DIŞ POLİTİKA VE GÜVENLİK Prof. Dr. Atilla SANDIKLI YAYINLARI İSTANBUL 2016 Kütüphane Katolog Bilgileri: Yayın Adı: Dış Politika ve Güvenlik Yazar: Prof. Dr. Atilla SANDIKLI ISBN: 978-605-9963-23-7 Sayfa Sayısı: 209 BİLGESAM Mecidiyeköy Yolu Caddesi (Trump Towers Yanı) No:10 Celilağa İş Merkezi Kat:9 Daire 36-38 Mecidiyeköy / İstanbul / Türkiye Tel: +90 212 217 65 91 Faks: +90 212 217 65 93 www.bilgesam.org bilgesam@bilgesam.org Kapak ve İç Tasarım: Sertaç Durmaz Copright © 2016 Bu kitabın bu basımının Türkiye’deki yayın hakları BİLGESAM Yayınlarına aittir. Her hakkı saklıdır. Hiçbir bölümü ve paragrafı kısmen veya tamamen ya da özet halinde çoğaltılamaz, dağıtılamaz. Normal ölçüyü aşan iktibaslar yapılamaz. Normal ve kanuni iktibaslarda kaynak gösterilmesi zorunludur. Dış Politika ve Güvenlik Derlemeleri İÇİNDEKİLER GİRİŞ 1 I. BÖLÜM - TÜRKİYE VE TÜRK DIŞ POLİTİKASI 5 Türk Dış Politikasının Analizi 7 Türk Dış Politikasında Popülizm 13 Dış Politikaya Fabrika Ayarı 15 Türk-Yunan ilişkileri ve Sorunlar 18 Türkiye’de Demokratik Kültür ve Olgunluk 21 Başkanlık Sistemi Tartışmaları 23 Milli Savunmada Sanayi Atağı 26 Türkiye Ekonomisi 31 II. BÖLÜM - TÜRKİYE VE KÜRESEL AKTÖRLER 35 Küresel Yönetişim ve G-20 37 BM İklim Değişikliği Konferansı 40 AB Süreci ve Türkiye’de Reformlar 43 Türkiye-AB Zirvesi; Öneriler ve Riskler 46 BİLGESAM Yayınları Prof. Dr. Atilla SANDIKLI Vizesiz Avrupa Yolunda Kriz 49 Türkiye-ABD ilişkileri Örtüşen ve Ayrışan Konular 52 ABD’nin PYD Politikası Düşmanca Bir Yaklaşımdır 55 Doğu Akdeniz’deki Enerji Kaynakları ve Etkileri 58 Türkiye-Rusya Krizi 61 Rusya’nın Küresel Hegemonya Hayali 64 Türkiye-Rusya Gerilimi Kafkaslara Sıçrar mı? 67 Azerbaycan - Ermenistan Çatışması 70 III. BÖLÜM - ORTA DOĞU 73 Orta Doğu Bataklığında İnsanlar Ölüyor 75 Suriye Türkmenlerinin Varoluş Savaşı 78 Cenevre’de Suriye Sorununa Çözüm Arayışı 81 Türkiye’nin Suriye Stratejisi Çöküyor 84 Türkiye’nin Ortadoğu Vizyonu 87 Orta Doğu Vizyonu Nasıl Olmalı? 90 Türkiye-İran-Suudi Arabistan Etkileşimi 93 İran’da Seçim Sonuçları ve Etkileri 95 Başbakan Davutoğlu’nun İran Ziyareti 98 101 Türkiye-İran İlişkileri BİLGESAM Yayınları Dış Politika ve Güvenlik Derlemeleri Orta Doğu’da Mezhep Savaşı Çıkar mı? 103 Vekâlet Savaşları Orta Doğu ve Türkiye 106 Böl ve Yönet Sykes-Picot örnegi 109 Rusya Suriye’den Çekilecek mi? 112 IV. BÖLÜM - GÜVENLİK VE TERÖRİZM 115 Değişen Güvenlik Ortamı ve Türkiye 117 IŞİD’e Karşı Savaş 122 Üçüncü Dünya Savaşı mı? 125 Küresel Terör Tehdidi 128 Paris’te Terör; Riskler ve Fırsatlar 131 Hendekler Kapanacak, Güvenlik Sağlanacak 134 Teröre Karşı Tek Yürek Nasıl Sağlanır? 137 Hakkâri ve Şırnak İl Merkezleri Taşınacak 140 PKK Terörü ve 10 Maddelik Eylem Planı 143 Özgürlük İçin Güvenlik 146 İdil’de Operasyon, Ankara’da Terör 149 Ankara Güvenlik Konseptinin İçeriği 152 Nusaybin, Şırnak ve Yüksekova’da Operasyon 155 Yüksekova’da Operasyon Tamamlandı 157 BİLGESAM Yayınları Prof. Dr. Atilla SANDIKLI PKK Hendek Stratejisinde Başarısız Oldu 160 Kilis’e Roket Saldırıları 163 PKK’nın Füzeleri ve Terörle Mücadele 166 Sivil Toplum Kuruluşları ve Terörle Mücadele 169 SON DÖNEMDE ORTA DOĞU VİZYONU VE STRATEJİSİ 172 TÜRK HALKI DEMOKRASİ İÇİN TEK YÜREK 204 DEMOKRASİ İÇİN DARBELERE KARŞI OMUZ OMUZA 209 BİLGESAM Yayınları Dış Politika ve Güvenlik SUNUŞ Bazı yayın kuruluşları ve gazeteler siyasi iktidara yakın olmak, pozisyon kazanmak ve daha iyi ekonomik imkânlara sahip olmak için yandaş olarak adlandırılırken, bir kısmı da gerçekçi, bilimsel ve akılcı olup olmadığına bakmadan politika ve uygulamalara tepki göstermekte, nefret söylemleri kullanmakta ve muhalif olarak adlandırılmaktadır. Gerçekçi, bilimsel, akılcı, makul, birleştirici ve pozitif yaklaşımlar sergileyenler nerede? Çok saygı duyduğum, örnek aldığım mükemmel örnekler de yok değil ama çok nadir. Bu nedenle ilk yazımda güven ortamı oluşturmak ve anlaşılmayı kolaylaştırmak maksadıyla, gelecekte dikkate alacağım etik kuralları ve yazım sistematiğini sizlerle paylaşacağım. Demokratik ülkelerde basın dördüncü kuvvettir ve halk adına iktidarı denetler. Bu nedenle basın mensupları önemli bir toplumsal sorumluluk üslenir. Hem topluma karşı sorumluluklarını yerine getirmek hem de basın özgürlüğünü sürdürülebilir kılmak için basın mensupları basın ahlakına ve etik kurallara uymak zorundadır. Etik, ahlak felsefesi olarak da adlandırılmaktadır. Ahlak toplumsal değerlere, etik ise evrensel insani değerlere dayanmaktadır. Yazılarımda basın ahlakı ve etiği benim şiarım olmalı ve benimle özdeşleşmeli. Tarafsızlık, şeffaflık, dürüstlük, adalet ve hesap verebilirlik benim ilkelerim olmalı. Gerçekçi, bilimsel ve akılcı analizler yapmalıyım. Doğru olduğuna inandığım düşünceleri cesurca sizlerle paylaşmalıyım. BİLGESAM Yayınları 1 Prof. Dr. Atilla SANDIKLI Herhangi bir siyasi partinin veya özel çıkar grubunun sözcüsü değil, halkın vicdanı ve sesi olmalıyım. Ayrımcılıktan ve düşmanlıktan arınmış yumuşak bir üslup kullanmalıyım. Güven ikliminde halk içine sevgi fideleri ekmeliyim. Hem aklınıza hem ruhunuza hitap etmeliyim. Gönlünüzde önemli bir yer elde etmeliyim. Köşe yazılarımda genellikle dış politikada konusunda güncel ve önemli olaylar yer alacak. Ancak gündemde yeterince yer almayan çok önemli küresel ve bölgesel gelişmeler de toplumun dikkatini çekmek maksadıyla yazılacaktır. Konular genellikle Türkiye’nin yoğun etkileşim içinde bulunduğu Orta Doğu Kafkaslar, Balkanlar ve Orta Asya gibi coğrafi alanları kapsayacak. ABD, AB, Rusya ve Çin ile ilişkiler üzerinde önemle durulacaktır. Ayrıca uluslararası sistemi derinden etkileyen uluslararası güvenlik, ekonomi-politik, enerji, ulaşım ve çevre ile ilgili fonksiyonel konular değerlendirilecektir. Dış politika analizleri de açıklanan etik kurallar çerçevesinde yazılacak. Olaylar ve gelişmeler küresel, bölgesel, ülkesel ve toplumsal etkileşimler dikkate alınarak tanımlanacaktır. Tanımlanan olay ve gelişmeler teorik yaklaşımlar çerçevesinde basit modellere dönüştürülecek ve bilimsel yöntemlerle analiz edilecektir. Analiz sürecinde farklı yaklaşım ve düşüncelere yer verilecek. Anlaşılmayı kolaylaştırmak maksadıyla anlatım ve yorumlar basit, sade ve akıcı olacaktır. 2 BİLGESAM Yayınları Dış Politika ve Güvenlik Sonuç bölümünde; evrensel değerlere uygun, insanlığın faydasına ve milletin yararına öneriler sunulacaktır. Bu prensiplere, okuyuculara ve topluma sevgi ve saygının bir gereği olarak uyacağım. Küresel, bölgesel, ülkesel, toplumsal barış ve istikrara; huzur ve refaha katkı yapmak dileğiyle… Prof. Dr. Atilla SANDIKLI BİLGESAM Başkanı BİLGESAM Yayınları 3 Prof. Dr. Atilla SANDIKLI 4 BİLGESAM Yayınları Dış Politika ve Güvenlik I. BÖLÜM TÜRKİYE VE TÜRK DIŞ POLİTİKASI BİLGESAM Yayınları 5 Dış Politika ve Güvenlik TÜRK DIŞ POLİTİKASININ ANALİZİ* Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan 64. Cumhuriyet hükümetini kurma görevini Konya Milletvekili Ahmet Davutoğlu’na verdi. İki bölüm halinde yayınlanacak bu yazıda, yeni hükümet programının hazırlanmasına katkı sağlamak maksadıyla, geçmişe yönelik dış politika uygulamaları gözden geçirilmekte, başarılı uygulamalar ve problem yaratan yaklaşımlar vurgulanmaktadır. Türkiye’nin dış politikasında 2002 seçimlerinden sonra önemli değişimler yaşandı ve dinamizm arttı. Hem yurt içinde birlik ve beraberlik duygusu kuvvetlendi, hem de yurtdışında Türkiye’nin yumuşak gücü hızla gelişti. Bir yandan AB ile entegrasyon geliştiriliyor, diğer yandan komşularımızla siyasi, ekonomik ve sosyo-kültürel ilişkiler hızla ilerliyor, dünyanın değişik bölgelerine açılımlar gerçekleştiriliyordu. Bütün dünya, Doğu ve Batı ile etkin ilişkiler geliştiren, özgürlük ve refah seviyesini hızla yükselten Türkiye’yi hayranlıkla izliyordu. Yurt dışına çıkan vatandaşlarımız büyük bir saygınlıkla karşılanıyordu. Ancak son yıllarda farklı bir durum yaşanmakta. Kazanımlarımız hızla kaybedilmekte. Yumuşak gücümüz ve saygınlığımız hızla düşmektedir. Herkesin kafasında yankılanan sorular; “Nasıl bu kadar hızlı yükseldik? Neden bu kadar hızla düşüyoruz? Ne yapılmalı? Nasıl Bu Kadar Hızlı Yükseldik? Prof.Dr. Ahmet Davutoğlu’nun belirlediği dış politikanın temel esasları; özgürlük ve güvenlik dengesi, diplomaside yeni bir dil ve * Bu yazı 21 Kasım 2015 tarihinde Yeni Yüzyıl gazetesinde yayımlanmıştır. BİLGESAM Yayınları 7 Prof. Dr. Atilla SANDIKLI tarz, komşularla sıfır sorun, çok boyutlu dış politika, ritmik diplomasi ve proaktif uygulamalar, 2011 yılına kadar çok başarılı bir şekilde uygulandı. Davutoğlu’nun akademik vizyonu ile Dışişleri Bakanlığı personelinin engin tecrübelerinden ortaya çıkan sentez ve Türkiye optimalini yansıtan dış politika uygulamaları başarın itici gücü oldu. AB ile katılım müzakereleri doğrultusunda çağdaş bir dönüşüm yaşayan devlet, Büyük Orta Doğu projesi kapsamında model ülke rolünü etkin olarak uyguladı. ABD, Batı ve Orta Doğu ülkeleri ile ilişkilerini hızla geliştirdi. Medeniyetler arası işbirliği yaratılarak Doğu ve Batı arasında köprü oluşturuldu. Güvensizlik ve düşmanlık senaryoları üzerine oturan eski dış politika uygulamaları terk edildi. Uygulamaya konan yeni diplomatik dil ve tarz ılımlı bir atmosfer oluşturdu. Sıfır sorun, ritmik diplomasi ve proaktif dış politika esasları doğrultusunda komşularla iyi ilişkiler geliştirildi. Stratejik İşbirliği Konseyleri vasıtasıyla bölge ülkeleri ile Orta Doğu’ya özgü bir entegrasyon süreci başlatıldı. Hem küresel, hem bölgesel, hem de komşu ülkeler ile siyasi, ekonomik, kültürel ilişkilerin hızla gelişmesine paralel olarak; ülke içinde özgürlük, insan hakları, demokrasi ve refahın hızla artması çarpan etkisi yaptı. Cazibe Merkezi Türkiye Yükselen güç olarak tanımlanan ve yumuşak gücü hızla artan Türkiye, Cazibe merkezi bir ülke konumuna geldi. Bölgesel barış ve 8 BİLGESAM Yayınları Dış Politika ve Güvenlik istikrara önemli katkılar yaptı. Büyük bir bölgesel güç ve küresel aktör olarak algılanmaya başladı. Bu durum Türkiye’nin özgüvenini yükseltti. Bölgesel güç ve küresel aktör söylemleri küresel bir güç söylemlerine dönüştü. Arap baharı ile birlikte Müslüman Kardeşler ve Hamas ile ilişkiler geliştirildi. Küresel ve bölgesel güçlere karşı meydan okumalar yapıldı. Ülkenin gücü artarken realist teori çerçevesinde diğer güçlerin bu değişimi kendi çıkarları için tehdit olarak algılayabilecekleri dikkate alınmalıydı. Onları fazla rahatsız etmemeye özen gösterilmeliydi. Tam tersine uygulamalar gerçekleştirildi. Türkiye’nin yükselişi küresel ve bölgesel güçler tarafından tehdit olarak algılanmaya başlandı. Eski dostlar düşman oldu. Türk dış politika uygulamaları önündeki engeller ve ülke içinde sorunlar arttı. Türk dış politikası 2011 öncesinde hızla yükselmiş ve Türkiye cazibe merkezi bir ülke olmuştu. Ancak son yıllarda Türkiye ile ABD ve Batı ilişkilerde güvensizlik oluştu. Müslüman Kardeşler ile derinleşen ilişkilerden tedirgin olan Orta Doğu ülkeleri, Türkiye’nin bölgedeki artan etkisinden rahatsız olmaya başladı. Özellikle Sünni İslam anlayışının yükselişini tehdit olarak gören İran, Türkiye’nin bölgedeki artan etkisine karşı geliştirdiği politikaları uygulamaya koydu. Artık rüzgâr tersine dönmüştü. Libya’da ABD Büyükelçilik mensuplarının öldürülmesinden sonra Arap Baharı sonbahara, daha sonra da kışa dönüştü. Müslüman Kardeşlerin merkezi Mısır’da, Suudi Arabistan destek- BİLGESAM Yayınları 9 Prof. Dr. Atilla SANDIKLI li selefi gruplar Mursi yönetiminden desteğini çekti ve halkın tepkisini öne süren Sisi silahlı kuvvetleri arkasını alarak darbe yaptı. “Mursi halk desteğini kaybetti” gerekçesiyle darbe ABD ve Batı tarafından desteklendi. Kimyasal silahların imhasına yönelik anlaşma sonrasında, Batılı güçler Suriye’de muhalif güçlere yaptığı yardımı kesti. Türkiye Suriye’deki gelişmeler karşısında yalnız bırakıldı ve uygulamaya çalıştığı bütün politikalar bir bir başarısızlığa uğratıldı. PKK terör örgütünün Suriye’deki uzantısı PYD ve YPG’ye destek arttı. Irak’ın kuzeyindekine benzer özerk bir Kürt devletinin temelleri atılmaya başladı. Küresel ve bölgesel güçlerle ilişkiler bozuldu. Bölgedeki dost ülke ve yönetimler azalmaya başladı. Türk dış politikasında kullanılan dil tekrar eskiye döndü ve dost ülkeler düşman olarak tanımlandı. Eskiden olduğu gibi, hem küresel hem de bölgedeki düşman güçler tarafından kuşatılan bir ülke tanımlaması ön plana geçti. Bölgede bütün güçler tarafından görmemezlikten gelinen IŞİD hızla gelişti. Irak ve Suriye’de önemli bir bölgeyi işgal etti. Yapmış olduğu insanlık dışı eylemler ve katliamlar sonrasında cazibesi yükselen Sünni İslam anlayışı da büyük bir darbe aldı. Bölgede yükselen unsurlar; Müslüman kardeşler, Türkiye ve Sünni İslam anlayışının cazibesi hızla düşmeye başladı. Rusya’nın Suriye’deki askeri varlığını artırması, Esad’ın bölgedeki pozisyonunu kuvvetlendirdi. Türkiye’nin Suriye’deki geliştirmeleri yönlendirebilme kabiliyeti büyük oranda azaldı. Uluslararası ilişki- 10 BİLGESAM Yayınları Dış Politika ve Güvenlik ler ve güvenlik ortamı Türkiye’nin aleyhine döndü. Dış politikada düşüş hızlandı. Bu gelişmelerle eş zamanlı olarak yurt içinde de ötekileşme, kutuplaşma ve düşmanlaşma arttı. Potansiyel gerilimler Gezi Olayları ve 6-8 Ekim Kalkışması ile çatışmaya dönüştü. Çözüm süreci çöktü ve PKK Terör Örgütünün eylemleri arttı. Türkiye’nin, Suriye’de IŞİD karşıtı koalisyona aktif olarak katılması sonrasında, IŞİD Terör Örgütü iç çatışmayı körüklemek maksadıyla Silvan, Diyarbakır ve Ankara’da büyük terör eylemleri gerçekleştirdi. Neden Bu Kadar Hızla Düşüyoruz? Açıklamalardan anlaşılacağı üzere dış politika kazanımlarının hızla kaybedilmesinin temel nedenleri aşağıdaki şekilde sıralanabilir. Güç, çıkar ve politika dengesinin kaçırılması ve gücümüzün olduğundan fazla gösterilmesi. Gücümüzü olduğundan fazla göstererek, gerek küresel gerekse bölgesel güçlere meydan okunması. 2011 öncesi başarıyı getiren dış politika prensiplerinden uzaklaşılması. Uluslararası ilişkiler ve güvenlik ortamında dostlarımızı azaltan ve düşmanlarımızı artıran politikalar uygulanması. Ayrıca iç politikada ötekileşme, kutuplaşma ve düşmanlaşmaya neden olan yaklaşımlar sergilenmesi bu düşüşü hızlandırmıştır. BİLGESAM Yayınları 11 Prof. Dr. Atilla SANDIKLI Ne Yapılmalı? Çağcıl devlet yapılanması doğrultusunda özgürlük, insan hakları, demokrasi ve serbest piyasa ekonomisinin yerleşmesine yönelik reformlara tekrar başlanmalıdır. Daha önce yükselişi sağlayan 2011 öncesi dış politika prensipleri, yeni politikalarla tekrar uygulamaya konmalıdır. Küresel ve bölgesel güçlere meydan okumalardan kaçınılmalıdır. ABD ve AB ile ilişkiler geliştirilmeli ve karşılıklı güven ortamı tekrar sağlanmalıdır. Düşmanlıkları azaltıcı ve dostlukları artırıcı girişimlere öncelik vermelidir. 12 BİLGESAM Yayınları Dış Politika ve Güvenlik TÜRK DIŞ POLİTİKASINDA POPÜLİZM* Türk Dil Kurumu Türkçe Sözlüğünde popülizm; “politik durumu dramatize ederek halkın ilgisini uyandırmak amacıyla yapılan politika” ve “halk yardakçılığı” olarak tanımlanmaktadır. Genellikle iç politika ve ekonomi politikalarında kullanılan bu terim; günümüzde dış politika vizyon, uygulama ve söylemlerinde de kullanılmaktadır. Popülist politikalar halkın beklenti, umut ve hassasiyetlerini istismar ederek bunları oya dönüştürmeyi hedeflemektedir. Bu nedenle popülist yaklaşımlar başlangıçta olumlu sonuçlar gösterse de bir müddet sonra gerçekçilik, bilimsellik ve akılcılıktan uzaklaşıldığı için siyasi ve ekonomik krizlerle sonuçlanmaktadır. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, 8. Büyükelçiler Konferansında, “Dış politikada popülizm ve hamasete yer yoktur.” demiştir. Çünkü iç politika ve ekonomide olduğu gibi dış politikada da popülizmin sonucu hüsrandır. Bu nedenle Bakan “Her zaman mutedil ve temkinli bir dil kullanıp, yapıcı ve yaratıcı öneriler getireceğiz. Etnik, dinsel ve bölgesel milliyetçiliği reddetmeye devam edeceğiz” diye konuşmasına devam etmiştir. Bu açıklamalar gerçek uygulamalarla örtüşmekte midir? Dış politikanın yöneleceği temel unsurlar milli çıkar, menfaat ve hedeflerdir. Milli menfaatleri gerçekleştirecek milli hedeflere ulaşmak maksadıyla, gücün oluşturulması ve kullanılmasına yönelik olarak takip edilen yol, usul tarz ve yönteme “Milli Strateji” denir. Milli Stratejinin en temel karakteristiği süreklilik göstermesidir. Süreklilik gerek içsel nedenlerden, gerekse dışsal nedenlerden dolayı değişim gösterebilir ancak kopuşlar genellikle devrimlerden sonra yaşanır. * Bu yazı 9 Nisan 2016 tarihinde Yeni Yüzyıl gazetesinde yayımlanmıştır. BİLGESAM Yayınları 13 Prof. Dr. Atilla SANDIKLI 2009 yılından itibaren AK Parti’nin seçimlerde elde ettiği başarılar kendine güvenini artırdı ve geçmiş dış politikada stratejinden kopuş yaşandı. İç politikadaki popülist söylem ve demeçler dış politikayı da etkiledi. Gerçekçilikten uzak popülist yaklaşımlar çerçevesinde; Türkiye’nin gücü başlangıçta bölgesel güç olarak ifade edilirken daha sonra küresel bir aktör ve müteakiben küresel bir güç olarak değerlendirildi. Küresel bir güç olan Türkiye, düzen kurucu bir ülke olarak bölgesel ve küresel özerk politikalarını belirleyerek bölgedeki gelişmeleri şekillendirmeye çalıştı. Halkın bastırılmış duyguları harekete geçirilerek oya dönüştürüldü. Bölge halklarıyla birlikte hareket etme adı altında Müslüman Kardeşler ve Hamas ile yakınlaşıldı. Diğer bölgesel ve küresel güçlerin algıları ve politikaları yeterince dikkate alınmadı. Bu kapsamda yapılan popülist açıklamalarda küresel ve bölgesel güçlere meydan okumalar yapıldı. İdealist söylemlerle Orta Doğu şekillendirilmeye çalışılırken Türkiye bölgedeki sorunların bir parçası haline geldi. Türkiye Sünni inanç sistemini kullanarak revizyonist politikalarla nüfuz alanını genişleten bir devlet olarak algılandı. “Yeni Osmanlıcılık” olarak adlandırılan bu politikalar bölge ülkeleri ve küresel güçler tarafından tehdit olarak değerlendirildi. Türkiye popülist politikalar ve hamasi söylemler nedeniyle bölgede yalnızlaşmaya başladı ve hedef ülke durumuna geldi. Bölgeye yönelik politikaları hem küresel güçler hem de bölgesel güçler tarafından başarısızlığa uğratıldı. Hatta Türkiye vekâlet savaşlarının yürütüldüğü bir coğrafyaya dönüştü. Terör örgütlerine sağlanan destekle içeride de güvenlik ve istikrar bozuldu. Türkiye cazibe merkezi bir ülke iken kazanımlarını hızla kaybeden, yalnızlaşan ve yönetme gücü sorgulanan bir ülke konumuna dönüştü. 14 BİLGESAM Yayınları Dış Politika ve Güvenlik DIŞ POLİTİKAYA FABRİKA AYARI* Önceki yazılarımda açıkladığım gibi 2002-2011 yılları arasında adeta dış politikada bir devrim gerçekleştirildi. AB ile ilişkiler geliştirildi. Asya, Afrika, Latin Amerika açılımları yapıldı. En önemlisi komşularımızla yüksek düzeyli işbirliği konseyleri oluşturularak bölgeye özgü bir entegrasyon süreci başlatıldı. Dış ticaret hacmi hızla yükseldi. Refah arttı ve Türkiye cazibe merkezi bir ülke haline geldi. Ancak 2011 yılından sonra dış politika ayarları bozulmaya başladı. Olumlu gelişmeler gerilimlere ve düşmanlıklara dönüştü. Bölgemizdeki ülkelerle ilişkiler bozuldu. Bölgeye barış ve istikrar ihraç eden ve ülkeler arasında sorunlarda güvenilir bir arabulucu olan Türkiye, sorunların bir parçası haline geldi. Haziran 2016’dan sonra dış politika yapıcıları özeleştiri yaptı ve “Dış politikada fabrika ayarlarına dönülmesi” kararı alındı. Son aylarda tekrar olumlu gelişmeler yaşanmaya başladı. AB ile müzakerelere devam kararı alındı ve hızla ilerleme sağlanacağı konusunda umutlar arttı. Kıbrıs’ta Rum ve Türk tarafı arasında devam eden görüşmelerin, anlaşmayla sonuçlanacağı beklentisi yükseldi. İsrail ile sorunların çözümü ve anlaşmaya varılacağı konusunda açıklamalar yapıldı. Mısır ile görüşmelerde ilerlemeler kaydedildiği hususunda haberler çıktı. Doğu Akdeniz’de Enerji Keşifleri Dış politikada yaşanan dönüşümü birçok etmen teşvik etmektedir. Bunların en önemlisi şüphesiz “Doğu Akdeniz’de keşfedilen yeni enerji kaynakları”dır. ABD Jeolojik Araştırmalar Merkezi’nin 2010 * Bu yazı 25 Aralık 2015 tarihinde Yeni Yüzyıl gazetesinde yayımlanmıştır. BİLGESAM Yayınları 15 Prof. Dr. Atilla SANDIKLI yılında yayımladığı rapora göre; Doğu Akdeniz’de zengin enerji kaynakları bulunmaktadır. Kıbrıs Adası ile İsrail arasında kalan ve Leviathan olarak adlandırılan bölge; Mısır ile Kıbrıs Adası arasında kalan ve Nil olarak adlandırılan bölge; Girit Adası’nın Güneydoğusunda kalan ve Heredot olarak adlandırılan bölge ile Kıbrıs Adası etrafındaki bölgede, toplam enerji rezervi yaklaşık olarak 30 milyar varil petrole eşdeğer bir rakama ulaşmaktadır. Bu rakamın piyasa değeri yaklaşık 1,5 trilyon dolar olarak hesap edilmektedir. Bölge ülkeleri yeni keşfedilen enerji kaynaklarından maksimum ekonomik fayda sağlamaları için bir araya gelerek ortak projeler geliştirmelidir. Doğal gazın tüketici pazarlara ulaştırabilmesi üç yolla mümkündür. Birinci yol çıkarılacak gazın deniz altından döşenecek bir doğal gaz boru hattıyla önce Girit’e, oradan Yunanistan’a ve nihayet İtalya üzerinden Avrupa’ya ulaştırılmasıdır. İkinci yol gazın Kıbrıs’a taşınması ve burada inşa edilecek bir doğal gaz sıvılaştırma santralinde işlenip sıvılaştırılarak tankerler yolu ile tüketim pazarlarına taşınmasıdır. Üçüncü yol ise gazı doğrudan Türkiye’ye ulaştırmak ve burada mevcut boru hatlarıyla tüketici pazarlara aktarılmasını sağlamaktır. En Ekonomik Yol Türkiye Tercih edilebilecek ilk yol için yapılması gereken toplam yatırım yaklaşık 19.5 milyar dolar, ikinci yol için yaklaşık 12.6 milyar dolar, üçüncü yol için ise sadece 4.7 milyar dolar civarındadır. 16 BİLGESAM Yayınları Dış Politika ve Güvenlik Diğer bir ifadeyle gazın Türkiye üzerinden taşınması ilk yola göre yaklaşık 15 milyar dolar, ikinci yola göre ise yaklaşık 8 milyar dolar daha ucuzdur. Bölgede keşfedilen enerji kaynaklarının tüketici pazarlara ulaştırılmasında tercih edilebilecek en ekonomik yol Türkiye’den geçmektedir. Bu nedenle Doğu Akdeniz’de Türkiye ile diğer bölge ülkeleri arasındaki sorunlar çözülmelidir. Bölge ülkeleri arasında işbirliği süreçleri başlatılmalıdır. Girişimler artmış sonuçlar görülmeye başlamıştır. BİLGESAM Yayınları 17 Prof. Dr. Atilla SANDIKLI TÜRK-YUNAN İLİŞKİLERİ VE SORUNLAR* Yunanistan Başbakanı Çipras 18 Kasım günü Türkiye’yi ziyaret etti ve ziyaretin sonunda Başbakan Davutoğlu ile bir basın açıklaması yaptı. Basın açıklamaları görünen ve görünmeyen önemli hususları içeriyordu. Ancak bir önceki gün yapılan futbol maçında, Yunanistan Milli Marşı sırasında yapılan ıslıklı protesto, objektif değerlendirmeler yapılmasını engelledi. Milli maçta Yunanistan Milli Marşı’nın ıslıklı protestosu bize hiç yakışmadı. Milli marşlar o ülkenin vatandaşlarını temsil eder. Onlara saygının bir gereği olarak böyle bir girişim mazur görülemez. Empati yapıp Yunanistan’da böyle bir olay meydana gelseydi bizim duygularımız nasıl etkilenirdi? Diye kendi kendimize sormamız gerekir. Bu kötü başlangıca rağmen basın toplantısında çok olumlu açıklamalar yapıldı. İki halkın ortak coğrafya, tarih, kültür ve kahve zevkini paylaştığı söylendi. İki ülkenin yöneticilerinin geçmişin önyargılarından kurtularak işbirliği içinde geleceği inşa etmeleri gerektiği vurgulandı. Bu kapsamda Ege Denizi ve Kıbrıs sorunlarının çözümü yolunda ilerleme kaydedilmesinin önemi üzerinde duruldu. Sorunların çözümü, ticaret, turizm, kültür ve eğitim alanlarında işbirliğinin geliştirilmesi yönündeki girişimler şüphesiz çok faydalıdır. Ancak Ege ve Kıbrıs gibi kronik sorunların çözümünde varılacak uzlaşmanın hangi noktada oluşacağı, bölgede sürdürülebilir barış ve istikrarın tesisi için hayati derecede önemlidir. * Bu yazı 27 Kasım 2015 tarihinde Yeni Yüzyıl gazetesinde yayımlanmıştır. 18 BİLGESAM Yayınları Dış Politika ve Güvenlik Ege Denizi Sorunu Bu vurgunun yapılmasının nedeni Çipras’ın basın açıklamasında yer alan fakat çok fazla dikkate alınmayan bazı söylemleridir. Bunlardan ilki “Ege’de savaş gemilerinin hareketleri ve Türk gemilerinin ihlalleri”. Bunu ifade ederken hafif gülümseyerek Türkiye’yi suçluyordu. Türk savaş gemileri gerçekten karasuları ihlalleri yapıyor mu? Benzer şekilde Türk savaş uçakları hava sahasını ihlal ediyor mu? Ege de Türk-Yunan sorunu; Yunanistan’ın anlaşmalarla silahsızlandırılmış adalara tehdit oluşturacak kadar top, tank ve zırhlı araç yerleştirmesi, hava sahasını olması gerekenden 4 mil daha uzun ilan etmesi ve FIR hattını egemenlik alanı olarak kullanmak istemesi, kıta sahanlığını bütün Ege Denizi’ne sahip olacak şekilde belirlemesi, karasularını 6 milden 12 mile çıkarma girişimi ve anlaşmalarla Yunanistan’a verilmemiş adalar üzerinde hak iddia etmesi konularını kapsamaktadır. Yunanistan Ege Denizi’ni bir Yunan denizi olarak görmekte ve Türkiye’yi adeta karasularına hapsetmek istemektedir. Bunu Türkiye’nin kabul etmesi mümkün değildir. Bu nedenle sorunlu uluslararası sularda savaş gemilerini dolaştırmakta ve havada savaş uçaklarını uçurmaktadır. Yunanistan bu girişimleri ihlal olarak değerlendirmektedir. Sorun ege denizinin hakça paylaşımı veya Türkiye’nin haklarını da dikkate alan uzlaşmalar ve işbirliği ile çözülebilir. Kıbrıs Sorunu Çıpras’ın dikkate alınması gereken ikinci açıklaması “Kıbrıs’ta herhangi bir devletin değil AB’nin garantörlüğünde çözümü” vurgulaBİLGESAM Yayınları 19 Prof. Dr. Atilla SANDIKLI masıydı. Bu önemsiz bir konu mu? Ne anlam ifade ediyor? Bunun anlamı Türkiye’nin devre dışı bırakılmasıdır. Zürih ve Londra anlaşmaları ile Türkiye’ye verilen garantörlük hakkının ortadan kaldırılmasıdır. AB’ye dâhil olan Yunanistan ve Kıbrıs Rum Yönetimi’nin istediği gibi davranabilme serbestisini elde etmesidir. Türkiye’nin bunu da kabul etmesi mümkün değildir. Kıbrıs Sorunu sadece Kıbrıslı kardeşlerimizin güvenli bir geleceğinin inşası sorunu değildir. Aynı zamanda Türkiye’nin güvenliği sorunudur. Türkiye’nin dâhil olmadığı AB içinde Yunanistan ve Kıbrıs’ın bütünleşmesi, Türkiye’nin batıda Ege’de olduğu gibi güneyden de kuşatılmış anlamına gelmektedir. Böyle bir durumda; Türkiye’nin açık denizlere çıkışı sınırlanmakta, bu denizlerden ve deniz altı kaynaklarından istifade olanakları engellenmektedir. 20 BİLGESAM Yayınları Dış Politika ve Güvenlik TÜRKİYE’DE DEMOKRATİK KÜLTÜR VE OLGUNLUK* Türkiye’de son yıllarda yaşanan gerilimlerin ve olayların temelinde çağcıl demokrasi, demokratik kültür ve olgunluk eksikliği yer almaktadır. Türkiye Cumhuriyeti’nin çağcıl demokrasi olarak nitelenmesi için demokrasinin devlet-toplum, siyaset-toplum ve devletsiyaset ilişkileri içinde; toplum-içi farklı kimlikler arası ilişkilerde ve güncel hayatın örgütlenmesinde “yerleşmesi” ve “derinleşmesi” gereklidir. Çağcıl demokrasinin yerleşmesi ve derinleştirilmesi için de çoğulcu demokrasi ve yönetişim prensiplerine uyulmalıdır. Çoğulcu Demokrasi Demokrasinin gelişim sürecinde, çoğunluğun devlet yönetimindeki kararlarının mutlak olması, azınlık haklarını kısıtlayabileceği kaygısı çoğulcu demokrasiyi ortaya çıkarmıştır. Çoğulcu demokrasi anlayışında çoğunluğun yönetme hakkı bulunmasına rağmen çoğunluğun sınırsız yetkilere sahip olduğu söylenemez. Temel insan haklarına saygı, insan onurunun korunması, azınlıkta veya muhalefette olanların beklentilerinin dikkate alınması, farklı düşüncelerin serbestçe hiçbir baskıyla karşılaşmadan söylenebilmesi çoğulcu demokrasi için şarttır. Çoğulcu demokrasilerde özgürlük herkesin yönetime serbestçe katılımını sağlarken, eşitlik de insanların her türlü farklılığına rağmen, insan onurunun korunması gereğinden dolayı, eşit bir şekilde bu yönetime katılabilmesi anlamına gelmektedir. Çoğulcu demokrasilerde bireysel, kültürel ve sosyal haklar korunur ve genişletilir. Farklı kültürel kimlikler arası ilişkilerde ötekileşme yerine eleştirel anlama ve diyalog temelli tartışma ortamı oluşturulur. Toplumsal sorunların çözümü ve taleplere karşı şiddet ve baskı yerine demokratik müzakere yöntemi etkin olarak kullanılır. * Bu yazı 29 Ocak 2016 tarihinde Yeni Yüzyıl gazetesinde yayımlanmıştır. BİLGESAM Yayınları 21 Prof. Dr. Atilla SANDIKLI Yönetişim Yönetişim kavramı ise hükümet otoritesine ve gücüne dayalı yönetim anlayışından, hiyerarşik yapıdaki bir yönetim olgusundan farklı yeni bir süreci ve toplumun yönetimine ilişkin yeni bir modeli anlatmaktadır. Böyle bir model içinde aktörlerin ve birimlerin tek taraflı yönlendirmeleri ve etkileri değil, bir etkileşim süreci içinde gerçekleşen interaktif ilişkiler söz konusudur. Sadece hükümet birimlerinin ve görevlilerinin değil, aynı zamanda hükümet dışı örgütlerin, sivil toplumun, bilim adamlarının, uzmanların ve vatandaşların katılımı söz konusudur. Yönetişim yaklaşımından hareketle yapılan analizlerde; özellikle hükümet-toplum etkileşimi üzerinde durulmakta; devlet ile devletdışı alan arasında işbirliğinin, kamu ile sivil toplum örgütleri arasında ilişkilerin geliştirilmesinin, çok kutuplu karar alma mekanizmalarının yaygınlaştırılmasının önemi belirtilmektedir. Çoğulculuk ve yönetişimin temel ilkeleri olan hukukun üstünlüğü, katılımcılık, şeffaflık, eşitlik, etkinlik, hesap verebilirlik sayesinde önemli güç merkezleri arasında uzlaşma sağlanarak toplumsal gerilimlerin çıkması önlenebilir. Çıkan gerilimler kutuplaşmaya ve karşılıklı düşmanlıklara varmadan yatıştırılabilir. Çoğulcu demokrasi ve yönetişim prensiplerinin siyasetin, bürokrasinin, toplumun her kesimine yerleşmesi, demokratik kültür ve olgunluğun oluşturulabilmesi için aşağıdaki hususlar gereklidir. Çoğulcu demokrasi ve yönetişim prensiplerinin aileden başlamak üzere eğitimin her kademesinde öğretilmesi ve uygulanması. Yeni Anayasa, Siyasi Partiler ve Seçim Kanunları ile mevzuatın içine ve ruhuna yerleştirilmesi. Siyasal etik kuralların geliştirilmesi ve siyasal hayata hâkim olması. Yürütmenin yasama ve yargı üzerindeki baskın rolünün ortadan kaldırılarak, kuvvetler ayrılığı prensibinin tam olarak uygulanması. 22 BİLGESAM Yayınları Dış Politika ve Güvenlik BAŞKANLIK SİSTEMİ TARTIŞMALARI* Türkiye’de başkanlık sistemine geçiş tartışmaları 1987 yılında Başbakan Turgut Özal döneminde başladı. 1997 yılında Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel başkanlık tartışmalarını tekrar gündeme getirdi. Son olarak Cumhurbaşkanı R. Tayyip Erdoğan başkanlık sisteminin gelmesi için yoğun bir kampanya yürütüyor. Ancak yapılan kamuoyu araştırmalarında başkanlık sistemine destek yüzde 30-35 düzeyinde. Halkın başkanlık sistemini bilmediği konusunda görüşler öne sürülüyor. Hatta kampanyalar beyin yıkama ve baskı oluşturma seviyesine kadar ulaşıyor. Türk toplumunun baskı ve beyin yıkamalardan çok, engin sezgisi ile karar verdiği ihmal ediliyor. Neden Başkanlık Sistemi? Başkanlık sistemini savunanların başlıca tezi; ülkede ekonomik ve siyasi istikrar ancak başkanlık sistemi ile garantiye alınabilir. Parlamenter sistemde hükümetler her an değişebilir. Bu nedenle yürütmenin istikrarını sağlamak zordur. Bu yaklaşım Türkiye’de uzun süreli koalisyonları besleyecek siyasi kültürün olmadığı varsayımına dayanmaktadır. Diğer bir tez; başkanlık sisteminde yapılması planlanan projelerin hızla gerçekleştirilmesi, sınırlama ve engellerin ortadan kaldırılmasıdır. Parlamenter sistemde muhalefet partileri tarafından yürütmenin denetlenmesi engel ve geciktirme olarak değerlendirilmektedir. Bu görüşleri 2002’den bu yana devam eden AK Parti iktidarları geçersiz kılmaktadır. * Bu yazı 5 Ocak 2016 tarihinde Yeni Yüzyıl gazetesinde yayımlanmıştır. BİLGESAM Yayınları 23 Prof. Dr. Atilla SANDIKLI AK Parti 13 yıldır iktidardadır ve 17 yıla kadar iktidarda kalacaktır. Otoriter yönetimler hariç hangi ülkede bu kadar süre iktidarda kalan bir lider ve parti var? Ayrıca AK Parti projelerini hızla hayata geçirmekle övünmüyor mu? Devrim niteliğinde değişim yaptığını vurgulamıyor mu? Gerçekten devrim niteliğinde değişim yaptı ve planladığı projeleri hızla gerçekleştirdi. Peki, o zaman başkanlık sistemi neden bu kadar isteniyor? Başkanlık Sistemi Sorunsuz mu? Geçmiş dönemlerde parlamenter sistemde bazı istikrarsız dönemleri yaşadık. Ancak başkanlık sisteminde de istikrarsızlıklar yaşanmaktadır. Başkanlık sisteminde sabit görev süresi de bir sistem krizine yol açabilir. Başkan oldukça istisnai bir durum olan “suçlama” dışında görevden alınamaz. Hastalık dolayısıyla iş göremez hale gelen veya meşruiyetini yitiren bir başkanın görevden alınamaması ciddi bir otorite sorununa yol açabilir. Hatta bu sorun bir rejim krizine dönüşebilir. Venezuela’da Başkan Carlos Andres Peres ve Brezilya’da Başkan Fernando Collar’ın döneminde yaşanan krizler veya Arjantin’de başkan Peron’un 1974’te ölümünden sonra yerine gelen başkan yardımcısı olan eşi Maria Estela Martines de Peron’un meşruiyet sorunu yaşaması ve 1976 darbesiyle iktidardan düşürülmesi başkanlık sisteminde sabit görev süresinin yarattığı problemlere örnek olarak gösterilebilir. 24 BİLGESAM Yayınları Dış Politika ve Güvenlik Ayrıca başkanlık sisteminde yürütme; yasama organının çıkaracağı kanunlara ve kabul edeceği bütçeye bağlıdır. Başkan ile parlamento çoğunluğunun farklı siyasi eğilimlerde olduğu durumlarda bunun istikrarsızlığa sebep olması mümkündür. Üstelik başkanlık sistemleri rejim krizlerini çözecek anayasal mekanizmalardan da yoksundur. Bu durum Latin Amerika ülkelerinde anayasal krizlere ve askeri darbelerle demokrasinin kesintiye uğramasına sebep olmuştur. ABD gibi gelişmiş demokrasilerde bütçe kongre tarafından onaylanmadığı için günler, hatta haftalarca devlet hizmetleri kesintiye uğramıştır. Bilimsel çalışmalar, başkanlık sisteminde demokrasinin kesintiye uğraması ihtimalinin parlamenter sistemlere göre daha kuvvetli olduğunu göstermektedir. BİLGESAM Yayınları 25 Prof. Dr. Atilla SANDIKLI MİLLİ SAVUNMADA SANAYİ ATAĞI* Osmanlı İmparatorluğu’nun yükselme dönemine kadar uzanan Türk savunma sanayii, 17’nci yüzyıla kadar güçlü bir konuma sahipti. Ancak 18’nci yüzyıldan itibaren Avrupa’daki teknolojik gelişmelere ayak uyduramamış ve zayıflamıştı. Bu nedenle Kurtuluş Savaşı sırasında Mustafa Kemal’in direktifleri ile sadece basit tezgâhlarda hafif silah ve mühimmat üretilebilmişti. Cumhuriyet döneminde, Askeri Fabrikalar Umum Müdürlüğü kapsamında özellikle silah-mühimmat ve havacılık sektörlerinde temel üretimler yapılmıştır. Özel firma olan Nuri Killigil tesislerinde de tabanca, 81 mm havan ve mühimmatı, çeşitli tahrip kalıpları, patlayıcı ve yanıcı maddeler üretmiştir. Havacılık alanında Vecihi Hürkuş kendisi bir uçak geliştirmiş, ayrıca Tayyare ve Motor Türk A.Ş. tarafından toplam 112 uçak üretilmiştir. Havacılık sanayiindeki bir sonraki adım, Türk Hava Kurumu’nun 1941 yılında Ankara’da kurduğu uçak fabrikası olmuştur. Bu uçak fabrikası, 140 adet eğitim uçağı, hafif nakliye uçağı ve ambulans uçakları üretmiştir. Dış Yardımlar ve Olumsuz Etkileri İkinci Dünya Savaşı sonrasında Truman Doktrini ve Marshall Planı çerçevesinde ABD tarafından sağlanan dış yardımlar ve 1952 yılında NATO’ya üye olmasıyla başlayan süreçte ihtiyaç fazlası savunma donanımının hibe edilmesi; savunma ürünlerinin yurt içinde üretilmesini engellemiştir. * Bu yazı 3 Mayıs ve 6 Mayıs 2016 tarihinde Yeni Yüzyıl gazetesinde yayımlanmıştır. 26 BİLGESAM Yayınları Dış Politika ve Güvenlik 1964 yılındaki Kıbrıs bunalımı sırasında, müttefik ülkelerden alınan savunma silahlarının, başta ABD olmak üzere bazı müttefik ülkelerce engellenmeye çalışılması; savunma gereksiniminin karşılamasında diğer ülkelere mutlak bağımlı hale gelinmesinin sakıncalarını ortaya çıkarmıştır. 