+ aşan, hayatı sanatsallaştıran, mimarlığı şiirselleştiren bir mimar...-> S 3 Uğur Dağlı ...Bu Surlar dünyanın başka yerinde olsa kim bilir nasıl üzerine titrenirdi. Üzerine çarşaf gibi ilanlar, posterler asarlar mıydı?...-> S 4 ...Ve Naciye Doratlı GELENEKTEN EVRENSELE BİZ NEREDE YANLIŞ YAPTIK? Naciye Doratlı- Şebnem Hoşkara- Ercan Hoşkara tüm bu mimari öge ve efektler, evi, bir tasarım ürünü haline sokarken, kullanıcılarına da...-> S 5 Hera-C Zaman Da Eskitiyor, Yok Ediyor Onları; Vizyon Da... ...Tarihe tanıklık eden yapıların, fiziksel özelliklerinin işlevlerinden daha uzun ömürlü oldukları düşünüldüğü zaman, öze dönmeleri çok zor hatta imkansızdır...-> S 6 Kağan Günçe Kent Koridorları – Sokaklar KENTİN TADI TUZU ... Sokakları değişik biçimlerde algılar ve yaşarız. Sokaklara yüklediğimiz çeşitli anlamlar vardır. Sokakların görüntüsü, sesi, kokusu, eni-boyu-yüksekliği de vardır...-> S 11 Şebnem Hoşkara AL GÖZÜM SEYREYLE Birleşmek, Geçmişle Yüzleşmek ve Yabancıyla Kaynaşmak ... turistik aylaklığı Türkan Ulusu Uraz bırakıp, sizi bu süreci anlatan üç örneğe, Parlemento Binası ve çevresine, Musevi Müzesi’ne ve Kreuzberg’e yönlendirelim...-> S 12 Düş Gezgini Küçük Prens ...Hayallerinin kapak resmi: Ceren Boğaç Küreselleşme ile yerellik çatışmasının, iletişimle teknolojinin mimari ve kentsel çevre üzerindeki yoğun etkinliğini sürdürdüğü günümüzde, Kuzey Kıbrıs toprakları, pekçok gelişmekte olan ülkenin karşılaştığı, düzensiz, yaygın ve çarpık yapılaşmanın olumsuz etkilerini yaşamaktadır. Son günlerde yaşadığımız sel felaketi bu olumsuz etkilerin sadece bir örneğidir. Bu olumsuzlukların en büyük sorumlusu ise, ne yazık ki, doğal, mimari ve kentsel çevreyi ilgilendiren yasalar ve bunların uygulanma biçimidir. Bir başka deyişle, mevcut planlama sistemidir. Bu bağlamda, bu sistemin içinde yer alan ilgili tüm aktörlerin bir an için durup düşünmesi ve sistemi yeniden yapılandırmak için ortaklaşa çözüm üretmesi gerekmektedir....-> S 7- S 8- S 9- S 10 GÜNCEL HABERLER - YORUMSUZ FOTOĞRAFLAR S 15 <-.......................................................................KARİKATÜRLER Kutsal Öztürk Begüm Mozaikçi + PROVO-K-İTAP DOSYA 2: KUZEY KIBRIS’TAKİ YASAL ÇERÇEVENİN YAPILAŞMIŞ ÇEVRENİN OLUŞUMUNA ETKİLERİ ve ORTAYA ÇIKAN SORUNLAR Modernizmin Yerel Açılımları: Dr. Ali Fikret Evi KONUT VE YAŞAM ...Sınırları Mağusa Hisarları Mı, İlan Panosu Mu? gerçeklere erişemediği öylesine çok durum vardı ki aslında hayal etmeseydi, hayatı daha kolay olacaktı...-> S 13 Beril Özmen Mayer Yapım Süreci: Planlama SORULAR-CEVAPLAR BİR MİMAR - BİR BİNA Dünya Mimarı Saffet K. Bekiroğlu GEÇMİŞİN SESSİZ TANIKLARI KENT MİMARLIK ve TASARIM GAZETESİ 15 GÜNDE BİR YAYINLANIR 21 MART 2010/ SAYI 3 ...asıl sorun, plan yapmak yerine emirnameleri sürdürmeyi devam ettirmektir. Bu doğru bir yaklaşım değildir...-> S 14 CMYK Ercan Hoşkara SAYFA + 2 EDİTÖR HAVADİS GAZETESİ EKİ / 21 MART. SAYI 3. 2010. Doğu Akdeniz Üniversitesi “Uluslararası Kariyer İçin” Naciye Doratlı naciye.doratli@emu.edu.tr EDİTÖR’DEN... Herkese merhaba, Bugün MekanPerest’in 3. sayısında sizlerle birlikteyiz. Gerçekten her işin başlangıcı zor. Bizim için çok değişik bir alanda bir şey üretiyor olmamız nedeni ile ilk sayımızı hazırlarken birtakım zorluklar yaşadık. Ama şimdi bir gazete eki’nin yayına hazırlanması konusunda sistemimizi iyice oluşturduk. Eminim ki her sayımız bir öncekinden daha güzel olacak daha çok ses getirecek. Bu sayımızda sayfalarımız yine birbirinden güzel ve dolu dolu. Bir Mimar, bir Bina sayfamızda geçtiğimiz sayılarda da olduğu ülkemizin yetiştirdiği değerlerden biri (Saffet Bekiroğlu) ve bir eseri (Haydar Aliyev Kültür MerkeziBakü) tanıtılıyor. Bir ‘dünya mimarı’ olmuş içimizden birinin de imzasını taşıyan ve şu anda inşaat halinde olan, tasarım ve teknolojinin bütünleştiği yapı gerçekten heyecan verici. Geçmişin Sessiz Tanıkları’nda askeri (savunma) mimarinin çok güzel bir örneği olan Gazimağusa Surları (Mağusa Hisarları) var. Bu ‘Dünya Mirası’nın maalesef ‘önemsizmiş’ gibi muamelesi görmesi ve ona karşı yapılmakta olan yanlışlar dikkatinize gelecek. Konut ve Yaşam’da, Kıbrıslı Türklerin ‘1 numaralı’ mimarı, rahmetli Ahmet Vural Behaeddin’in tasarladığı Dr. Ali Niyazi Fikret evinde, modernizmin yerelleşmesine tanık olacaksınız. Gelenekten Evrensele Mimari’de geleneksel konut yapılarının gerek kültürel süreklilik ve yerel kimlik bağlamında, gerekse ülkemiz ekonomisinin lokomotif sektörlerinden biri olan turizm açısından özenle korunmasında katılımcı yaklaşımların ve tüm paydaşların sahiplenmesinin önemi üzerinde duruluyor. Al Gözüm Seyreyle, geçtiğimiz sayılarda olduğu gibi bir mimar gözü ile bu kez Berlin’in, duvar yıkıldıktan sonraki değişiminin izini sürerken, sizin iç ve dış mekânlarının tadına varmanızı sağlıyor. Sorular- Cevaplar, Yanlışlar- Doğrular’da, bu sayıdaki Dosya konumuzu destekler nitelikte planlama alanında yaşadığımız sorunlar sorgulanıyor ve çevremizdeki uygulamalar çarpıcı görsellerle örnekleniyor. ProVo-K-itaP her zamanki gibi, hayat tecrübelerinin yansımalarıyla bir kitabın özetlenmesi. Bu sayımızda Exupery’nin ‘Küçük Prens’in sayfalarını aralıyoruz. Kentin Tadı- Tuzu bu kez bizi kentlerin olmazsa olmazı sokaklarda gezdiriyor. Kentin, yaya ve taşıt trafiğini taşıyan bir fiziki elemanı olması yanında, toplumsal bir olgu olarak sokağı farklı açılardan değerlendiriyor. Haberlerimiz dünyada mimarlığın geldiği son noktaya ilişkin örnekleri bilginize getiriyor. ‘Mimari ve Kentsel Çevrenin Oluşumunda Belirleyici Faktörler’ ismini verdiğimiz Dosya’mızda, Mimari ve Kentsel Çevremizin nasıl ve hangi faktörlere bağlı olarak oluştuğuna bakıyoruz. Gerek kentlerimizde gerekse kent dışında dağlarda, tepelerde, deniz kenarlarında, şehirlerarasındaki yol kenarlarında ortaya çıkan yapılaşmadaki sorunlar dikkatinize gelecek. Sorunların nedenleri içinde Yasalara özel bir vurgu yaparak mercek altına alıyoruz. Nihayetinde işlediğimiz konu ile ilgili önerilerimizi sizlerle paylaşıyoruz. Hepinize keyifli okumalar, mimari ve yapılaşmış çevre ile ilgili sorunların azaldığı güzelliklerin arttığı günler diliyoruz. Naciye Doratlı Bize gelen olumlu tepkiler, MekanPerest’in giderek amacına ulaşmakta olduğunu gösteriyor. MekanPerest’i duyup ama yurtdışında bulunmaları nedeni ile görme olanağı bulamamış olanlardan, nasıl ulaşabilecekleri yönünde gelen sorular yanında, sayfalarımızda yer alan konulara ilişki tepkiler de gelmeye başladı. Geçen sayımızda Geçmişin Sessiz Tanıkları sayfasında ele aldığım Kumarcılar Hanı ile ilgili olarak Han’ın yüzde 75 hissesine sahip olan Sayın Aziz Kent beni telefonla arayarak, güzel ve doğru şeyler yazdığımı ancak eksikleri bulunduğunu ifade etti ve kendi penceresinden bu kültür varlığının bugünkü durumunu anlattı. Sayın Aziz Kent, Kumarcılar Hanı ile ilgili olarak yirmi yıldır uğraş vermekte olduğunu, dağınık olan hisseleri toparladığını, restorasyon projesinin hazır olduğunu, kendisinin sağlık sorunları nedeni ile yurt dışına gittiği bir dönemde restorasyona eldeki 50 000 dolarla başlandığını anlattı. Sonrasında kaynak yaratmak için her yolu denediğini ama özel mülk olması nedeni ile T.C Büyükelçiliği Yardım Heyeti de dahil hiç bir merciden olumlu yanıt alamadığını ifade etti. Kendi açısından haklı olduğu noktalar olabilir ama turizm sektöründe en eski yatırımcılar arasında bulunan bir iş adamının restorasyon için belirlenen keşif sonucunda ortaya çıkan meblağı Mekanperest Gazete Ekibi / Soldan sağa (üst): Begüm Mozaikci, Şebnem Hoşkara, Beril Özmen Mayer, Ceren Boğaç, Naciye Doratlı, Türkan Ulusu Uraz, Ercan Hoşkara, Kağan Günçe. Soldan sağa (alt):Kutsal Öztürk, Hıfsiye Pulhan, Uğur Dağlı, Nesil Baytin ve Mimarlık Fakültesi Dekanı İbrahim Numan. gibi ‘15/1962 - Âmme Menfaati Yararına Maksatlar İçin Zorla Mal İktisabına Dair Yasa’ veya ‘60/1994 Eski Eserler Yasası’nın ilgili maddeleri çerçevesinde kamulaştırma yapılabilir. Bu konuda ne engel var? Kamulaştırmak için paramız mı yok? tamamlanamaz mı? Eski Eserler ve Müzeler Dairesi mal sahipleri ile anlaşma yapıp en azından geçici bir süre (40-50 yıl!) için Hanı devralıp kaynak yaratarak restore edemez mi? Bence zaman tüm alternatifleri değerlendirip çare üretme zamanı. Mal sahibi beklentilerini gözden geçirmeli, Kamu Sektörü zaman zaman ‘Yap ilgili kurumlar da mevcut kurallar İşlet Devret’ modeli ile bir takım çerçevesinde bir çıkış yolu bulmalı. yatırımların yapılabilmesini sağlıyor. Her olumsuz durumun bir çıkış Acaba Kumarcılar Hanı ile ilgili yolu var. Önemli olan vizyon sahibi olarak bu model tersine çalıştırılıp olmak... yapının restorasyonu bulmadan 50.000 dolarla böyle büyük bir yatırıma başlamasını anlamakta güçlük çekiyorum. Tecrübeli bir iş adamı birileri kendine ‘Nasıl olsa kaynak bulunur’ dendiği için restorasyonu başlatır mı? Anlayamadığım ikinci konu böyle bir yapının restorasyonu ile ilgili keşifin 350 000 Avro olarak ifade edilmesi. Sayın Aziz Kent ‘Versinler paramı kamulaştırsınlar’ diyor. Aslında geçen sayımızda da ifade ettiğim MEKANPEREST- HAVADİS GAZETESİ EKİ Proje Koordinatörü / Editör Naciye Doratlı. Proje Koordinatör Yardımcıları Ceren Boğaç, Uğur Dağlı, Şebnem Hoşkara. Grafik Tasarım ve Sayfa Düzeni Ceren Boğaç. Yazı İşleri Ekibi (Alfabetik) Nesil Baytin, Uğur Dağlı, Kağan Günçe, Ercan Hoşkara, Şebnem Hoşkara, Beril Özmen Mayer, Begüm Mozaikci, Kutsal Öztürk, Hıfsiye Pulhan, Türkan Ulusu Uraz. Proje Resmi Sahibi Doğu Akdeniz Üniversitesi, Mimarlık Fakültesi, Gazimağusa. Tel: 630 1346, mekanperest@emu.edu.tr Yayıncı Kuruluş Havadis Gazetesi, Lefkoşa. + CMYK + BİR BİNA- BİR MİMAR HAVADİS GAZETESİ EKİ / 21 MART. SAYI 3. 2010. Doğu Akdeniz Üniversitesi “Uluslararası Kariyer İçin” SAYFA 3 Uğur Dağlı ugur.dagli@emu.edu.tr SINIRLARI AŞAN MİMAR: SAFFET K. BEKİROĞLU Yaşamımızı kontrol eden, biz olmamızı engelleyen sınırlar ve sınırları çok keskin çizgilerle belirlenmiş bir adada yaşayan bizler... Tarih boyunca bizler bazen bu sınırlara teslim olmuş, bazı zamanlarda ise bu sınırları zorlamaya çalışmışızdır. Yaratıcılık kavramını ve bu kavramın dostu olan özgür düşünceyi engelleyen bu sınırları, hem fiziksel hem de zihinsel anlamda zorlayarak, sadece Kıbrıs adasının sınırlarını aşmakla kalmamış, Dünya Mimarlığının da sınırlarının dışına taşmış; Kıbrıslı Türk Mimar ezberini bozmuş; Dünya Mimarı tanımını kendi içine yerleştirmiş, Lefkoşa doğumlu, TMK mezunu, Y.Mimar, arkadaşım Saffet Kaya Bekiroğlu. Y.Mimar Saffet Bekiroğlu İlk Tanışma… İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi’nin yer aldığı Taşkışla Binası ve binanın taş yapısı ile yeşilin tanımlanamaz uyumunun yeraldığı bir sahne olan iç avlusu... Saffet ile tanışmam o avluda benim Doktoraya, onun ise Lisans eğitimine başladığı 1990 yılının Eylül ayında gerçekleşti. Sadece bir yıl sürmüştü Taşkışla binasının iç avlusunda sohbetlerimiz. Benim Kıbrıs’a dönmem ile uzun bir kopuş gerçekleşti. Taa ki Saffet’in İTÜ lisans derecesi sonrasında, yüksek lisans derecesini Kaliforniya Üniversitesi’nden (UCLA) onurla alıp LosAngeles’da kaldığı ve 1999-2004 yılları arasında dünyaca ünlü Frank O. Gehry -Bilbao’daki Gugenheim Müzesi ile devrim gerçekleştiren mimarofisinde çalışıyor diye bir haberin duyulmasına kadar. Kıbrıs’taki tüm mimarlık çevresi için onur verici bir durumdu. Evet Saffet K. Bekiroğlu, sınırların içinde duramıyor ve dünyaca ünlü mimar ile büyük projelerde çalışıyordu: Kudüs’deki Museum of Tolerance, MIT’deki Computer Sciences Research Department, İskocya’daki Maggie Center, Chicago’daki Lake Front Music Pavilion ve Los Angeles’daki Walt Disney Concert Hall gibi büyük ölçekli uluslararası projelerde Kıbrıslı bir Türk olarak görev almıştı.İşte o günden sonra dünya basınında takip etmeye başlamıştık Saffet’i, tüm Kıbrıslı mimarlar olarak... Ve Zaha Hadid Architects Ofisi 2004 yılında Londra’ya taşındıktan sonra, içinde bulunduğumuz yüzyıla damgasını vuran ünlü mimar Zaha Hadid Architects (ZHA) ofisinde; 2012 Londra Olimpiyatları için tasarlanmış London Aquatic Center (yarisma proje animasyonunda ve görsellerinde KKTC bayragi var diye Yunan komitesini kizdirip uluslar arasi gazetelerde haber olan proje), Kartal-Pendik Kentsel Dönüşüm Master Planı ve Kıbrıs’taki Elefteria Meydanı gibi birincilik ödülü kazanan yarışma projeleri yanı sıra, Turks ve Caicos Adaları’nda Dellis Cay Tatil Köyü Projesi ve şu anda inşaat halinde olan Bakü’deki Haydar Aliyev Kültür Merkezi’nin Proje Mimarlığını yapmıştır. Saffet K. Bekiroğlu, mimarinin yanı sıra, ZHA‘nin çok takdir gören Aqua Table, Mesa, Crater, Swarm and Zaha Hadid Swaroski Chandelier gibi endüstri ürünlerinin tasarımını da gerçekleştirmiştir. Akademik Çalışmaları Akademik olarak ise bugüne kadar farklı uluslararası mimarlık fakülte’lerinde misafir öğretim görevlisi ve jüri üyesi olarak görev almıştır. 