T.C SAĞLIK BAKANLIĞI Dr. Lütfü Kırdar Eğitim ve Araştırma Hastanesi 2.Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Kliniği Klinik Şefi Doç. Dr. Gülnur Tokuç HODGKİN LENFOMALI HASTALARDA KEMOTERAPİ VE RADYOTERAPİNİN SAĞKALIM SONRASI TİROİD FONKSİYONLARI ÜZERİNE ETKİSİ Dr. ELİF VAGAS UZMANLIK TEZİ İSTANBUL - 2008 1 ÖNSÖZ Hastanemiz başhekimi Sn. Uzm. Dr. Alpaslan Maydağlı’ya, Asistanlığımın ilk gününde sıcak bir gülümsemeyle karşılayıp, son gününe kadar bilgisi, tecrübesi, akademik nosyonu, sevgisi, deontolojik yaklaşımıyla hepimizin ufkunu genişleten ve hayata dair öğrenilecek hep bir şeyin olduğu saygıdeğer hocam Doç. Dr. Gülnur Tokuç’a Sevgi ve desteğini, hiçbir zaman esirgemeyen, huzurlu ve motive edici bir ortam hazırlayarak çalışabilmemize büyük katkı sağlayan Prof. Dr. Ayça Vitrinel’e, yardımlarını, sevgisini ve ilgisini hissettiğimiz 1. Çocuk Klinik Şef Vekili Uzm. Dr. Yasemin Akın’a, Kısa süreli de olsa birlikte çalışma imkanını bulduğum Biyokimya Bölüm Şefi Dr.Asuman Oruç’a, 1. Kadın Hastalıkları ve Doğum Klinik Şefi Doç. Dr. Orhan Ünal’a, 2. Kadın Hastalıkları ve Doğum Klinik Şefi Doç. Dr. Cem Turan’a ve Enfeksiyon Hastalıkları Klinik Şefi Dr. Serdar Özer’e İkinci Çocuk Kliniği’nde uzmanlık eğitimim boyunca her konuda yardımlarını esirgemeyen ve eğitimimde büyük katkıları olan Dr. Perran Boran’a, Dr. Sedat Öktem’e, Dr. Şihmir Şimşek’e, Dr. Kamil Esmer’e, kısa süreli olsada beraber çalışmaktan keyif aldığım Dr. Esin Uğuzbalaban’a, Dr. Engin Tutar’a, Dr. Fatma Kaya Narter’e, Dr. Selda Ağzıkuru’ya Birinci Çocuk Kliniği Uzmanları; Dr. Turgut Ağzıkuru, Dr. Nadir Girit, Dr. Semiramis Sadıkoğlu, Dr. Gülay Çiller Erdağ, Dr. Berrin Telatar ‘a Beş yıl boyunca ortak kaderimizde acı, tatlı ve komik anları paylaştığım dostlarım Dr. Zeliha Yeğin, Dr. Gül Yeşiltepe Mutlu, Dr. Barış Yılmaz’a, beraber çalışmaktan keyif aldığım, tezimi hazırlarken desteğini eksik etmeyen Dr. Burcu Pişgin, Dr.Bahar Taşkın, Dr. Pınar Uygur, Dr. Kadriye Cantürk, Dr. Dilek Çoban Büyükkalfa’ya ve diğer asistan arkadaşlarıma, Radyasyon Onkolojisi Bölümünden Dr. Naciye Özşeker’e Kliniğimde her zaman yardımıma koşan Osman Uçak’a, Marmara Üniversitesi Sağlık Eğitim Fakütesi araştırma görevlisi Emre İşçi ‘ye, İyi ve kötü günümde daima yanımda olan ve varlığıyla bana ışık tutan sevgili annem Gülten Pınar’a, canım kardeşim Batu Reşit Vagas’a ve sevgili babam Rüstem Vagas’a, TEŞEKKÜR EDERİM.. Dr. Elif VAGAS 2 KISALTMALAR HL :Hodgkin lenfoma HRS / RS :Hodgkin Reed Sternberg / Reed Sternberg MOPP :Nitrogen Mustard, Vinkristin, Prokarbazin, Prednizon ABVD :Adriamisin, Bleomisin, Vinblastin, Dakarbazin COPP :Siklofosfamid, Vinkristin, Prokarbazin, Prednizon ABV :Adriamisin, Bleomisin, Vinblastin AML : Akut Miyeloid Lösemi EBV : Epstein Barr Virüs AIDS : Kazanılmış İmmun Yetmezlik Sendromu NFkB : Nükleer Faktör kapa B TNF : Tümör nekroz faktör TGFB : Transform Büyüme Faktörü Beta IL : İnterlökin INF : İnterferon LIF : Lenfokin Baskılayı Faktör PDGF : Platelet kaynaklı Büyüme Faktörü GM-CSF : Granülosit Monosit Koloni Uyaran Faktör M-CSF : Monosit Koloni Uyaran Faktör CD : Farklılaşım Kümesi EBER : Epstein Barr Erken RNA EBNA : Epstein Barr Nüler Antijen LMP : Latent Membran Protein HLA : İnsan Lökosit Antijeni FLIP : Fas Aracılı Apoptozis cHL : Klasik Hodgkin Lenfoma NLP : Noduler Lenfosit Baskın LD : Lenfositten Fakir ITP : İdiyopatik Trombositopenik Purpura ESR : Eritrosit Çökme Hızı 3 CRP : C- Reaktif Protein sIL-2R : Çözünen İnterlökin 2 Reseptörü PET : Pozitron Emisyon Tomografisi MR : Manyetik Rezonans BT : Bilgisayarlı Tomografi LAG : Lenfanjiografi FDG : Florodeoksiglukoz CCSS : Kanser Sağkalım Çalışma Merkezi sT3 : Serbest T3 sT4 : Serbest T4 TT3 : Total T3 TT4 : Total T4 TSH : Tiroid Stimülan Hormon 4 İÇİNDEKİLER 1. Giriş ve Amaç ………………………………………………….………… 1 2. Genel Bilgiler…………………………………………………………….. 2 2.1. Hodgkin Lenfoma Tanımı ve Tarihçesi…………………………. 2 2.2. Hodgkin Lenfoma Epidemiyolojisi……………………………… 3 2.3. Etiyolojisi………………………………………………………. 4 2.4. Patofizyolojisi…………………………………………………… 7 2.5. Kliniği…………………………………………………………..... 10 2.6. Laboratuvarı……………………………………………………… 15 2.7. Ayırıcı Tanısı…………………………………………………….. 19 2.8. Teşhisi…………………………………………………………..… 19 2.9. Tedavisi…………………………………………………………… 23 2.10. Hodgkin Lenfomalı Hastalarda Geç Dönem Tedavi Yan Etkisi Olarak Tiroid Fonksiyonları………………………….. 30 3. Gereç ve Yöntem……………………………………………………………. 32 4. Bulgular……………………………………………………………………... 34 5. Tartışma…………………………………………………………………….. 52 6. Sonuç……………………………………………………………………….. 57 7. Özet…………………………………………………………………………. 58 8. Summary……………………………………………………………………. 59 9. Kaynaklar………………………………………………………………….... 60 5 1. GİRİŞ ve AMAÇ Hodgkin Lenfoma genel populasyonda 1-10/100.000 oranında görülen ve çocukluk çağındaki vakaların uzun dönemde % 70-90’ında iyileşme sağlanan onkolojik hastalıklardan biridir (1). Ülkemizde kesin sayı bilinmemekle birlikte lenfomalar lösemiden sonra ikinci sırada yer almaktadır. Türkiye’de birçok merkezin verileri değerlendirildiğinde, çocuklarda Hodgkin lenfomanın 10 yaş altına kaydığı, erkek çocuklarda daha fazla görüldüğü ve karışık hücreli patolojik tip egemenliği gözlenmektedir (2). Hodgkin lenfomanın tıbbi tedavisinde günümüzde kullanılan modern kemoterapi ve radyoterapi kombinasyonları ile hastaların sağkalım şansları artmış ancak beraberinde tedaviden kaynaklanan erken ve geç dönem yan etkilerin görülme sıklığı da artmıştır (3,4). Endokrin sistemde özellikle radyoterapiye bağlı tiroid bezi fonksiyonlarında bozukluklardan radyasyon sonrası tiroidit, hipotiroidi, hipertiroidi, Graves hastalığı, tiroid nodülü ve tiroid kanseri gibi yan etkilerler daha sık karşımıza gözlenmeye başlamıştır. (1,3-7). Geç dönemdeki diğer yan etkiler, pulmoner ve kardiyovasküler sistem bozuklukları, gonadal toksisite sonucu sterilite, meme kanseri, lösemi, ikincil solid tümörlerde artış, yumuşak doku hipoplazisine bağlı büyümenin duraklaması, nörokognitif fonksiyonların azalması olarak karşımıza çıkabilmektedir (1,7-10). Ülkemizde Hodgkin lenfomanın tedavisinde iyileşme sağlandıktan sonra ortaya çıkabilecek geç dönem yan etkiler güncel bilgilendirilme eksikliğine bağlı gözardı edilebilmektedir. Bu yan etkilerin genetik ve çevresel şartlardan kaynaklanan patofizyolojisi yeterince açıklığa kavuşmamış olup, vakaların izleminde hastaya göre değisen ayrıntıların belirlenmesi ve hastaların takipi önem kazanmaktadır (11). Büyüyen ve gelişen çocuk organizması üzerinde oluşan yan etkilerin önlenmesi ve/veya tedavi edilmesi, bunların belirlenmesine bağlıdır. Bu çalışma Çocuk Onkoloji Kliniği’nde Hodgkin lenfoma tanısı alarak kemoterapi ve radyoterapisi tamamlanmış, halen polikliniğimizden remisyonda olarak takip edilen olgularımızda tiroid fonksiyonları, tiroid nodül ve olası diğer patolojilerin irdelenmesi amacıyla planlanmıştır. 6 2. GENEL BİLGİLER 2.1. HODGKİN LENFOMA TANIMI VE TARİHÇESİ Hodgkin Lenfoma (HL) ilk olarak 1831’de Thomas Hodgkin tarafından tanımlanmıştır. Hodgkin Hastalığı olarak da adlandırılır. B lenfositlerinden köken alır. Lenf nodlarının ilerleyici bir şekilde büyümesi ve büyümenin komşu lenf nodlarına sıçraması ile karakterizedir (1). Hodgkin materyalinin histopatalojisindeki çok nükleuslu dev hücreler 1898’de Sternberg (12) ve 1902’de Reed (13) tarafından tanımlanmıştır. Reed çok nükleuslu dev hücrelerin detaylı bir tanımını yapmış ve bu da onu Hodgkin Hastalığının tuberküloz hastalığının değişik bir formu olduğu fikrine yöneltmiştir. Hastalığın histolojik tanımlanmasından sonra 1926’da Fox (14), Hodgkin’in yedi original hastasının histolojik bulgularını tekrar incelemiş ve biri pediatrik hasta olmak üzere üç hasta ile hastalığın tanımlanmasındaki yeni kriterleri belirlemiştir. Hodgkin Lenfoma muhtemel bir malinite olarak tanımlanmış olup, potansiyel bir enfeksiyöz veya otoimmün etiyoloji hala düşünülmektedir (5). Tek bir malign hücrenin klonal proliferasyonu sonucu ortaya çıktığı teorisi de günümüzde geçerliliğini korumaktadır (1). Radyoterapinin ilk yıllarda hastalıkta kullanımı, dramatik regresyonu takiben nüks ve kaçınılmaz ölüm olup, hayal kırıklığı yaratmıştır (16). Ancak ilerleyen zaman içinde radyasyon tedavisindeki teknolojik gelişmeler, erken evredeki hastalığın radyoterapi ile tedavisini mümkün kılmıştır. 1940’da savaş zamanı kullanılan kimyasallardan nitrojen mustard’ın güçlü bir lenfositolitik ajan olduğu keşfedilmiştir (17). Antineoplastik ajanlarla yapılan deneysel çalışmalar sonucunda 1964’de MOPP dörtlü ilaç tedavisi rejimi gündeme gelmiş ve Hodgkin Lenfomanın ilk etkin sistemik tedavisi gerçekleşmiştir (18). Ancak MOPP tedavisi ile artan yaşam süresi sonunda hem erişkinlerde hem de çocuklarda yan etki olarak akut myeloid lösemi (AML) ve infertiliteye yatkınlık gözlenmiştir.1970’lerde ABVD tedavi rejiminin geliştirilmesiyle hastalar hem etkin bir sistemik tedaviye kavuşmuş, hem de MOPP tedavi rejiminin yan etkisi olan artmış AML ve infertilite riski ortadan kalkmıştır (19). Bununla beraber ABVD tedavi rejiminin de potansiyel kardiyopulmoner toksisitesi tespit edilmiştir (20). Hodgkin Lenfoma bugün artık kombine 7 kemoterapi ajanları ve etkilenmiş alan radyoterapsinin kullanımı ile en fazla tedavi edilebilen lenfomalardan biri olmuştur. Uzayan hayat süresi sonucu tedavi sonrası hastalarda ortaya çıkabilecek potansiyel tedavi sekelleri, çözülecek yeni problemler ortaya çıkarmıştır. 2.2. HODGKİN LENFOMANIN EPİDEMİYOLOJİSİ Hodgkin Lenfomalı hastalar coğrafi ve etnik olarak değişen bimodal yaş dağılımına sahiptir. Endüstrileşmiş ülkelerde 15-35 yaş arası ve 50 li yaşlarda olmak üzere iki yaş grubunda en fazla artışı yaptığı gösterilmiştir. Gelişmekte olan ülkelerde ise en fazla görüldüğü yaş erişkinlikden öncedir. Epidemiolojik çalışmalar HL’nin 3 ayrı formunu göstermiştir:14 yaş ve altındaki çocukluk formu, 15-34 yaş arası genç erişkin formu ve 5574 yaş arası erişkin fomu (21). HL’nin çocukluk çağı formunda erkek insidansı hafifçe artmışken, erişkin formunda kadın erkek oranı kabaca eşitlenmiştir (22). HL’nin çocukluk çağı formu ailedeki kişi sayısı arttıkça ve sosyoekonomik durum azaldıkça artmaya eğilimlidir. Erişkindeki formu ise tam tersine endüstrileşmiş ülkelerede yüksek sosyoekonomik durum ile bağlantılıdır (23). İnsidansı 1-10/100.000’dir. Akrabalık ilişkileri olanlarda ve kardeşlerde HL insidansı artmıştır. EBV ile ilşkilidir ancak sebebi bilinmemektedir (1). Türkiye’de birçok merkezin verileri değerlendirildiğinde pediatrik yaş grubunda HL’nin 10 yaş altına kayması, erkek çocuklarında fazla görülmesi, karışık hücreli histopatolojik tip egemenliği Türk çocuklarında tip 1 HL’nin olduğunu göstermektedir (2). 8 2.3. HODGKİN LENFOMANIN ETİYOLOJİSİ HL’nin etiyolojisi bilinmemektedir. Ancak etiyolojisinde rol alan risk faktörleri immünite, enfeksiyöz faktörler ve genetik yatkınlık olarak 3 alt grupda toplanabilir. İmmünite HL immünolojik bozukluklarla birlikte yüksek oranda görülmektedir. Bazı araştırıcılar dual etiyoloji varsayımını ileri sürmektedir. Çocuk ve gençlerde görülen HL ile orta ve ileri yaşlarda saptanan hastalığın farklı epidemiyolojik nedenlerle oluştuğu düşünülmektedir. Primer immün yetmezliği olan hastalarda lenfoma gelişme riski çok fazladır. Bu immün yetmezlik durumları: Ataksi Talenjiektazi, Wiskott Aldrich Sendromu, Chediak Higashi Sendromu, Ig A eksikliği, Kombine immün yetmezlik, X’e bağlı lenfoproliferatif Sendromdur. Primer immun yetmezlik sendromları dışında, immünsupressif tedavi verilen böbrek ve kalp transplantasyonu yapılan hastalarda veya AİDS dahil çeşitli kazanılmış immünite bozukluğu olan bireylede de HL’yi de içeren çeşitli malign lenfomalar artmış oranlarda saptanmaktadır (24). Eski epidemiyolojik çalışmalarda çocukluk çağında enfeksiyöz ajanlara geçikmiş maruz kalmanın, genç erişkinlik döneminde HL gelişimi için belirgin risk faktörü olduğu tesbit edilmiştir (25,26). Chang ve ark. yaptığı son çalışmada da erken dönemde yuva ve bakım evlerine verilen çocukların genç erişkinlik döneminde HL gelişim riski azalmıştır. Bu risk azalması, çocukluk çağında enfeksiyöz ajanlara erken maruz kalmanın sonucunda artan hücresel immünite olgunlaşması ile açıklanmıştır (27). Son yıllarda mikrodiseksiyon ve polimeraz zincir reaksiyonu tekniklerinin gelişmesi tümör hücre populasyonu sayısının in vitro olarak arttırılmasını ve tümör hücrelerinin benign poliklonal zeminden ayrılabilmesini sağlamıştır. Bu çalışmalar sonucunda HRS (Hodgkin Reed Sternberg) hücrelerinin klonal immüngloblin (Ig) rearanjmanları içerdiği ve bu sebeple neoplazinin B hücre kökenli olduğu gösterilmiştir (28). Hodgkin Lenfomada neoplastik hücrelerin çeşitli sitokinler saldığı tesbit edilmiş, bu salınımın özellikle hastalığın iki ana alt tipinde , belirgin bir histopatolojik görünüm ve klinik bulgularla ilişkili olduğu sonucuna varılmıştır. HRS hücrelerinde CD30 ve CD40 ekspresyonundaki artış NFkB ve c-jun N-terminal kinaz yolunun aktivasyonu ve sonuç 9 olarak da HRS hücre proliferasyonu, adhezyon moleküllerinin ekspresyonu, sitokin salınımı ile ilişkilendirilmiştir. Klasik Hodgkin Lenfomada (cHL) eozinofili ve kollajen skleroz gibi histopatolojik bulgular IL-4, IL-5, eotaksin, IL-6, IL-7, IL-13, TNF, lenfotoksin, TGF- β ve basic fibroblast growth faktör salınımına bağlanmıştır. Sitokinler tarafından düzenlenen adhezyon