HZ MUHAMMED 01 7/1/06 11:45 AM Page 3 FH E D C B K J I GH K J I GH K J I GJ K G IG H KN J I H Q P O M i Risale-i Nur Külliyat›nda Hazret-i Muhammed (Aleyhissalâtü Vesselâm) ‹ndeks - Dipnot - Sözlük - Kronolojik Bilgi Müellifi Bediüzzaman SA‹D NURSÎ HZ MUHAMMED 01 7/1/06 11:45 AM Page 4 i YENİ ASYA NEŞRİYAT Evren Mahallesi, Günay Sokak, No: 4, Güneşli, İstanbul. Tel: (212) 655 88 59 Pbx (7 Hat) Fax: (212) 651 92 09 ❖❖❖ e-posta: risaleinur@yeniasya.com.tr ❖❖❖ Copyright © Her hakkı mahfuzdur. ISBN 975-525-375-0 (2. BASKI) ❖❖❖ Baskı-Cilt Yeni Asya Gazetecilik, Matbaacılık ve Yayıncılık Sanayi ve Ticaret A.Ş. İSTANBUL NİSAN 2006 4 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) HZ MUHAMMED 01 7/1/06 11:45 AM Page 5 ‹çindekiler Takdim . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .7 Bediüzzaman Said Nursî Kimdir . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .9 fiAHS‹YET, MAH‹YET ve HAK‹KAT-‹ AHMED‹YE (A.S.M.) Kalem-i ‹lâhînin mürekkebi olan nur-i Muhammedî . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .13 fiecere-i hilkatin çekirde¤i olan Hazret-i Muhammed (a.s.m.) . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .14 fieçere-i kâinât›n meyvesi olan Hazret-i Muhammed (a.s.m.) . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .14 Hayat›n hayat› olan hakikat-i Muhammediye . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .15 ‹mamü’l-Evliya ve’l-Ulema olan Hazret-i Muhammed (a.s.m.) . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .15 Feyz-i ‹lâhî ile sulanm›fl olan iki âlemin günefli flecere-i Muhammediye . . . . . . . . . . .16 ‹sm-i Azama mazhar Resul-i Ekrem (a.s.m.) . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .18 Hazret-i Muhammedin (a.s.m.) flahsiyet-i maneviyesinin büyüklü¤ü . . . . . . . . . . . . . . . .18 fiuur-i kâinat›n fluuru olan risalet-i Muhammediye . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .21 ‹ki cihan›n en parlak günefli olah hakikat-i Muhammediye . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .22 Bütün resullerin seyyidi ve bütün enbiyan›n imam› olan Hazret-i Muhammed (a.s.m.) . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .24 Baflta Hazret-i Muhammed (a.s.m.) bütün peygamberlerin davas› iman›n esaslar›d›r . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .26 Allah’a iman›n delilleri hakikat-i Muhammediyeyi dahi ispat eder . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .27 Tevhid nübüvvet-i Ahmediyeyi ispat eder . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .28 Kelime-i fiahadetin iki kelâm› birbirini ispat eder . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .28 Tevhidin bürhan-› nat›k› olan Hazret-i Muhammed (a.s.m.) . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .29 Günefl gibi aflikâr olan nübüvvet-i Muhammediye (a.s.m.) . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .31 Bürhan-› Sâniin en büyü¤ü olan nübüvvet-i Muhammediye (a.s.m.) . . . . . . . . . . . . . . . .31 Nübüvvet-i Muhammediyenin (a.s.m.) ispat› . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .47 Risalet-i Muhammediye (a.s.m.) bütün enbiyan›n flahadetini tazammun eder . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .60 Hazret-i Muhammed (a.s.m.) resullerin en ekmelidir . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .61 Hazret-i Muhammed (a.s.m.) en mükemmel elçidir . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .62 ‹sm-i Hakem ve Hakîm risaleti gerektirir . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .62 UBUD‹YET-‹ AHMED‹YE (A.S.M.) Ayetü’l-Kübra Risalesinin, risalet-i Ahmediyeden bahseden On Alt›nc› Mertebesi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .67 Peygamberimizin (a.s.m.) ubudiyeti küllîdir . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .77 Hazret-i Muhammed’in (a.s.m.) ubudiyeti bütün ümmetinin ve enbiyan›n ubudiyetini tazammun eder . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .97 Bütün insanlardan ziyade ibadet etmifltir . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .103 En parlak âyine-i Ehad ve Samed’dir . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .103 Tesbihat-› Peygamberînin külliyeti . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .105 R‹SALET VE NÜBÜVVET-‹ AHMED‹YE (A.S.M.) Risalet-i Ahmediyeye en güzel ve en hofl flahadet: Namaz . . . . . . . . . . . . . . .107 Hz. Muhammed’i (a.s.m.) en yüksek mertebeye ç›karan, s›dkt›r . . . . . . . . . . .107 Risalet-i Muhammediyenin (a.s.m.) reddi mümkün de¤ildir . . . . . . . . . . . . . . .108 ‹nsanl›k kervan›n›n reisi Resul-i Ekrem’dir (a.s.m.) . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .109 HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 5 HZ MUHAMMED 01 7/1/06 11:45 AM Page 6 Resul-i Ekrem (a.s.m.) Hatemü’l-Enbiyad›r . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .110 Nev-i beflerin andelib-i zîflan› . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .115 Delâil-i nübüvvet haflri gerektirir . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .117 Nübüvvet-i Ahmediyeye (a.s.m.) delil olan bütün mu’cizat-› Peygamberî haflir ve ahirete dahi flahadet eder . . . . . . . . . . . . .117 Kur’ân ve Resulullah haflir hakikatinin en parlak iki bürhan›d›r . . . . . . . . . . . .118 Resulullah›n sözleri saadet-i ebediyeye bir penceredir . . . . . . . . . . . . . . . . . .119 Âdeta bu kâinat onun için yarat›lm›flt›r . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .120 ON DOKUZUNCU SÖZ Risalet-i Ahmediyeye dairdir . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .122 PEYGAMBER‹M‹Z‹N MU’C‹ZELER‹ KUR’ÂN Kur’ân-› Mu’cizülbeyan, talim-i esman›n hakikatine mufassalan mazhard›r . .139 Kur’ân’›n benzeri yap›lamaz . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .142 Kur’ân Hazret-i Muhammed’e (a.s.m.), Hazret-i Muhammed (a.s.m.) Kur’ân’a delildir . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .146 Kur’ân, sikke-i i’caz tafl›maktad›r . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .147 Hazret-i Muhammed’in (a.s.m.) izhar etti¤i mu’cizelerinin üç nev’i . . . . . . . . .147 On Dokuzuncu Mektup . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .149 Mu’cizat-› Ahmediye (a.s.m.) . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .151 Otuz Birinci Söz Mirac-› Nebeviyeye (a.s.m.) dairdir . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .332 Miraç küllî ve mahfler-i acaip bir seyahatin anahtar›d›r . . . . . . . . . . . . . . . . . .377 Mirac-› Muhammediyenin dört kelimesi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .378 Mükâleme-i Miraciye . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .388 Alt›nc› fiua . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .388 Yirmi Dördüncü Mektubun ‹kinci Zeyli . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .402 Mevlid-i Nebeviyeye dair . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .402 Ay›n ikiye bölünmesi mu'cizesi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .412 On Dokuzuncu ve Otuz Birinci Sözlerin Zeyli: fiakk-› Kamer Mu’cizesi . . . . . .412 On Birinci Lem’a: Mirkatü’s- Sünnet ve Tiryaku Maraz›’l-Bid’a . . . . . . . . . . . .419 Sünnet-i seniye ve ahkâm-› fleriat haricinde tarikat (yol) olabilir mi? . . . . . . . .440 ÂL-‹ BEYT VE ECDAD-I RESUL Ecdad-› Resul hakk›nda sualler . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .465 Peygamber Efendimiz (a.s.m.) ile Cennette beraberlik . . . . . . . . . . . . . . . . . .468 Bir Müslüman›n risalet-i Muhammediye haricinde nur aramas› mümkün de¤il . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .470 Dördüncü Lem’a (Resulullah›n torunlar›na ve Âline sevgisi) . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .471 Hazret-i Muhammed’in (a.s.m.) Hazret-i Zeynep ile evlenmesi . . . . . . . . . . . .484 BATILI DÜfiÜNÜRLER‹N HAZRET-‹ MUHAMMED HAKKINDAK‹ MED‹HLER‹NDEN (ÖVGÜLER‹NDEN) B‹RKAÇI Prens Bismarck’›n beyanat› . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .486 Carlyle (KARLAYL) flöyle diyor . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .487 ‹slâm ak›l ve mant›k dinidir . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .487 6 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) HZ MUHAMMED 01 7/1/06 11:45 AM Page 7 Takdim “Do¤rudan do¤ruya Kur’ân’dan al›p ilham›, / Asr›n idrakine söyletmeliyiz ‹slâm›.” Din, vatan ve hürriyet flairi Mehmed Akif’in, Kur’ânî bir nur ve mukaddes kitab›m›zdan müjdeli bir mesaj beklentisi içindeki ‹slâm dünyas› ad›na bu m›sralarla dile getirdi¤i ideal, elinizdeki eserin müellifi Bediüzzaman Said Nursî taraf›ndan telif edilen Risale-i Nur Külliyat› ile gerçekleflmifl; Kur’ân’›n ça¤›m›z insan›na verdi¤i mesajlar bu eserlerle ortaya konulmufltur. Modern ça¤ insan›n›n arad›¤› Kur’ân yorumunu, en mükemmel flekliyle Risale-i Nur’da bulmak mümkündür. Bu yorum, “ruh-i aslî”yi rencide etmeden, asr›n idrakine uygun izahlar› ihtiva eden bir hususiyete sahiptir. Risale-i Nur, Kur’ân’›n bu asra bakan mesaj›n› anlay›p yorumlama hususunda “tecdit” vazifesini ifa etmifltir. Ça¤›m›z›n hususiyetlerini derin bir vukufla tahlil ile maddî ve manevî hastal›klar›n› isabetle teflhis eden Bediüzzaman, “Zaman iman kurtarmak zaman›d›r” formülü çerçevesinde kaleme ald›¤› Risale-i Nur’la, bu zaman›n manevî ihtiyaçlar›na tatminkâr cevaplar veren bir iman hazinesini ortaya koymufltur. Neden zaman, iman kurtarmak zaman›d›r? Çünkü ça¤›m›zda iman, eski devirlerde görülmemifl hücum ve taarruzlara maruzdur. Eskiden iman, böylesine büyük tehlikelerle karfl› karfl›ya de¤ildi. Cemiyetlere, büyük ölçüde teslimiyete dayal› bir iman hâkimdi. O itibarla, büyük zatlar›n sözleri, delilsiz de olsa kabul ediliyordu. Bugün ise, materyalist cereyanlar›n yayg›n hâle gelmesi sebebiyle, bu iman› tehdit eden flüpheler birçok zihni meflgul edecek seviyeye ulaflm›flt›r. As›rlard›r Kur’ân aleyhine y›¤›lagelen flüphe, itiraz ve evhamlar, bu asr›n çalkant›lar› içinde yol bulup, ça¤›n modern imkânlar› kullan›larak birçok insana mal edilebilmifltir. ‹flte Bediüzzaman Said Nursî, bu geliflmelerin, Müslümanlar›n dahi iman›n› tehlikeye sokaca¤›n› görerek, bir sel gibi gelen inançs›zl›k telkinleri karfl›s›nda, do¤rudan do¤ruya Kur’ân’dan ilham alarak telif etti¤i Risale-i Nur gibi muhkem bir seddi tesise muvaffak olmufltur. Bu eserlerde, her insan›n zihnini meflgul eden ve modern ça¤ insanlar›n›n da bigâne kalamayaca¤›, “Ben kimim? Nereden geldim? Nereye gidiyorum? Bu dünyadaki vazifem nedir?” suallerine doyurucu izahlar getirilmekte; baflta Allah’a iman olmak üzere bütün iman esaslar› izah ve ispat edilmekte; bu konularda fen ve felsefe ad›na ortaya konulan flüphe ve sualler ikna edici bir üslûpla cevapland›r›lmakta; ilimle dinin uzlaflmazl›¤› yolundaki iddialar püskürtülerek, ilme din nam›na sahip ç›k›lmakta; ‹slâm› dejenere etmek maksad›yla giriflilen tahrifatç› tahrip teflebbüsleri bofla ç›kar›lmakta; maddeci anlay›fla bina edilen medeniyetin insanl›¤› sürükledi¤i manevî buhranlar, Kur’ân’›n tevhid ve haflir gibi genifl hakikatlerine dair akl› doyuran, ruhu okflayan, kalbi tatmin eden tatl› izahlarla tedavi edilmekte; ruhun ve kalbin vazifesizli¤inden do¤an s›k›nt›lar›n sürükledi¤i sefahat ve bafl›boflluk hâli, Kur’ân mesaj›yla izale edilmektedir. HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 7 HZ MUHAMMED 01 7/1/06 11:45 AM Page 8 Risale-i Nur’un çok büyük önem tafl›yan bir di¤er özelli¤i de, ça¤›m›z›n sosyal ve siyasî problemlerine; din ve demokrasi, din ve siyaset, cihad, terör gibi tart›flma konular›na küresel boyutta ve kal›c› geçerlilik tafl›yan ufuk aç›c› yorumlar›yla sa¤lam ve tutarl› çözümler getirmesi; demokrasiyi, hak ve hürriyetleri, sivil toplumu önceleyen ve müspet hareket esas›na dayanan orijinal ve örnek bir hizmet metoduna kaynakl›k etmesidir. Risale-i Nur’un pek çok dünya diline çevrildi¤i; dünya üniversitelerinde tezlere ve ilmî araflt›rmalara konu oldu¤u; hakk›ndaki peflin hükümlerin sür’atle y›k›lmaya yüz tuttu¤u; muhteva ve mesaj›n›n her geçen gün daha iyi anlafl›ld›¤› flu günlerde, bu paha biçilmez k›ymetteki eserleri orijinal bir tanzimle ve istifadeyi kolaylaflt›racak yeniliklerle tekrar neflrederek, önemli bir hizmeti daha ifa etti¤imiz inanc›nday›z. Yap›lan yenilikleri flu flekilde s›ralayabiliriz: 1. Metinde geçen bilinmeyen kelimelerin anlamlar› ayn› sayfada verilmifl; kelimelerin seçiminde 8-11. s›n›f ö¤renci düzeyi esas al›nm›flt›r. Kelimeye, geçti¤i yerdeki anlam›n verilmesine özen gösterilmifl; farkl› anlamlar› pefl pefle s›ralanm›flt›r. Ayr›ca, bilinen sözlük anlam›n›n d›fl›nda, Risale-i Nur’un orijinal üslûbu içinde kendisine has bir anlamda kullan›lan kelime veya kelime gruplar›n›n aç›klamas› da, buna uygun flekilde yap›lm›flt›r. 2. Risale-i Nur’un metni, üslûp ve özelli¤i de dikkate al›narak, Türkçenin imlâ kurallar›na göre dizilmifltir. 3. Müellif Bediüzzaman Said Nursî’nin k›sa biyografisinden baflka; onun hayat›nda önem tafl›yan tarihlerin s›raland›¤› bir tarih cetveline, ayr›ca yer verilmifltir. Bu cetvel, ayn› tarihlerde Türkiye’de ve dünyada meydana gelen önemli olaylar› da ihtiva etmektedir. Bu tercih ile, Risale-i Nur’a taallûk eden önemli olaylar›n, cereyan ettikleri konjonktür çerçevesinde de¤erlendirilebilmesi hedeflenmifltir. 4. Risale-i Nur’da geçen flah›s ve mekân bilgilerinin yer ald›¤› listelerle birlikte, “flah›s ve mekân indeksi” de mevcuttur. Böylece okuyucu, flah›s ve mekânlar hakk›nda bilgilenmekle birlikte, onlar›n metindeki yerlerine de kolayl›kla ulaflabilecektir. 5. Metinde geçen ayet ve hadisler için iki ayr› bafll›k alt›nda indeks haz›rlanm›flt›r. ‹ndekslerin alfabetik s›ralan›fl›nda, metinlerin Türkçe okunufllar› esas al›nm›flt›r. Böylece, Arap alfabesini bilmeyenlerin de indeksten istifade edebilmesi hedeflenmifltir. 6. Genel indeks, konu bafll›klar› belirlenirken alt bafll›klar›n da dikkate al›nd›¤› bir titizlikle haz›rlanm›flt›r. 7. Her risalenin “telif tarihi” ile ilgili olarak elde bulunan bilgiler hem o risalenin bafllang›c›na, hem de liste olarak eserin sonuna konulmufltur. YEN‹ ASYA NEfiR‹YAT 8 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) HZ MUHAMMED 01 7/1/06 11:45 AM Page 9 Bediüzzaman Said Nursî kimdir? 1878 ’de Bitlis’in Hizan ilçesinin Nurs köyünde do¤an Bediüzzaman, ilk e¤itimini a¤abeyi Molla Abdullah’tan ald›. De¤iflik medreselerde k›sa aral›klarla kalarak befl y›l süren tahsil hayat›na, Ta¤ Köyünde sekiz yafl›nda bafllad›. Sonunda, Do¤ubayaz›t’ta fieyh Mehmet Celâlî’nin medresesinde üç ay süren bir e¤itimden sonra icazetini ald› ve Do¤ubayaz›t’tan ayr›ld›. ‹lmî münazaralardaki baflar›s›, genç yaflta ulaflt›¤› seviye, anlafl›lmas› en zor konular› kolayl›kla anlamas› ve mütalâa etti¤i kitaplar› kolayl›kla ezberine almas› gibi farkl›l›klar› sebebiyle, zaman›n âlimleri ona “Bediüzzaman” lâkab›n› uygun gördüler. Bitlis’e gelen Bediüzzaman, Vali Ömer Paflan›n kona¤›nda iki y›l kald›ktan sonra Van’a gitti. Burada kald›¤› on y›l boyunca, çal›flmalar›n› pek çok farkl› ilimde derinlefltirirken, Horhor Medresesini kurarak dersler de vermeye bafllad›. E¤itim çal›flmalar› s›ras›nda, fen ilimleriyle din ilimlerinin birlikte okutulaca¤›, “Medresetüzzehra” ad›n› verdi¤i üniversite projesinin e¤itim esaslar› ve yönetim fleklini de belirledi. Vali kona¤›nda bir gazetede okudu¤u haber üzerine Bediüzzaman, hayat›n›n bir gayesi olarak “Kur’ân’›n sönmez ve söndürülmez manevî bir günefl hükmünde oldu¤unu, ben dünyaya ispat edece¤im ve gösterece¤im!” diyerek kesin karar›n› verdi. Bu haber, ‹ngiliz Sömürgeler Bakan› Gladstone’un a¤z›ndan bir “oyun”u dile getiriyordu: “‹slâm dünyas›na hâkim olmak için, ya Kur’ân Müslümanlar›n elinden al›nmal›, ya da Müslümanlar Kur’ân’dan so¤utulmal›.” Van’daki uzun ikametinin neticesi olan bu karar ve fiarkta kurulmas›n› istedi¤i üniversite fikri, Said Nursî’nin bundan sonraki hayat›n› flekillendiren en önemli iki hedefti. Üniversite düflüncesini hükümete iletmek isteyen Said Nursî, Van valisi ‹flkodral› Tahir Paflan›n teflviki ve referans›yla, 1907 y›l›n›n bafllar›nda ‹stanbul’a gitti. ‹lk ifl olarak, Do¤uda kurulmas›n› istedi¤i üniversite ile ilgili bir dilekçeyi padiflah›n özel kalem dairesi olan Mabeyn-i Hümayuna sundu. Ancak, hükümet dilekçenin konusunu gerçeklefltirmek için hiçbir giriflimde bulunmad›. Geliflinden iki ay sonra Fatih’teki fiekerci Handa kalmaya bafllad›. “Burada her suale cevap verilir, her müflkül hallolunur; fakat sual sorulmaz” fleklinde bir daveti kap›s›na asmas›, k›sa sürede bütün ‹stanbul’da de¤iflik çevrelerde yank› buldu. Evhamlanan hükümet taraf›ndan birkaç kere tutuklanan Bediüzzaman, hukukî aç›dan suç isnat edilemeyince, serbest b›rak›ld›. Ancak, suçsuzlu¤u onu Toptafl› T›marhanesine gönderilmekten kurtaramad›. Doktorlar›n “sa¤lam” raporu vermesine ra¤men, o gözetimde kalmaya devam etti, sadece yeri de¤iflti; t›marhaneden tekrar hapishaneye gönderildi. Çünkü, hükümet ile uzlaflmam›flt›. Zaptiye Naz›r› fiefik Paflan›n, “ihsan-› flahane” ile birlikte getirdi¤i Padiflah selâm›n› reddetmiflti—kurulmas›n› önerdi¤i üniversitenin rektörü tayin edilmesine ve rektörlük maafl›n›n hemen ödenmeye bafllanaca¤› sözünü almas›na ra¤men. Bu arada, elbette, e¤itim hakk›ndaki teklifi Bakanlar Kurulunun gündemine al›nacak ve görüflülmesi sa¤lanacakt›. Bediüzzaman, bu teklifleri sus pay› olarak gördü¤ünden kabul etmedi ve hapishaneye gönderilmeyi tercih etti. 23 Temmuz 1908’de II. Meflrutiyetin ilân edilmesiyle serbest b›rak›lan Bediüzzaman Said Nursî, ‹stanbul’da çok hareketli bir siyasî hayat yaflamaya bafllad›. Gazetelerde, “Hürriyete Hitap” ad›yla yay›nlanan nutkunu, önce hürriyetin üçüncü gününde Sultanahmet’teki mitingde, daha sonra ‹ttihatç›lar›n ileri gelenleriyle birlikte gitti¤i Selânik Meydan›nda okudu. ‹stanbul’daki sosyal hareketlilik devam ederken, cemiyetlere üye oluyor, gazetelerde makaleler yaz›yor, konferanslara ve toplant›lara kat›l›yor, kendisine yak›n buldu¤u toplumsal gruplara görüfllerini aktar›yordu. Meflrutiyetin ilân› ile birlikte, çeflitli çevrelerde meydana gelen tepkiyi ortadan kald›rmak için, önemli teflebbüslerde bulundu. Bediüzzaman imzas›yla Sadrazaml›k arac›l›¤› ile Do¤u ‹llerindeki nüfuzlu flah›slara telgraflar çekti. ‹stanbul’un muhtelif yerlerindeki avc› taburlar›n› dolaflt›. Medrese mensuplar›n›n topland›klar› yerlere gitti. Meflrutiyetin ve anayasal sistemin ‹slâmiyete ayk›r› olmad›¤›n›, Asr-› Saadetteki yönetim ruhuna uygunlu¤unu anlatarak, gerilimi hayli yat›flt›rd›. Tarihe 31 Mart Vak’as› olarak geçen ayaklanmada yat›flt›r›c› bir rol oynamas›na ra¤men, Bediüzzaman da, s›k›yönetim mahkemesinde, di¤erleri gibi idam talebiyle yarg›land›. HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 9 HZ MUHAMMED 01 7/1/06 11:45 AM Page 10 Meflrutiyetin ‹slâmiyete olan uygunlu¤unu ve ülke için gereklili¤ini içeren kapsaml› bir savunman›n sonunda beraat etti. Serbest b›rak›ld›ktan sonra ‹stanbul’dan ayr›ld›. Bu müdafaas›, ‹ki Mekteb-i Musibetin fiehadetnamesi veya Divan-› Harb-i Örfî ad›yla neflredildi. 1910 y›l› bahar›nda Van’a ulaflan Bediüzzaman, birkaç ay Horhor Medresesinin yeniden düzenlenmesi ifliyle meflgul oldu. Hakkâri, Bitlis, Mufl, Diyarbak›r ve Urfa yörelerindeki afliretleri ziyaret etti. Meflrutiyeti, hürriyeti, anayasay› ve bunlar›n ‹slâmî temellerini, meflrutiyetin nimetlerinden faydalanmalar› için gayret göstermelerinin gereklili¤ini anlatt›. Daha sonra bu görüflmelerin ve aç›klamalar›n özetini Münazarat ad› alt›nda yay›nlad›. K›fl mevsiminin girmesiyle fiam’a giden Said Nursî, âlimlerin daveti üzerine Emeviye Camiinde, sonradan Hutbe-i fiamiye ad› ile neflredilen, ‹slâm dünyas›n›n siyasî, ekonomik ve sosyal sorunlar› ve çözüm yollar›n› anlatt›¤› bir hutbe okudu. Üniversite projesini iletmek amac›yla ‹stanbul’a dönen Bediüzzaman, Sultan Reflad’a, Rumeli seyahatinde Do¤u Vilâyetlerini temsilen efllik etti. Daha sonra, Balkan Savafl›n›n bafllamas›yla inflas› durdurulan Üsküp Üniversitesi için ayr›lan tahsisat›n aktar›lmas› ile birlikte Bediüzzaman’›n “Do¤uda bir üniversite kurulmas›” teklifi, hükümetçe kabul edildi. Üniversitenin temeli, 1913 y›l›nda at›ld›ysa da, I. Dünya Savafl›n›n bafllamas› bu projenin de ertelenmesine sebep oldu. Birinci Dünya Savafl›n›n bafllamas›yla birlikte Do¤u ‹llerimizin Ruslar taraf›ndan iflgal edilmesi üzerine, talebeleriyle beraber Do¤u Milis Teflkilât›n› kurdu ve Van-Bitlis cephesinde gönüllü alay komutan› olarak Ermenilere ve Ruslara karfl› savaflt›. Bitlis savunmas› s›ras›nda Ruslara esir düflünce, Kosturma’ya sevk edildi. fiubat 1917’de bafllayan Rus ihtilâli s›ras›nda firar ederek, Kosturma, Petersburg, Varflova, Viyana, Sofya üzerinden, Kas›m 1918’de ‹stanbul’a ulaflt›. Gelifli büyük bir ilgiyle karfl›lanan Bediüzzaman, Harbiye Naz›r› Enver Paflan›n teklifi üzerine, ‹stanbul’da kurulma aflamas›nda olan Dârülhikmeti’l-‹slâmiyeye üye tayin edildi. fieyhülislâm Mûsa Kâz›m Efendinin teklifi ile de, Sultan Vahdettin taraf›ndan kendisine ilmiyede “Mahreç” payesi verildi. “Mahreç Mevleviyyeti” olarak da an›lan bu paye, Osmanl› ülkesindeki bütün resmî uleman›n reisi olan “Baflmüderris”ten sonraki ilmî rütbe anlam›na geliyordu. Çaml›ca’da, Yusuf ‹zzettin Pafla Köflkünde kalan Bediüzzaman, Kur’ân’›n mu’cizeli¤ini ça¤›n insan›na göstermek için yazd›klar›n› neflretmeye bafllad›. ‹man rükünlerinin ispat›na dair Nokta, çeflitli ayet ve hadisleri tefsir eden Sünuhat, Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed’in (a.s.m.) peygamberli¤ini ispat eden fiuaat, Kur’ân’›n mu’cizeli¤ini anlatan Rumuz, sosyal konularda Tulûat, tevhidin ispat› hakk›nda Katre, özlü sözleri içine alan Hakikat Çekirdekleri, ahlâk ve ubudiyet derslerini ihtiva eden Habbe, Zerre ve fiemme adl› risalelerini yazd› ve yay›nlad›. Bu s›rada Birinci Dünya fiavafl› da bitmifl ve ‹ngilizler payitaht› iflgal etmekle kalmam›fl, Türkiye’de kendi politikalar›n› destekleyecek bir kamuoyu da oluflturmaya bafllam›fllard›. Kamuoyunda ciddî kuvvet kazanan ‹ngiliz taraftarl›¤›, etkisini, Bediüzzaman’›n Hutuvat-› Sitte adl› eserini ‹stanbul’un önemli yerlerinde da¤›tmas›yla, kaybetti. Anadolu’da bafllayan ‹stiklâl Savafl›n›n ve Kuva-i Milliyenin aleyhine, ‹ngilizlerin etkisinde kalan baz› çevrelerin bask›s›yla ç›kar›lan fieyhülislâm fetvas›na karfl› bir fetva yay›nlad›. Yaz› ve makalelerinde ‹stiklâl Savafl›n› “cihad,” Kuva-i Milliyecileri de “mücahit” ilân ederek istiklâl mücadelesini destekledi. Büyük Millet Meclisi Hükümeti de, Bediüzzaman’› yak›ndan takip etti¤inden, ›srarla Ankara’ya davet etti. Bediüzzaman, 25 Kas›m 1922’de Ankara’da Büyük Millet Meclisinde düzenlenen resmî “hofl geldin” merasimiyle karfl›land›. Bir yandan meclis çal›flmalar›na kat›l›yor, bir yandan da milletvekilleriyle önemli konular› tart›fl›yordu. Yeni kurulan devletin yap›lanmas›na katk›da bulunmak için 10 maddelik bir beyanname haz›rlayarak milletvekillerine da¤›tt›. Bu faaliyetleri baz› çevreleri oldukça rahats›z etti¤inden, Büyük Millet Meclisi baflkan› Mustafa Kemal Pafla ile aralar›nda ciddî bir tart›flmaya yol açt›. Mustafa Kemal özür dileyip tart›flmay› daha fazla uzatmasa da, bu olay Bediüzzaman ve yeni rejimin kurucular› aras›ndaki görüfl farkl›l›klar›n›n ilk iflareti oldu. 10 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) HZ MUHAMMED 01 7/1/06 11:45 AM Page 11 Ankara’da kald›¤› s›rada, tabiatç›l›¤› ve inkârc›l›¤› ortadan kald›rmay› hedef alan, Hubab ve Zey lü’z-Zeyil gibi eserlerini yay›nlad›. Sultan Reflad döneminde karar verildi¤i hâlde, savafl yüzünden inflas› sürdürülemeyen Medresetüzzehra’n›n yeniden kurulmas› için TBMM’ne sunulan teklif kabul edilerek kanunlaflt›. Bediüzzaman, bu çal›flmalar› s›ras›nda, yeni rejimin önde gelenlerinin farkl› bir yolda oldu¤unu ve onlarla birlikte hareket etmenin mümkün olmad›¤›n› anlad›. Kendisine Ankara’da kalma karfl›l›¤›nda sunulan, Büyük Millet Meclisi Hükümetinin en yüksek dinî makam› olan fiark Umumî Vaizli¤i ve milletvekilli¤i imkânlar›n› reddederek 1923 y›l›n›n May›s ay› bafllar›nda Van’a gitti. Bir süre sonra Erek Da¤›nda, talebeleriyle ders yapmaya bafllad›. Bu arada Ankara’ya karfl› tepkiler art›yordu. Mektup yazarak ayaklanmada kendisinden destek isteyen fieyh Said’i plân›ndan vazgeçirmeye çal›flt›. Hamidiye paflalar›ndan Kör Hüseyin Paflay› fieyh Said'e destek karar›ndan vazgeçirtti. Yat›flt›r›c› bir rol oynamas›na ra¤men, fieyh Said Hâdisesi sonras›, Do¤udaki di¤er nüfuzlu kimseler gibi, o da Burdur’da zorunlu ikamete gönderildi. 1925 y›l›n›n May›s ay› ortalar›nda getirildi¤i Burdur’da Nurun ‹lk Kap›s› ad› ile kitaplaflt›rd›¤› iman hakikatlerini anlatmaya bafllad›. Daha önce Arapça olarak yazd›¤› fiemme ve fiule risalelerinin ek parçalar›n› kaleme ald›. Yine hükümetin emriyle, 25 Ocak 1926’da önce Isparta’ya, sonra da ücra bir köy olan, Barla’ya nakledildi. Öldükten sonra dirilifli ispatlayan Haflir Risalesi, Kur’ân-› Kerîm’i esas alan ve insanlar›n imanlar›n› kurtarmalar›na vesile olan Sözler ve Mektubat tamamen, Lem’alar ise 26. Lem’aya kadar, Barla’da yaz›ld›. Bu s›rada Ankara’da, yeni yönetim dinden uzak dünyevî bir temel üzerine oturtulmaya çal›fl›l›yordu. 1928 y›l›nda gerçekleflen harf ink›lâb› ile, Arap harfleriyle kitap yay›nlamak yasaklan›nca, risaleler el yaz›s›yla yüz binlerce yaz›larak ço¤alt›lmaya baflland›. Sekiz y›ll›k Barla hayat›ndan sonra Bediüzzaman 1934 y›l›n›n yaz aylar›nda Isparta’n›n merkezine getirildi. 20 Nisan 1935’de savc›n›n talimat›yla evi aranan Said Nursî’nin kitaplar›na el konuldu. Bediüzzaman’la birlikte Isparta ve havalisinden 120 Nur Talebesi, tutuklanarak askerî araçlarla Eskiflehir hapishanesine gönderildi. Bediüzzaman, Eskiflehir hapishanesinde Yirmi Yedinci, Yirmi Sekizinci, Yirmi Dokuzuncu ve Otuzuncu Lem’alar ile Birinci ve ‹kinci fiua risalelerini yazarak Risale-i Nur’un telifine devam etti. Eskiflehir A¤›r Ceza Mahkemesi, 19 A¤ustos 1935 tarihinde verdi¤i kararla, Said Nursî’ye, hukukî bir suç isnat edilememesine ra¤men, Tesettür Risalesi bahanesiyle, ancak “kanaat-i vicdaniye”ye dayanarak, 11 ay hapisle birlikte Kastamonu’da “mecburî ikamet” cezas› verdi. On befl talebesini ise alt›flar ay hapis ile cezaland›rd›. Tahliye edildi¤inde serbest b›rak›lmayarak, polis gözetimi alt›nda mecburî ikamet için Kastamonu’ya gönderildi. Üçüncü fiua olan Münacat Risalesi, Dördüncü fiua olan Hasbiye Risalesi, Alt›nc› fiua ve Yedinci fiua olan Ayetü’l-Kübra Risalesi burada yaz›ld›. Bediüzzaman, 20 Eylül 1943’de Isparta Savc›s›ndan gelen talimat üzerine yeniden tutuklan›p, 3 Ekim 1943 tarihinde Isparta’ya gönderildi. Önce askerî konvoy eflli¤inde kara yoluyla Çank›r› üzerinden Ankara’ya, sonra Isparta’ya getirildi. Risale-i Nur ile ilgili davalar›n birlefltirilmesi karar› al›nd›¤› için, Isparta, Kastamonu ve Denizli’deki Nur Talebeleriyle beraber 25 Ekim 1943’te Denizli’ye sevk edildi. Tecrit alt›nda bafllayan Denizli hapsinde On Birinci fiua, On ‹kinci ve On Üçüncü fiualar› yazd›. 15 Haziran 1944 günü Denizli A¤›r Ceza mahkemesinden beraat ve tahliye karar› ç›kmas›na ra¤men serbest b›rak›lmad›. Bakanlar Kurulu karar›yla Emirda¤’da zorunlu ikamete tâbi tutuldu. Burada, camie gitmesine bile müsaade edilmeyecek kadar a¤›r takip ve tarassuda u¤ruyordu. Bediüzzaman, hayat› boyunca yirmi üç defa denenecek zehirleme teflebbüslerinin ilk üçünü Emirda¤’da yaflad›. Bu arada Yarg›tay Birinci Ceza Dairesi, 30 Aral›k 1944 tarihinde verdi¤i kararla, savc› taraf›ndan temyiz edilen Denizli A¤›r Ceza Mahkemesinin beraat karar›n› onaylad›. 1946 y›l›ndan itibaren Isparta ve ‹nebolu’da Risale-i Nur’lar teksir edilmeye bafllanm›fl ve 1947 y›l›nda, hacc›n s›n›rl› da olsa serbest b›rak›lmas›yla, Nurlar›n ‹slâm âlemine yay›lmas› sa¤lanm›flt›. Yeni yaz› ile teksir edilen HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 11 HZ MUHAMMED 01 7/1/06 11:45 AM Page 12 Asa-y› Mûsa ve bask›s› yap›lan Gençlik Rehberi gibi risaleler Hristiyan misyonerlere verilmifl ve Risa le-i Nur’lar Amerika’ya kadar gönderilmiflti. Bu tür geliflmelerden duyulan rahats›zl›kla, 17 Ocak 1948 günü Said Nursî ve Risale-i Nur Talebeleri Afyon A¤›r Ceza Mahkemesine sevk edildi. Denizli mahkemesinde gizli cemiyet kurma, rejim aleyhinde olma, ink›lâplar› kabul etmeme, Mustafa Kemal’i tahkir, v.b. gibi iddialarla yarg›lan›p beraat karar› almalar›na ra¤men, Afyon A¤›r Ceza Mahkemesinde de ayn› iddialarla yarg›land›lar. Said Nursî, Afyon Cezaevinin bütün a¤›r ve zor flartlar›na ra¤men, On Dördüncü ve On Beflinci fiualar› burada yazarak Risale–i Nur’lar›n telifini tamamlad›. Mahkeme, 6 Aral›k 1948 tarihinde Said Nursî hakk›nda 20 ay a¤›r hapis cezas›na hükmetti. Temyiz edilen karar› Yarg›tay, Bediüzzaman’›n lehine bozdu. Ancak, Afyon A¤›r Ceza Mahkemesi yarg›lamay› uzatarak, 20 ayl›k sürenin cezaevinde geçmesini sa¤lay›p 20 Eylül 1949’da serbest b›rakt›. 72 gün Afyon’da polis kontrolünde iskâna tâbi tutulup, ancak 28 Aral›k 1949 tarihinde mecburî ikamet yeri Emirda¤’a dönebildi. Bediüzzaman, 14 May›s 1950’de bafllayan çok partili dönemi, 23 A¤ustos 1953’e kadar kald›¤› Emirda¤’da karfl›lam›flt›. Türkiye’de 27 y›l aradan sonra yeniden bafllayan demokratikleflme dönemini büyük bir sevinç ve ümitle karfl›layan Bediüzzaman, talebeleriyle birlikte demokratlara çok önemli bir destek sa¤lad›. Toplumun iç dinamiklerine ve bünyesine uygun de¤ifliklikleri teflvik eden Bediüzzaman, hayat›n›n sonuna kadar Demokratlardan ve demokrasiden yana olan tavr›n› korudu. 1952 y›l›nda ‹stanbul’da, Gençlik Rehberi adl› kitab› hakk›nda Bediüzzaman’a bir dava daha aç›ld›. 5 Mart 1952’de yap›lan son duruflmada, dava konusu kitab›n 1943 y›l›nda Denizli mahkemesinden beraat karar› ald›¤› ve bu karar›n da Yarg›tayca onaylanm›fl oldu¤u anlafl›ld›¤›ndan, men-i muhakeme karar› verilerek dava sonuca ba¤land›. Ard›ndan, Said Nursî Emirda¤’a döndü. Daha sonra 1953 y›l› bafllar›nda ‹stanbul’a gelen Bediüzzaman, Fener Rum Patrikhanesini de ziyaret etti. Patrik Athenagoras ile görüflmesinde Hz. Muhammed’in (a.s.m.) peygamberli¤ini, Kur’ân-› Kerîm’in de Allah’›n kitab› oldu¤unu kabul etmeleri hâlinde, Hr›stiyanlar› kastederek, ehl-i necat olacaklar›n› bildirdi. 23 A¤ustos 1953’te yerleflmek üzere geldi¤i Isparta’da aç›lan bir davan›n daha sorgu hâkimli¤inde iken reddedilmesi ile Bediüzzaman'la ilgili mahkemeler devri kapand›. Bu arada biyografisi talebeleri taraf›ndan kaleme al›nd›; Bediüzzaman taraf›ndan düzeltmeler yap›larak Tarihçe-i Hayat ismi ile Risale-i Nur Külliyat›na dahil edildi. Bediüzzaman, bundan sonraki hayat›n› ziyaretle geçiriyor, gitti¤i yerlerde talebelerine dersler yap›yordu. Takvimler 21 Mart 1960 tarihini gösterirken, a¤›r hasta bir vaziyette, yan›ndaki talebeleriyle Urfa’ya gitti. Seksen iki y›ll›k ömrünü 23 Mart 1960 günü, ‹pek Palas Oteli 27 numaral› odada sabaha karfl› tamamlad›. Ömrü boyunca verdi¤i iman ve hürriyet mücadelesi yüzünden bask› alt›nda kalan Bediüzzaman, 27 May›s 1960’daki hükümet darbesinden sonra kabrinde de rahat b›rak›lmad›. Halilürrahman Dergâh›na defnedilen naafl›, 12 Temmuz 1960 gecesi kabrinden al›narak Isparta-Afyon civar›nda kimsenin bilmedi¤i bir mezara defnedildi. Dayan›lmas› güç bask›lara maruz b›rak›lmas›na ra¤men, hayat tarz›yla bir destan yazan Bediüzzaman, arkas›nda miras olarak Kur’ân’›n ça¤a dersi ve mesaj› olan Risale-i Nur Külliyat› ile milyonlarca Nur Talebesini b›rakt›. ® 12 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) HZ MUHAMMED 01 7/1/06 11:45 AM Page 13 fiahsiyet, Mahiyet ve Hakikat-i Ahmediye (a.s.m.) KALEM-‹ ‹LÂHÎN‹N MÜREKKEB‹ OLAN NUR-‹ MUHAMMEDÎ ‹’lem eyyühe’l-aziz! fiu gördü¤ün büyük âleme büyük bir kitap nazar›yla bak›l›rsa, nur-i Muhammedî (a.s.m.) o kitab›n kâtibinin kaleminin mürekkebidir. E¤er o âlem-i kebir bir flecere tahayyül edilirse, nur-i Muhammedî hem çekirde¤i, hem semeresi olur. E¤er dünya mücessem bir zîhayat farz edilirse, o nur, onun ruhu olur. E¤er büyük bir insan tasavvur edilirse, o nur onun akl› olur. E¤er pek güzel flaflaal› bir Cennet bahçesi tahayyül edilirse, nur-i Muhammedî onun andelibi olur. E¤er pek büyük bir saray farz edilirse, nur-i Muhammedî o Sultan-› Ezel’in makarr-› saltanat ve haflmeti ve tecelliyat-› cemaliyesiyle âsâr-› sanat›n› havi olan o yüksek saraya naz›r ve münadi ve teflrifatç› olur. Bütün insanlar› davet ediyor. O sarayda bulunan bütün antika sanatlar›, harikalar› ve mu’cizeleri tarif ediyor. Halk› o âlem: dünya, kâinat, evren. âlem-i ekber: büyük âlem, kâinat, evren. andelip: bülbül. antika: de¤erli, tarihî sanat eseri. âsâr-› sanat: sanat eserleri. davet etmek: ça¤›rmak. farz edilmek: kabul edilmek, var say›lmak. hakikat-i Ahmediye: Peygamberimizin mahiyeti, varl›¤›n›n gayesi, varl›¤›n›n önemi. havi olmak: içinde bulundur- mak, içermek. i’lem eyyühe’l- aziz: ey aziz kardeflim bil ki. kalem-i ‹lâhî: kâinat› bir kitap gibi yazan ‹lâhî kudret kalemi. kâtip: yaz›c›. makarr-› saltanat ve haflmet: yücelik ve hâkimiyetin göründü¤ü, a盤a ç›kt›¤› yer. mücessem. cisimleflmifl, maddî. münadi: yüksek sesle ça¤›ran, seslenen, ilân eden. nazar›yla bakmak: bak›fl aç›s›yla bakmak, anlay›fl›yla bakmak. naz›r: bakan. nur-i Muhammedî: kâinat› ve tüm varl›klar› ayd›nlatan Peygamber Efendimizin davas›, iman ve ‹slâm hakikatleri. nübüvvet: peygamberlik, Allah’›n elçili¤i. risalet: elçilik, peygamberlik. semere: meyve, netice, sonuç. Sultan-› Ezel: bafllang›c› ol- mayan ve sonsuz zamand›r her fleyin hâkimi olan Allah. flahsiyet: kiflilik. flaflaal›: gösteriflli. flecere: a¤aç. tahayyül: hayal etme, hayale getirme. tasavvur edilmek: tasar›mlamak, fikren flekillendirmek. tecelliyat-› cemaliye: güzelli¤in yans›malar›, görünmeleri. teflrifatç›: tan›tan ve a¤›rlayan rehber, mihmandar. zîhayat: canl›, hayat sahibi. HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 13 HZ MUHAMMED 01 7/1/06 11:45 AM Page 14 Saray Sahibine, Sâniine iman etmek üzere cazibedar, hayretefza davet ediyor. Mesnevî-i Nuriye, Yeni Asya Neflriyat, 2006, s. 186-187. ‚è fiECERE-‹ H‹LKAT‹N ÇEK‹RDE⁄‹ OLAN HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) Ve keza, insan hilkat semeresi oldu¤undan anlafl›l›r ki: ‹nsanlardan bir çekirdek var ki, Cenab-› Hak flecere-i hilkati o çekirdekten inbat etmifltir. O çekirdek de, ancak ve ancak bütün ehl-i kemalin ve belki nev-i beflerin n›sf›n›n ittifak›yla efdalü’l-halk, seyyidü’l-enâm Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmd›r. Mesnevî-i Nuriye, Yeni Asya Neflriyat, 2004, s. 156. ‚è fiECERE-‹ K‹NATIN MEYVES‹ OLAN HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) ‹’lem eyyühe’l-aziz! Kâinat bir fleceredir; anas›r onun dallar›d›r, nebatat yapraklar›d›r, hayvanat onun çiçekleridir, insanlar onun semereleridir. Bu semerelerden en ziyadar, nurlu, ahsen, e k rem, eflref, eltaf, Seyyidü’l-Enbiya ve’l-Mürselîn, ahsen: en güzel. aleyhissalâtü vesselâm: Salât ve selâm onun üzerine olsun. anas›r: unsurlar, esaslar. cazibedar: çekici, cazibeli. Cenab-› Hak: Allah; do¤ru, gerçek, Hakk›n tâ kendisi olan, fleref ve azamet sahibi yüce Allah. efdalü’l-halk: yarat›lm›fllar›n en faziletlisi, en üstünü. ehl-i kemal: olgun ve de¤erli kifliler, kemal sahibi olanlar. ekrem: daha (en, pek) kerîm; çok fleref sahibi, pek cömert, eli aç›k. eltaf: daha lâtif, en lâtif, pek güzel, hofl (olan). eflref: en flerefli, daha flerefli, en iyi, en güzel. hayretefza: hayret verici, hayranl›k uyand›ran. hayvanat: hayvanlar. hilkat: yarat›lma, yarat›l›fl. i’lem eyyühe’l- aziz: ey aziz kardeflim bil ki. inbat: bitirme, bitki büyütme, bitmesini sa¤lama. 14 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) ittifak: birleflme, birlik. kâinat: evren; yarat›lm›fl olan fleylerin tamam›, bütün âlemler. keza: böylece, ayn› flekilde. mu’cize: insan› acze düflüren; yap›lmas›ndan âciz kal›nan ola¤anüstü ifl. nebatat: bitkiler. nev-i befler: insano¤lu, insanlar. n›sf: yar›m, yar›. Sâni: sonsuz sanatkârl›k sahibi olan Allah. semere: meyve, güzel netice. Seyyidü’l-Enâm: bütün mahlûkat›n efendisi; Hz. Muhammed (asm). Seyyidü’l-Enbiya ve’l-Mürselîn: peygamberler ve resullerin efendisi; Hz. Muhammed (a.s.m.). flecere: a¤aç. flecere-i hilkat: yarat›l›fl a¤ac›. flecere-i kâinat: kâinat a¤ac›. tarif etmek: tan›tmak. ziyadar: Ayd›n, münevver. HZ MUHAMMED 01 7/1/06 11:45 AM Page 15 ‹mamü’l-Müttakîn, Habîb-i Rabbülâlemîn Hazret-i Muhammed’dir. 1 oäƒn 'ª°sùdGnh ¢oVQr ’n rG pâneGnOÉne päGnƒn∏°südG πo °n†ranG p¬r«n∏nY Mesnevî-i Nuriye, Yeni Asya Neflriyat, 2004, s. 169. ‚è HAYATIN HAYATI OLAN HAK‹KAT-‹ MUHAMMED‹YE Hem meselâ 2 n∑nÓra’n rG oâr≤n∏nN Énªnd n∑’n ƒr nd n∑’n ƒr nd beyan›n- da, “Bu hitap zahiren Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâma müteveccih ise de, z›mnen hayata ve zevi’lhayata racidir” f›kras›, tadile muhtaçt›r. Çünkü, küllî hakikat-i Muhammediye (a.s.m.) hem hayat›n hayat›, hem kâinat›n hayat›, hem ‹sm-i Azam›n tecelli-i azam›n›n mazhar› ve bütün zîruhlar›n nuru ve kâinat›n çekirdek-i aslîsi ve gaye-i hilkati ve meyve-i ekmeli olmas›ndan, o hitap do¤rudan do¤ruya ona bakar. Sonra hayata ve fluura ve ubudiyete onun hesab›na nazar eder. Emirda¤ Lâhikas›, Yeni Asya Neflriyat, 2004, s. 153. ‚è ‹MAMÜ’L-EVL‹YA VE’L-ULEMA OLAN HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) Öyle Muhammed (a.s.m.) ki, icma ve tasdiklerine mazhar olmakla, enbiya ve mürselîne siyadet ünvan›n› 1. Yer ve gökler devam ettikçe salâvat›n en üstünü onun üzerine olsun. 2. Sen olmasayd›n (yâ Muhammed), sen olmasayd›n kâinat› yaratmazd›m! (Hadis-i Kudsî: Keflfü’l-Hafa, 2:164, No: 2123.) aleyhissalâtü vesselâm: Salât ve selâm onun üzerine olsun. beyan: anlatma, aç›klama. çekirdek-i aslî: as›l çekirdek, öz; kâinat›n özü, aslî çekirde¤i. enbiya: nebiler, peygamberler. f›kra: k›s›m, fas›l, bölüm. gaye-i hilkat: yarat›l›fl gayesi, maksad›. Habib-i Rabbülâlemîn: Âlemlerin Rabbi olan Allah’›n habibi, sevgilisi, Hz. Muhammed (asm). hakikat-i Muhammediye: Hz Peygamberin manevî flahsi- yeti, ‹slâmiyetin asl› ve esas›. hitap: söylem, konuflma. icma: fikir birli¤i etme, görüfl birli¤ine varma. imamü’l-evliya ve’l-ulema: velilerin ve âlimlerin imam›. imamü’l-müttakîn:güven sahibi, her fleyi iyice bilen önder; do¤rulu¤u, hakikati tam anlayan rehber. ‹sm-i Azam: Cenab-› Hakk›n bin bir isminden en büyük ve manaca di¤er isimleri kuflatm›fl olan›. kâinat: evren; yarat›lm›fl olan fleylerin tamam›, bütün âlemler. küllî: bütüne ait olan, umumî, genel. mazhar: ‹lâhî tecellilerin göründü¤ü yer. meselâ: örne¤in. meyve-i ekmel:mükemmel meyve, sonuç. muhtaç: gerektirmek. mürselîn: gönderilenler, peygamberler. müteveccih: dönük. nazar: göz atma, bakma, bak›fl. nur: ayd›nl›k, par›lt›, parlakl›k, ziya, ›fl›k, flule. raci: dair, ait, alâkas› olan. salâvat: Hz. Muhammed’e rahmet ve esenlik dileme, salât ve selam etme. siyadet: seyyitlik, Hz. Hüseyin vas›tas›yla Hz. Muhammed’in soyundan olma. fluur: bilinç; bir fleyin inceliklerini iyice idrak etme, anlay›fl. tadil: do¤rultma, düzeltme. tasdik: do¤rulama, onaylama. tecelli-i azam: en büyük tecelli, muazzam, celâlli ve heybetli tecelli. ubudiyet: kulluk. ünvan: flöhret, ad, isim. zahiren: görünüflte. zevi’l-hayat: hayat sahipleri, canl›lar. z›mnen: aç›ktan olmayarak, dolay›s›yla, üstü kapal› olarak, kapal› bir flekilde. zîruh: ruh sahibi, ruhlu, canl›, hayattar. HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 15 HZ MUHAMMED 01 7/1/06 11:45 AM Page 16 ve ittifak ve tahkiklerini almakla, ‹mamü’l-Evliya ve’l-Ulema lâkab›n› alm›flt›r. Ve öyle Muhammed (a.s.m.) ki, âyât-› bâhire, mu’cizat-› kàt›a ve secaya-i samiye ve ahlâk-› âliye sahibi olmakla mehbit-i vahy-i ‹lâhî olmufltur. afak-› âlem: âlemin ufuklar›. ahlâk-› âliye: yüksek ahlâk, yüce ahlâk, üstün ahlâk. âlem:dünya, cihan. âlem-i gayp: gayp âlemi, görünmeyen, fakat varl›¤› kesin olan ve mahiyeti Allah taraf›ndan bilinen baflka dünyalar. âlem-i flahadet: gözle gördü¤ümüz, flahit oldu¤umuz âlem, kâinat. âyât-› bâhire:apaç›k deliller. beflir: müjde getiren, müjdeci. cin: gözle görünmez, lâtif cisimlerden ibaret bir yarat›k. düstur: kanun, kural, esas. ervah: ruhlar, canlar, hayat›n cevherleri. feyz-i ‹lâhî:Allah’›n feyzi, bollu¤u, lütfu. fihriste: katalog, liste, özet. gaybiyat: gayba, bilinmeyen alemlere ait, gelecek ve ahirete ait. haber: bilgi, bilgilendirme. havi: içine alan, kapsayan, kuflatan. i’lem eyyühe’l-aziz:ey aziz kardeflim bil ki. ilâm: bildirme. ilân: yayma, duyurma, bildirme. ‹mamü’l-Evliya ve’l-Ulema: velilerin ve âlimlerin imam›. iman: inanç, itikat. irflat: do¤ru yolu gösterme, gafletten uyand›rma. itminan: inanma, güvenme, gönül rahatl›¤› içinde tereddütsüz kabul etme. ittifak: birleflme, fikir birli¤i etme. kâinat: evren; yarat›lm›fl olan fleylerin tamam›, bütün âlemler. kemal: olgunluk, fazilet. kemal-i ciddiyet: ciddiyetin son derecesi, tam bir ciddiyet. lâkap: ünvan. medeniyet: medenîlik, flehirlilik, uygarl›k. mehbit-i vahy-i ‹lâhî: Allah taraf›ndan gönderilen vahyin inifl yeri. melâike: melekler. melekût: melekler ve ruhlar âlemi. mu’cizat-› kàt›a: apaç›k ve kesin olan mucizeler. musahabe: sohbet etme, söyleflme, görüflme. müflahede: ‹lahî güzellikleri ve s›rlar› görme, seyretme. nev-i befler: insano¤lu, insanlar. Ve öyle bir Muhammed ki (a.s.m.), âlem-i gayp ve melekûtu seyir ve ziyaret etmekle, ervah› müflahede ve melâike ile musahabe, cin ve insanlara irflat vazifesini alm›flt›r. Ve öyle bir Muhammed’dir ki (a.s.m.) flahsiyet-i maneviyesiyle kâinat›n kemaline bir fihriste olmakla, bütün saadetlerin ve medeniyetlerin düsturlar›n› havi bir fleriata sahiptir. Ve öyle bir Muhammed’dir ki (a.s.m.), âlem-i flahadette iken gaybiyattan haber verir bir beflir ve nezir olup, bütün kuvvetiyle, kemal-i ciddiyetle ve vüsuk ile ve itminan ile, yüksek bir iman ile, nev-i beflere karfl› tevhid dinini 1 *G ’s pG n¬'dpG =’n ile ilân ve ilâm ediyor. Mesnevî-i Nuriye, Yeni Asya Neflriyat, 2006, s. 87-88. ‚è FEYZ-‹ ‹LÂHÎ ‹LE SULANMIfi OLAN ‹K‹ ÂLEM‹N GÜNEfi‹ fiECERE-‹ MUHAMMED‹YE ‹’lem eyyühe’l-aziz! Tavus kuflu gibi pek güzel bir kufl, yumurtadan ç›kar, tekâmül eder, semalarda tayerana bafllar. Afak-› âlemde 1. Allah'tan baflka ilâh yoktur. (Muhammed Suresi: 19.) n e z i r :insanlar› do¤ru yola sevk etmek için uyararak korkutan, uyaran. Hz. Muhammmed. (a.s.m.). saadet: mutluluk. secaya-i samiye: yüksek ve k›ymetli seciyeler, hususiyetler, vas›flar. sema: gökyüzü, gök. seyr (seyir): uzaktan bakma; gezip dolaflmak. 16 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) flahsiyet-i maneviye: manevî flahsiyet, manevî kiflilik. flecere-i Muhammediye: Hz. Muhammed’e (asm) ait, onunla ilgili yarad›l›fl a¤ac›. fleriat: ‹slâm dini ve prensipleri. tahkik: do¤rulu¤unu ispat etme, do¤rulama. tavus: sülüngillerden, erke¤inin tüyleri uzun, kuyru¤u par- lak, güzel renkli, ac› ve tiz sesli bir kufl. tayeran: uçma, uçufl. tekâmül: kemal bulma, kemale erme, olgunlaflma. tevhid: Allah’›n bir oldu¤una inanma, birleme. vazife: görev. vüsuk: sa¤lam inanma, güvenme. HZ MUHAMMED 01 7/1/06 11:45 AM Page 17 flöhret kazand›ktan sonra, yerde kalan yumurtas›n›n kabu¤u içerisinde o kuflun güzelli¤ini, kemalât›n›, terakkiyat›n› aray›p bulmak isteyen adam›n ahmak oldu¤unda flüphe yoktur. Binaenaleyh, tarihlerin naklettikleri Peygamberimizin (a.s.m.) bidayet-i hayat›na maddî, sathî, sûrî bir nazar ile bakan bir adam, flahsiyet-i maneviyesini idrak edemez. Ve derece-i k›ymetine vâs›l olamaz. Ancak bidayet-i hayat›na ve levaz›m-› befleriyetine ve ahval-i zahiriyesine ince bir k›fl›r, nazik bir kabuk nazar›yla bak›lmal›d›r ki, o k›fl›r içerisinden iki âlemin günefli ve Tuba gibi flecere-i Muhammediye (a.s.m.) ç›km›flt›r. Ve feyz-i ‹lâhî ile sulanm›fl ve fazl-› Rabbanî ile tekâmül etmifltir. Binaenaleyh, Nebî-i Zîflan›n (a.s.m.) mebde-i hayat›na ait ahval-i sûriyesinden zay›f bir fley iflitildi¤i zaman, üstünde durmamal›, derhal bafl›n› kald›r›p etraf-› âleme neflretti¤i nurlara bakmal›. Maahaza, mebde-i hayat›na flek ve flüphe ile bakan adam, herhâlde, mastar ile mazhar, menba ile ma’kes, zatî ile tecelli aralar›n› fark edemiyor. Ve bu yüzden flüpheye düfler. Evet, Nebî-i Zîflan (a.s.m.) tecelliyat-› ‹lâhîye mazhar ve ma’kestir, mastar ve menba de¤ildir. Çünkü, o zat, yaln›z abddir ve ibadetçe herkesten ileridir. Demek, bu kadar görünen terakkiyat, kemalât onun zatî mal› de¤ildir, ancak hariçten verilen Rahman-› Rahîm’in tecellileridir. abd: Allah taraf›ndan yarat›lm›fl olan, mahlûk, insan. ahval-i sûriye:görünürdeki hâller, fleklî durumlar, sureten görünüfller. ahval-i zahiriye: zahirî hâller; görünürdeki hâller, durumlar. âlem: dünya, cihan. bidayet-i hayat: hayat›n bafllang›c›. binaenaleyh: bundan dolay›, bunun üzerine. derece-i k›ymet: k›ymet derecesi. etraf-› âlem: kâinat›n çevresi, uçlar›, k›y›lar›. fazl-› Rabbanî: Cenab-› Allah’›n Rab ismine mazhar olarak ihsan, kerem ve cömertli¤inin bollu¤u. feyz-i ‹lâhî: Allah’›n feyzi, bollu¤u, lutfu. hariç: d›flar›da. idrak: ak›l erdirme, anlama, kavrama kabiliyeti. kemalât: kemaller, olgunluklar, mükemmellikler. k›fl›r: kabuk, d›fl taraf. levaz›m-› befleriyet: insanl›k için gerekli olan fleyler, insan›n ihtiyaçlar›. maahaza: bununla birlikte, böyle olmakla beraber. maddî: madde ile alâkal›. ma’kes: akseden yer, yans›ma yeri. mastar: kaynak, bir fleyin ç›kt›¤› yer. mazhar: bir fleyin ç›kt›¤› göründü¤ü yer; nail olma, flereflenme. mebde-i hayat: hayat›n bafl- lang›c›. menba: kaynak. nakl (nakil): anlatma, söyleme, hikâye etme. nazar: bak›fl, dikkat. nazik: narin, ince; dikkat gerektiren, önemli. Nebî-i Zîflan: flan sahibi peygamber (asm). neflr (neflir): da¤›tma, yayma, saçma, serpme. Rahman-› Rahîm: rahman ve Rahim olan Allah; dünya ve ahirette yaratt›klar›na sonsuz rahmet, flefkat ve merhametiyle muamele eden Allah. sathî: yüzeysel. sûrî: görünüflte olan, fleklî. flahsiyet-i maneviye: manevî flahsiyet, manevî kiflilik. flecere-i Muhammediye:Hz. Muhammed’e (asm) ait, onunla ilgili yarad›l›fl a¤ac›. flek: flüphe, zan, tereddüt. tecelli: görünme, belirme, yans›ma. tecelliyat-› ‹lâhiye: ‹lâhî tecelliler, ‹lâhî lütuflar›n tezâhürü. tekâmül: kemal bulma, kemale erme, olgunlaflma. terakkiyat: ilerlemeler, geliflmeler, yükselifller. Tuba: sürekli mutluluk, ebedî saadet; Cennetteki bir a¤ac›n ad›. vâs›l: eriflme, ulaflma, kavuflma. zat: kifli, flah›s. zatî: zata ait, zat›n kendisinden olan; kiflisel, hususî, özel. HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 17 HZ MUHAMMED 01 7/1/06 11:45 AM Page 18 Evvelce beyan edildi¤i gibi, hiçbir fley, bir zerreye bile mana-i ismiyle mastar olamaz. Amma, bir zerre, mana-i harfiyle seman›n y›ld›zlar›na mazhar olur. Yaln›z, gaflet ile o zerrenin mastar oldu¤u zann›yla bak›ld›¤›ndan, sanat-› ‹lâhiyeyi ta¤utî bir tabiata mal ederler. Mesnevî-i Nuriye, Yeni Asya Neflriyat, 2006, s. 137-138. ‚è ‹SM-‹ AZAMA MAZHAR RESUL-‹ EKREM (A.S.M.) Hem ‹sm-i Azama mazhar olan Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm›n bir ayette mazhar oldu¤u feyz-i ‹lâhî, belki bir peygamberin umum feyzi kadar olabilir. Veraset-i Ahmediye ile ‹sm-i Azam z›lline mazhar bir mü’min, kendi kabiliyeti itibar›yla, kemiyetçe bir nebînin feyzi kadar sevap al›yor denilse, hilâf-› hakikat olamaz. aleyhissalâtü vesselâm: Salât ve selâm onun üzerine olsun. amma: ama, lakin, ancak. ayet: Kur’an’›n her bir cümlesi. beyan: anlatma, aç›klama. evvelce: daha önce. feyiz: ilim, irfan; ihsan, ba¤›fl. feyz-i ‹lâhî: Allah’›n feyzi, bollu¤u, lutfu. gaflet: dikkatsizlik, endiflesizlik, Allah’tan uzaklafl›p nefsin arzular›na dalmak. hâlât: haller, durumlar, vaziyetler. hilâf-› hakikat: gerçe¤e ve hakikate z›t, ayk›r›. ilân: yayma, duyurma, bildirme. ‹sm-i Azam: Cenab-› Hakk›n bin bir isminden en büyük ve manaca di¤er isimleri kuflatm›fl olan›. ispat: kan›tlama, do¤rulama. itibar›yla: bak›m›ndan. kabiliyet: istidat, yetenek. kat’iyet: kat’îlik, kesinlik. kemiyet: az veya çok olufl. mana-y› harfî: bir fleyin kendisini de¤il de sanatkâr›n›, ustas›n›, sahibini bilip tan›tan mana. mana-y› ismî: bir fleyin kendi bafl›na tafl›d›¤› anlam. mastar: kaynak, bir fleyin ç›kt›¤› yer. mazhar: bir fleyin ç›kt›¤› yer, zuhur etti¤i, göründü¤ü yer; nail olma, flereflenme. meratip: mertebeler, basamaklar. mü’min: iman eden, inanan. Sözler, Yeni Asya Neflriyat, 2005, s. 560. ‚è HAZRET-‹ MUHAMMED’‹N (A.S.M.), fiAHS‹YET-‹ MANEV‹YES‹N‹N BÜYÜKLÜ⁄Ü YED‹NC‹ ‹fiARET ‹flte bu tevhid-i hakikîyi bütün meratibiyle en mükemmel bir surette ders veren, ispat eden, ilân eden Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm›n risaleti, elbette o tevhidin kat’iyeti derecesinde sabit olmak lâz›m gelir. Çünkü, nebî: Allah’›n elçisi, habercisi; peygamber, resul. peygamber: Allah taraf›ndan haber getirerek ‹lâhî emir ve yasaklar› insanlara tebli¤ eden elçi, nebi. Resul-i Ekrem: çok cömert, kerîm olan peygamber, Hz. Muhammed (a.s.m.). risalet: elçilik, resullük, peygamber olarak gönderilme. sabit: dura¤an, de¤iflmeyen; ispatlanm›fl. sanat-› ‹lâhiye: ‹lâhî sanat, 18 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) Allah’›n sanat›; Cenab-› Hakk›n sanat ile yaratmas›. sema: gökyüzü, gök. sevap:hay›rl› bir ifle karfl› Allah taraf›ndan verilen mükâfat; Allah’›n r›zas›na sebep olan hay›rl› hareket, güzel ifl ve davran›fl. suret: biçim, flekil, tarz. flahsiyet-i maneviye: manevî flahsiyet, manevî kiflilik. tabiat: maddî âlem. ta¤ut: azg›n, sap›k, zorba. tevhid: Allah’›n bir oldu¤una inanma, birleme. tevhid-i hakikî: araflt›rarak, delil ve bürhan ile Cenab-› Hakk›n var›l›¤›n› ve birli¤ini kabul etme ve bunu anlayabilme. umum: bütün, hepsi. veraset-i Ahmediye: Hz. Muhammed’in (asm) vârisli¤i, Peygamberimizin tebli¤ vazifelerine vâris olma. zerre: en küçük parça, molekül, atom. z›ll: gölge. HZ MUHAMMED 01 7/1/06 11:45 AM Page 19 madem daire-i vücudun en büyük hakikati olan tevhidi bütün hakaik›yla o zat ders veriyor; elbette tevhidi ispat eden bütün bürhanlar, dolay›s›yla, onun risaletini ve vazifesinin hakkaniyetini ve davas›n›n do¤rulu¤unu dahi kat’î ispat eder denilebilir. Evet, böyle binler hakaik-› âliyeyi cem eden ferdiyet ve vahdaniyeti hakk›yla keflfedip ders veren bir risalet, gayet kat’î bir surette o tevhid, o ferdiyetin muktezas›d›r ve lâz›m›d›r. Onlar, onu her hâlde isterler. ‹flte o vazifeyi tam tam›na yerine getiren Zat-› Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâm›n flahsiyet-i maneviyesinin derece-i ehemmiyetine ve ulviyetine ve bu kâinat›n bir günefli oldu¤una flahadet eden pek çok delillerden, sebeplerden üç tanesini numune olarak beyan ediyoruz. B‹R‹NC‹S‹: Umum ümmet, umum as›rlarda iflledikleri umum hasenat›n bir misli, 1 pπpYÉnØrdÉnc oÖnÑ°sùdnG s›rr›nca, Zat-› A hmediye Aleyhissalâtü Vesselâm›n sahife-i hasenat›na geçti¤i gibi; umum ümmet, her günde ettikleri salâvat duas›n›n kat’î makbuliyeti cihetiyle, o hadsiz dualar›n iktiza ettikleri makam ve mertebeyi düflünmekle, flahsiyet-i maneviye-i Muhammediye Aleyhissalâtü Vesselâm›n bu kâinat içinde nas›l bir günefl oldu¤u anlafl›l›r. ‹K‹NC‹S‹: Âlem-i ‹slâm›n flecere-i kübras›n›n menflei, çekirde¤i, hayat›, medar› olan mahiyet-i Muhammediye Aleyhissalâtü Vesselâm›n, fevkalâde istidat ve cihazat›yla, âlem-i ‹slâmiyetin maneviyat›n› teflkil eden kudsî kelimat›, 1. Bir fleye sebep olan onu iflleyen gibidir. âlem-i ‹slâm: ‹slâm âlemi, ‹slâm dünyas›. âlem-i ‹slâmiyet: ‹slâm âlemi, ‹slâm dünyas›. aleyhissalâtü vesselâm: salât ve selâm onun üzerine olsun. as›r: yüzy›l. beyan: anlatma, aç›klama. bürhan: delil, ispat, hüccet. cem: toplama, biriktirme. cihazat: cihazlar, kendilerine ihtiyaç duyulan maddî manevî aletler. cihet: sebep, vesile, mucip, bahane. daire-i vücut: varl›k dairesi. dava: takip edilen fikir, iddia, ülkü. delil: kan›t, tan›k, burhan. derece-i ehemmiyet:ö n e m derecesi. dua: Allah’a yalvarma, niyaz. ferdiyet: teklik, birlik, fertlik. fevkalâde: ola¤anüstü. gayet: son derece. hadsiz: s›n›rs›z, sonsuz. hakaik: hakikatler, do¤rular, gerçekler. hakaik-› âliye: yüce gerçekler, ulu hakikatler. hakikat: gerçek, do¤ru. hakkaniyet: haktan ve do¤- ruluktan ayr›lmama. hasenat: iyi ameller, iyi ifller, hay›rlar. iktiza: gerektirme, lüzumlu k›lma. ispat: kan›tlama, do¤rulama. istidat: kabiliyet, yetenek. kâinat: evren; yarat›lm›fl olan fleylerin tamam›, bütün âlemler. kat’î: kesin, flüpheye ve tereddüde mahal b›rakmayan. kelimat: kelimeler, sözler. keflif: gizli bir fleyi bulma, meydana ç›karma. kudsî: mukaddes, yüce. lâz›m› olmak: gere¤i olmak. madem: de¤il mi ki. mahiyet-i Muhammediye: Hz. Muhammed’in (a.s.m.) mahiyeti, Hz. Muhammed’e ait özellik. makam: büyük yer, mevki. makbuliyet: makbullük, be¤enilmifllik, geçerlilik. maneviyat: mana âlemine ait olanlar, hisse ve inanca ait fleyler. medar: dayanak noktas›, sebep, vesile. menfle: esas, kaynak. mertebe: derece. misl (misil): kat; efl. muktezâ: gere¤i. numune: örnek. risalet: elçilik, resullük, peygamber olarak gönderilme. sahife-i hasenat: iyiliklerin sayfas›; yap›lan iyiliklerin, iyi hâllerin ve hay›rl› ifllerin yaz›lm›fl oldu¤u sayfa. salâvat: Hz. Muhammed’e rahmet ve esenlik dileme, salât ve selam etme. s›r: gizlenen gerçek, saklanan bilgi. suret: biçim, flekil, tarz. flahadet: flahit olma, flahitlik; aç›k alâmet, iflaret. flahsiyet-i maneviye: manevî flahsiyet, manevî kiflilik. flecere-i kübra: her tarafa dal budak salm›fl en büyük a¤aç. teflkil: oluflturma, flekillendirme. tevhid: Allah’›n bir oldu¤una inanma, birleme. ulviyet: ulvîlik, yücelik, yükseklik. umum: bütün; herkes. ümmet: hak dine davet etmek için Allah taraf›ndan kendilerine peygamber gönderilen ve bu peygambere inan›p ba¤lanan cemaat, topluluk. vahdaniyet: Allah’›n birli¤i ve varl›¤›, Allah’›n bir oluflu. vazife: görev. zat: kifli, flah›s. zat-› Ahmediye: Hz. Peygamberin zat›, kiflili¤i. HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 19 HZ MUHAMMED 01 7/1/06 11:45 AM Page 20 tesbihat›, ibadat›, en evvel, bütün manalar›yla hissedip yapmaktan gelen terakkiyat-› ruhiyesini düflün, habibiyet derecesine ç›kan ubudiyet-i Muhammediyenin (a.s.m.) velâyeti sair velâyetlerden ne kadar yüksek oldu¤unu anla. aleyhissalâtü vesselâm: Salât ve selâm onun üzerine olsun. âsâr: eserler. bidayet-i ‹slâmiye: ‹slâmiyetin bafllang›c›. binaen: -den dolay›, bu sebepten. ehemmiyetli: önemli. evvel: önce. fevkalâde: ola¤anüstü. feyiz: ilim, irfan; ihsan, ba¤›fl. gaflet: Allah’tan uzaklafl›p nefsinin arzular›na dalmak. habibiyet:sevilen olma durumu. haddi ve nihayeti olmamak: sonu ve s›n›r› olamamak. Hâl›k: yoktan yaratan, her fleyi yoktan var eden, yarat›c›; Allah. haysiyet: itibar, fleref, de¤er. hitabat-› Sübhaniye: Allah’›n kusursuz ve noksans›z konuflmas›. ibadat: ibadetler. icraat: ifller. inkiflaf: ortaya ç›kma, geliflme. istidat: kabiliyet, yetenek. kâinat: evren; yarat›lm›fl olan fleylerin tamam›, bütün âlemler. kelimat-› kudsiye: mukaddes sözler, kutsal kelimeler. k›yas: karfl›laflt›rma, oranlama. k›ymet: de¤er. letafet: incelik. makas›d: maksatlar, gayeler. mana: anlam. massetmek: emmek, emerek çekmek, sö¤ürmek. medar: sebep, vesile. menba-› hakikî: gerçek kaynak, herhangi bir fleyin ç›kt›¤› as›l yer. meratib-i kemalât:mükemmellik, olgunluk mertebeleri, basamaklar›. meziyet: k›ymetli özellik. muhatap: kendisine hitap olunan, söz söylenilen kimse. muhteflem: haflmetli, yüce. mürur-i zaman: zaman›n geçmesi, zaman afl›m›; zamanla. nam›na: ad›na, yerine. namdar: meflhur, ünlü, flöhretli, naml›. nev-i befler: insano¤lu, insanlar. nev’i insan: insan türü, insano¤lu. nevi: çeflit. Bir zaman, bir tek tesbihin, bir tek namazda, Sahabelerin tarz-› telâkkisine yak›n bir surette bana inkiflaf›, bir ay kadar ibadet derecesinde ehemmiyetli göründü; Sahabelerin yüksek k›ymetini onunla anlad›m. Demek, bidayet-i ‹slâmiyede kelimat-› kudsiyenin verdi¤i feyiz ve nurun baflka bir meziyeti var, tazeli¤i haysiyetiyle baflka bir letafeti, bir taraveti, bir lezzeti var ki, gaflet perdesi alt›nda mürur-i zamanla gizlenir, azal›r, perdelenir. Zat-› Muhammediye (a.s.m.) ise, onlar› menba-› hakikîsinden (Zat-› Akdes’ten) turfanda, taze olarak, fevkalâde istidad›yla alm›fl, emmifl, massetmifl. Bu s›rra binaen, o zat, bir tek tesbihten, baflkas›n›n bir sene ibadeti kadar feyiz alabilir. ‹flte bu nokta-i nazardan, Zat-› Muhammediye Aleyhissalâtü Vesselâm›n, haddi ve nihayeti olmayan meratib-i kemalâtta ne derece terakki etti¤ini k›yas et. ÜÇÜNCÜSÜ: Bu kâinat›n Hâl›k’›, bu kâinattaki bütün makas›d›n›n en ehemmiyetli medar› nev-i insan oldu¤undan ve bütün hitabat-› Sübhaniyenin en anlay›fll› bir muhatab› nev-i befler oldu¤undan; o nev-i befler içinde en meflhur, en namdar ve âsâr›yla ve icraat›yla en mükemmel, en muhteflem fert olan Zat-› Muhammediyeyi (a.s.m.) o nevi nam›na, belki umum kâinat hesab›na nokta-i nazar: görüfl aç›s›, bak›fl aç›s›; görüfl, fikir. nur: ayd›nl›k, par›lt›, parlakl›k, ziya, ›fl›k, flule. Sahabe: Peygamberimiz Hz. Muhammed’in mübarek yüzünü görmekle flereflenen ve onun sohbetlerine kat›lan mü’min kimse. sair: di¤er, baflka, öteki. s›r: gizli mana, ç›kan anlam. suret: biçim, tarz. taravet: tazelik, körpelik. tarz-› telâkki: anlay›fl tarz›, 20 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) yolu. terakki: yükselme, ilerleme. terakkiyat-› ruhiye: ruhla ilgili ilerlemeler, ruhen yükselmeler. tesbih: Allah’› bütün kusur ve noksan s›fatlardan uzak tutma, Cenab-› Hakk› flan›na lây›k ifadelerle anma. tesbihat: tesbihler, Cenab-› Hakk›n bütün noksan s›fatlardan uzak ve bütün kemal s›fatlara sahip oldu¤unu ifade eden sözler. turfanda: yeni, ilk kez ortaya ç›kan. ubudiyet-i Muhammediye: Hz. Muhammed’in (asm) mükemmel kulluk ve ibadeti. umum: bütün. velâyet: yak›nl›k, dostluk. zat: kifli, flah›s. Zat-› Akdes: en mukaddes zat, her türlü kusur ve noksandan uzak ve pak olan zat; Allah. zat-› Muhammediye: Hz. Muhammed’in zat›, kiflili¤i. HZ MUHAMMED 01 7/1/06 11:45 AM Page 21 kendine muhatap ittihaz eden Zat-› Ferd-i Zülcelâl, elbette onu hadsiz kemalâtta hadsiz feyzine mazhar etmifltir. ‹flte, bu üç nokta gibi çok noktalar var, kat’î bir surette ispat ederler ki, flahsiyet-i maneviye-i Muhammediye (a.s.m.), kâinat›n manevî bir günefli oldu¤u gibi; bu k â inat denilen Kur’ân-› kebirin ayet-i kübras› ve o Furkan-› azam›n ism-i azam› ve ism-i Ferd’in cilve-i azam›n›n bir âyinesidir. Kâinat›n umum zerrat›n›n, umum zamanlar›ndaki umum dakikalar›n›n bütün aflirelerine darp edilip, hâs›l-› darp adedince o Zat-› Ahmediyeye salâtüselâm, nihayetsiz hazine-i rahmetinden inmesini, Zat-› Ferd-i Ehad-i Samed’den niyaz ediyoruz. 1 oº«/µ`n`◊r G oº«/∏n©rdG nârfnG n∂sfpG BÉnænàrªs∏nY Éne s’pG BÉnænd nºr∏pY '’ n∂nfÉnërÑ°oS Lem’alar, Yeni Asya Neflriyat, 2005, s. 909-912. ‚è fiUUR-‹ K‹NATIN fiUURU OLAN R‹SALET-‹ MUHAMMED‹YE Evet, nas›l ki hayat bu kâinattan süzülmüfl bir hülâsad›r ve fluur ve his dahi, hayattan süzülmüfl, hayat›n bir hülâsas›d›r; ve ak›l dahi, fluurdan ve histen süzülmüfl, fluurun bir hülâsas›d›r ve ruh dahi, hayat›n halis ve safî bir cevheri ve sabit ve müstakil zat›d›r. Öyle de, maddî ve manevî hayat-› Muhammediye (a.s.m.) dahi, hayattan ve 1. Seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize ö¤retti¤inden baflka bizim hiçbir bilgimiz yoktur. Sen her fleyi hakk›yla bilir, her ifli hikmetle yapars›n. (Bakara Suresi: 32.) aflire: dakikan›n on katrilyonda birine denir. Yani 10.000.000.000.000. 000 aflire bir dakikad›r. ayet-i kübra: en büyük ayet, en büyük delil. âyine: ayna. cevher: esas, maya, öz. cilve-i azam: en büyük tecelli, en büyük Rabbanî cilve. darp: çarpma. feyiz: ihsan, ba¤›fl, kerem. Furkan-› Azam: hakk› bat›ldan ay›ran en büyük ve muazzam kitap olan Kur’ân-› Kerîm. hadsiz: s›n›rs›z, sonsuz. halis: kat›fl›ks›z, saf, duru. hâs›l-› darp: çarp›m, çarpma iflinin neticesi. hayat-› Muhammediye:hz. Muhammed’in (a.s.m). hayat›. hazine-i rahmet: rahmet hazinesi. hikmet: ‹lâhî gaye, yüksek bilgi, fayda. hülâsa: bir fleyin özü, esas›, özeti. ‹sm-i Azam: Cenab-› Hakk›n bin bir isminden en büyük ve manaca di¤er isimleri kuflatm›fl olan›. ism-i Ferd: tek, yaln›z, efli bulunmayan anlam›nda Allah’›n bir ismi. ispat: kan›tlama, do¤rulama. ittihaz: edinme, kabul etme. kâinat: evren; yarat›lm›fl olan fleylerin tamam›, bütün âlemler. kat’î: kesin, flüpheye ve tereddüde mahal b›rakmayan. kemalât: kemaller, olgunluklar, mükemmellikler. Kur’ân-› kebir: Büyük Kur’ân-› Kerîm; kâinat. kusur: eksiklik, noksan, özür. maddî: madde ile alâkal›. manevî: manaya ait, maddî olmayan. mazhar: nail olma, flereflenme. muhatap: kendisine hitap olunan, söz söylenilen kimse. müstakil: tek kifli, tek olarak. nihayetsiz: sonsuz, s›n›rs›z. niyaz: yalvarma, yakarma. risalet-i Muhammediye: kâinat›n nuru ve fluuru olan Hz. Muhammed’in (asm) peygamberli¤i. ruh: dirilik kayna¤›, hayat›n temeli ve sebebi olan manevî varl›k. sabit: dura¤an, de¤iflmeyen; ispatlanm›fl. safî: halis, temiz. salât ü selâm : Hz. Peygambere dua; Hz. Muhammed’e Ashab›na, ailesine Allah’›n rahmet ve ma¤firetini, meleklerin isti¤far›n› ve mü’minlerin dualar›n› dileme. suret: biçim, flekil, tarz. flahsiyet-i maneviye: manevî flahsiyet, manevî kiflilik. fluur: ak›l, bilinç. fluur-i kâinat:kâinat›n fluuru, evrenin bilinci, anlay›fl›. tenzih: Allah’› flan›na lây›k olmayan fleylerden, her türlü eksik ve noksandan uzak ve yüce tutma, münezzeh sayma. umum: bütün. zat: kendi, as›l, öz. zat-› Ahmediye: Hz. Peygamberin zat›, kiflili¤i. Zat-› Ferd-i Ehad-i Samed:herfley kendisine muhtaç oldu¤u halde, kendisi hiçbir fleye muhtaç olmayan ve birli¤i herfleyde tecelli eden, tek ve ba¤›ms›z olan Allah. Zat-› Ferd-i Zülcelâl:sonsuz büyüklük sahibi, eflsiz, benzersiz olan Zat, Allah. zerrat: zerreler, atomlar. HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 21 HZ MUHAMMED 01 7/1/06 11:45 AM Page 22 ruh-i kâinattan süzülmüfl hülâsatü’l-hülâsad›r ve risalet-i Muhammediye (a.s.m.) dahi; kâinat›n his ve fluur ve akl›ndan süzülmüfl en safî hülâsas›d›r. Belki maddî ve manevî hayat-› Muhammediye (a.s.m.) dahi, âsâr›n›n flahadetiyle, hayat-› kâinat›n hayat›d›r. Ve risalet-i Muhammediye (a.s.m.), fluur-i kâinat›n fluurudur ve nurudur. Ve vahy-i Kur’ân dahi, hayattar hakaik›n›n flahadetiyle, hayat-› kâinat›n ruhudur ve fluur-i kâinat›n akl›d›r. âsâr: eserler. cihan:dünya, âlem. divane: deli, akl› bafl›nda olmayan. erkân-› imaniye: imana ait esaslar. eflref: en flerefli, daha flerefli, en iyi, en güzel. hakaik: hakikatler, do¤rular, gerçekler. hakikat: gerçek, do¤ru. hakikat-› Muhammediye: Hz Peygamberin manevî flahsiyeti, ‹slâmiyetin asl› ve esas›. harika: ola¤anüstü. hayat-› kâinat: kâinat›n hayat›. hayat-› Muhammediye:Hz. Muhammed’in (a.s.m) hayat›. hayattar: canl›, yaflayan. hülâsa: bir fleyin özü, esas›, özeti. hülâsatü’l-hülâsa: hülâsan›n hülâsas›, özünün özü. kâinat: evren; yarat›lm›fl olan fleylerin tamam›, bütün âlemler. k›yamet: bütün kâinat›n Allah taraf›ndan tayin edilen bir vakitte y›k›l›p mahvolmas›. küllî: bütüne ait olan, umumî, genel. küre-i arz: yer küre, dünya. liyakat: lây›k olma, ehliyet. maddî: madde ile alâkal›. mahlûkat: yarat›klar, Allah taraf›ndan yarat›lanlar. makam: büyük yer, mevkî. makam-› kudsî: kudsî, mukaddes makam. manevî: manaya ait, maddî olmayan. nur: ayd›nl›k, par›lt›, parlakl›k, ziya, ›fl›k, flule. risalet-i Muhammediye: kâinat›n nuru ve fluuru olan Hz. Muhammed’in (asm) peygamberli¤i. ruh: dirilik kayna¤›, hayat›n temeli ve sebebi olan manevî varl›k. Evet, evet, evet! E¤er kâinattan risalet-i Muhammediyenin (a.s.m.) nuru ç›ksa, gitse, kâinat vefat edecek. E¤er Kur’ân gitse, 1 kâinat divane olacak ve küre-i arz kafas›n›, akl›n› kaybedecek, belki fluursuz kalm›fl olan bafl›n› bir seyyareye çarpacak, bir k›yameti koparacak. Sözler, Yeni Asya Neflriyat, 2005, s. 182. ‚è ‹K‹ C‹HANIN EN PARLAK GÜNEfi‹ OLAN HAK‹KAT-‹ MUHAMMED‹YE Evet, Kur’ân’da zat-› Ahmediyeye en büyük makam vermek ve dört erkân-› imaniyeyi içine almakla 2 3 *G ’s pG n¬'dpG B’n rüknüne denk tutulan $G o∫ƒo°SnQlósªnfio risa- let-i Muhammediye (a.s.m.) kâinat›n en büyük hakikati ve zat-› Ahmediye (a.s.m.) bütün mahlûkat›n en eflrefi ve hakikat-i Muhammediye (a.s.m.) tabir edilen küllî flahsiyet-i maneviyesi ve makam-› kudsîsi iki cihan›n en parlak bir günefli oldu¤una ve bu harika makama liyakatine 1. Sevgili Peygamberimiz (a.s.m.), k›yamete yaklaflt›¤›nda Kur’ân’›n yeryüzünden çekilip al›naca¤›n› ifade buyurmufllard›r. (‹bni Mâce, Fiten: 26; ‹bni Hibban, Sahih, 15:267; Hâkim, Müs tedrek, 4:520, 587.) 