2008 yılında, Rotterdamin Berlage Enstitüsü’nde Profesör olarak yönettiği ‘Kıyısal Kütle Turizm Yapılaşması’ konusunu incelemek amacı ile yüksek lisans öğrencileriyle Araştırma Tasarım Stüdyosu’nu, DAÜ’nün misafiri olarak Kuzey Kıbrıs’ta gerçekleştirmiştir. Burada yaptıkları araştırmaları ‘Rethinking the AllInclusive: New Coastal Tourism Resort Development’ başlığı altında yayınlamıştır. Yerle Binanın Birlikteki Dansı: Azerbaycan – Bakü’deki Haydar Aliyev Kültür Merkezi Bu sayımızda, Bekiroğlu’nun Zaha Hadid Mimarlık ofisinde Proje Mimarlığını yaptığı ve şu anda inşaat halinde olan Haydar Aliyev Kültür Merkezine yer veriyoruz. 2011’de hizmete açılması planlanan heykelimsi bir yapıya sahip ve şimdiden kentin “landmark”ı olacağını hissettiren Haydar Aliyev Kültür Merkezi, 1200 kişilik oditoryumu, kütüphanesi, çok amaçlı salonu ve müzesi ile Bakü kentinin yeni buluşma noktası olacağının sinyallerini vermektedir. alanın topografyasının parçası olması için yeni bir uzantıya izin vermektedir. Kütüphane kendi özel girişi ile güneş ışığını kontrol etmek için kuzeye bakmaktadır. Okuma ve arşiv katları birbirlerinin üzerine kümelenmiş ve dış kabuk ile bir bütün olarak sarmalanmışlardır. Proje Alanı için geliştirilen Kütüphane ve müze arasındaki Stratejiler rampa bağlantısına ek olarak kütüphane, konferans salonuna İddialı projenin ana amacı kentin kütüphane giriş fuayesi üzerinden entellektüel yaşamında tamamlayıcı uçan bir köpru ile bağlanmış, bir rol oynamasıdır. Bina, şehir mekan içinde üçüncü boyutta merkezine yakın olması açısından zenginlik sağlanmıştır. gelişmekte olan Bakü için önemli bir rolü üstlenecektir. Kültür Konferans salonu ise gömülmüş merkezinin etrafında konut alanı, üç farklı oturma çemberi ile ofisler, hotel ve ticari merkezin birbirine bağlanmasıyla içmekan da olması ise konumunun hareketlenme sağlayarak mekan Azerbaycan – Bakü’deki Haydar Aliyevkalitesini Kültür Merkezi artırmıştır. önemini daha da vurgulamaktadır. Aynı zamanda kültür merkezinin önündeki açık alanın ziyaretcileri karşılayan, davetkar bir kültür meydanı olması hedefi,bu meydanin kentli için buluşma alanı olarak hizmet edeceğinin ipuçlarını taşımaktadır. Binanın Tasarım İlkeleri Kültür merkezinin her bir elemanının kendi içerisinde özelleşmesine rağmen, bina formu girişle birlikte tüm fonksiyonları içeren sürekli bir yüzeyin katlanması ile oluşmuştur. Bu akışkan form birçok değişik kültür mekanının bağlanmasına imkan sağlamıştır. Peyzaj Yaklaşımı Peyzaj bina ile kaynaşmak için zeminden ortaya çıkmıştır. Formdan dolayı oluşan küçük dalga hareketleri ana binadan dışa yayılıyor izlenimi verse de binanın kendisi Kültür Meydanı oluşturmak için, iç ve dış mekan sinirini kirip,peyzajın içine kaynaşmaktadır. Peyzajın iddialı formasyonu ziyaretcileri bina ve dış aktivite ile performansların yer alacağı kültür meydanına doğru davet edecek akıcı bir güce sahiptir. Son Söz... Yaşamımızda yaptığımız her ne ise, eğer sınırları aşmayı gerektiriyorsa ve geçerli bir gerekçesi var ise Müze, kentsel dokunun parçası sınırların dışına çıkmayı göze olan peyzajın içinden dışarı almak gerekir. Önce zihnimizde bakmaktadır. Doğal ışığı müze içine sonra hayatımızda… Sınırları akıtan cam cephesi ise dış kabuk aştığın, hayatı sanatsallaştırdığın, ve toprak arasındaki heykelimsi mimarlığı şiirselleştirdiğin için oyun ile yavaşca kesintiye teşekkürler Saffet. uğramaktadır. Müzenin zemin yüzeyi eğilerek binanın dış kabuğu Uğur Dağlı ile kaynaşmakta; bu da bulunduğu + CMYK SAYFA 4 GEÇMİŞİN SESSİZ TANIKLARI + HAVADİS GAZETESİ EKİ / 21 MART. SAYI 3. 2010. Doğu Akdeniz Üniversitesi “Uluslararası Kariyer İçin” Naciye Doratlı naciye.doratli@emu.edu.tr MAĞUSA SURLARINI ÖNEMSEMEK Gazimağusa’nın tarihi Surları kentin en önemli zenginliklerinden biri. Bir kültür hazinesi, dünya mirası. Gazimağusa’yı markalaştırmak için önemli bir fırsat yaratabilecek bir değer. Bu kadar önemli bir zenginliği biz hak ettiği şekilde önemsiyor muyuz acaba? Buna olumlu yanıt vermek pek mümkün değil ne yazık ki. olmak üzere dört adet kapısı bulunuyor. Askeri mimarinin önemli örneklerinden biri olarak gösterilen Gazimağusa Surları, bir bütün olarak planlanmış ve inşa edilmiş (olan) Lefkoşa Surlarının aksine, inşa edildiği süreçte gereksinimlere göre tasarlanmış ve inşa edilmiştir. belki farkında değiliz ama bir Dünya Mirası olan Mağusa Surları S.O.S veriyor. Sur duvarları üzerinde büyüyen otların bozulma ve çürüme sürecini hızlandırdığını biliyor musunuz? Sur duvarlarının önemli bir bölümünde, inşasında kullanılan taşın yapısı ve özelliğinden dolayı, acil önlem gerektiren ciddi bozulmalar olduğunu biliyor Sea Gate- Suriçi, Gazimağusa Niye böyle düşündüğümü sizlerle paylaşmadan önce bu önemli kültür varlığını özetle tanıtmaya çalışalım. Surlar, adamızı 1489-1571 yılları arasında egemenliği altında tutan Venedikliler zamanında, kenti olası Osmanlı saldırılarından korunmak amacı ile inşa edilmiş. 1490’da ilk olarak burada bulunan eski sur ve kulelerin yeniden şekillendirilmesiyle başlanmış, daha sonra da değişen savaş tekniklerine göre yeni surlar inşa edilme yoluna gidilerek, 1560’da hemen hemen tamamlanmıştır. İnşaatında, aynı zamanda mimar olan bazı askerler görev almıştır. Surlar, sadece savunma amacıyla değil aynı zamanda güç ve büyüklüğü simgeleyen bir mimari anıt olarak tasarlanmıştır. Bugün Sur-içi denilen ortaçağ kentini çevreleyen 3.5 km uzunluğundaki surların 13 burç ve 9 tabyası bulunuyor. Aynı zamanda, Lüzinyan döneminde limanı korumak amacı ile inşa edilmiş olan ve daha sonra Venediklilerin Surları yeniden inşa etme sürecinde değiştirilerek Surlara entegre edilen Otello Kalesi’ni de unutmamak gerek. Çeşitli kaynaklarda, Surları çevreleyen derin Hendeğin yumuşak kireçtaşından oluşmuş kayalardan oyulmasının yüzyıla yakın sürdüğü ifade edilmektedir. Surların günümüzde ikisi özgün (Kara Kapısı ve Deniz Kapı) Ve Sur’ların Parçası İlan Panosu Alttaki geçtiğimiz günlerde çekilen fotoğrafa bir bakın. Geri planda Surlar ve Hendeğin bir parçası olan duvar üzerine çarşaf gibi poster ve ilanların asıldığını görüyorsunuz. Bunu anlamak çok zor. Surları nasıl daha iyi sergileyebiliriz diye gayret İlanpanosu- Gazimağusa Surları Surlar bir bütün olarak muhteşem olmakla birlikte Otello Kalesi, Martinengo Burcu (Tophane), Deniz Kapısı (Porta-del Mare), Akkule (Ravelin), Canbulat Burcu (Arsenal), bu görkemli yapının en önemli öğelerini oluşturur. musunuz? Akkule ve Otello Kalesinde tehlikeli yapısal sorunlar olduğunu biliyor musunuz? Gerçi bizim bilip bilmememiz çok da bir şey ifade etmiyor. İlgili kurumların bu konuda gerekli tedbirleri almaları gerekiyor. Osmanlı kuşatmasında özellikle İlgililerle görüşme yapmadan Akkule’de ve güney cephesinde bu satırları yazmakta olduğum büyük hasar gören surlar, adanın için herhangi bir çalışma olup fethinden sonra restore edilmiştir. olmadığını bilmiyorum. Ama Daha sora İngiliz Dönemi’nde Mağusa Surları’nın ‘Deniz de restorasyonlar yapılmış ve o Kapısı’nın 1990’lı yıllarda başlatılıp günün gereksinimlerine cevap bugüne dek tamamlanamayan vermek üzere surlarda yeni kapılar restorasyonu ortadayken yukarıda açılmıştır. Bu dönemde, 1930 saydığım sorunlarla ilgili kafa yılında ada genelinde birçok anıtsal yorulmadığını düşünmek yanlış yapı ile birlikte Mağusa Surları da olmaz herhalde. Kafa yorulmadığını listelenir. Daha sonraki dönemlerde bir tarafa bırakın, Surlar ve de bir takım restorasyon faaliyetleri Hendeğin bir parçası olan, Anıt olduğunu biliyoruz. çemberinin tam karşısında, İngiliz döneminde restore edilen dış duvarlar, sıradan bir duvar Surlar S.O.S Veriyor muamelesi görüyor. Geçmiş dönemlerin aksine, yakın geçmişte bu yönde önemli bir hareket olduğunu ne yazık ki görmek mümkün değil. Geçen yıl Mayıs ayı içinde Canbulat kapısı yakınındaki batı duvarında, yıkılma tehlikesi olduğu gerekçesi ile yapılan yanlış uygulamayı hatırlayınca, iyi ki de yok demek geliyor insanın içinden. Geriye dönüşü olmayan hatalar yapılacağına hiç bir şey yapılmaması daha doğrudur diye düşünüyorum. Fakat birçoğumuz + Othello Kalesi, Gazimağusa CMYK göstereceğimize ilan panosu gibi kullanıyoruz. Bu durumu anlamak da, kabul etmek de mümkün değil. Çünkü burası 1930’lardan itibaren ‘Anıtsal Yapı’ olarak listelenmiş taşınmaz eski bir eser olan Surlar ve Hendeğin bir parçası. Bu nedenle Eski Eserler ve Müzeler Dairesi böyle bir uygulamaya izin vermemeli. Sur-İçi’nde kültür varlıklarının korunmasına yönelik büyük bir çaba göstermekte olan Gazimağusa Belediyesi de bu ayıba bir son vermeli. Çünkü Dünya Mirası olan Surlar bu muameleyi hiç hak etmiyor. Yoksa bu konularda duyarlı ve hassas olan yabancıların gelip bizi ikaz etmesi mi lazım? Naciye Doratlı + KONUT VE YAŞAM HAVADİS GAZETESİ EKİ / 21 MART. SAYI 3. 2010. Doğu Akdeniz Üniversitesi “Uluslararası Kariyer İçin” SAYFA 5 Hera-C hera-c@emu.edu.tr MODERNİZMİN YEREL AÇILIMLARI: DR. ALİ FİKRET EVİ Bugünki konut ve yaşama ilişkin yazımızda, kulak–burun-boğaz rahatsızlığı denince birçoğumuzun gitmiş olabileceği kliniği de bünyesinde barındıran bir evde sizleri dolaştırmak istiyoruz. Köşklüçiftlik bölgesinde yeralan konut ve klinik bölümlerinden oluşan bugünki evimiz, birçoğumuzun hayatında başarılı hekimliği yanısıra, saygın kişiliği ile de iz bırakmış olan Dr. Ali Fikret ve eşi Sülün Hanım’a ait. Bir Ahmet Vural Behaeddin tasarımı olan bu ev, doktor bey ve eşi Sülün Hanım’ın yaşama biçimi ve hayallari ile şekillenmiş... Özellikle, Sülün Hanım’ın Mimar Behaeedin ile konutun tasarımı sırasındaki diyaloğu, kullanıcının tasarım sürecine katkısını örneklemede öne çıkar. Bina, zamanın çağdaş batı mimarlığı ilkelerine göre biçimlenirken ayni zamanda, evsahiplerinin ihtiyaç ve ödün vermeden, hep ikna edici bir üslüp takınır. Bugün, salonda, tek başına duran brüt beton kolon, idealizminin ve ikna gücünün mesleki bir ifadesi olarak bulunmaktadır. İlk başta, evsahibesi tarafından pek de kabul görmeyen bu durum, hiçbir şekilde ne Ahmet Behaeddin hayatta iken ne de ondan sonra herhangi bir malzeme ile kaplanmaz. Hala, koyu gri bir renkte brüt beton olarak muhafaza edilen bu kolon, Fikret ailesinin “Siyah ve beyaz renklerde hata olmaz” diyen mimarına ve onun mesleki bilgisine duydukları saygı ve güvenin bir ifadesi olur. çekilmiş ve garaj, esas kütlenin bir elemanı olarak yorumlanmıştır. Hiçbir şekilde dışardan anlaşılmayacak ve evin girişi ile bağlantısı olmayacak şekilde kurgulanan kilinik, evin kuzey cephesinde yan taraftan bir geçişle ulaşılabilecek şekilde konumlanmıştır. Böylelikle, arsanın kısa kenarı üzerinde bulunan sokak cephesi, kliniğe geçişi sağlayan boşluk, garaj ve daha geride yeralan konut girişine ait elemanlardan oluşmaktadır. Konut bölümüne giriş, bir ön bahçe aracılığı ile olur. Giriş, üst katın öne doğru taşan çıkması ile tanımlanırken, bu çıkmayı strüktürel olarak destekleyen kolon da girişin görsel ve fiziksel tanımına katkı koyar. Evin ön cephe kompozisyonunda, parapetler ve balkon aracılığı ile yataylık vurgulanırken, giriş kısmı farklılaşıp dikey ifadelerle desteklenmiştir. Dik açıdan farklı bir açıyla konumlanan duvarlar arasında kalan, değişik kotlar aracılığı ile değişen ama birbirine akan mekanlar, evin içine ilişkin genel karakteri ortaya koyar. Güçlü bir mekansal süreklilik sayesinde, yarı geçirgen bir yüzey oluşturur. Öte yandan, tam da bu noktada, akışkan mekanların merkezinde, tek başına duran brüt beton kolon dikkat çeker. Holden üç basamakla çıkılan bir üst kottaki oturma, yemek, ve merdiven önü gibi bölümlerin organizasyonu işte bu kolon etrafında, farklı kotlarda gelişir. Kolonu ve onu bina strüktürüne bağlayan kirişler ve şömine mekanlar arası hem ayrışmayı, hem de bağlantıyı sağlar (Resim:1). İç mekanlardaki değişik kademelere rağmen, dış mekanlara düzayak ulaşma, çoğu kez kullanıcılar için süprizler sunarken, tasarıma, bütünlük ve tutarlılık, günlük yaşama da çarpıcı bir dinamizm katmış olur. Dr. Ali Fikret Evi’nde, pencereler, iç mekan dinamizmini güçlendiren bir diğer tasarım öğesi olarak ortaya çıkar. Boyutları, düşey etki verecek şekilde seçilmiş olan pencereler, belirli aralıklarla tekrar eder. Genellikle tavandan yere kadar iner ve iç mekanlara, dış mekanlardan sanki çerçevelenmiş natürmont tablolarmış gibi görüntüler sunar. Ayni zamanda onları, günışığı ve ışık-gölge oyunları ile zenginleştirir (Resim:2). Öte yandan, belirli aralıklarla tekrar eden pencere boşlukları, arada kalan dolu duvar parçalarının da belirginleşmesini sağlar. Bu duvar yüzeyleri, özelleşen bazı noktalarda, Gönyeli taşı ile kaplanıp mekanda değişik görsel, dokusal ve dokunsal etkiler oluşturur. Ve tüm bu mimari öge ve efektler, evi, bir tasarım ürünü haline sokarken, kullanıcılarına da müthiş bir huzur ve konfor sunan bir yuvaya dönüştürür. İç mekandan görünüm 1 hayalleri ile yoğrulup özgün ve yerel ifadelere sahip modern bir konuta dönüşmüştür. 