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı sonrasında Türkiye ABD ambargosuyla karşı karşıya kalmış ve bunun üzerine Kara, Deniz ve Hava Kuvvetleri Güçlendirme Vakıfları kurulmuştur. Vakıflara halkımız büyük bir coşku ile bağış yapmış ve onaylanan yasalarla bu vakıflara özel gelirler sağlanmıştır. Yeniden Yapılandırma 1980’lerde Türkiye yapısal bir dönüşüm sürecine girmiş, TSK’nın artan ihtiyaçları, teknolojik gereksinimleri ve büyüyen mali boyut nedeniyle yeni bir model geliştirilmiştir. Bu çerçevede Savunma Sanayii Fonu oluşturulmuş ve savunma sanayii projelerini yürütmek için Savunma Sanayii Geliştirme ve Destekleme İdaresi Başkanlığı (SAGEB) yapılandırılmıştır. Ayrıca 1987’de Kara, Hava ve Deniz vakıflarının birleştirilmesiyle Türk Silahlı Kuvvetlerini Güçlendirme Vakfı TSKGV oluşturulmuştur. SAGEB, 1989 yılında Savunma Sanayii Müsteşarlığı (SSM) olarak yeniden düzenlenmiştir. Bu dönemde F-16, Zırhlı Muharebe Aracı, Mobil Radar Kompleksleri, F-16 Elektronik Harp, HF/SSB Telsizleri, CASA Hafif Nakliye Uçağı gibi büyük savunma projeleri yürütülmeğe başlanmıştır. Bu projeleri yürütmek için de çok sayıda yabancı ortaklı şirketler kurulmuştur. BİLGESAM Yayınları 27 Prof. Dr. Atilla SANDIKLI Yeni Stratejiler Savunma Sanayinde asıl büyük atak 2000 sonrasında yaşanmıştır. Savunma sanayiindeki yabancı sermaye payının önemli bir kısmı, TSKGV ve SSM tarafından devralınmıştır. 3238 sayılı Savunma Sanayii Hakkında Kanun’la “modern bir savunma sanayiinin geliştirilmesi ve TSK’nın modernizasyonunun sağlanması” amaçlanmıştır. Bu doğrultuda yerli sanayi altyapısından azami ölçüde yararlanılması, ileri teknoloji yatırımlarının teşvik edilmesi, yabancı sermaye ve teknoloji ile işbirliği, araştırma-geliştirme faaliyetlerinin desteklenmesi suretiyle gerekli her türlü silah, araç ve gerecin mümkün olduğunca Türkiye’de üretiminin sağlanması hedeflenmiştir. Geçmiş uygulamalardan farklı olarak; özel sektöre açık, dinamik bir yapıya kavuşmuş, ihracat potansiyeline sahip, yeni teknolojilere adapte olmakta güçlük çekmeyen, teknolojik gelişmeler doğrultusunda kendini yenileme kabiliyeti bulunan bir savunma sanayii kurulması öngörülmüştür. Türkiye savunma sanayi alanında son yıllarda yaptığı büyük atakla birçok başarılı projeler gerçekleştirdi. Milli gemi, uçak, insansız hava aracı, uydu, taarruz helikopteri, tank, füze ve roket projeleri devletin büyük kararlılığı ile devam ediyor. Son olarak üzerinde uçak, helikopter, tank ve zırhlı muharebe aracı taşıma kabiliyetine sahip amfibi hücum gemisi üretimi; Türkiye’nin bölgesinde liderlik iddiasını artıracak ve ordunun gücünü katlayacak projeler. Savunma sanayinde 2016 yılı ciro hedefi 8 milyar dolar, ihracat he- 28 BİLGESAM Yayınları Dış Politika ve Güvenlik defi ise 2 milyar dolar. Savunma ürünlerinde 2023 ihracat hedefi 25 milyar dolar. Dolayısıyla gelecekte daha güçlü ve dışa bağımlılığı azaltılmış silahlı kuvvetlerin yanında, ekonomiye önemli katkılar sağlayan bir savunma sanayi oluşturulacak. Yerli Savunma Sanayi Ürünleri Milli Gemi projesiyle milli imkânlarla modern muharip gemiler üretiliyor. Geminin tamamen özgün ön dizaynı 2004 yılında tamamlandı ve 2005 tarihinde İstanbul Tersanesi Komutanlığında geminin inşa sürecine başlandı. 2008’de Heybeliada (F-511) denize indirildi ve 2010’dan itibaren deniz seyirlerine başlanarak performans kontrolleri yapıldı. Atak Helikopteri projesinde Agusta Westland tasarımı A129, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin ihtiyaçlarına uygun şekilde değiştirildi. Milli aviyonik ve silah sistemleri ile teçhiz edildi. Üretimi yapılan T129, dünyada kendi sınıfındaki en etkin taarruz helikopteri arasındasır. Altay Tankı projesi Koç Grubu’na bağlı Otokar’ın ana yüklenicisi olduğu projeye Güney Kore’nin Rotem firması teknik destek vermektedir. Tankın tasarım, geliştirme, prototip imalatı tamamlanmış, test ve sertifikasyon aşamaları devam etmektedir. Anka İnsansız Hava Aracı projesinde tasarım, prototip imalatı ve test uçuşu aşamaları başarıyla tamamlanmıştır. Anka, 1.600 kilo kalkış ağırlığıyla kendi sınıfının en üst kapasiteli uçakları arasında yer almaktadır. Anka, 24 saat havada kalabilmektedir. Gündüz ve gece keşif, gözetleme ve hedef tespiti yeteneklerinin en gelişmişlerine sahiptir. Ayrıca otomatik olarak inip kalkabilmektedir. Arma Zırhlı Muharebe Aracı Otokar tarafından üretilmektedir. Ka- BİLGESAM Yayınları 29 Prof. Dr. Atilla SANDIKLI ranlıkta, siste, dumanda hiçbir ışık yakmadan termal kamera ile yolu ve etrafı görme yeteneklerine sahiptir. Arma, Amfibi kit sayesinde hiçbir ön hazırlık yapmadan suda yüzebilecek ve suda saatte 8 kilometre hız yapabilecektir. Sürücü ve komutan dahil 12 personel ve 24 ton azami yük taşıyabilecektir. Göktürk keşif ve gözetleme uydusu, özellikle Avrupa, Kafkaslar ve Ortadoğu’da askeri istihbarat amaçlı yüksek çözünürlüklü görüntü alınmasını sağlamaktadır. Hürkuş Eğitim Uçağı TAI tarafından üretilmektedir. Hürkuş, ortaseviye eğitim için hava kuvvetlerinde kullanılacaktır. Uçak, gece ve gündüz görev yapabilmektedir. Öğretmen ve öğrenci pilotun arka arkaya oturduğu, tek turboprop motorlu bir konfigürasyona sahiptir. SOM Füzesi, 200 kilometre menzile sahiptir. Uçaktan, kara ve deniz hedeflerine atılabilmektedir. Hedefini GPS ile uydudan ve yer haritası ile bulmaktadır. Kasırga TR-300 Füzesi, 302 mm çapında olacak ve 80/100 km menzile ulaşabilecektir. Yukarıda örnekleri verilen savunma sanayi ürünlerinin yanında daha çok sayıda silah ve sistem milli olarak üretilmektedir. Bu projeler geleceğe umutla bakmamıza katkı yapmaktadır. Ancak bu projelerin en önemlileri henüz TSK envanterlerine tam olarak girmemiştir. Bu nedenle bu sistemleri ön plana çıkarmak, sanki hepsi envantere girmiş gibi gücümüzü olduğundan büyük görmek, güç-çıkarpolitika etkileşimini olumsuz yönde etkileyebilir. Ülkemizi zayıflatılması gereken hedef ülke haline getirebilir. 30 BİLGESAM Yayınları Dış Politika ve Güvenlik TÜRKİYE EKONOMİSİ* Son dönemde yapılanlar sürekli geçmiş dönemlerle mukayese ediliyor. Söylemler çok başarılı olunduğu doğrultusunda. Çoğunlukla oluşan imaj çok olumlu. Bu imaj gerçek durumla örtüşüyor mu? Özellikle en çok üzerinde durulan alan ekonomi. Ekonomik gelişmeler muhteşem bir başarı öyküsü olarak sunuluyor. Gerçekte böyle mi? Bu konuyu yazmak için karar verdiğimde çok olumlu şeyler yazacağımı düşünüyordum. Ancak araştırma yapmaya başladığımda fikirlerim değişmeye başladı. Şu sorulara yanıtlar aradım. Son dönemde dış politika başarılı mı? Dış güvenlik ortamı Türkiye lehine mi şekillenmiş durumda? İç güvenlik ortamı nasıl? Toplumda birlik ve beraberlik ne durumda? Ekonomik veriler efsane mi oluşturuyor? Büyüme Oranları Konu başlığı ile doğrudan ilintili olmadığı için ilk dört sorunun cevaplanmasını sizlere bırakıyorum. Türkiye’nin kuruluşundan bu güne kadarki ekonomik büyüme oranlarını araştırıyorum. Türkiye Cumhuriyeti hükümetleri dönemlerinde ortalama büyüme oranları en yüksekten düşüğe doğru aşağıdaki şekilde sıralanmaktadır. Verilerin yorumunu sizler yapabilirsiniz. * Bu yazı 13 Mayıs 2016 tarihinde Yeni Yüzyıl gazetesinde yayımlanmıştır. BİLGESAM Yayınları 31 Prof. Dr. Atilla SANDIKLI T.C Hükümetleri Döneminde Ortalama Ekonomik Büyüme Oranları, 1923-2015** İşsizlik Oranları Yıllara göre işsizlik oranları incelendiğinde 1977-1978 yılları hariç Türkiye tarihinde en yüksek işsizlik oranları son dönemde yaşanmaktadır. 2016 yılı Ocak ayında işsizlik oranı yüzde 11,1 seviyesine yükselmiştir. Türkiye genelinde 15 ve daha yukarı yaştakilerde işsiz sayısı 2016 yılı Ocak döneminde geçen yılın aynı dönemine göre 31 bin kişi artarak 3 milyon 290 bin kişi olmuştur. Milli Gelir 2000’li yıllarda Dolar bazında toplam ve kişi başına düşen milli gelir, Doların Türk Lirası karşısında değer kaybetmesinin etkisiyle önemli oranda arttı. 2013 yılında Türkiye’nin milli geliri 822 milyar dolara, kişi başına gelir ise 10 bin 823 dolara yükseldi. Ancak 2014 yılında milli gelir 800,1 milyar dolara geriledi. Dolayısıyla kişi başına gelir 10 bin 404 dolara düştü. Dolardaki hızlı artış son bir yılda yüzde 32’yi buldu. Bu hızlı yükselme, milli geliri de etkiledi. Milli gelir 709 milyar dolara geriledi. Kişi başına düşen gelir 2000 dolar düştü ve 8 bin 769 dolar seviyesine indi. ** “92 yıllık büyüme serüvenimiz,” businessht, 20 Nisan 2015, Erişim Tarihi: 13 Mayıs 2016, http://www.businessht.com.tr/yazarlar/cagdas-sirin/1068162-92-yillikbuyume-seruvenimiz 32 BİLGESAM Yayınları Dış Politika ve Güvenlik Enflasyon Son dönemde en başarılı sonuçlar enflasyon alanında elde edildi. 2002’de yüzde 29,75 olan TÜFE, 2003’de yüzde 18,36’ya, 2004’te yüzde 9,32’ye, 2012’de yüzde 6,16’ya düştü. Ancak 2015’de yüzde 8,81’e yükseldi. Dış Borç Dış borcun Gayrisafi Yurtiçi Milli Hasılaya oranları 2002’de yüzde 56,2 iken, 2005’te yüzde 35,5 düştü. Ancak daha sonra tekrar yükseldi ve 2015’te yüzde 52,6 oldu. Sonuç olarak son dönemde ekonomik veriler, kamu diplomasisi ile oluşturulan imaj kadar iyi değil. Dönem içinde çok olumlu sonuçlar alınmış olsa da daha sonra bu başarı sürdürülemedi ve özellikle son yıllarda olumsuza gidiş hızlandı. Dış politika ve güvenlik alanındaki olumsuzluklar, ekonomik alana her geçen gün daha fazla yansımakta ve elde edilen kazanımlar kaybedilmekte. BİLGESAM Yayınları 33 Dış Politika ve Güvenlik II. BÖLÜM TÜRKİYE VE KÜRESEL AKTÖRLER BİLGESAM Yayınları 35 Dış Politika ve Güvenlik KÜRESEL YÖNETİŞİM VE G-20* 20’nci yüzyılın sonunda iki önemli değişim yaşanmıştır. Soğuk savaş sona ermiş, iletişim ve bilişim sahalarında yaşanan teknolojik gelişmeler, üretimin örgütlenmesinde ve ticaretin yapısında büyük değişiklikler meydana getirmiştir. Teknolojik devrim haberleşmede olağanüstü hız ve alan genişlemesi yaratmıştır. Ekonominin her kesiminde yeni olanaklar ve üretim biçimleri meydana getirmiştir. Küreselleşme En geniş anlamıyla ekonomik, siyasi, sosyal ve kültürel alanlarda değerlerin ulusal sınırları aşarak yayılması şeklinde tarif edilen küreselleşme bütün dünyayı etkilemiştir. Çağdaş teknolojilere, küresel ekonomik yapılara ve evrensel değerlere uyum sağlayamayan toplumlar küreselleşme süreci tarafından kültürel değerlerini kısmen de olsa değiştirmeye zorlanmıştır. Küreselleşme, tek kutuplu dünya ve ABD hegemonyası suçlamasıyla tehdit olarak da algılanmıştır. Dünya Ticaret Örgütü’nün 1999’da Seattle’da gerçekleştirdiği “Binyılın Buluşması” adlı zirve başarısızlıkla sona ermiş ve ABD’nin karşı konulamaz bir güce sahip olduğu iddiası ciddi bir biçimde tartışmaya açılmıştır. Çin, Hindistan gibi büyüyen ekonomiler ve Batı-dışı modernleşme giderek dünyayı etkilemeye başlamıştır. Post-küreselleşme kapsamında modernleşme algısı, giderek Batılı kalıplardan arınmakta ve her ülke kendi değer yargılarını ve kültürünü modernleşme süreçlerini belirleme noktasında temel veri olarak almaktadır. * Bu yazı 13 Kasım 2015 tarihinde Yeni Yüzyıl gazetesinde yayımlanmıştır. BİLGESAM Yayınları 37 Prof. Dr. Atilla SANDIKLI Küresel Yönetişim Doğulu ülkeler, artık kendi geleceklerini kendi değer yargıları ve normları etrafında kurmakta, Çin ve Hindistan gibi yeni güçler hegemona karşı meydan okumalar gerçekleştirmektedir. Böyle bir ortamda klasik yöntemler işlevselliğini yitirmekte ve Küresel Yönetişim kavramı ön plana çıkmaktadır. Küresel hegemon ABD ve gelişmiş ülkelerin oluşturduğu G-8, 1994’te Meksika, 1997’de Asya ve 1998’de Rusya krizlerini önleyememiştir. 1999 yılında küresel ekonomik ve mali istikrarın sağlanması ve teşvik edilmesi için G-20 oluşturulmuştur. G-20 içinde Almanya, ABD, Arjantin, Avustralya, Brezilya, Çin, Endonezya, Fransa, Güney Afrika, Güney Kore, Hindistan, İngiltere, İtalya, Japonya, Kanada, Meksika, Rusya, Suudi Arabistan, Türkiye ve AB Komisyonu yer almaktadır. Ülkeler ekonomik büyüklüğün yanında uluslararası sistemdeki etkinlik ve bölgesel güç olma gibi diğer faktörler gözetilerek seçilmiştir. G-20 dünya ekonomisinin %85’ini, ticaretinin %80’ini temsil etmekte ve dünya nüfusunun üçte ikisini kapsamaktadır. G-20’nin mevcut kompozisyonu yönetişim kavramının katılımcılık ve etkililik ilkelerine uygundur. G-20 ancak yönetişim ilkelerine riayet edilmesi ile sağlıklı bir şekilde işleyebilir. Şeffaflık, hesap verebilirlik ve hukukun üstünlüğü ilkeleri sayesinde, ekonomik krizlerin en büyük nedeni olan aşırı risk alımları ve fahiş fiyatlar önlenebilir. Ekonomik aktörlerin denetlenmesi mümkün olabilir. 2008 yılında ABD konut piyasasında başlayan ve küresel ölçekte 38 BİLGESAM Yayınları Dış Politika ve Güvenlik etkili olan finansal kriz, G-20 platformunun daha etkin olmasını gerekli kılmıştır. Bakanlar düzeyinde toplanan G-20, bu tarihten itibaren yılın belirli zamanlarında devlet başkanları düzeyinde toplanmaya başlamıştır. G-20 Antalya Zirvesi G-20, 15-16 Kasım tarihlerinde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın başkanlığında Antalya’da toplanacaktır. Toplantıya ABD Başkanı Obama, Rusya Devlet Başkanı Putin, Çin Halk Cumhuriyeti Devlet Başkanı Jinping, İngiltere Başbakanı Cameron, Fransa Cumhurbaşkanı Hollande, Almanya Başbakanı Merkel ve çok sayıda devlet başkanı katılacaktır. Zirve gündeminde kalkınma ve iklim değişikliği, kapsayıcı büyüme, küresel ekonomi, büyüme stratejileri, istihdam ve yatırım stratejileri yer almaktadır. Ayrıca Küresel sınamalar kapsamında; terörizm ve mülteci krizi konuları görüşülecektir. Dayanıklılığın artırılması çerçevesinde; finansal düzenlemeler, uluslararası vergi, yolsuzlukla mücadele ve IMF reformu değerlendirilecektir. Müteakiben ticaret ve enerji konuları ele alınacaktır. Zirvenin sonunda Antalya Bildirgesi ve Antalya Eylem Planı’nı onaylanacak. BİLGESAM Yayınları 39 Prof. Dr. Atilla SANDIKLI BM İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ KONFERANSI* BM, son yıllarda yönetişim esaslarına uygun olarak, küresel sorunlarla daha fazla ilgilenmekte, belirli hedefler belirlemekte ve sözleşmeler hazırlamaktadır. Bu kapsamda Eylül ayı sonunda “Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri 2030” yayınlanmıştır. Belirlenen hedefler çerçevesinde her ülke, yoksulluğun ana nedenlerini ortadan kaldırmak, ekonomiyi büyütmek, refahı desteklemek, halk sağlığı, eğitim ve sosyal ihtiyaçları karşılamak için çalışmalar yapacak; aynı zamanda çevrenin korunması için de önlemler alacaktır. İklim Çalışmaları Hükümetler Arası İklim Değişikliği Paneli, 5. Değerlendirme Raporuna göre; küresel ısınmanın nedeni insan faaliyetlerinden kaynaklanan sera gazı emisyonudur. 1850 yılından bu güne kadar dünya yüzeyinin sıcaklığı 1 derece artmıştır. Sıcaklık 2 derece daha arttığı taktirde yeryüzü yaşanılmaz bir yer olacaktır. 19. Yüzyıl ortalarından bu yana deniz seviyesindeki artış 2 bin yıldır yaşanandan daha fazladır. 1901-2010 yılları arasında küresel ısınma ve buzların erimesi nedeniyle deniz seviyesi, 19 cm yükselmiştir. Kuzey Kutbundaki buz tabakası 1979 yılından bu yana küçülmeye devam etmiş ve 1,07 milyon metre kare buz erimiştir. Bütün devletler güvenli limit olan 2 derecelik küresel ısınma sınırının altında kalmak için sera gazı emisyonunu azaltmalıdır. Bu hedefe ulaşmak için düşük karbonlu elektrik üretimine ve enerji verimliliğine, 2030’a kadar her yıl 100 milyar dolarlık yatırım yapılması gerekmektedir. * Bu yazı 4 Aralık 2015 tarihinde Yeni Yüzyıl gazetesinde yayımlanmıştır. 40 BİLGESAM Yayınları Dış Politika ve Güvenlik Çalışmaların ihmal edilmesi veya 2030 yılı sonrasına ertelenmesi durumunda, çok daha büyük teknolojik, ekonomik ve endüstriyel sorunlar meydana gelecektir Paris’te 30 Kasım’da başlayan-12 Aralık’ta sonuçlanacak olan “BM İklim Değişikliği Sözleşmesi Taraflar Toplantısı” en önemli çalışmalardan birisidir. Toplantı sonucunda 195 devletin yaşanabilir bir dünya için yeni bir “İklim Değişikliği Sözleşmesi” imzalaması beklenmektedir. Sözleşmede; sera gazı salınımlarının azaltılması için hedefler ve ulusal taahhütlerin belirlenmesi; etkili mücadelenin yapılabilmesi için finansal kaynakların sağlanması ve teknoloji transferinin gerçekleştirilmesi; özellikle kırılgan gelişmekte olan ülkelere finansal destek yapılması ve verilen taahhütlere uyumun 5 yıllık dönemler içinde gözden geçirilmesi konuları yer alacaktır. Türkiye’ye Etkileri Bilimsel çalışmalarda Akdeniz Havzasının, iklim değişikliğinin olumsuz yansımalarından en fazla etkilenecek ve iklim değişikliğine karşı en hassas bölgeler arasında yer aldığı belirtilmektedir. Genel sıcaklık artışının 1-2 dereceye ulaşacağı ve kuraklığın geniş bölgelerde hissedileceği açıklanmaktadır. Türkiye’de ise yıllık ortalama sıcaklığın 2,5-4 derece artacağı, Ege ve Doğu Anadolu bölgelerinde 4, iç bölgelerde 5 dereceyi bulacağı tahmin edilmektedir. Sıcaklık ve yağış rejimindeki değişim, tarım ve sanayiyi olumsuz yönde etkileyeceği gibi biyolojik çeşitliliği azaltacak, ekosistemi bozacak ve orman alanlarını sınırlayacaktır. Türkiye iklim değişikliği çalışmalarına aktif olarak katılmalı; belir- BİLGESAM Yayınları 41 Prof. Dr. Atilla SANDIKLI lenen hedeflere ulaşılması maksadıyla kendi üzerine düşen sorumlulukları yerine getirmeli; güneş ve rüzgâr gibi yenilenebilir enerji potansiyelinden daha fazla istifade etmelidir. İklim değişikliği nedeniyle Türkiye’de taşkın, kuraklık, çölleşme, orman yangınları gibi afetlerin artması beklenmektedir. Afetlerin neden olacağı can ve mal kayıplarının en aza indirilmesi için afet risklerinin etkin olarak yönetilmesi gereklidir. 42 BİLGESAM Yayınları Dış Politika ve Güvenlik AB SÜRECİ VE TÜRKİYE’DE REFORMLAR* Türkiye ile AB üyesi devletler arasında, Kasım Ayı sonunda gerçekleştirilen zirvede, Türkiye’nin AB üyeliği sürecinin yeniden canlandırılmasına karar verildi. İlişkilerin derinleştirilmesi maksadıyla yüksek düzeyde ekonomik, enerji ve politik diyalog mekanizmalarının oluşturulması konusunda anlaşmaya varıldı. Üyelik sürecinin hızlandırılması ve stratejik işbirliğinin genişletilmesi maksadıyla her yıl iki zirve yapılması kararlaştırıldı. Geri kabul anlaşmasının onaylanması ve bütün şartların yerine getirilmesi durumunda vize serbestisinin 2016’nın Ekim ayında başlayacağı belirtildi. Türkiye ve AB üyesi ülkelerin ortak bir kadere sahip olduğu, Türkiye’nin üyeliğinin sadece birlik ve Türkiye için değil aynı zamanda küresel barış için de kazanç olduğu vurgulandı. Göçmen krizi konusunda Ortak Eylem Planının hayata geçirilmesi için mutabakata varıldı. Türkiye’ye Suriyeli göçmenlerin yaşam koşullarının iyileştirilmesi için 3 milyar Avroluk destek sağlandı. 14 Aralık’ta yapılan hükümetler arası zirvede “Parasal ve Ekonomik Politikalar” başlıklı 17’nci fasıl açıldı. Açılış kriterlerinin yerine getirilmesi durumunda “Kamu alımları” başlıklı 5’nci, “Rekabet Politikası” başlıklı 8’nci ve “Sosyal Politika ve İstihdam” başlıklı 19’ncu başlıklar açılabilir. Eleştirel Konular Bu olumlu gelişmelere rağmen AB devlet ve hükümet başkanlarının, 17-18 Aralık 2015’te Brüksel’de katılacağı zirvenin taslak sonuç bildirisinde, hukukun üstünlüğü ve temel haklarla ilgili ana * Bu yazı 15 Aralık 2015 tarihinde Yeni Yüzyıl gazetesinde yayımlanmıştır. BİLGESAM Yayınları 43 Prof. Dr. Atilla SANDIKLI eksiklikler vurgulanmakta. Eleştirel medyaya, gazetecilere, yazarlara ve sosyal medya platformları ile kullanıcılarına açılan davalar sorgulanmaktadır. Yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığına zarar verilmesinin; ifade özgürlüğü ile toplanma özgürlüğündeki belirgin gerilemenin tersine çevrilmesi için acil şekilde önlemler alınmasının gerekliliği belirtilmektedir. Aralarında kadın, çocuk ve azınlık haklarının da bulunduğu insan haklarına, din özgürlüğüne ve mülkiyet haklarına tam saygının sağlanması istenmektedir. Güçler ayrılığı ilkesine ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin tüm kararlarına uyulması çağrısı yapılmaktadır. Hiç ilerleme sağlanmamış ya da çok az ilerleme sağlanmış yolsuzlukla mücadele gibi alanların da ele alınması için gerekli çalışmaların yapılması talep edilmektedir. Terörist eylemlere son verilmesi çağrısı yapıldıktan sonra Kürt sorununa siyasi çözüm bulunması maksadıyla, tüm taraflara barış görüşmelerine devam edilmesi önerisi yapılmaktadır. Ayrıca Türkiye’nin “Kıbrıs Cumhuriyeti” ile ilişkilerini normalleştirmek için gerekli ilerlemeyi hâlâ sağlayamadığı vurgulanmaktadır. Reform İhtiyacı Uzun süren duraklamadan sonra AB üyelik süreci tekrar canlanmaktadır. Geçmiş dönemlerde AB eleştirileri ve yönlendirmeleri Türkiye’nin çağdaşlaşmasına önemli katkılar yapmıştır. AB sürecinin hızlanması, Türkiye’deki çağcıl devlet yapılanmasının ve uygulamalarının derinleşmesi için reformlara ihtiyaç vardır. 44 BİLGESAM Yayınları Dış Politika ve Güvenlik Geleceğini doğunun belirsizliğinde ve karmaşasında arayan bir Türkiye’den; AB içinde yer alan, çağcıl devlet özelliklerine sahip, geleceğe güvenle bakan bir Türkiye, halkına daha fazla huzur, zenginlik ve refah vadetmektedir. Ayrıca doğulu kültürel özellikleri ile Batının çağcıl sistemlerinden ortaya çıkacak sentezin Doğu-Batı köprüsünün inşasına katkı yapacağı, medeniyetler çatışmasına panzehir olacağı açıktır. Türkiye bu şekilde Terör ve Kıbrıs sorunlarına daha kolay çözümler bulacak, küresel barış ve istikrarın merkezi olacaktır. BİLGESAM Yayınları 45 Prof. Dr. Atilla SANDIKLI TÜRKİYE-AB ZİRVESİ; ÖNERİLER VE RİSKLER* AB devlet ve hükümet başkanları ile Türkiye arasında Brüksel’de yapılan müzakereler sonrasında bir anlaşma imzalanmadı. Türkiye’nin belirli konularda talepleri ve karşılığında vaatleri oldu. Aşırı beklentiler olmasa da umutlar devam ediyor. Mülteci anlaşmasının imzalanması 18 Mart’ta yapılacak olan AB Zirvesi’ne ertelendi. Türkiye-AB Zirvesinde görüşmeler 15 saat sürdü. Görüşmelerin ağırlıklı konusu AB’ni sarsan mülteci sorunu oldu. Türkiye sorunun çözümü yönünde bazı önerilerde bulundu ancak bazı talepleri de var. Anlaşmanın çerçevesi üzerinde mutabakat sağlandı. Ayrıntıları konusunda tartışmalar devam ediyor. Anlaşmanın son şeklini alması için görüşmeler devam edecek. Türkiye’nin Önerileri ve Talepleri Türkiye’nin önerileri ve talepleri: Geri Kabul Anlaşması ile Türk vatandaşlarına vize serbestisi Haziran ayına çekilsin. Türkiye’ye verilecek 3 milyar Euro’luk kaynağa, 3 milyar Euro’luk kaynak ilave edilsin. Türkiye’nin Yunanistan’dan geri alacağı her mülteciye karşı, AB de bir mülteci alsın. Geri kabul masraflarını AB karşılansın. Türkiye AB Müzakere süreci hızlansın. Türkiye’nin öneri ve talepleri AB üyesi ülkeler arasında tartışma yarattı. Türkiye, Türk vatandaşlarının vizesiz seyahat edebilmesi kararının, Hollanda’nın dönem başkanlığının sona ereceği Haziran ayının sonuna kadar yetiştirilmesini istiyor. Ancak Avrupa Parlamentosu Başkanı Martin Schulz vize kolaylığının ancak birtakım engellerin aşılmasıyla yürürlüğe girebileceğini söylüyor. * Bu yazı 11 Mart 2016 tarihinde Yeni Yüzyıl gazetesinde yayımlanmıştır. 46 BİLGESAM Yayınları Dış Politika ve Güvenlik Türkiye müzakerelerin hızlanması için beş başlığın müzakereye açılmasını istiyor. Buna karşılık Angela Merkel, Türkiye’nin AB üyeliği müzakerelerinin “açık uçlu” olduğunu vurguluyor. Bu nedenle Türkiye’nin tam üyeliğinin şimdilik gündemde olmadığını belirtiyor. Yunanistan Başbakanı Aleksis Tsipras ise aşırı beklentilere yer olmadığı uyarısında bulunuyor. Zoraki Anlaşma ve Riskler Uluslararası Göç Örgütü’ne göre, geçen yıl 856.723 olan Yunanistan üzerinden Avrupa’ya geçen sığınmacı sayısı, bu yılın Mart ayına kadar 129.455 sayısına ulaştı. Balkan ülkeleri devamlı artan sayı karşısında istikrar ve güvenliklerini tehdit altında hissettiler ve sınır güvenliklerini artırdılar. AB üyesi bazı ülkeler; Almanya, Macaristan, Danimarka, Slovenya, İsveç ve Belçika, Schengen Anlaşması’na rağmen sınır kontrollerine başladı. Tehdit algılamasının bu kadar yüksek olduğu bir konjonktürde, AB’nin Türkiye’nin taleplerini dikkate alması muhtemel. Bu nedenle Türkiye’nin talepleri karşılanmaya çalışılacaktır. Ancak Türkiye’nin talepleri karşılanırken birçok şart ileri sürülecek ve kontrol sistemleri oluşturulacaktır. Mülteci krizinin kontrolünü elde etmek ve süreçte her zaman inisiyatifi elde tutmak için gerekli tedbirleri almaya gayret sarf edecektir. Ayrıca AB’den, Türkiye’ye verilecek yardımların tek seferde değil, belirli miktarlarda parça parça verilmesi sağlanacaktır. Bu parçaların kullanılması için projelendirilmesi istenecektir ve bu projeleri denetleyecek mekanizmalar kurulacaktır. Bu uygulamalar Türkiye’nin sığınmacı konusunda hareket serbestisini kaybetmesine neden olabilir. AB’nin müdahaleleri gelecekte daha büyük sorunlar oluşturabilir. BİLGESAM Yayınları 47 Prof. Dr. Atilla SANDIKLI AB, Türkiye’den mültecileri seçerek alacaktır. İyi eğitim alınmış, yetenekli ve sağlıklı sığınmacılar Avrupa’ya giderken, sorunlu olanlar Türkiye’de yerleşecektir. AB nüfus istatistiklerindeki olumsuzluklara tedbir getirirken, Türkiye sorunlarla uğraşmak zorunda kalabilir. Türkiye, anlaşmaya son şekli verilirken kısa vadede rahatlama sağlayacak, uzun vadede çeşitli sebeplerle önü kesilebilecek vaatlerin yanında, uzun vadede meydana gelebilecek sorunları minimize edecek tedbirleri de dikkate almalıdır. 48 BİLGESAM Yayınları Dış Politika ve Güvenlik VİZESİZ AVRUPA YOLUNDA KRİZ* Türk vatandaşlarının vizesiz Avrupa hayali son günlerde toplumda hem heyecan hem de umut yaratmıştı. Ancak AB ile “terör tanımı” konusunda yaşanan ihtilaf bu umudun sonu olabilir. AB terör tanımı konusunda gerekli yasal düzenlemenin yapılmasını istiyor. Türkiye ise terörle mücadelenin kararlılıkla sürdürüldüğü bir dönemde bunun yapılmasının mümkün olmadığını vurguluyor. Gelişmelerin krize dönüşme potansiyeli var. AB Komisyonu, Vize Serbestisi Yol Haritası kapsamında üçüncü ilerleme raporunu 4 Mayıs’ta açıkladı ve Türkiye’ye yeşil ışık yaktı. Bununla birlikte AB Türkiye Delegasyonu Başkanı Hansjörg, vize muafiyeti konusunda Türkiye’nin yerine getirmesi gereken şartları açıkladı. Kişisel Verilerin Korunması Kanunu ve Terörle Mücadele Kanununun AB standartlarına uyumlu hale getirilmesi, Europol ile operasyonel işbirliği anlaşması, AB ülkeleri ile adli işbirliği yapılması ve pasaportların AB üyesi ülkelerin standardına getirilmesi konularında da yasal sürecin tamamlanması gerektiğini söyledi. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, bu konuda yaşanan tartışmalara son noktayı koydu: “Şu anda AB vize için terörle mücadele yasasını değiştireceksiniz diyor. Siz Avrupa Parlamentosu yanında çadır kuran teröristlere müsaade ediyorsunuz. Bu zihniyetinizi neden değiştirmiyorsunuz? Teröristlere çadır kurduracaksın, bunu demokrasi adına yaptığını söyleyeceksin, bize de vize için terör yasasını değiştirin diyeceksin. Biz yolumuza gidiyoruz, sen de yoluna git, kiminle anlaşabiliyorsan anlaş.” * Bu yazı 10 Mayıs 2016 tarihinde Yeni Yüzyıl gazetesinde yayımlanmıştır. BİLGESAM Yayınları 49 Prof. Dr. Atilla SANDIKLI Peki, Şimdi Neler Olacak? Önümüzdeki dönemde üç muhtemel senaryodan birisi yaşanabilir. Birincisi; bu söylemlere rağmen Türkiye, Terörle Mücadele Kanununda gerekli değişikliği yapar ve vizesiz Avrupa yolu açılabilir. İkincisi; Türkiye kanunda değişiklik yapmaz, buna karşılık AB vizesiz Avrupa tarihini erteleyebilir ve sığınmacılara yapılması gereken 3 milyar Avroluk yardımı sürüncemede bırakabilir. Üçüncüsü; Türkiye terörün tanımında herhangi bir değişiklik yapmaz. Buna rağmen AB vizesiz Avrupa yolunu açılabilir. AB Bakanı Volkan Bozkır, AB’nin terörün tanımında değişiklik yapılmasını bir şart olarak ortaya koymadığını, sadece niyet beyanında bulunduğunu söylüyor. Geri kabuller başladığında veya vizeler kalktığında Türkiye’den gidecek olanların, geniş kapsamlı terör tanımından yararlanıp siyasi iltica talebinde bulunabilmeleri olasılığının, AB’de endişe yarattığını vurguluyor. Olası Gelişme Yukarıda yapılan açıklamalardan anlaşılacağı üzere Türkiye, muhtemelen “terör tanımı”nda herhangi bir değişiklik yapmayacaktır. Bu nedenle gelişmelerle ilgili temel belirleyici unsur, AB’nin buna nasıl tepki vereceğidir. Önümüzdeki günlerde AB Komisyonu’nun raporu Avrupa Parlamentosu’nda görüşülecek ve Parlamentoda Türkiye’ye yönelik önemli eleştiriler ve suçlamalar yapılacaktır. Ancak Anlaşmanın uygulamasının durdurulması söz konusu olmayabilir. Çünkü mülteci akını AB için çok önemli bir tehdittir. Anlaşma kadük olursa bundan en fazla zarar görecek taraf AB’dir. 50 BİLGESAM Yayınları Dış Politika ve Güvenlik Bu nedenle Anlaşma eksiklere ve aksaklıklara rağmen uygulamada kalacaktır. Fakat vizesiz Avrupa’da 1 Temmuz tarihi geciktirilebilir. Geciktirilmese dahi uygulamada zorlular çıkarılabilir. Ayrıca sığınmacılara yapılacak 3 milyar Avroluk yardımlarda aksaklıklar yaşanabilir. Sonuç olarak AB, Türkiye için çok önemli bir hedeftir. Türkiye’nin gelecek hayalidir. Vizesiz Avrupa, Gümrük Birliğinden sonra AB’ye yönelen yolda en önemli kapılardan biridir. Yaşanan krizler bu yolu kapatmamalıdır. BİLGESAM Yayınları 51 Prof. Dr. Atilla SANDIKLI TÜRKİYE-ABD İLİŞKİLERİ ÖRTÜŞEN VE AYRIŞAN KONULAR* ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden 21-23 Ocak tarihleri arasında Türkiye’ye resmi bir ziyaret yaptı. Ziyaret sürecinde İstanbul’da önce milletvekilleriyle görüşen Biden, müteakiben STK temsilcileri, gazeteciler ve akademisyenlerle bir araya geldi. AK Parti’den Galip Ensarioğlu, Orhan Miroğlu; CHP’den Sezgin Tanrıkulu, Fikri Sağlar; HDP’den Ayhan Bilgen ve Leyla Zana’nın katıldığı bir yuvarlak masa toplantısında, Kürt sorunu üzerinde duruldu. Gazeteciler Kadri Gürsel, Aslı Aydıntaşbaş, Ceyda Karan; Prof. Dr. Yaman Akdeniz, Rakel Dink, Dilek Dündar, oğlu Ege Dündar ve Türkan Elçi, Anadolu Kültür Yönetim Kurulu Başkanı Osman Kavala’nın da olduğu sivil toplum kuruluşları temsilcilerinin katıldığı toplantıda ifade ve basın özgürlüğü konuları görüşüldü. Daha sonra Başbakan Ahmet Davutoğlu ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile resmi görüşmelerini gerçekleştirdi. DavutoğluBiden görüşmesinden sonra basına açıklama yapılmasına rağmen Erdoğan-Biden görüşmesinden sonra yapılması planlanan basın açıklaması iptal edildi. Görüşmeler sonunda Türkiye ile ABD arasında örtüşen ve ayrışan konular ortaya çıktı. DAEŞ ve PKK terör örgütlerine yönelik mücadelede örtüşen açıklamalar yapılırken; Türkiye’deki ifade ve basın özgürlüğü, PYD’nin terör örgütü olarak tanımlanması ve Musul’un kuzeyindeki Başika kampı konularında ayrışma yaşandı. * Bu yazı 26 Ocak 2016 tarihinde Yeni Yüzyıl gazetesinde yayımlanmıştır. 52 BİLGESAM Yayınları Dış Politika ve Güvenlik IŞİD ve PKK ile Mücadele Biden, “Biz terörün ortadan kalkması için işbirliği yapmaya devam edeceğiz. Bizim ortak hedefimiz IŞİD’i ortadan kaldırmaktır… PKK da IŞİD gibi Türkiye için bir tehlikedir. PKK hiçbir şekilde barışa gönüllü değildir. Bir terör örgütüdür. Kabul edilemeyecek faaliyetlerde bulunmaktadır. Geçmişte barış görüşmeleri başarılı olmadı ve PKK başka çözüm yolu bırakmadı. Tatbikî siz de terörle mücadele edeceksiniz.” demiştir. Türkiye’nin PKK terör örgütüne yönelik yürüttüğü operasyonlara açık destek vermiştir. Türkiye’de İfade ve Basın Özgürlüğü Biden, STK’lar ile yaptığı görüşme öncesinde “Türkiye ne kadar başarılı olursa, bütün Ortadoğu’ya ve özgürlük kavramıyla yeni temas kurmaya başlayan bölgelere verdiği mesaj o kadar güçlü olur. Ancak medya eleştirel haber yaptığı zaman gözü korkutuluyor ya da hapse atılıyorsa, internet özgürlüğünde kısıtlamaya gidilip Youtube ve Twitter gibi siteler kapatılıyorsa, binden fazla akademisyen sadece bir bildiriyi imzaladıkları için vatana ihanetle suçlanıyorsa, bu olması gereken bir örnek değil” açıklamasında bulunmuştur. “Özgürce eleştirebilmenin, özgürce nefes almak kadar gerekli olduğunu yalnızca Türkiye’ye değil, bütün ülkelere anlatmaya devam edeceğiz. Basın ve ifade özgürlüğü yalnızca Amerikan değerleri değil, tüm insanlığın değerleridir. Bizim sözünü ettiğimiz özgürlükler Türk halkı için yeni değildir; onlar sizin Anayasa’nızda var” demiştir. PYD Terör Örgütü mü? Biden, milletvekilleriyle yaptığı görüşmede PKK’yı terör örgütü olarak değerlendirirken, PYD’yi DAEŞ’le mücadele de işbirliği BİLGESAM Yayınları 53 Prof. Dr. Atilla SANDIKLI yapılan bir örgüt olarak tanımlamıştır. PYD’nin PKK ile eşdeğer bir örgüt olmadığını, PYD ile yapılan işbirliğinin PKK ile işbirliği yapıldığı anlamına gelmediğini vurgulamıştır. Başbakan Davutoğlu ile yapılan resmi görüşme sonrasında ise açıklama yapmamıştır. Başika Askeri Eğitim Kampı Daha önce Biden ile Irak Başbakanı İbadi arasındaki görüşmeden sonra yapılan açıklamada; “Türkiye’nin askerlerini geri çekmeye başladığı” hatırlatılmış ve “bu geri çekilmenin devam etmesi çağrısı” yapılmıştı. Türkiye ziyaretinde ise Başika kampı konusunda “koordinasyonun güçlendirilmesi” gibi muğlak bir açıklama yapılarak durum geçiştirilmeye çalışılmıştır. 54 BİLGESAM Yayınları Dış Politika ve Güvenlik ABD’NİN PYD POLİTİKASI DÜŞMANCA BİR YAKLAŞIMDIR* PYD (Demokratik Birlik Partisi) 2003 yılında Suriye’nin kuzeyinde PKK terör örgütü içindeki Suriyeli teröristler tarafından kurulan bir siyasi partidir. Lideri Salih Müslim’dir. Askeri kolu YPG’dir (Halk Koruma Birlikleri). Çeşitli kaynaklarda YPG’nin silahlı personel mevcudu konusunda 40.000 ile 60.000 arasında farklı rakamlar verilmektedir. PYD Ne Yapmak İstiyor? PYD, Suriye’de iç savaş başladığında, Esad’ın kuzeydeki askerlerini çekmesi nedeniyle Cizire, Kobani ve Afrin bölgelerine hâkim oldu. 2014’te IŞİD Kobani’nin önemli bir kısmını ele geçirdi. YPG, ABD’nin yoğun hava desteği, Peşmerge ile Özgür Suriye Ordusu’nun (ÖSO) yardımıyla IŞİD’i püskürttü. Üç bölgede özerk kanton yönetimi ilan etti. PYD, yine ABD hava desteğiyle, IŞİD’in kontrolünde olan Tel Abyad’ı ele geçirdi ve Cizire ile Kobani kantonlarını birleştirdi. Kontrol altına aldığı bölgelerden Arapları, Türkmenleri, hatta kendilerine boyun eğmeyen diğer Kürtleri göç etmeye zorladı. Uluslararası Af Örgütü ve BM kaynakları, Arap ve Türkmen köylerinin ateşe verildiğini ve köylülerin bölgeyi terk etmesi için ölümle tehdit edildiğini vurguladı. PKK/KCK’nın Suriye kolu olarak görev yapan PYD ve silahlı gücü YPG, Azez ile Cerablus arasındaki bölgeyi de ele geçirerek, Afrin kantonuyla birleşmeyi ve Suriye’nin kuzeyinde toprak bütünlüğünü sağlayarak etnik temelli bir Kürt devleti kurmayı hedeflemektedir. * Bu yazı 28 Şubat 2016 tarihinde Yeni Yüzyıl gazetesinde yayımlanmıştır. BİLGESAM Yayınları 55 Prof. Dr. Atilla SANDIKLI ABD, PYD’yi Neden Destekliyor? Türkiye Birinci Körfez Savaşı’nda BM’nin Irak’a ekonomik ve askeri ambargo kararına uymuştur. İncirlik Üssü’nün çok uluslu güçler tarafından kullanılmasına izin vermiştir. Ancak Türkiye savaşa aktif olarak katılmamıştır. Türkiye, İkinci Körfez Savaşı’nda da ABD’yi ve koalisyon güçlerini desteklemekle birlikte, daha çekimser bir politika izlemiş ve koalisyon güçlerinin Türkiye üzerinden cephe açmasına izin vermemiştir. ABD, her iki savaşa da katılmaması nedeniyle, Türkiye’nin müttefiki olarak kendisinden beklenen yeterli desteği vermediği değerlendirmesini yapmıştır. Birinci Körfez Savaşı’ndan sonra PKK terör örgütü hızla gelişmiş ve Türkiye’ye büyük zarar vermiştir. Ayrıca Irak’ın kuzeyinde Kürt devletinin oluşması için gerekli çalışmalar başlatılmıştır. 1999-2004 yılları arası hemen hemen hiçbir eylem yapmayan PKK terör örgütü, İkinci Körfez Savaşı’ndan sonra, 2004 yılından itibaren tekrar kuvvetlenmiş ve eylemlerini artırmıştır. Irak’ın kuzeyinde ise özerk Kürt devleti kurulmuştur. ABD’nin Irak’tan çekilmesi ve Suriye iç savaşını fırsat bilen IŞİD, bölgede geniş bir alanı ele geçirmiştir. Bu süreçte ABD bu gelişmeye hiçbir müdahalede bulunmamıştır. IŞİD bölgeyi tehdit etmeye başladıktan sonra karadan Suriye’ye müdahale etmesi için Türkiye’yi teşvik etmiştir. Türkiye bu oyunun bir parçası olmamıştır. ABD ve Türkiye’nin Suriye politikaları, Suriye’deki kimyasal silahlar imha edildikten sonra bir türlü uyuşmamıştır. Türkiye, ABD stratejilerine yeterli destek vermemiş; ABD ise adeta Türkiye’nin hamlelerini bir bir başarısızlığa uğratmıştır. 