TÜRKİYE’DE 1980 SONRASI DIŞ BORÇ VE BÜYÜME İLİŞKİLERİ Yrd. Doç. Dr. Çağatay KARAKÖY Cumhuriyet Üniversitesi İ.İ.B.F. Uluslararası Ticaret ve Lojistik Bölümü cagatayboy@yahoo.com Yrd. Doç. Dr. İlkay NOYAN YALMAN Cumhuriyet Üniversitesi İ.İ.B.F. Ekonometri Bölümü iyalman@cumhuriyet.edu.tr ÖZET Tüm dünyadaki büyüyen ekonomilerde aynı zamanda artan bir dış borç seviyesi de gözlenmektedir. Özellikle gelişmemiş veya gelişmekte olan ekonomiler yüksek yatırım düzeylerine ihtiyaç duyarlar. Bu ülkelerin düşük tasarruf seviyeleri ve tasarruf-yatırım açıkları da göz önüne alındığında yatırım harcamalarının finansmanında zorluk çekeceği bir gerçektir. Bu ülkeler yeterli tasarruf düzeylerine sahip olsalar bile, artan dış ticaret açıklarının bir döviz açığına da neden olabilmektedir. Bu açıdan bakıldığında, çalışmamızda Türkiye ekonomisinin 1980-2010 yılları arasındaki dış borç, dış ticaret açığı ve ekonomik büyüme performansı arasındaki etkileşimi analiz edilecektir. Anahtar kelimeler: Dış Borç, Ekonomik Büyüme ABSTRACT In general, the fact that growing economies have also increasing external debt levels is observed in the World. Especially, developing and underdeveloped countries that need higher growth rates also require higher investment levels. Along with lower savings level, which leads savings-investment gap, these countries, therefore, have difficulty for financing their investment expenditures. Even if they have sufficient savings level, on the other, they may have trade deficit would lead “foreign exchange deficit”. From this point of view, in this study, interactionamongforeign debt level trade deficit and economic growth as well as external debt management of Turkish economy for the 1980-2010 period are analyzed. Keywords: Foreign Debt, Economic Growth Jel Codes: F34, O49 1. Giriş 1989 yılı ile takip eden 1991 yılı siyasal ve ekonomik anlamda dünyada önemli değişimlerin ve dönüşümlerin yaşandığı yıllar olmuştur. Bu yıllarda Berlin Duvarı’nın çökmesi ve Doğu Bloku’nun dağılmasıyla birlikte siyasal ve ekonomik anlamda birçok yeni bağımsız devletler teşekkül ettiği gibi, aynı zamanda yaklaşık 70 yıl süren sosyalist sistemden liberal sisteme dönüşler de meydana gelmeye başlamıştır. Sistem dönüşümünün altında, sosyalist sistemin son 20 yılda yaşadığı durağanlık ve hantallaşmanın etkili olduğu ileri sürülmektedir. 1980 sonrası Türkiye ekonomisi dışa açık bir politika izlemiş ve dünya ile ekonomik anlamda entegre olma yoluna gitmiştir. İthalat gittikçe artmaya başlamış ve bunun sebebi olarak ara malı eksikliği gösterilmiştir. Ekonomik anlamdaki genişleme dış borçlanmayı da kaçınılmaz hale getirmiştir. İthalat yaparak ihracatı artırmak ekonomik bir politika gibi belirli dönemlerde benimsenmiş ve ithalatın finansmanı borçlanmayı beraberinde getirmiştir. Gerek siyasal, gerek sosyo-kültürel anlamda, gerekse iktisadi anlamda önemli yapısal değişimler ve reformlar yapılırken yapısal dönüşüm için finansman gereği, bu ekonomilerin borçlanmalarını da zorunlu kılmıştır. Ancak borçlanmanın, ekonominin dinamiklerini harekete geçirmekten ziyade, tüketim açlığını karşılamak amacıyla, özellikle de tüketim mallarının ithalatının finansmanında kullanılması, sorunların başında gelmeye başlamıştır. Bu çalışmada Türkiye ekonomisinde dış borç göstergeleri ile milli gelir ve dış ticaret göstergeleri ele alınmış ve böylece borçlanma-borçlanmanın kaynağı olarak düşünülen dış ticaretin finansmanı sorunsalı ve ekonomik büyüme ilişkileri araştırılmıştır. Türkiye ekonomisi için literatürde borç yönetimi teorik temelle ele alınmış iken; büyüme ve dış borç aynı zamanda borcun yönetimi problemi bakımından da önemli bir sorun teşkil etmeye başladığı ortaya konmaya çalışılmıştır. 