moleküllerinin de HRS hücrelerine ve çevreleyen komşu T lenfositlere etki ederek hastalığın metastatik kapasitesini belirlediği düşünülmüştür. Sistemik semptomlar en fazla artmış IL-6 seviyesi ile ve tedavi almamış hastalardaki immünsüpresyon da en fazla TGF- β seviyesi ile korrelasyon göstermiştir (29). Tablo 1: HL’de klinik ve histopatolojik bulguların sitokin salınımı ile ilişkisi (29) Bulgular Sitokinler *B semptomları TNF,LT-alfa,IL-1,IL-6 *Polikaryon oluşumu INF-gama,IL-4 *Skleroz TGF-β,LIF,PDGF,IL-1,TNF *Akut faz reaksiyonu IL-1,IL-6,IL-11,LIF *Eozinofili IL-5,GM-CSF,IL-2,IL-3 *Plazmasitoz IL-6,IL-11 *Hafif trombositoz IL-6,IL-11,LIF *T hücre ve HRS hücre IL-1,IL-2,IL-6,IL-7,IL-9,TNF,CD30L, etkileşimi CD40L,CD80,CD86,LT-alfa *İmmün yetmezlik TGF-β, IL-10 *Otokrin büyüme faktörleri IL-6,IL-9,TNF,CD30L,M-CSF *ALP de artış M-CSF *Nötrofil aktivasyonu ve birikimi IL-8,TNF,TGF-β Enfeksiyöz Faktörler Geçirilmiş enfeksiyöz mononüleoz 30 yıldan fazla zamandır HL gelişimi için risk faktörü olarak tanımlanmıştır (30). Son zamanlarda yapılan bir çalışmada 15-34 yaş arasındaki enfeksiyöz mononükleozlu geniş bir hasta populasyonunda HL gelişim riski 10 belirgin olarak artmış ve bu artışın 20 seneyi aşan dönem içinde de devam ettiği bildirilmiştir (31). HL biyopsi materyalerinin yaklaşık %25-50’sinde, RS hücrelerinde, EBV DNA ve gen ürünleri pozitif bulunmuştur, bu da HL ve EBV arasındaki ilişkinin bir göstergesi olarak kabul görmüştür (32). Yapılan başka bir çalışmada HL insidansındaki artışın özellikle çocukluk çağı ve 55-74 yaş arası dönemindeki EBV ile ilişkili olduğu, 1534 yaş arası genç erişkinlik dönemindeki EBV ile ilgili olmadığı bildirilmiştir (33). HL’li hastaların büyük bir kısmında EBV antikor titresinin yüksek olması, EBV’nin HL gelişimini kolaylaştırdığını düşündürmüştür. Bu hipotez aynı zamanda in situ hibridizasyon ile RS hücrelerinde EBV genomunun tesbit edilmesi ve virüse ait early RNA (EBER1EBER2) dizilerinin gösterilmesi ile desteklenmiştir (34). EBV ile ilişkili vakalarda virus RS hücrelerine ve variantlarına lokalizedir. EBV gen ürünlerini kodlayarak üretmiştir ve bu gen ürünleri Latent Membran Protein 1 (LMP1), Latent Membran Protein 2A (LMP2A) ve Epstein Barr Nükeer Antijen 1 (EBNA1) olarak tesbit edilmiş olup ve bu üretim patterni EBV enfeksiyonunun latent tip 2 şekli ile ilişkilidir (35). EBV LMP 1 üretimi klasik HL histolojik alt tipleri arasında değişkenlik gösterir. HIV ile bağlantılı lenfositten fakir HL’de % 10, karışık hücreli HL’de % 75, lenfositden zengin tipinde % 45-45 ve noduler sklerozan tipinde % 10-40 olarak ilişkili bulunmuştur (36). HL EBV haricinde kızamık virüsü ile de ilişkili bulunmuştur. Benharroch ve ark. çocukluk çağında kızamık virüsüne maruz kalmanın, 15-34 yaş arası genç erişkin dönemde HL gelişim riskini arttırdığını ve çalışmalarındaki % 50’den fazla hastada HL tümör dokusunda veya lenf nodunda kızamık virüsü antijenin pozitif olduğunu göstermiştir (37). Genetik Yatkınlık Ailesel HL tüm vakaların yaklaşık % 5’i kadardır. Birinci derece akrabalarda HL gelişim riski 3 kat daha artmıştır. Bu bağlantı genç yaştaki hastalarda, erkeklerde ve kardeşlerde daha güçlüdür (29). HL gelişim riskinin monozigotik ikizlerde dizigotik ikizlere göre daha fazladır (30). Birden fazla çocuğunda HL saptanan ailelerde HLA gruplarından A1, B5, B8 ve B18 tiplerinin sık görüldüğü de bildirilmiştir (40). 11 2.4. HODGKİN LENFOMANIN PATOFİZYOLOJİSİ Makroskobik Bulgular HL yayılımı sıklıkla bir lenf nodundan komşu bir lenf noduna sıçrama şeklindedir. Genelde sol suprakalviküler lenf nodu tutulumu abdominal paraaortik lenf nodu tutulumu takip eder. Sağ supraklaviküler lenf nodu tutulumu mediastinal adenopati ile ilişkili olmaya eğilimlidir. Paraaortik lenf nodu tutulumu sıklıkla dalak tutulumu ile birliktedir ve takiben karaciğer ve/veya kemik iliği tutulumuyla da birlikte görülür. Histopatolojik tiplerin içinde komşuluk yoluyla yayılım eğilimi en sık nodüler sklerozan tipindedir (1). Mikroskobik Bulgular HL tümör karakterinde malign hücre populasyonu total hücre populasyonunun % 0.1-% 10’udur. Tümör hücrelerinin çoğu sitokin salınımı sonucu gelişen enflamatuar hücre infiltrasyonu (ör: histiyositler, plazma hücreleri, lenfositler, eozinofiller, nötrofilller) ve fibrozis yapısındadır. HL çoğu tipik formuyla NHL’nin birkaç alt tipinden (ör: T-hücreden zengin büyük B-hücreli lenfoma, anaplastik büyük hücreli lenfoma) ve benzer morfolojik yapıdaki benign lenfoid hiperplaziden (enfeksiyöz mononükleoz, germinal merkezlerin ilerleyici transformasyonu) ayırt edilmelidir (41). Ayrıca HL’nin daha az rastlanan variantları (lenfositten fakir ve sinsityal variant) morfolojik olarak sarkom ve karsinom gibi nonhematolojik malinitelerle karışabilir. Günümüzde immunohistokimyasal boyaların gelişimi ile diğer etkenleri ayırt etmek kolaylaşmıştır. Bununla beraber B hücre kökenli bazı NHL’ler hem HL morfolojisi hem de diffüz B hücreli lenfoma morfolojisi görünümüyle çakışmış olup, gri zone lenfomalar olarak adlandırılmıştır (42). Klasik Reed-Sternberg hücresi büyük, (15-45 µm çapında ya da daha büyük) hafif bazofilik stoplazmalı, iki nükleus veya iki nükleer lobu olan hücrelerdir. Bu hücreler kalın bir nükleer membrana, soluk boyanan kromatine ve iki geniş eozinofilik nükleolusa sahiptir. Nükleoluslar karakteristik olarak makronükleolus görünümünde olup, büyüklükleri komşu lenfositlere eşittir. Reed Sternberg hücrelerinin variantları da vardır. Bunlar laküner hücre, mumya hücre ve L&H hücre (popcorn hücre) olarak adlandırılırlar (43). Patogenezinde germinal merkezlerdeki B-hücrelerinden köken alan H-RS hücreleri 12 istenmeyen mutasyonlar sonucu B-hücre reseptör affinite kapasitesini kaybetmiş , klonal seleksiyona karşı koyarak, apoptozisden (programlı hücre ölümünden) kaçmayı başarmıştır. Apoptozdan bu kaçışda, sinyal aktivasyonu yolundaki FLIP (fas aracılı apoptoz inhibitörü) reseptörünün artması ve transkripsiyon faktörlerinden NF-k (nükleer faktör k) seviyesinde artma sorumlu tutulmaktadır (44,45). Günümüzde HL’nin iki türlü sınıflandırması yapılmaktadır. Birincisi WHO sınıflandırması (46), ikincisi Lukes-Butler’ın Rye modifikasyonu (47) olup, WHO sınıflandırması güncelliğini korumaktadır. WHO sınıflandırması biyolojik ve klinik bulgulara göre HL’yi cHL (klasik Hodgkin Lenfoma) ve Noduler Lenfosit Predominant (NLP) olarak iki ana gruba ayırmıştır. cHL klasik morfolojideki HRS hücresi ve immunofenotipi içerir. Doku yapısındaki fibrozis ve beraberindeki inflamatuar infiltrasyona dayanarak dört histolojik alt gruba ayrılır. Güçlü tedavi rejimlerinin gelişimiyle bütün histolojik alt tipler tedaviye eşit oranda cevaplıdır. Tablo 2: Hodgkin Lenfomanın Histopatolojik Sınıflandırması ve Göreceli Sıklığı (47) Rye Sınıflandırması Göreceli Sıklık % Lenfositten zengin (klasik hastalık) 5-15 Nodüler sklerozan 40-60 Karışık hücreli 15-30 Lenfositten fakir 5 den az Hodgkin Lenfomada WHO Sınıflandırması (46) *Nodüler lenfosit predominant Hodgkin Lenfoma (yaygın veya yaygın olmayan) *Klasik Hodgkin Lenfoma Nodüler sklerozan (NS) Karışık hücreli(MC) Lenfositden zengin(LR) Lenfositden fakir(LD) 13 Noduler lenfosit predominant HL de, tümör kısmi olarak nodüler yapıya sahiptir. Neoplastik nodüllerde klasik L&H (popcorn) hücreleri içerir. Noduler lenfosit predominant HL, hastaların % 10-15’inde görülür. Erkek ve genç hastalarda sıktır, lokalize hastalık olarak kendini gösterir (43). Noduler sklerozan genç hastaların % 40’ı, erişkin hastaların % 70’inde görülen en sık rastlanılan HL alt tipidir. Lenf nodu belirgin bir kalın kapsül ve içeri doğru uzanan kalın sklerotik bantlardan oluşmuştur. Neoplastik nodulde HRS hücreleri ve lakuner variantları vardır. En sık rastlanan karakteristik formunda, lenf nodundaki skleroz makroskobik yapıdan da anlaşılır. Bu alt grup daha çok alt servikal, supraklavikuler, mediastinal lenf nodlarını tutar (48). Karışık hücreli alt tipinde, HRS hücreleri ve variantları, ışık mikroskobunda 100’lük büyütme alanında yaklaşık 5-15’tir. Tümör genellikle diffüz veya hafifçe noduler gelişim şekli göstermekle birlikte hiç fibrozise rastlanmaz. İnflamatuar alt yapı lenfosit, plazma hücresi, histiyosit ve eozinofillerden oluşur. Fokal nekroz alanlarına rastlanabilir ama genellikle belirgin değildir. Bu alt tip yaklaşık % 30 hastada görülür, 10 yaş ve altındaki çocuklarda sıktır, sıklıkla ekstranodal tutulumlu ve ileri evre hastalık olarak klinik bulgu verir (48). Lenfositden fakir (LD) HL çocuklarda nadirdir, HIV ile enfekte hastalarda sık rastlanır. Bu alt tipte birkaç lenfosit ve büyük, geniş, garip şekilli malign hücreler şeklinde ortaya çıkan RS hücreleri mevcuttur. Yaygın fibroz ve nekroz alanları görülür. Klasik HL’nin bu alt tipine özellikle hem HIV ile hem de EBV ile enfekte hastalarda rastlanır (49). Lenfositden fakir HL kemik ve kemik iliğini tutan yaygın hastalık olarak klinik bulgu verir (43). Klasik HL’nin lenfositden zengin tipi, klasik HRS hücreleri ve küçük B lenfositlerinden oluşur. Tümor sıklıkla noduler veya daha az sıklıkla yaygın büyümeye eğilimlidir. Bu alt tipi noduler LP tipden ayırdetmek için immunofenotipik çalışmalar ayırıcı tanıda sıklıkla gerekmektedir (50). Bu alt tip vakaların yaklaşık % 5’inde görülür ve sıklıkla noduler LP HL ile klinik bulgu ve prognoz açısından benzer. Ortalama görüldüğü yaş 32 ve üstüdür. Mediastinal kitle olarak ve teşhisde evre 3 olarak klinik bulgu verme insidansı yüksektir (51). İnterfolliküler tip spesifik bir alt tip değildir. Lenf nodu folliküler hiperplazinin tüm özelliklerini gösterir, yalnız interfolliküler lokalizasyonda ya tek odakta veya birden fazla 14 odakta Hodgkin hastalığının histopatolojik bulguları dikkat çeker. Bu durum lenf nodunun erken tutulumuna işaret eder (1). 2.5. HODGKİN LENFOMANIN KLİNİĞİ HL’li hastaların yaklaşık üçte birinde başvuru anında hastalıkla ilişkili semptomlar mevcuttur ve bunlardan B semptomları ve kaşıntı sıktır. Daha az sıklıkla hastalarda alkol alımı sonrası hastalıklı lenf nodlarında ağrı da bildirilmiştir. B semptomları son 6 ayda tekrarlayan sebebi bilinmeyen ateş, % 10’dan fazla kilo kaybı ve tekrarlayan gece terlemeleri olarak tanımlanır. HL’li hastaların % 80’inde lenfadenopati diyafragma üstünde ve sıklıkla mediastendedir. Hastaların % 20’sinde ise lenfadenopati diyafragma altındadır. Periferik lenf nodlarından sıklıkla tutulanlar servikal, supraklaviküler ve aksiler bölgedekilerdir. Ekstra nodal dokulardan da sıklıkla dalak, akciğer, karaciğer ve kemik iliği tutulur (52). Lenfadenopati (Tüm Vakaların % 90’ında) 1- Bir veya daha fazla grup lenf nodunun ağrısız şişmesidir, ender olarak ağrılıdır. 2- % 60-80 vakada servikal lenf nodu tutulumu vardır ve bunların da % 60’ı mediastinal tutulum ile birliktedir. 3- Aksiller, inguinal, mediastinal ve retroperitoneal lenf nodları sıklıkla tutulmuştur. 4- Tutulan lenf nodları sıklıkla ele ayrı ayrı, lastik kıvamında gelir. Hassasiyet enderdir. Mediastinal Adenopati (Tüm Vakaların % 60’ında) 1-Hastalarda sürekli bir kuru öksürük olabilir. 2-Hastalarda Superior Vena Kava Sendromu olabilir.(Boyun venlerinde genişleme, boğuk ses, dispne,disfaji) 15 3-Geniş mediastinal kitleli hastalarda -bulky mediastinal hastalık-(mediastinal kitlenin en geniş transvers çapının toraksın T5-T6 daki transvers çapına oranının 0.33’den büyük olması) daha küçük kitleli hastalara göre nüks daha sıktır. 4-Timus bazen HL’nin tek köken aldığı yer olabilir ve buna noduler sklerozan variantlı genç hastalarda rastlanır(1). Splenomegali 1- Dalak sıklıkla fizik muaynede büyümüş olarak ele gelir veya 99 m Tc-sulfür kolloid scan ile tesbit edilebilir. Bununla beraber dalağın büyüklüğü dalak tutulumunun bir göstergesi değildir. 2- Splenektomi dalak tutulumunun kesin göstergesi için tek metottur. 3- % 13 vakada dalak subdiyafragmatik olarak tutulan tek yerdir. 4- Laparotomi sırasında rezeke edilen dalakların % 26’sı tutulmuştur. 