2. Allah’tan baflka hiçbir ilâh yoktur. 3. Muhammed (a.s.m.) Allah’›n resulüdür. ruh-i kâinat: kâinat›n ruhu, can›. rükün: esas, kaide, prensip. sâfî: halis, temiz. seyyare: gezegen. flahadet: flahit olma, flahitlik, tan›kl›k. 22 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) flahsiyet-i maneviye: manevî flahsiyet, manevî kiflilik. fluur: ak›l, bilinç. fluursuz: idraksiz, bilgisiz. fluur-i kâinat:kâinat›n fluuru, evrenin bilinci, anlay›fl›. tabir: ifade, söz. vahy-i Kur’ân:‹lâhî vahiy, Allah taraf›ndan vahiy ile gelen emir ve yasaklar›n bütünü olan Kur’ân. vefat: ölen, ölüm, ölü. zat-› Ahmediye: Hz. Peygamberin zat›, kiflili¤i. HZ MUHAMMED 01 7/1/06 11:45 AM Page 23 dair pek çok hüccetleri ve emareleri kat’î bir surette Risale-i Nur’da ispat edilmifl. Binden birisi fludur ki: 1 pπpYÉnØrdÉnc oÖnÑ°sùdnG düsturuyla, bütün ümmetinin bütün zamanlarda iflledi¤i hasenat›n bir misli onun defter-i hasenat›na girmesi ve bütün kâinat›n hakikatlerini getirdi¤i nur ile nurland›rmas›, de¤il yaln›z cin ve insi ve mele¤i ve zîhayatlar›, belki kâinat› ve semavat› ve arz› minnettar eylemesi ve istidat lisan›yla nebatat›n dualar› ve ihtiyac-› f›trî diliyle hayvanat›n dualar› gözümüz önünde bilfiil kabul olmas›n›n flahadetiyle, milyonlar, belki ruhanîlerle beraber milyarlar f›trî ve reddedilmez dualar› makbul olan süleha-i ümmeti her gün o Zata (a.s.m.) salât ve selâm ünvan› ile rahmet dualar› ve manevî kazançlar›n› en evvel o Zata (a.s.m.) ba¤›fllamalar› ve bütün ümmetçe okunan Kur’ân’›n üç yüz bin hurufunun her birisinde on sevaptan tâ yüz, tâ bin hasene ve meyve vermesinden, yaln›z k›raat-i Kur’ân cihetiyle, defter-i a’maline hadsiz nurlar girmesi haysiyetiyle, o Zat›n (a.s.m.) flahsiyet-i maneviyesi olan hakikat-i Muhammediye (a.s.m.) istikbalde bir fiecere-i Tuba-i Cennet hükmünde olaca¤›n›, Allâmü’lGuyûb, bilmifl ve görmüfl ve o makama göre Kur’ân’›nda o azîm ehemmiyeti vermifl. Ve ferman›nda, ona tebaiyeti ve sünnet-i seniyesine ittiba ile flefaatine mazhariyeti en ehemmiyetli bir mesele-i insaniye göstermifl. Ve o haflmetli fiecere-i Tuban›n bir çekirde¤i olan flahsiyet-i befleriyetini ve bidayetteki vaziyet-i insaniyesini, ara s›ra nazara almas›d›r. Sözler, Yeni Asya Neflriyat, 2005, s. 745-746. 1. Bir fleye sebep olan onu iflleyen gibidir. Allâmü’l-Guyûb: gayb› bilen, görünmeyen fleyleri bilen, Allah. arz: yer, dünya. azîm: büyük. bidayet: bafllang›ç. bilfiil: bizzat yaparak. cihet: yön. cin: gözle görünmez, lâtif cisimlerden ibaret bir yarat›k. dair: alakal›, ilgili. defter-i a’mal: insanlar›n iflledi¤i ve yapt›¤› fleylerin kaydedildi¤i defter; amellerin defteri. defter-i hasenat: iyilikler, güzellikler defteri, insanlar›n yapt›¤› iyiliklerin yaz›ld›¤› manevî defter. düstur: kanun, kural, esas. ehemmiyet: önem, de¤er, k›ymet. emare: alâmet, belirti, niflan. ferman: emir, buyruk. f›trî: tabiî, do¤al. hadsiz: s›n›rs›z, sonsuz. hakikat-i Muhammediye: Hz Peygamberin manevî flahsiyeti, ‹slâmiyetin asl› ve esas›. hasenat: iyi ameller, iyi ifller, hay›rlar. hasene: iyilik, güzel ifl. haflmetli: ihtiflaml›, gösteriflli, heybetli. haysiyetiyle: bak›m›ndan, sebebiyle, itibar›yla. hayvanat: hayvanlar. hissedar: pay sahibi. huruf: harfler. hüccet: delil. hükmünde: de¤erinde, yerinde. ihtiyac-› f›trî: yarat›l›fl›n gere¤i olan ihtiyaç. ins: insan, befler, âdemo¤lu. istidat: kabiliyet, yetenek. istikbal: gelecek zaman. ittiba: uyma, itaat etme. kat’î: kesin. k›raat-i Kur’ân: Kur’an okumak. lisan: dil. makam: yer, mevki. makbul: kabul edilmifl, geçerli. manevî: maddî olmayan. mazhariyet: elde etme, nail olma, kavuflma, flereflenme. mesele-i insaniye: insana ait mesele, insanl›kla ilgili mesele. minnettar: bir iyili¤e karfl› teflekkür duygusu içinde olan. misil: kat; efl. nazar: dikkat. nebatat: bitkiler. rahmet: Allah’›n kullar›n› esirgemesi, onlara maddî ve manevî nimetler vermesi. salât: Hz. Peygambere dua; Hz. Muhammed’e Ashab›na, ailesine Allah’›n rahmet ve ma¤firetini, meleklerin isti¤far›n› ve mü’minlerin dualar›n› dileme. selâm: bar›fl, rahatl›k, selamet ve esenlik dileme. semavat: semalar, gökler. suret: biçim, flekil, tarz. süleha-i ümmet: ümmetin salihleri, iyi fleyler yapanlar, hay›rl› ifl sahipleri. sünnet-i seniye: Hz. Muhammed’in (a.s.m.) yüce sünneti; yüksek hâl, söz, tav›r ve tasvipleri. flahadet: flahit olma, flahitlik, tan›kl›k. flahsiyet-i befleriyet: insanl›¤a ait özel haller, karakterler. flahsiyet-i maneviye: manevî flahsiyet, manevî kiflilik. fiecere-i Tuba: Cennetteki Tuba a¤ac›. fiecere-i Tuba-i Cennet: Cennette Sidre’de bulunan ve dallar› bütün Cenneti gölgeleyen Tuba a¤ac›. flefaat: günahkâr bir kimsenin aff›n› Allah’tan niyaz etme. tebaiyet: tâbîlik, tâbi olma, uyma. ümmet: Müslümanlar›n tamam›; bütün Müslümanlar. vaziyet-i insaniye: insan›n vaziyeti, tarz ve hareketi. zîhayat: hayat sahibi. HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 23 HZ MUHAMMED 01 7/1/06 11:45 AM Page 24 BÜTÜN RESULLER‹N SEYY‹D‹, BÜTÜN ENB‹YANIN ‹MAMI OLAN HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) Hem, hiç mümkün olur mu ki, nihayet kemalde olan bir cemal, gösterici ve tarif edici bir vas›ta ile kendini göstermek istemesin? Hem, mümkün olur mu ki, gayet cemalde bir kemal-i sanat, onun üzerine enzar-› dikkati celp eden bir dellâl vas›tas›yla teflhir istemesin? acip: tuhaf, hayrette b›rakan. arz: sunma. âyinedarl›k: aynal›k yapma, gösterme. beyan: bildirme, aç›klama, söyleme. celp: çekme, çekifl, kendine çekmek. cemal: güzellik. cemal-i esma: isimlerin güzelli¤i; Cenab-› Allah’›n isimlerinin güzelli¤i ve güzelli¤inin par›lt›lar›. cihet: yön; sebep, vesile. cüz’iyat: ehemmiyetsiz, de¤ersiz, ufak tefek fleyler. dellâl: ilân edici; hakka davet eden. dergâh-› ‹lâhî: ‹lâhî dergâh, s›¤›nak, Allah kat›. enbiya: nebiler, kitap verilmemifl peygamberler. enzar-› dikkat: dikkat bak›fllar›, dikkatli bak›fllar. enzar-› halk: halk›n bak›fllar›, nazar›. garip: tuhaf, hayret verici. gayet: son derece. habip: seven, dost. hazine: zengin ve de¤erli kaynak. hüsün: ‹lâhî güzellik. hüsn-i zatî: zat›n›n güzelli¤i, bir fleyin zat›nda güzellik olmas›. ilân: yayma, duyurma, bildirme. imam: önder. irade: dileme, isteme, bir fleyi yap›p yapmama konusunda için olan iktidar, güç. izhar: gösterme, a盤a vurma. kemal: olgunluk, fazilet. kemalât: kemaller, olgunluklar, mükemmellikler. kemal-i sanat: sanattaki mükemmellik. kesret: çokluk. k›ymettar: k›ymetli, de¤erli. kurbiyet: yak›nl›k, yak›n olma, yak›nl›k kazanma. letaif: güzellikler, incelikler. mahlûkat: yarat›klar, Allah taraf›ndan yarat›lanlar. Hem, hiç mümkün olur mu ki, bir rububiyet-i ammenin saltanat-› külliyesi, kesret ve cüz’iyat tabakat›nda, vahdaniyet ve samedâniyetini zülcenaheyn bir mebus vas›tas›yla ilân›n› istemesin? Yani, o zat, ubudiyet-i külliye cihetiyle kesret tabakat›n›n dergâh-› ‹lâhiye elçisi oldu¤u gibi, kurbiyet ve risalet cihetiyle dergâh-› ‹lâhînin kesret tabakat›na memurdur. Hem, hiç mümkün olur mu ki, nihayet derecede bir hüsnüzatî sahibi, cemalinin mehasinini ve hüsnünün letaifini âyinelerde görmek ve göstermek istemesin? Yani, bir habip resul vas›tas›yla—ki, hem habiptir, ubudiyetiyle kendini Ona sevdirir, âyinedarl›k eder; hem resuldür, Onu mahlûkat›na sevdirir—cemal-i esmas›n› gösterir. Hem, hiç mümkün olur mu ki, acip mu’cizelerle, garip ve k›ymettar fleylerle dolu hazineler sahibi, sarraf bir tarif edici ve vassaf bir teflhir edici vas›tas›yla enzar-› halka arz ve bafllar›nda izhar etmekle, gizli kemalât›n› beyan etmek irade etmesin ve istemesin? mebus: Allah taraf›ndan peygamber olarak gönderilmifl olan. mehasin: güzellikler, iyilikler. mu’cize: benzerini yapmaktan insanlar›n aciz kald›¤› fley. nihayet: son derece; son. resul: Allah’›n elçisi, kitap verilmifl peygamber. risalet: elçilik, resullük, peygamber olarak gönderilme. rububiyet-i amme: Cenab-› Allah’›n her fleyi içine alan terbiye edicili¤i. 24 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) saltanat-› külliye: her fleyi kuflatan, hükmeden saltanat. Samedâniyet: her fley kendisine muhtaç oldu¤u hâlde, Allah’›n hiç bir fleye muhtaç olmamas›. sarraf: kiflinin veya eflyan›n de¤erini, k›ymetini anlayan, bilen. seyyid: efendi. tabakat: katmanlar, tabakalar. tarif: bir fleyi bütün vas›flar›n› içine alacak flekilde anlatma. teflhir: ilân etme, herkese duyurma, gösterme. ubudiyet: kulluk. ubudiyet-i külliye: büyük, genifl ve umumî kulluk. vahdaniyet: Allah’›n birli¤i ve varl›¤›, Allah’›n bir oluflu. vas›ta: vesile, neden, arac›. vassaf: vas›fland›ran, vas›flar›n› bildirerek anlatan veya öven. zat: ululuk sahibi kifli, flah›s. zülcenaheyn: dünya ve ahiret bilgisine sahip olan. HZ MUHAMMED 01 7/1/06 11:45 AM Page 25 Hem, mümkün olur mu ki, bu kâinat› bütün esmas›n›n kemalât›n› ifade eden masnuatla tezyin ederek seyir için garip ve ince sanatlarla süslenilmifl bir saraya benzetsin de, rehber bir muallim tayin etmesin? 1 Hem, hiç mümkün olur mu ki, bu kâinat›n sahibi, flu kâinat›n tahavvülât›ndaki maksat ve gaye ne olaca¤›n› müfl’ir t›ls›m-› mu¤lâk›n›, hem mevcudat›n “Nereden? Nereye? Necisin?” üç sual-i müflkülün muammas›n› bir elçi vas›tas›yla açt›rmas›n? Hem, hiç mümkün olur mu ki, bu güzel masnuat ile kendini zîfluura tan›tt›ran ve k›ymetli nimetler ile kendini sevdiren Sâni-i Zülcelâl, onun mukabilinde zîfluurdan marziyat› ve arzular› ne oldu¤unu bir elçi vas›tas›yla bildirmesin? Hem, hiç mümkün olur mu ki, nev-i insan› fluurca kesrete müptelâ, istidatça ubudiyet-i külliyeye müheyya suretinde yarat›p, muallim bir rehber vas›tas›yla onlar› kesretten vahdete yüzlerini çevirmek istemesin? Daha bunlar gibi çok vezaif-i nübüvvet var ki, her biri bir bürhan-› kat’îdir ki, ulûhiyet risaletsiz olamaz. fiimdi, acaba âlemde Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâmdan, beyan olunan evsaf ve vezaife, daha ehil ve daha cami kim zuhur etmifl? Ve rütbe-i risalete ve vazife-i tebli¤e ondan daha elyak, daha evfak, hiç zaman göstermifl midir? Hay›r, asla ve kat’a! Belki o, bütün resullerin seyyididir, bütün enbiyan›n imam›d›r, bütün 1. Bkz. ‹bni Mâce, Mukaddime: 17; Darimî, Mukaddime: 32. âlem: dünya, cihan; bütün yarat›lm›fllar. aleyhissalâtü vesselâm: Salât ve selâm onun üzerine olsun. arzu: istek, heves, niyet. beyan: anlatma, aç›klama. bürhan-› kat’î: kat’î, kesin delil; en sa¤lam, fleksiz delil, her hangi bir flüphe b›rakmayan delil. cami: toplayan, içine alan, kapsayan. ehil: maharetli, usta, kabiliyetli, becerikli. elyak: daha (en) lay›k olan. enbiya: nebîler, peygamberler. esma: adlar, isimler. evfak: daha, en, çok muvaf›k, pek uygun. evsaf: vas›flar, nitelikler, özellikler. garip: tuhaf, hayret verici. imam: önde ve ileride olan, delil, rehber. istidat: yarat›l›fltan olan ve zamanla gelifltirilen kabiliyet, bir fleyin kabulüne ve kazan›lmas›na olan f›trî meyil. kâinat: evren; yarat›lm›fl olan fleylerin tamam›, bütün âlemler. kat’a: hiç bir vakit, asla. kemalât: kemaller, olgunluklar, mükemmellikler. kesret: çokluk. maksat: kas›t, amaç, düflünce. marziyat: raz› olunacak fleyler, Allah’›n r›zas›na dair olanlar, Allah’›n r›zas›na mazhar olacak hâl ve hareketler. masnuat: sanatla yap›lm›fl fleyler. mevcudat: mevcutlar, var olan her fley, mahlûklar. muallim: ders veren, ö¤reten. muamma: kar›fl›k, manas› zor anlafl›l›r fley, anlafl›lmayan, anlam› gizli ve güç anlafl›l›r söz. Muhammed-i Arabî: Araplar›n içinden ç›kan Peygamberimiz Muhammed (asm). mukabil: karfl›l›k. müheyya: haz›r, haz›rlanm›fl, amade. müptelâ: tutulmufl, tutkun, ba¤›ml›. müfl’ir: gösteren, haber veren, bildiren. nev’i insan: insan türü, insano¤lu. nimet: lütuf, ihsan, ba¤›fl. resul: Allah’›n elçisi, peygamber. risalet: elçilik, resullük, peygamber olarak gönderilme. rütbe-i risalet: risalet mertebesi, peygamberlik rütbesi. Sâni-i Zülcelâl: sonsuz büyüklük sahibi ve her fleyi sanatla yaratan Allah. seyir: uzaktan bakma, kar›flmama. seyyid: efendi, en önde olan. sual-i müflkül: zor, çetin soru. suret: biçim, flekil, tarz. fluur: ak›l, bilinç. tahavvülât: tahavvüller, de¤iflmeler. tayin: vazifeye gönderme, bir ifle yerlefltirme, atama. tezyin: bezeme, donatma. t›ls›m-› mu¤lâk: anlafl›lmas› zor, kapal›, gizli s›r. ubudiyet-i külliye: büyük, genifl ve umumî kulluk. ulûhiyet: ilâhl›k, Allahl›k; her fleyin mutlak yarat›c›s› ve hükmedicisi olufl. vahdet: birlik ve teklik. vas›ta: vesile, neden, arac›. vazife-i tebli¤: tebli¤ vazifesi, Allah’›n bildirdi¤i emir ve yasaklar› insanlara ulaflt›rma vazifesi. vezaif: vazifeler, ifller. vezaif-i nübüvvet: Peygamberlik vazifeleri. zîfluur: fluurlu, ak›ll›, bilinç sahibi. zuhur: ortaya ç›kma. HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 25 HZ MUHAMMED 01 7/1/06 11:45 AM Page 26 asfiyan›n serveridir, bütün mukarrebînin akrebidir, bütün mahlûkat›n ekmelidir, bütün mürflitlerin sultan›d›r. Evet, ehl-i tahkikat›n ittifak›yla, flakk-› kamer ve parmaklar›ndan su akmas› gibi bine bali¤ mu’cizat›ndan had ve hesaba gelmez delâil-i nübüvvetinden baflka, Kur’ân-› Azîmüflflan gibi bir bahr-i hakaik ve k›rk vecihle mu’cize olan mu’cize-i kübra günefl gibi risaletini göstermeye kâfidir. Sözler, Yeni Asya Neflriyat, 2005, s. 104-106. ‚è BAfiTA HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) BÜTÜN PEYGAMBERLER‹N DAVASI ‹MANIN ESASLARIDIR akreb: en yak›n, daha yak›n, çok yak›n. aleyhimüsselâm: Allah’›n selâm› onlar›n üzerine olsun. asfiya: safiyet ve takva sahibi olan, Hz. Peygamberin (a.s.m) vârisi hükmünde, onun meslek ve gayelerini hayata geçirmeye çal›flan âlim zatlar. bahr-i hakaik: apaç›k hakikatler denizi, gerçekler, denizi. bali¤: ulaflm›fl, eriflmifl. dava: takip edilen fikir, iddia. delâil-i nübüvvet: peygamberlik delilleri, peygamberli¤in hak oldu¤unu ispatlayan deliller. delil: kan›t, tan›k, burhan. ehl-i tahkikat: araflt›rma yapanlar, soruflturanlar. ekmel: daha (en, pek) mükemmel, en olgun, kusursuz ve eksiksiz olan. had: s›n›r, ölçü. hakkaniyet: hak ve adalete uygunluk, hak ve do¤ruluktan ayr›lmama. hüccet: delil, flahit. iman: inanç, itikat. iman-› bilahiret: ahirete iman. iman-› billâh: Allah’a inanma, Allah’›, onun kâinatta tecelli eden bütün s›fat ve isimleriyle beraber kabul ederek Ona inanma. ispat: kan›tlama, do¤rulama. ittifak: birleflme, fikir birli¤i etme. kâfi: yeterli. Baflta Kur’ân, bütün semavî kitaplar ve suhuflar ve baflta Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm olarak, bütün peygamberler (aleyhimüsselâm), bütün davalar› befl alt› esas üzerine dönüyorlar, mütemadiyen o esaslar› ders vermeye ve ispat etmeye çal›fl›yorlar. Onlar›n peygamberliklerine ve do¤ruluklar›na flahadet eden bütün hüccetler ve deliller, o esaslara bak›yorlar. Onlar›n hakkaniyetlerine kuvvet veriyorlar. O esaslar ise, iman-› billâh ve iman-› bilahiret ve sair rükünlere imand›r. fiualar, Yeni Asya Neflriyat, 2005, s. 378. ‚è Kur’ân-› Azîmüflflan: flan ve flerefi yüce olan Kur’ân. mahlûkat: yarat›klar, Allah taraf›ndan yarat›lanlar. mu’cizat: mu’cizeler, Allah taraf›ndan verilip, yaln›z peygamberlerin gösterebilecekleri büyük harika ifller. mu’cize: benzerini yapmaktan insanlar›n âciz kald›¤› fley. mu’cize-i kübra: en büyük mu’cize. mukarrebîn: Allah’a yak›n olanlar. 26 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) mürflit: irflat eden, do¤ru yolu gösteren, rehber, k›lavuz. mütemadiyen: sürekli olarak, devaml›. peygamber: Allah taraf›ndan haber getirerek ‹lahî emir ve yasaklar› insanlara tebli¤ eden elçi, nebi. risalet: elçilik, resullük, peygamber olarak gönderilme. rükün: esas, kaide, prensip. sâir: di¤er, baflka, öteki. semavî: semaya ait, gökten gelen. server: bafl, baflkan, reis. suhuf: dört büyük kitap d›fl›nda sahifeler fleklinde, baz› peygamberlere vahiy ile gelen emirler. flahadet: flahit olma, flahitlik, tan›kl›k. flakk-› kamer: ay›n ikiye bölünmesi; Hz. Muhammed’in (a.s.m) Cenab-› Hakk›n izniyle, bir parmak iflaretiyle ay› ikiye bölmesi suretiyle gösterdi¤i büyük mu’cize. vecih: cihet, yön. HZ MUHAMMED 01 7/1/06 11:45 AM Page 27 ALLAH’A ‹MANIN DEL‹LLER‹ HAK‹KAT-‹ MUHAMMED‹YEY‹ DAH‹ ‹SPAT EDER Hem, hiçbir cihet-i imkân› var m› ve hiç ak›l kabul eder mi ki, bütün masnuat›yla kendini tan›tt›rana ve sevdirene ve teflekkürat› fiilen ve hâlen isteyene mukabil, kâinat› velveleye veren hakikat-i Kur’âniye ile, zülcelâl o Sanatkâr› ekmel bir tarzda tan›y›p ve tan›tt›r›p ve sevip ve sevdirip ve teflekkür edip ve ettirip ve 1 oônÑrcn G *nG @ ! oórªnërdnG @ $G n¿ÉnërÑ°oS ’ler ile küre-i arz› se- mavata iflittirecek derecede konuflturup ve kara ve denizleri cezbeye getirecek bir vaziyetle, bin üç yüz sene zarf›nda, nev-i beflerin kemiyeten beflten birisini ve keyfiyeten ve insaniyeten yar›s›n› arkas›na al›p, o Hâl›k’›n bütün tezahürat-› rububiyetine genifl ve külli bir ubudiyetle mukabele eden ve bütün makas›d-› ‹lâhiyesine karfl› Kur’ân’›n sureleriyle kâinata ve as›rlara ba¤›ran, ders veren, dellâll›k eden ve nev-i insan›n flerefini ve k›ymetini ve vazifesini gösteren ve bin mu’cizat›yla tasdik edilen Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm, en müntehap mahlûku ve en mükemmel elçisi ve en büyük resulü olmas›n? Hâflâ ve kellâ, yüz bin defa hâflâ! Demek riyle 3 2 *G ’s pG n¬'dpG nB’ r¿nG oón¡r°TnG hakikati, bütün hüccetle- $G o∫ƒo°SnQ Gkósªnëoe s¿nG oón¡r°TnG hakikatini ispat eder. fiualar, Yeni Asya Neflriyat, 2005, s. 375-376. ‚è 1. Allah her türlü kusur ve noksandan uzakt›r. · Ezelden ebede kadar her türlü hamd ve flükür Allah’a mahsustur. · Allah en büyüktür, en yücedir. 2. Allah’tan baflka hiçbir ilâh bulunmad›¤›na flahitlik ederim. 3. Hz. Muhammed’in, Allah’›n elçisi oldu¤una flahitlik ederim. Allahü ekber: Allah en büyük yin olabilirlik taraf›, yönü. siz. ve en yücedir. elhamdülillâh: Allah’a hamd defa: kere, kez, yol. as›r: yüzy›l. dellâl: ilân edici; hakka davet olsun, hamd Allah’a aittir. fiilen: fiille, davran›fl ve harecezbe: çekme, çekim; heye- eden. ketle. can, coflkunluk. ekmel: daha (en, pek) kâmil, cihet-i imkân: mümkün ol- mükemmel ve kusursuz olan, hakikat: gerçek, esas. ma yönü, imkân taraf›. bir fle- en uygun, en olgun, en eksik- hakikat-i Kur’âniye: Kur’ân’›n hakikati, Kur’ân’›n ifade etti¤i gerçek. hakikat-i Muhammediye: Hz. Muhammed’in varl›k gayesi, mahiyeti, manevî flahsiyeti, asl› esas›. Hâl›k: yoktan yaratan, her fleyi yoktan var eden, yarat›c›; Allah. hâflâ: asla, kat’iyen, hiç bir vakit. hüccet: delil. iman: inanma, itikat. insaniyeten: insanl›k bak›m›ndan, insanl›k mahiyeti itibar›yla. ispat: kan›tlama, do¤rulama. kâinat: evren; yarat›lm›fl olan fleylerin tamam›, bütün âlemler. kellâ: hiç bir zaman, asla, kat’iyen, kesinlikle. kemiyeten: say› itibar›yla, say›ca. keyfiyeten: keyfiyet yönünden, nitelik ve özellik bak›m›ndan. k›ymet: de¤er. küllî: bütüne ait olan, umumî, genel. küre-i arz: yer küre, dünya. mahlûk: yarat›k, Allah taraf›ndan yarat›lm›fl olan. makas›d-› ‹lâhîye: Allah’›n maksatlar›, yarat›c›n›n gayeleri. masnuat: sanatla yap›lm›fl fleyler. mu’cizat: mu’cizeler, Allah taraf›ndan verilip, yaln›z peygamberlerin gösterebilecekleri büyük harika ifller. mukabele: karfl›l›k verme. mukabil: karfl›l›k. müntehap: seçilmifl, seçkin, güzide, mümtaz. nev-i befler: insano¤lu, insanlar. nev-i insan: insan türü, insano¤lu. resul: Allah’›n elçisi, peygamber. sanatkâr: sanatç›, usta. semavat: semalar, gökler. sure: Kur’ân-› Kerîm’in ayr›ld›¤› 114 bölümden her biri. sübhanallah: Allah her türlü eksiklikten uzak ve bütün üstün s›fatlara sahiptir demek, tesbih etmek. fleref: onur, haysiyet. tarz: biçim, flekil. tasdik: do¤rulama, onaylama. teflekkürat: teflekkürler, minnet, memnuniyt ve flükür ifade etmeler. ubudiyet: kulluk. vaziyet: durum. velvele: gürültü, pat›rt›, yaygara. zarf›nda: süresince. Zülcelâl: celâl sahibi, büyüklük, izzet, heybet ve azamet sahibi Allah. HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 27 HZ MUHAMMED 01 7/1/06 11:45 AM Page 28 TEVH‹D, NÜBÜVVET-‹ AHMED‹YEY‹ ‹SPAT EDER ‹’lem eyyühe’l-aziz! Nübüvvet-i Ahmediyeyi (a.s.m.) ispat eden delillerden biri de tevhiddir. Evet, meratibiyle tevhid bayra¤›n› kâinat›n en üst tepesi üstünde dikmifl olan ve enzar-› âleme karfl› makamlar›yla beraber tevhide dellâll›k eden ve enbiyan›n mücmel b›rakt›klar› hakaik› tafsilât›yla beyan eden ve aç›klayan, ancak ve ancak Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmd›r. Binaenaleyh, tevhidin hakikat ve kuvveti nispetinde, nübüvvet-i Ahmediye (a.s.m.) hak ve hakikattir. Mesnevî-i Nuriye, Yeni Asya Neflriyat, 2004, s. 159. ‚è KEL‹ME-‹ fiAHADET‹N ‹K‹ KELÂMI B‹RB‹R‹N‹ GEREKT‹R‹R Saniyen: Mektubunuzda “Mücerret midir? Yani, 2 1 *G ’s pG n¬'dpG =’' kâfi $G o∫ƒo°SnQ lósªnëoe demezse ehl-i necat olabi- lir mi?” diye, di¤er bir maksad› soruyorsunuz. Bunun cevab› uzundur. aleyhissalâtü vesselâm: salât ve selâm onun üzerine olsun. beyan: anlatma, aç›klama. binaenaleyh: bundan dolay›, bunun üzerine. delil: kan›t, tan›k, bürhan. dellâl: ilân edici; hakka davet eden. ehl-i necat: kurtulufl ehli, kurtulanlar, selâmete erenler. enbiya: nebiler, peygamberler. enzar-› âlem: âlemin dikkati, nazar›. hakaik: hakikatler, do¤rular, gerçekler. hakikat: gerçek, do¤ru. Hatemü’l-Enbiya: peygamberlerin en sonuncusu Hz. Muhammed (a.s.m). i’lem eyyühe’l- aziz: ey aziz kardeflim bil ki. ispat: kan›tlama, do¤rulama. kâfi: yeterli. kâinat: evren; yarat›lm›fl olan fleylerin tamam›, bütün âlemler. kelâm: söz, lâf›z. kelime-i flahadet: flahadet keli- Yaln›z flimdi bu kadar deriz ki: Kelime-i fiahadetin iki kelâm› birbirinden ayr›lmaz, birbirini ispat eder, birbirini tazammun eder, birbirsiz olmaz. Madem Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm Hatemü’l-Enbiyad›r, bütün enbiyan›n vârisidir; elbette bütün 1. Allah'tan baflka hiçbir ilâh yoktur. (Kelime-i fiahadetin birinci kelimesi.) 2. Muhammed (a.s.m.) Allah’›n resulüdür. (Kelime fiahadetin ikinci kelimesi.) mesi, flahadet ifadesini hülâsa eden “eflhedü en lâ ilâhe illâllah ve eflhedü enne Muhammeden abdühü ve Resulüh” cümlesi. madem: de¤il mi ki. makam: büyük yer, mevki. meratip: mertebeler, basamaklar, kademeler, dereceler, rütbeler. 28 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) mücerret: tecrit edilmifl, yaln›z, tek. mücmel: öz olarak anlat›lm›fl, k›sa ve az sözle ifade edilmifl, öz, özet. nispetinde: oran›nda, ölçüsünde. nübüvvet-i Ahmediye: Hz. Muhammed’in (a.s.m) peygamberli¤i. peygamber: Hazret-i Muhammed. saniyen: ikinci olarak. tafsilât: tafsiller, aç›klamalar, izahlar. tazammun: ihtiva etme, içine alma, içinde bulundurma. tevhid: Allah’›n bir oldu¤una inanma, birleme. vâris: mirasç›. HZ MUHAMMED 01 7/1/06 11:45 AM Page 29 vusul yollar›n›n bafl›ndad›r. Onun cadde-i kübras›ndan hariç hakikat ve necat yolu olamaz. Umum ehl-i marifetin ve tahkikin imamlar›, Sadi-i fiirazî gibi derler: @ räÉnénf p√GnônH ipór©n°S pâr°ùndÉnëoe 1 Hem 2 »nØn£°rüoe »p>rQnO rõoL r¿nOrôoH rônØnX s…pósªnëoŸrG nêÉn¡ræpŸrG ’s pG lOhoó°rùne p¥oôt£dG tπoc demifller. Fakat bazen oluyor ki, cadde-i Ahmediyede (a.s.m.) gittikleri hâlde, bilmiyorlar ki cadde-i Ahmediyedir ve cadde-i Ahmediye dahilindedir. Mektubat, Yeni Asya Neflriyat, 2005, s. 560. ‚è TEVH‹D‹N BÜRAN-I NATIKI OLAN HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) Otuz ‹kinci Pencere /¬u∏oc pøjuódG ¤n nY o√nôp¡r¶o«dp u≥n◊r G pøj/Ohn …'óo¡rdÉpH o¬ndƒo°SnQ πn n°SrQnG …=/òsdGnƒog Ék©«/ªnL rºoµ«r ndpG $G o∫ƒo°SnQ uÊpG ¢oSÉæs dG Én¡`t jn G BÉjn rπob @Gkó«/¡n°T $ÉpH⋲'Ønchn 3 4 oâ«/ªojhn »/«rëoj ƒn og’ps G n¬'dpG B’n ¢pVQr ’n r Ghn päGnƒ'ª°sùdG o∂r∏oe o¬nd …/òsdp¿G 1. Ey Sadi! Muhammed’i (a.s.m.) örnek almadan bir kimsenin selâmet ve safa yolunu bulmas› imkâns›zd›r. 2. Bütün yollar kapal›d›r; ancak Hazret-i Muhammed’in (a.s.m.) yolu aç›kt›r. 3. Bütün dinlere üstün k›lmak üzere Resulünü hidayet ve hak din ile gönderen Odur. Buna flahit olarak Allah yeter. (Fetih Suresi: 28.) 4. De ki: Ey insanlar! Ben sizin hepinize, göklerin ve yerin sahibi olan Allah’›n gönderdi¤i peygamberim. Ondan baflka ibadete lây›k hiçbir ilâh yoktur. Dirilten de Odur, öldüren de. (A’raf Suresi: 158.) bürhan-› nat›k: konuflan de- hammed’in (a.s.m) gitti¤i ve cadde, en selametli yol, lil; Allah’›n varl›¤›n› ispat eden tarif etti¤i cadde; Kur’ân ve Kur’an yolu. Hz. Muhammed (asm). sünnet yolu. dâhil: iç, içerisi. cadde-i Ahmediye: Hz. Mu- cadde-i kübra: en büyük ehl-i marifet: bilim, hüner ve sanat sahibi kifliler; usta ve mahir olanlar. hakikat: gerçek, do¤ru. hariç: d›fl›nda. imam: önder, rehber. necat: kurtulufl, kurtulma. sema-i risalet: peygamberlik semas›, gö¤ü. tahkik: inceleme, araflt›rma. tevhid: Allah’›n bir oldu¤una inanma, birleme. umum: bütün, herkes. vusul: ulaflma, eriflme, yetiflme. HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 29 HZ MUHAMMED 01 7/1/06 11:45 AM Page 30 fiu Pencere sema-i risaletin günefli, belki günefller günefli olan Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm›n penceresidir. fiu gayet parlak ve pek büyük ve çok nuranî Pencere, Otuz Birinci Söz olan Miraç Risalesiyle, On Dokuzuncu Söz olan Nübüvvet-i Ahmediye (Aleyhissalâtü Vesselâm) Risalesinde ve on dokuz iflaretli olan On Dokuzuncu Mektupta ne derece nuranî ve zahir oldu¤u ispat edildi¤inden, o iki Sözü ve o Mektubu ve o Mektubun On Dokuzuncu ‹flaretini bu makamda düflünüp, sözü onlara havale edip, yaln›z deriz ki: Tevhidin bir bürhan-› nat›k› olan Zat-› Ahmediye Aleyhissalâtü Vesselâm risalet ve velâyet cenahlar›yla, yani kendinden evvel bütün enbiyan›n tevatürle icmalar›n› ve ondan sonraki bütün evliyan›n ve asfiyan›n icmakârâne tevatürlerini tazammun eden bir kuvvetle, bütün hayat›nda, bütün kuvvetiyle vahdaniyeti gösterip, ilân etmifl ve âlem-i ‹slâmiyet gibi genifl, parlak, nuranî bir pencereyi, marifetullaha açm›flt›r. ‹mam-› Gazalî, ‹mam-› Rabbanî, Muhyiddin-i Arabî, Abdülkadir-i Geylânî gibi milyonlar muhakkikîn-i asfiya ve s›dd›kîn o pencereden bak›yorlar, baflkalar›na da gösteriyorlar. âlem-i ‹slâmiyet: ‹slam alemi, ‹slam dünyas›. aleyhissalâtü vesselâm: Salât ve selâm onun üzerine olsun. asfiya: safiyet ve takva sahibi olan, Hz. Peygamberin (asm) vârisi hükmünde, onun meslek ve gayelerini hayata geçirmeye çal›flan âlim zatlar. bürhan-› nat›k: konuflan delil; Allah’›n varl›¤›n› ispat eden Hz. Muhammed (a.s.m). cenah: kanat, taraf, k›s›m. enbiya: nebîler, peygamberler. evliya: veliler, Allah dostlar›. evvel: önce. gayet: son derece. havale: bir fleyi baflkas›n›n üstüne b›rakma. icma: fikir birli¤i etme, görüfl birli¤ine varma. icmakârâne: söz birli¤i edercesine, bir mesele üzerinde birleflircesine. ilân: yayma, duyurma, bildirme. Acaba böyle bir pencereyi kapatacak bir perde var m›? Ve onu ittiham edip, bu pencereden bakmayan›n akl› var m›? Haydi, sen söyle! Sözler, Yeni Asya Neflriyat, 2005, s. 1122-1123. ‚è ispat: kan›tlama, do¤rulama. ittiham: suç alt›nda bulunma, töhmetli olma. makam: yer, mevki. marifetullah: Allah’› tan›ma, anlama, bilme. Miraç: Peygamberimiz Hz. Muhammed (asm) Efendimizin, Recep ay›n›n 27. gecesinde Cenab-› Hakk›n huzuruna ruhen, cismen, hâlen ç›kmas› mu’cizesi. muhakkikîn-i asfiya ve s›dd›kîn: asfiya ve s›dd›klar›n 30 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) muhakkik olanlar›, yani safî kalpli, her fleyin gerçe¤ini araflt›r›p bulan ve inanc›na samimiyetle ba¤l›, özü sözü do¤ru büyük islâm âlimleri. nuranî: nurlu, ›fl›kl›, parlak, münevver. nübüvvet-i Ahmediye: Hz. Muhammed’in (a.s.m) peygamberli¤i. risale: Risale-i Nur Külliyat›n› meydana getiren kitaplardaki her bir ba¤›ms›z bölüm. risalet: elçilik, resullük, pey- gamber olarak gönderilme. tazammun: ihtiva etme, içine alma, içinde bulundurma. tevatür: bir haberin a¤›zdan a¤›za dolaflarak yay›lmas›. tevhid: Allah’›n bir oldu¤una inanma, birleme. vahdaniyet: Allah’›n birli¤i ve varl›¤›, Allah’›n bir oluflu. velâyet: velîlik, ermifllik, Allah dostlu¤u. zahir: aç›k, aflikâr. zat-› Ahmediye: Hz. Peygamberin zat›, kiflili¤i. HZ MUHAMMED 01 7/1/06 11:45 AM Page 31 GÜNEfi G‹B‹ Afi‹KÂR OLAN NÜBÜVVET-‹ MUHAMMED‹YE (A.S.M.) ‹’lem eyyühe’l-aziz! Kur’ân’›n ayetleri birbirini tefsir etti¤i gibi, bu kitab-› âlemin de bir k›sm› di¤er bir k›sm›n› izah ediyor. Meselâ, maddiyat âlemi, Cenab-› Hakk›n envar-› nimetini cezbetmek için, hakikî bir ihtiyaç ile flemse muhtaç oldu¤u gibi; âlem-i maneviyat dahi, rahmet-i ‹lâhiyenin ziyalar›n› almak için, flems-i nübüvvete muhtaçt›r. Binaenaleyh, Resul-i Ekrem’in (a.s.m.) nübüvveti, flemsin kat’iyet ve vuzuhu derecesinde kat’î ve vaz›ht›r. Mesnevî-i Nuriye, Yeni Asya Neflriyat, 2006, s. 223. ‚è BÜRHAN-I SÂN‹‹N EN BÜYÜ⁄Ü OLAN NÜBÜVVET-‹ MUHAMMED‹YE (A.S.M.) Tembih Ey birader! E¤er bürhan-› Sâniin su¤ras› senin sahife-i zihninde intikafl etmifl ise, haz›r ol, kübrâs› olan nübüv vet-i Muhammed’in (a.s.m.) bahsine geçiyoruz. ‹flaret ve ‹rflat Kübra sad›kt›r. Zira sahife-i itibar-› âlemde menkufl olan âsâr-› enbiyay› mütalâa etsen ve lisan-› tarihte cereyan eden ahvallerini dinlersen ve hakikati, yani ahval: haller, durumlar. âlem: dünya. âlem-i maneviyat: mana âlemi, görünmeyen âlem. âsâr-› enbiya:peygamber eserleri, peygamberlerin b›rakt›klar› izler. aflikâr: aç›k, belli, meydanda. ayet: Kur’ân’›n her bir cümlesi. bahis: konu. binaenaleyh: bundan dolay›, bunun üzerine. birader: kardefl. bürhan-› Sâni:Yarat›c›n›n kesin flahidi, kan›t›. Cenab-› Hak: Allah; do¤ru, gerçek, Hakk›n tâ kendisi olan, fleref ve azamet sahibi yüce Allah. cereyan: olma, meydana gelme. cezp: kendine do¤ru çekme, çekilme. envar-i nimet:nimet nurlar›, nimet par›lt›lar›. hakikat: gerçek, do¤ru. hakikî: gerçek. i’lem eyyühe’l- aziz: ey aziz kardeflim bil ki. intikafl: nakfledilme, nakflolunma, kaz›lma, çizilme. irflat: do¤ru yolu gösterme, gafletten uyand›rma. izah: aç›klama, ayr›nt›lar› ile anlatma. kat’î: kesin, flüpheye ve tereddüde mahal b›rakmayan. kat’iyet: kat’îlik, kesinlik. kitab-› âlem: âlem kitab›, bir kitap hüviyetinde olan âlem, kâinat. kübra: büyük olan. lisan-› tarih:tarih dili, tarihi anlatan. maddiyat: maddî ve cismanî fleyler, gözle görülüp elle tutulur cinsten fleyler. menkufl: nakflolunmufl, ifllenmifl, nak›fl yap›lm›fl, boya ile süslenmifl. meselâ: örne¤in. muhtaç: gerek duyan. mütalâa: dikkatli okuma, tetkik etme. nübüvvet: nebîlik, peygamberlik, Allah elçili¤i. rahmet-i ‹lâhiye: Allah’›n sonsuz rahmeti, ‹lâhî rahmet. Resul-i Ekrem: çok cömert, kerîm olan peygamber, Hz. Muhammed (a.s.m). sad›k: do¤ru, gerçek; sözünde, vaadinde, iflinde do¤ru olan. sahife-i itibar-› âlem:âlemin itibar sayfas›, dünyan›n önemli ve de¤erli olan, dikkate al›nan sayfas› ki bir k›s›m zaman demektir. sahife-i zihin:anlay›fl sayfas›, “anlama, bilme, hat›rlama, ezberleme”den oluflan bilinç sayfas›. su¤ra: daha küçük, en küçük, çok küçük. flems: günefl. flems-i nübüvvet: peygamberlik günefli. tefsîr: aç›klama, izah. tembih: hat›rlatma, ihtar. vaz›h: aç›k, aflikâr; kolay anlafl›l›r. vuzuh: kolay anlafl›l›rl›k, ifade aç›kl›¤›. ziya: ›fl›k, ayd›nl›k, nur. HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 31 HZ MUHAMMED 01 7/1/06 11:45 AM âliye: yüksek, yüce. bürhan-› bâhir: büyük ve genifl delil. cemî: bütün. cihetülvahdet: birlik ciheti. düstur-i hareket: hareket prensibi, kural›. ekmel: daha (en, pek) kâmil, mükemmel ve kusursuz olan, en uygun, en olgun, en eksiksiz. enbiya: nebîler, peygamberler. evlâd-› befler:insan o¤lu, insan evlâd›. ezhar: en zahir, en aç›k, en belli. febihâ: ne âlâ, ne güzel; öyle olsun, o hâlde, çok güzel. hakaik: hakikatler, do¤rular, gerçekler. hakikat: gerçek, do¤ru. hukuk-i ibad: kul hakk›, insan haklar›. h u k u k u l l a h :kullar üzerinde Allah’›n haklar›. hususan: bilhassa, özellikle. hususiyat: ay›r›c› özellikler. iane: yard›m, destek. illâ: mutlaka, muhakkak, ne olursa olsun. inayet-i ‹lâhiye: Allah’›n yard›m›. intizam-i muttarit: düzgün muntazam düzenlilik. istikra-i tam:tam karar bulma, tam yerleflme, tam oturma. itizar: özür dileme, bir sebep göstererek aff›n› dileme. keyfiyet-i telâkki:flahsi anlay›fl durumu. k›yas-› evlevî:daha öncelikli k›yas, üstün tutulmaya lây›k örnek, diyecek kalmayacak derecede uygun olan. k›yas-› hafî: gizli k›yas, sebebi gizli olan ve zihne birden gelmeyen k›yas. kühulet: olgunluk ça¤›, 30-50 yafl aras›, orta yafll›l›k. lâsiyyema: hele, bahusus, en çok, hususan, özellikle, her fleyden ziyade. lisan-› mu’cizat:mu’cizelerin dili, Allah taraf›ndan verilip, yaln›z peygamberlerin gösterebilecekleri ola¤anüstü olaylar›n anlat›m›. mahsur: muhasara edilmifl, kuflat›lm›fl. mazur: özürlü, özrü olan. medar: sebep, vesile. medrese-i Ceziretü’l-Arab:A r a p yar›madas› medresesi, ‹slâm dünyas›nda düzenli ö¤retim kuruluflu, mektep, ders yeri. mehasin-i mücerrede:saf, temiz olan iyilikler, güzellikler. menba-› ulûm: ilimlerin menba›, kayna¤›. mu¤lâk: anlafl›lmaz, kar›fl›k, aç›k olmayan, çaprafl›k söz. müesses: tesis edilmifl, kurulmufl Page 32 cihetü’l-vahdeti tesir-i zaman ve mekân ile girdi¤i suretlerden tecrit edebilirsen, göreceksin ki, inayet-i ‹lâhiyenin ziyas› olan mehasin-i mücerredenin flulesi olan hukukullah ve hukuk-i ibad›, enbiya, düstur-i hareket ettiklerini ve nev-i befler taraf›ndan enbiyaya karfl› keyfiyet-i telâkkileri ve ümeme karfl› suret-i muameleleri ve terk-i menafi-i flahsiye ve sair umurlar ki, onlara nebî dedirmifl ve nübüvvete medar olmufl olan esaslar ise, evlâd-› b e fl erin sinn-i tekemmül ve kühulette olan üstad› ve medrese-i Ceziretü’l-Arab’da menba-› ulûm-i âliye ve muallimi olan zat-› Muhammed’de (a.s.m.) daha ekmel ve daha ezhar b u l u n u r. Demek oluyor ki, istikra-i tam ile, hususan nev-i vahitte, lâsiyyema intizam-› muttarit üzerine müesses olan k›yas-› hafînin ianesiyle ve k›yas-› evlevînin teyidiyle nübüvvet-i Muhammed’i (a.s.m.) netice vermekle beraber, tenkihü’l-menat denilen hususiyattan tecridi nokta-i nazardan cemî enbiya lisan-› mu'cizatlar›yla vücud-i Sâniin bir bürhan-› bâhiresi olan Muhammed’in (a.s.m.) s›dk›na flahadet ederler. ‹tizar K›sa cümlelerle söylemiyorum; mu¤lâkça oluyor. Zira flu hakaik her tarafa derin köklerini att›klar›ndan, mesele uzunlafl›yor. Suret-i meseleyi bozmak ve parça parça etmek ve hakikati incitmek istemiyorum. Hem de hakikatin etraf›na bir daireyi çekmek istiyorum, tâ hakikat mahsur kal›p kaçmas›n. Ben tutmazsam, baflkas› tutsun. Beni mazur tutsan›z, febihâ… Ve illâ hürriyet var; tahakküm yoktur. Keyfinize… olan, kurulu. nebî: Allah’›n elçisi, habercisi; peygamber, resul. nev-i befler: insano¤lu, insanlar. nev-i vahit:tek bir çeflit, tek tür. nokta-i nazar: görüfl aç›s›, bak›fl aç›s›; görüfl, fikir. nübüvvet: nebîlik, peygamberlik, Allah elçili¤i. s›dk: do¤ruluk. suret: biçim, flekil. suret-i mesele:konunun flek- 32 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) li, biçimi. suret-i muamele: davran›fl flekli, muamele tarz›. flahadet: flahit olma, flahitlik, tan›kl›k. flule: par›lt›, ›fl›lt›; alev, atefl. tahakküm: zorbal›k, zorla hükmetme, bask› yapma. tecrit: ay›rma, bir tarafta tutma, yaln›z b›rakma. tenkihü’l-menat: illetin ay›klanmas›, k›yas›n dört rüknünden biri olan illetin, di¤er benzeri hususiyetlerden ay›k- lanmas›. terk-i menafi-i flahsiye: flahsa ait faydalar›n terk edilmesi. tesir-i zaman ve mekân:yer ve zaman›n tesiri, etkisi. teyit: do¤rulama, destekleme. umur: ifller. ümem: ümmetler. vücud-i Sâni: sanatkâr›n varl›¤›, varl›klar› sanatl› yaratan Allah’›n varl›¤›. ziya: ›fl›k, ayd›nl›k, nur. HZ MUHAMMED 01 7/1/06 11:45 AM Page 33 Mukaddeme Peygamberin (a.s.m) delil-i s›dk›, her bir hareket, her bir hâlidir. Evet, her bir hareketinde adem-i tereddüt ve muterizlere adem-i iltifat ve muar›zlara adem-i mübalât ve muhalif olanlardan adem-i tahavvüfü, s›dk›n› ve ciddiyetini gösteriyor. Hem de, evamirinde hakikatin ruhuna olan isabeti, hakk›yetini gösterir. E l h â s › l: Tahavvüf ve tereddüt ve telâfl ve mübalât gibi hile ve adem-i vüsuku ve itminans›zl›¤› ima eden umurlardan müberra iken, bilâperva ve kuvvet-i itminan ile en hatarl› makamlarda olan hareketi ve nihayette olan isabeti ve iki âlemde semere verecek olan zîhayat kaideleri; harekât›yla tesis etti¤ine binaen, her bir fiil ve her bir tavr›n›n iki taraftan, yani bidayet ve nihayetten ciddiyeti ve s›dk›, nazar-› ehl-i dikkate arz-› didar ediyor. Bahusus mecmu-i harekât›n›n imtizac›ndan ciddiyet ve hakk›yet flule-i cevvale gibi; ve in'ikâsat›ndan ve muvazenat›ndan s›dk ve isabet, berk-i lâmi gibi tezahür ve tecelli ediyor. ‹flaret Zaman-› mazi ve zaman-› hâl, yani, Asr-› Saadet ve zaman-› istikbal, tazammun ettikleri berahin-i nübüvvet, lisan-› vahit ile maden-i ahlâk-› âliye olan zat-› Muhammed’de (a.s.m.) dâî-yi s›dk› ve dellâl-› nübüvveti olan bürhan-› zatînin nidas›na cevap ve hemdest-i vifak olarak ademe-i tahavvüf:korkuya düflmeden, korkmadan. adem-i iltifat: iltifat etmeme, dikkate almama, önemsememe. adem-i mübalât: dikkatsizlik, itina göstermeme, ald›r›fl etmeme. adem-i tereddüt: flüphe ve karars›zl›¤›n olmay›fl›, do¤ru sa¤lam durufl; engelleri önemsemeyip yoluna devam etme. adem-i vüsuk: güven olma- y›fl. âlem: dünya, cihan. arz-› didar: yüz gösterme, yüzünün güzelli¤ini gösterme. Asr-› Saadet: Peygamberimiz Hz. Muhammed’in (asm) peygamber olarak dünyada bulundu¤u devir. bahusus: hususiyetle, en çok, hele. berahin-i nübüvvet: peygamberlik delilleri. berk-i lâmi: par›ldayan flim- flek, parlak flimflek. bidayet: bafllang›ç. bilâperva: korkusuzca, çekinmeden. binaen: -den dolay›. bürhan-› zat: Allah’›n zat›n›n delili. ciddiyet: ciddîlik. dâî-i s›dk:do¤rulu¤u gerektiren, samimiyeti icab eden. delil-i s›dk: doruluk delili, kan›t›. dellâl-› nübüvvet:peygamberli¤in ilanc›s›. ehl-i dikkat: dikkatliler, dikkat sahipleri. elhâs›l: has›l›, netice itibariyle, k›saca. evamir: emirler, buyruklar, buyrultular, ifller. fiil: ifl, hareket. harekât: hareketler, devinimler. hatar: tehlike. hemdest-i vifak: bir meselede anlaflarak el ele verme, elbirli¤i. hile: aldatma düzeni. ima: cariyeler, kad›n esirler. imtizaç: uyuflma, uygunluk, ba¤daflma. in’ikâs: aksetme, yans›ma. itminan: emniyet içinde olma, huzur bulma; birine inanma güvenme, tereddütsüz kabul etme. kaide: kural, esas, düstur. kuvvet-i itminan: inanm›fll›k ve güven duygusunun kuvveti, gücü. lisan-› vahit:ortak söylem, ifade birli¤i, tek bir dil, dildeki birlik. maden-i ahlâk-› âliye: yüksek, yüce, üstün ahlâk kayna¤›. makam: yer, mevki. mecmu-i harekât:davran›fllar›n tümü, bütün tav›rlar. muar›z: muhalefet eden, karfl› ç›kan, muhalif. muhalif: z›t, karfl›t, ayk›r›. mukaddeme: bafllang›ç. muteriz: itiraz eden, karfl› ç›kan, itirazc›. muvazenat: dengeler, ölçüler. m ü b a l â t :dikkat, sayg›. himaye, kay›rma, koruma. dikkatle gözden geçirme, özen, itina. müberra: temize ç›km›fl, aklanm›fl; müstesna, azade. nazar: bak›fl. nida: ses, seslenme, ça¤›rma. nihayet: son, en sonunda. Peygamber: Allah’›n elçisi olan Hazret-i Muhammed (a.s.m.). semere: meyve, güzel netice. s›dk: do¤ruluk. flule-i cevvale: havada döndürülerek yanan bir odun parças›n›n meydana getirdi¤i çember. tahavvüf: korkuya düflme, korkma. tazammun: ihtiva etme, içine alma, içinde bulundurma. tecelli: belirme, bilinme, görünme. tereddüt: karars›zl›k, flüphede kalma. tesis: kurma, meydana getirme. tezahür: görünme, belirme, ortaya ç›kma. umur: ifller. zaman-› hâl: flimdiki zaman. zaman-› istikbal: gelecek zaman. zaman-› mazi: geçmifl zaman. zîhayat: hayat sahibi. HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 33 HZ MUHAMMED 01 7/1/06 11:46 AM ahlâk-› âliye: yüksek ahlâk, yüce ahlâk, üstün ahlâk. binaen: -den dolay›, bu sebepten. bürhan: delil, ispat, hüccet. cereyan: olma, meydana gelme. ciddiyet: ciddîlik. deveran-› dem: kan dolafl›m›, kan devretmesi. fasl-› zaman:zaman fasl›, bir kitaba benzeyen dünyan›n zaman bölümü. feletat: sözlerdeki saçmal›k, , tutars›zl›k, falso. hakikat: gerçek, do¤ru. haysiyet: fleref, onur, itibar. hebaen: boflu bofluna. hey’at: genel yap› ve davran›fl biçimleri, tav›rlar. hey’et-i mecmua: bir fleyin teferruat›na ve cüzlerine bak›lmaks›z›n bütününün gösterdi¤i hâl ve manzara; genel yap›, flekil. idame: devam ettirme, sürdürme. i’lâ: yükseltme, yüceltme. ilân: yayma, duyurma, bildirme. ima: dolayl› olarak anlatma, üstü kapal› olarak belirtme, iflaretleme, an›flt›rma, ihsas. imtizaç: uyuflma, uygunluk, ba¤daflma. intizam: düzenlilik, düzgünlük. ispat: kan›tlama, do¤rulama. kaide: kural, esas, düstur. kitab-› âlem: âlem kitab›, bir kitap hüviyetinde olan âlem, kâinat. kübra: en büyük, pek büyük, çok büyük, daha büyük. maddiyat: maddî ve cismanî fleyler, gözle görülüp elle tutulur cinsten fleyler. maneviyat: mana alemine ait olanlar, hisse, fikre ve inanca ait fleyler. mesele-i âliye-i zatiye:kendisiyle ilgili yüce mesele, konu. meslek: gidifl, usul, yol. mestur: örtülü, örtülmüfl, setrolunmufl, kapal›, gizli, perdeli. müddea: iddia edilen fley, tez, sav. münevvere: bilgili, kültürlü kimse, ayd›n. mütalâa: dikkatli okuma, tetkik etme. müzahrefiyet: f›trî olmamakl›k, yapmac›kl›k, yalandan. nübüvvet: nebîlik, peygamberlik, Page 34 nübüvvetini i'lâ ve ilân ettiklerini kör olmayanlara gösterdiler. fiu hâlde, kitab-› âlemden olan fasl-› zaman›n sahife-i selâsesini mütalâa edece¤iz. Hem de o kitaptan mesele-i uzma ve münevvere olan zat-› Muhammed’i (a.s.m.) temafla ve ziyaret edece¤iz. Müddeam›z olan bürhan›n kübras›n› onun ile ispat edece¤iz. ‹flte, bu noktaya binaen, mesalik-i nübüvvet dörttür. Beflincisi meflhur ve mesturdur. B‹R‹NC‹ MESLEK Yani, mesele-i âliye-i zatiyeyi temafla etmekte dört nükteyi bilmek lâz›md›r: Birincisi: 1 pπë n rdG ¢nùr«nd kaidesine binaen t nµ`sà∏dÉnc πo rëµ sun'î ve tasannuî olan fley, ne kadar mükemmel olsa da, tabiî yerini tutmad›¤›ndan, hey'at›n›n feletat› müzahrefiyeti ima edecektir. ‹ k i n c i s i: Ahlâk-› âliyenin hakikatin zeminiyle olan rat›ba-i ittisali ciddiyettir. Ve deveran-› dem gibi hayatlar›n› idame eden ve imtizaçlar›ndan tevellüt eden haysiyete kuvvet veren, hey'et-i mecmuas›na intizam veren yaln›z s›dkt›r. Evet, flu rab›ta olan s›dk ve ciddiyet kesildi¤i anda o ahlâk-› âliye kurur ve hebaen gidiyor. Ü ç ü n c ü s ü: Umur-i mütenasibede temayül ve tecazüp ve mütezadde olan eflyalarda tenafür ve tedafü kaide-i meflhuresi, maddiyatta nas›l cereyan ediyor; maneviyat ve ahlâkta dahi cereyan eder. 1. F›trî (yarat›l›fltan olan) karagözlülük, sun'î karagözlülük gibi de¤ildir. Allah elçili¤i. s›dk: do¤ruluk. nükte: ince manal›, düflündü- sun’î: yapmac›k, uydurma, sahte. rücü söz. rab›ta: yak›nl›k duyma, mü- tabiî: ola¤an, al›fl›lm›fl, her zamanki. nasebet, ilgi, alâka, ba¤. sahife-i selâse: Peygamber tasannu: yapmac›k. Efendimizin yaflad›¤› as›r, tecazüp: birbirini cezbetme, kendinden evvelki devir ve çekme, sempati. kendisinden sonraki zaman- tedafü: birbirini defetme, lar olmak üzere üç dönemi karfl›l›kl› olarak itiflme, kak›flifade eden sayfalar. ma. 34 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) temafla: hayretle ve dikkatle bak›p seyretme. temayül: bir tarafa do¤ru e¤ilme, meyletme, yönelme. tenafür: birbirinden nefret etme, nefretleflme. tevellüt: do¤ma, do¤um. umur-i mütenasibe: aralar›nda uygunluk ve münasebet bulunan fleyler. zemin: temel, dayanak. HZ MUHAMMED 01 7/1/06 11:46 AM D ö rd ü n c ü s ü: 1 Page 35 uπoµdp ¢nùr«nd lºrµoM uπoµr∏dp fiimdi gelelim maksada: ‹flte âsâr ve siyer ve tarih-i hayat›. Hatta a'dân›n flahadetleriyle, zat-› Peygamberde (a.s.m.) vücudu muhakkak olan ahlâk-› âliyenin kesret ve ihata ve tecemmu ve imtizac›ndan tevellüt eden izzet ve haysiyetten nefl’et eden fleref ve vakar ve izzet-i nefis ile feriflteler, devlerin ihtilât ve istiraklar›ndan tenezzühleri gibi s›rr-› tezada binaen, o ahlâk-› âliye dahi hile ve kizbden tereffu ve tenezzüh ve teberri ederler. Hem de hayat ve mayeleri makam›nda olan s›dk ve hakk›yeti tazammun ettiklerinden, flule-i cevvale gibi nübüvveti aleniyete ç›kar›yor. Tembih Ey birader! Görüyorsun ki, bir adam yaln›z flecaatle meflhur olursa, o flöhret ona verdi¤i haysiyeti ihlâl etmemek için, kolayl›kla yalana tenezzül etmez. Nerede kald› ki, cemî ahlâk-› âliye birden tecemmu ede!.. Evet, mecmuda bir hüküm bulunur, fertte bulunmaz. ‹flaret ve Tembih Görüyoruz: Bu zamanda s›dk ve kizbin mabeynleri ancak bir parmak kadar vard›r. Bir çarfl›da ikisi de sat›l›r. Fakat, her bir zaman›n bir hükmü var. Hiçbir zamanda 1. Umumda bulunan hüküm, fertte bulunmaz. a’dâ: düflmanlar. ahlâk-› âliye: yüksek ahlâk, yüce ahlâk, üstün ahlâk. aleniyet: göz önünde olma, bir iflin aç›kta ve meydanda olmas›. âsâr: eserler. binaen: -den dolay›, bu sebepten. birader: kardefl. cemî: cümle, hep, bütün. haysiyet: fleref, onur, itibar. hile: aldatmaya yönelik düzen, desise. hüküm: emir, buyruk; karar, emir, bir konu, ifl veya kimse hakk›nda verilen karar. ihata: kuflatma, içine alma. ihlâl: bozma, zarar verme. ihtilât: kar›flma. imtizaç: bileflik hale gelme, kaynaflma. izzet: de¤er, itibar, fleref, yücelik. izzet-i nefis: insan›n vakar ve haysiyetini korumaya özen göstermesi, kendi de¤erini ve flahsiyetini afla¤›lamaks›z›n varl›¤›na sayg› duymas›. kesret: çokluk. kizb: yalan söyleme, yalan, uydurma. mabeyn: ara, münasebet, iliflki. makam: yer, mevki. maksat: kastedilen fley; gaye. mâye: maya, as›l ve gerekli madde; temel, esas, as›l, öz. mecmu: toplam, tüm. nefl’et: meydana gelme, oluflma, ç›kma. nübüvvet: nebîlik, peygamberlik, Allah elçili¤i. s›dk: do¤ruluk. siyer: siretler, ahlâk ve yüksek vas›flar. flahadet: flahit olma, flahitlik, tan›kl›k. flecaat: yi¤itlik, yüreklilik, cesurluk, korkusuzluk, kahramanl›k, hamaset. fleref: onur, haysiyet. tarih-i hayat: hayat tarihi. tazammun: ihtiva etme, içine alma, içinde bulundurma. teberri: sevmeyip yüz çevirme, uzaklaflma. tecemmu: toplanma, birikme, y›¤›lma. tembih: hat›rlatma, ihtar. tenezzüh: kusur ve noksandan uzak olma, kusurlardan temizlenme. tenezzül: inme, alçalma. tereffu: fazlalaflma. tevellüt: do¤ma, do¤um. vakar: a¤›rbafll›l›k, heybetli olufl, ciddiyet. HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 35 HZ MUHAMMED 01 7/1/06 11:46 AM Page 36 Asr-› Saadet gibi s›dk ve kizbin ortas›ndaki mesafe aç›lmam›flt›r. fiöyle ki: S›dk, kendi hüsn-i hakikîsini kemal-i haflmetle izhar ve onunla temessük eden Muhammed’i (a.s.m.) âlây›illiyyin-i flerefe i'lâ ve âlemde ink›lâb-› azîmi ika etti¤inden, flarktan garba kadar kizbden bu'd derecesini göstermekle k›ymet-i âliyesini i'lâ etmek cihetiyle sûku ve meta›n› gayet naf›k ve raic etmifltir. (HAfi‹YE 1) adalet: düzenli ve dengeli davranma. aklen: ak›l ile, ak›l yolu ile, ak›l gere¤ince. âlây›illiyyin: yüceler yücesi, en yüksek mertebe. âlem: dünya, cihan, evren. aleyhissalâtü vesselâm: Salât ve selâm onun üzerine olsun. âsâr: eserler. Asr-› Saadet: Peygamberimiz Hz. Muhammed’in (asm) peygamber olarak dünyada bulundu¤u devir. bu’d: uzakl›k, uzak olma. cihet: yön, sebep, vesile. emsal: örnekler, benzerler. esfel-i safilîn-i h›sset: alçakl›¤›n en afla¤› derecesi. garp: güneflin batt›¤› taraf, bat›. gayet: son derece. hararet-i gariziye: vücudun normal ›s›s›. hafliye: dipnot. hile: aldatmaya yönelik düzen, desise. ika: vuku buldurma, yapma, yapt›rma. i’lâ: yükseltme, yüceltme. ink›lâb-› azîm: büyük ink›lâp, büyük ve köklü de¤ifliklik. irflat: do¤ru yolu gösterme, gafletten uyand›rma. izhar: gösterme, a盤a vurma. kâsit: kesat olan, eksik olan, verimsiz olan; kârs›z. kavm-i Arap: Arap kavmi, milleti. kemal-i haflmet: haflmetin son derecesi, mükemmel büyüklük ve heybet. kesat: yokluk, k›tl›k, azl›k. kizb: yalan söyleme, yalan, uydurma. kubuh: çirkinlik. lâsiyyema: hele, bahusus, en çok, hususan, özellikle, her fleyden ziyade. lâfle: lefl. Ve kizb ise, teflebbüsat-› azîmeyi murdarlar›n lâfleleri gibi ruhsuz b›rakt›¤› için, nihayet kubhunu izhar ve onunla temessük eden Müseylime ve emsali, esfel-i safilîn-i h›ssete düflürdü¤ü cihetle, meta-› zehrâlûdu ve sûku gayet muattal ve kesat etmifltir. (HAfi‹YE 2) ‹flte ehl-i izzet ve tefahur olan kavm-i Arab›n tabiatlar›ndaki meylü’r-raic saikas›yla müsabaka ederek, o kâsit kizbi terk edip ve raic s›dk ile tecemmül ederek adaletlerini âleme kabul ettirmifllerdir. ‹flte Sahabelerin aklen olan adaletleri bu s›rdan nefl’et eder. ‹rflat ve ‹flaret Tarih ve siyer ve âsâr nokta-i nazar›ndan dikkat olunursa, Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm, dört yafl›ndan k›rk yafl›na kadar, lâsiyyema fle’ni ahlâk› ve hileyi d›flar›ya atmakta olan hararet-i gariziyenin fliddet-i iltihab› HAfi‹YE 1: fiimdiki hürriyet gibi. HAfi‹YE 2: Menfur casusluk gibi. mesafe: uzakl›k, ara. meta: mal, servet; ticarî de¤eri olan mal. muattal: terk edilmifl, kullan›lamaz olmufl. murdar: fleriat hükümlerine göre kesilmemifl hayvan. müsabaka: yar›flma. nefl’et: meydana gelme, oluflma, ç›kma. nihayet: en sonunda. nokta-i nazar: görüfl aç›s›, bak›fl aç›s›; görüfl, fikir. raic: revaçta olan, halk ara- 36 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) s›nda geçen, tutulan, ra¤bet gören, sürümü olan. Sahabe: Peygamberimiz Hz. Muhammed’in mübarek yüzünü görmekle flereflenen ve onun sohbetlerine kat›lan mü’min kimse. saika: sevk eden, sürükleyen, sebep olan. s›dk: do¤ruluk. siyer: Hz. Muhammed’in (asm) hayat›n›n bütün safhalar›n› anlatan, Peygamberimizin vas›flar›n› nakleden eser- ler. sûk: çarfl›, pazar. flark: güneflin do¤du¤u yön, do¤u. fle’n: ifl, durum, özellik, yap›. fleref: onur, haysiyet. flidddet-i iltihap:fliddetli yan›p k›z›flma. tabiat: yarat›l›fl, huy, karakter, seciye, mizaç. tecemmül: ziynetlenme, süslenme, süs. temessük: yap›flma, sar›lma, s›k›ca tutunma. HZ MUHAMMED 01 7/1/06 11:46 AM Page 37 zaman›nda, kemal-i istikametle ve kemal-i metanetle ve tamam-› ›tt›rad-› ahval ile ve müsavat ve muvazenet-i etvar ile ve nihayet-i iffet ile ve hiçbir hâli mesturiyeti muhafaza etmeyen —lâsiyyema öyle ehl-i inada karfl›— bir hileyi ima etmemekle beraber yaflad›¤› nazara al›n›rsa, sonra istimrar-› ahlâk›n›n zaman› olan k›rk seneden sonra o inkilâb-› azîm nazara al›n›rsa, haktan geldi¤ini ve hakikat oldu¤unu tasdik etmezse, nefsine levm etsin. Zira zihninde bir Sofestaî gizlenmifl olacakt›r. Hem de, en hatarl› makamlarda —gar’da gibi— tarik-› halâs› mefkud iken ve haytü’l-emel bihasebi’l-âde kesilirken, gayet metanet ve kemal-i vüsuk ve nihayet-i itminan ile olan hareket ve hâl ve tavr›, nübüvvet ve ciddiyetine flahid-i kâfidir ve hak ile temessük etti¤ine delildir. ‹K‹NC‹ MESLEK Yani, sahife-i ulâ, zaman-› mazidir. ‹flte flu sahifede dört nükteyi nazar-› dikkate almak lâz›md›r: B i r i n c i s i: Bir fende veyahut kasasta, bir adam esaslar›n› ve ruh ve ukdelerini ahzederek müddeas›n› ona bina ederse, o fende hazakat ve maharetini gösterir. ‹ k i n c i s i: Ey birader! E¤er tabiat-› beflere arif isen, küçük bir haysiyetle, küçük bir davada, küçük bir kavimde, küçük bir hilâf›n serbestiyetle irtikâp olunmad›¤›na nazar edersen, gayet büyük bir haysiyetle, nihayet cesim bir davada, hasra gelmeyen bir kavimde, hadsiz bir inada karfl›, her cihetten ümmîli¤iyle beraber, hiçbir cihetle ak›l ahz: kabul etme. arif: bilen, bilgi sahibi, vâk›f, aflina. bina: kurma, dayand›rma. birader: kardefl. cesim: önemli, büyük. ciddiyet: ciddîlik. cihet: yan, yön, taraf. dava: takip edilen fikir, iddia. delil: kan›t, tan›k, bürhan. ehl-i inat: inat edenler, inkârda ›srar edenler. fen: tecrübî, ispatla meydana gelmifl ilimlere verilen genel ad. gar: ma¤ara, in. gayet: son derece. hadsiz: s›n›rs›z, sonsuz. hakikat: gerçek, do¤ru. hasr: s›k›flt›rma, bir çember içine alma, etraf›n› çevirme. hatar: tehlike. haysiyet: fleref, onur, itibar. hazakat: üstatl›k, ustal›k. hilâf: anlaflmazl›k, uyuflmazl›k, muhalefet. hile: aldatmaya yönelik düzen, desise. ima etmemek: an›msatmamak, hat›rlatmamak, iflaret etmemek. irtikâp: kötü, fena ve günah teflkil edecek bir ifl yapma, kötü ifl iflleme. kasas: bildirme, anlatma, hikâye etme. kavim: millet; aralar›nda dil, âdet, örf, kültür birli¤i olan insan toplulu¤u. kemal-i istikamet:m ü k e mmel do¤ruluk, dürüstlük, do¤ru ve nâmusluca hareket, iyi kalblilik. Allah’a yönelme, Allah’a kulluk etme. ‹nanç, düflünce ve niyette, tutum ve davran›flta Allah’›n r›zas›na tam uygun dürüstlük. kemal-i metanet: tam ve mükemmel bir sa¤laml›k, dayan›kl›l›k. kemal-i vüsuk: inanman›n son derecesi, tam bir itimat. lâsiyyema: hele, bahusus, en çok, hususan, özellikle, her fleyden ziyade. levm: zemmetme, çekifltirme, aleyhinde bulunma, k›nama, paylama, bafla kakma. maharet: mahirlik, ustal›k, beceriklilik, hüner. makam: yer, mevki. mefkud: kaybolmufl, yok olmufl. meslek: gidifl, usül, tarz. metanet: metin olma, dayan›kl›l›k; gayret. muhafaza: koruma. müddea: tez, sav. müsavat: müsavilik, eflitlik, her bak›mdan ayn› derecede olma. nazar: bakmak; dikkat. nazar-› dikkat: dikkatli bakma, dikkatli bak›fl. nefis: kendi, flah›s. nihayet: son derece. nübüvvet: nebilik, peygamberlik, Allah elçili¤i. nükte: ince manal›, ancak dikkatle anlafl›labilen mana veya söz. ruh: dirilik kayna¤›, hayat›n temeli ve sebebi olan manevî varl›k. sahife: sayfa. serbestiyet: serbestlik, rahat ve serbest olma hâli. Sofestaî: eski Yunan felsefesinde hiçbir fleyin mutlak hakikatinin olmad›¤›, her fleyin ölçüsünün insan›n bilgisine dayal› oldu¤u inanc›n› savunarak de¤erleri ve ahlâk› sorgulayarak tahrip etmeye çal›flan kimse. tamam-› ›tt›rad-› ahval: durumlar›n birbirini izleyip, herhangi bir bozukluk olmadan tamamlanmas›. tasdik: do¤rulama, onaylama. temessük: yap›flma, sar›lma, s›k›ca tutunma. ukde: halledilmesi zor mesele, kar›fl›k ve zor ifl. ümmî: okuma yazmas› olmayan, okumam›fl. zaman-› mazi: geçmifl zaman. HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 37 HZ MUHAMMED 01 7/1/06 11:46 AM ahval: hâller, durumlar. alâ rüusi’l-eflhat: herkesin gözü önünde. aleyhissalâtü vesselâm: Salât ve selâm onun üzerine olsun. a’mak-› hafâ: gizli derinlikler, görünmeyen derinlikler, gizlili¤i n derinlikleri. bâdiye: çöl, k›r. bedevî: iptidaî tarzda yaflayan, medenî olmayan. bilâperva: korkusuzca, çekinmeden. binaen: -den dolay›. celp: çekme, çekifl, kendine çekmek. ef’al: fiiller, ifller, ameller. enbiya-i salife: geçmifl peygamberler. enzar-› âlem: âlemin dikkati, nazar›. esrar: s›rlar, gizli hakikatler. farz: kabul. fen: hüner, marifet, sanat, ilim. güya: sanki. hâz›r: huzurda olan, göz önünde olan, haz›r. hükmünde: de¤erinde, yerinde. hüküm: karar, emir. ihtilâf: ayr›l›k, bir konuda farkl› görüfl ve düflünüfl, fikir ayr›l›¤›. ispat: kan›tlama, do¤rulama. ittifak: birleflme, fikir birli¤i etme. izah: aç›klama, ayr›nt›lar› ile anlatma. kasas: k›ssalar, hikâyeler. kemal-i vüsuk: inanman›n son derecesi, tam bir itimat. kisbî: kazan›lm›fl, sonradan elde edilmifl. kütüb-i salife: evvelce gelmifl kitaplar, geçmiflteki kutsal kitaplar. (Tevrat, Zebur, ‹ncil.). malûm: bilinen, belli. mazi: geçmifl zaman. medenî: uygar, modern. meyan: ara, s›ra, dönem. muhakeme: ak›l yürütüp do¤ru netice elde edebilme, tartma, de¤erlendirme, yarg›lama. muhalefet: uygun olmama, ayr›l›k; z›tl›k. mukaddeme: bafllang›ç. musadd›k: tasdik eden, gerçekli¤ini do¤rulayan. musahhih: tashih eden, tashihçi, yanl›fllar› düzelten. musahhihâne: tashih ederek, düzelterek. muvaf›k: tarafl›, bir taraf› tutan. müddea: iddia edilen fley, tez, sav. müracaat: baflvurma, dan›flma. müstakil: tek kifli, tek olarak. müflahit: müflahede eden, gören, gözleyen, seyreden. mütedavil: tedavülde bulunan, Page 38 müstakil olmayan meselelerde tam serbestiyetle bilâperva ve kemal-i vüsuk ile “alâ rüusi’l-eflhat” zikir ve nakilden günefl gibi s›dk›n tulû edece¤ini göreceksin. Ü ç ü n c ü s ü: Bedevîlere nispet çok ulûm-i nazariye vard›r; medenîlere nispeten lisan-› âdât ve ef’alin telkinat›yla, ulûm-i mütearifenin hükümlerine geçmifllerdir. Bu nükteye binaen bedevîlerin hâllerini muhakeme etmek için, kendini o bâdiyede farz etmek gerektir. E¤er istersen “‹kinci Mukaddeme”ye müracaat et. Zira flu nükteyi izah etmifltir. D ö rd ü n c ü s ü: Bir ümmî, ulema meyan›nda mütedavil bir fende beyan-› fikir ederse, ittifak noktalarda muvaf›k olarak ve muhtelefü’n-fîhâ olan noktalarda muhalefet edip, musahhihâne olan söylemesi, onun tefevvukunu ve kisbî olmad›¤›n› ispat eder. fiu nüktelere binaen deriz ki: Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm malûm olan ümmiyetiyle beraber, güya gayr-i mukayyet olan ruh-i cevvale ile tayy-› zaman ederek, mazinin a'mak-› hafâs›na girerek, hâz›r ve müflahit gibi enbiya-i salifenin ahvallerini ve esrarlar›n› teflrih etmesiyle, bütün enzar-› âleme karfl› öyle bir dava-i azîmede —ki, bütün ezkiya-i âlemin nazarlar›n› dikkate celp eder— bilâperva ve nihayet vüsuk ile müddeas›na mukaddeme olarak, o esrar ve ahvalin ukad-i hayatiyeleri hükmünde olan esaslar›n› zikretmekle beraber, kütüb-i salifenin ittifak noktalar›nda musadd›k ve ihtilâf noktalar›nda musahhih olarak kasas ve tedavül eden, elden ele geçen, gezen, kullan›lan. nazar: bak›fl, dikkat. nihayet: son derece. nispet: k›yaslama, k›yas, ölçü, oran. nispeten: nispetle, k›yaslayarak. nükte: ince manal›, ancak dikkatle anlafl›labilen mana veya söz. Resul-i Ekrem: çok cömert, kerîm olan peygamber, Hz. Muhammed (a.s.m). 