalılar Örneği, DPT Yayın No 2669, Ankara, 2003. TEKELĐ, Đlhan; Türkiye’de Kentleşme Yazıları, Ankara, 1982. 271 TEZCAN, Mahmut; Sosyolojiye Giriş, Temel Kavramlar, Ankara, 1995. TORTOP, Nuri; Mahalli Đdareler, Ankara, 1986. TOSUN, Leman; “Đnsan Ticareti, Özellikle Kadın Ve Çocuk Ticareti Konusunda Uluslararası Düzenlemeler ve Đç Hukuk Kuralları”, Adalet Dergisi, 5. sayı http: www.adalet.gov.tr. Erişim tarihi 24.04.2007 TUFAN, Đsmail; Medyada Şiddet: Medyanın Sunduğu Şiddet Sahneleri Đnsanları Şiddet Eylemine Sürükler mi?, Polis Bilimleri Dergisi, Cilt 5 ,sayı 3-4, 2003,s.131-142 TUGAÇ, Ahmet: “Kırsal Topluluklarda Değişmeler”, Türkiye Coğrafi ve Sosyal Araştırmalar, Ed. Erol Tümertekin ve Diğerleri, Đstanbul, 1971, s.289-301. TURGUT, Hüseyin; Çocukta Psiko-Sosyal Denge Nedir? Çocuk Niçin ve Nasıl Suç Đşler, Suçlu Çocuklar, Suça Đtilme Nedenleri ve Eğitim Yolu ile Korunmaları, Adalet Bakanlığı Yayınları, Yeni Seri No, 66, 1985. TÜFEKÇĐOĞLU, Hayati; Mafya Dizilerinin Gençlik Üzerindeki Etkisi, Đstanbul, 2003. TÜRKDOĞAN, Orhan; Sosyal Şiddet ve Türkiye Gerçeği, Đstanbul, 1996. TÜRKMEN, Zeynep, ĐLĐK, Bülent; Sokakta Çalışan Çocuklar, Ankara, 1984. ULUĞTEKĐN, Sevda; “Hükümlü Çocukların Toplumsal Kökeni”, AD, Ankara, 1983 s. 627-642 UMA, Hakkı; Ceza Hukuku, Ankara, 1975 272 UTKU, Eray: “Kentleşme ve Suç”; Adalet Dergisi, 5. sayı http: www.adalet.gov.tr. Erişim tarihi 24.04.2007 UTKU, Serdar; Şehirleşme ve Suç Đlişkisi (Ankara Araştırması); Basılmamış Master Tezi, Ankara 2005. ÜLKER, Emrah; “New York’ta Suç Oranları Nasıl Düştü?”, Aksiyon, www. Aksiyon.com.tr, Sayı 536, Tarih 14.03.2005, erişim tarihi 06.04.2007 WĐLSON, James Q., KELLING, George L.; “Broken Window”, Atlantic Mountly, 1982, çeviren Serkan Altuntop; Polis Dergisi, Sayı 35, Nisan Haziran 2003, s.110-117 YAVUZER, Haluk; Çocuk ve Suç, Remzi Yayınevi, Đstanbul, 2001 YILDIRIM, Egün: “Bir Modernite Rüyası : Ailenin Sonu mu? -Kütahya Yetiştirme Yurdu Örneği”, Aile ve Toplum, Yıl 7, Cilt 2, Sayı 8, Mart, 2005, s.93-101 YILMAZ, Elif; “Suçlu Kentin Çocukları: Đstanbul'da Suç Đşlemiş Çocuklar Sorunu” , III Aile Şurası Bildirileri 25-29 Mayıs 1998 Ankara, Ankara, 1998, s. 330-347 YÖRÜKAN, Ayda; Şehir Sosyolojisinin Teorik Temelleri, Ankara,1968. YÖRÜKOĞLU, Atalay; Değişen Toplumda Aile ve Çocuk, Đstanbul,1997. ZULLĐGER, Hans; Suçlu Çocuklar ve Çocuk Mahkemeleri, Çev. Kamuran Şipal, Đstanbul, 1996. --------Social Change and Juvenile Delinquency, European Comitte On Crime Problems, Strasbourg, 1979 273 ÖZET ESEN, Sinan; Kentleşme ve Kentleşme Sürecinin Çocuk Suçluluğu Üzerindeki Etkileri (Ankara Örneği), Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 2008 Kentler sadece mekan değildir. Kentler aynı zamanda semboller ve metaphorlardır, düşünce şekli ve yaşam biçimidir. Modern toplumlar çoğulcudur, çok farklıdır ve çatışmalardan muzdariptir, kentler bu gibi olguların yoğunlaştığı alanlardır. Birçok Batı Avrupa ülkesi, endüstrileşme ve kentleşmenin en üst düzeyde olduğu klasik dönemini yaşamıştır. Endüstrileşmiş toplumun kentleri gençleri ve göçmen işçileri kendine çekmiştir. Kentleşmeye ilişkin olduğuna inanılan gençlik sorunları, büyüme, mekan sıkıntısı, kültürel yarılmalar bununla ilgilidir. Bugün, en azından birçok batı toplumunda resim bundan çok farklıdır. Kentler, kendi dış mahallerine, uydu kasabalarına hatta kırsal alana doğru nüfus kaybetmektedirler. Aynı zamanda ikinci ve üçüncü dünya ülkelerinde kentler ise genellikle katlanarak büyümektedir. Birleşmiş Milletler verilerine göre, 1980’lerden sonra Kuzey Amerika’da suç oranlarının düşüşü ve AB üyesi ülkelerde ise suç oranlarının yatay seyrettiği tespit edilmiştir. Buna rağmen ülkemizde suç sayılarının hızla artıyor olması; ülkemizde yaşanan hızlı değişim sürecinin bir sonucudur. Türkiye’de yaşanan bu hızlı sosyal değişim, sosyal yapının her katmanında gözlemlenebilir ve bu değişim bir çok sorunu da beraberinde getirmektedir. Ankara’da çocuk suçluluğu bu bakış açısıyla değerlendirilebilir. Anahtar Sözcükler 1.Kentleşme, 2. Kent ve Suç 3. Çocuk Suçluluğu, 274 ABSTRACT ESEN, Sinan; Urbanization and Influence Of Urbanization On Juvenile Delinquency (Ankara Sample), Master Thesis, Ankara, 2008 Cities are not merely places; they are also symbols and metaphors, states of mind and styles of life. In so far as modern societies are pluralistic, diverse and prone to conflict cities are likely to be where these are focused. Many Western countries were in the classic take-off period of industrialization and urbanization. The cities of industrial society attracted young migrant workers. Most of the problems perceived as urban issues had to do with youth, growth, lack of space, cultural clashes, etc. Today, in most Western countries the picture is very different. Urban areas tend to be losing population to then outer suburbs, satellite towns and even the country side. At the same time, in Second and Third World countries, cities are often growing exponentially. According to United Nations surveys, overall crime rates decline in North America and stable in the European Union countries since the 1980s. But overall crime rates of Turkey are getting higher for every year because of the rapid metamorphosis process. These rapid social changes in Turkey can be observed every stage of social structure and it cause various social problem. Juvenile delinquency in Ankara may be evaluate according to this view. Key Words 1. Urbanization 2. City and Crime 3. Juvenile delinquency