5- Dalak tutulumunun sıklığı histopatolojik tip ile korelasyon gösterir: a. Lenfosit predominant - % 16 b. Noduler sklerozan - % 35 c. Miks sellüler - % 59 d. Lenfositden fakir - % 83 6- Dalak tutulumu olan hastaların % 50’sinde hem paraaortik hem de dalak hilusundaki lenf nodları tutulmuştur (1). Sistemik Semptomlar (Tüm Vakaların % 30’u) 1-Aralıklı ateş (Pel-Ebstein), anoreksi, yorgunluk, zayıflık, bulantı, gece terlemesi, kilo kaybı ve kaşıntı 2-Alkol alımı sonrası tutulan bölgelerde ağrı (48). B semptomlarının prognostik önemi vardır. Bazı çalışmalarda gece terlemelerinin diğer sistemik semptomlara göre daha az prognostik önemi olduğu belirtilmiştir (53). Sistemik semptomlara eşlik eden başka bir semptom olan kaşıntı kadınlarda ve hastalığın ileri evresinde sıktır, tüm vücudu tutar (54). Hodgkin ile ilişkili kaşıntının kolestatik 16 karaciğer hastalığına ve periferik sensoriyal nöropatiye bağlı olabileceğine dair öne sürülen açıklamalar vardır. Hodgkin lenfomanın tedavisiyle kaşıntı ortadan kalkar (55). Pulmoner Hastalık (Tüm Vakaların %17’si) Hodgkin Lenfoma akciğerlere mediastinal ve hiler lenf nodları yoluyla sıçrar. Akciğerde hastalık mediastinal veya hiler tutulum olmadan oluşmaz. HL’li hastaların üçte ikisinde intratorasik tutulum vardır. Bu sebeple hiler veya mediastinal tutulumlu hastalarda bilgisayarlı tomografi çekilmelidir. Noduler sklerozan tipinde mediastinal tutuluma belirgin bir yatkınlık mevcuttur (1). Akciğer tutulumunun dört formu vardır: 1- Devamlı lezyonlar 2- Peribronkovasküler hastalık 3- Plak benzeri plevral kalınlaşma ve effüzyon ile giden subplevral yayılım 4- Noduler veya alveoler olan intraparankimal tutulum Sık olmamakla birlikte bu lezyonlar radyografide tek veya çoklu kaviter lezyonlar olarak görülebilir. Plevral effüzyon mediastinum veya hiler bölgedeki lenfatik obstrüksiyondan kaynaklanabilir. Plevral tutulum olabilir, ancak non-Hodgkin lenfomadaki insidansına göre göreceli olarak nadirdir (1). Nörolojik Bulgular Nörolojik disfonksiyon genellikle geç bulgulardandır. Hastalık sinir sistemine aşağıdaki yollarla ulaşabilir: 1- Paravertebral lenf nodlarından sinir köklerine ve kan damarlarına veya spinal kanaldaki perinöral lenfatiklerden intervertebral foraminalara ve benzer yolla intrakranial bölgeye yayılım 2- Hematojen yayılım Santral nöronaksının tutulumu epiduraldir ve sinir sisteminin tutulan bölgesine göre bası semptomu verir. İntrakranial hastalıkta intrakranial basınç artışı bulgu ve semptomları 17 ortaya çıkabilir veya hemiparezi, hemisensoriyal bozukluklar, fokal nöbetler, papilödem eşlik edebilir. Kafa kaidesi tutulduğunda kranial sinir tutulumu da olabilir. Nonmetastatik nörolojik komplikasyonlar aşağıdaki mekanizmalarla ortaya çıkabilir: 1- Metabolik bozukluklar: Hipokalsemi, hipoglisemi, hiponatremi, hepatik, renal, pulmoner yetmezlik 2- Enfeksiyonlar a. Herpes Zoster en sık rastlanan enfeksiyondur. b. Bakteriyel, viral, fungal ve protozoal kökenli menenjitler her başağrısı, ense sertliği ve açıklanamayan ateşi olan hastada düşünülmelidir. En sık sebep olan mikroorganizmalar Kriptokok, Listeria monocytogenes, Diplococcus pneumoniae, Toxoplasma gondii ve Varicella-Zoster’dir c. Beyin apsesi nadirdir. 3- Kemoterapiye bağlı nörotoksisite: En sık rastlanılanı vinkristine bağlıdır, fakat steroidler, prokarbazin ve vinblastin de nörolojik disfonksiyon yapabilir. 4-Radyoterapi: Servikal, supraklaviküler ve mediastinal bölgeye radyoterapi alan %5 hastada geçici miyelopati (Lhermitte Sendromu) gelişir. Bu tablonun gelişmesi spinal servikal bölge arkasına blok koymakla azaltılabilir. Lhermitte Sendromu boynun fleksiyon veya ekstansiyonuyla ortaya çıkan ekstremitelerin arkasında karıncalanma ve elektrik çarpmasına benzer bir his ile karakterizedir. Bu duruma motor disfonksiyon eşlik etmez ve miyelopati kalıcı değildir. Spinal radyasyonun daha ciddi bir komplikasyonu kordun radyasyon nekrozudur ve 4 hafta içinde 4000 rad’ı geçen dozlarda oluşur (1,56). Kemik Tutulumu (Tüm Vakaların % 2’si) Osseöz HL tipik olarak kemik ağrısıyla belirir ve hastaların çoğunluğunda evreleme esnasında nonosseöz lezyonlar saptanır. Radyografik şekilleri değişiklik gösterse de agresif malign duruma işarettir. Histolojik tanı problemli olabilir ve kemikte tanıyı koymak için immünohistokimyasal boyalara başvurulur. İskelet tutulumu kötü prognozludur ancak son on sene içinde hastaların prognozları daha iyiye gitmiştir. Vetebral tutulumun majör komplikasyonu vertebraların çökmesi veya tümörün epidural aralığa uzanımından kaynaklanan spinal kompresyondur(1). 18 Kemik İliği Tutulumu (Tüm Vakaların % 5’i) Semptomatik vakalarda, özellikle anemisi, lökopenisi veya trombositopenisi olan vakalarda kemik iliği tutulumu olabilir. Çoklu biyopsi endikasyonu vardır, çünkü HL kemik iliğini bölgesel şekilde tutmaya eğilimlidir. Kemik iliği biyopsisi için yer seçerken manyetik rezonans veya kemik sintigrafisi yol gösterebilir. HL, miyelofibroz, immün trombositopenik purpura, Coomb’s pozitif hemolitik anemi veya polisitemiyi andırabilir (1). Karaciğer Tutulumu (Tüm Vakaların % 2’si) Dalak karaciğerin portal girişinde olduğu için HL’de dalak tutulumunun eşlik etmediği karaciğer tutulumu nadirdir. Hafif hepatomegali, karaciğer görüntülemelerindeki nonspesifik bulgular ve karaciğer fonksiyon testlerinde bozukluk karaciğerin histolojik tutulumu ile korrelasyon göstermeyebilir. Karaciğer tutulumunu göstermek için tek metod karaciğer biyopsisidir . Karaciğer tutulumunu göstermek için aşağıdaki bulgular olmalıdır: 1.Histolojik alt tiplerden birine uyan karaciğer dokusundan ayrılmış bir lezyon 2.Reed Sternberg hücresi veya variantı Sarılığın olması kötü prognozun belirtisidir ve terminal veya preterminal dönemi işaret eder. Bu arada sarılık yapan diğer sebepleri dışlamak gerekir. (ör: hemolitik anemi, viral hepatit, toksik hepatit, toksoplazmozis ve bilinmeyen etiyolojili kolestaz) Hepatik tutuluma bağlı sarılık geliştiğinde parankimal tutulumun hodgkin lenfomaya mı bağlı veya porta hepatisin lenf nodu basısına mı bağlı olup olmadığı ayırt edilmelidir. Çoğu vakalarda sarılık, portal peribilier infiltrasyonun intrahepatik tıkanıklık yapmasına bağlı gelişmiştir (1). 19 Tablo 3: Hodgkin Lenfomalı Çocuklarda Başlangıç Bölgesi Tutulum Sıklığı (24). % Boyun (servikal, supraklaviküler, oksipital, preauriküler) 76 Mediasten 60 Dalak 26 Aksilla-pektoral 24 Hiller 24 Paraaortik, çöliyak, dalak hilusu 22 Akciğer 15 İliak 7 Kemik iliği 5 İnguinal, femoral 5 İnfraklaviküler 5 Perikard 4 Plevra 2 Karaciğer 2 Mezenter 2 Kemik 2 Popliteal <1 Epitroklear, brakial, tiroid, Waldeyer Halkası, pankreas <1 2.6. LABORATUVAR BULGULARI Hematolojik ve kimyasal kan parametreleri hastalığın yaygınlığıyla korrelasyon göstermeyen, özellikli olmayan değişiklikler gösterebilir. Periferik kan yaymasında nötrofilik lökositoz, lenfopeni, eozinofili, monositoz görülebilir. Hastalığın başlangıcında çocuklarda genellikle mutlak lenfosit sayımı normaldir. Anemi ilerlemiş hastalığın bir bulgusu olabilir ve genellikle demir depolarının kullanımının bozulmasından kaynaklanır. Aynı zamanda hastalığa eşlik eden Coomb’s pozitif hemolitik anemi şeklinde de olup, retikülositoz ve kemik iliği hiperplazisi tesbit edilebilir (43,56). 20 HL’ye nefrotik sendrom, otoimmün hemolitik anemi, otoimmün nötropeni, immün trombositopeni gibi otoimmün hastalıklar eşlik edebilir (43). ITP, HL’li vakaların % 12’sinde bildirilmiş olup, beraberinde otoimmün hemolitik anemi de eşlik etmiştir. Trombositopeni HL tanısı sırasında, öncesinde veya sonrasında da gelişebilir. ITP sıklıkla tedavi sonrası iyileşme dönemimdeki hastalarda ortaya çıkar ve genellikle hastalığın tekarı ile bağlantılı değildir. ITP’li hastalarda tedavide önerilen yaklaşım, malignitesi olmayan hastalardaki ile benzerlik gösterir. Tedavi cevabı da benzerdir (57). Retiküloendoteliyal sistemin aktivasyonunu yansıtacak şekilde eritrosit sedimantasyon hızı, serum bakır seviyesi ve ferritin seviyesi yükselmiş bulunabilir. Diğer bir akut faz reaktanı olan ve karaciğerde üretilen C-reaktif protein de, Hodgkin ve kardiyovasküler hastalığın tehşisinde ve prognozda önemli bir göstergedir (43). Hematolojik Bulgular 1.Anemi: Normositik ve normokromik karakterdedir. 2.Nötrofili: % 50 vakada 3.Eozinofili: % 15-20 vakada 4.Lenfositopeni: ilerlemiş hastalık bulgusu 5.Kemik iliği bulguları genellikle normaldir, bölgesel veya yaygın kemik iliği tutulumu da olabilir (1). Biyokimyasal Bulgular Aktif hastalıkta, hastalığın yayılımını veya prognozunu belirler. 1. Artmış bakır seviyesi: Aktif HL bulgusudur ancak serum bakır seviyesi aynı zamanda enfeksiyon, inflamatuar bozukluklar, hamilelik ve doğum kontrol hapı kullanan bireylerde de artmıştır. 2. Artmış serum ferritin ve azalmış serum transferrin seviyesi: Bu belirgin olarak ileri evre HL ile ilişkilidir. 3. Artmış sedimantasyon hızı (ESR): Aktif HL göstergesidir ve sedimantasyon hızının sürekli yüksek kalması kötü prognoza işaret eder. Sedimantasyon yüksekliği eşlik eden enfeksiyon ve inflamasyonun da bulgusu olabilir. 21 4. Artmış fibrinojen seviyesi 5. Artmış haptoglobulin seviyesi 6. Artmış serum alkalen fosfataz seviyesi: Bu kemik veya karaciğer tutulumunun göstergesi olabilir. Bununla beraber alkalen fosfataz seviyesi yüksekliği çocuklarda daha az anlamlıdır çünkü aktif kemik büyümesinin de bulgusudur. 7. Artmış serum-soluble interlökin 2 reseptör (sIL-2R) seviyesi: Teşhisde artmış seviye tedavi başarısızlığında artmış risk ile korrelasyon gösterir. 8. Artmış beta 2 makroglobulin: HL’li hastaların tümör evresi ile korrelasyon gösterir ve artmış seviye kötü prognoza işaret eder (1,53,56). İmmunolojik Bulgular Hücresel İmmunite Hodgkin Lenfomalı hastaların tablo ortaya çıktığında veya iyileşme döneminde T hücre fonksiyonlarında süreklilik arzeden bozukluk vardır. Tedavisiz hastalarda doğal öldürücü hücre aracılı sitotoksite azalmıştır. Hücresel immun bozukluk supresör monositler, T-supresör hücrelerin artmış hassasiyeti ve artmış IL-12 seviyesi sonucudur. İlerlemiş hastalığı olan hastalarda kalıcı T lenfosit bozukluğu vardır. Reed-Sternberg hücreleri mitojenle indüklenen hücrelere antijen sunan hücre olarak fonksiyon görür. İmmünolojik parametreler genellikle başarılı tedavi sonrası normale dönse de T hücre fonksiyon bozukluğu yıllarca sürebilir. T hücre eksikliğinin Hodgkin lenfomada sitokinlerin üretimine bağlı olarak geliştiği ve bunun da T hücre cevapsızlığına yol açabileceği öne sürülmektedir. Tablo 4 Hodgkin Lenfomada üretilen sitokinleri ve biyolojik bulgularını göstermektedir (56). 22 Tablo 4: Hodgkin hücrelerinin sitokin üretimi ve Hodgkin lenfoma ile ilişkili biyolojik bulgular (34). IL-1 Lenfoproliferasyon, ateş, gece terlemesi, fibrozis IL-2 T-hücre yetmezliği IL-5 Eozinofilik infiltrasyon IL-6 Trombositoz IL-9 Lenfoproliferasyon TNF-α Kilo kaybı TNF-β Kilo kaybı G-CSF Myeloproliferasyon TGF- β Fibrozis Hümoral İmmun Fonksiyonlar B lenfosit fonksiyonu tedavi sonrası geçici olarak azalmıştır. Hastaları splenektomiden önce pneumokok ve haemophilus influenzae tip B aşıları ile aşılamak gerekir, çünkü splenektomi sonrası bu antijenlere immun cevap bozulur. Lenfositopeni İleri evre Hodgkin Lenfomalı hastalarda hem B hem T lenfosit azalmasından kaynaklanan lenfositopeni gözlenir (1). 23 2.7. HODGKİN LENFOMA AYIRICI TANISI Hodgkin Lenfoma diğer inflamatuar lenfadenopati yapan sebeplerden, özellikle de atipik mikobakteriyel enfeksiyonlar ve toksoplazmozdan ayırt edilmelidir. Non Hodgkin Lenfomalı hastalarda benzer bulgu ve semptomlarla karşımıza çıkabilir ancak etkilenmiş lenf nodundaki büyüme hızı, HL ye göre sıklıkla daha fazladır. Non Hodgkin Lenfomada ürik asit ve laktat dehidrojenaz seviyesindeki artış daha belirgindir. Başlangıçta enfeksiyöz mononükleoz veya reaktif lenfadenopati olarak tanı almış biyopsiler, tablo tekrarlıyor ve sebat ediyorsa lenfoma olarak teşhis edilir. Hodgkin Lenfomadaki servikal lenfadenopati mutlaka diğer bir primer tümörün (nazofaringeal karsinom, yumuşak doku sarkomu) metastatik adenopatisinden ayırt edilmelidir (43). Daha zor bir problem de asemptomatik bir hastadaki mediastinal kitlenin normal timus dokusundan ayırt edilmesidir. Timus boyutları 10 yaşına gelmiş bir çocukta maksimal büyüklüğüne ulaşmış olabilir ve yapısı itibariyle toraks bilgisayarlı tomografisi ile ayırt edilebilir ancak kesin tanı biyopsi ile konur (58). 2.8. HODGKİN LENFOMA TEHŞİSİ Aşağıdaki Tablo 5 de Hodgkin lenfomalı bir çocuğun teşhisinde önerilen Tablo 5: * * * * * * * * * * * Lenf nodlarının boyutlarının ölçümü ile birlikte ayrıntılı fizik muayne Tam kan sayımı, eritrosit sedimantasyon hızı, C-reaktif protein, böbrek vekaraciğer fonksiyon testleri, alkalen fosfataz seviyesi Lenf nodu biyopsisi Mediastinal kitlenin torasik boşluğa oranınını ölçen göğüs radyografisi Boyun ve göğüs bilgisayarlı tomografisi Abdomen ve pelvisin bilgisayarlı tomografisi veya manyetik rezonans görüntülemesi Seçilmiş vakalarda lenfanjiogram Kemik iliği biyopsisi (Evre IA/IIA hariç) Kemik ağrısı ve yüsek alkalen fosfatazı olan hastalarda kemik sintigrafisi Gallium veya pozitron emisyon tomografi (PET) görüntülemesi(Basamak çalışmasıdır) Seçilmiş vakalarda cerrahi evreleme ile lenf nodu örneği 24 Teşhis için eksizyonel lenf nodu biyopsisi tercih edilmelidir, çünkü spesifik histolojik alt tipin belirlenmesi için karakteristik yapısal zemindeki malign HRS hücrelerinin değerlendirilmesi gerekir. Dikkatli bir fizik muayne esnasında Waldeyer halkasını da içine alan bütün açık alan lenf nodları palpe edilmeli ve büyümüş olan lenf nodları ölçülmelidir. Eğer üst servikal lenf nodları da tutulmuşsa, boyundaki Waldeyer halkasını da içine alan bilgisayarlı tomografik görüntüleme yapılmalıdır. Akciğer radyografisi mediastinal tutulum ve intratorasik yapılar hakkında bir ön değerlendirme sağlar. İntratorasik boşlukda mediastinal lenfadenopati oranının % 33 ve daha fazla olduğu ‘bulky mediastinal tutulumlu hastalar’ kombine modelli tedavi yaklaşımından fayda görürüler. Akciğer parankimi, göğüs duvarı, plevra ve perikard en sık tutulan ekstranodal bölgelerdir ve ileri tetkiki için bilgisayarlı tomografi ile görüntülenmelidir. Rostock ve ark. tanı aşamasındaki hastaların yaklaşık % 50 sinde akciğer radyografisinde atlanan retrokardiyak bölge, perikard, akciğer parankimi ve göğüs duvarı tutulumunu bilgisayarlı tomografide görüntülemiştir. Manyetik rezonans görüntüleme intratorasik yapıları incelemede etkili bir yöntem olmasına rağmen, akciğer parankimi en iyi bilgisayarlı tomografi ile görüntülenir (43,56). İnfradiyafragmatik hastalık varlığı en sık bilgisayarlı tomografi ile değerlendirilir. Geçmişte bazı merkezlerde, bilateral alt ekstremite lenfanjiogramı (LAG), abdominal ve pelvik lenf nodu incelemesinde tercih edilirdi. LAG temelde lenf nodu yapısındaki reaktif ve malin tutulumun ayırımında bilgi sağlanmasına rağmen, hem invazif bir girişim olması hem de yorumlanmasının ileri derecede yetkin bir uzman gerektirmesi sebebiyle günümüzde yapılmamaktadır. Eğer bilgisayarlı tomografi abdominal ve pelvik lenf nodu incelemesinde kullanılıyorsa, hem oral hem de intravenöz kontrast maddelerin kullanımı şarttır, çünkü lenfadenopatiyi infradiyafragmatik yapılardan ayırt etmek gerekir. İleri derecede abdominal ve pelvik tutulumlu hastalıkta, çocuklarda retroperitoneal yağın olmamasından dolayı bigisayarlı tomografik görüntülemede ayırım zor olabilir. Baker ve ark. Bilgisayarlı tomografinin lenf nodu tesbitinde sadece % 40 daha hassas olduğunu göstermiştir. Standard manyetik rezonans görüntüleme, infradiyafragmatik yapıların ayırımında bilgisayarlı tomografiden daha hassastır ve yağ ile çevrilmiş retroperitoneal lenf nodlarını daha iyi görüntüler (59). Dalak Hodgkin lenfomalı hastaların % 30-40’ında tutulur ve dalak boyutları hastalığın tutulum derecesi ile korelasyon göstermeyebilir. Karaciğer boyutları ve 25 karaciğer fonksiyon testleri de hepatik hastalıkla ilgili güvenilmeyen belirleyicilerdir ve organ boyutu ve tutulum derecesi ile sıkı bir korelasyon göstermez, çünkü tümör hücrelerinin birikimi 1 cm çapından küçükse teşhis sırasında çekilen görüntülemelerde gözükmeyebilir. Teşhis sırasında kullanılan görüntüleme yöntemlerindeki sınırlamalar sebebiyle, dalak ve karaciğer incelenmesinde en kesin değerlendirme histolojik olarak yapılır. Ancak teşhisde kullanılan görüntüleme tekniklerindeki gelişmeler ve standard sistemik kemoterapatik rejimler sayesinde, organların cerrahi evrelemesinin günümüzde kullanımı çok sınırlı endikasyonlardadır. Hodgkin lenfomanın başlangıç tablosunda kemik iliği tutulumu sık değildir ve nadiren izole ekstranodal hastalık bölgesi olarak belirir. Kemik iliğindeki infiltrasyonun şekli yaygın veya bölgesel olabilir ve bu sıklıkla geri dönüşümlü fibrozis ile birliktedir. Kemik iliği aspiratı tek başına kemik iliği tutulumunu belirlemek için yeterli olmayabilir. Klinik olarak evre 3 ve evre 4 olan, B semptomu olan veya hastalığın tekrarladığı düşünülen vakalarda kemik iliği biyopsisi yapılmalıdır (60). Kemik ağrısı olan, serum alkalen fosfataz seviyesi yaşına göre yükselmiş veya ekstranodal hastalığı olan vakalarda ağrılı bölgelerin düz grafileriyle birlikte teknesyum 99 kullanılarak çekilen kemik sintigrafisi iskelet metastazları için yol gösterir(34). Konvansiyonel görüntüleme tekniklerinin haricinde son zamanlarda başlangıç evrelemesinde Florodeoksiglukoz (FDG) ile Pozitron Emisyon Tomografisi (PET) artan bir şekilde kullanıma girmiştir. Kanser hücrelerinde glukoz metabolizma hızı yüksektir ve Pozitron Emisyon Tomografide kanser hücrelerindeki florodeoksiglukoz kullanım derecesini, çevreleyen yapısal dokudan bağımsız olarak tesbit eder (61). HODGKİN LENFOMA EVRELEMESİ Hodgkin lenfoma lenf nodlarında hastalığın son dönemine kadar sıçrayıcı tarzda yayılım gösterir. Ann Arbor evreleme sistemi günümüze 1971 yılından uyarlanmıştır ve tablo 6’da gösterilmiştir. Hodgkin lenfoma aynı zamanda klinik bulgulara göre A, B ve E olarak alt evrelere ayrılır. Alt evre A, asemptomatik hastalığı belirtir. Alt evre B, B semptomlarını içerir ve bunlar 3 ardışık gün boyunca süren 38 C’ yi aşan aksiller ateş, gece terlemesi ve son 6 ay içinde vücudun % 10’undan fazla olan kilo kaybı olarak tanımlanır. 26 Alt evre E minimal ekstralenfatik hastalığı belirtir. Bu alt evrede radyasyon tedavisi ile hastalığın ekstralenfatik yayılımı ve lenf nodlarına sıçraması engellenir (43). Esas olarak evreleme, tutulan bölge sayısı, lenf nodu bölgesinin diyaframın tek tarafını mı yoksa iki tarafını da mı tuttuğu, bu tutulumun bulky olup olmadığı, ekstranodal sıçrayıcı tarzda yayılımın olup olmadığı ve B semptomlarının durumuna dayandırılarak yapılır (52). Patolojik evreleme splenektomiyi de içeren evreleme laparatomisi,1970 lerde infradiyafragmatik hastalığı belirtmek için rutin olarak kullanılırdı. Evreleme laparatomisinin önemi başlangıçta çoğu hastada klinik olarak dalak tutulumundan şüphelenilmese de dalak tutulumunun olması sebebiyle vurgulanmıştır (62). Ancak 1980 lerde klinik evreleme yaygınlaşmıştır ve bu geçişdeki faktörler şu şekilde sıralanabilir: 1- Teknolojinin gelişmesiyle görüntüleme tekniklerinde retroperitoneal lenfatiklerin çok daha doğru değerlendirilebilmesi 2- Sistemik kemoterapi kullanımının artmasıyla mikroskobik abdominal hastalık doğrulamasına gerek kalmaması 3- Splenektomi sonrası rastlanan enfeksiyöz ve neoplastik komplikasyonların gelişmesi sebebiyle dalak fonksiyonlarının bütünlüğünün korunmasının arzu edilmesi (43) Tablo 6: Ann Arbor evreleme sistemi (43) Evre I Bir tek lenf nodu bölgesi tutulumu (I) veya tek bir ekstralenfatik organ veya bölge tutulumu (IE) Diyaframın aynı tarafında iki ve daha fazla lenf nodu bölgesinin tutulması Evre II (II) veya sınırlı ekstralenfatik organ veya bölge tutulumu ve diyaframın aynı tarafında bir veya birden fazla lenf nodu bölgesi tutulumu (IIE) Diyaframın her iki tarafında da lenf nodu bölgelerinin tutulumu (III) ve Evre III buna dalak tutulumunun eşlik etmesi (IIIS) veya sınırlı ekstralenfatik organ veya bölge tutulumu (IIIE) veya her ikisi de (IIISE) Ekstralenfatik organlardan veya dokulardan birinin lenf nodu tutulumlu ya Evre IV da tutulumsuz yaygın veya ilerlemiş hastalığı 27 2.9. HODGKİN LENFOMA TEDAVİSİ Radyasyon Tedavisi Esasları Hodgkin lenfomanın radyasyon ile tedavi edilebilmesi, X ışınının bulunuşundan kısa bir zaman sonra ortaya çıktı. Kaplan, tıbbi lineer akselaratörün gelişmesiyle, geniş alanlara yüksek doz tedavi uygulayacak tekniği geliştirdi ve bu uygulama tekniği sonucu Hodgkin lenfomalı hastaların yüksek doz radyasyon tedavisine etkili bir şekilde cevabı gözlendi. Onun ses getiren çabaları günümüzde kullanılan standard uygulamalara temel oluşturdu. İlk yıllarda bütün hastalar yaştan bağımsız olarak benzer tedaviyi aldılar. 1970’lerde çocuklara özel ilk tedavi protololü geliştirildi. Günümüzde ise Hodgkin lenfomalı çoğu çocuk ve ergen vakaları için riske göre uyarlanmış multiajan kemoterapisi ve düşük doz tutulmuş alan radyasyon tedavisinden oluşan kombine model tedavi kullanılmaktadır. Yüksek tedavi oranı arzusu ile birlikte radyasyonla ilişkili organ hasarı ve ikincil solid organ karsinogenezisinden kaçınmak, tedavide saf radyasyon kullanımını kısıtlamıştır. Erken evrede veya bulky hastalığı olmayan çocuklarda sadece kemoterapi protokolü üzerinde çalışılmaktadır (43). Radyasyon tedavisi kullanımının kararı, hastanın yaşı, tümörün yaygınlığı ve tedavi komplikasyonlarının potansiyeli göz önünde bulundurularak verilir. Hodgkin lenfomalı tüm yeni hastalarda tedavi amaçtır. Hastanın tutulan bölgesinin iyi incelenmesi hastalığın tedavisinde ana hedeflerdendir (56). Radyasyon Tedavisi Teknikleri Hodgkin lenfomalı hastalarda radyasyon tedavisi 4-8mV’lık enerji içeren makinalarla yapılır. Özelikle supradiyafragmatik olan çoğu vakada 6 mV lık enerji kullanılır. 6 mV lık ışın, düzensiz bir tedavi alanına yeterli derecede homojenite ile etki eder. 6 mV lık ışının maksimum ionizasyon noktası cilt yüzeyindeki süperfisiyal lenf nodlarının, örneğin boyunda, yetersiz ışınlanmasını engeller. Gene 6 mV lık tipik bir manto (mantle) bölgesi ışınlamasında % 10-20 ye kadar homojen doz almamış olan bölgeler kalabilir ve aksisin dışında kalan bu çoğul noktaları öncesinde ölçüp, doz heterojenitesini en aza indirmek için doku kompansatuarları kullanılabilir (63). 28 Radyasyon tedavisi haftada 5 gün, günlük olarak uygulanmalıdır. Hareketsizliğin sağlanması doğru tedavi için şarttır. Alfa beşiği ile birlikte yüz maskesi ve başın sabitlenmesi tedavinin verimliliğini arttırır. Kolun pozisyonu manto sahasında hastanın yaşına göre değişir. Akimbo kol pozisyonu çocuğun baş parmağını bel bandına, kemere veya cebe koymakla sağlanabilir (43,56,63). Alanlar Ve Hacimler Tutulmuş alan bireyin klinik olarak etkilenmiş alanı ve büyümüş lenf nodları haricinde, aynı lenf nodu bölgesini çevreleyen lenf nodlarını da içine alır. Standard tutulmuş alan Hodgkin lenfoma için kullanılan minimum radyasyon alanın kapsar ve kombine modelli tedavi protokolleri için uygundur. Manto alanı ışınlaması, Hodgkin lenfoma tedavisinde en önemli ve en karışık alan tedavisidir. Submandibular, submental, servikal supraklaviküler, infraklaviküler, aksiller, mediastinal ve akciğerdeki hiler lenf nodlarını kapsar (56). Bu hacim tüm kardiak sillüet ve/veya akciğerleri kapsayabilir veya bu organlar kısmi geçirgen bir blok kullanımıyla daha az ışına maruz kalabilir. Manto tedavisi geniş bir hacimi tedavi ettiği için, özel ışın şekillendirici araçlar eklenmelidir. Bloklar oksipital alan, mandibula, larinks humeral başlar ve spinal korda gereksiz tedaviden kaçınmak için kullanılabilir.‘Küçülen alan’ tekniği geniş mediastinal kitleli alanlar için kullanılabilir, çünkü 10-15 Gy lik bir ışınlama ile dramatik bir cevap elde etmek mümkündür ve böylece kritik olan normal dokuların korunması için kullanılan blokların tekrar yapılandırılması gerekir. İleri derecede mediastinal hastalığı olan semptomatik hastada supradiyafragmatik radyasyonun seansları solunum sıkıntısını sıklıkla geriletir ve evreleme için değerlendirmeye devamı sağlar. Daha sık olarak geniş mediastinal hastalıkda başlangıç kemoterapisi kullanımı, hızlı bir tümör cevabı sağlayabilir ve böylelikle tadavinin sağlamlaştırılması için uygulama alanını küçültebilir. Sıklıkla tutulmuş alan tedavisi kullanıldığında, manto alan modifiye manto alan tedavisine dönüştürülür çünkü tutulmamış alanları kapsam dışı tutmak gerekir. Buna başlangıçta aksilla tutulumu yoksa bilateral aksillanın kapsam dışı kalması örnek olarak verilebilir. Bu özellikle kız çocuklarında çok önemlidir, çünkü aksiller alan ışınlamasından meme dokusu da etkilenir ve bundan mümkün olduğu kadar kaçınılmalıdır. Modifiye manto ışınlaması tüm boyun ve infraklaviküler alanı kapsamak zorunda değildir. Mediastinal hastalıkda 29 modifiye manto tedavisi kullanıldığında ışınlama bölgesi mediastinum, hiller bölge ve alt boyunu kapsar, orta ve üst boyun tutulmamışsa bu alanları kapsamaz. Mediastinal etkili alan alt sınırı hastalığın en fazla uzanım gösterdiği yerle belirlenir, tipik geleneksel manto alanı gibi diyafragmanın aşağısına uzanmaz. Hastalığın başlangıcı üst mediastinum yerleşimliyse, modifiye manto alandan perikardın ve subkarinal alanların en azından bir bölümünün korunma altına alınması gereklidir. Minimanto alan tedavisi ise mediastinumu tamamen dışarıda bırakacak şekilde ve aksilla ile veya aksillasız olarak düzenlenmiştir. Dalak tutulumu varlığında paraaortik tutulum da sıklıkla beklenir. Böylece bu iki alan etkilenmiş alan tedavisinde aynı anda ışınlanır. Bu ışınlanma sırasında sol böbreğin bir kısmı radyasyona maruz kalabilir. Bu sebeple tedavi planlama aşamasında bilgisyarlı tomografi, dalak ve komşuluğundaki sol böbrek boyutunu ve hacmini bilmek, sol akciğer bazalini ve sol böbreği gereksiz ışınlamadan korumak için önerilir. İpsilateral inguinal femoral hastalık durumunda, bu alanları kapsayan unilateral alan tedavisi uygundur. İpsilateral iliak hastalık durumunda da etkili alan hemipelvisdeki yapıları içine alır. Bilateral iliak, inguinal ve femoral alanların tutulumunda da pelvik alan ışınlaması uygulanırken gonadal koruma kullanılmalıdır (43,63,65). Pelvik radyasyon alacak genç bir bayanda overlerin merkeze yakın orta hat yerleşimi, over fonksiyonlarını korumak için orta kat pelvik blok kullanılmasını gerektirir. Orta hatta doğru yer değişimi olan overlerin ışınlanma dozu, komşu lenf nodlarına uygulanan doza göre % 8 azaltılabilir. Erkek hastada, testiküler koruma kullanımı pelvik lenf nodlarına uygulanan dozun testislere dağılımını % 75’e kadar indirebilir (64). Planlanmış bir kombine model tedavi planında kullanılan radyasyon tedavisi esneklik ve beceri gerektirir. Tutulmuş alan modeli olarak isimlendirilir. Bu yaklaşımın hedefi, uygun alanı tedavi ederken, bölgesel tekrarı engellemek ve geç etkileri en az indirmektir (63). 