38 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) serbestiyet: serbestlik. s›dk: do¤ruluk. tayy-› zaman: çok uzun zaman› pek k›sa bir zamanda görme ve yaflama. tefevvuk: üstün olma, üstünlük. teflrih: bir meseleyi iyice araflt›r›p ortaya ç›karma, flerh etme, açma. tulû: do¤ma, do¤ufl. ukad-i hayatiye: hayatî dü¤ümler, can al›c› noktalar. ulûm-i mütearife: herkesin bildi¤i ve tan›d›¤› ilimler. ulûm-i nazariye: nazarî ilimler, yaln›z görüfl hâlinde kalm›fl, tatbikata konulmam›fl ilimler, teoriler. ümmî: okuma yazmas› olmayan, okumam›fl. ümmiyet: okur yazar olmamakl›k. vüsuk: sa¤lam inanma, güvenme. zikir: Allah’›n adlar›n› anarak dua etme, Allah’› anma. zikretmek: anmak, bildir- HZ MUHAMMED 01 7/1/06 11:46 AM Page 39 ahval-i enbiyay› bize hikâye etmesi, s›dk ve nübüvvetini intaç eder. TEZN‹B: Cemî enbiyan›n delâil-i nübüvvetleri s›dk-› Muham med’e (a.s.m.) delildir ve cemî mu'cizatlar› Muham med’in bir mu'cize-i maneviyesidir (aleyhimüsselâm). Bunda dikkat edersen anlayacaks›n. ‹flaret Ey birader!.. Bazen kasem, bürhan›n yerini tutar. Zira bürhan› tazammun eder. Öyle ise: p¥ÉnªrYnG ⋲/a o¬nMhoQ nôs«°nShn ¢pü°nüpër∏dp ¢nü°nün≤rdG p¬r«n∏nY ¢sünb …/òsdGnh ÉnjGnhRn røpe Qn Gnô°rS’n r G o¬nd n∞°nûnµ`na pπnÑ`r≤nà°rùoŸrG p≥pgGnƒn°T ⋲/ahn À/VÉnŸrG o¬nµ`n∏°rùnehn p¬r«n∏nY ¢nùdu nóoj r¿nG røpe t¥nOnG nOÉs≤sædG o√nôn¶nf s¿pG päÉn©pbGnƒrdG 1 ¢pSÉsædG n¤nY ¢nùudnóoj r¿nG røpe »'ærZnG s≥nërdG Evet, neam, onun nur-i nazar›na, hayal, kendini hakikat gösteremiyor; ve hak olan mesle¤i, telbisten müsta¤nîdir. ÜÇÜNCÜ MESLEK Yani: Zaman-› hâlin, yani Asr-› Saadetin sahifesinde dört Nükte, bir Noktay› nazar-› dikkate almak gerektir: Birincisi: Küçük bir âdet, küçük bir kavimde veya zay›f bir haslet kalil bir taifede, büyük bir hâkimin, büyük 1. Ona bu k›ssalar› hikâye ederek ruhunu mazinin derinliklerinde ve istikbalin flahikalar›nda gezdiren ve hâdisat›n karanl›k köflelerindeki esrar perdesini onun için kald›rana yemin olsun ki, onun keskin gözü kendisini flafl›rtmayacak kadar dikkatli, onun hak olan mesle¤i ise insanlar› aldatmaktan uzakt›r. mek. âdet: görenek, usul, al›flkanl›k. ahval-i enbiya:peygamberlerin halleri durumlar›. aleyhimüsselâm: Allah’›n selam› onlar›n üzerine olsun. Asr-› Saadet: Peygamberimiz Hz. Muhammed’in (asm) peygamber olarak dünyada bulundu¤u devir. birader: kardefl. bürhan: delil, ispat, hüccet. cemî: cümle, hep, bütün. delâil-i nübüvvet: peygamberlik delilleri, peygamberli¤in hak oldu¤unu ispatlayan deliller. delil: kan›t, tan›k, bürhan. enbiya: nebîler, peygamberler. hakikat: gerçek, do¤ru. hâkim: hüküm süren, yöneten. haslet: huy, özellik. intaç: netice verme, sonuçland›rma. kalil: az. kasem: yemin, and. kavim: millet; aralar›nda dil, âdet, örf, kültür birli¤i olan insan toplulu¤u. manevî: manaya ait, maddî olmayan. mu’cizat: mu’cizeler, Allah taraf›ndan verilip, yaln›z peygamberlerin gösterebilecekleri büyük harika ifller. mu’cize: benzerini yapmaktan insanlar›n âciz kald›¤› fley. müsta¤ni: muhtaç olmayan; baflkalar›na ihtiyac› bulunmayan. nazar-› dikkat: dikkatli bakma, dikkatli bak›fl. neam: pek güzel, hay hay, evet, öyledir. nübüvvet: nebilik, peygamberlik, Allah elçili¤i. nükte: ince manal›, düflündürücü söz. sahife: sayfa. s›dk: do¤ruluk. taife: tak›m, güruh. tazammun: ihtiva etme, içine alma, içinde bulundurma. telbis: hile, oyun. teznib: ek, ilâve. zaman-› hâl: flimdiki zaman. HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 39 HZ MUHAMMED 01 7/1/06 11:46 AM âdât: âdetler, görenekler, al›flkanl›klar, gelenekler. ahval: hâller, durumlar. a’mak-› ervah: ruhlar›n derinli¤i. bigâne: kay›ts›z, alâkas›z, ilgisiz. bizzarure: zarurî olarak, ister istemez, mecburen. cari: cereyan eden, akan, iflleyen. cebir: zor, zorlama, bask› yapma. cesim: iri, büyük, kocaman. def’aten: birdenbire, bir defada, anî olarak. def’i: hemen, bir anda, birdenbire. devlet-i atîka: eski devlet. efkâr: düflünceler, fikirler, görüfller. ervah: ruhlar, canlar, hayat›n cevherleri. galebe: galip gelme, üstünlük. gars: dikilmifl fidan. gayet: son derece. hakikat: gerçek, do¤ru. hâkim: hükmeden. hâkimiyet: hâkim olufl, hükmedifl, egemenlik. harikulâde: ola¤anüstü. hassa: özellik. hassa-i farika: fark edici, ay›rt edici özellik. hile: aldat›c› yöntem. himmet: çal›flma, çabalama, gayret gösterme. hükmünde: de¤erinde, yerinde. hükmüne: yerine, de¤erine. ink›yat: boyun e¤me, bafl e¤me. kah›r: büyük eziyet, cefa, zulüm. kavim: millet; aralar›nda dil, âdet, örf, kültür birli¤i olan insan toplulu¤u. kesîr: çok çok olan, bol. maddeten: maddî olarak. manen: mana bak›m›ndan, manaca. maneviyat: mana âlemine ait olanlar, hisse ve inanca ait fleyler. me’lûf: al›flm›fl, huy edinmifl, ünsiyet peyda etmifl, al›flm›fl. me’lûfat: al›fl›lm›fl, ülfet edilmifl fleyler. muhafaza: koruma. mutaass›p: eski adet ve geleneklerine afl›r› ba¤l› olup, yenilik kabul etmeyen. müstemirre: de¤iflmez, sabit, muhkem, sa¤lam, kavi, metin. mütemehhil: uzun zaman al›c›, ad›m ad›m olan. mütenevvia: çeflitli konular› ihtiva eden bölüm, çeflit çeflit, de¤iflik. nazar: bak›fl, dikkat. nihayet: son; son derece. nümüv-i tabiî: tabiî bir flekilde geliflme, büyüme; normal flartlardaki geliflme. rasiha: sa¤lam, temeli kuvvetli. ref: kald›rma, giderme. Page 40 bir himmetle kolayl›kla kald›ramad›¤›n› nazara al›rsan, acaba gayet çok, tamamen müstemirre, nihayet derecede me'lûf ve çok da mütenevvia, tamamen rasiha olan âdât ve ahlâk, nihayet kesîr ve me'lûfat›na gayet mutaass›p ve fledidü’fl-flekime olan bir kavmin a’mak-› ervah›ndan az fedakârl›kla, k›sa bir zamanda kal' ve ref' etti¤ini ve o âdât-› seyyienin yerine baflka âdât ve ahlâk fidanlar›n› gars etmesi ve def'aten nihayet derecede tekemmül ettiklerini nazara al›rsan ve dikkat edersen, harikulâde oldu¤unu tasdik etmezsen, seni Sofestaî defterinde yazaca¤›m. ‹kincisi: fiahs-› manevî hükmünde olan bir devletin nümüvv-i tabiîsi hükmünde olan teflekkülü ise mütemehhildir. Ve devlet-i atîkaya galebesi —ki, ona ink›yat, tabiat-› saniye hükmüne girdi¤i için— tedricîdir. Öyle ise, maddeten ve manen hâkim, hem de gayet cesim bir devleti k›sa bir zamanda teflkili, hem de düvel-i rasihaya def'î gibi galebe etmesi, maneviyat ve ahvalde cari olan âdât›n bizzarure harikulâde oldu¤unu görmezsen, körler defterinde yaz›lacaks›n. Üçüncüsü: Tahakküm-i zahirî, kah›r ve cebir ile mümkündür. Fakat efkâra galebe etmek, hem de ervaha tahabbüp ve tabâyie tasallut, hem de hâkimiyetini v i c d a nlar üzerine daima muhafaza etmek, hakikatin hassa-i farikas›d›r. Bu hassay› bilmezsen, hakikatten bigânesin. Dördüncüsü: Tergip veya terhip hilesiyle, ancak yaln›z bir tesir-i sathî edip ve akla karfl› sedd-i turuk edecektir. sedd-i turuk: yollar› kesen, tabâyi: mizaçlar, tabiatlar, kapatan engel. huylar, yarat›l›fllar. Sofestaî: eski Yunan felsefe- tahabbüp: Sevgi gösterme, sinde hiçbir fleyin mutlak ha- muhabbet etme. kikatinin olmad›¤›, her fleyin tasallut: son derece rahats›z ölçüsünün insan›n bilgisine etme, musallat olma. dayal› oldu¤u inanc›n› savu- tasdik: do¤rulama, onaylanarak de¤erleri ve ahlâk› sor- ma. gulayarak tahrip etmeye çal›- tedricî: tedricle olan, yavafl flan kimse. yavafl, derece derece yap›lan. flahs-› manevî: manevî flah›s, tekemmül: olgunlaflma, kebelli bir kifli olmay›p bir ce- male erme, mükemmelleflmaatten meydana gelen ma- me. nevî flah›s. tergip: ra¤bet verme, istek- 40 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) lendirme. terhip: korkutma. tesir-i sathî:d›fl yüzle ilgili tesir, derine inmeyen yüzeyde kalan etki. teflekkül: kurulma, oluflma, flekillenme. teflkil: oluflturma, flekillendirme. vicdan: insan›n içindeki, iyiyi kötüden ay›rabilen, iyilik etmekten lezzet duyan ve kötülükten elem alan manevî his. HZ MUHAMMED 01 7/1/06 11:46 AM Page 41 fiu hâlde a'mak-› kulûba nüfuz ve erakk-› hissiyat› tehyiç ve flükûf-misal olan istidadat› inkiflaf ettirmek ve kâmine ve nâime olan seciyeleri ikaz ve tembih ve cevher-i insaniyeti feverana getirmek ve k›ymet-i nat›k›yeti izhar etmek, flua-i hakikatin hassas›d›r. Evet, kasavet-i mücessemenin misal-i müflahhas› olan “ve'd-i benat” gibi umurlardan kalplerini taskil etmesi ve rikkat-i letafetin lem'as› olan hayvanata merhamet, hatta kar›ncaya flefkat gibi umur ile tezyin etmesi, öyle bir ink›lâb-› azîmdir —hususan öyle akvam-› bedevîde— ki, hiçbir kanun-i tabiiyeye tevfik olmad›¤›ndan, harikulâde oldu¤u musaddakgerd e - i erbab-› basirettir. Basiretin varsa tasdik edeceksin. fiimdi “Nokta”y› dinle: ‹flte tarih-i âlem flahadet eder ki: En büyük dâhî odur ki, bir veya iki hissin ve seciyenin ve istidad›n inkiflaf›na ve ikaz›na ve feverana getirmesine muvaffak olsun. Zira, öyle bir hiss-i nâim ikaz edilmezse, sa'y hebaen gider ve muvakkat olur. ‹flte en büyük dâhî ancak bir veya iki hissin ikaz›na muvaffak olabilmifltir. Ezcümle: Hiss-i hürriyet ve hamiyet ve muhabbet. Bu noktaya binaen Ceziretü’l-Arab sahra-i vesîas›nda olan akvam-› bedevîde kâmine ve nâime ve mesture olan hissiyat-› âliye —ki, binlere bâli¤dir— birden inkiflaf, birden ikaz, birden feveran ve galeyana getirmek, flems-i hakikatin, ziya-i flulefeflan›n hassas›d›r. Bu Noktay› akl›na sokmayan›n, biz Ceziretü’l-Arab’› gözüne sokaca¤›z. ‹flte Ceziretü’l-Arab… On üç as›r a’mak-› kulûp: kalplerin derinlikleri. basiret: kalp gözüyle görme, do¤ru ve ölçülü görüfl. binaen: -den dolay›, bu sebepten. cevher-i insaniyet: insanl›k cevheri, insanl›k hasletleri, özellikleri. Ceziretü’l-Arab: Arap Yar›madas›. dâhî: son derece zeki, anlay›fll›, deha sahibi. erakk-› hissiyat: duygular›n en inceleri, gizli hisler, ince duygular. ezcümle: bu cümleden olarak. feveran: kaynama, f›flk›rma. galeyan: coflma, çalkalanma, azg›nl›k. hamiyet: millî onur ve haysiyet. harikulâde: ola¤anüstü. hassa: bir kimseye has olan özellik, nitelik veya tesir. hayvanat: hayvanlar. hebaen: boflu bofluna. hususan: bilhassa, özellikle. ikaz: uyar›. ink›lâb-› azîm: büyük ink›lâp, büyük ve köklü de¤ifliklik. inkiflaf: ortaya ç›kma, geliflme. istidadat: istidatlar, kabiliyetler, yetenekler. istidat: kabiliyet, yetenek. izhar: gösterme, a盤a vurma. kâmine: gizli, sakl›, belirsiz. merhamet: ac›ma, flefkat gösterme, koruma, esirgeme. mesture: örtünmüfl, örtülü. misal-i müflahhas: aç›kça görünen misal, aç›kça görünen örnek. muhabbet: sevgi, aflk derecesinde sevme. muvaffak: baflarm›fl, baflar›l›. muvakkat: geçici. nâim: uyuyan, uykuda bulunan. nüfuz: söz geçirme, hüküm sahibi olma. sa’y: ifl, çal›flma, çabalama. seciye: karakter, huy, tabiat. flahadet: flahit olma, flahitlik, tan›kl›k. flefkat: karfl›l›ks›z sevgi besleme, içten ve karfl›l›ks›z merhamet. flems-i hakikat: hakikat günefli, gerçe¤in parlakl›¤›. flükûf-misal: çiçek gibi, gonca gibi. tarih-i âlem: dünya tarihi. tasdik: do¤rulama, onaylama. taskil: cilâ vurma, cilâlama. tehyiç: heyecanland›rma, heyecana getirme. tembih: uyarma, ikaz. tevfik: uygun düflürme, bir fleyi uygun duruma getirme. tezyin: süsleme, ziynetlendirme. umur: ifller. ve’dü’l-benat: Cahiliyet De v r indeki Araplarda k›zlar›n diri diri gömülmesi âdeti. ziya-i flulefeflan:›fl›k yayan, ›fl›k saçan, ayd›nlatan, parlatan. HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 41 HZ MUHAMMED 01 7/1/06 11:46 AM Page 42 beflerin terakkiyat›ndan sonra, en mükemmel feylesoflardan yüz taneyi göndersin, yüz sene kadar çal›fls›n; acaba bu zamana nispeten o zamana nispet yapt›¤›n›n yüzde birini yapabilir mi? ‹flaret Kim tevfik isterse, âdetullah ve hilkat ve f›trat ile aflinal›k etmek ve dostluk etmek gerektir. Yoksa, f›trat tevfiksizlikle bir cevab-› red verecektir. Cereyan-› umumî ise, muhalif harekette bulunanlar› ademâbâd hiçâ hiçe atacakt›r. ‹flte buna binaen temafla et. Göreceksin ki, hilkatte cari olan kavanin-i amika-i dakika—ki, hurdebin-i ak›l ile görülmez—hakaik-› fleriat ne derecede müraat ve muarefet ve münasebette bulunmufllard›r ki, o kavanin-i hilkatin muvazenesini muhafaza etmifltir. Evet, flu a'sar-› tavîlede flu müsademat-› azîme içinde hakaik›n› muhafaza, belki daha ziyade inkiflafa getirdi¤inden gösterir ki, Resul-i Ekrem Aleyhisselâm›n mesle¤i, hiçbir vakit mahvolmayan hak üzerine müessestir. fiu “Nükte” ve “Nokta”lar› bildikten sonra, genifl ve muhakemeli ve müdakkik bir zihinle dinle ki: adem: yokluk. ademâbâd: yokluk ülkesi, yokluk âlemi; ölüm. âdetullah: Allah’›n tabiata koydu¤u yarat›l›fla ait kanunlar. a’sar-› tavîle: uzun as›rlar. aflina: bildik, tan›d›k. befler: insan, insanl›k. binaen: -den dolay›, bu sebepten. cari: cereyan eden, akan, iflleyen. cereyan-› umumîye: genel ak›m. cevab-› red: red cevab›. efkâr: düflünceler, fikirler, görüfller. feylesof: felsefe ile u¤raflan, filozof. f›trat: yarat›l›fl, tabiat, mizaç, huy. galebe: galip gelme, üstünlük. gayet: son derece. hakaik: hakikatler, do¤rular, gerçekler. hakaik-› fleriat: fleriata ait olan Muhammed-i Haflimî Aleyhissalâtü Vesselâm, ümmiyeti ve adem-i kuvvet-i zahiresi ve adem-i hâkimiyeti ve adem-i meyl-i saltanat ile beraber, gayet hatarl› mevakide kemal-i vüsuk ile teflebbüs ederek efkâra galebe gerçekler. hatar: tehlike. hilkat: do¤ufltan gelen vas›f, yarat›l›fltan olan. inkiflaf: ortaya ç›kma, geliflme. kemal-i vüsuk: inanman›n son derecesi, tam bir itimat. mevaki: mevkiler, yerler. muarefe: karfl›l›kl› görüflme, tan›flma; birbirini bilip tan›ma. muhafaza: koruma. muhakeme: ak›l yürütüp do¤ru netice elde edebilme, 42 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) tartma, de¤erlendirme, yarg›lama. muhalif: z›t, karfl›t, ayk›r›. muvazene: denge, ölçü. müdakkik: tetkik eden, inceden inceye araflt›ran. müesses: temeli at›lm›fl. münasebet: ilgi, iliflki, ba¤. müraat: gözetme, riayet etme. nispet: ilgi, ba¤, münasebet. nispeten: nispetle, k›yaslayarak. Resul-i Ekrem: çok cömert, kerîm olan peygamber, Hz. Muhammed (a.s.m). temafla: hayretle ve dikkatle bakma, seyretme. terakkiyat: ilerlemeler, geliflmeler, yükselifller. teflebbüs: giriflim, bir ifli yapmak için harekete geçme. tevfik: Allah’›n yard›m›, baflar›l› k›lmas›. ümmiyet: okuma yazma bilmemek. zihin: bilinç, dima¤. ziyade: fazlas›yla. HZ MUHAMMED 01 7/1/06 11:46 AM Page 43 etmekle, ervaha tahabbüp ve tabâyie tasallut, gayet kesîre ve müstemirre ve rasiha ve me'lûfe olan âdât ve ahlâk-› vahfliyâneyi esas›yla hedmederek, onlar›n yerine ahlâk-› âliyeyi gayet metin bir esas ile, lâhm ve demlerine kar›flm›fl gibi tesis etmekle beraber, zaviye-i vahflette hamit olan bir kavimdeki kasavet-i vahfliyeyi ihmad ve hissiyat-› dakikay› tehyiç, evet, hissiyat-› âliyeyi ikaz ve cevher-i insaniyetlerini izhar etmekle beraber evc-i medeniyete bir zaman-› kasîrde is'ad ederek, flark ve garpta oturmufl bir devlet-i cesimeyi bir zaman-› kalilde teflkil edip, atefl-i cevval gibi, belki nur-i nevvar gibi veyahut asa-i Mûsa gibi, sair devletleri bel' ve imha derecesine getirdi¤inden, basar-› basireti kör olmayanlara s›dk›n› ve nübüvvetini ve hak ile temessükünü göstermifltir. ‹flte e¤er sen görmezsen, seni insanlar›n defterinden sildirecektir. DÖRDÜNCÜ MESLEK Sahife-i müstakbelden, lâsiyyema mesele-i fleriatt›r. ‹flte dört Nükteyi nazar-› dikkatten dûr etmemelisin. Birincisi: Bir flah›s dört veya befl fende meleke sahibi ve mütehass›s olmaz—me¤er harika ola… ‹kincisi: Mesele-i vahide, iki mütekellimden sudûr eder. Birisi, mebde ve müntehas› ve siyak ve sibaka mülâyemetini ve ehavat›yla nispetini ve mevzi-i münasipte istimalini, yani münbit bir zeminde sarf›n› nazara ald›¤› için, o fende olan maharetine ve melekesine ve ilmine delâlet etti¤i hâlde, öteki mütekellim flu noktalar› ihmal âdât: âdetler, görenekler, al›flkanl›klar, gelenekler. ahlâk-› âliye: yüksek ahlâk, yüce ahlâk, üstün ahlâk. cevher-i insaniyet: insanl›k cevheri, insanl›k hasletleri, özellikleri. delâlet: delil olma, gösterme; alâmet, iflaret. dem: kan. dûr: uzak, ›rak. ehavat: benzer fleyler, birbirine yak›n olanlar. ervah: ruhlar, canlar, hayat›n cevherleri. evc-i medeniyet: medeniyetin en üst derecesi. fen: tecrübî, ispatla meydana gelmifl ilimlere verilen genel ad. garp: güneflin batt›¤› taraf, bat›. gayet: son derece. hamit: Cenab-› Hakka hamdü senâ eden, Allah’a flükreden. harika: ola¤anüstü. hedm: y›kma, harap etme, parçalama. ihmad: ateflin alevini söndürme, alevi bast›rma. ihmal: bofllama, önemsememe. ikaz: uyar›. imha: ortadan kald›rma, mahvetme. is’ad: mes’ut etme, kutlu k›lma. istimal: kullanma. izhar: gösterme, a盤a vurma. kasavet-i vahfliyâne: vahflice kat›l›k, vahflice sertlik, vahflice ac›mazl›k. kavim: millet; aralar›nda dil, âdet, örf, kültür birli¤i olan insan toplulu¤u. kesîr: çok çok olan, bol. lâhm: et. lâsiyyema: hele, bahusus, en çok, hususan, özellikle, her fleyden ziyade. maharet: mahirlik, ustal›k. mebde: bafllang›ç. medeniyet: medenîlik, flehirlilik, uygarl›k. meleke: bir ifli uzun süre tekrarlayarak elde edilen el al›flkanl›¤› ve ustal›k, yatk›nl›k, yordam. meleke: bir ifli uzun süre tekrarlayarak elde edilen el al›flkanl›¤› ve ustal›k, yatk›nl›k, yordam. me’lûf: al›fl›lm›fl, ülfet edilmifl. meslek: gidifl, usul, yol. metin: sa¤lam ve dayan›kl›, kavi, berk. mülâyemet: yumuflakl›k, yumuflak huyluluk, uysall›k. münbit: verimli, bereketli, ekilmifl olan bir fleyi iyi yetifltiren. münteha: bitifl, sona erme. müstemirre: de¤iflmez, sabit, muhkem, sa¤lam, kavi, metin. mütehass›s: bir ilim dal›nda veya bir meslekte derin bilgi sahibi olan, uzman. mütekellim: söyleyen, konuflan, birinci flah›s. nazar: dikkat; bak›fl, bakma. nazar-› dikkat: dikkatli bakma, dikkatli bak›fl. nevvar: çok nurlu, çok parlak; nurlu, ayd›n, parlak. nispet: ilgi, ba¤, münasebet. nübüvvet: nebîlik, peygamberlik, Allah elçili¤i. rasiha: sa¤lam, temeli kuvvetli. sair: di¤er, baflka, öteki. s›dk: do¤ruluk. sibak: bir fleyin öncesi, geçmifli, bafllang›c›. siyak: sözün gelifli, ifade flekli ve tarz›. sudûr: sâd›r olma, meydana ç›kma, olma. flark: güneflin do¤du¤u yön, do¤u. tabâyi: mizaçlar, tabiatlar, huylar, yarat›l›fllar. tahabbüp: Sevgi gösterme, muhabbet etme. tasallut: birini rahats›z etme, musallat olma, hükmü alt›na alma. tehyiç: heyecanland›rma, heyecana getirme. temessük: yap›flma, sar›lma, s›k›ca tutunma. tesis: kurma, meydana getirme. teflkil: oluflturma, flekillendirme. zaviye-i vahflet: vahflet zaviyesi, vahflet aç›s›. zemin: yer. HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 43 HZ MUHAMMED 01 7/1/06 11:46 AM Page 44 etti¤i için, sathiyetine ve taklidiyetine delâlet eder. Hâlbuki kelâm yine o kelâmd›r. E¤er akl›n bunu fark etmezse, ruhun hisseder. adalet: kanun ve düzen hâkimiyeti. âlem: dünya, cihan. Ceziretü’l-Arab: Arap Yar›madas›. cumhur: halk, ahali, umum topluluk. dehfletengiz: çok dehflet verici, ürkütücü, korkunç. delâlet: delil olma, gösterme; alâmet, iflaret. ebed: sonsuzluk, daimîlik. evham-› seyyie: kötü kuruntular. evvel: önce. f›trat: yarat›l›fl, tabiat, mizaç, huy. fünun: fenler. gayet: son derece. harika: ola¤anüstü. ilân: yayma, duyurma, bildirme. irflat: do¤ru yolu gösterme, gafletten uyand›rma. istidad-› befler: insan›n kabiliyeti, insandaki potansiyel kabiliyet, insan›n yarat›l›fl›nda var olan, gelifltirilmeye müsait kuvve, yapabilme gücü. kamet: boy, endam. kavanin: kanunlar, yasalar. kelâm: söz, konuflma. Kelâm-› Ezelî: ezelî söz, varl›¤›na bafllang›ç olmayan Allah’›n sözü; Üçüncüsü: “‹kinci Mukaddeme”de geçti¤i gibi, bir-iki as›r evvel harika say›lan keflif bu zamana kadar mestur kalsayd›, tekemmül-i mebadi cihetiyle bir çocuk da keflfedebildi¤ini nazara al, on üç as›r geri git, o zamanlar›n tesirat›ndan kendini tecrit et, dehfletengiz olan Ceziretü’l-Arab’da otur, dikkatle temafla et. Görürsün ki, ümmî, tecrübe görmemifl, zaman ve zemin yard›m etmemifl tek bir adam ki, yaln›z zekâya de¤il, belki gayet kesîr tecarübün mahsulü olan fünunun kavaniniyle öyle bir nizam ve adaleti tesis ediyor ki, istidad-› beflerin kameti, netaic-i efkâr›, teflerrübünden tekebbür ederse, o fleriat dahi tevessü ederek ebede teveccüh eder. Kelâm-› ezelîden geldi¤ini ilân etmekle beraber, iki âlemin saadetini temin eder. ‹nsaf edersen, bu ise yaln›z o zaman›n insanlar›n›n de¤il, belki nev-i beflerin tavk-› haricinde göreceksin. Me¤er evham-› seyyie, senin flu tarafa müteveccih olan f›trat›n›n tarf'›n› (HAfi‹YE) çürütmüfl ola… Dördüncüsü: “Onuncu Mukaddeme”de geçti¤i gibi, hem de ikinci nokta-i itiraz›n cevab›nda da gelece¤i gibi fludur ki: Cumhurun istidad-› efkâr› derecesinde fleriat›n irflat etmesidir. fiöyle ki: HAfi‹YE: Dikkat lâz›md›r. Kur’ân-› Kerîm ayetleri. kesîr: çok çok olan, bol. keflif: gizli bir fleyi bulma, meydana ç›karma. mahsul: ürün. mestur: örtülü, örtülmüfl, setrolunmufl, kapal›, gizli, perdeli. mukaddeme: bafllang›ç. müteveccih: dönük. nazar: dikkat. nev-i befler: insano¤lu, insanlar. nizam: düzen, düzgünlük; 44 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) kaide, kanun. saadet: mutluluk. sathiyet: s›¤l›k, yüzeysellik. fleriat: ‹slâm dini ve prensipleri. taklidiyet: taklitçilik. tavk-› hariç: d›flar›dan bir güç, d›fl kuvvet. tecarüp: tecrübeler, denemeler. tecrit: ay›rma, bir tarafta tutma, yaln›z b›rakma. tecrübe: deney. tekebbür: kibirlenme, bü- yüklük satma. temafla: hayretle ve dikkatle bakma, seyretme. tesirat: etkiler, tesirler. tesis: kurma, meydana getirme. teflerrüp: karakter hâline getirme, meflrep yapma. teveccüh: yönelme, sevgi, ilgi. tevessü: geniflleme, yay›lma. ümmî: okuma yazmas› olmayan, okumam›fl. zemin: temel, dayanak. HZ MUHAMMED 01 7/1/06 11:46 AM Page 45 Cumhurun âmîli¤i için, hakaik-› mücerredeyi, me'lûflar› vas›ta olmaks›z›n adem-i telâkkileri sebebiyle, müteflabihat ve teflbihat ve istiarat ile tasvir etmesidir. Hem de fünun-i ekvanda cumhurun, hiss-i zahir sebebiyle hilâf-› vakii zarurî telâkki etmekle beraber, mebadi basamaklar› adem-i in'ikad ve tekemmülünden, ma¤lâtalar›n vartalar›na düflmemek için, fleriat öyle mesailde ipham etti ve mutlak b›rakt›; lâkin hakikati imadan hâlî b›rakmad›. Vehim ve Tembih Resul-i Ekremin (a.s.m.) her bir fiil ve her bir hâlinde s›dk lemaan eder. Fakat her fiili ve her hâli harika olmak lâz›m de¤ildir. Zira izhar-› harika, tasdik-i müddea içindir. Hacet olmad›¤› veya münasip olmad›¤› vakitte, cere y a n - › umumiyeye mütabaatle, kavanin-i âdâtullaha destedâd-› teslim oluyor. Hem de öyle olmak gerektir. Ey birader! fiu tembih, Birinci Mesle¤in Mukaddemesinin taifesindendir. Nisyan›n hatas›yla yolunu flafl›rmakla yerini kaybedip fluraya girmifltir. ‹yice flu Nükteleri tut. ‹flte neticeye giriyoruz: Bak ey birader! Fünun ve ulûmun zübde-i hakikiyesi, berahin-i akliye üzerine müesses olan diyanet ve fleriat-› ‹slâmiye, öyle fünunlar› tazammun etmifltir: ezcümle, fenn-i tehzib-i ruh ve riyazetü’l-kalp ve terbiyetü’l-vicdan ve tedbirü’l-ceset ve tedvirü’l-menzil ve siyasetü’l-medeniye ve nizamatü’l-âlem ve fennü’l-hukuk ve saire… Lüzum görülen yerlerde tafsil ve lüzum olmayan veya âmî: bilgisiz, cahil. berahin-i akliye: aklî deliller, flahitler, akla uygun deliller. birader: kardefl. cumhur: halk, ahali, umum topluluk. diyanet: din, dindarl›k. ezcümle: bu cümleden olarak. ezhan: zihinler. fenn-i tehzip: temizleme bilgisi, temizlik sanat›. fennü’l-hukuk: hukuk bilgisi. fiil: ifl, hareket. fünun: tecrübî ilimler, fenler. fünun-i ekvan: kâinata ait fenler, ilimler. hacet: ihtiyaç. hakaik-i mücerrede:halis, saf gerçekler, yaln›z do¤ru olanlar. hakikat: gerçek, do¤ru. hâlî: bofl, bir fleyden uzak, müstesna. harika: ola¤anüstü. hilâf-› vaki: gerçe¤e z›t, vuku bulana ayk›r›. ima: dolayl›, üstü kapal› ifade etme. kavanin-i âdetullah: adetullah kanunlar›, kâinatta iflleyen ‹lâhî kanunlar, yarat›l›fl kanunlar›. lemaan: parlama, par›ldama. ma¤lata: mugalâta, zihin kar›flt›racak saçma söz, bofl ve manas›z söz, karfl›s›ndakini yan›ltmak için söylenen bofl lak›rd›. mebadi: temel prensipler, ilk unsurlar. me’lûf: al›fl›lm›fl, ülfet edilmifl. mesail: meseleler. mutlak: kesin. müesses: tesis edilmifl, kurulmufl olan, kurulu. münasip: uygun. mütabaat: ittiba etme, birinin arkas›ndan gitme, ona uyma. müteflabihat: Kur’ân-› Kerîm’in manas› aç›k olmayan ayetleri, müteflabih ayetler, mecazî manaya elveriflli ayetler. nisyan: unutma, unutufl. Resul-i Ekrem: çok cömert, kerîm olan peygamber, Hz. Muhammed (a.s.m). riyazetü’l-kalp: kalp terbiyesi, kalbi kötü arzu ve isteklerden uzak tutma. s›dk: do¤ruluk. fleriat: ‹slâm dini ve prensipleri. fleriat-› ‹slâmiye: ‹slâm fleriat›. tafsil: etrafl›ca bildirme, ayr›nt›l› anlatma. taife: bölük, tak›m, güruh, f›rka. tasvir: bir fleyi yaz›yla veya baflka ifade tarzlar›yla anlatma. tazammun: ihtiva etme, içine alma, içinde bulundurma. tedvirü’l-menzil: ev idaresi. tekemmül: olgunlaflma, kemale erme, mükemmelleflme. telâkki: kabul etme, bir görüflle bakma. tembih: uyarma, ikaz. teflbihat: benzetmeler, teflbihler. ulûm: ilimler. varta: tehlike, büyük tehlike. vas›ta: vesile, neden, arac›. vehim: kuruntu. zarurî: zorunlu. HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 45 HZ MUHAMMED 01 7/1/06 11:46 AM Page 46 ezhan›n veya zaman›n müstait ve müsait olmad›¤› yerlerde birer fezleke ile kavaid-i esasiyeyi vazederek tenmiye ve tefriini ukulün meflveret ve istinbatat›na havale etmifltir ki, bu fünunun mecmuuna de¤il, belki ekalline, on üç as›r terakkiden sonra, en medenî yerlerde, en harika zekâ ile mevsuf olanlar, takat-i beflerin haricinde —bahusus o zamanda— oldu¤unu tasdikten vicdan-› muns›fâne seni menedemiyor. a’dâ: düflmanlar. bahusus: hususiyetle, en çok, hele. dehfletli: ürkütücü, korkunç. edyan: dinler. efkâr: düflünceler, fikirler, görüfller. ekal: daha az, en az, pek az, en küçük. fazl: iyilik, fazilet, erdem, lütuf. feylesof: felsefe ile u¤raflan, filozof. fezleke: k›salt›lm›fl eser. filozof: felsefe ile u¤raflan, filozof. fünun: fenler, tecrübî ilimler. hakaik: hakikatler, do¤rular, gerçekler. hakîm: hikmet sahibi, çok bilgili, bilge. hâl-i âlem: dünyan›n vaziyeti, âlemin durumu. harika: ola¤anüstü. havale: bir fleyi baflkas›n›n üstüne b›rakma. ilâ: son, nihayet, dek, de¤in, ... ye, ... ye kadar. istinbat: müçtehit veya büyük bir âlimin gizli bir manay› içtihat ile meydana ç›karmas›. kavaid-i esasiye: temel kaideler. keflmekefl: kar›fl›k olma durumu, kar›fl›kl›k. mecmu: bütün hepsi. medenî: uygar, modern. medeniyet-i hâz›ra: flimdiki medeniyet. meflveret: müflavere, bir konu hakk›nda çeflitli ve ehil flah›slardan fikir alma, dan›flma. mevsuf: vas›flanm›fl, nitelenmifl. muhafaza: koruma. muhakkik: tahkik eden, gerçe¤i araflt›r›p bulan, bir fleyin iç yüzünü inceleyerek vak›f olan. mukaddemat: bafllang›çlar. müsademe: çarp›flma, çat›flma, vuruflma. müsait: uygun, münasip. ‹flte, fazl odur ki, a’dâ ona flahadet ede. Yeni Dünyan›n en meflhur filozofu olan Carlyle, Almanya’n›n bir hakîminden ve rical-i siyasiyesinden naklen diyor ki: “O tetkikat›ndan sonra kendi kendine sual ederek demifl: ‹slâmiyet böyle olursa acaba medeniyet-i hâz›ra hakaik-› ‹slâmiyetin dairesinde yaflayabilir mi?” Kendisi kendine “Evet” ile cevap veriyor. fiimdiki muhakkikler o daire içinde yaflamaktad›rlar. Evvelki feylesof dahi diyor ki: “Hakaik-› ‹slâmiyet ç›kt›klar› zaman, atefl-i cevval gibi, hatab›n parçalar›na benzeyen sair efkâr ve edyan› bel' etti. Hem de hakk› vard›r. Zira baflkalar›n safsatiyat›ndan bir fley ç›kmaz,” ilâahirihî… Evet, on üç as›rdan beri o kadar dehfletli müsademata karfl› hakaik›n› muhafaza etmifltir. Belki bu müsademe, keflmekefl, hakikat-i ‹slâmiyetin omzu üstünden türab-› hafây› terkik ve tahfif ediyor. Neam, vücut ve hâl-i âlem buna flahittir. Makale-i Ulâdaki mukaddemat› nazara almak gerektir. müstait: istidatl›, kabiliyetli, bir fleye kabiliyetli olan, yetenekli. naklen: anlatma veya hikâye yoluyla. nazara almak: dikkate almak. neam: Pek güzel, hay hay, evet, öyledir. safsatiyat: safsatalar, görünüflte do¤ru, hakikatte yanl›fl 46 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) ve yalan olan k›yaslar. sual: soru. flahadet: flahit olma, flahitlik, tan›kl›k. tahfif: hafifletme, yükünü azaltma. takat-i befler: insan›n gücü, takati. tasdik: do¤rulama, onaylama. tefri: flubelere, dallara, k›s›m- lara ay›rma. tenmiye: büyütme, yetifltirme. terakki: yükselme, ilerleme. terkik: zay›flatma. tetkikat: araflt›rmalar, incelemeler. ukul: ak›llar, zihinler, uslar. vazetmek: koymak, yerlefltirmek. vücut: beden, varl›k. HZ MUHAMMED 01 7/1/06 11:46 AM Page 47 Vehim ve Tembih E¤er desen: Herbir fende yaln›z bir fezlekeyi bilmek bir adam için mümkündür… Elcevap: Neam, lâ! Zira öyle bir fezleke ki, hüsn-i isabet ve mevki-i münasipte ve münbit bir zeminde istimal gibi, sab›kan mezkûr sair noktalarla cam gibi, maveras›ndan ›tt›lâ-› tam ve melekeyi gösteren fezlekeler mümkün de¤ildir. Evet, kelâm-› vahit iki mütekellimden ç›karsa, birinin cehline ve ötekisinin ilmine, baz› umur-i mermuze-i gayr-i mesmua ile delâlet eder. Muhakemat, Yeni Asya Neflriyat, 2004, s. 142-152. ‚è NÜBÜVVET-‹ MUHAMMED‹YEN‹N (A.S.M.) ‹SPAT I /¬p∏rãpe røpe mIQn ƒ°oùpH GƒoJrÉna ÉnfpórÑnY '¤nY Énærdsõnf Ésªpe mÖrjQn ⋲/a rºoà`ræ`oc r¿pGhn |23} nÚ/bpOÉn°U rºoàæoc r¿pG $G p¿hoO røpe rºoc An BGón n¡o°T GƒoYrOGnh ¢oSÉsædG ÉngoOƒobhn »/àsdG Qn ÉsædG Gƒo≤sJÉna Gƒo∏n©rØnJ røndhn Gƒo∏n©rØnJ rºnd r¿pÉna 1 |24} nøj/ôpaÉnµr∏dp räsópYoG oIQn ÉnépërdGnh G a y e t k › s a b i r m e a l i : Yani, “Abdimiz üzerine in zal etti¤imiz Kur’ân’da bir flüpheniz varsa, Kur’ân’›n 1. Bakara Suresi: 23-24. abd: kul. cehil: cahillik, bilgisizlik. delâlet: delil olma, gösterme; alâmet, iflaret. fezleke: hülâsa, netice, muhtasar, özet. gayet: son derece. hüsn-i isabet: tam bir yan›l- mazl›k; hedefi tam tutturma. inzal: indirme, indirilme. ispat: kan›tlama, do¤rulama. istimal: kullanma. lâ: hay›r. mavera: görünen, yaflanan âlemin ötesi. meal: mana, anlam, mefhum. meleke: bir fleyi çok kez tekrarlayarak ve tecrübe ederek meydana gelen bilgi ve maharet. mevki-i münasip: uygun yer. mezkûr: zikredilen, ad› geçen, an›lan. münbit: verimli, bereketli, ekilmifl olan bir fleyi iyi yetifltiren. mütekellim: söyleyen, konuflan, birinci flah›s. neam: evet. nübüvvet-i Muhammediye: Hz. Muhammed’in (a.s.m) peygamberli¤i. sab›kan: evvelce, bundan önce. sair: di¤er, baflka, öteki. tembih: uyarma, uyar›. vehim: kuruntu. zemin: yer. HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 47 HZ MUHAMMED 01 7/1/06 11:46 AM Page 48 mislinden bir sure yap›n›z; hem de Allah’tan baflka, iflle rinizde kendilerine müracaat etti¤iniz flüheda ve muinle rinizi de ça¤›r›n›z, yard›m etsinler. E¤er sözünüzde sad›k iseniz, hepiniz beraber çal›fl›n›z, Kur’ân’›n mislinden bir sure getiriniz. E¤er bir misil getiremedi¤iniz takdirde, za ten getiremezsiniz ya, öyle bir ateflten sak›n›n›z ki, odu nu insanlar ile tafllard›r.” Kitab›n evvelinde beyan edildi¤i gibi Kur’ân-› Kerîm’in takip etti¤i esas maksat dörttür. Birinci maksad› olan t e v h i d evvelki ayetle beyan edilmifltir. Bu ayetle de, ikinci maksat olan n ü b ü v v e t beyan ve izah edilmifltir. Yaln›z bir fley var ki; bu ayet nübüvvet-i Muhammediyenin (a.s.m.) ispat› hakk›ndad›r, nübüvvet-i mutlaka hakk›nda de¤ildir. Hâlbuki, maksat mutlak nübüvvettir. Fakat, küllî cüz’îde dâhildir; cüz’înin ispat›yla küllî de ispat edilmifl olur. Bu ayet, Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm›n nübüvvetini en büyük mu’cizesi olan i’caz-› Kur’ân’dan bahisle ispat ediyor. O zat›n (a.s.m.) nübüvvetine dair delâil baflka risalelerimizde beyan edilmifltir; burada yaln›z bir k›sm›n› hülâsaten Alt› Mesele z›mn›nda beyan edece¤iz. Birinci Mesele aleyhissalâtü vesselâm: Salât ve selâm onun üzerine olsun. ayet: Kur’ân’›n her bir cümlesi. bahis: konu yapan. beyan: anlatma, aç›klama. cüz’î: az, parçaya ait olan. dâhil: girme, içinde olma. dair: alâkal›, ilgili. delâil: deliller, bürhanlar, ispat vas›talar›. enbiya-i salife: daha önce gönderilen peygamberler. evvel: önce. hülâsaten: hülâsa olarak, k›saca, özet olarak muhtasaran. hususat: hususlar. i’caz-› Kur’ân: Kur’ân’›n mu’cizeli¤i. ispat: kan›tlama, do¤rulama. izah: aç›klama, ayr›nt›lar› ile anlatma. Kur’ân-› Kerîm: Kur’ân; Hz. Muhammed’e vahiyle indirilen en Enbiya-i salifînde nübüvvete medar ve esas tutulan noktalar ve onlar›n ümmetleriyle olan muameleleri hakk›nda —yaln›z zaman ve mekân›n tesiriyle baz› hususat müstesna olmak flart›yla— yap›lacak tam bir teftifl ve son ‹lâhî kitap. küllî: bütün olan, tümel. maksat: gaye, hedef. medar: sebep, vesile. mesele: konu. misil: benzer. muamele: davranma, davran›fl. mu’cize: benzerini yapmaktan insanlar›n âciz kald›¤› fley. muin: yard›mc›, muavin. mutlak: kesin. müracaat: baflvurma, dan›flma. 48 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) müstesna: istisna olan, hariç. nübüvvet: nebîlik, peygamberlik, Allah elçili¤i. nübüvvet-i Muhammediye: Hz. Muhammed’in (a.s.m) peygamberli¤i. risale: Risâle-i Nur Külliyat›n› meydana getiren kitaplardaki her bir ba¤›ms›z bölüm. sad›k: do¤ru, gerçek; sözünde, vaadinde, iflinde do¤ru olan. sure: Kur’ân-› Kerîm’in ayr›ld›¤› 114 bölümden her biri. flüheda: flehitler. teftifl: asl›n›, do¤rusunu gere¤i gibi sorup araflt›rma. tesir: etki. tevhid: Allah’›n bir oldu¤una inanma, birleme. ümmet: hak dine davet etmek için Allah taraf›ndan kendilerine peygamber gönderilen ve bu peygambere inan›p ba¤lanan cemaat, topluluk. z › mn › n d a: içinde, dâhilinde, hâlinde. HZ MUHAMMED 01 7/1/06 11:46 AM Page 49 kontrol neticesinde, Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmda daha ekmel, daha yükse¤i bulunmakta oldu¤u tahakkuk eder. Binaenaleyh, nübüvvet mertebesine nail olanlar›n hey’et-i mecmuas› mu’cizeleriyle ve sair ahvalleriyle, lisan-› hâl ve kàl ile, nev-i beflerin sinn-i kemale geldi¤inde “üstadü’l-befler” ünvan›n› tafl›yan Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm›n s›dk-› nübüvvetine ilân-› flahadet etmifllerdir. O hazret de (a.s.m.) bütün mu’cizeleriyle Sâniin vücut ve vahdetini nurlu bir bürhan olarak âleme ilân etmifltir. ‹kinci Mesele O zat›n (a.s.m.) evvel ve ahir bütün ahval ve harekât› nazar-› dikkatten geçirilirse, her bir hareketi, her bir hâli, harikulâde de¤ilse de, onun s›dk›na delâlet eder. Ezcümle, Gar Meselesinde, Ebu Bekri’s-S›dd›k ile beraber halâs ve kurtulufl ümidi tamam›yla kesildi¤i bir anda 1 Énæn©ne %G s¿pG r∞nînJ ’n “Korkma, Allah bizimle beraberdir” diye Ebu Bekri’s-S›dd›k’a verdi¤i teselli ve tavk-› beflerin fevkinde bir ciddiyetle, bir metanetle, bir flecaatle, havfs›z, tereddütsüz gösterdi¤i vaziyet, elbette s›dk›na ve nokta-i istinad› olan Hâl›k’›na itimat etti¤ine günefl gibi bir bürhand›r. Kezalik, saadet-i dâreyn için tesis etti¤i esaslarda, isabet etmifl oldu¤u ve izhar etti¤i kavaidin hakikatle muttas›l ve hakkaniyetle yap›fl›k oldu¤u, bütün âlemce mazhar-› kabul ve tasdik olmufl ve olmaktad›r. 1. “Üzülme, mahzun olma, Allah bizimle beraberdir” mealindeki Tevbe Suresi 40. ayetten iktibas. ahir: son. ahval: hâller, durumlar. âlem: dünya, cihan; bütün yarat›lm›fllar. aleyhissalâtü vesselâm: Salât ve selâm onun üzerine olsun. binaenaleyh: bundan dolay›, bunun üzerine. bürhan: delil, ispat, hüccet. ciddiyet: ciddîlik. delâlet: delil olma, gösterme; alâmet, iflaret. ekmel: daha (en, pek) mükemmel, en olgun, kusursuz ve eksiksiz olan. evvel: önce. ezcümle: bu cümleden olarak. fevk: üst. hakikat: gerçek, do¤ru. hakkaniyet: hak ve adalete uygunluk. halâs: kurtarma. Hâl›k: yoktan yaratan, her fleyi yoktan var eden, yarat›c›; Allah. harekât: hareketler, devinimler. harikulâde: ola¤anüstü. havf: korku, korkma. hazret: sayg›, ululama, yüceltme, övme maksad›yla kullan›lan tabir. heyet-i mecmua: bir fleyin teferruat›na ve cüzlerine bak›lmaks›z›n bütününün gösterdi¤i hâl ve manzara. itimat: emniyet, güven. izhar: gösterme, a盤a vurma. kàl: söz, konuflma. kavaid: kaideler, usuller, kurallar, prensipler. kezalik: keza, bu da öyle, böylece. lisan-› hâl: hâl dili, bir fleyin duruflu ve görünüflü ile bir mana ifade etmesi. mazhar-› kabul: kabule nail olmufl, kabul edilmifl. mertebe: rütbe, paye, derece. mesele: konu. metanet: metin olma, dayan›kl›l›k; gayret. mu’cize: benzerini yapmaktan insanlar›n âciz kald›¤› fley. muttas›l: bitiflik. nail: kavuflma, ulaflma, erme. nazar-› dikkat: dikkatli bakma, dikkatli bak›fl. nev-i befler: insano¤lu, insanlar. nokta-i istinat: dayanak noktas›, güvenme ve itimat noktas›. nübüvvet: nebîlik, peygamberlik, Allah elçili¤i. saadet-i dâreyn: iki cihan saadeti, dünya ve ahiret mutlulu¤u. Sâni: her fleyi sanatl› olarak yaratan Allah. s›dk: do¤ruluk. sinn-i kemal: olgunluk, yetkinlik yafl›. flecaat: yi¤itlik, yüreklilik, cesurluk, korkusuzluk, kahramanl›k, hamaset. tahakkuk: gerçekleflme, kesinleflme. tasdik: do¤rulama, onaylama. tavk-› befler: insan gücü, insan›n güç ve kudretinin son haddi. tereddüt: karars›zl›k, flüphede kalma. teselli: avutma, ac›s›n› dindirme. tesis: kurma, meydana getirme. ünvan: ad, isim, lâkap. üstadü’l-befler: beflerin, bütün insanl›¤›n üstad›, hocas›; Hz. Muhammed (a.s.m). vahdet: bir ve tek olma. vaziyet: durum. vücut: var olma, var olufl, varl›k. HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 49 HZ MUHAMMED 01 7/1/06 11:46 AM Page 50 ‹htar: O zat›n (a.s.m.) ahval ve harekât› birer birer, yani tek tek onun s›dk ve hakkaniyetini gösterirse, hey’et-i mecmuas› onun s›dk-› nübüvvetine öyle bir delil olur ki, fleytanlar› bile tasdike mecbur eder. Üçüncü Mesele O zat›n (a.s.m.) s›dk-› nübüvvetini yaz›p tasdik eden birkaç sahife vard›r. fiimdi o sahifeleri okuyaca¤›z. Birinci sahife, o hazretin zat›d›r. Fakat, bu sahifeyi mütalâadan evvel “Dört Nükte”ye dikkat lâz›md›r: Birinci Nükte: pπtë`nµ`sàdÉnc πo rë`nµrdG ¢nùr«nd Yani, f›trî kara gözlülük, sun’î (yapma) kara gözlülük gibi de¤ildir. Yani, yapma ve sun’î olan bir fley ne kadar güzel ve ne kadar kâmil olursa olsun, f›trî ve tabiî olan fleylerin mertebesine yetiflemez ve onun yerine kaim olamaz. Herhâlde sun’îli¤in yanl›fll›klar›, onun ahvalinden, etvar›ndan belli olacakt›r. ‹kinci Nükte: Ahlâk-› âliyeyi ve yüksek huylar› hakikate yap›flt›ran ve o ahlâk› daima yaflatt›ran, ciddiyet ile s›dkt›r. E¤er s›dk kalk›p araya kizb girerse, rüzgârlara oyuncak olan yapraklar gibi, o adam da insanlara oyuncak olur. Üçüncü Nükte: Mütenasip olan eflya aras›nda meyil ve cezbe vard›r. Yani, birbirine temayül ederler ve y e k d i¤erini celp ederler, aralar›nda ittihat olur. Fakat, birbirine ahlâk-› âliye: yüksek ahlâk, yüce ahlâk, üstün ahlâk. ahval: hâller, durumlar. celp: çekme, çekifl, kendine çekmek. cezbe: çekme, çekim; heyecan, coflkunluk. ciddiyet: ciddîlik. delil: kan›t, tan›k, bürhan. etvar: hâl ve hareketler, ifller, tarzlar, tav›rlar. evvel: önce. f›trî: tabiî, yarat›l›fltaki, do¤ufltan olan. hakikat: gerçek, do¤ru. hakkaniyet: hak ve adalete uygunluk. harekât: hareketler, devinimler. hazret: sayg›, ululama, yüceltme, övme maksad›yla kullan›lan tabir. heyet-i mecmua: bir fleyin teferruat›na ve cüzlerine bak›lmaks›z›n bütününün gösterdi¤i hâl ve manzara. 50 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) ihtar: hat›rlatma, uyar›. ittihat: birleflme, birlik oluflturma. kaim: yerine geçmek. kâmil: olgun, noksans›z, mükemmel. kizb: yalan söyleme, yalan, uydurma. mertebe: derece. mesele: konu. meyil: bir tarafa do¤ru e¤ilme, yönelme. mütalâa: dikkatli okuma, tetkik etme. mütenasip: uygun olan, her bak›mdan birbirine denk, ölçülü, orant›l›. sahife: sayfa. s›dk: do¤ruluk. sun’î: yapmac›k, uydurma, sahte. tabiî: tabiat› gere¤i olan, normal, al›fl›lm›fl, ola¤an. tasdik: do¤rulama, onaylama. temayül: bir tarafa do¤ru e¤ilme, meyletme, yönelme. yekdi¤er: bir di¤er. HZ MUHAMMED 01 7/1/06 11:46 AM Page 51 z›t olan eflyan›n aralar›nda nefret vard›r, çekememezlik olur. D ö rdüncü Nükte: Cemaatte olan kuvvet fertte yoktur. Meselâ, çok iplerin heyet-i mecmuas›n›n teflkil etti¤i urgandaki kuvvet, ipler birbirinden ayr› oldu¤u zaman bulunmaz. Bu nükteler göz önüne getirilmekle, o hazretin sahifesi okunmal›d›r. Evet, o zat›n bütün âsâr›, sîretleri, tarihçe-i hayat› ve sair ahvali, onun pek büyük, azîm ve ahlâk sahibi oldu¤una flahadet ediyorlar. Hatta düflmanlar› bile onun ahlâkça pek yüksekli¤inden dolay› kendisini “Muhammedü’l-Emin” ile lâkapland›rm›fllard›r. Malûmdur ki, bir zatta içtima eden ahlâk-› âliyenin imtizac›ndan izzet-i nefis, haysiyet, fleref, vakar gibi, hasis, alçak fleylere tenezzül etmeye müsaade etmeyen yüksek hâller husule gelir. Evet, melâike, ulüvv-i flanlar›ndan, fleytanlar› reddeder, kabul etmezler. Kezalik, bir zatta içtima eden ahlâk-› âliye, kizb, hile gibi alçak hâlleri reddeder. Evet, yaln›z flecaatle ifltihar eden bir zat, kolay kolay yalana tenezzül etmez. Bütün ahlâk-› âliyeyi cem eden bir zat, nas›l yalana ve hileye tenezzül eder, imkân› var m›d›r? Hülâsa, Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm, kendi kendine günefl gibi bir bürhand›r. Ve keza, o zat›n (a.s.m.) dört yafl›ndan k›rk yafl›na kadar geçirmifl oldu¤u ahlâk-› âliye: yüksek ahlâk, yüce ahlâk, üstün ahlâk. ahval: hâller, durumlar. aleyhissalâtü vesselâm: salât ve selâm onun üzerine olsun. âsâr: eserler. azîm: büyük. bürhan: delil, ispat, hüccet. cem: toplama, biriktirme. cemaat: topluluk. hasis: adî, alçak, baya¤›. haysiyet: fleref, onur, itibar. heyet-i mecmua: bir fleyin teferruat›na ve cüzlerine bak›lmaks›z›n bütününün gösterdi¤i hâl ve manzara. hile: aldatmaya yönelik düzen, desise. hülâsa: bir fleyin özü, esas›, özeti. husul: hâs›l olma, meydana gelme, peyda olma. içtima: toplanma. imtizaç: bileflik hale gelme, kaynaflma. ifltihar: meflhur olma, flöhret bulma, tan›nma. izzet-i nefs: insan›n vakar ve haysiyetini korumaya özen göstermesi, kendi de¤erini ve flahsiyetini afla¤›lamaks›z›n varl›¤›na sayg› duymas›. keza: böylece, ayn› flekilde. kezalik: keza, bu da öyle, böylece. kizb: yalan söyleme, yalan, uydurma. lâkap: ünvan. malûm: bilinen, bilinir olan. melâike: melekler. meselâ: örne¤in. Muhammedü’l-Emin: her bak›mdan güvenilir olan Peygamberimiz (asm). müsaade: izin. sîret: iç yüz, manevî durum, ahlâk ve karakter. flahadet: flahit olma, flahitlik, tan›kl›k. flecaat: yi¤itlik, yüreklilik, cesurluk, korkusuzluk, kahramanl›k, hamaset. fleref: onur, haysiyet. tarihçe-i hayat: bir fleyin veya insan›n do¤umdan ölüme kadar bafl›ndan geçen fleyler, biyografi. tenezzül: inme, alçalma. teflkil: oluflturma, flekillendirme. ulüvv-i flan: flan› yüce, flerefi büyük. vakar: a¤›rbafll›l›k, heybetli olufl, ciddiyet. HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 51 HZ MUHAMMED 01 7/1/06 11:46 AM Page 52 gençlik devresinde, bir hilesi, bir h›yaneti görülmemifl ve bir yalan› iflitilmemifltir. E¤er o zat›n yarat›l›fl›nda, tabiat›nda bir fenal›k, bir kötülük hissi ve meyli olmufl olsayd›, behemehâl gençlik saikas›yla d›flar›ya verecekti. Hâlbuki, bütün yafl›n›, ömrünü kemal-i istikametle, metanetle, iffetle, bir ›tt›rat ve intizam üzerine geçirmifl, düflmanlar› bile hileye iflaret eden bir hâlini görmemifllerdir. Ve keza, yafl k›rka bali¤ oldu¤unda, iyi olsun, kötü olsun ve nas›l bir ahlâk olursa olsun, rüsuh peyda eder, meleke hâline gelir; daha terki mümkün olmaz. Bu zat›n tam k›rk yafl›n›n bafl›nda iken yapt›¤› o ink›lâb-› azîmi âleme kabul ve tasdik ettiren ve âlemi celp ve cezbettiren, o zat›n (a.s.m.) evvel ve ahir herkesçe malûm olan s›dk ve emaneti idi. Demek o zat›n (a.s.m.) s›dk ve emaneti, dava-i nübüvvetine en büyük bir bürhan olmufltur. Dördüncü Mesele ‹kinci sahifeyi okuyaca¤›z. Bu sahife mazi, yani Zaman-› Saadetten evvelki zamand›r. fiu sahifenin havi oldu¤u enbiya-i salifînin ahval ve k›ssalar›, o zat›n s›dk-› nübüvvetine birer bürhand›r. Yaln›z, “Dört Nükte”ye dikkat lâz›md›r. ahir: sonra. ahval: haller, durumlar. âlem: dünya, cihan; bütün yarat›lm›fllar. bali¤: ulaflm›fl, eriflmifl. behemehâl: mutlaka, elbette, ne yap›p edip. bina: kurma, dayand›rma. bürhan: delil, ispat, hüccet. celp: çekme, çekifl, kendine çekmek. dava: takip edilen fikir, iddia. dava-i nübüvvet: peygamberlik dava etmek. peygamber oldu¤unu ilân etmek. delil: kan›t, tan›k, bürhan. enbiya-i salife: daha önce gönderilen peygamberler. evvel: önce. fen: tecrübî, ispatla meydana gelmifl ilimlere verilen genel ad. Birinci Nükte: ‹nsan bir fennin esaslar›n› ve o fennin hayat›na taallûk eden noktalar› bilmekle yerli yerince kullanmas›na vâk›f olduktan sonra davas›n› o esaslara bina etmesi, o fende mahir ve mütehass›s oldu¤una delildir. havi: içine alan, kapsayan, kuflatan. h›yanet: hainlik, kendine olan güveni kötüye kullanma. hile: aldatmaya yönelik düzen, desise. ›tt›rat: düzgün tarzda olma. iffet: temizlik, ahlâkî temizlik. ink›lâb-› azîm: büyük ink›lâp, büyük ve köklü de¤ifliklik. intizam: düzen, düzenlilik. keza: böylece, ayn› flekilde. k›ssa: ibret verici hikâye. mahir: maharetli, becerikli. 52 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) malûm: bilinen, bilinir olan. mazi: geçmifl zaman. meleke: bir fleyi çok kez tekrarlayarak ve tecrübe ederek meydana gelen bilgi ve maharet. mesele: konu. metanet: metin olma, dayan›kl›l›k; gayret. mütehass›s: bir ilim dal›nda veya bir meslekte derin bilgi sahibi olan, uzman. peyda: meydana gelme, a盤a ç›kma. rüsuh: sa¤lam olma, sa¤laml›k. sahife: sayfa. saika: güdü, sebep. s›dk: do¤ruluk. taallûk: alâkal›, münasebetli olma. tabiat: yarat›l›fl, huy, karakter, seciye, mizaç. tasdik: do¤rulama, onaylama. vâk›f: bilgilenme, bilme. zaman-› saadet: Asr-› Saadet dönemi. HZ MUHAMMED 01 7/1/06 11:46 AM Page 53 ‹kinci Nükte: F›trat-› befleriyenin iktizas›ndand›r ki, adî bir insan da olsa, hatta çocuk da olsa, hatta küçük bir kavim içinde de bulunsa, pek k›ymetsiz bir dava hususunda cumhura muhalefet edip yalan söylemeye cesaret edemez. Acaba, pek büyük bir haysiyet sahibi, âlemflümul bir davada, pek inatl› ve kesretli bir kavim içinde, ümmî, yani okur yazar s›n›f›ndan olmad›¤› hâlde, akl›n tek bafl›na idrakten âciz oldu¤u baz› fleylerden bahsedip kemal-i ciddiyetle âleme neflir ve ilân etmesi, onun s›dk›na delil oldu¤u gibi, o meselenin Allah’tan oldu¤una da bir bürhan olmaz m›? Üçüncü Nükte: Malûmdur ki, medenî insanlarca malûm ve me’lûf pek çok ilimler, s›fatlar, fiiller vard›r ki, bedevîlerce meçhul olur ve o gibi fleylerden haberleri yoktur. Binaenaleyh, bilhassa geçmifl zamanlardaki bedevîlerin ahvalinden bahsetmek isteyen bir adam, hayalen o zamanlara, o çöllere gidip, onlar ile görüflmelidir. Zira onlar›n ahvalini, ezberden, onlar› görmeden muhakeme etmekle, istedi¤i malûmat› elde edemez. D ö rdüncü Nükte: Ümmî bir adam, bir fennin ulemas›yla münakaflaya giriflerek, beyne’l-ulema ittifakl› olan meseleleri tasdik ve ihtilâfl› olanlar› da tashih ederse, o adam›n bu harika olan hâli, onun pek yüksekli¤ine ve onun ilminin de vehbî oldu¤una delâlet etmez mi? Bu Dört Nükteyi göz önüne getir, Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâma bak ki: O zat, herkesçe müsellem ümmîli¤iyle beraber, geçmifl enbiya ile kavimlerinin adî: basit, baya¤›, s›radan. ahval: hâller, durumlar. âlem: dünya, cihan; bütün yarat›lm›fllar. âlemflümul: cihan› saran, bütün dünyaya yay›lan. aleyhissalâtü vesselâm: Salât ve selâm onun üzerine olsun. bedevî: çölde ve iptidaî tarzda yaflayan, medenî olmayan. beyne’l-ulema: âlimler aras›nda. bilhassa: özellikle. binaenaleyh: bundan dolay›, bunun üzerine. bürhan: delil, ispat, hüccet. cumhur: halk, ahali, umum topluluk. dava: takip edilen fikir; iddia. delâlet: delil olma, gösterme; alâmet, iflaret. delil: kan›t, tan›k, bürhan. enbiya: nebîler, peygamberler. fen: tecrübî, ispatla meydana gelmifl ilimlere verilen genel ad. f›trat-› befleriye: insan›n yarat›l›fl›, insan›n tabiat›. fiil: ifl, hareket. harika: ola¤anüstü. hayalen: hayalî bir flekilde. haysiyet: fleref, onur, itibar. idrak: ak›l erdirme, anlama, kavrama kabiliyeti. ihtilâf: ayr›l›k, ayk›r›l›k. iktiza: gerek, lüzum. ilim: bilgi, marifet. ittifak: fikir birli¤i, söz birli¤i. kavim: millet; aralar›nda dil, âdet, örf, kültür birli¤i olan insan toplulu¤u. kemal-i ciddiyet: ciddiyetin son derecesi, tam bir ciddiyet. kesretli: çoklu¤u olan, çok fazla. malûm: bilinen, bilinir olan. malûmat: bilgiler, bilinen fleyler. meçhul: bilinmeyen, hakk›nda bilgi olmayan. medenî: uygar, modern. me’lûf: al›fl›lm›fl, ülfet edilmifl. mesele: konu. muhakeme: ak›l yürütüp do¤ru netice elde edebilme, tartma, de¤erlendirme, yarg›lama. muhalefet: z›tl›k, ayk›r›l›k, ayr›l›k. Muhammed-i Arabî: Araplar›n içinden ç›kan Peygamberimiz Muhammed (a.s.m). münakafla: tart›flma. müsellem: do¤rulu¤u, gerçekli¤i herkes taraf›ndan kabul edilen. neflir: herkese duyurma, tamim. s›dk: do¤ruluk. s›fat: vas›f, nitelik. tasdik: do¤rulama, onaylama. tashih: düzeltme, yanl›fl›n› giderme. ulema: âlimler, bilginler, ilim sahipleri. ümmî: okuma yazmas› olmayan, okumam›fl. ümmî: okuma yazmas› olmayan, okumam›fl. vehbî: do¤ufltan, çal›flmakla kazan›lmay›p Allah’›n yard›m› ile ikram edilen. HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 53 HZ MUHAMMED 01 7/1/06 11:46 AM âdet: görenek, usul, al›flkanl›k. ahval: hâller, durumlar. âlem: dünya, cihan; bütün yarat›lm›fllar. Asr-› Saadet: Peygamberimiz Hz. Muhammed’in (a.s.m) peygamber olarak dünyada bulundu¤u devir. beyan: anlatma, aç›klama. bilhassa: özellikle. binaenaleyh: bundan dolay›, bunun üzerine. celp: çekme, çekifl, kendine çekmek. Ceziretü’l-Arab: Arap Yar›madas›. cüz’î: küçük, az. dair: alâkal›, ilgili. dava: takip edilen fikir, iddia. dava-i nübüvvet: peygamberlik dava etmek. peygamber oldu¤unu ilân etmek. delil: kan›t, tan›k, bürhan. ehemmiyetsiz: önemsiz. enbiya: nebîler, peygamberler. evvel: önce. hâkim: hükmeden. hakir: afla¤›, adî, itibars›z. hükmünde: de¤erinde, yerinde. hükümdar: padiflah, hüküm sahibi, en yüksek reis. imparator. ihtilâf: farkl› olufl, iki fleyi aras›ndaki ayr›l›klar. ispat: kan›tlama, do¤rulama. istikrar: karar k›lma, karar bulma, yerleflme, bir kararda devam etme. istimrar: sürme, sürüp gitme, uzay›p gitme. ittifak: birleflme, fikir birli¤i etme. kavim: millet; aralar›nda dil, âdet, örf, kültür birli¤i olan insan toplulu¤u. kesretli: çoklu¤u olan, çok fazla. k›ssa: ibret verici hikâye. lisan: dil. ma’kes: akseden yer, yans›ma yeri. malûm: bilinen, bilinir olan. manevî: manaya ait, maddî olmayan. masum: suçsuz, günahs›z, saf, temiz. Page 54 ahvallerini, görmüfl ve müflahede etmifl gibi, Kur’ân’›n lisan›yla söylemifltir. Ve onlar›n ahvalini, s›rlar›n› beyan ederek âleme neflir ve ilân etmifltir. Bilhassa nakletti¤i onlar›n k›ssalar›, bütün zekilerin nazar-› dikkatini celp eden dava-i nübüvvetini ispat içindir. Ve nakletti¤i esaslar›, beyne’l-enbiya ittifakl› olan k›sm› tasdik, ihtilâfl› olan› da tashih edip davas›na mukaddeme yapm›flt›r. Sanki o zat, vahy-i ‹lâhînin ma’kesi olan masum ruhuyla zaman ve mekân› tayyederek, o zaman›n en derin derelerine girmifl ve gördü¤ü gibi söylemifltir. Binaenaleyh, o zat›n bu hâli onun bir mu’cizesi olup, nübüvvetine delil oldu¤u gibi; evvelki enbiyan›n da nübüvvet delilleri, manevî bir delil hükmünde olup, o zat›n nübüvvetini ispat eder. Beflinci Mesele Asr-› Saadete ve bilhassa Ceziretü’l-Arab meselesine dairdir. Bunda da “Dört Nükte” vard›r. Birinci Nükte: Âlemce malûmdur ki, az bir kavmin âdetlerinden, hakir, ehemmiyetsiz bir âdeti kald›rmak veya zelil, miskin bir taifenin cüz’î zay›f huylar›n› ref etmek, büyük bir hükümdara, uzun bir zamanda bile çok zahmetlere ba¤l›d›r. Acaba, hâkim olmamakla beraber, az bir zamanda nihayet derecede âdetlerine mutaass›p, inatç› ve kesretli bir kavimde rüsuh ve kuvvet peyda etmifl olan âdetleri ref ve kalplerde istikrar peyda eden ve zamanlarca devam ve istimrar eden ahlâklar›n› terk mekân: yer, mahal. mesele: konu. miskin: uyufluk, tembel, hareketsiz, zavall›. mu’cize: benzerini yapmaktan insanlar›n âciz kald›¤› fley. mukaddeme: bafllang›ç. mutaass›p: eski âdet ve geleneklerine afl›r› ba¤l› olup, yenilik kabul etmeyen. müflahede: ‹lahî güzellikleri ve s›rlar› görme, seyretme. nakil: anlatma, söyleme, hikâye etme. 54 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) nazar-› dikkat: dikkatli bakma, dikkatli bak›fl. neflir: herkese duyurma, yayma, tamim. nihayet: son. nübüvvet: nebîlik, peygamberlik, Allah elçili¤i. peyda: kurma, sa¤lama. ref: kald›rma, giderme. ruh: dirilik kayna¤›, hayat›n temeli ve sebebi olan manevî varl›k. rüsuh: maharet, meleke. taife: kavim, kabile. tasdik: do¤rulama, onaylama. tashih: düzeltme, yanl›fl›n› giderme. tayy: atlamak, üzerinden geçmek. vahy-i ‹lâhî: ‹lâhî vahiy, Allah taraf›nda vahiy ile gelen, emir ve yasaklar. zahmet: s›k›nt›, eziyet, meflakkat. zaif: zay›f. zelil: hor, alçak, adî, baya¤›. HZ MUHAMMED 01 7/1/06 11:46 AM Page 55 ettiren, hem yerlerine gayet yüksek âdetleri, güzel ahlâklar› tesis eden bir zat, harikulâde olmaz m›? ‹kinci Nükte: Yine âlemce malûmdur ki, devlet bir flahs-› manevîdir; çocuk gibi, teflekkülü, büyümesi tedri cîdir. Ve keza, yeni teflekkül eden bir devletin, bir milletin ruhuna kadar nüfuz eden eski bir devlete galebe etmesi, yine tedricîdir, zamana mütevakk›ft›r. Acaba, Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâm›n bütün esasat-› âliyeyi havi olan ve maddî manevî bütün terakkiyat ve medeniyet-i ‹slâmiyenin kap›s›n› açan, k›sa bir zamanda def’aten teflkil etti¤i bir devletle dünyan›n bütün devletlerine galebe edip maddî manevî hâkimiyetini muhafaza ve ibka ettiren, harikulâdeli¤i de¤il midir? Üçüncü Nükte: Evet, kah›r ve cebir ile zahirî bir hâkimiyet, sathî bir tahakküm k›sa bir zamanda ibka edilebilir. Fakat, bütün kalplere, fikirlere, ruhlara icra-i tesir ederek zahiren ve bât›nen be¤endirmek flart›yla vicdanlar üzerine hâkimiyetini muhafaza ve ibka etmek, en büyük harika olmakla, ancak nübüvvetin hassalar›ndan olabilir. D ö rdüncü Nükte: Evet, tehditlerle, korkularla, hilelerle, efkâr-› ammeyi baflka bir mecraya çevirtmek mümkün olur. Fakat, tesiri cüz’îdir, sathîdir, muvakkat olur; muhakeme-i akliyeyi, az bir zamanda kapatabilir. Amma, irflad›yla kalplerin derinliklerine kadar nüfuz etmek, hissiyat›n en incelerini heyecana getirmek, istidatlar›n inkiflaf›na yol açmak, ahlâk-› âliyeyi tesis ve alçak huylar› âdet: gelenek, al›flkanl›k. ahlâk: görgü kurallar›, iyi huylar. ahlâk-› âliye: yüksek ahlâk, yüce ahlâk, üstün ahlâk. aleyhissalâtü vesselâm: Salât ve selâm onun üzerine olsun. bât›nen: dâhilen, iç yüzünde, içinden olarak. cebir: zor, zorlama, bask› yapma. cüz’î: küçük, az. def’aten: birdenbire, bir defa- da, anî olarak. efkâr-› amme: genelin, umumun, düflünceleri, umuma ait düflünce, kamuoyu. galebe: galip gelme, üstünlük. gayet: pek çok. hâkimiyet: hâkim olufl, hükmedifl, egemenlik. harika: ola¤anüstü. harikulâde: ola¤anüstü. hassa: bir fleye mahsus olan özellik, nitelik. havi: içine alan, kapsayan, kuflatan. hissiyat: hisler, duygular. ibka: devaml› k›lma, sürekli k›lma. inkiflaf: geliflme. irflat: do¤ru yolu gösterme, gafletten uyand›rma. istidat: kabiliyet, yetenek. kah›r: büyük eziyet, cefa, zulüm. keza: böylece, ayn› flekilde. maddî: madde ile alâkal›. malûm: bilinen, bilinir olan. manevî: manaya ait, maddî olmayan. mecra: kanal. medeniyet-i ‹slâmiye: ‹slâm medeniyeti. muhafaza: koruma. muhakeme-i akliye: aklî muhakeme, karar vermek için ak›lla iyi düflünme, hüküm verme. Muhammed-i Arabî: Araplar›n içinden ç›kan Peygamberimiz Muhammed (a.s.m). muvakkat: geçici. mütevakk›f: bir fleye ba¤l› olan, ancak onunla olabilen. nübüvvet: nebîlik, peygamberlik, Allah elçili¤i. nüfuz: söz geçirme, hüküm sahibi olma. ruh: dirilik kayna¤›, hayat›n temeli ve sebebi olan manevî varl›k. sathî: yüzeysel. flahs-› manevî: manevî flah›s, belli bir kifli olmay›p bir cemaatten meydana gelen manevî flah›s. flart: koflul. tahakküm: hüküm sürme. tedricî: tedricle olan, yavafl yavafl, derece derece yap›lan. tehdit: korkutma, gözda¤› verme. terakkiyat: ilerlemeler, geliflmeler, yükselifller. tesis: kurma, meydana getirme. teflekkül: kurulma, oluflma, flekillenme. teflkil: oluflturma, flekillendirme. vicdan: insan›n içindeki, iyiyi kötüden ay›rabilen, iyilik etmekten lezzet duyan ve kötülükten elem alan manevî his. zahiren: görünüflte. zahirî: görünüflte olan; zahire, d›fla ait olan. zat: kifli, flah›s. HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 55 HZ MUHAMMED 01 7/1/06 11:46 AM Page 56 imha ve izale etmek, cevher-i insaniyetten perdeyi kald›r›p hakikati teflhir etmek, hürriyet-i kelâma serbestî vermek, ancak flua-i hakikatten muktebes harikulâde bir mu’cizedir. Evet, Asr-› Saadetten evvelki zamanlarda kalp kat›l›¤› ve merhametsizlik öyle bir hadde bali¤ olmufltu ki; kocaya vermekten ar ederek k›zlar›n› diri diri topra¤a gömerlerdi. Asr-› Saadette ‹slâmiyetin do¤urdu¤u merhamet, flefkat, insaniyet sayesinde, evvelce k›zlar›n› gömerlerken müteessir olmayanlar, ‹slâmiyet dairesine girdikten sonra kar›ncaya bile ayak basmaz oldular. Acaba böyle ruhî, kalbî, vicdanî bir ink›lâp, hiçbir kanuna tatbik edilebilir mi? Bu nükteleri ceyb-i kalbine soktuktan sonra, bu noktalara da dikkat et: 1. Tarih-i âlemin flahadetiyle sabittir ki, parmakla gösterilen en büyük bir dâhî, ancak umumî bir istidad› ihya ve umumî bir hasleti ikaz ve umumî bir hissi inkiflaf ettirebilir. E¤er böyle bir hissi de ikaz edememifl ise sa’yi hep heba olur. Asr-› Saadet: Peygamberimiz Hz. Muhammed’in (a.s.m) peygamber olarak dünyada bulundu¤u devir. bali¤: ulaflm›fl, eriflmifl. cehalet: cahillik, ilimden yoksun olma, ‹lâhî hakikatlerden habersiz olma. cevher-i insaniyet: insanl›k cevheri, insanl›k hasletleri, özellikleri. Ceziretü’l-Arab: Arap Yar›madas›. dâhî: son derece zeki, anlay›fll›, deha sahibi. evvel: önce. evvelce: daha önce. hadde: s›n›ra, dereceye. hakikat: gerçek, do¤ru. hamiyet-i milliye: millî duygu ve hislerin muhafaza edilmesi için yap›lan çaba. harikulâde: ola¤anüstü. haslet: huy, özellik. heba: bofl, beyhude, faydas›z. hiss-i uhuvvet: kardefllik duygusu. hissiyat-› âliye: yüce, yüksek duygular ihya: canland›rma, diriltme, ha- 2. Tarih bize gösteriyor ki, en büyük bir insan, hamiyet-i milliye, hiss-i uhuvvet, hiss-i muhabbet, hiss-i hürriyet gibi hissiyat-› umumiyeden bir veya iki veyahut üç hissi ikaz etmeye muvaffak olur. Acaba evvelki zamanlar›n cehalet, flekavet, zulüm zulmetleri alt›nda gizli kalan binlerce hissiyat-› âliyeyi, Ceziretü’l-Arab memleketinde, yat verme. imha: ortadan kald›rma, mahvetme. ink›lâp: de¤iflme, dönüflme. inkiflaf: geliflme. insaniyet: insanl›k, bütün insanlar. istidat: kabiliyet, yetenek. izale: yok etme, ortadan kald›rma. kalbî: kalple ilgili, kalbe ait. merhamet: ac›mak, flefkat göstermek, korumak, esirgemek. 56 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) mu’cize: benzerini yapmaktan insanlar›n âciz kald›¤› fley. muktebes: iktibas edilmifl, al›nt› yap›lm›fl. muvaffak: baflarm›fl, baflar›l›. müteessir: üzgün. ruhî: ruha ait, ruhla ilgili. sabit: ispat edilmifl, ispatlanm›fl. sa’y: ifl, çal›flma, çabalama. serbestî: serbestlik. flahadet: flahit olma, flahitlik, tan›kl›k. flefkat: karfl›l›ks›z sevgi besle- me, içten ve karfl›l›ks›z merhamet. flekavet: flakilik, eflk›yal›k, haydutluk. tarih-i âlem: dünya tarihi. tatbik: uydurma, uygulama. teflhir: ilân etme, herkese duyurma, gösterme. umumî: genel. vicdanî: vicdanla, kalbî his ile ilgili, vicdana ait. zulmet: karanl›k. zulüm: haks›zl›k, eziyet, iflkence. HZ MUHAMMED 01 7/1/06 11:46 AM Page 57 bedevî ve da¤›n›k bir kavim içinde inkiflaf ettirmek, harikulâde de¤il midir? Evet, flems-i hakikatin ziyas›ndand›r. Bu noktalar› akl›na sokamayan›n, Ceziretü’l-Arab’› biz gözüne sokar›z. Ey muannit! Ceziretü’l-Arab’a git, en büyük feylesoflardan yüz taneyi de intihap et, beraber götür. Onlar da orada ahlâk›n ve maneviyat›n inkiflaf› hususunda çal›fls›nlar. Muhammed-i Arabînin o vahfletler zaman›nda o vahflî bedevîlere verdi¤i cilây›, senin o feylesoflar›n flu medeniyet ve terakkiyat devrinde yüzde bir nispetinde verebilirler mi? Çünkü o zat›n yapt›¤› o cilâ, ‹lâhî, sabit, lâyetegayyer bir cilâd›r ve onun büyük mu’cizelerinden biridir. Ve keza, bir iflte muvaffak›yet isteyen adam, Allah’›n âdetlerine karfl› saffet ve muvafakatini muhafaza etsin ve f›trat›n kanunlar›na kesb-i muarefe etsin ve hey’et-i içtimaiye rab›talar›na münasebet peyda etsin. Aksi takdirde, f›trat, adem-i muvafakatle cevap verecektir. Ve keza, hey’et-i içtimaiyede, umumî cereyana muhalefet etmemek lâz›md›r. Muhalefet edildi¤i takdirde, dolab›n üstünden düfler, alt›nda kal›r. Binaenaleyh, o cereyanlarda, tevfik-i ‹lâhînin müsaadesine mazhariyeti dolay›s›yla, o dolab›n üstünde, Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâm›n hak ile mütemessik oldu¤u sabit olur. Evet, Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm›n getirdi¤i fleriat›n hakaik›, f›trat›n kanunlar›ndaki muvazeneyi muhafaza etmifltir. ‹çtimaiyat›n rab›talar›na lâz›m adem-i muvafakat: raz› olmama, uyuflmamak. âdet: kanun. aleyhissalâtü vesselâm: Salât ve selâm onun üzerine olsun. bedevî: çölde ve iptidaî tarzda yaflayan, medenî olmayan. binaenaleyh: bundan dolay›, bunun üzerine. cereyan: ak›m, fikir, sanat veya siyaset hareketi. Ceziretü’l-Arab: Arap Yar›- madas›. cilâ: parlakl›k. feylesof: felsefe ile u¤raflan, filozof. f›trat: yarat›l›fl, tabiat, mizaç, huy. hakaik: hakikatler, do¤rular, gerçekler. harikulâde: ola¤anüstü. heyet-i içtimaiye: sosyal toplum. içtimaiyat: sosyal hayata ait bilgi. ‹lâhî: Allah’la ilgili, Cenab-› Hakka dair. inkiflaf: geliflme. intihap: seçme. kavim: millet; aralar›nda dil, âdet, örf, kültür birli¤i olan insan toplulu¤u. kesb-i muarefe: aflinal›k kazanma. keza: böylece, ayn› flekilde. lâyetegayyer: de¤iflmez, bozulmaz, ayn› hâlde kal›r. maneviyat: mana âlemine ait olanlar, hisse ve inanca ait fleyler. mazhariyet: nail olma, flereflenme. medeniyet: ilim, teknik, sanayi ve ticaretin nimetlerinden gerçek anlamda yararlanarak, bolluk, güvenlik ve rahatl›k içinde yaflay›fl. muannit: inatç›, ayak direyen. mu’cize: benzerini yapmaktan insanlar›n âciz kald›¤› fley. muhafaza: koruma. muhalefet: z›tl›k, ayk›r›l›k, ayr›l›k. Muhammed-i Arabî: Araplar›n içinden ç›kan Peygamberimiz Muhammed (asm). muvafakat: müsaade etme, kabul etme. muvaffak›yet: baflar›. muvazene: denge, ölçü. müsaade: izin. mütemessik: bir fleyi delil ve flahit gösteren, bir fleye dayanan. nispetinde: oran›nda, ölçüsünde. peyda: kurma, sa¤lama, elde etme. rab›ta: münasebet, alâka, ba¤. sabit: dura¤an, de¤iflmeyen; ispatlanm›fl. saffet: safl›k, halislik, temizlik, pakl›k. flems-i hakikat: hakikat günefli, gerçe¤in parlakl›¤›. fleriat: ‹slâm dini ve prensipleri. terakkiyat: ilerlemeler, geliflmeler. tevfik-i ‹lâhî: Cenab-› Hakk›n insan› do¤ru yola lütfu ile sevk etmesi, baflar›l› k›lmas›. umumî: genel. vahflet: ürkütücü ve korkunç olan fley. vahflî: yabanî, ürkütücü ve korkunç olan. ziya: ›fl›k, ayd›nl›k, nur. HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 57 HZ MUHAMMED 01 7/1/06 11:46 AM âdât: âdetler, görenekler, al›flkanl›klar, gelenekler. âdet: görenek, usul, al›flkanl›k. âlem: dünya, cihan; bütün yarat›lm›fllar. aleyhissalâtü vesselâm: Salât ve selâm onun üzerine olsun. amil: sebep, etken. asa-i Mûsa: Hz. Mûsa’n›n (a.s.) asas›; Hz. Mûsa’n›n yere at›ld›¤›nda büyük bir ejderhaya (y›lan) dönüflebilen, sihirbazlar› ma¤lûp eden ve tafla vuruldu¤unda Cenab-› Hakk›n izniyle su f›flk›rtan ve kendisine mu’cize olarak verilmifl de¤ne¤i. cevher-i insaniyet: insanl›k cevheri, insanl›k hasletleri, özellikleri. delâlet: delil olma, gösterme; alamet, iflaret. devlet-i ‹slâmiye: ‹slâm devleti. ecdat: dedeler, büyük babalar, atalar. efkâr-› amme: genelin, umumun, düflünceleri, umuma ait düflünce, kamuoyu. evc-i medeniyet: medeniyetin en üst derecesi. fesat: fenal›k, kötülük, arabozanl›k. f›trî: tabiî, yarat›l›fltaki, do¤ufltan olan. galebe: galip gelme, yenme, üstünlük. garp: güneflin batt›¤› taraf, bat›. hakikat: gerçek, do¤ru. hâkimiyet: hâkim olufl, hükmedifl, egemenlik. hissiyat: hisler, duygular. içtimaiyat: sosyal hayata ait bilgi. ihlâl: bozma, zarar verme. ihtilâl: bozulma, kar›fl›kl›k, intizams›zl›k. istilâ: kaplama, yay›lma. itminan: inanma, güvenme, gönül rahatl›¤› içinde tereddütsüz kabul etme. ittisal: bitiflme, birleflme. izhar: gösterme, a盤a vurma. kasavet: kat›l›k. kemal-i vüsuk: inanman›n son derecesi, tam bir itimat. macera: olup biten, cereyan eden, bafltan geçen fley. makam: yer, mevki. malik: sahip. meslek: gidifl, tutulan yol, sistem. mevki: durum, vaziyet. meyil: taraftarl›k. muallim: ders veren, ö¤reten. Muhammedü’l-Haflimî: Haflimîo¤ullar›ndan olan Hz. Muhammed (a.s.m). Page 58 gelen münasebetleri ihlâl etmemifltir. Zaman uzad›kça, aralar›nda ittisal peyda olmufltur. Bundan anlafl›l›r ki; ‹slâmiyet, nev-i befler için f›trî bir dindir ve içtimaiyat› tezelzülden vikaye eden yegâne bir amildir. Bu Nükteler ile flu Noktalar› nazara al, Muhammed-i Haflimî Aleyhissalâtü Vesselâma bak. O zat, ümmîli¤iyle beraber, bir kuvvete malik de¤ildi. Ne onun ve ne de ecdad›n›n bir hâkimiyetleri sebkat etmemiflti; bir hâkimiyete, bir saltanata meyilleri yoktu. Böyle bir vaziyette iken, mühim bir makamda, tehlikeli bir mevkide, kemal-i vüsuk ve itminan ile, büyük bir ifle teflebbüs etti; bütün efkâr-› ammeye galebe çald›, bütün ruhlara kendisini sevdirdi, bütün tabiatlar›n üstüne ç›kt›; kalplerden bütün vahflet âdetlerini, çirkin ahlâklar› kald›rarak, pek yüksek âdât ve güzel ahlâk› tesis etti; vahfletin çöllerinde sönmüfl olan kalplerdeki kasaveti ince hissiyatla tebdil ettirdi ve cevher-i insaniyeti izhar etti. Onlar›, o vahflet köflelerinden ç›kararak, evc-i medeniyete yükseltti ve onlar› o zamana, o âleme muallim yapt›. Ve onlara öyle bir devlet teflkil etti ki, sahirlerin sihirlerini yutan asa-i Mûsa gibi, baflka zalim devletleri yuttu; ve nev-i befleri istilâ eden zulüm, fesat, ihtilâl, flekavet rab›talar›n› yakt›, y›kt› ve az bir zamanda devlet-i ‹slâmiyeyi flarktan garba kadar tevsi ettirdi. Acaba, o zat›n flu maceras›, onun mesle¤i hak ve hakikat oldu¤una delâlet etmez mi? ‹flaratü’l-‹’caz, Yeni Asya Neflriyat, 2004, s. 160-166. ‚è mühim: önemli, ehemmiyetli. münasebet: ilgi, alâka, yak›nl›k. nazar: dikkat, bak›fl. nev-i befler: insano¤lu, insanlar. peyda: kurma, sa¤lama. rab›ta: münasebet, alâka, ba¤. ruh: dirilik kayna¤›, hayat›n temeli ve sebebi olan manevî varl›k. sahir: sihir yapan, sihirbaz, 58 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) büyücü. saltanat: sultanl›k, padiflahl›k, hükümdarl›k. sebkat: geçme, ilerleme. flark: güneflin do¤du¤u yön, do¤u. flekavet: flakilik, eflk›yal›k, haydutluk. tabiat: yarat›l›fl, huy, karakter, seciye, mizaç. tebdil: de¤ifltirme, dönüfltürme. tesis: kurma, meydana getirme. teflebbüs: kalk›flma. teflkil: oluflturma, flekillendirme. tevsi: geniflletme. tezelzül: sars›nt›. ümmî: okuma yazmas› olmayan, okumam›fl. vahflet: yabanîlik, vahflîlik. vaziyet: durum. vikaye: koruma, sahip ç›kma. yegâne: biricik, tek, yaln›z. zalim: merhametsiz, gaddar. zulüm: haks›zl›k, eziyet, iflkence. HZ MUHAMMED 01 7/1/06 11:46 AM Page 59 PEYGAMBER EFEND‹M‹Z‹N (A.S.M.) R‹SALET‹NE H‹ÇB‹R fiÜPHE G‹REMEZ Fakat bazen cüz’î ve hususî bir hâdise büyük bir âlemi istilâ eder. Hangi köflede dinlenilse, o hâdise iflitilir. Ve bazen de büyük tahflidat, düflman›n kuvvetine karfl› de¤il, belki izhar-› haflmet için yap›l›r. Meselâ, hâdise-i Muhammediye (a.s.m.) ve vahy-i Kur’ân’›n hâdise-i kudsiyesi, umum semavat memleketinde, hatta o memleketin her köflesinde en mühim bir hâdise oldu¤undan, do¤rudan do¤ruya çok uzak ve çok yüksek olan koca semavat›n burçlar›na nöbettarlar dizilip, y›ld›zlardan manc›n›klar› atarak casus fleytanlar› tard ve defediyorlar vaziyetinde göstermek ve ifade etmekle, vahy-i Kur’ânînin derece-i haflmetini ve flaflaa-i saltanat›n› ve hiçbir cihette flüphe girmeyen derece-i hakkaniyetini ilâna bir iflaret-i Rabbaniye olarak, o vakitte ve o as›rda daha ziyade y›ld›zlar düflürülüyormufl ve at›l›yormufl. Kur’ân-› Mu’cizülbeyan dahi, o ilân-› tekviniyeyi tercüme edip ilân ediyor ve o iflaret-i semaviyeye iflaret eder. Evet, bir melâikenin üfürmesiyle uçurulabilir olan o casus fleytanlar› böyle iflaret-i azîme-i semaviye ile, melâikelerle mübareze ettirmek, elbette o vahy-i Kur’ânînin haflmet-i saltanat›n› göstermek içindir. Hem bu haflmetli olan beyan-› Kur’ânî ve azametli tahflidat-› semaviye ise, cinnîlerin, fleytanlar›n, semavat ehlini mübarezeye ve müdafaaya sevk edecek bir iktidarlar›, bir müdahaleleri bulundu¤unu ifade için de¤il, belki kalb-i Muhammedîden (a.s.m.) tâ semavat âlemine, tâ Arfl-› Azama kadar âlem: dünya, cihan; bütün yarat›lm›fllar. Arfl-› Azam: en büyük arfl, Allah’›n kat›, Cenab-› Hakk›n kudret ve saltanat›n›n en büyük dairesi. azamet: büyük, ulu, yüce. beyan-› Kur’ânî: Kur’ân’a ait beyan, Kur’ân’›n beyan ve ifadesi. Kur’ân’a ait belâgatin; hakikat, mecaz, kinaye, teflbih ve istiareleri. burç: günefl sisteminde yer alan on iki tak›m y›ld›z›n her biri. casus: hafiye, gizli haberleri ö¤renerek veya s›rlar› çözerek heber veren çafl›t. cihet: sebep, vesile, mucip, bahane. cinnî: cin taifesinden olan. cüz’î: küçük, az. def: kovma, uzaklaflt›rma. derece-i hakkaniyet: do¤ruluk, gerçekçilik derecesi. derece-i haflmet: ihtiflam, azamet ve heybetin derecesi. ehil: bir yerde oturan. hâdise: olay. hâdise-i Muhammediye: Hz. Muhammed’in (a.s.m) peygamberli¤i ve mucizeleri. haflmet-i saltanat: saltanat›n›n haflmeti, ihtiflam›, göz kamaflt›ran güzelli¤i. haflmetli: ihtiflaml›, gösteriflli, heybetli. hususî: özel. iktidar: güç yetme, bir ifli gerçeklefltirmek için gereken kuvvet. ilân: yayma, duyurma, bildir- me. istilâ: ele geçirme, kaplama, yay›lma. Kur’ân-› Mu’cizülbeyan: Aç›klamalar›yla, ak›llar› “benzerini yapmak”tan aciz b›rakan Kur’ân-› Kerim. manc›n›k: eskiden kale kuflatmalar›nda a¤›r tafllar f›rlatmak için kullan›lan, bir ucunda bir kepçe, öbür ucunda da bir karfl› a¤›rl›k bulunan kald›raç biçimindeki eski bir savafl aleti. melâike: melekler. meselâ: örne¤in. mübareze: çat›flma, kavga. müdafaa: savunma. mühim: önemli, ehemmiyetli. peygamber: Hazret-i Muhammed. risalet: elçilik, resullük, peygamber olarak gönderilme. semavat: semalar, gökler. sevk: yöneltme. flaflaa-i saltanat: Cenab-› Hakk›n saltanat›n›n gösterifllili¤i. tahflidat: y›¤malar, biriktirmeler, toplamalar. tahflidat-› semaviye: semaya ait tahflidat. tard: kovma, ç›karma, uzaklaflt›rma, sürme. umum: bütün, hepsi. vaziyet: durum. ziyade: çok, fazla. HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 59 HZ MUHAMMED 01 7/1/06 11:46 AM akval: sözler, lâflar, lâk›rd›lar. befler: insan, insanl›k. bürhan: delil, ispat, hüccet. cihet: görüfl, görüfl aç›s›. cin: gözle görünmez, lâtif cisimlerden ibaret bir yarat›k. dava: takip edilen fikir, iddia. edyan: dinler. edyan-› semaviye: semavî dinler, Allah taraf›ndan gönderilmifl olan hak dinler. efaz›l-› befler: insanl›¤›n en faziletlileri. enbiya: nebiler, peygamberler. haber: bilgi, bilgilendirme. hakaik-› gaybiye: gizli olan ve bilinmeyen gerçekler. hakikat: gerçek, do¤ru. hakikat-i Muhammediye: Hz Peygamberin manevî flahsiyeti, ‹slâmiyetin asl› ve esas›. huzur-i Muhammedî: P e y g a mberin huzuru, sohbeti. icma: fikir birli¤ii etme. ihtiva: içine alma, kapsama. istinat: dayanma, güvenme; delil olarak kabul etme. ittihat: birleflme, birlik oluflturma. Kur’ân-› Mu’cizülbeyan: aç›klamalar›yla, ak›llar› “benzerini yapmak”tan âciz b›rakan Kur’ân-› Kerîm. medar-› bahis: söz konusu, bahsetmeye sebep olan, vesile olan. melâike: melekler. muazzam: ehemmiyetli, önemli. mu’cizâne: mu’cizeli bir flekilde. mu’cizat: mu’cizeler, Allah taraf›ndan verilip, yaln›z peygamberlerin gösterebilecekleri büyük harika ifller. musaddak: tasdik edilmifl, do¤rulanm›fl, do¤rulu¤u kabul edilmifl. muvaffak: baflarm›fl, baflar›l›. mücehhez: teçhiz edilmifl, cihazland›r›lm›fl, donat›lm›fl. müdahale: kar›flma, el atma, ara- Page 60 olan uzun yolda, hiçbir yerde cin ve fleytan›n müdahaleleri olmamas›na iflaret için, vahy-i Kur’ânî, koca semavatta, umum melâikece medar-› bahis olan bir hakikattir ki, bir derece ona temas etmek için, fleytanlar tâ semavata kadar ç›kmaya mecbur olup, hiçbir fleye muvaffak olamayarak recmedilmesiyle iflaret ediyor ki, kalb-i Muhammedîye (a.s.m.) gelen vahiy ve huzur-i Muhammediyeye (a.s.m.) gelen Cebrail ve nazar-› Muhammedîye (a.s.m.) görünen hakaik-› gaybiye, sa¤lam ve müstakimdir, hiçbir cihetle flüphe girmez diye, Kur’ân-› Mu’cizülbeyan, mu’cizâne haber veriyor. Lem’alar, Yeni Asya Neflriyat, 2005, s. 669-671. ‚è R‹SALET-‹ MUHAMMED‹YE (A.S.M.) BÜTÜN ENB‹YANIN fiAHADET‹N‹ TAZAMMUN EDER B‹R‹NC‹ BÜRHAN: Risalet ve ‹slâmiyetle mücehhez olan hakikat-i Muhammediyedir ki; Risalet noktas›nda en muazzam icma ve en vâsi tevatür s›rr›n› ihtiva eden mecmu-i enbiyan›n flahadetini tazammun eder. Ve ‹slâmiyet cihetiyle, vahye istinat eden bütün edyan-› semaviyenin ruhunu ve tasdiklerini tafl›yor. ‹flte, bütün enbiyan›n flahadetiyle ve bütün edyan›n tasdikiyle ve bütün mu’cizat›n›n teyidiyle, musaddak olan bütün akvaliyle, vücut ve vahdet-i Sânii beflere gösteriyor. Demek, flu davada ittihat etmifl, bütün efaz›l-› befler nam›na o nuru ya girme, sokulma. müstakim: do¤ru, düz, düzgün. nam: ad›na, yerine. nur: ayd›nl›k, par›lt›, ›fl›k. peygamber: Allah taraf›ndan haber getirerek ‹lahî emir ve yasaklar› insanlara tebli¤ eden elçi, nebi. recim: tafla tutma, tafl ile vurma, tafllama. risalet: elçilik, nebîlik, resullük, peygamber olarak gönderilme, peygamberlik. 