2. Literatür Araştırması Dünya ekonomisinin gelişmesinde genel olarak ülke ekonomilerinin büyümesine karşılık, borçluluk yapılarının da mutlak anlamda arttığı dikkati çekmektedir. Özelikle az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde yüksek büyümenin sağlanabilesi için yüksek yatırımlarda bulunma gereği, düşük gelir düzeyi ve buna bağlı olarak da düşük tasarruf seviyesi, yani “tasarruf açığı” sonucunu doğurmuştur. Dolayısıyla bu ülkelerde genel olarak, yatırımların finanse edilmesinde tasarrufların yetersizliği sorun olmuştur. Diğer taraftan bir kısım ekonomilerde tasarruf açığı bulunmasa bile, yatırımlar için gerekli olan makine ve teçhizatın ithalatla karşılanması; kaçınılmaz olarak ithalatlarının ihracatından daha fazla olmasına paralel ortaya çıkan dış ticaret açığına, yani “döviz açığına” sebep olmuştur. Tablo 1’de Gelişmekte Olan ve Az Gelişmiş ülkelere ilişkin gelir ve borç rakamları yer almaktadır. Tablo 1: Gelişmekte Olan ve Az Gelişmiş Ülkelerde F.B.M.G ve Dış Borç Rakamları Gelişmekte Olan Ülkeler Yıllar F.B.M.G. Borç/GSMH Az Gelişmiş Ülkeler Dış Borç Stoku F.B.M.G. Borç/GSMH Dış Borç Stoku ($) (%) (Milyon $) ($) (%) (Milyon $) 1980 19.422 21 484.806.6 2.645 29 31.397.8 1985 21.133 32 811.750.9 2.824 56 57.943.4 1990 24.408 34 1.163.677.3 3.049 65 89.267.4 1995 26.184 37 1.747.589,4 3.158 84 113.033.0 2000 29.978 37 2.017.980.2 3.633 68 108.370.6 2005 32.443 26 2.396.067.5 4.541 51 117.997.2 2006 33.234 24 2.575.551.9 4.862 39 99.742.9 2007 33.922 23 3.111.284.6 5.237 36 109.232.0 2008 33.798 21 3.383.721.5 5.484 32 115.450.7 2009 32.368 22 3.519.926.3 5.574 32 119.668.7 2010 33.160 21 3.959.704.6 5.929 28 116.593.4 Kaynak: World Bank, WDI 2011 cd rom. 1980-2010 arası dönem incelendiğinde, her iki ülke gurubunda da Fert Başına Milli Gelir (F.B.M.G)’in sürekli arttığı gözlenirken; bu artışın Gelişmekte Olan Ülkeler (GOÜ)’de %70 ve Az Gelişmiş Ülkeler (AGÜ)’de %124 nispetinde gerçekleştiği dikkat çekmektedir. Buna karşılık dış borcun GSMH’ya oranının ise her iki ülke gurubunda 2000’li yıllara kadar sürekli bir artış gösterdiği; bu oranın GOÜ’de %37’ye ve AGÜ’de ise 1995’lerde %84 ile zirve yaptığı görülmektedir. Daha sonraki süreçte ise özellikle AGÜ’lerde dış borcun GSMH’ya oranın dramatik bir şekilde aşağıya düşürüldüğü gözlenirken; bunda mutlak anlamda bir azalıştan ziyade, ekonomik büyümenin bir yansıması olarak nispi ağırlığının azaldığı gibi bir sonuç ortaya çıkmaktadır. Dünya ekonomisindeki bu genel trende karşılık, 1991’de başlayan geçiş sürecinde ekonomik, siyasal ve toplumsal anlamda önemli bir yapısal dönüşüm sürecine giren geçiş ekonomilerinin gereksinim duydukları tasarruf açığı ile döviz açığının yansıması olarak dış borçlanmaya yönelmeleri kaçınılmaz olmuştur. Diğer bir ifadeyle bu ülkelerde hem üretim yetersizliğinin neden olduğu cari açık, hem yurtiçi yatırımların finansman güçlükleri, hem de yeniden yapılandırma gereği olarak dış kaynak gereksinimleri dış borçlulukta önemli sıçramalara yol açmış izlenmektedir. Şekil 1. Dış Borcun GSMH’ya Oranındaki Değişmeler Literatürde dış borçlanma ile ekonomik büyüme arasındaki ilişkilere dair değişik bulguların varlığı dikkat çekmektedir. Ancak, bulgular daha yaygın olarak dış borçluluk ile ekonomik büyüme arasında negatif yönlü ilişkilerin varlığına işaret etmektedir. Örneğin Safdari ve Mehrizi’nin (2011, 326) İran için yaptıkları çalışmada, VAR modeline dayalı olarak 1974-2007 döneminde dış borç ile ithalatın ekonomik büyüme üzerine negatif bir etkiye sahip olduğu tespit