30 Doz ve Zaman Faktörü Radyasyon doz cevap eğrisinde 36-40 Gy’lik dozun, lokal kontrolü % 95’in üzerinde sağladığı gözlenmiştir. Subklinik vakaların % 95’inden fazlasında da 30Gy’lik doz lokal kontrolü sağlamıştır. Bununla birlikte bulky hastalıkda sadece radyasyon tedavisi yeterli olmayıp, kombine model tedavi uygulamasını gerektirir. Kombine model tedavi programı kullanımında, 20 Gy civarındaki doz uygulamasıyla lokal kontrol % 97 oranına ulaşır (63). Çocuklarda kemoterapi ile tutulan alan radyasyon tedavisi kullanıma girmiştir. Pediatrik protokollerde genellikle 15-27 Gy arasında radyasyon tedavisi kullanılır ve bu radyasyon dozu başlangıçta uygulanan kemoterapi cevabına göre belirlenir. Planlanmış iyi bir tedavi sonrası özellikle mediastinumda kalan rezidüel radyografik bulgular her zaman aktif Hodgkin lenfomayı temsil etmez. Hodgkin lenfomada uygun doz zaman bağlantısı uygun doz cevap verisinden daha az açıklığa kavuşmuştur. Doku toleransı, hastanın uyumu ve tümör kontrolünün normal olduğu durumlarda haftada 5 gün, günde 1.5-1.8 Gy tümör dozu uygulanır. Daha geniş hacimler tedavi edilirken en iyi tolere edilen doz 1.5 Gy’dir. Daha yüksek fraksiyonlu ışın kullanma endikasyonu yoktur (43). Kombinasyon Kemoterapisi Günümüzde Hodgkin lenfomada ve diğer çocukluk çağı malinitelerinde kullanılan çoklu tedavi rejimlerindeki ilaçların aşağıdaki gibi olması istenir. - Her ajan tek olarak kullanıldığında da tümöre etkili olmalıdır. - Ajanların antineoplastik aktivite mekanizması farklı olmalıdır ve böylece farklı hücresel ve biyokimyasal olaylar hedeflenmelidir. - Ajanların toksisitesi çakışmamalıdır ve böylece her bir ilaç tam etkin olduğu dozda verilmelidir(56) 31 Tablo 7: Hodgkin lenfomada kemoterapi protokolleri (1) İlaç Doz Gün Nitrojen mustard Vinkristin Prokarbazin Prednizon 6mg/m2 IV 1.4mg/m2 IV 100mg/m2 PO 40mg/m2 PO 1.8 1.8 1.14 1-14 İlaç Doz Gün Adriamisin Bleomisin Vinblastin Dakarbazin 25mg/m2/ IV 10 ünite/m2 IV 6mg/m2 IV 375mg/m2 IV 0 ve 14.gün 0 ve 14.gün 0 ve 14.gün 0 ve 14.gün İlaç Doz Gün Nitrojen mustard Vinkristin Prokarbazin Prednizon Adriamisin Bleomisin Vinblastin 6mg/m2 IV 1.4mg/m2 IV 100mg/m2 PO 40mg/m2 PO 35mg/m2/ IV 10 ünite/m2 IV 6mg/m2 IV 0-7gün 0.gün 0-6.gün arası 0-13.gün arası 7.gün 7.gün 7.gün İlaç Doz Gün Siklofosfamid Vinkistin Prokarbazin Prednizon 500-600mg/m2 IV 1.5mg/m2 IV 100mg/m2 PO 40mg/m2 PO 1.8 1.8 0-14.gün arası 0-14.gün arası İlaç Doz Gün Siklofosfamid Vinkristin Prokarbazin Prednizon Adriamisin Bleomisin Vinblastin 500-600mg/m2 IV 1.5mg/m2 IV 100mg/m2 PO 40mg/m2 PO 35mg/m2 IV 10mg/m2 IV 6mg/m2 IV 1.8 1.8 0-6.gün arası 0-13.gün arası 7.gün 7.gün 7.gün •MOPP •ABVD •MOPP/ABV hibrid •COPP •COPP/ABV •28 günde bir tekrarlanır. 32 MOPP protokolü ilerlemiş hastalıkta uzun dönemde hastaların % 50’sinde sağkalım sağlamaktadır. Ek idame tedavisi verilmesi, remisyonu arttırmamak da olup, aksine biriken ilacın doza bağımlı toksisitesi ile morbiditeye yatkınlığı arttırmaktadır. Hodgkin lenfomalı çocuklarda MOPP protokolü sonuçları erişkinlere göre daha başarılıdır, ancak aynı zamanda MOPP protokolünde kullanılan alkilleyici ve vücutta biriken ajanlara karşı gelişen yan etkiler için de risk artmıştır. Vücutta birken ve alkilleyici olan ajanların kullanımı daha az lökomojenik ajanlarla yer değistirince, tanımlanmış Akut Miyeloid Lösemi riski dramatik olarak azalmıştır. Benzer olarak, 6-8 siklus MOPP protokolünde özellikle prokarbazin gibi gonadotoksik bir ajanın kullanımı 3. siklusda sınırlandığında, erkeklerde oluşan infertilite riski belirgin olarak azalmıştır (63,66). 1970’lerde çapraz direnç göstermeyen tedavi protokolü olan ABVD, ikincil akut miyeloid lösemi ve infertilite riskini azalttı, ancak doza bağımlı toksisite olarak doksourabsinden kardiyomiyopati, bleomisinden pulmoner fibrozis gelişmeye başladı. Daha üstün tedavi sonuçları, lökomojenezis etkisinin olmaması ve kalıcı gonadotoksisiteye yol açmaması sebebiyle ABVD protokolü tercihen ilk seçilecek protokol olmuştur. Bununla birlikte pediatrik hastalarda potansiyel kardiyopulmoner sekellerin olması tedavide protokol seçeneklerini arttırmıştır. Günümüzde bölgesel ve favorable Hodgkin lenfomalarda, ABVD veya benzer hibrid kombinasyonlar daha az sikluslu kemoterapatik ajanlar ile riske göre uyarlanmış protokoller olarak kullanılmaktadır. İlerlemiş ve unfavorable hodgkin lenfomada ABVD sıklıkla farklı toksisitedeki ajanlarla kombine edilir ve alkilleyici ajanlardan antrasiklin ve bleomisinin doza bağımlı toksisitesi azaltılır (43). Kombine Model Tedavi 1960’lardan 1980’lere kadar, standard doz (45-44Gy) arttırılmış hacim radyasyon tedavisinin kombinasyon kemoterapisi birlikte kullanımı, bölgesel tümör kontrolünü sağlamıştır. Yüksek doz radyasyon tedavisi alan çocuklarda, geç dönemde yan etkilerin gözlenmesi, kombine model tedavi protokollerindeki tutulmuş alan dozunun 15-25.5 Gy’e inmesiyle sonuçlanmıştır. Uygulamaların artmasıyla, standard doz pediatrik yaklaşımda kombine model tedavi olarak azaltılmış radyasyon ve 6 siklus çapraz direnç göstermeyen kombinasyon kemoterapisi benimsenmiştir (43,67). 33 Moleküler Tedavi Hedefleri Tek hücre DNA amplifikasyon tekniğinin gelişmesiyle NFkB transkipsiyon faktörünün hem Hodgkin ve RS hücrelerinin gelişmesinde hem de apoptozisin baskılanmasında önemi olduğu gösterilmiştir. HL tedavisinde biolojik strateji olarak. proteozomların ve NFkB’nın baskılanması dikkat çekmektedir. HL için hedeflenen çalışmalar arasında PS-341 son derece seçici bir NFkB aktivasyonu engelleyicisi ve sonuç olarak da apoptozis engelleyicisi olarak tedavi odağı olmuştur. Tekrarlayan/dirençli pediatrik Hodgkin lenfomalı hastalarda PS-341’in etkili tedavi ajanlarından biri olması yakın görünmektedir (1). Tekrarlayan Hastalık Hodgkin lenfomada hastalığın tekrarı çoğunlukla teşhisden sonraki ilk üç yıl içinde görülse de, bazı vakalarda 10 yıl kadar uzun bir süre sonra da ortaya çıkabilir. Hodgkin lenfomalı hastaların çoğunluğunun tedavi şansı olduğu için alternatif salvaj tedavi programlarının araştırılması sınırlı kalmıştır. Dirençli hastalığı olan vakalar, tedavinin birinci yılında yanıtı kötü olan vakalar veya birkaç kez hastalığı tekrarlamış vakalar yüsek riskli hastalardır ve bu hastalar için miyeloablatif tedavi konsalidasyonunu takiben hematopetik kök hücre transplantasyonu kalıcı remisyonu sağlamak için en iyi fırsattır. Bu yaklaşımla tekrarlamış hastalığı olan vakaların sağkalım oranı % 30-60’a kadar çıkabilir. Transplantla ilgili mortalite yaklaşık % 10’dur ve bunlar sıklıkla enfeksiyöz, kardiyopulmoner ve neoplastik yan etkilere bağlı gözlenir. Kök hücre transplantasyonundan sonra ilk 5 yıl içinde hastalığın tekrarlama riskinin devam ettiği bildirilmiştir, bu sebeple tedavinin geç dönem yan etkilerinin monitorizasyonu ve hastanın sıkı takibi gerekir (43,56,68). Kök hücre transplantasyonunun tedavide ilk seçenek olarak kullanılmasına karşı çıkılır, çünkü ilerlemiş ve unfavorable Hodgkin lenfomada tamamen iyileşme şansı vardır. Araştırmacılar arasında kök hücre transplantasyonu gibi yüksek riskli bir yaklaşımın kabul edilmesi için prognostik bulgular konusunda hala kabul edilmiş bir fikir birliği yoktur. Bu konular açıklık kazanana kadar kök hücre transplantasyonu, tekrarlayan hastalık sonrasına 34 veya başlangıçtaki alkilleyici ajanları da içeren konvansiyonel tedaviye dirençli hastalara saklanmalıdır (68). Tekrarlamış hastalıkta otolog kök hücre transplantasyonu tercih edilir çünkü geçmişte uygulanan allojenik transplantasyona bağımlı mortalite yüksektir. Bununla beraber yeni çalışmalarda yoğunluğu azaltılmış allojenik transplantasyonun, transplantasyona bağımlı mortalitesi kabul edilebilir orana inmiştir. Tekrarlamış hastalığı olanlar için geliştirilen yeni tedavi çalışmaları devam etmektedir. Hodgkin Reed Sternberg hücresinde kodlanan CD25 ve CD30 antijenin hedef alan immünotoksinlerle hala çalışılmaktadır. EBV ile ilişkili Hodgkin lenfomada EBV LMP1’e özel T lenfosit klonları da immün tedavi olarak deneme aşamasındadır (69). 2.10. GEÇ DÖNEM TEDAVİ KEMOTERAPİ VE RADYOTERAPİ YAN ETKİSİ OLARAK TİROİD FONKSİYONLARI Çocukluk kanserlerinde tedavi sonrası gelişen geç yan etkiler arasında nörodejeneratif ve nörofizyolojik fosiyonlarda bozukluk (özellikle kranial radyoterapi almış hastaların IQ’larında azalma) kardiak, pulmoner, gonadal toksisite, kemik dansitesinde azalma, yumuşak doku hipoplazisi ve kemik gelişmesinde duraklama, ikincil malign neoplazilere yatkınlık sayılabilir (70). Hipotiroidizm sık rastlanan geç etkidir ve boyunda tiroid dışı maliniteler için kullanılan radyasyona bağlı gelişir.15-70 Gy radyasyon dozundan ortalama 7 yıl (1.5 ve 16 yıl) sonra, Hodgkin ve Non-Hodgkin lenfomalı, primer intrakranial ve baş boyun tümörlü hastaların yaklaşık % 30-90’ında ve hematolojik maligniteli hastaların % 50’sinde kök hücre transplantasyonu sonrası laboratuvar olarak primer hipotiroidi (serum tirotropin seviyesi yüksek, tiroksin seviyesi normal veya düşük) gösterilmiştir. Hencock ve ark. 1961 ve 1989 yılları arasında 1787 Hodgkin lenfoma tanısı almış ve sağkalmış hastaların tiroid fonksiyon sonuçlarını bildirilmiştir. Hipotiroidizm riski tedaviden 25 yıl sonra % 44 bulunmuştur. CCSS’de (Cancer Center Suvaillance Study) 1791 Hodgkin lenfomalı hastada sağkalım sonrası hipotiroidizm riski 17 kat artmış olarak bildirilmiştir (71). Oluşan bozuklukların radyasyon dozuna bağlı olma ihtimali yüksekdir. 20 Gy ve altında radyasyon dozu ile tedavi edilmiş hastaların kimyasal hipotiroidizm insidansı % 20’den azdır. CCSS’de 45Gy’i aşan radyasyon dozu ile tedavi edilmiş hastaların 20 yılda 35 hipotiroidizm riski % 50’ye çıkmıştır. Kanserden sağkalan hastalarda hipotiroidizm gelişmesine etki eden faktörler arasında dişi cinsiyet, hemitiroidektomi ve lenfanjiografi sırasında kullanılan iyot içeren kontrast maddeler sıralanabilir. Bazı vakalarda hipotiroidizm bulguları 3 yıl kadar bir zaman tedavisiz gerileyebilir. Bu vakaların bazılarında tiroid kanseri, ekzoftalmus, miksödem koması da dahil hipotiroidizm semptomları bildirilmiştir. Tedavi sonrası ortalama 14 yıllık latent bir dönemden sonra tiroid nodül riski kardeşlerle mukayeseli kontrollü yapılan bir çalışmada 27 kat daha artmış bulunmuştur. Dişi cinsiyet ve 25 Gy’in üzerinde radyasyon dozu bağımsız risk faktörlerindendir. Nodüllerin % 7’sinin malign karakterde olduğu bildirilmiştir (4). Boyuna radyasyon alan hastalar rutin olarak fizik muayne ile tiroid bozukluğu açısından incelenmelidir, çünkü nodüller geç dönemde de oluşabilir. Serum tirotiropin seviyesi ve serbest tiroksin seviyesi tedavi kararı verildikten sonra yıllık olarak ölçülmelidir. Eğer herhangi bir bozukluk gelişirse, değerlendirme ve tedavi için mutlaka bir endokrin uzmanı tarafından görülmelidir. Radyasyon tedavisi sırasında tiroidin dikkatlice doku kompansatuarıyla korunması, (Hodgkin lenfomalı hastalara bazı merkezlerde uygulandığı üzere) radyasyon dozunun eliminasyonu ve daha düşük dozlarda kullanımı ile birlikte radyasyonun sürekli kullanımından kaçılmış ve buna bağlı tiroid bozuklukları insidansı azalmıştır (43). 36 3. GEREÇ VE YÖNTEM Bu çalışma Ocak 2007 – Haziran 2007 tarihleri arasında Dr. Lütfü Kırdar Kartal Eğitim Araştırma Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Çocuk Onkoloji Kliniğinde Hodgkin lenfoma tanısı ile tedavi görmüş ve tam remisyonda olarak takip edilen hastalarla gerçekleştirildi. Ortalama 4,05±2,28 yıldır takipte olan (1 yıl - 8,42 yıl), ortalama yaşı 12.41±3,51 yıl (5.4 -19.6 yıl) olan 30 hastada (9 kız, 21 erkek) , tiroid fonksiyon testlerine ve tiroid ultrasonografilerine bakıldı. Tedavi sonlanmasının üzerinden 6 aydan daha kısa zaman geçmiş hastalar çalışmaya dahil edilmedi. Tüm hastaların ayrıntılı fizik muayneleri yapıldı. Fizik gelişimleri vücut kitle indeksleri değerlendirildi. Evreleri, histopatolojileri, B semptomu olup olmaması, kemoterapi protokolleri, radyoterapi bölgeleri, radyoterapi dozları, radyoterapi süreleri, poliklinik takip izlem süreleri, tiroid fonksiyon testleri ve tiroid ultrasonografi bulgularına göre incelendi. Hastaların tiroid fonksiyon testleri için 12 saatlik açlık sonrasında alınan kan örneklerinde serum serbest T3, serbest T4, total T3, total T4 ve TSH seviyeleri 6 ay arayla iki kez ölçüldü. Aynı hafta içerisinde hastanemizin görüntüleme merkezinde tiroid ultrasonografileri çekildi. Analiz Yöntemleri Serum total T3, total T4, serbest T3, serbest T4 ve TSH düzeyleri hastalardan 12 saatlik açlık sonrasında alındı ve ECLIA (electrochemiluminescence) yöntemiyle Roche Diognostics’e (Germany) ait E170 hormon analizöründe orjinal kitlerle çalışıldı. (Katalog numaraları; TT3: 11731360, TT4: 12017709, sT3: 3051986, sT4: 11731297, TSH: 11731459) 37 Testlere ait çalışma içi analitik performans değerleri: CV (tekrarlanabilirlik) Toplam tekrarlanabilirlik T T3 için % 1.3 % 3.4 T T4 için % 1.3 % 3.8 sT3 için % 1.7 % 2.2 sT4 için % 1.4 % 2.7 TSH için % 1.5 % 3.5 Hastaların tiroid ultrasonografileri Philips HD Envisor 2007 Ultrason Cihazı ile hastanemizin bir radyoloji uzman doktoru tarafından görüntülendi. Hastaların radyasyon tedavileri 6MV Lin-Ak Saturn-4 cihazı ile iki radyasyon onkolojisi uzmanı tarafından uygulandı. İstatistiksel Analiz Çalışmada elde edilen bulgular değerlendirilirken, istatistiksel analizler için SPSS (Statistical Package for Social Sciences) for Windows 15.0 programı kullanıldı. Çalışma verileri değerlendirilirken tanımlayıcı istatistiksel metodların (Ortalama, Standart sapma) yanısıra niceliksel verilerin karşılaştırılmasında student t test, Mann Whitney U test kullanıldı. Niteliksel verilerin karşılaştırılmasında ise Ki-Kare testi ve MacNemar testi kullanıldı. Sonuçlar % 95’lik güven aralığında, değerlendirildi. 