60 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) risalet-i Muhammediye: kâinat›n nuru ve fluuru olan Hz. Muhammed’in (asm) peygamberli¤i. semavat: semalar, gökler. flahadet: flahit olma, flahitlik, tan›kl›k. tasdik: do¤rulama, onaylama. tazammun: ihtiva etme, içine alma, içinde bulundurma. tevatür: içinde yalan ihtimali bulunmayan ve birbirlerine kuvvet veren haberlerden oluflan büyük bir toplulu¤a ait haber. teyit: kuvvetlendirme, sa¤lamlaflt›rma; do¤ru ç›karma. umum: bütün, herkes. vahdet-i Sâni: her fleyi sanatla yaratan Allah’›n birli¤i. vahiy: Cenab-› Hakk›n diledi¤i hükümleri, s›rlar› ve hakikatleri peygamberlere bildirmesi. vâsi: genifl, engin. vücut: var olma, var olufl, varl›k. HZ MUHAMMED 01 7/1/06 11:46 AM Page 61 gösteriyor. Acaba, bu kadar tasdiklere mazhar, büyük, derin, dürbün, safî, keskin, hakaikaflina bir gözün gördü¤ü hakikat, hakikat olmamak hiç ihtimali var m›? Mesnevî-i Nuriye, Yeni Asya Neflriyat, 2004, s. 208. ‚è HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.), RESULLER‹N EN EKMEL‹D‹R Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm, ya resulullaht›r ve bütün resullerin ekmeli ve bütün mahlûkat›n efdalidir; veyahut—hâflâ, yüz bin defa hâflâ—Allah’a iftira etti¤i ve Allah’› bilmedi¤i ve azab›na inanmad›¤› için, itikats›z, esfel-i safilîne sukut etmifl bir befler farz etmek (HAfi‹YE) lâz›m gelir ki; bu ise, ey ‹blis, ne sen ve ne de güvendi¤in Avrupa feylesoflar› ve Asya münaf›klar› bunu diyemezsiniz ve diyememiflsiniz ve diyemeyeceksiniz ve dememiflsiniz ve demeyeceksiniz. Çünkü, bu fl›kk› dinleyecek ve kabul edecek, dünyada yoktur. Onun içindir ki, güvendi¤in o feylesoflar›n en müfsitleri ve o Asya münaf›klar›n›n en vicdans›zlar› dahi diyorlar ki: “Muhammed-i Arabî (a.s.m.) çok ak›ll› idi, çok güzel ahlâkl› idi.” HAfi‹YE: Kur’ân-› Hakîm, kâfirlerin küfriyatlar›n› ve galiz tabiratlar›n› iptal etmek için zikretti¤ine istinaden, ehl-i dalâletin fikr-i küfrîlerinin bütün bütün muhaliyetini ve bütün bütün çürüklü¤ünü göstermek için, flu tabirat› farz-› muhal suretinde titreyerek kullanmaya mecbur oldum. aleyhissalâtü vesselâm: Salât ve selâm onun üzerine olsun. azap: eziyet, iflkence; büyük s›k›nt›, fliddetli ac›. befler: insan, insanl›k. defa: kere, kez, yol. dürbün: uzak gören, uza¤› gösteren. efdal: en faziletli, en üstün. ekmel: daha (en, pek) mükemmel, en olgun, kusursuz ve eksiksiz olan. esfel-i safilîn: afla¤›lar›n en afla¤›s›, Cehennemin en afla¤› tabakas›. farz: var kabul etme, var sayma. feylesof: felsefe ile u¤raflan, filozof. hakaikaflina: gerçekleri bilen, hakikatleri tan›yan. hakikat: gerçek, do¤ru. hâflâ: asla, kat’iyen, hiç bir vakit. hafliye: dipnot. iblis: fleytan. iftira: asl› olmadan birine suç yükleme, olmayan bir suçu baflkas›na yükleme. ihtimal: olabilirlik. itikat: inanç, iman. mahlûkat: yarat›klar, Allah taraf›ndan yarat›lanlar. mazhar: nail olma, flereflenme. Muhammed-i Arabî: Araplar›n içinden ç›kan Peygamberimiz Muhammed (a.s.m). müfsit: ifsat eden, bozucu, bozan. münaf›k: nifak sokan, iki yüz- lülük eden, ara bozucu. resul: yeni bir din veya yeni bir kitap getirmifl olan peygamber, kendisine kitap indirilmifl peygamber. Resulullah: Allah’›n Resulü; Allah’›n gönderdi¤i peygamber; Hz. Muhammed (a.s.m). safî: samimî, halis, saf. sükût: düflme, düflüfl, afla¤› inme. tasdik: do¤rulama, onaylama. vicdan: insan›n içindeki, iyiyi kötüden ay›rabilen, iyilik etmekten lezzet duyan ve kötülükten elem alan manevî his. HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 61 HZ MUHAMMED 01 7/1/06 11:46 AM Page 62 Madem, flu mesele iki fl›kka münhas›rd›r. Ve madem ikinci fl›k muhaldir ve hiçbir kimse buna sahip ç›km›yor. Ve madem kat’î hüccetlerle ispat ettik ki, ortas› yoktur. Elbette, bizzarure, senin ve hizbüflfleytan›n ra¤m›na olarak, bilbedahe ve bihakkalyakîn, Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâm resulullaht›r ve bütün resullerin ekmelidir, bütün mahlûkat›n efdalidir. 1 u¿BÉnérdGnh ¢pùrf’p rGhn p∂n∏nŸrG pOnón©pH oΩnÓ°sùdGnh oInÓ°südG p¬r«n∏nY Sözler, Yeni Asya Neflriyat, 2005, s. 310. ‚è aleyhissalâtü vesselâm: Salât ve selâm onun üzerine olsun. bihakkalyakin: do¤rulu¤unda asla flüphe olmayan hâl. hakikati kesin bir flekilde bilerek, yaflar gibi kesin bilircesine. bilbedahe: aç›ktan, aflikâr olarak. bizzarure: zarurî olarak, ister istemez, mecburen. cihet-i imkân: mümkün olma yönü, imkân taraf›. bir fleyin olabilirlik taraf›, yönü. efdal: en faziletli, en üstün. ekmel: daha (en, pek) mükemmel, en olgun, kusursuz ve eksiksiz olan. fiilen: fiille, davran›fl ve hareketle. hadsiz: s›n›rs›z, sonsuz. hakikat-› Kur’âniye: Kur’ân’›n hakikati, Kur’ân’›n ifade etti¤i gerçek. hizbü’fl-fleytan: fleytan taraftarlar›. hüccet: delil. iman: inanç, itikat. iman-› billâh: Allah’a inanma, Allah’›, onun kâinatta tecelli eden bütün s›fat ve isimleriyle beraber kabul ederek Ona inanma. ispat: kan›tlama, do¤rulama. kâinat: yarat›lm›fl olan fleylerin tamam›, bütün âlemler, varl›klar. kat’î: kesin, flüpheye ve tereddüde mahal b›rakmayan. kat’iyet: kat’îlik, kesinlik. madem: de¤il mi ki. mahlûkat: yarat›klar, Allah taraf›ndan yarat›lanlar. masnuat: sanatla yap›lm›fl fleyler. mesele: konu. muhal: imkâns›z. Muhammed-i Arabî: Araplar›n içinden ç›kan Peygamberimiz HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.), EN MÜKEMMEL ELÇ‹D‹R Demek, iman-› billâh, kat’iyetiyle ve hadsiz hüccetleriyle 2 /¬p∏o°SoQhn /¬pÑoà`oµpHhn yani peygamberlere ve mukaddes ki taplara iman› ispat eder. • Hem, hiçbir cihet-i imkân› var m› ve hiç ak›l kabul eder mi ki, bütün masnuat›yla kendini tan›tt›rana ve sevdirene ve teflekkürat› fiilen ve hâlen isteyene mukabil, kâinat› velveleye veren hakikat-i Kur’âniye ile, zülcelâl o Sanatkâr› ekmel bir tarzda tan›y›p ve tan›tt›r›p ve sevip ve sevdirip ve teflekkür edip ve ettirip ve 1. Melekler, insanlar ve cinler adedince ona salât ve selâm eyle. 2. Bakara Suresi: 285. Muhammed (a.s.m). mukabil: karfl›l›k. mukaddes: takdis edilmifl, kutsal, aziz, temiz. münhas›r: hasredilmifl, ayr›lm›fl, bir fleye veya kimseye mahsus. peygamber: Allah taraf›ndan haber getirerek ‹lâhî emir ve yasaklar› insanlara tebli¤ 62 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) eden elçi, nebî. ra¤m›na: ona ra¤men, inad›na, z›dd›na. resul: Allah’›n elçisi, peygamber. Resulullah: Allah’›n Resulü; Allah’›n gönderdi¤i peygamber; Hz. Muhammed (a.s.m). sanatkâr: sanatç›, usta. fl›k: madde, seçenek, alterna- tif. tarz: biçim, flekil. teflekkürat: teflekkürler, minnet, memnuniyet ve flükür ifade etmeler. velvele: gürültü, pat›rt›, yaygara. Zülcelâl: celâl sahibi, büyüklük, izzet, heybet ve azamet sahibi Allah. - HZ MUHAMMED 01 1 7/1/06 11:46 AM Page 63 oônÑrcnG *nG @ ! oórªnërdnG @ $G n¿ÉnërÑ°oS ’ler ile küre-i arz› semavata iflittirecek derecede konuflturup ve kara ve denizleri cezbeye getirecek bir vaziyetle, bin üç yüz sene zarf›nda, nev-i beflerin kemiyeten beflten birisini ve keyfiyeten ve insaniyeten yar›s›n› arkas›na al›p, o Hâl›k’›n bütün tezahürat-› rububiyetine genifl ve külli bir ubudiyetle mukabele eden ve bütün makas›d-› ‹lâhiyesine karfl› Kur’ân’›n sureleriyle kâinata ve as›rlara ba¤›ran, ders veren, dellâll›k eden ve nev-i insan›n flerefini ve k›ymetini ve vazifesini gösteren ve bin mu’cizat›yla tasdik edilen Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm, en müntehap mahlûku ve en mükemmel elçisi ve en büyük resulü olmas›n? Hâflâ ve kellâ, yüz bin defa hâflâ! fiualar, Yeni Asya Neflriyat, 2005, s. 375-376. ‚è ‹SM-‹ HAKEM VE HAKÎM R‹SALET‹ GEREKT‹R‹R ‹kinci Mesele: ‹sm-i Hakem ve Hakîm, bedahet derecesinde, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm›n risaletine delâlet ve istilzam ediyor denilebilir. Evet, madem gayet manidar bir kitap, onu ders verecek bir muallim ister. Ve gayet güzel bir cemal, kendini görecek ve gösterecek bir âyine iktiza eder. Ve gayet kemalde bir sanat, teflhirci bir dellâl ister. Elbette, her bir 1. Allah her türlü kusur ve noksandan uzakt›r. · Ezelden ebede kadar her türlü hamd ve flükür Allah’a mahsustur. · Allah en büyüktür, en yücedir. aleyhissalâtü vesselâm: Salât ve selâm onun üzerine olsun. Allahü Ekber: Allah en büyük ve en yücedir. as›r: yüzy›l. bedahet: görünür, aç›k. cemal: güzellik. cezbe: çekme, çekim; heyecan, coflkunluk. defa: kere, kez, yol. delâlet: delil olma, gösterme; alâmet, iflaret. dellâl: ilân edici; hakka davet eden. elhamdülillâh: Allah’a hamd olsun, hamd Allah’a aittir. gayet: son derece. Hâl›k: yarat›c›, Allah (cc). hâflâ: asla, kat’iyen, hiç bir vakit. iktiza: gerek, lüzum. insaniyeten: insanl›k bak›m›ndan, insanl›k mahiyeti itibar›yla. ism-i Hakem: Cenab-› Hakk›n hakl› ile haks›z› ay›ran ve her ifli hikmete göre yapan anlam›nda ismi. ism-i Hakîm: Hakîm ismi; Cenab-› Hakk›n hikmetle, faydalar› takip ederek ifl gören manas›ndaki ismi. istilzam: gerekli görme, lüzumlu görme. kâinat: evren; yarat›lm›fl olan fleylerin tamam›, bütün âlemler. kellâ: hiç bir zaman, asla, kat’iyen, kesinlikle. kemal: olgunluk, fazilet. kemiyeten: say› itibar›yla, say›ca. keyfiyeten: keyfiyet yönünden, nitelik ve özellik bak›m›ndan. k›ymet: de¤er. küllî: bütüne ait olan, umumî, genel. küre-i arz: yer küre, dünya. madem: de¤il mi ki. mahlûk: yarat›k, Allah taraf›ndan yarat›lm›fl olan. makas›d-› ‹lâhiye: Allah’›n maksatlar›, yarat›c›n›n gayeleri. manidar: anlaml›, manal›, mana tafl›yan. mesele: konu. muallim: ders veren, ö¤reten. mu’cizat: mu’cizeler, Allah taraf›ndan verilip, yaln›z peygamberlerin gösterebilecekleri büyük harika ifller. mukabele: karfl›l›k. müntehap: seçkin, güzide, mümtaz. nev-i befler: insano¤lu, insanlar. nev-i insan: insan türü, insano¤lu. resul: yeni bir din veya yeni bir kitap getirmifl olan peygamber, kendisine kitap indirilmifl peygamber. Resul-i Ekrem: çok cömert, kerîm olan peygamber, Hz. Muhammed (a.s.m). risalet: elçilik, nebîlik, resullük, peygamber olarak gönderilme, peygamberlik. semavat: semalar, gökler. sure: Kur’ân-› Kerîm’in ayr›ld›¤› 114 bölümden her biri. sübhanallah: Allah her türlü eksiklikten uzak ve bütün üstün s›fatlara sahiptir demek, tesbih etmek. fleref: onur, haysiyet. tasdik: do¤rulama, onaylama. teflhir: ilân etme, herkese duyurma, gösterme. tezahür-i rububiyet: Cenab-› Hakk›n terbiye, tedbir ve idare edicili¤inin ortaya ç›kmas›, görünmesi. ubudiyet: kulluk. vaziyet: durum. zarf›nda: süresince. HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 63 HZ MUHAMMED 01 7/1/06 11:46 AM aleyhissalâtü vesselâm: Salât ve selâm onun üzerine olsun. arz: yer, dünya. bahir: deniz. ber: yeryüzü, kara. bilmüflahede: görerek, bizzat flahit olarak. cemal-i esma: isimlerin güzelli¤i; Cenab-› Allah’›n isimlerinin güzelli¤i ve güzelli¤inin par›lt›lar›. cezbe: çekme, çekim; heyecan, coflkunluk. ehemmiyet: önem, de¤er, k›ymet. ehl-i ak›l: ak›ll› olanlar, ak›l sahipleri. ekmel: daha (en, pek) mükemmel, en olgun, kusursuz ve eksiksiz olan. gayet: son derece. hakikî: gerçek. Hâl›k: yoktan yaratan, her fleyi yoktan var eden, yarat›c›; Allah. hikmet: ‹lâhî gaye, yüksek bilgi. hilkat: yarat›lma, yarat›l›fl. husul: hâs›l olma, meydana gelme, peyda olma. irade: dileme, isteme, bir fleyi yap›p yapmama konusunda için olan iktidar, güç. istilzam: gerektirme. izhar: gösterme, a盤a vurma. kâinat: yarat›lm›fl olan fleylerin tamam›, bütün âlemler, varl›klar. kemal-i sanat: sanattaki mükemmellik. kitab-› kebir-i kâinat: büyük kâinat kitab›. kudsî: mukaddes, yüce. Kur’ân-› Azîmüflflan: flan ve flerefi yüce olan Kur’ân. mahlûk: yarat›k, Allah taraf›ndan yarat›lm›fl olan. makas›d-› ‹lâhiye: Allah’›n maksatlar›, yarat›c›n›n gayeleri. makas›d-› Rabbaniye: terbiye edici olan Cenab-› Hakk›n maksatlar›. mevcudat: mevcutlar, var olan her fley, mahlûklar. muallim-i ekber: en büyük muallim, en büyük ö¤retici. muhatap: kendisine hitap olunan, söz söylenilen kimse. mukabele: karfl›l›k. nam: ad›na, yerine. nazar: bak›fl, dikkat. Page 64 harfinde yüzer manalar, hikmetler bulunan bu kitab-› kebir-i kâinat›n muhatab› olan nev-i insan içinde, elbette bir rehber-i ekmel, bir muallim-i ekber bulunacak. Tâ ki, o kitapta bulunan kudsî ve hakikî hikmetleri ders verecek; belki kâinattaki hikmetlerin vücudunu bildirecek; belki kâinat›n hilkatindeki makas›d-› Rabbaniyenin zuhuruna, belki husulüne vesile olacak; ve umum kâinatta Hâl›k taraf›ndan gayet ehemmiyetle izhar›n› irade etti¤i kemal-i sanat›n›, cemal-i esmas›n› bildirecek, âyinedarl›k edecek. Ve o Hâl›k, bütün mevcudatla kendini sevdirmek ve zîfluur mahlûklar›ndan mukabele istedi¤inden, o zîfluurlar›n nam›na birisi o genifl tezahürat-› rububiyete karfl› genifl bir ubudiyetle mukabele edip, ber ve bahri cezbeye getirecek, semavat ve arz› ç›nlatacak bir velvele-i teflhir ve takdis ile o zîfluurlar›n nazar›n› o sanatlar›n Sâniine çevirecek; ve kudsî dersler ve talimatla bütün ehl-i akl›n kulaklar›n› kendine çevirecek bir Kur’ân-› Azîmüflflan’la, o Sâni-i Hakem-i Hakîm’in makas›d-› ‹lâhiyesini en güzel bir surette gösterecek; ve bütün hikmetlerinin tezahürüne ve tezahürat-› cemaliye ve celâliyesine karfl› en ekmel bir mukabele edecek bir zat, güneflin vücudu gibi bu kâinata lâz›md›r, zarurîdir. Ve öyle eden ve en ekmel bir surette o vazifeleri yapan, bilmüflahede, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmd›r. Öyle ise, günefl ziyay›, ziya gündüzü istilzam etti¤i derecede, kâinattaki hikmetler risalet-i Ahmediyeyi istilzam eder. nev-i insan: insan türü, insano¤lu. rehber-i ekmel: en mükemmel rehber. Resul-i Ekrem: çok cömert, kerîm olan peygamber, Hz. Muhammed (a.s.m). risalet-i Ahmediye: Peygamber Efendimizin (a.s.m) peygamberli¤i. Sâni: her fleyi sanatl› olarak yaratan Allah. semavat: semalar, gökler. suret: biçim, flekil, tarz. 64 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) takdis: yüceltme, mukaddes sayma, kudsî ve mübarek sayma. talimat: talimler, e¤itimler; bir ifl hakk›nda hareket tarz›n› bildiren emirler. tezahür: görünme, belirme, ortaya ç›kma. tezahürat-› cemaliye: Allah’›n Cemâl s›fât›n›n tezahürleri; Allah’›n güzelli¤inin, lütuf ve iyiliklerinin görünüflleri, ortaya ç›k›fllar›. tezahür-i rububiyet: Cenab-› Hakk›n terbiye, tedbir ve idare edicili¤inin ortaya ç›kmas›, görünmesi. ubudiyet: kulluk. umum: bütün, hepsi. vazife: görev. vesile: bahane, sebep. zarurî: zorunlu. zat: flahsiyet. zîfluur: fluurlu, fluur sahibi. ziya: ›fl›k, ayd›nl›k, nur. zuhur: görünme, meydana ç›kma. HZ MUHAMMED 01 7/1/06 11:46 AM Page 65 Evet, nas›l ki ism-i Hakem ve Hakîm’in cilve-i azam› ile, azamî derecede risalet-i Ahmediyeyi iktiza ediyor; öyle de, Esma-i Hüsnadan Allah, Rahman, Rahîm, Vedûd, Mün’im, Kerîm, Cemîl, Rab gibi çok isimlerin her biri, kâinatta görünen bir cilve-i azamla, azamî derecede ve mertebe-i kat’iyette risalet-i Ahmediyeyi istilzam ederler. Meselâ, ism-i Rahman’›n cilvesi olan rahmet-i vâsia, o Rahmeten Lilâlemîn ile tezahür eder. Ve ism-i Vedûd’un cilvesi olan tahabbüb-i ‹lâhî ve tearrüf-i Rabbanî, o Habib-i Rabbülâlemîn ile netice verir, mukabele görür. Ve ism-i Cemîl’in bir cilvesi olan bütün cemaller, yani cemal-i zat, cemal-i esma, cemal-i sanat, cemal-i masnuat o âyine-i Ahmediyede görülür, gösterilir. Ve haflmet-i rububiyetin ve saltanat-› ulûhiyetin cilveleri dahi, o dellâl-› saltanat-› rububiyet olan zat-› Ahmediyenin risaletiyle bilinir, görünür, anlafl›l›r, tasdik edilir. Ve hakeza, bu misaller gibi, ekser Esma-i Hüsnan›n her biri, risalet-i Ahmediyeye birer parlak bürhand›r. E l h â s › l: Madem kâinat mevcuttur ve inkâr edilmiyor; elbette kâinat›n renkleri, ziynetleri, ›fl›klar›, ziyalar›, sanatlar›, hayatlar›, rab›talar› hükmünde olan hikmet, inayet, rahmet, cemal, nizam, mizan, ziynet gibi meflhut hakikatler, hiçbir cihetle inkâr edilmez. âyine-i Ahmediye: Hz. Muhammed’in (a.s.m) hâl ve tav›rlar›nda görülen güzellik. azamî: en fazla, en çok, nihayet derecede. bürhan: delil, ispat, hüccet. cemal: güzellik. cemal-i esma: isimlerin güzelli¤i; Cenab-› Allah’›n isimlerinin güzelli¤i ve güzelli¤inin par›lt›lar›. cemal-i masnuat: Cenab-› Allah’›n sanatl› olarak yaratt›¤› varl›klardaki güzellik. cemal-i sanat: sanat›n güzelli¤i. cemal-i Zatî: Allah’›n zat›na mahsus güzellik. Cemîl: güzellik sahibi olan zat, Allah. cilve: tecelli, görüntü. cilve-i azam: en büyük tecelli, en büyük Rabbanî cilve. dellâl-› saltanat: saltanat›n ilânc›s›. elhâs›l: k›sacas›. Esma-i Hüsna: Allah’›n güzel isimleri. Habib-i Rabbülâlemîn: Âlemlerin Rabbi olan Allah’›n habibi, sevgilisi, Hz. Muhammed (a.s.m). hakeza: böylece, bunun gibi. haflmet-i rububiyet: rabl›¤›n, idare ve terbiye edicili¤in haflmeti, heybeti, büyüklü¤ü. hikmet: ‹lâhî gaye, yüksek bilgi. iktiza: gerek, lüzum. inayet: yard›m, ihsan, lütuf. inkâr: Allah’›n varl›¤›n›, birli¤ini kabul etmeme; reddetme. ism-i Hakem: Cenab-› Hakk›n hakl› ile haks›z› ay›ran ve her ifli hikmetle yapan Hakem ismi. ism-i Hakîm: Cenab-› Hakk›n hikmetle, faydalar› takip ederek ifl gören Hakîm ismi. ism-i Rahman: Rahman ismi, bütün mahlûkat› rahmet ve merhametle kuflatan ve kendisine itaat eden-etmeyen diye ay›rt etmeden herkese her türlü ihsanda bulunan manas›nda Cenab-› Hakka ait isim. ism-i Vedûd: seven ve sevilen manas›nda Cenab-› Hakk›n bir ismi. istilzam: gerektirme. Kerîm: yaratt›klar›na karfl›l›k beklemeden ba¤›flta bulunan, nimetler ihsan eden Allah. meflhut: gözle görülen, müflahede olunan. mizan: ölçü, denge. Mün’im: nimet veren, ikram eden, Allah. nizam: düzen, düzgünlük. Rab: besleyen, yetifltiren, ›slah ve terbiye eden Allah. rab›ta: münasebet, alâka, ba¤. Rahîm: merhamet eden, çok merhametli olan, esirgeyen, koruyan, ac›yan Allah. Rahman: sonsuz merhamet sahibi ve flefkatle bütün varl›klar› r›z›kland›ran Allah. rahmet: Allah’›n kullar›n› esirgemesi, merhameti. Rahmeten li’l-Âlemîn: bütün âlemlere rahmet olan, Hz. Muhammed (a.s.m). rahmet-i vâsia: bütün mahlûkat› içine alan genifllikte ve bol rahmet. risalet: elçilik, peygamberlik. risalet-i Ahmediye: Peygamber Efendimizin (a.s.m) elçi oluflu. rububiyet: Cenab-› Allah’›n her zaman, her yerde, her mahlûka muhtaç oldu¤u fleyleri vermesi, terbiye, tedbir ve malikiyeti ve besleyicili¤i keyfiyeti. saltanat-› ulûhiyet: kâinatta flerik, ortak kabul etmeyen ‹lâhî saltanat. tearrüf-i Rabbanî: Cenab-› Allah’›n kendini tan›tmas›, bildirmesi. tahabbüb-i ‹lâhî: Allah’› sevme, Allah sevgisi. tezahür: görünme, belirme. Vedûd: çok flefkatli olan ve çok sevgi beslenen, seven ve sevilen Allah. zat-› Ahmediye: Hz. Peygamberin zat›, kiflili¤i. ziya: ›fl›k, ayd›nl›k, nur. ziynet: süs. HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 65 HZ MUHAMMED 01 7/1/06 11:46 AM Page 66 Madem bu s›fatlar›n, fiillerin inkâr› mümkün de¤ildir; elbette o s›fatlar›n mevsufu ve o fiillerin faili ve o ziyalar›n günefli olan Zat-› Va c i bü’l-Vücud, Hakîm, Kerîm, Ra hîm, Cemîl, Hakem, Adl dahi hiçbir cihetle inkâr edilmez ve inkâr› kabil olmaz. Ve elbette o s›fatlar›n ve o fiillerin medar-› zuhurlar›, belki medar-› kemalleri, belki medar-› tahakkuklar› olan rehber-i ekber, muallim-i ekmel ve dellâl-› azam ve t›ls›m-› kâinat›n keflflaf› ve âyine-i Samedanî ve habib-i Rahmanî olan Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm›n risaleti hiçbir cihetle inkâr edilmez. Âlem-i hakikatin ve hakikat-i kâinat›n ziyalar› gibi, bunun risaleti dahi, kâinat›n en parlak bir ziyas›d›r. Adl: her fleyi adaletli bir flekilde idare eden Allah. âlem-i hakikat: hakikat âlemi, gerçeklik dünyas›. aleyhissalâtü vesselâm: Salât ve selâm onun üzerine olsun. âyine-i Samedanî: en genifl bir kulluk vazifesiyle ‹lâhî r›zaya âyinedarl›k eden Hz. Muhammed (a.s.m). Cemîl: güzellik sahibi olan zat, Allah. cihet: yön, sebep, vesile. dellâl-› azam: en büyük delil ve ispat, en büyük ilân edici. fail: ifli yapan, fiili iflleyen, yapan, eden iflleyen. fiil: ifl, hareket. Habib-i Rahman: rahmet ve merhamet sahibi olan Allah’›n sevgili peygamberi; Hz. Muhammed (a.s.m). Hakem: hakl› ile haks›z› ay›ran ve her ifli hikmete göre olan Cenab-› Hak. hakikat-i kâinat: yarat›lm›fllar›n, nesnelerin gerçe¤i, asl›. Hakîm: hikmet sahibi, çok bilgili, bilge. inkâr: Allah’›n varl›¤›na, birli¤ine inanmama, kabul ve tasdik etmeme. kabil: mümkün, ihtimal dairesinde. kâinat: yarat›lm›fl olan fleylerin tamam›, bütün âlemler, varl›klar. Kerîm: ihsan ve ikram› bol olan Allah. keflflaf: keflfeden, gizli bir fleyi meydana ç›karan. madem: de¤il mi ki. medar-› kemal: olgunluk vesilesi, mükemmellik sebebi. medar-› tahakkuk: ortaya ç›k- pOnón©pH oΩnÓs°ùdGnh oInÓs°üdG p¬pÑrën°Unh /¬dp 'G ¤n=' Y hn p¬r«n∏nY 1 2 pΩÉnf’n rG päGsQnPhn pΩÉsjn’rG päGnôp°TÉnY oº«/µn`◊r G oº«/∏n©rdG nârfnG n∂sfpG BÉnænàrªs∏nY Éne ’s pG BÉnænd nºr∏pY '’ n∂nfÉnërÑ°oS Lem’alar, Yeni Asya Neflriyat, 2006, s. 890-892. ® 1. Günlerin aflireleri ve mahlûkat›n zerreleri adedince, ona ve Âl ve Ashab›na salât ve selâm olsun. 2. Seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize ö¤retti¤inden baflka bizim hiçbir bilgimiz yoktur. Muhakkak ki Sen her fleyi hakk›yla bilir, her ifli hikmetle yapars›n. (Bakara Suresi: 32.) maya sebep olan. merhametli olan, esirgeyen, medar-› zuhur: görünme se- koruyan, ac›yan Allah. bebi, olmaya ve ç›kmaya se- rehber-i ekber: en büyük bep. rehber. mevsuf: vas›flanm›fl, nitelen- risalet: elçilik, nebîlik, resulmifl. lük, peygamber olarak gönRahîm: merhamet eden, çok derilme, peygamberlik. 66 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) s›fat: vas›f, nitelik. t›ls›m-› kâinat: kâinat›n t›ls›m›, evrenin gizli s›rr›. Zat-› Vacibü’l-Vücud: varl›¤› mutlaka gerekli olan zat, Cenab-› Allah. ziya: ›fl›k, ayd›nl›k, nur. HZ MUHAMMED 01 7/1/06 11:46 AM Page 67 Ubudiyet-i Ahmediye (a.s.m.) AYETÜ’L-KÜBRA R‹SALES‹N‹N Risalet-i Ahmediyeden Bahseden On Alt›nc› Mertebesi Sonra, o dünya seyyah› kendi akl›na dedi ki: “Madem bu kâinat›n mevcudat›yla Malik’imi ve Hâl›k’›m› ar›yorum; elbette her fleyden evvel bu mevcudat›n en meflhuru ve a’dâs›n›n tasdikiyle dahi en mükemmeli ve en büyük kumandan› ve en namdar hâkimi ve sözce en yükse¤i ve ak›lca en parla¤› ve on dört asr› fazileti ile ve Kur’ân’› ile ›fl›kland›ran Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâm› ziyaret etmek ve arad›¤›m› ondan sormak için Asr-› Saadete beraber gitmeliyiz” diyerek, akl›yla beraber o asra girdi, gördü ki: O as›r, hakikaten, o zat (a.s.m.) ile bir saadet-i befleriye asr› olmufl. Çünkü, en bedevî, ve en ümmî bir kavmi, getirdi¤i nur vas›tas›yla, k›sa bir zamanda dünyaya üstat ve hâkim eylemifl. Hem kendi akl›na dedi: “Biz, en evvel bu fevkalâde zat›n (a.s.m.) bir derece k›ymetini ve sözlerinin hakkaniyetini ve ihbarat›n›n do¤rulu¤unu bilmeliyiz. Sonra Hâl›k’›m›z› ondan sormal›y›z” diyerek taharriye bafllad›. Buldu¤u hadsiz kat’î delillerden, burada, yaln›z dokuz küllîlerine birer k›sa iflaret edilecek. a’dâ: düflmanlar. aleyhissalâtü vesselâm: salât ve selâm onun üzerine olsun. as›r: yüzy›l, ça¤. Asr-› Saadet: mutluluk asr›; Peygamberimiz Hz. Muhammed’in peygamber olarak dünyada bulundu¤u devir. bahsetmek: söz etmek, anlatmak. bedevî: göçebe, çölde yaflayan, medenî olmayan. delil: bir davay›, meseleyi is- pata yarayan fley. evvel: önce. fazilet: kifliyi ahlâkl›, iyi hareket etmeye yönelten manevî kuvvet, erdem; iyi ahlâk, iyi huy. fevkalâde: ola¤anüstü, çok üstün. hadsiz: s›n›rs›z, sonsuz. hakikaten: gerçekten. hâkim: hükmeden, amir, idareci. hakkaniyet: do¤ruluk. Hâl›k: yoktan yaratan, her fleyi yoktan var eden, yarat›c›; Allah. ihbarat: haber vermeler, bildirmeler. ilhak etmek: ilâve etmek, eklemek. kâinat: yarat›lm›fl olan fleylerin tamam›, bütün âlemler, varl›klar. kat’î: kesin. kavim: insan toplulu¤u. k›ymet: de¤er. kumandan: komutan. külliyet: bütünlük, umumîlik, genellik. makam: yer. Malik: her fleyin gerçek sahibi olan Allah. mertebe: derece, basamak. meflhur: tan›nm›fl, herkesin bildi¤i, flöhretli, ünlü. mevcudat: var olan her fley, varl›klar. Muhammed-i Arabî: Araplar›n içinden ç›kan Peygamberimiz Hz. Muhammed. münasebet: iki fley aras›ndaki uygunluk; ilgi, alâka. namdar: nam sahibi; flan ve flöhret sahibi. nur: ›fl›k, ayd›nl›k. risalet-i Ahmediye: Peygamber efendimizin peygamberli¤i. saadet-i befleriye: insanl›¤›n mutlulu¤u. seyyah: yolcu, gezgin. taharri: araflt›rma. tasdik: do¤rulu¤unu kabul etme, do¤rulama, onaylama. ümmî: okuma yazmas› olmayan. üstat: ö¤retici, ö¤retmen. vas›ta: arac›l›k. zat: flah›s, kifli, fert. ziyaret etmek: görmeye gitmek. HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 67 HZ MUHAMMED 01 7/1/06 11:46 AM Page 68 B i r i n c i s i : Bu zatta (a.s.m.), hatta düflmanlar›n›n tasdikiyle dahi, bütün güzel huylar›n ve hasletlerin bulunmas›; ve a’dâ: düflmanlar. ahlâk-› hasene: güzel ahlâk, güzel huy. as›r: ça¤, yüzy›l. ayet: Kur’ân’›n her bir cümlesi. beyan etmek: anlatmak, aç›klamak, bildirmek. delil: bir davay›, meseleyi ispata yarayan fley. ferman: emir, buyruk. Hâl›k: yoktan yaratan, her fleyi yoktan var eden, yarat›c›; Allah. haslet: huy, meziyet; güzel huy, iyi özellik. havale etmek: bir ifli veya bir fleyi baflka birine b›rakmak. huy: yarat›l›fltan olan karakter, mizaç, ahlâk. kabil: olabilir, mümkün; kabul eden. kâinat: yarat›lm›fl olan fleylerin tamam›, bütün âlemler, varl›klar. kamer: ay. kat’î: kesin, flüphesiz. kemalât: faziletler, mükemmellikler; insandaki ahlâk ve huy güzellikleri. keramet: Allah’›n velî kullar›nda görülen ola¤anüstü hâller veya tabiatüstü hâdiseler. Kevser: Cennette bulunan bir akarsu. kifayet: yeter, yetme, yeterlilik. Kur’ân-› Azîmüflflan: flan ve flerefi yüce olan Kur’ân. mu’cizat: mu’cizeler; Allah taraf›ndan verilip, yaln›z peygamberlerin gösterebilecekleri büyük harika ifller. mu’cizat-› bâhire: apaç›k mu’cizeler. mu’cizat-› Kur’âniye: Kur’ân’›n mu’cizeleri. mu’cizat-› Ahmediye: Peygamberimiz Hz. Muhammed’in gösterdi¤i mu’cizeler. 2 »'eQn %G øs pµ'dhn â n «r neQn rPpG â n «r neQn Énehn @ ôo nªn≤rdG ≥s n°ûrfGnh 1 ayetlerinin sarahatiyle, bir parma¤›n›n iflaretiyle kamer iki parça olmas›; ve bir avucu ile a’dâs›n›n ordusuna att›¤› az bir toprak, umum o ordunun gözlerine girmesiyle kaçmalar›; ve susuz kalm›fl kendi ordusuna, befl parma¤›ndan akan Kevser gibi akan suyu kifayet derecesinde içirmesi gibi, nass-› kat’î ile ve bir k›sm› tevatür ile yüzer mu’cizat›n onun elinde zahir olmas›d›r. Bu mu’cizat›n üç yüzden ziyade bir k›sm›, On Dokuzuncu Mektup Mu’cizat-› Ahmediye (a.s.m.) nam›ndaki harika ve kerametli bir risalede kat’î delilleriyle beraber beyan edildi¤inden, onlar› ona havale ederek dedi ki: “Bu kadar ahlâk-› hasene ve kemalâtlâ beraber, bu kadar mu’cizat-› bâhiresi bulunan bir zat (a.s.m.), elbette en do¤ru sözlüdür. Ahlâks›zlar›n ifli olan hileye, yalana, yanl›fla tenezzül etmesi kabil de¤il.” ‹ k i n c i s i : Elinde, bu kâinat Sahibinin bir ferman› bulundu¤u ve o ferman› her as›rda üç yüz milyondan ziyade insanlar›n onu kabul ve tasdik ettikleri ve o ferman olan Kur’ân-› Azîmüflflan’›n, yedi vecihle harika olmas›d›r. Ve bu Kur’ân’›n, k›rk vecihle mu’cize oldu¤unu ve Kâinat Hâl›k›n›n sözü bulundu¤unu, kuvvetli delilleriyle beraber Yirmi Beflinci Söz Mu’cizat-› Kur’âniye nam›nda ve Risale-i Nur’un bir günefli olan meflhur bir risalede tafsilen beyan edilmesinden, onu ona havale ederek dedi: 1. Ay yar›ld›. (Kamer Suresi: 1.) 2. Att›¤›n zaman da sen atmad›n, ancak Allah att›. (Enfal Suresi: 17.) mu’cize: Peygamberler taraf›ndan ortaya konulan ve insanlar›n benzerini yapmaktan âciz kald›klar› fley. nam: ad, isim. nass-› kat’î: kesin delil; Kur’ân ve hadisin hükmüyle kesinlik kazanan hususlar. risale: belli bir konuda yaz›lm›fl küçük kitap. 68 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) sarahat: aç›kl›k. tafsilen: ayr›nt›l› olarak. tasdik etmek: do¤rulu¤unu kabul etmek, onaylamak. tenezzül etmek: inmek, alçalmak, kendine ayk›r› düflen bir ifli veya durumu kabul etmek. tevatür: bir hadis-i flerifin, yalan söylemelerini akl›n kabul- lenemeyece¤i kadar say› ve sa¤laml›ktaki bir topluluk taraf›ndan aktar›lmas›, rivayet edilmesi. umum: bütün, tüm. vecih: yön, taraf. zahir olma: görünme, ortaya ç›kma. zat: flah›s, kifli, fert. ziyade: çok, fazla. HZ MUHAMMED 01 7/1/06 11:46 AM Page 69 “Böyle ayn-› hak ve hakikat bir ferman›n tercüman› ve tebli¤ edicisi bir zatta (a.s.m.), fermana cinayet ve ferman sahibine h›yanet hükmünde olan yalan olamaz ve bulunamaz.” Ü ç ü n c ü s ü : O zat (a.s.m.) öyle bir fleriat ve bir ‹slâmiyet ve bir ubudiyet ve bir dua ve bir davet ve bir iman ile meydana ç›km›fl ki, onlar›n ne misli var ne de olur. Ve onlardan daha mükemmel, ne bulunmufl ve ne de bulunur. Çünkü, ümmî bir zatta (a.s.m.) zuhur eden o fleriat, on dört asr› ve nev-i beflerin humsunu, âdilâne, hakkaniyet üzere, müdakkikane hadsiz kanunlar›yla idare etmesi, emsal kabul etmez. Hem, ümmî bir zat›n (a.s.m.) ef’al ve akval ve ahvalinden ç›kan ‹slâmiyet, her as›rda üç yüz milyon insan›n rehberi ve mercii; ve ak›llar›n›n muallimi ve mürflidi; ve kalplerinin münevviri ve musaffîsi; ve nefislerinin mürebbîsi ve müzekkisi; ve ruhlar›n›n medar-› inkiflafat› ve maden-i terakkiyat› olmas› cihetiyle, misli olamaz ve olamam›fl. Hem, dininde bulunan bütün ibadat›n bütün enva›nda en ileri olmas›; ve herkesten ziyade takvada bulunmas› ve Allah’tan korkmas›; ve fevkalâde daimî mücahedat ve da¤da¤alar içinde tam tam›na ubudiyetin en ince esrar›na kadar müraat›; ve hiç kimseyi taklit etmeyerek tam manas›yla, müptediyane fakat en mükemmel olarak, iptida ve intihay› birlefltirerek yapmas›, elbette misli görülmez ve görülmemifl. âdilâne: adaletli bir flekilde. ahval: hâller, durumlar. akval: sözler, lâflar. as›r: ça¤, yüzy›l. ayn-› hak ve hakikat: gerçe¤in ve do¤runun ta kendisi. cihet: yan, yön. cinayet: adam öldürme; bu derecede a¤›r suç. da¤da¤a: s›k›nt›, ›zt›rap, kar›fl›kl›k. daimî: sürekli, devaml›. davet: ça¤›rma, ça¤r›. dua: Allah’a yalvarma, niyaz. ef’al: fiiller. emsal: efl, benzer. enva: çeflitler, türler, neviler. esrar: s›rlar. ferman: emir, buyruk. fevkalâde: ola¤anüstü, normalin üstünde. hadsiz: s›n›rs›z, sonsuz. hakkaniyet: hak ve adalete uygunluk, do¤ruluk. h›yanet: hainlik, ihanet. hums: beflte bir. hükmünde olan: yerinde olan, yerine geçen. ibadat: ibadetler. idare etmek: bir ifli yürütmek, çekip çevirmek. iman: inanma, inanç. intiha: uç, son. iptida: ilk, bafllang›ç. maden-i terakkiyat: terakkilerin, ilerlemelerin kayna¤›. mana: anlam. medar-› inkiflaf: geliflmeye, yükselmeye sebep olan. merci: kaynak, baflvurulacak yer. misil: benzer, efl. muallim: ö¤retici, ö¤retmen, hoca. musaffi: saflaflt›ran, ar›nd›ran. mücahedat: mücahedeler, savaflmalar. müdakkikane: inceden inceye araflt›rarak. münevvir: nurland›ran, ayd›nlatan, ›fl›kland›ran. müptediyane: ilk kez yap›yor gibi; acemi gibi. müraat etmek: riayet etmek, uymak. mürebbî: terbiye eden, e¤iten, yetifltiren. mürflit: irflat eden, do¤ru yolu gösteren. müzekkî: temizleyen. nefis: kötü vas›flar›, nitelikleri kendisinde toplayan, kötülü¤e sevk eden, flehevî istekleri kamç›lay›p hay›rl› ifllerden al›koyan güç. nev-i befler: insan türü, insanl›k, bütün insanlar. rehber: yol gösteren, k›lavuz. fleriat: Allah taraf›ndan peygamber vas›tas›yla bildirilen, ‹lâhî emir ve yasaklara dayanan hükümlerin hepsi. takva: Allah’tan korkma, Allah korkusuyla dinin yasak etti¤i fleylerden kaç›nma, Allah’›n emirlerini tutup azab›ndan korunma. tebli¤: ulaflt›rmak, bildirmek. tercüman: tercüme eden, baflka bir dilde yaz›lm›fl veya söylenmifl bir fleyi yine baflka dile çeviren; çeflitli, hâl, durum, maksat veya düflünceleri anlatan, aktaran. ubudiyet: kulluk. ümmî: okuma yazmas› olmayan. zat: kifli, flah›s, fert. ziyade: çok, fazla. zuhur: görünme, ortaya ç›kma. HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 69 HZ MUHAMMED 01 7/1/06 11:46 AM adavet: düflmanl›k. akide: inanç. beyan: anlatma, aç›klama. Cevflen: z›rh, Peygamberimiz Hz Muhammed’e vahiyle gelen, Allah’›n isimlerini içine alan benzersiz bir dua. Cevflenü’l-Kebir: büyük z›rh, Peygamberimiz Hz Muhammed’e vahiyle gelen, Allah’›n isimlerini içine alan benzersiz bir dua. cihan: dünya, kâinat, âlem. derece-i tavsif: vas›fland›rma, s›fatlar›n› ve özelliklerini ortaya koyma derecesi. efkâr: fikirler, düflünceler, görüfller. ehl-i marifet: Allah’› bilen, tan›yan ilim ve irfan sahibi kimseler. ehl-i velâyet: velî olanlar; Allah’›n dostlu¤unu kazananlar. eser-i tereddüt: karars›zl›k belirtisi. fevkalâde: ola¤anüstü, normalin üstünde. feyiz: ilim, irfan, ilham, bereket. f›kra: k›s›m, bölüm. hikmet: yüksek bilgi. hükema: filozoflar, âlimler, çok bilgili kimseler. hükümran olan: hâkim olan, hüküm süren. iman: inanma, inanç, itikat. inkiflaf: aç›lma, ortaya ç›kma, görülme; geliflme. ispat: do¤ruyu delil göstererek meydana koyma. itikat: inanma, inanç. itimat: güvenme, bir fleye kalben güvenip dayanma. itminan: tam olarak bilme ve inanma. kabile: göçebe insanlarda, ayn› soydan say›lan ve bir bafla itaat eden insan toplulu¤u, afliret. kavim: akraba, kabile; aralar›nda töre, dil ve kültür ortakl›¤› bulunan boy ve soy bak›m›ndan da birbirine ba¤l› insan toplulu¤u. maneviyat: dinden, imandan ve mukaddesattan gelen kuvvet. marifet-i Rabbaniye: her fleyin Rabbi olan Allah’a ait marifet, ilim, bilgi; yaratan, besleyen, büyüten varl›klar› uyum içinde sevk ve idare eden Allah’› bilme ve tan›ma. meal: anlam, mana. meratib-i imaniye: iman›n mertebeleri, dereceleri. mertebe-i iman: iman derecesi, mertebesi. mertebe-i marifet: Allah’› bilme, tan›ma mertebesi; bilgi ve irfan derecesi. metanet: sa¤laml›k, dayan›kl›l›k. misil: benzer, efl. muar›z: karfl› ç›kan, muhalif, z›t. Page 70 Hem, binler dua ve münacatlar›ndan yaln›z Cevflenü’lKebir ile, öyle bir marifet-i Rabbaniye ile, öyle bir d e recede Rabbini tavsif ediyor ki, o zamandan beri gelen ehl-i marifet ve ehl-i velâyet, telâhuk-i efkâr ile beraber, ne o mertebe-i marifete ve ne de o derece-i tavsife yetiflememeleri gösteriyor ki, duada dahi onun misli yoktur. Risale-i Münacat›n bafl›nda, Cevflenü’l-Kebir’in doksan dokuz f›kras›ndan bir f›kran›n k›sac›k bir mealinin beyan edildi¤i yere bakan adam, “Cevflen’in dahi misli yoktur” diyecek. Hem, tebli¤-i risalette ve nâs› hakka davette o derece metanet ve sebat ve cesaret göstermifl ki, büyük devletler ve büyük dinler, hatta kavim ve kabilesi ve amcas› ona fliddetli adavet ettikleri hâlde, zerre miktar bir eser-i tereddüt, bir telâfl, bir korkakl›k göstermemesi ve tek bafl›yla bütün dünyaya meydan okumas› ve bafla da ç›karmas› ve ‹slâmiyeti dünyan›n bafl›na geçirmesi ispat eder ki, tebli¤ ve davette dahi misli olmam›fl ve olamaz. Hem, imanda, öyle fevkalâde bir kuvvet ve harika bir yakîn ve mu’cizâne bir inkiflaf ve cihan› ›fl›kland›ran bir ulvî itikat tafl›m›fl ki, o zaman›n hükümran› olan bütün efkâr› ve akideleri ve hükeman›n hikmetleri ve ruhanî reislerin ilimleri ona muar›z ve muhalif ve münkir olduklar› hâlde, onun ne yakînine, ne itikad›na, ne itimad›na, ne itminan›na hiçbir flüphe, hiçbir tereddüt, hiçbir zaaf, hiçbir vesvese vermemesi ve maneviyatta ve meratib-i imaniyede terakki eden baflta Sahabeler bütün ehl-i velâyet, onun, her vakit mertebe-i iman›ndan feyiz almalar› ve mu’cizâne: mu’cizeli bir flekilde. muhalif: bir fiil veya düflünceye karfl› gelen, karfl›, ayk›r›. münacat: dua etme, yalvarma. münkir: inkâr eden, kabul etmeyen. nâs: insanlar. Rab: yaratan, besleyen, büyüten, verdi¤i nimetlerle mahlûkat› ›slah ve terbiye eden Allah. Risale-i Münacat: Münacat 70 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) Risalesi. (3. fiua ). ruhanî: islâm d›fl›ndaki dinlerde din adam›. Sahabe: Peygamberimiz Hz. Muhammed’in mübarek yüzünü görmekle flereflenen ve onun sohbetlerine kat›lan mü’min kimse. sebat: yerinde durma, kararl›l›k, azim. tavsif: vas›fland›rma, s›fatlar›n› ve özelliklerini ortaya koyma, etrafl›ca tarif etme. tebli¤: ulaflt›rmak, bildirmek. tebli¤-i risalet: peygamberli¤in tebli¤i, ilân›. telâhuk-i efkâr: fikirlerin birbirine eklenmesi. terakki: ilerleme, yükselme, geliflme. ulvî: yüksek, yüce. vesvese: flüphe, kuruntu. yakîn: kesin ve flüphesiz olarak bilme. zaaf: zay›fl›k, kuvvetsizlik. zerre miktar: çok çok az, çok küçük. HZ MUHAMMED 01 7/1/06 11:46 AM Page 71 onu en yüksek derecede bulmalar›, bilbedahe gösterir ki, iman› dahi emsalsizdir. ‹flte, böyle emsalsiz bir fleriat ve misilsiz bir ‹slâmiyet ve harika bir ubudiyet ve fevkalâde bir dua ve cihanpesendâne bir davet ve mu’cizâne bir iman sahibinde, elbette hiçbir cihetle yalan olamaz ve aldatmaz diye anlad› ve akl› dahi tasdik etti. D ö r d ü n c ü s ü : Enbiyalar›n (aleyhimüsselâm) icma›, nas›l ki vücut ve vahdaniyet-i ‹lâhiyeye gayet kuvvetli bir delildir; öyle de, bu zat›n (a.s.m.) do¤rulu¤una ve risaletine gayet sa¤lam bir flahadettir. Çünkü, enbiya aleyhimüsselâm›n do¤ruluklar›na ve peygamber olmalar›na medar olan ne kadar kudsî s›fatlar, mu’cizeler ve vazifeler varsa, o zatta (a.s.m.) en ileride oldu¤u tarihçe musaddakt›r. Demek onlar, nas›l ki lisan-› kàl ile Tevrat, ‹ncil ve Zebur ve suhuflar›nda bu zat›n (a.s.m.) gelece¤ini haber verip insanlara beflaret vermifller—ki kütüb-i mukaddesenin o beflaretli iflarat›ndan yirmiden fazla ve pek zahir bir k›sm› On Dokuzuncu Mektupta güzelce beyan ve ispat edilmifl—öyle de, lisan-› hâlleriyle, yani nübüvvetleriyle ve mu’cizeleriyle, kendi mesleklerinde ve vazifelerinde en ileri, en mükemmel olan bu zat› tasdik edip davas›n› imza ediyorlar. Ve lisan-› kàl ve icma ile vahdaniyete delâlet ettikleri gibi, lisan-› hâl ile ve ittifak ile de bu zat›n sad›k›yetine flahadet ediyorlar diye anlad›. B e fl i n c i s i : Bu zat›n düsturlar›yla ve terbiyeti ve tebaiyetiyle ve arkas›ndan gitmeleriyle hakka, hakikate, aleyhimüsselâm: Allah’›n selâm› onlar›n üzerine olsun. beflaret: müjde, sevindirici haber. beyan: anlatma, aç›klama. bilbedahe: apaç›k bir flekilde. cihanpesendâne: dünyaya meydan okurcas›na. cihet: yan, yön, taraf. delâlet etme: delil olma, gösterme; iflaret etme. delil: kan›t. düstur: kanun, kural, prensip. emsalsiz: eflsiz, benzersiz. enbiya: nebîler, peygamberler. fevkalâde: ola¤anüstü, normalin üstünde. icma: fikir birli¤i. iman: inanma, inanç, itikat. ‹ncil: Hazret-i ‹sa’ya gönderilmifl olan ‹lâhî kitap. ispat: do¤ruyu delil göstererek meydana koyma. ittifak: birleflme, fikir ve söz birli¤i. kudsî: mukaddes, kutsal, kusursuz ve yüce. kütüb-i mukaddese: kutsal kitaplar. lisan-› hâl: hâl dili, bir fleyin duruflu ve görünüflü ile bir mana ifade etmesi. lisan-› kàl: söz ile anlat›m, konuflma dili. medar: dayanak, sebep, vesile. meslek: usul, tarz, tutulan yol. misilsiz: benzersiz, eflsiz. mu’cizâne: mu’cizeli bir flekilde. mu’cize: peygamberler taraf›ndan ortaya konulan ve benzerini yapmaktan insanlar›n âciz kald›klar› fley. musaddak: do¤rulanm›fl, gerçekli¤i kabul edilmifl. nübüvvet: nebîlik, peygamberlik. risalet: resullük, peygamberlik. sad›k›yet: do¤ruluk, sadakat. s›fât: vas›f, nitelik, özellik. suhuf: sahifeler, Allah’›n dört büyük kitab›n d›fl›nda Cebrail vas›tas›yla, sahifeler fleklinde baz› peygamberlerine gönderdi¤i ‹lâhî emirler; bu emirleri içinde bulunduran sahifeler. flahadet: flahitlik, tan›kl›k. fleriat: Allah taraf›ndan peygamber vas›tas›yla bildirilen, ‹lâhî emir ve yasaklara dayanan hükümlerin hepsi. tasdik etmek: do¤rulu¤unu kabul etmek, onaylamak. tebaiyet: tâbi olma, uyma. terbiye: e¤itim, ‹slâm esaslar›na uygun olarak, dünya ve ahirette mutlulu¤a lây›k olacak insan yetifltirme. Tevrat: Hz. Mûsa’ya indirilmifl olan ‹lâhî kitap. ubudiyet: kulluk. vahdaniyet: Allah’›n birli¤i ve varl›¤›. vahdaniyet-i ‹lâhiye: ‹lâhî birlik, Allah’›n bir, tek olmas›. vazife: görev, ifl. vücut: var olufl, varl›k. zahir: görünen, aç›k. zat: kifli, flah›s, fert. Zebur: Hz. Davud’a indirilen mukaddes kitap. HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 71 HZ MUHAMMED 01 7/1/06 11:46 AM Âl: Peygamber Efendimizin mübarek soyundan gelenler. âlem-i gayp: gayp âlemi; görünmeyen, fakat varl›¤› kesin olan ve mahiyeti Allah taraf›ndan bilinen baflka dünyalar. asfiya-i müdakkikîn: ayet ve hadislere dayanarak do¤ru ve isabetli hükümler ç›karan âlimler. Ashap: Sahabeler; Hz. Peygamberî gören ve onunla konuflan Müslüman kimseler. aynelyakîn: görür derecede kesin ve flüphesiz bilme. bilittifak: ittifakla, birlikte. bürhan: delil. delâlet etme: iflaret etme, delil olma, gösterme. derece-i hakkaniyet: do¤ruluk, gerçekçilik derecesi. dirayet: kararl› dayan›kl›, sa¤lam. feraset: anlay›fll›l›k, çabuk sezifl, kavray›fl. hakaik-› kudsiye: kutsal hakikatler, gerçekler. hakkalyakîn: yaflayarak bilme, bilginin en kesin hâli. hakkaniyet: do¤ruluk, hakl›l›k. hüccet-i risalet ve sad›k›yet: peygamberlik ve do¤ruluk delili. hükema-i mü’minîn: iman etmifl âlimler, bilginler, filozoflar. icma: fikir birli¤i. ihtira etme: yeni bir fley bulma; benzeri görülmemifl bir fley icat etme, vücuda getirme. ilmelyakîn: ilim yoluyla kesin ve flüphesiz olarak bilme. itikat: inanma, inanç, gönülden tasdik ederek inanma. ittifak: birleflme, birliktelik. kemalât: faziletler, mükemmellikler, insandaki ahlâk ve huy güzellikleri. kemal-i merak: tam bir merak. keramat: kerametler, velîlerin ola¤anüstü sözleri ve hâlleri. keflfetmek: açmak, meydana ç›karmak. keflfiyat: evliyan›n, Allah’›n ilham etmesiyle gösterdikleri gaypla ilgili manevî s›rlar, keflifler. marifet-i ‹lâhiye: Allah’› bilme ve tan›ma. mertebe-i ilmiye: ilim derecesi, bilgi mertebesi. muallim-i ekber: en büyük ö¤retici, ö¤retmen. muhterem: sayg› de¤er, hürmete lây›k. müflahedat: gözle görülen fleyler, gözlemler. müflahede etmek: bir fleyi gözle görmek, gözlemlemek. namdar: nam sahibi; flan ve flöhret sahibi. nazar: görüfl, bak›fl. Page 72 kemalâta, keramata, keflfiyata, müflahedata yetiflen binl e rc e evliya, vahdaniyete delâlet ettikleri gibi, üstatlar› olan bu zat›n sad›k›yetine ve risaletine icma ve ittifakla flahadet ediyorlar. Ve âlem-i gayptan verdi¤i haberlerin bir k›sm›n› nur-i velâyetle müflahede etmeleri; ve umumunu, nur-i iman ile, ya ilmelyakîn veya aynelyakîn veya hakkalyakîn suretinde itikat ve tasdik etmeleri, üstatlar› olan bu zat›n derece-i hakkaniyet ve sad›k›yetini günefl gibi gösterdi¤ini gördü. A l t › n c › s › : Bu zat›n, ümmîli¤iyle beraber, getirdi¤i hakaik-› kudsiye ve ihtira etti¤i ulûm-i âliye ve keflfetti¤i marifet-i ‹lâhiyenin dersiyle ve talimiyle mertebe-i ilmiyede en yüksek makama yetiflen milyonlar asfiya-i müdakkikîn ve s›dd›kîn-i muhakkikîn ve dâhî-i hükema-i mü’minîn, bu zat›n üssülesas davas› olan vahdaniyeti kuvvetli bürhanlar›yla bilittifak ispat ve tasdik ettikleri gibi, bu muallim-i ekberin ve bu üstad-› azam›n hakkaniyetine ve sözlerinin hakikat oldu¤una ittifakla flahadetleri, gündüz gibi bir hüccet-i risaleti ve sad›k›yetidir. Meselâ, Risale-i Nur, yüz parças› ile, sadakatinin bir tek bürhan›d›r. Ye d i n c i s i : Âl ve Ashap nam›nda nev-i beflerin enbiyadan sonra feraset ve dirayet ve kemalâtlâ en meflhur, en muhterem, en namdar›, en dindar, en keskin nazarl› taife-i azîmesi; kemal-i merak ile ve gayet dikkat ve nihayet ciddiyetle bu zat›n bütün gizli ve aflikâr hâllerini ve fikirlerini ve vaziyetlerini taharri ve teftifl ve tetkik etmeleri neticesinde, bu zat›n dünyada en sad›k ve en yüksek ve en hakl› ve hakikatli oldu¤una ittifakla icma ile nev-i befler: insan türü, insanl›k, bütün insanlar. nur-i iman: imandan gelen nur, ayd›nl›k, parlakl›k. nur-i velâyet: velîlik nuru. risalet: resullük, peygamberlik. sadakat: do¤ruluk, ba¤l›l›k. sad›k: do¤ru; sözünde, vaadinde, iflinde do¤ru olan. sad›k›yet: do¤ruluk, sadakat. s›dd›kîn-i muhakkikîn: ehl-i tahkik olan sad›k âlimler, her zaman do¤ruluk üzerine olan, 72 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) Allah’a ve peygambere sadakatte en ileride olan ve gerçekleri tam olarak araflt›r›p delilleriyle ispat eden ‹slâm âlimleri. suret: biçim, flekil, tarz. flahadet: flahitlik, tan›kl›k. taharri: arama, araflt›rma, inceleme. taife-i azîme: büyük bir topluluk. talim: ö¤retme, e¤itme. tasdik etmek: do¤rulu¤unu kabul etmek, onaylamak. tetkik: inceden inceye araflt›rma. teftifl: kontrol etme. ulûm-i âliye: yüksek ilimler. ümmî: okuma yazmas› olmayan. üssülesas: en temel esas. üstad-› azam: en büyük üstat olan Hz. Muhammed. üstat: ö¤retici; ö¤retmen. vahdaniyet: Allah’›n birli¤i. vaziyet: durum, hâl. zat: kifli, flah›s, fert. HZ MUHAMMED 01 7/1/06 11:46 AM Page 73 sars›lmaz tasdikleri ve kuvvetli imanlar›, güneflin ziyas›na delâlet eden gündüz gibi bir delildir diye anlad›. Sekizincisi: Bu kâinat, nas›l ki kendini icat ve idare ve tertip eden ve tasvir ve takdir ve tedbir ile, bir saray gibi, bir kitap gibi, bir sergi gibi, bir temaflagâh gibi tasarruf eden Sâniine ve Kâtibine ve Nakkafl›na delâlet eder; öyle de, kâinat›n hilkatindeki makas›d-› ‹lâhiyeyi bilecek ve bildirecek ve tahavvülât›ndaki Rabbanî hikmetleri talim edecek ve vazifedarâne harekât›ndaki neticeleri ders verecek ve mahiyetindeki k›ymetini ve içindeki mevcudat›n kemalât›n› ilân edecek ve o kitab-› kebirin manalar›n› ifade edecek bir yüksek dellâl, bir do¤ru keflflaf, bir muhakkik üstat, bir sad›k muallim istedi¤i ve iktiza etti¤i ve herhâlde bulunmas›na delâlet etti¤i cihetle, elbette bu vazifeleri herkesten ziyade yapan bu zat›n hakkaniyetine ve bu kâinat Hâl›k›n›n en yüksek ve sad›k bir memuru oldu¤una flahadet etti¤ini bildi. Dokuzuncusu: Madem bu sanatl› ve hikmetli masnuat›yla kendi hünerlerini ve sanatkârl›¤›n›n kemalât›n› teflhir etmek; ve bu süslü, ve ziynetli nihayetsiz mahlûkat›yla kendini tan›tt›rmak ve sevdirmek; ve bu lezzetli ve k›ymetli hesaps›z nimetleriyle kendine teflekkür ve hamd ettirmek; ve bu flefkatli ve himayetli umumî terbiye ve iafle ile, hatta a¤›zlar›n en ince zevklerini ve ifltihalar›n her nev’ini tatmin edecek bir surette ihzar edilen Rabbanî it’amlar ve ziyafetlerle kendi rububiyetine karfl› m i n n e t t arâne, müteflekkirâne ve perestiflkârâne ibadet ettirm e k; cihet: yön, yan, taraf. delâlet etmek: iflaret etmek, delil olmak, göstermek. delil: kan›t. dellâl: ilân edici; yay›c›. hakkaniyet: do¤ruluk, haktan ve do¤ruluktan ayr›lmama. Hâl›k: yoktan yaratan, her fleyi yoktan var eden, yarat›c›; Allah. hamd: Allah’a karfl› olan flükrünü ve memnuniyetini onu överek bildirme. harekât: hareketler. herhâlde: t a b iî ki, elbette, mutlaka, her hâlükârda. hikmet: kâinattaki ve yarat›l›fltaki ‹lâhî gaye. hilkat: yaratma, yarat›l›fl. himayet: koruma, esirgeme. hüner: marifet, bilgililik, ustal›k, maharet. iafle: geçindirme, besleme, yaflatma. icat: vücuda getirme, yoktan var etme. ifade etmek: anlatmak, söylemek. ihzar edilen: haz›rlanan. iktiza etmek: gerektirmek. ilân: aç›klama, duyurma. iman: inanma, inanç, itikat. ifltiha: ifltah, açl›k, istek. it’am: yemek yedirme, doyurma; yiyecek. Kâtip: bütün varl›klar› bir kitap yazar gibi mükemmel flekilde yaratan Allah. kemalât: mükemmellikler. keflflaf: keflfeden, s›rlar› çö- zen, gizli manalar› ortaya ç›karan. k›ymet: de¤er. kitab-› kebir: büyük kitap. mahiyet: bir fleyin asl›, esas›, hakikati, iç yüzü. mahlûkat: yarat›lm›fllar, Allah taraf›ndan yarat›lanlar. makas›d-› ‹lâhiye: Allah’›n gözetti¤i yüce maksatlar, gayeler. masnuat: sanatla yap›lm›fl fleyler. minnettarâne: iyilik yapan birisine karfl› teflekkür duygusu tafl›yarak. muallim: ö¤retici, ö¤retmen muhakkik: gerçe¤i araflt›ran, bir fleyin iç yüzünü inceleyerek vâk›f olan. müteflekkirâne: teflekkür ederek. Nakkafl: her fleyi sanatl› bir flekilde nak›fl nak›fl iflleyen Allah. nevi: tür, çeflit. perestiflkârâne: taparcas›na, afl›r› derecede severek. Rabbanî: Allah’a ait; her fleyi yaratan, besleyen, büyüten, uyum içinde sevk ve idare eden Allah’la ilgili. rububiyet: rabl›k; Cenab-› Allah’›n her zaman, her yerde, her varl›¤a muhtaç oldu¤u fleyleri vermesi onlar› sevk ve idare etmesi. sad›k: do¤ru; sözünde, vaadinde, iflinde do¤ru olan. Sâni: her fleyi sanatl› olarak yaratan Allah. suret: biçim, flekil, tarz. flefkat: ac›yarak ve esirgeyerek sevme, içten ve karfl›l›ks›z merhamet. flahadet: flahitlik, tan›kl›k. tahavvülât: bir hâlden di¤er hale geçmeler, de¤iflmeler. takdir: bir fleyin miktar›n› ve fleklini, hayat fleklini belirleme, tayin etme. talim etmek: ö¤retmek. tasarruf etmek: kullanmak, idare etmek. tasdik: kabul etme, onay. tasvir: anlatma, ifade etme; flekil verme. tatmin etmek: doyurmak. tedbir: idare etme, çekip çevirme. temaflagâh: seyir ve gezinti yeri. terbiye: besleme, yetifltirme, büyütme; sevk ve idare. tertip: düzene koyma, düzenleme. teflhir: gösterme, sergileme. umumî: herkesle ilgili, herkese ait. üstat: ö¤retici, ö¤retmen. vazifedarâne: görevliymifl gibi, görevli olarak. ziya: ›fl›k, ayd›nl›k, parlakl›k. ziyade: çok, fazla. HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 73 HZ MUHAMMED 01 7/1/06 11:46 AM abd: kul. âdem: insan. âlem: dünya, kâinat, bütün yarat›lm›fllar. âlî: yüce, yüksek. azamet: büyüklük, yücelik. bâhir: apaç›k, belli; parlak. benîâdem: âdemo¤ullar›, insanlar, insanl›k. cihet: yön, yan. dava: takip edilen fikir, iddia. esas: as›l, temel, kök. esasl›: temelli, köklü; do¤ru, gerçek. Fahr-i Âlem: Âlemin övüncü, âlemin kendisiyle övündü¤ü Peygamberimiz. ferman-› Rahman: Rahman olan Allah’›n ferman›, emri. gaybî: gözle görünmeyen. hakkaniyet: hak ve adalete uygunluk. Hâl›k: her fleyi yoktan var eden, yarat›c›; Allah. hal: çözme, flüphe edilmeyecek flekilde aç›klama. hallâk›yet: yarat›c›l›k. haslet: güzel huy, iyi özellik. haflmet: ihtiflam, heybet, büyüklük. haflmet-i saltanat-› maneviye: manevî saltanat›n haflmeti, heybeti, büyüklü¤ü. hikmetli: belirli gayelere yönelik, faydal›, anlaml› ve yerli yerinde. hilkat-i kâinat: kâinat›n yarat›l›fl›. himaye: koruma, esirgeme. icraat: yap›lan ifller, uygulanan fleyler. ihtilâf: farkl›l›k, uyuflmazl›k, ayr›l›k. iman: inanma, inanç, itikat. imha etmek: yok etmek, mahvetmek, ortadan kald›rmak. ink›yat: boyun e¤me, ba¤lanma, kay›t alt›na girme. istimdat etmek: yard›m istemek. istinaden: dayanarak, güvenerek. izale: giderme, yok etme. izhar etmek: a盤a vurmak, göstermek, belirtmek. kemalât: faziletler, mükemmellikler; ahlâk ve huy güzellikleri. keflfetmek: açmak; bir s›rr› ö¤renmek, meydana ç›karmak. Kur’ân-› Mu’cizülbeyan: aç›klamalar›yla ak›llar› benzerini yapmaktan âciz b›rakan Kur’ân-› Kerîm. mahlûk: yarat›lm›fl, yarat›k. maksat: kastedilen, istenilen fley, var›lmak istenen nokta. mazhar olmak: nail olmak, kavuflmak, eriflmek. medar-› iftihar: iftihar sebebi, övünç kayna¤›. medar-› fleref: fleref kazand›ran Page 74 ve mevsimlerin tebdili ve gece ve gündüzün tahvili ve ihtilâf› gibi, azametli ve haflmetli tasarrufat ve icraat ve dehfletli ve hikmetli faaliyet ve hallâk›yet ile kendi ulûhiyetini izhar ederek, o ulûhiyetine karfl› iman ve teslim ve ink›yat ve itaat ettirmek; ve her vakit iyili¤i ve iyileri himaye, ve fenal›¤› ve fenalar› izale ve semavî tokatlarla zalimleri ve yalanc›lar› imha etmek cihetiyle, hakkaniyet ve adaletini göstermek isteyen perde arkas›nda birisi var. Elbette ve herhâlde, o gaybî Zat›n yan›nda en sevgili mahlûku ve en do¤ru abdi, Onun mezkûr maksatlar›na tam hizmet ederek, hilkat-i kâinat›n t›ls›m›n› ve muammas›n› hal ve keflfeden ve daima o Hâl›k’›n›n nam›na hareket eden ve Ondan istimdat eden ve muvaffak›yet isteyen ve Onun taraf›ndan imdada ve tevfike mazhar olan Muhammed-i Kureyflî (a.s.m.) denilen bu zat olacak. Hem akl›na dedi: Madem bu mezkûr dokuz hakikatler bu zat›n s›dk›na flahadet ederler; elbette bu adem, benîâdemin medar-› flerefi ve bu âlemin medar-› iftihar›d›r. Ve ona “Fahr-i Âlem” ve “fieref-i Benîâdem” denilmesi pek lây›kt›r. Ve onun elinde bulunan ferman-› Rahman olan Kur’ân-› Mu’cizülbeyan’›n haflmet-i saltanat-› maneviyesinin n›sf-› arz› istilâs› ve flahsî kemalât› ve yüksek hasletleri gösteriyor ki, bu âlemde en mühim zat budur; Hâl›k’›m›z hakk›nda en mühim söz onundur. ‹flte gel, bak, bu harika zat›n yüzer zahir ve bâhir kat’î mu’cizelerinin kuvvetine ve dinindeki binler âlî ve esasl› hakikatlerine istinaden bütün davalar›n›n esas› ve bütün sebep, fleref kayna¤›. mezkûr: zikredilen, ad› geçen, an›lan. muamma: manas› zor anlafl›l›r fley, çözülmesi güç ifl. mu’cize: peygamberler taraf›ndan ortaya konulan ve benzerini yapmaktan insanlar›n âciz kald›¤› fley. Muhammed-i Kureyflî: K ureyfl kabilesine mensup olan Hz. Muhammed. muvaffak›yet: baflar›, baflar›l› olma. 74 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) n›sf-› arz: dünyan›n yar›s›. semavî: Allah taraf›ndan olan, ‹lâhî. s›dk: do¤ruluk. flahadet: flahitlik, tan›kl›k. fleref-i benîâdem: insanl›¤›n flerefi; insano¤lunun fleref kayna¤›. tahvil: bir hâlden bir hale getirme, de¤ifltirme. tasarrufat: tasarruflar, faaliyetler, ifller, icraatlar. tebdil: de¤ifltirme, de¤ifltirilme. teslim: karfl›s›ndakinin hükmü alt›na girme, boyun e¤me, r›za gösterme. tevfik: baflar›, Allah’›n yard›m›. t›ls›m: herkesin bilip çözemedi¤i gizli s›r. ulûhiyet: ilâhl›k; Allah’›n, hâkimiyeti ile kâinattaki her fleyi kendisine ibadet ve itaat ettirmesi. zahir: görünen, aç›k. zalim: zulmeden, ac›mas›z ve haks›z davranan. HZ MUHAMMED 01 7/1/06 11:46 AM Page 75 hayat›n›n gayesi, Vacibü’l-Vücud’un vücuduna ve vahdetine ve s›fât›na ve esmas›na delâlet ve flahadet ve o Vacibü’l-Vücud’u ispat ve ilân ve i’lâm etmektir. Demek, bu kâinat›n manevî günefli ve Hâl›k’›m›z›n en parlak bürhan›, bu “Habibullah” denilen zatt›r ki, onun flahadetini teyit ve tasdik ve imza eden aldanmaz ve aldatmaz üç büyük icma var. • Birincisi: “E¤er perde-i gayp aç›lsa yakînim ziyadeleflmeyecek” diyen ‹mam-› Ali (r.a.) ve yerde iken Arfl-› Azam› ve ‹srafil’in azamet-i heykelini temafla eden Gavs-› Azam (k.s.) gibi keskin nazar ve gaypbîn gözleri bulunan binler aktap ve evliya-i azîmeyi cami ve Âl-i Muhammed (Aleyhissalâtü Vesselâm) nam›yla flöhretfliar-› âlem olan cemaat-i nuraniyenin icma ile tasdikleridir. • ‹kincisi: Bedevî bir kavim ve ümmî bir muhitte, hayat-› içtimaiyeden ve efkâr-› siyasiyeden hâlî ve kitaps›z ve fetret asr›n›n karanl›klar›nda bulunan ve pek az bir zamanda en medenî ve malûmatl› ve hayat-› içtimaiyede ve siyasiyede en ileri olan milletlere ve hükûmetlere üstat ve rehber ve diplomat ve hâkim-i adil olarak flarktan garba kadar cihanpesendâne idare eden ve “Sahabe” nam›yla dünyada namdar olan cemaat-i meflhurenin, ittifak ile, can ve mallar›n›, peder ve afliretlerini feda ettiren bir kuvvetli iman ile tasdikleridir. • Üçüncüsü: Her as›rda binlerle efrad› bulunan ve her fende dâhiyâne ileri giden ve muhtelif mesleklerde çal›flan ve ümmetinde yetiflen hadsiz muhakkik ve mütebahhir aktap: kutuplar; belli bir yer veya memleketteki evliyan›n bafl› olan en büyük velî. aleyhissalâtü vesselâm: salât ve selâm onun üzerine olsun. Âl-i Muhammed: Hz. Muhammed’in neslinden gelenler. Arfl-› Azam: en büyük arfl, Allah’›n kudret ve saltanat›n›n, hâkimiyetinin tecelli etti¤i yer. afliret: kabile, göçebe hâlinde yaflayan ço¤unlukla bir soydan gelen insanlar. azamet-i heykel: heybetli, büyük görüntü. bedevî: göçebe, çölde yaflayan, medenî olmayan. bürhan: delil. cami: toplayan, içine alan, kapsaml›. cemaat-i meflhure: meflhur ve tan›nm›fl cemaat. cemaat-i nuraniye: nuranî, nurlu cemaat. cihanpesendâne: dünyaya meydan okurcas›na. dâhiyâne: dâhîce, çok zekice. delâlet: iflaret; delil olma, gösterme. diplomat: siyasette becerikli olan, siyasetçi. efkâr-› siyasiye: siyasî fikirler, düflünceler. efrat: fertler, bireyler. esma: isimler, adlar evliya-i azîme: büyük velîler. fen: deneye ve tecrübeye dayanan, ispatla meydana gelmifl ilimlere verilen genel ad; sanat, ilim. fetret: iki peygamber aras›nda peygambersiz geçen zaman. (Hz. ‹sa ile Hz. Muhammed aras›ndaki devre) Gavs-› Azam: en büyük Gavs, evliya; Abdülkadir Geylânî Hazretlerinin ünvan›. gaypbin: gayb› gören, görünmeyeni gören. gaye: maksat, amaç, hedef. habibullah: Allah’›n en sevgili kulu olan Hz. Muhammed. hâkim-i âdil: adalet ile ifl gören hâkim, hükmedici. Hâl›k: yoktan yaratan, her fleyi yoktan var eden, yarat›c›; Allah. hâlî: uzak, ›ss›z. hayat-› içtimaiye ve siyasiye: sosyal ve siyasî hayat. hayat-› içtimaiye: toplum hayat›, sosyal hayat. icma: fikir birli¤i; bir meselede âlimlerin ayn› görüflte olmas›. i’lâm: bildirme, anlatma, haberdar etme. ilân: aç›klama, duyurma. ittifak: birleflme, fikir birli¤i etme. malûmatl›: bilgili. manevî: manaya ait, maddî olmayan. muhakkik: gerçe¤i araflt›r›p bulan, bir fleyin iç yüzünü inceleyerek vâk›f olan. muhtelif: çeflitli, farkl›. perde-i gayp: gayp perdesi, gizli perde; insanlar›n bilmeyip sadece Allah’›n bildi¤i gayp âlemdeki manevî perde. rehber: yol gösteren, k›lavuz. Sahabe: Peygamberimizi gören ve onun sohbetlerine kat›lan mü’min kimse. s›fât: s›fatlar, nitelikler, vas›flar. flark: do¤u. flahadet: flahitlik, tan›kl›k. flöhretfliar-› âlem: flöhreti âleme, dünyaya yay›lm›fl, dünyaca tan›nan. tasdik: kabul etme, onaylama. temafla etmek: hayretle ve dikkatle bakmak, seyretmek. teyit: kuvvetlendirme; do¤rulama, destekleme. ümmet: Peygamberimize inan›p yolundan gidenler. ümmî: okuma yazmas› olmayan. üstat: ö¤retici, ö¤retmen. Vacibü’l-Vücud: varl›¤› zarurî ve zatî olan; varl›¤› baflkas›n›n varl›¤›na ba¤l› de¤il, kendinden olup ezelî ve ebedî olan Allah. vahdet: birlik. vücut: var olufl, varl›k. yakîn: kesin ve flüphesiz olarak bilme. ziyadeleflmek: artmak, ço¤almak. HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 75 HZ MUHAMMED 01 7/1/06 11:46 AM Ashap: Sahabeler, Hz. Peygamberi görmüfl ve onunla konuflmufl olan Müslüman kimseler. Asr-› Saadet: mutluluk asr›; Peygamberimiz Hz. Muhammed’in peygamber olarak dünyada bulundu¤u devir. azamet-i saltanat: saltanat›n, hâkimiyetin büyüklü¤ü. bâhir: aç›k, apaç›k; parlak. Bâkî: yok olmayan, sürekli ve kal›c› olan; bütün varl›klar yok olurken yok olmayan ve bütün varl›klar yok olduktan sonra da zat›yla var olacak tek varl›k; Allah. basiret: kalp gözüyle görme, do¤ru ve ölçülü görüfl. bürhan: delil. cemaat-i uzma: çok büyük cemaat. cüz’î: küçük, az; parçaya ait olan. delâlet etmek: iflaret etmek, delil olmak, göstermek. Fahr-i Âlem: âlemin övüncü, âlemin kendisiyle övündü¤ü Peygamberimiz. haflmet-i vüs’at: geniflli¤inin heybeti, büyüklü¤ü, azameti. hükmetmek: karar vermek. icma: fikir birli¤i. ilmelyakîn: ilim yoluyla kesin olarak bilmek. ittifak: fikir birli¤i etme, birleflme. kàt›: kesin, flüphesiz. kemalât: faziletler, mükemmellikler; ahlâk ve huy güzellikleri. kesret: çokluk, bolluk, fazlal›k. keza: ayn› flekilde. küllî: bütüne ait, umumî, büyük. medrese-i nuraniye: nur saçan medrese, nurlu dershane. mu’cize: peygamberler taraf›ndan ortaya konulan benzerini yapmaktan insanlar›n âciz kald›¤› fley. muhakkikîn-i ümmet: ümmetin, Müslümanlar›n hakikatleri araflt›r›p bulanlar›. musaddak: tasdik edilmifl, do¤rulanm›fl, gerçekli¤i kabul edilmifl. musadd›k: tasdik eden, gerçekli¤ini do¤rulayan. mütebahhir: çok bilgili, derin bilgi sahibi. nuranî: nurlu, ›fl›kl›, parlak. sât›: yükselip meydana ç›kan; parlak, nur saçan. flahadet: flahitlik, tan›kl›k; iflaret. flahsî: kiflisel, kifliye özel. fleref-i nev-i benîâdem: insano¤lunun, insan türünün flerefi. tasdik etme: kabul etme, onaylama. tevafuk: uygun gelme, uygunluk. ulema: âlimler, bilginler. ulviyet: yücelik, yükseklik. Vacibü’l-Vücud: varl›¤› zarurî ve Page 76 ulemas›n›n cemaat-i uzmas›n›n tevafuk ile ve ilmelyakîn derecesinde tasdikleridir. Demek, bu zat›n vahdaniyete flahadeti, flahsî ve cüz’î de¤il; belki, umumî ve külli ve sars›lmaz ve bütün fleytanlar toplansa karfl›s›na hiçbir cihetle ç›kamaz bir flahadettir diye hükmetti. ‹flte, Asr-› Saadette akl›yla beraber seyahat eden dünya misafiri ve hayat yolcusunun o medrese-i nuraniyeden ald›¤› derse k›sa bir iflaret olarak, Birinci Makam›n On Alt›nc› Mertebesinde, böyle, '¤nY s∫nO …pòsdG oónM’n rG oópMGnƒrdnG pOƒoLƒo rdG oÖpLGnƒrdG *G ’s pG n¬'dpG nB’ nΩnO'G »pænH p´ƒr nf o±nôn°Tnh pºndÉn©rdG oôrîna p¬pJnórMhn ⋲pa p√pOƒoLho p܃oLho pásjƒp r∏oYhn p¬pJ’n Énªnc pInôrãnchn p¬pæjpO pán©r°Soh pánªr°ûnMhn p¬pf'Grôob pánæn£r∏n°S pánªn¶n©pH pä'CÉpe pIƒs o≤pH nøngrônHhn nóp¡n°T Gnònchn @ p¬pFBGnórYnG p≥jpór°ünàpH »sànM p¬pbnÓrNnG p±’n 'G pIƒs o≤pHhn pánbsón°üoŸrG pánbuón°üoŸrG päGnôpgÉnÑrdG päGnôpgÉs¶dG päGnõpér©oŸrG p¥ÉnØuJÉpHhn Qp Gnƒrf’n rG iphnP p¬dp 'G p´ÉnªrLpÉpH pán©pWÉn≤rdG pán©pWÉs°ùdG p¬pæjpO p≥pFBÉn≤nM p¬pàseo G »p≤u≤nëoe p≥oaGnƒnàpHhn Qp Én°ürH’n rG iphnP p¬pHÉnër°UnG 1 pIQn GsƒsædGpôpFBÉ°nünÑrdGnh pÚpgGnônÑrdG iphnP denilmifltir. 