edilmiştir. Aynı çalışmada ithalat ve dış borcun özel yatırımlar üzerinde de negatif etkisi belirlenmiştir. Öte yandan Pakistan için 1972-2005 dönemini kapsayan ve ADF testine dayalı olarak yapılan bir çalışma (Hayat & Hayat, 2010), dış borçtaki artışın iktisadi büyümede azalmaya yol açtığı, borç servisinin ise GSYH artışını olumsuz yönde etkilediği sonucuna ulaşmıştır. Daha eski dönemlere ait bir çalışmada ise Fosu (1999) 1980’lerde Sahraaltı Afrika’da 35 ülkenin 1980-1990 arasındaki verilerini kullanarak, borç hipotezinin direkt etkisini test etmiştir. Ulaşılan ampirik sonuçlara göre söz konusu ülkelerde dış borçlanmanın yatırım seviyesi üzerine çok az etki ya da hiç etkisinin olmadığı belirlense de büyümeyi olumsuzlaştırdığı tespit edilmiştir. Dış borçların büyüme üzerinde olumsuz etkilerine dair araştırmalarda bu negatif ilişkinin bazen dolaylı olduğu vurgulanırken, bir kısım çalışmalarda da borcun azaltılmasının büyümeyi olumlu yönde etkilediği gözlenmiştir. Bunlardan bazıları ifade edilecek olursa; Elbadawi vd. (1997) Sahraaltı Afrika, Latin Amerika, Asya ve Ortadoğu’da 99 gelişmekte olan ülke için yatay-kesit regresyonları ile dış borçların ekonomik performansı dolaylı yoldan (kamu harcamaları vasıtasıyla) etkilediğini tespit etmişlerdir. Clements vd. (2003) ise 1970-1999 döneminde 55 düşük gelirli ülke için dış borçtaki azalmanın gelir artışına ve dolayısıyla ekonomik büyümeye katkı yaptığı bulgusuna ulaşmışlardır. Bilginoğlu ve Aysu (2008) Türkiye için 1968-2005 dönemine ait yıllık verileri kullanarak regresyon analizi yapmışlar ve Türkiye’deki dış borçların ekonomik büyümeyi negatif yönde etkilediği sonucuna ulaşmışlardır. Yine Türkiye için Karagöl (2002) 1956-1996 dönemi için çok değişkenli eş-bütünleşme tekniklerini kullanarak yaptığı analizde, uzun dönemde dış borç ile iktisadi büyüme arasında negatif ilişki tespit etmiştir. Tek ülkeyi ele alan bir başka çalışmada ise Mohamed (2005) 1978-2001 dönemi için Sudan’da dış borç ve ekonomik büyüme ilişkilerini araştırmış ve negatif yönde bulgular elde etmiştir. Çöğürcü ve Çoban (2011) 1980-2011 yılları arasında yaptıkları regresyon analizi sonucuna göre, Türkiye’deki dış borçların ve nüfus artış hızının ekonomik büyüme üzerinde negatif bir etkiye sahip olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Çalışmanın sonucuna göre, ekonomik büyümeyi artırmak için gerekli yatırımların yurtiçi kaynaklardan karşılanması ve yurt içi tasarrufların artırılarak, dış kaynak ihtiyacının azaltılması sağlanmalıdır. Lin ve Sosin (2001) ise 77 ülkeyi kapsayan bir örnek ile borçlanma-büyüme ilişkisini test etmişlerdir. Onlara göre Afrika ülkeleri için dış borç ile kişi başına GSYH artışı arasında yüksek önem düzeyinde negatif ilişki söz konusu iken, sanayileşmiş ülkeler ile Latin Amerika ülkeleri için bu ilişkinin negatif, fakat istatistiksel olarak önemsiz olduğunu; Asya ve diğer gelişmekte olan ülkeler için pozitif, fakat önemsiz sonuç verdiğini ortaya koymuşlardır. Öte yandan büyüme borç bağlantısını analiz eden bir başka çalışmada GSMH artış oranı ile dış borç stoku arasındaki ilişkilere dair olumlu sonuçlara işaret edilmektedir. GOÜ’lerin dış borçlanmasının ekonomik yavaşlamaya yol açtığı şeklindeki yaygın bulgunun aksine, Granger nedensellik testine dayalı olarak Asya’daki yedi ülkenin hepsi için de elde edilen ampirik bulgular, GSMH artış oranı ile dış borçların birikim oranı arasında çift yönlü ilişkinin varlığını ortaya koymuştur (Chowdhury, 1994). Yine üç yıllık bir dönem için (2006-2008) tüm dünyada 109 ülke için yatay-kesit verilerinin kullanılmasıyla yapılan bir çalışmada da (Hudea, 