1972 yılında başlayan projelendirme ve akabindeki yapım çalışmaları, inşaat malzemelerinin Türk kesimine ulaşmasında yaşanan güçlükler ve patlak veren savaş nedeni ile birçok duraksamaya uğrasa da, 1977 yılında tamamlanır. Toplam 9 ay süren tasarım sürecinde, mimar, proje sahipleri ile sürekli irtibat halinde bulunmuş, onların beklentilerini en doğru şekilde anlamaya çalışmıştı. Klinik bölümünün gizlenmiş olması, planda mekanlar arası kademelenme ve süreklilik, açılı duvarlar ve ‘Modern’ bir konut beklentisi olan proje sahiplerine, 4 farklı taslak sunulurken, tasarım sürecinde, mimar prensiplerinden Hıfsiye Pulhan, Pınar Uluçay, Türkan Uraz İç mekandan görünüm 2 giriş, günlük oda, yemek ve oturma bölümleri, neredeyse tek bir mekan gibi algılanır. Bunlar, Dr. Ali Fikret Evi’ni özelleştiren unsurlardan sadece bazılarıdır. Giriş katında yeralan teras, içerideki günlük odanın bir devamı şeklinde dışarıya uzanır. Bir dış mekan elemanı olan teras, düşey yüzeylerden birinin tuğla dokusu ile, özelleşir. Geri çekilen günlük oda cephesi, öne taşan üsteki balkon aracılığı ile, ada iklimine de uygun olacak şekilde, derinleşip gölgelenir. Öte yandan, bu terasa açılan kapı, batı yönünden esen hakim rüzgarı evin içine alıp birbirine akan mekanlarda dolaşmasına olanak verir. Ama bu yazıda belki bunlar kadar ilk bakışta algılanamayan diğer detaylara değinmek ve onlarla ilgili deneyimlerimize de yer vermek istiyoruz. Konut ve klinik mekanlarından oluşan Dr. Ali Fikret Evi, sokağa kısa kenarı gelen dar ve uzun bir dikdörtgen arazi içerisinde konumlanmıştır. Değişik kotlarda yeralan ön ve arka bahçeler, binadaki farklı iç mekanlara ve onlar aracılığı ile birbirlerine bağlanırlar. Ev, sokaktan geri Konuta girildiğinde, önce giriş holüne ve oradan soldaki kapı aracılığı ile klinik bölümüne, sağ + tarafta da günlük odaya geçilir. Giriş hölünün mekansal tanımına katkı koyan rıhtsız ahşap merdiven, CMYK Bu makalede kullanılan bilgilerin büyük bir çoğunluğu, Kıbrıs Türk Mimarlar Odası’nın bir yayını olan Mimarca dergisinde yayınlanmıştır. “Modernizmin Yerel Açılımarı (3): Dr. Ali Fikret Evi-Lefkoşa”, Mimarca-Kıbrıs Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği Mimarlar Odası Yayını, 73, 43-46, Lefkoşa, 2005. SAYFA 6 GELENEKTEN EVRENSELE MİMARİ + HAVADİS GAZETESİ EKİ / 21 MART. SAYI 3. 2010. Doğu Akdeniz Üniversitesi “Uluslararası Kariyer İçin” Kağan GünÇe kagan.gunce@emu.edu.tr ZAMAN DA ESKİTİYOR, YOK EDİYOR ONLARI; VİZYON DA... Öncekine, bizden önce de var olana el sürmeden onu yaşatmaya çalışmak, onu “eskimeye”, “yok olmaya” terketmekten başka birşey değildir. Eski, önceki, sadece gözle görülebilen değildir; eski, önceki, ruhun iç resimlerini de içerir. Kişilikli ve özgün yeniyi yapmak, bizden önce de var olana değer verip anlamakla mümkündür. taşıyan geleneksel yapıların azımsanmayacak kadar çok oldukları ve birçoğunun da gözden kaçıp, yok olmuş veya yok olma tehlikesi ile karşı karşıya kaldığı bir gerçektir. Bu gerçeklerle karşı karşıya kalanların önemli bir çoğunluğu, ‘gözden ırak’ olan kırsal yerleşimlerde bulunanlardır. Toplumumuzda bu yapıların Kurtulmaya doğru giden bu serüven, Bursa – Cumalıkızık köyünden. Kendi halinde eskimeye ve yok olmaya bırakmadan, bu köydeki mirasa sahip çıkmak düşüncesi ile yapılan koruma amaçlı ilk resmi çalışma, köyün 1980 yılında Gayrimenkul Eski Eserler ve Anıtlar Kurulu tarafından koruma altına alınmasıyla başlar. halkı, önceleri köyün yeni işlevlerle yenilenmesi ve korunması fikrine çok sıcak bakmadilar… Ancak daha sonraları projenin hem kendileri hem de toplum için kültürel, ekonomik, sosyal getirilerini öğrendikleri zaman projeye sahip çıktılar. Birçoğu gönüllü olarak sözkonusu projede çalıştılar. Daha sonraları ise, gönüllü Mimaride Eskime Mimaride “eskime”, “yokolma” kavramı irdelendiğinde, tarihe tanıklık eden, güngörmüş mimari yapılar akla gelmektedir. Birçok tarihi yapı özgün işlevlerini kaybederken, birçoğu da işlevsel olarak eskiyerek yokolma tehlikesi ile karşı karşıya kalmaktadır. Zaman, işlevlerini “eskitmektedir”. Bu nedenle de tarihi yapıların, fiziksel özelliklerinin işlevlerinden daha uzun ömürlü oldukları düşünüldüğü zaman, öze dönmeleri çok zor hatta imkansızdır. Değişen dünya ile birlikte, doğal olarak sosyo – kültürel yaşamda da değişimler ve dönüşümler sözkonusudur. Bu bağlamda, değer yargılarının, dünya görüşünün, inançların, aile – akrabalık – toplum ilişkilerinin, beklentilerin, umutların ve daha pek çok şeyin hızla değiştiği, buna bağlı olarak da toplumsal yapının yeni yönelimlere doğru ilerlediği bir zaman boyutu içerisinde yaşamaktayız. Bu boyut içerisinde birçok şey eskimekte, yokolmakta, yokolmamak için değişim ve dönüşümle yaşama mücadelesi vermekte veya verdirilmektedir. Unutulmamalıdır ki toplumları yaşatan, yokolmalarını engelleyen, sosyo-kültürel değerleri ve gelenekleridir. Bu değerler, bir yandan toplumların tarihlerini oluştururken, diğer yandan da gelecek nesillere aktarılarak kültürel sürekliliği sağlamaktadırlar. Kültürün temel anlatımlarından biri olan geleneksel yapılar, bölgesiyle kültürel ilişkisini gösteren önemli verilerden biridir. Bu ve buna benzer nedenlerden dolayı varlıkları sürdürülmelidir. Aynı zamanda, tarihi ve kültürel değerleri olan geleneksel yapıların “yok olmadan” varlıklarını sürdürmelerini sağlamak, gelecek kuşakların esinlenebileceği bir sürecin yaşatılması anlamına da gelmektedir. Geçmişimize ait olan geleneksel yapıların yok olmasını engellemek ve toplumu bilinçlendirici, onları yüceltici birer anlam kazandırmanın en önemli yolu onları “yaşayan birer varlık” durumuna getirebilmektir. Pek çok medeniyete evsahipliği yapmış olan Kıbrıs adası üzerinde yer alan ve tarihi önem Mesarya Bölgesinden, ayakta kalamayan - “yok olan” geleneksel mimari değerimiz. (fotoğraf: Cem Kara) değer ve öneminin ne denli büyük olduğunun farkındalığını yaratmak kuşkusuz kaçınılmazdır. Özellikle kırsal yerleşimlerde yaşayanların farkındalığını artırmak önemlidir. Bu farkındalık, özellikle Büyükkonuk’da ve Kalavaç’da oluşmuş durumdadır. Oralarda yaşayanların bilinçli ve geniş vizyonlu bakışları ile oluşmuştur elbette… Bu yerleşim birimlerinde yaşayanların, geleneksel yaşamı ve geleneksel mimari örneklerini bütünlüklü bir şekilde yaşatarak koruma bilinci takdire şayandır. Şehir, kasaba ve köy içlerinde bulunan ve geleneksel ve/veya yöresel nitelikleri bakımından tarihi, kültürel, mimari ve sanatsal açıdan gösterdikleri fiziksel özellikleri ile yapıldıkları dönemin sosyal, ekonomik, kültürel yapısını ve yaşam biçimini yansıtan bina ve bina grupları ile bunların birarada bulunması itibarıyla doku bütünlüğü gösteren, özgün yapısı ile özellik ve niteliklerini bozmadan korunması gerekmektedir. Sözkonusu yapıları ve dolayısı ile de dokuyu korumak sadece yasal düzenlemelerle, ilgili paydaşların katkısı alınmadan hazırlanan projelerle, ya da belirli grupların baskısı ile olamaz, olmamalıdır. Aksi olduğu durumda ise, sözkonusu bina ya da bina guruplarının uzun sure yaşatılması mümkün olmamakla birlikte yok olması engellenemez. Bu alanda örnek alınması gereken, pilot proje sayılan önemli bir projeden söz etmek istiyorum. + İlgili paydaşların ve özellikle de köylülerin burada bulunan tarihi değeri olan geleneksel yapılara nasil sahip çıktıkları takdire şayandır. 700 yıllık geçmişi ile yakın tarihe ışık tutan tarihî Cumalıkızık köyü, yok olma tehlikesi ile karşı karşıya kalsa da 2000 yılına kadar birçok zorluklarla ayakta kalmayı başarmıştır. 2000 yılında Yıldırım Belediyesi öncülüğünde, Bursa Valiliği, Bursa Belediyesi ve Mimarlar Odası Bursa Şubesi “3. Bin Yılda Yaşayan Osmanlı Köyü - Cumalıkızık” sloganı altında başlatılan proje ile köyde koruma, yaşatma ve canlandırma çalışmaları başlatılmasına niyet etmişler. “Cumalıkızık’ı koruma ve yaşatma amaçlı protokol” kapsamında oluşturulan çalışma grubları bir araya gelerek, çalışmalara başlamışlar. Yoğun toplantıların ardından Cumalıkızık’a giden ekipler, nelerin nasıl yapılacağının belirlenmesi için incelemelerde bulundular. Cumalıkızık için yeni bir vizyon çizmek ve bunun yöntemi ve koordinasyonu ile ilgili çalışmalar yapmak için bir araya gelen paydaşlar, yapıların ve insanların ihtiyaçlarını yerinde analiz ederek fiziksel dönüşüm için neler yapılabileceği konusunda fikirler elde ettiler. Tüm fikirler ve veriler, çalışma son aşamaya geldiğinde bir sempozyum ile konsept proje haline getirilmiştir. Bu doğrultuda da restorasyon çalışmalarına da kısa sürede başlanılmıştır. Bu sürecte en önemli paydaşlardan olan köy CMYK 3’üncü bin yılda yaşayan Osmanlı köyü - Cumalıkızık bağışlarla kendi gelenek, görenek ve tarihlerini yansıtan müzelerini oluşturdular. Sözkonusu proje sayesinde, her ay yüzlerce turist tarafından ziyaret edilen köyde, turizm patlaması yaşanmış; 2002 yılından beri de köyde ekonomik sıkıntı yaşanmamaktadır. İlgili paydaşların sözkonusu olaydaki duruşları örnek alınmalıdır. Benzer projelerin hayata geçirilmesi adamız insanını da hem ekonomik, hem sosyal, hem de kültürel açıdan zenginleştirecektir. Bulunduğumuz coğrafyada var olan geleneksel mimari değerlerimizi korumak, eskimelerini, yok olmalarını önlemek onları yaşatmakla mümkündür. Bazı bölgelerde “temizlik” adı altında yıkılan bu değerler, yerine konamayacak değerlerdirler. Restore edilip korunmalıdırlar. Tabii ki, ya yeni işlevlerle, ya da özgün işlevlerini günümüz ihtiyaçları ile zenginleştirip kullanarak. Ancak unutulmamalıdır ki gelecek kuşaklara aktarılması gereken bu kültür ürünleri ile ilgili alınacak kararlar yalnız fiziksel yapıyla ilgili değil, toplumsal yapıyla da ilgili kararlardır; dikkatle ve özenle hazırlanıp uygulanmalıdır. Kağan Günçe + DOSYA HAVADİS GAZETESİ EKİ / 21 MART. SAYI 3. 2010. Doğu Akdeniz Üniversitesi “Uluslararası Kariyer İçin” SAYFA 7 Naciye Doratlı- Şebnem HoŞKARA- Ercan HoŞKARA naciye.doratli@emu.edu.tr- sebnem.hoskara@emu.edu.tr- ercan.hoskara@emu.edu.tr KUZEY KIBRIS’TAKİ YASAL ÇERÇEVENİN YAPILAŞMIŞ ÇEVRENİN OLUŞUMUNA ETKİLERİ ve ORTAYA ÇIKAN SORUNLAR MekanPerest’in bu sayısındaki 2. Dosya’mızda, Mimari ve Kentsel Çevremizin oluşumunda hangi faktörlerin etkin olduğunu, önce genel olarak daha sonra da kendi ülkemiz kapsamında mercek altına alacağız; öncelikle kentlerimizde ve ayrıca kentler dışındaki kırsal alanlarda, dağlarda, tepelerde, deniz kenarlarında, şehirlerarasındaki yol kenarlarında ortaya çıkan yapılaşmadaki sorunlara dikkatinizi çekmeye çalışacağız. Sorunların birçok nedeni olmakla birlikte, yasal çerçevedeki eksiklikler veya yasaların gerektiği biçimde uygulanmaması, geçtiğimiz birkaç ay içinde yaşanan Güzelyurt, Girne ve Lefkoşa’daki sel felaketleri gibi hayati sorunlara neden olduğu için, bina ölçeği ve kent ölçeğindeki yapılaşmaya temel olan yasaları da ayrıca irdelemeye çalışacağız. kılar. Paris’in ortasından geçen Sen nehri, ‘Altın Şehir’ olarak isimlendirilen Prag’ın içinden geçen ve bir sanat eseri olan Karl köprüsü gibi köprülerle süslenmiş Vltava nehri, bu kentlerin özel olmalarında önemli rol oynarlar. Bir an için İstanbul’u düşünün gözlerinizi kapatarak... Boğazı ya da yedi tepesi olmasa İstanbul, İstanbul olur muydu? teknolojik gelişmelerin etkisi ile üretim yerine, pazarlama ve satışın öne çıkması, mal ve hizmet üretiminde patlamaya neden olduğunu ve kentlerin yapılarınin bu yeni ekonomik düzen içinde değişmeye başladığını görüyoruz. Güçlü şehirlerin ülkelerinin önüne çıkarak ‘Dünya kenti’ne dönüşmüş olduklarını ve bu şehirlerde baş döndürücü gelişmeler olduğuna hepimiz tanıklık ettik, etmeye de devam ediyoruz. Bu kentlerde inanılması güç mimarlık ve mühendislik harikası yapıların yükselmekte olduğunu yazılı ve görsel medyada sıklıkla izliyoruz. Doğal özellikler mimariyi ve kentlerin yapısını etkiliyor ama tahmin edebileceğiniz gibi bu