38 anlamlılık p<0.05 düzeyinde 4. BULGULAR Bu çalışmada Dr.Lütfü Kırdar Kartal Eğitim Araştırma Hastanesi Çocuk Onkoloji Kliniğinde Hodgkin lenfoma tanısı alarak kemoterapi ve radyoterapi verilmiş, tedavisi tamamlandıktan sonra tam remisyonda olarak onkoloji polikliniğinde takip edilen toplam 30 hasta çalışma grubunu oluşturdu. a- Hastaların; 21’i erkek (%70) , 9’u kız (%30) , E /K:9/21’idi b- Yaşları 5.42 - 20 yıl arasında olup, ortalama yaş 12.41±3.51 yıl olarak bulundu. c- Tanı yaşı 2.58-13.75 yıl arasında olup ortalama 8.36±3.10 yıl olarak bulundu. d- Takip süresi 1-8.42 yıl arasında olup ortalama 4.05±2.28 yıl olarak bulundu. e- Rasyasyon dozu 20-65 Gy arsında olup ortalama 34.03±13.31 Gy’di. Tablo 8: Hastaların Özellikleri ERKEK :21 KIZ :9 YAŞ(ort±SD)(yıl) :12.41±3,51 TANI YAŞI (ort±SD) (yıl) :8,36±3,10 TAKİP SÜRESİ (ort±SD)(yıl) :4,05±2,28 RADYASYON DOZU(ort±SD)(Gy) :34,03±13,31 39 Bu hastaların Hodgkin lenfoma tanısı aldıklarında hastalıklarına ait özellikleri;Bir hasta (% 3.3) evre I, 14 hasta (% 46.7) evre II, 5 hasta (% 16,7) evre III, 10 hasta (% 33.3) evre IV idi. Histolojik tipleri; 14 hasta (% 46.7) karışık hücreli, 13 hasta (% 43.3) nodüler sklerozan, 3 hasta (% 10) lenfositten fakir idi. B semptomu 15 hastada (% 50) mevcuttu. Tutulum bölgesi olarak, boyun boyun+supradiyafragmatik+infradiyafragmatik bölgesi bölge 7 hastada (% 23.3), 11 hastada (% 36.7), boyun+supradiyafragmatik bölge 11 hastada (% 36.7) , infradiyafragmatik bölge 1 hastada (% 3.3) tutulmuştu. Tablo 9: Evre B Semptom Histotip Tutulan Bölge ٭İnfradiyafragmatik n % Evre 1 1 3,3 Evre 2 14 46,7 Evre 3 5 16,7 Evre 4 10 33,3 B semptomu olmayan 15 50,0 B semptomu olan 15 50,0 MC (karışık hücreli) 14 46,7 NS (noduler sklerozan) 13 43,3 LD (lenfositden fakir) 3 10,0 Boyun bölgesi 7 23,3 İnfradf٭ 1 3,3 Boyun+supradf•+infradf٭ 11 36,7 Boyun+supradf• 11 36,7 •:Supradiyafragmatik 40 Evrelerin Dağılımı Evre 1 3,3% Evre 4 33,3% Evre 2 46,7% Evre 3 16,7% Şekil 1: Evrelere göre dağılım grafiği Histotiplerin Dağılım ı LD 10,0% MC 46,7% NS 43,3% Şekil 2: Histotiplerin dağılım grafiği Tutulan Alan Boyun 23,3% Boyun+supradf 36,7% İnfradf 3,3% Boyun+supradf+ infradf 36,7% Şekil 3:Tutulan bölgelere göre dağılım 41 Hastaların aldıkları tedaviler: Kemoterapi protokolleri; MOPP-ABV alan 4 hasta (% 23.3), COPP-ABV alan 6 hasta (% 20), COPP alan 2 hasta (% 6.7), ABVD alan 18 hasta (% 60) vardı. Kemoterapi kür sayıları 2-6 arasındaydı. Radyoterapi alanları; Bilateral boyun bölgesine 7 hastada (% 23), manto bölgesine 11 hastada (% 36.7), manto ve infradiyafragmatik bölgeye 11 hastada (% 36.7), infradiyafragmatik bölgeye 1 hastada (% 3.3) ışınlama yapılmıştı. Radyoterapi dozları 20-65 Gy arasında olup ortalaması 34.03±13.31 Gy’di Tablo 10 n % MOPP–ABV 4 13,3 Kemoterapi COPP-ABV 6 20,0 Protokolleri COPP 2 6,7 ABVD 18 60,0 Min-Mak Ort±SD 2–6 4,26±1,63 n % Bilateral Boyun bölgesi 7 23,3 Radyoterapi Manto bölgesi 11 36,7 Alanı Manto+İnfradiyafragmatik 11 36,7 1 3.3 Min-Mak Ort±SD 20 – 65 34,03±13,31 Kemoterapi Kür Sayısı İnfradiyafragmatik RT Doz (Gy) 42 Kemoterapi Protokolü MOPP–ABV 13,3% COPP-ABV 20,0% ABVD 60,0% COPP 6,7% Şekil 4: Kemoterapi protokollerine göre dağılım Radyoterapi Alanı İnfradiyafragmatik 3% Manto+İnfradiyafrag matik 37% Bilateral Boyun Bölgesi 23% Manto Bölgesi 37% Şekil 5: Radyoterapi alanlarına göre dağılım 43 Hastaların çalışmanın başlangıcındaki fizik muayne bulgularında; Kiloları 15 ile 78 arasında değişmekte olup ortalama kilo 40,0±17,33, boyları 1,01 ile 1,73 metre arasında değişmekte olup ortalama boy 1,41±0,20, vücut kitle indeksi (BMI) 14,35 ile 27,97 arasında değişmekte olup ortalama 18,98±3,43 idi. Tablo 11: KİLO (kg) (ort±SD) : 40,00±17,33 BOY (m) (ort±SD) : 1,42±0,20 BMI (kg /m2) (ort±SD) : 18,98±3,43 Hastaların çalışma başlangıcında ve 6 ay sonra, serum TSH, serum total ve serbest T3, T4 bakıldı. Başlangıç ve 6 ay sonraki ölçümlerde tüm hastaların total ve serbest T3,T4 seviyeleri normal sınırlardaydı. TSH düzeyleri ise başlangıç ölçümlerinde 9 hastada (% 30), 6 ay sonraki ölçümlerde 8 hastada (% 26.7) yüksekti. Başlangıçta TSH düzeyi yüksek ölçülen 7 hastanın (% 23.3), 6 ay sonra da TSH düzeyi yüksek bulundu. İki hastanın TSH seviyesi normale inmiş, başlangıçta TSH seviyesi normal olan bir hastanın ise yükselmişti. Tablo 12: Tiroid fonksiyon testlerinin dağılımı Min – Max Ort±SD Serbest T4 0.Ay (pmol/L) 11,13 – 18,85 15,16±2,06 Serbest T4 6. ay (pmol/L) 12,03 – 18,05 14,67±1,64 Total T4 0.Ay (nmol/L) 71,65 – 159,10 117,24±21,04 Total T4 6. ay (nmol/L) 90,56 – 147,0 114,22±15,72 Total T3 0.Ay (nmol/L) 1,50 – 3,18 2,42±0,35 Total T3 6. ay (nmol/L) 1,59 – 3,06 2,45±0,39 Serbest T3 0.Ay (pmol/L) 2,35 – 8,27 6,25±1,14 Serbest T3 6.ay (pmol/L) 3,80 – 8,96 6,49±1,12 TSH 0.Ay (uIU/mL) 1,10 – 10,06 3,91±2,35 TSH 6. ay (uIU/mL) 1,67 – 8,97 3,83±2,01 44 Tablo 13 0. ay ve 6 ay sonrasındaki TSH düzeyleri TSH (uIU/mL) n % < 4,1 21 70,0 ≥ 4,2 9 30,0 < 4,1 22 73,3 ≥ 4,2 8 26,7 0.ay 6.ay TSH Düzeyleri oran (%) 80 70 60 50 40 30 20 10 0 < 4,1 ≥ 4,2 < 4,1 0.ay ≥ 4,2 6.ay Şekil 6: Başlangıç ve 6 ay sonra TSH düzeyleri 45 Başlangıçta TSH düzeyi yüksek bulunan 9 hastanın (% 30), ortalama yaşı 11.32±2.16 yıl, ortalama tanı yaşı 7.41±2.14 yıl, ortalama takip süresi 3.90±1.36 yıl ortalama radyoterapi dozu 33.44±16.71 Gy’dir. Evreleri, histotipleri, kemoterapi protokolleri, radyoterapi bölgeleri tablo 14’de gösterilmiştir. Tablo 14: TSH 0. ay Yüksek Ort SD Yaş 11,32 2,16 Tanı Yaşı (yıl) 7,41 2,14 Takip süresi (yıl) 3,90 1,36 RT Doz (Gy) 33,44 16,71 n % 1 0 0 2 7 77,8 3 1 11,1 4 1 11,1 MOPP-ABV 0 0 COPP-ABV 1 11,1 COPP 0 0,0 ABVD 8 88,9 B semptomu olmayan 5 55,6 B semptomu olan 4 44,4 MC (karışık hücreli) 6 66,7 NS (nodüler sklerozan) 3 33,3 LD (lenfositden fakir) 0 0,0 Bilateral Boyun Bölgesi 1 11,1 Manto Bölgesi 6 66.7 Manto+İnfradiyafragmatik 2 22,2 İnfradiyafragmatik Bölge 0 0 Evre Kemoterapi Protokolü B Semptom Histotip Radyoterapi Alanı 46 Başlangıçta TSH seviyesi normal olup, 6 ay sonraki ölçümde yüksek bulunan hasta evre II ve karışık hücreli histolojik tip özelliğindeydi. İki kür ABVD protokolü sonrası manto alanına radyoterapi uygulanmıştı. TSH seviyesi yüksek hastaların tümünde başlangıç ve 6 ay sonraki serum T3,T4 seviyeleri normaldi. 47 sT4 (pmol/L) 0.Ay Olguların 0.ay sT4 Düzeyleri 23 22 21 20 19 18 17 16 15 14 13 12 11 10 0 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 Olgular Şekil 7: Serbest T4 0. ay düzeyleri 48 Olguların 6.ay sT4 Düzeyleri Free T4 (pmol/L) 6.Ay 23 22 21 20 19 18 17 16 15 14 13 12 11 10 0 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 Olgular Şekil 8: Serbest T4 6. ay düzeyleri 49 TSH (uIU/mL) 0.Ay Olguların 0.ay TSH Düzeyleri 12,00 10,00 8,00 6,00 4,00 2,00 0,00 0 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 Olgular Şekil 9: TSH 0. ay düzeyleri 50 TSH (uIU/mL) 6.ay Olguların 6.ay TSH Düzeyleri 10,00 8,00 6,00 4,00 2,00 0,00 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 Olgular Şekil 10: TSH 6. ay düzeyleri 51 Başlangıç ve 6 ay sonra yapılan tiroid ultrasonografilerinde 27 hastada (% 90) görüntüleme normal, 2 hastada nodül (% 6.7) ve 1 hastada (% 3.3) hipoekoik görünüm saptandı. USG Bulguları Nodul 6,7% Hipoekoik 3,3% Normal 90,0% Şekil 11: USG bulgularına göre dağılım Tiroid ultrasonografilerinde patoloji tespit edilen hastaların bulguları ve özellikleri; Tiroid USG’de nodül tesbit edilen, ilk ay ve 6 ay sonra yapılan ölçümde TSH düzeyi yüksek, sT4, sT3’ü normal düzeyde olan birinci olgunun yaşı 13, cinsiyeti erkekti. 5,5 yıl önce evre 2B, karışık hücreli tipte Hodgkin lenfoma tanısı alıp, kemoterapisi 4 kür ABVD protokolü olarak düzenlenip, ardından manto blgesine 25 Gy radyoterapi uygulandığı saptandı . 52 Tiroid USG’de nodül tesbit edilen ilk ay ve 6 ay sonra yapılan ölçümde TSH, sT3, sT4’ü normal düzeyde olan ikinci olgunun yaşı 14’tü, cinsiyeti kızdı. 3,7 yıl önce evre 2, nodüler sklerozan tipte Hodgkin lenfoma tanısı alıp, kemoterapisi 2 kür ABVD protokolü olarak düzenlenip, ardından manto bölgesine 40 Gy radyoterapi uygulandığı saptandı. Tiroid USG’si hipoekoik tespit edilen TSH, sT3, sT4’ü normal düzeyde ölçülen olgunun yaşı 17, cinsiyeti kızdı. 6,7 yıl önce evre 3B, lenfositten fakir tipte, Hodgkin lenfoma tanısı alıp, kemoterapisi 6 kür MOPP-ABV protokolü olarak düzenlenip, ardından manto+ infradiyafragmatik bölgeye 45 Gy radyoterapi uygulandığı saptandı. Tablo16: Tiroid USG’de patolojik bulgusu olan hastaların özellikleri Patoloji T3,T4 0 ve 6.ay TSH 0 ve 6.ay Aldığı KT Aldığı RT dozu RT Alanı OLGU 1 Nodül Normal Yüksek ABVD 25 Gy Manto 2 Nodül Normal Normal ABVD 40 Gy Manto 3 Hipoekoik görünüm Normal Normal MOPP ABV 45 Gy Manto ve İnfradiyafragmatik 53 Tablo 17: Tiroid ultrasonografilerinde patoloji saptanan olguların B semptomu varlığı, histopatolojileri ve radyoterapi alanlarına göre değerlendirilmesi USG Bozukluk Var Yok n (%) n (%) B semptomu olmayan 1 (% 6,7) 14 (% 93,3) B semptomu olan 2 (% 13,3) 13 (% 86,7) MC (karışık hücreli) 1 (% 7,1) 13 (% 92,9) NS (nodüler sklerozan) 1 (% 7,7) 12 (% 92,3) LD (lenfositden fakir) 1 (% 33,3) 2 (% 66,7) Bilateral Boyun Bölgesi 0 (% 0,0) 7 (% 100,0) Radyoterapi Manto Bölgesi 2 (% 18,2) 9 (% 81,8) Alanı Manto+İnfradiyafragmatik 1 (% 9,1) 10 (% 90,9) İnfradiyafragmatik Bölge 0 (% 0,0) 1 (% 100,0) B Semptom Histotip : Ki kare test 54 p 1,000 0,364 0,633 Tablo 18: Tiroid ultrasonografilerinde patoloji saptanan olguların tanı yaşı, takip süresi, radyoterapi süresi, dozu ve alanına ve kemoterapi protokolerine göre özellikleri USG Bozukluk Var Yok Ort±SD Ort±SD (Medyan) (Medyan) 9,05±1,27 8,29±3,24 (9,33) (7,5) 4,86±1,59 3,96±2,35 (4,25) (3,50) 23,33±7,09 22,07±10,37 (22) (19) 36,66±10,40 33,74±13,72 (40) (30) Bilateral Boyun Bölgesi 0 (% 0,0) 7 (% 100,0) Manto Bölgesi 2 (% 18,2) 9 (% 81,8) Manto+ İnfradiyafragmatik 1 (% 9,1) 10 (% 90,9) İnfradiyafragmatik 0 (% 0,0) 1 (% 100,0) n (%) n (%) MOPP-ABV 1 (% 25,0) 3 (% 75,0) COPP-ABV 0 (% 0,0) 6 (% 100,0) COPP 0 (% 0,0) 2 (% 100,0) ABVD 2 (% 11,1) 16 (% 88,9) Tanı Yaşı (yıl) Takip süresi (yıl) RT Süresi (gün) RT Doz (Gy) •p 0,426 0,426 0,555 0,577 Radyoterapi alanı Kemoterapi Protokolü • : Mann Whitney U test : Ki kare test 55 0,633 p 0,591 Tablo 19: Tiroid ultrasonografilerinde normal ve nodül olanların radyoterapi alanına ve dozlarına göre takip sürelerinin dağılımı Radyoterapi Alanı Bilateral Boyun Bölgesi Manto ve İnfradiyafragmatik USG Normal Normal Normal Manto Bölgesi Nodül RT Doz Takip süresi n Ort±SD 1-20 1 1,58 21-30 5 3,53±3,04 >31 1 4,41 1-20 1 7,58 21-30 1 7,58 >31 8 4,12±2,22 1-20 2 4,87±3,0 21-30 6 3,45±1,94 >31 1 1,25 21-30 1 4,25 >31 1 3,66 56 5. TARTIŞMA Hodgkin lenfoma genel populasyonda 1-10/100 000 oranında görülen ve çocukluk çağındaki hastaların % 70-90’ında iyileşme sağlanan onkolojik hastalıklardan biridir. Türkiye’de birçok merkezin verileri değerlendirildiğinde çocuklarda Hodgkin lenfomanın 10 yaş altına kaydığı, erkek çocuklarda daha fazla görüldüğü ve karışık hücreli patolojik tipin egemenliği gözlenmektedir (2,24). Hodgkin lenfomanın modern kemoterapi ve radyoterapi uygulamalarıyla tedavi edilebilirliği artmış ve hastaların hayatta kalım süresi uzamıştır (4,72). Tam remisyonda izlenen hastaların oranı son 20 yılda dramatik olarak % 90’nın üzerine çıkmıştır. Günümüzde hayatta kalanların hayat kalitesi ve tedavi sonrası geç dönemde ortaya çıkan yan etkileri, pediatrik onkologların esas mücadelesi haline gelmiştir (3,73). Teşhisden 30 yıl sonra bile, Hodgkin lenfomalı hastaların ölüm sebebini çoğunlukla Hodgkin lenfoma dışındaki diğer sebepler oluşturmaktadır (74). Bu sebeplerden biri olan sekonder neoplaziler, retinoblastomdan sonra en sık Hodgkin lenfomadan sağkalan hastalarda bildirilmiştir. Geç dönem komplikasyonların azaltılması, kemoterapi, radyoterapi ve gerekiyorsa cerrahi girişimin optimizasyonunu gerektirmektedir (7). Kohort gruplarda yapılan çalışmalarda primer teşhis yaşı, cinsiyet, kemoterapatik ajanların içeriği, radyoterapi bölgesi, dozu ve uygulanma yaşı tanımlanmış risk faktörleridir (4-10). Radyoterapi onkolojik hastaların ömrünün uzatmıştır ancak beraberinde özellikle kranial bölge ve supradiyafragmatik bölge içindeki tiroid aksına olan uygulamalarda nöroendokrin fonksiyonlarda ve tiroid fonksiyonlarında bozukluğa yol açmıştır. Hodgkin lenfomadan sağkalan hastalarda tiroid beziyle ilişkili olarak, nodül, hipotiroidi, radyoterapi sonrası tiroidit, Graves hastalığı ve tiroidin papiller karsinomu ve daha nadir olarak da folliküler karsinomu dikkat çekicidir (3-6,71-75). Geç döneme ait bu yan etkiler tanımlanmıştır ancak hangi hastada, hangi tedavi protokolünün, hangi tip bozukluğa yol açtığını belirleyen risk faktörleri üzerinde halen tartışılmaktadır. Çalışmamızda Hodgkin lenfoma tanısı sonrası kemoteapi ve radyoterapi almış toplam 30 hastanın serbest T3,T4, total T3,T4 düzeyleri, TSH düzeyleri ve tiroid ultrasonografileri incelendi. Bütün hastaların serbest ve total T3,T4 düzeyleri normaldi. Başlangıçta 9 hastada (% 30), 6 ay sonra 8 hastada (% 26.7) TSH düzeyleri yüksek saptandı. Başlangıçta yüksek olan 7 hastanın (% 28.3) TSH seviyesi 6 ay sonra da yüksek 57 ölçüldü. Tiroid ultasonografileri incelendiğinde 2 hastada nodül (% 6.7), 1 hastada (% 3.3) hipekoik görünüm saptandı. Nodül saptanan hastalardan birinin serbest ve total T3,T4 seviyesi normal, TSH düzeyleri her iki ölçümde de yüksekti. Hodgkin lenfoma tanısı ile kemoterapi ve radyoterapi alan kohortun serbest T3,T4 ve TSH düzeylerini inceleyen çalışmalardan birinde Sklar ve ark.(4) retrospektif olarak 1970-1986 yılları arasında tedavi almış 1791 hastaya anket formuyla ulaşmıştır. Teşhis yaşı ortalaması 14 yaş, takip süresi ortalaması 30 yıl olan ve teşhisden 20 yıl sonra 45 Gy ve üzeri radyoterapi alanların % 50’sinde hipotiroidi, % 5’inde hipertiroidi saptanmıştır. TSH seviyesi yüksekliği saptanan (serbest ve total T3,T4 normal) başka bir çalışmada ise Constine ve ark.