2011) benzer sonuçlara ulaşılmıştır. Ampirik bulgular dış borç ile ekonomik büyüme arasında pozitif bir ilişki olduğunu tespit etmiştir. Başka bir anlatımla çalışmada borçlanmanın ekonomik büyüme üzerinde olumsuz etkiye sahip olmaya başladığı eşiğe henüz ulaşılmadığı belirlemesi yapılmıştır. Hudea’nın çalışmasına paralel olarak son zamanlarda literatürde borçlanmanın belli bir düzeye kadar büyümeyle pozitif; bundan sonra ise negatif yönde ilişkili olduğuna dair tespitlere rastlanmaktadır. Reinhart ve Rogoff (2010) iki yüz yılı kapsayan bir dönem boyunca seçilmiş 44 ülkeden veriler toplayarak devlet borçları ile reel GSYİH artışı arasındaki ilişkileri test etmişlerdir. Ulaştıkları sonuçlara göre iki değişken arasındaki ilişki GSYİH’nın %90’ının altında kalan borç-GSYİH oranları için zayıf çıkmakta; %90’nın üstünde ortalama büyüme oranları kayda değer bir şekilde düşmektedir. Buna karşılık yükselen piyasalar söz konusu olduğunda, dış borç GSYİH’nın %60’ına ulaştığında yıllık büyüme %2 kadar azalmakta, daha yüksek düzeyler söz konusu olduğunda ise büyüme oranları yarıya kadar azalmaktadır. Benzer şekilde Patillo vd.’nin (2002, 2004) 1969-98 dönem için 61 gelişmekte olan ülkeyi kapsayan çalışmaları borçlanma ile büyüme arasında düşük borç düzeylerinde pozitif ve yüksek borç düzeylerinde ise negatif ilişki tespit etmiştir. Ancak, Presbitero (2010) ise bundan daha farklı bir bulguya ulaşmıştır. Düşük ve orta gelirli ülkeler için 1990-2007 dönemine ait verilerin kullanıldığı çalışmada, kamu borcunun belli bir eşiğe kadar (GSYİH’nın %90’ı) hâsıla artışını negatif yönde etkilediği, ancak bundan sonra etkinin olmadığı yönünde tespitlere ulaşmıştır. Başka bir ifadeyle %90’lık borç sınırı, borcun büyümeyi etkilediği ve etkilemediği alanı birbirinden ayırmaktadır. Görüldüğü gibi literatürde dış borçlarla ekonomik büyüme arasındaki ilişkilere dair farklı bulguların varlığı dikkati çekmektedir. Bu durum bir ölçüde kullanılan yöntemlerin ve verilerin farklılığından kaynaklanmış olabilir; ancak sonuçlar, borçlanmanın büyümeyle ilişkisini esas olarak borçların kullanılma biçiminin tayin ettiği şeklinde de yorumlanabilir. Örneğin Afrika ve Latin Amerika ülkelerine göre Asya ülkelerinde borçların daha etkin kullanıldığı gerçeği göz önüne alındığında, bu durumun bir ölçüde ampirik sonuçlara da yansıdığı söylenebilir. Öte yandan çalışmalarda borcun seviyesinin de büyüme üzerinde oldukça etkili olduğuna dair bulgular dile getirilmektedir. Buradan hareketle borçlanmanın olumsuz etkilerinin belirli bir eşik değerden sonra daha belirgin biçimde görüldüğünü söylemek mümkündür. 3. Türkiye Ekonomisinde Borçlanma ve Büyüme Ülkelerin ulusal tasarruf yetersizliği sonucu kullanmak zorunda kaldıkları yabancı kaynaklar, iktisadi etkileri bağlamında çok tartışılmaktadır. Türkiye ekonomisinde dış borçların ekonomik büyümeyi etkileyip etkilemediği literatürde yapılan çalışmalarda gözlenmektedir. Bu etkiyi belirlemek için aşağıda düzenlenmiş tabloları kullanmak mümkündür. Tablo 2: Borç Göstergeleri YILLAR Dış Borç Toplam (Milyon Us$) TOPLAM BORÇ/GSYİH Kısa Vadeli Borç (Toplam X/M Dış Borç İçindeki Payı) 1980 19.131 0.27 0.13 0.44 1981 19.235 0.27 0.11 0.66 1982 19.715 0.3 0.08 0.81 1983 20.324 0.32 0.11 0.77 1984 21.608 0.36 0.14 0.83 1985 26.012 0.38 0.18 0.88 1986 32.933 0.43 0.19 0.88 1987 40.943 0.46 0.18 0.93 1988 40.992 0.45 0.15 1.12 1989 41.577 0.38 0.13 0.99 1990 49.424 0.32 0.19 0.82 1991 50.873 0.33 0.17 0.91 1992 56.553 0.35 0.22 0.91 1993 68.604 0.38 0.27 0.78 1994 66.249 0.50 0.17 1.1 1995 73.781 0.43 0.21 0.91 1996 79.829 0.43 0.21 0.92 1997 84.719 0.44 0.21 0.92 1998 96.952 0.36 0.21 0.99 1999 101.627 0.4 0.23 0.95 2000 116.646 0.43 0.24 0.82 2001 112.795 0.57 0.14 1.13 2002 129.374 0.55 0.12 1.02 2003 143.939 0.47 0.15 0.95 2004 159.491 0.40 0.19 0.90 2005 168.817 0.34 0.22 0.85 2006 204.788 0.38 0.20 0.81 2007 252.949 0.39 0.17 0.81 2008 284.08 0.38 0.18 0.83 2009 271.224 0.44 0.18 0.95 2010 293.872 0.40 0.26 0.78 Kaynak: World Bank, WDI 2011 cd rom. Tablo 2’de dış borcun 1980–2010 yıllar arasındaki dağılımı yer almaktadır. 