tek faktör değil. Her ülkenin farklılık gösteren sosyo-ekonomik ve kültürel yapısı ve tabii ki teknoloji de hiç şüphe yok ki en az doğal özellikler kadar mimarinin ve kentlerin yapılarının şekillenmesinde önemli rol oynar. Tüm bu faktörlerin içinde ülkelerin idari ve politik yapılarının ve yapılaşmayı düzenleyen yasaların da mimari ve kent yapılarının oluşmasında önemli belirleyiciler olduğunu unutmamak lazım. Tarihin derinliklerinde, ortaçağ kentlerinde bile yolların genişliklerinin ne olacağını, binaların cephelerinin genişliklerini, çıkmaların yoldan olması gereken minimum yüksekliklerini belirleyen kurallar Mimari ve Kentsel Çevrenin vardı. İslam şehirlerinde ise yapılar Oluşumunu Neler Belirliyor? ve yolların oluşmasında Kuran kurallarının yol gösterici olduğunu biliyoruz. Günümüzde, değişen dünya koşulları ve ileri teknoloji Günümüzde Avrupa kentlerine sayesinde, çok yönlü hareketlilik baktığımızda, bu kentlerin ve gerek medya gerekse internet bulunduğu ülkelerin imar/ aracılığı ile bilgiye erişimin planlama yasalarının yüzyıllık sağladığı olanaklarla hepimizin geçmişleri olduğunu da göz kendi ülkemizdeki ve de başka önünde bulundurursak, genelleme ülkelerdeki mimari ve kentlerle yapmak belki doğru olmaz ama ilgili bir fikrimiz vardır. Niye farklı çoğu kentin, kültürlerini yansıtan ülkelerde ve hatta kendi ülkemizin bir mimarisi, düzgün bir kentsel farklı köşelerinde farklı mimariler yapısı olduğunu söylemek çok veya farklı kentler vardır? Hiç da yanlış olmasa gerek. Bu gün düşündünüz mü? tüm gelişmiş ülkeler, fiziksel gelişmenin yanında, yapılaşmanın Doğal, sosyo- ekonomik ve sürdürülebilirlik kavramı temelinde, kültürel faktörler + teknoloji sosyal ve ekonomik boyutları ile ele alınmasına ve yaşam kalitesinin Bu farklılıklara neden olan her yönüyle yükseltilmesine önem faktörlerin başında topoğrafya, vermektedir. toprak yapısı, bitki örtüsü, su ve iklim koşulları gibi doğal özellikler Bütün bunların yanı sıra, “devletler ve koşullar gelir. Arazinin eğimli ya arasındaki sınırları ortadan da düz olmasına, iklimin zorlu kış kaldıran, sermayenin dolaşımının koşulları ya da yazların çok sıcak ulusal sınırlar ile saptanmadığı, olmasına bağlı olarak mimaride ve kültürel anlamda kimliklerin giderek de kentlerin yapısında farklılıklar eridiği ve farklılıkların azaldığı” gözlemlenir. İskandinav ülkeleri, bir kavram olarak karşımıza orta Avrupa ülkelerinde kışın çıkan küreselleşmenin de sadece yoğun karıyla baş edebilmek için gelişmiş ülkelerde değil dünyanın eğimli çatılar kullanılırken, sıcak her yerinde mimariyi ve kentlerin iklimlerde düz çatıların çoğunlukta yapılarını hatırı sayılır bir biçimde olduğu görülebilir. Bir kentin deniz etkilemekte olduğunu da göz ardı kenarında olması, ya da içinden nehir geçmesi de bu kenti aynı ülke etmemek gerek. içindeki başka kentlerden bile farklı 20. yüzyılın sonundan itibaren, Küreselleşmenin etkisi ile bir taraftan Dünya Kentleri’ni izlerken diğer taraftan da Dünya kenti olmayanların gittikçe birbirine benzeşmekte, aynılaşmakta olduğunu, kentlerin aynı mekânsal görünüm, aynı yapı malzemesi ve aynı kültürel doku ile doldurulmakta olduğunu gözlemliyoruz. Herhangi bir kentin merkezine gittiğinizde; çevrenizi saran küresel markaların veya her yöndeki aynı görünüme sahip mağazaların, kopya, taklit, özenti kent mobilyalarının etkisiyle hangi kentte olduğunuzu bile karıştırabiliyorsunuz. Sonuçta, bir kenti diğerlerinden ayıran en önemli özellikler yok oluyor ve bir kentsel kimliksizleşme başlıyor. Bizde Durum Ne? Geçmişten gelen durum.. Peki, bizde durum ne? Geçmişten bugüne pek çok uygarlığın (Roma, Bizans, Lüzinyan, Venedik, Cenova, Osmanlı, İngiliz) etkisinde kalmış olan ülkemizde mimarimiz ve kentlerimizin yapıları, bu uygarlıkların ve içinde bulunduğumuz Akdeniz iklim kuşağının etkileri ile şekillenmiştir. Küçük ülkemizde 20. yüzyılın ortalarına kadar, köylerde olsun kentlerde olsun doğal özelliklerin, özellikle iklimin mimaride en önemli belirleyici etken olduğunu, özellikle köylerimizin bulundukları yöreye göre evlerin farklı bir mimari dili olduğunu söyleyebiliriz. Dağlık yörelerde köy evlerinin taştan, Mesarya köylerinde daha çok kerpiçten yapılmış olduklarını sanıyorum siz de zihninizi zorlasanız hatırlayabilirsiniz. + Fakültemizde bu alanda yapılmış değerli çalışmalar, araştırmalar olduğunu, doktora ve yüksek lisans tezlerinde de bu konuların bilimsel olarak irdelenmiş olduğunu söylemeden geçmeyelim. Bu çalışmaların sayısının çokluğu nedeniyle isimlerini bu satırlarda CMYK vermemiz olanaksız; ancak bu bilgiye fakültemiz web sayfasından ulaşmanız mümkün. (http://arch. emu.edu.tr). Bu noktada ülkemizin gerek mimarisi gerekse kentlerimizin yapılanması açısından İngiliz Koloni Dönemi’nde yürürlüğe giren ve Fasıl 96 diye bilinen ‘Yollar ve Binalar Düzenleme Yasası’nın bir ‘Milat’ olduğunu iddia edebiliriz. Çünkü bu yasa ile yolların açılması, parsel büyüklükleri, kat yüksekliği ve benzeri birçok konuda getirilen kurallarla önceki dönemlerdekine göre farklı bir gelişme eğilimi başlamıştır ve o gün bugündür, tüm yaşam alanımızın şekillenmesinde bu Yasa önemli rol oynamaktadır. ..ve Bugün... Ülkemizde mimariyi ve kentlerimizdeki yapılaşmayı en çok hangi faktörler etkiliyor diye bir soru soracak olursak çoğumuz herhalde ‘yürürlükteki ilgili yasalar’ diye cevap verecektir. Yasaların çok önemli bir rol oynadığı doğru ama acaba sadece yasalar mı? Yasalar oyunun kurallarını koyuyor aslında. Oyunu oynayan herkes, yani siyasiler, bürokratlar, plancılar, mimarlar, müteahhitler ve mal sahipleri kendileri açısından azami fayda sağlamak peşinde olunca, ortaya bugünkü dağınık, düzensiz, dağda, tepede, dere yatağında, şehirlerarası yol kenarlarında yapılaşma ve gelişmeler çıkıyor. Buna bir de tüketim kültürünün kıskacındaki bilinçsiz mal sahiplerinin dizginlenemeyen bilinçsiz beğenilerinin binalara yansımasını da eklerseniz tablo tamamlanmış oluyor. Burada hemen, bu söyleme uymayan, bilinçli, duyarlı mal sahiplerinin, mimarların ve bürokratların hakkını yemeyip, onları bu tablonun dışında tutmak gerektiğini vurgulamakta yarar görmekteyiz. Bu konuda daha pek çok şey yazılabilir ama biz burada güzellik, iklim koşullarına uygun mimari, estetik konularından çok yapılaşmış çevrenin oluşmasında ‘sorumlu’ olan ‘sorunlu’ yasal çerçeveyi mercek altına almak istiyoruz. Çünkü en azından yürürlükte olan bu yasaları doğru düzgün çalıştırmış olsaydık, Annan Planı sonrasında ortaya çıkan kontrolsüz inşaat patlamasının çevre tahribatı bu kadar büyük olmazdı. Ya da geçtiğimiz günlerde yaşadığımız sel felaketleri meydana gelmezdi. DEVAMI SAYFA 8’DE >> SAYFA + 8 DOSYA HAVADİS GAZETESİ EKİ / 21 MART. SAYI 3. 2010. Doğu Akdeniz Üniversitesi “Uluslararası Kariyer İçin” Naciye Doratlı- Şebnem HoŞKARA- Ercan HoŞKARA naciye.doratli@emu.edu.tr- sebnem.hoskara@emu.edu.tr- ercan.hoskara@emu.edu.tr KUZEY KIBRIS’TAKİ YASAL ÇERÇEVENİN YAPILAŞMIŞ ÇEVRENİN OLUŞUMUNA ETKİLERİ ve ORTAYA ÇIKAN SORUNLAR >> SAYFA 7’DEN DEVAM Kuzey Kıbrıs’ta Yapılaşmış Çevreyi İlgilendiren Yasalar Hangileri? Yapılaşmış çevremizi doğrudan veya dolaylı olarak etkileyen yasalar var. Ancak biz burada sadece imar faaliyetlerini doğrudan etkileyen en önemli yasaları (Çevre Yasası, Fasıl 96 Yollar ve Binalar Düzenleme Yasası, İmar Yasası;) ve son dönemde çok tartışılan Emirnameleri özetlemekle yetineceğiz. Çevre yasası: Bu yasanın amacı, bütün insanlığın ortak varlığı olan çevrenin korunması, iyileştirilmesi, kırsal ve kentsel alanda arazinin ve doğal kaynakların en uygun şekilde kullanılması ve korunmasını; insan sağlığını olumsuz etkileyen, su, toprak, hava ve gürültü kirliliğinin önlenmesini ve ülkenin bitki ve hayvan varlığı ile doğal ve tarihsel zenginliklerinin korunarak, bugünkü ve gelecek kuşakların, sağlık, kültür ve yaşam düzeylerinin geliştirilmesi ve güvence altına alınması için yapılacak düzenlemeleri ve alınacak önlemleri, ekonomik ve sosyal kalkınma hedeflerini, sürdürülebilir kalkınma ilkeleri ve kirleten öder ilkeleri çerçevesinde düzenlemektir. Fasıl 96 Yollar ve Binalar Düzenleme Yasası Fasıl 96’ya göre bir kamu yolundan ulaşılabilen her arazi parsellenebilir. Bu parseller üzerinde Fasıl 96’nın içerdiği kurallara uygun her türlü inşaat yapılabilir. Yine bu yasa altında yetkili makam tarafından sanayi bölgesi, okul alanı vb. bölgeleme (zoning) yapılabilir. Diğer birçok yasa gibi Fasıl 96’nın da, yürürlüğe girdiği dönemdeki koşullara göre yeterli olsa bile, o günden bugüne değişen koşullarda çağdaş yaşam çevreleri yaratmak için yetersiz kaldığını düşünmek için mimar, şehirci ya da mühendis olmak gerekmez. Bu nokta’da Fasıl 96’nın niye yetersiz kaldığını hatırlatmakta yarar görüyoruz. İlk olarak ulaşılabilir her arazinin parsellenebilmesi, parseller üzerine istenilen fonksiyonda bina yapılabilmesi, dağınık ve düzensiz yapılaşmayı beraberinde getirmektedir. Bunun ne zararı var diyeceksiniz? Özetleyecek olursak: • Kıt kaynakların savurganca kullanımı; • Doğal kaynakların ve ekolojik yapının tehlikeye girmesi; • Dağınık yerleşimlere servis (yol, su, elektrik, belediye hizmeti) götürülmesinin yüksek maliyeti; • Ülke ve yerleşimlerin planlarının yapılmasına olanak vermemesi, • Sürekli inşaat halinde ve bitmeyen şantiye görünümündeki yerleşim alanları; • Yarım inşaatlar, yarım yollar; Fasıl 96’nın yetersizliğinin göstergeleri değil mi? Fasıl 96 Yollar ve Binalar Düzenleme Yasası: Kıbrıs’ta yapılaşmayı doğrudan ilgilendiren ve bugün ülkemizin her yerinde görmekte olduğumuz yapılaşmanın dayandırıldığı ilk yasa 1946 İngiliz Koloni Dönemi’nde yürürlüğe giren ve Fasıl 96 diye bilinen ‘Yollar ve Binalar Yasası’dır. Bu yasa, 1959, 1963, 1971, 1976, 1984, 1989 tarihlerinde çeşitli kereler revizyondan geçmiş olarak hala geçerliliğini korumaktadır. Dağ - Tepe ve Yarım İnşaatlar (Fotoğraf: Fevzi Özersay) Tamamen serbest piyasa koşullarına göre gelişen bir şehir, Mağusa. Şehrin en önemli caddesi ama henüz plan yüzü görmemiş bir cadde. Under Construction! (yapım devam ediyor). Peki bu cadde ne zaman bitecek? Bilen var mı? Yarım inşaat bir evde yaşamak gibi... yarım inşaat bir şehir... İmar Yasası • Ülke düzeyinde sektörel hedef ve yatırımlar dikkate alınarak, düzenli gelişmeyi özendirmek ve denetlemek; nüfus yerleştirilmesi ve yoğunlaşması; sanayi, ticaret, turizm, ulaşım, altyapı, kamu ve sosyal servisler ve tarım ile ilgili genel politikalar ile özellikli sosyal, kültürel, tarihsel, mimari önemi olan bölgeleri belirlemek amacı ile Ülkesel Fizik Plan’ın yapılmasını ve Planda öngörülen yatırımların mali programlarının hazırlanmasını; • Her büyüklükteki yerleşme birimi için, ilgili yerleşme biriminin Belediyesinin veya Muhtarlarının program ve/veya istemleri ile beklentilerinin de dikkate alınarak ve sorunların önceliklerini göz önünde bulundurarak, İmar Planı yapılmasını; • Gelişmenin , yenileşmenin hızlı, sorunların yoğun olduğu tarihi , mimari , turistik , tarımsal, konut, ticaret, endüstri, ulaşım, kültürel ve doğal kaynaklar bakımından önemi olan bölgelerin belirlenip, bunlar için Çevre Planları’nın yapılmasını; • Planı yapılmış yerleşim/alanlarda, İmar Yasası’nda ‘Gelişme’ olarak tanımlanan her türlü faaliyet için, ilgili Belediyelerin görüşlerini alan Şehir Planlama Dairesi’nden Planlama Onayı alınmasını; • Bu Yasa altında yayımlanacak bir emirname ile tarihi ve kültürel değere sahip ve/veya çevresindeki listelenmiş binalara, konumu dolayısıyla katkıda bulunan, bina, bina grupları ve/veya bunları içeren bir alanın “Koruma Alanı” olarak ilan edilmesini; Yaygın, yoğun ve düzensiz yapılaşma tehdidi altında olan ve İmar Planı olmayan veya hazırlanmakta olan alan/yerleşmenin özelliğine göre, doğal zenginlikleri, sahil şeridini, tarihi ve kültürel kaynakları korunması ve gelişmelerin kontrol edilebilmesi amacı ile, bir plan yapılıncaya kadar Emirname yayınlanmasını içerir. + CMYK 55/89 İmar Yasası: Kentlerimizin planlara ihtiyacı olduğu gerçeğinden hareketle bir ilk olarak 1979 yılında başlatılıp 1984 yılında sonlandırılan Lefkoşa İmar Planı, planın yasallaştırılmasına olanak verecek bir yasa olmadığı için o yıllarda yürürlüğe girememişti. İşte bu nedenle ve düzenli gelişmenin ancak planlarla mümkün olabileceği gerçeğinden hareketle yeni bir yasa çalışması başlatılmış ve 1989 yılında 55/89 İmar Yasası yürürlüğe girmiştir. Bu yasa, ülkesel fiziki plan, imar planı ve çevre planı yapılmasını, tarihi ve kültürel özelliğe sahip çevre ve yapıların korunmasını öngörür. Emirnameler: İmar Yasasında belirtildiği şekilde, İmar Planının olmadığı veya hazırlanmakta olduğu, ancak, gelişmenin yaygın ve hızlı olduğu yerleşme birimleri veya alanlarda, İmar Planı onaylanmadan önce veya İmar Planı olmadığına bakılmaksızın, Yasa altında yayımlanan ve ilgili alan için “Ön İmar Sınırları” çizilen belgelerdir. “Planlama makamı, gerekli gördüğü durumlarda, ilgili yerel yönetimlerin görüş ve önerilerini alarak, emirnamelerle, ne tür gelişmelere hangi koşullarda izin verilebileceğini ilan edebilir.” (İmar Yasası, 11(5)/C) Planlama Makamı, emirnamelerin hazırlanmasında sektörle ilgili kamu kurum ve kuruluşlarının bilgilerine başvurur. İmar Yasamızda yer alan Emirnameler, sadece Lefkoşa kenti imar planının bulunduğu mevcut durumda, en etkili planlama araçları görünümündedir. İmar planları yapılması yerine mevcut emirnameler üzerinde sürekli değişiklik yapılması yoluyla planlama sisiteminin sürdürüldüğü ülkemizde, emirnamelerin yanlış kullanım ve uygulanmaları, yapılaşmış çevremizde pek çok sorunu da beraberinde getirmektedir. KKTC’de İmar Yasası altında yayınlanan ve İçişleri ve Yerel Yönetimler Bakanlığı tarafından 2010 yılında Değiştirilen Emirnameler - Girne Beyaz Bölge Emirnamesi (1993, 2003, 2005) - Karpaz Emirnamesi (2004, 2005, 2008,2009.) - Tatlısu Büyükkonuk Bölgesi Emirnamesi (2004,2006,2009) - Girne Boğaz Bölgesi Emirnamesi (2006, 2007,2009) - Girne II. Bölge Emirnamesi (2007,2009) - Girne I. Bölge Emirnamesi DEVAMI SAYFA 9’DA >> + DOSYA HAVADİS GAZETESİ EKİ / 21 MART. SAYI 3. 