(76) 1984’de, 16 yaş ve altında boyun bölgesine radyoterapi alan 119 Hodgkin lenfomalı hastayı incelemiştir. Hastalar radyoterapi dozlarına göre iki gruba ayrılmıştır. Düşük doz radyoterapi (26 Gy altında) alan grubun % 17’sinde 18 ay içinde, yüksek doz radyoterapi (26 Gy üstünde) alan grubun % 78’inde 31 ay içinde TSH yüksekliği bildirilmiştir. Nair ve ark.(77) tarafından 1990 yılında prospektif olarak manto alanı radyoterapisi almış 35 Hodgkin lenfomalı hastanın tiroid fonksiyonları seri bir şekilde takibe alınmıştır. Klinik hipotiroidizm saptanmamakla beraber % 67 oranında subklinik hipotiroidizm (yüksek TSH, normal T3,T4) saptanmıştır. TSH seviyesi hastaların %37’sinde radyoterapi sonrası ilk ölçümde yüksek bulunmuş, % 17’sinde yüksek kalmış, %20’sinde normal seviyeye inmiştir. TSH seviyesindeki yükselme radyoterapiden ortalama 2-3 yıl sonra tespit edilmiş ve oluştuktan 4-6 yıl sonra normale inebileceği belirtilmiştir, bununla beraber TSH seviyesi 2-3 sene yüksek kalıyorsa tiroksin replasmanı önerilmiştir. Moryl-Bujakowska ve ark.(78) tarafından 1997-2002 yılları arasında PGDHD97 protokolüne göre, kemoterapi ve düşük doz tutulmuş alan radyoterapisi (15-25 Gy) uygulanmış, yaş ortalaması 14.9 yaş olan 58 hastanın takibinde, 6-12 ayda bir yapılan periodik ölçümlerde TSH, serbest ve total T3,T4 çalışılmıştır. Gözlem süresi 2003 yılında tamamlandığında 612 ölçüm yapılmış olup, % 50 hastada en az bir tiroid hormon sonucu bozuk veya TSH seviyesi yüksek saptanmıştır. En sık rastlanan bozukluk % 27.6 oranıyla TSH yüksekliği olmuştur. Bizim çalışmamız da TSH düzeyi yüksekliği açısından bahsedilen literatürlerle uyumludur. Tanı yaşı ortalaması 8.3 yıl, takip süresi ortalaması 4 yıl, radyasyon dozu ortalaması 34 Gy olan hastaların TSH düzeylerinde yüksek bulunma oranı % 28.3’tür. Bu hastaların serbest ve total T3,T4 düzeyleri normal sınırlarda ölçülmüştür. Hastalarımızda literatürlerde bahsedilen klinik hipotiroidi ve hipertiroidi 58 saptanmamıştır, ancak takip süresi artan hastalar oluşabilecek bu komplikasyonlar açısından da gözlenmektedir. Tiroid morfolojisini değerlendiren ana çalışmalardan birinde Hancocok ve ark.(71) 1961-1989 yılları arasında Stanford Üniversitesi’nde Hodgkin lenfoma tedavisi alan hastaların kayıtlarını inceleyerek tiroid bölgesine readyoterapi almış 1677 hastanın %7.6’sında bir veya birden fazla nodül tesbit etmiştir. Sklar ve ark.(4) yaptığı bir çalışmada ise 1791 Hodgkin lenfoma hastasına anket formuyla ulaşılmış ve teşhisden 20 yıl sonra özellikle kadınlarda tiroid nodülü geliştirme riski % 20 bulunmuş, tiroid nodülü için dişi cinsiyet, tiroide uygulanan radyasyon dozunun 25 Gy üzerinde olması birbirinden bağımsız risk faktörleri olarak belirlenmiştir. Shafford ve ark.(79) da boyun bölgesine radyoterapi almış 47 Hodgkin lenfoma hastasının % 42’sinde tiroid ultrasonografilerinde fokal bozukluk saptamıştır. Tiroid morfolojisindeki patlojileri saptamaya yönelik Solt ve ark.(80) tarafından yapılan başka bir çalışmada da ortalama teşhis yaşı 9.1 yıl, ortalama takip süresi 10.9 yıl olan ve manto alanı radyoterapisi uygulanmış 26 Hodgkin lenfoma hastasının % 54’ünde tiroid ultrasonografilerinde bozukluk bildirilmiştir. Tiroid görüntülemelerindeki bulguların saptandığı başka bir çalışmada da Krawczuk-Rybak ve ark.(81) boyun, üst mediasten ve kranial bölgeye radyoterapi uygulanmış 31 hastanın %9.7’sinde ultrasonografide bozukluk saptanmıştır. Bu bozukluklar hipoekoik görünüm, heterojen görünüm ve solid nodül olarak görüntülenmiştir ve bu değişikliklerin Hodgkin lenfoma tedavisi sonlanmış hastalarda tiroid patolojisine ait ilk prodromal bulgu olabileceği bildirilmiştir. Biz çalışmamızda 30 Hodgkin lenfoma tedavisi almış hastanın %3.7’sinde hipoekoik görünüm ve % 6.3’ünde tiroid nodülü saptadık. Hastaların toplam %10’unda ultrasonografide patolojik bulgu mevcuttu. Tiroid fonksiyon testleri, TSH yüksekliği ve tiroid ultrasonografilerinde saptanan bulguların birbirleriyle ilişkisini incelendiğinde de Shafford ve ark.(80) tarafından yapılan çalışmada ultrasonografide fokal lezyon, TSH yüksekliğinin uzun süremesi ve radyoterapi uygulanan yaşın küçük olması ilişkili bulunmuştur. Radyoterapi sonrası TSH yüksekliği için geçen en uzun zaman 94 ay, radyoterapiden sonra tiroid ultrasonografinde fokal lezyon tespiti için geçen en uzun zaman 18 yıl olarak hesaplanmıştır. Shafford ve ark. çalışmasının aksine Solt ve ark. (80) çalışmasında TSH seviyesi yüksekliği, tiroid fonksiyon testleri ve tiroid ultrasonografileri arasında belirgin bir ilişki bulunamamıştır. 59 Bizim çalışmamızda ise nodül ve TSH yüksekliği birlikteliği % 3.3 olguda saptanmıştır. TSH yüksekliği devam eden hastalar nodül ve premalignite açısından takiptedir. Günümüzde toplanan verilerin ışığında çocukluk çağı kanserlerinde radyasyon tedavisinin tiroid kanseri geliştirme riskini arttırdığı belirtilmiştir. Bu süreci anlamak için Acharya ve ark.(5) tarafından Memorial Sloan Kettering Kanser Merkezinde retrospektif olarak yapılan çalışmada, 33 tiroid kanseri hastası incelenmiştir. Çalışma grubundaki 18 hastanın ilk tanısı Hodgkin lenfoma olarak bildirilmiştir. İlk onkolojik tanının konduğu yaş ortalaması 12 yaş, tiroid bezine uygulanan ortalama radyasyon dozu 24 Gy, radyoterapiden sonra tiroid hastalığı saptanma süresi ortalaması 13 yıl olarak bildirilmiştir. Tiroid lezyonlarının % 39’u (13 olgu) malign (11 papiller karsinom, 2 folliküler karsinom) bulunmuştur. Teşhis sırasındaki yaşın, cinsiyet oranının ve ilk kanser tedavisinden itibaren geçen sürenin, tiroid lezyonunun benign veya malign karakteriyle ilişkisi bulunmamıştır. Ancak malign lezyonu olan hastaların tiroid bölgesine uygulanmış radyasyon dozu, benign lezyonu olan hastalara göre daha az saptanmıştır. Çalışmanın sonucunda radyoterapiden sonra tiroid neoplazileri yıllarca bulgu vermeyebileceği ve bütün bireylerin ömür boyu takip gerektirdiği bildirilmiştir. Metzger ve ark.(82), 1962-2001 yılları arasında ortalama tiroid radyasyon dozu 35 Gy olarak kaydedilmiş, tiroid nodülü saptanan 67 hastayı tiroid kanseri gelişimi açısından incelemiştir ortalama tiroid radyasyon dozu 35 Gy olarak kayıt alınmıştır. Hodgkin lenfoma tanısından ortalama 16.2 yıl sonra tiroid nodülü saptanan hastaların %10’u malign karakterde tespit edilmiştir. Bu lezyonların çoğunun sessiz ve benign karakterde olduğu bildirilmiştir. Ele gelen kitlesi veya klinik semptomu olan hastalara ise Doppler-akımlı ultrasonografi ve ince iğne aspirasyonu gibi incelemeler önerilmiştir. Bizim çalışmamızda tiroid kanserine rastlanmamıştır. Radyoterapi sonrası hesaplanan benign veya malign tiroid hastalığı geliştirme riski tartışmalıdır, fakat tedaviden 20 yıl sonra bu risk % 50’ye kadar çıkabilir. Sandhu ve ark. (83) tarafından yapılan bir çalışmada, boyun bölgesine radyoterapi alan kanser hastalarında, (99m)Tc ile çekilen tiroid sintigrafilerindeki bulgular anlamlı bulunmuştur. Çalışmaya seçilen hastaların fizik muayenelerinin normal olması, klinik olarak ötiroid durumları ve tiroid fonksiyonlarından serbest T4 ve TSH seviyesinin normal sınırlarda olması gerekmiştir. Bu çalışma grubu boyun bölgesine radyoterapi alan 34 olguda, en erken 5 yıl sonra çekilen (99m) Tc kullanılarak çekilen tiroid sintigrafilerinde % 21.6 bozukluk tespit etmiştir. Bu oranın çocuklarda % 25’e kadar çıktığı saptanmıştır. 60 Hodgkin lenfoma tedavisi sonrası sağkalımı artan populasyonun geç dönem komplikasyonlar açısından bilgilendirilmesi ve ömür boyu kontrol altında olması gerekmektedir. Tarama ile saptanan komplikasyonların tedavisinin hastaların hayat süresini ve kalitesini arttırabileceği akılda tutulmalıdır. 61 6. SONUÇLAR Bu çalışmada Dr.Lütfü Kırdar Kartal Eğitim Araştırma Hastanesi Çocuk Onkoloji Kliniğinde Hodgkin lenfoma tanısı alarak kemoterapi ve radyoterapi verilmiş, tedavisi tamamlandıktan sonra tam remisyonda olarak onkoloji polikliniğinde takip edilen toplam 30 hasta çalışma grubunu oluşturdu. Bu 30 hastanın çalışma başlangıcında ve 6 ay sonra tiroid fonksiyonlarına bakıldı, tiroid ultrasonografileri yapıldı. Otuz hastadan başlangışta 9 olguda (% 30), 6 ay sonra 8 olguda (% 26.7) TSH yüksekliği saptandı. 7 olguda (% 23) hem başlangıç hem de 6 ay sonraki ölçümlerde TSH yüksekti. Bu olguların hepsinde serbest ve total T3,T4 seviyesi normaldi. Başlangıçta TSH yüksekliği saptanan olguların Hodgkin lenfoma teşhisi sonrası ortalama tanı yaşı 7.4 yıl, ortalama takip süresi 3.9 yıl, ortalama radyasyon dozu 33 Gy’di. Altıncı ayda TSH seviyesi yüksek bulunan olgunun ise tanı yaşı 4 yıl, takip süresi 2.5 yıl, radyasyon dozu 20 Gy’di. Olguların hepsi tiroid bölgesini kapsayan bilateral boyun veya manto alanı radyoterapisi almıştı. Otuz hastanın tiroid ultrasonografilerinde iki olguda (% 6.7) nodül, birinde (% 3.3) hipoekoik görünüm saptandı. Tiroid nodülü saptanan olgulardan birinde TSH düzeyi hem başlangıç hem de 6 ay sonraki ölçümde yüksekti. Tiroid ultrasonografisinde hipoekoik görünüm saptanan olgunun TSH düzeyi normaldi. Ultrasonografide nodül ve hipoekoik görünüm saptanan olguların serbest ve total T3,T4 normal sınırlardaydı. Tiroid ultrasonografisinde nodül ve hipoekoik görünüm saptanan olguların boyun veya manto alanına uygulanan radyoterapi dozu 25 Gy üzerindeydi. Bizim çalışmamızda gerek TSH yüksekliği olan gerekse tiroid ultrasonografilerinde patolojik bulgu saptanan olguların aldıkları kemoterapi, radyoterapi dozu ve radyoterapi bölgesi ile aralarında direkt bir ilişki kurulamadı. 62 7. ÖZET Çalışmamızda kliniğimizde Hodgkin lenfoma tanısı alarak kemoterapi ve radyoterapi verilmiş, tedavisi tamamlanmış tam remisyonda olarak takip edilen hastaların, tiroid fonksiyonlarını ve tiroid morfolojilerini araştırmayı amaçladık. Ortalama 4,05±2,28 yıldır takipte olan (1 yıl - 8,42 yıl), ortalama yaşı 12.41±3,51 yıl (5.4 -19.6 yıl) olan 30 hastada (9 kız, 21 erkek) , tiroid fonksiyon testlerine, TSH düzeylerine, tiroid ultrasonografilerine bakıldı. Tedavi sonlanmasının üzerinden 6 aydan daha kısa zaman geçmiş hastalar çalışmaya dahil edilmedi. Hastaların tiroid fonksiyon testleri için 12 saatlik açlık sonrasında alınan kan örneklerinde serum serbest T3, serbest T4, total T3, total T4 ve TSH seviyeleri 6 ay arayla iki kez ölçüldü. Aynı hafta içerisinde hastanemizin görüntüleme merkezinde tiroid ultrasonografileri çekildi. Bütün hastaların fizik muayneleri normaldi. Bütün hastaların başlangıç ve 6 ay sonraki serbest ve total T3,T4 seviyeleri normal sınırlardaydı. TSH düzeyi yüksekliği ise başangıçta 9 hastada (% 30), 6 ay sonraki ölçümde ise 8 hastada (% 26.7) tespit edildi. Başlangıçta TSH düzeyi yüksek olan 7 hastada (% 23.3) 6 ay sonraki ölçümde de TSH düzeyi yüksekti. Tiroid ultrasonografilerinde 2 hastada (% 6.7) nodül, bir hastada (% 3.3) hipoekoik görünüm tespit edildi. Nodülü olan bir olgunun hem başlangıç hem de 6 ay sonraki ölçümde TSH düzeyi yüksekti. Olguların TSH seviyesi ve tiroid ultrasonografilerindeki değişiklikleri ile aldıkları kemoterapi, radyoterapi dozu ve radoterapi bölgesi arasında direkt bir ilişki kurulamamıştır. Ancak hipotiroidi, hipertiroidi ve tiroid kanseri açısından takibi devam etmektedir. 63 8. SUMMARY The aim of our study was to evaluate the thyroid function tests and thyroid morphology of the Hodgkin lymphoma patients who had chemotherapy and radiotherapy at our clinic and who were being followed in complete remission. Thyroid function tests, TSH levels, and thyroid ultrasonographies were performed in 30 patients (9 female,21 male) and the mean age was 12.41±3,51 years (5.4 -19.6 years) and the mean time follow up was 4,05±2,28 years (1 - 8,42 years). The patients whose treatment were over less then 6 months were not included in our study. Free T3, free T4, total T3, total T4 and TSH levels from serum samples that were taken after 12 hours of starvation were measured twice within 6 months. Thyroid ultrasonographies were performed within the same weak at our radiology unit. The physical examinations of all patients were normal. Free and total T3,T4 levels were normal in all patients both at the begining and 6 months later. TSH levels were high in 9 (% 30) patients at the begining and in 8 (% 26.7) patients after 6 months. TSH levels were high in 7 (% 23.3) patients both at the begining and at the following measurement. Two patients (% 6.7) had nodule and one patient (%3.3) had hipoechoic vision when their thyroid ultrasonographies were performed. TSH levels were high in both measurements of one of the patients who had a nodule at the ultrasonography. The changes in TSH levels and thyroid ultrasonographies were not directly related with the applied chemotherapy, radiation dose and radiation field. However the patients are still being followed for hypothyroidism, hyperthyroidism and tyroid cancer. 