2 ⋲pbÉnÑrdG ƒn og»pbÉnÑrdnG Said Nursî 1. Allah’tan baflka hiçbir ilâh yoktur. O öyle bir Vacibü’l-Vücud ve Vahidü’l-Ehad’dir ki, Kur’ân’›n›n azamet-i saltanat›, dininin haflmet-i vüs’ati, kemalât›n›n kesreti ve hatta düflmanlar›n›n dahi tasdik ettikleri ahlâk›n›n ulviyeti ile fahr-i âlem ve fleref-i nev-i benîâdem olan zat (a.s.m.), Onun vahdet içindeki vücub-u vücuduna delâlet eder. Ve keza, o zat (a.s.m.), zahir ve bâhir ve musadd›k ve musaddak mu’cizelerinin kuvvetiyle ve dininin sat› ve kàt› binler hakaik›n›n kuvvetiyle ve nurlar sahibi Ehl-i Beytinin icma›yla ve nazar sahibi Ashab›n›n ittifak›yla ve nuranî bürhan ve basiret sahibi muhakkikîn-i ümmetinin tevafukuyla, Onun vahdet içindeki vücub-u vücuduna flahadet edip ispat eder. 2. Bâkî olan ancak Allah’t›r. zatî olan; varl›¤› baflkas›n›n varl›¤›na ba¤l› de¤il, kendinden olup ezelî ve ebedî olan Allah. 76 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) vahdaniyet: Allah’›n birli¤i ve varl›¤›. vahdet: birlik. Vahidü’l-Ehad: bir olan ve birli¤i her fleyde tecelli eden Allah. vücub-i vücut: varl›¤› gerekli. zahir: görünen, aç›k. HZ MUHAMMED 01 7/1/06 11:46 AM Page 77 PEYGAMBER‹M‹Z‹N (A.S.M.) UBUD‹YET‹ KÜLLÎD‹R 1 oÚ/©nàr°ùnf /¬pHhn @ W Üçüncü medrese-i Yusufiyenin tek bir dersinin Üçüncü K›sm› Mukaddime Namazdaki Fatiha’n›n manevî emriyle, 2 *G s’pG ¬n d' Gp B’n ¿r nG óo ¡n °r TnG feyziyle ikinci k›s›m yaz›ld›¤› gibi, na- mazdaki teflehhüt dahi 3 $G ∫o ƒo°SnQ Gkósªnëoe s¿n G oón¡r°TnGhn cümle- sinin diliyle, manevî ihtar›yla ve Sure-i Fethin ahirinde øp j/qódG n¤nY o√nôp¡r¶o«dp u≥n◊r G øp j/Ohn …'óo¡rdÉpH o¬ndƒo°SnQ πn n°SrQnG …=/òsdG ƒn og • Ao BGós p°TnG =¬o ©n ne øn j/òsdGnh•$G o∫ƒo°SnQ lósªnëoe @ Gkó«/¡n°T $ÉpH⋲Øn' chn •/¬u∏oc 4 ºr ¡o næ«r nH Ao Bɪn nMQo Qp ÉsØoµrdG ¤n nY ilâahir, befl mu’cize-i gaybiyeyi gösteren büyük ayetin nuruyla üçüncü k›sm›n› yazmaya, flimdi beyan›na iznim olmayan üç sebep için mecbur oldum. Tafsilât›n›, izahat›n›, senetli hüccetlerini risalet-i Muhammediyeye dair Zülfikar: Mu’cizat-› Ahmediye ve Ayetü’l-Kübra, Arabî Hizb-i Nuriye’ye havale edip, yaln›z gayet muhtasar, k›sac›k üç iflaret ile Arabî Hizb-i Nuriye’nin hülâsas›n›n bir hülâsas› ve tesbihatta tekrar etti¤im Kelime-i Tevhid ile daimî virdim bir tefekkür-i Arabî olarak burada yaz›lan 1. Rahman ve Rahîm olan Allah’›n ad›yla. • Ve sadece ondan yard›m dileriz. 2. fiahadet ederim ki, Allah’tan baflka hiçbir ilâh yoktur. 3. Ve yine flahadet ederim ki, Muhammed (a.s.m.) Allah’›n Resulüdür. 4. Bütün dinlere üstün k›lmak üzere Resulünü hidayet ve hak din ile gönderen Odur. Buna flahit olarak Allah yeter. • Muhammed Allah’›n Resulüdür. Onunla beraber olanlar da kâfirlere karfl› fliddetli, kendi aralar›nda ise pek merhametlidirler. (Fetih Suresi: 28-29.) ahir: son. ayet: Kur’ân’›n her bir cümlesi. beyan: aç›klama, bildirme, izah. daimî: sürekli, devaml›. dair: alâkal›, ilgili. Fatiha: Kur’ân-› Kerîm’in birinci suresi. feyiz: bolluk, bereket; ihsan, ba¤›fl. gayet: son derece. havale: bir fleyi baflkas›n›n üstüne b›rakma. hüccet: delil. hülâsa: bir fleyin özü, esas›, özeti. ihtar: hat›rlatma, uyar›. ilh.: ilâahir sözünün k›salt›lm›fl›. izah: aç›klama, ayr›nt›lar› ile anlatma. Kelime-i Tevhid: tevhid-i ‹lâhîyi ifade eden lâ ilâhe illâllah Muhammedü’n-Resulullah cümlesi. manevî: manaya ait, maddî olmayan. mecbur: zorunlu olma, zorunda kalma. medrese-i Yusufiye: Yusuf’un medresesi, Hz. Yusuf’un (a.s.) iftira, haks›zl›k ve zulüm ile hapiste kalmas›ndan kinaye olarak, iman ve Kur’ân’a hizmetinden dolay› tevkif edilenlerin hapsedildi¤i yer manas›nda, hapishane. mu’cize-i gaybiye: gayba ait mu’cize; zaman› gelince ortaya ç›kan ve gaybî olarak haber verilen mu’cize. muhtasar: k›salt›lm›fl, özet. mukaddime: ön söz, bafllang›ç. nur: ayd›nl›k, par›lt›, ›fl›k. risalet-i Muhammediye: kâinat›n nuru ve fluuru olan Hz. Muhammed’in (a.s.m.) peygamberli¤i. senet: bir hadis metninde, o metni rivayet etmifl ravilerin, en son raviden bafllayarak Hz. Peygambere var›ncaya kadar uzanan isimler zinciri. tafsilât: tafsiller, aç›klamalar, izahlar. tefekkür-i Arabî: Arapça tefekkür, düflünme. tesbihat: tesbihler, Cenab-› Hakk›n bütün noksan s›fatlardan uzak ve bütün kemal s›fatlara sahip oldu¤unu ifade eden sözler. teflehhüt: namazda her oturuflta tahiyyat duas›n› okuma ve bu duay› okuyacak kadar oturma. virt: zikir; belli zamanlarda, belli say›da, belli dualar›n zikir olarak belli biçimde ve düzenli flekilde okunmas›. HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 77 HZ MUHAMMED 01 7/1/06 11:46 AM adem: yokluk. ahiret: dünya hayat›ndan sonra bafllay›p ebediyen devam edecek olan ikinci hayat. âlem: dünya. âlem-i ‹slâm: ‹slâm âlemi, ‹slâm dünyas›. âyine: ayna. bâkî: ebedî, daimî, sürekli ve kal›c› olan. beflaret: müjde. befler: insanl›k. cami: toplayan, içine alan, kapsayan. Cemîl-i Zülcelâl: büyüklük, izzet ve azamet sahibi olan ve sonsuz güzellik sahibi Allah. cilve: tecelli, görüntü. daimî: sürekli, devaml›. dair: alâkal›, ilgili. dâr-› saadet: saadet, mutluluk yeri, Cennet. dua: Allah’a yalvarma, niyaz. ef’al: fiiller, ameller. elzem: daha (en, pek) lâz›m, lüzumlu, gerekli. Fahr-i Âlem: âlemin övüncü, âlemin kendisiyle övündü¤ü Peygamberimiz (a.s.m.). fenâ-i mutlak: sonsuz yok olufl, mutlak yok olufl. gayet: son derece. hakikat-› Muhammediye: Hz Peygamberin manevî flahsiyeti, ‹slâmiyetin asl› ve esas›. hayat-› bak›ye: bâkî olan, sonsuz hayat, ahiret hayat›. idam-› ebedî: dirilmemek üzere yok olufl, ahiret inanc› olmad›¤› için ölümü ebedî yoklu¤a gitmek olarak görme. ihsanat: ihsanlar, ba¤›fllar, nimetler. istidadat: istidatlar, kabiliyetler, yetenekler. kat’î: kesin, flüpheye ve tereddüde mahal b›rakmayan. kemalât: faziletler, kemaller, olgunluklar, mükemmellikler. küllî: umumî, genel, bütün olan. lisan: dil. mahiyet: bir fleyin asl›, esas›, tabiat›, niteli¤i. manidar: nükteli, ince manal›. mazhar: bir fleyin ç›kt›¤› göründü¤ü yer; nail olma, flereflenme. mukabele: karfl›l›k verme, karfl›lama. müfltak: arzulu, fazla istekli, ifltiyak gösteren. nev-i befler: insano¤lu, insanlar. nevi: çeflit, tür. nihayetsiz: sonsuz, s›n›rs›z. peygamber: Allah taraf›ndan haber getirerek ‹lâhî emir ve yasaklar› insanlara tebli¤ eden elçi, nebî. risalet: elçilik, resullük, peygam- Page 78 risaleci¤inin 1 $G o∫ƒo°SnQ lósªnëoe flahadetine dair parçan›n bir nevi tercümesi, ‹kinci ve Üçüncü ‹flarette yaz›lacak. B‹R‹NC‹ ‹fiARET: Bu Kâinat Sahibinin tezahür-i rububiyetine ve sermedî ulûhiyetine ve nihayetsiz ihsanat›na küllî bir ubudiyet ve tan›tt›rmakla mukabele eden Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm, bu kâinatta güneflin lüzumu gibi elzemdir ki, nev-i beflerin üstad-› ekberi ve büyük peygamberi (a.s.m.) ve Fahr-i Âlem ve 2 n∑nÓra’n rG â o r≤n∏nN nÉnŸ ∑n ’n ƒr nd ∑n ’n ƒr nd hitab›na mazhar ve hakikat-i Muhammediyeyi (a.s.m.), hem sebeb-i hilkat-i âlem, hem neticesi ve en mükemmel meyvesi oldu¤u gibi; bu kâinat›n hakikî kemalât› ve sermedî Cemîl-i Zülcelâl’in bâkî âyineleri ve s›fatlar›n›n cilveleri ve hikmetli ef’alinin vazifedar eserleri ve çok manidar mektuplar› olmas› ve bâkî bir âlemi tafl›mas› ve bütün zîfluurlar›n müfltak olduklar› bir dâr-› saadet ve ahireti netice vermesi gibi hakikatleri, hakikat-i Muhammediye (a.s.m.) ve risalet-i Ahmediye (a.s.m.) ile tahakkuk etti¤inden, nas›l bu kâinat onun risaletine gayet kuvvetli ve kat’î flahadet eder; öyle de, baflta âlem-i ‹slâm, bütün befler ve bütün zîfluur, Cehennemden daha ac› ve korkunç olan ademden, hiçlikten, idam-› ebedîden, fena-i mutlaktan kurtulmak için, daimî aflk ve flevkle her zamanda ve cami mahiyetinin bütün kuvvetleriyle, bütün istidadat lisanlar›yla, bütün dualar ve ibadetler ve ricalar›n›n dilleriyle istedikleri hayat-› bâkiyeyi kuvvetli, kat’î beflaret veren risalet-i Ahmediye (a.s.m.) ve hakikat-i Muhammediyeye (a.s.m.) flahadet edip 1. Muhammed Allah’›n Resulüdür. (Fetih Suresi: 29.) 2. Sen olmasayd›n [yâ Muhammed], sen olmasayd›n kâinat› yaratmazd›m. (Hadis-i kudsî: Keflfü’l-Hafa, 2:164; hadis no: 2123.) ber olarak gönderilme. risalet-i Ahmediye: Peygamber Efendimizin (a.s.m.) peygamberli¤i. sebeb-i hilkat-i âlem: âlemin yarat›l›fl sebebi. sermedî: ebedî, daimî, sürekli. s›fat: vas›f, nitelik. flahadet: flahit olma, flahitlik, 78 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) tan›kl›k. flevk: fliddetli arzu, afl›r› istek ve heves. tahakkuk: gerçekleflme, delil ile ispat edilme, kesinleflme. tezahür-i rububiyet: Cenab-› Hakk›n terbiye, tedbir ve idare edicili¤inin ortaya ç›kmas›, görünmesi. ubudiyet: kulluk. ulûhiyet: ilâhl›k, Allah’›n hâkimiyeti ile kâinattaki her fleyi kendisine ibadet ve itaat ettirmesi. Üstad-› Ekber: en büyük muallim, en büyük üstat; Hz. Peygamber (a.s.m.). vazifedar: vazifeli, vazifesi olan, ifl gören. zîfluur: fluurlu, fluur sahibi. HZ MUHAMMED 01 7/1/06 11:46 AM Page 79 nev-i beflerin medar-› iftihar›, eflref-i mahlûkat oldu¤una imza bast›¤› gibi, her zamanda üç yüz elli milyon ehl-i iman›n 1 π o Ñ°ùs dnG s›rr›nca, her gün iflledikleri bütün p Yp ÉnØdr ÉncÖn hasenatlar ve hay›rlar›n bir misli Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm›n defter-i hasenat›na girmesi ve o tek flahsiyet-i Muhammediye (a.s.m.), yüzer milyon, belki milyarlar âbid-i muhsin kadar küllî bir ubudiyete ve füyuzata mazhar bir makam kazanmas›, o Zat›n (a.s.m.) risaletine pek kuvvetli flahadet edip imza basar. ‹K‹NC‹ ‹fiARET: Benim virdimde her vakit tefekkürle bakt›¤›m yirmiden ziyade flahadetlere iflaret eden: kán©ranO /√Qp ƒo¡oX pInOÉn¡n°ûpH oÚ/e’n rG pórYƒn rdG o¥pOÉn°U $G o∫ƒo°SnQ lósªnëoe mOÉn≤pàrYpGhn m¿ÉnÁ/G i'ƒrbnÉpHhn mán©jô/ n°Tnh más«penÓr°SpGhn øm j/O pπnªrcnÉpH /¬pàs«ueo G n™ne ºu nJn Ghn ≠«/ m ∏rÑnJ uºnYnÉpHhn mäGnƒnYnOhn mäÉnLÉnæoehn mIƒn rYnO '¤rYnÉpHhn mInOÉnÑpYhn 2 @ Én¡nd πn rãpe ’n mäGnôpªrãoe mäÉnbQp ÉnN mánfÉnàne K›sa bir nevi tercümesi ve meali: YAN‹, MUHAMMED’‹N (A.S.M.) R‹SALET‹NE fiAHADET EDEN, Birincisi: On bir hâlât›ndan ç›kan bir hüccet-i risalettir. Evet, okumak ve yazmak ö¤renmedi¤i ve ümmî oldu¤u hâlde, on dört asr›n ukalâs›n›, feylesoflar›n› hayrette b›rakan ve edyan-› semaviyede birincili¤i kazanan bir dinle birden, tecrübesiz ve def’aten meydana ç›kmas› emsal kabul etmez bir hâlet oldu¤u gibi, sözlerinden, 1. Bir fleye sebep olan yapan gibidir. 2. Ümmî oldu¤u hâlde en ekmel bir din ve ‹slâmiyet ve fleriatla ve en kavi bir iman ve itikat ve ibadetle ve en yüksek bir davet ve münacat ve dua ile ve eamm bir tebli¤ ve emsalsiz harika ve en faydal›, en etemm bir metanetle def’aten zuhurunun flahadetiyle, Sad›ku’l-Va’di’l-Emîn olan Muhammed (a.s.m.) Allah’›n Resulüdür. âbid-i muhsin: Allah’a görür gibi ibadet eden kul. aleyhissalâtü vesselâm: ‘salât ve selâm onun üzerine olsun’ anlam›nda Hz. Muhammed’e dua. as›r: yüzy›l. def’aten: birdenbire, bir defada, anî olarak. defter-i hasenat: iyilikler, güzellikler defteri, insanlar›n yapt›¤› iyiliklerin yaz›ld›¤› manevî defter. edyan-› semaviye: semavî dinler, Allah taraf›ndan gönderilmifl olan hak dinler. ehl-i iman: inananlar, iman sahipleri. emsal: örnekler, benzerler. eflref-i mahlûkat: mahlûkat›n en eflrefi, yarat›lm›fllar›n en flereflisi; insan. feylesof: felsefe ile u¤raflan, filozof. füyuzat: feyizler, manevî bolluk ve bereketler, inayetler. hâlât: hâller, durumlar, vaziyetler. hâlet: hâl, durum. hasenat: güzellikler, iyilikler. hüccet-i risalet: peygamberlik delili. küllî: umumî, genel, bütün olan. makam: yer, mevki. mazhar: bir fleyin ç›kt›¤› göründü¤ü yer; nail olma, flereflenme. meal: mana, anlam, mefhum. medar-› iftihar: iftihar sebebi, övünme sebebi. misil: kat; efl. nev-i befler: insano¤lu, insanlar. nevi: çeflit, tür. risalet: elçilik, resullük, peygamber olarak gönderilme. s›r: gizli hakikat. flahadet: flahit olma, flahitlik, tan›kl›k. flahsiyet-i Muhammediye: Hz. Muhammed’in (a.s.m.) flahsiyeti, kiflili¤i. tefekkür: derin düflünme; eflyan›n hakikatini, yarat›c›n›n s›rlar›n› kavramak ve ibret almak için zihnen ve kalben düflünme. ubudiyet: kulluk. ukalâ: ak›ll›lar, ak›ll› olanlar. ümmî: okuma yazmas› olmayan, okumam›fl. virt: zikir; belli zamanlarda, belli say›da, belli dualar›n zikir olarak belli biçimde ve düzenli flekilde okunmas›. zat: kifli, flah›s. ziyade: çok, fazla. HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 79 HZ MUHAMMED 01 7/1/06 11:46 AM âdilâne: adaletli olana yak›fl›r bir surette, do¤rulukla, âdilcesine. asr: yüzy›l. Cevflenü’l-Kebir: büyük z›rh anlam›ndaki Hz. Muhammed (a.s.m) Efendimize vahiyle gelen, Esma-i Hüsnay› içine alan emsalsiz bir münacat ve benzersiz bir dua. cür’et: cesaret etme, yüreklilik, yi¤itlik. daavat: dua, dualar. da¤da¤a: gürültü, beyhude telâfl ve ›zt›rap. ehl-i hakikat: hakikati arzulayanlar, gerçe¤i bulup onun peflinden gidenler; Allah adam›. emsal: örnekler, benzerler. emsalsiz: benzersiz. esma-i ‹lâhiye: Allah’›n isimleri. esrar: s›rlar, gizli hakikatler. feyiz: bolluk, bereket, ihsan, ba¤›fl. fiil: ifl, hareket. hadsiz: s›n›rs›z, sonsuz. hâlet: hâl, durum. Hâl›k: yoktan yaratan, her fleyi yoktan var eden, yarat›c›; Allah. idare: bir ifli yürütme, çekip çevirme. iman: inanç, itikat. intiha: nihayet bulma, sona erme. iptida: bafl, bafllang›ç. itikat: kesin inanma, iman. kanun: yasa. kavim: millet; aralar›nda dil, âdet, örf, kültür birli¤i olan insan toplulu¤u. kuvvet-i imaniye: iman kuvveti. küllî: umumî, genel, bütün olan. maddî: madde ile alâkal›, cismanî. manevî: manaya ait, maddî olmayan. marifetullah: Allah’› tan›ma, anlama, bilme. mertebe: derece. mertebe-i iman: iman derecesi, mertebesi. meselâ: örne¤in. metanet: metin olma, dayan›kl›l›k, sa¤laml›k. misil: benzer, efl. muar›z: muhalefet eden, karfl› ç›kan, muhalif. muhalefet: birinin düflüncesine z›t düflüncede bulunma, karfl› koyma, bir düflünce, fiil veya harekete karfl› durma. münacat: Allah’a dua etme, yalvarma, Onun manevî huzurunda tazarru ve niyazda bulunma. müraat: gözetme, riayet etme. müttefikan: ittifak ederek, hep beraber, birlikte. nefis: kötü vas›flar› kendisinde toplayan, hay›rl› ifllerden al›koyan güç. Page 80 fiillerinden, hâllerinden ç›kan ‹slâmiyet, her zamanda üç yüz elli milyon insan›n ruhlar›na, nefislerine, ak›llar›na terbiyekârâne ders vermesi ve manevî terakkiyata sevk etmesi, emsalsiz bir hâlettir. Hem, öyle bir fleriatla meydana gelmifl ki, âdilâne kanunlar›yla nev-i beflerin beflten birisini on dört as›rda maddî ve manevî terakki içinde idare etmesi misilsiz bir hâlet oldu¤u gibi, o Zat (a.s.m.) öyle bir iman ve itikatla meydana ç›kt› ki, bütün ehl-i hakikat, her zaman onun mertebe-i iman›ndan feyiz almalar›yla beraber en yüksek ve en kuvvetli bir derecededir diye müttefikan tasdikleri ve o zamanda hadsiz muar›zlar›n›n ona muhalefeti zerre kadar bir telâfl, bir vesvese, bir flüphe vermemesi gösteriyor ki, kuvvet-i imaniyede dahi onun emsali yok ve o küllî yüksek iman› misilsizdir. Hem, öyle bir ubudiyet ve ibadet gösterdi ki, iptida ve intihay› birlefltirip hiç kimseyi taklit etmeyerek, ibadetin en ince esrar›n› görüp müraat ederek en da¤da¤al› zamanlarda dahi tam tam›na ubudiyeti yapmas› emsalsiz bir hâlet olmas› gibi, Hâl›k’›na karfl› öyle daavat ve münacat ve ricalar yapm›fl ki, bu zamana kadar telâhuk-› efkârla beraber o mertebeye yetiflilmemifl. Meselâ, Cevfle nü’l-Kebir münacat›nda bin bir esma-i ‹lâhiyeyi flefaatçi ederek Hâl›k’›n› öyle bir tarzda tavsif ve tarif eder ki, emsali yok. Ve marifetullahta kimse ona yetiflememesi, misilsiz bir hâlettir. Hem, öyle bir metanetle insanlar› dine davet ve öyle bir cür’etle risaletini tebli¤ etmifl ki, kavmi ve amcas› ve nev-i befler: insano¤lu, insanlar. risalet: elçilik, resullük, peygamber olarak gönderilme. ruh: dirilik kayna¤›, hayat›n temeli ve sebebi olan manevî varl›k. sevk: yöneltme, gönderme. flefaat: birinden baflkas›n›n kusurlar›n›n veya suçunun ba¤›fllanmas›n› dileme. fleriat: Allah taraf›ndan peygamber vas›tas›yla bildirilen, ‹lâhî emir ve yasaklara daya- 80 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) nan hükümlerin hepsi. tarif: bir fleyi bütün vas›flar›n› içine alacak flekilde anlatma. tarz: biçim, flekil, suret. tasdik: bir fleyin veya kimsenin do¤rulu¤una kesin olarak hükmetme. tavsif: vas›fland›rma, mahiyetini ortaya koyma, niteleme. tebli¤: dinî bir emrin yarat›lm›fllara duyurulmas›; peygamberlerin Allah’›n emrini kullara bildirmeleri ve hakka davet etmeleri. telâhuk-› efkâr: fikirlerin birbiri pefline gelip birleflmesi, kat›laflmas›, birbirine eklenmesi. terakki: yükselme, ilerleme. terakkiyat: ilerlemeler, geliflmeler, yükselifller. ubudiyet: kulluk. vesvese: flüphe, kuruntu, kalbe gelen as›ls›z kötü ve sinsi düflünce. zerre: pek ufak parça, en küçük parça. HZ MUHAMMED 01 7/1/06 11:46 AM Page 81 dünyan›n büyük devletleri ve eski dinlerin etbalar› ona muar›z ve düflman olduklar› hâlde, zerre kadar korkmayarak, çekinmeyerek umumuna meydan okumas› ve bafla da ç›karmas› emsalsiz bir hâlettir. ‹flte, onun s›dk›na ve nübüvvetine bu harika, emsalsiz sekiz hâletin mecmuu gayet kuvvetli bir flahadettir. Ve bu hâletler, o Zat›n (a.s.m.) nihayet derecede ciddiyetine ve itminan›na ve kemal-i s›dk›na ve hakkaniyetine kat’î kanaati var oldu¤unu gösteriyor. Âlem-i ‹slâm, her günde, her teflehhütte milyonlar lisanla 1 o¬oJÉncônn Hhn $G oánªrMQn hn »p t ÑsædG Én¡`t jnG n∂«r n∏nY oΩnÓ°ùs dnG der. Ve onun memuriyetine teslimiyetini ve getirdi¤i saadet-i ebediye beflaretini tasdik etti¤ini ve befleriyetin derin bir aflkla ve f›trî ve istidadî pek kuvvetli bir ifltiyakla arad›¤› hayat-› bâkiyeye sa¤lam bir yol açt›¤›na karfl› âlem-i ‹slâm, minnettarâne, müteflekkirâne 2 »pt ÑsædG Én¡`t jnG n∂«r ∏n Yn Ωo Ó n °ùs dn G ile bir manevî ziyaret ve görüflmek ve üç yüz elli milyon, belki milyarlar nam›na onu tebrik eder. Y‹RM‹ KÜLLI fiAHADETLERDEN VE ÇOK fiAHADETLER‹ ‹HT‹VA EDEN ‹kinci fiahadet: @ /¬p≤j/ó°rünJ¤n' Y p¿ÉnÁ/’rG p¿ÉncQr ’n rG p≥pFBÉn≤nM ™p «/ªnL pInOÉn¡n°ûpHhn Yani: “‹man›n alt› rükünlerinin hakikatleri ve tahak kuklar ve hakkaniyetleri, Muhammed’in (a.s.m.) risaleti ne ve hakkaniyetine kat’î flahadet eder.” Çünkü, onun 1. Allah’›n selâm›, rahmeti ve bereketi üzerine olsun ey Peygamber! 2. Allah’›n selâm› üzerine olsun ey Peygamber! âlem-i ‹slâm: ‹slâm âlemi, ‹slâm dünyas›. aflk: fliddetli sevgi, sevda, gönül verme. beflaret: müjde. befleriyet: beflerîlik, insanl›k. ciddiyet: ciddîlik. emsalsiz: benzersiz. etba: birinin sözüne, ifline, mesle¤ine uyanlar. f›trî: tabiî, yarat›l›fltaki, do¤ufltan olan. gayet: son derece. hakikat: gerçek, esas. hakkaniyet: hak ve adalete uygunluk, hak ve do¤ruluktan ayr›lmama. hâlet: hâl, durum. harika: ola¤anüstü. hayat-› bâkiye: bâkî olan, sonsuz hayat, ahiret hayat›. ihtiva: içine alma, kapsama. iman: inanç, itikat. istidadî: kabiliyete, yetene¤e göre. ifltiyak: afl›r› isteme, çok fazla arzu etme. itminan: inanma, güvenme, gönül rahatl›¤› içinde tereddütsüz kabul etme. kanaat: inanma, görüfl, fikir. kat’î: kesin, flüpheye ve tereddüde mahal b›rakmayan. kemal-i s›dk: tam do¤ruluk. küllî: umumî, genel, bütün olan. lisan: dil. manevî: manaya ait, maddî olmayan. mecmu: toplam, tüm. memuriyet: memurluk, memur olma hâli. minnettarâne: minnet duyarak, yap›lan bir iyili¤e karfl› teflekkür hissi tafl›yarak. muar›z: muhalefet eden, karfl› ç›kan, muhalif. müteflekkirâne: müteflekkir olarak, teflekkür edercesine. nam: ad. nihayet: son derece. nübüvvet: nebîlik, peygamberlik, Allah’›n elçili¤i, peygamberlik hâl ve flan›. risalet: elçilik, resullük, peygamber olarak gönderilme. rükün: bir fleyi meydana getiren unsurlardan her biri, esas. saadet-i ebediye: sonu olmayan, sonsuz mutluluk. s›dk: do¤ruluk. flahadet: flahit olma, flahitlik, tan›kl›k. tahakkuk: gerçekleflme, meydana gelme, olma. tasdik: bir fleyin veya kimsenin do¤rulu¤una kesin olarak hükmetme. teslimiyet: teslim olma, teslim olufl, boyun e¤ifl. teflehhüt: namazda her oturuflta tahiyyat duas›n› okuma ve bu duay› okuyacak kadar oturma. umum: bütün, hepsi. zat: kifli, flah›s. zerre: en küçük parça, molekül, atom. HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 81 HZ MUHAMMED 01 7/1/06 11:46 AM Page 82 risalet hayat›n›n flahsiyet-i maneviyesi ve bütün davalar›n›n esas› ve mahiyet-i nübüvveti, o alt› rükündür. Öyle ise, o rükünlerin tahakkuklar›na delâlet eden bütün deliller, Muhammed’in (a.s.m.) risaletinin hak oldu¤una ve onun sad›k›yetine dahi delâlet ederler. Hem ahiretin tahakkukuna sair rükünlerinin delâletini Meyve Risalesi ve Onuncu Sözün zeyilleri beyan ettikleri gibi; öyle de, her bir rükün, hüccetleriyle beraber onun risaletine bir hüccettir. B‹NLER fiAHADETLER‹ ‹HT‹VA EDEN Üçüncü Küllî fiahadet: /¬pJGnõpér©oe p±’n 'ÉpH oΩnÓ°sùdGnh oInÓ°südG p¬r«n∏nY /¬pJGnP pInOÉn¡n°ûpHhn acip: tuhaf, hayrette b›rakan. ahiret: dünya hayat›ndan sonra bafllay›p ebediyen devam edecek olan ikinci hayat. ayet: Kur’ân’›n her bir cümlesi. beyan etmek: aç›klamak, bildirmek, izah etmek. dava: takip edilen fikir, iddia. delâlet: delil olma, gösterme. delil: bir davay› ispata yarayan fley, bürhan. hâk: do¤ru, gerçek, hakikat. harika: ola¤anüstü. hüccet: delil. hücum: sald›rma. ihtiva: içine alma, kapsama. ispat: do¤ruyu delillerle gösterme. kamer: Ay. kamer: Kur’ân-› Kerîm’in 54. suresi. kemalât: faziletler, kemaller, olgunluklar, mükemmellikler. küllî: umumî, genel, bütün olan. mahiyet-i nübüvvet: peygamberli¤in mahiyeti, hakikati, asl›. mu’cizat: mu’cizeler, Allah taraf›ndan verilip, yaln›z peygamberlerin gösterebilecekleri büyük harika ifller. mu’cizat-› Ahmediye: Peygamber Efendimizin (a.s.m.) gösterdi¤i mu’cizeler. nakl-i sahih: flüphe duyulmayan, do¤ru, gerçek haber bildirilmesi. peygamber: Allah taraf›ndan haber getirerek ‹lâhî emir ve yasaklar› insanlara tebli¤ eden elçi, nebî. risale-i harika: harika risale, harika kitapç›k. risalet: elçilik, resullük, peygamber olarak gönderilme. @ /¬pbnÓrNnG uƒo∏oYhn /¬pJ’n Énªc n hn Yani: “O Zat (a.s.m.), günefl gibi kendi kendine delil dir. Binler mu’cizat ve kemalât ve yüksek, güzel ahlâk›y la risaletine ve sad›k›yetine pek kuvvetli flahadet eder.” Evet, Mu’cizat-› Ahmediye risale-i harikada üç yüzden ziyade nakl-i sahih ile ispat etti¤i gibi, o Zat›n (a.s.m.) 1 ôno ªn≤rdG ≥°n s ûrfGnh ve ⋲e ' Qn %G søpµ`'dhn nâr«neQn rPpG nâr«neQn Énehn ayetle2 rinin sarahatiyle, avucunun bir parma¤›yla kamer iki parça olmas›; ve nakl-i sahih ve tevatürle, ayn› elin befl parma¤›ndan befl çeflme su akmas› ve susuz kalan bütün ordusu o sudan içmesi ve flahit olmas› ve bu acip harika iki defa baflka yerde de vuku bulmas›; ve ayn› avuçla bir parça topra¤›, hücum eden düflman ordusuna atarak, her birisinin gözüne bir avuç toprak girmesiyle hücumda 1. Ay yar›ld›. (Kamer Suresi: 1.) 2. Att›¤›n zaman sen atmad›n. Ancak Allah att›. (Enfal Suresi: 17.) rükün: bir fleyi meydana getiren unsurlardan her biri, esas. sad›k›yet: sad›kl›k, do¤ruluk, sadâkat. sarahat: ifadedeki aç›kl›k, aç›k anlat›m. selâm: bar›fl, rahatl›k, selâmet ve esenlik dileme. sure: Kur’ân-› Kerîm’in ayr›ld›- 82 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) ¤› 114 bölümden her biri. flahadet: flahit olma, flahitlik, tan›kl›k. flahsiyet-i maneviye: manevî flahsiyet, manevî kiflilik. tahakkuk: gerçekleflme, olma; delil ile ispat edilme, kesinleflme. tevatür: bir hadis-i flerifin, yalan söylemelerini akl›n kabul- lenemeyece¤i kadar say› ve sa¤laml›ktaki bir topluluk taraf›ndan aktar›lmas›, rivayet edilmesi. vuku: olma, gerçekleflme, meydana gelme. zat: kifli, flah›s. zeyil: ek, bir eserin devam› olarak yaz›lan k›s›m. ziyade: çok, fazla. HZ MUHAMMED 01 7/1/06 11:46 AM Page 83 iken kaçmalar›; ve ayn› avuçta küçük tafllar, insanlar gibi tesbih edip 1 *G ¿ n ÉnërÑ°oS demeleri gibi nakl-i sahihle ve bir k›sm› tevatürle tarihlerde kat’iyen vukua gelen yüzer ve ehl-i tahkikin yan›nda bine kadar mu’cizat, elinde zuhuru; ve dost ve düflmanlar›n ittifak›yla, onda güzel hasletlerin ve ahlâk-› hasenenin en yüksek derecesinde (HAfi‹YE) bulunmas›; ve arkas›nda tebaiyetle sülûk edip kemalâta eriflen ve hakikate aynelyakin yetiflen bütün ehl-i tahkik, ittifakla kemalât-› Muhammediye (a.s.m.) en yüksek derecede bulundu¤una hakkalyakin tasdikleri; ve onun dininden gelen âlem-i ‹slâm›n füyuzat› ve koca ‹slâmiyetin hakikatleri onun harika kemalât›na delâlet eder. Elbette o zat (a.s.m.), bizzat kendi risaletine gayet parlak ve küllî, genifl flahadet eder demektir. PEK ÇOK KUVVETL‹ fiAHADETLER‹ ‹HT‹VA EDEN Dördüncü fiahadet: @ p¬pæ«pgGnônHhn p¬p≤pFBÉn≤nM røpe tónëoj ’n ÉnªpH p¿BGrôo≤rdG pInOÉn¡n°ûpHhn Yani, “Kur’ân-› Mu’cizülbeyan, hadsiz hakikatler ve hüccetleriyle risaletine, sad›k›yetine flahadet eder.” Evet, k›rk vecihle mu’cize oldu¤u Zülfikar mecmuas›nda ispat edilen; ve on dört asr› nurland›ran; ve nev-i beflerin beflten birisini tebeddül etmeyen kanunlar›yla idare HAfi‹YE: Hatta flecaat kahraman› Hazret-i Ali (rad›yallâhü anh) diyor: “Harpte biz korktu¤umuz zaman Peygamberin (a.s.m.) arkas›na saklan›r, tahassun ederdik.” fiecaat gibi, her haslette faik oldu¤unu, o zaman düflmanlar› dahi tasdik ettiklerini tarihler naklediyorlar. 1. Allah her türlü kusur ve noksandan münezzehtir. ahlâk-› hasene: güzel ahlâk, güzel huy. âlem-i ‹slâm: ‹slâm âlemi, ‹slâm dünyas›. asr: yüzy›l. aynelyakin: gözle görür derecede inanma; bir fleyi görerek ve seyrederek bilme. bizzat: kendisi, flahsen. delâlet: delil olma, gösterme. ehl-i tahkik: gerçe¤i araflt›- ranlar, gerçe¤in peflinden gidenler. füyuzat: feyizler, manevî bolluk ve bereketler, inayetler. gayet: son derece. hadsiz: s›n›rs›z, sonsuz. hakikat: gerçek, esas. hakkalyakin: marifet mertebesinin en yükse¤i; bir fleyi yaflayarak, içine girerek, do¤rulu¤undan flüpheye asla yer b›rakmayacak biçimde kesin olarak bilme. harika: ola¤anüstü. haslet: güzel huy, iyi özellik. hafliye: dipnot. hüccet: delil. idare: bir ifli yürütme, çekip çevirme. ihtiva: içine alma, kapsama. ispat: do¤ruyu delillerle gösterme. ittifak: birleflme, fikir birli¤i etme. kanun: yasa. kat’iyen: kat’î olarak, kesin olarak, kesinlikle. kemalât: faziletler, kemaller, olgunluklar, mükemmellikler. kemalât-› Muhammediye: Hz. Muhammed’e ait mükemmellikler. Kur’ân-› Mu’cizülbeyan: aç›klamalar›yla ak›llar› benzerini yapmaktan âciz b›rakan Kur’ân-› Kerîm. küllî: umumî, genel, bütün olan. mecmua: toplan›p, biriktirilmifl, düzenlenmifl fleylerin hepsi. mu’cizat: mu’cizeler, Allah taraf›ndan verilip, yaln›z peygamberlerin gösterebilecekleri büyük harika ifller. mu’cize: benzerini yapmaktan insanlar›n âciz kald›¤› fley. nakl-i sahih: flüphe duyulmayan, do¤ru, gerçek haber bildirilmesi. nev-i befler: insano¤lu, insanlar. nurland›rmak: ›fl›kland›rmak, ayd›nlatmak. risalet: elçilik, resullük, peygamber olarak gönderilme. sad›k›yet: sad›kl›k, do¤ruluk, sadâkat. sübhanallah: Allah her türlü eksiklikten uzak ve bütün üstün s›fatlara sahiptir demek, tesbih etmek. sülûk: bir yola girme, bir yol tutma. flahadet: flahit olma, flahitlik, tan›kl›k. tasdik: bir fleyin veya kimsenin do¤rulu¤una kesin olarak hükmetme. tebaiyet: tâbîlik, tâbi olma, uyma. tebeddül: baflkalaflma, de¤iflme. tesbih: Allah’› bütün kusur ve noksan s›fatlardan uzak tutma, Cenab-› Hakk› flan›na lây›k ifadelerle anma. tevatür: bir hadis-i flerifin, yalan söylemelerini akl›n kabullenemeyece¤i kadar say› ve sa¤laml›ktaki bir topluluk taraf›ndan aktar›lmas›, rivayet edilmesi. vecih: cihet, yön. vuku: olma, gerçekleflme, meydana gelme. zat: kifli, flah›s. zuhur: görünme, belli olma, ortaya ç›kma. HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 83 HZ MUHAMMED 01 7/1/06 11:46 AM âlem-i ‹slâm: ‹slâm âlemi, ‹slâm dünyas›. aleyhissalâtü vesselâm: ‘salât ve selam onun üzerine olsun’ anlam›nda Hz. Muhammed’e dua. arif: bilen, bilgide ileri olan, irfan sahibi. Cevflen: dua mecmuas›. Cevflenü’l-Kebir: büyük z›rh anlam›ndaki Hz. Muhammed (a.s.m) Efendimize vahiyle gelen, Esma-i Hüsnay› içine alan emsalsiz bir münacat ve benzersiz bir dua. cihet: yön. esma-i ‹lâhiye: Allah’›n isimleri. fevkinde: üstünde. gazve: din u¤runda, din düflmanlar› üzerine yap›lan sefer ve onlarla yap›lan savafl. haf›z: Kur’ân-› Kerîm’i tamamen ezberleyen ve okuyan kimse. hakikat: gerçek, esas. hakkaniyet: hak ve adalete uygunluk, hak ve do¤ruluktan ayr›lmama. harika: ola¤anüstü. hüccet: delil. hürmet: riayet, ihtiram, sayg›. iman: inanç, itikat. ispat: do¤ruyu delillerle gösterme. iflareten: iflaret ederek, belirterek. kudsiyet: kutsall›k, mukaddeslik, azizlik. Kur’ân-› Azîmüflflan: flan ve flerefi yüce olan Kur’ân. küllî: umumî, genel, bütün olan. kütüp: kitaplar. lisan: dil. makam-› kübra: en büyük makam. manevî: manaya ait, maddî olmayan. marifetullah: Allah’› tan›ma, anlama, bilme. mazhar: bir fleyin ç›kt›¤› göründü¤ü yer; nail olma, flereflenme. menba: kaynak. misil: benzer, efl. muar›z: muhalefet eden, karfl› ç›kan, muhalif. münacat: Allah’a dua etme, yalvarma, Onun manevî huzurunda tazarru ve niyazda bulunma. nuranî: nurlu, ›fl›kl›, parlak, münevver. Rab: besleyen, yetifltiren, verdi¤i nimetlerle mahlûkat› ›slah ve terbiye eden Allah. risalet: elçilik, resullük, peygamber olarak gönderilme. sarihan: aç›kça, aç›k olarak. semavî: Allah taraf›ndan olan, ‹lâhî. s›dk: do¤ruluk. suhuf-i semaviye: Allah’›n baz› peygamberlere gönderdi¤i sayfa- Page 84 eden; ve o zamandan flimdiye kadar bütün muar›zlara meydan okuyup hiç kimse, hatta bir suresinin mislini getirmeye cesaret etmeyen; ve Ayetü’l-Kübra’da ispat edildi¤i gibi, alt› ciheti nuranî, flüpheler giremeyen ve alt› makam-› kübra hakkaniyetine imza basan ve sars›lmaz alt› hakikatlere dayanan; ve her zamanda yüzer milyon lisanlarla flevk ve hürmetle okunan ve her dakikada m i lyonlar haf›zlar›n kalplerinde kudsiyetle yaz›lan; ve âlem-i ‹slâm›n bütün flahadetleri ve imanlar› onun flahadetlerinden tereflfluh eden; ve bütün ulûm-i imaniye ve ‹slâmiye onun menba›ndan akan; ve o, eski semavî kitaplar› tasdik etti¤i gibi, bütün kütüp ve suhuf-i semaviyenin manevî tasdiklerine mazhar bulunan Kur’ân-› Azîmüflflan, bütün hakikatleriyle ve hakkaniyetini ispat eden bütün hüccetleriyle, Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm›n s›dk›na ve risaletine flahadet eder demektir. Beflinci, Alt›nc›, Yedinci, Sekizinci Küllî fiahadetler: /¬p∏pFnB’nO pIƒs o≤pH Qp ƒæt dG π p pFBÉ°nSQn hn /¬pJGnQÉn°TpG pás«p°Sróo≤pH øp n°Trƒn÷rG pInOÉn¡n°ûpHhn 1 @ /¬pJÉKn pOÉnM ± p ’n 'G p≥j/ó°rünàpH ∫p ÉnÑr≤pàr°Sp’rGnh /¬pJÉn°UÉngrQpG ôp oJGnƒnàpH À/VÉnŸrGnh Yani, bin bir esma-i ‹lâhiyeye sarihan ve iflareten bakan ve bir cihette Kur’ân’dan ç›kan bir harika münacat olan ve marifetullahta terakki eden bütün ariflerin münacatlar›n›n fevkinde bulunan ve bir gazvede, “Z›rh› ç›kar onun yerine bu Cevflen’i oku” 2 diye Cebrail vahiy getiren Cevflenü’l-Kebir münacat› içindeki hakikatler ve tam tam›na Rabbine karfl› tavsifler, Muhammed’in (a.s.m.) 1. ‹flaretlerinin kudsiyetiyle Cevflen’in, delillerinin kuvvetiyle Risale-i Nur’un, tevatür kuvvetindeki irhasatlar›yla mazinin, binler hâdise ve mu’cizesinin tasdikiyle istikbalin flahadetiyle… 2. Mecmuatü’l-Ahzab, 1:231. lar. sure: Kur’ân-› Kerîm’in ayr›ld›¤› 114 bölümden her biri. flahadet: flahit olma, flahitlik, tan›kl›k. flevk: fliddetli arzu, afl›r› istek ve heves. tasdik: bir fleyin veya kimsenin do¤rulu¤una kesin olarak hükmetme. 84 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) tavsif: vas›fland›rma, bir fleyin iç yüzü ve özelliklerini anlatma. terakki: yükselme, ilerleme. tereflfluh: s›zma, s›z›nt› yapma. ulûm-i imaniye: iman ilimleri, imanla ilgili ilimler. ulûm-i ‹slâmiye: ‹slâmî ilimler. vahiy: Cenab-› Hakk›n diledi¤i hükümleri, s›rlar› ve hakikatleri peygamberlere bildirmesi. z›rh: savafllarda ok, k›l›ç, süngü gibi silâhlardan korunmak için giyilen, demir ve tel levhalardan yap›lm›fl giysi. HZ MUHAMMED 01 7/1/06 11:46 AM Page 85 risaletine ve hakkaniyetine flahadet etti¤i gibi; Kur’ân’dan tereflfluh eden ve bir cihette Cevflen’den feyiz alan ve tevellüt eden Resaili’n-Nuriye, yüz otuz parças›yla risalet-i Muhammediyeye (a.s.m.) bir tek hüccet olarak risaletinin bütün hakikatlerini aklen ve mant›ken ispat›yla, hatta felsefenin nazar›nda ak›ldan pek uzak meselelerini göz önünde gibi gayet kolay ve makul bir tarzda ders vermesiyle, Muhammed’in (a.s.m.) sad›k›yetine ve risaletine küllî bir surette flahadet eder. Hem zaman-› mazi dahi risaletine bir küllî flahittir ki, irhasat denilen nübüvvetten evvel zuhur eden ve gelecek peygamberin mu’cizat› say›lan harikalar, tarihlerde ve siyer kitaplar›nda kat’î tevatür tarz›nda nakledilen pek çok vak›alar, gayet sa¤lam bir surette risaletine flahadet eder ve çok nevileri var. Bir k›sm›, gelecek fiahadetlerde beyan edilecek, bir k›sm› da Zülfikar’da ve tarih kitaplar›nda sahih bir surette nakledilmifl. Meselâ, velâdet-i Peygamberiyeye (a.s.m.) yak›n bir vakitte Kâbe’yi tahrip etmeye gelen Ebrehe askerinin bafllar›na ebabil kufllar›n›n elleriyle tafllar›n ya¤mas› ve velâdet gecesinde Kâbe’deki sanemlerin bafl afla¤› düflmesi ve Kisra-i Fars saray›n›n harap olmas› ve ateflperest Mecusîlerin bin seneden beri yanmas› devam eden atefli o gece sönmesi ve Buheyra-i Rahip ve Halime-i Sa’diye’nin kat’î ihbarlar›yla, bulutlar bafl›na gölge etmesi gibi çok hâdiseler, nübüvvetinden evvel nübüvvetini haber vermifller. Hem istikbal, yani, vefat›ndan sonra onun haber verdi¤i hâdiseler pek çoktur ve çok nevileri var. Birisi, aklen: ak›l ile, ak›l yolu ile, ak›l gere¤ince. ateflperest: atefle tapan, Mecusî. beyan etmek: aç›klamak, bildirmek, izah etmek. Buheyra-i Rahip: Peygamberimiz, amcas› Ebu Talip ile Suriye taraflar›na gittiklerinde kilisesinden ç›k›p Hz. Muhammed’i iflaret ederek onun peygamber olaca¤›n› söyleyen rahip. Cevflen: dua mecmuas›. cihet: yön. ebabil: Kur’ân-› Kerîm’in Fil Suresinde (sure no:105) geçen, Kâbe’yi y›kmaya gelen Ebrehe’nin ordusunu helâk eden kufllar sürüsüne verilen isim. Ebrehe: Hz. Muhammed’in (a.s.m.) do¤umundan elli gün kadar evvel Kâbe’yi y›kmaya gelen Habefl ordusu kumandan›. feyiz: bolluk, bereket, ihsan, ba¤›fl. gayet: son derece. hakkaniyet: hak ve adalete uygunluk, hak ve do¤ruluktan ayr›lmama. Hâlime-i Sa’diye: Hz. Muhammed’in (a.s.m.) süt annesi. harika: ola¤anüstü vas›flar tafl›yan ve hayranl›k hissi uyand›ran. hüccet: delil. ihbar: haber verme, bildirme. irhasat: Hz. Muhammed’in (a.s.m.) peygamberli¤inden evvel meydana gelen ve peygamber olaca¤›na iflaret harika hâller, belirtiler. ispat: do¤ruyu delillerle gösterme. istikbal: gelecek zaman. kat’î: kesin, flüpheye ve tereddüde mahal b›rakmayan. Kisra-i Fars: Fars kisras›, eski ‹ran hükümdar›. küllî: umumî, genel, bütün olan. makul: akla yak›n, akla uygun, akl›n kabul edece¤i. mant›ken: mant›¤a göre, mant›kça. Mecusî: atefle tapan, Zerdüflt dinini benimseyen, bu dinle ilgili olan, Zerdüfltî. mu’cizat: mu’cizeler, Allah taraf›ndan verilip, yaln›z peygamberlerin gösterebilecekleri büyük harika ifller. nakil: anlatma, söyleme, hikâye etme. nazar: bak›fl, nezdinde. nevi: çeflit, tür. nübüvvet: nebîlik, peygamberlik, Allah’›n elçili¤i, peygamberlik hâl ve flan›. Resailü’n-Nuriye: Nur risalesi, Bediüzzaman Said Nursî’nin eserlerinin ad›. risalet: elçilik, resullük, peygamber olarak gönderilme. risalet-i Muhammediye: kâinat›n nuru ve fluuru olan Hz. Muhammed’in (a.s.m.) peygamberli¤i. sad›k›yet: sad›kl›k, do¤ruluk, sadâkat. sahih: gerçek, do¤ru, flüphesiz, yalan olmayan, yanl›fl olmayan. sanem: put, Allah’tan baflka tap›n›lan fley. siyer: Hz. Muhammed’in (a.s.m.) hayat›n›n bütün safhalar›n› anlatan, Peygamberimizin vas›flar›n› nakleden eserler. suret: biçim, flekil, tarz. flahadet: flahit olma, flahitlik, tan›kl›k. tahrip: harap etme, y›kma, bozma. tarz: biçim, flekil, suret. tereflfluh: s›zma, s›z›nt› yapma. tevatür: içinde yalan ihtimali bulunmayan ve birbirlerine kuvvet veren haberlerden oluflan büyük bir toplulu¤a ait haber. tevellüt: do¤ma, do¤um. vak›a: vuku bulan, olan fley. vefat: ölüm. velâdet: do¤ma, do¤ufl. velâdet-i Peygamberiye: Peygamberimiz Hz. Muhammed’in (a.s.m) do¤uflu. zaman-› mazi: geçmifl zaman. zuhur: ortaya ç›kma. HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 85 HZ MUHAMMED 01 7/1/06 11:46 AM aleyhissalâtü vesselâm: ‘salât ve selâm onun üzerine olsun’ anlam›nda Hz. Muhammed’e dua. aleyhisselâm: Allah’›n selâm› onun üzerine olsun. Âl-i Beyt: Hz. Muhammed’in (a.s.m.) ailesinden olan, Hz. Muhammed’in (a.s.m.) ev halk›. Âl-i ‹brahim: Hz. ‹brahim’in neslinden gelenler ve onun manevî yolunda yürüyenler. Âl-i Muhammed: Hz. Muhammed’in (a.s.m.) neslinden gelenler. Ashap: Sahabeler, Hz. Peygamberi (a.s.m.) görmüfl ve onunla konuflmufl olan Müslüman kimseler. delâlet: delil olma, gösterme. fetih: zafer, galebe. fütuhat-› ‹slâmiye: ‹slâm›n zaferleri, fetihleri. hakkaniyet: hak ve adalete uygunluk, hak ve do¤ruluktan ayr›lmama. ihbarat-› gaybiye: geçmifl veya gelecek zamana ait verilen haberler. ihbar-› gaybî: gayba ait haber, geçmifl veya gelecek zamana ait haber. istinaden: istinat ederek, dayanarak, güvenerek, delil kabul ederek. küllî: umumî, genel, bütün olan. ma¤lûp: boyun e¤me, yenilme, yenilmifl olma. mahv: yok etme, ortadan kald›rma, bitme. mazhar: bir fleyin ç›kt›¤› göründü¤ü yer; nail olma, flereflenme. mu’cizat: mu’cizeler, Allah taraf›ndan verilip, yaln›z peygamberlerin gösterebilecekleri büyük harika ifller. mu’cizat-› Ahmediye: Peygamber Efendimizin (a.s.m.) gösterdi¤i mu’cizeler. mukabil: karfl›l›k. mushaf: Kur’ân sahifelerini toplayan cilt, Kur’ân’›n ciltlenmifl hâli; Kur’ân. nakl-i sahih: flüphe duyulmayan, do¤ru, gerçek haber bildirilmesi. nevi: çeflit, tür. risalet-i Muhammediye: kâinat›n nuru ve fluuru olan Hz. Muhammed’in (a.s.m.) peygamberli¤i. sad›k›yet: sad›kl›k, do¤ruluk, sadâkat. sair: di¤er, baflka, öteki. salâvat: Hz Muhammed’e rahmet ve esenlik dileme, salât ve selâm etme; ‘Allahümme salli ala seyyidinâ Muhammedin ve ala âli seyyidinâ Muhammed’ deme. s›r: gizli hakikat. siyer: Hz. Muhammed’in (a.s.m.) Page 86 Âl-i Beytine ve Ashab›na ve fütuhat-› ‹slâmiyeye ait ihbarat-› gaybiyesidir ki, Zülfikar’da, Mu’cizat-› Ahmediye (a.s.m.) k›sm›nda nakl-i sahih ile seksen vak›an›n aynen haber verdi¤i gibi ç›kmas›, meselâ Hz. Osman (r.a.) mushaf okurken, Hz. Hüseyin (r.a.) Kerbelâ’da flehit edilmeleri ve fiam ve ‹ran ve ‹stanbul’un fetihleri ve Abbasi Devletinin zuhuru ve Cengiz ve Hülâgû onu ma¤lûp ve mahvetmesi gibi seksen ihbar-› gaybî mu’cizat›, nakl-i sahihle ve tarih ve siyer kitaplar›na istinaden tafsilen yazmas› gibi, ihbar-› gaybînin sair nevileriyle ve Muhammed’in (a.s.m.) hakkaniyetine delâlet eden pek çok vak›at-› istikbaliye ile zaman-› istikbal dahi kuvvetli ve küllî bir surette risalet-i Muhammediyeye (a.s.m.) ve sad›k›yetine flahadet eder demektir. Dokuzuncu, Onuncu, On Birinci, On ‹kinci fiahadetlere iflaret eden, @ pÚ/≤n«rdG u≥nM pánLnQnópH /¬p≤j/ó°rünJ /‘ rºp¡pJÉ«s pæ«/≤nj pIƒs o≤pH p∫'’rG pInOÉ¡n°ûpHhn @ pÚ/≤n«rdG øp r«nY pánLnQnópH /¬p≤j/ór°ünJ /‘ rºp¡pfÉnÁ/G p∫ÉnªnµpH pÜÉnë°rU’n rGhn @ pÚ/≤n«rdG ºp r∏pY pánLnQnópH /¬p≤j/ór°ünJ /‘ rºp¡pJÉn≤«/≤rënJ pIƒs o≤pH pABÉ«n pØ°rU’n rGhn 1 @pÚ≤/ «n dr ÉpH päGnóngÉ°nûoŸrGnh ∞ p °r ûnµ`rdÉpH ¬/ àp dn Én°SpQ '¤nY ºr ¡p ≤p Ho Én£àn Hp Ü p Én£rb’n rGhn Yani, Muhammed’in (a.s.m.) sad›k›yetine ve hakkaniyetine küllî flahadetlerden, 2 Dokuzuncusu: πn «/FBGôrn °SpG »/ænH pABÉn«pÑrfnÉnc »/àseo G oABÉnªn∏oY s›rr›na mazhar ve salâvatlarda Âl-i ‹brahim Aleyhisselâma mukabil olan Âl-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm›n 1. Hakkalyakin derecesindeki tasdikleriyle ve kuvvetli yakinleriyle Ehl-i Beytinin, aynelyakin derecesindeki tasdikleriyle ve kemal-i imanlar›yla Ashab›n›n, ilmelyakin derecesindeki tasdikleriyle ve kuvvetli tahkikatlar›yla Asfiyan›n ve kat’î keflfiyat ve müflahedeleriyle onun risaletinde ittifak eden aktab›n flahadetiyle... 2. Ümmetimin âlimleri Benîisrailin peygamberleri gibidir. (Aclûnî, Keflfü’l-Hafâ, 2:64.) hayat›n›n bütün safhalar›n› ad›n› yüceltme u¤runda can›- le ilgili olaylar, gelecekte anlatan, Peygamberimizin va- n› feda ederek savaflta vuru- meydana gelecek hâdiseler, s›flar›n› nakleden eserler. lup ölen Müslüman. olaylar. suret: biçim, flekil, tarz. tafsilen: tafsilli bir flekilde, zaman-› istikbal: gelecek zaflahadet: flahit olma, flahitlik, uzun uzad›ya, ayr›nt›l› olarak. man. tan›kl›k. vak›a: vuku bulan, olan fley. flehit: Allah’›n ve yüce dininin vak›at-› istikbaliye: gelecek- zuhur: ortaya ç›kma. 86 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) HZ MUHAMMED 01 7/1/06 11:46 AM Page 87 içindeki büyük evliya ve Ali (r.a.) ve Hasan (r.a.) ve Hüseyin (r.a.) ve Ehl-i Beytin on iki imam› ve Gavs-› Azam (k.s.) ve Ahmed-i Rufaî (k.s.), Ahmed-i Bedevî (k.s.), ‹brahim-i Dessukî (k.s.), Ebu’l-Hasan-› fiazelî (k.s) gibi aktaplar ve imamlar, ittifakla, hakkalyakin bir itikatla ve keflfiyat ve müflahedatla ve ümmette gösterdikleri harika irfladatla ve kerametlerle, risalet ve hakkaniyet ve sad›k›yet-i Muhammediyeye (a.s.m.) imanlar› ve flahadetleriyle imza bas›yorlar. Onuncusu: Enbiyadan sonra en muhterem ve yüksek taife ve ümmî ve bedevî olduklar› hâlde az bir zamanda nur-i Muhammedî (a.s.m.) ile flarktan garba kadar âdilâne idare edip, cihangir devletleri ma¤lûp ederek müterakki, fenli, medenî, siyasî milletlere üstat, muallim, diplomat, hâkim-i âdil olarak o asr› bir asr-› saadet hükmüne getiren Sahabeler, Muhammed’in (a.s.m.) her hâlini tetkik ve taharriden sonra gözleriyle gördükleri çok mu’cizat›n kuvvetiyle, eski düflmanl›klar›n› ve ecdatlar›n›n mesleklerini ve çoklar› (Halid ibni Velid ve ‹krime ibni Ebu Cehil gibi) pederlerinin taraftarl›klar›n›, kavim ve kabilelerini tamam›yla b›rak›p bütün ruhucanlar›yla, gayet fedakârâne bir surette ‹slâmiyete girerek aynelyakin derecesinde Muhammed’in (a.s.m.) sad›k›yetine ve risaletine imanlar›, sars›lmaz küllî bir flahadettir. On Birincisi: Asfiya ve s›dd›kîn denilen müçtehitler, imamlar, allâmeler, ‹bni Sina, ‹bni Rüfld gibi dâhî feylesoflar misillü binler ehl-i tahkik, aklî ve mant›kî bir tarzda, her biri ayr› bir meslekte flüphesiz binler hüccetlere âdil: adaletli olan. âdilâne: adaletli olana yak›fl›r bir surette. aklî: tutarl›, mant›kl› düflünce, fikir. aktap: kutuplar; belli bir yer veya memleketteki evliyan›n bafl› olan en büyük velî. allâme: büyük bilgin, ilmî seviyesi çok yüksek olan âlim. asfiya: safiyet ve takva sahibi olan, Hz. Peygamberin (a.s.m.) vârisi hükmünde, onun meslek ve gayelerini hayata ge- çirmeye çal›flan âlim zatlar. Asr-› Saadet: Peygamberimiz Hz. Muhammed’in (a.s.m.) peygamber olarak dünyada bulundu¤u devir. aynelyakin: gözle görür derecede inanma; bir fleyi görerek ve seyrederek bilme. bedevî: çölde ve iptidaî tarzda yaflayan, medenî olmayan. cihangir: dünyay›, cihan› zapt eden. dâhî: son derece zeki, anla- y›fll›, deha sahibi. ecdat: dedeler, cetler, atalar. Ehl-i Beyt: bir zat›n soyundan gelme ve onun neslinden olma. ehl-i tahkik: gerçe¤i araflt›ranlar, gerçe¤in peflinden gidenler. enbiya: peygamberler. fedakârâne: fedakârca, fedakârl›kla. fen: ispatla meydana gelmifl ilimlere verilen genel ad. feylesof: felsefe ile u¤raflan, filozof. garp: güneflin batt›¤› taraf, bat›. Gavs-› Azam: en büyük gavs, Abdülkadir-i Geylânî Hazretlerinin nam›. gayet: son derece. hâkim-i âdil: âdil hâkim, adalet ile ifl gören hükmedici, adaletli hüküm verici. hakkalyakin: marifet mertebesinin en yükse¤i; bir fleyi yaflayarak, içine girerek, do¤rulu¤undan flüpheye asla yer b›rakmayacak biçimde kesin olarak bilme. hakkaniyet: hak ve adalete uygunluk, hak ve do¤ruluktan ayr›lmama. hüccet: delil. irfladat: irflatlar, uyarmalar, do¤ru yolu göstermeler. ittifak: birleflme, fikir birli¤i etme. keflfiyat: keflifler, Allah’›n ilham etmesiyle gösterilen gaypla ilgili s›rlar. küllî: umumî, genel, bütün olan. mant›kî: akla uygun, mant›k kaidelerine uygun, mant›kl›. misillü: gibi, benzeri. mu’cizat: mu’cizeler, Allah taraf›ndan verilip, yaln›z peygamberlerin gösterebilecekleri büyük harika ifller. muhterem: sayg› de¤er, hürmete lây›k, sayg›n. müçtehit: ayet ve hadislerden fler’î hükümler ç›karabilen, gerekli bütün ehillik flartlar›na sahip olan, genifl ve derin bilgili din âlimi. müflahedat: gözlemler. müterakki: terakki eden, yükselen, ilerlemifl. nur-i Muhammedî: Hz. Muhammed’in nuru, ›fl›¤›. risalet: elçilik, resullük, peygamber olarak gönderilme. ruhucân: ruh ve can; ruh ve canla. sad›k›yet: sad›kl›k, do¤ruluk, sadâkat. sad›k›yet-i Muhammediye:. s›dd›kîn: s›dd›klar, do¤ru sözlü olanlar, samimiyetle iman etmifl olan ve bunun gere¤ine tam olarak uyanlar. suret: biçim, flekil, tarz. flahadet: flahit olma, flahitlik, tan›kl›k. flark: do¤u. taharri: arama, araflt›rma. taife: tak›m, güruh. tetkik: dikkatle araflt›rma, inceleme. ümmet: Müslümanlar›n tamam›; bütün Müslümanlar. ümmî: okuma yazmas› olmayan, okumam›fl. üstat: ö¤retici, ö¤retmen. HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 87 HZ MUHAMMED 01 7/1/06 11:46 AM adliye: mahkeme, yarg›lama iflleriyle u¤raflan daire. aktap: kutuplar; belli bir yer veya memleketteki evliyan›n bafl› olan en büyük velî. âlem-i ‹slâm: ‹slâm âlemi, ‹slâm dünyas›. bürhan: delil, ispat, hüccet. daire-i ders: ders dairesi. ehemmiyetli: önemli. ehl-i hakikat: hakikati arzulayanlar, gerçe¤i bulup onun peflinden gidenler; Allah adam›. ehl-i tahkik: gerçe¤i araflt›ranlar, gerçe¤in peflinden gidenler. hadsiz: s›n›rs›z, sonsuz. hakkaniyet: hak ve adalete uygunluk, hak ve do¤ruluktan ayr›lmama. harika: ola¤anüstü. hüccet: delil. ibaret: meydana gelen, oluflan, müteflekkil. ilmelyakin: ilim yoluyla kesin olarak bilme. iman: inanç, itikat. irflat: do¤ru yolu gösterme, gafletten uyand›rma. istinaden: istinat ederek, dayanarak, güvenerek, delil kabul ederek. kat’î: kesin, flüpheye ve tereddüde mahal b›rakmayan. keramet: Allah’›n velî kullar›nda görülen ola¤anüstü hâller veya tabiatüstü hâdiseler. keflfen: keflif yoluyla, gizli bir fleyin Allah taraf›ndan birisine ilham edilmesi yoluyla. keflfiyat: keflifler, Allah’›n ilham etmesiyle gösterilen gaypla ilgili s›rlar. küllî: umumî, genel, bütün olan. manevî: manaya ait, maddî olmayan. mertebe-i hakkaniyet: hakl›l›k derecesi, seviyesi. mertebe-i kemalât: kemal, olgunluk ve mükemmelli¤in derecesi, mertebesi. münkir: Allah’›n varl›¤›n› kabul ve tasdik etmeyen, imans›z, dinsiz. müflahedat: gözlemler. mütetab›kan: birbirine uygunluk Page 88 ve kat’î bürhanlara istinaden ilmelyakin derecesinde Muhammed’in (a.s.m.) risaletine ve hakkaniyetine imanlar› öyle küllî bir flahadettir ki, onlar›n umumu kadar bir zekâs› bulunmayan, karfl›lar›na ç›kamaz. ‹flte o hadsiz flahitlerden birisi, bu zamanda Risale-i Nur’dur ki, münkirler ona karfl› hiçbir çare bulamad›klar›ndan, zab›ta ve adliyeyi aldat›p mahkeme eliyle susturmas›na çal›fl›yorlar. On ‹kincisi: Âlem-i ‹slâmda her biri ümmetin ehemmiyetli bir k›sm›n› daire-i dersine al›p, harika irflat ve kerametlerle manevî terakki ettiren ve hüccetler yerinde müflahedata, keflfiyata dayanan ve aktap denilen en derin ehl-i tahkik ve hakikat, ruhanî terakkilerinde Muhammed’in (a.s.m.) risaletini ve sad›k›yetini ve en yüksek mertebe-i hakkaniyette bulundu¤unu keflfen ve fluhuden görüp müttefikan ve mütetab›kan nübüvvetine flahadetleri öyle bir imzad›r ki, onlar›n umumu kadar bir yüksek mertebe-i kemalât› kazanmayan, o imzay› bozamaz. On Üçüncü fiahadet: Dört küllî ve çok genifl ve kat’î hüccetlerden ibarettir: p∞pJGnƒn~rGhn pøpgGnƒ`nµrdG päGnQÉn°ûnH pôoJGnƒnàpH pán«p°VÉnŸrG pánæpeRr ’n r G pInOÉn¡n°ûpHhn pABÉn«pÑrf’n rGhn pπ°oStôdG pIGnQÉn°ûnH pInóngÉn°ûoªpHhn nÚ/Ødp És°ùdGpQGnhrO’n rG p‘ pABÉnanôo©rdGnh oInÓs°üdG p¬r«n∏nY mósªnëoe pándÉn°SpôpH oΩnÓs°ùdG oºp¡r«n∏nY rºp¡pJQn Én°ûnHhn rºp¡pJnOÉn¡n°ûpHhn 1 @ pán°Ssón≤oŸrG pÖoà`oµrdG p‘ oΩnÓs°ùdGnh 1. Geçmifl devirlerdeki kâhinler ve hatifler ve ariflerden tevatürle nakledilen müjdelerin flahadetiyle, semavî kitaplarda görülen enbiya ve resullerin müjdelerinin müflahedesiyle; ve o peygamberlerin (aleyhimüsselâm), mukaddes kitaplar›nda Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm›n risaletini müjdelemelerin flahadetleriyle... içinde. ruhanî: manevî âlem, ruhlar müflahede ederek. âlemine mensup, ruhlar âle- terakki: yükselme, ilerleme. mine ait. umum: bütün, hepsi. sad›k›yet: sad›kl›k, do¤ruluk, ümmet: Müslümanlar›n tasadâkat. mam›; bütün Müslümanlar. flahadet: flahit olma, flahitlik; zab›ta: flehir güvenli¤ini sa¤risalet: elçilik, resullük, pey- aç›k alâmet, iflaret. lamakla vazifeli bulunan idagamber olarak gönderilme. fluhuden: fluhut ile, görerek, re, polis. müttefikan: ittifak ederek, hep beraber, birlikte. nübüvvet: nebîlik, peygamberlik, Allah’›n elçili¤i, peygamberlik hâl ve flan›. 88 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) HZ MUHAMMED 01 7/1/06 11:46 AM Page 89 Bu f›kran›n k›saca bir meali burada beyan edilecek ve izahat› ve senetleri Zülfikar’›n Mu’cizat-› Ahmediye k›sm›n›n ahirinde mükemmel var. Yani, geçmifl zamanlarda nev-i beflerin meflahir ve namdarlar›ndan, baflta enbiya olarak arifler, kâhinler, hatifler müttefikan Muhammed’in (a.s.m.) risaletine ve gelece¤ine irhasat nev’inden gayet sarih ve mükerrer haber verdiklerini nakl-i sahih ve bir k›sm› tevatürle tarih ve siyer ve hadis kitaplar›nda kay›t ve kabul edilmesine ve Mu’cizat-› Ahmediye risalesinde o binler ihbarat›n en kuvvetli ve kat’î k›sm›n› tafsilen beyan›na binaen ona havale edip gayet k›sa bir iflaretle deriz ki: Enbiyalar, mukaddes, semavî kitaplarda Muhammed’in (a.s.m.) nübüvvetine dair Tevrat, ‹ncil, Zebur’un yüzer ayetlerinde sarahate yak›n k›sm›ndan yirmi ayetleri On Dokuzuncu Mektupta yaz›lm›fl. Hristiyan ve Yahudîler taraf›ndan çok tahrifat›yla beraber, yine nübüvvet-i Ahmediyeyi haber veren yüz ayeti Hüseyin-i Cisrî kitab›nda yazm›fl. Kâhinler ise, baflta meflhur fi›kk ve Satih olarak, ruhanî ve cin vas›tas›yla gaipten haber veren ve flimdi medyum denilen, tevatür bir nakl-i sahihle peygamberin gelece¤ine ve Fars devletini kald›raca¤›na sarih bir surette haber verdikleri ve flüphe kald›rmaz bir tarzda, yak›nda bir peygamber Hicaz’da zuhurunu mükerrer söyledikleri gibi; arif-i billâh k›sm›ndan, Peygamberin (a.s.m.) cetlerinden Kâ’b ibni Lüeyy ve Yemen ve Habefl padiflahlar›ndan ahir: son. arif: tevhid bilgi ve fluuruna sahip, hakk› tan›yan, onun eserini lây›k›yla anlay›p bilen, bildiklerini uygulayan, irfan sahibi, marifet ve hakikat mertebesine eriflen, üstün görüfllü kimse. arif-i billâh: mürflit, ermifl, evliya, marifeti Allah’a vas›l olan, Cenab-› Hakk› bilen, velî. beyan: aç›klama, izah. binaen: -den dolay›, bu se- bepten. ced: dede, büyük baba, ata. cin: gözle görünmez, lâtif cisimlerden ibaret bir yarat›k. enbiya: nebîler, peygamberler. Fars: ‹ran. f›kra: k›s›m, fas›l, bölüm. gaip: görünmeyen âlem. hadis: fleriat örfüne göre; Hz. Muhammed’e (a.s.m.) ait oldu¤u kesin olan fleyler. hatif: sesi iflitilen, kendisi görülmeyen ve gayptan do¤ru haber veren cinler. ihbarat: ihbarlar, bildirmeler, haber vermeler. ‹ncil: Hz. ‹sa’ya (a.s.) gönderilmifl olan ‹lâhî kitap. irhasat: Hz. Muhammed’in (a.s.m.) peygamberli¤inden evvel meydana gelen ve peygamber olaca¤›na iflaret harika hâller, belirtiler. kâhin: gaipten haber vermek iddias›nda bulunan kimse, falc›. kat’î: kesin. meal: mana, anlam, mefhum. medyum: ruhlar aras›nda arac›l›k etti¤ine ve gelece¤i bildi¤ine inan›lan kimse. meflahir: meflhurlar, flöhret sahipleri. mu’cizat-› Ahmediye: Peygamber Efendimizin (a.s.m.) gösterdi¤i mu’cizeler. mukaddes: takdis edilmifl, kutsal, aziz, temiz. mükerrer: tekrarlanm›fl, tekrar olunmufl. müttefikan: ittifak ederek, hep beraber, birlikte. nakl-i sahih: flüphe duyulmayan, do¤ru, gerçek haber bildirilmesi. namdar: meflhur, ünlü, flöhretli, naml›. nev-i befler: insano¤lu, insanlar. nevi: çeflit, tür. nübüvvet: nebîlik, peygamberlik, Allah’›n elçili¤i, peygamberlik hâl ve flân›. nübüvvet-i Ahmediye: Hz. Muhammed’in (a.s.m.) peygamberli¤i. risalet: elçilik, resullük, peygamber olarak gönderilme. ruhanî: gözle görülmeyen, cismi olmayan, elle tutulamayan varl›klar. sarahat: ifadedeki aç›kl›k, aç›k anlat›m. sarih: aç›k, aflikâr. sarihan: aç›kça, aç›k olarak. semavî: Allah taraf›ndan olan, ‹lâhî. senet: dayan›lacak ve güvenilecek fley, kuvvetli delil olabilecek söz. siyer: Hz. Muhammed’in (a.s.m.) hayat›n›n bütün safhalar›n› anlatan, Peygamberimizin vas›flar›n› nakleden eserler. suret: biçim, flekil, tarz. tafsilen: tafsilli bir flekilde, uzun uzad›ya, ayr›nt›l› olarak. tahrifat: tahrifler, bir fleyin asl›n› bozmalar, de¤ifltirmeler. tarz: biçim, flekil, suret. tevatür: bir hadis-i flerifin, yalan söylemelerini akl›n kabullenemeyece¤i kadar say› ve sa¤laml›ktaki bir topluluk taraf›ndan aktar›lmas›, rivayet edilmesi. Tevrat: Hz. Mûsa’ya (a.s.) indirilmifl olan ‹lâhî kitap. Zebur: Hz. Davud’a (a.s.) nazil olan mukaddes kitap. zuhur: ortaya ç›kma. HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 89 HZ MUHAMMED 01 7/1/06 11:46 AM Page 90 Seyf ibni Zîyezen ve Tübba gibi çok arifler, o zaman evliyalar›, pek sarih bir surette, Muhammed’in (a.s.m.) risaletinden haber verip fliirlerle ilân etmifller. On Dokuzuncu Mektupta, ehemmiyetli ve kat’î bir k›sm› yaz›lm›fl. Hatta o padiflahlardan birisi, demifl: “Ben, Muhammed’e (a.s.m.) hizmetkâr olmas›n›, bu saltanata tercih ederim.” Birisi de demifl: “Ah! Ben ona yetiflseydim, onun ammizadesi olurdum.” Yani, Hazret-i Ali gibi fedaî bir hizmetkâr› ve veziri olurdum. Her ne ise, tarih ve siyer kitaplar› bu haberleri tamamen neflir ile, bu arifler, risalet-i Muhammediyeye (a.s.m.) kuvvetli ve küllî bir flahadetle sad›k›yetine imza bas›yorlar. Hem, o arifler ve kâhinler gibi risalet-i Muhammediyeyi (a.s.m.) gaybî haber veren ve sözleri iflitilen ve flah›slar› görünmeyen “hatif” denilen ruhanîler, pek sarih bir surette Muhammed’in (a.s.m.) nübüvvetinden haber verdikleri gibi; çok muhbirler, hatta saneme kesilen kurbanlar ve sanemler ve mezar tafllar›, nübüvvetinden haber vermeleriyle, onun risaletine ve hakkaniyetine imza bas›p tarih lisan›yla flahadet etmifller. On Dördüncü fiahadet: ammizade: amca çocu¤u. Arabî: Arapçaya ait, Arap dili ile ilgili. arif: tevhid bilgi ve fluuruna sahip, hakk› tan›yan, onun eserini lây›k›yla anlay›p bilen, bildiklerini uygulayan, irfan sahibi, marifet ve hakikat mertebesine eriflen, üstün görüfllü kimse. ehemmiyetli: önemli. evliya: velîler, Allah dostlar›. fedaî: can›n› esirgemeyen, mühim bir maksat u¤runa can›n› vermeye haz›r bulunan. f›kra: k›s›m, fas›l, bölüm. gaybî: gaypla ilgili, görünmeyenlere ait. hakkaniyet: hak ve adalete uygunluk, hak ve do¤ruluktan ayr›lmama. hatif: sesi iflitilen, kendisi görülmeyen ve gayptan do¤ru haber veren cinler. hizmetkâr: hizmet yapan kimse, hizmetçi. ilân: yayma, duyurma, bildirme. kâhin: gaipten haber vermek id- Kâinat›n kuvvetli flahadetine iflaret eden bu Arabî f›kra: pándÉn°SuôdG¤nn Y Én¡«/a pás«p¡'d’p rG póp°UÉn≤nŸrÉpHhn Én¡pJÉnjÉn¨pH päÉnæpFBÉnµrdG pInOÉn¡n°ûpHhn päÉnæpFBɵ n rdG päÉnjÉnZ p∫ƒo°üoM p∞tb nƒnJ pÖnÑ°nùpH pán©peÉn÷rG pásjpósªnëoŸrG Én¡pæ°rùoM Rp Qo ÉnÑnJhn Én¡pØpFBÉnXhn hn Én¡pànªr«pb Qp ôt n≤nJhn Én¡ræpe pás«p¡'d’p rG póp°UÉn≤nŸrGhn dias›nda bulunan kimse, falc›. kâinat: evren; yarat›lm›fl olan fleylerin tamam›, bütün âlemler. kat’î: kesin, flüpheye ve tereddüde mahal b›rakmayan. küllî: umumî, genel, bütün olan. lisan: dil. muhbir: haber veren, haberci. neflir: herkese duyurma, yayma, tamim. nübüvvet: nebîlik, peygam- 90 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) berlik, Allah’›n elçili¤i, peygamberlik hâl ve flan›. risalet: elçilik, resullük, peygamber olarak gönderilme. risalet-i Muhammediye: kâinat›n nuru ve fluuru olan Hz. Muhammed’in (a.s.m.) peygamberli¤i. ruhanî: gözle görülmeyen, cismi olmayan, elle tutulamayan varl›klar. sad›k›yet: sad›kl›k, do¤ruluk, sadâkat. saltanat: sultanl›k, padiflahl›k, hükümdarl›k. sanem: put, Allah’tan baflka tap›n›lan fley. sarih: aç›k, aflikâr. seyf: k›l›ç. siyer: Hz. Muhammed’in (a.s.m.) hayat›n›n bütün safhalar›n› anlatan, Peygamberimizin vas›flar›n› nakleden eserler. suret: biçim, flekil, tarz. flahadet: flahit olma, flahitlik; aç›k alâmet, iflaret. HZ MUHAMMED 01 7/1/06 11:46 AM Page 91 Énªs«°pS’n áp «s fp Én°ùrf’p rG áp dn Én°SuôdG n¤nY Én¡≤p Fp BÉ≤n M n ºp µ n M p ≥p ≤t ë n Jn hn Én¡dp Énªnchn Éng’n ƒr ndhn Én¡nd tºnJ’n rG Qo GnónŸrGhn oInôp¡r¶oŸrG n»pg rPpG pásjpósªnëoŸrG pándÉn°SuôdGn ¤nY pÊÉn©nŸrGhoP oÒ/ÑnµrdG oÜÉnà`pµrdGnh oán∏sªnµoŸrG oäÉnæpFBÉnµrdG p√pò'g räQn Én°ünd ƒn oghn pänÓnªnµrdG nán£pbÉn°ùnàoe /ÊÉn©nŸrG nInôpjÉn£nàoe GkQƒoãræne kABÉnÑng pásjpónerösùdG 1 @ mäÉn¡pLhn m√ƒoLho røpe l∫Énëoe Ayetü’l-Kübra, bu Arabî f›kran›n mealine dair demifl: Bu kâinat, nas›l ki kendini icat ve idare ve tertip eden ve tasvir ve takdir ve tedbir ile bir saray, bir kitap gibi, bir sergi, bir temaflagâh gibi tasarruf eden Sâniine ve Kâtibine ve Nakkafl›na delâlet eder; öyle de, kâinat›n hilkatindeki makas›d-› ‹lâhiyeyi bilecek, bildirecek ve tahavvülât›ndaki Rabbanî hikmetlerini talim edecek ve vazifedarâne harekât›ndaki neticeleri ders verecek ve mahiyetindeki k›ymetini ve içindeki mevcudat›n kemalât›n› ilân edecek ve “Nereden geliyorlar? Ve nereye gidecekler? Ve ne için buraya geliyorlar ve çok durmuyorlar, gidiyorlar?” diye dehfletli suallere cevap verecek ve o kitab-› kebirin manalar›n› ve âyât-› tekviniyesinin hikmetlerini tefsir edecek bir yüksek dellâl, bir do¤ru keflflaf, bir muhakkik üstat, bir sad›k muallim istedi¤i ve iktiza etti¤i ve her hâlde bulunmas›na delâlet etti¤i cihetle, elbette bu vazifeleri herkesten ziyade yapan Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm›n hakkaniyetine ve bu Kâinat Hâl›k›n›n en yüksek ve sad›k bir memuru oldu¤una kuvvetli ve küllî flahadet edip 2 $G o∫ƒo°SnQ Gkósªnëoe s¿nG oón¡r°TnG der. 1. Kâinat, gayeleri ve onda tezahür eden makas›d-› ‹lâhiye ile Muhammed’in (a.s.m.) cami risaletine flahadet eder. Çünkü, kâinat›n yarat›l›fl gayelerinin ve ondaki makas›d-› ‹lâhiyenin, mevcudat›n vazifelerinin ve k›ymetinin anlafl›lmas›, hüsün ve kemalinin tebarüz etmesi, hakikatlerindeki hikmetlerin tahakkuk etmesi, insanlar içinde peygamberlerin gönderilmesine, bilhassa da risalet-i Muhammediyeye (a.s.m.) ba¤l›d›r. Zira, bütün makas›d-› ‹lâhiyeyi en aç›k olarak gösteren ve bu gayelerin en etem medar› risalet-i Muhammediyedir. fiayet o olmasayd›, sermedî manalar tafl›yan büyük bir kitap hükmündeki bu mükemmel kâinat, hebaen mensur gider, manas›z kal›r ve kemalât› sukut ederdi. Bu ise pek çok vücuh ve cihetlerle muhaldir. 