56 BİLGESAM Yayınları Dış Politika ve Güvenlik ABD, yeterli desteği vermeyerek ÖSO’nun zayıflamasına neden olmuş ve PYD’yi Suriye’de kullanacağı tek kara gücü olarak göstererek desteklemiştir. Türkiye’nin PKK terör örgütüyle PYD arasında fark olmadığını delilleriyle anlatmasına rağmen PYD’yi desteklemeye devam etmiştir. ABD, El-Kaide ile bağlantısı nedeniyle El-Nusra ve birçok muhalif grubu terör örgütü olarak ilan ederken, sizce PKK terör örgütü ile bağlantısı açık olan PYD’yi neden desteklemektedir? Her şey o kadar net ki! Görmemek için kör olmak gerekir. BİLGESAM Yayınları 57 Prof. Dr. Atilla SANDIKLI DOĞU AKDENİZ’DEKİ ENERJİ KAYNAKLARI VE ETKİLERİ* Son zamanlarda Doğu Akdeniz’de keşfedilen enerji kaynaklarının, Türkiye’nin jeopolitiğini ve bölge ülkeleri arasındaki ilişkileri nasıl etkileyeceği konusu, önemli tartışma konularından birisidir. Doğu Akdeniz’de varlığı tahmin edilen enerji kaynaklarının miktarları ile varlığı ispatlanan miktar arasında önemli farklar bulunmaktadır. Bu nedenle, havzadaki potansiyel enerji kaynaklarının parasal değeri hakkında 1 trilyon dolardan 3 trilyon dolara kadar farklı tahminler yürütülmektedir. Bölgesel Barış ve İstikrara Etkileri Doğu Akdeniz’de keşfedilen yeni enerji kaynakları aralarında siyasi sorunlar bulunan en az yedi farklı ülkeyi ilgilendirmektedir. Bu ülkeler arasındaki ilişkiler ve bölgesel barış ve istikrarın sürdürülebilirliği yüksek maliyet gerektiren yatırımların karlı olabilmesi için çok önemlidir. Yapılan yatırımların en az 20 yıl süreyle aktif olarak çalışmasını sağlayacak güvenli bir uluslararası ilişkiler ortamına ihtiyaç vardır. Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY), 2003 yılından itibaren Doğu Akdeniz’deki bazı sahildar ülkelerle, ikili anlaşmalar yapmak suretiyle, Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) sınırlandırmasında bulunmuştur. Mısır, Lübnan ve İsrail ile yapılan bu anlaşmalarla, petrol ve doğal gaz yataklarının aranmasını ve çıkarılmasını hedefleyen girişimleri olmuştur. Hukuki açıdan netliğe kavuşturulmamış bu alanlarda, tek taraflı girişimler nedeniyle olumsuz gelişmelerin yaşanması muhtemeldir. * Bu yazı 5 Şubat 2016 tarihinde Yeni Yüzyıl gazetesinde yayımlanmıştır. 58 BİLGESAM Yayınları Dış Politika ve Güvenlik Daha büyük krizlerin doğmasına neden olmamak için Doğu Akdeniz’deki yetki alanı sınırlandırması sorunları ile Kıbrıs Adasında devam eden siyasi sorunların birbirini olumsuz yönde etkilemesine izin verilmemelidir. Aksi takdirde her iki sorun da çözümsüzlüğe mahkûm olacak ve kaybedenler Kıbrıs Adasında yaşayan Türk ve Rum toplumları olacaktır. Ayrıca, Arap Baharı nedeniyle bölge ülkelerinin yaşadığı sorunlar ortadadır. Doğu Akdeniz’deki çözüme kavuşturulmamış deniz yetki alanı paylaşımı, mevcut anlaşmazlıkları ve sorunları daha da karmaşıklaştırarak içinden çıkılmaz bir hale getirebilir. Türkiye’nin Jeopolitiğine Etkileri Tarafların bölgede mevcut olduğuna inanılan enerjiden ekonomik olarak maksimum fayda sağlamaları bir araya gelip ortak projeler geliştirmeleriyle mümkündür. Şu ana kadar yapılan keşiflerde Türkiye’nin potansiyel MEB alanında ciddi sayılabilecek bir enerji kaynağına rastlanmamıştır. Ancak bölgede keşfedilen enerji kaynaklarının tüketici pazarlara ulaştırılmasında tercih edilebilecek en ekonomik yol Türkiye’den geçmektedir. Örneğin GKRY’nin Afrodit sahasında bulduğu doğal gazı tüketici pazarlara ulaştırabilmesi üç yolla mümkündür. Birinci yol çıkarılacak gazın deniz altından döşenecek bir doğal gaz boru hattıyla önce Girit’e, oradan Yunanistan’a ve nihayet İtalya üzerinden Avrupa’ya ulaştırılmasıdır. İkinci yol gazın Kıbrıs’a taşınması ve burada inşa edilecek bir doğal gaz sıvılaştırma santralinde işlenip sıvılaştırılarak tankerler yolu ile tüketim pazarlarına taşınmasıdır. BİLGESAM Yayınları 59 Prof. Dr. Atilla SANDIKLI Üçüncü yol ise gazı doğrudan Türkiye’ye ulaştırmak ve burada mevcut boru hatlarıyla tüketici pazarlara aktarılmasını sağlamak şeklindedir. Tercih edilebilecek ilk yol için yapılması gereken toplam yatırım yaklaşık 19,5 milyar dolar, ikinci yol için yaklaşık 12,6 milyar dolar, üçüncü yol için ise sadece 4,7 milyar dolar civarındadır. Diğer bir ifadeyle gazın Türkiye üzerinden taşınması ilk yola göre yaklaşık 15 milyar dolar, ikinci yola göre ise yaklaşık 8 milyar dolar daha ucuzdur. Bu rakamlar bile Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin önemini ve tarafların neden işbirliği yapmaları gerektiğini açıkça ortaya koymaktadır. 60 BİLGESAM Yayınları Dış Politika ve Güvenlik TÜRKİYE-RUSYA KRİZİ* Türkiye, Hatay’ın Yayladağı bölgesinde defalarca ikaz edilmesine rağmen hava sahasını ihlal eden Rus uçağını 24 Kasım’da düşürdü. İki ülke arasında gerilim tırmandı ve krize dönüştü. Krizin nedenleri, gelişmeler ve sonuçları kamuoyunda tartışılmaya başladı. Krizin oluşumu ve derinleşmesini algılayabilmek için Rusya’nın son dönemdeki dış politika uygulamalarını kısaca gözden geçirmekte fayda var. Sovyetler Birliği soğuk savaş sonrasında dağıldı ve Rusya Federasyon’unda iç savaş yaşandı. Putin’in iktidara gelmesinden sonra aşırı güç kullanımıyla iç savaş sonuçlandırıldı, ülkede güvenlik ve istikrar sağlandı. Petrol fiyatlarının hızla artması sonucunda ekonomi gelişti. Rus Yayılmacılığı Rusya güçlendikçe yakın çevre ülkelerine yönelik baskılarını arttırdı. Rusya’nın baskısından kurtulmak için Batı Bloğu ve NATO içinde yer almaya çalışan Gürcistan ve Ukrayna’da iç çatışmalar çıkardı. Çatışma ortamına çekilen bu ülkelere askeri müdahalede bulundu. Gürcistan’da iç savaş derinleşti ve ülke parçalandı. Abhazya ve Güney Osetya’nın bağımsızlık ilanı Rusya tarafından tanındı. Ukrayna’da daha ileri gidilerek Kırım önce işgal, sonra ilhak edildi. Donetsk ve Luhansk bölgeleri Ukrayna’dan koparıldı. Gürcistan ve Ukrayna’daki gelişmelere dünyadan yeterli ve etkili tepki gelmeyince, Rusya hegemonyasını doğu Akdeniz ve Orta Doğu’ya doğru genişletmeye başladı. Suriye’de Esad yönetimine desteğini artırdı. Lazkiye’de bulunan Bassel El-Esed hava üssüne; 2 bin asker, 34 uçak, 16 helikopter, 9 tank, 2 karadan havaya fırlatılan füze savunma sistemi konuşlandırdı. * Bu yazı 1 Aralık 2015 tarihinde Yeni Yüzyıl gazetesinde yayımlanmıştır. BİLGESAM Yayınları 61 Prof. Dr. Atilla SANDIKLI Tükenmek üzere olduğu bir zamanda Esad yönetimine, 34 sabit kanatlı uçağı (12 SU-24, 12 SU-25, 4 SU-30 ve 6 SU-34) ile yeniden hayat verdi. Esad ile yaptığı ittifak anlaşması ve IŞİD’le mücadele etme söylemleriyle Suriye’deki varlığına uluslararası hukuk açısından meşruiyet kazandırdı. Krizin Patlaması Rusya Esad güçleriyle birlikte IŞİD’den ziyade Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) ve Türkmen Tugaylarına saldırılar düzenledi. Bu durum Türkiye ve Rusya’yı karşı karşıya getirdi ve süreç içinde gerilim arttı. Rus uçaklarının bu saldırılar esnasında, Türkiye’nin ilan ettiği angajman kurallarını hiçe sayarak, Türk hava sahasını ihlal etmesi bardağı taşıran son damla oldu. Türkiye, Rus uçaklarının 3-4 Ekim tarihlerinde yapmış olduğu hava sahası ihlallerine sert tepki verdi ve NATO anlaşmasının 4. Maddesine uygun olarak NATO Konseyi’ni toplantıya çağırdı. Konsey ihlallerin NATO hava sahasına yapıldığını belirtti ve Rusya’yı sert bir dille uyardı. Türkiye’nin angajman kurallarına uymaması durumunda, Suriye’den gelen her hava aracının faaliyetini düşmanca girişim olarak değerlendireceğini ve vuracağını açıklamasına rağmen, Rus uçakları 24 Kasım’da Hatay’ın Yayladağı bölgesinde Türk hava sahasını ihlal etti. Türk F 16’ları da ihlal yapan uçağı düşürdü. Süper güç imajı büyük yara alan Rusya, Türkiye’nin uçağını Suriye hava sahasında vurduğunu iddia ederek sert tepki gösterdi ve tehditler savurmaya başladı. Türkiye, NATO Konseyi’ni tekrar toplantıya çağırdı ve gelişmeleri anlattı. Konsey diğer ülkelerin radar izlerini 62 BİLGESAM Yayınları Dış Politika ve Güvenlik de inceledi ve ihlalin gerçek olduğunu tespit etti. Gerilimin düşürülmesi yönünde açıklama yaptı. Türkiye’nin Rus savaş uçağını düşürmesini bazı kesimler onur, Türkiye’nin gücü ve kahramanlık olarak yorumlarken, bazı kesimler de Türkiye’nin karşılaşacağı olumsuz gelişmeleri vurgulayarak eleştirmektedirler. Gerçekçi bir değerlendirme yapıldığında; Türkiye’nin bütün uyarılara rağmen hava sahasını ihlal eden bir uçağı düşürmesi uluslararası hukuk açısından haklıdır. Ancak haklılık her zaman doğru yapıldığı anlamına mı gelmektedir? Rusya acaba güçlü olduğu savaş ve çatışma mantığına mı bizi çekmektedir? Bu alana çekilen Gürcistan ve Ukrayna’daki sonuçlar ortadadır. Bir NATO üyesi olan Türkiye’nin güçlü alanı barış, işbirliği ve diplomasi alanıdır. Türkiye siyasi ve ekonomik yaptırımlar uygulanan Rusya’yı bu alana çekerek daha etkili olamaz mı? BİLGESAM Yayınları 63 Prof. Dr. Atilla SANDIKLI RUSYA’NIN KÜRESEL HEGEMONYA HAYALİ* Rusya’da Vladimir Putin’in iktidara gelmesi ile birlikte önemli değişimler yaşandı. Batı ile siyasi, ekonomik ve güvenlik ilişkileri gelişti. Petrol ve doğalgaz fiyatları aniden arttı. Hazar Havzası Enerji kaynaklarını ve batıya ulaşım hatlarını kontrol eden Rusya, Ekonomik açıdan hızla yükseldi. Savaşlar ve Güç Kullanımı Rusya güçlendikçe genetiğine işlemiş yayılmacılık güdüsü tekrar harekete geçti. Aşırı güç kullanımı ve insanlık dışı uygulamalarla Çeçenistan’ı işgal etti. Dağıstan ve kuzey Kafkasya’da baskısını artırdı. Batı Rusya’yı kontrol ettiğini sanıyordu, bu uygulamalara ses çıkarmadı. Rusya, Sovyetler Birliği’nden ayrılan devletlerde, “Turuncu Devrimler” ile Batı yanlısı iktidarların yönetime gelmesine tepki gösterdi. Güney Osetya’ya Gürcistan’ın operasyon yapmasını bahane ederek, askeri bir harekâtla 2008 yılında bu bölgeyi Gürcistan’dan kopardı. Abhazya da Gürcistan’dan tamamen ayrıldı. Rus-Gürcü savaşı uluslararası sistemde dengeleri değiştirdi. Artık her devlet istediği devlete saldırabilir ve toprak koparabilirdi. Batının Gürcistan’da destek yerine hemen barış görüşmelerine başvurması Rusya’yı daha da cesaretlendirdi. Rusya, Ukrayna’nın da Batı sistemine dâhil olma girişimine tepki verdi. Kırım’ı bir gecede işgal etti. Müteakiben referandum ile bir mermi atmadan Kırım’ı ilhak etti. Savaşı göze alamayan Batı, Rusya’ya ekonomik yaptırımlar uygulamaya başladı. * Bu yazı 2 Ocak 2016 tarihinde Yeni Yüzyıl gazetesinde yayımlanmıştır. 64 BİLGESAM Yayınları Dış Politika ve Güvenlik Düşen petrol fiyatları ve Batı tarafından uygulanan yaptırımlar nedeniyle, ekonomik açıdan zor durma düşen Rusya geri adım atmadı. Ukrayna’nın Lugansk ve Donetsk bölgelerinde halk ayaklanmalarını teşvik etti ve silahlı gruplara destek verdi. Güney-Osetya, Abhazya ve Kırım’da yaptığı gibi Lugansk ve Donetsk’te halka Rus pasaportları vermeye başladı. Son olarak Rusya Esad ile anlaşarak Suriye’ye önemli bir askeri güç konuşlandırdı. ABD’nin oluşturduğu IŞİD karşıtı koalisyona destek verme görüntüsü ile bölgeyi kendi çıkarlarına uygun olarak şekillendirmeye başladı. İran, Irak ve Hizbullah ile işbirliğini geliştirdi. PKK ve PYD ile geliştirmeye çalışıyor. İttifaklar ve Örgütler Rusya, Kolektif Güvenlik Anlaşması Örgütü ile Beyaz Rusya, Ermenistan Kazakistan, Kırgızistan ve Tacikistan üzerinde askeri etkisini sürdürmektedir. Ayrıca Avrasya ekonomik Birliği vasıtasıyla bu ülkeler üzerindeki hegemonyasını geliştirmeye çalışmaktadır. Bu gelişmelere paralel olarak Rusya ve Çin’in öncülük ettiği; Kazakistan, Özbekistan, Kırgızistan ve Tacikistan’ın da üye olduğu Şangay İşbirliği Örgütü; 2016 yılında Pakistan ve Hindistan’ın katılımıyla daha da güçlenmektedir. ABD ve Batı karşısında adeta yeni bir kutup oluşmaktadır. Neo-Avrasyacılık yaklaşımı doğrultusunda Rusya’nın bu dış politika atakları, küresel hegemonya hayalleri peşinde koştuğunun açık göstergeleridir. Farklı ittifaklar ve işbirlikleri ile Pasifikten Akdeniz’e kadar etki alanını genişletmektedir. Gelişmeler Rusya’nın durmayacağını, etkisini İran vasıtasıyla Şii nüfus ağırlıklı körfez ülkelerine doğru genişleteceğini göstermekBİLGESAM Yayınları 65 Prof. Dr. Atilla SANDIKLI tedir. Rusya önümüzdeki dönemde Azerbaycan ve Gürcistan üzerindeki baskısını artırabilir. PKK’yı destekleyerek vekâlet savaşları vasıtasıyla Türkiye’yi bölmeye çalışabilir. Sonuç olarak; Rusya bir yandan küresel hegemonya hayalleri peşinde koşarken, diğer yandan ekonomik yaptırımlarla boğazına geçirilmiş olan kement nefesini kesmektedir. Soğuk savaşta olduğu gibi bir gün aniden nefesi tükenip düşebilir. 66 BİLGESAM Yayınları Dış Politika ve Güvenlik TÜRKİYE-RUSYA GERİLİMİ KAFKASLARA SIÇRAR MI?* Türkiye-Rusya arasındaki ilişkiler Erdoğan-Putin döneminde tarihte hiç olmadığı kadar iyi bir seviyeye ulaşmıştır. Putin 3 Aralık 2012’de Erdoğan’la görüşmesinde “Bizim Türkiye ziyaretimiz basit anlamda ortak ve komşu ülkeye gelişimiz değildir, biz dost ülkeyi ziyaret etmekteyiz.” demiştir. Türkiye bu dönemde AB ile duran ilişkilerine bir tepki olarak Rusya ile yakınlaşırken, Rusya Türkiye’yi Batıdan koparmaya çalışmıştır. Bu kapsamda Türkiye, Şangay İşbirliği Örgütü’ne (ŞİÖ) gözlemci üye olmuş. Hatta Erdoğan bu örgüte üye olma beklentisini de açıklamıştır. İki ülke arasındaki ticaret hacminin 100 milyar dolar seviyesine yükseltilmesi kararlaştırılmıştır. Ancak sınır ihlali yapan Rus savaş uçağının düşürülmesinden sonra her şey değişti. Türkiye ile gerilim arttı. İlişkiler tersine döndü. Rusya Türkiye’ye karşı art arda ekonomik yaptırımları uygulamaya koydu. Suriye’de adeta Türkiye’ye düşmanca bir yaklaşım sergilemeye başladı. Putin Türkiye’yi tehdit etmekten de çekinmedi. “Suriye’deki varlığımızı ve hava gücümüzü artırdık. Orada S-400 hava savunma füze sistemi yoktu, ama şimdi var. Eskiden Türk uçakları orada uçuyordu ve Suriye hava sahasını ihlal ediyordu. Şimdi de uçsunlar bakalım!” şeklinde açıklama yaptı. Gerilim Kafkaslara Sıçrar mı? Rusya gerilime paralel olarak Kafkaslardaki askeri varlığını da artırıyor. Gürcistan’dan bağımsızlığını ilan eden Güney Osetya’ya İskender füze sistemleri yerleştiriyor. Ermenistan ile ortak bölgesel * Bu yazı 12 Ocak 2016 tarihinde Yeni Yüzyıl gazetesinde yayımlanmıştır. BİLGESAM Yayınları 67 Prof. Dr. Atilla SANDIKLI hava savunma sistemi oluşturmak için anlaşma imzalıyor. Bu ülkedeki hava üslerinin süresini 2044 yılına kadar uzatıyor. Gelişmeler Türkiye-Rusya geriliminin Kafkaslara doğru genişleyeceğini gösteriyor. Türkiye’nin Azerbaycan ve Gürcistan ile ilişkilerini geliştirmek için attığı adımlar, Rusya tarafından dikkatle takip ediliyor. Türkiye de Rusya’nın Kafkasya’daki girişimlerini dikkatle izlemektedir. Türkiye, aynı zamanda Kafkasya’da istikrarsızlığın nedeni olarak Rusya’yı görmektedir. Rusya Dağlık Karabağ’da Ermeni işgalini desteklemiştir. 2008 yılında Gürcistan’ı işgal etmiş, Güney Osetya ve Abhazya’yı bu ülkeden koparmıştır. Son aylarda Dağlık Karabağ sınırında Azerbaycan ve Ermenistan askerleri arasında çatışmalar çıkmaktadır. Yılın son ayında Azerbaycan tankları ateş açan Ermenistan hedeflerini vurdu. Benzer şekilde sınırda çıkan çatışmalarda Ermeni ve Azeri askerler hayatını kaybetti. Kafkaslarda gerilim artıyor. Türkiye Azerbaycan ve Gürcistan arasında geliştirilen projeler tehdit altında. Gerilim artarsa Bakü-Tiflis-Kars tren yolu projeleri ile Bakü-Tiflis-Erzurum ve Trans-Anadolu Doğalgaz Boru Hattı (TANAP) projeleri tehlikeye girebilir. Rusya-İran-Ermenistan İttifakı Suriye’de özellikle Rusya-İran ittifakı belirgin bir şekilde ortaya çıkıyor. Bu ittifak içinde Irak ve Hizbullah gibi Şii unsurlar da yer alıyor. İttifak Türkiye’nin Suriye’deki çıkarlarını hedef alıyor. Türkiye’nin girişimleri bir bir başarısızlığa uğratılıyor. 68 BİLGESAM Yayınları Dış Politika ve Güvenlik Kafkaslarda benzer bir şekilde Rusya-Ermenistan ittifakı ile İran yakınlaşmasını izliyoruz. Bu gelişme bir ittifaka doğru evrilirse, Türkiye ilk defa hem doğudan hem de güneyden çevrelenmiş olacak. Bu gelişme Türkiye’nin Kafkaslardaki çıkarlarını tehdit edecek. Türkiye, Suriye’deki olumsuz gelişmelerin Kafkaslara yansıyabileceğini dikkate almalı ve Rusya-Ermenistan ittifakına İran’ın yakınlaşmasını önleyici tedbirler almalıdır. Bu ittifakın oluşması durumunda Türkiye’nin Kafkaslardaki çıkarları büyük zarar görebilir. Önemli projelerin gerçekleşmesi zorlaşabilir. BİLGESAM Yayınları 69 Prof. Dr. Atilla SANDIKLI AZERBAYCAN - ERMENİSTAN ÇATIŞMASI* Son aylarda Kafkaslarda gerilim artıyor, Azerbaycan ile Ermenistan arasında Dağlık Karabağ’da çatışmalar çıkıyor. Son çatışmalar ciddi boyutlara ulaştı ve halen devam ediyor. Çatışmalarda uçaklar, helikopterler, tanklar ve topçu bataryaları kullanıldı. Resmi açıklamalara göre 12 Azerbaycan ve 18 Ermeni askeri hayatını kaybetti. Azerbaycan 6 Ermeni tankı ve 15 topun imha edildiğini, Ermenistan ise 1 Azeri helikopterini düşürüp, 10’dan fazla tankı tahrip ettiğini belirtiyor. Azerbaycan çatışmalar sonrasında Goranboy ve Naftalan yerleşim yerlerini kontrol eden Talış köyü etrafındaki tepeleri ele geçirdiğini ve Seysulan köyünü Ermeni güçlerden temizlendiğini açıkladı. Ayrıca Azerbaycan kuvvetlerinin Fuzuli bölgesindeki Horadiz kentinin güvenliği için önemli olan Lele Tepesi’ni de kontrol ettiğini belirtti. Geri alınan bölgelerde savunma hattı oluşturuldu ve mevziler güçlendirildi. Dağlık Karabağ Sorunu Çatışmaların nedeni Dağlık Karabağ sorunudur. SSCB’nin dağılma sürecinde, 1991 yılında Güney Kafkasya Cumhuriyetleri’nin bağımsızlığını ilan etmesiyle birlikte, bölgede kanlı savaşlar yaşandı. Azerbaycan ile Ermenistan arasındaki savaşı tetikleyen hadiseler savaştan 3 yıl önce başladı. Azerbaycan hâkimiyeti altında bulunan Dağlık Karabağ’ın yerel konseyindeki 110 Ermeni üye, bölgenin Ermenistan’a bağlanması kararını aldı. Bunun üzerine bölgede çatışmalar arttı ve Ruslar tarafından desteklenen Ermeniler bölgeyi askeri harekâtla kontrol altına aldı. * Bu yazı 5 Nisan 2016 tarihinde Yeni Yüzyıl gazetesinde yayımlanmıştır. 70 BİLGESAM Yayınları Dış Politika ve Güvenlik İki ülke arasındaki savaş, Dağlık Karabağ bölgesi dâhil olmak üzere Azerbaycan’ın 7 ilçesini kapsayan, ülke topraklarının yüzde 20’sine tekabül eden önemli bir bölgenin Ermenistan işgali altına girmesiyle sonuçlandı. Topraklarından sürülen yaklaşık 1.000.000 civarında Azeri, Azerbaycan’a göç etti. 55.000’den fazlası göçmen çadırlarda, 32.000’i evlerde, 57.000’i hayvan barınaklarında, 8.000’i vagonlarda, geri kalan kısmı ise okullar, spor salonları ve inşaatı tamamlanmamış binalarda yıllarca kaldı. Çatışmalar Savaşa Dönüşür mü? Dağlık Karabağ sorunu, Güney Kafkasya’da güvenlik ve istikrarın önündeki en büyük engellerden biridir. Temel olarak Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) Minsk Grubu çerçevesinde sürdürülen barış görüşmelerinden bugüne kadar herhangi bir sonuç alınamadı. Azerbaycan topraklarının yüzde 20’sinin Ermenistan tarafından işgal altında tutulması, 1.000.000’a yakın Azeri’nin yerlerinden edilmiş olarak yaşamak zorunda kalması, Azerbaycan’ın askeri harcamalarını artırması ve Azerbaycan siyasi ve askeri liderlerinin işgal altındaki bölgeleri askeri güç kullanarak alma söylemleri yeni bir savaşın çıkma olasılığını artırmaktadır. Ancak 2008 yılında Rusya ile Gürcistan, 2014 yılında Rusya ile Ukrayna arasında yaşanan savaş, Azerbaycan’ın Dağlık Karabağ’a yönelik muhtemel bir girişiminde dikkatli davranmasını zorunlu kılmaktadır. Bu noktada Azerbaycan’ın dikkate alması gereken en önemli faktör, Rusya’dır. Rusya son yıllarda yakın coğrafyasında etkinliğini artırmakta ve yayılmacı bir politika izlemektedir. BİLGESAM Yayınları 71 Prof. Dr. Atilla SANDIKLI Bu nedenle Rusya, Azerbaycan-Ermenistan savaşı çıkması durumunda bu fırsatı kaçırmayacak ve her iki ülke üzerindeki nüfuzunu daha da artıracaktır. Gürcistan ve Ukrayna deneyiminden sonra bu gelişmelere Batı’nın müdahalesini beklemek de gerçekçi bir değerlendirme olmayacaktır. Bölgedeki kaos derinleşerek Türkiye’yi de içine çekebilecek bir girdaba dönüşebilecektir. 72 BİLGESAM Yayınları Dış Politika ve Güvenlik III. BÖLÜM ORTA DOĞU BİLGESAM Yayınları 73 Dış Politika ve Güvenlik ORTA DOĞU BATAKLIĞINDA İNSANLAR ÖLÜYOR* İnsani müdahale söylemleriyle Afganistan ve Irak savaşları; Arap Baharı aldatmasıyla halk ayaklanmaları, iç savaşlar ve müdahaleler Orta Doğu’yu adeta bir bataklığa dönüştürdü. Ülkelerin içlerindeki iktidar mücadeleleri, bölgesel güçlerin rekabetleri ve küresel güçlerin hegemonya savaşları farklı amaçlarla farklı ittifakların oluşmasına neden olmaktadır. Orta Doğu’daki gelişmeleri, nedenleri ve ittifakları anlayabilmek için devletlerin hedeflerini bilmek faydalı olacaktır. Orta Doğu’da hegemonya mücadelesinin tarafları ABD, Rusya, Fransa ve Almanya; bölgesel nüfuz alanlarını ve etkilerini genişletmeye çalışan bölgesel güçler Türkiye, İran, Suudi Arabistan ve İsrail. Küresel Güçlerin hedefleri ABD’nin Orta Doğu politikasının hedefleri; enerji kaynakları ve ulaşım yollarını kontrol etmek, Batı yanlısı yönetimlerin ve değerlerin bölgeye yerleşmesini sağlamak, bölge dışı veya bölgeden bir devletin hâkim bir güç olarak bölgede nüfuzunu geliştirmesine engel olmak, Araplar arasında birliğe mani olmak ve İsrail’in güvenliğini sağlamaktır. Rusya’nın tarihsel hedefi sıcak denizlere inmektir. Rusya çarlık döneminden bu yana yayılmacı bir siyaset izlemektedir. Gürcistan ve Ukrayna krizleri ile Karadeniz’de etki alanını geliştiren Rusya, 2015 yılında Suriye’deki askeri varlığını artırmış ve doğu Akdeniz’e yerleşmiştir. * Bu yazı 18 Aralık 2015 tarihinde Yeni Yüzyıl gazetesinde yayımlanmıştır. BİLGESAM Yayınları 75 Prof. Dr. Atilla SANDIKLI Ayrıca İran ile işbirliğini geliştirerek Irak ve Lübnan üzerinde nüfuz sahibi olmuştur. Bu gelişme Şangay İşbirliği Örgütü ile birlikte düşünüldüğünde Rusya Pasifik’ten Doğu Akdeniz’e kadar uzanan bir bölgede ABD ve Batı karşıtı bir blok oluşturmaktadır. Fransa tarihsel nüfuz alanı olan Suriye’de etkinliğini devam ettirmeyi istemektedir. Almanya ise geçmişteki hayalleri doğrultusunda bölgede nüfuz kurabilecek yapılar oluşturmaya çalışmaktadır. Bölgesel Güçlerin hedefleri Türkiye 2011 yılına kadar diplomaside ılımlı bir dil, ritmik diplomasi, komşularla sıfır sorun ve yüksek düzeyli işbirliği konseyleri vasıtasıyla bölgeye özgü entegrasyon girişimleriyle Orta Doğu bölgesinde etkinliğini artırdı. Batıyla iyi ilişkiler özgürlük, demokrasi, hukukun üstünlüğü ve serbest piyasa ekonomisi uygulamaları ile bölgede cazibe merkezi haline geldi. Arap baharı ile birlikte işler tersine döndü. Türkiye Müslüman Kardeşler ve Hamas ile ilişkilerini geliştirdi. Bölgeye yönelik olarak hem küresel güçlere hem de bölgesel güçlere meydan okudu. Sünni İslam anlayışının liderliği ve Yeni Osmanlıcılık yaklaşımıyla revizyonist politikalar yürütmekle itham edildi. Bütün ülkelerle kurulan iyi ilişkiler birbiri ardına bozulmaya başladı. Mavi Marmara baskını ile İsrail ile ilişkiler koptu. Şii inanç sistemini nüfuz alanını genişletmek için bir araç olarak kullanan İran ile rekabet arttı. Baskı altında tutulan potansiyel düşmanlık duyguları, Suriye’deki gelişmeler sonrasında uygulamalara dönüştü. Arap Baharını ve Müslüman kardeşleri tehdit olarak gören Suudi Arabistan, Mısır’da Mursi yönetimine desteğini kesti ve darbenin fitilini ateşledi. Mısır ile ilişkiler kesildi. 76 BİLGESAM Yayınları Dış Politika ve Güvenlik Başarısız devletler Irak ve Suriye; devletleşen Kuzey Irak Kürt Yönetimi; İktidar mücadelesine giren devlet dışı aktörler Özgür Suriye Ordusu, Suriye Demokratik Güçleri; devlet kurmaya çalışan terör örgütleri IŞİD ve PKK/PYD. Aktörler çok, çıkarlar farklı, kaygan zemin ve değişen işbirliği süreçleri. Orta Doğu’da oluşan bataklıkta insanlar ölüyor, devletler çöküyor ve güçler israf ediliyor. Hayaller kabusa dönüşüyor. BİLGESAM Yayınları 77 Prof. Dr. Atilla SANDIKLI SURİYE TÜRKMENLERİNİN VAROLUŞ SAVAŞI* Suriye’de Türkmenler; Rus hava kuvvetleri ve zırhlı araçları tarafından desteklenen Esad güçleri, Hizbullah ve İran destekli milisler, PYD’nin silahlı unsurları YPG ve en önemlisi IŞİD terör örgütü unsurlarına karşı dört cephede varoluş savaşı veriyor. BİLGESAM’ın düzenlediği “Suriye Türkmenleri” konulu seminerde Suriye Türkmen Meclisi Başkanı Abdurrahman Mustafa, bu direnişi ve mücadeleyi Çanakkale Savaşı’na benzetiyor. Suriye’de Türkmen varlığının devam etmesi için ölüm kalım savaşı verildiğini belirtiyor. Suriye’de Türkmen Varlığı Suriye’de Türkmen varlığı ile ilgili farklı kaynaklarda farklı sayılar veriliyor. Suriye kaynakları Türkmenleri 200.000 kişilik küçük bir grup olarak gösteriyor. Ancak son yapılan araştırmalarda Suriye’de Türkçe konuşan Türkmen sayısının yaklaşık 1,5 milyon olduğu belirtiliyor. Asimile olmuş Türkmenlerin de dâhil edilmesi durumunda bu sayının 3,5 milyona ulaşacağı değerlendiriliyor. Şam, Lazkiye, Hama, Humus, Halep, Rakka kentleri ve köyleri Türkmenlerin çoğunlukla yaşadığı yerler. Halep ve Rakka şehirlerinde yaşayanlara Halep veya Culap Türkmeni, Lazkiye bölgesindekilere ise Bayır-Bucak Türkmeni adı verilmektedir. Fransız mandası döneminde başlayan ve sonrasında da devam eden politikalar sonucu küçük gruplar halinde yaşayan Türkmenler önemli oranda asimile olmuştur. Bütün baskılara rağmen asimile olmayan Türkmenler, iç savaş başlayınca bir müddet silahsız muhalefet yapsalar da, daha sonra varlıklarını devam ettirebilmek için silahlanarak muhalif hareketlere katılmışlardır. * Bu yazı 29 Aralık 2015 tarihinde Yeni Yüzyıl gazetesinde yayımlanmıştır. 78 BİLGESAM Yayınları Dış Politika ve Güvenlik Türkmenler IŞİD’le Savaşıyor Birbirinden ayrı olarak hareket eden Türkmen tugayları son aylarda birleştirildi ve iki tümen olarak teşkilatlandırıldı. Kuzeydeki Bayır Bucak Türkmenlerinin yer aldığı Sahil Tümeni doğuda IŞİD ile savaşıyor. Azez-Cerablus hattında güvenli bölge oluşturmak için birbiri ardına köyleri almaya başlıyor. Bundan rahatsız olan Rusya, Türkmenleri havadan yoğun olarak bombalıyor. Esad ve PYD’nin Afrin’deki silahlı unsurları ile Hizbullah destekli milisler Türkmenlere geri ve yan bölgelerden saldırıyor. Bu güçler IŞİD’le mi savaşıyor? Yoksa IŞİD’le savaşan Türkmenleri arkadan vurarak IŞİD’e destek mi veriyor? IŞİD’le savaşacağım diye Suriye’ye hava ve kara kuvveti gönderen Rusya, Hava saldırılarının yüzde 90’ını Türkmenlere, yüzde 10’unu IŞİD’e yapıyor. Esad ve Hizbullah destekli milislerin IŞİD’e saldırılarıyla ilgili bir haber okudunuz mu? Okumadınız! Çünkü bu güçler Halep ve Bayır Bucak bölgelerinde Türkmenlere karşı savaşıyor. Halep ve Bayır Bucak bölgeleri stratejik açıdan çok önemli. Bu bölgeler ele geçirilmeden Laskiye ve bölgedeki Rus üsleri güvende değil. Ayrıca bu bölge Türkiye’yi Ortadoğu bölgesinden tecrit etmek için gerekli. Bu bölge düşerse Ermenistan, İran, Irak’tan sora Suriye de tamamen Türkiye karşıtı Rusya-İran ittifakına dâhil olacak. Afrin bölgesindeki PYD silahlı unsurları (YPG), Esad güçleriyle işbirliği yaparak Türkmenlere karşı savaşıyor. Çünkü bu bölgenin düşmesi durumunda Azez-Cerablus hattının ele geçirilmesi kolaylaşıyor. Bu hattın ele geçirilmesi halinde denize çıkışı da olan bir Kürt devletinin coğrafi temelleri atılabilir. BİLGESAM Yayınları 79 Prof. Dr. Atilla SANDIKLI Sonuç olarak; IŞİD’le savaştığını söyleyen Ruslar, Esad güçleri, İran destekli milisler, Hizbullah ve PYD; çoğunlukla IŞİD’le değil Suriye Türkmenleri ile savaşıyor. Türkmenler ölüm kalım savaşı veriyor. Aynı zamanda IŞİD’le savaşıyor. Çok sayıda Türkmen şehit oluyor. Kobani için gösterilen hassasiyet Bayır Bucak için gösterilmiyor. 80 BİLGESAM Yayınları Dış Politika ve Güvenlik CENEVRE’DE SURİYE SORUNUNA ÇÖZÜM ARAYIŞI* Arap Baharından etkilenerek Ocak 2011’de Suriye’de küçük gösteriler halinde başlayan isyan, kısa sürede ülke çapına yayıldı. Hükümetin halk hareketlerine geniş çaplı tutuklamalar, işkenceler, polis şiddeti ve sansürle cevap vermesi üzerine gösteriler büyümeye devam etti. Esad’ın direnen şehirlere ve kasabalara karşı büyük ölçekli askeri harekât başlatması gösterileri iç savaşa dönüştürdü. İç savaşta bugüne kadar 250 binden fazla Suriyeli hayatını kaybetti ve 4,5 milyondan fazla kişi komşu ülkelere göç etti. Cenevre konferansı Suriye’de iç savaşı bitirmek için 30 Haziran 2012’de 1. Cenevre Konferansı yapıldı. Görüşmeler sonucu ortaya çıkan bildiride; Suriye’de iç savaşa son verme hedefiyle siyasi bir geçiş sürecinin başlatılması ve tarafların karşılıklı rızasıyla tam yetkiye sahip olacak bir geçiş yönetimi kurulması, kuşatma altındaki bölgelere insani yardım sokulması, tutukluların serbest bırakılması öngörülüyordu. Ancak Cenevre Bildirisi hayata geçirilemedi. 2. Cenevre Konferansı 22 Ocak 2014 tarihinde yapıldı. Alınan kararlar, BM Güvenlik Konseyi’nin Suriye’ye ilişkin 2254 nolu karar tasarısına yol haritası olarak dâhil edildi. Buna göre ilk 6 ay içinde taraflar müzakereleri sonuçlandırıp geçiş hükümeti kuracak; bu süreçte sahada ateşkes sağlanacak ve müteakip 12 ay içinde yeni anayasa hazırlanarak adil bir seçim yapılacak. * Bu yazı 2 Şubat 2016 tarihinde Yeni Yüzyıl gazetesinde yayımlanmıştır. BİLGESAM Yayınları 81 Prof. Dr. Atilla SANDIKLI 3. Cenevre Konferansı 25 Ocak’ta başlayacaktı ancak Türkiye PYD terör örgütünün toplantıya katılmasına itiraz etmesi nedeniyle gecikti. Daha sonra Suriyeli muhaliflerin oluşturduğu Yüksek Müzakere Komitesi (YMK) ancak kuşatma altındaki bölgelere insani yardımların ulaştırılması, kuşatmaların kaldırılması, tutukluların serbest bırakılması ön şartlarının yerine getirilmesi halinde toplantıya katılabileceklerini açıkladı. Daha sonra YMK, BM Suriye Özel Temsilcisi Mistura ile görüşmek için Cenevre’ye geldi. Ancak Suriye rejiminin ülkede sivillere karşı işlediği savaş suçlarına devam etmesi durumunda, Cenevre’deki Suriye görüşmelerini terk edeceklerini açıkladı. Ayrıca insani yardımların yapılmasını şart koştu. Sonuç Alınacak mı? Önceki konferanslardan sonuç alınamaması nedeniyle bu konferansın başarılı olup olmayacağı konusunda şüpheler hala devam ediyor. Bazı yorumcular konferanstan herhangi bir sonuç çıkmayacağını ileri sürerken, bazıları da belirli konularda anlaşma çıksa da bunların uygulamaya konmasının zor olduğunu belirtiyor. Gözden kaçırılmaması gereken husus önceki toplantılarda tam bir başarı sağlanmasa da belirli bir gelişme yaşandığı gerçeğidir. Gelinen noktada sorunun çözümü konusunda bir yol haritası ortaya konmuştur ve bu yol haritası BM Güvenlik Konseyi tarafından kabul edilmiştir. Dolayısıyla görüşmeler 6 ay kadar sürecek ve bu süre içinde bir geçiş hükümeti oluşturulmaya çalışılacaktır. Görüşmeler inişli çıkışlı geçebilir. Zaman zaman da kesintiye uğrayabilir. Ancak zor bir süreç olsa da belirli bir ilerleme kaydedile- 82 BİLGESAM Yayınları Dış Politika ve Güvenlik ceği değerlendirilmektedir. Sürecin başarıyla ilerlemesi için Rusya tarafından desteklenen Suriye ordusunun yürüttüğü askeri operasyonlara son vermesi, kuşatma altındaki sivillere insani yardımların ulaştırılması önemlidir. Konferansa katılan tüm ülkelerin beklentisi görüşmelerin başarıyla sonuçlanmasıdır. Buna rağmen taraflar Suriye’deki pozisyonlarını güçlendirmek için girişimlerde bulunabilir. Dolayısıyla Rusya ve Suriye’nin şu ana kadar olduğu gibi sivillere ve şehirlere yönelik saldırıları devam ederse süreç kesintiye uğrayabilir. BİLGESAM Yayınları 83 Prof. Dr. Atilla SANDIKLI TÜRKİYE’NİN SURİYE STRATEJİSİ ÇÖKÜYOR* Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Eylül 2012’de “Biz en kısa zamanda Şam’a gidecek, oradaki kardeşlerimizle muhabbetle kucaklaşacağız. O gün de yakın. İnşallah Selahaddin Eyyubi’nin kabri başında Fatiha okuyacak, Emevi Camisi’nde namazımızı da kılacağız. Bilali Habeşi’nin, İbn-i Arabi’nin türbesinde, Süleymaniye Külliyesi’nde, Hicaz Demiryolu İstasyonu’nda kardeşliğimiz için özgürce dua edeceğiz.” demişti. Günümüzdeki Gerçekler Bu gün bu söylemlerin çok gerisindeyiz. Son günlerde Rusya’nın desteğiyle rejim güçleri ve Suriye Devlet Başkanı Esad’a bağlı milisler, Suriye’nin Halep kenti ile Kilis’te bulunan Öncüpınar Gümrük Kapısı arasındaki Duvar Zeytun, Tel Cibin ve Hırdeteyn köylerini ele geçirdi. Halep’te muhaliflerin kontrolündeki mevkileri kuşattı ve Türkiye ile ikmal hatlarını kesti. Ayrıca PKK terör örgütünün uzantısı YPG, birkaç gün önce yine Rusya’nın desteğiyle stratejik öneme sahip Miniğ Hava Üssü’nün kontrolünü sağladı. Müteakiben Türkiye sınırında bulunan ve muhaliflerin can damarı olarak bilinen Azez kasabasına operasyon başlattı. Halep kırsalında muhaliflerin son kalesi niteliğindeki Tel Rıfat ile Türkiye arasındaki bağlantı koptu. Saldırıların Amacı Bu saldırıların amacı Türkiye’nin Suriye’de desteklediği iyice zayıflamış olan Özgür Suriye Ordusu’nun dağıtılmasıdır. Bu sayede Türkiye’nin sahadaki varlığı yok edilecek ve bu ayın sonuna doğru * Bu yazı 16 Şubat 2016 tarihinde Yeni Yüzyıl gazetesinde yayımlanmıştır. 84 BİLGESAM Yayınları Dış Politika ve Güvenlik tekrar toplanacak olan Cenevre görüşmelerinde Türkiye’nin etkisi sıfırlanmaya çalışılacaktır. Ayrıca kuşatma altındaki Halep’te, her daim bombalanan açlık, sefalet ve umutsuzluk sarmalındaki muhalifler Türkiye’ye göçe zorlanacaktır. Bu gelişmeler sonrasında atık Suriye’de ılımlı muhaliflerden söz etmek mümkün olmayabilir. Suriye içinde IŞİD’e karşı Esad ve PYD güçleri etkinliğini daha da arttırabilir. Küresel ve bölgesel güçlerin desteğini alan iki aktör, Türkiye karşıtı politikalarına devam edebilir. Türkiye’nin Tepkisi Türkiye Suriye stratejisinin çökmekte olduğunu görmektedir. Geçmişte kırmızıçizgi olan Azez-Cerablus hattına, yeni ve daha koyu bir kırmızıçizgi Azez- Tel Rıfat bölgesi ilave oldu. Bu nedenle daha önce Cerablus bölgesinde Fırat’ın batısına geçen PYD unsurlarının top ateşiyle vurulduğu gibi, Miniğ Havaalanı çevresindeki PYD unsurları da ateş altına alındı. Türkiye’nin Suriye’ye askeri harekât yapacağı konusunda yayınlar yapıldı. Bu gelişmeler üzerine ABD ve Fransa Türkiye’den “alandaki top atışlarını durdurmasını” istedi. YPG’nin ismi verilmeden “Suriyeli Kürtlerin mevcut koşulları kullanarak yeni toprak ele geçirmekten kaçınması” gerektiği vurgulandı. PYD Türkiye’nin Suriye’ye askeri harekât yapması durumunda karşılık vereceklerini bildirdi. Rusya ise ılımlı muhalifleri vurmaya devam ediyor. Ilımlı muhaliflerin ve Türkmen unsurların son kaleleri düşmek üzere. Rusya, Esad, Hizbullah ve PYD unsurları Türkiye’nin desteklediği güçleri yok etmek için saldırılarına devam ediyor. Türkiye’nin koalisyon güçleriyle birlikte Suriye’ye operasyon yapması ihtimali BİLGESAM Yayınları 85 Prof. Dr. Atilla SANDIKLI yok. Tek başına bir kara harekâtı yapması da çok riskli ve destek bulması söz konusu değil. Bu nedenle Türkiye sadece top atışlarıyla caydırıcılığını sağlamaya çalışıyor. Ama bunun da caydırıcı olması mümkün değil. Sonuç olarak Türkiye’nin Suriye hayalleri kaos senaryolarına dönüştü. Küresel ve bazı bölgesel güçler Suriye satranç tahtasında Türkiye’ye karşı hamlelerini yoğunlaştırıyor. Türkiye’ye yönelik dış ve iç tehditler artıyor. Türkiye’nin Suriye politikası çöküyor. 