64 9. KAYNAKLAR 1- Manuel of Pediatric Hematology and Oncology, Philip Lanzkowsky, 4 th ed. (453-490) 2- Ertem U, Duru F, Dağdemir A, et al. Hodgkin’s disease in 82 Turkish children diognised over a 10 year period: epidemiological, clinical, and histopathologic features and prognosis with prolonged chemotherapy. Pediat Hematol Oncol, 1997, 14; 359-366 3- Schellong G, Pötter R, Bramswig J. High cure rates and reduced long term toxicity in pediatric Hodgkin’s disease: The German-Austrian multicenter trial DAL-HD-90 J Clin Oncol 1999 Vol: 17 No: 12 p. 3736-3744 4- Sklar C, Whitton J, Mertens CA. Abnormalities of the thyroid in survivors of Hodgkin’s disease: data from the Childhood Cancer Survivor Study J Clin Endocrinol Metab 2000 85: 9; 3227-3232 5-Acharya S, Sarafoğlu K, LaQuaglia M. Thyroid neoplasms after therapeutic radiation for malignancies during childhood or adolescence, Cancer 2003 Vol: 97 No: 10 p. 2397-2403 6- Chin D, Sklar C, Donahue B. Thyroid dysfunction as late effect in survivors of pediatric medullablastoma/primitive neuroectodermal tumors Cancer 1997 Vol: 80 No: 4 p. 798-804 7- Gold GD, Neglia PJ, Dusenbery EK. Second neoplasms after megavoltage radiation for pediatric tumors Cancer 2003 Vol: 97 No: 10 p. 2588-2596 8- Barrera M, Shaw KA, Speechley NK. Educational and social late effects of childhood cancer and related clinical, personal and familial characteristics Cancer 2005 Vol: 104 No: 8 1751-1760 9- Mertens CA, Yasui Y, Neglia PJ. Late mortality experience in five year survivors of childhood and adolescent cancer: The childhood cancer survivor study J Clin Oncol.2001 Vol: 19; p. 3163-3172 10- Mertens CA, Yasui Y, Lui Y. Pulmonary complications in survivors of childhood and adolescent cancer Cancer 2002 Vol: 95 No: 11 p. 2431-2441 11- Mertens AC, Mitby PA, Radloff G XRCC1 and glutathione-S-tranferase gene polymorphisms and susceptibility to radiotherapy related malignancies in survivors of Hodgkin disease Cancer 2004 Vol: 101 No: 6 p. 1463-1472 65 12- Strenberg C. Uber eine Eigenartigie unter dem Bilde der Pseudoleukemie verlaufende Tuberculose des lymphatischen. Apparates Z Heilkd 1898; 19: 21 13- Reed DM. On the pathological changes in Hodgkin’s disease with special Reference to its relation to tuberculosis. Johns Hopkins Rep 1902; 10: 133 14- Fox H. Remarks on microscopic preperations made from some of the original tissue described by Thomas Hodgkin,1832. Ann Med Hist 1926; 8; 370 15- Glaser SL. Jarrett RF. The epidemiology of Hodgkin’s disease. Baillieres Clin Hematol 1996; 9: 401-416 16- Pusey W. Cases of sarcomas and of Hodgkin’s disease treated by exposure to X rays: a prelimenary report. JAMA 1902; 38: 166-170 17- Goodman LS, Wintrobe MM, Dameshek W, et al. Use of methyl-bis (beta-chloroethyl) amine hydrochloride and tris (beta-chloroethyl) amine hydrochloride for Hodgkin’s disease, lymphosarcoma, leukemia and certain allied and miscellaneous disorders. JAMA 1946; 251: 2255-2261 18- Devita VT Jr, Serpick AA, Carbone PP. Combination chemotherapy in the treatment of advanced Hodgkin’s disease. Ann Intern Med 1970; 73: 881-895 19- Santoro A, Bonadonna G, Valagussa P, et al. Long term results of combined chemotherapy approach in Hodgkin’s disease: superiority of ABVD plus radiotherapy versus MOPP plus radiotherapy. J Clin Oncol 1987; 5: 27-37 20- Shan K, Lincoff AM, Young JB. Anthracyclin induced cardiotoxicity Ann Intern Med 1996; 125: 47-58 21- Grufferman S, Delzell E. Epidemiology of Hodgkin’s disease. Epidemiol Rev 1984; 6: 76106 22- Spitz MR, Sider JG, Johnson CC, et al. Ethnic patterns of Hodgkin disease insidence among childern and adolescents in the United States, 1973-82 J Natl Inst 1986-76: 235-239 23- Westergard T, Melbye M, Pedersen JB, etal. Birth order, sibship size and risk of Hodgkin’s disease in children and young adults: a population-based study of 31 million person years. Int J Cancer 1997; 72: 977-981 24- Klinik Gelişim, İstanbul Tabib Odası Süreli Bilimsel Yayını 2007, CİLT 20, Sayı:2, 66 25- Gutensohn N, Cole P, Childhood social environment and Hodgkin´s disease. N Engl J Med. 1981; 304 (3): 135-140. 26- Alexander FE, Rickette TJ, McKinney PA, Cartwright RA. Community life style characteristics and incidence of Hodgkin´s disease in young people. Int J Cancer. 1991; 48 (1): 10-14 27- Chang ET, Zheng T, Weir EG, et al. Childhood social environment and Hodgkin´s lymphoma: new findings from a population based case control study. Cancer Epidemiol Biomarkers Prev. 2004; 13 (8): 1361-1370 28- The origin of Hodgkin and Reed/Sternberg cells in Hodgkin’s disease Annu Rev Immunol 1998; 16: 471-493 29- Kadin ME, Liebowitz DN. Cytokine and cytokine receptors in Hodgkin’s disease.In Mauch PM, Armitage JO, et al., eds Hodgkin’s Disease Philadelphia: Lippincott Williams&Wilkins; 1999: 139-157 30- Rosdahl N, Larson SO, Clemmesen J. Hodgkin´s disease in patients with previous infectious mononucleosis: 30 years´ experience. Br Med J. 1974; 2 (5913): 253-256. 31- Hjalgrim H, Askling J, Sorensen P, et al. Risk of Hodgkin´s disease and other cancers after infectious mononucleosis. J Natl Cancer Inst. 2000; 92 (18): 1522-1528. 32- Jarrett RF. Viruses and Hodgkin´s lymphoma. Ann Oncol. 2002; 13 (S1):23-29. 33- Jarrett RF, Armstrong AA, Alexander E. Epidemiology of EBV Hodgkin’s lymphoma. Ann Oncol. 1996; 7 (suppl): S5-S10. 34- Weiss LM, Movahed LA, Warnke RA, Sklar J. Detection of Epstein Barr viral genomes in Reed Sternberg cells of Hodgkin’s disease N Engl J Med 1989; 320: 502-506 35-Pallesen G, Hamilton-Dutoit SJ, Rowe M, Young LS. Expression of Epstein Barr virus latent gene products in tumour cells of Hodgkins disease. Lancet 1991; 337: 320-322 36- Andrlko JA, Aguilera NS, Nandedkar MA, Abbondanzo SL. Childhood Hodgkin’s disease in the United States: an analysis of histologic subtypes and association with Epstein Barr virus. Mod Pathol 1997; 10: 366-371 37- Benharroch D, Shemer-Avni Y, Myint YY, et al. Measles virus: evidence of an association with Hodgkin´s disease. Br J Cancer. 2004; 91 (3): 572-579. 67 38- Ishibe N, Tucker M. Epidemiology of Hodgkin´s and non-Hodgkin’s lymphomas In: Canettos GP, Lister TA, Young B, editors. The lymphomas. 2nd ed. Philadelphia, PA: Saunders Elsevier; 2006. p. 127. 39- Cozen W, Gill PS, Ingles SA, et al. IL-6 levels and genotype are associated with risk of young adult Hodgkin´s lymphoma. Blood. 2004; 103 (8): 3216-3221 40- Robertson SI, Lowman IT, Grufferman S, et al. Familial Hodgkin’s disease. A clinical and laboratory investigation. Cancer 1987; 59: 1314-1319. 41- Nguyen PL, Ferry JA, Harris NL. Progressive transformation of germinal centers and nodular lymphocyte predominance Hodgkin’s disase: a comparative immunohistochemicalstudy: Am J Surg Pathol 1999; 23: 27-33 42- Lim MS, Beaty M, Sorbara L, et al. T-hücre/histiocyte-rich large B cell lymphoma: a heterogeneous entitiy with derivation from germinal center B cells. Am J Surg Pathol 2002: 26: 1458-1466 43- Philip A Pizzo, David G Poplock Principles and Practice of Pediatric Oncology. Third Edition Lippincott Raven p. 523-543 44- Brauninger A, Schmitz R, Bechtel D, et al. Mini review: molecular biology of Hodgkin´s and Reed/Sternberg cells in Hodgkin´s lymphoma. Int J Cancer. 2005; 118 (8): 1853-1861 45- Re D, Kuppers R, Diehl V. Molecular pathogenesis of Hodgkin´s lymphoma. J Clin Oncol. 2005; 23 (26): 6379-6386. 46- Stein H, Delsol G, Pileri S, et al. Hodgkin Lymphoma. In: Jaffe ES, Harris NL, Stein H,Vardiman JW, eds. World Health Organisation classification of tumors. Tumors of hematopoietic and lymhoid tissues. Lyon: IARC Press, 2001: 237-253 47- Lukes RJ, Butler JJ. The pathology and nomenclature of Hodgkin’s disease. Cancer Res 1966; 26: 1063-1083 48- Donaldson SS, Hudson M, Oberlin O, et al.Pediaric Hodgkin’s disease.In: Mauch PM,Armitage JO, Diehl V, et al., eds. Hodgkin’s disease. Philadelphia: Lippincott Williams& Wilkins, 1999: 531-605 68 49- Uccini S, Monardo F, Stoppacciaro A, et al. High frequency of Epstein-Barr virus genomedetection in Hodgkin’s disease of HIV-positive patients. Int J Cancer 1990; 46: 581-595 50- Anagnostopoulo I, Hansmann ML, Franssila K, et al. European Task Force on Lymphoma project on lymphocyte predominance Hodgkin’s disease: histologic and immunohistologic analysis of submitted cases reveals 2 types of Hodgkin disease with nodular growth pattern and abundant lymphoctes. Blood 2000; 96: 1889-1899 51- Diehl V, Sextro M, Franklin J, et al. Clinical presentation, course and prognostic factors in lymphocyte predominant Hodgkin’s disease and lymphocyte-rich classical Hodgkin’s disease: report form the Force on Lymphoma Project on LymphocytePredominant Hodgkin’s Disease. J Clin Oncol 1999; 17: 776-783 52- Yahalom J, Straus D. Hodgkin´s lymphoma. In: Pazdur R, Coia LR, Hoskins WJ, Wagman LD, editors. Cancer management: a multidisciplinary approach. 9th ed. Lawrence, KS: CMP Healthcare Media; 2005. p. 675. 53- Gobbi PG, Cavalli C, Gendarini A, et al. Reevaluation of prognostic significance of symptoms in Hodgkin’s disease. Cancer 1985; 56: 2874-2880 54- Seymour JF. Splenomegaly, eosinophilia, and pruritus: Hodgkin’s disease or? Blood 1997; 90: 1719-1720 55- Olsson H, Brandt L, Relief of pruritus as an early sign of spinal cord compression in Hodgkin’s disease. Acta Med Scand 1979; 206: 319-320 56- DeVita VT Jr, Mauch PM, Haris NL, Hodgkin’s disease. In: DeVita VT Jr, Hellman S,Rosenberg SA, editors. Cancer Principles and Practice of Oncology. Philadelphia: Lippincott-Raven, 1997: 2242-2283 57- Xiros N, Binder T, Anger B, et al. Idiopathic thrombocytopenic purpura and autoimmune hemolytic anemia in Hodgkin’s disease. Eur J Haematol 1988; 40: 437-441 58- Heiberg E, Wolverson MK, Sundaram M, Nouri S. Normal thymus: CT characteristicsin subjects under age 20. AJR Am J Roentgenol 1982; 138: 491-494 69 59- Hanna SL, Fletcher BD, Boulden TF, et al. MR imaging of infradiaphagmatic lymphadenopathy in children and adolescents with Hodgkin disease: comparisson with lymphography and CT. J Magn Reson Imaging 1993; 3: 461-470 60- Van Spronsen DJ, Veldhuis GJ. New development in staging and follow-up of patients with Hodgkin´s lymphoma. Neth J Med. 2003; 61 (9): 278-283. 61- Meyer RM, Ambinder RF, Stroobants S. Hodgkin´s lymphoma: evolving concepts with implications for practice. Hematology Am Soc Hematol Educ Program. 2004; 184202. 62- Russel KJ, Donaldson SS, Cox RS, Kaplan HS. Childhood Hodgkin’s disease: patternsof relaps. J Clin Oncol 1984; 2: 80-87 63- Hoppe RT. Treatment planning in the radiation therapy of Hodgkin’s disease. Front Radiat Ther Oncol 1987; 21: 270-287 64- Pedrick TJ, Hoppe RT. Recovery of spermatogenesis following pelvic irradiation for Hodgkin’s disease. Int J Radiat Onol Biol Phys 1986; 12 117-121 65- Donaldson SS, Link MP. Combined modality treatment with low-dose radiation and MOPP chemotherapy for children with Hodgkin’s disease J Clin Oncol 1987; 5: 742-749 66- Berthe MP, Aleman MD, John MM. Involved-Field Radiotherapy for advanced Hodgkin’s lymohoma N Engl J Med 2003; 348: 2396-2406 67- Rueda A, Olmos D, Viciana R, et al. Treatment for relapse in stage I/II Hodgkin´s lymphoma after initial single-modality treatment. Clin Lymphoma Myeloma. 2006; 6 (5): 389-393. 68- Baker KS, Gordon BG, Gross TG, et al. Autologous hematopoietic stem cell transplantation for relapsed or refractory Hodgkin’s disease in children and adolescents. J Clin Oncol 1999, 17: 825-831 69- Lucas KG, Salzman D, Garcia A, Sun Q. Adoptive immunotherapy with allogeneic Epstein-Barr virus (EBV)-specific cytotoxic T-lymphocytes for recurrent, EBV –positive Hodgkin disease. Cancer 2004; 100: 1892-1901 70- The Pediatric Clinics of North America, Pediatric Hematology/Oncology, Part I October 2002, p. 1086-1090 70 71- Hancock SL, Cox RS, McDougall IR. Thyroid diseases after treatment of Hodgkin’s disease. N England J Med 1991; 324: 599-605 72- Ziora K, Bubala H, Glawacki J. Thyroid function after external irradiation of the neck in patients with Hodgkin’s disease – long term observation. Endkr Diabetol Chor Przemiany Materii Wieku Rozw 2006; 12 (4): 261-267 73- Von der Wied NX. Adult life after surviving lymphoma in childhood. Support Care Cancer, 2008 Jan 15 74- Aleman MP Berthe, van den Belt-Dusebout WA. Long term cause specific mortality of patients treated for Hodgkin’s disease. J Clin Oncol 2003; 21 3431-3439 75- Nelson DF, Reddy KV. Throid abnormalities following neck irradiation for Hodgkin’s disease Cancer,1978; 42: 6 2553-2562 76- Constine LS, Donaldson SS. Thyroid dysfunction after radiotherapy in children with Hodgkin’s disease Cancer 1984 15; 54 (4): 878-883 77- Nair N, Advani SH. Follow up of alterations in hormones and thyrotropin in patientsof Hodgkin’s disease given mantle radiation J. Assoc Physicians India 1990 Sep; 38 (9): 623624 78- Moryl-Bujakowska A, Balwierz W, Sztefko K. Preliminary results of thyroid function assessment in children and adolescents with Hodgkin’s disease (HD) treated according to PGP-HD-97 protocol Przeq Lek. 2004;61 Suppl 281-284 79- Shafford EA, Kingston JE Thyroid nodular disease after radiotherapy to the neck for childhood Hodgkin’s disease Br J Cancer 1999 May, 80 (5-6): 808-814 80- Solt I, Gaitini D, Pery M. Comparing thyroid ultrasonography to thyroid function in long-term survivors of childhood lymphoma. Med Pediatr Oncol 2000;35 (1) 35-40 81- Krawczuk- Rybak M, Kuzmicz M, Goscik E Investigations of thyroid function in children and adolescents after treatment of Hodgkin’s disease. Med Wieku Rozwoj 2001 Jan-Mar; 5 (1): 43-50 82- Metzger ML, Howard SC, Hudson MM. Natural history of thyroid nodules in survivors of pediatric Hodgkin lymphoma. Pediatr Blood Cancer, 2006 Mar; 46 (3): 314-319 83- Sandhu A, Constine LS, O’Mara RF Subclinical thyroid disease after radiation therapy detected by radionuclide scanning Int J Radiat Oncol Biol Phys, 2000 Aug; 48 (1): 181181 71