2. fiahadet ederim ki, Muhammed (a.s.m.) Allah’›n resulüdür. Arabî: Arapçaya ait, Arap dili yarat›lan varl›klar›n Cenab-› Ayetü’l-Kübra: Risale-i Nur’ile ilgili. Hakk›n varl›k ve birli¤ine olan da 7. fiua adl› eser. âyât-› tekviniye: kâinatta iflaretleri, delil olufllar›. cihet: yön, sebep, vesile. dair: alâkal›, ilgili. dehfletli: ürkütücü, korkunç. delâlet: delil olma, gösterme. dellâl: ilân eden, bir haberi duyurmak için yüksek sesle ba¤›rarak dolaflan kimse. f›kra: k›s›m, fas›l, bölüm. hakkaniyet: hak ve adalete uygunluk, hak ve do¤ruluktan ayr›lmama. Hâl›k: yoktan yaratan, her fleyi yoktan var eden, yarat›c›; Allah. harekât: hareketler, davran›fllar; tutumlar. hikmet: ‹lâhî gaye, yüksek bilgi, fayda. hilkat: yarat›lma, yarat›l›fl. icat: vücuda getirme, yoktan var etme. idare: çekip çevirme. iktiza: lâz›m gelme, gerekme. ilân: yayma, duyurma, bildirme. kâtip: yazan, yaz›c›. kemalât: faziletler, kemaller, olgunluklar, mükemmellikler. keflflaf: keflfeden, gizli bir fleyi meydana ç›karan. k›ymet: de¤er. kitab-› kebir: büyük kitap. küllî: umumî, genel, bütün olan. mahiyet: bir fleyin asl›, esas›, tabiat›, niteli¤i. makas›d-› ‹lâhiye: Allah’›n maksatlar›, yarat›c›n›n gayeleri. mevcudat: mevcutlar, var olan her fley, mahlûklar. muallim: ders veren, ö¤retmen. muhakkik: tahkik eden, gerçe¤i araflt›r›p bulan, bir fleyin iç yüzünü inceleyerek vak›f olan. Nakkafl: her fleyi nak›fll› yaratan Allah. Rabbanî: terbiye ve idare eden Cenab-› Hakka ait. sad›k: do¤ru, gerçek; sözünde, vaadinde, iflinde do¤ru olan. Sâni: her fleyi sanatl› olarak yaratan Allah. sual: soru. flahadet: flahit olma, flahitlik, tan›kl›k. tahavvülât: tahavvüller, de¤iflmeler. takdir: k›ymet verme, be¤enme. talim: e¤itim, ö¤retme. tasarruf: bir fleyin sahibi olup idare etme, mülkünü istedi¤i gibi kullanma. tasvir: bir fleyi yaz›yla veya baflka ifade tarzlar›yla anlatma. tedbir: idare etme. tefsir: aç›klama, izah. temaflagâh: temafla yeri, seyir ve gezinti yeri. üstat: ö¤retici, ö¤retmen. vazife: görev. vazifedarâne: vazifeli olarak. ziyade: çok, fazla. HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 91 HZ MUHAMMED 01 7/1/06 11:46 AM adem: yokluk. Arabî: Arapçaya ait, Arap dili ile ilgili. binaen: -den dolay›, bu sebepten. cihet: yön. dehfletli: ürkütücü, korkunç. ef’al-i Rahmaniyet: Cenab-› Hakk›n kullar›n› besleme, koruma ve merhamet etme fiilleri. fenâ: yok olma, ölümlülük, geçicilik. f›kra: k›s›m, fas›l, bölüm. gayet: son derece. hakikat: gerçek. harekât: hareketler, davran›fllar. hikmet: ‹lâhî gaye, gizli sebep, fayda. icraat-› rububiyet: Rububiyetin icraat›, Cenab-› Hakk›n mahlûkat›n üzerindeki terbiye ve tedbir ile ilgili icraat›. ihtiva: içine alma, kapsama. irade: dileme, isteme, bir fleyi yap›p yapmama konusunda için olan iktidar, güç. kâinat: evren; yarat›lm›fl olan fleylerin tamam›, bütün âlemler. kemalât: faziletler, kemaller, olgunluklar, mükemmellikler. k›ymet: de¤er. kudsî: mukaddes, yüce. Kur’ân-› Rabbanî: Cenab-› Hakk›n terbiye ve idare edici hitab› olan Kur’ân. mahiyet: bir fleyin asl›, esas›, tabiat›, niteli¤i. manidar: nükteli, ince manal›. matemhane: yas tutulan ev, matem evi. mektubat-› ‹lâhiye: her fleyin ma’budu olan Allah’›n yaratt›¤› ve her biri bir mektup gibi manalar ifade eden varl›klar. memat: ölüm, vefat, irtihal, ahirete göç etme. memuriyet: memurluk, memur olma hâli. meflher-i asar-› Sübhaniye: Cenab-› Hakk›n eserlerinin teflhir edildi¤i yer, her türlü noksan s›fattan beri ve münezzeh olan Cenab-› Hakk›n eserlerinin sergilendi¤i yer. mevcudat: mevcutlar, var olan her fley, mahlûklar. muhteflem: haflmetli, yüce. mukaddes: takdis edilmifl, kutsal, aziz, temiz. mücessem: tecessüm etmifl, cisimlenmifl. neflhedü enne Muhammeden resulullah: Biz Hz. Muhammed’in (a.s.m.) Allah’›n resulü oldu¤una flahadet ederiz. risalet-i Muhammediye: kâinat›n nuru ve fluuru olan Hz. Muhammed’in (a.s.m.) peygamberli- Page 92 Evet, Muhammed’in (a.s.m.) getirdi¤i Nur ile kâinat›n mahiyeti, k›ymeti, kemalât› ve içindeki mevcudat›n vazifeleri ve neticeleri ve memuriyetleri ve k›ymetleri bilinir, tahakkuk eder. Ve kâinat, bafltan bafla gayet manidar mektubat-› ‹lâhiye ve mücessem bir Kur’ân-› Rabbanî ve muhteflem bir meflher-i asar-› Sübhaniye olur. Yoksa, adem ve hiçlik ve zeval ve fenâ karanl›klar›nda yuvarlanan karma kar›fl›k vahfletli bir virane, dehfletli bir matemhane mahiyetine düfler. Bu hakikate binaen, kâinat›n kemalât› ve hikmetli tahavvülât› ve sermedî manalar›, kuvvetli bir tarzda 1 $G o∫ƒo°SnQ Gkósªnëoe s¿nG oón¡r°ûnf der. On Beflinci fiahadet: Pek çok kudsî flahadetleri ihtiva eden, bu kâinatta tasarruf ederek zerrattan seyyarata kadar bütün tahavvülât ve harekât ve sekenat ve hayat ve memat gibi bütün tasarrufat emriyle, iradesiyle, kuvvetiyle bulunan Zat-› Vacibü’l-Vücud’un icraat-› rububiyeti ve ef’al-i rahmaniyeti cihetinde risalet-i Muhammediyeye (a.s.m.) mukaddes flahadetine iflaret eden, bu gelen Arabî f›krad›r: pándÉn°SuôdG n¤nY Én¡pauôn°ünàoehn Én¡pbsÓnNhn pânæpFBɵ n rdG pÖpMÉn°U pInOÉn¡n°ûpHhn pás«pfÉnªrMôs dG π p r©pØnc /¬pàs«pHƒoHQo pä' G=Gôrn LpÉpHhn /¬pà«s pæ'ªrMQn p∫Én©ranÉpH pásjpósªnëoŸrG '¤nY päGnõpér©oŸrG p´GnƒrfnG Qp Én¡rXpÉpHhn p¬r«n∏nY p¿Én«nÑrdG põpér©oŸrG p¿' Gôr o≤rdG p∫GnõrfpÉpH /¬p≤pFBÉn≤nMπou µpH /¬pæj/O páneGnOpÉpHhn /¬pJ’n ÉnMπou c /‘ /¬pànjÉnªpMhn /¬p≤«/aƒr nàpHhn p¬rjnónj 1. fiahadet ederim ki, Muhammed (a.s.m.) Allah’›n resulüdür. ¤i. rububiyet: Cenab-› Hakk›n her zaman, her yerde, her mahlûka muhtaç oldu¤u fleyleri vermesi, onu terbiye etmesi ve idaresi alt›nda bulundurma vasf›. sekenat: durmalar, durufllar. sermedî: ebedî, daimî, sürekli. seyyarat: gezegenler. flahadet: flahit olma, flahitlik; 92 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) aç›k alâmet, iflaret. tahakkuk: gerçekleflme, olma; delil ile ispat edilme, kesinleflme. tahavvülât: tahavvüller, de¤iflmeler. tarz: biçim, flekil, suret. tasarruf: bir fleyin sahibi olup idare etme, mülkünü istedi¤i gibi kullanma. tasarrufat: tasarruflar, idare etmeler. vahflet: tenha, ›ss›z, korkunç yer. vazife: görev. virane: harabe, y›k›lmaya yüz tutmufl veya y›k›lm›fl eski yap›. Zat-› Vacibü’l-Vücud: varl›¤› mutlaka gerekli olan zat, Cenab-› Allah. zerrat: zerreler, atomlar. zeval: sona erme, yok olma, ölme. HZ MUHAMMED 01 7/1/06 11:46 AM Page 93 päÉnbƒo∏rînŸrG ™p «/ªnL '¤nY /¬peGnôrcpG hn /¬panôn°Tnh /¬pàneôr oM Ωp Én≤ne pAnBÓrYpÉpHhn kásjƒp nær©ne Ék°ùrªn°T /¬pàndÉn°SpQ π p r©népH /¬pà«s pHƒoHQo π p r©pØ`nchn p¿Én«n©rdGnh pInóngÉn°ûoŸrÉpH /¬pàn≤«/≤nM π p r©népHhn /√pOÉnÑpY pä’n Énªnc nánàr°Spôr¡pa /¬pæj/O π p r©népHhn /¬pJÉnæpFBÉnµdp mánepRn’ másjQp hôo n°V n∞pFBÉnXnƒpH /¬pØ«/XrƒnàpHhn /¬pàs«pgƒodo G päÉ«un ∏nénàdp kán©peÉnL ÉkJ'Grôpe pánªrµ◊ p r Gnh pánªrMôs dG Ωp hoõo∏nc päÉnæpFBÉnµrdG p√pò'g p‘ päÉnbƒo∏rînŸrG pOƒoLƒo dp 1 @ pABÉn«°u†dGnh nABGƒn n¡rdGnh pAnBÉŸrGhn pABGnóp¨rdG pΩhoõod pIQn hoôn°†nchn pándGnón©rdGnh Bu pek kat’î ve çok genifl ve kudsî flahadetin tafsilât›n› Risale-i Nur’a havale edip, gayet k›sac›k bir iflaretle meal-i icmalîsine bakaca¤›z: Evet, bu kâinatta, gözümüz önünde bu muntazam tasarrufat› içinde adalet ve hikmetle ve rahmet ve inayet ve himayetle her zaman iyileri himaye ve fenalar› ve yalanc›lar› tokatlamak, rububiyetinin bir âdeti olmas›ndan, ef’al-i Rahmaniyet muktezas›yla bir Kur’ân-› Mu’cizülbeyan’›, Muhammed’in (a.s.m.) eline vermesi; ve bine yak›n mu’cizelerin pek çok enva›n› ona vermesi; ve bütün hâlât›nda ve en tehlikeli vaziyetlerinde flefkatkârâne himaye ve hatta güvercin ve örümcekle muhafaza etmesi; ve büyük vazifelerinde onu tam muvaffak etmesi; dinini bütün hakikatleriyle idame etmesi ve ‹slâmiyetini zeminin ve nev-i beflerin bafl›na geçirmesi; ve bütün mahlûkat üstünde bir makam-› fleref ve meflahir-i insaniyenin fevkinde daimî bir rütbe-i makbuliyet ve dost ve düflman›n ittifak›yla en yüksek hasletleri tafl›yan bir flahsiyeti 1. Kâinat Sahibi ve Hâl›k› ve Mutasarr›f›n›n, rahmaniyet ef’ali ve rububiyet icraat› risalet-i Muhammediyeye flahadet eder. Kur’ân-› Mu’ciz’lbeyan’› ona indirmek ve enva-› mu’cizat› onun eliyle izhar etmek ve her türlü hâlinde onu himaye ve muvaffak k›larak dinini bütün hakikatleriyle beraber devam ettirmek ve onun hürmet ve fleref makamlar›n› yüceltmek ve bütün mahlûkat›n üzerinde bir makam vermek gibi apaç›k görülen rahmaniyet fiilleri ve keza onun risaletini kâinat›n üzerinde manevî bir günefl yapmak ve dinini kullar›n›n kemalât›na bir fihriste yapmak ve onun hakikatini uluhiyetinin tecellilerine cami bir âyine yapmak ve kâinattaki mahlûkat›n vücudu için rahmet ve hikmet ve adaletin lüzumu ve g›da ve su ve hava ve ›fl›¤›n zarureti derecesinde zarurî vazifelerle onu tavzif etmek gibi rububiyet fiilleriyle, bu Kâinat Sahibi, onun hakkaniyetine flahadet eder. adalet: her hak sahibine hak- âdet: kanun. Hakk›n kullar›n› besleme, kok›n›n tam ve eksiksiz verilme- daimî: sürekli, devaml›. ruma ve merhamet etme fiilsi, düzenli ve dengeli olufl. ef’al-i rahmaniyet: Cenab-› leri. enva: çeflitler, türler, neviler. fevkinde: üstünde. gayet: son derece. hâlât: hâller, durumlar, vaziyetler. haslet: güzel huy, iyi özellik. havale: bir fleyi baflkas›n›n üstüne b›rakma. hikmet: ‹lâhî gaye, gizli sebep, fayda. himaye: koruma, muhafaza etme. himayet: koruma, esirgeme. inayet: yard›m, ihsan, lütuf. ittifak: birleflme, fikir birli¤i etme. kâinat: evren; yarat›lm›fl olan fleylerin tamam›, bütün âlemler. kat’î: kesin, flüpheye ve tereddüde mahal b›rakmayan. kudsî: mukaddes, yüce. Kur’ân-› Mu’cizülbeyan: aç›klamalar›yla ak›llar› benzerini yapmaktan âciz b›rakan Kur’ân-› Kerîm. mahlûkat: Allah taraf›ndan yarat›lanlar. makam-› fleref: fleref makam›. meal-i icmalî: k›saca anlam, özet olarak anlam. meflahir-i insaniye: insanlar›n meflhurlar›. mu’cize: benzerini yapmaktan insanlar›n âciz kald›¤› fley. muhafaza: koruma. mukteza: iktiza etme, gerekme. muntazam: nizaml›, intizaml›, düzenli ve düzgün biçimde. muvaffak: baflaran, baflarm›fl, baflar›l›. nev-i befler: insano¤lu, insanlar. rahmet: flefkat, merhamet, ba¤›fllama ve esirgeyicilik. rububiyet: Cenab-› Hakk›n her zaman, her yerde, her mahlûka muhtaç oldu¤u fleyleri vermesi, onu terbiye etmesi ve idaresi alt›nda bulundurma vasf›. rütbe-i makbuliyet: makbuliyet derecesi, kabul edilme derecesi. flahadet: flahit olma, flahitlik, tan›kl›k. flahsiyet: kiflilik, kifli özelli¤i. flefkatkârâne: flefkatli ve merhametli bir flekilde. tafsilât: tafsiller, aç›klamalar, izahlar. tasarrufat: tasarruflar, idare etmeler. vazife: görev. vaziyet: durum. zemin: yeryüzü. HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 93 HZ MUHAMMED 01 7/1/06 11:46 AM adalet: her hak sahibine hakk›n›n tam ve eksiksiz verilmesi, düzenli ve dengeli olufl. âlem: dünya. asar: eserler. asr: yüzy›l. âyine-i camia: kapsay›c› ayna; kâinatta ve mahlûkatta tecellileri görünen Cenab-› Hakk›n bütün isimlerini kendisinde gösterebilen varl›k; insan. befler: insanl›k. Cevflen: dua mecmuas›. cihet: yön. delâlet: delil olma, gösterme. ef’al-i rububiyet: rububiyet fiilleri, Allah’›n Rab isminin tecellisine ait fiiller. ehl-i ibadet: ibadet ehli, Allah’a kullu¤u tam olarak yapanlar. fihriste-i kemalât: kemaller, olgunluklar ve mükemmelliklerin fihristesi, listesi. gayet: son derece. hakikat: gerçek, esas. harekât-› ubudiyet: kulluk davran›fllar›. hasenat: güzellikler, iyilikler. hafliye: dipnot. hayat-› bak›ye: bakî olan, sonsuz hayat, ahiret hayat›. hayat-› befleriye: insan›n hayat›. hayat-› içtimaiye: sosyal hayat, toplum hayat›. hayat-› manevîye: manevî hayat, iman ile geçmifl zaman ve gelecek zaman ve ahiret âlemlerine kadar uzanan manevî hayat. hikmet: ‹lâhî gaye, gizli sebep, fayda. imdat: yard›m. ispat: do¤ruyu delillerle gösterme. izale: giderme, ortadan kald›rma. kâinat: evren; yarat›lm›fl olan fleylerin tamam›, bütün âlemler. kat’î: kesin, flüpheye ve tereddüde mahal b›rakmayan. kudsî: mukaddes, yüce. makbul: kabul edilmifl, geçerli, reddedilmeyen. manevî: manaya ait, maddî ol- Page 94 vermekle, beflerin beflten birisini ona ümmet etmesi, gayet kat’î bir tarzda sad›k›yetine ve risaletine flahadet etti¤i gibi; ef’al-i rububiyet cihetinde dahi görüyoruz ki, bu âlemin Mutasarr›f› ve Müdebbiri, Muhammed’in (a.s.m.) risaletini bu kâinata bir manevî günefl yap›p, Nur Risalelerinde ispat edildi¤i gibi, onun ile bütün karanl›klar› izale ve nuranî hakikatlerini gösterip ve bütün zîfluuru, belki kâinat› hayat-› bâkiye müjdesiyle sevindirdi¤i gibi; dinini dahi bütün makbul ehl-i ibadetin fihriste-i kemalât› ve harekât-› ubudiyete sa¤lam bir program yapmas› gibi; Muhammed’in (a.s.m.) flahsiyet-i maneviyesi olan hakikatini, Kur’ân’›n ve Cevflen’in delâletiyle tecelliyat-› ulûhiyetine bir âyine-i camia yapmas›, ve sab›kan iflaret etti¤imiz hakikatlerin ve on dört as›rda her gün ümmetinin bütün hasenatlar›n›n bir mislini kazanmas›n›n ve hayat-› içtimaiye ve maneviye ve befleriyedeki âsâr›n›n delâletiyle, nev-i beflere en yüksek reis ve mukteda ve üstat yapmas›; ve onu büyük ve kudsî vazifelerle beflerin imdad›na gönderip rahmet, hikmet, adalet, g›da, hava, mâ, ziya derecesinde insanlar› onun dinine, fleriat›na, ‹slâmiyetteki hakikatlerine muhtaç (HAfi‹YE) yapmas› ile on iki HAfi‹YE: Ben, bu ihtiyarl›¤›m ve periflaniyetim içinde, zat-› Muhammediyenin (a.s.m.) getirdi¤i erzak-› maneviyenin milyondan birisini hissettim. Elimden gelseydi, milyonlar lisanla salâvatlarla ona teflekkür edecektim. fiöyle ki: Ben firaktan, zevalden çok inciniyorum. Hâlbuki, sevdi¤im dünya ve dünevîler, müfarakatla beni b›rak›p gidiyorlar. Ben de gidece¤imi biliyorum. Bu pek elîm ve canh›rafl me'yusiyete karfl›, birden saadet-i ebediye ve hayat-› bâkiye müjdesini zat-› Ahmediyeden (a.s.m.) iflitmekle kurtulu➨ yorum ve tam teselli buluyorum. Hatta, teflehhütte mayan. misil: benzer; efl. Mutasarr›f: tasarruf eden, tasarruf sahibi olan, her fleyin sahibi olan Allah. Müdebbir: tedbir alan, her ifli önceden düflünüp ona göre ayarlayan, plânla idare eden. nev-i befler: insano¤lu, insanlar. nuranî: nurlu, ›fl›kl›, parlak, münevver. rahmet: flefkat, merhamet, ba¤›fllama ve esirgeyicilik. 94 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) reis: baflkan. risalet: elçilik, resullük, peygamber olarak gönderilme. sab›kan: evvelce, bundan önce. sad›k›yet: sad›kl›k, do¤ruluk, sadâkat. flahadet: flahit olma, flahitlik, tan›kl›k. flahsiyet-i maneviye: manevî flahsiyet, manevî kiflilik. fleriat: Allah taraf›ndan peygamber vas›tas›yla bildirilen, ‹lâhî emir ve yasaklara daya- nan hükümlerin hepsi. tarz: biçim, flekil, suret. tecelliyat-› ulûhiyet: Cenab-› Hakk›n ilâhl›¤›n›n ve her fleyi kendisine ibadet ve itaat ettirmesinin tecellileri, görüntüleri. ümmet: Müslümanlar›n tamam›; bütün Müslümanlar. üstat: ö¤retici, ö¤retmen. vazife: görev. zîfluur: fluurlu, fluur sahibi. ziya: ›fl›k, ayd›nl›k, nur, parlakl›k. HZ MUHAMMED 01 7/1/06 11:46 AM Page 95 küllî ve kat’î hüccetlerle risalet-i Muhammediyeye (a.s.m.) kudsî flahadet etti¤i hâlde, acaba hiç mümkün müdür ki, sinek kanad›n›n ve bir çiçe¤in tanziminden lâkayt kalmayan bu Kâinat Sahibi’nin bu derece küllî ve genifl flahadetlerine mazhar olan risalet-i Muhammediye (a.s.m.), kâinat›n manevî bir günefli olmas›n? ‹flte bu on befl küllî flahadetler, her biri pek çok flahadetleri, hatta Üçüncü fiahadet mu’cizat lisan›yla bin flahadeti ihtiva edip, öyle bir kat’iyetle ve kuvvetle 2 $G ∫o ƒo°SnQ Gkósªnfio s¿nG oón¡r°TnG olan davay› ispat ve tahakkukunu ve k›ymetini ve ehemmiyetini ilân etmifl ki, her gün befl defa âlem-i ‹slâm, yüzer milyon lisanlarla teflehhütte o davay› kâinata ilân etti¤i gibi; o davan›n esas› olan hakikat-i Muhammediye (a.s.m.), kâinat›n çekirdek-i aslîsi, bir sebeb-i hilkati ve en mükemmel meyvesi oldu¤unu milyarlar ehl-i iman tereddütsüz tasdik ederek kabul e tmifller. Ve bu kâinat›n Sahibi (celle celâlühü) o flahsiyet-i maneviye-i Muhammediyeyi (a.s.m.) saltanat-› rububiyetine bir yüksek dellâl› ve kâinat t›ls›m›n›n ve hilkat muammas›n›n bir do¤ru keflflaf› ve lütuf ve rahmetinin bir parlak misali ve flefkat ve muhabbetinin bir beli¤ lisan› ve âlem-i bâkîdeki hayat-› daime ve saadet-i ebediyenin en kuvvetli müjdecisi ve elçilerinin en son ve en büyük bir resul eylemifl. 1 o¬oJÉncnônHhn $G oánªrMQn hn »p t ÑsædG Én¡`jnt G n∂«nr ∏nY oΩnÓ°ùs dn G dedi¤imde, ona hem biat, hem memuriyetine teslim ve itaat, hem vazifesini tebrik, hem bir nevi teflekkür ve saadet-i ebediye müjdesine bir mukabeledir ki, Müslümanlar her gün befl defa bu selâm› yaparlar. 1. Allah’›n selâm›, rahmeti ve bereketi üzerine olsun ey Peygamber! 2. fiahadet ederim ki, Muhammed (a.s.m.) Allah’›n Resulüdür. âlem-i bâkî: sonsuz olan ahiret âlemi. âlem-i ‹slâm: ‹slâm âlemi, ‹slâm dünyas›. beli¤: belâgatle, düzgün ve sanatl› olarak meram›n› anlatan. celle celâlühü: onun flan› yücedir. çekirdek-i aslî: as›l çekirdek, öz; kâinat›n özü, aslî çekirde¤i. dava: takip edilen fikir, iddia. dellâl: ilân edici; hakka davet eden. ehemmiyet: önem, de¤er, k›ymet. ehl-i iman: inananlar, iman sahipleri. hakikat-› Muhammediye: Hz Peygamberin manevî flahsiyeti, ‹slâmiyetin asl› ve esas›. hayat-› daime: devaml› ve sonu olmayan hayat. hilkat: yarat›lma, yarat›l›fl. hüccet: delil. ihtiva: içine alma, kapsama. ilân: yayma, duyurma, bildirme. ispat: do¤ruyu delillerle gös- terme. kâinat: evren; yarat›lm›fl olan fleylerin tamam›, bütün âlemler. kat’î: kesin, flüpheye ve tereddüde mahal b›rakmayan. kat’iyet: kat’îlik, kesinlik. keflflaf: keflfeden, gizli bir fleyi meydana ç›karan. k›ymet: de¤er. kudsî: mukaddes, yüce. küllî: umumî, genel, bütün olan. lâkayt: kay›ts›z, ilgisiz. lisan: dil. lütuf: güzellik, hoflluk, iyilik, ihsan. manevî: manaya ait, maddî olmayan. mazhar: bir fleyin ç›kt›¤› göründü¤ü yer; nail olma, flereflenme. misal: benzer, örnek. muamma: anlafl›lmaz, çözülmesi güç ifl, anlam› gizli ve güç anlafl›l›r söz. mu’cizat: mu’cizeler, Allah taraf›ndan verilip, yaln›z peygamberlerin gösterebilecekleri büyük harika ifller. muhabbet: sevgi, sevme. rahmet: flefkat, merhamet, ba¤›fllama ve esirgeyicilik. risalet-i Muhammediye: kâinat›n nuru ve fluuru olan Hz. Muhammed’in (a.s.m.) peygamberli¤i. saadet-i ebediye: sonu olmayan, sonsuz mutluluk. saltanat-› rububiyet: kâinat› terbiye ve idare edici olan Allah’›n saltanat›. sebeb-i hilkat: yarat›l›fl sebebi, yarat›l›fl nedeni. flahadet: flahit olma, flahitlik; aç›k alâmet, iflaret. flahsiyet-i maneviye-i Muhammediye: Hz. Muhammed’in (a.s.m.) manevî varl›¤›, flahsiyeti. flefkat: karfl›l›ks›z sevgi besleme, içten ve karfl›l›ks›z merhamet. tahakkuk: gerçekleflme, olma; delil ile ispat edilme, kesinleflme. tanzim: düzenleme, s›ralama, tertipleme. tasdik: bir fleyin veya kimsenin do¤rulu¤una kesin olarak hükmetme. tereddüt: karars›zl›k, flüphede kalma. teflehhüt: namazda her oturuflta tahiyyat duas›n› okuma ve bu duay› okuyacak kadar oturma. t›ls›m: herkesin bilip çözemedi¤i gizli s›r. HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 95 HZ MUHAMMED 01 7/1/06 11:46 AM Page 96 Acaba bu mahiyetteki bir hakikate kanaat etmeyen veya ehemmiyet vermeyen, ne derece hasaret ve hata ve belâhat ve cinayet etti¤ini k›yas eylesin! ‹flte, namazdaki Fatiha, nas›l ‹kinci K›s›mda iflarat›yla, teflehhütte 1 *G ’s Gp ¬n 'dGp nB’ ¿r nG óo ¡n °r TnG ’taki hakikat-i tevhid da- vas›na kat’î hüccetleri gösterir, hadsiz imzalar basar; bu Üçüncü K›s›mda dahi, yine teflehhütte 2 âmin: Yâ Rabbi! Öyle olsun, kabul eyle!” anlam›nda duan›n sonunda söylenir. ashap: Sahabeler, Hz. Peygamberi (a.s.m.) görmüfl ve onunla konuflmufl olan Müslüman kimseler. belâhat: ahmakl›k, kal›n kafal›l›k, düflüncesizlik. cinayet: cana k›yma, katl veya bu derecede a¤›r bir suç. dâr-› saadet: saadet, mutluluk yeri, Cennet. dava: takip edilen fikir, iddia. ehemmiyet: önem, de¤er, k›ymet. hadsiz: s›n›rs›z, sonsuz. hakikat-i risalet: peygamberlik hakikati, gerçe¤i. hakikat-i tevhid: tevhid hakikati, Allah’›n bir ve tek oldu¤u ve ondan baflka ilâh olmad›¤› gerçe¤i. hasaret: hasar, zarar, ziyan. hüccet: delil. hürmet: riayet, ihtiram, sayg›. iflarat: iflaretler, haber vermeler. ittiba: tâbi olma, uyma, itaat etme. kanaat: h›rs göstermeden k›smetine raz› olmak, elindeki ile yetinmek; inanma, görüfl. kat’î: kesin, flüpheye ve tereddüde mahal b›rakmayan. k›yas: karfl›laflt›rma, bir fleyi baflka bir fleye benzeterek hüküm verme. mahiyet: bir fleyin asl›, esas›, tabiat›, niteli¤i. mazhar: bir fleyin ç›kt›¤› göründü¤ü yer; nail olma, flereflenme. muvaffak: baflaran, baflarm›fl, baflar›l›. nihayetsiz: sonsuz, s›n›rs›z. resul: Allah taraf›ndan kendisine vahiy gelen, Allah’›n emirlerini insanlara bildirmekle vazifeli olan insan, peygamber. Resul-i Ekrem: çok cömert, kerîm olan peygamber, Hz. Muhammed (a.s.m.). $G oπo°SnQ Gkóªs fi n o s¿nG óo ¡n °r TnGhn tâ hakikat-i risalet davas›na kuv- vetli flahitleri getirip nihayetsiz tasdik imzalar›n› bast›r›r. Yâ Erhamerrâhimîn, bu Resul-i Ekrem’in (a.s.m) hürmetine, bizi onun flefaatine mazhar ve sünnetinin ittiba›na muvaffak ve dâr-› saadette onun Âl ve Ashab›na komflu eyle! Âmin, âmin, âmin. p¿'Grôo≤rdG p±hoôoM pOnón©pH /¬pÑrën°Unh /¬dp 'G¤n=' Yhn p¬r«n∏nY rºu∏n°Snh πnu °U sºo¡s∏dnG 3 4 nÚ/e'G @ pánHƒoà`rµ`nŸrGhn pánFhoôr≤nŸrG ºo «/µ`n ◊r G ºo «/∏n©rdG nârfnG n∂sfpG =É'ænàrªs∏nY Éne’ps G BÉæ' nd nºr∏pY '’ n∂nfÉnërÑ°oS fiualar, Yeni Asya Neflriyat, 2005, s. 967-986. ® 1. fiahadet ederim ki, Allah’tan baflka hiçbir ilâh yoktur. 2. Ve flahadet ederim ki, Muhammed (a.s.m.) Allah’›n resulüdür. 3. Allah’›m, okunan ve yaz›lan bütün Kur’ân harfleri adedince ona, onun Âl ve Ashab›na salât ve selâm eyle. Âmin. 4. Seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize ö¤retti¤inden baflka bizim hiçbir bilgimiz yoktur. Sen her fleyi hakk›yla bilir, her ifli hikmetle yapars›n. (Bakara Suresi: 32.) sünnet: Hz. Muhammed’in (a.s.m.) Kur’ân d›fl›nda, Müslümanlara örnek olan mübarek söz, fiil ve emirleri, kabulleri veya takrirleri. di¤er salih kullar›n, baz› gü- teflehhüt: namazda her otunahkâr mü’minleri ba¤›flla- ruflta tahiyyat duas›n› okuma mas›n› Allah’tan dilemeleri. ve bu duay› okuyacak kadar tasdik: bir fleyin veya kimse- oturma. nin do¤rulu¤una kesin olarak yâ Erhamürrâhimîn: Ey merflefaat: Hz. Peygamberin ve hükmetme. hametlilerin en merhametlisi. 96 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) HZ MUHAMMED 01 7/1/06 11:46 AM Page 97 HAZRET-‹ MUHAMMED’‹N (A.S.M.) UBUD‹YET‹, BÜTÜN ÜMMET‹N‹N VE ENB‹YANIN UBUD‹YET‹N‹ TAZAMMUN EDER Beflinci Hakikat Bab-› flefkat ve ubudiyet-i Muhammediyedir (aleyhissalâtü vesselâm); ism-i Mucîb ve Rahîm’in cilvesidir. Hiç mümkün müdür ki, en edna bir haceti, en edna bir mahlûkundan görüp kemal-i flefkatle ummad›¤› yerden is’af eden; ve en gizli bir sesi, en gizli bir mahlûkundan iflitip imdat eden; lisan-› hâl ve kàl ile istenilen her fleye icabet eden nihayetsiz bir flefkat ve bir merhamet sahibi bir Rab, en büyük bir abdinden, (HAfi‹YE) en sevgili HAfi‹YE: Evet, bin üç yüz elli sene saltanat süren ve saltanat› devam eden ve ekser zamanda üç yüz elli milyondan ziyade raiyeti bulunan ve her gün bütün raiyeti onunla tecdid-i biat eden ve onun kemalât›na flahadet eden ve kemal-i itaatle evamirine ink›yat eden; ve arz›n n›sf› ve nev-i beflerin humsu o zat›n s›bg› ile s›bgalansa, yani manevî rengiyle renklense ve o zat onlar›n mahbub-u kulûbu ve mürebbî-i ervah› olsa, elbette o zat, flu kâinatta tasarruf eden Rabbin en büyük abdidir. Hem, ekser enva-› kâinat o zat›n birer meyve-i mu’cizesini tafl›mak suretiyle onun vazifesini ve memuriyetini alk›fllasa, elbette o zat flu kâinat Hâl›k’›n›n en sevgili mahlûkudur. Hem bütün insaniyet, bütün istidad›yla istedi¤i beka gibi bir haceti ki, o hacet ise, insan› esfel-i safilînden âlây›illiyyine ç›kar›yor. Elbette o hacet en büyük bir hacettir ve en büyük bir abd, umumun nam›na onu Kadiü’l-Hacat’tan isteyecek. abd: kul. âlây›illiyyin: Allah kat›nda en iyilerin derecesi. arz: yer, dünya. bab-› flefkat ve ubudiyet-i Muhammediye: Hazret-i Muhammed’in flefkat ve kullu¤una dair bölüm. beka: süreklilik, kal›c›l›k. Cemal: güzellik. cilve: görünme, ortaya ç›kma. dâr-› ahiret: ahiret yurdu. delâlet etme: delil olma, ifla- ret etme, ispat etme. edna: önemsiz, basit. ekser: pek çok. elhâs›l: özetle, sonuç olarak. enva-› kâinat: kâinattaki varl›klar›n türleri. esfel-i safilîn: afla¤›lar›n en afla¤›s›. esma-i kudsiye: Allah’›n kutsal, her türlü kusur ve noksanl›ktan yüce isimleri. evamir: emirler. hacet: ihtiyaç. hakikat: gerçek. Hâl›k: yoktan yaratan Allah. hafliye: dipnot, aç›klay›c› not. hums: beflte bir. icabet: cevap verme. ihsan: iyilik etme, ba¤›fl. imdat: yard›m. ink›yat: boyun e¤me. is’af: iste¤ini kabul edip yerine getirme. ism-i Mucîb ve Rahîm: Allah’›n ihtiyaçlara cevap veren Mucîb ve yaratt›klar›na merhamet eden Rahîm ismi. istidat: kabiliyet, yetenek. ifltiha: fazla istek, arzu. Kadiü’l-Hacat: bütün ihtiyaçlar› yerine getiren Allah. kâinat: evren, yarat›lm›fl fley, tüm varl›klar. kàl: söz, lâf. kat’î: kesin. kemal: mükemmel, kusursuz.. kemalât: iyilikler, üstünlükler, olgunluklar. kemal-i itaat: tam itaat, emre uyma. kemal-i flefkat: tam ve mükemmel flefkat. lisan-› hâl ve kàl: hâl ve konuflma dili. mahbub-i kulûp: kalplerin sevgilisi. mahlûk: yarat›k. memuriyet: emir alt›nda olmak, bir ifli yapmakla görevli. merhamet: ac›mak. mevcudat: varl›klar. meyve-i mu’cize: mu’cizenin meyvesi, neticesi. mürebbî-i ervah: ruhlar› terbiye eden. nam: ad, isim. nev-i befler: insano¤lu. n›sf: yar›m yar›. Rab: yaratan, terbiye eden, besleyip yetifltiren Allah. Rahîm: rahmeti her fleyi kuflatan, sonsuz flefkat ve merhamet sahibi Allah. raiyet: halk. sahavet: cömertlik. saltanat: hükümdarl›k, egemenlik. Sâni-i Zülcelâl: sonsuz büyüklük sahibi olan ve her fleyi sanatla yaratan, Allah. seyrangâh-› daimî: devaml› gezinti yeri. s›bga: boya. s›fât: özellikler, nitelikler. s›fât ve esma-i kudsiye: Allah’›n kudsî isim ve s›fatlar›. suret: flekil, biçim. flahadet: flahitlik, tan›kl›k. flefkat: ac›yarak ve esirgeyerek sevme. tasarruf: her fleyi diledi¤i gibi idare edip kullanan. tecdid-i biat: ba¤l›l›k sözünü yenilemek. umum: genel, herkes. HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 97 HZ MUHAMMED 01 7/1/06 11:46 AM Page 98 bir mahlûkundan en büyük hacetini görüp bitirmesin, is’af etmesin, en yüksek duay› iflitip kabul etmesin? Evet, meselâ hayvanat›n zay›flar›n›n ve yavrular›n›n r›z›k ve terbiyeleri hususunda görünen lütuf ve sühuleti gösteriyor ki, flu kâinat›n Maliki, nihayetsiz bir rahmetle rububiyet eder. Rububiyetinde bu derece rahîmâne bir flefkat, hiç kabil midir ki, mahlûkat›n en efdalinin en güzel duas›n› kabul etmesin? Bu hakikati On Dokuzuncu Sözde izah etti¤im veçhile, flurada dahi mükerreren flöyle beyan edelim: Ey nefsimle beraber beni dinleyen arkadafl! Hikâye-i temsiliyede demifltik: “Bir adada, bir içtima var. Bir yaver-i ekrem, bir nutuk okuyor.” Onun iflaret etti¤i hakikat flöyledir ki: arz: yer, dünya. Asr-› Saadet: Peygamberimizin yaflad›¤› dönem, mutluluk asr›. azametli: büyük, yüce, yüksek. beyan: aç›klama. cezire: ada. Ceziretülarap: Arap Yar›madas› dua: yalvarma, niyaz. efdal: en üstün. fikren: düflünerek, zihnen. güya: sanki, âdeta. hacet: ihtiyaç. hakikat: gerçek. hayalen: zihinde tasarlay›p canland›rarak. hidayet: do¤ru ve hak olufl, ‹slâmiyet. hikâye-i temsiliye: temsilî hikâye. husus: konu. ibadet-i ulya: en yüce ibadet. içtima: toplanma. is’af: iste¤ini kabul edip yerine getirme. iflaret: göstermek. ittiba: uyma, itaat etme. izah: aç›klama. kabil: mümkün, olabilir. lütuf: ikram, iyilik, güzellik, ba¤›fl. mahlûk: yarat›lm›fl, yarat›k. mahlûkat: yarat›klar. malik: sahip. mükerreren: tekrarlayarak tekrarbetekrar. niyaz: yalvarma. Gel, bu zamandan tecerrüt edip, fikren Asr-› Saadete ve hayalen Ceziretülarap’a gidiyoruz. Tâ ki, Resul-i Ekremi (aleyhissalâtü vesselâm) vazife bafl›nda ve ubudiyet içinde görüp, ziyaret ederiz. Bak: O zat, nas›l ki risaletiyle, hidayetiyle saadet-i ebediyenin sebeb-i husulü ve vesile-i vusulüdür; onun gibi, ubudiyetiyle ve duas›yla o saadetin sebeb-i vücudu ve Cennetin vesile-i icad›d›r. ‹flte bak: O zat, öyle bir salât-› kübrada, bir ibadet-i ulyada saadet-i ebediye için dua ediyor ki, güya bu cezire, belki bütün arz onun azametli namaz›yla namaz k›lar, niyaz eder. Çünkü ubudiyeti ise, ona ittiba eden ümmetin nutuk: konuflma. rahîmâne: flefkat ve merhametle. rahmet: ac›ma, merhamet etme. risalet: peygamberlik. r›z›k: canl›lar›n ihtiyac› olan yiyecek, içecek ve giyecekleri her fley. rububiyet: rabl›k, Allah’›n her bir varl›¤a yarat›l›fl gayelerine ulaflmalar› için muhtaç oldu¤u fleyleri vermesi, terbiye edip idaresi ve egemenli¤i al- 98 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) t›nda bulundurmas›. saadet: mutluluk. saadet-i ebediye: sonu olmayan mutluluk. salât-› kübra: en büyük namaz. sebeb-i husul: meydana gelme sebebi. sebeb-i vücut: varl›k sebebi. sühulet: kolayl›k. flefkat: ac›yarak ve esirgeyerek sevme. tecerrüt: s›yr›lma. terbiye: yetifltirme, büyütme ubudiyet: kulluk. ümmet: hak dine davet etmek için Allah taraf›ndan kendilerine peygamber gönderilen ve bu peygambere inan›p ba¤lanan cemaat. vecih: yön. veçhile: yolla, tarzla, flekilde. vesile-i icat: icat vesilesi. vesile-i vusul: kavuflma sebebi. yaver-i ekrem: çok de¤erli, yüksek rütbeli memur. HZ MUHAMMED 01 7/1/06 11:46 AM Page 99 ubudiyetini tazammun etti¤i gibi, muvafakat s›rr›yla, bütün enbiyan›n s›rr-› ubudiyetini tazammun eder. Hem o, salât-› kübray› öyle bir cemaat-i uzmada k›lar, niyaz ediyor ki, güya benîâdemin Hazret-i Âdem’den asr›m›za kadar, belki k›yamete kadar bütün nuranî ve kâmil insanlar ona tebaiyetle iktida edip, duas›na “Âmin” derler. (HAfi‹YE) Bak: Hem öyle beka gibi bir hacet-i amme için dua ediyor ki, de¤il ehl-i arz, belki ehl-i semavat, belki bütün mevcudat niyaz›na ifltirak edip lisan-› hâl ile, “Oh, evet yâ Rabbena! Ver; duas›n› kabul et. Biz de istiyoruz” diyorlar. Hem bak, öyle hazinâne, öyle mahbubâne, öyle müflt a k a n e, öyle tazarrukârâne saadet-i bâkiye istiyor ki, 3 bütün kâinat› a¤latt›r›p, duas›na ifltirak ettiriyor. Bak: Hem öyle bir maksat, öyle bir gaye için saadet isteyip dua ediyor ki, insan› ve bütün mahlûkat› esfel-i safilîn olan fenâ-i mutlaka sukuttan, k›ymetsizlikten, faydas›zl›ktan, abesiyetten âlây›illiyyin olan k›ymete, bekaya, ulvî vazifeye, mektubat-› Samedâniye olmas› derecesine ç›kar›yor. HAfi‹YE: Evet, münacat-› Ahmediye (a.s.m.) zaman›ndan flimdiye kadar bütün ümmetin bütün salâtlar› ve salâvatlar› onun duas›na bir âmin-i daimî ve bir ifltirak-i umumîdir. Hatta ona getirilen her bir salâvat dahi onun duas›na birer âmindir ve ümmetinin her bir ferdi, her bir namaz›n içinde ona salât ve selâm getirmek 1 ve kametten sonra fiafiîlerin ona dua etmesi, 2 onun saadet-i ebediye hususundaki duas›na gayet kuvvetli ve umumî bir âmindir. ‹flte bütün beflerin f›trat-› insaniyet lisan-› hâliyle, bütün kuvvetiyle istedi¤i beka ve saadet-i ebediyeyi, o nev-i befler nam›na Zat-› Ahmediye (a.s.m.) istiyor ve beflerin nuranî k›sm›, onun arkas›nda “Âmin” diyorlar. Acaba hiç mümkün müdür ki, flu dua kabule karin olmas›n? 1. Buharî, 33:10, Enbiya: 10, Daavat: 31, 32; Müslim, Salât: 65-69. Ebû Davud, Salât: 179. 2. Bkz. Nevevî, Minhacü't-Talibîn, s. 9. 3. Bkz. Tirmizî, Daavat: 30. abesiyet: faydas›z, gayesizlik. âlây›illiyyin: Allah kat›nda en iyilerin derecesi. âmin: Allah’›m kabul eyle. âmin-i daimî: sürekli tekrarlanan “Allah’›m kabul eyle” duas›. as›r: yüzy›l, yaflad›¤›m›z ça¤. beka: devaml›l›k ve kal›c›l›k, sonsuzluk. benîâdem: âdemo¤ullar›. befler: insan, insanl›k. cemaat-i uzma: çok büyük cemaat. dua: Allah’a yalvarma, niyaz. ehl-i arz: dünyadakiler. ehl-i semavat: semavat ehli, melekler. enbiya: peygamberler. esfel-i safilîn: afla¤›lar›n en afla¤›s›. fenâ-i mutlak: sonsuz yok olufl. fert: kifli, flah›s. f›trat-› insaniyet: insanl›¤›n yarat›l›fl, tabiat›. hacet-i amme: herkesin ihti- yac› olan fley. hafliye: dipnot, ek. hazinâne: hüzünlü bir flekilde, üzücü. Hazret-i Âdem: ilk insan ve ilk peygamber. iktida: uyma. ifltirak: kat›lma, benimseme. ifltirak-i umumî: genel kat›l›m. kamet: farz namaza durmadan önce okunan ezan. kâmil: olgunluk ve kemal sahibi.. karin: yak›n. k›yamet: dünyan›n sonu. k›ymet: de¤er. lisan-› hâl: hâl ve beden dili. mahbubâne: severek, sevimli bir flekilde. mahlûkat: yarat›klar. maksat: kastedilen, istenilen fley. mektubat-› Samedâniye: Allah taraf›ndan gönderilmifl birer mektup gibi, fluur sahiplerine ‹lâhî sanat› anlatan eserler. mevcudat: var olan her fley. muvafakat: uygunluk. münacat-› Ahmediye: Peygamberimizin duas›. müfltakane: çok isteyerek, severcesine. nam: ad, isim. nev-i befler: insano¤lu, insanlar. niyaz: yalvarma, dua. nuranî: nurlu, parlak. Rabbena: Ey Rabbimiz! saadet: mutluluk. saadet-i bâkiye: sonsuz mutluluk. saadet-i ebediye: sonu olmayan mutluluk, sonsuz mutluluk. salât: Peygamberimiz için yap›lan dua. salât-› kübra: en büyük namaz. salâvat: Peygamberimiz Hz. Muhammed’e rahmet ve esenlik dileme. selâm: bar›fl, rahatl›k. s›rr-› ubudiyet: kullu¤un s›rr›. sukut: düflüfl. fiafiî: fiafiî mezhebinden olan. tazammun: içerme, içine alma. tazarrukârâne: yalvar›p yakararak. tebaiyet: tâbi olma, uyma. ubudiyet: kulluk. ulvî: yüksek, yüce. ümmet: hak dine davet etmek için Allah taraf›ndan kendilerine peygamber gönderilen ve bu peygambere inan›p ba¤lanan cemaat. yâ: ey, hey. yâ Rabbena: Ey Rabbimiz! Zat-› Ahmediye: Hz. Peygamberin kiflili¤i. HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 99 HZ MUHAMMED 01 7/1/06 11:46 AM Page 100 Bak: Hem öyle yüksek bir fizar-› istimdatkârâne ile istiyor ve öyle tatl› bir niyaz-› istirhamkârâne ile yalvar›yor ki, güya bütün mevcudata, semavata, arfla iflittirip, vecde getirip duas›na, “Âmin, Allahümme âmin” dedirtiyor. (HAfi‹YE) abes: bofl, faydas›zc, gayesiz. alâkadar: ilgili, iliflkili. Alîm: her fleyi hakk›yla bilen, sonsuz ilim sahibi Allah. alîmâne: her fleyi çok iyi bilen flekilde. Allahümme: ey Allah’›m. âmin: Yâ Rabbi! Öyle olsun, kabul eyle. arfl: gö¤ün en yüksek kat›. arzu: bir fleye karfl› duyulan istek. Basîr: her fleyi gören Allah. basîrâne: görerek, bilerek. beka: sonsuzluk. bilmüflahede: görüldü¤ü gibi. cihet: flekil. daavat: dualar. dua: Allah’a yalvarma, niyaz. esma-i ‹lâhiye: Allah’›n isimleri. fenâ-i mutlak: sonsuz yok olufl. ferd-i mümtaz: üstün flah›s, seçilmifl kifli. fert: kifli, flah›s. fizar-› istimdatkârâne: yard›m dileyerek sesli a¤lama. hafî: gizli. hakîmâne: hikmetli bir surette. Hâl›k: yarat›c›, Allah. harekât: hareketler. hareket: davran›fl. hafliye: dipnot, ek. hidemat: hizmetler. icabet: cevap verme. iftihar: övünme. inkiflaf: aç›lma, görülme. ›tt›lâ: tan›ma, bilme. Kadîr: her fleye gücü yeten Allah. kâinat: tüm varl›klar. Kerîm: s›n›rs›z ikram, lütuf, ihsan ve cömertlik sahibi Allah. k›ymettar: k›ymetli, de¤erli. lâkayt: kay›ts›z, ilgisiz. lisan-› hâl: beden dili, hâl dili. mahiyet-i hakikiye: gerçek mahiyet. mahkûm: hükmedilen; hüküm verilmifl; hükümlü. manidar: anlaml›, manal›. masnuat: sanatla yap›lm›fl fleyler. mazhar: eriflme, sahip olma. mektubat-› Samedâniye: Cenab-› Hakk›n isim ve s›fatlar›n› anlatan, Allah’›n birli¤ini gösteren varl›klar. memur: emir ile hareket eden. merhamet: ac›mak, flefkat göstermek. Bak: Hem öyle Semî ve Kerîm bir Kadîr’den, öyle Basîr ve Rahîm bir Alîm’den saadet ve bekay› istiyor ki, bilmüflahede en gizli bir zîhayat›n en gizli bir arzusunu, en hafî bir niyaz›n› görür, iflitir, kabul eder, merhamet eder, lisan-› hâl ile de olsa icabet eder. Öyle suret-i hakîmâne, basîrâne, rahîmânede verir ve icabet eder ki, flüphe HAfi‹YE: Evet, flu âlemin Mutasarr›f›, bütün tasarrufat› bilmüflahede fluurâne, alîmâne, hakîmâne oldu¤u hâlde, hiçbir cihetle mümkün de¤ildir ki, o Mutasarr›f, kendi masnuat› içinde en mümtaz bir ferdin harekât›na fluuru ve ›tt›lâ› bulunmas›n. Hem hiçbir cihetle mümkün de¤ildir ki, o Mutasarr›f-› Alîm, o ferd-i mümtaz›n harekât›na ve daavat›na (dualar›na) ›tt›lâ› bulundu¤u hâlde, ona karfl› lâkayt kals›n, ehemmiyet vermesin. Hem hiçbir cihetle mümkün de¤ildir ki, o Mutasarr›f-› Kadîr-i Rahîm, onun dualar›na lâkayt kalmad›¤› hâlde, o dualar› kabul etmesin. Evet, zat-› Ahmediyenin (a.s.m.) nuruyla âlemin flekli de¤iflti, insan ve bütün kâinat›n mahiyet-i hakikiyeleri o nur, o ziya ile inkiflaf etti ve göründü ki, flu kâinat›n mevcudat› esma-i ‹lâhiyeyi okutan birer mektubat-› Samedâniye, birer muvazzaf memur ve bekaya mazhar k›ymettar ve manidar birer mevcutturlar. E¤er o nur olmasa idi, mevcudat fenâ-i mutlaka mahkûm ve k›ymetsiz, manas›z, faydas›z, abes, karma kar›fl›k, tesadüf oyunca¤› bir zulmet-i evham içinde kal›rd›. ‹flte flu s›rdand›r ki, insanlar zat-› Ahmediyenin (a.s.m.) duas›na “Âmin” dedikleri gibi, arfl ve ferfl ve serâdan Süreyya’ya kadar bütün mevcudat onun nuruyla iftihar edip, alâkadarl›k gösteriyorlar. Zaten ubudiyet-i Ahmediyenin (a.s.m.) ruhu, duad›r. Belki, kâinat›n harekât› ve hidemat› bir nevi duad›r. Meselâ, bir çekirde¤in hareketi, Hâl›k’›ndan, bir a¤aç olmas›na bir nevi duad›r. mevcudat: varl›klar. Mutasarr›f: sonsuz tasarruf sahibi olan Allah. Mutasarr›f-› Kadîr-i Rahîm: her fleyde diledi¤i gibi tasarrufta bulunan Allah. muvazzaf: vazifelendirilmifl. mümtaz: üstün tutulmufl, seçkin. nevi: çeflit. niyaz: yalvarma, yakarma. niyaz-› istirhamkârâne: yalvararak, yalvar›rcas›na dua etme. 100 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) Rahîm: rahmeti her fleyi kuflatan sonsuz merhamet sahibi Allah. rahîmâne: flefkatli, merhametli bir flekilde. semavat: gökler. Semî: ifliten, iflitici. Allah serâ: arz, yeryüzü. suret-i hakîmâne: hikmetli bir flekilde. Süreyya: Ülker y›ld›z kümesi. fluur: tan›ma ve kavrama gücü. fluurâne: fluurlu bir flekilde. tesadüf: rastgelme, rastlant›. ubudiyet-i Ahmediye: Hz. Muhammed’in (a.s.m.) mükemmel kulluk ve ibadeti. vecd: kendinden geçecek derecede dalma veya bayg›nl›k. zat-› Ahmediye: Hz. Peygamberin zat›, kiflili¤i. zîhayat: canl›. ziya: ›fl›k, parlakl›k. zulmet-i evham: kuruntu karanl›¤›. HZ MUHAMMED 01 7/1/06 11:46 AM Page 101 b›rakmaz, o terbiye ve tedbir, öyle Semî ve Basîr’e mahsus, öyle bir Kerîm ve Rahîm’e hast›r. Acaba, bütün benîâdemi arkas›na al›p flu arz üstünde durup, Arfl-› Azama müteveccihen el kald›r›p, nev-i beflerin hulâsa-i ubudiyetini cami hakikat-i ubudiyet-i Ahmediye (a.s.m.) içinde dua eden flu fleref-i nev-i insan ve ferid-i kevnüzaman olan Fahr-i Kâinat (a.s.m.) ne istiyor; dinleyelim: Bak: Kendine ve ümmetine saadet-i ebediye istiyor, beka istiyor, Cennet istiyor; hem, mevcudat âyinelerinde cemallerini gösteren bütün esma-i kudsiye-i ‹lâhiye ile beraber istiyor. O esmadan flefaat talep ediyor; görüyorsun. E¤er ahiretin hesaps›z esbab-› mucibesi, delâil-i vücudu olmasa idi, yaln›z flu zat›n tek duas›, bahar›m›z›n icad› kadar Hâl›k-› Rahîm’in kudretine hafif gelen flu Cennetin binas›na sebebiyet verecekti. (HAfi‹YE) Evet, bahar›m›zda yeryüzünü bir mahfler eden, yüz bin haflir numunelerini icat eden Kadîr-i Mutlak’a, Cennetin icad› nas›l a¤›r olabilir? H A fi ‹ Y E: Evet, ahirete nispeten gayet dar bir sahife hükmünde olan rûy-i zeminde had ve hesaba gelmeyen harika sanat numunelerini ve haflir ve k›yametin misallerini göstermek ve üç yüz bin kitap hükmünde olan muntazam enva-› masnuat›, o tek sahifede kemal-i intizam ile yaz›p derç etmek, elbette genifl olan âlem-i ahirette lâtif ve muntazam Cennetin binas›ndan ve icad›ndan daha müflküldür. Evet, Cennet bahardan ne kadar yüksek ise, o derece, bahar bahçelerinin hilkati o Cennetten daha müflküldür ve hayretfezad›r, denilebilir. âlem-i ahiret: ahiret âlemi. Arfl-› Azam: Cenab-› Hakk›n kudret ve saltanat›n›n en büyük dairesi. arz: yer, dünya. Basîr: gören, görücü. beka: süreklilik, kal›c›l›k. benîâdem: Âdemo¤ullar›, insanlar. cami: kapsayan, içine alan. delâil-i vücut: varl›k delilleri. derç: yerlefltirmek. dua: Allah’a yalvarma, niyaz. enva-› masnuat: sanat eseri varl›k çeflitleri. esbab-› mucibe: gerektiren sebepler. esma: isimler. esma-i kudsiye-i ‹lâhiye: Allah’›n her türlü kusur ve noksandan uzak yüce isimleri. Fahr-i Kâinat: kâinat›n kendisiyle övündü¤ü zat olan Peygamberimiz. ferid-i kevnüzaman: zaman›n ve yarat›lan her fleyin bir tanesi. had: s›n›r. hakikat-› ubudiyet-i Ahmediye: Peygamberimizin kullu¤unun gerçe¤i. Hâl›k-› Rahîm: sonsuz merhamet ve flefkat sahibi ve her fleyi yoktan yaratan Allah. harika: ola¤anüstü vas›flar tafl›yan ve hayranl›k hissi uyand›ran. has: özel. haflir: öldükten sonra tekrar dirilmek. hafliye: dipnot, aç›klay›c› not. hayretfeza: hayret veren, fla- fl›rtan. hesap: say›. hilkat: yarat›l›fl. hulâsa-i ubudiyet: kullu¤un özü. icat: vücuda getirme, getirilme, yoktan var etme, ibda. icat: vücuda getirme, yoktan var etme. Kadîr-i Mutlak: hiç bir kay›t ve flarta tâbi olmaks›z›n her fleye gücü yeten sonsuz kudret sahibi, Allah. kemal-i intizam: tam ve eksiksiz düzen. Kerîm: yaratt›klar›na ba¤›flta bulunan Allah. k›yamet: dünyan›n sonu, varl›¤›n bozulup da¤›lmas›. kudret: güç, iktidar. lâtif: hofl, güzel. mahsus: özel, özgü. mahfler: toplan›lacak yer. mevcudat: varl›klar. misal: benzer, örnek. muntazam: nizaml›, intizaml›. müflkül: zor. müteveccihen: yönelerek. nev-i befler: insano¤lu, insanlar. nispeten: oranla. numune: örnek. Rahîm: merhametli, ac›yan, ac›y›p esirgeyen Allah. rûy-i zemin: yeryüzü. saadet-i ebediye: sonu olmayan , sonsuz mutluluk. sanat: ustal›k, hüner, marifet. sebebiyet: sebep olma. Semî: ifliten, iflitici. Allah. flefaat: ba¤›fllanmak için arac›l›k. fleref-i nev-i insan: insano¤lunun flerefi. talep: istemek. tedbir: idare etme, çekip çevirme. terbiye: ö¤renme, ö¤retme. ümmet: peygambere inan›p arkas›nda gidenler. HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 101 HZ MUHAMMED 01 7/1/06 11:46 AM Page 102 Demek, nas›l ki onun risaleti flu dâr-› imtihan›n aç›lmas›na sebebiyet verdi, 1 n∑ nÓra’n rG â n 'ÉnŸ n∑'’ƒr nd n∑'’ƒr nd s›ro r≤n∏N r›na mazhar oldu; onun gibi, ubudiyeti dahi öteki dâr-› saadetin aç›lmas›na sebebiyet verdi. Acaba hiç mümkün müdür ki, bütün ak›llar› hayrette b›rakan flu intizam-› âlem ve genifl rahmet içinde kusursuz hüsnüsanat, misilsiz cemal-i rububiyet, o duaya icabet etmemekle, böyle bir çirkinli¤i, böyle bir merhametsizli¤i, böyle bir intizams›zl›¤› kabul etsin? Yani, en cüz’î, en ehemmiyetsiz arzular›, sesleri ehemmiyetle iflitip ifa etsin, yerine getirsin; en ehemmiyetli, lüzumlu arzular› ehemmiyetsiz görüp iflitmesin, anlamas›n, yapmas›n. Hâflâ ve kellâ, yüz bin defa hâflâ! Böyle bir cemal, böyle bir çirkinli¤i kabul edip çirkin olamaz. (HAfi‹YE) Demek, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, risale tiyle dünyan›n kap›s›n› açt›¤› gibi, ubudiyetiyle de ahire tin kap›s›n› açar. ºr u∏°nShn πnu °U -nG @ p¿ÉnæpédrG Qp GnOhn Én«rf tódG nAπpr e øp ª' rMôs dG oäGnƒn∏°Un p¬«r n∏nY oôrînahn pø«nr fƒr nµrdG oóu«°nS ƒn og …pòsdG pÖ«pÑn◊r G n∂dp nP n∂dp ƒo°SnQhn n∑pórÑnY¤nn Y acip: ilginç, flafl›rt›c›. ayn-› çirkinlik: çirkinli¤in ta kendisi; bizzat çirkinlik. bat›l: yalan ve sahte. bilbedahe: aç›kça. cemal: güzellik. cemal-i rububiyet: Allah’›n rabl›¤›na has olarak bütün mahlûkat› besleme, büyütme ve terbiye etmedeki güzelli¤i. cüz’î: k›ymetsiz, önemsiz. daim: devaml›, sürekli. dâr-› imtihan: imtihan yeri. Dünya. dâr-› saadet: mutluluk yeri, Cennet. ehemmiyetsiz: önemsiz, de¤ersiz. ender: çok seyrek ve az bulunan. hakikî: gerçek. hâflâ: asla, kat’iyen. hafliye: dipnot, ek. hüsnüsanat: sanat güzelli¤i. icabet: cevap verme. HAfi‹YE: Evet, ink›lâb-› hakaik ittifaken muhaldir ve ink›lâb-› hakaik içinde, muhal ender muhal, bir z›t kendi z›dd›na ink›lâb›d›r. Ve bu ink›lâb-› ezdat içinde, bilbedahe bin derece muhal fludur ki: Z›t, kendi mahiyetinde kalmakla beraber, kendi z›dd›n›n ayn› olsun. Meselâ, nihayetsiz bir cemal, hakikî cemal iken, hakikî çirkinlik olsun. ‹flte, flu misalimizde meflhut ve kat’iyyülvücut olan bir cemal-i rububiyet, cemal-i rububiyet mahiyetinde daim iken, ayn-› çirkinlik olsun. ‹flte, dünyada muhal ve bat›l misallerin en acibidir. 1. E¤er sen olmasayd›n, kâinat› yaratmazd›m. (Hadis-i kudsî: Aclûni, Keflfü’l-Hafâ, 2:164; Ali elKari, fierhü'fl-fiifa, 1:16.) ifa: yerine getirme. ink›lâb-› ezdat: z›tlar›n de¤iflimi. ink›lâb-› hakaik: gerçeklerin de¤iflimi, dönüflümü. ink›lâp: bir hâlden di¤er hale geçme. intizam: düzenlilik. intizam-› âlem: kâinatta görülen tertip, âlemdeki düzenlilik. 102 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) ittifak: fikir birli¤i, birleflmek. kat’iyyülvücut: varl›¤› kesin olmak. kellâ: asla, kesinlikle. mahiyet: özellik, nitelik. mazhar olmak: eriflmek. merhamet: ac›mak, flefkat göstermek. meflhut: görünen. misilsiz: benzersiz. muhal: imkâns›z. nihayetsiz: sonsuz. rahmet: ac›ma, merhamet etme. Resul-i Ekrem: Hazret-i Muhammed. risalet: peygamberlik, elçilik. sebebiyet: sebep olma. s›r: gizlilik, gizem. ubudiyet: kulluk. z›t: bir fleyin aksi, tersi. HZ MUHAMMED 01 7/1/06 11:46 AM Page 103 pø«nr MÉnænérdGhoPhn pør«nJnOÉn©s°ùdG oán∏«°pShn hn pøjnr QGsódG oIÉn«nMhn pÚn`nŸÉ©n rdG ¤=n Yn hn nÚp©nªrLnG =p¬pÑrën°Unh p¬dp nG¤=n Yn hn pø«nr ∏n≤sãdG o∫ƒo°SnQhn 1 rÚ/e'G nÚ/∏n°SrôoªrdGnh nÚu«`pÑsædG nøpe /¬pfGnƒrNpG Sözler, Yeni Asya Neflriyat, 2005, s. 118-124. ‚è BÜTÜN ‹NSANLARDAN Z‹YADE ‹BADET ETM‹fiT‹R 2 ÉnfpórÑ`nY : Abd lâfz›n›n nebî veya Muhammed (a.s.m.) lâf›zlar›na cihet-i tercihi, abd tabiri Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm›n azametine ve ibadetin ulüvv-i derecesine iflaret oldu¤u gibi, 3 GhoóoÑ`rYo G emrini te’kittir ve Resul-i Ekrem hakk›nda varit olan vehimleri defetmektir ki, o zat bütün insanlardan ziyade ibadet yapm›fl ve Kur’ân’› okumufltur. ‹flaratü’l-‹’caz, Yeni Asya Neflriyat, 2004, s. 183. ‚è EN PARLAK ÂY‹NE-‹ EHAD VE SAMEDD‹R Evet, madem insan f›traten bir cemal-i bâkîye müfltak ve muhip bir surette halk edilmifltir. Ve madem bâkî bir cemal, zail bir müfltaka raz› olamaz. Ve madem insan bilmedi¤i veya yetiflemedi¤i veya tutamad›¤› bir maksuttan gelen hüzün ve elemden teselli bulmak için, o maksudun kusurunu bulmakla, belki gizli adavet etmekle kendini 1. Rahman’›n dünya ve Cennetler dolusu salât ve selâm› onun üzerine olsun. Allah’›m! Kulun ve resulün olan, iki cihan›n efendisi, iki âlemin medar-› iftihar›, iki dünyan›n hayat vesilesi, dünya ve ahiret saadetinin sebebi, peygamberlik ve kulluk olmak üzere iki manevî kanad›n sahibi, ins ve cinnin peygamberi olan Habibine, onun bütün âl ve ashab›na, kardeflleri olan di¤er peygamber ve resullere salât ve selâm eyle. Âmin. 2. Kulumuza... (Bakara Suresi: 23.) 3. ‹badet ediniz. (Bakara Suresi: 21.) abd: kul. kendisine muhtaç oldu¤u Al- sonsuz. adavet: düflmanl›k, husumet. lah’a âyinedarl›k. cemal: güzellik. âyine-i Ehad ve Samed: tek azamet: büyüklük. cemal-i bâkî: ebedî, sonsuz olan ve hiçbir fleye muhtaç bâkî: ebedî, daimî, sonu gel- güzellik, nihayetsiz güzellik olmayan, fakat her fleyin mez, bitip tükenmez, ölmez, sahibi olan Allah. cihet-i tercih: üstün tutma yönü, tercih sebebi. def: ortadan kald›rma, yok etme, giderme. elem: dert, üzüntü, maddî-manevî ›zt›rap. f›traten: f›trî olarak, yarat›l›fltan, yarat›l›fl itibar›yla. halk: yaratma, yarat›fl. lâf›z: söz, kelime. madem: ...den dolay›, böyle ise. maksut: istenilen fley, istek, arzu, gaye. muhip: seven, sevgi besleyen, muhabbetli. müfltak: arzulu, fazla istekli, ifltiyak gösteren. nebî: Allah’›n elçisi, habercisi; peygamber, resul. raz›: r›za gösteren, hoflnut olan. Resul-i Ekrem: çok cömert, kerîm olan peygamber, Hz. Muhammed (a.s.m.). suret: biçim, flekil, tarz. tabir: ifade, söz. teselli: avutma, ac›s›n› dindirme. varit: gelen, ulaflan, eriflen. vehim: zan, flüphe. zail: sona eren, yok olan. zat: kifli, flah›s, fert. ziyade: çok, fazla. HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 103 HZ MUHAMMED 01 7/1/06 11:46 AM Adl: her fleyi adaletli bir flekilde idare eden Allah. âmin: Yâ Rabbi! Öyle olsun, kabul eyle!” anlam›nda duan›n sonunda söylenir. Ashap: Sahabeler, Hz. Peygamberi (a.s.m.) görmüfl ve onunla konuflmufl olan Müslüman kimseler. âyine-i Ehad ve Samed: tek olan ve hiçbir fleye muhtaç olmayan, fakat her fleyin kendisine muhtaç oldu¤u Allah’a âyinedarl›k. bâkî: ebedî, daimî, sonu gelmez, bitip tükenmez, ölmez, sonsuz. beyan: aç›klama, bildirme, izah. cilve: tecelli, görüntü. cin: gözle görünmez, lâtif cisimlerden ibaret bir yarat›k. daim: devam eden, devaml›, sürekli. dair: alâkal›, ilgili. dâr-› beka: bâkî ve sonsuz dünya; ahiret. ebedî: sonu olmayan, daimî, sürekli. ekmel: daha (en, pek) mükemmel, en olgun, kusursuz ve eksiksiz olan. esma: s›fatlar, isimler. Ferd: tek ve yekta olan Allah. Furkan-› Hakîm: do¤ruyu yanl›fltan ay›ran hikmetli Kur’ân. Habib-i Ekrem: en cömert sevgili, Allah’›n sevgilisi olan Hz. Muhammed (a.s.m.). Hakem: hakl› ile haks›z› ay›ran ve her ifli hikmete göre olan Cenab-› Hak. Hâl›k: yoktan yaratan, her fleyi yoktan var eden. halk: yaratma, yarat›fl. hayat-› bâkiye: bâkî olan, sonsuz hayat, ahiret hayat›. Hayy: gerçek hayat sahibi olan, Allah. ‹sm-i Azam: Cenab-› Hakk›n bin bir isminden en büyük ve manaca di¤er isimleri kuflatm›fl olan›. Kayyum: her fleyin varl›¤› onunla ayakta duran ve devam eden. kemalât: faziletler, kemaller, olgunluklar, mükemmellikler. k›ymettar: k›ymetli, de¤erli. Kuddüs: kusur, eksiklik ve noksanl›ktan, temiz olan, fazilet ve güzelliklerle övülen, noksanl›¤› gerektirecek fleylerden son derece münezzeh olan, izzet ve kibriya sahibi Allah. madem: ...den dolay›, böyle ise. maksut: kastedilmifl, kastedilen. marifet: Allah’› bilme. mazhar: nail olma, flereflenme. muhabbet-i ‹lâhiye: Allah sevgisi. muhafaza: koruma, saklama. müntehap: seçilmifl, seçkin, güzide, mümtaz. Page 104 teskin eder. Ve madem bu kâinat insan için halk edilmifl ve insan ise marifet ve muhabbet-i ‹lâhiye için yarat›lm›fl. Ve madem bu kâinat›n Hâl›k’›, esmas›yla sermedîdir. Ve madem esmalar›n›n cilveleri daim ve bâkî ve ebedî olacakt›r. Elbette ve her hâlde insan bir dâr-› bekaya gidecek ve bir hayat-› bâkiyeye mazhar olacakt›r. Ve insan›n k›ymetini ve vazifelerini ve kemalât›n› bildiren, rehber-i azam ve insan-› ekmel olan Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâm, insana dair beyan etti¤imiz bütün kemalât› ve vazifeleri en ekmel bir surette kendinde ve dininde göstermesiyle gösteriyor ki: Nas›l kâinat insan için yarat›lm›fl ve kâinattan maksut ve müntehap insand›r. Öyle de, insandan dahi en büyük maksut ve en k›ymettar müntehap ve en parlak âyine-i Ehad ve Samed, elbette Ahmed-i Muhammed’dir. @ *G BÉnj @ /¬pàseo G päÉnæ°nùnM pOnón©pH oΩnÓs°ùdGnh oInÓs°üdG p¬dp 'G ¤n=' Yhn p¬r«n∏nY oºnµnM Énj @ oΩƒt«nb Énj @ t⋲nM Énj @ oOrôna Énj @ oº«/MQn Énj @ oø'ªrMQn Énj pánerôoëpHhn pº«/µn◊r G n∂pfÉnbrôoa u≥nëpH n∂o∏nÄ°rùnf @ ¢oShtóob Énj @ o∫rónY Énj ∂ n ªp °r SpG áp en ôr ë o Hp hn @ »'æ°rù◊ o r G∂ n Fp Bɪn °r SnG ≥u ë n Hp hn @ Ωp ôn c r ’n rG ∂ n Ñp «/ÑM n p¿Én£r«°sûdGnh p¢ùrØsædG uô°nT røpe Énær¶nØrMpG @ pºn¶rY’n rG 1 nÚ/e'G p¿Én°ùrf’p r Ghn uøp÷r G uôn°T røpehn Lem’alar, Yeni Asya Neflriyat, 2005, s. 962-963. ‚è 1. Ümmetinin hasenat› adedince ona ve Âline salât ve selâm olsun. Yâ Allah, yâ Rahman, yâ Rahîm, yâ Ferd, yâ Hayy, yâ Kayyum, yâ Hakem, yâ Adl, yâ Kuddüs! Furkan-› Hakîm’inin hakk› için ve Habib-i Ekrem’inin hürmetine, Esma-i Hüsnan›n hakk› ve ‹sm-i Azam›n›n hürmetine Senden niyaz ediyoruz ki: Bizi nefis ve fleytan›n, cin ve insanlar›n flerrinden muhafaza eyle. Âmin. müntehap: seçkin, güzide, mümtaz. niyaz: yalvarma ve yakarma. Rahîm: sonsuz merhamet sahibi olan Allah. Rahman: sonsuz merhamet sahibi ve flefkatle bütün varl›klar› r›z›kland›ran Allah. 104 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) rehber-i azam: en büyük fler: kötülük. rehber. sermedî: ebedî, daimî, süreksalât: Hz. Peygambere dua; li. Hz. Muhammed’e Ashab›na, suret: biçim, flekil, tarz. ailesine Allah’›n rahmet ve teskin: sakinlefltirme, yat›flma¤firetini, meleklerin isti¤- t›rma. far›n› ve mü’minlerin dualar›- ümmet: Müslümanlar›n tan› dileme. mam›; bütün Müslümanlar. HZ MUHAMMED 01 7/1/06 11:46 AM Page 105 TESB‹HAT-I PEYGAMBERÎN‹N KÜLL‹YET‹ Bu makam yaz›ld›¤› zaman, Kurban Bayram› geldi 1 oônÑrcnG *nG @ oônÑrcn G *nG @ oônÑ`rcn G *nG ’ler ile nev-i beflerin beflten birisine, üç yüz milyon insanlara birden ôo Ñn `rcn G *nG dedirmesi; koca küre-i arz, büyüklü¤ü nispetinde o oônÑ`rcnG *nG kelime-i kudsiyesini semavattaki seyyarat arka- dafllar›na iflittiriyor gibi, yirmi binden ziyade hac›lar›n Arafat’ta ve ›ydde beraber, birden oônÑ`rcn G *nG demeleri, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm›n bin üç yüz sene evvel Âl ve Sahabîleriyle söyledi¤i ve emretti¤i oônÑ`rcnG *n G kelâm›n›n bir nevi aks-i sedas› olarak, rububiyet-i ‹lâhiyenin 2 ¢pVQr ’n rG tÜQn ve nÚ/ªndÉn©rdG tÜQn azamet-i ünvan›yla kül3 li tecellisine karfl› genifl ve küllî bir ubudiyetle bir mukabeledir, diye tahayyül ve his ve kanaat ettim. fiualar, Yeni Asya Neflriyat, 2005, s. 366. ‚è ‹flte bu üç kudsî kelimeler gibi, 4 $G ºp r°ùpH ve *G’ps G ¬n 'dpG B’n 5 ve sair kelimat-› mübareke, her biri erkân-› imaniyenin birer çekirde¤i ve bu zamanda keflfedilen et hülâsas› ve fleker hülâsas› gibi hem erkân-› imaniyenin, hem Kur’ân 1. Allah en büyüktür, en yücedir. · Allah en büyüktür, en yücedir. · Allah en büyüktür, en yücedir. 2. Yerin Rabbi. (Casiye Suresi: 36.) 3. Âlemlerin Rabbi. (Casiye Suresi: 36.) 4. Allah’›n ad›yla. 5. Allah’tan baflka ilâh yoktur. (Muhammed Suresi: 19.) aks-i seda: ses yank›lanmas›, sesin bir yere çarp›p geri gelmesi, yank›. Arafat: Hacca gidenlerin arefe günü topland›klar› yer. azamet-i ünvan: ünvan›n›n, flöhretinin büyüklü¤ü. erkân-› esaslar. ›yd (îd): nü. kanaat: kelâm: nutuk. imaniye: imana ait kelimat-› mübareke: mübarek kelimeler, sözler. bayram, bayram gü- kelime-i kudsiye: yüce, kudsî söz. inanma, görüfl, fikir. küllî: umumî, genel. söyleyifl, konuflma, külliyet: bütünlük, bolluk, çokluk. küre-i arz: yer küre, dünya. makam: yer, durak. mukabele: karfl›l›k verme, karfl›lama. nev-i befler: insano¤lu, insan soyu; insanlar. nevi: çeflit. nispet: k›yaslama, k›yas, ölçü, oran. Resul-i Ekrem: çok cömert, kerîm olan peygamber, Hz. Muhammed (a.s.m.). rububiyet-i ‹lâhiye: Allah’›n terbiye edicili¤i. Sahabe: Peygamberimiz Hz. Muhammed’in mübarek yüzünü görmekle flereflenen ve onun sohbetlerine kat›lan mü’min kimse. sair: di¤er, baflka, öteki. semavat: semalar, gökler. seyyarat: gezegenler. tahayyül: hayale getirme, hayalinde canland›rma. tecelli: belirme, bilinme, görünme. tesbihat: tesbihler, Cenab-› Hakk›n bütün noksan s›fatlardan uzak ve bütün kemal s›fatlara sahip oldu¤unu ifade eden sözler. ubudiyet: kulluk. ziyade: çok, fazla. HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 105 HZ MUHAMMED 01 7/1/06 11:46 AM Page 106 hakikatlerinin hülâsalar› ve bu üçü namaz›n çekirdekleri olduklar› gibi, Kur’ân’›n dahi çekirdekleri ve parlak bir k›s›m surelerin bafllar›nda p›rlanta gibi görünmeleri ve çok sünuhat› tesbihatta bafllayan Risale-i Nur’un dahi hakikî madenleri ve esaslar› ve hakikatlerinin çekirdekleridirler. Ve velâyet-i Ahmediye ve ubudiyet-i Muhammediye (Aleyhissalâtü Vesselâm) cihetinde, öyle bir daire-i zikirde, namazdan sonraki tesbihatta bir tarikat-i Muhammediyenin (a.s.m.) virdidirler ki, her namaz vaktinde, yüz milyondan ziyade mü’minler, beraber o halka-i küb1 ra-i zikirde, ellerinde tesbihler, 2 ! oórªnërdnG otuz üç, ederler. 3 ôo Ñn `rcnG *n G $G n¿ÉnërÑ°oS otuz üç, otuz üç defa da tekrar fiualar, Yeni Asya Neflriyat, 2005, s. 369-370. ® cihet: yön, görüfl aç›s›. daire-i zikir: zikir dairesi, zikir yeri. erkân-› imaniye: imana ait esaslar. halka-i kübra-i zikir: en büyük zikir halkas›, dairesi. hülâsa: bir fleyin özü, esas›, özeti. keflif: bulma, meydana ç›karma. maden: as›l, esas, kaynak. mü’min: iman eden, inanan. p›rlanta: foyas›z, yuvarlakça, parlak, k›ymetli elmas. sünuhat: akla gelen, içe do¤an fleyler. tarikat-i Muhammediye: Hz. Muhammed’in (a.s.m.) tarikati olan 1. Allah her türlü kusur ve noksandan uzakt›r. 2. Ezelden ebede kadar her türlü hamd ve flükür Allah’a mahsustur. (Fatiha Suresi: 2.) 