86 BİLGESAM Yayınları Dış Politika ve Güvenlik TÜRKİYE’NİN ORTADOĞU VİZYONU* Türk dış politikasının Ortadoğu vizyonu incelendiğinde, özellikle 2002-2009 yılları arasındaki dönemde, politika oluşum süreçleri ve uygulamaları kuruluş hedef ve prensipleri ile tarihsel deneyimlere büyük ölçüde uygundur. Bu dönemdeki politikalar ve uygulamalar başarılı sonuçlar vermiş, Türkiye hem Batı hem de Ortadoğu ülkeleri arasında takdir edilen saygın bir ülke konumuna gelmiştir. Ancak 2009-2015 dönemi Ortadoğu vizyonu ve uygulamaları, tarihsel süreçteki deneyim ve pratiklerden uzaklaşmıştır. Adeta bir kırılma hatta bir kopuş yaşanmıştır. Bu kopuşun nedenleri; vizyon temelli dış politika arayışı kapsamında sahadaki gerçeklerden ve reel politikten uzaklaşılması; güç, çıkar ve politika ilişkisinin yanlış kurgulanması; hedeflerin belirlenmesinde ve prensiplerin uygulanmasında önemli hatalar yapılması; ve gerçekler, söylemler ve uygulamalar arasında farklar oluşmasıdır. Bu dönemde yapılan hatalar aşağıdaki şekilde özetlenebilir: Yeni Türkiye imajı adı altında çağcıl, demokratik standartlardan uzaklaşmaya başlanması; Özgürlükler, insan hakları, hukukun üstünlüğü gibi kavramlarda geriye gidiş yaşanması; Dış politikanın bir devlet politikası olduğu gerçeğinden hareket ederek, politika oluşum sürecinde ve uygulamasında; başta bürokrasinin, muhalefet partileri, farklı görüşlere sahip düşünce kuruluşları, sivil toplum örgütleri ve akademisyenlerin görüş ve eleştirilerinin yeterince dikkate alınmaması; * Bu yazı 22 Mart 2016 tarihinde Yeni Yüzyıl gazetesinde yayımlanmıştır. BİLGESAM Yayınları 87 Prof. Dr. Atilla SANDIKLI Türkiye’nin gücünün olduğundan büyük değerlendirilmesi, merkez ülke, düzen kurucu ülke, oyun kurucu ülke gibi yaklaşımlarla küresel ve diğer bölgesel güçlere meydan okumaların yapılması; Özerk dış politika uygulanması yaklaşımıyla, belirlenen politikaların Batılı müttefikler dâhil diğer ülkelere dikte edilmesi, diyaloglarda dış politika nezaket kurallarına uyulmaması ve uzlaşmaz tutum sergilenmesi; Değer odaklı dış politika esası doğrultusunda dış politika ortamındaki gerçeklerden kopulması ve akılcı politikalardan uzaklaşılması; Düzen kurucu ülke, özerk dış politika ve halkların taleplerini yansıtan temsili sistemler üzerine inşa edilen bölgesel düzen yaklaşımlarıyla revizyonist olarak algılanabilecek söylemler yapılması ve uygulamalara başvurulması, Özgürlük-güvenlik dengesi ve halkların desteklenmesi adına adeta halkların yönetimlere başkaldırmaya yönlendirilmesi, devletlerin egemenlik haklarının göz ardı edilmesi ve iç işlerine karışılması, Orta Doğu devlet yönetimlerinin güveninin kaybedilmesi; Yeni Osmanlıcılık olarak değerlendirilebilecek, Sünni mezhebine mensup halklar üzerinden bölgedeki nüfuz alanının geliştirilmesi yönünde açıklamalar yapılması, Müslüman kardeşler ve Hamas gibi örgütlerle ortak hareket edilmesi ve mezhepsel gerilimlerin artmasına neden olunması; Halklar desteklenirken uluslararası meşruiyeti sorgulanan örgütlerle, hatta bazı devletler tarafından terör örgütü olarak değerlendirilen gruplara destek verilmesi, Değişen durumların etkilerinin zamanında öngörülememesi ve gerekli dış politika esnekliğinin gösterilememesi, 88 BİLGESAM Yayınları Dış Politika ve Güvenlik Başarısız uygulamaları zamanında görerek, akılcı bir yaklaşımla kabullenmek ve tedbirler almak yerine, değerler üzerine yapılan açıklamalarla başarısızlığın örtülmeye çalışılması ve değerli yalnızlık olarak tanımlanan yaklaşımlar sergilenmesi, bu nedenle de gerekli tedbirlerin zamanında alınmaması. Yapılan bu hatalar sonucu Türkiye bölgede yalnızlaşmaya başladı ve hedef ülke durumuna geldi. Bölgeye yönelik politikaları hem küresel güçler hem de bölgesel güçler tarafından başarısızlığa uğratıldı. Hatta Türkiye vekâlet savaşlarının yürütüldüğü bir coğrafyaya dönüştürüldü. Terör örgütlerine sağlanan destekle içeride de güvenlik ve istikrar bozuldu. BİLGESAM Yayınları 89 Prof. Dr. Atilla SANDIKLI ORTA DOĞU VİZYONU NASIL OLMALI?* Türkiye’nin kuruluşundaki dış politika hedef ve prensipleri ile yaşanan tarihsel deneyimlerden alınan derslere uygun olarak Türkiye’nin Orta Doğu vizyonu; halkın büyük çoğunluğunun desteğiyle oluşan; ulusal çıkarları hedefleyen; küresel ve bölgesel güçlerin beklentileri ve politikalarını dikkate alan; Batılı müttefiklerimizin beklentileri ile bölge ülkelerinin algılarını dengeleyen; bölgesel barış, istikrar ve refahı öngören; ekonomik entegrasyonu önceleyen; bölgedeki farklılıkları dikkate alarak çoğulcu bir anlayışı benimseyen; eşitlik temelinde uzlaşmaya önem veren; sorunların bir parçası olmamaya özen gösteren; gerçekçilik, esneklik ve akılcılık prensiplerine uygun politikalar üzerine inşa edilmelidir. Tarihsel deneyimler çerçevesinde; geçmişte belirlenen hedefler, prensipler ve uygulamalar; yeni oluşturulacak Orta Doğu vizyon ve politikalarında dikkate alınmalıdır. Dış ve iç politika etkileşimi dikkate alınarak öncelikle çağcıl, demokratik standartlara ulaşabilmek ve çağcıl devlet yapısını oluşturabilmek için reformlara devam edilmelidir. Uluslararası hukuk kurallarına uyulması konusunda yeterli hassasiyet gösterilmelidir. Dış politikanın halkın büyük çoğunluğunun desteğine sahip bir devlet politikası olması için gerek vizyon oluşturma gerekse politika geliştirme ve uygulama sürecinde; başta bürokrasinin, muhalefet partilerinin, farklı görüşlere sahip düşünce kuruluşlarının, sivil toplum örgütleri ve akademisyenlerin görüş ve eleştirileri dikkate alınmalıdır. * Bu yazı 25 Mart 2016 tarihinde Yeni Yüzyıl gazetesinde yayımlanmıştır. 90 BİLGESAM Yayınları Dış Politika ve Güvenlik Orta Doğu’ya yönelik vizyon ve politikalar oluşturulurken bölge ülkelerinin tarih algısı gerçekçi olarak değerlendirilmeli, bölgesel hassasiyetler belirlenmeli, sahadaki gerçeklerden ve reel politikten uzaklaşılmamalıdır. Ulusal çıkarlar doğrultusunda oluşturulan Orta Doğu vizyonu ve politikaları; güç, çıkar ve politika dengesi içinde Batılı ve bölgesel müttefiklerle uyumlu bir şekilde geliştirilmelidir. Bu nedenle küresel ve bölgesel güçlerin Orta Doğu’daki çıkarları, hedef ve politikaları dikkate alınmalıdır. Devletlerin egemenlik haklarına ve içişlerine müdahalelerden kaçınılmalıdır. Devletler veya devlet yönetimleri ile halklar arasındaki anlaşmazlıklarda sonuna kadar uzlaştırıcı politikalarda ısrar edilmeli, bu mümkün olmuyorsa tarafsız ve uzak kalınmalıdır. Batılı müttefikler dâhil diğer bölge ülkeleriyle ilişkilerde dikte edici yaklaşımlardan uzak durulmalı ve karşılıklı diyaloglarda dış politika nezaket kurallarına uyulmalıdır. Yeni Osmanlıcılık algısını oluşturacak revizyonist söylem ve uygulamalardan kaçınılmalıdır. Mezhebe dayalı politikalardan uzak durulmalıdır. Terör örgütü olarak değerlendirilen gruplarla ilişki kurulmamalıdır. Orta Doğu’da değişen dış politika ortamı gerçekçi olarak değerlendirilerek, esneklik prensibi doğrultusunda küresel ve bölgesel ilişkiler gözden geçirilmelidir. Bu kapsamda AB ve İsrail ile ilişkilerdeki olumlu gelişmeler memnuniyet vericidir. Benzer şekilde Mısır ile ilişkiler de yeniden canlandırılmalıdır. BİLGESAM Yayınları 91 Prof. Dr. Atilla SANDIKLI Suriye politikası bölgede meydana gelen gelişmeler ışığında yeniden şekillendirilmeli, Türkiye’nin çıkarları çerçevesinde ABD, Rusya, İran ve Suudi Arabistan arasında bir uzlaşma arayışına girilmelidir. Bölgesel bir gücün Orta Doğu’da etkinliğini artırabilmesi için en az bir süper güçle birlikte hareket etmesi ve bölgesel güçlerin en az ikisi ile işbirliğini geliştirmesi gerekir. 92 BİLGESAM Yayınları Dış Politika ve Güvenlik TÜRKİYE-İRAN-SUUDİ ARABİSTAN ETKİLEŞİMİ* Son yıllarda İslam dünyasında etkinliğini artıran üç ülke Türkiye-İran-Suudi Arabistan. Zaman zaman işbirliğinin zaman zaman da rekabetin yaşandığı bir etkileşim. İslam İşbirliği Teşkilatı’nın İstanbul’da yapılan 13. Zirvesi’nde ortaya çıkan sonuçlar, Türkiye ve İran Cumhurbaşkanları Erdoğan ve Ruhani’nin Ankara’daki görüşmeden sonra yaptıkları açıklamalar ve Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Suudi Arabistan Kralı Selman Bin Abdulaziz arasındaki ilişkiler bu konuda önemli emareler veriyor. Üç ülke İslam birliği ve kardeşliği konusunda benzer yaklaşımlar sergilerken gerçekten samimiler mi? İslam’daki birlik ruhu rekabetin acımasız gerilimini sonlandırabilir mi? İşbirliği ve Rekabet İkilemi Cumhurbaşkanı Erdoğan İslam İşbirliği Konferansı’nda “Müslümanlar olarak üstesinden gelmemiz gereken sorunların başında mezhepçilik fitnesi geliyor. Irkçılık fitnesi geliyor. Her zaman ifade ettiğim gibi benim dinim Sünnilik de değildir. Şiilik de değildir. Benim dinim İslam’dır.” açıklamasını yaptı. Benzer şekilde İran Cumhurbaşkanı Ruhani “Bizim kimliğimiz mezhepler değil, bizim kimliğimiz İslam’dır.” dedi. Suudi Arabistan Kralı Selman, yönetimi devraldıktan sonra yaptığı ilk açıklamada; “Arap halkı ve İslam ümmetinin en çok birlik ve beraberliğe muhtaç olduğunu vurgulamıştı.” Üç lider yaptıkları açıklamalar ile aslında bütün İslam dünyasının ortak duygu ve görüşlerini dile getirdi. Ancak bu üç ülke arasında yaşanan rekabet İslami referanslara rağmen yapılan açıklamaların hayata geçirilmesini engelledi. Günümüzde İslam dünyası çatışmaların, terörün, ölümlerin ve göçlerin yaygın bir şekilde yaşandığı bir coğrafyaya dönüştü. Her zaman olduğu gibi yine yaşanan so* Bu yazı 19 Nisan 2016 tarihinde Yeni Yüzyıl gazetesinde yayımlanmıştır. BİLGESAM Yayınları 93 Prof. Dr. Atilla SANDIKLI runların nedenlerini Batılıların müdahalelerine bağlayabiliriz ancak bu sorunlarımıza bir çözüm getirmiyor. Sorunlarımızla yüzleşmeliyiz. Batılıların müdahalelerde başarılı olmasının nedeninin gerçekte Müslüman ülkeler arasındaki rekabet olduğunu görmeliyiz. Rekabetin yarattığı olumsuzlukları diyalog, uzlaşma ve yardımlaşma ile aşmalıyız. Peki, ama nasıl? Uzlaşma ve İşbirliği Arayışları Her şeyden önce etkin bir sonuç alınıp alınamayacağına bakılmaksızın karşılıklı diyalog ve uzlaşma arayışları artırılmalıdır. Sorun odaklı realist yaklaşımlar terkedilmelidir. İslam ülkeleri arasındaki işbirliğinin herkesin çıkarına olduğu anlaşılmalıdır. Mezheplerin ilişkiler üzerindeki olumsuz etkileri görmemezlikten gelinemez. Ancak mezheplerin varlığı da bir gerçek ve yok sayılamaz. Bu nedenle mezheplerin birbirlerine yakınlaştırılması başarılı sonuç vermez. Belki mezheplerin varlığı kabul edilirken, mezhepler arasındaki ötekileşme ve düşmanca yaklaşımlar yumuşatılabilir. Tarih ve dini kitaplardaki olumsuz anlatım ve söylemler karşılıklı olarak kaldırılabilir. İslam işbirliği Konferansı sonuç bildirgesinde açıklandığı gibi “İslam ülkeleri arasında, iyi komşuluk ilişkileri, içişlerine karışmama, bağımsızlık ve toprak bütünlüğüne saygı, farklılıkları İİT, BM şartı ve uluslararası hukuk içerisinde barışçı bir biçimde çözme, tehdit ve güç kullanmaktan geri durma temelinde” yaklaşımlar benimsenmelidir. Beklentilerimiz ve umutlarımız; uzlaşma ve işbirliğinin, ayrışma ve çatışmaya üstün gelmesi; tüm İslam dünyasında barış huzur ve refahın hâkim olmasıdır. Bunun sağlanabilmesi için kin ve düşmanlık duygularını nefsimize yöneltmemiz, bunların yerine iç dünyamızda hoşgörü ve birlik anlayışını inşa etmemiz gerekir. 94 BİLGESAM Yayınları Dış Politika ve Güvenlik İRAN’DA SEÇİM SONUÇLARI VE ETKİLERİ* İranlılar, yeni Uzmanlar Meclisi’ni ve Parlamentoyu belirlemek için Cuma günü sandık başına gitti. Bu seçimin sonuçlarını değerlendirebilmek için İran’ın siyasi yapısını bilmek gerekir. Bu siyasi yapı kapsamında İran seçimlerinin önemi nedir? İç ve dış politikaya etkileri ile Türkiye’ye yansımaları neler olabilir? İran’ın Siyasi Yapısı İran siyasi yapısının en tepesinde dini lider vardır. Ülkenin mevcut dini lideri Ayetullah Ali Hamaney’dir. Cumhuriyet’in genel politikalarını tanımlar ve denetler. Silahlı kuvvetlerin başkomutanıdır, güvenlik ve istihbarat operasyonlarını kontrol eder. Savaş açma konusunda tek yetkilidir. Ayrıca devletin önemli üst düzey yöneticilerini atar. Anayasa Koruma Konseyi altı tanesi Dini Lider tarafından atanan oniki üyeden oluşmaktadır. Diğerleri İran Meclisi tarafından, İran Yargı’sının aday gösterdiği hukukçular arasından seçilmektedir. Konsey meclis tarafından kabul edilen bir yasayı anayasaya veya Şeriata uygun olmadığı gerekçesiyle geri gönderebilir. Ayrıca seçimlerde adayları veto edebilir. Uzmanlar Konseyi, 88 üyeden oluşur. Üyeler, İran vatandaşları tarafından 8 yıllığına seçilir. Dini lidere yasal görevleri konusunda danışmanlık yapar. Uzmanlar Konseyi’nin en önemli fonksiyonu Dini Lider’i seçmek, gözlemek ve gereken koşullar oluştuğunda Lider’i görevden almaktır. İran Cumhurbaşkanı dini liderden sonraki en yüksek devlet makamıdır. Şu andaki Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’dir. Dört yıllığına * Bu yazı 1 Mart 2016 tarihinde Yeni Yüzyıl gazetesinde yayımlanmıştır. BİLGESAM Yayınları 95 Prof. Dr. Atilla SANDIKLI genel oy ile seçilir. Bir kişi iki defa seçilebilir. Cumhurbaşkanı, dini lidere bağlı olan konular dışında yönetim yapılarının çalışmasından sorumludur. Cumhurbaşkanı, bakanlar kurulunu atar, hükümet kararlarını yönlendirir ve yasamanın önüne konacak hükümet politikalarını seçer. İran Meclisi dört yıllığına seçilen 290 üyeden oluşmaktadır. Meclis yasama faaliyetini yürütür, uluslararası antlaşmaları değerlendirir ve ulusal bütçeyi onaylar. Seçimler Neden Önemli? Devrimden sonra İran iç ve dış politikasında kırılmalar yaşanmıştır. İran, Humeyni döneminde iç politikada muhafazakâr ve sertlik yanlısı politikalar uygulamış, dış politikada ABD’den uzaklaşarak Batı’dan kopmuştur. Rafsancani ve Hatemi dönemlerinde ise içeride ılımlı ve reformist politikalar uygulanmış, dışarıda uluslararası sisteme uyum sağlamak amacıyla ABD ve Batı ile ilişkiler düzeltilmeye çalışılmıştır. Ahmedinecad döneminde Humeyni zamanındaki politikalara geri dönülmüş, ABD ve AB ile ilişkiler tekrar bir kriz sürecine girmiştir. Ahmedinecad yönetimi, nükleer işbirliği yapma amacıyla dış politikasında Batı ekseni yerine Doğu eksenine öncelik vermiştir. Ruhani döneminde ise Rafsancani ve Hatemi dönemlerinde olduğu gibi ılımlı politikalar uygulanmaya başlanmıştır. Batı ile bozulan ilişkiler düzeltilmeye çalışılmış ve en büyük sorun olan nükleer program konusunda anlaşma imzalanmıştır. Bu çerçevede seçimler, kamuoyunun ana eğilimini ve ülkenin ne yöne doğru gittiğini ölçmek için bir sınav niteliğindeydi. İlk Seçim sonuçlarına göre İran’ın en yüksek dini yönetim organını ve dini 96 BİLGESAM Yayınları Dış Politika ve Güvenlik liderini seçen Uzmanlar Meclisi için yapılan seçimde, reformcu ve ılımlıların muhafazakârlara üstünlük sağladığı görülmektedir. Parlamento seçimlerinde de benzer durum söz konusudur. Bu sonuçlara göre Cumhurbaşkanı Ruhani, Batı ile nükleer anlaşma ve siyasi reformlar konusunda halktan onay almış durumda. Artık ekonomik reformlara hız verebilir. 2017 yılında yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimleri için iyi bir avantaj sağlamış görünüyor. Gelecek yıllarda İran’ın küresel ve bölgesel etkinliği daha da artabilir. Türkiye’nin hem iç politikada hem de dış politikada düşüş yaşadığı bir dönemde İran’ın yükselişe geçmesi önemli. Bu nedenle Türkiye geçmişle övünmek yerine, düşüşün nedenlerini ve tekrar yükselişe geçmenin yollarını araştırmalı. BİLGESAM Yayınları 97 Prof. Dr. Atilla SANDIKLI BAŞBAKAN DAVUTOĞLU’NUN İRAN ZİYARETİ* Ortadoğu bölgesinde rekabet halindeki iki önemli güç olan Türkiye ve İran arasındaki ilişkiler, son yıllarda en kötü dönemlerinden birini yaşıyordu. İran’ın Şii Hilali olarak adlandırılan Şii nüfusun yoğun olarak yaşadığı ülkelerde nüfuzunu artırmak için girişimlerde bulunması, Sünni ülkelerde endişe yarattı. Benzer şekilde Türkiye’nin Sünni devletlerle ilişkilerini geliştirmesi, İran’da rahatsızlık oluşturdu. Karşılıklı güvensizlik ilişkilere olumsuz yansıdı. Orta Doğu’da Türkiye-İran Rekabeti Özellikle iki devlet Irak ve Suriye’de karşı karşıya geldi. İki ülkenin politikaları tamamen birbirine zıttı. İran, Irak’ta Şii merkezi yönetimi destekliyor ve Sünni nüfus baskı altına alınıyordu. Türkiye tam tersine Sünni kesimin hak arayışını destekliyor ve merkezi Irak yönetimine baskı yapıyordu. Suriye’de ise İran, Esad ve Rusya ile birlikte hareket ediyor ve sivil halka yönelik katliama ortak oluyordu. Türkiye’nin Suriye politikaları, bu üçlü tarafından birbiri ardına akamete uğratılıyordu. Türkiye, İran yayılmacılığından endişe duyan körfez ülkeleri; Suudi Arabistan, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn ve Kuveyt’le işbirliğini geliştiriyordu. Türkiye, Yemen’e müdahale eden Suudi Arabistan’ı desteklerken, İran Suudi Arabistan’a tepki gösteriyordu. Ortadoğu’da Sünni-Şii gerilimi hat safhaya ulaşıyor, gerilimin bir savaşa dönüşmesinden endişe ediliyordu. Ziyaretin Önemi ve Sonuçları İran’ın P5+1 ülkeleriyle yaptığı nükleer mutabakatının ardından Türkiye’ye yönelik dili ve duruşu sertleşmişti. İran Dışişleri Bakanı * Bu yazı 8 Mart 2016 tarihinde Yeni Yüzyıl gazetesinde yayımlanmıştır. 98 BİLGESAM Yayınları Dış Politika ve Güvenlik Cevad Zarif’in, Türkiye’ye gelmeyi planladığı günlerde Cumhuriyet gazetesinde yayınlanan makalesinde, üstü örtülü bir şekilde bölge sorunlarının asıl sorumlularından birinin Türkiye’deki yöneticiler olduğunu iddia etmesi, Türkiye’yi rahatsız etmişti. Bu nedenle Zarif’in Ağustos’ta Türkiye’ye yapacağı ziyaret son anda iptal edilmişti. Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu’nun, İran’ın P5+1 ülkeleriyle yaptığı Nükleer Anlaşma içindeki sorumluluklarını yerine getirdiğini, bir raporla açıklamasından sonra, Ortak Kapsayıcı Eylem Planı yürürlüğe girdi. İran’a yönelik ABD, AB ve BM’nin yaptırımları, İran’ın anlaşma yükümlülüklerini yerine getirmesi nedeniyle 16 Ocak 2016’da kaldırıldı. Yaptırımların kaldırılmasıyla İran’ın uluslararası bankalarda dondurulmuş olan 100 milyar dolarlık varlıkları serbest bırakılacaktı. İran ile iş yapan ülke ve firmalar üzerindeki yasaklar kalkacak ve İran dünya ile ticaretini hızla geliştirecekti. Bu kapsamda İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani ilk Avrupa ziyaretini İtalya’ya yaptı. Ziyaret sırasında imzalanan anlaşmaların 17 milyar Euro değerinde olduğu açıklandı. İkinci ziyaret Fransa’ya gerçekleştirildi. Total ve Airbus firmalarının yöneticileri ile bir araya gelerek, bu firmalarla işbirliği anlaşmaları imzalandı. Bu anlaşmalar arasında İran’ın 118 Airbus uçağı alması da var. Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun İran ziyareti işte böyle bir ortamda gerçekleşti. Bu ziyaret İran ile gerilimin azaltılması; Suriye politikaları arasındaki uzaklığın yakınlaştırılması ve politikalar arasında- BİLGESAM Yayınları 99 Prof. Dr. Atilla SANDIKLI ki uyumun sağlanması; ekonomik ve ticari ilişkilerin doğan fırsatlardan istifade edilerek geliştirilmesi açısından çok önemliydi. Ziyaret sonrasında Davutoğlu, İran ile Suriye konusunda beş konuda mutabakat sağlandığını açıkladı. Bunlar; bölge sorunlarının bölge aktörleri tarafından çözülmesi; Suriye’nin toprak bütünlüğü ve birliğinin bozulmasına müsaade edilmemesi; ateşkese birlikte destek verilmesi; temsil kabiliyeti yüksek bir yönetim oluşturulması ve teröre karşı işbirliği yapılmasıdır. Gezinin ortaya çıkardığı en önemli sonuç; “bölgenin kaderinin bölge dışı aktörlere bırakılmaması ve bölgenin geleceğinin yine bölge ülkeleri tarafından birlikte şekillendirmesi” kararıdır. 100 BİLGESAM Yayınları Dış Politika ve Güvenlik TÜRKİYE-İRAN İLİŞKİLERİ* Cumhurbaşkanı Erdoğan ile İran Cumhurbaşkanı Ruhani arasında 16 Nisan 2016 tarihinde Beştepe’de yapılan görüşme sonrasında yapılan açıklamalarda; “Kimliğimiz Şii, Sünni ya da başka bir mezhep değil; sevgi ve kardeşliği içinde barındıran İslam’dır” vurgusu yapıldı. Ekonomik ve ticari ilişkilerin geliştirilmesi konusunda niyet beyanında bulunuldu. Ancak siyasi ve güvenlik konularında tam bir uzlaşma yok. Bölgede akan kanın durdurulması gerektiği konusunda hemfikir olunmasına rağmen Türkiye ve İran arasında bölgesel konularda görüş ayrılıkları devam ediyor. Bu durumda gerçekten ilişkiler daha ileri boyutlara taşınabilir mi? Bunun için neler yapılmalıdır? Ekonomik İlişkiler Türkiye-İran ilişkileri son yıllarda maalesef geriledi. Arap Baharı kapsamında yaşanan gelişmeler ve özellikle Suriye’de uygulanan politikalar ilişkileri olumsuz yönde etkiledi. Siyasi ilişkilerdeki olumsuzluklar ekonomik ilişkilere de yansıdı. 22 milyar dolara çıkan ticaret hacmi, 10 milyar dolara düştü. Sınır kapılarında ve gümrüklerde sorunlar yaşandı. Tırlar sınırlarda uzun kuyruklar oluşturdu. Aslında iki ülkenin ekonomilerinin tamamlayıcı özellikleri dikkate alındığında, ilişkilerin olması gereken boyutun çok altında kaldığı açıktır. Gerekli tedbirler alınabilirse hedeflenen 30 milyar dolarlık ticaret hacmi çok kısa sürede yakalanabilir. Enerji alanında daha önceden yapılan ön anlaşmalar hayata geçirilebilir. Sorunların üstesinden gelinebilir. Kalkınma Bakanı Cevdet Yılmaz ve İran Telekomünikasyon ve Bilişim Teknolojileri Bakanı Mahmoud Vaizi Türkiye-İran ilişkilerini daha iyi bir noktaya taşımak için görevlendirildi. Her iki bakan Tür * Bu yazı 26 Nisan 2016 tarihinde Yeni Yüzyıl gazetesinde yayımlanmıştır. BİLGESAM Yayınları 101 Prof. Dr. Atilla SANDIKLI kiye-İran arasındaki siyasi, ekonomik, askeri, ticari, kültürel, turizm ve ulaştırma alanlarında ilişkileri yakından takip edecek. Karşılıklı yatırımların artırılması yönünde çalışmalar yapacak. İş dünyası temsilcilerinin ve girişimcilerin her iki ülkede ve üçüncü ülkelerde yatırım yapmaları teşvik edilecek. Siyasi İlişkiler Ekonomik ilişkilerin geliştirilmesi için siyasi alandaki farklılıkların aşılması gerekir. Suriye’de, Irak’ta, Yemen’de yaşanan iç savaşlarda uygulanan stratejiler ve körfez ülkelerine yönelik politikalar arasında önemli farklılıklar vardır. Bununla birlikte iki ülke, bölgede akan kanın durdurulması; Suriye ve Irak’ın toprak bütünlükleri ve siyasi birliklerinin korunması; ülkelerin geleceğini ve kaderini o ülkelerin kendi halkının belirlemesi konularında hemfikirdir. Terörle mücadelede özellikle uluslararası işbirliğine ihtiyaç duyulduğu ve bu çerçevede teröre karşı sıfır tolerans uygulanarak; iyi terörist ve kötü terörist ayrımı yapılamayacağı anlayışı karşılıklı olarak paylaşılmaktadır. Bölgedeki gelişmelere mezhepsel temelde yaklaşılmasının hiçbir fayda sağlamayacağı, tam tersine yıkıcı etkileri olacağı hususlarında her iki ülke yakın görüşlere sahiptir. Türkiye ve İran’ın sorunları aşmak ve ilişkileri geliştirmek için her şeyden önce aralarındaki siyasi diyaloğu güçlendirmeli ve görüş ayrılıklarını asgariye indirmelidir. İslam ülkelerinde gelişen terörizm ilk önce bu ülkeleri tehdit etmektedir. İslam terörü değil sevgi, kardeşlik ve yardımlaşmayı teşvik etmektedir. Bu husus dünya kamuoyuna etkin olarak anlatılmalı ve İslamafobi ile mücadele edilmelidir. 102 BİLGESAM Yayınları Dış Politika ve Güvenlik ORTA DOĞU’DA MEZHEP SAVAŞI ÇIKAR MI?* Suudi Arabistan’ın Şii din adamı Şeyh Nimr’i idam etmesinden sonra Riyad ile Tahran arasındaki potansiyel gerilim patladı. İran’da Suudi Arabistan karşıtı gösteriler yapıldı ve Suudi Büyükelçiliği yakıldı. Suudi Arabistan, Kuveyt, Katar, Bahreyn ve Sudan, İran ile ilişkilerini dondurdu. Birleşik Arap Emirlikleri ise ilişki seviyesini düşürdü. Ortadoğu’da; özellikle Suriye ve Irak’ta farklı boyutlarda ve isimlerde var olan çatışmaların temelinde mezhepsel farklılıklar yer almaktadır. Riyad ile Tahran arasında yaşanan bu gerilimin, bütün İslam dünyasına yayılabileceği endişesi artmakta ve kaos senaryoları yazılmaktadır. Gerçekten Şii-Sünni mezhep savaşı çıkar mı? Savaş bütün bölgeye yayılır mı? Tarihsel Arka Plan İran’da 1979’da yaşanan devrim sonrasında Suudi Arabistan-İran arasındaki siyasi gerilim derinleşti. Şii isyan hareketlerinin bölgeye yayılabileceği endişesi; Suudi Arabistan, Kuveyt, Bahreyn, Birleşik Arap Emirlikleri ve Umman arasında Körfez Arap Ülkeleri İşbirliği Konseyinin kurulmasına neden oldu. Riyad, 1980-88 yılları arasında yaşanan İran-Irak Savaşında Saddam Hüseyin’i destekledi. 1980’lerde Şiilerin oluşturduğu Hicaz Hizbullah’ı bölge ülkelerinde çeşitli saldırılar gerçekleştirdi. Şii milisler 1981 yılında Bahreyn’de bir darbe girişiminde bulundu. 1987’de Mekke’de Hac sırasında Suudi güvenlik güçleriyle Şiiler arasında çatışma çıktı ve yüzlerce Şii öldü. Bu olay gerilimi tırmandırdı ve 1988-91 yılları arasında iki ülke ilişkileri donduruldu. * Bu yazı 8 Ocak 2016 tarihinde Yeni Yüzyıl gazetesinde yayımlanmıştır. BİLGESAM Yayınları 103 Prof. Dr. Atilla SANDIKLI İkinci Körfez Savaşı (2003) sonrasında İran’ın, Irak’ta kurulan Şii ağırlıklı hükümetler üzerindeki etkisi arttı. Arap Baharı sürecinde Şii çoğunluğun bulunduğu Bahreyn’de 2011’de çıkan isyan, Suudi Arabistan askeri desteği ile bastırıldı. Suriye İç savaşında İran Nusayri Esad yönetimini; Suudi Arabistan ise silahlı Selefi İslami grupları destekledi. İki ülke arasında vekâlet savaşları başladı. Kral Selman Bin Abdulaziz’in 2015’de iktidara gelmesinden sonra İran’a karşı daha kararlı politikalar izlenmeye başlandı. Şii Husilerin isyanı sonucu Yemen Cumhurbaşkanı Mansur al Hadi Suudi Arabistan’a sığındı. Suudi hava kuvvetleri Husiler üzerine hava taarruzları düzenledi. Husi İsyanının İran tarafından desteklendiği ileri sürüldü. İki ülke arasındaki vekâlet savaşı Yemen’e de sıçradı. Şii-Sünni Savaşı Riski Uluslararası kamuoyunda Şii-Sünni çatışması riskinin arttığı doğrultusunda tartışmalar hat safhaya yükseldi. Korku ve endişeler arttı. Maalesef yukarıda yapılan açıklamalardan anlaşılacağı üzere zaten Şii-Sünni gerilimi; Suriye, Irak ve Yemen’de vekâlet savaşına dönüşmüştü. Eğer sağduyulu davranılmazsa ve gerekli tedbirler alınmazsa bu yangın bütün Ortadoğu’ya yayılabilir. Bu yangının yayılması önlenebilse dahi Ortadoğu dinsel, mezhepsel ve etnik açıdan parçalanmış durumda. Bu parçalanmış yapı içindeki gruplar farklı hedefler ve çıkarlar doğrultusunda hareket ediyor. Ancak farkında değiller ama hepsi kaybediyorlar. Bölgede yaşananlar Orta Çağda Avrupa’da yaşanan karanlık tabloya benziyor. Türkiye bu karanlık tablonun aydınlık yüzü olmalı. Gelişmeler karşısında sorunun tarafı olmaktan kaçınmalı. Tarafları yatıştırıcı ve 104 BİLGESAM Yayınları Dış Politika ve Güvenlik gerilimi azaltıcı rol üslenmelidir. Sorunların çözülmesinin tılsımlı anahtarı olan laiklik ve çok kültürlülük ilkelerine uygun hareket edilmelidir. Sanıldığının aksine laik yaklaşım sadece farklı dinler arasında değil, daha çok aynı dine mensup farklı mezhepler arasında hoşgörünün geliştirilmesine katkı sağlar. Çok kültürlülük anlayışı sorunların çözümüne yardım eder ve gruplar arasındaki bağı güçlendirir. BİLGESAM Yayınları 105 Prof. Dr. Atilla SANDIKLI VEKÂLET SAVAŞLARI ORTA DOĞU VE TÜRKİYE* Savaşlar insanlık medeniyetinin gelişmesine paralel olarak evirilmiştir. Ok, yay, piyade, süvari ve savaş arabalarının kullanıldığı klasik dönem savaşları, süreç içinde tüfek ve top gibi ateşli silahların kullanıldığı erken modern dönem cephe savaşlarına dönüşmüştür. Sanayi devrimi sonrasında modern dönem savaşları, teknolojinin gelişmesine paralel olarak uzun menzilli füzelerin, hava kuvvetlerinin ve tank birliklerinin sisteme dâhil olmasıyla, topyekûn savaş uygulamalarına ve manevra savaşlarına dönüşmüştür. Savaşlarda siyasi, askeri, coğrafi, demografik, psiko-sosyal ve kültürel, bilimsel ve teknolojik güç unsurlarının tamamı, milli güç unsurları olarak kullanılmaya başlamıştır. Uluslararası hukuk kurallarındaki gelişmeler ve savaşların siyasi, ekonomik ve sosyal maliyetlerinin kabul edilemez boyutlara ulaşması, Soğuk Savaş sonrası dönemde post-modern savaş yöntemlerinin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bu savaşların temel özelliği asimetrik unsurların kullanılmasıdır. Terör örgütleri, mafyalar, gizli servisler ve özel kuvvetlerin kullanıldığı, terörizm ve yumuşak güç savaşlarını ihtiva eden gayrinizami savaşlar; siber savaş, etki odaklı savaş ve yıldız savaşları gibi ileri teknoloji savaşları post- modern savaş yöntemleri içinde yerini almıştır. Vekâlet Savaşları Günümüzde devletlerarasında yaşanacak savaşların maliyetlerinin kabul edilemez boyutlara ulaşması ve kazanan devletlerin dahi çok * Bu yazı 19 Ocak 2016 tarihinde Yeni Yüzyıl gazetesinde yayımlanmıştır. 106 BİLGESAM Yayınları Dış Politika ve Güvenlik büyük yaralar alması, asimetrik savaş yöntemlerinin gelişmesine neden olmuştur. Barış ve savaş algılamalarının muğlaklaştığı, savaşan aktörlerin tespitinin güçleştiği, devlet dışı aktörlerin de kullanıldığı, devletlerarasındaki ve devletlerin içindeki hassasiyetlerin istismar edildiği Vekâlet Savaşları ön plana çıkmıştır. Vekâlet Savaşları; devletlerin, özellikle küresel ve bölgesel güçlerin kendi çıkarlarını elde etmek ve nüfuz alanlarını genişletmek maksadıyla; kendi askeri unsurlarını kullanmaktan ziyade, müttefiklerini, edilgen ülkeleri, hedef ülkedeki parçalanmış yapıları ve yandaşlarını cepheye sürmek suretiyle gerçekleştirdikleri savaşlardır. Soğuk Savaş döneminde bloklar arasında nükleer savaşların yaratacağı tahribat nedeniyle uygulamaya konan Vekâlet Savaşları, soğuk savaş sonrasında daha da geliştirilerek yaygınlaştı. Sert ve yumuşak güçlerin farklı birleşenlerinin kullanıldığı Bölgesel Savaşlar, Terörizm ve Yumuşak Güç savaşları şeklinde uygulanmaya başlandı. Vekâlet Savaşları ve Ortadoğu Küresel ve bölgesel güçlerin yer aldığı Vekâlet Savaşları bütün boyutları ve özellikleri ile son yıllarda Ortadoğu’da yaşanmaktadır. ABD, AB, Rusya, İran, Suudi Arabistan ve Türkiye gibi devletler oyuncu olarak; Suriye, Irak, Lübnan, Körfez ülkeleri, Yemen ve Türkiye operasyon coğrafyaları olarak ön plana çıkmaktadır. Ortadoğu’da Vekâlet Savaşları kapsamında ABD ile Rusya arasında yaşanan küresel rekabetin bir yansıması görünür hale gelirken; İran, Türkiye ve Suudi Arabistan arasında bölgesel nüfuz mücadelesi yaşanmaktadır. Türkiye bölgede bir oyuncu olarak yer almasına rağmen aynı zamanda bir operasyon coğrafyası durumuna gelmiştir. BİLGESAM Yayınları 107 Prof. Dr. Atilla SANDIKLI Türkiye, İran’ın Şii yayılmacılığı doğrultusunda bölgede artan etkisini, Sünni İslam anlayışıyla sınırlamaya çalışmaktadır. Bu kapsamda Türkiye, oyuncu olarak bölgedeki etkinliğini artırmak için gayret sarf etmektedir. Rusya-İran koalisyonuna karşı Batı ittifak sistemi içinde yer almaktadır. Türkiye, aynı zamanda rekabet içinde bulunduğu devletler tarafından PKK, IŞİD, DHKP-C ve MLKB gibi terör örgütleri kullanılarak, Vekâlet Savaşlarının yürütüldüğü bir coğrafya dönüştürülmektedir. 108 BİLGESAM Yayınları Dış Politika ve Güvenlik BÖL VE YÖNET SYKES-PİCOT ÖRNEGİ* Birinci Dünya Savaşı ve sonrasında, Osmanlı İmparatorluğu’nun Orta Doğu topraklarının, Batılı güçler tarafından Sykes-Picot Anlaşması ile masa başında cetvelle belirlenen sınırlar ile bölünmesi ve siyasi hâkimiyet alanlarına ayrılması, “böl ve yönet” stratejisinin uygulanmasına çarpıcı bir örnektir. Sykes-Picot Anlaşması 100 yıl geçmesine rağmen Orta Doğu’daki gelişmeleri hala etkilemektedir. Dünyanın en önemli ve stratejik noktalarında bulunan, İstanbul-Çanakkale Boğazları, Süveyş Kanalı, Babü’l-Mendeb Boğazı, Hürmüz Boğazı, Basra Körfezi gibi geçiş yollarını kontrol eden Orta Doğu, petrolün enerji kaynağı olarak kullanılmaya başlamasıyla İngiltere ve Fransa gibi sömürgeci güçlerin hedefi haline geldi. Orta Doğu’nun Bölünmesi İngilizler, 1909 yılında Osmanlı Hükümeti’ni, Arap aşiretlerinin isyanıyla tehdit etti ve iktidar peşinde koşan Mekke Şerifi Hüseyin ile temasa geçti. Osmanlı İmparatorluğu’nun I. Dünya Savaşı’na İttifak Devletleri safında katılmasını müteakip Arap sülale ve aşiretlerini ayaklandırmak için çalıştı. İngiltere, Mekke Emiri Şerif Hüseyin’i tüm Arap Yarımadası, Suriye ve Irak’ı içine alan bir devlet kurması için teşvik etti. Aynı zamanda Necid Emiri İbn Suud ile de Kuveyt hariç Basra Körfezi’nin güney kıyılarını kapsayan bir bağımsızlık antlaşması yaptı. Yani Mekke Şerifi Hüseyin’e vaat ettiği topraklarda Necd Emiri İbn Suud’un da hâkimiyetini tanıdı. İngiltere, ikiyüzlü politika ile bölgedeki halkların birbirlerine düşman olmasını sağlayacak tohumları ekti. * Bu yazı 18 Mayıs 2016 tarihinde Yeni Yüzyıl gazetesinde yayımlanmıştır. BİLGESAM Yayınları 109 Prof. Dr. Atilla SANDIKLI Bu arada İngiltere, Ortadoğu’yu paylaşmak için Fransa ile de görüşmeler yaptı. Görüşmeler sonucunda Sykes-Picot Anlaşması imzalandı. Bu anlaşmaya göre; Suriye’nin kıyı bölgesiyle Adana ve Mersin Fransa’ya; Basra ve Bağdat vilâyetleriyle Hayfa ve Akkâ limanları İngiltere’ye bırakıldı. İskenderun’un serbest liman ve Filistin’in uluslararası bölge olması kararlaştırıldı. Arabistan toprakları, Akkâ-Kerkük çizgisiyle ikiye bölünerek kuzey kısmı Fransız, güney kısmı İngiliz nüfuzuna bırakıldı. İngiltere ve Fransa kendi nüfuz bölgelerinde Arap devletleri kurmayı ve bunları korumayı taahhüt ediyordu. İngiltere, Mekke Emiri Şerif Hüseyin’e vaat ettiği toprakları bu defa da Fransa ile paylaşıyordu. Mekke Emiri Şerif Hüseyin, Büyük Arabistan Krallığı hayaliyle Osmanlı İmparatorluğu’na karşı isyan etti. Bu isyan “Büyük Arap İhaneti” olarak ders kitaplarına girdi. Müslümanlar kendi içlerinde milliyetçilik, mezhepçilik, aşiretçilik, asabiyetler, çıkarlar temelinde bölündü ve bölge parçalanarak yapay sınırlar çizildi. Bölge bugün de devam eden yüz yıllık süreçte kan, gözyaşı ve kargaşa ortamına sürüklendi. Sykes-Picot Anlaşması ile çizilen sınırlar, 1920’de İtalya’nın San Remo şehrinde toplanan konferansta yeniden belirlendi. Sınırlar Paris Barış Konferansı’nda son şeklini aldı. Daha sonra yaşanan gelişmelerle bu sınırlarda önemli değişiklikler oldu. Her seferinde bölge daha küçük parçalara ayrılarak böl-yönet stratejisinin uygulama alanı haline getirildi. Alınması Gereken Dersler Son olarak Orta Doğu Arap Baharı ile başlayan süreçte yeniden şekillendiriliyor. Büyük güçler tarafından kendi çıkarları doğrultusun- 110 BİLGESAM Yayınları Dış Politika ve Güvenlik da yönlendirilmekte zorlanılan ulus devletler, etnik ve mezhepsel olarak yeniden bölünüyor. Yaşanan savaşlar ve çatışmalar her geçen gün bölge halklarını yeniden düşünmeye zorluyor. Bölge devletleri ya daha küçük parçalara bölünecekler ve büyük güçler tarafından kendi çıkarları doğrultusunda kolayca yönlendirilebilecekler ya da çok kültürlü, çoğulcu, demokratik, barışçıl, müreffeh toplumlar oluşturacaklar. Bölünüp kolayca yönetilebilecek bir duruma gelmektense; birlikte hareket edilmeli, işbirliği ve entegrasyon süreçleri başlatılarak birlikte büyük bir güç haline gelinmeli ve küresel güçlerin oyununa gelmemeli. BİLGESAM Yayınları 111 Prof. Dr. Atilla SANDIKLI RUSYA SURİYE’DEN ÇEKİLECEK Mİ?* Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Suriye’deki Rus güçlerinin büyük bölümünün çekilmesi için emir verdi. Kararın ardından Rus jetlerinin bir kısmı Hımeymim Üssü’nden ayrıldı. Rus pilotlar ülkelerinde törenlerle karşılandı ve görüntüler uluslararası ajanslar tarafından yayınlandı. Dünya Rusya’nın Suriye’den çekilme kararından memnun. Ancak şüpheler yok değil. Bu açıklamayı siyasi bir oyun olarak niteleyenler de var. Suriye yönetimi bir tepki vermiyor. Rusya gerçekten Suriye’den tamamen çekilecek mi? Suriye’ye neden geldi? Neden çekiliyor? Tamamen Çekilmeyecek Putin, Savunma Bakanlığı’nın ve ordunun kendisine verilen görevleri genel olarak yerine getirdiğini söyledi. Ancak Tartus’taki deniz üssü ile Hımeymim’deki askeri hava üssünün muhafaza edileceğini belirtti. Üslerde kalan Rus uçakları Esad güçlerine destek vermeye devam edecek. Lazkiye’deki S-400 füze ve radar sistemi kalacak ve Suriye savunmasına katkı sağlayacak. Rus gemileri de Suriye deniz sahasında faaliyetlerini sürdürecek. Açıklamalardan anlaşılacağı üzere Rusya, Suriye’den tamamen çekilmeyecek. Kalan askeri unsurlar Esad yönetimine destek verecek. Bölgede hala önemli bir oyuncu olarak gelişmeleri etkileyebilecek. Diğer oyuncular bölge politikalarında Rusya’yı dikkate almak zorunda. * Bu yazı 18 Mart 2016 tarihinde Yeni Yüzyıl gazetesinde yayımlanmıştır. 