2010. Doğu Akdeniz Üniversitesi “Uluslararası Kariyer İçin” SAYFA 9 Naciye Doratlı- Şebnem HoŞKARA- Ercan HoŞKARA naciye.doratli@emu.edu.tr- sebnem.hoskara@emu.edu.tr- ercan.hoskara@emu.edu.tr KUZEY KIBRIS’TAKİ YASAL ÇERÇEVENİN YAPILAŞMIŞ ÇEVRENİN OLUŞUMUNA ETKİLERİ ve ORTAYA ÇIKAN SORUNLAR ve Kuzey Avrupalı olmak üzere yabancı alıcılara satılmak üzere sat-yap mantığıyla tasarlanan ve ne Planlama Sistemiyle Gelen yazık ki kötü işçilikle de inşa edilen) Sorunlar * konut alanlarında, tasarımcıların, Kuzey Kıbrıs’ta, yukarıda açıklanan imar planlarında belirlenen parsel sistemine de bağlı kalarak yasal çerçeve ve düzenlemeler gerçekleştirdikleri tasarımlarda, içerisinde yer alan ve özellikle özellikle dış mekanlarda mekansal Annan Planı sonrasında ortaya kalite de aranmamakta, geleneksel çıkan hızlı yapılaşma sürecinin yerleşimlerin özgün sokakları, yarattığı sorunları dört ana başlık meydanları yerine, mekansal altında ayrı ayrı ancak bağlantılı estetik ve toplumsal kaliteden uzak olarak incelemek, ortaya çıkan araba yolları inşa edilmektedir. etkiyi kavrayabilmek açısından Binalar yerleştirildikten sonra arda doğru olacaktır: 1. Kentsel ve kalan boşluklar olarak karşımıza mimari yapı ve kimlik ile ilgili çıkan bu niteliksiz ve tanımsız sorunlar; 2. Çevresel sorunlar; dış mekanlar, özellikle çok katlı 3. Planlamayla ilgili sorunlar; 4. konut alanlarında belirgindir. Bu Ekonomik ve sosyal sorunlar. şekilde birbirine eklemlenerek gelişen yerleşim alanlarında, Prof. Kentsel ve Mimari Yapı ve Dr. Derya Oktay’ın bir yazısında Kimlik ile İlgili Sorunlar ifade ettiği gibi, “kentsel tasarım ölçeğinde bir konut yerleşiminin Kuzey Kıbrıs’taki yapılaşma, sahip olması gereken nitelikler özellikle planlamanın olmayışından tümüyle gözardı edilmekte, ve veya yetersizliğinden dolayı, insanların yaşam kalitesine daha çarpık kentleşme yanında, pek nitelikli çevre üreterek katkıda çok çevre sorununa sebep bulunma şansı yitirilmektedir”. olmaktadır. Öncelikle, planlamadaki Bu uygulamalarda sadece yetersizlikler, güncelliğini yitirmiş yatırımcıların ve müteahhitlerin yanlış uygulamalar ve denetimsizlik ekonomik kaygıları hesaba nedeniyle, kentlerin çeperlerinde, katılmakta, genelde çevresel mevcut yasal düzenin verdiği ve sosyal kaygılar göz ardı imkanlar doğrultusunda, bütün edilmektedir. İmar mevzuatlarına yeşil alanlara inşaat izni verilmesi uyulmasına rağmen oluşan bu ve dolayısıyla arazinin verimsiz sorunlar ise bir anlamda imar kullanılmasından dolayı, yaygın, mevzuatlarının yetersizliğini dağınık, düzensiz ve niteliksiz göstermektedir. yerleşimler oluşmakta; doğal güzelliklere sahip Çatalköy, Konunun bir başka kentsel boyutu Bellapais, Ozanköy, Karmi, Lapta da, hızlı yapılaşmanın ve gelişimin gibi doğal çevresel özelliklere kentsel alanlarda ortaya çıkardığı sahip yerleşimler etrafında oluşan trafik yoğunluğu ve kentlerdeki betonlaşma, yeşil dokuya, ekolojik mevcut yolların ve otopark yapıya ve doğal güzelliklere zarar alanlarının, bu durum karşısında vermektedir. Mevcut kent/yerleşim yetersiz kalışıdır. merkezlerinde ise, var olan özgün/yerel/geleneksel dokular Çevresel Sorunlar zedelenmekte, tarihsel, sosyokültürel ve doğal değerler yok Anlatıldığı biçimde gelişen yerleşim olmakta, ve dolayısıyla geleneksel alanları, pek çok çevre sorununu da kentsel kimlik yitirilmektedir. beraberinde getirmektedir. Hızlı ve yoğun yapılaşma, bina, ve özellikle Doğal ve özgün yapılaşmış konut sayısındaki artış, bu binaların kentsel ve mimari çevre; çoğu, hemen çoğunun ekolojik çözümlere niteliksiz, sosyal, çevresel ve dayandırılmadan tasarlanıyor ve iklimsel veriler dikkate alınmadan, inşa ediliyor oluşu, yoğun yapay çeşitlilik, bütünlük, okunabilirlik, ve soğutma kullanımı, çok ayrımsanabilirlik gibi tasarım ilkeleri ısıtma ciddi enerji tüketimini beraberinde göz ardı edilerek tasarlanmış, getirmektedir. Bu durum hem CO2 tekdüze mimarlık örnekleri ile adeta salınımından dolayı hava kirliliğini doldurulmaktadır. Bu tekdüzelik artırmakta ve küresel ısınmaya yol hem yerleşim tasarımlarında açmakta hem de doğal kaynakların hem de bina ölçeğinde iç mekan geri kazanılamaz şekilde tasarımlarında gözlemlenmektedir. tüketilmesi sonucunu getirmektedir. Yeni yapılan sitelerin oluşumunda, yeni tasarlanan tek bir yapının Bu anlamda bir diğer sorun, ya da daha önce başka yerlerde dağlarındaki taş üretilen bir tasarımın arazi üzerinde Beşparmak ocaklarının yarattığı çoğaltılarak yerleştirilmesi, ‘kopyala sorunlardır. Malzemeçevresel temini adına yapıştır’ yöntemi uygulanmaktadır. dağlardaki taş ocakları bilinçsizce Yapılaşmanın büyük çoğunluğunu kullanılmaktadır. Bu bilinçsiz oluşturan (ve çoğunluğu İngiliz kullanım, bir yandan doğanın ve >> SAYFA 8’DEN DEVAM doğal kaynakların tüketilmesine bir yandan da toz kirliliği açısından uzun dönemde önemli sağlık sorunlarının oluşumuna sebep olmaktadır. Bu durum ayrıca, çevresel estetik anlamında da çirkin bir görüntü yaratmaktadır. Yine çevresel anlamda ortaya çıkan bir başka sorun, yeraltı su kaynaklarının kirlenmesidir. Yerleşim alanlarındaki altyapı eksikliği, ve halen Gazimağusa, Girne gibi yoğun yapılaşma ve hızlı gelişime sahne olmakta olan kentlerde bile kanalizasyon olmayışından dolayı, emici kuyuların atık sular için kullanılması, bu kuyularda yeraltı su kaynaklarını da kirletmeye başlamıştır. Konuyla ilgili önerilen tedbir, 20 konut üzerinde olan yapılaşmalar için talep edilen ön-ÇED raporu ve bu bağlamda Çevre Dairesi tarafından genelde önerilen paket arıtma sistemi zorunluluğudur. Ancak girişimciler/yatırımcılar, bu sistemin maliyetinden kaçınabilmek adına projelerini 19 konutluk ayrı bir dosyayla vizeye sunup inşaat izinlerini alabilmektedirler. Dolayısıyla, konuyla ilgili yeterli tedbir alınmadığından, sorunun, uzun dönemde, sürdürülebilirliği tehdit eden boyutlara ulaşacağı tahmin edilmektedir. Tabi burada asıl sorun, alt yapısı olmayan yerlere imar ve inşaat izni verilmesi konusudur. Kuzey Kıbrıs’ta Planlama Sorunları Yukarıdaki iki başlık altında sıralanan tüm bu sorunlara bakıldığında, günümüzde kentleşme adına en önemli kavramlardan biri olan sürdürülebilirlik ve sürdürülebilir gelişme açısından, Kuzey Kıbrıs’ta durumun hiç de olumlu bir durum sergilemediği görülmektedir. Sürdürülebilirlik için önemli dört doğal kaynak – arazi/toprak, enerji, su ve malzeme, Kuzey Kıbrıs’ta tamamiyle verimsiz olarak kullanılmakta ve tüketilmektedir. Bunun en önemli nedeni de ülkedeki planlama olgusu, ya da tersten bir söylemle, plansızlıkdır. Ülkenin planlama sistemi, son yılların hiç de sürdürülebilir olmayan “yaygın, dağınık, yoğun yapılaşmasına” hazırlıklı değildir. Ne yazık ki, Kuzey Kıbrıs’ta planlama olgusuna bakıldığında, ortaya çıkan tablonun, çağdaş planlama anlayışlarından oldukça uzak bir nokta olduğu söylenebilir. Öncelikle ifade edilmesi gereken, bugün Kuzey Kıbrıs’ta + CMYK kentlerdeki ve hemen tüm yerleşim alanlarındaki hızlı gelişim ve büyümeye karşı önlem almaya planlamanın hızının yetmediği konusudur. Yukarıdaki satırlarda da bahsedildiği gibi, kentler, hızlı büyüme, yoğun, yaygın ve düzensiz bir gelişme ile karşı karşıyadır. Özellikle Annan Planı süreci ile başlayan ve hızla ivme kazanan yoğun yapılaşma, bugün özellikle Girne gibi kıyı kentlerinde ve/veya Dip Karpaz bölgesinde olduğu gibi diğer doğal gelişim alanlarında, çevrenin tahribatına yol açmaktadır. Bir yandan, hiç bir geleneksel, iklimsel, sosyal ve kültürel kimlik öğesi göz önüne alınmaksızın yapılan ek inşaatlarla geleneksel çevreler kimliklerini yitirmekte, diğer yandan yine benzer şekilde, sadece rant kaygısıyla inşa edilen yeni yaşam çevreleri doğal çevreye olumsuz girdiler olarak damga vurmaktadır. Sosyal yaşam çevrelerinin ve dolayısıyla kamusal açık alanların kalitesi, komşuluk ilişkileri, geçirgenlik, okunabilirlik, bütünlük, çeşitlilik gibi estetik değerler düşünülmeden tasarlanan bu yeni yaşam çevreleri, çağdaş mimarlık ve planlama ortamlarının gündeminde ve en odak noktasında bulunan ekolojik kaygılardan ve, sürdürülebilirlik ve sürdürülebilir kalkınma hedeflerinden uzak, plansızca gelişmektedirler. Bu noktada karşılaşılan asıl sorun, inşaat ve imar konusunda yürürlükte olan Fasıl 96 Yollar ve Binalar Düzenleme Yasası’nın yanından yol geçen her araziye, her alana inşaat yapma hakkı tanımasıdır. Bu durum, Ada’nın Kuzeyinde, Karpaz’dan Güzelyurt’a, Lefke’ye tüm alanlarda geçerlidir. Durum bu olunca, herhangi bir sebeple, herhangi bir bölge, yapılaşmaya yönelik olarak önem kazandığı anda, orada hızlı bir inşa süreci ve fiziksel gelişme ile karşı karşıya kalınmaktadır. Bu da, plan olmayan bu alanlarda, “yaygın, yoğun, dağınık ve düzensiz” yapılaşma olan ya da olma tehdidi altına girmiş yerlere, kamu yararına bir çeşit “inşaat / imar yasağı ve kısıtlamaları” getirilme zorunluluğunu ortaya çıkarmaktadır. Bu noktada, 1989 İmar Yasası’nda bir geçiş dönemi tanımlaması olarak ifade edilen “Emirnameler” karşımıza çıkmaktadır. Ancak, Kuzey Kıbrıs’ta bugün halen, plansız gelişen kentlerde, bir planlama enstrümanı olarak kullanılan “emirnameler” sorunlara, sadece “yasaklar ve kısıtlamalar getirerek” kısa dönemli çözümler üretmektedir; hatta bu çözümlerin DEVAMI SAYFA 10’DA >> + 10 DOSYA SAYFA HAVADİS GAZETESİ EKİ / 21 MART. SAYI 3. 