1980 yılında 19.131 milyon dolar olan dış borç yıllar itibari ile giderek artmış ve 2010 yılında 293.872 milyon dolara yükselmiştir. Diğer taraftan toplam borcun GSYİH’ya oranının 1980 ve 2010 yılları arasında artış gösterdiği izlenmektedir. Kısa vadeli borcun toplam dış borç içindeki payının ise bazı dönemlerde azaldığı bazı dönemlerde arttığı gözlemlenmekte, bunun sebebinde ise tablodan da anlaşılacağı üzere ekonomik krizlerin yaşandığı tarihlere denk gelmesidir. İhracatın ithalata oranı da tablodan gözlemlenebilmekte 1980 yılında 0,44 olan ihracatın ithalata oranı 2001 yılında 1,13, 2010 yılında 0,78’ dir Şekil 1: Toplam Dış Borçun GSYİH’ya oranı Yukarıdaki açıklamaları şekil 1 yardımı ile tekrar gözlemlememiz mümkündür.1987,1988 yılları sırası ile 0.45,0.46 1989 yılı 0.38, 1990 0.32 ve krizin yaşandığı 1994 yılında ise 0.50 , 2001 yılı 0.57 ve 2010 yılına gelindiğinde 0.40 seviyelerinde olan DIŞ BORÇ/GSYİH rakamları borçlanmanın kriz dönemlerinde arttığını göstermektedir. Şekil 2 Toplam Dış Borç Türkiye ekonomisinde toplam dış borç rakamlarının yıllar itibari ile arttığı bir gerçektir (Şekil 2). Fakat bunun yanı sıra GSYİH rakamlarının da artması borçlanmanın büyüme üzerindeki etkisinin olumlu olduğunu, bunda da ara malı ithalatçısı olan Türkiye ekonomisinin bu ithalatı üretim yapmak ve bu üretim fazlasını da ihracata yönlendirerek büyümeyi sağladığı söylenebilir. Şekil 3 İhracatın İthalata Oranı Şekil 3 ise ihracatın ithalata oranı izlenmektedir. Yukarıdaki açıklamaları şekil 3 yardımıyla desteklemek mümkündür. 1994, 2001 ve 2008 yılları arasında üretimin düşmesinin altında yatan sebeplerden birinin ithalatın düşmesi olduğu söylenebilir. Bununla birlikte bu dönemlerdeki borçlanma rakamlarının yüksekliği, ithalatın finansmanında borçlanmanın etkin olduğunu göstermektedir. Türkiye ekonomisi için literatürde borç yönetimi de teorik temelle ele alınmış iken; büyüme ve dış borç aynı zamanda borcun yönetimi problemi bakımından da önemli bir sorun teşkil etmeye başlamıştır. 4. Dış Borç Yönetimi Dünya deneyimleri kalkınmanın gerçekleştirilebilmesi için 1970’ler kadar çoğu finansal piyasalar kredi tayınlamasıyla düzenlenmiş ve çoğunlukla negatif reel faiz oranları uygulamalarına gidilmiştir. Ancak 1970’lerin sonu ile 1980’lerin başında hem gelişmiş hem de yeni gelişmeye başlayan ekonomilerde hızlıca gerçekleştirilen uyumlaştırılmış finansal reformlar, reel faiz oranlarını artırmıştır (Kaminsky and Reinhart, 1999: 483). Reel faiz oranlarındaki yükselmeyle birlikte yüksek borç yükü altına girmiş bulunan Latin Amerika ülkeleri için başarılı devalüasyon boşluğu, bankacılık krizleri ile derin ve süresi uzamış resesyonlarda domino taşı etkileri ortaya çıkmıştı. Bu olgu, Doğu Asya ülkelerinde de derinden hissedilmiştir (Kaminsky and Reinhart, 2000: 145). Özellikle 1980’lerin başında Şili ile Meksika’nın maruz kaldığı dış faiz oranlarındaki artışlar ve ticaret hadlerindeki bozulma gibi dışsal şoklar, konjonktürel dalgalanmaya ve ekonomik aktivitede azalışa neden olmuştur. Hükümetin aldığı önlemler ise bu bozulmayı daha da derinleştirici politika önlemleri şeklinde ortaya çıkmıştır (Bergoeing et al., 