112 BİLGESAM Yayınları Dış Politika ve Güvenlik Suriye’ye Neden Geldi Rusya Esad yönetimin düşmek üzere olduğu ve muhaliflerin Tartus’taki deniz üssü ile Hımeymim’deki askeri hava üssünü tehdit etmeye başladığı bir zamanda Suriye’ye kuvvet gönderdi. Çünkü Esad yönetiminin düşmesi veya deniz ve hava üssünün muhaliflerin eline geçmesi durumunda, Rusya’nın Suriye’deki ve Doğu Akdeniz’deki varlığı son bulacaktı. Rusya, Suriye’deki varlığını ve Doğu Akdeniz’de etkinliğini sürdürebilmek için Esad yönetimine destek verdi. Suriye’deki dengeler Esad lehine değişti. Üsleri tehdit eden muhalif unsurlar etkisiz duruma getirildi ve üslerin güvenliğini sağladı. ABD ve Batılı güçlerin Ortadoğu’yu kendi istedikleri gibi şekillendirmesine müsaade etmedi. Oyunda “Ben de varım benim çıkarlarımı da dikkate alın” dedi. Neden Çekiliyor Rusya’nın süreç içinde askeri hedeflerini büyük ölçüde gerçekleştirdiği söylenebilir. Cenevre görüşmeleri ve Suriye içindeki seçim süreci öncesi çekilme kararını açıklaması dikkat çekici. Rusya bu sayede uluslararası kamuoyuna Suriye’ye siyasi çözüm için uygun zemini oluşturmak maksadıyla müdahale ettim. Şimdi şartlar oluştu ve bu nedenle askeri varlığımı azaltıp siyasi süreci destekliyorum mesajı veriyor. Askeri gücünü azaltıyor. Ancak siyasi etkisini artırıyor. Rusya, Gürcistan ve Ukrayna’dan sonra Suriye’de de askeri operasyon yapması ile oluşan zorba devlet imajını, büyük devlet imajına çevirmeye çalışıyor. Cenevre görüşmelerinde taraflardan biri olmak yerine, tarafsız büyük ülke olmayı tercih ediyor. Görüşmelerden sonuç alınması durumunda, Suriye’ye barış gücü yerleştirmesi söz BİLGESAM Yayınları 113 Prof. Dr. Atilla SANDIKLI konusu olabilir. Böyle bir durumda Rusya, barış gücü içinde yer alabilir. Ayrıca petrol fiyatlarının 40 doların altına düştüğü bir konjonktürde, Rusya’ya uygulanan ekonomik ve siyasi yaptırımlar etkisini göstermeye başladı. Bunun sonucu olarak Rusya’da devalüasyon yapıldı ve paralarının değeri önemli ölçüde düştü. Döviz rezervleri yaklaşık 1 trilyon doların üzerindeyken yarıya indi. Dolayısıyla Suriye’de büyük bir kuvvetle operasyonlara devam etmesi durumunda, Rusya ekonomik açıdan daha da yıpranacaktır. Bu nedenle Suriye’deki kuvvetlerini azaltmak zorundadır. 114 BİLGESAM Yayınları Dış Politika ve Güvenlik IV. BÖLÜM GÜVENLİK VE TERÖRİZM BİLGESAM Yayınları 115 Dış Politika ve Güvenlik DEĞİŞEN GÜVENLİK ORTAMI VE TÜRKİYE* Türkiye’nin Suriye ile 911, Irak’la 384 kilometre ortak sınırı bulunmaktadır. Bu nedenle Suriye ve Irak’taki gelişmeler Türkiye’yi doğrudan etkilemektedir. Son aylarda bu coğrafyadaki güvenlik ortamında önemli olaylar meydana gelmektedir. Bu durum Türkiye’ye yönelik riskleri artırmaktadır. Güvenlik Ortamındaki Riskler Rusya’nın bir oyuncu olarak Suriye’deki kuvvetlerini artırması, IŞİD ve Özgür Suriye Ordusu’na (ÖSO) yönelik operasyonlar yapması ve PKK’nın Suriye uzantısı PYD ile ilişkilerini geliştirmeye çalışması güvenlik ortamında önemli değişimlere neden olmuştur. ABD’nin başarısız olması nedeniyle Eğit Donat projesine son vermesi; PYD’nin silahlı kanadı YPG ile bazı ılımlı muhalif Arap gruplar ve Süryani Askeri Konseyi’ni bir araya getirerek Suriye Demokratik Güçleri (SDG) adı altında yeni bir yapı oluşturması bu değişimi derinleştirmiştir. Ayrıca ABD’nin SDG’ye destek amacıyla, 50 tonluk cephaneyi kargo uçaklarıyla YPG’nin kontrolündeki Haseke bölgesine bırakması ve bu cephanenin YPG’nin eline geçmesi gelişmelerin önemini daha da artırmıştır. İran ise IŞİD’le mücadele kapsamında merkezi Irak yönetimi üzerindeki nüfuzunu artırdı. Askeri kuvvet, silah ve araçlarla Esad yönetimine destek verdi. Hizbullah ve Esad güçleriyle birlikte ÖSO’ya karşı savaştı. Nüfuzunu Suriye ve Lübnan coğrafyasına doğru genişletti. Şii Hilali’nin kuzey hattını kuvvetlendirdi. PYD, Cizire, Kobani ve Afrin’den sonra ABD hava kuvvetleri desteği ile Haziran ayında ele geçirdiği Tel Abyad’da dördüncü kanton yönetimini ilan etti. Suriye’nin kuzeyinde sıra * Bu yazı 10 Kasım 2015 tarihinde Yeni Yüzyıl gazetesinde yayımlanmıştır. BİLGESAM Yayınları 117 Prof. Dr. Atilla SANDIKLI Cerablus-Mare hattına geldi. Bu bölgeyi de ele geçirirse Suriye’nin kuzeyini tamamen kontrol edebilir. PYD, Esad ve İran desteğinin yanında ABD ve Rusya desteğini de elde etme imkânına sahip. IŞİD’de karşı savaşta kara gücü olarak Rakka’ya taarruza hazır. Bu durumda Suriye’nin petrol bölgelerini de ele geçirme fırsatını elde edebilir. Irak’ın kuzeyinde Özerk Kürt Yönetimi Kerkük’ü ele geçirdikten sonra IŞİD ile mücadele kapsamında Musul’a taarruza hazırlanıyor. Kürt güçleri Musul’u ele geçirdikten sonra bölgeden çıkmayabilir. Resmin bütününe baktığımızda Orta Doğu’daki güvenlik ortamı Türkiye’nin aleyhine dönüşmüş durumda. Türkiye ne yapmalı? Bu gelişmeleri tersine döndürebilir mi? Türkiye Ne Yapmalı? Bölgede ABD-PYD-Kuzey Irak Kürt Yönetimi-Merkezi Irak Hükümeti işbirliği ön plana çıkarken, buna karşılık Rusya-Esad yönetimiİran- Merkezi Irak Hükümeti-Hizbullah işbirliği de dikkati çekiyor. Merkezi Irak Hükümeti hem birinci hem de ikinci grupla işbirliğini sürdürüyor. Rusya aynı zamanda PYD ve Kuzey Irak Kürt Yönetimi ile işbirliği arayışları içinde. Böylesine karmaşık işbirliği süreçlerinde Türkiye öncelikli olarak yurt içinde terör örgütlerine karşı etkili mücadele ederek bu örgütlerin eylem insiyatiflerini ortadan kaldırmalı. Son zamanlarda yurt içinde PKK terör örgütüne karşı kararlı mücadeleyi sürdürmeli ve örgütü marjinal hale getirmeli. IŞİD’in yurt içindeki hücrelerini etkisizleştirmeli. Yurt içinde daha iyi bir güvenlik ortamı oluşturma çabaları ile koordineli bir şekilde, bölgedeki aktörlerle ilişkilerini geliştirmeli ve güvenlik ortamının şekillenmesinde aktif olmalı. 118 BİLGESAM Yayınları Dış Politika ve Güvenlik Öncelikle IŞİD’e karşı ABD öncülüğündeki koalisyon içinde etkinliğini artırmalı. Bu koalisyonun operasyon kabiliyetini jeopolitik özelliklerini kullanarak kendisine bağımlı hale getirmeli. PKK Terör Örgütünün marjinalleşmesi ve bölgedeki Kürt yönetim ve grupları üzerindeki etkisinin azalması ile uyumlu olacak şekilde, hem yurt içinde hem yurt dışında, tarihi Türk-Kürt kardeşliğini ve işbirliğini yeniden canlandırmalı. Bölgede çıkarları çatışan diğer devletler ile de diyaloğu artırmalı ve işbirliği olanakları aramalı. IŞİD sonrasında bölgenin şekillenmesinde etkili olacak diğer devletlerle yaşanan gerilim ve düşmanlıklar ortadan kaldırılmalıdır. Sonuç olarak; Türkiye eğer bölgedeki güvenlik ortamını yeniden şekillendirebilir ve kendi lehine dönüştürebilirse bu risklerin üstesinden gelebilir. IŞİD, Cuma akşamı Paris’te stadyum, konser salonu, restoran ve barlara yönelik terör saldırıları gerçekleştirdi. 132 kişi hayatını kaybetti ve 99’u ağır 352 kişi yaralandı. Üzerlerinde ağır silahlar ve patlayıcılar bulunan yedi terörist etkisiz hale getirildi. Katliam bütün dünyada yankılandı ve gündemi belirledi. IŞİD’e karşı harekâtın görüşüldüğü ve hazırlıkların son aşamaya geldiği bir zamanda, bu saldırılar ne anlama geliyor? Oluşan riskler ve fırsatlar nelerdir? Riskler ve fırsatlar politikalara nasıl yansıtılabilir? Riskler IŞİD kendisine karşı harekât hazırlığı yapan ve bizzat taarruzlara iştirak eden koalisyon üyelerine karşı asimetrik saldırılarla karşılık veriyor. Türkiye’de Suruç, Diyarbakır ve Ankara saldırıları, BİLGESAM Yayınları 119 Prof. Dr. Atilla SANDIKLI Mısır’da Rus yolcu uçağının düşürülmesi, Lübnan’da Hizbullah’ın etkin olduğu mahallede patlatılan bombalar ve Paris’te gerçekleştirilen katliam. Saldırılar devam edebilir! Saldırılar Avrupa’da İslamofobi ve İslam karşıtlığını körükleyebilir. Yanlış söylem ve davranışlar bunu düşmanlığa dönüştürebilir ve Medeniyetler Çatışmasının fitilini ateşleyebilir. IŞİD’e karşı mücadele yetersiz hazırlık ve kara gücüyle yapılırsa, Suriye ve Irak Afganistan gibi terör bataklığı haline gelebilir. Kaçan terör örgütü mensupları gittikleri ülkelerde yeni terör yuvaları ve örgütleri oluşturabilir. Çatışmaların yoğunlaşması ile mülteci sorunu kontrolsüz bir şekilde genişleyebilir. Mülteciler kaçış yollarında kitlesel bir şekilde hayatlarını kaybedebilir. Başta komşu ülkeler olmak üzere, Avrupa’da güvenlik problemleri derinleşebilir. İşbirlikçi Politikalar Uluslararası ilişkiler sisteminde devlet dışı aktörler her geçen gün etkinliğini artırmaktadır. Günümüzde terör örgütleri sadece bulundukları ülkeleri değil, komşu ülkeleri ve uluslararası sistemi de tehdit etmektedir. Farklı ülkelerde, farklı amaç ve hedeflerle hareket eden terör örgütleri, ortak ve büyük çaplı terör eylemleri gerçekleştirebilir. Kolektif terör veya küresel terörle etkin mücadele ancak uluslararası işbirliği ile yapılabilir. İşbirliğinin geliştirilmesi için herkes tarafından kabul edilebilir bir terör ve terörist tanımının yapılması lazımdır. Uygun tanımlamalar şunlar olabilir. “Terör, yerleşik düzeni değiştirmek amacıyla yapılan 120 BİLGESAM Yayınları Dış Politika ve Güvenlik ve toplumda yılgınlık yaratan cebir ya da şiddet eylemidir. Terör eylemleri yapan örgüte terör örgütü, eylemi gerçekleştiren kişilere terörist denir.” Terör örgütleri siyasal hedeflerini gerçekleştirmek maksadıyla, insanların yaşam tarzlarını önemli oranda etkileyen ideoloji, etnik ve dinsel duyguları istismar eder. Örneğin; DHKP-C sol ideolojiyi, PKK Kürt etnik kimliğini ve IŞİD ise İslam inanç sistemini istismar ederek kendi siyasal hedeflerine ulaşmaya çalışır. IŞİD gerçekleştirdiği eylemler ve mücadelede en fazla İslam anlayışına ve Müslümanlara zarar vermiştir. Onun için önemli olan İslam’a hizmet değil, siyasal hedeflerine ulaşmaktır. Bu nedenle Avrupalılar ve özellikle siyasetçiler bunu dikkate alarak İslamofobi ve İslam karşıtlığını derinleştirecek söylemler ve eylemlerden kaçınmalıdır. IŞİD karşıtı koalisyonun Suriye ve Irak’ta gerçekleştireceği harekâtın başarıya ulaşması için etkin bir kara gücüne ihtiyaç vardır. Hava unsurları ve sadece bölgesel unsurlardan teşkil edilen yetersiz güçler ile sürdürebilir başarı elde edilemez. Bu nedenle koalisyon güçleri etkin bir kara unsuru oluşturmak maksadıyla gerekli katkıyı vermelidir. Mülteci hareketini kontrol edebilmek için Suriye’nin kuzeyinde güvenli bir bölge oluşturulmalı. Bu bölgede uluslararası işbirliği ile mülteciler için uygun kamplar inşa edilmelidir. Paris’teki terör saldırıları, ekonomi ve finans konularını görüşmek üzere Antalya’da toplanan G-20 Zirvesinin gündemini de etkiledi. Görüşmelerde uluslararası terör ve işbirlikçi mücadele yöntemleri üzerinde duruldu. Ortak görüşler sonuç bildirgesinde ve açıklamalarda yer aldı. BİLGESAM Yayınları 121 Prof. Dr. Atilla SANDIKLI IŞİD’E KARŞI SAVAŞ* Avrupa ülkeleri Paris terör saldırılarından sonra IŞİD’e karşı savaşa aktif katılım için parlamentolarından art arda kararlar çıkartıyorlar. Ayrıca bölgeye harp gemileri, savaş uçakları, hava savunma sistemleri, istihbarat, elektronik harp, lojistik gemileri ve uçakları gönderiyorlar. Neden böylesine büyük bir askeri güç bölgede konuşlandırılıyor? Bu kadar büyük bir güç nasıl yönetilecek? Savaş ne kadar yakın? Soruları herkesin kafasını kurcalıyor. Avrupa Neden hareketlendi? Avrupalılar, Paris terör saldırıları ve mülteci akını ile terörün geldiği yeni boyutu gördüler ve etkilerini algıladılar. Terör kendilerinden çok uzak değildi ve en güvenli olarak gördükleri Paris’in merkezinde dahi kendilerini vurabiliyordu. Mülteci akını sınırlarına dayanmıştı, güvenlik, refah ve zenginliklerini tehdit ediyordu. Ayrıca Rus yayılmacılığı Gürcistan ve Ukrayna’dan sonra Doğu Akdeniz ve Suriye’ye genişlemişti. Rusya’nın Suriye’deki askeri varlığını artırması ve Esad güçlerine destek vermesi sadece IŞİD’le mücadele için değildi. Rusya sıcak denizlere inmiş ve Batı çıkarlarını tehdit etmeye başlamıştı. Rusya, İran ile ilişkilerini geliştiriyor. Merkezi Irak yönetimini ve PYD’yi kendi yanına çekmeye çalışıyordu. Şangay İşbirliği Örgütü, İran, Irak, Suriye ve Hizbullah etkileşimi ile Batı karşıtı cepheyi, Pasifikten Akdeniz’e kadar genişletiyor ve tarihi İpek Yolu üzerindeki etkinliğini artırıyordu. Rusya’ya dur demenin zamanı gelmişti. * Bu yazı 8 Aralık 2015 tarihinde Yeni Yüzyıl gazetesinde yayımlanmıştır. 122 BİLGESAM Yayınları Dış Politika ve Güvenlik Rusya IŞİD’le mücadele yerine Özgür Suriye Ordusu ve Türkmen Tugaylarına hava saldırıları düzenliyor. Bu saldırlar esnasında Türk ve NATO hava sahasını ihlal etmekten çekinmiyordu. NATO ve Türkiye’nin caydırıcı açıklamalarına rağmen bir Rus savaş uçağı ihlalde bulundu ve Türkiye tarafından düşürüldü. Türkiye-Rusya gerilimi aynı zamanda NATO’yu da tehdit ediyordu. Eğer Rusya’ya karşı gerekli caydırıcı tedbirler alınmazsa gerilim çatışmaya evirilebilir ve NATO’yu da içine çekebilirdi. NATO yeterli kuvvetle bölgede bulunmazsa Rusya NATO unsurlarına yönelik de fütursuz girişimlerde bulunabilirdi. Savaş Çok Yakın Bölgeye 2 uçak gemisi, 3 destroyer, 7 firkateyn, 3 denizaltı, hava savunma, elektronik harp ve istihbarat gemileri gönderildi. Kıbrıs’taki İngiliz üslerine 12 Tornado ve 4 Typhoon savaş uçağı ile AVACS uçağı kaydırıldı. Türkiye’de 6 F-15C, 6 F-15E avcı uçağı,12 A-10 bombardıman uçağı, 6 Tornado keşif uçağı, 13 tanker uçağı, 10 MQ-1 silahlı insansız hava aracı konuşlandırıldı. IŞİD’e karşı harekât ABD koordinasyonunda icra edilecektir. Koalisyonun komutanı ABD’li Korgeneral Sean MacFarland’tır. Kuveyt’te bulunan karargâh içinde koalisyona dâhil bütün ülkelerin irtibat subayları vardır. Rusya ve Esad unsurları koalisyon içinde değildir. Rusya, Suriye, Irak ve İran Bağdat’ta ayrı bir koordinasyon merkezi teşkil etmiştir. Bu merkezin Kuveyt’teki karargâh ile irtibatı vardır. Bu kadar büyük bir askeri güç bölgeye intikal ettikten sonra IŞİD’e karşı savaşın etkinliği çok daha fazla artacaktır. IŞİD hava taarruzla- BİLGESAM Yayınları 123 Prof. Dr. Atilla SANDIKLI rı ile iyice zayıflatıldıktan sonra bölgedeki güçler ile kara taarruzuna geçilecektir. Özgür Suriye Ordusu ve Türkmen Tugayları ile Azez-Cerablus istikametinde; PYD, Arap ve Süryani unsurları içeren Suriye Demokratik Güçleri ile Tel Abyad-Rakka istikametinde; Merkezi Irak ordusu ve gönüllü aşiretler ile Bağdat-Ramadi istikametinde; Peşmergeler, Sünni aşiretler ve Türkmenlerden oluşan güçler ile Musul’a aynı anda veya birbiri ile uyumlu olacak şekilde bir zaman çizelgesine bağlı olarak taarruz edebilir. 124 BİLGESAM Yayınları Dış Politika ve Güvenlik ÜÇÜNCÜ DÜNYA SAVAŞI MI?* Savaş kavramı tarihsel bir süreç içinde teknolojik, siyasal, sosyal ve hukuksal gelişmelere bağlı olarak bir evrim geçirmektedir. Dördüncü nesil savaşın özellikleri ile küresel terörizmin günümüzde ulaştığı boyut ve etkileri dikkate alındığında yaşanan çatışmalar “Üçüncü Dünya Savaşı” olarak tanımlanabilir mi? Savaşın Evrimi Sanayi devrimi sonrasında modern dönemin topyekûn savaşları, teknolojinin gelişmesine paralel olarak uzun menzilli füzelerin, hava kuvvetlerinin ve tank birliklerinin sisteme dâhil olmasıyla manevra savaşlarına dönüşmüştür. Uluslararası hukuk kurallarındaki gelişmeler ve savaşların siyasi, ekonomik ve sosyal maliyetlerinin kabul edilemez boyutlara ulaşması, Soğuk Savaş sonrası dönemde post-modern savaş yöntemlerinin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Post-modern savaş kavramında savaşan tarafların kim olduğu açıkça belli değildir. Savaş ve barış dönemleri birbiri içine girmiş ve muğlaklaşmıştır. Asimetrik özellikleri olan, sivil ve askerler arasındaki farkların ortadan kalktığı askeri, yarı-askeri ve bazen de sivil gayretlerin ön plana çıktığı mücadelelerdir. Harekât alanı muharebe sahasının dışına taşmış ve sivillerin yaşadığı alanları da içine alan küresel bir hale dönüşmüştür. Küresel Terörle Savaş Post-modern savaş yöntemleri içinde yer alan terörizm tarihsel süreç içinde anarşist, etnik, ideolojik, dini ve siber dalga şeklinde geli* Bu yazı 11 Aralık 2015 tarihinde Yeni Yüzyıl gazetesinde yayımlanmıştır. BİLGESAM Yayınları 125 Prof. Dr. Atilla SANDIKLI şim göstermiştir. Bu dalgalar kesin sınırlarla birbirlerinden ayrılmış değildir. Her dönemde yaşanan terör olaylarında, önceki dalgaların yansımaları görülebileceği gibi müteakip dalganın gelişim izleri de görülebilir. Terörün yeni boyutunun ortaya çıkışı ve etkinliğini artırması Sovyetler Birliği’nin Afganistan’ı işgali ile başlamıştır. Afganlara yardım etmek amacıyla farklı ülkelerden çok sayıda Müslüman gönüllü bu ülkeye akın etmiştir. El- kaide bu dönemde oluşmaya başlamış ve daha sonra ABD’nin önce Afganistan’ı müteakiben Irak’ı işgal etmesiyle hızla gelişmiştir. 2000 yılında Ebu Musab el-Zerkavi tarafından Afganistan’da kurulan “Tevhid ve Cihad Örgütü, ABD’nin Afganistan’ı işgalini müteakip önce İran’a daha sonra Irak’a geçmiştir. ABD’nin Irak’ı da işgal etmesi üzerine, örgüt koalisyon güçlerine yönelik mücadelesini artırmış ve 2004’de “Irak El Kaidesi” adını almıştır. 2006 yılında Zerkavi’nin öldürülmesinden sonra örgütün başına Ebu Eyub el-Mısri geçmiş ve örgüt adı “Irak İslam Devleti” olarak değiştirilmiştir. İç savaş nedeniyle merkezi otoritenin zayıflamasını fırsat bilen örgüt varlığını Suriye topraklarına taşımış, kontrol ettiği bölgeyi genişletmiş ve adını 2013’de “Irak Şam İslam Devleti (IŞİD)” olarak tekrar değiştirmiştir. Nijerya’daki “Boko Haram”, Somali’deki “Eş-Şebab”, Mali’deki “El Murabitun”, Mısır’daki “Sina Vilayeti”, Cezayir’deki “Hilafetin Askerleri” gibi terör örgütleri IŞİD’e biat etmiştir. El-Kaide ve IŞİD gibi dini motifli terör örgütleri uluslararası sistemi ve bu sitemi büyük ölçüde yönlendiren Batı’yı hedef alan, birçok devletten veya onların halklarının belirli bir bölümünden destek gö126 BİLGESAM Yayınları Dış Politika ve Güvenlik ren, farklı ülkelerde uzantıları ve ağları olan, dünyanın farklı coğrafyalarında eylemler yapan küresel terör örgütleridir. Küresel terör örgütleri uluslararası sisteme ve onun aktörlerine karşı savaşmaktadır. Bu nedenle post-modern savaş kavramının özellikleri çerçevesinde, küresel terör örgütlerine ve onların farklı ülkelerdeki uzantılarına karşı yürütülen küresel ölçekteki mücadele, “Üçüncü Dünya Savaşı” olarak tanımlanabilir. BİLGESAM Yayınları 127 Prof. Dr. Atilla SANDIKLI KÜRESEL TERÖR TEHDİDİ* Terörizmin günümüze yansıyan tarihsel gelişim süreci beş dalgaya ayrılabilir. Anarşist dalga, etnik dalga, ideolojik dalga, dini dalga ve siber dalga. Bu dalgalar kesin sınırlarla birbirlerinden ayrılmış değildir. Dalga adı o dönemde yoğun olarak yaşanan terörün temel amacı ve özelliği dikkate alınarak belirlenmiştir. Dolayısıyla her dönemde yaşanan terör olaylarında diğer dalgalardaki terör olaylarının amaç ve özelliklerinin uzantıları vardır. Günümüzde yaşanan terör sürecinde dini dalga dalganın bütün özellikleri gözlenirken, anarşist, etnik ve ideolojik dalganın yansımaları ile siber dalganın gelişim izleri de görülmektedir. Dini Dalga Dini dalgayı diğerlerinden ayıran en büyük özellik hedef kitlesinin oldukça geniş olmasıdır. Diğer dalgalarda terör örgütleri daha spesifik hedeflere sahiptiler. Ancak günümüzde terör örgütleri tüm dünya genelinde çok geniş bir hedef kitlesi ile mücadele halindedirler. Küreselleşme, kitle iletişim ve ulaşım imkânları terör örgütlerinin eylem alanı dünya çapında genişletmiş ve doğal olarak etkilerini de bu boyutta büyütmüştür. Hedef kitlenin bu kadar fazla büyümesi aynı zamanda terör örgütlerinin de daha geniş bir alana yayılmasına ve örgütsel yapıların değişikliğe uğramasına neden oldu. Artık terör örgütleri katı bir hiyerarşik yapılanmadan ziyade hücre yapılanmalarının meydana getirdiği bir “ağ (network)” yapılanması haline geldiler. Farklı ülkelerde faaliyet gösteren bu hücreler merkeze propaganda, kaynak ve elaman temininde destek sağlarken, ağın dağılması durumunda yeni örgütlerin çekirdeğini de oluşturma fırsatı vermektedir. * Bu yazı 29 Mart 2016 tarihinde Yeni Yüzyıl gazetesinde yayımlanmıştır. 128 BİLGESAM Yayınları Dış Politika ve Güvenlik Bu dönemin dikkat çekici bir özelliği de intihar eylemlerinin yaygınlaşmasıdır. Daha önceki dalgalarda da intihar eylemleri gerçekleştirilmişti. Ancak bu dönemde çok etkili olması ve çok daha fazla uygulama alanı bulması nedeniyle intihar eylemleri bu döneme ait bir özellik olarak karşımıza çıktı. İntihar eylemlerinin bu dönemde ortaya çıkmasının en büyük etkenlerden birisinin de dini retorik olduğu söylenebilir. Siber Dalga Teknolojik gelişmeler; taşınabilir telefonlar, bilgisayar ve internet sistemleri insanların hayatını kolaylaştırdığı kadar teröristlerinkini de kolaylaştırmakta ve terörün yeni boyutunu ortaya çıkarmaktadır. Siber dalga bilgisayar teknolojilerini ve internet sistemlerini kullanarak kurumların ve ülkelerin güvenliğini tehdit edebilmektedir. Bu sistemler aracılığıyla devletlerin gizli ve stratejik bilgileri ele geçirilebilir, askeri ve güvenlik sistemleri felç edilebilir. Hayatın büyük bir bölümünün bilgisayar sistemleriyle düzenlendiği bir ortamda, Nükleer enerji sistemleri, ekonomi ve finans sistemleri, ulaşım ve telekomünikasyon sistemleri, sağlık sistemleri gibi bilgisayar ağlarının çökmesi çok ciddi ve onarılması zor tehlikeler yaratabilir. Siber terörizm bilgisayarı yalnızca savaş aleti olarak değil; aynı zamanda propaganda yapma ve taraftar toplama aracı olarak da kullanmaktadır. Ayrıca siber terörizmde saldırının nereden geldiğini tespit etmek ve nasıl bertaraf edileceğini çözümlemek hiç de kolay değildir. Teröristlerin yakalanma riski azalmakta ve teröristlerin can güvenlikleri tehlikeye düşmemektedir. BİLGESAM Yayınları 129 Prof. Dr. Atilla SANDIKLI Siber terör dini motifli terörün etkisini artırmakta bütün dünyaya yayılmasını kolaylaştırmaktadır. El-Kaide, IŞİD, el-Şebab ve Boko Haram gibi terör örgülerinin birçok ülkede hücreler oluşturmasına, propaganda yapmasına, elaman temin etmesine, finans desteği sağlamasına ve istihbarat elde etmesine imkân sağlamaktadır. Gelecekte terör örgüleri siber terör faaliyetlerini artırabilirler ve küresel sisteme daha fazla zarar verebilirler. 130 BİLGESAM Yayınları Dış Politika ve Güvenlik PARİS’TE TERÖR, RİSKLER VE FIRSATLAR* IŞİD, Cuma akşamı Paris’te stadyum, konser salonu, restoran ve barlara yönelik terör saldırıları gerçekleştirdi. 132 kişi hayatını kaybetti ve 99’u ağır 352 kişi yaralandı. Üzerlerinde ağır silahlar ve patlayıcılar bulunan yedi terörist etkisiz hale getirildi. Katliam bütün dünyada yankılandı ve gündemi belirledi. IŞİD’e karşı harekâtın görüşüldüğü ve hazırlıkların son aşamaya geldiği bir zamanda, bu saldırılar ne anlama geliyor? Oluşan riskler ve fırsatlar nelerdir? Riskler ve fırsatlar politikalara nasıl yansıtılabilir? Riskler IŞİD kendisine karşı harekât hazırlığı yapan ve bizzat taarruzlara iştirak eden koalisyon üyelerine karşı asimetrik saldırılarla karşılık veriyor. Türkiye’de Suruç, Diyarbakır ve Ankara saldırıları, Mısır’da Rus yolcu uçağının düşürülmesi, Lübnan’da Hizbullah’ın etkin olduğu mahallede patlatılan bombalar ve Paris’te gerçekleştirilen katliam. Saldırılar devam edebilir! Saldırılar Avrupa’da İslamofobi ve İslam karşıtlığını körükleyebilir. Yanlış söylem ve davranışlar bunu düşmanlığa dönüştürebilir ve Medeniyetler Çatışmasının fitilini ateşleyebilir. IŞİD’e karşı mücadele yetersiz hazırlık ve kara gücüyle yapılırsa, Suriye ve Irak Afganistan gibi terör bataklığı haline gelebilir. Kaçan terör örgütü mensupları gittikleri ülkelerde yeni terör yuvaları ve örgütleri oluşturabilir. * Bu yazı 17 Kasım 2015 tarihinde Yeni Yüzyıl gazetesinde yayımlanmıştır. BİLGESAM Yayınları 131 Prof. Dr. Atilla SANDIKLI Çatışmaların yoğunlaşması ile mülteci sorunu kontrolsüz bir şekilde genişleyebilir. Mülteciler kaçış yollarında kitlesel bir şekilde hayatlarını kaybedebilir. Başta komşu ülkeler olmak üzere, Avrupa’da güvenlik problemleri derinleşebilir. İşbirlikçi Politikalar Uluslararası ilişkiler sisteminde devlet dışı aktörler her geçen gün etkinliğini artırmaktadır. Günümüzde terör örgütleri sadece bulundukları ülkeleri değil, komşu ülkeleri ve uluslararası sistemi de tehdit etmektedir. Farklı ülkelerde, farklı amaç ve hedeflerle hareket eden terör örgütleri, ortak ve büyük çaplı terör eylemleri gerçekleştirebilir. Kolektif terör veya küresel terörle etkin mücadele ancak uluslararası işbirliği ile yapılabilir. İşbirliğinin geliştirilmesi için herkes tarafından kabul edilebilir bir terör ve terörist tanımının yapılması lazımdır. Uygun tanımlamalar şunlar olabilir. “Terör, yerleşik düzeni değiştirmek amacıyla yapılan ve toplumda yılgınlık yaratan cebir ya da şiddet eylemidir. Terör eylemleri yapan örgüte terör örgütü, eylemi gerçekleştiren kişilere terörist denir.” Terör örgütleri siyasal hedeflerini gerçekleştirmek maksadıyla, insanların yaşam tarzlarını önemli oranda etkileyen ideoloji, etnik ve dinsel duyguları istismar eder. Örneğin; DHKP-C sol ideolojiyi, PKK Kürt etnik kimliğini ve IŞİD ise İslam inanç sistemini istismar ederek kendi siyasal hedeflerine ulaşmaya çalışır. IŞİD gerçekleştirdiği eylemler ve mücadelede en fazla İslam anlayışına ve Müslümanlara zarar vermiştir. Onun için önemli olan 132 BİLGESAM Yayınları Dış Politika ve Güvenlik İslam’a hizmet değil, siyasal hedeflerine ulaşmaktır. Bu nedenle Avrupalılar ve özellikle siyasetçiler bunu dikkate alarak İslamofobi ve İslam karşıtlığını derinleştirecek söylemler ve eylemlerden kaçınmalıdır. IŞİD karşıtı koalisyonun Suriye ve Irak’ta gerçekleştireceği harekâtın başarıya ulaşması için etkin bir kara gücüne ihtiyaç vardır. Hava unsurları ve sadece bölgesel unsurlardan teşkil edilen yetersiz güçler ile sürdürebilir başarı elde edilemez. Bu nedenle koalisyon güçleri etkin bir kara unsuru oluşturmak maksadıyla gerekli katkıyı vermelidir. Mülteci hareketini kontrol edebilmek için Suriye’nin kuzeyinde güvenli bir bölge oluşturulmalı. Bu bölgede uluslararası işbirliği ile mülteciler için uygun kamplar inşa edilmelidir. Paris’teki terör saldırıları, ekonomi ve finans konularını görüşmek üzere Antalya’da toplanan G-20 Zirvesinin gündemini de etkiledi. Görüşmelerde uluslararası terör ve işbirlikçi mücadele yöntemleri üzerinde duruldu. Ortak görüşler sonuç bildirgesinde ve açıklamalarda yer aldı. BİLGESAM Yayınları 133 Prof. Dr. Atilla SANDIKLI HENDEKLER KAPANACAK, GÜVENLİK SAĞLANACAK* Diyarbakır’ın Sur, Şırnak’ın Silopi ve Cizre, Mardin’in Dargeçit ve Nusaybin ilçelerinde icra edilen operasyonların hedefi; teröristlerin temizlenmesi, kamu güvenliği ve otoritesinin sağlanmasıdır. Bu güne kadar devam eden operasyonlarda çok sayıda terörist etkisiz hale getirildi. Halk bu ilçeleri terk etti. İşyerleri ve evler büyük zarar gördü. Karamsar görüşler ve umutlar birbirine karıştı. Bazı uzmanlar bölgenin Türkiye’den ayrıştığı ve koptuğu yorumunu yaparken, güvenlik konusunda yeterli bilgi ve tecrübeye sahip uzmanlar ise 3-6 ay içinde terör örgütünün şehirlerde de eylem inisiyatifini kaybedeceği değerlendirmesi yapmaktadır. Komşu ülkelerdeki gelişmeler nedeniyle terör kısa sürede tamamen ortadan kaldırılamayabilir. Ancak terör örgütü marjinal hale getirilerek günlük hayatı bu günkü kadar etkilemesi önlenebilir. Ne Yapılmalı? PKK terör örgütünün bütün gücüyle kıra dayalı şehir savaşını yürüttüğü böyle bir ortamda, sonucu üç önemli husus belirleyecektir. Birincisi siyasi kararlılık, ikincisi güvenlik güçlerinin sabırlı ve kararlı mücadelesi, üçüncüsü bölge halkının siyasete ve güvenlik güçlerine desteği. Operasyonların ağırlık merkezi bölge halkının PKK’nın değil devletin arkasında durmasıdır. Bu nedenle halkın moralinin yüksek tutulması, terör nedeniyle oluşan zararların karşılanacağı ve yaraların sarılacağına yönelik umutların devam etmesi önemlidir. * Bu yazı 22 Aralık 2015 tarihinde Yeni Yüzyıl gazetesinde yayımlanmıştır. 134 BİLGESAM Yayınları Dış Politika ve Güvenlik Bu güne kadar yapılan operasyonlar polisin; tahkim edilmiş, silah ve patlayıcı yığınağı yapılmış, şehir yapılanması şeklinde teşkilatlanmış terör örgütüne karşı mücadelede yetersiz kaldığını göstermektedir. Bu durum jandarmanın önemini ve gerekliliğini bir kez daha ortaya çıkarmıştır. Silahlı kuvvetlerden belirli bir destek alan jandarma, polis ile işbirliği yaparak makul bir sürede söz konusu ilçeleri teröristten temizleyebilir. Güvenlik güçleri, temizlenen bölgelere terör örgütünün tekrar yerleşmesini engellemek ve halkın güvenliğini sağlamak maksadıyla yerleşim yerlerinde konuşlanmalıdır. Belirli mahallelerde karakollar tesis edilmeli ve karakollar arasında devriyeler oluşturulmalıdır. Halkın güvenliğini sağlayan ve halkla bütünleşen güvenlik güçleri, terör örgütünün bölgeye tekrar yerleşerek halk üzerinde baskı kurmasını önleyebilir. Bölgede günlük hayat canlanır ve ticaret gelişir. Refahın artması ve halk üzerindeki terör baskısının ortadan kalkması devlete olan bağlılığı artırır. Neden Yapılmadı? Son yıllarda Türkiye’de siyaset hiç olmadığı kadar güçlendi. Güçlendikçe vesayet güçleri olarak değerlendirdiği Türk Silahlı Kuvvetleri, bürokrasi ve yargıya karşı önyargılı davranmaya başladı. Bu kurumlara karşı saygı azaldı ve yapılan öneriler dikkate alınmadı. Aynı şekilde yeterli deneyim ve bilgi sahibi olan uzmanlar yerine, yanlışta olsa mevcut uygulamaları öven kişilerin görüşlerine önem verildi. Bu gelişmelere en uygun örnek terörle mücadelede yaşandı. Uzmanların terörle mücadele stratejileri kapsamında önerdiği deBİLGESAM Yayınları 135 Prof. Dr. Atilla SANDIKLI mokrasi, sosyo-kültürel, sosyo-ekonomik ve uluslararası ilişkiler boyutları çözüm süreci kapsamında uygulamaya konurken; güvenlik boyutu bütün uyarılara rağmen ihmal edildi. PKK terör örgütü bu ihmali istismar etti ve 2012 yılında Şemdinli’de yaşadığı hüsrandan sonra değiştirdiği “Kıra Dayalı Şehir Savaşı” stratejisini uygulamak için hazırlık yaptı. Şehir teşkilatlanması, silah ve patlayıcıların depolanması, provalar gerçekleştirildi. Dağdaki teröristle şehir yapılanması arasında irtibat kuruldu. Sonunda süreç patladı. 136 BİLGESAM Yayınları Dış Politika ve Güvenlik TERÖRE KARŞI TEK YÜREK NASIL SAĞLANIR?* Geçen yılın ikinci yarısından sonra Türkiye art arda IŞİD terör saldırılarının hedefi oldu. 5 Haziran’da Diyarbakır’da 5 ölü, 400’den fazla yaralı. 20 Temmuz’da Suruç’ta 34 ölü, 100’den fazla yaralı. 10 Ekim’de Ankara’da 109 ölü, 500’den fazla yaralı. Son olarak İstanbul’da 10 ölü, 15 yaralı. PKK Terör Örgütü ise çözüm süreci boyunca hazırlığını yaptığı “Kıra Dayalı Şehir Savaşı” stratejisini uygulamaya başladı; Diyarbakır’ın Sur, Şırnak’ın Silopi ve Cizre, Mardin’in Dargeçit ve Nusaybin ilçelerinde terör eylemlerini yoğunlaştırdı. Bu saldırılar DHKP-C ve MLKB gibi terör örgütlerinin eylemleri ile birlikte dikkate alındığında, Türkiye’de terör adeta patladı. Türkiye terör örgütlerinin hedefi haline geldi. “Türkiye teröre karşı mücadelede tek yürek olabiliyor mu? İktidar ve muhalefet uyumlu bir mücadele verebiliyor mu?” soruları tartışılmaya başlandı. İktidarın Yaklaşımları Basına açıklama yapan iktidar yetkilileri “terörün sadece AK Parti’nin değil, bütün partilerin ve 78 milyonun ortak sorunu” olduğunu; bu nedenle “Türkiye’deki siyasetin terörle mücadele karşısında birlikte bir duruş sergilemesi gerektiğini” belirtmektedirler. Ayrıca bu yetkililer terör saldırıları sonrasında “medyanın, siyasetin, akademisyenlerin ve STK’ların hükümeti suçladıklarını; bunun sakat, hastalıklı bir anlayış ve tavır olduğunu” vurgulamaktadırlar. “Bu davranışın terörü cesaretlendirdiği ve güç bulmasına yardımcı olduğu konusunu” sorgulamakta ve suçlamalarda bulunmaktadırlar. * Bu yazı 15 Ocak 2016 tarihinde Yeni Yüzyıl gazetesinde yayımlanmıştır. BİLGESAM Yayınları 137 Prof. Dr. Atilla SANDIKLI Muhalefetin Yaklaşımları Muhalefet yetkilileri ise “Benzer olayların geçen yıl Ankara ve Suruç’ta da yaşandığını, terörü bitirmek konusunda açık çek verdiklerini ve terörle mücadeleyi desteklediklerini” belirtmektedirler. Ancak devamında “Defalarca uyardık; ‘Ortadoğu bataklığına Türkiye’yi sürüklemeyin’ dedik. Düne kadar sustuk, sabrettik, artık sabrımız taştı.” diye eleştirmektedirler. Birçok akademisyen ve sivil toplum örgütü; “PKK ile yürütülen çözüm sürecinde yapılan yanlışlıları ve PKK terör örgütünün bu süreci Kıra Dayalı Şehir Savaşı Stratejisi’nin hazırlıkları için kullandığını vurguladıklarını; ancak iktidarın kendilerini dinlemek bir yana ötekileştirdiğini ve dışladığını” söylemektedirler. Benzer şekilde IŞİD konusunda da uyarılar yapıldığını ancak iktidarın bir süre IŞİD’i terör örgütü olarak görmekten kaçındığını ve Sünni aşiretlerin başkaldırısı olarak değerlendirdiğini; hem yurt içinde hem yurt dışında tedbir almakta geciktiğini vurgulamaktadırlar. Tabii ki terör örgütleri ile iltisaklı olan ve girişimlerine destek veren unsurlar da yok değil ancak bunlar küçük bir azınlık. Açıklamalardan anlaşılacağı üzere, iktidar ile muhalefetin büyük kısmı arasında “tek yürek” olma konusunda temel sorun, yönetişim ilkelerine uyulmamasıdır. İktidar muhalefetin yapıcı önerilerini dikkate almamakta; bu nedenle de terörle mücadele konusunda halkın ezici çoğunluğunun yer alacağı “teröre karşı tek yürek” oluşturamamaktadır. Muhalefet ise demokratik seçimle iktidara gelen yönetimin terörle mücadelede esas karar verici olduğunu kabullenememekte ve “teröre karşı tek yürek” olmakta zorlanmaktadır. 138 BİLGESAM Yayınları Dış Politika ve Güvenlik Şeyh Edibali tek yürek olmak konusunda sorumluluğu iktidara yüklemektedir. “Ey oğul! Beysin. Bundan sonra öfke bize, uysallık sana. Gücengeçlik bize, gönül almak sana. Suçlamak bize, katlanmak sana. Geçimsizlikler, çatışmalar, uyumsuzluklar, anlaşmazlıklar bize, adalet sana. Kötü söz, şom ağız, haksız yorum bize, bağışlamak sana. Bölmek bize, bütünlemek sana…” demektedir. BİLGESAM Yayınları 139 Prof. Dr. Atilla SANDIKLI HAKKÂRİ VE ŞIRNAK İL MERKEZLERİ TAŞINACAK* Geçen hafta güvenlik zirvesinde Hakkâri il merkezinin Yüksekova’ya, Şırnak il merkezinin Cizre’ye taşınması kararlaştırıldı. İçişleri Bakanlığı 90 günlük süre içinde valilik, emniyet, jandarma, adliye ve bakanlık il teşkilatlarının taşınması için yasal düzenleme hazırlıyor. Bu illerde 15-20 kurum ve 500-600 memur yer değiştirecek. Muhalefet “hükümetin, daha önce Süleyman Şah türbesini bir gecede taşıdığını, bu sefer de aynı işlemi Türkiye sınırları içinde yapacağını, güvenlik gerekçesiyle il merkezlerinin başka yerlere taşımanın bir zafiyetin göstergesi olduğunu” belirtmektedir. Karar Yüksekova ve Cizrelileri mutlu ederken, Hakkâri ve Şırnak şehir merkezlerinde yaşayanların tepkisini çekmektedir. Gerçekten bu karar gerekli ve doğru mu? Bölgenin güvenliğine ve gelişmesine katkı sağlar mı? Toplumun farklı kesimlerinde tartışılan bu sorular; coğrafya, gelişmeye müsait olama ve güvenlik parametreleri açısından değerlendirilerek cevaplandırılmalıdır. Coğrafi Gerçekler Şırnak il merkezi Namaz Dağı’nın 1650 m. rakımlı yamacına kurulmuş bir yerleşim merkezidir. Dağlık bir coğrafyaya sahiptir. Hemen hemen hiç düz alanı yoktur. Kuzeyden gelen soğuk havalar kışın bu yörenin sert ve karlı geçmesine neden olur. İl merkezinde karla örtülü gün sayısı güney bölgesine göre daha fazladır. Ulaşım imkânları sınırlıdır. Şırnak il merkezinin nüfusu 63.000 civarındadır. * Bu yazı 22 Ocak 2016 tarihinde Yeni Yüzyıl gazetesinde yayımlanmıştır. 140 BİLGESAM Yayınları Dış Politika ve Güvenlik Cizre ise 360 m. yükseklikte geniş bir düzlük üzerine kurulmuştur. Dicle nehri nedeniyle yeterli su kaynaklarına sahiptir. Yaz aylarında sıcak ve kurak, kış aylarında ılık ve yağmurlu bir iklimi vardır. Tarihi ipek yolu üzerinde olması nedeniyle ulaşım imkânları gelişmiştir. Habur sınır kapısına yakındır. Cizre ilçe merkezinin nüfusu 113.000 civarındadır. Hakkâri il merkezi de kendi ismiyle anılan dağın 1720 m. rakımlı yamacına kurulmuştur. Dağlık bir coğrafyaya sahiptir. Hemen hemen hiç düz alanı yoktur. Yazlar kurak ve sıcak, kışlar soğuk ve kar yağışlı geçer. Kış döneminde ortalama sıcaklık -5 ile -22 °C arasındadır. Ulaşım imkânları sınırlıdır. Hakkâri il merkezinin nüfusu 57.500 civarındadır. Yüksekova dağlar arasında düzlük bir alana kurulmuştur. Ovanın yükseltisi 1950 metredir. Genişliği 15 kilometre, uzunluğu 40 kilometredir. Kapalı bir havza konumunda olan ovada sert bir kara iklimi hâkimdir. Kışlar soğuk ve karlı geçer. Ulaşım imkânları sınırlıdır. Yüksekova ilçe merkezinin nüfusu 68.700 civarındadır. Gelişmeye Müsait Olma Coğrafya, iklim ve nüfus parametreleri dikkate alındığında; Hakkâri il merkezinin Yüksekova’ya, Şırnak il merkezinin Cizre’ye taşınmasının uygun olduğu değerlendirilmektedir. Her iki il dağ yamaçlarına kurulmuş, genişleme imkânı olmayan bir arazi yapısına sahiptir. İlçeler ise düz ve gelişme için daha uygun bir alandadır. Ulaşım imkânları açısından da ilçeler ön plana çıkmaktadır. Havaalanları bu ilçelerin sınırları içindedir. Güvenlik Gerekçeleri Hem il hem de ilçe merkezleri güvenlik açısından sorunlu durumda- BİLGESAM Yayınları 141 Prof. Dr. Atilla SANDIKLI dır. Ancak nispi mukayese yapıldığında ilçe merkezleri daha kötüdür. Halen Cizre de sokağa çıkma yasağı devam etmektedir. Alınan istihbarat bilgileri; PKK terör örgütünün Cizre ve Yüksekova’da kurtarılmış yerleşim bölgeleri oluşturma ve devletten koparma girişimlerine ağırlık vereceğini göstermektedir. Ayrıca ilçelerin nüfusu il merkezlerine göre daha büyük olduğu için daha fazla güvenlik yeteneğine ihtiyaç duymaktadır. Sonuç olarak Hakkâri il merkezinin Yüksekova’ya, Şırnak il merkezinin Cizre’ye taşınması; coğrafya, gelişmeye müsait olama ve güvenlik parametreleri açısından doğru bir karardır. 