2010. Doğu Akdeniz Üniversitesi “Uluslararası Kariyer İçin” Naciye Doratlı- Şebnem HoŞKARA- Ercan HoŞKARA naciye.doratli@emu.edu.tr- sebnem.hoskara@emu.edu.tr- ercan.hoskara@emu.edu.tr KUZEY KIBRIS’TAKİ YASAL ÇERÇEVENİN YAPILAŞMIŞ ÇEVRENİN OLUŞUMUNA ETKİLERİ ve ORTAYA ÇIKAN SORUNLAR >> SAYFA 9’DAN DEVAM yanında aynı zamanda yoğun yapılaşmayı da tetiklemekte ve bu da uzun dönemli sorunlar ortaya çıkarmaktadır. Emirname kararlarının geçici olmadığı ve ardından planın gelmediği durumlarda (-ki bu uygulama geçerlidir: bugüne kadar çıkarılmış olan hemen hiçbir emirnamenin ardından, yerleşime ilişkin planların hazırlığı tamamlanmamıştır), uzun dönemde bu çözümlerin “sorunlara” dönüşmesi kaçınılmazdır. Yukarıda bahsedilen sorunların yaşandığı bir çok bölgede, örneğin ve özellikle Girne bölgesinde, uzun yıllardır uygulamada olan emirnamelerin olduğu düşünülürse, bu emirnamelerin planlı gelişme adına yetersizliği de ortaya konmuş olacaktır. Özellikle bu emirname uygulamaları kaynakların verimli kullanılmasını teşvik etmek bir yana tam tersi bir tablo yaratmaktadır. Son günlerde, aynı anlayışın devam ettiğine de yeniden tanık olunmuştur. Mevcut emirnamelerin hepsi yeni bir düzenlemeyle değiştirilmiştir.. Değiştirilen 6 Emirname’yi tek tek irdeleyerek, yapılan değişikliklerin ne gibi tehditler içerdiğini bu Dosya içinde bize ayrılan alan içine sığdırmamıza imkân yok. Ama gerçek olan şu ki, bu değişikliklerle Girne, do­ğal zenginliklerimiz, or­ man alan­la­rı, kı­yı­lar ve köyler, yeni bir ‘yağmalanma sü­re­ci’ ile karşı karşıya bırakılacaklardır. Bu süreç, sosyla ve ekonomik pek çok sorunu da beraberinde getirecektir. Ülkedeki planlama olgusu içinde ülkesel fiziki planın halen hazılanmamış olması da büyük bir eksikliktir. İmar planlarına bakıldığında, ülkede sadece Lefkoşa kentine ait imar planı mevcuttur; bu plan da, yaklaşık 15 yılda hazırlanarak yürürlüğe girmiştir. Bir turizm alanı olarak yıllardır gelişmekte olan Girne, emirnamelerle kontrol altında tutulmaya çalışılmakta; 1986 yılından bugüne bir üniversite kenti olarak hızla büyümekte olan Gazimağusa kenti için imar planı çalışmaları halen sürmektedir. Yasanın sorumlu kıldığı ilgili planlama makamı, ülkedeki bu plansız gelişim karşısında tamamen yetersiz kalmıştır/kalmaktadır. Ülkedeki planlama disiplin ve inancından yoksun günübirlik uygulamalar, Kuzey Kıbrıs kentlerini yaşanabilir ve sürdürülebilir olmaktan uzaklaştırmaktadır. Ayrıca ülkede planlamaya ilişkin bir siyasi irade eksikliği de yıllardan beri süregelmektedir. Ne yazık ki, çağdaş planlama anlayışları ve “sürdürülebilir yerleşmeler, yaşanabilir çevreler yaratma ve/ veya çevre yaşam kalitesini artırılması” gibi çağdaş ve güncel planlama kavramları, Kuzey Kıbrıs’ın gündeminde henüz yoktur. Bu noktada bir an için İmar Yasası’nın özüne uygun olarak uygulandığını, ülkesel fizik plan, imar planları ve diğer planların tamamlanarak yürürlüğe girdiklerini varsayalım. Yapılaşma tümüyle kontrol altına alınabilecek mi? Yürürlüğe giren planlar, başta Siyasiler olmak üzere Belediyeler ve haklarının kısıtlandığını düşünecek olan vatandaşlar/mal sahipleri tarafından benimsenecek midir? Bu iki sorunun da cevabı ne yazık ki ‘Hayır’dır. Çünkü bugünkü şekli ile İmar Yasası’nı desteklemesi gereken, planların hakça uygulanması için birçok ülkede kullanılmakta olan ‘Plan Uygulama Araçları’ mevzuatımızda yer almamaktadır. Bu araçlar içinde mali araçlar (emlak vergisi, gelişme hakkının devredilmesi, şerefiye vergisi vb.) önemli bir yer tutar. Kent Planlarının uygulandığı her yerde uygulamadan doğan yararın da ‘zararın’ da kent sakinleri arasında paylaştırılması, planın herkes tarafından desteklenmesini ve benimsenmesini sağlayacaktır. Aksi takdirde sadece kullanım ve gelişmelerle ilgili önerileri içeren haritalar ve raporlardan oluşan bir İmar Planı, plan kararları ile malı değer kazanan mal sahipleri dışında birçok mal sahibi için yasaklayıcı, kısıtlayıcı bir devlet müdahalesinden öteye gidemez. Bize göre en büyük zafiyet de, sorun da buradan kaynaklanıyor. Bu sorun dikkate alınmadığı sürece, İmar Yasası ‘Plan uygulama araçları’ mevzuatı ile birlikte çalıştırılmadığı sürece çağdaş planlamadan söz etmek çok zor. Konuyla ilgili bir başka sıkıntı ve üzüntü veren durum da, planlama sisteminin ve konuyla ilgili siyasi iradenin, ülkede mevcut Üniversitelerin bu alanlardaki bilgi, deneyim, birikim ve potansiyellerini kullanmıyor olmasıdır. Emirnamelerin Değiştirilmesi Ekonomik ve Sosyal Sorunlar Emrinamelerin değiştirilmesi ile ilgili, akla gelen ilk soru, yapılan değişikliklerin herhangi bir bilimsel temeli olup olmadığı konusudur. “Kısıtlamalar Kaldırlıyor”, “Yatırımların Önü Açılıyor” söylemiyle gündeme düşen değişiklik yapılacağı duyurusu, bilimsel bir kaygı taşınmamakta olduğunun en açık ifadesidir. Şehir Plancıları Odası tarafından dile getirildiği gibi yürürlüğe giren değişiklikler arasında, özellikle üç konuda, topluma, kamu yararına, ülkeye zarar verecek, devlete külfet getirecek ciddi tehditler olduğu görülmektedir: 1. Girne kent merkezindeki bina yoğunluklarının, yapılaşma oranlarının 2–3 katı arttırılması bilimsel dayanaktan ve ekonomik akıldan yoksundur. Çünkü bu karar: • Annan Planı sonrasındaki inşaat patlamasıyla, satışı yapılamayan ya da inşaatı tamamlanamayan yaklaşık 25 000 konut ile ilgili sorunun giderilmesine çare aranırken, Karşıyaka’dan Çatalköy’e kadar her türlü altyapıdan yoksun bir bina deposu haline gelen Girne’de, konut sayısını 3 katına çıkmasına yol açacaktır. • Otopark ihtiyacını, trafik yükünü arttıracak, yol, elektrik, su, kanalizasyon, katı atık, okul, hastane ve benzeri altyapı ve hizmetler için ilave yatırımları zorunlu kılacak. Belediye hizmetlere yük getirecektir. • Çağdaş şehirciliğin temel ilkesine aykırı olarak her yerde ticari kullanımlara izin verilmesi, konutlar ile ticari işyerlerinin iç içe olmasına, gürültü, trafik ve benzeri rahatsızlıklara yol açacaktır. 2. Karpaz Bölgesinde ve Girne Boğazı Bölgesinde, gelişmeye açık olmayan bölgelerde yolu ve elektrik, su, haberleşme altyapısı olan her yere birkaç ev yapılması kararı çağdaş şehirciliğin ‘yaygın, dağınık ve gelişi güzel gelişmenin önlenmesi’ ilkesine ve İmar Yasası’nın esasına, özüne aykırıdır. 3. 1/1250 Ölçekli Haritalar Bölgesi olan Köy-içi alanlarında yapılaşma yoğunluğunun iki katına çıkarılması, Kıbrıs’a özgü köy mimari ve geleneksel karakterinin bozulmasına, bu bölgelerin turizm açısından çekiciliğini kaybetmesine yol açacaktır. + Annan Planı sonrasında ortaya çıkan hızlı yapılaşmanın ortaya çıkardığı sorunlardan en sonuncusu – kısa dönemde sorun olarak görülmeyen ya da sorun oluşu göz ardı edilen ekonomik sorunlardır. İnşaat sektöründeki canlılık, bugün piyasayı hareketlendirmiş olması açısından, para akışının sağlanması, emlak piyasasının gelişmesi açısından bakıldığında ekonomik açıdan olumlu olarak değerlendirilmektedir. Ancak bu noktada göz ardı edilen konu, halen, alınıp satılmakta olan, üzerine inşaat yapılmakta olan karşılığı olmayan mallar – arsalar, araziler, binalar için, gelecekte eski sahiplerine ödenmesi gerekecek tazminatlar için kaynak olmaması konusudur. Bu durum da uzun dönemde önemli bir ekonomik ve dolayısıyla sosyal sorun olarak karşımıza çıkacaktır. Gelecekte sadece siyasi bir çözüm ile önlenebileceği düşünülen bu CMYK konu, günümüzde belirsizliğini korumaktadır.Annan planı sonrası büyüyen inşaat sektörünün ülkede yarattığı ekonomik büyüme gözardı edilemez. Fakat, malzeme ve işgücü olarak %80’e varan dışa bağımlılık nedeniyle sektör yaratabileceği katma değerin çok altında kalmıştır.Inşaat sektörünün Kıbrıs’ta kullanılan mevcut yapım teknolojisine bağlı olarak ihtiyaç duyduğu düz ve ucuz iş gücü Kıbrıs’ta mevcut olmadığından bu ihtiyaç genellikle Türkiye’den karşılanmakta ve inşaat sektöründeki gelişmeler işsizlik sorununa çare olamamaktadır. Aksine çok sayıda yabancı işgücünün adaptasyon sorunu ciddi sosyal sıkıntı yaratmaktadır. Bu durum inşaat sektörünün mevcut işgücü potansiyeline yani genel olarak ülke koşullarına da uygun olarak planlanması gerektiğini göstermektedir.Ülkemizde üretilen bu binalarda ciddi bir kalite sorunu da mevcuttur. Sonsöz Planlama bir yasaklama değil, bir doğru-gelişim aracıdır. Ülkemizdeki çevresel, kentsel ve mimari sorunların çözümü, ve gelecek nesillere aktarabileceğimiz sürdürülebilir çevreler, ancak “stratejik planlama anlayışı”nın uygulanmasıyla mümkün olacaktır. Stratejik planlama günümüzde pek çok ülkede klasik planlama yaklaşımlarının önüne geçmiş durumda. Stratejik planlama anlayışı, planlama ve tasarımda çağdaş yaklaşımların temelini oluşturmakta. Bu nedenle stratejik planlama konusunu bundan sonraki Dosya’mızda sizlerle paylaşacağız. Yapılaşmış çevremizle ilgili olarak sorunların ve olumsuzlukların gündemimizde olmadığı yarınlar dileğiyle.... Naciye Doratlı, Şebnem Hoşkara, Ercan Hoşkara * Yazımızın bu bölümü, dosya yazarlarmızından Ercan Hoşkara ve Şebnem Hoşkara’nın 2007 yılında Mimarlık dergisinde yayımlanmış “Annan Planı Sonrasında Kuzey Kıbrıs’ta İnşaat Sektörüne, Mimarlık ve Planlamaya Eleştirel Bir Bakış” başlıklı makalelerinden uyarlanmıştır. (Mimarlık, No 334, TC Mimarlar Odası Yayını, Mart-Nisan 2007, s. 53-61). + KENTİN TADI TUZU HAVADİS GAZETESİ EKİ / 21 MART. SAYI 3. 2010. Doğu Akdeniz Üniversitesi “Uluslararası Kariyer İçin” 11 SAYFA Şebnem HoŞKARA sebnem.hoskara@emu.edu.tr KENT KORİDORLARI – SOKAKLAR Kent içinde sosyal ilişkiler, mekanlar aracılığıyla oluşmakta, mekanlar ile kısıtlanıp mekanlar ile kurulmaktadır. Bu bağlamda kentsel kamusal mekanlar, sosyal yaşamın biçimlendiği ve sürdürüldüğü alanlardır. Kentin koridorları olarak algılayabileceğimiz sokaklar, kentsel kamusal mekanların bir türü olarak, kentsel doku içerisinde çizgisel özellikler taşıyan, bir çeşit “koridor” görevi gören, üç boyutlu, tanımlı kentsel boşluklardır. Sokak mobilyalarıyla donatılmış sokak mekanı, Edirne tarihi kent merkezi Pek çok farklı isim altında da anılırlar sokaklar: Yol, cadde, bulvar, sokak, vb. Aslında bunların her biri, “yayaların ve/veya taşıtların ulaşımını sağlayan bir çeşit fiziksel elemanı” tarif ediyor olsa da, aralarında anlam farklılıkları bulunduğunu unutmamak gerekir. Çok çeşitli biçimlerde tanımlanabilir sokaklar. Lefkoşa ya da Mağusa suriçi gibi geleneksel ya da tarihi dokular içinde, daha organik, düzensiz, dar ve ara ara çıkmaz sokağa dönüşen karmaşık birer ağ oluşturan sokaklar... Londra’nın merkezinde yer alan ve kendisini tanımlayan Neo-klasik dönem konut mimarisi örnekleriyle eğrisel özellikler taşıyan Regent Street gibi sokaklar... Marmaris’te, Girne’de ya da Baf’ta olduğu gibi, bir deniz ya da kanal boyunca, bir yanı binalarla diğer yanı su ve peyzaj elemanlarıyla sınırlandırılmış sokaklar; hatta Venedik, Amsterdam, Brügge’de olduğu gibi “içinden su geçen” sokaklar… Bir de çok az örneği olan “köprüsokakları” vardır, Floransa’nın Vecchio Köprüsü’nün içinde yer alan sokak gibi, gizemli, ilginç, az bulunur olanlar... Bu sokak tiplerinin her biri kullanıcısına farklı duygular ve deneyimler yaşatır. Yine her biri farklı, her biri başka biçimde ve özellikte. Bir başka bakış açısıyla, sokakları kullanımlarına göre de algılar ve yaşarız. Evimizin kapısının açıldığı, bahçemizin baktığı, komşuluk ilişkilerini sürdürdüğümüz sakin, dingin, sokaklar... Yoğun kent ya da yerleşim dokusu içinde alışveriş amaçlı kullandığımız, hareketli, canlı, renkli, hatta gürültülü sokaklar... Bir yanında sıralanmış olan şık ve/veya salaş mekanlarda Ama tüm bu çeşitlemelerin bir de ortak özelliği var: Tüm sokakların eni, boyu/uzunluğu ve yüksekliği var. Hepsini iki yanda sınırlayan binalar ya da başka fiziksel elemanlar var. Bazısı eğrisel bazısı düz, bazısı kısa bazısı uzun, bazısı çıkmaz, bazısı dar, bazısı geniş, bazısının bitiminde anıtsal ya da Karma kullanımlı bir kent merkezi sokağı, Amsterdam (Fotoğraf: B. Oktay) kahvemizi yudumladığımız ve arka plandaki deniz ya da nehiri fon Hollanda'nın Delft kasabasındaki gibi, bazı sokakların sonundaki anıtsal yapılar sokağa ayrı bir perspektif etkisi verir (Fotoğraf: Beser Oktay) özgün bir bina, bazısının ucu açık, perspektifi geniş... Ama hepsi tanımlı. yaparak, önümüzde yürüyüş yapan insanları izlediğimiz su-kenarı sokakları... deyişle, bazı toplumsal / sosyal tanımlamaları da beraberinde getiriyor anlam olarak. Örneğin sokak oyunları, sokak sanatçıları, sokak çocukları, sokak edebiyatı, sokak köpeği, sokak kavgası... Bu betimlemelerde sokak, içinde toplumsallık barındıran bir “yer” ifade ediyor aslında; sokağın yanında yer alan diğer sözcükler ise, “o yere ait, o yerde bulunan, o yerden gelen, o yerde yapılan” olarak algılanıyor. Bu algılamaların Sokak aynı zamanda toplumsal bir olgu bizler için. Ya da başka bir içinde sanat var, insan var, eylem var… Dolayısıyla, algı var, duygu var, aidiyet var… Sokağın biz kullanıcılarına verdiği yer duygusu, yer algısı, bir yere ait olma hissi. Tüm bu anlamsal yüklemeler, sokak deyip geçtiğimiz o yolları aslında daha da önemli kılmaya yetmiyor mu sizce? Evet, sokak deyip geçmeyin. Kentsel doku içinde bir ağ gibi örülmüş olan sokaklarımıza bu yazının ardından başka bir gözle bakacağınızı ümit ediyorum, ve sizlere gelecekte, Kuzey Kıbrıs kentlerinin en azından birinde yer almasını umduğum festivaller sokağında, sanatçılar sokağında, el yapım ürünleri ve alışveriş sokağında, barlar sokağında, vb. buluşalım diyebilmeyi diliyorum… Şebnem Hoşkara İçinden su (kanal) geçen bir sokak - Delft, Hollanda (Fotoğraf: Beser Oktay) + CMYK 12 AL GÖZÜM SEYREYLE + SAYFA HAVADİS GAZETESİ EKİ / 21 MART. SAYI 3. 