2002: 16). Dolayısıyla 1980’lerin başında ilk defa tecrübe edilen borç krizi, 1982 Ağustos’unda dış borç çeviriminde Meksika’nın başarısız oluşuyla başlamış ve dış borç servisinde problemleri olan diğer GOÜ’lere yayılmıştır. Borç krizleri hükümetlerin borç servisini sınırlayan iç ve dış faktörlerin bileşiminden kaynaklanmaktadır. Borçlu ülke hükümetleri genişletici maliye politikaları uygulamışlar, ticaret hadlerinin iyileşmesi ve düşük faiz oranlarının sağladığı lehte uluslararası avantajların sonucu olarak 1970’lerin sonu ile 1980’lerin başında harcamalarını artırmışlardır. Mal fiyatları ve faiz oranlarının gelişimi hakkında iyimser öngörüler, hükümetlerin “aşırı harcamada” bulunmasına ve kredi sahiplerinin de “aşırı borç” vermesine yol açmıştır (Kiguel, 1998: 2-3). Bu gelişmeler ışığında karşılaşılan kavram, “maksimum borçlanma düzeyi” şeklinde ortaya çıkmış ve buna göre ülkelerin borç yükünü taşıyabilmek için geçilmemesi gereken sınır şeklinde bir tanımlama gündeme gelmiştir. Çünkü ortaya çıkan borç krizleriyle birlikte ülkelere borç yönetimi konusunda politika geliştirme gereği şeklinde ifade edilen borç yönetimi olgusu, borçlu ülkelerin vadesi gelen borçlarını aksatmadan ödemesi ve borçların zorlukla karşılaşmadan yenilenmesi sorununun çözümünü ifade eder (Arnaud, 1992: 33-34). Borç krizlerine karşı, genel anlamda belli başlı iktisat ekollerinden bir kısmı, ekonomik kriz-istikrarsızlık ortamına yol açan etkenlerin başında kamunun ekonomik hayata müdahaleleri ve payının büyüklüğünü gösterirlerken, bir kısmı da kriz-istikrarsızlık karşısında çözümün kamu müdahalelerince sağlanabileceğini savunmaktadır. Ekollerin klasik krizlere ilişkin bu görüşlerinin yanı sıra 1970’li yıllarda dünya fon arzındaki artışa paralel şekilde düşük düzeylerdeki faiz oranlarında, kalkınmanın finansmanını sağlamak amacıyla borçlanan ekonomilerde, 1980’li yıllarda gerek dünya faiz oranlarında yükselme, gerekse giderek artan borçların çevrilememesinden kaynaklanan sorunlar ortaya çıkmıştır. Bu çerçevede ilk olarak Latin Amerika’da kendini gösteren borç krizlerinde, borçların ödenebilirliğini sağlamak amacıyla “borç yönetimi stratejisi”, 1980’li yıllarda ortaya çıkan yeni tip krize karşı çözümün temelinde yer almıştır. Borcun yeniden yapılandırılmasında uzun dönemli borcun, düşük yeniden fonlama riski olmasına karşılık, daha fazla tercih edilebilir özellikte olduğu gözlenir. Diğer taraftan sahip olduğu daha iyi bir amortisman yapısı muhtemelen ülke riskini de azaltır. Ayrıca ulusal parayla borçlanma birkaç kat daha pahalıdır, fakat yatırım tabanını farklılaştırma kadar, yurtiçi sermaye piyasalarının gelişimine yardımcı olacak boyutta aşırı borçlanma maliyetlerini azaltmaya yardımcı olabilir. Bir ülkenin borçlanma maliyeti de genellikle kamu borcunu çevirme isteği ve bunun algılanma yeteneğine bağlıdır. Bir ülke için likidite veya sağlamlık problemleri arasında çatışma söz konusu olursa, borç servisinde zorluklarla karşı karşıya geldiği ileri sürülebilir. Güçlü bir hükümet, borç servisi yeteneğini sınırlayan likidite problemleriyle karşı karşıya gelebilir. Örneğin ekonominin geleceği hususunda aşırı pesimist bir bakış, ülke gerçek anlamda güçlü olsa bile, borç verenler açısından geçici olarak finansman miktarının az tutulmasına yol açabilir. Sonuçta borç servisi gücünü etkileyen likidite problemleri, uluslararası piyasalara girişi etkileyebilir ve bu problemleri ortaya çıkarabilir (Kiguel, 1998: 1-2). Borç yönetim stratejisinin temel konuları; borçlanma maliyetlerini azaltmak, yurt içi ve dışı sermaye piyasalarına akıcı bir giriş sağlamak ve uluslararası sermaye