142 BİLGESAM Yayınları Dış Politika ve Güvenlik PKK TERÖRÜ VE 10 MADDELİK EYLEM PLANI* Türkiye, PKK terörüne karşı mücadelesine otuz yıla yakın bir süredir devam etmektedir. Terör olaylarının gerçekleştiği ilk dönemde, terör örgütünün yaptığı eylemlerin küçümsenmesi ve önemsenmemesi zaman içerisinde sorunun daha karmaşık hale gelmesine sebep olmuştur. Güvenlikçi Politikalar Daha sonra terörle mücadelenin ekseni, büyük ölçüde güç kullanımına endekslendi. Terörle mücadelede başarı kriteri öldürülen terörist sayısıyla belirlendi. Bu kriter vahim hatalar zincirinin de başlangıcı oldu. Hukuk kuralları dışında bazı tedbirler alınmaya çalışıldı. Faili meçhul cinayetlerin sayısı arttı. Teröristlerin lojistik desteğinin kesilmesi için çok sayıda köy boşaltıldı. Kısa süre içinde köyünü terk etmek zorunda kalan binlerce insan göç ettikleri coğrafyada sefalete düştü. Bu aileler ve çocukları büyük ölçüde örgütün etki alanına girdi. Güvenlik güçlerinin aldığı tedbirler zaman zaman terör örgütüne karşı önemli başarılar sağlasa da bu tedbirlerin azaltılmasından sonra örgüt yeniden toparlanma sürecine girdi ve kesin bir sonuç elde edilemedi. Bu durum terörle mücadele algısının değişmesine neden oldu. Terörle mücadele algısının değişmesi sonrasında, sorunun sadece güç kullanarak çözülemeyeceği, çok boyutlu bir sorun olduğu, güvenlik dışındaki sivil alanların da devreye sokulması gerektiği anlaşılmaya başlandı. * Bu yazı 9 Şubat 2016 tarihinde Yeni Yüzyıl gazetesinde yayımlanmıştır. BİLGESAM Yayınları 143 Prof. Dr. Atilla SANDIKLI Önerilen Terörle Mücadele Stratejisi Stratejinin temel esasları: “çağcıl demokrasi çerçevesinde etnik kökeni ne olursa olsun tüm vatandaşlarımızın özgürlük alanlarının genişletilmesi; insan hakları ve hukukun üstünlüğü esaslarına uygun olarak güvenliğin sağlanması; bölgesel gelişmişlik düzeyleri arasındaki farkların azaltılması ve refahın yaygınlaştırılması; çağcıl devlet yapısının geliştirilmesidir”. Bu stratejinin dört boyutlu olarak yürütülmesi önem arz etmektedir. Bunlar; Demokratikleşme boyutu kapsamında özgürlükler temelinde demokratik değerlerin geliştirilmesi; Sosyo-kültürel ve sosyo-ekonomik boyut kapsamında terörü besleyen koşulların oradan kaldırılması ve halk desteğinin sağlanması; Güvenlik boyutu kapsamında teröristle mücadele ve silahlı terör örgütünün marjinal duruma getirilmesi; Uluslararası ilişkiler boyutu kapsamında teröre sağlanan uluslararası desteğin kesilmesidir. Güvenlik Boyutunun İhmali Müzakere ve çözüm süreci kapsamında iki büyük hata yapıldı. PKK terör örgütü muhatap olarak alındı ve bunun sonucu olarak terör örgütüne karşı güvenlik tedbirleri ihmal edildi. Terör örgütünün muhatap alınması onun hem toplumda hem de uluslararası alanda meşruiyetini artırdı. Güvenlik tedbirlerinin alınmaması ise terör örgütünün “Kıra Dayalı Şehir Savaşı Stratejisi” doğrultusunda hazırlanmasına, şehir örgütünün teşkilatlanmasına, patlayıcı ve silahların şehirlere taşınmasına uygun ortam sağlandı. Başlangıçta nasıl güvenlikçi yaklaşım terörle mücadelede yeterli olmadıysa, sonrasında da güvenlik tedbirlerinin alınmaması terör 144 BİLGESAM Yayınları Dış Politika ve Güvenlik örgütünün gelişmesine ve daha fazla güvenlik personelimizin şehit olmasına neden oldu. Güvenlik konusunda yapılan hata ve ihmallerin maliyetinin, şehitler ve yaralıların kanları olduğu bir kez daha görüldü. Eylem Planı Başbakan Davutoğlu, alınan dersler ışığında hazırlanan 10 maddelik Terörle Mücadele Eylem Planı’nı açıkladı. Planda silahlı terör örgütünün muhatap alınmayacağı; direkt halkla birlikte hareket edileceği; yeterli güvenlik tedbirlerin uygulanacağı; demokratik, sosyo-kültürel, sosyo-ekonomik açılımların yapılacağı vurgulanıyor. Planın başarılı olması için öncelikle güvenliğin ve devlet otoritesinin tesisi şart. Halkın yaralarının sarılması ve rehabilitasyonu en az onun kadar önemli. BİLGESAM Yayınları 145 Prof. Dr. Atilla SANDIKLI ÖZGÜRLÜK İÇİN GÜVENLİK* Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu’nun Başbakanlık baş danışmanı iken açıkladığı, dış politika ilkeleri arasında ilk sırada yer alan “özgürlük güvenlik dengesi”, gerek Dışişleri Bakanlığı gerekse Başbakanlık dönemlerinde de vurgulandı. Özgürlük güvenlik dengesi ne anlama geliyor? Denge kelimesi verilmek istenen mesajı tam olarak ifade ediyor mu? Özgürlük Güvenlik Dengesi mi? Özgürlük herhangi bir kısıtlamaya, zorlamaya bağlı olmaksızın düşünme veya davranma, herhangi bir şarta bağlı olmama durumu olarak tanımlanmaktadır. Güvenlik ise toplum yaşamında yasal düzenin aksamadan yürütülmesi, kişilerin korkusuzca yaşayabilmesi olarak açıklanmaktadır. İhtiyaçların ve isteklerin güven altında bulunması ve devlet olarak örgütlenen bir toplumun düzen içinde yaşaması anlamına da gelmektedir. Tanımlamalardan anlaşılacağı üzere güvenlik kavramı içinde özgürlüklerin sağlanması da yer almaktadır. Yani güvenliği sağladığınızda özgürlüğü de sağlamış olursunuz. Özgürlüğün olmadığı bir durumda güvenlikten de söz etmek mümkün değildir. Özgürlük ve güvenlik bir birine zıt kavramlar olarak değerlendirilmemelidir. Bu nedenle özgürlük güvenlik dengesi değil özgürlük güvenlik ilişkisi ifadesi daha doğru bir söylemdir. İfadenin Şekli Neden Önemli? Başbakanımız, güvenliğin özgürlük için feda edilmesi durumunda kargaşa, özgürlüğün güvenlik için feda edilmesi durumunda dikta* Bu yazı 12 Şubat 2016 tarihinde Yeni Yüzyıl gazetesinde yayımlanmıştır. 146 BİLGESAM Yayınları Dış Politika ve Güvenlik törlük rejimlerinin ortaya çıkacağını vurgulamaktadır. Güvenliği riske atmadan azami derecede özgürlük ve özgürlükleri sınırlamadan azami derecede güvenlik sağlanması gerektiğini söylemektedir. Bu söylem de yanlış çıkarımlara neden olabilir. Çünkü bu açıklama güvenliği sağlamak için alınan tedbirlerin, sanki özgürlükleri ortadan kaldırıyormuş gibi bir anlam içermektedir. Bu yaklaşım güvenlik kavramını itici bir hale getirmektedir ve ihtiyaç duyulan güvenlik tedbirlerinin zamanında alınmasını engellemektedir. Örneğin çözüm sürecinde bu yanlışa düşülmüştür. Özgürlük için gerekli güvenlik tedbirleri zamanında alınmamış, PKK Terör Örgütü “Kıra Dayalı Şehir Savaşı” strateji için hazırlık yapmak, teşkilatlanmak, patlayıcı ve silahları bölgeye taşımak için elverişli bir ortam yakalamıştır. Bunun sonucu olarak bölgede yaşam hakkı dâhil en temel özgürlükler ortadan kalkmıştır. Ayrıca bu söylemden diktatörlük yönetimlerinde sanki güvenlik sağlanıyormuş gibi bir anlam çıkmaktadır ki, bu da doğru değildir. Özgürlüğün olmadığı bir ülkede güvenlikten bahsetmek mümkün değildir. Günümüzde güvenlik sadece devletin güvenliğini ifade etmemektedir. Güvenlik kavramına toplumsal güvenlik ve bireyin özgürlükleri de dâhil olmuştur. Toplumun özgürlüğü, huzuru, mutluluğu ve refahı da önem kazanmıştır. Vurgulanan hususlara ilave olarak bu açıklamalardan güvenliğin sağlanması için otoriter yönetimlere ihtiyaç vardır anlamı da çıkarılmaktadır. Bu değerlendirme de yanlıştır. Bu algıyı istismar eden otoriter yönetimler, iktidarlarının devamını sağlamak için toplumdaki güvenlik kaygılarını derinleştirecek girişimlerde bulunurlar. BİLGESAM Yayınları 147 Prof. Dr. Atilla SANDIKLI Özgürlük ve Güvenlik İlişkisi Özgürlük ve güvenlik ilişkisi ifadesi daha doğru bir söylemdir. Çünkü güvenlikten amaç özgürlüklerin önündeki engellerin kaldırılmasıdır. Bu bize alınacak tedbirlerin boyutu için bir ölçüt vermektedir. Alınacak güvenlik tedbirleri öngörülen tehdidin özgürlükleri ortadan kaldırıcı veya sınırlayıcı etkisinden daha fazla özgürlüklere olumsuz yönde etki yapmamalıdır. Eğer alınan güvenlik tedbirleri olası tehditlerden daha fazla özgürlükleri sınırlıyorsa, siz güvenlik üretmekten çok güvenlik problemi yaratmış olursunuz. Bu durum alınan güvenlik tedbirlerinin başarılı olmasını da engeller. Halk güvenlik tedbirlerine tepki gösterir ve potansiyel gerilimler artar. 148 BİLGESAM Yayınları Dış Politika ve Güvenlik İDİL’DE OPERASYON, ANKARA’DA TERÖR* Şırnak’ın Silopi ve Cizre ilçelerinde operasyonlar sürürken PKK terör örgütü İdil ilçesine yığınak yaptı. Turgut Özal ve Yenimahalle bölgelerinde hendekler açtı, barikatlar kurdu ve bombalı tuzaklar döşedi. Bu nedenle İdil ilçesinde Salı günü saat 23.00’ten itibaren sokağa çıkma yasağı uygulanmaya başladı. Önümüzdeki günlerde PKK terör örgütünün benzer girişimlerine karşı Nusaybin ve Yüksekova’da da operasyonlar başlatılabilir. Bu ilçelere bugüne kadar operasyon yapılmamasının nedeni, tehdidin önceliği sebebiyle Sur ve Cizre’de sürdürülen operasyonlar olabilir. Sur ve Cizre’de polis ve jandarma unsurları kullanılmasına rağmen yeterli sonuç alınamayacağı görülünce silahlı kuvvetlerin desteği alındı. Yapılan operasyonlarda çok sayıda terörist etkisiz hale getirildi. Ancak bölgede evler önemli ölçüde hasar gördü. Operasyonlar Neden Aynı Anda Yapılmadı? Operasyonların zorluğu, yaratabileceği tahribat ve halk üzerindeki etkisi dikkate alınarak, hendek ve barikatların olduğu bütün ilçelerde aynı anda operasyon yapılmadı. Bütün ilçelerde eşzamanlı operasyon yapılması durumunda, güneydoğu Anadolu’da birçok ilçede aynı anda göçler yaşanacak, çatışma ve tahribat bugün yaşanandan daha büyük olacaktı. Bu durum hem iç kamuoyunda hem de uluslararası toplumda daha fazla tartışma yaratacak ve tepkiler artacaktı. Bu nedenle terör örgütünün hendek ve barikatlar inşa ettiği ilçelere yönelik planlanan operasyonlar safhalara ayrılmış olabilir. İlk etapta en tehlikeli ve öncelikli olan ilçelere operasyon yapılması, bu ilçelerde operasyon bittikten sonra yeniden inşa ve rehabilitasyon * Bu yazı 19 Şubat 2016 tarihinde Yeni Yüzyıl gazetesinde yayımlanmıştır. BİLGESAM Yayınları 149 Prof. Dr. Atilla SANDIKLI çalışmalarına ağırlık verilmesi, bu çalışmalarla birlikte ikinci öncelikli ilçelere operasyonlar başlatılması, bu şekilde bütün ilçelerin temizlenmesi planlanmış olabilir. Böyle bir hareket tarzında operasyon safhalara ayrıldığından bölgede yaşanacak göçler ve tahribat daha az görülür. Operasyonların bitirildiği, yeniden inşa ve rehabilitasyon çalışmalarının yürütüldüğü ilçelerdeki olumlu gelişmeler, operasyon yapılacak diğer ilçelerdeki gelişmelere tepkiyi azaltır, güvenlik güçlerine desteği artırabilir. Bu sayede hem iç kamuoyunda hem de dış kamuoyunda aşırı tepkilerle karşılaşılmaz. İlk operasyon yapılan ilçelerdeki deneyimlerden istifade edilebilir. Deneyimli personel operasyon yapılan ilçelere kaydırılabilir. Böylece operasyonlarda başarı şansı artar ve terör örgütünün halkı istismar ederek şehir savaşı başlatma stratejisi engellenir. Terör Eylemleri Yayılabilir Maalesef bu alt başlığı yazdıktan sonra Ankara’da terör saldırısı yapıldı. 28 silah arkadaşım ve vatandaşım hayatını kaybetti, 61’i yaralandı. Üzüntüm sonsuz. Hayatını kaybeden arkadaşlarıma Allah’tan rahmet, yarılara acil şifalar dilerim. Maalesef daha yazım yayınlanmadan attığım alt başlıkla ilgili gelişme yaşanması endişelerimi daha da artırıyor. Maalesef son yıllarda Türkiye karşıtı devletler ve terör örgütleri ülkemizi hedef almış durumda. Siyasi iktidar adalet ve değerler gibi idealist kuram çerçevesinde olması gerekenleri anlatmaktan ziyade gerçeklere dönmek zorunda. Hayallerden kurtulup Türkiye’ye yönelik iç ve dış tehditlere karşı gerekli tedbirleri etkin olarak almalı. Muhalefete de birkaç söz gerek. Türkiye uzun yıllardan beri ilk defa iç ve dış tehditlere karşı bu kadar hassas ve yalnız durumda. Her 150 BİLGESAM Yayınları Dış Politika ve Güvenlik zamankinden daha çok birlik ve beraberliğe ihtiyaç var. Türkiye iktidarı ve muhalefetiyle tek yürek olmalı. Dışardaki ve içerdeki tehditlere karşı dimdik durmalı. BİLGESAM Yayınları 151 Prof. Dr. Atilla SANDIKLI ANKARA GÜVENLİK KONSEPTİNİN İÇERİĞİ* Ortadoğu bölgesinde değişen uluslararası güvenlik ortamı, Türkiye’ye yönelik güvenlik tehditlerini hem artırdı hem de çeşitlendirdi. IŞİD gibi bir terör örgütü devletleşti ve güney sınırımıza komşu oldu. Sınırlarımızın hemen ötesinde vahşi katliamlar gerçekleştirdi. Türkiye’ye yönelik tehditlerde bulundu. Suriye’deki iç savaş Türkiye’ye 2,6 milyon sığınmacının akın etmesine neden oldu. Suriye ve destekleyicileri Rusya ve İran Türkiye’ye düşmanca yaklaşımlarda bulunmaya başladı. Bölgesel güvenlik ortamındaki olumsuz gelişmeler ülke içindeki güvenlik ortamındaki hassasiyetleri de artırdı. Türkiye’ye düşmanca yaklaşımlar sergileyen devletler ile Türkiye’deki terör örgütleri PKK, uzantısı PYD ve TAK, DHKP-C, MLKP etkileşime girdi. Türkiye vekâlet savaşlarının yürütüldüğü bir coğrafyaya dönüştü. Ankara’da Terör Tehdidi Ankara terör saldırılarının en önemli hedefi haline geldi. Beş ay içinde meydana gelen iki terör saldırısında; Gar Kavşağında 109 kişi öldü, 500’den fazla kişi yaralandı, Merasim Sokak’ta 28 kişi öldü, 81 kişi yaralandı. Terör Türkiye’nin başkenti Ankara’yı, Ankara’nın da kalbi TBMM, Başbakanlık, Genelkurmay Başkanlığı, Hava Kuvvetleri Komutanlığı’nın merkezindeki Merasim Sokağı hedef aldı. Gelecek dönemde saldırılar devam edebilir ve bu eylemler halkta çok derin etkiler oluşturabilir. Halk üzerinde korku, şok, yılgınlık ve umutsuzluk artabilir. * Bu yazı 23 Şubat 2016 tarihinde Yeni Yüzyıl gazetesinde yayımlanmıştır. 152 BİLGESAM Yayınları Dış Politika ve Güvenlik Başkentte özgürlük ortamının devamını sağlamak için değişen tehditlere karşı gerekli tedbirler alınmalıydı. Bu nedenle Cumartesi günü Ankara Valiliği’nde Başbakan Davutoğlu’nun katıldığı 5 saat süren bir güvenlik toplantısı yapıldı. Toplantı sonunda Ankara’ya özel bir güvenlik konsepti hazırlanmasına karar verildiği ve bu konsept için belirli prensiplerin belirlendiği açıklandı. Eğer Ankara için bugüne kadar böyle bir konsept ve plan hazırlanmadıysa, bu çok büyük bir eksikliktir. Hatta büyük bir ihmaldir. İl bazında haftalık güvenlik toplantıları yapılacağı belirtildi. Bu toplantıların da düzenli olarak yapılması gerekiyordu. Yapılmamış olduğunu düşünemiyorum. Konsept Nasıl Hazırlanır? Ankara güvenlik konsepti ve planı nasıl hazırlanır? Bu planda neler bulunur? İlk olarak Türkiye’nin ve Başkent Ankara’nın güvenlik ortamı değerlendirilir. Değerlendirmeler ışığında güvenlik tehditleri tespit edilir. Bu tehditlerin hedef alabileceği hassas bölgeler, yerler ve olaylar öngörülür. Bu yerlerin güvenliğinin sağlanması için güvenlik gücü, teçhizat ve araç ihtiyacı tespit edilir. İhtiyaçların hangi polis, jandarma ve silahlı kuvvetler unsurları tarafından karşılanacağı belirlenir. Belirlenen güvenlik unsurlarının hazırlanacak senaryolara uygun olarak hangi teorik ve uygulamalı eğitimleri yapacağı programlanır. Prova ve tatbikatlar planlanır. Tehditler; bomba yüklü araçlarla saldırılar, intihar saldırıları, önceden yerleştirilmiş bombalarla saldırlar, kundaklama, sabotaj, ateşli silahlarla saldırlar, önemli kişilere suikastlar, önemli kişileri kaçırma, uçak kaçırma, kurtarılmış bölgeler oluşturma ve kitlesel ayaklanmalar vb. girişimler olabilir. BİLGESAM Yayınları 153 Prof. Dr. Atilla SANDIKLI Hassas bölgeler ve yerler; Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık, Bakanlıklar, Genelkurmay, Kuvvet Komutanlıkları, Valilik, Büyükelçilikler, garlar, havaalanları, kalabalık meydanlar ve istasyonlar, kalabalık gösterilerin yapılacağı alanlar, barajlar, santraller, elektrik ve doğalgaz merkezleri, köprüler, kavşaklar ve toplu ulaşım araçları olabilir. Son olarak terörle mücadele top yekûn bir mücadeledir. Bu nedenle halkın bilinçlendirilmesi gerekir. Okullarda ve kurumlarda eğitim programları düzenlenmesi faydalı olacaktır. 154 BİLGESAM Yayınları Dış Politika ve Güvenlik NUSAYBİN, ŞIRNAK VE YÜKSEKOVA’DA OPERASYON* Bugüne kadar Cizre, Sur, Silopi, İdil, Dargeçit ve Derik dâhil 12 ilçede yapılan hendek operasyonlarında, 1.300 civarında PKK terör örgütü mensubu etkisiz duruma getirildi. 1.500 civarında barikat ve hendek kaldırıldı ve kapatıldı. 105 şehidimiz kalpleri dağladı. İlçelerde büyük tahribat yaşandı. İnsanlar bu ilçeleri terk etti. Bu ilçelerde yeterli güvenlik sağlandıktan ve çeşitli yerlere yerleştirilmiş patlayıcılar ve bubi tuzakları temizlendikten sonra, yeniden inşa ve rehabilitasyon çalışmalarına hız verilecek. Terörün tahrip ettiği tarihi yerler aslına uygun şekilde onarılarak gelecek nesillere sunulacak. Halkın mağduriyeti en kısa sürede giderilerek günlük yaşam normale dönecektir. Terör örgütünün temizlenen ilçelere tekrar sızması ve yeni hendek ve barikatlar inşa etmemesi için gerekli güvenlik tedbirleri alınacak. İlçelere giriş ve çıkışlar kontrol altında tutulacak. İlçe içinde hassas yerlerde güvenlik merkezleri oluşturulacak. Mahalle ve sokaklar polis, bekçi ve koruculara zimmetlenecek. Güvenlik personeli halkla iç içe ve omuz omuza gönül birliği içinde vatandaşlarımızın özgürlükleri için güvenliklerini sağlayacaktır. Yeni Operasyonlar Başlıyor Operasyonların tamamlandığı ilçelerde yeniden inşa ve rehabilitasyon çalışmaları sürerken Nusaybin, Şırnak ve Yüksekova’da operasyon hazırlıkları sürüyor. Güvenlik güçleri bu bölgelere kaydırılıyor. Yakında birliklerin konuşlandırılması tamamlanacak ve operasyon hazırlıkları bitirilecek. Şimdiden operasyonlara iştirak edecek güvenlik personelimize “Allah korusun ve başarılı kılsın” diye dua ediyoruz. * Bu yazı 15 Mart 2016 tarihinde Yeni Yüzyıl gazetesinde yayımlanmıştır. BİLGESAM Yayınları 155 Prof. Dr. Atilla SANDIKLI Terörle mücadele zor bir görev! Operasyon esnasında bir yanda hayatınız veya silah arkadaşınızın hayatı, diğer yanda sivil halka ve mümkün olduğu kadar mülklerine zarar verilmemesi. Karşınızda kanla beslenen terör örgütü mensupları. Hiçbir sınırlamaları yok. Halka zarar vermekten çekinmedikleri gibi gerektiğinde onları kalkan olarak kullanılıyorlar. Mülklerde her tür tahribatı yapıyorlar. Tüneller kazıyor, duvarları yıkıyor, tahrip maddeleri ve bubi tuzakları yerleştiriyor, hastaneleri ve okulları yakıyorlar. Kim Kazanacak? Tabii ki herkes kaybedecek. Bölge halkı yaralı, yorgun ve bıkkın. Evi, işyeri ve kaynakları büyük zarar görmüş durumda. İlçeler tahrip olmuş ve tarihi eserleri büyük zarar görmüş. Güvenlik güçlerinin çok sayıda şehidi ve yaralısı var. Millet hem şehidimizin ve yaralılarımızın, hem de bölgedeki vatandaşlarımızın acısını yaşıyor. Millet olarak yeter artık terör bitirilsin, son bulsun istiyoruz. Bütün bunlara rağmen en fazla darbeyi PKK terör örgütü ve yandaşları alıyor. Her geçen gün güç kaybediyor. Çözüm süreci boyunca yakaladığı fırsat, yaptığı yığınak ve hazırlıklar bir bir yok oluyor. Çok sayıda eğitilmiş militanını kaybediyor. Her geçen gün eriyor. Hatta halka verdiği büyük zarar nedeniyle halkla karşı karşıya geliyor. Halkın tepkisi artıyor. Bütün çağrılara ve zorlamalara rağmen halk sokaklarda eylemlere katılmıyor. Terör örgütü yeni çağrılar yapıyor. Büyük şehirlerde eylemlerin artırılması ve güneydoğuda yerleşim bölgelerinde kurtarılmış bölgeler oluşturulması talimatı veriyor. Tehditler savuruyor. Eğer şehirlerde başarılı olunmazsa tekrar dağda ve kırda Türk Silahlı Kuvvetleriyle karşı karşıya gelmekten korkuyor. Böyle bir durumda geçmiş deneyimlerden biliyor ki, başarılı olması imkânsız. Hezimet ve marjinalleşme kaçınılmaz. 156 BİLGESAM Yayınları Dış Politika ve Güvenlik YÜKSEKOVA’DA OPERASYON TAMAMLANDI* Yüksekova’da PKK terör örgütü mensuplarına yönelik 13 Mart’ta başlayan operasyon tamamlandı. Cumhuriyet, Orman, Mezarlık, Eski Kışla, Yeşildere, Esentepe, Güngör ve Dize mahalleleri teröristlerden temizlendi. Operasyonda; 196 terörist etkisiz hale getirildi, 214 barikat kaldırıldı, 135 hendek kapatıldı ve 286 EYP imha edildi. 619 adet çeşitli cins ve çapta silah, bu silahlara ait 46.669 adet mühimmat, 35 telsiz ve EYP yapımında kullanılan 2220 kg patlayıcı madde ele geçirildi. Bölgede ayrıntılı arama/tarama ile hendek ve barikatların kaldırılması, kapatılması, EYP’lerin etkisiz hale getirilmesi faaliyetlerine devam ediliyor. Ülkemizin ve milletimizin huzur ve güvenliğini temin etmek için Türk Silahlı Kuvvetleri ve emniyet mensupları ile geçici köy korucuları omuz omuza kahramanca görevlerini yapıyor. Hepsini millet olarak kutluyoruz. Yüksekova Neden Önemli Bu köşede 22.12.2015 tarihinde yayınlanan “Hendekler kapanacak, güvenlik sağlanacak” başlıklı yazıda; PKK terör örgütünün “Kıra Dayalı Şehir Savaşı Stratejisi”ni uygulamaya çalıştığı ve sonucu üç önemli hususun belirleyeceği yazılmıştı. Birincisi siyasi kararlılık, ikincisi güvenlik güçlerinin sabırlı ve kararlı mücadelesi, üçüncüsü bölge halkının siyasete ve güvenlik güçlerine desteği. Bunlar gerçekleşiyor ve art arda operasyonlar başarıyla tamamlanıyor. Yine 1 Nisan 2016’da “PKK hendek stratejisinde başarısız oldu” başlıklı yazıda; PKK terör örgütünün hendek stratejisinde başarısız * Bu yazı 22 Nisan 2016 tarihinde Yeni Yüzyıl gazetesinde yayımlanmıştır. BİLGESAM Yayınları 157 Prof. Dr. Atilla SANDIKLI olduğu ve “kırsala çekileceği” açıklanmıştı. Halkın büyük çoğunluğunun PKK’dan nefret ettiği, yuvasını yıkan, ocağını söndüren ve bütün yaşama sevincini yok eden bu terör örgütünün, kendilerine gelecek vadetmediğini acı tecrübeyle gördüğü belirtilmişti. Halkı karşısına alan bir terör örgütünün başarısızlığa mahkûm olduğu vurgulanmıştı. Cizre, Sur, Silopi, İdil, Dargeçit, Derik’ten sonra Yüksekova’da da operasyonlar başarıyla tamamlandı ve yukarıda yazılan öngörüler gerçekleşti. PKK terör örgütünün hendek stratejisinde başarısız olduğu teyit edildi. PKK, artık kırsalda eylemlerine devam edecek ve ittifak yaptığı TAK, DHKP-C, MLKB ve benzeri örgütlerle büyük şehirlerde bombalı eylemler yapmaya çalışacak. Kırsalda Başarılı Olabilir mi? Yukarıda belirtilen yazılarda PKK’nın kırsalda da güvenlik güçlerine karşı başarı şansının olmadığı açıklanmıştı. Bu yazılar yazdıktan sonra gelişen olaylar yakından takip edildi ve ilgililerle görüşüldü. Kandil, Kuzey Irak ve yurtiçindeki kamplara yapılan hava ve kara operasyonları ile PKK’nın kırsalda yeniden teşkilatlanması ve lojistik eksikliklerini gidermesi engellendi. Kuzey Irak ve Suriye’den ağır silah ve mühimmat ikmali yapması önlendi. Bu günler önceden öngörülerek Güneydoğudaki hassas karakollara yönelik PKK operasyonlarına karşı her türlü tedbir önceden alınmaya çalışıldı. PKK’nın bu karakollara yönelik saldırıları yapılan bu hazırlıklar sonucunda hüsrana uğradı. Müteakiben yapılan hava ve kara operasyonları ile büyük zayiat verdirildi. Önümüzdeki dönemde güvenlik güçlerinin “İzle-Gör-Yok Et Stratejisi” ile PKK terör örgütü bunları da yapamayacak duruma gelecek. 158 BİLGESAM Yayınları Dış Politika ve Güvenlik Siyasi kararlılık, güvenlik güçlerinin sabırlı ve kahramanca mücadelesi ve bölge halkının desteği ile bu yılın sonuna kadar PKK terör örgütü marjinalleşmeye başlayacak. Halkın güvenliğini sağlayan ve halkla bütünleşen güvenlik güçleri, terör örgütünün bölgeye tekrar yerleşmesine ve halk üzerinde baskı kurmasına engel olacak. Bölgede günlük hayat canlanacak ve ticaret gelişecek. Refahın artması ve halk üzerindeki terör baskısının ortadan kalkması devlete olan bağlılığı artıracak. BİLGESAM Yayınları 159 Prof. Dr. Atilla SANDIKLI PKK HENDEK STRATEJİSİNDE BAŞARISIZ OLDU* PKK terör örgütü elebaşlarından Murat Karayılan, şehirlerdeki hendek stratejisinin yanlış olduğunu söylemiş ve pişman olmuş. PKK’nın daha önce olduğu gibi “kırsala çekileceğini” açıklamış. Adeta başarısızlıklarını ilan etmiş. Neden başarısız oldular? Ne yapacaklar? Yine başarısız olacaklar. PKK Neden Başarısız Oldu Başarısız oldular çünkü bu süreçte terör örgütü 5.359 kayıp verdi. Cizre, Sur, Silopi, İdil, Dargeçit, Derik, Nusaybin, Şırnak ve Yüksekova’da yüzlerce ev tahrip oldu. İşyerleri talan edildi. Hastaneler ve okullar yakıldı. Halkı sokağa dökmeye çalıştılar ama her seferinde bölge halkı oyuna gelmedi ve terör örgütünü desteklemedi. Kitlesel halk hareketleri; devlete karşı geniş çaplı gösteriler ve eylemler olmadı. Halk bırakın desteklemeyi artık PKK’dan nefret ediyor. Yuvasını yıkan, ocağını söndüren ve bütün yaşama sevincini yok eden bir terör örgütünün, kendilerine gelecek vadetmediğini acı tecrübeyle gördü. Halkı karşısına alan bir terör örgütünün başarı şansı olamaz. Bunu yakından takip eden Karayılan kaybettiklerinin farkında ki, başarısızlıklarını kabul edip, pişman olmuş. Ancak rehavete kapılmamalı henüz yerleşim yerleri teröristlerden tamamen temizlenmedi. Barikatlar kaldırılıyor, hendekler temizleniyor, bubi tuzakları ve patlayıcılar etkisiz duruma getiriliyor. Çatışmalar yoğun bir şekilde devam ediyor. Hala çok sayıda şehit ve yaralı veriliyor. Çözüm sürecinde etkin güvenlik tedbirleri almamanın maliyeti kanla ödeniyor. * Bu yazı 1 Nisan 2016 tarihinde Yeni Yüzyıl gazetesinde yayımlanmıştır. 160 BİLGESAM Yayınları Dış Politika ve Güvenlik Üstesinden gelinmesi gereken temel sorun; yıkılmış yerleşim yerlerinin yeniden inşası ve halkın rehabilitasyonu. Bu sorun, halkın geleceğe umutla bakmasını sağlayacak, devletin gücünü ve şefkatini hissedecek şekilde süratle çözülmelidir. Halkın en kısa sürede normal yaşama dönmesi sağlanmalıdır. Bu çalışmalarda başarılı olunması durumunda, devletin terörle mücadelesine destek daha da artacak ve PKK terör örgütünün başarı umudu yok edilecektir. Bu satırları geçmişte yaşanmış deneyimlere istinaden yazıyorum. 1996-97 yıllarında Şırnak’ta benzer durumlar yaşanmıştı. Şehir ve çevresi teröristlerden temizlenince halkın üzerindeki baskı ortadan kalktı. Halk normal yaşamına döndü ve devlet halkla kucaklaştı. Şehre girmek için teşebbüs eden bazı teröristler halk tarafından sopayla kovalandı. Umarım benzer olayları tekrar yaşarız. PKK Ne Yapacak? PKK terör örgütü hendek stratejisinde başarılı olamayınca ve halk desteğini kaybedince tekrar kırsala dönecektir. Kırsalda mücadele için yeniden teşkilatlanacak ve lojistik eksikliklerini gidermeye çalışacaktır. Kuzey Irak ve Suriye’den ağır silah ve mühimmat ikmali yaparak baharla beraber güvenlik güçlerine saldırmaya başlayacaktır. IŞİD’in büyük şehirlerde yaptığı bombalı eylemlerin etkisini daha da artırmak için benzer eylemleri PKK ve ittifak yaptığı TAK, DHKP-C, MLKB de gerçekleştirebilir. Eylemlerini yurt sathına yayarak güvenlik güçlerinin güneydoğuda yoğunlaşmasını engellemeye çalışabilir. PKK’nın kırsalda da güvenlik güçlerine karşı başarı şansı hiç yok. Bu stratejinin 2012 yılında Şemdinli’deki son uygulamasında hüsrana uğramıştı. “İzle-Gör-Yok Et Stratejisi” karşısında büyük zayiat BİLGESAM Yayınları 161 Prof. Dr. Atilla SANDIKLI vermişti. Eğer bu stratejiye altı ay daha devam edilseydi, PKK’da 1998 yılında görülen çözülme süreci tekrar yaşanırdı. Altı ay erken başlayan “Çözüm Süreci” ve bu süreçte yapılan hatalar PKK’yı tekrar yaşama döndürdü. Bu defa aynı hatayı yapmayalım ve PKK marjinalleşinceye kadar operasyonlara kararlı bir şekilde devam edelim. 162 BİLGESAM Yayınları Dış Politika ve Güvenlik KİLİS’E ROKET SALDIRILARI* IŞİD uzun bir süredir hem bombalı terör saldırıları hem de Katyuşa roketleri ile Türkiye’yi hedef alıyor. Bu saldırılarda çok sayıda vatandaşımız hayatını kaybediyor ve yaralanıyor. IŞİD geçen ocak ayından itibaren Kilis’e 45 Katyuşa roketi attı. Kent merkezinde patlayan mermiler 6’sı Suriyeli 18 kişinin ölümüne, 62 kişinin de yaralanmasına yol açtı. Roket saldırıları nedeniyle diken üzerinde yaşayan Kilis’teki vatandaşlarımız endişe içinde ve gergin. Roket mermilerine hedef olmaktan korkan halk evlerinden çıkamıyor. Her an ölüm korkusuyla yaşayan halkın psikolojisi bozuk ve göç hazırlıkları yapıyor. Tabii ki, aynı zamanda her türlü provokasyona açık. Bu durum sürdürülemez. Devlet halkın güvenliği için gerekli tedbirleri almalı. Ama nasıl? Alınan Tedbirler Öncelikle Kilis’te ilave askeri tedbirler alınacak. Ekonomik destekler kapsamında, saldırılar sırasında zarara uğrayan esnaf ve sanatkârlar ile tüccarların zararları giderilecek. Bu kapsamda evi ve dükkânı yıkılanların zararları tazmin edilecek. Kamu yararına çalışanların istihdam süreleri mevcutlarda 9 aya çıkartılacak. Valiliğin isteği doğrultusunda yeni istihdam sağlanacak. Kilis bölgesine ilave zırhlı birlikler, havanlar, topçu birlikleri ve çok namlulu roketatarlar kaydırılıyor. İstihbarat yetenekleri artırılıyor. İnsansız hava araçlarıyla bölge havadan 24 saat gözetleniyor. Belirlenen hedefler Fırtına toplarıyla vuruluyor. Ayrıca koalisyon uçakları hava saldırıları düzenliyor. IŞİD hedefleri bir biri ardına vuruluyor. * Bu yazı 29 Nisan 2016 tarihinde Yeni Yüzyıl gazetesinde yayımlanmıştır. BİLGESAM Yayınları 163 Prof. Dr. Atilla SANDIKLI Bütün bu önlemler, aslında Kilis’e saldırılar başladığında tehdidin boyutları öngörülerek, bu kadar zayiat verilmeden önce alınabilirdi. Kilis’e düşen Katyuşa roketlerinin yanlışlıkla yapılan atışlar olmadığı, IŞİD’in Katyuşa roketleri ile Kilis’i hedef aldığı değerlendirilmeliydi. Bu günlerde alınan tedbirler daha önceden alınmalıydı. IŞİD’in bölgeye getirdiği roketatarlar insansız hava araçları ile tespit edilerek, ateş etmeden önce imha edilmeliydi. İlave Hangi Tedbirler Alınabilir? Bölgedeki önleyici istihbarat kabiliyetinin yeterli olmadığı belli. Fırtına toplarının IŞİD roketatarların imhası için yeterli olmadığı açık. Çok namlulu roketatarlarımız ile hedeflerin vurulması zor. Rusya’nın S-400 hava savunma füzeleri nedeniyle, uçaklarımızın Suriye sınırını geçmesi ve hedefleri vurması büyük risk. Peki, ne yapılmalı? En etkili önlem İncirlik’teki 15 adet Predator’ün (İnsansız Silahlı Hava aracı) kullanılması. Predator’ler havadan hedefleri tespit edebilir ve üzerindeki Hellfire füzeleri ile anında vurabilir. Türkiye’yi hedef alan roket mevzilerinin tahrip edilmesi için bu hava araçlarının kullanılması ABD’den talep edilmelidir. Predator’lerin bölgede görev yapması caydırıcılık sağlayabilir ve IŞİD’in, Katyuşa roketatarlarını bölgeden çekmesine neden olabilir. Koalisyon hava unsurları da IŞİD hedeflerinin imhası maksadıyla kullanılabilir. Zaten bu unsurlar IŞİD’le mücadele etmek için görevli değiller mi? Peki bu güne kadar neden etkin olarak kullanılmadı? Bu unsur, sadece PYD ve Irak merkezi kuvvetlerine destek vermek için mi bölgede? Topraklarında konuşlanan ve müttefiki olan Türkiye’ye ve onula beraber hareket eden guruplara neden destek sağlamıyor? 164 BİLGESAM Yayınları Dış Politika ve Güvenlik Ayrıca ABD’den talep edilen HIMARS bataryalarının bölgeye yerleştirilmesi faydalı olur. Bu bataryaların menzili 90 kilometre civarındadır. Çok sayıda roketi aynı anda atma kabiliyeti sayesinde, Katyuşa mevzilerinin imhası için etkin olarak kullanılabilir. AfrinCerablus arasında yer alan ve “Münbiç” olarak bilinen coğrafyanın “Güvenli Bölge” haline getirilmesine önemli katkılar sağlayabilir. Dikkat edilmesi ve sakınılması gereken önemli husus; Türkiye’nin oyuna gelerek kara unsurlarıyla Suriye girmemesidir. BİLGESAM Yayınları 165 Prof. Dr. Atilla SANDIKLI PKK’NIN FÜZELERİ VE TERÖRLE MÜCADELE* 13 Mayıs Cuma günü Hakkâri’nin Çukurca ilçesindeki üs bölgesine teröristlerce saldırı düzenlenmişti. Bölgeye destek için gönderilen bir Kobra helikopteri teröristler tarafından açılan ateş sonucu düşürülmüştü. Çatışmalarda 6 askerimiz ve 2 pilotumuz şehit olmuştu. Genelkurmay Başkanlığı, çatışma ile ilgili yaptığı açıklamada, Kobra helikopterinin kaza kırıma uğradığı ve düşüşün “teknik bir arızadan kaynaklandığı” vurgulanmıştı. PKK ise bir gün sonra sosyal medyadan yayınladığı görüntüler ile Kobra helikopterini karadan havaya atılan omuz tipi füzeyle vurduğunu iddia etmişti. Genelkurmay Başkanlığı 19 Mayıs’ta “Helikopterin, terörist unsurların yerden açtığı ateş sonucu, muhtemelen yerden havaya atılan ve cinsi henüz belirlenemeyen füze olabileceği değerlendirilen bir hava savunma silahı ile vurularak düşürülmüş olabileceği kanaatine varılmıştır” açıklamasında bulundu ve incelemelerin devam ettiğini bilirtti. Terörle Mücadelede Yeni Bir Safha Daha önceki yazılarımızda; Türkiye’nin Orta Doğu’da uyguladığı dış politika ve güvenlik stratejilerinin başarısızlığı uğradığı; küresel ve bölgesel güçlerle ilişkilerin bozulduğu; Türkiye’nin hedef ülke durumuna geldiği vurgulanmıştı. Bölgedeki güvenlik ortamının Türkiye’nin aleyhine şekillendiği ve bu durumun ülke içine de yansıyacağı, vekalet savaşları kapsamında terörün yeni bir evreye gireceği açıklanmıştı. * Bu yazı 23 Mayıs 2016 tarihinde Yeni Yüzyıl gazetesinde yayımlanmıştır. 166 BİLGESAM Yayınları Dış Politika ve Güvenlik Maalesef bu öngörüler dikkate alınmadı ve önerilen önlemler etkin olarak yerine getirilmedi. Sonuçta Türkiye’ye yönelik faaliyette bulunan terör örgütlerine destekler arttı. PKK terör örgütüne tarihinde hiç olmadığı kadar destek var. Bu destek siyasi, stratejik, taktik, teknik ve eğitim alanlarında olabildiği gibi lojistik alanda da görülmektedir. PKK terör örgütünün son aylarda ağır silahlara, roketlere ve füzelere sahip olduğu istihbarat raporlarında yer almaktadır. Bu silahların en önemlisi tabii ki, omuzdan atılan hava savunma füzeleridir. PKK’ya Bu Füzeleri Kim Veriyor? Bölgede Türkiye’yi hedef haline getirecek o kadar çok ülke var ki! Bunların başında Suriye ve Rusya var. Daha önce de bu ülkelerin PKK’ya önemli oranda destek sağladığı ve hava savunma füzeleri verdiği yönünde haberler yayınlanmıştı. ABD’nin PYD’ye sağladığı destekler ve bu silahların PKK’ya verildiği, çeşitli kaynaklardan açıklanmıştı. İran ve hatta IŞİD muhtemel şüpheli. Bazı şehir ve ilçelerde PKK’ya yönelik olarak başarıyla sürdürülen operasyonlar sonuçlanmak üzere. PKK’nın yeni stratejisi elde ettiği ağır silahlar, patlayıcılar ve cephaneyle kırsalda ve büyük şehirlerde saldırılarını artırmak. Eylem alanını tüm ülkeye yaymak. Halktan alamadığı desteği, dış yardımla karşılamak. Bu yardımı sağlayacak devletler çok ve bu sponsorlar çok istekli. Terörle Mücadeleyi Nasıl Etkileyecek? PKK terör örgütü son dönemde operasyon yapılan bölgelerin takviye edilmesini engellemek için elde ettiği patlayıcıları yollara döşüyor. Bunları patlatarak hem güvenlik güçlerine zayiat verdiriyor BİLGESAM Yayınları 167 Prof. Dr. Atilla SANDIKLI hem de karadan operasyon bölgelerine kuvvet kaydırmasını engellemeye çalışıyor. En azından bu kuvvetlerin bölgeye ulaşmasını geciktiriyor. Bölgenin dağlık olması nedeniyle operasyon alanına en kısa sürede takviye havadan yapılabiliyor. Öncelikle yerde hazır olarak bekletilen Kobra helikopterleri havalanarak sahaya intikal ediyor ve terör örgütünü ateş altına alıyor. Hem çatışan birliklerimize destek sağlanıyor hem de terör örgütüne ağır zayiat verdiriliyor ve silahları imha ediliyor. Peki, bundan sonra taarruz helikopterleri bölgeye süratle intikal edebilecek ve bölgede rahatlıkla terör unsurlarına harekat icra edebilecek mi? PKK’nın füzeleri bunu zorlaştıracaktır. Hava unsurlarının etkin kullanılmasını sınırlayacaktır. Operasyonlarda uçak ve helikopter kayıpları artabilir. Allah kahraman silah arkadaşlarımızı ve pilotlarımızı korusun. Güvenlik güçlerimizi başarılı kılsın. 