2010. Doğu Akdeniz Üniversitesi “Uluslararası Kariyer İçin” Türkan Ulusu Uraz turkan.uraz@emu.edu.tr BERLİN II: DUVARDAN SONRA Musevi Müzesi Eki Dış Görünüş önünden geçtiği, Brandenburg kapısı ve arkasındaki Pariser Platz’ın aslında, ziyaretçilerini karşılamaya hazırlanan özellikle dekore edilmiş bir kentsel kabul salonu olduğunu hemen, ilk günlerde farkettik. Parlemento Binası Kubbe Altı Berlin için ’24 saat uyanık kalan şehir’ diyorlar. Bu, bir turist için büyük kolaylık, her saat ulaşım, her saat yiyecek bir şeyler bulmak demek. Ama Berlin, bizler yani Türkçe konuşan turistler için daha da kolay bir şehir. Yerel telefon kartı almak için girdiğimiz, oldukça Alman görünen marketimsiinternet kafe sahibi, aramızdaki konuşmadan anlamış olmalı ki, ‘Türk’sünüz galiba diye’ söze başladı, ve arkasından devam etti. Kent içi tur ve müzelere giriş dahil otobüs, metro ve tren, hepsini son derece makul bir fiyata çözen haftalık biletleri nereden alacağımızı, internet ulaşımımızı nasıl halledeceğimizi, hatta en iyi (döneri değil de) Suşi’yi nerede yiyebileceğimizi, ve en önemlisi, Kreuzberg’e nasıl gideceğimizi de bu arada öğrenmiş olduk. En işe yarar turistik kent haritasını yine de kaldığımız hostelden edindik, ve Berlin’e ait o muhteşem kitabı, ‘Berlin Mimarlık Rehber’ini bulup alana dek, ilk birkaç gün, daha önce okuduklarımız üzerinden kenti anlamaya, aslında biraz da aylak bir ruh hali içinde ‘kentin ruhunu yakalamaya’ çalıştık. En eski ve prestijli alışveriş bulvarının Kurfürstendamm olduğunu; duvardan sonra, ses getiren bir kentsel tasarım uygulaması, Potsdamer Platz’ın yeni, ışıltılı tapınaklarıyla konuklarına gece hayatının en renkli ortamlarını sunduğunu; eski duvar hattının tam da Bu meydanın eski Doğu Berlin’li olduğuna inanmak zor ama, yola devam etmek isterseniz ‘Unter Linden’ caddesinden Spree Nehrini geçip dosdoğru gittiğinizde kendinizi, Eskinin Stalinalle’si bu günün Karl-Marx Bulvarı üzerinde bulabilirsiniz. Burada komünist rejimin üst düzey bürokrat konutları ve cephelerini süsleyen proleterya figürleri, ideoloji ve mimarlık ilişkisinin geldiği noktayı gösterir. Binalar kadar, kent boşluklarının da ölçeği kaçmıştır. Neyse gelin eğlenceye, Pariser Platz’a geri dönelim. Sarışın dalgalı peruğu ve 40’lı yıllardan kalma kostümüyle, savaş yıllarının maskotu ‘Lili Marlee’ şarkısını söyleyen genç bir sanatçıyı dinleyenler arasına karışalım. Pariser Platz’da, usta mimarlar tarafından yenilenmiş banka, elçilik, ve otel binaları arasında yeni Akademie Der Künste’yi gözden kaçırmamak lazım. Bina, savaştan sonra doğu ve batı olarak ayrılan sanat akademilerinin yeniden birleşmesini çoşkuyla kutlayan bir modern cam yüzle, meydan çeperinde kendine yer açar ve sizi giriş lobisine çeker. Giriş katının derinliklerine doğru hafif bir eğimle uzayan zemin üzerinde ilerlerken, meydanın uzantısı bir kamusal iç mekan hissinin daha da güçlendiğini hissedersiniz. Girişten başlayan kesintisiz bir sanat ortamını izleyerek kendinizi son katta, kokteyl salonunda bulabilirsiniz. Akşam vakti uğramışsanız eğer, mutlaka birşeyler içme şansınız da olan bu mekanın önünde uzanan terastan Pariser Platz gecesinin keyfini sakın kaçırmayın. Dönüşte, (en sevdiğim alış-veriş yeri) kırtasiye ağırlıklı hediyelik eşya köşesine hızlı bir bakış attıktan sonra, içinizi acıtsa bile, hala bir sanatsal deneyim yaşamak istiyorsanız, arka kapıdan çıkmanız gerekecek. Çünkü, Musevi kökenli mimar Eisenman tarafından tasarlanan, Nazi Terörü kurbanları için bir toplu anı mezar, ziyaretinizi bekliyor… teraslamaların tadına varmayı bilmeniz gerekecek. Duvardan sonra, Almanya’da artık üç toplum olduğu söyleniyor, Alman, Doğu Alman ve ‘Göçmenler’. Kapitalist dünyanın da tüm desteğiyle ülke, yıllarca ayrı kaldığı ‘doğulu yarısıyla’ yeniden kucaklaşırken, geçmişiyle de hesaplaşma sürecine girer. Bu arada yıllarca dışladığı yabancıya, ‘göçmen işçiler’e de farklı bir açılım yapar. Bütün bunların, mimari, kentsel ve sosyal mekana yansıması, onun duvardan sonraki yeni kimlik arayışının, ve tabi ki Berlin’in yeniden başkent olma sürecinin önemli bir parçası aslında. Daha fazla geç olmadan, turistik aylaklığı bırakıp, sizi, bu süreci anlatan üç örneğe, Reichstag ve çevresi’ne, Jewish Museum’a (Musevi Müzesi) ve Kreuzberg’e yönlendirelim. Birincisi, bir kentsel alanın parlemento kompleksi olarak tasarlanması; diğeri, eski binaya bir yeni ek; üçüncüsü, bir kent bölgesinin ihyası. Birleşmeye, geçmişle yüzleşmeye ve yabancıyla kaynaşmaya çalışmak adına hepsi de neredeyse eski duvar hattı boyunca sıralanmış. İkinci durak, Jewish Museum yani Musevi Müzesi, tarihi bir bina ile ilişkili ama biçimsel özellikleriyle ona son derece aykırı ve keskin bir karşı tavır sergiliyen, son dönem mimarinin temsilcisi bu ekiyle biliniyor. Bu açıdan müze iç mekanı daha da beter, özellikle böyle bir ruh hali beklentisi olan bizler için, sergilenen objelerden neredeyse daha güçlü bir etkiye sahip. Bina iç mekanı mimari mekan algısının biçim, ölçek, doku, ışık ve ses gibi bütün birleşenlerine ustaca başvurarak sizi yönlendiriyor. Tabi ki bu turda, mimarın açıklamalarıyla beslenerek oldukça iyi hazırlanmış sözlü-işitsel bir rehber de özel kulaklığınız aracılığıyla size eşlik ediyor. Ama en önemlisi sergileme concepti, yani neyi, nereye kadar ve nasıl öğreneceğini izleyiciye bırakması. Son derece hüzünlü bireysel öyküleri, objeleri, fotoğraflar ve mektupları Sofie’s Choice (Sofi’nin Seçimi) filmi daha beterdi diyip izliyorsunuz. Ama interactive merkez denilen bir bölüm var ki, üstelik negatif etki de vermiyor, iyi döşenmiş, konforlu, bilgisayarlar ve önlerinde ikili de oturulabilecek rahat koltuklar. Ne var ki eğer bilmek isteğiniz daha derin bir akıbet varsa, bunun anahtar kelimelerini girdiğinizde, nereye kadar gidebileceğinizi görüyorsunuz. Nasıl katlanılır? Bilemiyoruz. Biz denemedik ve ayrıldık. Buna rağmen önerir miyiz? Evet. Kentin büyük parkı ‘Tiergarten’ın kuzeydoğu ucunda, ‘Brandenburg’ kapısının hemen solunda ‘Reichstag’ yani Almanya Parlemento Binası konumlanmaktadır. Girişin tam üstünde ‘Dem Deutschen Volke’‘Alman Halkına’- yazar. Belki de bu nedenle ücretsiz gezilebilecek tek bina, tek müze ve neredeyse ‘tek kubbe’ burasıdır. Dolayısıyle, önündeki devasa kamusal yeşile uzayan ziyaretçi kuyrukları hiç eksilmez, sabırla beklemeniz gerekir. Almanya Parlementosu, 1894’den beri, Hitler yönetime gelinceye kadar bu binada toplanmış. 1933’de Hollanda’lı bir komünist tarafından kundaklanma sonucu yandığı söylenir. Diğer taraftan komünist partisini yasaklama adına bahane bulmak için Naziler tarafından yakıldığı iddiası da vardır. Birleşmeden sonra Berlin tekrar başkent olunca, 1999 da köklü bir yenileme yapıldı ve eski yanan kubbenin yerine, Foster’in tasarladığı, içinde seyir rampaları dolaşan cam kubbe yerleştirildi. Bugün Almanya Parlementosu yine bu binada, cam kubbenin altına isabet eden Parlemento Salonu’nda toplanır ve bu mekan, kubbenin örttüğü son kat döşemesinin tam ortasına yerleştirilen cam yüzeyden doğal ışık alır. Kent peyzajını seyretmek için sonsuz imkan sunan seyir rampaları, aynı zamanda ziyaretçilere, bu salona ‘yukarıdan bakma’ fırsatı verir. Topluma, parlementodan daha üstün ve onu izleme hakkına sahip olduğu mesajını vermek de çağdaş bir yönetim trendi olarak böylece bir kez daha vurgulanmış olur. Aslında rampalardaki seyir turunda da algılayacağınız gibi Reichstag çevresine konumlanmış, birbirine alt geçitlerle bağlı, çağdaş kurumsal mimarinin temsilcisi dört idari bina, meraklısı için ‘kubbe’ kadar ilginçtir. Ama bu kez etraflarında dolaşarak, ortadaki dev kamusal yeşille kurduğu şeffaf ama temkinli ilişkiyi sağlayan kamusal ara yüzün, Spree nehrine uzayan halka açık + CMYK Son durak Kreuzberg, eski bir işçi semti, 60’ların başından itibaren aralarında Türkler’in de bulunduğu göçmen işçilerle dolmuş, kira evlerinin daha da kötüleşen durumu nedeniyle ‘slum’laşma başlamış. Bu gün, duvardan sonra artık başkentin ortasında yer alan bu bölge, etnisite hayranı entellektüellerin yaşamak istediği bölgeler arasında ve konut fiyatları artmış. Eski kira evleri, isteyenlere satılıyor ya da buna gücü yetmeyenler haklarını buranın yeni sakinlerine devrediyor, ‘soylulaştırma’ başlamış bile. Yine de yoğun bir Türk nüfus hala burada, her yerde türkçe yazılar, tabelalar, ilanlar…Kreuzberg Kültür Merkezi de bunun bir parçası. Yeni konutlarda yaşayan bir Türk aile bizi farkedince evlerine davet etti. Çoğu ünlü mimarlar tarafından tasarlanmış mekanlarda yaşadıklarının farkındalar ve bunu önemsiyorlar, çocuklarını bu ülkede söz sahibi olsunlar diye iyi yetiştirmek istiyorlar. Üçüncü kuşak göçmenler tam uyum sağlamışlar Almanya’ya. Türk mutfağı özlemimizi giderip geç saatte otobüsle dönerken, otel tam neredeydi, hangi durakta ineceğiz diye telaşlandık, bunu farkeden şık parti kıyafetli bir genç kız bize seslendi: ‘Ben de burada iniyorum arzu ederseniz sizi götürebilirim!…’ ’Aaaa!.. siz Türk’müsünüz?’ Bu şehrin beni bu kadar etkileyeceğini hiç düşünmemiştim… Türkan Ulusu Uraz + PROVO-K-İTAP HAVADİS GAZETESİ EKİ / 21 MART. SAYI 3. 2010. Doğu Akdeniz Üniversitesi “Uluslararası Kariyer İçin” Beril Özmen Mayer beril.ozmayer@emu.edu.tr DÜŞ GEZGİNİ KÜÇÜK PRENS Hayal kuranlarla kuramayanlar arasında, büyük-olmakla küçük olmak arasındaki ince çizgiyi ve yorumlama farkını bize anlatan Küçük Prens’e rastlamışsınızdır mutlaka. Bu yazımda küçüklükteki hayalleri üzerine gitmek isteyen büyüklere seslenmek, ne kadar olgunlaşsak da hayal etmemize olanak veren yetiden bahsetmek ve hala gerçeklerin ötesindeki gizemli ve hoş titreşimleri hissetmek isteği bu. Kendi yaşantımdan alıntılarla, Küçük Prens’li esinlenmelerimi, bu kurgu alemini paylaşacağımı umarak heyecanlarımı satırlara dökmek arzusundayım.Kızımın bana ‘anne bana hayal etmeyi öğrettin ya..’ diye yarı eleştiren ve yarı da ‘kendisinde de olan herkesin edinemediği bir kazanım’dan dolayı memnun bir ifadeyle dillendirdiği; ve ‘Hayallerinin gerçeklere erişemediği öylesine çok durum vardı ki aslında hayal etmeseydi, hayatı daha kolay olacaktı’ şeklindeki yorumu aslında Küçük Prens’in dünyasında da çok güzel algılanıyor. Arzuladığımız şeylere erişememek insanı üzse de aslında bunu yaşamanın amacına çevirebilirsiniz, şu anda sahip olmadığımız ama olabilecek bir şeyi düşünerek: Eğer insan bir çiçeği seviyorsa ve milyonlarca yıldızın üzerinde bu çiçekten yalnızca bir tanecik varsa, yıldızlara uzaktan bakmak bile bu insanı mutlu etmeye yeter. Çünkü insan kendi kendine ‘işte benim çiçeğim oralarda bir yerde’ diyebilir. İlkokula başladığım yıllarda, annemin ve babaannemin anlattığı masallar ve yeni söktüğüm okumamla tutkuyla bitirdiğim tüm hikayelere bire bir katar, teatral bir sunumla kardeşime anlatırdım. Gündüzleri iki üç katlı kocaman bahçeli, ışıklı ve geceleri sobalı soğuk- evlerdeki odalarımızda battaniye altında hem ısınıp hem saklanarak, korku dolu yarı karanlık koridorları, merdiven kovaları ve gizli köşelerine kadar türlü farklı mekanlarda anında kurguladığım hayallerim; fakirliğine aldırmayan saf Keloğlandan, babasının hışmına uğramış prenseslere, korkulu devlere, ve haksızlığa karşı savaşan halk çocuğu kahramanlara ve sevinçli sonlara bağlanırdı. Ben de bu işe kendimi o kadar kaptırırdım ki, kardeşimin ‘bi daha’ çığlıklarına karşılık, kadın ya da erkek bir kahramandan öbürüne dönüşmekte hiç zorlanmaz, düş serüvenlerime devam ederdim. Nedense ilkokul yıllarında sürdürdüğüm bu mucizevi kazanım okumalarım, ortaokul ve lise sıralarında ders rutini ile farketmeden büyük bir kesintiye 13 SAYFA uğradı. Daha sonra aynı durumu çocuklarımın orta öğretiminde giderek somutlaşan ve ciddileşen dünyasında izledim. Resimler azaldı, müzik, tiyatro ve akitiviteler üniversiteye hazırlık çalışmalarına dönüştü ve onlar için dünya benim zamanımdan daha önce ciddileşti. Tıpkı büyükler gibi konuşuyorsun! Gerçekten çok kızmıştı. Altın renkli saçları rüzgârda dalgalanıyordu. Niteliksel değerlerin önemini çok güzel anlatıyor kahramanımız: ‘yeni bir arkadaş edindiğinizde sorarlar, kaç yaşında, kaç kardeşi var, babası kaç para kazanıyor?’; ama nelerden hoşlandığını nasıl birisi olduğunu sormazlar. Küçük Prens diye güler yüzlü, tatlı birisinin olması ve bir koyunu olsun istemesi çok da önemli değildir onlar için.. Ama Küçük Prens’in Asteriod B-612’den gelmiş olması çok daha prim yapacak bir değerlendirmedir. .......insanlar, dedi Küçük Prens, bir bahçenin içinde binlerce gül yetiştiriyorlar ama yine de aradıklarını bulamıyorlar. Aslında aradıkları tek bir gülde, ya da bir damla suda bulunabilir. Ama kördür gözler. İnsan ancak yüreğiyle baktığı zaman gerçekleri görebilir. Çocuklara seslenir gibi görünen bu kitapta da bu ikilemi hissediyoruz. Bir yandan büyümekle yetişkin insana özgü farklılıkların ayırdedilmesi ve hoşgörüsüzlük ve materyalismle yüzleşmek, diğer yanda ise yeryüzündeki saflık ve güzelliklere değinilmesi okuyucuyu gülümsetmekte.. Bunun yanısıra, yazarın yoruma ve eleştirel düşünceye açık bıraktığı birçok konu da bu kitabı herkes için okunabilir bir düzeye çıkarıyor. Mekan tanımlamaları senaryo geliştirme ve ütopik düşünce yaklaşımlarına açık yorumlamaları ile mimarlık, şehircilik ve tasarım disiplinleri için de faydalı olabilecek esnekliklere sahip. Hatta bu konuda tez yapan, ders notu olarak kullananlara da rastlayabiliyorsunuz. Kitabın yazarı Exupéry’nin mimarlık eğitimi almış olması da bu yaratıcı eğilminin bilinçaltını tetiklemesine - Gezegenlerden birinde yaşayan kırmızı yüzlü bir adam tanıyorum. Tek çiçek koklamamış, tek bir kez yıldıza bakmamış, kimseyi sevmemiş. Yaşamı boyunca tek yaptığı sey bir takım sayıları toplamak. O da bütün gün kendi kendine aynı şeyleri söylüyor, senin gibi: “Çok önemli işlerim var benim!” Bunları söylerken gururla kabarıyor göğsü. Ama o insan değil ki, mantar! neden oldu mu bilmiyoruz ama kendisi hayatını, savaş yıllarında yaşayan barışcıl bir posta güvercini gibi dünyanın gizemini bulutlar ve bombalar arasında arayarak ve insanların haberleşmesinin sağlayarak geçiriyor. Ve hayatını da göklerde kaybediyor. “Sen buralı değilsin,” dedi tilki. “Ne arıyorsun buralarda?” “İnsanları arıyorum,” dedi Küçük Prens. “Evcil ne demek?” “Genellikle ihmal edilen bir iş,” dedi tilki. “Bağlar kurmak anlamına geliyor.”