3. Allah en büyüktür, en yücedir. sünnet yolu. tesbihat: tesbihler, Cenab-› Hakk›n bütün noksan s›fatlardan uzak ve bütün kemal s›fatlara sahip oldu¤unu ifade eden sözler. tesbihat: tesbihler, Cenab-› Hakk›n bütün noksan s›fatlardan uzak ve bütün kemal s›- 106 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) fatlara sahip oldu¤unu ifade eden sözler. ubudiyet-i Muhammediye: Hz. Muhammed’in (a.s.m.) mükemmel kulluk ve ibadeti. velâyet-i Ahmediye: P e ygamberimizin vefat›ndan sonra nübüvvet tarz›ndaki hizmetinin sureten, fiilen ve fleklen sona ermesiyle velâyet tarz›nda bu makamda devam eden manevî hizmet tarz› ve manevî varl›¤›. virt: zikir; belli zamanlarda, belli say›da, belli dualar›n zikir olarak belli biçimde ve düzenli flekilde okunmas›. ziyade: çok, fazla, art›k. HZ MUHAMMED 01 7/1/06 11:46 AM Page 107 Risalet ve Nübüvvet-i Ahmediye (a.s.m.) R‹SALET-‹ AHMED‹YEYE EN GÜZEL VE EN HOfi fiAHADET: NAMAZ Hem, saltanat-› rububiyetin dellâl› ve mübelli¤-i marziyat› ve kitab-› kâinat›n tercüman-› âyât› olan Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâm›n risaletine flahadet etmek demek olan ma¤rip namaz›n› k›lmak ne kadar lâtif, nazif bir vazife, ne kadar aziz, leziz bir hizmet, ne kadar hofl ve güzel bir ubudiyet, ne kadar ciddî bir hakikat ve bu fânî misafirhanede bâkiyâne bir sohbet ve daimâne bir saadet oldu¤unu anlamayan adam, nas›l adam olabilir? Sözler, Yeni Asya Neflriyat, 2005, s. 77-78. ‚è HZ. MUHAMMED’‹ (A.S.M.) EN YÜKSEK MERTEBEYE ÇIKARAN, SIDKTIR Hülâsa, yol ikidir: Ya sükût etmektir —çünkü, söylenilen her sözün do¤ru olmas› lâz›md›r— veya s›dkt›r. Çünkü, ‹slâmiyetin esas› s›dkt›r, iman›n hassas› s›dkt›r, bütün kemalâta isal edici s›dkt›r, ahlâk-› âliyenin hayat› s›dkt›r, terakkiyat›n mihveri s›dkt›r, âlem-i ‹slâm›n nizam› s›dkt›r, ahlâk-› âliye: yüksek ahlâk, yüce ahlâk, üstün ahlâk. âlem-i ‹slâm: ‹slâm âlemi, ‹slâm dünyas›. aleyhissalâtü vesselâm: Salât ve selâm onun üzerine olsun. aziz: izzetli, muhterem, sayg›n. bâkiyâne: daimî, sonsuz bir flekilde. ciddî: mühim, önemli. daimane: devaml› flekilde, sürekli olarak. dellâl: ilân edici; hakka davet eden. fânî: ölümlü, geçici. hakikat: gerçek, do¤ru. hassa: bir fleye mahsus olan özellik, nitelik. hizmet: görev, vazife. hülâsa: k›saca, özet. iman: inanç, itikat. îsâl: ulaflt›rma, erifltirme. kemalât: kemaller, olgunluklar, mükemmellikler. kitab-› kâinat: kâinat kitab›. latîf: güzel, hofl. leziz: lezzetli, tatl›. ma¤rip: akflam. mertebe: derece. mihver: bir konunun a¤›rl›k noktas›. Muhammed-i Arabî: Araplar›n içinden ç›kan Peygamberimiz Muhammed (asm). mübelli¤-i marziyat: Cenab-› Hakk›n raz› oldu¤u fleyleri ve emirlerini inasanlara tebli¤ eden, haber veren. nazif: temiz, pak, tahir. nizam: düzen, düzgünlük; kaide, kanun. risalet: elçilik, nebîlik, resullük, peygamber olarak gönderilme, peygamberlik. saadet: mutluluk. saltanat-› rububiyet: Allah’›n kâinat› terbiye ve idare edicilik s›fat›n›n saltanat›. s›dk: do¤ruluk. sükût: susma, sessiz kalma. flahadet: flahit olma, flahitlik, tan›kl›k. terakkiyat: ilerlemeler, geliflmeler, yükselifller. ubudiyet: kulluk. vazife: görev. HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 107 HZ MUHAMMED 01 7/1/06 11:46 AM Ashab-› Kiram: Hz. Muhammed’in (asm) Ashab›, Sahabeleri, arkadafllar›. âyine-i Ahmediye: Hz. Muhammed’in (asm) hâl ve tav›rlar›nda görülen güzellik. bürhan: delil, ispat, hüccet. cemal: güzellik. cemal-i esma: isimlerin güzelli¤i; Cenab-› Allah’›n isimlerinin güzelli¤i ve güzelli¤inin par›lt›lar›. cemal-i masnuat: Cenab-› Allah’›n mahlûkat›ndaki sanatkârane, mükemmel, kusursuz güzellik. cemal-i sanat: sanattaki güzellik, Cenab-› Hakk›n mahlûkat›nda bulunan ‹lâhî sanat güzelli¤i. cihet: yön, sebep, vesile. cilve: tecelli, görüntü. dellâl-› azam: en büyük delil ve ispat, en büyük ilân edici. dellâl-› saltanat-› rububiyet:terbiye edici olan Rabbimizin saltanat›n›n duyurucusu, ilânc›s›. ekser: pek çok. elhâs›l: has›l›, netice itibariyle, k›saca. Esma-y› Hüsna: Allah’›n adlar›, Allah’›n doksan dokuz güzel ismi. fiil: ifl, hareket. Habib-i Rabbülâlemîn: Âlemlerin Rabbi olan Allah’›n habibi, sevgilisi, Hz. Muhammed (asm). hâkezâ: böylece, bunun gibi. hakikat: gerçek, do¤ru. haflmet-i rububiyet: Rabl›¤›n, idare ve terbiye edicili¤in haflmeti, heybeti, büyüklü¤ü. hikmet: ‹lahî gaye, yüksek bilgi. hükmünde: de¤erinde, yerinde. inayet: yard›m, ihsan, lütuf. inkâr: Allah’›n varl›¤›na, birli¤ine inanmama, kabul ve tasdik etmeme. îsâl: ulaflt›rma, erifltirme. ism-i Rahman: Rahman ismi, bütün mahlûkat› rahmet ve merhametle kuflatan ve kendisine itaat eden-etmeyen diye ay›rt etmeden herkese her türlü ihsanda bulunan manas›nda Cenab-› Hakka ait isim. ism-i Vedûd: seven ve sevilen manas›nda Cenab-› Hakk›n bir ismi. kâbe-i kemalât: mükemmellikler kâbesi, güzelliklerin merkezi. kâinat: yarat›lm›fl olan fleylerin tamam›, bütün âlemler, varl›klar. madem: de¤il mi ki. meratib-i befleriye:insanl›k dereceleri, insanl›¤›n aflamalar›. meselâ: örne¤in. meflhut: gözle görülen, müflahede olunan. misal: örnek, nümune. mizan: ölçü, denge. Page 108 nev-i befleri kâbe-i kemalâta isal eden s›dkt›r, Ashab-› Kiram› bütün insanlara tefevvuk ettiren s›dkt›r, Muhammed-i Haflimî Aleyhissalâtü Vesselâm› meratib-i befleriyenin en yükse¤ine ç›karan, s›dkt›r. ‹flaratü’l-‹’caz, Yeni Asya Neflriyat, 2004, s. 93. ‚è R‹SALET-‹ MUHAMMED‹YEN‹N (A.S.M.) REDD‹ MÜMKÜN DE⁄‹LD‹R Meselâ, ism-i Rahman’›n cilvesi olan rahmet-i vâsia, o Rahmeten Lilâlemîn ile tezahür eder. Ve ism-i Vedûd’un cilvesi olan tahabbüb-i ‹lâhî ve tearrüf-i Rabbanî, o Ha bib-i Rabbülâlemîn ile netice verir, mukabele görür. Ve ism-i Cemîl’in bir cilvesi olan bütün cemaller, yani cemal-i zat, cemal-i esma, cemal-i sanat, cemal-i masnuat o âyine-i Ahmediyede görülür, gösterilir. Ve haflmet-i rububiyetin ve saltanat-› ulûhiyetin cilveleri dahi, o dellâl-› saltanat-› rububiyet olan zat-› Ahmediyenin risaletiyle bilinir, görünür, anlafl›l›r, tasdik edilir. Ve hakeza, bu misaller gibi, ekser Esma-i Hüsnan›n her biri, risalet-i Ahmediyeye birer parlak bürhand›r. E l h â s › l: Madem kâinat mevcuttur ve inkâr edilmiyor; elbette kâinat›n renkleri, ziynetleri, ›fl›klar›, ziyalar›, sanatlar›, hayatlar›, rab›talar› hükmünde olan hikmet, inayet, rahmet, cemal, nizam, mizan, ziynet gibi meflhut hakikatler, hiçbir cihetle inkâr edilmez. Madem bu s›fatlar›n, fiillerin inkâr› mümkün de¤ildir; elbette o s›fatlar›n mukabele: karfl›l›k. nev’i befler: insano¤lu, insanlar. nizam: düzen, düzgünlük; kaide, kanun. rab›ta: münasebet, alâka, ba¤. rahmet: Allah’›n kullar›n› esirgemesi, onlara maddî ve manevî nimetler vermesi. Rahmeten li’l-âlemîn: bütün âlemlere rahmet olan, Hz. Muhammed (asm). rahmet-i vâsia: bütün mah- 108 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) lûkat› içine alan genifllikte ve bol rahmet. risalet: elçilik, nebîlik, resullük, peygamber olarak gönderilme, peygamberlik. risalet-i Ahmediye: Peygamber Efendimizin (asm) peygamberli¤i. saltanat-› ulûhiyet: kâinatta flerik, ortak kabul etmeyen ‹lâhî saltanat. s›dk: do¤ruluk. s›fat: vas›f, nitelik, özellik. taarrüf-i Rabbanî: Cenab-› Allah’›n kendini tan›tmas›, bildirmesi. tahabbüb-i ‹lâhî: Allah’› sevme, Allah sevgisi. tasdik: do¤rulama, onaylama. tefevvuk: üstün olma, üstünlük. tezahür: görünme, belirme, ortaya ç›kma. zat-› Ahmediye: Hz. Peygamberin zat›, kiflili¤i. ziya: ›fl›k, ayd›nl›k, nur. ziynet: süs. HZ MUHAMMED 01 7/1/06 11:46 AM Page 109 mevsufu ve o fiillerin faili ve o ziyalar›n günefli olan Zat-› Vacibü’l-Vücud, Hakîm, Kerîm, Rahîm, Cemîl, Hakem, Adl dahi hiçbir cihetle inkâr edilmez ve inkâr› kabil olmaz. Ve elbette o s›fatlar›n ve o fiillerin medar-› zuhurlar›, belki medar-› kemalleri, belki medar-› tahakkuklar› olan rehber-i ekber, muallim-i ekmel ve dellâl-› azam ve t›ls›m-› kâinat›n keflflaf› ve âyine-i Samedanî ve habib-i Rahmanî olan Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm›n risaleti hiçbir cihetle inkâr edilmez. Âlem-i hakikatin ve hakikat-i kâinat›n ziyalar› gibi, bunun risaleti dahi, kâinat›n en parlak bir ziyas›d›r. pΩÉsjn’rG päGnôp°TÉnY pOnón©pH oΩnÓs°ùdGnh oInÓs°üdG p¬pÑrën°Unh /¬dp 'G¤n=' Y hn p¬r«n∏nY 1 pΩÉnf’n rG päGsQnPhn Asa-y› Mûsa, Yeni Asya Neflriyat, 2005, s. 298-299. ‚è ‹NSANLIK KERVANININ RE‹S‹ RESUL-‹ EKREM’D‹R (A.S.M.) Hikmet: “Nereden geliyorsunuz? Nereye gidiyorsu nuz? Bu dünyada ifliniz nedir? Reisiniz kimdir?” Bu suale, benîadem nam›na, emsali olan büyük peygamberler gibi, Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâm, nev-i beflere vekâleten karfl›s›na ç›karak flöyle cevapta bulundu: 1. Günlerin aflireleri ve mahlûkat›n zerreleri adedince, ona ve Âl ve Ashab›na salât ve selâm olsun. Adl: her fleyi adaletli bir flekilde idare eden Allah. âlem-i hakikat: hakikat âlemi, gerçeklik dünyas›. aleyhissalâtü vesselâm: Salât ve selâm onun üzerine olsun. Ashap: Sahabeler, Hz. Peygamberi (asm) görmüfl ve onunla konuflmufl olan Müslüman kimseler. aflire-i dakika: dakikan›n onuncu kuvveti, 60 üzeri 10. âyine-i Samedanî: en genifl bir kulluk vazifesiyle ‹lâhî r›zaya ayinedarl›k eden Hz. Muhammed (asm). benîâdem: Ademo¤ullar›, insanlar. bürhan: delil, ispat, hüccet. Cemîl: güzellik sahibi olan zat, Allah. cihet: yön, sebep, vesile. delâil-i nübüvvet: peygamberlik delilleri, peygamberli¤in hak oldu¤unu ispatlayan deliller. delâlet: delil olma, gösterme; alamet, iflaret. dellâl-› azam: en büyük delil ve ispat, en büyük ilân edici. emsal: örnekler, benzerler. fail: ifli yapan, fiili iflleyen, ya- pan, eden iflleyen. fiil: ifl, hareket. Hakem: hakl› ile haks›z› ay›ran ve her ifli hikmete göre olan Cenab-› Hak. hakikat-› haflriye: dirilifl gerçe¤i, haflir hakikat›. hakikat-› kâinat: yarat›lm›fllar›n, nesnelerin gerçe¤i, asl›. Hakîm: her fleyi bir maksatla uygun ve hikmetle yaratan, hikmet sahibi Allah. hakkaniyet: hak ve adalete uygunluk, hak ve do¤ruluktan ayr›lmama. hikmet: ‹lahî gaye, yüksek bilgi. inkâr: reddetme, tan›mama, kabul ve tasdik etmeme, inanmama. ispat: kan›tlama, do¤rulama. kabil: mümkün, ihtimal dairesinde. Kerîm: ihsan ve ikram› bol olan Allah. kervan: birbirinin ard›nca ve topluca hareket eden fleyler. keflflaf: keflfeden, gizli bir fleyi meydana ç›karan. mahlûkat: yarat›klar, Allah taraf›ndan yarat›lanlar. medar-› kemal: olgunluk vesilesi, mükemmellik sebebi. medar-› tahakkuk: ortaya ç›kmaya sebep olan. medar-› zuhur: görünme sebebi, olmaya ve ç›kmaya sebep. mevsuf: vas›flanm›fl, nitelenmifl. mu’cize: benzerini yapmaktan insanlar›n aciz kald›¤› fley. Muhammed-i Arabî: Araplar›n içinden ç›kan Peygamberimiz Muhammed (asm). Rahîm: merhamet eden, çok merhametli olan, esirgeyen, koruyan, ac›yan Allah. rehber-i ekber: en büyük rehber. risalet: elçilik, nebîlik, resullük, peygamber olarak gönderilme, peygamberlik. flahadet: flahit olma, flahitlik, tan›kl›k. tahakkuk: gerçekleflme, meydana gelme, olma. tenzih: Allah’› flan›na lây›k olmayan fleylerden, her türlü eksik ve noksandan uzak ve yüce tutma, münezzeh sayma. t›ls›m-› kâinat: kâinat›n t›ls›m›, evrenin gizli s›rr›. vazife: görev. vekâleten: vekâlet yoluyla, birisine vekil olarak, baflkas› ad›na. zat-› vacibü’l-vücut: varl›¤› mutlaka gerekli olan zat, Cenab-› Allah. zerre: en küçük parça, molekül, atom. ziya: ›fl›k, ayd›nl›k, nur. HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 109 HZ MUHAMMED 01 7/1/06 11:46 AM Page 110 “Ey hikmet! Bu gördü¤ün insanlar, Sultan-› Ezelî’nin kudretiyle, yokluk karanl›klar›ndan ziyadar varl›k âlemine ç›kar›lan mahlûklard›r. Sultan-› Ezelî, bütün mevcudat› içinde biz insanlar› seçmifl ve emanet-i kübray› bize vermifltir. Biz, haflir yoluyla saadet-i ebediyeye müteveccihen hareket etmekteyiz. Dünyadaki iflimiz de, o saadet-i ebediye yollar›n› temin etmekle re’sü’l-mal›m›z olan istidatlar›m›z› nemaland›rmakt›r. Ve flu azîm insan kervan›na, bundan sonra Sultan-› Ezelî’den risalet vazifesiyle gelip riyaset eden benim. ‹flte o Sultan-› Ezelî’nin risalet berat› olarak bana verdi¤i Kur’ân-› Azîmüflflan elimdedir. fiüphen varsa al, oku!” ‹flaratü’l-‹’caz, Yeni Asya Neflriyat, 2004, s. 17-18. ‚è RESUL-‹ EKREM (A.S.M.) HAT E M Ü ’ L - E N B ‹ YADIR 1 n∂r«n∏nY ’ye bedel 2 n∂r«ndpG ’nin zikri, Resul-i Ekrem’in (a.s.m.) teklif edilen risalet vazifesini cüz-i ihtiyarîsiyle haml ve kabul etmifl oldu¤una ve bu hizmet Cibril taraf›ndan görüldü¤ünden, Resul-i Ekrem’in (a.s.m.) daha âlem: dünya, cihan. azim: büyük, yüce. berat: niflan, rütbe ve imtiyaz için verilen belge, kurtulufl belgesi. Cibril: Cebrail (as). cüz-i ihtiyarî: Cenab-› Hak taraf›ndan insana verilen arzu serbestli¤i; diledi¤i gibi hareket edebilme kuvveti; cüz’î irade. delâlet: delil olma, gösterme. emanet-i kübra: büyük emanet, en büyük emanet. haml: yükleme, yüklenme. haflr: yeniden toplanma, bir araya gelme. hikmet: hizmet: görev, vazife. ihtiyar: irade, tercih. ism-i zahir: Esma-y› Hüsnadan Cenab-› Hakk›n varl›¤›n›n eserleriyle ve delilleriyle aflikâr ve görünür oldu¤unu ifade eden ismi. istidat: yarat›l›fltan olan ve zamanla gelifltirilen kabiliyet; bir fleyin kazan›lmas›na olan f›trî meyil. yüksek oldu¤una iflarettir. Çünkü, 3 '¤nY ’da ihtiyar olma- d›¤› gibi, vas›ta-i nüzulün daha yüksek oldu¤una delâlet eder. n∂r«ndpG ’deki zamirin ism-i zahire tercih sebebi, Kur’ân 1. Senin üzerine… 2. Sana… (Bakara Suresi: 4.) 3. Üzerine. kudret: güç, kuvvet, iktidar. mahlûk: yarat›k, Allah taraf›ndan yarat›lm›fl olan. mevcudat: mevcutlar, var olan her fley, mahluklar. müteveccihen: teveccüh ederek, yönelerek. nema: ço¤alma, artma. Resul-i Ekrem: çok cömert, 110 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) kerîm olan peygamber, Hz. Muhammed (asm). re’sü’l-mâl: ana para, sermaye. risalet: elçilik, nebîlik, resullük, peygamber olarak gönderilme, peygamberlik. riyaset: reislik, baflkanl›k. saadet-i ebediye: sonu ol- mayan, sonsuz mutluluk. Sultan-› Ezelî: ezelî sultan; kudret, kuvvet ve hükümranl›¤›n›n bafllang›c› olmayan Allah. teklif: bu maksatla sunulan fley. temîn: elde etme. tercih: HZ MUHAMMED 01 7/1/06 11:46 AM Page 111 ve Kur’ân’a ait hususat hususunda Hazret-i Muhammed (a.s.m.) yaln›z muhatap olup, kelâm Allah’›n kelâm› oldu¤una iflarettir. Bu kelâm›n icaz derecesi, flu zikredilen letaiften anlafl›ld›. 1 n∂p∏rÑnb røpe n∂r«ndpG n∫põrfo G =Énehn : Bu gibi s›fatlarda bir teflvik vard›r. Ve o teflvikten sâmileri imtisale sevk eden emirler ve nehiyler do¤uyor. Bu cümlenin makabliyle nazm›na dair “dört letaif” vard›r. 1. Bu cümlenin makabline atf›, medlûlün delile olan bir atf›d›r. fiöyle ki: “Ey insanlar! Kur’ân’a iman etti¤iniz gibi, kütüb-i sa b›kaya da iman ediniz. Çünkü, Kur’ân onlar›n s›dk›na delil ve flahittir.” 2. Yahut o at›f, delilin medlûle olan atf›d›r. fiöyle ki: “Ey ehl-i kitap! Geçmifl olan enbiya ve kitaplara iman etti¤iniz gibi, Hazret-i Muhammed (a.s.m.) ile Kur’ân’a da iman ediniz. Zira, onlar Hazret-i Muhammed’in (a.s.m.) gelmesini tebflir ettikleri gibi, onlar›n ve kitapla r›n›n s›dk›na olan deliller, hakikatiyle, ruhuyla Kur’ân’da ve Hazret-i Muhammed’de (a.s.m.) bulunmufltur. Öyle ise, Kur’ân Allah’›n kelâm› ve Hazret-i Muhammed de (a.s.m.) resulü oldu¤unu tarik-› evlâ ile kabul ediniz ve et melisiniz.” ‹flaratü’l-‹’caz, Yeni Asya Neflriyat, 2004, s. 51-52. *** 1. Senden önce indirilene… (Bakara Suresi: 4.) at›f: ba¤lamak, yüklemek. dair: alakal›, ilgili. delil: bir davay› ispata yarayan fley, burhan. ehl-i kitap: kitap ehli, kitapl› dinlerin mensuplar›. enbiya: nebiler, peygamberler. hakikat: gerçek, do¤ru. hususat: hususlar. icaz: az sözle çok mana ifade etme. iman: inanç, itikat. imtisal: emre tamamen uyma, gerekeni yapma, al›nan emre boyun e¤me. kelâm: ‹lâhî söz, ‹lâhî emir, vahiy. kelâm: söz, konuflma. kütüb-i sab›ka: Önceki, geçmifl kitaplar. letaif: güzellikler, incelikler. mâkabl: öndeki, üstteki. medlûl: delâlet olunan, iflarat edilen, gösterilen. muhâtab: kendisine hitap olunan, söz söylenilen kimse. nazm: tertip etme, düzene, koyma, dizme. nehiy: yasaklama, menetme, bir iflin yap›lmamas› konusunda tembihte bulunma. resul: Allah’›n elçisi, peygam- ber. sâmi: dinleyen, dinleyici. sevk: yöneltme. s›dk: do¤ruluk. tarik-› evlâ: daha iyi olan yol, üstün yol, meslek. tebflir: müjde verme, müjdeleme. teflvik:isteklendirme, özendirme. vas›ta-i nüzul: inme vas›tas›. vazife: görev. zamir: ismin yerini tutan kelimeler. zikretmek: anmak, bildirmek. ziyadar: ziyal›, ›fl›kl›, parlak, ayd›nl›k. HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 111 HZ MUHAMMED 01 7/1/06 11:46 AM Page 112 Ezcümle, 1 n∂p∏rÑnb røpe kelimesine bak. Bu ayetin her ta- raf›ndan uçup bu kelimenin bafl›na konan letaifi gör. Zira bu ayet, nübüvvet hakk›ndad›r. Nübüvvet meselesinde befl maksat vard›r. Bu maksatlar, befl nükte ve letaiften in’ikâs etmifltir. Bu befl letaif, n∂p∏rÑnb røpe ’nin sadefindedir. Maksatlar ise: 1. Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm, resul dür. 2. Ekmelü’r-rusüldür. 3. Hatemü’l-enbiyad›r. 4. Risaleti ammedir. 5. fieriat›, sair fleriatlar›n mehasinini cem ile onlar›n nasihidir. • Birinci maksad›n n∂p∏rÑnb røpe ’den vech-i in’ikâs›: Meslekleri ve yollar› bir olan bir cemaat, aleyhissalâtü vesselâm: Salât ve selâm onun üzerine olsun. amme: umuma mahsus olan, genel, umumî. ayet: Kur’an’›n her bir cümlesi. binaenaleyh: bundan dolay›, bunun üzerine. cem: toplama, biriktirme. cemaat: topluluk, aralar›nda çeflitli ba¤lar bulunan insanlar toplulu¤u. ekmelü’r-rüsul: peygamberlerin en üstünü; Hz. Muhammed (asm). ezcümle: bu cümleden olarak. fehm: anlama, anlay›fl, kavray›fl. Hâtemü’l-Enbiya: peygamberlerin en sonuncusu Hz. Muhammed (asm). Hazret-i Muhammed: Peygamber Efendimiz. iktiza: gerektirme, lüzumlu k›lma. imaen: ima yoluyla, ima ederek, sezdirerek, iflaretle. in’ikâs: aksetme, yans›ma. n∂p∏rÑnb røpe ke- limesinden imaen fehmolunur. Binaenaleyh, Hazret-i Muhammed’in (a.s.m.) n∂p∏rÑnb røpe ’deki zamire merci ol- mas›, o cemaatten ma’dut olmas›n› iktiza eder. Ve onlar›n meslekleri olan nübüvvetlerine ve kitaplar›n›n s›dk›na 1. Senden önce… (Bakara Suresi: 4.) letaif: güzellikler, incelikler. ma’dut: say›lan, addolunan. maksat: kastedilen fley; gaye. mehasin: güzellikler, iyilikler. merci: merkez, kaynak. mesele: konu. meslek: gidifl, usül, tarz. nasih: nesih eden, iptal eden, battal eden, hükmü b›rakt›ran. nübüvvet: nebilik, peygam- 112 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) berlik. nükte: ince manal›, düflündürücü söz. resul: Allah’›n elçisi, peygamber. sadef: sedef, inci kabu¤u. sâir: di¤er, baflka, öteki. s›dk: do¤ruluk; ba¤l›l›k. fleriat: Allah taraf›ndan peygamber vas›tas›yla bildirilen, ‹lâhî emir ve yasaklara daya- nan hükümlerin hepsi. fleriat: Allah taraf›ndan peygamber vas›tas›yla bildirilen, ‹lâhî emir ve yasaklara dayanan hükümlerin hepsi. vech-i in’ikâs: aksetme yönü. zamir: kifli, özlük, gösterme, soru ve belirsizlik kavram› vererek varl›klar›n yerini tutan kelime. HZ MUHAMMED 01 7/1/06 11:46 AM Page 113 olan bütün deliller, Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm›n risaletine ve Kur’ân’›n Allah’tan nazil oldu¤una bir hüccet-i kàt›a oldu¤u gibi, onlar›n mu’cizeleri de Hazret-i Muhammed’in (a.s.m.) davas›na bir mu’cize hükmüne geçer. • ‹kinci maksad›n vech-i in’ikâs›: Üç kaideden tezahür eder. 1. Sultanlar daima halk›n, cemaatin, ordunun sonunda ç›karlar. 2. Nev-i beflerde tekemmül vard›r. Bu tekemmül kanunu, ikinci mürebbînin ve ikinci mükemmilin, evvelki mürebbîlerden daha ekmel olmas›n› iktiza eder. 3. Alelekser, halefin mahareti selefinden daha ziyadedir. ‹flte bu üç kaideden, Hazret-i Muhammed’in (a.s.m.) ekmel-i enbiya oldu¤u tezahür eder. • Üçüncü maksad›n vech-i in’ikâs›: Meflhur bir kaidedir ki, bir vahit ço¤alsa teselsül eder, gittikçe gider, bir yerde durmaz. Fakat, çoklar ve kesîr olanlar ittihat etse kuvvetlenir, istikrar peyda eder, yerinde kal›r, daha de¤iflmez. Demek, Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm, hatemü’l-enbiyad›r. Mefhum-i muhalifiyle iflmam eder ki, ondan sonra peygamber gelmez; hatemiyetine hatem ve imza basar. alelekser: ekseriya, ço¤unlukla, çok kez, çok vakit. delil: kan›t, flahit, iz. ekmel: daha (en, pek) mükemmel, en olgun, kusursuz ve eksiksiz olan. ekmel-i enbiya: nebîlerin en mükemmeli, Peygamberimiz Hz. Muhammed (asm). evvel: önce. halef: sonradan gelen. hatem: mühür, damga. hatemiyet:hatemlik, mühür olma, en son olma durumu. hâtemü’l-enbiya: peygamberlerin en sonuncusu Hz. Muhammed (asm). hüccet-i kat›a: kat’i ve kesin delil, hiç bir flüpheye mahal b›rakmayan delil. hükmüne: yerine, de¤erine. iktiza: laz›m gelme, gerekme. istikrar: kararl›l›k. iflmam: biraz duyurma, ç›tlatma. ittihat: birleflme, birlik oluflturma. kaide: kural, esas, düstur. kesir: çok çok olan, bol. maharet: mahirlik, ustal›k. mefhum-› muhalif: bir sözde bizzat kast edilen manan›n tersinden anlafl›lan, z›t anlam. mu’cize: benzerini yapmaktan insanlar›n aciz kald›¤› fley. mükemmil: mükemmel hale getiren, tamamlayan, tamamlay›c›, ikmal eden, mükemmellefltiren. mürebbî: terbiye eden, terbiye veren, yetifltiren. nazil: nüzul eden, inen. nev’i befler: insano¤lu, insanlar. peydâ: meydana gelme, a盤a ç›kma. peygamber: haber getiren, haber ulaflt›ran, haberci. risalet: elçilik, nebîlik, resullük, peygamber olarak gönderilme, peygamberlik. selef: daha önce yaflam›fl olan kimse, ced, ata. tekemmül: olgunlaflma, kemale erme, mükemmelleflme. teselsül: zincirleme, silsile halinde birbirini takip etme. tezahür: görünme, belirme, ortaya ç›kma. vahit: yaln›z, tek, bir. vech-i in’ikâs: aksetme yönü. ziyade: çok, fazla. HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 113 HZ MUHAMMED 01 7/1/06 11:46 AM Page 114 • Dördüncü maksad›n vech-i in’ikâs›: 1 n∂p∏rÑnb røpe kelimesinin ifade etti¤i gibi, Hazret-i Mu- hammed (a.s.m.), onlar›n halefidir ve onlar, tamamen o hazretin selefleridir. Binaenaleyh, halefin, selefe ait vazifeyi tamam›yla üzerine alarak onlar›n yerine kaim olmas›, o hazretin bütün seleflerine naip ve bütün ümmetlerine resul oldu¤unu iktiza eder. adem-i ihtiyaç: muhtaç olmama, ihtiyaçtan uzak olma, ihtiyaçs›zl›k. âlem: dünya. âlem-i insaniyet: insanl›k âlemi. an’ane: âdet, örf, gelenek, nesilden nesile aktar›lagelen fleyler. binaenaleyh: bundan dolay›, bunun üzerine. davet-i münferide:yaln›z olarak, tek bafl›na olan davet. delâlet: delil olma, gösterme. evvel: önce. f›trî: tabiî, yarat›l›fltaki, do¤ufltan olan. halef: sonradan gelen. Hâtemü’l-Enbiya: peygamberlerin en sonuncusu Hz. Muhammed (asm). hazret: sayg›, ululama, yüceltme, övme maksad›yla kullan›lan tabir. hükmüne: yerine, de¤erine. ihtilât: kar›flma. ihtiva: içine alma, kapsama. iktiza: gerektirme, lüzumlu k›lma. intiha: son, nihayet, uç. iptida: bafl taraf, evvel, bafllang›ç. istidaden:kabiliyet olarak, yetenek bak›m›ndan. ittihat: birleflme, birlik oluflturma. kâfî: yeterli. kaide: kural, esas, düstur. kâim: yerine geçmek. kavim: millet; aralar›nda dil, âdet, örf, kültür birli¤i olan insan toplulu¤u. küre-i arz: yer küre, dünya. maddeten: maddî olarak. mana: anlam. manen: mana bak›m›ndan, manaca. mesafe: uzakl›k, ara. meyil: bir tarafa do¤ru e¤ilme, yönelme. muhabere: haberleflme. muhtelif: türlü türlü, çeflitli. müdavele-i efkâr: larfl›l›kl› fikir al›fl-veriflinde bulunma. münakale: ulaflt›rma. Evet, bu kaide, hükmüne uygun f›trî bir kaidedir. Zira, Zaman-› Saadetten evvel insan âleminin ihtiva etti¤i ümmetler, milletler aras›nda maddeten ve manen, istidaden ve terbiyeten pek muhtelif ve genifl mesafeler vard›. Bunun içindir ki, terbiye-i vahide ve davet-i münferide kâfi gelmiyordu. Vakta ki âlem-i insaniyet Zaman-› Saadetin flems-i saadetiyle uyand› ve müdavele-i efkâr ile, an’anelerinin terkiyle, tebdiliyle ve kavimlerin birbirine ihtilâtlar›yla ittihada meyil gösterdi ve aralar›nda münakale ve muhabere bafllad›; hatta küre-i arz bir memleket, belki bir vilâyet, belki bir köy gibi oldu; bir davet ve bir nübüvvet umum insanlara kafi görüldü. Beflinci maksad›n vech-i in’ikâs›: ∂ n ∏p Ñr bn ør ep ’deki røpe iptida manas›n› ifade eder. ‹ptida ise, bir intihaya bakar. ‹ntiha, adem-i ihtiyaca delâlet eder. Öyleyse, o hazret, hatemü’l-enbiyad›r ve âlem-i insaniyetin baflka bir resule ihtiyac› yoktur. ‹flaratü’l-‹’caz, Yeni Asya Neflriyat, 2004, s. 53-54. ‚è 1. Senden önce… (Bakara Suresi: 4.) naip: vekil, bir kimsenin yerini tutan, ifllerini yürüten kimse. nübüvvet: nebilik, peygamberlik, Allah elçili¤i. resul: yeni bir din veya yeni bir kitap getirmifl olan peygamber, kendisine kitap indirilmifl peygamber; Allah’›n elçisi. selef: daha önce yaflam›fl 114 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) olan kimse, ced, ata. flems-i saadet: saadet , mutluluk günefli. tebdil: de¤ifltirme, dönüfltürme. terbiye-i vahide: tek terbiye; terbiyede birlik. t e r b i y e t e n :terbiye olarak, e¤itim aç›s›ndan. umum: bütün, herkes. ümmet: hak dine davet et- mek için Allah taraf›ndan kendilerine peygamber gönderilen ve bu peygambere inan›p ba¤lanan cemaat, topluluk. vazife: görev. vech-i in’ikâs: aksetme yönü. vilayet: il. zaman-› saadet: Asr-› saadet dönemi. HZ MUHAMMED 01 7/1/06 11:46 AM Page 115 NEV-‹ BEfiER‹N ANDEL‹B-‹ ZÎfiANI Bülbül bahsine bir tetimme Sak›n zannetme ki, bu ilân ve dellâll›k ve tesbihat›n na¤amat›yla teganni bülbüle mahsustur. Belki, ekser enva›n her bir nev’inin bülbül misali bir s›n›f› var ki, o nev’in en lâtif hissiyat›n›, en lâtif bir tesbih ile, en lâtif sec’alarla temsil edecek birer lâtif ferdi veya efrad› bulunur. Hususan sinek ve böceklerin bülbülleri hem çoktur, hem çeflit çeflittirler ki, onlar bütün kula¤› bulunanlar›n en küçük hayvandan en büyü¤üne kadar olanlar›n bafllar›nda tesbihatlar›n› güzel sec’alarla onlara iflittirip, onlar› mütelezziz ediyorlar. Onlardan bir k›sm› leylîdir; gecede sükûta dalan ve sükûnete giren bütün küçük hayvanlar›n kasidehan enisleri, gecenin sükûnetinde ve mevcudat›n sükûtunda onlar›n tatl› sözlü nutukhanlar›d›r ve o meclis-i halvette olan zikr-i hafînin dairesinde birer kutuptur ki, her birisi onu dinler, kendi kalpleriyle Fât›r-› Zülcelâl’lerine bir nevi zikir ve tesbih ederler. Di¤er bir k›sm›, neharîdir; gündüzde a¤açlar›n minberlerinde, bütün zîhayatlar›n bafllar›nda, yaz ve bahar mevsimlerinde yüksek avazlar›yla, lâtif na¤amat ile, sec’al› tesbihat ile, Rahmanirrahîm’in rahmetini ilân ediyorlar. Güya bir zikr-i cehrî halkas›n›n bir reisi gibi, iflitenlerin cezbelerini tahrik ediyorlar ki, o vakit iflitenlerin her birisi andelib-i zîflan: flan sahibi bülbül. avaz: nefret, kin. ses, seda, ba¤›rt›, 盤l›k. cezbe: ruhî heyecan, coflkunluk, ruhun coflkunlukla kendinden geçme hâli. dellâl: ilân edici; hakka davet eden. efrat: fertler. ekser: pek çok. enis: dost, arkadafl; yar, sevgili, yoldafl. enva: çeflitler, türler, neviler. Fât›r-› Zülcelâl: sonsuz büyüklük sahibi ve benzeri olmayan fleyleri yaratan Allah. güya: sanki. hissiyat: hisler, duygular. hususan: bilhassa, özellikle. ilân: yayma, duyurma, bildirme. kasidehan: kaside söyleyen, okuyan. latîf: güzel, hofl. leylî: geceye ait, geceyle ilgili, gece vakti olan. meclis-i halvet: bafl bafla ka- l›nan meclis. mevcudat: mevcutlar, var olan her fley, mahluklar. minber: camide hatibin hutbe okudu¤u merdivenli kürsü. misal: örnek, nümune. mütelezziz: lezzet alan, tat hisseden, hazzeden, hofllanan. nagamat: na¤meler, güzel sesler, âhenkler, ezgiler. neharî: gündüzcü. nev: tür, çeflit. nev’i befler: insano¤lu, insanlar. nevi: çeflit. nutukhan:nutuk okuyan, konuflan. Rahmanürrahim: çok flefkatli, çok merhametli olan Allah. rahmet: Allah’›n kullar›n› esirgemesi, onlara maddî ve manevî nimetler vermesi. reis: baflkan. sec’a: kumru, güvercin gibi kufllar›n na¤melerini tekrarlamak suretiyle ötmeleri. sükûnet: huzur, sakinlik. sükût: sessizlik. tahrik: hareket ettirme, harekete geçirme. tegannî: makamla okuma, flark› söyleme. temsil: benzetme, misal getirme. tesbih: Allah’› bütün kusur ve noksan s›fatlardan uzak tutma, Cenab-› Hakk› flan›na lay›k ifadelerle anma. tesbihat: tesbihler, Cenab-› Hakk›n bütün noksan s›fatlardan uzak ve bütün kemal s›fatlara sahip oldu¤unu ifade eden sözler. tetimme: bir konuyu veya eseri tamamlamak için eklenen k›s›m, ek. zîhayat: hayat sahibi. zikir: Allah’›n adlar›n› anarak dua etme, Allah’› anma. zikr-i cehrî: yüksek sesle yap›lan zikir. zikr-i hafî: gizli zikir, içten ve kalpten yap›lan gizlice zikir, alçak sesle, müridin ancak kendinin duyabilece¤i sesle yap›lan zikir. HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 115 HZ MUHAMMED 01 7/1/06 11:46 AM Page 116 lisan-› mahsusuyla ve bir avaz-› hususî ile Fât›r-› Zülcelâl’inin zikrine bafllar. andelib-i zîflan: flan sahibi bülbül. arz: yer, dünya. avaz-› hususî: her canl›n›n kendine mahsus olan ve onu baflkalar›ndan ay›ran sesi, ses tonu. azîm: büyük, yüce, ulu. bâhir: apaç›k, aflikar. bedî: efli ve benzeri olmayan, eflsiz güzel; yeni, garip, eflsiz. benîâdem: Ademo¤ullar›, insanlar. bülbül-i zülkurân: Kurân sahibi bülbül. Cenab-› Hak: Allah; do¤ru, gerçek, Hakk›n tâ kendisi olan, fleref ve azamet sahibi yüce Allah. cezbe: çekme, çekim; heyecen, coflkunluk. dergâh: huzur, kat. eamm: pek flümullü, daha umumî ve genifl. ecmel: çok güzel, en yak›fl›kl›, daha güzel. efdâl: faziletli, üstün, geçerli. ekmel: daha (en, pek) mükemmel, en olgun, kusursuz ve eksiksiz olan. elhâs›l: has›l›, netice itibariyle, k›saca. eflref: en flerefli, daha flerefli, en iyi, en güzel. etem: daha, en, pek tam, kusursuz, eksiksiz. evamir-i tekviniye: yaratma içeren emirler, varl›¤›n yarat›l›fl›yla ilgili ifller. Fât›r-› Zülcelâl: sonsuz büyüklük sahibi ve benzeri olmayan fleyleri yaratan Allah. f›trat: yarat›l›fl, tabiat, mizaç, huy. hayvânât: hayvanlar. hedaya: hediyeler, arma¤anlar, ba¤›fllar. hizmet: görev, vazife. ibadat: ibadetler. imtisal: emre tamamen uyma, gerekeni yapma, al›nan emre boyun e¤me. izhar: gösterme, a盤a vurma. kâinat: yarat›lm›fl olan fleylerin tamam›, bütün âlemler, varl›klar. kemal-i itaat: itaatin kusursuzlu¤u, tam ve mükemmel itaat. latîf: güzel, hofl. leziz: lezzetli, tatl›. lisan-› mahsus: kendisine ait dil, kendine ait tarz. mevcudat: mevcutlar, var olan her fley, mahluklar. Muhammed-i Arabî: Araplar›n içinden ç›kan Peygamberimiz Muhammed (asm). münevver: nurlu, ›fl›kl›, parlak. Demek, her bir nevi mevcudat›n, hatta y›ld›zlar›n da bir serzakiri ve nurefflan bir bülbülü var. Fakat, bütün bülbüllerin en efdali ve en eflrefi ve en münevveri ve en bâhiri ve en azîmi ve en kerîmi ve sesçe en yüksek ve vas›fça en parlak ve zikirce en etem ve flükürce en eam ve mahiyetçe en ekmel ve suretçe en ecmel, kâinat bostan›nda arz ve semavat›n bütün mevcudat›n› lâtif secaat›yla, leziz na¤amat›yla, ulvî tesbihat›yla vecde ve cezbeye getiren, nev-i beflerin andelib-i zîflan› ve benîâdemin bülbül-i zülkur’ân›, Muhammed-i Arabîdir. 1 päÉnª«/∏°rùsàdG πo nªrLnGhn pInÓ°südG πo °n†ranG /¬dp ÉnãrenGhn /¬dp 'G¤n=' Yhn p¬r«n∏nY E l h â s › l : Kâinat saray›nda hizmet eden hayvanat, kemal-i itaatle evamir-i tekviniyeye imtisal edip, f›tratlar›ndaki gayeleri güzel bir vecihle ve Cenab-› Hakk›n nam›yla izhar ederek, hayatlar›n›n vazifelerini bedî bir tarz ile Cenab-› Hakk›n kuvvetiyle ifllemekle ettikleri tesbihat ve ibadat, onlar›n hedâyâ ve tahiyyatlar›d›r ki, Fât›r-› Zülcelâl ve Vahib-i Hayat dergâh›na takdim ediyorlar. Sözler, Yeni Asya Neflriyat, 2005, s. 570-571. ‚è 1. Ona, âline ve benzerleri olan di¤er peygamberlere en üstün salâvatlar ve en güzel selâmlar eyle. nagamat: na¤meler, güzel sesler, âhenkler, ezgiler. nev’i befler: insano¤lu, insanlar. nevi: çeflit. nurefflan: nur saçan, ayd›nlatan. semavat: semalar, gökler. serzakir: zikredenlerin bafl›. tahiyyat: tahiyyeler, selam- 116 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) lar, dualar. takdim: arz etme, sunma. tarz: biçim, flekil, suret. tesbihat: tesbihler, Cenab-› Hakk›n bütün noksan s›fatlardan uzak ve bütün kemal s›fatlara sahip oldu¤unu ifade eden sözler. ulvî: yüksek, yüce; manevî, ruhanî. Vâhib-i Hayat: hayat veren, hayat ba¤›fllayan. vazife: görev. vecd: kendini kaybedercesine ‹lâhî aflka dalma. vecih: cihet, yön. zikr (zikir): Allah’›n adlar›n› anarak dua etme, Allah’› anma. HZ MUHAMMED 01 7/1/06 11:46 AM Page 117 DEL‹L-‹ NÜBÜVVET HAfiR‹ GEREKT‹R‹R Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm›n risaletine delâlet eden bütün mu’cizeleri ve bütün delâil-i nübüvveti ve hakkaniyetinin bütün bürhanlar›, birden, hakikat-i haflriyenin tahakkukuna flahadet ederek ispat ederler. Çünkü, bu zat›n bütün hayat›nda, bütün davalar›, vahdaniyetten sonra haflirde temerküz ediyor. Hem, umum peygamberleri tasdik eden ve ettiren bütün mu’cizeleri ve hüccetleri, ayn› hakikate flahadet eder. Hem, 1 /¬p∏°oSoôpHhn kelimesinden gelen flahadeti bedahet derecesine ç›karan 2 /¬pÑoà`ochn flahadeti de, ayn› hakikate flahadet eder. Sözler, Yeni Asya Neflriyat, 2005, s. 163-164. ‚è NÜBÜVVET-‹ AHMED‹YEYE (A.S.M.) DEL‹L OLAN BÜTÜN MU'C‹ZAT-I PEYGAMBERÎ HAfi‹R VE AH‹RETE DAH‹ fiAHADET EDER Mu’cizülbeyan-› Kur’ân’›n üçten birisi haflre ve ahirete bakar, her davay› ona bina eder. Öyle ise, Kur’ân’›n hakkaniyetini ispat eden bütün mu’cizeleri ve hüccetleri, ahiretin vücuduna dahi delâlet ettikleri gibi, Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm›n nübüvvetine flahadet eden bütün mu’cizeleri ve umum delâil-i nübüvveti ve s›dk›n›n bütün hüccetleri, haflir ve ahirete dahi flahadet ederler. Çünkü, o zat›n (a.s.m.) bütün hayat›nda daimî bir büyük davas› ahiret oldu¤u gibi, bütün yüz yirmi dört bin 1. Ve peygamberlerine iman ettim. 2. Ve kitaplar›na iman ettim. ahiret: bedahet: aç›kl›k, ap aç›k olufl. bürhan: delil, ispat, hüccet. dava: takip edilen fikir, iddia. delâil-i nübüvvet: peygamberlik delilleri, peygamberli¤in hak oldu¤unu ispatlayan deliller. delâlet: delil olma, gösterme; alamet, iflaret. hakikat-i haflriye: dirilifl gerçe¤i, haflir hakikati. hakkaniyet: do¤ruluk, gerçek olufl. haflir: hüccet: delil. ispat: delil ve flahit göstererek do¤ruyu ortaya koyma, do¤ruyu delillerle gösterme. Mu’cizülbeyan-› Kur’ân: Kur’ân’›n mu'cize olan aç›klamalar›, ifadeleri. mu’cizat-› Peygamberî: Peygamberimiz Hz. Muhammed’e (a.s.m.) ait mu’cizeler. mu’cize: ola¤anüstü hâl, harika durum. nübüvvet: peygamberlik, elçilik. nübüvvet-i Ahmediye: Hazret-i Muhammed’in peygamberli¤i, elçili¤i. risalet: elçilik, nebîlik, resullük, peygamber olarak gönderilme, peygamberlik. s›dk: do¤ruluk; ba¤l›l›k. flahadet: flahit olma, flahitlik, tan›kl›k. tahakkuk: gerçekleflme, olma; delil ile ispat edilme, kesinleflme. tasdik: do¤rulama, onaylama. temerküz: merkezleflme, bir merkezde toplanma. umum: bütün. vahdaniyet: Allah’›n birli¤i ve varl›¤›, Allah’›n bir oluflu. zat: kifli, flah›s, fert. HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 117 HZ MUHAMMED 01 7/1/06 11:46 AM Page 118 peygamberler (aleyhimüsselâm) dahi hayat-› bâkiye ve saadet-i ebediyeyi dava edip beflere müjde ederek hadsiz mu’cizelerle ve kat’î delillerle ispat ettiklerinden, elbette onlar›n peygamberliklerine ve sad›k›yetlerine delâlet eden bütün mu’cizeleri ve hüccetleri, onlar›n en büyük ve daimî davalar› olan ahirete ve hayat-› bâkiyeye flahadet ederler. Buna k›yasen, sair erkân-› imaniyeyi ispat eden bütün deliler dahi haflrin vukuuna ve dâr-› saadetin aç›lmas›na flahadet ederler. fiualar, Yeni Asya Neflriyat, 2005, s. 947-948. ‚è KUR’ÂN VE RESULULLAH HAfi‹R HAK‹KAT‹N‹N EN PARLAK ‹K‹ BÜRHANIDIR Hem madem Hâl›k’›m›z, bize en büyük muallim ve en mükemmel üstat ve flafl›rmaz ve flafl›rtmaz en do¤ru rehber olarak Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâm› tayin etmifl ve en son elçi olarak göndermifl; biz dahi, ilmelyakin mertebesinden, aynelyakin ve hakkalyakin mertebelerine terakki ve tekemmül etmek üzere her fleyden evvel bu üstad›m›zdan, Hâl›k’›m›zdan sordu¤umuz suali sormakl›¤›m›z lâz›m geliyor. Çünkü o zat, Hâl›k’›m›z taraf›ndan her biri birer niflane-i tasdik olan bin mu’cizat›yla, Kur’ân’›n bir mu’cizesi olarak, Kur’ân’›n hak ve kelâmullah oldu¤unu ispat etti¤i gibi; Kur’ân dahi, k›rk nevi i’caz ile, o zat›n bir mu’cizesi olup, onun aleyhimüsselâm: “Allah’›n selam› onlar›n üzerine olsun” anlam›nda bir dua. aynelyakin: imanî meseleleri gözle görür gibi bilme, inanma. befler: insan, insanl›k. bürhan: delil, kan›t. dâr-› saadet: mutluluk yurdu. delâlet: delil olma, gösterme. erkân-› imaniye: iman esaslar›. hadsiz: s›n›rs›z. hak: do¤ru, gerçek. hakkalyakin: imanî meseleleri bizzat yaflarcas›na ve hakikatini hissedercesine bilip, inanma. Hâl›k: Her fleyi yoktan yaratan, her fleyin yarat›c›s› Allah. haflir: öldükten sonra dirilme. hayat-› bâk›ye: ebedî hayat, ahiret hayat›. hüccet: kan›t, delil. i’caz: ola¤anüstülük. ilmelyakin: bir fleyi ilim ve delil ile kesin olarak bilme, tan›ma. ispat etmek: kan›tlamak. kat’î: kesin. kelâmullah: Allah kelâm› Ku- 118 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) rân-› Kerim. k›yasen: oranla. mertebe: derece, rütbe. mu’cizat: mu’cizeler. mu’cize: ola¤anüstü hâl, durum. muallim: ö¤retmen. mükemmel: kemale ulaflm›fl. nevi: cins, çeflit, tür. niflane-i tasdik: onay niflan›, belirtisi, alâmeti. saadet-i ebediye: sonsuz mutluluk. sad›k›yet: do¤ruluk, ba¤l›l›k. sual: soru. flahadet: flahitlik etme. tayin etmek: belirlemek. tekemmül: olgunlaflma, kemale erme, eksiksiz olma. terakki: yükselme, ilerleme. üstat: bir ilimde üstün olan kimse, ö¤retmen, tecrübeli usta. vukua gelmek: olmak, meydana gelmek. zat: yüce kiflilik Hz. Muhammed (asm). HZ MUHAMMED 01 7/1/06 11:46 AM Page 119 do¤ru ve Resulullah oldu¤unu ispat ederek, ikisi beraber, biri âlem-i flahadet lisan› —bütün hayat›nda bütün enbiya ve evliyan›n tasdikleri alt›nda— di¤eri âlem-i gayp lisan› —bütün semavî fermanlar›n ve kâinat hakikatlerinin tasdikleri içinde— binler âyât›yla iddia ve ispat ettikleri hakikat-i haflriye, elbette günefl ve gündüz gibi bir kat’iyettedir. Asa-y› Mûsa, Yeni Asya Neflriyat, 2005, s. 64-65. ‚è RESULULLAHIN SÖZLER‹ SAADET-‹ EBED‹YEYE B‹R PENCERED‹R Dokuzuncu Medar: Sad›k, masduk, musaddak olan Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâm›n ihbar›d›r. Evet, o Zat›n (a.s.m.) sözleri, saadet-i ebediyenin kap›lar›n› açm›flt›r ve Onun (a.s.m.) kelâmlar›, saadet-i ebediyeye karfl› birer penceredir. Zaten bütün enbiyan›n (aleyhimüsselâm) icma›n› ve bütün evliyan›n tevatürünü elinde tutmufl, bütün kuvvetiyle bütün davalar› tevhid-i ‹lâhîden sonra flu haflir ve saadet noktas›nda temerküz ediyor. Acaba, flu kuvveti sarsacak bir fley var m›d›r? Sözler, Yeni Asya Neflriyat, 2005, s. 849-850. ‚è Ve madem Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm›n bütün hayat›nda vahdaniyetten sonra en daimî davas› ve âlem-i gayp: görünmeyen alem. âlem-i flahadet: görünen âlem, kâinat. ayât: ayetler. daimî: devaml› olan. dava: takip edilen fikir, iddia. delil: flahit, belge, tan›k. enbiya: nebiler, peygamberler. evliya: veliler, Allah dostlar›. ferman: emir, buyruk. hakikat: gerçek. hakikat-› haflriye: haflir ger- çe¤i. haflir: yeniden dirilip toplanmak, ikinci dirilifl. icma: fikir birli¤i etme, görüfl birli¤ine varma. ihbar: haber verme, bildirme. ispat: kâinat: evren, yarat›lm›fllar›n tümü. kat’iyet: kesinlik. kelâm: söyleyifl, konuflma, nutuk. lisan: dil. masduk: tasdik eden, do¤ru- layan. medar: dayanak noktas›, sebep, vesile. musaddak: tasdik edilmifl, do¤rulanm›fl, do¤rulu¤u kabul edilmifl. risalet: elçilik, resullük, peygamber olarak gönderilme. saadet: mutluluk. saadet-i ebediye: sonu olmayan, sonsuz mutluluk. sad›k: do¤ru, gerçek, hakikî, sahte olmayan. semavî: ‹lâhî kaynakl›, dinî, manevî. tasdik: onaylama, dorulama. temerküz: merkezleflme, bir merkezde toplanma. tevatür: bir haberin a¤›zdan a¤›za dolaflarak yay›lmas›. tevhid-i ‹lâhî: Allah’›n birli¤ine iman ve Ondan baflka ilâh olmad›¤›n› tasdik etme. vahdaniyet: bütün kâinatta birden görünen Allah’›n birli¤i. zat: kifli, flah›s, fert. HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 119 HZ MUHAMMED 01 7/1/06 11:46 AM Page 120 müddeas› ve esas› ahirettir; elbette o zat›n nübüvvetine ve s›dk›na delâlet eden bütün mu’cizeleri ve hüccetleri, bir cihette, dolay›s›yla ahiretin tahakkukuna ve gelece¤ine flahadet ederler. fiualar, Yeni Asya Neflriyat, 2005, s. 347-348. ‚è ÂDETA BU K‹NAT ONUN ‹Ç‹N YA R AT I L M I fi T I R âdeta: sanki. ahiret: ölümden sonraki sonsuz hayat. asfiya: samimî, saf, içi temiz, tuttu¤u yol do¤ru olan kimseler. asr: yüzy›l, as›r. cihet: yön, taraf. delâlet: iflaret, belirti, iz. ehemmiyet: önem. ehemmiyetli: önemli. enbiya: nebiler, peygamberler. evliya: veliler, Allah dostlar›. gayet: son derece. hadsiz: s›n›rs›z, sonsuz. hakikî: gerçek. hüccet: delil, kan›t, bürhan. ikram: ba¤›fl, ihsan. imam: önde ve ileride olan, delil, rehber. iman: inanç, itikat. intihap: seçme, seçilme. kâinat: evren; yarat›lm›fl olan fleylerin tamam›, bütün âlemler. kâinat: evren; yarat›lm›fl olan fleylerin tamam›, bütün âlemler. k›ymettar: k›ymetli, de¤erli. küre-i arz: yer küre, dünya. madem: ...den dolay›, böyle ise. makam: manevî mevki. makas›d-› rububiyet: Allah’›n kâinattaki bütün varl›klar› idare ve beslemesindeki maksatlar ve gayeler. mefhari olmak: övünme sebebi, övünme vesilesi. meflakkat: zahmet, s›k›nt›, güçlük, zorluk. mu’cize: ola¤anüstü hâl, durum. muhâtab: hitap olunan, kendisine söz söylenilen, konuflulan kimse. mücahede: savaflma, mücadele, u¤raflma, çaba, gayret. müddea: iddia edilen, sav. müstahak: lây›k olunan, hak edilen fley. Ve madem, nas›l ki Kâinat›n Sahibi, kâinattan zemini ve zeminden nev-i insan› intihap edip, gayet büyük bir makam, bir ehemmiyet vermifl; öyle de, nev-i insandan dahi makas›d-› rububiyetine tevafuk eden ve kendilerini iman ve teslim ile Ona sevdiren hakikî insanlar olan enbiya ve evliya ve asfiyay› intihap edip kendine dost ve muhatap ederek, onlar› mu’cizeler ve tevfikler ile ikram ve düflmanlar›n› semavî tokatlar ile tazip ediyor. Ve bu k›ymetli, sevimli dostlar›ndan dahi, onlar›n imam› ve mefhari olan Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm› intihap ederek, ehemmiyetli küre-i arz›n yar›s›n› ve ehemmiyetli nev-i insan›n beflten birisini uzun as›rlarda onun nuruyla tenvir ediyor. Âdeta, bu kâinat onun için yarat›lm›fl gibi, bütün gayeleri onun ile ve onun dini ile ve Kur’ân’› ile tezahür ediyor. Ve o pek çok k›ymettar ve milyonlar sene yaflayacak kadar hadsiz hizmetlerinin ücretlerini, hadsiz bir zamanda almaya müstahak ve lây›k iken, gayet meflakkatler ve mücahedeler içinde altm›fl üç sene gibi k›sac›k bir ömür verilmifl. nev-i insan: insanl›k âlemi. nübüvvet: peygamberlik, elçilik. semavî: semaya ait, gökten gelen. s›dk: do¤ruluk; ba¤l›l›k. flahadet: 120 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) tahakkuk: tazip: azap çektirme, eziyet etme, s›k›nt› verme. tenvir: nurland›rma, ayd›nlatma, ›fl›kland›rma. teslim: s›¤›nma, güvenme. tevafuk: uyma, uygunluk, birbirine denk gelme. tevfik: Allah’›n yard›m›, baflar›l› k›lmas›. tezahür: görünme, belirme, ortaya ç›kma. zat: kifli, fert, flah›s. zemin: yeryüzü. HZ MUHAMMED 01 7/1/06 11:46 AM Page 121 Acaba hiçbir cihetle hiçbir imkân›, hiçbir ihtimali, hiçbir kabiliyeti var m› ki, o zat, bütün emsali ve dostlar›yla beraber dirilmesin ve flimdi de ruhen diri ve hayy olmas›n; idam-› ebedî ile mahvolsunlar? Hâflâ, yüz bin defa hâflâ ve kellâ! Evet, bütün kâinat ve hakikat-i âlem, dirilmesini dava eder ve hayat›n› Sahib-i Kâinat’tan talep ediyor. fiualar, Yeni Asya Neflriyat, 2005, s. 298. ® cihet: sebep, vesile, mucip, bahane. ihtimal: olabilirlik. kabiliyet: istidat, yetenek. zat: kifli, flah›s, fert. emsal: efller, benzerler. ruhen: ruh ile. hay: diri, sa¤, canl›. kit. hâflâ: asla, katiyen, hiç bir vakit. kellâ: hiç bir zaman, asla, kat’iyen, kesinlikle. kâinat: evren; yarat›lm›fl olan Hâflâ: asla, katiyen, hiç bir va- fleylerin tamam›, bütün âlemidam-› ebedî: dirilmemek üzere yok olufl, ahiret inanc› olmad›¤› için ölümü ebedî yoklu¤a gitmek olarak görme. ler. hakikat-i âlem: dünyan›n gerçe¤i, asl›. dava: takip edilen fikir, iddia. Sahib-i Kâinat: kâinat›n sahibi olan Allah. talep: isteme, dileme. HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 121 HZ MUHAMMED 01 7/1/06 11:46 AM ✽ On Dokuzuncu Söz risalesi, 1921-23 y›llar›nda telif edilen Arabî Mes nevî-i Nuriye’nin bafl›ndaki Lâsiyyemalar, Lem’alar ve Reflhalar isimli üç risaleden üçüncüsü olan Reflhalar isimli risale ile ayn› mealde olup, bir nevi onun tercümesi hükmündedir. Ayn› zamanda 1925’te Burdur'da telif edilen Nurun ‹lk Kap›s› isimli Türkçe eserin de On Dördüncü Dersidir. Page 122 On Dokuzuncu Söz Risalet-i Ahmediyeye dairdir. móªs ë n ªo pH »/àndÉn≤ne â r nóne ør pµ'dhn @ »/àndÉ≤n ªn pH Gók ªs fi n o âo M o M r ón en Éen hn 1 oΩnÓ°sùdGhn oInÓ°südG p¬«r n∏nY E VET, flu Söz güzeldir. Fakat onu güzellefltiren, güzellerin güzeli olan evsaf-› Muhammediyedir. On Dört Reflehat› tazammun eden On Dördüncü Lem’an›n B‹R‹NC‹ REfiHASI Rabbimizi bize tarif eden üç büyük küllî muarrif var. Birisi flu kitab-› kâinatt›r ki, bir nebze, flahadetini on üç lem’a ile, Arabî Nur Risalesinden On Üçüncü Dersten iflittik; birisi flu kitab-› kebirin ayet-i kübras› olan Hatemülenbiya Aleyhissalâtü Vesselâmd›r; birisi de Kur’ân-› Azîmüflflan’d›r. fiimdi, flu ikinci bürhan-› nat›kî olan Hatemülenbiya Aleyhissalâtü Vesselâm› tan›mal›y›z, dinlemeliyiz. aleyhissalâtü vesselâm: Allah’›n selâm› ve rahmeti onun üzerine olsun. ayet-i kübra: en büyük ayet, en büyük delil. bürhan-› bâhir: apaç›k delil. bürhan-› nat›kî: konuflan delil. ehl-i iman: inananlar. enbiya: peygamberler. evsaf-› Muhammediye: Hz. Muhammed’in vas›flar›, özellikleri. Hatemülenbiya: son peygamber, peygamberlik makam›na vurulan son mühür. hatip: toplulu¤a karfl› konuflan. ‹mam-› Rabbanî: bkz. fiah›s Bilgileri. kitab-› kâinat: kâinat kitab›, dünya. kitab-› kebir: büyük kitap. Kur’ân-› Azîmüflflan: flan ve flerefi yüce olan Kur’ân. külli muarrif: tarif eden, evrensel rehber. lâsiyyema: özellikle. Mesnevî-i Nuriye: Risale-i Nur Evet, o bürhan›n flahs-› manevîsine bak: Sath-› arz bir mescit, Mekke bir mihrap, Medine bir minber; o bürhan-› bâhir olan Peygamberimiz Aleyhissalâtü Vesselâm bütün ehl-i imana imam, bütün insanlara hatip, bütün enbiyaya reis, bütün evliyaya seyyid, bütün 1. Ben sözlerimle Muhammed’i (a.s.m.) övmüfl, güzel göstermifl olmad›m; aksine Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmdan bahsetmekle sözlerimi güzellefltirmifl oldum. (‹mam-› Rabbanî, Mektubat, 1: 58.) Külliyat›ndan bir eser. mihrap: imam›n namaz k›ld›r›rken durdu¤u yer. minber: hutbe okunulan yer. nebze: az fley, bir parça. Rab: her fleyi yaratan, idare ve terbiye eden Mevlâm›z, Allah. bürhan: delil, kan›t. 122 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) evliya: Allah dostu. imam: bafl, önder, namaz k›ld›ran din görevlisi. lem’a: par›lt›. mescit: küçük cami. reis: baflkan. reflahat: s›z›nt›lar, damlalar. reflha: s›z›nt›, damla. risalet-i Ahmediye: Peygam- ber Efendimizin peygamberli¤i. sath-› arz: yeryüzü. seyyid: efendi. flahadet: görerek, flahitlik. flahs-› manevî: manevî flah›s. tarif: tan›t›m, anlatma. tazammun: içine alma, ihtiva etme. HZ MUHAMMED 01 7/1/06 11:46 AM Page 123 enbiya ve evliyadan mürekkep bir halka-i zikrin serzakiri; bütün enbiya hayattar kökleri, bütün evliya taravettar semereleri bir flecere-i nuraniyedir ki, her bir davas›n›, mu’cizatlar›na istinat eden bütün enbiya ve kerametlerine itimat eden bütün evliya tasdik edip imza ediyorlar. Zira, o 1 *G’s pG n¬'dpG B’n der, dava eder. Bütün sa¤ ve sol, yani mazi ve müstakbel taraflar›nda saf tutan o nuranî zakirler, ayn› kelimeyi tekrar ederek, icma ile manen 2 ârn ≤n£nf ≥u ◊Ép n b nó°nU derler. n r Hhn âr Hangi vehmin haddi var ki, böyle hesaps›z imzalarla teyit edilen bir müddeaya parmak kar›flt›rs›n. ‹K‹NC‹ REfiHA O nuranî bürhan-› tevhid, nas›l ki iki cenah›n icma ve tevatürüyle teyit ediliyor; öyle de, Tevrat ve ‹ncil gibi kütüb-i semaviyenin (HAfi‹YE) yüzler iflarat› ve irhasat›n binler rumuzat› ve hatiflerin meflhur beflarat› ve kâhinlerin mütevatir flehadat› ve fiakk-› Kamer gibi binler mu’cizat›n›n delâlât› ve fleriat›n hakkaniyeti ile teyit ve tasdik ettikleri gibi, zat›nda gayet kemaldeki ahlâk-› hamidesi ve vazifesinde nihayet hüsnündeki secaya-i galiyesi ve kemal-i emniyeti ve kuvvet-i iman›n› ve gayet itminan›n› ve nihayet vüsukunu gösteren fevkalâde takvas›, fevkalâde HAfi‹YE: Hüseyin-i Cisrî Risale-i Hamidiye’sinde yüz on dört iflarat› o kitaplardan ç›karm›flt›r. Tahriften sonra bu kadar bulunsa, elbette daha evvel çok tasrihat varm›fl. 1. Allah’tan baflka hiçbir ilâh yoktur. (Saffat Suresi: 35; Muhammed Suresi: 19.) 2. Do¤ru dedin ve söyledi¤in hakt›r. ahlâk-› hamide: övülmüfl ahlâk. beflarat: müjdeler. bürhan-› tevhit: Allah’›n birli¤inin delili. cenah: taraf, kanat. dava etmek: inanc›n› ilân etmek. dava: ideal, iddia. delâlât: deliller, iflaretler. enbiya: peygamberler, nebîler. enbiya: peygamberler. evliya: erenler, Allah dostlar›, kullukta örnek insanlar. fevkalâde takva: Allah’›n emirlerini tutup yasaklar›ndan kaç›nmada, herkesten üstün olmak. fevkalâde: ola¤anüstü, nor- malin üzerinde. gayet: çok fazla, oldukça, son derece. gayet itminan: inanc›na sonsuz güvenmek. gayet kemalde: son derece mükemmel. had: güç, kuvvet. hakkaniyet: bir fleyin do¤rulu¤u. halka-i zikir: zikir halkas›. hafliye: dipnot. hatif: gaipten haber veren melek. hayattar: canl›, dipdiri. hüsün: güzellik. icma: fikir birli¤i, söz birli¤i. icma: fikir birli¤i. irhasat: Hz. Muhammed’in peygamberli¤inden evvel meydana gelen harika hâller, olaylar. istinat: dayanma. iflarat: iflaretler. itimat: güvenme. itminan: emin olma, güvenme. kâhin: gelecekten haber verdi¤ini iddia eden kimse, falc›, medyum. kemal: olgunluk. kemal-i emniyet: tam bir güven içinde olma. keramet: Allah’›n dostlar›na ikram etti¤i güzel hâller. kuvvet-i iman: iman kuvveti. kütüb-i semaviye: vahye dayanan kutsal kitaplar. mazi: geçmifl zaman. mu’cizat: mu’cizeler, harika olaylar, ola¤anüstü fleyler. müddea: iddia eden. mürekkep: bir araya gelmifl, oluflmufl. müstakbel: gelecek zaman. mütevatir flehadat: do¤rulu¤u kesin olan flahitlikler. nihayet hüsün: sonsuz güzellik. nihayet vüsuk: inand›¤› fleye sonsuz ba¤l›l›k, sadakat. nuranî: parlak, ayd›n. reflha: s›z›nt›, damla. rumuzat: rumuzlar, iflaretler. secaya-i galiye: çok k›ymetli özellikler. serzakir: zikredenlerin bafl›. seyyid: efendi, rehber, ileri gelen. flakk-› kamer: ay›n ikiye bölünmesi. flecere-i nuraniye: nurlu a¤aç. fleriat: ‹slâmiyet. tahrif: de¤iflim, bozma. taravettar semere: taze, turfanda meyve. tasdik: do¤rulama. tasrihat: düzeltme. tevatür: yalanda ittifak etmeleri aklen imkâns›z olan birçok kifli taraf›ndan nakledilen kesin bilgi. teyit: kuvvet verme, destekleme, pekifltirme. vazife: görev. vehim: yanl›fl ve esass›z düflünce. vüsuk: ba¤, rab›ta. zakir: çok dua eden, zikreden. zat›nda: flahs›nda. zira: çünkü. HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 123 HZ MUHAMMED 01 7/1/06 11:46 AM Page 124 ubudiyeti, fevkalâde ciddiyeti, fevkalâde metaneti; davas›nda nihayet derecede sad›k oldu¤unu günefl gibi aflikâre gösteriyor. ÜÇÜNCÜ REfiHA E¤er istersen gel, Asr-› Saadete, Ceziretülarap’a gideriz. Hayalen olsun onu vazife bafl›nda görüp ziyaret ederiz. ‹flte bak: Asr-› Saadet: Peygamberimizin yaflad›¤› devir. aflikâre: apaç›k. benîâdem: Âdemo¤ullar›. camidat: cans›zlar. cemal-i suret: görünüfl güzelli¤i. Ceziretülarap: Arap Yar›madas›. cin: gözle görülmeyen bir k›s›m lâtif, ruhlu varl›klar. dehflet: korku. ecnebi: yabanc›. fetih: açmak. fevkalâde metanet: s›k›nt›lara karfl› sab›rda sa¤laml›k. fevkalâde ubudiyet: Allah’a kulluk yapmada herkesten üstün olmak. fevkalâde: ola¤anüstü, normalin üzerinde. firak: ayr›lma. hakaikaflina: gerçekleri bilen. hall: çözme. hariç: baflka, d›flar›. hayret: flafl›rtan. hitap: toplulu¤a karfl› konuflma. hutbe-i ezeliye: varl›¤›n›n bafllang›c› olmayan Allah’›n insanlara ve cinlere bir hutbesi olan Kur’ân. Hüseyin-i Cisrî: bkz. fiah›s Bilgileri. hüsnüsîret: ahlâk güzelli¤i. ins: insan. kâinat: evren, tüm varl›klar. lisan: dil, konuflma. makbul: geçerli. matemhane-i umumî hükmünde: herkesin kendine ait hüzünlerden dolay› üzülüp a¤lad›¤›, yas tuttu¤u yer benzerinde, de¤erinde. melek: nurdan yarat›lm›fl ma- Hüsnüsîret ve cemal-i suret ile mümtaz bir zat› görüyoruz ki, elinde mu’ciznüma bir kitap, lisan›nda hakaikaflina bir hitap, bütün benîâdeme, belki cin ve inse ve mele¤e, belki bütün mevcudata karfl› bir hutbe-i ezeliyeyi tebli¤ ediyor. S›rr-› hilkat-i âlem olan muamma-i acibânesini hall ve flerh edip ve s›rr-› kâinat olan t›ls›m-› mu¤lâk›n› fetih ve keflfederek, bütün mevcudattan sorulan, bütün ukulü hayret içinde meflgul eden üç müflkül ve müthifl sual-i azîm olan “Necisin? Nereden geliyorsun? Nereye gidiyorsun?” suallerine mukni, makbul cevap verir. DÖRDÜNCÜ REfiHA Bak, öyle bir ziya-i hakikat neflreder ki, e¤er onun o nuranî daire-i hakikat-i irflad›ndan hariç bir surette kâinata baksan, elbette kâinat›n fleklini bir matemhane-i umumî hükmünde ve mevcudat› birbirine ecnebi, belki düflman ve camidat› dehfletli cenazeler ve bütün zevilhayat› zeval ve firak›n sillesiyle a¤layan yetimler hükmünde görürsün. sum, ruhlu varl›klar. metanet: sa¤laml›k, dayan›kl›l›k. mevcudat: yarat›lm›fl varl›klar, var olan her fley. mu’ciznüma: mu’cizeli, harikalar gösteren. muamma-i acibâne: hayret verici s›r, flafl›rt›c›. mukni: ikna edici. mümtaz zat: seçilmifl peygamber, flah›s. müflkül: güç, zor. müthifl: dehfletli. 124 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) neflretmek: yaymak. nuranî daire-i hakikat-i irflat: gerçekleri, do¤rular› gösteren nurlu daire, parlak saha. reflha: s›z›nt›, damla. Risale-i Hamidiye: Hüseyin-i Cisrî’nin en mühim eseri. sad›k: inanc›na son derece ba¤l›, do¤ru. s›rr-› hilkat-i âlem: âlemin yarat›l›fl s›rr›. s›rr-› kâinat: kâinat›n s›rr›. sual-i azîm: büyük soru. suret: biçim, flekil. flerh: aç›klama. tebli¤: bildirme, duyurma. t›ls›m-› mu¤lâk: anlafl›lmas› zor s›r. ubudiyet: kulluk. ukul: ak›llar. yetimler hükmünde: annesiz kalan çocuklar gibi. zeval: yok olma. zevilhayat: hayat sahipleri, canl›lar. ziya-i hakikat: gerçek, do¤rulu¤un ›fl›¤›. HZ MUHAMMED 01 7/1/06 11:46 AM Page 125 fiimdi bak, onun neflretti¤i nur ile, o matemhane-i umumî, flevk u cezbe içinde bir zikirhaneye ink›lâp etti. O ecnebi, düflman mevcudat, birer dost ve kardefl flekline girdi. O camidat-› meyyite-i samite, birer munis memur, birer musahhar hizmetkâr vaziyetini ald›. Ve o a¤lay›c› ve flekva edici, kimsesiz yetimler, birer tesbih içinde zakir veya vazife paydosundan flakir suretine girdi. BEfi‹NC‹ REfiHA Hem o nur ile; kâinattaki harekât, tenevvüat, tebeddülât, tagayyürat, manas›zl›ktan ve abesiyetten ve tesadüf oyuncakl›¤›ndan ç›k›p, birer mektubat-› Rabbaniye, birer sahife-i ayat-› tekviniye, birer merâyâ-i esma-i ‹lâhiye ve âlem dahi bir kitab-› hikmet-i Samedâniye mertebesine ç›kt›lar. Hem, insan› bütün hayvanat›n mâdûnuna düflüren hadsiz zaaf ve aczi, fakr ve ihtiyacat› ve bütün hayvanlardan daha bedbaht eden, vas›ta-i nakl-i hüzün ve elem ve gam olan akl› o nur ile nurland›¤› vakit, insan bütün hayvanat, bütün mahlûkat üstüne ç›kar. O nurlanm›fl acz, fakr, ak›l ile niyaz ile nazenin bir sultan ve fizar ile nazdar bir halife-i zemin olur. Demek, o nur olmazsa, kâinat da, insan da, hatta her fley dahi hiçe iner. Evet, elbette böyle bedî bir kâinatta, böyle bir zat lâz›md›r; yoksa, kâinat ve eflâk olmamal›d›r. abesiyet: faydas›z ve bofl olma. acz: eli ermez, güçsüz. âlem: bütün evren. bedbaht: zavall›. bedî: eflsiz güzel. camidat: cans›z varl›klar. camidat-› meyyite-i samite: suskun ölü ve cans›z varl›klar. ecnebi: yabanc›. eflâk: felekler gökler, uzay. elem ve gam: s›k›nt› ve tasa, kayg›. fakr: çok fleye muhtaç, fakir- lik. fizar: a¤lay›p inleme. hadsiz: s›n›rs›z. halife-i zemin: yeryüzü halifesi. harekât: hareketler. hayvanat: hayvanlar. hizmetkâr : hizmet eden. ihtiyacat: ihtiyaçlar, muhtaçl›k. ink›lâp: dönüflme. kâinat: bütün yarat›lm›fllar, evren. kitab-› hikmet-i Samedâni- ye: her fleyin kendisine muhtaç oldu¤u, ‹lâhî icraatlardaki gayeleri gösteren kitap. mâdûn: afla¤›, alt. mahlûkat: yarat›lan bütün canl›, cans›z her fley. matemhane-i umumî: herkesin kendine ait hüzünlerden dolay› üzülüp a¤lad›¤›, yas tuttu¤u yer. mektubat-› Rabbaniye: her fleyi terbiye eden Allah’›n yaratt›¤› ve her biri bir mektup gibi manalar ifade eden var- l›klar. merâyâ-i esma-i ‹lâhiye: Allah’›n isimlerinin tecelli etti¤i aynalar. mevcudat: yarat›lm›fl varl›klar. munis: cana yak›n, dost. musahhar: boyun e¤en. nazdar: naz yapan. nazenin: nazl›. neflretti¤i nur: yay›p saçt›¤› nur, ayd›nl›k. niyaz: dua. nur: Kur’ân’›n ayd›nl›¤›, maddîmanevî ayd›nl›k. reflha: s›z›nt›, damla. sahife-i ayat-› tekviniye: yarat›l›fla ait delillerin sayfas›. flakir suret : flükreden biçim. flekva: flikâyet. flevkucezbe: nefle, coflku ile kendinden geçme. tagayyürat: de¤ifliklikler. tebeddülât: de¤iflmeler, baflkalaflmalar. tenevvüat: çeflitlilikler. tesbih: Allah’› anma. vas›ta-i nakl-i hüzün: üzüntüyü nakleden araç. vaziyet: durum. zaaf: zay›fl›k. zakir: zikreden, çok çok dua eden. zikirhane: zikir yap›lan yer. HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 125 HZ MUHAMMED 01 7/1/06 11:46 AM Page 126 ALTINCI REfiHA ‹flte o zat, bir saadet-i ebediyenin muhbiri, müjdecisi, bir rahmet-i bînihayenin kâflifi ve ilânc›s› ve saltanat-› r ububiyetin mehasininin dellâl›, seyircisi ve künuz-i esma-i ‹lâhiyenin keflflaf›, göstericisi oldu¤undan, böyle baksan, yani ubudiyeti cihetiyle, onu bir misal-i muhabbet, bir timsal-i rahmet, bir fleref-i insaniyet, en nuranî bir semere-i flecere-i hilkat göreceksin; flöyle baksan, yani risaleti cihetiyle, bir bürhan-› Hak, bir sirac-› hakikat, bir flems-i hidayet, bir vesile-i saadet görürsün. âdât: âdetler, gelenekler. âdet: töre, gelenek. ahlâk-› hasene: güzel ahlâk. ahlâk-› seyyie-i vahfliyâne: kaba ve çirkin ahlâk. âlem: dünya. berk-i hatif: göz kamaflt›ran flimflek. bürhan-› hak: hakk›n, do¤runun delili, göstericisi. cezire-i vâsia: genifl yar›mada. cihet: yön. def’aten: birden. dellâl: ilân eden. fetih: kazanma. garb: bat›. hediye-i hidayet: hidayete sevk edicili¤i. h›rz-› can: can› gibi koruma. hums-i befler: insanlar›n beflte biri. kal’ etmek: temelinden y›kmak. kâflif: keflfeden. keflflaf: keflfeden. künuz-i esma-i ‹lâhiye: Allah’›n isimlerinin hazineleri. mahbub-i kulûp: kalplerin sevgilisi. mehasin: güzellikler. meratip: mertebeler, basamaklar. misal-i muhabbet: muhabbet misali. muallim: ö¤retmen. muallim-i ukul: ak›llar›n ö¤retmeni. muhbir: haber veren. muhtelif akvam: çeflitli kavimler, milletler. mutaass›p: eski âdet ve geleneklerine afl›r› ba¤l› olan. mürebbî-i nüfus: nefislerin terbiyecisi. nefis: insanda kötülü¤e sevk eden güç, kötülü¤e sevk eden, meyleden, ben. n›sf-› arz: dünyan›n yar›s›. nur: ayd›nl›k. ‹flte, bak: Nas›l berk-i hatif gibi, onun nuru flarktan garb› tuttu. Ve n›sf-› arz ve hums-i befler onun hediye-i hidayetini kabul edip h›rz-› can etti. Bizim nefis ve fleytan›m›za ne oluyor ki, böyle bir zat›n bütün davalar›n›n esas› olan etmesin? 1 *G ’s pG ¬n 'dpG B’n ›, bütün meratibiyle beraber kabul YED‹NC‹ REfiHA ‹flte, bak: fiu cezire-i vâsiada vahflî ve âdetlerine m u t aass›p ve inatç› muhtelif akvam›, ne çabuk âdât ve ahlâk-› seyyie-i vahfliyânelerini def’aten kal’ ve refederek bütün ahlâk-› hasene ile teçhiz edip bütün âleme muallim ve medenî ümeme üstat eyledi. Bak, de¤il zahirî bir tasallut, belki ak›llar›, ruhlar›, kalpleri, nefisleri fetih ve teshir ediyor. Mahbub-i kulûp, muallim-i ukul, mürebbî-i nüfus, sultan-› ervah oldu. 1. Allah’tan baflka hiçbir ilâh yoktur. (Saffat Suresi: 35; Muhammed Suresi: 19.) nuranî: nurlu, ayd›nl›k. rahmet-i bînihaye: sonsuz rahmet. ref etmek: kald›rmak. risalet: peygamberlik. saadet-i ebediye: sonsuz mutluluk. saltanat-› rububiyet: kâinat› terbiye ve idare edici olan Allah’›n saltanat›. semere-› flecere-i hilkat: ya- 126 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) rat›l›fl a¤ac›n›n meyvesi, neticesi. sirac-› hakikat: hakikat lâmbas›. sultan-› ervah: ruhlar›n sultan›. flark: do¤u. flems-i hidayet: hidayet günefli. fleref-i insaniyet: insanl›¤›n iftihar etti¤i, flerefi, yüz ak›. tasallut: rahats›z etme. teçhiz: donatma. teshir: emrine itaat ettirme. timsal-i rahmet: rahmet sembolü. ubudiyet: kulluk. ümem: ümmet, millet. vesile-i saadet: mutluluk vesilesi. zahiri: görünen. HZ MUHAMMED 01 7/1/06 11:46 AM Page 127 SEK‹Z‹NC‹ REfiHA Bilirsin ki sigara gibi küçük bir âdeti, küçük bir kavimde büyük bir hâkim, büyük bir himmetle ancak daimî kald›rabilir. Hâlbuki, bak, bu zat büyük ve çok âdetleri, hem inatç›, mutaass›p büyük kavimlerden zahirî küçük bir kuvvetle, küçük bir himmetle, az bir zamanda ref’ edip, yerlerine öyle secaya-i âliyeyi-ki, dem ve damarlar›na kar›flm›fl derecede sabit olarak-vaz’ ve tespit eyliyor. Bunun gibi daha pek çok harika icraat› yap›yor. ‹flte, flu Asr-› Saadeti görmeyenlere Ceziretülarap’› gözlerine sokuyoruz. Haydi yüzer feylesofu als›nlar, oraya gitsinler, yüz sene çal›fls›nlar. O zat›n, o zamana nispeten bir senede yapt›¤›n›n yüzden birisini, acaba yapabilirler mi? DOKUZUNCU REfiHA Hem, bilirsin, küçük bir adam, küçük bir haysiyetle, küçük bir cemaatte, küçük bir meselede, münazaral› bir davada hicaps›z, pervas›z, küçük fakat hacaletaver bir yalan›, düflmanlar› yan›nda, hilesini hissettirmeyecek derecede teessür ve telâfl göstermeden söyleyemez. fiimdi bak bu zata: Pek büyük bir vazifede, pek büyük bir vazifedar; pek büyük bir haysiyetle, pek büyük emniyete muhtaç bir hâlde, pek büyük bir cemaatte, pek büyük husumet karfl›s›nda, pek büyük meselelerde, pek büyük davada, pek büyük bir serbestiyetle, bilâperva, bilâtereddüt, bilâhicap, telâfls›z, samimî bir saffetle, büyük âdet: gelenek. asr-› saadet: Hz. Muhammed’in peygamber olarak dünyada bulundu¤u devir. bilâhicap: perdesiz. bilâperva: korkusuzca. bilâtereddüt: flüphesiz. cemaat: topluluk. Ceziretülarap: Arap Yar›madas›. daimî: sürekli. dava: konu, mesele. dem: kan. feylesof: filozof. hacaletaver: utand›r›c›. hâkim: adaletli idareci. haysiyet: itibar, k›ymet fleref. hicap: utanma duygusu, perde. himmet: gayret gösterme; gayret husumet: düflmanl›k. icraat: ifller. kavim: millet, toplum. mutaass›p: eski geleneklerine afl›r› ba¤l› olan. münazara: tart›flma. perva: korku. ref etme: kald›rma. secaya-i âliye: yüksek özellik. teessür: etkilenme. vaz’ ve tespit: meydana getirip ispat etme. vazifedar: vazifeli, görevli. Zat: Hazret-i Muhammed. HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 127 HZ MUHAMMED 01 7/1/06 11:46 AM Page 128 bir ciddiyetle, has›mlar›n›n damarlar›na dokunduracak fledit, ulvî bir surette söyledi¤i sözlerinde hiç hilâf bulunabilir mi? Hiç hile kar›flmas› mümkün müdür? Kellâ! 1 ⋲'Mƒoj l»rMhn ’s pG ƒn og r¿pG . Evet, hak aldatmaz, hakikatbin aldanmaz. Hak olan mesle¤i hileden müsta¤nidir; hakikatbinin gözüne hayalin ne haddi var ki hakikat görünsün, aldats›n. ONUNCU REfiHA ‹flte bak: Ne kadar merakaver, ne kadar cazibedar, ne kadar lüzumlu, ne kadar dehfletli hakaik› gösterir ve mesaili ispat eder. Bilirsin ki, en ziyade insan› tahrik eden merakt›r. Hatta, e¤er sana denilse, “Yar› ömrünü, yar› mal›n› versen, kamerden ve müflteriden biri gelir, kamerde ve müflteride ne var, ne yok, ahvalini sana haber verecek. Hem do¤ru olarak senin istikbalini ve bafl›na ne gelece¤ini do¤ru olarak haber verecek”; merak›n varsa, vereceksin. Hâlbuki, flu zat öyle bir Sultan›n ahbar›n› söylüyor ki, memleketinde Kamer, bir sinek gibi, bir pervane etraf›nda döner. O Arz olan o pervane ise, bir lâmba etraf›nda pervaz eder; ve o günefl olan lâmba ise, o Sultan›n binler menzillerinden bir misafirhanesinde binler misbahlar içinde bir lâmbas›d›r. Hem öyle acayip bir âlemden hakikî olarak bahsediyor ve öyle bir ink›lâptan haber veriyor ki, binler küre-i arz bomba olsa, patlasalar, o kadar acip olmaz. Bak, onun lisan›nda, 1. O ancak kendisine vahyolunan› söyler. (Necm Suresi: 4.) acayip: ilginç, hayret veren, garip. acip: ilginç, hayret veren. ahbar: haberler. ahval: hâller. arz: yer, yeryüzü. cazibedar: çekici. dehflet: korkma. hak: gerçek, hakikat. hakaik: gerçekler. hakikat: gerçek. hakikatbin: hakikati gören. has›m: düflman. hilâf: z›tl›k, ayk›r›l›k. hile: aldatma, kand›rma. ink›lâp: de¤iflime, baflkalaflma. istikbal: gelecek. kamer: ay. kellâ: asla. lisan: dil. küre-i arz: dünya, yer küre. 128 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) menzil: yer. merakaver: merak uyand›ran. mesail: meseleler. misbah: lâmba. müsta¤ni: tenezzül etmeyen, ihtiyaç duymayan ihtiyaç duymama. Müflteri: Jüpiter. pervane: çark edip dönen. pervaz: uçan. reflha: s›z›nt›, damla. saffet: duru, temiz, berrak. Sultan: yüce yaratan, bütün varl›klar emir ve idaresi alt›nda olan, Allah. suret: flekil, biçim. fledit: fliddetli. tahrik: harekete geçirme, teflvik. ulvî: yüksek, yüce. ziyade: fazla. HZ MUHAMMED 01 3 7/1/06 11:46 AM Page 129 2 1 oánYQp Én≤rdnG @ ränôn£nØrfG oABÉnª°sùdG GnPpG @ räQn uƒoc ¢oùrªs°ûdG GnPpG gibi sureleri iflit. Hem öyle bir istikbalden do¤ru olarak haber veriyor ki, flu dünyevî istikbal ona nispeten bir katre serap hükmündedir. Hem, öyle bir saadetten pek ciddî olarak haber veriyor ki, bütün saadet-i dünyeviye, ona nispeten bir berk-i zailin bir flems-i sermede nispeti gibidir. ON B‹R‹NC‹ REfiHA Böyle acip ve muammaâlûd flu kâinat›n perde-i zahiriyesi alt›nda, elbette ve elbette böyle acayip bizi bekliyor. Böyle acayibi haber verecek, böyle harika ve fevkalâde mu’ciznüma bir zat lâz›md›r. Hem, bu zat›n gidiflat›ndan görünüyor ki, o, görmüfl ve görüyor ve gördü¤ünü söylüyor. Hem, “Bizi nimetleriyle perverde eden flu semavat ve arz›n ‹lâh›, bizden ne istiyor, marziyat› nedir?” pek sa¤lam olarak bize ders veriyor. Hem bunlar gibi daha pek çok merakaver, lüzumlu hakaik› ders veren bu zata karfl› her fleyi b›rak›p ona koflmak, onu dinlemek lâz›m gelirken, ekser insanlara ne olmufl ki, sa¤›r olup kör olmufllar, belki divane olmufllar ki bu hakk› görmüyorlar, bu hakikati iflitmiyorlar, anlam›yorlar? 1. Günefl dürülüp topland›¤›nda. (Tekvir Suresi: 1.) 2. Gök yar›ld›¤› zaman. (‹nfitar Suresi: 1.) 3. Çarpacak olan felâket. (Karia Suresi: 1.) acayip: ilginç, hayret veren, garip. acip: ilginç, hayret veren. arz: dünya. berk-i zail: bir anda parlay›p sönen flimflek. divane: deli. fevkalâde: ola¤anüstü. gidiflat: tutum, davran›fl, du- rum. hak: do¤ruluk, do¤ru. hakikat: gerçek. hakaik: hakikatler, imana, ‹slâma ait do¤rular. harika: ola¤anüstü vas›flar tafl›yan. hükmünde: de¤erinde, ölçüsünde. istikbal: gelecek. katre: damla. marziyat: raz› olunacak fleyler. merakaver: merak uyand›ran. mu’ciznüma: mu’cize gösteren. muammaâlûd: anlafl›lmaz, kar›fl›k ifl. nimet: yiyecek, içecekler. nispet: oran. perde-i zahiriye: görünüflteki perde. perverde etmek: besleyip büyütmek, yetifltirmek. saadet: mutluluk. saadet-i dünyeviye: dünya mutlulu¤u. semavat: gökler. serap: su olmay›p, su gibi görünen sis. sure: Kur’ân’›n her bir bölümü. flems-i sermed: batmayan günefl. HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 129 HZ MUHAMMED 01 7/1/06 11:46 AM Page 130 ON ‹K‹NC‹ REfiHA ‹flte flu zat, flu mevcudat hâl›k›n›n vahdaniyetinin hakkaniyeti derecesinde hak bir bürhan-› nat›k, bir delil-i sad›k oldu¤u gibi, haflrin ve saadet-i ebediyenin dahi bir bürhan-› kat››, bir delil-i sat››d›r. Belki, nas›l ki o zat, hidayetiyle saadet-i ebediyenin sebeb-i husulü ve vesile-i vusulüdür. Öyle de; duas›yla, niyaz›yla o saadetin sebeb-i vücudu ve vesile-i icad›d›r. Haflir meselesinde geçen flu s›rr›, makam münasebetiyle tekrar ederiz. ‹flte, bak: O zat öyle bir salât-› kübrada dua ediyor ki, güya flu cezire, belki arz, onun azametli namaz›yla namaz k›lar, niyaz eder. Bak, hem öyle bir cemaat-i uzmada niyaz ediyor ki, güya benîâdemin zaman-› Âdem’den asr›m›za, k›yamete kadar bütün nuranî kâmil insanlar, ona ittiba ile iktida edip duas›na âmin diyorlar. âlây›illiyyin: en yüksek mertebe. âlem: dünya. âmin: ‘Allah kabul etsin.’ arz: dünya, yeryüzü. as›r: yüzy›l. azamet: büyüklük. beka: ebedîlik. benîâdem: Âdemo¤ullar›, insanl›k. bürhan-› kàt›: kesin delil. bürhan-› nat›k: konuflan delil. cemaat-i uzma: çok büyük cemaat. cezire: yar›mada. delil-i sad›k: do¤ru kan›t. delil-i sat›: parlak delil. ehl-i arz: dünyadakiler. ehl-i semavat: gökyüzü halk›, melekler, ruhanîler. esfel-i safilîn: afla¤›lar›n en afla¤›s›. fakirâne: fakirce, muhtaçl›¤›n› söyleyerek. güya: sanki. hacet-i amme: herkesin ihtiyac› olan fley. hak: gerçek, do¤ru. hakkaniyet: do¤ruluktan, adaletten ayr›lmamak. hâl›k: yarat›c›. haflir: dirilifl. Hem bak, öyle bir hacet-i amme için dua ediyor ki, de¤il ehl-i arz, belki ehl-i semavat, belki bütün mevcudat, niyaz›na, “Evet, yâ Rabbena, ver, biz dahi istiyoruz” deyip ifltirak ediyorlar. Hem öyle fakirâne, öyle hazinâne, öyle mahbubâne, öyle müfltakane, öyle tazarrukârâne niyaz ediyor ki, bütün kâinat› a¤latt›r›yor, duas›na ifltirak ettiriyor. Bak, hem öyle bir maksat, öyle bir gaye için dua ediyor ki, insan› ve âlemi, belki bütün mahlûkat› esfel-i safilînden, sukuttan, k›ymetsizlikten, faydas›zl›ktan âlây›illiyyine, yani k›ymete, bekaya, ulvî vazifeye ç›kar›yor. hazinâne: hüzünlü bir flekilde. hidayet: do¤ruluk, ‹slâml›k. iktida: uyma, örnek alma. ifltirak: kat›lma. ittiba: tâbi olma. kâinat: bütün varl›klar, evren. kâmil: ermifl, Allah dostu. k›yamet: dünyan›n ölümü. mahbubâne: muhabbetle, sevgiyle. mahlûkat: yarat›lm›fl varl›klar yarat›lanlar. maksat: amaç, gaye. 130 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) mevcudat: var olanlar. müfltakane: çok isteyerek. niyaz: dua, yalvar›fl. niyaz: dua. nuranî: nurlu, ayd›n. saadet: mutluluk. saadet-i ebediye: sonsuz mutluluk. salât-› kübra: en büyük namaz. sebeb-i husul: meydana gelme sebebi. sebeb-i vücut: varl›k sebebi. s›r: gizli bilgi, gizem. sukut: de¤erden düflme, k›ymetini yitirme. tazarrukârâne: yalvar›p yakararak. ulvî: yüksek. vahdaniyet: Allah’›n bir oluflu. vesile-i icat: yarat›l›fl vesilesi vesile-i vusul: kavuflma vesilesi. yâ Rabbena: Ey Rabbimiz. zaman-› Âdem: Hz. Âdem zaman›. zat: kifli; Hazret-i Peygamber. HZ MUHAMMED 01 7/1/06 11:46 AM Page 131 Bak, hem öyle yüksek bir fizar-› istimdatkârâne ve öyle tatl› bir niyaz-› istirhamkârâne ile istiyor, yalvar›yor ki, güya bütün mevcudata ve semavata ve Arfla iflittirip, vecde getirip, duas›na “Âmin, Allahümme âmin” dedirtiyor. Bak, hem öyle Semî, Kerîm bir Kadîr’den, öyle Basîr, Rahîm bir Alîm’den hacetini istiyor ki, bilmüflahede en hafî bir zîhayat›n en hafî bir hacetini, bir niyaz›n› görür, iflitir, kabul eder, merhamet eder. Çünkü, istedi¤ini—velev lisan-› hâl ile olsun—verir ve öyle bir suret-i hakîmâne, basîrâne, rahîmânede verir ki, flüphe b›rakmaz, bu terbiye ve tedbir, öyle bir Semî ve Basîr ve öyle bir Ke rîm ve Rahîm’e hast›r. ON ÜÇÜNCÜ REfiHA Acaba bütün efaz›l-› benîâdemi arkas›na al›p, arz üstünde durup, Arfl-› Azama müteveccihen el kald›r›p dua eden flu fleref-i nev-i insan ve ferid-i kevnüzaman ve bihakk›n Fahr-i Kâinat ne istiyor? Bak, dinle; saadet-i ebediye istiyor, beka istiyor, lika istiyor, Cennet istiyor. Hem, merâyâ-i mevcudatta ahkâm›n› ve cemallerini gösteren bütün esma-i kudsiye-i ‹lâhiye ile beraber istiyor. Hatta, e¤er rahmet, inayet, hikmet, adalet gibi, hesaps›z o matlûbun esbab-› mucibesi olmasa idi, flu zat›n tek duas›, bahar›m›z›n icad› kadar kudretine hafif gelen flu Cennetin binas›na sebebiyet verecekti. Evet, nas›l ki onun risaleti flu dâr-› imtihan›n aç›lmas›na sebebiyet verdi; öyle de, onun ubudiyeti dahi, öteki dâr›n aç›lmas›na sebeptir. Acaba ehl-i ak›l ve tahkike adalet: her fleye hakk›n› eflitçe verme. ahkâm: emirler, buyruklar. Alîm: her fleyi hakk›yla bilen, Allah. arfl: gö¤ün en yüksek kat›. Arfl-› Azam: yüceler yücesi ‹lâhî makam. Cenab-› Hakk›n irade ve idaresinin tecelli etti¤i, göründü¤ü yer. arz: yer, yeryüzü. Basîr: her fleyi gören, Allah. Basîrâne: görerek. beka: ölümsüz bir hayat. bihakk›n: tam bir liyakatle, uygunlukta. bilmüflahede: görerek. cemal: güzellik. dâr: yer, dünya. dâr-› imtihan: imtihan yeri. efaz›l-› benîâdem: âdemo¤lunun faziletlileri, seçkinleri. ehl-i ak›l ve tahkik: ilim sahipleri, ‹slâm âlimleri. esbab-› mucibe: gerekçeler. esma kudsiye-i ‹lâhiye: Allah’›n mukaddes isimleri. Fahr-i Kâinat: kâinat›n iftihar tablosu olan Hz. Muhammed. ferid-i kevnüzaman: kâinat›n ve bütün zamanlar›n benzersizi olan, bir tanesi. fizar-› istimdatkârâne: yard›m isteyerek inleyip yalvarmak. hacet: ihtiyaç. hafî: gizli. hakîmâne: hikmetle, hikmetlice. has: mahsus, özel. hikmet: ‹lâhî maksatlar, gayeler. icat: yarat›l›fl. inayet: yard›m, lütuf. Kadîr: her fleye gücü yeten, Allah. Kerîm: çok cömert, çok âlicenap ikram ve ihsan› bol olan Allah. kudret: Allah’›n ezelî gücü. lika: kavuflma, Allah’a ulaflma. lisan-› hâl: hâl dili. matlûp: istenen. merâyâ-i mevcudat: üzerlerinde Allah’›n isimlerinin tecelli edip göründü¤ü, varl›k aynalar›. mevcudat: var olanlar. müteveccihen: yönelerek. niyaz: dua. niyaz-› istirhamkârâne: merhamet isteyerek dua etmek. Rahîm: merhameti, ihsan› sonsuz Hz. Allah. rahîmâne: merhamet ederek rahmet: ac›ma, flefkat gösterme, merhamet etme. risalet: peygamberlik. saadet-i ebediye: sonsuz mutluluk. semavat: gökyüzü. Semî: her fleyi ifliten, Hz. Allah. suret-i hakîmâne: hikmetli bir flekilde. fleref-i nev-i insan: insanl›¤a fleref veren. tedvir: çekip çevirme. terbiye: besleme, yetifltirme. ubudiyet: kulluk. vecd: coflku, ‹lâhî aflk›n insan› bütünüyle sarmas›. velev: flayet, dahi. zîhayat: hayat sahibi. HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 131 HZ MUHAMMED 01 7/1/06 11:46 AM Page 132 1 n¿Énc Ésªpe o´nórHnG p¿Énµre’ p rG⋲pa ¢nùr«nd dediren flu meflhut inti- zam-› faik, flu rahmet içinde kusursuz hüsnüsanat ve misilsiz cemal-i rububiyet, hiç böyle bir çirkinli¤i, böyle bir merhametsizli¤i, böyle bir intizams›zl›¤› kabul eder mi ki, en cüz’î, en ehemmiyetsiz arzular›, sesleri ehemmiyetle iflitip ifa etsin, en ehemmiyetli, en lüzumlu arzular› ehemmiyetsiz görüp iflitmesin, anlamas›n, yapmas›n? Hâflâ ve kellâ, yüz bin defa hâflâ; böyle bir cemal, böyle bir çirkinli¤i kabul etmez, çirkin olmaz. acaib-i vezaif: vazifelerin flafl›rt›c›l›¤›. Arfl-› Azîm: Cenab-› Hakk›n saltanat›n›n büyük dairesi. arzu: istek. as›r: yüzy›l. Bayezit-i Bistamî: Hicrî 188-261 tarihleri aras›nda yaflam›fl büyük evliya. bkz. fiah›s Bilgileri. cemal: güzellik. cemal-i rububiyet: Allah’›n bütün varl›klar› kuflatan mükemmel yönetimi, terbiye etmedeki eflsiz güzelli¤i. cezire: yar›mada. cüz’î: pek az. Ebu Hanife: ‹mam-› Azam Ebu Hanife. bkz. fiah›s Bilgileri. ehemmiyet: önem. faik: üstünlük, farkl› ve üstün olan. feyiz: irfan, ihsan. Furkan-› Hakîm: do¤ruyu yanl›fltan ay›ran hikmetli Kur’ân. garaib-i icraat: ifllerin hayret vericili¤i. hâflâ ve kellâ: asla ve kesinlikle. hidayeteda: hidayet sebeplerini yerine getiren. hüsnüsanat: sanattaki güzellik. ifa: yerine getirme. ihata: kuflatma. ‹mam-› Gazalî: bkz. fiah›s Bilgileri. ‹mam-› Rabbanî: bkz. flah›s Bilgileri. intizam: uyum, düzenlilik. intizam-› faik: üstün düzen, intizam. kat'î: kesin. meflhudat: görünenler. meflhut: görünen, bilinen. misilsiz: benzersiz, eflsiz. mu’ciznüma: mu’cize gösteren. Yahu, ey hayalî arkadafl›m! fiimdilik kâfidir, geri gitmeliyiz. Yoksa yüz sene flu zamanda, flu cezirede kalsak, yine o zat›n garaib-i icraat›n› ve acaib-i vezaifini, yüzden birisine, tamamen ihata edip, temaflas›nda doyamay›z. fiimdi, gel, üstünde dönece¤imiz her asra birer birer bakaca¤›z. Bak, nas›l her as›r, o flems-i hidayetten ald›klar› feyiz ile çiçek açm›fllar; Ebu Hanife, fiafiî, Bayezit-i Bistamî, fiah-› Geylânî, fiah-› Nakflibend, ‹mam-› Gazalî, ‹mam-› Rabbanî gibi milyonlar münevver meyveler veriyor. Meflhudat›m›z›n tafsilât›n› baflka vakte talik edip, o mu’ciznüma ve hidayetedaya bir k›s›m kat’î mu’cizat›na iflaret eden bir salâvat getirmeliyiz: ¢pTôr ©n dG øn ep pº«/Môs dG øp ª' M r ôs dG øn ep ºo «/µ◊ n Gr ¿o Énbôr Øo rdG ¬p «r ∏n Yn ∫n õp fr o G ør en '¤nY pOnón©pH mΩnÓn°S p∞dr nG o∞dr nGhn mInÓn°U p∞dr nG o∞dr n G mósªnëoe Énfpóu«°nS pº«/¶n©rdG 2 Qo ƒoHsõdGnh πo «pérf’p rGhn oájnQƒr sàdG p¬pàndÉn°SpôpH nösûnH røne n¤nY @ /¬pàseo G päÉnæn°ùnM 1. ‹mkân dairesi içinde, flu andaki durumdan daha mükemmeli, daha üstünü, daha güzeli yoktur. (‹mam-› Gazalî) 2. Rahmanirrahîm olan Allah’›n, Furkan-› Hakîm’i Arfl-› Azîmden üzerine indirdi¤i zat olan Efendimiz Muhammed’e (a.s.m.) ümmetinin iyilikleri adedince milyon salât ve milyon selâm olsun. münevver: ayd›nlat›lm›fl. salâvat: Hz. Muhammed’e rahmet ve esenlik dileme. Rahman-› Rahîm: dünya ve ahirette yaratt›klar›na sonsuz fiafiî: ‹mam-› fiafiî. bkz. fiah›s flefkat ve merhametiyle mu- Bilgileri. amele eden Allah. fiah-› Geylânî: Abdülkadir-i rahmet: her fleyi kuflatan ih- Geylânî. bkz. fiah›s Bilgileri. sanlar, ikramlar, ba¤›fllar. 132 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) Bilgileri. flems-i hidayet: hidayet günefli Hz. Muhammed. tafsilât: aç›klamalar, izahlar. talik: tehir, erteleme. temafla: hayretle bak›p seyfiah-› Nakflibend: bkz. fiah›s retme. HZ MUHAMMED 01 7/1/06 11:46 AM Page 133 ¢pùrf’p r G oABÉn«dp hr nGhn uøpérdG o∞pJGnƒnghn oäÉn°UÉngQr ’p r G p¬pJƒs oÑoæpH nösûnHhn p∞dr nG o∞rdnG mósªnëoe Énfpóu«°nS ,oônªn≤rdG p¬pJQn Én°TpÉpH s≥n°ûrfGnh pôn°ûnÑrdG oøpgGnƒnchn ,oônés°ûdG p¬pJƒn rYnódp ränABÉnL røne '¤nY@/¬pàseo G ¢pSÉnØrfnG pOnón©pH mΩnÓn°Snh mInÓn°U røpe n™nÑn°Tnh uônërdG nøpe oáneÉnªn¨rdG o¬ràs∏nXnGhn ,ôo n£nªrdG p¬pFBÉYn oópH kánYrôo°S n∫nõnfhn /¬p©pHÉn°UnG pør«nH røpe Ao Bɪn dr G n™nÑnfhn ,pôn°ûnÑdr G nøpe lä'Épe /¬peÉn©Wn røpe ´ m Én°U n´rõpédr Gnh n»rÑs¶dGnh sÖs°†dG o¬nd *G n≥n£rfnGhn pônKƒr nµrdÉnc mäGôs ne nçnÓnK ê p Gnôr©pªrdG pÖpMÉn°U Qn nónªrdGnh nônénërdGnh πn nÑnérdGnh πn nªnérdGnh n´GnQuòdGnh mΩnÓn°Snh Im Ó n °n U ∞ p dr nG ∞ o dr nG óm ªs ë n eo Énæ©p «/Ø°n Tnh Énf óp «u °nS @ öo nüÑn dr G Æ n GnR Énehn p¿rPpÉpH pán∏uãnªnàoªrdG päÉnªp∏nµrdG p⋲a pán∏µ u °nûnàoªrdG p±hoôoëdr G πu c o pOnón©pH p¿'Grôo≤rdG nøpe mánªp∏nc πou c pánFBGnôpb nóræpY pABGƒn n¡rdG päÉnLƒt nªnJ ÉnjGnône /‘ pø'ªrMsôdG ÉnærªnMQr Gnh Énændôpr ØrZGnh p¿ÉnesõdG pôpNnG ‹p=' G p∫hoõtædG p∫hs nG røpe mAQp Énb πou c røpe 1 @ rÚ/e'G ..Én¡ræpe mInÓn°U πu oµpH Énæn¡'dpG BÉnj 2 [fiuaat-› Marifetinnebî nam›ndaki Türkçe bir risalede ve On Dokuzuncu Mektupta ve flu sözde icmalen iflaret etti¤imiz delâil-i nübüvvet-i Ahmediyeyi (a.s.m.) beyan etmiflim. Hem onda Kur’ân-› Hakîm’in vücuh-i i’caz› icmalen zikredilmifl. Yine Lemaat nam›nda Türkçe bir risalede ve Yirmi Beflinci Sözde Kur’ân’›n k›rk vecihle mu’cize oldu¤unu icmalen beyan ve k›rk vücuh-i i’caz›na iflaret etmiflim. O k›rk vecihte, yaln›z naz›mda olan belâgati, ‹flaratü’l-‹’caz nam›ndaki bir tefsir-i Arabîde 1. Risaletini ‹ncil, Tevrat ve Zebur’un müjdeledi¤i; nübüvvetini do¤du¤undan hemen önce ve do¤umu an›nda meydana gelen harikulâde hâllerin, cinnî hatiflerin, insanlardan evliya ve kâhinlerin haber verdi¤i; iflaretiyle ay›n ikiye bölündü¤ü Efendimiz Muhammed’e (a.s.m.) ümmetinin al›p verdi¤i nefesler say›s›nca milyon salât ve milyon selâm olsun. Ça¤›rmas›yla, a¤açlar›n, yan›na geldi¤i, duas›yla ya¤murun sür’atle ya¤d›¤›, bulutun s›caktan korumak için bafl›nda gölge yapt›¤›, bir kilelik yiyece¤inden yüzlerce insan›n doydu¤u, parmaklar› aras›ndan suyun üç defa Kevser gibi akt›¤›; Allah’›n kertenkeleyi, ceylân›, kuru hurma dire¤ini, koyun paças›n›, deveyi, da¤›, tafl› ve çak›l tafllar›n› onun için konuflturdu¤u; Mirac›n ve, “Göz ne flaflt›, ne de baflka bir fleye bakt›” (Necm Suresi: 17.) ayetinin sahibi Efendimiz ve flefaatçimiz Muhammed’e, (a.s.m.) ilk indi¤i andan itibaren k›yamete kadar Kur’ân’›n, her okuyan›n okudu¤unda hava dalgalar›n›n aynalar›nda Allah’›n izni ile temessül eden her kelimesindeki her harfi say›s›nca salât ve selâm olsun. Bu salâvatlar›n her birisi hürmetine bizi ba¤›flla, bize merhamet et, ey ‹lâh›m›z! Âmin. 2. Rumî 1339’da, ‹stanbul’da Türkçe olarak telif edilen fiuaat risalesidir. âmin: “Kabul eyle!” anlam›nda kullan›l›r. belâgat: sözün güzel olmakla beraber yerinde ve makama uygun olmas›. cins-i lâtifler: gaipten haber veren cinler. delâil-i nübüvvet-i Ahmediye: Hz. Muhammed’in peygamberli¤inin delilleri. evliya: Allah dostlar›, velîler. hâl: durum. harikulâde: ola¤anüstü. icmalen: k›saca. ‹flaratü’l-‹’caz: Risale-i Nur Külliyat›nda yer alan bir eser. kâhin: gaipten haber veren, falc›. Kevser: Cennette bir havuz. kile: tah›l ölçülen bir a¤›rl›k ölçüsü. Kur’ân-› Hakîm: her ayet ve suresinde say›s›z hikmet bulunan Kur’ân. merhamet: ac›ma. Miraç: Hz. Peygamberin, ruhen ve bedenen gö¤e ç›kma mu’cizesi. nübüvvet: peygamberlik. risalet: peygamberlik. salât: dua. selâm: esenlik, koruma, selâmet dileme. fiuaat-› Marifetinnebî: Peygamberi tan›ma par›lt›lar› manas›na gelen Üstad Bediüzzaman’›n bir eseri. tefsir-i Arabî: Arap dilinde yaz›lm›fl Kur’ân yorumu. temessül: suret giyme, cisimleflme. ümmet: nesil, millet. vücuh-i i’caz: mu’cizelik yönleri. HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 133 HZ MUHAMMED 01 7/1/06 11:46 AM Page 134 k›rk sahife içinde yazm›fl›m. E¤er ihtiyac›n varsa, flu üç kitaba müracaat edebilirsin.] ON DÖRDÜNCÜ REfiHA âlem-i gayp: befl duyu ile kavranamayan gerçeklerin âlemi. âlem-i insaniyet: insanl›k âlemi. âlem-i maneviye-i ‹slâmiye: ‹slâm›n manevî âlemi. âlem-i flahadet: gözle gördü¤ümüz âlem. âlem-i uhreviye: ahiret âlemi. asfiya: Hz. Peygamberin vârisi hükmünde olan âlim zatlar. bürhan: delil. bürhan-› nat›k: konuflan delil. cihet: yön, taraf. ehl-i mesalik ve meflarip: meslek ve meflrep sahipleri. evliya: velîler, Allah dostlar›. hacat-› maneviye: manevî ihtiyaçlar. hâdî: hidayet eden, do¤ru yolu gösteren. hendese: matematik bilgisi. hikmet-i hakikî: gerçek hikmet, do¤ru, yan›ltmayan, üstün bilgi. hitabat-› ezeliye: ezelî hitaplar, Allah’›n cinlerle ve insanlarla konuflmas› olan Kur’ân-› Kerîm. ibraz: ortaya koyma. iltifatat-› rahmaniye: her fleye merhametle bakan Allah’›n s›n›rs›z iltifatlar›. kat’î: kesin. kavl-i flarih: aç›klay›c› söz. keflflaf: keflfeden, ortaya ç›karan. kitab-› dua: dua kitab›. kitab-› emir: emir, tavsiye kitab›. kitab-› hikmet ve fleriat: varl›klar›n yarat›l›fl sebeplerini aç›klayan hikmet ve hukuk kitab›. kitab-› kebir-i kâinat: büyük bir kitap olan kâinat. kitab-› zikir ve marifet: okunmakla Allah’›n zikredildi¤i, an›ld›¤› üstün bilgi kitab›. Kur’ân-› Hakîm: her ayet ve suresinde say›s›z hikmet bulunan Kur’ân. künuz-i esma-i ‹lâhiye: ‹lâhî isimlerin hazineleri. kütüphane-i mukaddese: mukaddes kitapl›k, bütün ilimlere kaynak olan ‹lâhî kitap. lem’a-i i’caz: mu’cizelik par›lt›s›. mahzen-i mu’cizat: mu’cizelerin toplu bulundu¤u kitap. Mahzen-i mu’cizat ve mu’cize-i kübra olan Kur’ân-› Hakîm, nübüvvet-i Ahmediye (a.s.m.) ile vahdaniyet-i ‹lâhiyeyi, o derece kat’î ispat ediyor ki, baflka bürhana hacet b›rakm›yor. Biz de onun tarifine ve medar-› tenkit olmufl bir iki lem’a-i i’caz›na iflaret ederiz. ‹flte, Rabbimizi bize tarif eden Kur’ân-› Hakîm, flu ki tab-› kebir-i kâinat›n bir tercüme-i ezeliyesi, flu sahaif-i arz ve semada müstetir künuz-i esma-i ‹lâhiyenin keflfla f›, flu sutur-i hâdisat›n alt›nda muzmer hakaik›n miftah›, flu âlem-i flahadet perdesi arkas›ndaki âlem-i gayp cihe tinden gelen iltifatat-› Rahmaniye ve hitabat-› Ezeliyenin hazinesi, flu âlem-i maneviye-i ‹slâmiyenin günefli, te meli, hendesesi, avalim-i uhreviyenin haritas›, zat ve s› fât ve fluun-i ‹lâhiyenin kavl-i flarihi, tefsir-i vaz›h›, bür han-› nat›k›, tercüman-› sat››, flu âlem-i insaniyetin mü rebbîsi, hikmet-i hakikîsi, mürflit ve hâdîsi; hem bir ki tab-› hikmet ve fleriat, hem bir kitab-› dua ve ubudiyet, hem bir kitab-› emir ve davet, hem bir kitab-› zikir ve marifet gibi, bütün hacat-› maneviyesine karfl› birer ki tap ve bütün muhtelif ehl-i mesalik ve meflarip olan ev liya ve s›dd›kînin, asfiya ve muhakkikînin her birinin m e fl replerine lây›k birer risale ibraz eden bir kütüpha ne-i mukaddesedir. medar-› tenkit: tenkit sebebi. miftah: anahtar. mu’cize-i kübra: en büyük mu’cize. muhakkikîn: muhakkikler, titizce hakikati araflt›ranlar. muzmer hakaik: gizli, örtülmüfl gerçekler. mürebbî: terbiye eden. mürflit: do¤ru yolu gösteren. müstetir: gizli, sakl›. nübüvvet-i Ahmediye: Hz. Muhammed’in peygamberli- 134 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) ¤i. risale: belli bir konuda yaz›lm›fl olan küçük kitap. sahaif-i arz: yeryüzü sayfalar›. sema: gökyüzü. s›dd›kîn: s›dd›klar, iflleri iman› do¤rulayan, çok vefal› ideal kifliler. sutur-i hâdisat: olaylar›n ön yüzü, hâdiselerin ifade etti¤i gerçeklerin kâinat kitab›nda yer ald›¤› sat›rlar. fluun-i ‹lâhiye: Allah’a ait ic- raatlar, ifller, hâl ve keyfiyetler. tefsir-i vaz›h: aç›klay›c› tefsir. tercüman-› sat›: yüksek, parlak tercüman. tercüme-i ezeliye: ezelî olan ve bütün varl›klar›n mahiyet ve vazifelerini herkesin anlayaca¤› bir flekilde aç›klayan mevcudat›n tercümesi hükmündeki Kur’ân-› Kerîm. ubudiyet: kulluk. vahdaniyet-i ‹lâhiye: Allah’›n bir ve tek olmas›. HZ MUHAMMED 01 7/1/06 11:46 AM Page 135 Sebeb-i kusur tevehhüm edilen tekrarat›ndaki lem’a-i i’caza bak ki; Kur’ân, hem bir kitab-› zikir, hem bir kitab-› dua, hem bir kitab-› davet oldu¤undan, içinde tekrar müstahsendir, belki elzemdir ve eblâ¤d›r, ehl-i kusurun zann› gibi de¤il. Zira, zikrin fle’ni, tekrar ile tenvirdir; duan›n fle’ni, terdat ile takrirdir; emir ve davetin fle’ni, tekrar ile te’kittir. Hem, herkes her vakit bütün Kur’ân’› okumaya muktedir olamaz, fakat bir sureye galiben muktedir olur. Onun için, en mühim makas›d-› Kur’âniye ekser uzun surelerde derç edilerek, her bir sure bir küçük Kur’ân hükmüne geçmifl. Demek, hiç kimseyi mahrum etmemek için tevhid ve haflir ve k›ssa-i Mûsa gibi baz› maksatlar tekrar edilmifl. Hem, cismanî ihtiyaç gibi, manevî hacat dahi muhteliftir. Baz›s›na insan her nefes muhtaç olur: cisme hava, ruha Hû gibi. Baz›s›na her saat: Bismillâh gibi ve hakeza... Demek, tekrar-› ayet, tekerrür-i ihtiyaçtan ileri gelmifl ve o ihtiyaca iflaret ederek, uyand›r›p teflvik etmek, hem ifltiyak› ve ifltihay› tahrik etmek için tekrar eder. Hem Kur’ân, müessistir, bir Din-i Mübinin esasat›d›r ve flu âlem-i ‹slâmiyetin temelleridir ve hayat-› içtimaiye-i befleriyeyi de¤ifltirip, muhtelif tabakata, mükerrer suallerine cevapt›r. Müessise, tespit etmek için tekrar lâz›md›r, te’kit için terdat lâz›md›r, teyit için takrir, tahkik, tekrir lâz›md›r. âlem-i ‹slâmiyet: ‹slâm dünyas›. Bismillâh: Allah’›n ad› ve izni ile. derç: içine almak, ilâve yapmak. Din-i Mübinin esasat›: ‹slâm dininin esaslar›, temelleri. eblâ¤: en beli¤, daha edebî. ehl-i kusur: kusur arayanlar. ekser: daha çok, ço¤unluk. elzem: daha lüzumlu. galiben: genellikle. haflir: dirilifl. hayat-› içtimaiye-i befleriye: insanl›¤›n sosyal, toplumsal hayat›. Hû: Allah, demek. hükmüne geçme: yerine geçme. ifltiyak: isteme, özleme. k›ssa-i Mûsa: Hz. Mûsa’n›n k›ssas›. kitab-› davet: davet, tavsiye kitab›. kitab-› dua: dua kitab›. kitab-› zikir: zikir kitab›. lem’a-i i’caz: mu’cizelik par›l- t›s›. mahrum: yoksun kalmak. manevî hacat: manevî ihtiyaçlar. muhtelif: çeflitli, farkl›. muktedir: güç yetirme. müessis: temel atan, kuran, tesis eden. mükerrer: tekrar edilen. . müstahsen: ö¤ülmüfl, be¤enilmifl, makbul. sebeb-i kusur: eksiklik nedeni. fle’n: gerek, özellik, yap›. tahkik: inceleme, iç yüzünü araflt›rma. tahrik: harekete geçirme. takrir: yerlefltirme, anlatma. te’kit: kuvvetlendirme pekifltirme. tekerrür-i ihtiyaç: ihtiyac›n tekrarlanmas›. tekrarat: tekrarlar. tekrir: tekrarlama. tenvir: ayd›nlatma. terdat: tekrar, devaml›. teflvik: özendirme, isteklendirme. tevehhüm: vehmetme, sanma. tevhit: Allah’›n birli¤i. teyit: do¤rulama. zan: zannetme. HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 135 HZ MUHAMMED 01 7/1/06 11:46 AM Page 136 Hem öyle mesail-i azîme ve hakaik-› dakikadan bahsediyor ki, umumun kalplerinde yerlefltirmek için çok defa muhtelif suretlerde tekrar lâz›md›r. Bununla beraber, sureten tekrard›r, fakat manen her bir ayetin çok manalar›, çok faydalar›, çok vücuh ve tabakat› vard›r. Her bir makamda ayr› bir mana ve fayda ve maksatlar için zikrediliyor. Hem Kur’ân’›n, mesail-i kevniyenin baz›s›nda ipham ve icmali ise, irfladî bir lem’a-i i’cazd›r. Ehl-i ilhad›n tevehhüm ettikleri gibi medar-› tenkit olamaz ve sebeb-i kusur de¤ildir. E ¤ e r d e s e n : “Acaba neden Kur’ân-› Hakîm, felsefenin mevcudattan bahsetti¤i gibi etmiyor? Baz› mesaili mücmel b›rak›r, baz›s›n› nazar-› umumîyi okflayacak, hiss-i ammeyi rencide etmeyecek, fikr-i avam› taciz edip yormayacak bir suret-i basitâne-i zahirânede söylüyor.” bürhan: ispatlay›c› delil. delil: kan›t, bürhan. ehl-i fen: fen bilimleri ile u¤raflanlar. ehl-i ilhad: inançs›zlar, dinsizler. esma-i ‹lâhiye: Allah’›n isimleri. felsefe: bilimsel araflt›rmaya dayal› bilgi esaslar›, varl›klar› tan›mlayan, akl›n ürünü olan fen ilimleri fikr-i avam: halk›n düflüncesi, bilgi seviyesi. hakaik-i dakika: ince, dikkat isteyen gerçekler. hakikat: gerçek. Hâl›k: Yaratan, yarat›c›. hiss-i amme: genel his, toplumun hissiyat›. hitap: konuflma. icmal: k›saca özetlemek. ilm-i hikmet: felsefe, fen bilimleri. ipham: anlam›n kapal› oluflu. irfladî: do¤ru yolu göstermekle ilgili. kâinat: evren, tüm varl›klar. kitab-› kâinat: kâinat kitab›. Kur’ân-› Hakîm: her ayet ve su- C e v a b e n d e r i z k i : Felsefe, hakikatin yolunu flafl›rm›fl onun için. Hem, geçmifl derslerden ve sözlerden elbette anlam›fls›n ki, Kur’ân-› Hakîm flu kâinattan bahsediyor; tâ zat ve s›fât ve esma-i ‹lâhiyeyi bildirsin. Yani bu kitab-› kâinat›n maanisini anlatt›r›p, tâ Hâl›k›n› tan›tt›rs›n. Demek, mevcudata kendileri için de¤il, belki mucitleri için bak›yor. Hem, umuma hitap ediyor. ‹lm-i hikmet ise, mevcudata mevcudat için bak›yor. Hem, hususan ehl-i fenne hitap ediyor. Öyle ise, madem ki Kur’ân-› Hakîm mevcudat› delil yap›yor, bürhan yap›yor; delil zahirî olmak, nazar-› umuma çabuk anlafl›lmak gerektir. resinde say›s›z ‹lâhî gayeler bulunan Kur’ân. lem’a-i i’caz: mu’cizelik par›lt›s›. maani: manalar, anlamlar. makam: mevki, mertebe. manen: mana itibar›yla, manaca. medar-› tenkit: tenkit, elefltiri dayana¤›. mesail: mesele, konu. mesail-i azîme: büyük meseleler. mesail-i kevniye: kâinatta 136 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) var oluflla ilgili meseleler mesaili kevniye: kâinatta var oluflla ilgili meseleler. mevcudat: varl›klar. Mucit: icat eden, varl›klar› meydana getiren. muhtelif: çeflitli. mücmel: maksad›n k›sa ve özlü anlat›m›. nazar-› umumî: k a m u o y unun bak›fl›, genel anlay›fl. rencide: incinme, k›r›lma, gücenme. sebeb-i kusur: eksiklik nede- ni. s›fat: vas›f, nitelik, hâl. suret: görünüfl, biçim. suret-i basitâne-i zahirâne: görünüfle göre, aç›k basitçe flekil. tabakat: tabakalar. taciz etmek: rahats›z etmek, s›kmak. tevehhüm: zannetme. umum: genel, bütün. vücuh: yön, taraf. zahiri: aç›k. zat: kifli. HZ MUHAMMED 01 7/1/06 11:46 AM Page 137 Hem madem ki Kur’ân-› Mürflit, bütün tabakat-› beflere hitap eder; kesretli tabaka ise, tabaka-i avamd›r. Elbette irflat ister ki, lüzumsuz fleyleri ipham ile icmal etsin ve dakik fleyleri temsil ile takrip etsin; ve mugalâtalara düflürmemek için zahirî nazarlar›nda bedihî olan fleyleri, lüzumsuz, belki zararl› bir surette ta¤yir etmemektir. Meselâ, günefle der: “Döner bir siraçt›r, bir lâmbad›r.” Zira, güneflten günefl için, mahiyeti için bahsetmiyor. Belki bir nevi intizam›n zembere¤i ve nizam›n merkezi oldu¤undan; intizam ve nizam ise Sâniin âyine-i marifeti oldu¤undan bahsediyor. Evet, der: 1 i/ôé r Jn ¢oùªr °s ûdnG , “Günefl döner.” Bu döner tabiriyle, k›fl-yaz, gece-gündüzün deveran›ndaki muntazam tasarrufat-› kudreti ihtar ile azamet-i Sânii ifham eder. ‹flte, bu dönmek hakikati ne olursa olsun, maksut olan ve hem mensuç, hem meflhut olan intizama tesir etmez. Hem, der: 2 ÉkLGnôp°S ¢nùrªs°ûdG πn n©nLhn . fiu “siraç” tabiriyle âlemi bir kas›r suretinde; içinde olan eflya ise, insana ve zîhayata ihzar edilmifl müzeyyenat ve mat’umat ve levaz›mat oldu¤unu ve günefl dahi musahhar bir mumdar oldu¤unu ihtar ile, rahmet ve ihsan-› Hâl›k’› ifham eder. fiimdi bak; flu sersem ve geveze felsefe ne der? Bak, diyor ki: “Günefl, bir kitle-i azîme-i mayia-i nâriyedir. Ondan f›rlam›fl olan seyyarat›, etraf›nda döndürüp, 1. Yâsin Suresi: 38. 2. Günefli de bir kandil olarak asm›flt›r. (Nuh Suresi: 16.) âlem: evren, dünya. âyine-i marifet: Allah’› tan›ma ve bilme vas›tas›, ‹lâhî bilgileri yans›tan ayna. azamet-i Sâni: sanatkârâne yaratan Allah’›n büyüklü¤ü. bedihî: aç›k. dakik: ince dikkat gerektiren. deveran: birbirini takip etme, pefli s›ra gelme. felsefe: sadece akla dayanan, bilimselli¤i tek ölçü kabul eden dünya görüflünün genel ad›. geveze: çok konuflan, bofl konuflan. hakikat: gerçek. hitap: konuflma. icmal: k›saca, özetlemek. ifham: anlatma, bildirme. ihsan-› Hâl›k: Yaratan›n hediyesi, ikram›. ihtar: uyarma, hat›rlatma. ihzar: haz›rlama. intizam: düzen, düzgünlük. ipham: anlam›n aç›k olmay›fl›. irflat: do¤ru yolu gösterme, ayd›nlatma. kas›r sureti: saray görünüflü. kesretli tabaka: ço¤unluklu katman. kitle-i azîme-i mayia-i nâriye: s›v› hâldeki büyük atefl denizi kütlesi. Kur’ân-› mürflit: hak yolu gösteren Kur’ân. levaz›mat: gerekli malzemeler. mahiyet: özellik, netice, sonuç. maksut: istenilen fley, istek, arzu, gaye. mat’umat: yenecek fleyler. mensuç: dokunmufl, ifllenmifl. meflhut: görünen. mugalâta: delilsiz, saçmal›kla yan›ltma. mumdar: ayd›nlatan lâmba. muntazam: kusursuz, mükemmel. musahhar: emir alt›nda olan. mürflit: do¤ru yolu gösteren, rehber, k›lavuz. müzeyyenat: süslenmifl fleyler. nazar: bak›fl. nevi: çeflit. nizam: düzen, kanun. rahmet: ac›ma, merhamet etme, ba¤›fllama. rahmet: sonsuz, ‹lâhî nimetler, lütuf ve ba¤›fllar. Sâni: yapan, yarat›c›. sersem: dengesiz. seyyarat: gezegenler. siraç: kandil, lâmba. suret: flekil, görünüfl. tabaka-i avam: avam tabakas›, genel halk. tabakat-› befler: toplum seviyeleri, katmanlar›. tabir: söz. ta¤yir: de¤ifltirme, bozma. takrip: yak›nlaflt›rma. tasarrufat-› kudret: Cenab-› Allah’›n kudretinin iflleri. temsil: benzetme, örnek getirme. zahiri: d›fl görünüfl. zemberek: saatlerin parçalar›n› harekete geçiren yay. zîhayat: canl›lar. zira: çünkü. HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 137 HZ MUHAMMED 01 7/1/06 11:46 AM Page 138 cesameti bu kadar, mahiyeti böyledir, flöyledir.” Muhifl bir dehfletten, müthifl bir hayretten baflka ruha bir kemal-i ilmî vermiyor. Bahs-i Kur’ân gibi etmiyor. Buna k›yasen, bât›nen kof, zahiren mutantan felsefî meselelerin ne k›ymette oldu¤unu anlars›n. Onun flaflaa-i sûriyesine aldan›p, Kur’ân’›n gayet mu’ciznüma beyan›na karfl› hürmetsizlik etme. ahiret: öteki âlem. Âl: Sevgili Peygamberimizin aile fertleri. âmin: “Öyle olsun, kabul buyur!” anlam›nda bir ibare. Ashap: Sevgili Peygamberimizin arkadafllar›. bahs-i Kur’ân: Kur’ân’›n bahsi, konunun Kur’ân da geçti¤i gibi. bahusus: özellikle. bat›l: yanl›fl. bât›nen: iç yüzünde. beyan: aç›klama. cesamet: büyüklük, irilik. cömert: eli aç›k, ikram sahibi. dehflet: korku. enva-› i’caz: mu’cizelik türleri. fazl: Allah’›n rahmeti, adaleti. felsefî: felsefe ile ilgili. hak: do¤ru. hazine-i mu’cizat: mu’cizeler hazinesi. hürmet: sayg›. ihtar: hat›rlatma, uyar›. ihtisar: k›saltma. iktifaen: yeterli görerek. kemal-i ilmî: ilmî olgunluk, zevk. kerem: ikram edifl. k›yamet: evrenin y›k›lmas›, da¤›lmas›. k›yasen: benzeterek. kof: güçlü görünmekle birlikte kuvvetli olmayan. Kur’ân-› Hakîm: her ayet ve suresinde say›s›z ‹lâhî gayeler bulunan Kur’ân. mahiyeti: özelli¤i, yap›s›. merhamet: ba¤›fllama, rahmet. mu’ciznüma: mu’cizeli, harika. muhifl: korkutucu. mutantan: gösteriflli, flatafatl›. müracaat: baflvuru. rahmet: ac›ma, ba¤›fllama, merhamet etme. rehber: önder. Risale-i Nur: Nur Risalesi, Bediüzzaman Said Nursî’nin eserlerinin ad›. Ék°ùpfƒoehn ,mABGOn πou c røpe /¬p∏nãren Ghn /¬pÑpJÉnµdp hn Énænd kABÉØn p°T n¿'Grôo≤rdG pπn©rLG sºo¡s∏dnG pôrÑn≤rdG »pahn ,Ékæj/ônb Én«rftódG »pahn ,ÉnæpJƒr ne nór©nHhn ÉnæpJÉn«nM »/a rºo¡ndhn Énænd Gkôràp°S Qp ÉsædG nøpehn ,GkQƒof p•Gnôu°üdG n¤nYhn ,Ék©«/Øn°T páneÉn«p≤rdG »pahn ,Ék°ùpfƒoe ,ÉkeÉnepGhn kÓ«/dnO Én¡u∏oc päGnôr«nîrdG n‹pGhn ,Ék≤«/aQn pásænérdG »pahn ,ÉkHÉnépMhn nÚ/enôrc’n rG nΩnôrcnG BÉjn n∂pànªrMQn hn n∂penônchn n∑pOƒoLhn n∂p∏r°†nØpH nÚ/e'G nÚ/ªpMGôs dG nºnMQr nG BÉjn hn ¤n=' Yhn oº«/µnërdG o¿ÉnbrôoØrdG p¬r«n∏nY n∫põrfoG røne '¤nY rºu∏°nShn πnu °U sºo¡s∏dnG 1 nÚ/e'G nÚ/e'G @ nÚ/©nªrLnG =/¬pÑrën°Unh /¬dp 'G ‹HTAR: Arabî Risaletü’n-Nur’da On Dördüncü Reflhan›n Alt› Katresi, bahusus Dördüncü Katrenin Alt› Nüktesi, Kur’ân-› Hakîm’in k›rk kadar enva-› i’caz›ndan on beflini beyan eder. Ona iktifaen burada ihtisar ettik. ‹stersen ona müracaat et; bir hazine-i mu’cizat bulursun. Sözler, Yeni Asya Neflriyat, 2005, s. 370-386. ‚è 1. Allah’›m! Kur’ân’›, bizim için, onu yazan ve benzerleri için, her türlü hastal›ktan flifa, bize ve onlara hem dünyada, hem de ahirette dost, dünyada yoldafl, kabirde arkadafl, k›yamette flefaatçi, S›rat üzerinde nur, Cehenneme karfl› perde ve örtü, Cennette arkadafl ve bütün hay›rlara bizi sevk eden rehber ve önder k›l. Bunu fazl›n, cömertli¤in, keremin ve rahmetinle yap ey merhametlilerin en merhametlisi ve ey bütün cömertlerden daha cömert olan! Duam›z› kabul buyur. Allah’›m! Kendisine hakla bat›l› ay›rt eden Kur’ân-› Hakîm’in indi¤i zata, onun bütün Âl ve Ashab›na salât ve selâm eyle. Âmin, âmin. salât: Sevgili Peygamberimizin ismi an›ld›¤›nda okunan dua. selâm: esenlik dileme, dua. sevk: yollama. 138 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) s›rat: köprü, ahirette bütün insanlar›n üzerinden geçece¤i özel bir geçit. flaflaa-i sûriye: görünüflteki parlakl›k. flefaat: ba¤›fllanmay› dilemek. zahiren: d›fl görünüfl. zat: Sevgili Peygamberimiz. HZ MUHAMMED 01 7/1/06 11:46 AM Page 139 Peygamberimizin Mu'cizeleri KUR’ÂN KUR’ÂN-I MU’C‹ZÜLBEYAN, TAL‹M-‹ ESMANIN HAK‹KAT‹NE MUFA SSALAN MAZHARDIR Hem meselâ, hatem-i divan-› nübüvvet; ve bütün enbiyan›n mu'cizeleri onun dava-i risaletine bir tek mu'cize hükmünde olan enbiyan›n serveri; ve flu kâinat›n mâbihiliftihar›; ve Hazret-i Âdem’e (aleyhisselâm) icmalen talim olunan bütün esman›n bütün meratibiyle tafsilen mazhar›; yukar›ya celâl ile parma¤›n› kald›rmakla flakk-› kamer eden ve afla¤›ya cemal ile indirmekle yine on parma¤›ndan Kevser gibi su ak›tan ve bin mu'cizat ile musaddak ve müeyyet olan Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm›n mu’cize-i kübras› olan Kur'ân-› Hakîm’in vücuh-i i’caz›n›n en parlaklar›ndan olan hak ve hakikate dair beyanat›ndaki cezalet, ifadesindeki belâgat, maanisindeki camiiyet, üslûplar›ndaki ulviyet ve halâveti ifade eden, p¿'Gôr o≤rdG Gnò'g pπrãpªpH Gƒo`JrÉnj r¿nG¤n=' Y øt p÷rGnh ¢oùrf’p rG pân©nªnàrLG pøpÄnd rπob 1 GkÒ`/¡Xn ¢m†r©nÑdp rºo¡o°†r©nH n¿Énc ƒr ndhn /¬p∏rãpªpH n¿ƒoJrÉnj ’n gibi çok ayat-› beyyinatla ins ve cinnin enzar›n› flu mu’cize-i ebediyenin vücuh-i i’caz›ndan en zahir ve en parlak veçhine çeviriyor. Bütün ins ve cinnin damarlar›na dokunduruyor. Dostlar›n›n flevklerini, düflmanlar›n›n inad›n› tahrik edip, azîm bir teflvik ile, fliddetli bir tergip ile dost ve düflmanlar›, onu tanzire ve taklide, yani nazirini 1. De ki: And olsun, e¤er bu Kur’ân’›n benzerini getirmek için insanlar ve cinler bir araya toplan›p da hepsi birbirine yard›mc› olsalar, yine de onun benzerini getiremezler. (‹sra Suresi: 88.) Allahü ekber: Allah en büyük ve en yücedir. âyât-› beyyinat: apaç›k ayetler, deliller veya iflaretler. azîm: büyük, yüce, ulu. belâgat: söz ve yaz›da sanatl› ve tesirli ifade; bir fleyde sakl› bulunan derin anlam. beyanat: aç›klamalar, izahlar. camiiyet: toplu olma, toplu- luk. celâl: nihayet derecede büyüklük, azamet, ululuk. Cemal: Cenab-› Hakk›n lütuf ve ihsan› ile tecellisi. cezalet: ahenkli, ak›c› ve güzel ifade. cin: gözle görünmez, lâtif cisimlerden ibaret bir yarat›k. dair: alâkal›, ilgili. dava-i risalet: peygamberlik davas›, iddias›. enbiya: nebîler, peygamberler. enzar: bak›fllar, bakmalar, nazar etmeler. esma: s›fatlar, isimler. halâvet: tatl›l›k, flirinlik. hatem-i divan-› nübüvvet: Peygamberlik meclisinin mührü. hükmünde: de¤erinde, yerinde. icmalen: k›saltarak, k›saca, özetle. ins: insan, befler, âdemo¤lu. kâinat: evren; yarat›lm›fl olan fleylerin tamam›, bütün âlemler. Kevser: Cennette bulunan bir akarsu. Kur’ân-› Hakîm: her ayet ve suresinde say›s›z hikmet ve faydalar bulunan Kur’ân. maani: manalar, anlamlar. mâbihiliftihar: kendisiyle iftihar edilen, övünülen. mazhar: nail olma, flereflenme. meratip: mertebeler, basamaklar. meselâ: misal olarak, flunun gibi, söz gelifli, faraza. mu’cizat: mu’cizeler, Allah taraf›ndan verilip, yaln›z peygamberlerin gösterebilecekleri büyük harika ifller. mu’cize: benzerini yapmaktan insanlar›n âciz kald›¤› fley. mu’cize-i ebediye: sonsuz mu’cize. mu’cize-i kübra: en büyük mu’cize. mufassalan: tafsilâtl› olarak, ayr›nt›l› biçimde, genifl ve izahl› flekilde, etrafl›ca. musaddak: tasdik edilmifl, do¤rulanm›fl, do¤rulu¤u kabul edilmifl. müeyyet: do¤rulanm›fl, tasdik ve teyit edilmifl. nazir: benzer, efl. serveri: bafll›k, baflkanl›k. flakk-› kamer: ay›n ikiye bölünmesi; Hz. Muhammed’in (a.s.m.) Cenab-› Hakk›n izniyle, bir parmak iflaretiyle ay› ikiye bölmesi suretiyle gösterdi¤i büyük mu’cize. flevk: fliddetli arzu, afl›r› istek ve heves. tafsilen: tafsilli bir flekilde, uzun uzad›ya, ayr›nt›l› olarak. tahrik: hareket ettirme, harekete geçirme. talim: ö¤retme, yetifltirme. talim-i esma: Cenab-› Hak taraf›ndan Hz. Âdem’e (a.s.) isimlerin ö¤retilmesi. tanzir: benzetme, benzetilme. tergip: ra¤bet verme, isteklendirme. ulviyet: ulvîlik, yücelik, yükseklik. üslûp: bir eserin flekil ve ifade yönü. vecih: cihet, yön. vücuh-i i’caz: mu’cize olman›n yollar›, i’caz nevileri ve vecihleri. zahir: aç›k, aflikâr. HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 139 HZ MUHAMMED 01 7/1/06 11:46 AM ahali: halk. ahlaf: zürriyetler, nesiller. aleyhimüsselâm: Allah’›n selâm› onlar›n üzerine olsun. amma: ama, lakin, ancak. azîm: büyük. belâgat: iyi, güzel, pürüzsüz söz söyleme. beli¤: belâgatle, düzgün ve sanatl› olarak meram›n› anlatan. befler: insan, insanl›k. cazibe: cezp edicilik, çekicilik. Ceziretü’l-Arab: Arap Yar›madas›. çarfl›-y› ticaret: ticaret çarfl›s›, ticaret yap›lan yer. durub-i emsal: meflhur sözler, darb-› meseller, ata sözleri. dünyevî: dünyaya ait. düstur: kanun, kaide, kural, prensip, esas. edip: edebiyatç›, edebiyatla meflgul olan. ekseriyet-i mutlaka: mutlak ço¤unluk. elhâs›l: hâs›l›, netice itibar›yla, k›saca. enbiya: nebîler, peygamberler. eslâf: selefler, evvelkiler, öncekiler, geçmifller. fesahat: ahenk ve uyum yönünden kusursuz olma. fihriste: katalog, liste. fünun: fenler. gaye-i yegâne: tek gaye, as›l maksat. güya: sanki, sözde. havarik-› sanat: sanat harikalar›, sanatta gösterilen ola¤anüstü baflar›lar ve ortaya konulan ola¤anüstü eserler. ihtiyac-› f›trî: yarat›l›fl›n gere¤i olan ihtiyaç. ittihaz: edinme, kabul etme. kabile: birlikte yaflayan ve bir sülâleden gelen insanlar. kavim: millet; aralar›nda dil, âdet, örf, kültür birli¤i olan insan toplulu¤u. kay›t: yaz›ya geçirme, deftere yazma. kelâm: söyz, konuflma, nutuk. kemalât: faziletler, kemaller, olgunluklar, mükemmellikler. kitabet: yaz› yazma. manevî: maddî olmayan, içe ait, mana ile ilgili. manidar: nükteli, ince manal›. mazhariyet: görünme ve tezahür yeri olma; nail olma, flereflenme. Page 140 yapmak ve kelâm›n› ona benzetmek için sevk ediyor; hem öyle bir surette o mu’cizeyi nazargâh-› enâma koyuyor. Güya insan›n bu dünyaya geliflinden gaye-i yegânesi, o mu’cizeyi hedef ve düstur ittihaz edip, ona bakarak, netice-i hilkat-i insaniyeye bilerek yürümektir. E l h â s › l : Sair enbiya aleyhimüsselâm›n mu’cizatlar›, birer havarik-› sanata iflaret ediyor ve Hazret-i Âdem Aleyhisselâm›n mu’cizesi ise, esasat-› sanat ile beraber, ulûm ve fünunun, havarik ve kemalât›n›n fihristesini bir suret-i icmalîde iflaret ediyor ve teflvik ediyor. Amma, mu’cize-i kübra-i Ahmediye (a.s.m.) olan Kur’ân-› Mu’cizülbeyan ise, talim-i esman›n hakikatine mufassalan mazhariyetini, hak ve hakikat olan ulûm ve fünunun do¤ru hedeflerini ve dünyevî, uhrevî kemalât› ve saadat› vaz›han gösteriyor; hem pek çok azîm teflvikatla, befleri onlara sevk ediyor. Sözler, Yeni Asya Neflriyat, 2005, s. 416-417. ‚è Ceziretü’l-Arab ahalisi o as›rda ekseriyet-i mutlaka itibar›yla ümmî idi. Ümmîlikleri için mefahirlerini ve vukuat-› tarihiyelerini ve mehasin-i ahlâka yard›m edecek durub-i emsallerini kitabet yerine fliir ve belâgat kayd›yla muhafaza ediyorlard›. Manidar bir kelâm, fliir ve belâgat cazibesiyle eslâftan ahlâfa haf›zalarda kal›p gidiyordu. ‹flte flu ihtiyac-› f›trî neticesi olarak, o kavmin manevî çarfl›-y› ticaretlerinde en ziyade revaç bulan, fesahat ve belâgat meta› idi. Hatta bir kabilenin beli¤ bir edibi, mefahir: iftihar edilecek, övünülecek fleyler, mefharetler. mehasin-i ahlâk: ahlâk güzelli¤i, ahlâkî güzellikler. meta: sermaye, elde bulunan varl›k. mu’cizat: mu’cizeler, Allah taraf›ndan verilip, yaln›z peygamberlerin gösterebilecekleri büyük harika ifller. mu’cize: benzerini yapmaktan insanlar›n âciz kald›¤› fley. mufassalan: tafsilâtl› olarak, ayr›nt›l› biçimde, genifl ve 140 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) izahl› flekilde, etrafl›ca. muhafaza: koruma, saklama, h›fzetme. netice-i hilkat-i befleriye: insano¤lunun yarat›l›fl›n›n neticesi, meyvesi. revaç: ra¤bet, k›ymet, de¤er. saadet: mutluluk, kutluluk, bahtiyarl›k, mes’ut olma. sair: di¤er, baflka, öteki. sevk: yöneltme, gönderme. suret: biçim, tarz, görünüfl. suret-i icmalî: k›sa ve özlü bir flekil, tarz. talim-i Esma: Cenab-› Hak taraf›ndan Hz. Âdem’e (a.s.) isimlerin ö¤retilmesi. teflvikat: heveslendirme, motive etme. uhrevî: ahirete dair, ahirete ait. ulûm: ilimler. ümmî: okuma yazmas› olmayan, okumam›fl. vaz›h: aç›k, aflikâr; kolay anlafl›l›r. ziyade: çok, fazla. HZ MUHAMMED 01 7/1/06 11:46 AM Page 141 en büyük bir kahraman-› millîsi gibiydi. En ziyade onunla iftihar ediyorlard›. ‹flte, ‹slâmiyetten sonra âlemi zekâlar›yla idare eden o zeki kavim, flu en revaçl› ve medar-› iftiharlar› ve ona fliddet-i ihtiyaçla muhtaç olan belâgatte akvam-› âlemden en ileride ve en yüksek mertebede idiler. Belâgat, o kadar k›ymettar idi ki, bir edibin bir sözü için iki kavim büyük muharebe ederdi ve bir sözüyle musalâha ediyorlard›. Hatta onlar›n içinde “Muallâkat-› Seb’a” nam›yla yedi edibin yedi kasidesini alt›nla Kâbe’nin duvar›na yazm›fllar, onunla iftihar ediyorlard›. ‹flte böyle bir zamanda, belâgat en revaçl› oldu¤u bir anda Kur’ân-› Mu’cizülbeyan nüzul etti. Nas›l ki zaman-› Mûsa Aleyhisselâmda sihir ve zaman-› ‹sa Aleyhisselâmda t›p revaçta idi; mu’cizelerinin mühimi o cinsten geldi. ‹flte o vakit büle¤a-i Arab› en k›sa bir suresine mukabeleye davet etti. 1 /¬p∏rãpe røpe mIQn ƒo°ùpH GƒoJrÉna Énf pórÑnY '¤nY Énærdsõnf És‡p mÖrjQn ⋲a/ rºoàræoc r¿pGhn ferman›yla onlara meydan okuyor. Hem, der ki: “‹man getirmezseniz mel’unsunuz, Ce henneme gireceksiniz.” Damarlar›na fliddetle vuruyor, gururlar›n› dehfletli surette k›r›yor, o kibirli ak›llar›n› istihfaf ediyor. Onlar› bidayeten idam-› ebedî ile ve sonra da Cehennemde idam-› ebedî ile beraber dünyevî idam ile de mahkûm ediyor. Der: “Ya muaraza ediniz, yahut can ve mal›n›z helâkettedir.”1 Sözler, Yeni Asya Neflriyat, 2005, s. 592-594. ‚è 1. Sizin Allah’› b›rak›p da tapt›klar›n›z›n hepsi bir araya gelse, bir sinek bile yaratamazlar. (Hac Suresi: 73.) âlem: dünya, cihan. belâgat: iyi, güzel, pürüzsüz söz söyleme. büle¤a-i Arap: Arap beli¤leri, Arap edebiyatç›lar›. edip: edebiyatç›, edebiyatla meflgul olan. ferman: emir, buyruk. gurur: kibir, kurum, kurulma. iftihar: gurur, övünme. iftihar: övünme. kaside: övgü maksad›yla yaz›lm›fl fliir ve bu fliirin naz›m flekli. kavim: millet; aralar›nda dil, âdet, örf, kültür birli¤i olan insan toplulu¤u. k›ymettar: k›ymetli, de¤erli. medar-› iftihar: iftihar sebebi, övünme sebebi. mel’un: lânetlenmifl, kötülenmifl. mertebe: derece, basamak. Muallâkat-› Seb’a: yedi ask›; Kur’ân nazil olmadan önce, meflhur Arap flairlerinin en be¤enilmifl fliirlerinden, Kâbe’nin duvar›na as›lm›fl olanlar›. mu’cize: benzerini yapmak- tan insanlar›n âciz kald›¤› fley. muharebe: savaflma, savafl. mukabele: karfl›l›k verme, karfl›lama. musalâha: bar›flma, uzlaflma, sulh, bar›fl. nam: ün, flöhret, flan. nüzul: inme, inifl, gökten dünyaya gelifl. revaç: k›ymet, de¤er, itibar, rayiç. sihir: büyü, büyücülük, göz boyac›l›k, gözba¤c›l›k. suret: tarz, yol, gidifl; usul, metot, üslûp. fliddet-i ihtiyaç: ihtiyac›n, muhtaç olman›n fliddeti, ihtiyac›n çok fazla olmas›. t›p: hastal›klar› iyilefltirmek, hafifletmek veya önlemek amac›yla baflvurulan teknik ve ilmî çal›flmalar›n tamam›, tabiplik, doktorluk, hekimlik. ziyade: fazla, fazlas›yla. HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 141 HZ MUHAMMED 01 7/1/06 11:46 AM Page 142 KUR’ÂN’IN BENZER‹ YAPILAMAZ GƒoYrOGnh /¬p∏rãpe røpe mIQn ƒo°ùpH GƒoJrÉna ÉnfpórÑnY'¤nY Énærdsõnf És‡p mÖrjQn ⋲a/ rºoàræ`ocr¿pGhn 1 nÚ/bpOÉ°nU rºoàræ`oc r¿pG $G p¿hoO røpe rºoc nABGón n¡°oT Yani: “E¤er, bir flüpheniz varsa, size yard›m edecek, flahadet edecek bütün büyüklerinizi ve taraftarlar›n›z› ça ¤›r›n›z, bir tek suresine bir nazire yap›n›z.” ‹flaratü’l-‹’caz’da izah ve ispat edildi¤i için, burada yaln›z icmaline iflaret ederiz. fiöyle ki: Kur’ân-› Mu’cizülbeyan diyor: “Ey ins ve cin! E¤er Kur’ân, kelâm-› ‹lâhî oldu¤unda flüpheniz varsa, bir befler kelâm› oldu¤unu tevehhüm ediyorsan›z, haydi iflte meydan, geliniz? Siz dahi ona Muhammedü’l-Emin dedi¤iniz zat gibi, okumak yazmak bilmez, k›raat ve kitabet görmemifl bir ümmîden bu Kur’ân gibi bir kitap getiriniz, yapt›r›n›z. “Bunu yapamazsan›z, haydi ümmî olmas›n, en meflhur bir edip, bir âlim olsun. âlim: bilgin. belâgat: sözün düzgün, kusursuz, yerinde ve hâlin ve makam›n icab›na göre söylenmesi. beli¤: maksad›n› eksiksiz bir flekilde ve güzel sözlerle anlatan. befler: insan. büle¤a: güzel söz söyleme sanat› ile meflgul olanlar. cin: bir cins ateflten yarat›lm›fl ve Allah’a iman etmekle yükümlü tutulmufl fluur sahibi bir varl›k. edip: güzel ve sanatl› söz söyleyen veya yazan. hakaik-› Kur’âniye: Kur’ân’›n hakikatleri, gerçekleri. himmet: yard›m. huteba: hatipler; güzel konuflanlar. icmal: özet. ilâh: tanr›, tap›n›lan fley. ins: insan. ispat: do¤ruyu delillerle gösterme. ‹flaratü’l-‹’caz: Bediüzzaman Said Nursî’nin, Risale-i Nur Külliyat›nda “Bunu da yapamazsan›z, haydi bir tek olmas›n, bütün büle¤an›z, huteban›z, belki bütün geçmifl beli¤lerin güzel eserlerini ve bütün gelecek ediplerin yard›mlar›n› ve ilâhlar›n›z›n himmetlerini beraber al›n›z, bütün kuvvetinizle çal›fl›n›z, flu Kur’ân’a bir nazire yap›n›z. “Bunu da yapamazsan›z, haydi kabil-i taklit olmayan hakaik-› Kur’âniyeden ve manevî çok mu’cizat›ndan kat-› nazar, yaln›z nazm›ndaki belâgatine nazire olarak bir eser yap›n›z.” 1. Bakara Suresi: 23. yer alan bir eseri. izah: aç›klama. kabil-i taklit: taklit edilebilir. kat-› nazar: “ ...bir tarafa.” kelâm: söz. kelâm-› ‹lâhî: Allah kelâm›. k›raat: okuma. kitabet: yaz› yazma. Kur’ân-› Mu’cizülbeyan: aç›klamalar›yla ak›llar› benze- 142 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) rini yapmaktan âciz b›rakan Kur’ân-› Kerîm. manevî: manaya ait. meflhur: tan›nm›fl. misal: örnek. mu’cizat: mu’cizeler. Muhammedü’l-Emin: her bak›mdan güvenilir olan Peygamberimiz (a.s.m.). naz›m: Kur’ân’›n ayetlerinin ve kelimelerinin dizilifli, dü- zenlenifli. nazire: benzeri. sure: Kur’ân-› Kerîm’in ayr›ld›¤› 114 bölümden her biri. flahadet: flahitlik. flüphe: tereddüt, kuflku. tevehhüm: zannetme, sanma. ümmî: okuma yazmas› olmayan. zat: kifli, flah›s. HZ MUHAMMED 01 1 7/1/06 11:46 AM Page 143 mäÉnjnônàrØoe /¬p∏rãpe Qm ƒn o°S pörûn©pH GƒoJrÉna ilzam›yla der: “Haydi sizden manan›n do¤rulu¤unu istemiyorum, müftereyat ve yalanlar ve bat›l hikâyeler olsun. “Bunu da yapam›yorsunuz; haydi bütün Kur’ân kadar olmas›n, yaln›z Qm ƒn o°S pörûn©pH on suresine nazire getiriniz. “Bunu da yapam›yorsunuz; haydi bir tek suresine na zire getiriniz. “Bu da çoktur; haydi k›sa bir suresine bir nazire ibraz ediniz. “Hatta, madem bunu da yapamazsan›z ve yapamazs› n›z; hem bu kadar muhtaç oldu¤unuz hâlde, çünkü, hay siyet ve namusunuz, izzet ve dininiz, asabiyet ve flerefi niz, can ve mal›n›z, dünya ve ahiretiniz, buna nazire ge tirmekle kurtulabilir; yoksa dünyada haysiyetsiz, namus suz, dinsiz, flerefsiz, zillet içinde, can ve mal›n›z helâket te mahvolup ve ahirette, 2 - oIQn Énép◊r Gnh ¢So ÉsædG ÉngoOƒobhn »à/ sdG Qn ÉsædG Gƒo≤sJÉna iflaretiyle, Cehennemde haps-i ebedî ile mahkûm ve sa nemlerinizle beraber atefle odunluk edeceksiniz. Hem madem sekiz mertebe aczinizi anlad›n›z, elbette sekiz de fa, Kur’ân dahi mu’cize oldu¤unu bilmekli¤iniz gerektir. Ya imana geliniz veyahut susunuz, Cehenneme gidiniz!” 1. Ve düzme ve uydurma da olsa onun gibi on tane sure getirin. (Hûd Suresi: 13.) 2. Yak›t› insanlar ve tafllar olan, kâfirler için haz›rlanm›fl Cehennem ateflinden sak›n›n. (Bakara Suresi: 24.). acz: güçsüzlük, kuvvetsizlik, Cehennem: ahiretteki yarg›yetersiz kalma. lamadan sonra günahkâr kulahiret: k›yametten sonra ku- lar›n girecekleri ve azap görecekleri yer. rulacak olan âlem. hikâye: olmufl ve olmas› mümkün olaylar› yaz›l› veya sözlü olarak anlatma. ibraz: ortaya koyma, gösterasabiyet: kendi ›rk›n›, dinini haps-i ebedî: sonsuza dek me. ve benzeri fleyleri koruma kal›nacak hapis. ilzam: susturma, cevap veregayreti. haysiyet: fleref, onur. mez hâle getirme. bat›l: gerçek olmayan, yalan, helâket: mahvolma, yok ol- iman: inanma; Kur’ân’›n Allah hurafe, bofl, manas›z. ma. sözü oldu¤unu kabul etme. izzet: de¤er, itibar, fleref, yücelik. kâfir: Allah’›n varl›¤›n› ve birli¤ini inkâr eden. Kur’ân: Allah taraf›ndan vahiy yoluyla Hz. Muhammed’e indirilmifl, semavî kitaplar›n sonuncusu. mahkûm: hükümlü, cezal›. mahvolma: yok olma, bitme. mertebe: derece. mu’cize: Allah taraf›ndan verilip, yaln›z peygamberlerin gösterebilecekleri harika ifl. muhtaç: ihtiyaç içinde olan. müftereyat: iftiralar, uydurmalar. nazire: benzeri. sanem: put. sure: Kur’ân-› Kerîm’in ayr›ld›¤› 114 bölümden her biri. fleref: onur, haysiyet. veyahut: yahut, ya da. zillet: alçakl›k, adîlik. HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 143 HZ MUHAMMED 01 7/1/06 11:46 AM ayat: Kur’ân ayetleri, cümleleri. beyan: anlatma, aç›klama. beyan-› ifhâmiye: karfl›s›ndakini konuflamayacak derecede deliller ortaya koyarak susturma. beyan-› Kur’ân: Kur’ân’›n aç›klamas›, anlatmas›. dair: ilgili. delil: bir fikrin veya hükmün do¤rulu¤unu kan›tlayan fley. felâket: musibet, zarar verici büyük olay. gayp: gizli olan, görünmeyen âlemler. güruh: topluluk. hacet: ihtiyaç, gerek. hakikat: gerçek. hazine: k›ymetli fleylerin sakland›¤› sa¤lam yer; nimet. ifhâm ( Ωr Éë n rapG ): bir fleyi delilleriy- le ispat ve izah ile ö¤retme. ilâh: tanr›, tap›n›lan fley. ilzam: delille ispat edip, cevap veremez hale getirme. iman: inanma. kâfir: Allah’›n varl›¤›n› ve birli¤ini inkâr eden. kâhin: kar›fl›k ve tahminî sözlerle gelecekten haber verdi¤i söylenen kimse . kâinat: bütün âlemler, varl›klar. Kur’ân: Allah taraf›ndan vahiy yoluyla Hz. Muhammed’e indirilmifl, sonuncu semavî kitap. Kur’ân-› Mu’cizülbeyan: aç›klamalar›yla ak›llar› benzerini yapmaktan âciz b›rakan Kur’ân-› Kerîm. makam-› ifhâm: delille ispatlama makam›. mecnun: deli. misal: örnek. münezzeh: kusur ve noksanlardan uzak. nimet: ihsan, lütuf, Allah’›n verdi¤i faydal› ve hofla giden fley. niyet: bir fleyi düflünerek yapmaya karar verme. ö¤üt: nasihat, tavsiye. peygamber: Allah’›n elçisi. Rab: varl›klar›n bütün ihtiyaçlar›n› gideren, besleyen, büyüten onlar› uyum içinde sevk ve idare eden Allah. s›rf: sadece. tedbir: idare etme, yönetme. ücret: karfl›l›k. 1. ‹mam-› Gazalî, ‹hya-i Ulûmid din, 1:105. 2. Sen ö¤üt vermeye devam et. Rabbinin sana verdi¤i peygamberlik nimeti hakk› için, sen ne bir kâhinsin, ne de bir mecnun. • Yoksa onlar “O bir Page 144 ‹flte, Kur’ân-› Mu’cizülbeyan’›n makam-› ifhâmdaki ilzam›na bak ve de: 1 l¿Én«nH p¿'Gröo≤rdG p¿Én«nH nór©nH ¢nùr«nd . Evet, be- yan-› Kur’ân’dan sonra beyan olamaz ve hacet kalmaz. ‹kinci misal: n¿ƒodƒo≤nj rΩnG @ m¿ƒoæréne ’n hn møpgÉnµpH n∂uHQn pânªr©pæpH nârfnG BÉnªna ôur cnòna nøpe rºoµn©ne Êppq Éna Gƒo°üsHnônJ rπob @ p¿ƒoænŸrG nÖrjQn /¬pH ¢üo sHnônànf ôpl YÉn°T @ n¿ƒoZÉnW lΩƒr nb rºog rΩn G BGnò'¡pH rºo¡oenÓrMnG rºogoôoerÉnJ rΩnG @ nÚ°/üpqHnônàoŸGr GƒofÉnc r¿pG /¬p∏rãpe måj/ónëpH GƒoJrÉn«r∏na @ n¿ƒoæperDƒoj ’n rπnH o¬nd ƒs n≤nJ n¿ƒodƒo≤nj rΩnG Gƒo≤n∏nNrΩnG @ n¿ƒo≤dp ÉnÿrG oºog rΩnG mA∆ n /bpOÉ°Un r Tn pôr«nZ røpe Gƒo≤p∏oN rΩnG @ Ú @ n∂Hu Qn øo pFBGõn nN rºognóræpY rΩnG @ n¿ƒoæpbƒoj ’n rπnH ¢nVQr ’n rGhn päGnƒ'ª°sùdG rºo¡o©pªnà°rùoe pärÉ«n r∏na p¬«/a n¿ƒo©pªnà°rùnj lºs∏°oS rºo¡nd rΩnG @ n¿hoôp£r«°nüoŸrG oºog rΩnG GkôrLnG rºo¡o∏nÄ°rùnJ rΩnG @ n¿ƒoænÑrdG oºoµndhn oäÉnænÑrdG o¬nd rΩnG @ mÚ/Ñoe m¿Én£r∏o°ùpH @ n¿ƒÑo ào `rµjn rºo¡na oÖr«n¨rdG oºgo nóræpY rΩnG @ n¿ƒo∏n≤rãoe Ωm nôr¨ne røpe rºo¡`na $Goôr«nZ l¬'dpG rºo¡nd rΩnG @ n¿hoó«/µ`nŸrG oºog GhoônØnc nøj/òsdÉna Gkór«nc n¿hoójô/ oj rΩnG 2 @ n¿ƒocpô°rûoj ÉsªnY $G n¿ÉnërÑ°oS ‹flte flu ayat›n binler hakikatlerinden yaln›z beyan-› ifhâmiyeye misal için bir hakikatini beyan ederiz. fiöyle ki: flairdir; biz onun bafl›na gelecek felâketi bekliyoruz” mu diyorlar? • Sen “Bekleyedurun,” de. “Ben de sizinle beraber bekliyorum.” • Onlar ak›llar›n› kullanarak m› bunu söylüyorlar, yoksa onlar s›rf bir azg›nlar güruhu mudur? • Yahut Kur’ân’› kendisi mi uydurdu diyorlar? Do¤rusu onlar›n iman etmeye niyetleri yoktur. • E¤er do¤ru söylüyorlarsa, Kur’ân’›n benzeri bir söz getirsinler. • Yoksa onlar bir yarat›c› olmaks›z›n m› yarat›ld›lar? Veya kendi kendilerini mi yarat›yorlar? • Yoksa gökleri ve yeri onlar m› yaratt›? Do¤rusu onlar›n düflünüp iman etmeye niyetleri yoktur. • Yoksa Rabbinin hazineleri onlar›n yan›nda m›? Veya kâinat›n tedbir ve idaresini onlar m› ele geçirdi? • Yoksa göklere ç›k›p da gök ehlinin haberlerini dinlemek için bir merdivenleri mi var? Öyleyse dinleyicileri, iflittiklerine dair aç›k bir delil getirsin. • Yoksa k›z çocuklar› Onun, erkek çocuklar da sizin mi? • Yoksa sen onlardan bir ücret istedin de onlar a¤›r bir borç alt›na m› girdiler? • Yoksa gayb›n ilmi onlar›n yan›nda da oradan m› al›p yaz›yorlar? • Yoksa sana bir tuzak m› kurmak istiyorlar? Fakat o kâfirler tuza¤a düflecek olanlar›n tâ kendileridir. • Yoksa onlar›n Allah’tan baflka bir ilâh› m› var? Allah onlar›n ortak kofltuklar› fleylerden münezzehtir. (Tur Suresi: 29-43.) 144 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) HZ MUHAMMED 01 1 7/1/06 11:46 AM Page 145 rΩnG ˘ ˘ Ωr nG lâfz›yla on befl tabaka istifham-› inkârî-i taaccü- bî ile ehl-i dalâletin bütün aksam›n› susturur ve flübehat›n bütün menflelerini kapat›r. Ehl-i dalâlet için, içine girip saklanacak fleytanî bir delik b›rakm›yor, kapat›yor. Alt›na girip gizlenecek bir perde-i dalâlet b›rakm›yor, y›rt›yor. Yalanlar›ndan hiçbir yalan› b›rakm›yor, bafl›n› eziyor. Her bir f›krada bir taifenin hulâsa-i fikr-i küfrîlerini ya bir k›sa tabir ile iptal eder, ya butlan› zahir oldu¤undan sükûtla butlan›n› bedahete havale eder veya baflka ayetlerde tafsilen reddedildi¤i için, burada mücmelen iflaret eder. Meselâ, birinci f›kra 2 o¬nd »/¨nÑrænj Énehn nôr©°pqûdG o√Énærªs∏nY Énehn ayetine iflaret eder, on beflinci f›kra ise, 3 ÉnJnón°ùnØnd *G ’s pG lán¡dp 'G BÉnªp¡«/a n¿Énc ƒr nd ayetine remzeder; daha sair f›kralar› buna k›yas et. fiöyle ki: Baflta diyor: Ahkâm-› ‹lâhiyeyi tebli¤ et. Sen kâhin de ¤ilsin. Zira, kâhinin sözleri kar›fl›k ve tahminîdir; seninki, hak ve yakînîdir. Mecnun olamazs›n; düflman›n dahi se nin kemal-i akl›na flahadet eder. 4 p¿ƒoænŸrG nÖrjQn /¬pH ¢oüsHnônànf lôpYÉn°T n¿ƒodƒo≤nj rΩn G Âyâ, acaba muha - kemesiz âmî kâfirler gibi, sana flair mi diyorlar? Senin helâketini mi bekliyorlar? Sen, de: ‘Bekleyiniz. Ben de bekliyorum.’ Senin parlak, büyük hakikatlerin, fliirin ha yalât›ndan münezzeh ve tezyinat›ndan müsta¤nidir. 1. Yoksa, yoksa... 2. Biz Peygambere fliir ö¤retmedik; bu ona yak›flmaz da. (Yâsin Suresi: 69.) 3. E¤er göklerde ve yerde Allah’tan baflka ilâhlar olsayd›, ikisi de harap olup giderdi. (Enbiya Suresi: 22.) 4. Yoksa onlar “O bir flairdir; biz onun bafl›na gelecek felâketi bekliyoruz” mu diyorlar? (Tur Suresi: 30.) ahkâm-› ‹lâhiye: Allah’›n hü- ayet: Kur’ân’›n her bir cümle- ehl-i dalâlet: ‹slâmiyeti kabul kümleri, kanunlar›. si. etmeyen, azg›n ve sapk›n kimseler. aksam: k›s›mlar. bedahet: aç›kl›k. f›kra: paragraf, bölüm. âmî: cahil, bilgisiz. hak: do¤ru, gerçek. âyâ: acaba, nas›l oluyor, hay- butlan: bat›ll›k, bir fikrin yan- hakikat: gerçek. ret. l›fl olmas›. harap: y›k›lma, yok olma. havale: gönderme, b›rakma. hayalât: hayaller. helâket: mahvolma, yok olma. hulâsa-i fikr-i küfrî: küfre ait fikrin özü. ilâh: tanr›, tap›n›lan fley. istifham-› inkârî-i taaccübî: flafl›rma ve yad›rgama sorusu meselâ; ‘Hiç böyle olur mu?’ gibi. kâfir: Allah’› ve ‹slâmiyeti kabul etmeyen. kâhin: kar›fl›k ve tahminî sözlerle gelecekten ve bilinmeyenden haber verdi¤i söylenen kimse. kemal-i ak›l: akl›n mükemmelli¤i. k›yas: karfl›laflt›rma. lâf›z: kelime, söz. mecnun: deli. menfle: kaynak, kök. meselâ: örnek olarak. muhakeme: ak›l yürütüp do¤ru bir sonuç elde edebilme mücmelen: k›sa ve özlü bir flekilde. münezzeh: uzak. müsta¤ni: ihtiyaç duymayan, tenezzül etmeyen. perde-i dalâlet: azg›nl›k ve sap›kl›k perdesi. peygamber: Allah’›n elçisi. red: kabul etmeme. remiz: iflaret. sair: di¤er, baflka. sükût: susma, söz söylememe. flahadet: flahitlik; do¤rulama. flair: fliir yazan. fleytanî: fleytanla ilgili ve ona ait. flübehat: flüpheler. tabaka: derece. tabir: söz, ifade. tafsil: ayr›nt›l› flekilde. tahminî: tahmin yoluyla. taife: topluluk, bölük. tebli¤: peygamberlerin Allah’›n emrini kullara bildirmeleri. tezyinat: süslemeler. yakînî: flüphe edilmeyecek derecede kesin bir flekilde. zahir: aç›k. zira: çünkü. HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 145 HZ MUHAMMED 01 7/1/06 11:46 AM Page 146 1 abes: bofl, manas›z, hikmetsiz. ak›bet: bir fleyin sonu. âsâr-› befleriye: insanlar›n eserleri. delâil-i nübüvvet: peygamberlik delilleri, peygamberli¤in hak oldu¤unu ispatlayan deliller. delil: iz, niflan, emare. evamir-i ‹lâhiye: Allah’›n emirleri. felâket: musibet, yok edici büyük belâ. felâsife-i abesiyyun: kâinat›n ve hâdiselerin bafl›bofl, faydas›z, gayesiz, kendi kendine, yarat›c›s›z oldu¤una inanan felsefeciler feylesof: sadece ak›lla her fleyin halledilebilece¤ini iddia eden filozof. Firavun: bkz. fiah›s Bilgileri. gaye: hedef, amaç; netice, sonuç. güruh: topluluk. Hak: Allah. hakaik: hakikatler, do¤rular, gerçekler. hakkaniyet: hak ve adâlete uygunluk. hâl›k: yarat›c›. hikmet: belirli gayelere yönelik, faydal› ve yerli yerinde olufl. iman: inanma, kabul etme. inkâr: inanmama, kabul etmeme. istinkâf: yüz çevirme, kabul etmeme. itikat: inanmak, inanç. ittiba: kabul edip arkas›ndan gitme, uyma. ittiham: suçlama. kâinat: bütün âlemler, varl›klar. kemalât-› ilmiye: ilimdeki ilerleme, yükselme ve mükemmellikler. makul: akla uygun. malûm: bilinen. mevcudat: var olan her fley. mu’cizat: mu’cizeler, Allah taraf›ndan verilip, yaln›z peygamberlerin gösterebilecekleri büyük harika ifller. mu’cize: benzerini yapmaktan insanlar›n aciz kald›¤› fley. Muhammedü’l-Emin: her bak›mdan güvenilir olan Peygamberimiz (a.s.m.). musahhar: emir dinleyen, itaat eden. muvazzaf: vazifeli, görevli. münaf›k: inanmad›¤› hâlde inan›r gibi görünen, ara bozucu. müsmir: meyve veren. mütecebbir: zor kullanan; büyüklenen. müzeyyen: süslenmifl. BGnò'¡pH rºo¡oenÓrMnG rºogoôoerÉnJ rΩn G Yahut, acaba ak›llar›na güve - nen ak›ls›z feylesoflar gibi, ‘Akl›m›z bize yeter’ deyip sa na ittibadan istinkâf m› ederler? Hâlbuki, ak›l ise sana it tiba› emreder. Çünkü, bütün dedi¤in makuldür; fakat ak›l kendi bafl›yla ona yetiflemez. 2 n¿ƒoZÉnW lΩƒr nb rºog rΩnG Yahut, inkârlar›na sebep, ta¤î zalim- ler gibi, Hakka serfüru etmemeleri midir? Hâlbuki, mütecebbir zalimlerin rüesalar› olan Firavunlar›n, Nemrutlar›n ak›betleri malûmdur. 3 n¿ƒoæperDƒoj n’ πr nH o¬nd ƒs n≤nJ n¿ƒodƒo≤nj rΩnG Veyahut yalanc›, vicdans›z münaf›klar gibi, ‘Kur’ân senin sözlerindir’ diye seni ittiham m› ediyorlar? Hâlbuki, tâ flimdiye kadar ‘Muhammedü’l-Emin’ diyerek içlerinde seni en do¤ru sözlü biliyorlard›. Demek onlar›n imana niyetleri yoktur. Yoksa Kur’ân’›n âsâr-› befleriye içinde bir nazirini bulsunlar. Sözler, Yeni Asya Neflriyat, 2005, s. 619-623. ‚è KUR’ÂN HAZRET-‹ MUHAMMED’E (A. S . M . ), HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) KUR’ÂN’A DEL‹LD‹R Birinci Nokta: Nas›l ki, Kur’ân bütün mu’cizat›yla ve hakkaniyetine delil olan bütün hakaik›yla Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm›n bir mu’cizesidir; öyle de, Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm da bütün mu’cizat›yla ve delâil-i nübüvvetiyle ve kemalât-› ilmiyesiyle Kur’ân’›n 1. Onlar ak›llar›n› kullanarak m› bunu söylüyorlar? (Tur Suresi: 32.) 2. Yoksa onlar s›rf bir azg›nlar güruhu mudur? (Tur Suresi: 32.) 3. Yahut Kur’ân’› kendisi mi uydurdu diyorlar? Do¤rusu onlar›n iman etmeye niyetleri yoktur. (Tûr Suresi: 33.) nazir: benzer, efl. Nemrut: bkz. fiah›s Bilgileri. niyet: bir fleyi düflünerek yapmaya karar verme. rüesa: reisler. serfüru: bafl e¤me, itaat. s›rf: büsbütün, sadece. 146 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) ta¤î: azg›n, asi. vazife: görev. veyahut: yahut, ya da. vicdanen: iyiyi kötüden ay›rabilen, iyilik etmekten lezzet duyan ve kötülükten elem alan manevî duygu bak›m›n- dan. yahut: ya da. zalim: haks›zl›k ve kötülük yaparak zarar veren. zan: sanma. zerre: maddenin en küçük parças›, atom. HZ MUHAMMED 01 7/1/06 11:46 AM Page 147 bir mu’cizesidir ve Kur’ân kelâmullah oldu¤una bir hüccet-i kàt›as›d›r. Sözler, Yeni Asya Neflriyat, 2005, s. 720. ‚è KUR’ÂN, S‹KKE-‹ ‹’CAZ TA fi I M A K TA D I R Üçüncü Vecih: Kur’ân-› Kerîm, sanki onlara istihzaen diyor ki: “Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm, bütün insanlara nübüvvetini tasdik ettirmek için Allah’›ndan yard›m istedi. Allah’› da, Kur’ân’›na sikke-i i’caz› basarak pek çok insanlara tasdik ettirdi. Sizin âlihelerinizden bir faydan›z varsa, siz de onlar› ça¤›r›n›z, size yard›m etsinler.” ‹flaratü’l-‹’caz, Yeni Asya Neflriyat, 2004, s. 178. ‚è HAZRET-‹ MUHAMMED’‹N (A.S.M) ‹ZHAR ETT‹⁄‹ MU’C‹ZELER‹N‹N ÜÇ NEV ’‹ Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm›n izhar etti¤i mahsus ve zahiri ve insanlarca meflhur ve malûm olan harika ve mu’cizelerinin ekserîsi, tarih ve siyer kitaplar›nda mezkûrdur ve ayn› zamanda, muhakkikîn-i ulema taraf›ndan izah ve beyan edilmifllerdir. Binaenaleyh, tafsilât›n› o kitaplara havale ile yaln›z o harikalar›n nevilerini icmalen izah edece¤iz. Evet, Peygamber Aleyhisselâm›n zahiri harikalar›n›n her birisi âhadî olup mütevatir de¤ilse de, o âhadîlerin âhadî: bir veya iki koldan bildirilen bilgiler, çoklar taraf›ndan nakledilmemifl olan. beyan: aç›klama, bildirme, izah. binaenaleyh: bundan dolay›, bunun üzerine. ekser: pek çok. havale: bir fleyi baflkas›n›n üstüne b›rakma. hüccet-i kàt›a: kat’î ve kesin delil, hiç bir flüpheye mahal b›rakmayan delil. icmalen: k›saltarak, k›saca, özetle. istihzaen: alay ederek, e¤lenerek. izah: aç›klama, ayr›nt›lar› ile anlatma. izhar: ortaya koyma, a盤a ç›karma, gösterme. kelâmullah: Allah’›n kelâm›, Kur’ân-› Kerîm. mezkûr: zikredilen, ad› geçen, an›lan. mu’cize: benzerini yapmaktan insanlar›n aciz kald›¤› fley. muhakkikîn-i ulema: haki- katleri araflt›ran Müslüman âlimler. mütevatir: yalan söylemekte birleflmeleri akl›n kabul etmeyece¤i bir toplulu¤un verdi¤i haber. nevi: çeflit. nübüvvet: nebîlik, peygamberlik, Allah elçili¤i. sikke-i i’caz: mu’cizelik iflareti, sikkesi, damgas›. siyer: siretler, ahlâk ve yüksek vas›flar. tafsilât: tafsiller, aç›klamalar, izahlar. tasdik: do¤rulama, onaylama. vecih: cihet, yön. zahir: görünen, görünücü. HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) | 147 HZ MUHAMMED 01 7/1/06 11:46 AM Page 148 heyet-i mecmuas› ve çok nevileri, mütevatir-i bilmanad›r. Yani, lâf›z ve ibareleri mütevatir de¤ilse de, manalar› çok insanlar taraf›ndan nakledilmifltir. O harikalar›n nevileri üçtür. B i r i n c i s i: “‹rhasat” ile an›lmaktad›r ki, Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm›n nübüvvetinden evvel zuhur eden harikalard›r. Mecusî milletinin tapt›¤› ateflin sönmesi, Sava denizinin sular›n›n çekilmesi, Kisra saray›n›n y›k›lmas› ve gaipten yap›lan tebflirler gibi fleylerdir. Sanki o Hazretin (a.s.m.) zaman-› velâdeti, hassas ve keramet sahibi imifl gibi, o zat›n kudüm ve gelmesini flu gibi hâdiselerle tebfliratta bulunmufltur. ‹kinci Nevi: ‹hbarat-› gaybiyedir ki, bilahare vukua gelecek pek çok garip fleylerden bahsetmifltir. Ezcümle, Kisra ve Kayserin definelerinin ‹slâm eline geçmesi, Rumlar›n ma¤lûp edilmesi, Mekke’nin fethi, Kostantiniye’nin al›nmas› gibi hâdisattan haber vermifltir. Sanki o zat›n cesedinden tecerrüt eden ruhu, zaman ve mekân›n kay›tlar›n› k›rarak istikbalin her taraf›na uçup gezmifl ve gördü¤ü vukuat› söylemifltir ve söyledi¤i gibi de vukua gelmifltir. bilahare: sonra, sonradan, sonralar›. ceset: vücut, beden. define: k›ymet ve de¤eri yüksek olan fley, hazine. ezcümle: bu cümleden olarak. fetih: kuflatma, zaptetme, bir ülkeyi veya yeri ele geçirme. gaip: görünmeyen âlem. garip: tuhaf, flafl›lacak, bambaflka. hassas: çok çabuk hisseden, hissi galip olan. heyet-i mecmua: bir fleyin teferruat›na ve cüzlerine bak›lmaks›z›n bütününün gösterdi¤i hâl ve manzara. ibare: metin, cümle veya bir kaç cümleden oluflan söz grubu. istikbal: gelecek, gelecek zaman, ati. Kayser: Eski Roma ve Bizans imparatorlar›n›n lâkab›. keramet: ermiflçesine yap›lan ifl, hareket veya söylenen söz, fikir. Üçüncü Nevi: Hissi harikalard›r ki, muaraza zamanlar›nda kendisinden talep edilen mu’cizelerdir—tafl›n konuflmas›, a¤ac›n yürümesi, ay›n iki parçaya bölünmesi, parmaklar›ndan su akmas› gibi. ‹flaratü’l-‹’caz, Yeni Asya Neflriyat, 2004, s. 173. ‚è kudüm: ayak basma, gelme, gelifl. lâf›z: söz, kelime. ma¤lup: yenilme, kendisine galip gelinmifl. Mecusî: atefle tapan, Zerdüflt dinini benimseyen, bu dinle ilgili olan, Zerdüfltî. muaraza: birbirine karfl› gelme, söz ile karfl›l›kl› mücadele. mütevatir: yalan söylemekte birleflmeleri akl›n kabul etmeyece¤i bir toplulu¤un ver- 148 | HAZRET-‹ MUHAMMED (A.S.M.) di¤i haber. mütevatir-i bilmana: manas› itibar›yla mütevatir olan; mana bak›m›ndan yalan ihtimali olmayan kiflilerin silsile hâlinde nakletti¤i bilgi. mütevatir-i bi’l-mana: nakledilen bir haberin, baflka ifade ve kelimelerle, baflka baflka flekilde ifade edilerek tevatür hâlin gelmesi. nevi: türlü, çeflit. nübüvvet: nebilik, peygamberlik, Allah elçili¤i. talep: isteme, dileme. tebflir: müjde verme, müjdeleme. tebflirat: müjdeler, müjdelemeler, müjde vermeler. tecerrüt: soyunma, ç›plak olma, soyutlanma. vuku: bir hâdisenin ç›k›fl flekli. vukuat: vuku bulan fleyler, hâdiseler, olaylar. zuhur: görünme, belli olma, ortaya ç›kma.