168 BİLGESAM Yayınları Dış Politika ve Güvenlik SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI VE TERÖRLE MÜCADELE* Terör olayları son dönemde tırmanışa geçti. Bu olaylarda çok sayıda insan hayatını kaybediyor, yaralanıyor ve ortaya ağır maddi tahribat çıkıyor. Ayrıca bu terör dalgası insanların geleceğe dair umutlarına da darbe indiriyor. Bu kötü gidişi engellemek ve terörle mücadele etmek için sivil toplumun yapabileceği şeyler var mıdır, varsa nelerdir? Sivil Toplum Kuruluşları Sivil toplum kuruluşları (STK) çok farklı alanlarda örgütlenebilen ve faaliyet gösteren gönüllülük esasına göre oluşmuş/oluşturulmuş kuruluşlardır. Bu kuruluşlar sağlıktan eğitime, insan haklarından kalkınmaya, kriz yönetiminden diplomasiye kadar uzanan çok geniş bir alanda faaliyet göstermektedirler. STK’ların kuruluş amaçları ve faaliyet alanları farklı olmakla birlikte temel hedefleri toplumsal sorunlara çözüm bulmak ve toplumun gelişmesine ve kalkınmasına katkıda bulunmaktır. Terörle Mücadelede STK’lar Neler Yapabilir? STK’lar kamu diplomasisi kapsamında devletten halka, halktan devlete ve halktan halka etkileşim imkânları sağlayarak terörle mücadelede önemli sorumluluklar üslenebilirler. İlk olarak STK’lar yaptıkları araştırmalar ve hazırladıkları raporlarla terörün nedenleri ve mücadele yöntemleri konusunda devlete ve güvenlik güçlerine farklı yaklaşımlar sunarlar. STK’lar halkın terör ve terörizm konusunda bilgilendirilmesi ve uyanık hale getirilmesi konusunda katkılar sağlarlar. Bu sayede hal* Bu yazı 15 Nisan 2016 tarihinde Yeni Yüzyıl gazetesinde yayımlanmıştır. BİLGESAM Yayınları 169 Prof. Dr. Atilla SANDIKLI kın bilerek veya bilmeyerek terör örgütlerine verebileceği destekler engellenebilir. Terör eylemlerinin yaratacağı etkiler en aza indirilebilir. Bütün STK’ların terörü lanetlemesi ve tepki vermesi önemlidir. Halkın terör örgütlerine karşı tek yürek olunduğu mesajı verilir ve terör örgütlerinin halkı korkutmak, dehşete düşürmek için yaptığı eylemlerin etkisi akamete uğratılır. Bu sayede terör örgütleri toplumu; devlete ve düzene karşı harekete geçiremez, yerleşik otoritenin güçlerini ve kurumlarını etkisizleştiremez. STK’lar devletin ve güvenlik güçlerinin terörle mücadelesine destek vererek, mücadelenin kararlı bir şekilde devam etmesine katkı sağlayabilirler. Terörle mücadelede görev alan güvenlik güçlerinin motivasyonunu artırılabilirler. STK’lar terörle mücadelede devletin yaptığı operasyonların denetimine de katkı yaparlar. Terörle mücadelenin hukuk kurallarına uygun olarak yapılmasını denetleyerek, güvenlik güçlerinin terörist ile masum kitle arasında ayrım yapmasına yardımcı olurlar. STK’lar terörle mücadele sürecinde zarar gören vatandaşların yaralarının sarılmasını ve rehabilitasyonunu sağlayabilirler. Gerçekleştirecekleri yardım kampanyaları ile terörden zarar gören vatandaşların ihtiyaçlarını karşılayabilirler. Çözüm süreçlerinde terörün ortadan kaldırılmasında önemli roller üslenebilirler ve sürecin sağlıklı bir şekilde devam etmesine katkıda bulunabilirler. Yurt dışında partneri oldukları diğer STK’ları bilgilendirebilirler ve uluslararası kamuoyunun terörle mücadeleye destek vermesine yardımcı olabilirler. 170 BİLGESAM Yayınları Dış Politika ve Güvenlik Sonuç olarak STK’lar terörle mücadelede çok önemli görevler alabilirler ve terörle mücadelenin başarısına büyük katkılar sağlayabilirler. Ancak bunun için STK’ların faaliyetlerin etkin olarak planlanması ve koordine edilmesi gerekir. BİLGESAM Yayınları 171 Prof. Dr. Atilla SANDIKLI SON DÖNEMDE ORTA DOĞU VİZYONU VE STRATEJİSİ 1. Uluslararası İlişkilerdeki Gelişmeler Uluslararası sistemde son 25 yılda çok önemli değişimler yaşandı. Soğuk Savaş ve iki kutuplu sistem sona erdi, dünya ABD öncülüğünde tek kutuplu bir sisteme doğru evirildi. Bir süre sonra Rusya, Çin, AB, Hindistan ve Brezilya gibi güçler, sistemi çok kutuplu bir yapıya dönüştürmeye başladı. Günümüzde ABD öncülüğünde Rusya, Çin, İngiltere, Fransa ve Almanya’nın dâhil olduğu çok önderli bir sistemden söz etmek mümkündür. Bu grup, meşruiyetini devam ettirmek için dünyanın değişik bölgelerinde yer alan gelişmekte olan 20 devleti G-20 örgütlenmesi ile sisteme dâhil etmektedir. Uluslararası ilişkilerde sadece sistem düzeyinde değil, aktörler düzeyinde de önemli değişim yaşandı. Uluslararası ilişkilerin aktörleri arttı. Günümüzde aktör olarak devletler hala önemini korurken, devlet dışı aktörler de uluslararası sistem içinde etkinliğini artırmaktadır. Devletlerin yanı sıra hükümetler arası örgütler, uluslararası hükümet dışı örgütler, çok uluslu şirketler, medya, uluslararası baskı grupları ve küresel elitler de aktör olarak uluslararası sistem içinde yer almaktadır. Terör örgütleri küreselleşmenin yarattığı imkânlardan ve hassasiyetlerden istifade ederek çok geliştiler, uluslararası sisteme ve onun meşru aktörleri olan devletlere meydan okumaktalar. Küresel dengesizlikleri, dini, etnik ve ideolojik hassasiyetleri istismar eden küresel terör, zamanımızın en önemli tehditlerinden biri haline evirildi. Terörle mücadelede başarılı olunması için küresel işbirliğine ihtiyaç arttı. * Bu yazı 31 Mayıs 2016 tarihinde BİLGESAM Yayınları, Uluslararası Gelişmeler Işığında Türkiye’nin Orta Doğu Vizyonu ve Stratejisi İsimli Bilge Adamlar Kurulu Raporunda Yayımlanmıştır 172 BİLGESAM Yayınları Dış Politika ve Güvenlik Gelişen teknoloji ile birlikte ulaşım, haberleşme ve bilgi sistemlerindeki gelişmeler de uluslararası ilişkiler ortamını derinden etkilemektedir. Bu değişim aktörler arasında siyasi, ekonomik, ticari, sosyal etkileşimi artırmakta ve karşılıklı bağımlılığı kuvvetlendirmektedir. Ayrıca uluslararası örgütlerin ve uluslararası hukukun gelişmesine paralel olarak ulusal egemenlik mutlak olmaktan çıkmaktadır. Uluslararası sistem devletlerin işbirliğine dayanmakta, işbirliği maksadıyla oluşturulan kurum ve kurallar devletlerin karar alma ve uygulama esaslarını derinden etkilemektedir. Bu çerçevede devletler ulusal hukuk kuralları ve evrensel normlara aynı anda uymak durumunda kalmaktadır. Bunun bir sonucu olarak da iç ve dış politika ayrımı artık önemini yitirmektedir. Uluslararası ilişkiler ortamında yaşanan değişimleri tanımlamak, anlamlandırmak, açıklamak, yorumlamak, geleceğe ait öngörülerde bulunmak ve politika önerileri geliştirmek için birçok teori geliştirilmiştir. Son yıllarda geliştirilen teoriler; uluslararası ilişkilerin sadece rasyonel yaklaşımlarla açıklanamayacağı, kimlik, kültür, söylem, korku, şöhret, onur, adalet gibi normatif kavramların da dikkate alınması gerektiğini vurgulamaktadır. Yeni yaklaşımlar çerçevesinde geliştirilen insani müdahale kavramı ve bu kapsamda icra edilen askeri operasyonlar devletlerin iç işlerine müdahale edilmemesi ilkesini tartışılabilir duruma getirmiştir. Ancak bu müdahaleler devlet otoritesini ortadan kaldırmakta ve terör örgütlerinin hızla gelişmesine uygun ortam yaratmaktadır. Tartışmalar insani müdahale kavramını, koruma sorumluluğu kavramına dönüştürmektedir. BİLGESAM Yayınları 173 Prof. Dr. Atilla SANDIKLI Uluslararası hukuk kurallarındaki gelişmeler ve savaşların siyasi, ekonomik ve sosyal maliyetlerinin kabul edilemez boyutlara ulaşması, Soğuk Savaş sonrası dönemde post-modern savaş yöntemlerinin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bu savaşların temel özelliği asimetrik unsurların kullanılmasıdır. Terör örgütleri, mafyalar, gizli servisler ve özel kuvvetlerin kullanıldığı, terörizm ve yumuşak güç savaşlarını ihtiva eden gayrinizami savaşlar; siber savaş ve yıldız savaşları gibi ileri teknoloji savaşları; düşman, dost ve tarafsız ülkeler üzerinde psikolojik etki yaratarak davranışlarını değiştirmek için milli güç unsurlarının sinerji sağlayacak şekilde kullanılmasını öngören etki odaklı harekat (Effect based operations) post-modern savaş yöntemleri içinde yerini almıştır.1 Günümüzde; barış ve savaş algılamalarının muğlaklaştığı, savaşan aktörlerin tespitinin güçleştiği, devlet dışı aktörlerin de kullanıldığı, devletler arasındaki ve devletlerin içindeki hassasiyetlerin istismar edildiği Vekâlet Savaşları ön plana çıkmaktadır. Vekâlet Savaşları; devletlerin, özellikle küresel ve bölgesel güçlerin kendi çıkarlarını elde etmek ve nüfuz alanlarını genişletmek maksadıyla; kendi askeri unsurlarını kullanmaktan ziyade, müttefiklerini, edilgen ülkeleri, hedef ülkedeki parçalanmış yapıları ve yandaşlarını cepheye sürmek suretiyle gerçekleştirdikleri savaşlardır.2 Soğuk Savaş döneminde bloklar arasında nükleer savaşların yarata- 1 Hasan Hüseyin Ecik, “Etki Odaklı Harekât Konseptinin Tarihi Gelişimi, Kavramsal Çerçevesi Ve Türk Silahlı Kuvvetlerindeki Yeri”, Güvenlik Stratejileri Dergisi, Sayı: 3, 2006, Erişim: 15 Mayıs 2016, http://dergipark.ulakbim.gov.tr/guvenlikstrtj/ article/viewFile/5000098948/5000092204 2 Atilla Sandıklı, “Vekâlet savaşları: Orta Doğu ve Türkiye”, Yeni Yüzyıl, 19 Ocak 2016, Erişim: 21 Şubat 2016 http://www.gazeteyeniyuzyil.com/makale/vekletsavaslari-ortadogu-ve-turkiye-982 174 BİLGESAM Yayınları Dış Politika ve Güvenlik cağı tahribat nedeniyle uygulamaya konan Vekâlet Savaşları, Soğuk Savaş sonrasında daha da geliştirilerek yaygınlaştı. Sert ve yumuşak güçlerin farklı birleşenlerinin kullanıldığı Bölgesel Savaşlar, Terörizm ve Yumuşak Güç Savaşları şeklinde uygulanmaya başlandı. 2. Küresel Güvenlik Ortamındaki Gelişmeler Soğuk Savaş sonrasında dört önemli gelişme uluslararası sistemi derinden etkiledi. Bunlardan birincisi 11 Eylül’de ABD’nin kalbinde meydana gelen terör saldırılarıdır. Uluslararası terörizm, ABD’nin tehdit algısını değiştirdi ve “Önleyici Müdahale/Preemptive Intervention” kapsamında Afganistan ve Irak savaşlarının çıkmasına neden oldu. İkincisi 2008’de yaşanan finansal krizdir. Bu kriz ABD ekonomisinin gücü konusunda soru işaretleri oluşturdu. Çin’in büyüme oranları ise % 10’lar seviyesindeydi. Çin’in hızlı bir şekilde büyümesi uzun vadede ABD’nin, uluslararası sistem üzerindeki baskın etkisini tehlikeye sokacak bir gelişmeydi. Bu nedenle ABD, Asya’daki güç dengesini kendi lehine dönüştürmek için Çin’i çevreleme stratejisi uygulamaya başladı. Bu stratejinin ilk uygulaması Pasifik politikasında gerçekleştirildi. Filipinler, Japonya ve Avustralya ile askeri anlaşmalar; Vietnam ve Hindistan ile güvenlik anlaşmaları yapıldı. 2020’ye kadar ABD donanmasının %60’nın Pasifik Okyanusu’nda konuşlandırılması planlandı.3 Üçüncüsü Arap Baharı kapsamında; Tunus, Mısır, Libya, Irak, Suriye, Bahreyn ve Yemen’de büyük çapta; Cezayir, Ürdün, 3 Leon Panetta, Shangri La Güvenlik Diyaloğu Konuşması, 02 Haziran 2012, Erişim: 16 Şubat 2016, http://archive.defense.gov/Speeches/Speech. aspx?SpeechID=1681 BİLGESAM Yayınları 175 Prof. Dr. Atilla SANDIKLI Suudi Arabistan, Umman ve Lübnan’da küçük çapta olmak üzere tüm Orta Doğu’da mitingler, protestolar, halk ayaklanmaları ve silahlı çatışmalar meydana geldi. Demokrasi ve özgürlük hedefleri etkisiyle Arap Baharı olarak adlandırılmasına rağmen Orta Doğu; küresel, bölgesel ve ülke içi rekabetlerin yaşandığı bir savaş alanına dönüştü. Dördüncüsü ise Rusya’nın tekrar hegemonya peşinde koşması ve başta yakın çevresinde olmak üzere Orta Doğu’da siyasi ve askeri varlığını artırmasıdır. Petrol ve doğalgaz fiyatlarının artması Hazar Havzası enerji kaynaklarını ve batıya ulaşım hatlarını kontrol eden Rusya’nın, ekonomik açıdan hızla kendini toparlamasına ve gelişmesine neden oldu. Aşırı güç ve şiddet kullanımı yoluyla Çeçenistan, Dağıstan ve Kuzey Kafkasya’daki ayaklanmaları bastırdı. Rusya güçlendikçe tarihsel yayılmacılık güdüsü tekrar harekete geçti. Sovyetler Birliği’nden ayrılan devletlerde, “Turuncu Devrimler” ile Batı yanlısı iktidarların yönetime gelmesine tepki gösterdi. Güney Osetya’ya Gürcistan’ın operasyon yapmasını bahane ederek, askeri bir müdahale ile 2008 yılında bölgeyi Gürcistan’dan kopardı. Abhazya da Gürcistan’dan tamamen ayrıldı. Rus-Gürcü savaşı Batı’nın Gürcistan’da destek yerine hemen barış görüşmelerine başvurması Rusya’yı daha da cesaretlendirdi.4 Rusya, Ukrayna’nın da Batı sistemine dâhil olma girişimine tepki verdi. Kırım’ı bir gecede işgal etti. Müteakiben de referandum ile Kırım’ı ilhak etti. Savaşı göze alamayan Batı, Rusya’ya ekonomik yaptırımlar uygulamaya başladı. Düşen petrol fiyatları ve 4 Bilge Adamlar Kurul Raporu, “Kafkasya’daki Gelişmeler ve Türkiye”, Rapor No: 60, Nisan 2014, s. 31 176 BİLGESAM Yayınları Dış Politika ve Güvenlik Batı tarafından uygulanan yaptırımlar nedeniyle ekonomik açıdan zor duruma düşen Rusya, geri adım atmadı. Ukrayna’nın Lugansk ve Donetsk bölgelerinde halk ayaklanmalarını teşvik etti ve silahlı gruplara destek verdi. Güney-Osetya, Abhazya ve Kırım’da yaptığı gibi Lugansk ve Donetsk’te halka Rus pasaportları verdi.5 Son olarak Rusya Esad ile anlaşarak Suriye’ye önemli bir askeri güç konuşlandırdı. ABD’nin oluşturduğu IŞİD karşıtı koalisyona destek verme görüntüsü ile bölgeyi kendi çıkarlarına uygun olarak şekillendirmeye başladı. İran, Irak ve Hizbullah ile işbirliğini geliştirdi. PKK ve PYD ile geliştirmeye çalışıyor. Rusya, Kolektif Güvenlik Anlaşması Örgütü ile Beyaz Rusya, Ermenistan Kazakistan, Kırgızistan ve Tacikistan üzerinde askeri etkisini sürdürmektedir. Ayrıca Avrasya Ekonomik Birliği vasıtasıyla bu ülkeler üzerindeki nüfuzunu geliştirmeye çalışmaktadır. Bu gelişmelere paralel olarak Rusya ve Çin’in öncülük ettiği; Kazakistan, Özbekistan, Kırgızistan ve Tacikistan’ın da üye olduğu Şangay İşbirliği Örgütü; 2016 yılında Pakistan ve Hindistan’ın katılımıyla daha da güçlenmektedir. ABD ve Batı karşısında adeta yeni bir kutup oluşmaktadır. Neo – Avrasyacılık yaklaşımı doğrultusunda Rusya’nın bu dış politika atakları, küresel güç olma peşinde koştuğunun açık göstergeleridir. Farklı ittifaklar ve işbirlikleri ile Pasifik’ten Akdeniz’e kadar etki alanını genişletmektedir. Rusya önümüzdeki dönemde Azerbaycan ve Gürcistan üzerindeki baskısını artırabilir ve PKK’yı destekleyebilir.6 5 Atilla Sandıklı, “Rusya’nın Küresel Hegemonya Hayali”, Yeni Yüzyıl, 01 Ocak 2016, Erişim: 21 Şubat 2016, http://www.gazeteyeniyuzyil.com/makale/rusyaninkuresel-hegemonya-hayali-733 6 Atilla Sandıklı, “Rusya’nın Küresel Hegemonya Hayali”, Yeni Yüzyıl, 01 Ocak 2016. BİLGESAM Yayınları 177 Prof. Dr. Atilla SANDIKLI 3. Orta Doğu’daki Gelişmeler İnsani müdahale söylemleriyle Afganistan ve Irak Savaşları; Arap Baharı kapsamında halk ayaklanmaları, iç savaşlar ve müdahaleler Orta Doğu’yu adeta bir bataklığa dönüştürdü. Ülkelerin içlerindeki iktidar mücadeleleri, bölgesel güçlerin rekabetleri ve küresel güçlerin hegemonya savaşları farklı amaçlarla farklı ittifakların oluşmasına neden olmaktadır. Orta Doğu’daki gelişmeleri, nedenleri ve ittifakları anlayabilmek için devletlerin hedeflerini bilmek faydalı olacaktır. Orta Doğu’da siyasi ve/veya ekonomik nüfuz mücadelesinin tarafları ABD, İngiltere, Rusya, Fransa ve Almanya; bölgesel nüfuz alanlarını ve etkilerini genişletmeye çalışan bölgesel güçler Türkiye, İran, Mısır, Suudi Arabistan ve İsrail’dir. ABD’nin Orta Doğu politikasının hedefleri; enerji kaynakları ve ulaşım yollarını kontrol etmek, Batı yanlısı yönetimlerin ve değerlerin bölgeye yerleşmesini sağlamak, bölge dışı veya bölgeden bir devletin hâkim bir güç olarak bölgede nüfuzunu geliştirmesine engel olmak, Araplar arasında birliğe mani olmak ve İsrail’in güvenliğini sağlamaktır.7 Rusya’nın tarihsel hedefi sıcak denizlere inmektir. Rusya Çarlık döneminden bu yana yayılmacı bir siyaset izlemektedir. Gürcistan ve Ukrayna krizleri ile Karadeniz’de etki alanını geliştiren Rusya, 2015 yılında Suriye’deki askeri varlığını artırmış ve Doğu Akdeniz’e yerleşmiştir. 7Atilla Sandıklı, “Orta Doğu Bataklığında İnsanlar Ölüyor”, Erişim: 22 Şubat 2016, http://www.gazeteyeniyuzyil.com/makale/orta-dogu-batakliginda-insanlar-oluyor-519 178 BİLGESAM Yayınları Dış Politika ve Güvenlik Ayrıca İran ile işbirliğini geliştirerek Irak ve Lübnan üzerinde nüfuz sahibi olmuştur. Bu gelişme Şangay İşbirliği Örgütü ile birlikte düşünüldüğünde, Rusya’nın Pasifik’ten Doğu Akdeniz’e kadar uzanan bir bölgede ABD ve Batı karşıtı bir blok oluşturmaya çalıştığı görülmektedir.8 Fransa tarihsel nüfuz alanı olan Suriye ve Lübnan’da etkinliğini devam ettirmeyi istemektedir. Almanya ise geçmişteki hayalleri doğrultusunda bölgede nüfuz kurabilecek yapılar oluşturmaya çalışmaktadır. İsrail Arap dünyasının birlik oluşturmasını engellemek ve parçalanmış bir durumda kalmasını sağlamak, bölgede kendisini hedef alan devletler ve terör örgütlerinin gelişmesini, nükleer, kimyasal ve biyolojik silahlar elde etmesini önlemek istemektedir. İran, Şii Hilali olarak adlandırılan Şii nüfusun yoğun olarak yaşadığı bölgede nüfuzunu artırmaya çalışmaktadır. Ayrıca Batı ve İsrail karşıtı politikalar uygulamaktadır. Suudi Arabistan petrol gelirlerinden istifade ederek Vahhabilik hareketi vasıtasıyla bölgedeki nüfuzunu geliştirmektedir. Özellikle İran’ın, Basra Körfez’i bölgesinde etkinliğini kırmak için mücadele etmektedir. Türkiye ise 2000’li yılların başlarından itibaren bölgeye özgü entegrasyon girişimlerinde bulundu. Ancak Arap Baharı ile birlikte işler tersine döndü. Bu politikalar revize edilerek Orta Doğu’daki gelişmelere paralel ve ağırlıklı olarak mezhep çatışmalarının etkisinde, Müslüman Kardeşler ve HAMAS gibi örgütlere sempati ile 8 Atilla Sandıklı, “Orta Doğu Bataklığında İnsanlar Ölüyor”. BİLGESAM Yayınları 179 Prof. Dr. Atilla SANDIKLI yaklaşan bir politika izlendi. Bu uygulamalar Orta Doğu’daki cepheleşmelerin dolaylı olarak içine girilmesi sonucunu doğurdu. Bu çerçevede Suriye ve Irak’taki gelişmeler başta olmak üzere; İran’la örtülü, Mısır’la askeri müdahale nedeniyle açık, İsrail ile Gazze ve Mavi Marmara olayı nedeniyle bariz, Suriye ile sınırımıza bitişik etnik ve mezhepsel iç savaş nedeniyle hasmane bir tutum içine girildi. 4. 2000’li Yıllar Soğuk Savaş sonrasında uluslararası sistemde önemli değişimler yaşandı. İki kutuplu sistem sona erdi. Orta Avrupa, Balkanlar, Kafkaslar, Orta Asya ve Orta Doğu bölgelerinde önemli güç boşlukları oluştu. Türkiye bu bölgelerin merkezinde yer alıyordu. Bu bölgelerde meydana gelen gelişmelerden hem etkilenecek hem de bu gelişmeleri etkileyebilecek jeopolitik konuma sahipti. Değişim süreci içinde bu bölgelerde yaşanan bölgesel çatışmalar; 11 Eylül 2001’de terör saldırıları sonrası ABD ve koalisyon güçlerinin Afganistan’ı işgali; terörü desteklediği ve Kitle İmha Silahları nedeniyle 2003’de II. Irak Savaşı; 2008 Dünya finansal krizi; Büyük Orta Doğu Projesi ve Arap Baharı gibi önemli gelişmeler meydana geldi. 2000’li yılların başından itibaren Türkiye, değişen Orta Doğu siyasi konjonktürü çerçevesinde “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” ilkesinin başka bir ifadesi olarak değerlendirilebilecek komşularla sıfır sorun, yüksek düzeyli işbirliği konseyleri ve diplomaside ılımlı bir dil uygulamalarıyla Orta Doğu bölgesinde etkinliğini artırdı. Bunlara ilaveten; özgürlük, demokrasi, hukukun üstünlüğü ve serbest piyasa uygulamaları gibi Batı dünyasınca önemsenen ve benimsenen temel prensiplere uygun politikalarla, Batı dünyası ve müttefikleri nezdinde de prestij kazandı. 180 BİLGESAM Yayınları Dış Politika ve Güvenlik Türkiye, AB ve ABD ile ilişkilerini geliştirdi. Aynı zamanda Rusya ile de yakınlaştı. Asya, Afrika ve Latin Amerika açılımları ile dünyaya açıldı. Balkanlar, Kafkaslar, Orta Asya ve Orta Doğu bölgelerinde komşularla ilişkiler derinleştirildi. Stratejik işbirlikleri sağlandı ve bölgeye özgü entegrasyon çalışmaları yapıldı. Birçok bölgesel sorunun çözümünde Türkiye etkin rol almaya başladı. Türkiye’ye bölgesinde pek çok sorumluluklar yüklendi. Köklü sorunların bulunduğu bölgede önemli görüş farklılıklarına sahip birçok ülkenin nadir ortak paydalarından birisi, Türkiye’ye duydukları güvendi. Türkiye’nin ekonomik kalkınma ve demokrasi alanında kaydettiği gelişme, dış ilişkilerindeki hareket sahasını ve etki gücünü artırdı. Vizyoner yaklaşım ile Dışişleri Bakanlığı bürokrasisinin tecrübesi olumlu bir sinerji yarattı. Çıkarlar ve değerler gerçekçi değerlendirmeler ile pragmatik uygulamalara dönüştürüldü. Vizyon ve reel politika optimali, Türkiye’nin yakın çevresinde sorunları tamamen çözemese de barış ve istikrar kuşağı oluşturulmasında önemli katkılarda bulundu. Yunanistan’la 1999’da başlatılan diyalog süreci, Ege sorunlarına ilişkin istikşafi görüşmeler, güven artırıcı önlemler, Yüksek Düzeyli İşbirliği Konseyi gibi önemli mekanizmalar ve üst düzey temaslar aracılığıyla işbirliğine dönüştürüldü. Bulgaristan ve Romanya’yla ilişkiler çok ileri bir seviyeye taşındı, sorunlar çözüldü ve ekonomik ilişkiler geliştirildi. Bu ülkelerin NATO üyeliğine destek verildi. Ukrayna ile ilişkilerde bir sıçrama yaşandı ve ticaret hacmi son 10 yılda beş kat arttı. Vizeler kaldırıldı ve Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi oluşturuldu. Rusya Federasyonu’yla ilişkiler 1990’lı yılların başından bu yana artan bir ivmeyle geliştirilerek, işbirliğinde “çok boyutlu güçlendirilmiş ortaklık” seviyesine BİLGESAM Yayınları 181 Prof. Dr. Atilla SANDIKLI ulaşıldı. Rusya ile 2010 yılında Üst Düzeyli İşbirliği Konseyi oluşturuldu. Vizelerin karşılıklı olarak kaldırılması iki ülke arasında ilişkilerin daha da gelişmesi için önemli bir fırsat ve potansiyel yarattı.9 Kafkasya ülkelerinin toprak bütünlüklerinin korunması, siyasi ve ekonomik istikrarın sağlanması, bölgedeki sorunların barışçı yollardan çözüme kavuşturulması ve bölgesel işbirliğinin geliştirilmesi için politikalar uygulandı. Kafkasya İstikrar ve İşbirliği Platformu girişimi hayata geçirildi. Bölgede diyalog ve güven ortamı oluşturulmaya çalışıldı. Tarihi ve kültürel yakınlık bulunan Azerbaycan’la ilişkiler daha da kuvvetlendirildi. Gürcistan’ın toprak bütünlüğünün korunması yönünde söylemler sürdürülürken, Abhazya ile Güney Osetya ihtilaflarına çözüm bulunmasına yönelik politikalar geliştirildi. Güney Kafkasya’da sürdürülebilir bir barış ortamının yaratılması amacıyla, 2009 yılında Ermenistan’la zorlu görüşmelerden sonra iki önemli Protokol imzalandı.10 Protokollerin onay sürecinde ilerleme sağlanamasa da geleceğe yönelik umutlar arttı. Orta Doğu’da dış politikasını bağımsızlık, Batı karşıtlığı ve bölgesel liderlik hedef ve prensipleri doğrultusunda geliştiren İran ile siyasi, ekonomik ve ticari ilişkiler karşılıklı fayda sağlayacak şekilde hızla geliştirildi. Ticaret hacmi 2000 yılında 1 milyar dolarken 2005 yılında 4 milyar dolara, 2011 yılında ise 14,9 milyar dolara yükseldi.11 İran’ın uluslararası toplumda endişe yaratan nükleer programı 9 Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı, “Komşularla Sıfır Sorun Politikamız”, Erişim: 17 Ocak 2016, http://www.mfa.gov.tr/komsularla-sifir-sorun-politikamiz. tr.mfa 10 Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı, “Komşularla Sıfır Sorun Politikamız”. 11 Fatma Sarıarslan, “2000’li Yıllarda Türkiye-İran Ekonomik İlişkileri”, Erişim: 22 Şubat 2016, http://www.akademikortadogu.com/belge/ortadogu14makale/fatma_sariaslan.pdf 182 BİLGESAM Yayınları Dış Politika ve Güvenlik yakından izlendi ve meselenin diplomatik ve barışçı yollardan çözümüne yönelik girişimler aralıksız sürdürüldü. Bu dönemde en önemli bölgesel gelişme 2003 yılında Irak’ta yaşandı. ABD Orta Doğu’da yeni bir düzen oluşturmak maksadıyla, BM’nin uyguladığı silah denetimine uymadığı ve gizli bir şekilde kitle imha silahları ürettiği gerekçesiyle, askeri bir harekâtla Irak’ta Saddam Hüseyin rejimini devirmeyi hedefledi. Türkiye bu harekâtın olumsuz etkilerini en aza indirmek için gönülsüz de olsa ABD ile işbirliği yapmak zorunda kaldı. Türkiye’de savaşa destek verilmesi konusunda kararsızlık vardı. Bu nedenle, ABD’nin Türkiye üzerinden kuzey cephesi açmasını ve Türk askerinin de Irak’a girmesini öngören tezkere TBMM’nde kabul edilmedi. Türkiye, ABD tarafından belirlenen senaryonun oyuncusu olmak istemedi. Orta Doğu’da kendisi düzen kurucu ülke olmak istiyordu. Bunun sonucu olarak ABD ile ilişkilerde kriz yaşanmaya başlanmıştı. Krizin derinleşmesini önlemek için Türk hava sahasının ABD uçaklarına açılmasını ve Türk askerinin Irak’a gönderilmesini öngören ikinci tezkere TBMM’nde kabul edildi. Fakat ABD askeri harekâtı sadece güneyden yaptı ve Türk askerleri Irak’a girmedi. Türkiye’nin ananevi dış politika prensiplerinden tutarlılık ve güvenilirlik prensibine uyulmadığı için müttefiklerle birlikte hareket edilmemesinin maliyeti daha sonra ortaya çıktı. ABD yetkilileri Irak’ta karşılaşılan uzun süreli direnişi Türkiye üzerinden cephe açılmamasına bağladılar ve Türkiye’yi suçladılar. Hatta ABDTürkiye gerilimi Süleymaniye’de 10 Türk askerinin başına çuval geçirilmesi ve gözaltına alınması boyutuna kadar ulaştı. Irak’ın kuzeyindeki otorite boşluğunu değerlendiren PKK terör örgütü yeniden silahlı eylemlere başladı ve kuvvetlendi. BİLGESAM Yayınları 183 Prof. Dr. Atilla SANDIKLI Türkiye gücünü olduğundan büyük değerlendirmiş ve gelişmeleri düzen kurucu ülke olarak kendisinin yönlendirebileceğine inanmıştı. Bu durum tam tersine sonuçlandı. Müttefiklerle beraber hareket edilmediği taktirde düzen kurmak bir yana gelişmelerin dahi Türkiye lehine yönlendirilemediği görüldü. Dönem içinde ABD ile ilişkiler düzeltilmeye çalışıldı. ABD’nin terörizmin ideolojik kaynağını kurutmak, Orta Doğu’da ekonomik, sosyal, siyasal, güvenlik, hukuk vb. alanlarda reformlar yaparak sorunları çözmek ve demokrasinin gelişmesini sağlamak maksadıyla uygulamaya koyduğu Büyük Orta Doğu Projesi Türkiye’nin bu girişimi için uygun ortamı sağladı. Türkiye bu projede eş başkan olarak önemli sorumluluklar aldı. Batı ile İslam dünyası arasındaki gerilimleri azaltmak ve farklı medeniyetlerin benimsediği ortak değerlere dikkati çekmek maksadıyla Türkiye, İspanya ile birlikte Medeniyetler İttifakı Projesi’ne eş başkanlık yaptı. Ayrıca AB ile müzakere süreci başlatılarak reformlara ağırlık verildi. Türk siyasal ve hukuk sistemi Batılı normlara uygun hale getirilmeye çalışıldı. Bu projeler ile Türkiye’nin ABD ve Batı ile ilişkileri düzelmeye ve Orta Doğu’daki etkinliği artmaya başladı. Irak’taki tüm siyasi gruplarla iyi ilişkiler kuruldu. Türkiye, Irak’ın, siyasi birliği ve toprak bütünlüğü konusunda yoğun çaba harcadı. Etnik ve mezhepsel gerilimlerin çatışmaya dönüşmemesi için taraflar arasında uzlaştırıcı bir rol oynadı. Irak’ın kuzeyindeki özerk bölge yönetimiyle zaman zaman sorunlar yaşansa da sonunda uzlaşma sağlandı ve kültürel, ekonomik ve ticari ilişkiler geliştirildi. Türkiye’nin girişimiyle başlatılmış olan “Irak’a Komşu Ülkeler Süreci”; ilk etapta Irak’ın komşularının, ardından ilgili ülke ve uluslararası kuruluşların Irak’a yönelik çabalarının eşgüdümü sağlandı. Irak’ta istikrarın tesisine katkı yapıldı. Irak merkezi yönetimiyle 184 BİLGESAM Yayınları Dış Politika ve Güvenlik 2008 yılında Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi oluşturuldu ve ilişkiler çok boyutlu olarak derinleştirildi.12 Adana Anlaşması ile 1998’de düzelmeye başlayan Türkiye-Suriye ilişkileri, 2000’li yıllarda uygulamaya konan dış politika sayesinde daha da yakınlaşmıştır. ABD’nin Irak’ı işgali sonrasında kendini tehdit altında hisseden Suriye ile Türkiye arasında sorunlar hızla çözülmüş ve siyasi ilişkiler geliştirilmiştir. Siyasi ilişkilerin yakınlaşması ekonomik ilişkilerin de gelişmesine katkı yapmıştır. İki ülke arasında hızla gelişen ekonomik ilişkiler kültürel ilişkileri de tetiklemiş ve adeta iki ülke arasında sınırların önemi ortadan kalkmıştır.13 Yaratılan güven ortamı askeri işbirliğinin başlatılması konusunda dahi adımlar atılmasını sağlamıştır. Türkiye, Suriye’nin dünyaya açılan kapısı konumuna gelmiştir. Türkiye, İsrail ve Suriye arasında arabuluculuk yapmıştır. Lübnan devlet başkanlığı krizinin çözümünde ve Suriye’nin koruması altında bulunan HAMAS odaklı İsrail-Filistin sorunun çözümünde önemli rol oynamıştır. Diğer tarafta Türkiye, milli bir dava olarak addettiği Kıbrıs konusunda sorunun çözümü yönünde de esnek ve yapıcı bir tutum benimsemiştir. Türkiye, Kıbrıs sorununun, yerleşmiş BM parametrelerine dayanan, adil, kalıcı ve kapsamlı bir çözüme kavuşturulması yönündeki tüm diyalog ve görüşmeleri desteklemiştir. BM Genel Sekreteri’nin iyi niyet misyonu çerçevesinde gerçekleştirdiği girişimlerin başarıya ulaştırılması için gayret sarf etmiştir. Uzun süren müzakerelerden sonra hazırlanan Annan Planı, içerdiği çeşitli olumsuzluklara rağmen geç de olsa Kıbrıs Türk tarafından kabul 12 Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı, “Türkiye-Irak Siyasi İlişkileri”, Erişim: 17 Şubat 2016, http://www.mfa.gov.tr/turkiye-irak-siyasi-iliskileri.tr.mfa 13 Baskın Oran ed. Türk Dış Politikası: Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar Cilt III. s. 401-402. BİLGESAM Yayınları 185 Prof. Dr. Atilla SANDIKLI edilmiştir. Ancak Rum tarafının kabul etmemesi nedeniyle hayata geçirilememiştir. Bu durum çözüm yolunda zorluk çıkaran tarafın Türk değil Rum tarafı olduğunu tüm dünyaya göstermiştir.14 Bu yıllarda Türkiye bölgede “sürdürülebilir barış ve istikrarın sağlanması” için gayret sarf etmektedir. Bu kapsamda; İran’ın nükleer silahlanma faaliyetlerini durdurmasının yanı sıra İsrail’in de elindeki mevcut silahları imha etmesi gerektiği belirtilmektedir. HAMAS liderlerinden Şeyh Ahmet Yasin ve Abdülaziz Rantisi’nin 2004’te İsrail operasyonu sonucu öldürülmesi üzerine İsrail’in bölgede devlet terörü uyguladığı şeklindeki açıklama, İsrail tarafında rahatsızlık ve tedirginlik meydana getirmiştir. Ancak PKK’nın Kuzey Irak’ta faaliyetlerine yeniden başlaması, ABD ile 1 Mart Tezkeresi’ne bağlı olarak bozulan ilişkilerin düzeltilmesi ve Ermeni Soykırımı yasa tasarıları karşısında uluslararası destek ihtiyacı İsrail’le ilişkilerde yumuşamaya neden olmuştur.15 İzlenen çok yönlü ve çok boyutlu dış politika, Türkiye’nin Orta Doğu Barış Süreci’nde aktif ve yapıcı bir rol alabileceğine yönelik beklentileri artırmıştır. Bu çerçevede Türkiye’nin İsrail ile Suriye arasında sürdürülecek müzakerelerde arabulucu ülke olması Suriye ve İsrail taraflarınca kabul görmüştür. Ancak İsrail’in izlediği politikalar Türkiye’nin tarafsız bir şekilde politika üretmesini imkânsız hale getirmiştir. Bu anlamda ilk büyük kriz 2006’da İsrail’in Güney Lübnan’ı işgal etmesiyle ortaya çıkmıştır. İkincisi 2008’de Gazze’ye “Dökme Kurşun” operasyonu ile yaşanmıştır.16 Saldırı süresinin uzaması, şiddet yoğunluğunun artması üzerine İs14 Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı, “Komşularla Sıfır Sorun Politikamız”. 15 “Türkiye-İsrail İlişkileri”, SDE Analiz, Ekim 2011, s.13. 16 A.g.e., s.14. 186 BİLGESAM Yayınları Dış Politika ve Güvenlik rail, Türkiye tarafından “devlet terörü işlemek” le itham edilmiştir. İki devlet arasındaki kriz Davos diplomatik kriziyle daha da derinleşmiş ancak buna rağmen İsrail ile ilişkiler koparılmamıştır. 2010 yılından itibaren Orta Doğu bölgesinde Arap Baharı olarak adlandırılan köklü değişimler yaşanmaya başlamıştır. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, bu süreçte Orta Doğu bölgesinde yaşanan gelişmeleri ve Türkiye’nin uyguladığı politikaları; “Türk Dış Politikasının İlkeleri ve Bölgesel Siyasal Yapılanma” başlığı altında şu şekilde özetlemektedir. Buna göre, Türkiye, bu değişim sürecini kendi ulusal çıkarları doğrultusunda şekillendirmeye çalışmıştır. Bu kapsamda değişime ilişkin doğru bir anlayış geliştirmeye ve değişimlere uygun stratejiler oluşturmaya gayret etmiştir. Ortaya çıkan risklerle mücadele edebilmek için Türkiye’nin bazı jeopolitik üstünlüklere sahip olduğu değerlendirilmiştir. Bu değerlendirmeler ışığında Türkiye politika oluşturma ilkelerine düzen kurucu aktör ilkesini dâhil etmiş ve bu ilkeyi öncelemiştir. Ayrıca farklı paradigmalar, açıklanan ilkelerin uygulamaya dönüşmesini önemli ölçüde etkilemiştir. Bunlardan birincisi; ulusal çıkarlarla birlikte değer odaklı bir dış politika takip edilmesidir. Bu çerçevede Türkiye’nin küresel bir aktör ve akil bir ülke olduğu vurgulanmıştır. Akil ülkelerin ekonomik kriz ve siyasal dönüşüm sürecinde; çatışmaların önlenmesi, arabuluculuk, çatışma çözümü ve kalkınma yardımı konularında katkı yapması gerektiği belirtilmiştir. Küresel hedeflere ulaşmak için evrensel değerlerin kararlı bir savunucusu olurken, aynı zamanda onların yerel değerlerle birleştirilmesi amaçlanmıştır. Adalet ve eşitlik ilkeleri gereği bölge halklarının; özellikle insan hakları, demokrasi, iyi yönetişim, şeffaflık ve hukukun üstünlüğü gibi normlara sahip olması arzu edilmiştir. Bölgede demokratikleş- BİLGESAM Yayınları 187 Prof. Dr. Atilla SANDIKLI me deneyimi yaşanırken, demokratik değerleri destekleme ve ulusal çıkarları savunma arasındaki denge korunmaya çalışılmıştır.17 İkincisi; Küresel aktör ve akil bir devlet olarak dönüşüm sürecinde zorlukların üstesinden gelmek için özgüvenle hareket edilmelidir. Sorumlulukların karşılanması için gerekli araçlar ve dışişleri bakanlığının yetenekleri geliştirilmiştir. Üçüncüsü; dış politikanın özerk bir şekilde belirlenmesi ve yürütülmesidir. Bu politikalar çıkarlar ve değerler perspektifinde Batılı ülkelerle koordine edilebilir ancak önemli olan dış güçlerin belirlediği politikalarda roller alınması değil, Türkiye’nin kendi belirlediği politikaları uygulamasıdır. Dördüncüsü ise vizyon temelli politikaların takip edilmesidir. Akil ülke rolü ve kriz yönetimi ile vizyon yönetimi arasında sağlıklı denge kurulmalıdır.18 Davutoğlu, bu esaslar doğrultusunda Türkiye’nin küresel düzeyde vizyonunu; “uluslararası toplumun genelini kapsayan katılımcı bir uluslararası düzenin kurulması” olarak belirtmiştir. Küresel düzenin üç boyutu bulunmaktadır: diyalog ve çok taraflılığa dayalı bir siyasal düzen, adalet ve eşitliğe dayalı bir ekonomik düzen, kapsayıcılık ve uzlaşmaya dayalı bir kültürel düzen.19 Bölgesel düzeyde vizyonu ise; bölge devletlerinin demokrasi ve gerçek anlamda ekonomik karşılıklı bağımlılık kapsamında birbir17 Ahmet Davutoğlu, “Türk Dış Politikasının İlkeleri ve Bölgesel Siyasal Yapılanma”, SDE, 2012, Erişim: 19 Ocak 2016, 3-4, http://sam.gov.tr/tr/wp-content/ uploads/2012/08/vision_paper_turkce_031.pdf 18 Ahmet Davutoğlu, “Türk Dış Politikasının İlkeleri ve Bölgesel Siyasal Yapılanma”, s. 5-7. 