.... Küçük Prens, “Anlıyorum galiba,” dedi. “Bir çiçek var... Galiba o beni evcilleştirdi...” Bilemiyoruz o kadar okunan ve konuşulan romanı ‘Novella’ ile Exupéry bizi evcilleştirebildi mi birbirimize ve dünyaya karşı??? Beril Özmen Mayer Antoine Jean-Baptiste Marie Roger de Saint-Exupéry; (1900 - 1944) Hatırlayalım ‘Biz büyüdük ve kirlendi dünya’, gençliğimizin şarkılarından. Küçük Prens’e göre de büyükler ona koşut giden realist düşünce ve herşeyin apaçık görünmesi ve bunun sıkıcılığı ile bize bilim ile sanat arasındaki maddesel ve kavramsal arasındaki yanılsamaları da hatırlatıyor. KİTAP KÜNYESİ: Saint-Exupery, Antoine de. Küçük Prens (Le Petit Prince) Çev. Yaşar Avunç. Redaksiyon: Fatih Erdoğan İstanbul: Mavi Bulut Yayınları, 1987dan itibaren 12. basım 2009. ISBN: 9789753100502 11 X 18 cm • 95 s. / karton kapak / renkli / kuşe kağıt Bir fil tarafından yutulmuş bir boa yılanının resmedildiği ama bunun büyükler tarafından şapka sanıldığı ve koyun resminde aranılan figuratif ifade bu karakteri çok ilginç bir şekilde vurgulamaktadır. Büyüklerin herşeyi fazlasıyla gerçeğe dönüştürmesi ve sayılarla ifade etmesini- eleştirerek nitelemesi de çok ilginç. Bu fikri doğrusu pek yadırgamadım. Böylelikle anlatılan şeyler daha doğru ve bilimsel görünmekte ‘Küçüklere’. Genellikle devlet büyüklerinin halka yaptığı konuşmaları hatırlayın.. Ama Küçük Prens bunlara haklı şekilde tepki gösteriyor: + CMYK Fransız pilot, yazar ve şairdir. Özellikle “Küçük Prens” (Le Petit Prince) isimli eseriyle ünlenmiştir. Ecole des Beaux-Arts’da mimarlık ve üzerine pilotluk eğitimi aldı okudu (1921). Paris’te bir ofis işinde ve ardından gelen yıllarda da başarısız birkaç işe girip çıktı. Mimarlıktan vazgeçerek, 1926 yılında sivil posta pilotu olarak uçmaya başladı. İspanya İç Savaşı boyunca Güney Afrika’da pek çok şehre uçtu. 1929 yılında Güney Amerika’ya yerleşerek Arjantin Hava Postası Şirketi’nin başına getirildi. 1938 yılında Alman ordusu Fransa’yı işgal edince, Amerika’ya gitti. Exupéry, ABD’de kaldığı sürece pek çok roman yazdı. Bunlar arasında 1940 yılında New York’da yazdığı Küçük Prens (Le Petit Prince) en meşhur olanıdır. 2. Dünya Savaşı çıkınca Fransa’ya geri dönen Exupéry, yeniden orduya katıldı. 1944’de Akdeniz’deki görevi sırasında Alman Birliği’nden kaçarken kayboldu. Uçağı ve cesedi uzun zaman bulunamadı. 1998 yılında Marsilyalı bir balıkçı Saint-Exupéry’e ait bir bileklik buldu. 2004 yılında bilekliğin bulunduğu bölgede yapılan araştırmalar sonucu SaintExupéry’nin kullandığı uçak bulundu. Lyon’a 1 saat uzaklıktaki havaalanına anısına ismi verilmiştir. Eserleri: L’aviateur- Pilot (1926), Courrier sud- Güney Postası (1929), Vol de nuit- Gece Uçuşu (1931), Terre des hommes- Rüzgar, Kum ve Yıldızlar (1939), Pilote de guerre- Arras’a Uçuş (1942), Lettre à un otage- Bir Rehineye Mektup (1943), Le Petit Prince- Küçük Prens (1943), CitadelleKumların Bilgeliği (1948). + 14 SORULAR- CEVAPLAR/ YANLIŞLAR- DOĞRULAR SAYFA HAVADİS GAZETESİ EKİ / 21 MART. SAYI 3. 2010. Doğu Akdeniz Üniversitesi “Uluslararası Kariyer İçin” Ercan HoŞKARA ercan.hoskara@emu.edu.tr YAPIM SÜRECİ: PLANLAMA Bu sayfada yer alan sorular-cevaplar kısmı, bu sayıdaki dosya konusunu tamamlayan ve kendi formatına uygun olarak özetleyen niteliktedir. Bu sayfada sözü geçen yasalar ile ilgili daha açıklayıcı bilgileri dosya konusunda bulabilirsiniz. Fasıl 96 varken plana gerek var mı? Evet, kesinlikle gerek var. Fasıl 96, İngiliz koloni döneminde, 1946 yılında yollar ve binaların yapımını düzenleme yasası olarak hayata geçirilmiştir. Yapılaşmayla ilgili bir dizi kural ve düzenleme getirmesine karşın bugünün ihtiyaçlarına cevap verebilecek noktadan çok uzaktadır. Planlama ihtiyacına cevap vermemektedir. Zaten bu yüzden, 1989 yılında, ülkesel fizik planın ve imar planlarının hayata geçirilmesinin zeminini oluşturacak İmar Yasası yürürlülüğe konmuştur. İmar yasası 89’da geçmesine rağmen neden hala daha Ülkesel fiziki plan ve imar planları yapılamamıştır? Bunun en büyük nedeni siyasi irade eksikliğidir diyebiliriz. Tabii bununla beraber, rant çevrelerinin siyasiler üzerinde oluşturduğu baskı, kamuoyunun bu konuda yeterince bilinçli olmaması, konunun bir türlü öncelikli bir noktaya ulaşamaması, ve plan yapma sürecinin zahmetli bir süreç olması gibi nedenler sıralanabilir. Şehir planlama dairesinin imkanlarının yetersizliğini ileri sürenler de vardır ama kanımca bu konu, ülkemizin potansiyelini düşündüğümüzde, niyet olması kaydıyla kolaylıkla aşılabilir. Planlamayla ilgili hiç bişey yapılmadı mı? Emirnameler plan mıdır? Emirnameler plan değildir. Emirnameler önceden öngörülemeyen yaygın, dağınık ve hızlı gelişmeleri kontrol altına alabilmek için plan olmayan bölgelerde plan yapılıncaya kadar uygulanan geçici bir önlemdir. Emirnamelerin arkasından mutlaka en kısa sürede planlar gelmelidir. Fakat ülkemizde, emirnameler plan yerine kullanılmaya başlanmıştır. Aslında 6 ay veya 1 yıl içerisinde plan yapılması gerekirken, emirnameler uzun yıllar, üzerlerinde değişiklikler de yaparak, yürürlülükte kalmıştır. Son olarak yeni hükümet de emirnameler üzerinde değişiklikler yaparak, aslında planları gerçekleştirme niyetinin olmadığını göstermiştir. Plan yapmak yerine Neden Emirnameler tercih ediliyor? Emirnameler, planın öngördüğü katılımcılık sürecini işletmeye gerek duymadan, içişleri Bakanının yetkisiyle çok daha kısa sürede ve pratik olarak yapılabilmektedir. İşte bu yüzden emirnamelerin, ciddi yetersizlikleri bulunmaktadır ve ihtiyaçlara tam olarak cevap verebilmesi aslında mümkün değildir. Ercan Hoşkara Annan planı sonrası ortaya konan Emirnamelerin uygulaması doğru muydu? Ülkesel fiziki Plan ve imar planları bugün yaşadığımız sorunları çözer mi? Emirname getirmek doğru bir uygulamaydı. Emirnameler, hızlı fakat yayğın ve dağınık olan ve büyük oranda çevreyi tahrip eden gelişmeleri, yani kontrolsuz gelişmeyi, plan altına alana kadar uygulanması gereken geçici bir tedbirdir. Fakat, ülkemizde emirnameler geçici değil, kalıcı bir tedbir olarak kullanılmaktadır. Bu da uzun vadede sorun haline dönüşmektedir. Aslında herhangi bir plan yapmak yeterli değildir. Planın niteliği de önemlidir. Mutlak sürette plan katılımcılık sürecinin yaşanmasıyla oluşmalı ve sadece fiziksel ve çevresel değil, ekonomik ve sosyal boyutu da içermelidir. Aynı zamanda, planların öngörüldüğü şekilde uygulanması da çok önemlidir. Bunun için de bir dizi düzenleme yapılması gerekmektedir. Yapılaşmanın yerinde denetlenebilmesi ve gerektiğinde müdahale edilebilmesi kuşkusuz başarılı bir uygulama için en önemli unsurlardan birisidir. Peki emirnameler doğru mu kullanıldı? Lefkoşa’da imar planı var da herşey daha mı iyi oldu? Hayır. Emirnameler ben geliyorum diye diye çıkartıldı ve çevresel tahribatın artmasını tetikledi. Büyük rant sağladı. 6 ay veya 1 yıl sonra arkasından plan gelmeliydi, fakat plan yapılamadı. Kısa sürede hazırlandığı, katılımcılık sürecini içermediği için içeriğinde bir çok yanlışlar barındırdı. Çevresel bir koruma getirse de ekonomik ve sosyal gelişme açısından ciddi sıkıntılar yarattı. Yani sürdürülebilir olamadı. Olması da beklenemez di, çünkü böyle bir amacı yoktu. HAYIR. Son yaşadığımız “sel felaketleri” planlamanın önemini gündeme getirmiştir. Sık sık medyada bu konuya vurgu yapıldığına tanık olmuşsunuzdur. Fakat burda, gözden kaçan bir şey var; selden en fazla etkilenen Lefkoşa’da imar planı mevcut. Bu durum aslında imar planlarının da yetersiz olabileceğini veya tek başına yeterli olmadığını açıkça göstermektedir. İhtiyaç duyulan, daha bütüncül ve kapsamlı yaklaşımlardır. Hükümetin emirnameler üzerinde öngördüğü değişiklikler doğru mu? Yanlış Ülkesel fiziki planın yapılmamış olmasına karşın, Lefkoşa imar planı yapılmış ve birçok bölge için imar yasası altında emirnameler yayınlanmıştır. Kısmen haklı değişiklik önerileri var. Fakat asıl sorun, plan yapmak yerine emirnameleri sürdürmeyi devam ettirmektir. Bu doğru bir yaklaşım değildir. Dolayısıyla değişikliklerin olumlu olup olmadığını tartışmak çok da anlamlı olmamaktadır. Doğru Yanlış Doğru + CMYK + GÜNCEL HABERLER HAVADİS GAZETESİ EKİ / 21 MART. SAYI 3. 2010. Doğu Akdeniz Üniversitesi “Uluslararası Kariyer İçin” 15 SAYFA Kutsal ÖztÜRK- Begüm MozaİKCİ kutsal.ozturk@emu.edu.tr - begum.mozaikci@cc.emu.edu.tr Son yıllarda dünyanın çeşitli yerlerinde inanılması güç mimarlık ve mühendislik harikası yapılar yapıldığını gözlemliyoruz. Tasarımları ile göz kamaştıran bu yapılar, birçok farklı işlevi barındırıyor. Bu sayımızda ki güncel haberler sayfamızda bu etkileyici, muhteşem yapılardan bir kaç örneği sizlerle paylaşmak istedik. MUHTEŞEM YAPILAR Hadid, Tasarımıyla Amman’a Heyecan Getiriyor Zaha Hadid’in Kral II. Abdullah bulunuyor. “Benzersiz güzellikteki Petra anıtından” esinlenildiği belirtilen bina, yapay bir vaha ve bir çağdaş sanat mabedi gibi tasarlandı. Amman Büyükşehir Belediyesi tarafından yaptırılan yapının, Ürdün’ün tiyatro, müzik ve dans gösterileri ile eğitimi için temel tesis olması hedefleniyor. Kültür ve Sanat Evi için hazırladığı, ödüllü tasarım, Amman Büyükşehir Belediyesi tarafından imzalandı. Hadid ve ortağı Patrik Schumacher, yapımına 2012’de başlanacak olan yeni ve dev bir projeye daha imza attılar. Özellikle Sanat ve Kültür yapılarıyla ilgili resimli haberlere bakınca biz kendimize şu soruyu sorduk: ‘Ülkemizde Kültür Merkezi yapıları tasarlanırken neden daha yaratıcı olamıyoruz acaba?’. Projede, 1600 kişilik bir konser salonu, 400 kişilik tiyatro, eğitim merkezi, prova odaları ve galeriler Vizyon eksikliğinden mi, mimarlarımızın bu konuda yaratıcılığı kısıtlı olmasından mı, yoksa ikon binaların maliyetleri çok yüksek olabileceği için mi biz hala daha beton yığını, kaba ve kent siluetine bir anıt gibi değil ama bir mimarlık kazası gibi damgasını vuran kültür merkezleri inşa ediyoruz. Gazi Mağusa Kültür Merkezi örneğinde olduğu gibi....... merkezinde yer alan dünyanın en büyük ve en eski kapalı çarşılarından biri. Fatih Sultan Mehmet tarafından yaptırılan ve 1461 yılında temeli atılan Kapalıçarşı, 45.000 m²’lik kapalı alan üzerine kurulmuş, 64 cadde ve sokağı, 16 hanı, 3.600 dükkânı ile labirent şeklinde konumlanmış bir merkez.Şimdileri ise Kapalıçarşı’nın restorasyonu gündemde... Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir’in 2 Aralık 2009 tarihinde basında yapmış olduğu bir açıklamada Kapalıçarşı’nın Yazı ve Görseller: World Architecture News Çeviri: Mimdap Fotoğraf Kaynak:http://www.mimdap. orgnet Kapalıçarşı Kabuk Değiştiriyor Kapalıçarşı İstanbul kentinin sorunlarının başında çatı akması geldiğini ve bu durumun Kapalıçarşı’yı çürüten bir durum olduğunu söyledi. Ayrıca çatılarda klimaların dış ünitelerinin görüntü kirliliği yarattığı ve buralara müdahale edeceklerini belirtti. Hedefleri arasında da 5366 sayılı yasaya göre dayanarak burayı yatay düzlemde kat mülkiyetine kavuşturmak olduğunu ekleyen Demir, yapılacak röleve projeleri ile herkesin hukuken uymak zorunda olduğu bir yönetim kurulu oluşacağını belirtti. Kaynak: http://www.arkitera.com Fotoğraf Kaynak: http://www.kapalicarsi.org.tr + CMYK Fotoğraf Kaynak:http://www.kapalicarsi. org.tr + HAVADİS GAZETESİ EKİ / 21 MART. SAYI 3c. 2010. Doğu Akdeniz Üniversitesi “Uluslararası Kariyer İçin” + CMYK REKLAMLAR 16 SAYFA