piyasalarındaki herhangi bir şokun etkisini minimize etmektir. Ayrıca yurtiçi sermaye piyasasını geliştirmeye ve özel sektör borçlanmasının etkilerinin sıkıştırıcı yönünü minimize etmeye çalışmaktır. Stratejinin dört temel unsuru vardır: i) Herhangi bir yılda aşırı yeniden finansman yoğunlaşmasından sakınmak için itfa yapısını geliştirir. Bu amaca ulaşmak için hükümet, dönem avantajı olan daha uzun vadede yeni tahvillerin çoğunu neşreder. Ayrıca toplam borcun %3’ünden daha azını temsil eden kısa dönemli borcun hacmini sınırlama çabası içine girer. Bu politika ödeme sürecini kısaltmaya yardımcı olur. ii) Finansman kaynaklarını farklılaştırmak ve en düşük maliyetle sermaye piyasalarına girişi garanti etmek için yerli ve yabancı yatırımcı sayısı artırılır. iii) Büyük değişkenlik gösteren veya faizlerin yüksek oranlı olduğu dönemlerde piyasalara girme ihtiyacından sakınmak ve yıl boyunca finansmanda esneklik sağlayarak, hazine için yeterli likidite güvende tutulur. Ancak diğer ülkelerde bu yapı, Merkez Bankası’nın piyasa koşulları uygun olmadığında, kullanılabilir uluslararası rezervlerin tutulmasına bağlı olarak gerekli olmayabilir. Fakat Merkez Bankası rezervleri parasal tabanı desteklemede kullanıldığı ve Merkez Bankası’nın bağımsızlığı yasal teminata alındığı ülkelerde, rezervler hazinenin finansmanında kullanılmaz. Bu amaçla hazinenin politikası, finansal gerekliliklerde bir likidite sübvansiyonunun (yastığının) üretilmesi zorunluluk arz eder. iv) Ulusal para ve konvertibil yabancı cinsinde tahvil ve bonolar neşredilerek ekonominin parasal doğasını yansıtan yurtiçi piyasasının gelişmesine katkıda bulunulur. Bu yeni araçlar, gönüllü olarak çıkarıldığından ve getirileri piyasa koşullarında belirlendiğinden, diğer yurtiçi bonolardan farklılık gösterir (Kiguel, 1998: 14-15). Borç yönetimi stratejisinin yanı sıra genel olarak kriz öncesinde ülke ithalatları sert bir şekilde kısıtlanmış veya aniden azaltılmışken, döviz kazançları keskin bir şekilde düşüş gösterir. 5. Sonuç Modern devlet anlayışı içinde, artan nüfus ve ihtiyaçlar nedeniyle kamusal ihtiyaçlar sürekli artış göstermekte, artan nüfus ve ihtiyaçların ne şekilde karşılanacağı ve nasıl finanse edileceği giderek daha yoğun tartışılan bir konu olmaktadır. Piyasa ekonomisinde üretilen mal ve hizmetlerin finansmanı, mal ve hizmetleri satın alanların ödedikleri fiyatlarla karşılanmaktadır. Buna karşılık, kamu kesiminde üretilen mal ve hizmetlerin finansmanı ise vergiler ve diğer kamu gelirleridir. Devletin artan olağan giderleri ve olağanüstü giderlerin gerçekleştiği bir ortamda normal kamu gelirleri bunların finansmanını karşılamakta yetersiz kalmakta ve devlet iç ve dış borçlanmaya başvurmaktadır. Devletin dış kaynak finansmanı için dış borçlanma yolunu tercih etmesinde başlıca iki neden bulunmaktadır. Birincisi kamu gelirlerinin yeterli olmasına rağmen, yapılacak kamu hizmetleri için gerekli olan malların yurt dışından ithal edilmesi zorunluluğunu, yani dövize ihtiyacın olması, ikincisi ise iç kaynakların yetersiz kalmasıdır. Dış borçlar yatırım ve ekonomik büyümeyi artırıcı etkiler yapmaktadır. Ancak bunun sağlanabilmesi alınan dış borçların, üretken ve geri dönüşümü olan alanlara yatırılmasıyla mümkün olabilmektedir. Yapılan araştırmalarda borçlanma ve büyüme arasındaki negatif yönlü ilişkilerin sebebi, alınan dış borçların borç ödemek ve cari harcamaları karşılamak amacıyla veya verimsiz alanlarda kullanılmasıdır. Dış borçlanma ile ekonomik büyüme arasındaki ilişkilere yönelik olarak literatür incelendiğinde, borç-büyüme arasında farklı bulguların varlığı dikkat çekmektedir. Literatürde bir