19 Ahmet Davutoğlu, “Küresel Yönetişim”, SAM Vision Papers, No.2, (Ankara: Mart 2012), 8-14, Erişim :22 Şubat 2016, http://sam.gov.tr/tr/wp-content/uploads/2012/05/vision_Paper_02_Turkce.pdf 188 BİLGESAM Yayınları Dış Politika ve Güvenlik leriyle tamamen bütünleştiği; halkların meşru taleplerini yansıtan, temsili siyasal sistemler üzerine inşa edilmiş bölgesel bir düzendir.20 Davutoğlu’nun belirlediği bu vizyon Türkiye’nin Orta Doğu ve Kuzey Afrika’daki halk hareketlerine yönelik politikalarını şekillendirdi. Türkiye’nin değer odaklı yaklaşımı, demokrasi ve genel meşruiyete olan vurgusu Orta Doğu’daki ayaklanmalara ilişkin politikalarına yön verdi. Tunus’taki devrimle birlikte uygulanması gereken politikaların temel ilkeleri belirlendi. İlk olarak ifade özgürlüğü ve diğer siyasal reformlar talep eden halkların desteklenmesine karar verildi. Geçici güç dengesi hesapları dikkate alınarak halklarla derin ve değerli dostluğu sürdürme amacından vazgeçilmeyecekti. İkincisi, istikrarlı ve meşru demokratik siyasal yapılara geçişin; güvenlik ve özgürlük arasında oluşturulacak bir dengeyle sağlanabileceği vurgulandı. Üçüncüsü, demokratik taleplere atfedilen önem ile komşularla sıfır sorun ilkesi arasında bir çelişki yoktu. Bu nedenle baskıcı rejimlere karşı durulmalıydı. Dördüncüsü, bölgenin geleceğini bölge halkları belirlemeliydi, bu nedenle de dış müdahaleye karşı durulmalıydı. Beşincisi, bölgedeki tüm halklar ebedi kardeş olarak kabul edildi ve mezhepsel gerilimleri azaltmanın bir görev olduğu vurgulandı.21 Davutoğlu’na göre Orta Doğu’daki halk ayaklanmalarında talep edilen değerler, Türk halkının sahip olduğu değerlerle aynıydı. Halkların bunları talep etmeye hakları vardı. Halkların demokrasi mücadelesinde tarihin doğru tarafında yer alınmalıydı. Ülkeyi kendi 20 Ahmet Davutoğlu, “Geleceğe Yönelik Bir Balkan Vizyonu”, SAM Vision Papers, No.1, (Ankara: Ekim 2011), 5-11. http://sam.gov.tr/tr/wp-content/uploads/2012/05/Vision_Paper_No1_Turkce.pdf 21 Ahmet Davutoğlu, “Türk Dış Politikasının İlkeleri ve Bölgesel Siyasal Yapılanma”, s. 8. BİLGESAM Yayınları 189 Prof. Dr. Atilla SANDIKLI şahsi mülkü gibi gören, evrensel değerler ve temel insan haklarını, bilhassa hayat hakkını, tamamıyla hiçe sayan rejimlere müsamaha gösterilemezdi. Türkiye Arap halklarının taleplerine “nerede olurlarsa olsunlar ve taleplerinin içeriği ne olursa olsun” koşulsuz destek vermeye karar verdi.22 Ancak tarihsel deneyimlerden elde edilen Arap ülkelerinin kendi aralarındaki ve içlerindeki anlaşmazlıklara karışılmaması ve taraf tutulmaması ilkesi göz ardı edildi. Devletlerin değil sokaklarda gösteri yapan halkların yanında yer alınması riskli bir karardı. Ayrıca bu yaklaşım uygulamada devletlerin iç işlerine karışılması yolunu açtı. Otoriter yönetimler ile halklar arasındaki çatışmaların derinleşmesi Türkiye’nin Orta Doğu’daki sorunlara daha fazla müdahil olması sonucunu doğurdu. Böylece, dış politika, mevcut koşulların ötesine geçerek fazla ideolojik bir özellik kazandı. Davutoğlu’nun belirlediği esaslar doğrultusunda rejimlere halklarının demokrasi arayışını göz ardı etmemeleri tavsiye edildi. Onlardan özgürlük ve güvenlik arasındaki dengeyi kurmaları istendi. Güvenliğin özgürlük için feda edilmesi durumunda kargaşa, özgürlüğün güvenlik için feda edilmesi durumunda diktatörlük rejimlerinin ortaya çıktığı vurgulandı. Güvenliği riske atmadan azami derecede özgürlük ve özgürlükleri sınırlamadan azami derecede güvenlik sağlanması konusunda liderler teşvik edildi.23 Ancak halkların desteklenmesi ve devletlerin tamamen ihmal edilmesi durumunda, Suriye’de olduğu gibi demokratik olmayan diğer küresel ve bölgesel güçlerin rejimi ayakta tutabilmek için müdahale edecekleri ve bunun sonucunda iç savaş çıkacağı ve özgürlüklerin tamamen 22 A.g.e., s. 8. 23 A.g.e., s. 9. 190 BİLGESAM Yayınları Dış Politika ve Güvenlik ortadan kalkacağı değerlendirilemedi. Uzun vadeli vizyoner politikanın gerekli koşulu olan esneklik gösterilemediği için çoğu zaman başarılı sonuçlar alınamadı. Rejimler ve halklar arasında arabuluculuk yapmak için diplomasinin tüm araçları kullanıldı. Türkiye, rejimler vatandaşlarına karşı kaba kuvvet kullandıklarında, kan dökülmemesi ve katliamların sona erdirilmesi için diplomatik çözümler aradı. Yıkıcı etkileri nedeniyle askeri dış müdahaleler engellenmeye çalışıldı. Aynı zamanda liderlerin zulümlerine karşı sessiz kalınmadı ve zulmü sona erdirmek için uluslararası toplumla birlikte hareket edildi.24 Ancak uluslararası toplum Mısır’daki darbede olduğu gibi esneklik göstererek farklı uygulamalara gidince Türk dış politikasında benzer esneklik sağlanamadı. İdealist politikalar sahadaki gerçeklerden uzaklaşmaya başladı. Bölgede sınırsız işbirliği ve ekonomik entegrasyon arzulandığı için geçiş sürecinin yeni bölünmelere neden olmamasına dikkat edilmeliydi. Özellikle, mezhepler arası bölünmeleri – mesela Şii siyasal rejimlere karşı Sünni siyasal rejimler, eski rejimlere karşı yeni demokratik rejimlerin savunucuları – önlemek için gerekli girişimlerde bulunulmalıydı.25 Türkiye Arap halklarının demokrasi arayışını, Sünni İslam anlayışı ve Ankara merkezli olarak değerlendirmek durumunda kaldı. Özellikle İran’ın Suriye’de Esad rejimini ayakta tutma konusundaki kararlılığı, Irak’ta merkezi hükümeti desteklemesi ve Yemen’de Husileri kullanma yönündeki tutumu farklı mezheplerdeki devletler arasındaki ayrışmayı derinleştirdi. Suriye’de ve bölgede mezhepsel gerilimler ve rejimler arası çatışmalar daha da arttı. 24 A.g.e., s. 9. 25 A.e., s. 9. BİLGESAM Yayınları 191 Prof. Dr. Atilla SANDIKLI Dış politikada açıklanan vizyon, belirlenen hedef ve prensipler doğrultusunda hareket edilmesi öngörülmesine rağmen başarılı sonuçlar alınamadı. AB ile müzakerelerin yavaşlaması ve ilişkilerin bozulması, Rusya ile ilişkilerin gelişmesi ve Şangay İşbirliği Örgütü’ne üye olunması yönündeki söylemler bu olumsuzlukları daha da derinleştirdi. Dış politikada Batıyla ters düşüldüğü yönündeki algılar kuvvetlendi. Batıdan uzaklaştıkça insan hakları, demokrasi, kuvvetler ayrılığı, hukukun üstünlüğü gibi kavramlardan da uzaklaşıldığı yönündeki eleştiriler arttı. 2000’li yılların başlarındaki vizyon, hedef ve prensipler doğrultusunda gerçekleştirilen politika ve uygulamalar, Ortadoğu’da yaşanan hızlı değişim ve gelişmeler sonrasında her geçen gün sahadaki gerçeklerden uzaklaşmaya başladı. İdealist yaklaşımlar çerçevesinde ahlaki, adil ve değerler üzerine kurulması arzu edilen küresel ve bölgesel sistemler üzerine yoğunlaşıldı. Türkiye başlangıçta bölgesel bir güç, daha sonra küresel bir aktör ve müteakiben küresel bir güç olarak değerlendirildi. Gücün olduğundan büyük değerlendirilmesi ve bu doğrultuda söylem, hedef ve politikaların geliştirilmesi; olumsuz sonuçlar doğurabilirdi. Söylemler, özellikle Avrupa ve ABD medyalarında “Türkiye eksen mi değiştiriyor, Batı’dan ayrılıyor mu?” yönündeki algıları kuvvetlendirdi. Bu görüş doğrultusunda hareket eden müttefik ve müttefik olmayan devletler, güvenlikleri ve bazı önemli çıkarlarının tehdit edildiği izlenimine kapılarak Türkiye’nin bölgede etkisini engelleme çabası içine girdiler. Bu ihtimal dikkate alınmadığı için Türkiye yıpratılması gereken hedef ülke durumuna geldi. Bu kapsamda Türkiye, Brezilya ve İran arasında geliştirilen “Tahran Anlaşması” ilk hayal kırıklığının yaşanmasına neden oldu. 17 192 BİLGESAM Yayınları Dış Politika ve Güvenlik Mayıs 2010’da Türkiye, İran ve Brezilya arasında uranyum takası konusunda mutabakat metni imzalandı. Düzen kurucu ülke olarak proaktif bir anlayışla gerçekleştirilen bu anlaşma BM Güvenlik Konseyi’nden destek almadı. ABD’nin girişimiyle İran’a ağır yaptırımlar uygulanmasını öngören 1929 sayılı karar 10 Haziran 2010’da Türkiye ve Brezilya’nın ret oyuna rağmen BM Güvenlik Konseyi’nde kabul edildi.26 Ayrıca bu gelişme ABD’nin büyük tepkisine neden oldu ve Türkiye’nin Batı bloku içindeki yeri sorgulanmaya başlandı. Türk dış politikasının Batı ile ters düşme süreci Mavi Marmara olayı ile hızlandı. Türkiye, İsrail’in Gazze’ye uyguladığı ambargo konusuna uluslararası kamuoyunun dikkatini çekerken, İnsani Yardım Vakfı’nın organizasyonu ile Mavi Marmara adlı gemi, Gazze’ye yardım malzemeleri götürmek üzere bir grup gemi ile birlikte yola çıktı. 31 Mayıs 2010 tarihinde Gazze’ye yakın uluslararası sularda İsrail Ordusunun gemiye asker çıkarması üzerine organizasyon amacına ulaşamadı. Saldırıda İsrail komandoları tarafından 9 Türk öldürüldü, 30’u yaralandı.27 Türkiye-İsrail ilişkileri derin yara aldı. Türkiye her platformda İsrail’e karşı ağır eleştirilerde bulundu. İran’ın nükleer silah elde etmeye çalıştığı konusunda yapılan eleştiriye, her zaman İsrail nükleer silahları konusunu gündeme getirerek cevap verdi. Bu durum Tahran Anlaşması’yla başlayan olumsuz süreci daha da kötü hale getirdi. 26 Atilla Sandıklı ve Bilgehan Emeklier, “Kaos Senaryolarının Merkezinde İran”, BİLGESAM Rapor, 2012, s.12,Erişim:Şubat2016,http://www.bilgesam.org/Images/ Dokumanlar/0-173-2014040850rapor_40_kaos_senaryolarinin_merkezinde_iran. pdf 27 İsrail Mavi Marmara›ya saldırdı: 9 ölü 30 yaralı”, T24, 31 Mayıs 2010, Erişim: 13 Aralık 2015, http://t24.com.tr/haber/israil-mavi-marmaraya-saldirdi-9-olu-30yarali,79210 BİLGESAM Yayınları 193 Prof. Dr. Atilla SANDIKLI Büyük Orta Doğu Projesi ve Medeniyetler İttifak’ı ile Orta Doğu’da cazibe merkezi haline gelen Türkiye, Arap Baharı sürecinin başlangıcında bölgedeki etkinliğini daha da artırdı. Sıcak çatışmaların tarafı olmadan, daha çok insani yardım ve Libya’da olduğu gibi tahliye harekâtı ile gündemde yer aldı. Türkiye gelişen özgürlükçü yaklaşımı, demokrasisi, ekonomisi ve artan refahı ile Orta Doğu halkları için örnek bir ülke konumuna geldi. TESEV tarafından 2011’de Orta Doğu ülkelerinde yapılan bir araştırmada “Türkiye, Orta Doğu ülkeleri için başarılı bir model olabilir mi?” sorusuna katılanların % 61’i “Evet” demişti.28 Nüfusunun çoğunluğunun Müslüman olması ve Batı dünyası içindeki yeri onu ayrıcalıklı bir ülke konumuna yükseltmişti. Tunus ve Mısır’da devrimler sonrası iktidara gelen yönetimler yüzünü Türkiye’ye dönmüştü. Bu durum Türkiye’nin özgüvenini o kadar artırdı ki, küresel bir güç gibi özerk politikalar uygulamaya ve Orta Doğu’da düzen kurucu bir ülke olarak davranmaya başladı. Bu kapsamda Müslüman Kardeşler ile ilişkilerini hızla geliştirdi ve HAMAS ile daha da yakınlaştı. Bu sayede Orta Doğu’da etki alanını eski Osmanlı coğrafyasına genişletebileceğini değerlendirdi. Türkiye, Suriye’de halk hareketleri ayaklanmaya dönüşünce, kısa bir süre Esad’ı reformlar yapmaya teşvik etti. Bunda başarılı olamayınca, Esad’la ilişkiyi kesti ve halkın yanında yer aldı. Düzen kurucu bir ülke olarak Suriye’de muhalefeti teşkilatlandırmaya çalıştı. Suudi Arabistan ve Katar gibi ülkelerle birlikte muhaliflere her türlü yardımı yaptı. İran, gelişmeleri Nusayri Esad yönetimine karşı Sünnilerin bir savaşı olarak değerlendirdi ve kendi çıkarlarına teh28 “Orta Doğu’da Türkiye Algısı”, TESEV, 2 Şubat 2011, Erişim: 23 Şubat 2016, http://tesev.org.tr/wp-content/uploads/2015/11/Ortadoguda_Turkiye_Algisi_2010. pdf 194 BİLGESAM Yayınları Dış Politika ve Güvenlik dit olarak gördü. Ayrıca Irak’ta Şii yönetimin Sünniler üzerindeki hâkimiyetini geliştirmesini destekledi. Bahreyn, Yemen, Katar ve Suudi Arabistan’da Şii ayaklanmalarına karşı yapılan operasyonlara tepki gösterdi. Orta Doğu’da Şii-Sünni gerilimi ve İran-Türkiye, İran-Suudi Arabistan rekabeti artmaya başladı. Türkiye’nin dış politikasında yaşanan en olumsuz gelişmeler, küresel ve bölgesel aktörlerin etkisiyle Arap Baharı’nın tersine dönme sürecinde yaşandı. Libya’da Eylül 2012’de ABD Büyükelçiliği’nin basılması, Büyükelçi ve 3 elçilik personelinin öldürülmesi sonrasında Arap Baharında süreç tersine döndü. Arap Baharı ile Batı değerlerinin bölgeye yerleşmesinin kendi çıkarlarına uygun olduğunu değerlendiren ABD, gelişmelerin kendi çıkarlarına hizmet etmediğini görünce farklı bir politika uygulamaya başladı. ABD için Orta Doğu’da en büyük tehdit bölge içinden bir gücün gelişerek nüfuzunu artırması ve hâkim bir duruma gelmesidir. Türkiye’nin Müslüman Kardeşler ve HAMAS ile ilişkilerini geliştirerek bölgede nüfuzunu artırması, bölgede oyun kurucu ülke olduğunu ileri sürmesi ve bu doğrultuda hareket etmesi; hem ABD hem de İran’da rahatsızlık yarattı. Hatta Müslüman Kardeşlerle ilişkisi nedeniyle Suudi Arabistan’da dahi şüphe oluşturdu.29 Müslüman Kardeşlerin merkezi Mısır’da, Suudi Arabistan destekli selefi gruplar Cumhurbaşkanı Mursi yönetiminden desteğini çekti. Cumhurbaşkanı Mursi, Mısır’ı yönetmekte sorunlar yaşadı ve olaylar çıktı. Halkın tepkisini öne süren Sisi 3 Temmuz 2013’de silahlı kuvvetleri arkasına alarak darbe yaptı. “Mursi halk desteğini kay29 Atilla Sandıklı, “Türk Dış Politikasının Analizi II”, Yeni Yüzyıl, 24 Kasım 2015, Erişim: 12 Aralık 2015, http://www.gazeteyeniyuzyil.com/makale/turk-dispolitikasinin-analizi-ii-192 BİLGESAM Yayınları 195 Prof. Dr. Atilla SANDIKLI betti” gerekçesiyle darbe ABD ve Batı tarafından desteklendi. Türkiye darbeyi kınadı ve darbe sonrasında kurulan hükümeti meşru bir yönetim olarak tanımadı. Mısır’la ilişkiler koptu. Ortadoğu politikaları konusunda ABD ve Batı ile ayrışma derinleşti. Yine 2013 yılında Suriye ile kimyasal silahların imhasına yönelik anlaşma imzalandıktan sonra, öncelikli tehdit ortadan kalktığı için ABD ve Batılı güçler Suriye’de ılımlı muhalif güçlere yaptığı yardımı kesti. Türkiye, Suriye’deki gelişmeler karşısında yalnız bırakıldı ve uygulamaya çalıştığı bütün politikalar bir bir başarısızlığa uğradı. PKK terör örgütünün Suriye’deki uzantısı PYD ve YPG’ye destek arttı. Irak’ın kuzeyindekine benzer özerk bir Kürt devletinin temelleri atılmaya başladı.30 Irak’taki iç savaşla merkezi yönetimin dış desteklerle güçlendirilmesi yönündeki gelişme, bölgesel güçler arasındaki bölünmeleri derinleştirdi. Rusya’nın Suriye’de Esad rejimini güçlendirme politikası, Türkiye ile Rusya’nın politikalarının ters düşme sürecini başlattı. Küresel ve bölgesel güçler tarafından görmezden gelinen IŞİD hızla gelişti. Irak ve Suriye’de önemli bir bölgeyi işgal etti. Yapmış olduğu insanlık dışı eylemler ve katliamlar sonrasında Sünni İslam anlayışı da büyük bir darbe aldı. Özellikle Batının İran’a yaklaşma girişimleri, Batı-Suudi Arabistan ilişkilerinin girdiği süreç bölgede İran lehine bir görüntü ortaya çıkardı. Rusya’nın Suriye’deki askeri varlığını artırması, Esad’ın bölgedeki pozisyonunu kuvvetlendirdi. Türkiye’nin Suriye’deki gelişmeleri yönlendirebilme kabiliyeti büyük oranda azaldı. Uluslararası ilişkiler ve güvenlik ortamı Türkiye’nin aleyhine döndü. Gelişmelerin 30 Atilla Sandıklı, “Türk Dış Politikasının Analizi II”. 196 BİLGESAM Yayınları Dış Politika ve Güvenlik PKK ve Kürt dinamiğinin çıkarları doğrultusunda önemli fırsatlar yaratabileceği öngörülemedi. Suriye’nin kuzeyinde PKK uzantısı PYD’nin özerk bir Kürt devleti kurma ve petrol sahalarını kontrol etme girişimi; Irak’ın kuzeyinde Özerk Kürt Yönetiminin bağımsızlığını ilan etmesi; PKK’nın Türkiye’de özerklik taleplerinin kitlesel halk hareketlerine dönüşmesi risklerine karşı bütüncül politikalar geliştirilemedi ve gerekli tedbirler zamanında alınamadı. Bu gelişmelerle eş zamanlı olarak yurt içinde de potansiyel gerilimler arttı, Gezi Olayları ve 6-8 Ekim Kobani Kalkışması ile çatışmaya dönüştü. Çözüm süreci çöktü ve PKK Terör Örgütünün eylemleri arttı. Diyarbakır’ın Sur, Şırnak’ın Cizre, Silopi ve İdil, Mardin’in Dargeçit ve Nusaybin, Hakkâri’nin Yüksekova ilçelerinde hendek ve barikatlar kurulup kurtarılmış bölgeler oluşturuldu. Ankara’da sivillere yönelik iki büyük terör saldırısı gerçekleştirildi. PKK’nın fiili özerk (kurtarılmış) bölgeler kurarak kitlesel halk hareketi ile sonuç alma stratejisi; devletin gösterdiği kuvvetli mücadele iradesi, TSK’nın ve diğer güvenlik güçlerinin kararlı operasyonları, bölge halkının terör örgütlerine destek vermemesi ve hatta direnç göstermesi sayesinde başarısızlığa uğratıldı. PKK terör örgütü eylemlerini tekrar kırsala ve büyük şehirlere kaydırmaya başladı. Bölgede kalıcı bir barışın sağlanması için kapsamlı bir siyaset henüz geliştirilemedi. Türkiye’nin, Suriye’de IŞİD karşıtı koalisyona aktif olarak katılması sonrasında, IŞİD Terör Örgütü iç çatışmayı körüklemek maksadıyla Silvan, Diyarbakır, Ankara ve İstanbul’da büyük terör eylemleri gerçekleştirdi. Özellikle Kilis bölgesi olmak üzere sınır bölgelerimizdeki kentleri Katyuşa roketleriyle vurmaya başladı. Buna kar- BİLGESAM Yayınları 197 Prof. Dr. Atilla SANDIKLI şılık Türkiye de uzun menzilli topçu ateşi ve Koalisyon güçlerinin hava taarruzlarıyla Suriye’deki IŞİD mevzilerini vurmaktadır. Orta Doğu’da meydana gelen kaosun ve uygulanan olumsuz politikaların Türkiye’ye yüklediği en büyük sorunlardan birisi, 3 milyona yakın Suriyelinin Türkiye’ye sığınmasıdır. Bu sorun, Türkiye’de bugün ve gelecekte önemli siyasi, ekonomik, sosyo-kültürel ve güvenlik problemleri yaratacak potansiyeldedir. Ayrıca AB ile ilişkileri de etkilemektedir. Gelinen noktada Türkiye uluslararası prestijini hızla kaybetmeye başladı. BM Güvenlik Konseyi geçici üyeliği için 2008’de yapılan seçimlerde 153 oy alan ve üyeliğe seçilen Türkiye, 2014’de yapılan seçimlerde sadece 73 oy aldı ve üyeliğe seçilemedi.31 TESEV’in Türkiye’nin Orta Doğu’daki rolü ile ilgili yaptığı anket çalışmalarında Orta Doğu halklarının Türkiye’ye olumlu bakışının, 2010 ile 2013 yılları arasında %19 civarında bir düşüş yaşadığı görülmektedir.32 Herkesin güvenilir bir ülke olarak gördüğü ve bütün devletlerle iletişim ve etkileşim kurabilen arabulucu vasıflarına sahip Türkiye, küresel, bölgesel ve ülkesel sorunlar yaşayan bir ülke konumuna düştü. Batı ülkeleri Türkiye’nin Orta Doğu politikalarını daha fazla sorgulamaya başladı. Orta Doğu’da İsrail, Mısır, Suri31 “Türkiye BM Güvenlik Konseyi’ne giremedi”, BBC Türkçe, 17 Ekim 2014, Erişim: 22 Ocak 2016, http://www.bbc.com/turkce/haberler/2014/10/141016_turkiye_bm 32“OrtaDoğu’daTürkiyeAlgısı2010”,http://tesev.org.tr/wpcontent/uploads/2015/11/ Ortadoguda_Turkiye_Algisi_2010.pdf,“Orta Doğu’da Türkiye Algısı 2011”, http://www.aciktoplumvakfi.org.tr/pdf/Ortadogu_Turkiye_Algisi_2011.pdf, “Orta Doğu’da Türkiye Algısı 2012”,http://www.fes-tuerkei.org/media/pdf/Publik ationen%20Archiv/Ortak%20Yay%C4%B1nlar/2012%20Ortado%C4%9Fu’da%20 T%C3%BCrkiye%20Alg%C4%B1s%C4%B1%20(TUR)%202012_pdf.pdf, “Orta Doğu’da Türkiye Algısı 2013”, http://tesev.org.tr/wp-content/uploads/2015/11/Ortadoguda_Turkiye_Algisi_2013.pdf 198 BİLGESAM Yayınları Dış Politika ve Güvenlik ye, Irak ve İran’la ilişkiler kötüleşti. Suudi Arabistan ile ilişkiler iyi olarak görülmesine rağmen ilişkilerde güven azaldığı için rekabete dayalı şüpheli yaklaşım ve uygulamalar devam etmektedir. Yine bölgede etkin olan Rusya ile uçak düşürme olayından sonra ilişkiler kopmuş, düşmanca yaklaşımlar ön plana çıkmıştır. ABD ile güvene dayanan ilişkilerin yerini güvensizlik almış, karşılıklı niyet ve politikalar konusunda şüpheler ön plana çıkmıştır. Suriye’nin güney sınırımıza yakın bölgelerde PKK terör örgütü ve onun Suriye’deki kolu PYD bölgedeki etkinliğini artmıştır. PYD, Türkiye’nin tepki göstermesine rağmen müttefiklerimizle bile ilişkiler geliştirebilmektedir. PKK ve YPG, IŞİD, DHKPC ve MLKP son zamanlarda Türkiye’de eylemlerini yoğunlaştırmıştır. Suriye ve Irak’taki gelişmelerin Türkiye aleyhine şekillenmesi, Türkiye’nin iç güvenlik risklerini daha da yükseltmiştir. Türkiye, Orta Doğu vizyonunu ve politikalarını tekrar gözden geçirmek durumundadır. Bu vizyon ve politikaların oluşturulmasına ve uygulanmasına etki edecek olan iç politika ortamı ile bölgesel ve küresel ilişkiler ortamı yeniden şekillendirilmeye çalışılmalıdır. Son aylarda AB ile ilişkiler ortamında tekrar yakalanan olumlu zemin hızla geliştirilmelidir. İsrail ile ilişkilerin normalleşmesine yönelik olumlu gelişmeler sonuçlandırılmalıdır. 2016 yılı içinde Başbakan Davutoğlu’nun İran ve İran Dışişleri Bakanı Cevad Zarif’in Ankara ziyaretleri faydalı olmuştur. Ayrıca İstanbul’da yapılan İslam İşbirliği Teşkilatı toplantısında Türkiye Cumhurbaşkanı R. Tayyip Erdoğan ile İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani ve müteakiben Suudi Arabistan Kralı Selman Bin Abdulaziz ile yapılan görüşmeler önemli girişimlerdir. İran ile başlayan bu diyalog süreci karşılıklı ziyaretlerle genişletilmeli ve İran’la bölgesel politikalar konusundaki uzaklık azaltılmalıdır. BİLGESAM Yayınları 199 Prof. Dr. Atilla SANDIKLI Mısır’daki darbe yönetimine rağmen uluslararası toplumun Sisi yönetimi ile ilişkilerindeki gelişmeler dikkate alındığında, Mısır ile ilişkilerin normalleşme sürecine girmesi gereği ortaya çıkmaktadır. Türkiye’nin girişimleri ile Mısır ile ilişkiler çok kısa sürede düzeltilebilir. Bölge halklarının beklentisi Türkiye, İran, Mısır ve Suudi Arabistan arasında bölgenin geleceği yönünde bir uzlaşma zemininin oluşturulmasıdır. İran ve Suudi Arabistan arasındaki güç mücadelesi, Türkiye’nin tüm bölge ülkeleriyle ilişkilerini normalleştirmesini ve bölgede daha fazla dengeleyici rol oynamasını zorunlu kılmaktadır. Bu ivme yakalanabilirse küresel güçler de uzlaşma zeminine katkı sağlayabilir. Sonuç ve Öneriler Türk dış politikasının Orta Doğu vizyonu incelendiğinde, 2000’li yılların başında politika oluşum süreçleri ve uygulamaları kuruluş hedef ve prensipleri ile tarihsel deneyimlere büyük ölçüde uygundur. Bu dönemdeki politikalar ve uygulamalar başarılı sonuçlar vermiş, Türkiye hem Batı hem de Orta Doğu ülkeleri arasında takdir edilen saygın bir ülke konumuna gelmiştir. Ancak daha sonraki yıllarda Orta Doğu vizyonu ve uygulamaları, tarihsel süreçteki deneyim ve pratiklerden uzaklaşmıştır. Bunun nedenleri; vizyon temelli dış politika arayışı kapsamında sahadaki gerçeklerden ve reel politikten uzaklaşılması; güç, çıkar ve politika ilişkisinin yanlış kurgulanması; hedeflerin belirlenmesinde ve prensiplerin uygulanmasında önemli hatalar yapılması; ve gerçekler, söylemler ve uygulamalar arasında farklar oluşmasıdır. Türkiye’nin kuruluşundaki dış politika hedef ve prensipleri ile yaşanan tarihsel deneyimlerden alınan derslere uygun olarak Türkiye’nin 200 BİLGESAM Yayınları Dış Politika ve Güvenlik Orta Doğu vizyonu; ulusal çıkarları hedefleyen; küresel ve bölgesel güçlerin beklentileri ve politikalarını dikkate alan; Batılı müttefiklerimizin beklentileri ile bölge ülkelerinin algılarını dengeleyen; bölgesel barış, istikrar ve refahı öngören; ekonomik entegrasyonu önceleyen; bölgedeki farklılıkları dikkate alarak çoğulcu bir anlayışı benimseyen; eşitlik temelinde uzlaşmaya önem veren; sorunların bir parçası olmamaya özen gösteren; gerçekçilik ve esneklik prensiplerine uygun politikalar üzerine inşa edilmelidir. Türkiye’nin Orta Doğu’daki konumunu pekiştirecek en tutarlı uygulama; sorunların bir parçası olmadan, sorunlara çözüm bulabilecek ve arabuluculuk icra edilebilecek bir politika üretmektir. Bu politika gereği ittifaklar, Kuruluş dönemi dış politika hedef ve vizyonunda olduğu gibi milli menfaatler dikkate alınarak gerçekçilik ve dengecilik prensiplerine uygun olarak oluşturulmalıdır. Daha net bir deyişle; Batı’nın ittifak sisteminin parçası olarak gerekenler yerine getirilirken, Orta Doğu devletlerinin hassasiyetleri ile tarihi ve kültürel etkileşimler göz ardı edilmemelidir. Bu iki etken arasında konjonktürel durum da dikkate alınarak optimal bir denge sağlanmalıdır. Tarihsel deneyimler çerçevesinde; geçmişte belirlenen hedefler, prensipler ve uygulamalar; yeni oluşturulacak vizyon ve politikalarda dikkate alınmalıdır. Uluslararası hukuk kurallarına uyulması konusunda yeterli hassasiyet gösterilmelidir. Dış politikanın halkın büyük çoğunluğunun desteğine sahip bir devlet politikası olması için gerek vizyon oluşturma gerekse politika geliştirme ve uygulama sürecinde; başta bürokrasinin, muhalefet BİLGESAM Yayınları 201 Prof. Dr. Atilla SANDIKLI partilerinin, farklı görüşlere sahip düşünce kuruluşlarının, sivil toplum örgütleri ve akademisyenlerin görüş ve eleştirileri daha fazla dikkate alınmalıdır. Orta Doğu’ya yönelik vizyon ve politikalar oluşturulurken bölge ülkelerinin tarih algısı ve Türkiye’den beklentileri gerçekçi olarak değerlendirilmeli, bölgesel hassasiyetler belirlenmeli, bölgedeki gelişmeler doğrultusunda sahada oluşan gerçeklerden ve reel politikten uzaklaşılmamalıdır. Ulusal çıkarlar doğrultusunda oluşturulan Orta Doğu vizyonu ve politikaları; güç, çıkar ve politika dengesi içinde Batılı ve bölgesel müttefiklerle, daha uyumlu bir şekilde geliştirilmelidir. Bu nedenle küresel ve bölgesel güçlerin Orta Doğu’daki çıkarları, hedef ve politikaları dikkate alınmalıdır. Türkiye’nin karşı karşıya kaldığı riskleri de dikkate alarak devletlerin egemenlik haklarına saygı gösterilmeli ve içişlerine müdahaleden kaçınılmalıdır. Devletler veya devlet yönetimleri ile halklar arasındaki anlaşmazlıklarda sonuna kadar uzlaştırıcı politikalarda ısrar edilmeli, bu mümkün olmuyorsa tarafsız ve uzak kalınmalıdır. Batılı müttefikler dâhil diğer bölge ülkeleriyle ilişkilerde istişare mekanizmalarına daha fazla önem verilmeli ve çıkar dengeleri karşılıklı diyaloglarla kurulmaya çalışılmalıdır. Karşılıklı diyaloglarda diplomatik nezaket kurallarına uyulmalıdır. Yeni Osmanlıcılık algısını oluşturacak revizyonizm izlenimi veren söylem ve uygulamalardan kaçınılmalıdır. 202 BİLGESAM Yayınları Dış Politika ve Güvenlik Suudi Arabistan ve İran arasındaki güç mücadeleleri ve bu mücadelede mezhep farkının kullanılmasına rağmen, Türkiye mezhebe dayalı politikalardan uzak durmalıdır. Batı ülkelerince uluslararası meşruiyeti sorgulanan örgütlerle ve bazı devletler tarafından terör örgütü olarak değerlendirilen gruplarla ilişki kurulmamalıdır. Orta Doğu’da değişen dış politika ortamı gerçekçi olarak değerlendirilerek, esneklik prensibi doğrultusunda küresel ve bölgesel ilişkiler gözden geçirilmelidir. Bu kapsamda AB ve İsrail ile ilişkilerdeki olumlu gelişmeler memnuniyet vericidir. İsrail ile ilişkilerin düzeltilme süreci hızlandırılmalıdır. Benzer şekilde uluslararası toplumun tutumu da dikkate alınarak Mısır ile ilişkiler yeniden canlandırılmalıdır. Suriye politikası bölgede meydana gelen yeni gelişmeler ışığında yeniden şekillendirilmeli, Türkiye’nin çıkarları çerçevesinde ABD, Rusya, İran ve Suudi Arabistan arasında bir uzlaşma arayışına girilmelidir. İran ile bölgesel sorunların çözümüne yönelik diyalog geliştirilmeli ve belirli bir uzlaşma zemini oluşturulmalıdır. Suriye politikaları nedeniyle Rusya ile zaten gergin olan ilişkileri daha fazla tırmandırmamak için askeri ve siyasi alanlarda gerginliği artıracak söylem ve eylemlerden kaçınılmalıdır. Rusya ile ilişkilerin onarılması maksadıyla Karadeniz’e kıyıdaş ülkelerle bir araya gelerek, bu güne kadar elde edilmiş olan Karadeniz Donanma İşbirliği Görev Grubu (BLACKSEAFOR) ve Karadeniz Uyum Harekâtı (BLACKSEA HARMONY) gibi kazanımların devam ettirilmesi ve geliştirilmesi yönünde girişimler yapılmalıdır. BİLGESAM Yayınları 203 Prof. Dr. Atilla SANDIKLI TÜRK HALKI DEMOKRASİ İÇİN TEK YÜREK* Demokrasi ve şehitlerimiz için düzenlenen Yenikapı mitingi 7 Ağustos Pazar günü olağanüstü bir katılıma gerçekleşti. Yaklaşık 5 milyon insanın alanı doldurduğu mitingde, miting sahası dışındaki yerler de dolmuştu. Miting sahasının çevresinde, çok uzun mesafeden geldiği halde yer bulamayan binlerce insan vardı. Türk halkı Yenikapı’da düzenlenen demokrasi ve şehitler mitinginde iktidarı ve muhalefeti ile tek yürek haline geldi. Uzun yıllardır, iktidar ve muhalefet arasındaki gerilimler Yenikapı’da yerini uzlaşma ve işbirliğine bıraktı. Millet olarak birlik ve beraberliğimizin adeta simgesi oldu Yenikapı. Yenikapı’dan yükselen heyecan, coşku ve söylemler dosta güven, Türkiye düşmanlarında ise korku yarattı. Bu özellikleriyle Yenikapı bir dönemin sonu, yeni bir dönemin başlangıç noktası olarak da değerlendirilebilir. Bu uzlaşma ve işbirliği zemini, Bilge Adamlar Stratejik Araştırmalar Merkezi (BİLGESAM) olarak umut ettiğimiz ve çalışmalarımızı bu doğrultuda yürüttüğümüz ve hedeflediğimiz bir sonuçtu. Biz BİLGESAM olarak bütün çalışmalarımızın sonunda yapmış olduğumuz önerilerde Türk halkı içindeki ötekileşme ve kutuplaşmanın yerini uzlaşma ve işbirliği süreçlerinin alması gerektiğini vurgulamıştık. Bu nedenle BİLGESAM Başkanı olarak 12:00-13:00 civarında erken saatlerde miting alanına ulaştım. Başlangıçta halkın heyecan ve duygularını paylaşmaya çalıştım. Onlarla birlikte darbelere ve teröre karşı tepkimizi dile getirdik. Bunun yanında halkın demokrasi, şehitler, Türkiye’nin birlik ve bütünlüğü ile geleceğe yönelik umutlarını ifade ettiği haykırışlarına katıldım. Uzun bir süre alandaki bu * Bu yazı 9 Ağustos 2016 tarihinde www.bilgesam.org adresinde yayımlanmıştır. 204 BİLGESAM Yayınları Dış Politika ve Güvenlik coşkuya katıldıktan sonra protokol kartını alarak protokolün bulunduğu alana geçtik. Burada darbe girişimine canlarını esirgemeden feda eden şehitlerimizin aileleri ve yaralı gazilerimizle birlikte olduk. Onlardan darbe günü yaşanan hainlikleri ve hainlerle mücadele eden bu kahramanların yaşadıklarını dinledik. Onlarla beraber o anın hem acısını hem de heyecanını bir kere daha yaşadık. Ama asıl önemli olan bu insanların geleceğe, Türkiye’nin geleceğine umutları ve özlemleri bizi daha çok etkiledi. Yaşanan bütün bu problemlere ve acılara rağmen o kahramanlar ve o kahramanların aileleri Türkiye’nin geleceğine umutla, güvenle ve heyecanla bakıyor. Süreç ilerledikçe Genelkurmay Başkanı ve Kuvvet Komutanları alana geldi. Türk halkının komutanlarını bağrına basarak Türk Silahlı Kuvvetlerini sahiplendiğine tanık olduk. Türk halkı Türk Silahlı Kuvvetleri içinden çıkan hainlere kin ve nefret duyarken bu hainlerle mücadele eden, hayatlarını hiçe sayan Türk Silahlı Kuvvetlerinin gerçek sahiplerine ve Türk Silahlı Kuvvetlerine karşı sevgi duygularını gösterdi. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Meclis Başkanı İsmail Kahraman, Başbakan Binali Yıldırım, Cumhuriyet Halk Partisi başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Milliyetçi Hareket Partisi başkanı Devlet Bahçeli’nin bir arada yan yana oturmalarının ortaya koyduğu birlik mesajı halkımızı son derece memnun etti. Bu birlik mesajı özellikle darbe girişimini algılamakta, bu girişime tepki göstermekte geciken ve demokrasi havarisi geçinen Batılı ülkelere de önemli bir mesaj niteliğindeydi. Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanının, Başbakanının, Meclis Başkanının, muhalefet partilerinin ve silahlı kuvvetlerin bir arada olması aynı zamanda Türk halkının da özlemlerini yansıtan bir tabloydu. Bu tablo muhalefet partisi liderleriyle BİLGESAM Yayınları 205 Prof. Dr. Atilla SANDIKLI başlayan konuşmalarla devam etti. Önce Milliyetçi Hareket Partisi başkanı Devlet Bahçeli halka hitap etti. Ardından Cumhuriyet Halk Partisi lideri Kemal Kılıçdaroğlu, Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar, Başbakan Binali Yıldırım, Meclis Başkanı İsmail Kahraman ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan halka hitap etti. Yapılan konuşmalarda genellikle üzerinde durulan ilk konular FETÖ terör örgütü ve darbecilere karşı gelişen tepkiyi yansıtıyordu. İkinci sıradaki tepki ise darbeye tepki göstermeyen, adeta darbenin arkasında duruyormuş imajı sergileyen ABD ve Batıya karşıydı. Konuşmalarda bu tepkilerin yanında Türk halkı arasındaki siyasi konularda uzlaşma noktaları ön plana çıktı. Siyasi iktidar mensuplarında birlik ve beraberlik vurgusu, Türkiye’nin kurucu vizyonu ve anlayışına yönelik söylemler ağırlık kazanırken, muhalefet partilerinde ise darbelere birlikte karşı durmak, demokrasi, uzlaşma ve işbirliği mesajları öne çıktı. Bu mesajlarla birlikte demokrasi ve şehitler mitingi, Türkiye’nin tarihi ve kültürel değerleriyle devletin kurucu felsefesi arasındaki uyumun sağlanmasına vesile oldu. Milliyetçi Hareket Partisi başkanı Devlet Bahçeli, konuşmasında 15 Temmuz’da milletin iradesini ele geçirmeyi hedefleyen mütecaviz girişime milletimizin dur dediğini, milletimizin cumhuriyetin kazanımlarını koruduğunu ifade etti. Bahçeli Türkiye’nin yeni bir sayfa açması gerektiğini, milli bir uzlaşma sağlayarak, hukukun üstünlüğünü gözeterek, insan hak ve özgürlüklerini muhafaza ederek kutuplaşma ve cepheleşmelerin önünün alınması gerektiğini belirtti. Cumhuriyet Halk Partisi lideri Kemal Kılıçdaroğlu, 15 Temmuz’un Türkiye’ye bir uzlaşma kapısı araladığına, 15 Temmuz’da artık yeni bir Türkiye’nin olduğuna işaret ederek bu musibetten bütün genel başkanların ders çıkarması gerektiğini belirtti. Kılıçdaroğlu, konuş206 BİLGESAM Yayınları Dış Politika ve Güvenlik masında 12 maddelik bir yol haritası sundu, bu maddeler kapsamında camiye, kışlaya, adliyeye siyaset sokulmamasını, siyasette özeleştirinin önemini, devletin inşasında liyakat sisteminin esas alınmasını, laikliğin korunması gerektiğini ve demokrasinin güçlenmesine katkı sağlamak zorunda olduğumuzu beyan etti. Kılıçdaroğlu’nun ardından kürsüye çıkan Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar, Türk Silahlı Kuvvetlerinin gerçek evlatları ve emniyet mensuplarının darbe girişimine kahramanca karşı koyduğunu ifade etti. Akar, Türk Silahlı Kuvvetlerine ve millete ihanet eden darbecilere cevabın tereddütsüz bir şekilde verildiğini, Türk halkının asker elbisesi giymiş canilerle Silahlı Kuvvetlerin fedakâr mensuplarını ayırt etmesinin kendilerine güç verdiğini vurguladı. Başbakan Binali Yıldırım, konuşmasına CHP genel başkanını, MHP genel başkanını Cumhurbaşkanımızın ve milli iradenin yanında durduğu için tebrik ederek başladı. Yıldırım siyasette meydana gelen bu tabloyu bozmayacaklarını, Türkiye’yi 2023 hedeflerine taşıyacaklarını kaydetti. Başbakan Yıldırım, dayanışma kardeşliğini daha da güçlendireceklerini, birlikte Türkiye olursak çözülemeyecek hiçbir sorun kalmayacağını, bu birlikteliği koruyacaklarını, adaletle ve hukukla hareket edeceklerini beyan etti. TBMM Başkanı İsmail Kahraman konuşmasında çalışma günü olmamasına rağmen 15 Temmuz gecesinde darbeye karşı Meclisin açıldığını, gece boyunca açık tutulduğunu, ertesi gün olağanüstü bir toplantı yaptıklarını ve TBMM’de bulunan 4 partinin imzaladığı ortak bir bildiri yayımladıklarını ifade etti. Kahraman, milli iradeye konulmak istenen ipoteğe karşı koyarak Meclisimizin ikinci defa gazilik payesini hak ettiğini dile getirdi. BİLGESAM Yayınları 207 Prof. Dr. Atilla SANDIKLI Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Türk milletinin 1000 yıl önce Malazgirt’te hangi inanç ve kararlılıkla Anadolu’nun kapısını açmışsa, 15 Temmuz’da aynı hislerle darbecilerin karşısında dikildiğini, milletin devletine sahip çıktığını ifade etti. Erdoğan, 15 Temmuz’un Türkiye’nin sadece siyasi, ekonomik, diplomatik saldırılar değil, aynı zamanda askeri saldırılar karşısında da yıkılmayacağını gösterdiğini belirtti. Erdoğan, miting alanında Genelkurmay Başkanıyla, CHP ve MHP genel başkanlarıyla, 81 vilayetten her görüşten, her meşrepten insanın katılımıyla verilen görüntünün, Türkiye’nin düşmanlarını en az 16 Temmuz sabahı kadar kahrettiğini vurguladı, FETÖ terör örgütünün milletin iradesini hesap edemediğini ifade etti. Sonuç olarak Yenikapı’daki demokrasi ve şehitler mitingi, Türkiye’nin demokrasi doğrultusunda ilerleyen bir devlet olduğu ve demokrasiye bir tehdit geldiğinde Türk halkının farklı görüşleri bir kenara bırakarak birlikte hareket edebileceğini gösterdi. Yurtdışında Türkiye’deki gelişmelerin yeterince anlaşılamadığı bir ortamda bu miting önemli mesajlar verdi. Demokrasi ve şehitler mitingi, Türkiye’ye yeni bir ufuk açtı. Cumhurbaşkanının önderliğinde iktidar ve muhalefete kendilerini ifade etme imkânı tanındı. Böylece ülkede yeni bir uzlaşma zemini meydana getirdi. Miting alanındaki birlik ruhu Türk halkının geleceğe umutla bakmasına vesile oldu. Tüm siyasi tarafların ve bürokrasinin bu uzlaşma zemininde buluşması ve birlik ruhunu benimsemesi, bütün devlet kurumlarına bu bakış açısının hâkim olması yarınların Türkiye’si için gereklidir. 208 BİLGESAM Yayınları Dış Politika ve Güvenlik DEMOKRASİ İÇİN DARBELERE KARŞI OMUZ OMUZA TSK bünyesinde yuvalanan illegal çete mensubu hainlerin, 15 Temmuz akşam saatlerinde hem komuta makamlarına isyan hem de seçilmiş siyasi yönetime darbe girişimi; Cumhurbaşkanımızın dirayetli yönetimi, Başbakanımız ile bakanlarımızın koordineli ve etkili çalışması, siyasi partilerimizin desteği, Silahlı Kuvvetler komuta kademesinin hayatlarını hiçe sayarak karşı koyması, devletine sadık asker ve polislerin mücadelesi ve halkımızın hayatları pahasına meydanları doldurması sayesinde bütün yurt genelinde tam anlamıyla bastırılmıştır. Bu demokrasi mücadelesinde şehit düşen sivil, asker ve emniyet mensubu kahramanlarımızı minnetle anıyoruz. Yaralılarımıza acil şifalar diliyoruz. Cumhurbaşkanımızın önderliği, Başbakanımızın yönetimi, bütün siyasi parti başkanlarının birlikteliği, güvenlik güçlerinin mücadelesi ve tabii ki halkımızın demokrasi azim ve kararlılığı takdire şayandır. Atalarımızın bize emanet ettiği demokratik, laik, sosyal, hukuk devletine yönelik bundan sonra da her türlü menfur saldırılara karşı omuz omuza karşı duracağımıza inancımız tamdır. Prof. Dr. Atilla SANDIKLI BİLGESAM Başkanı BİLGESAM Yayınları 209