konsensüsün sağlanamamış olmasını, bir ölçüde kullanılan yöntemlerin ve verilerin farklılığına bağlamak mümkünken; diğer bir ölçütte ise borçlanmanın büyümeyle ilişkisinin borçların kullanılma biçimini tayin ettiği şeklinde de yorumlanabilir. Şöyle ki, Afrika ve Latin Amerika ülkelerine göre Asya ülkelerinde borçların daha etkin kullanıldığı gerçeği göz önüne alındığında, bu durumun ampirik sonuçlara da yansıdığı söylenebilir. Diğer bir ifadeyle dış borçlanmanın üretken yatırımlara kanalize edildiği ülkelerde borcun gerek tasarruf, gerekse döviz açığını elimine ederek büyümeyi olumlu yönde etkilediği; buna karşılık dış borçlanmanın etkin kullanılmadığı ve daha çok popülizmin hakim olduğu ülkelerde ise borçlanmanın büyümeyi olumsuzlaştırdığı söylenebilir. Zira etkin kullanılmayan borcun nihayetinde anapara ve faiz ödemeleri, ekonomide önemli ölçüde sızıntılara yol açarak hem tasarruf hem de döviz açığını derinleştirdiği ileri sürülebilir. Diğer taraftan borç seviyesinin de büyüme üzerinde oldukça etkili olduğuna dair bulgular da mevcuttur. Buradan hareketle borçlanmanın olumsuz etkilerinin ortaya çıktığı yapı, belirli bir eşik değere ulaşıldıktan sonra bu durumun ortaya çıktığını söylemek mümkündür. Bu bağlamda Türkiye ekonomisi için borçlanmanın olumlu kullanılması ve eşik seviyeyi aşmaması durumunda büyümeyi destekler nitelikte olabileceği düşünülmektedir. KAYNAKÇA Arnaud, Pascal. Üçüncü Dünya’nın Borçlanması, (Çev. Fikret Başkaya), İletişim Yayınları, İstanbul, 1992. Bergoeing, Raphael, Patrick J. Kehoe, Timothy J. Kehoe and Raimund Soto (2002). “Policy-Driven in Chile and Mexico in the 1980’s and 1990’s”, The American Economic Review, Vol: 92, No: 2, pp: 16-21. Bilginoğlu, M. Ali ve Ahmet Aysu (2008). “Dış Borçların Ekonomik Büyüme Üzerindeki Etkisi: Türkiye Örneği”, Erciyes Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 31: 1-23. Campos, Nauro F. and Fabrizio Coricelli (2002). “Growth in Transition: What We Know, What We Don’t, and What We Should”, Journal of Economic Literature, 40 (3), 793836. Chowdhury, Khorshed (1994). “A Structural Analysis of External Debt and Economic Growth: Some Evidence from Selected Countries in Asia and Pacific”, Applied Economics, 26: 1121-1131. Clements, B., R. Bhattacharya and T. Q. Nguyen (2003). “External Debt, Public Investment, and Growth in Low-Income Countries”, IMF Working Paper WP/03/249. Çöğürcü, İclal ve Orhan Çoban (2011). “Dış Borç ve Ekonomik Büyüme İlişkisi: Türkiye Örneği (1980-2009)”, KMÜ Sosyal ve Ekonomik Araştırmalar Dergisi 13 (21): 133-149. Elbadawi, A. I., J. B. Ndulu and N. Ndung'u (1997). Debt Overhang and Economic Growth in Sub-Saharan Africa, External Finance for Low-Income Countries, Eds. Zubair Iqbal, Ravi Kanbur, IMF, içinde, pp.49-76. Fosu, Augustin Kwasi (1999). “The External Debt Burden and Economic Growth in the 1980s: Evidence from sub-Saharan Africa”, Canadian Journal of Development Studies/Revue Canadienne d'études du Développement, 20 (2): 307-318. Hayat, Muhammad Khizar and Muhammad Umar Hayat (2010). “External Debt and Economic Growth: Empirical Evidence from Pakistan”, International Research Journal of Finance and Economics, 44: 95-104. Hudea, Oana Simona (CARAMAN) (2011). “From External Debt to Economic Growth and Back”, LESIJ, XVIII (1): 252-60. Kaminsky, Graciela L. and Carmen M. Reinhart (1999). “The Twin Crises: The Causes of Banking and Balance-of-Payments Problems”, The American Economic Review, Vol: 89, No: 1, pp: 473-500. Kaminsky, Graciela L. and Carmen M. Reinhart (2000). “On Crises, Contagion, and Confusion”, Journal of International Economics, Vol: 51, No: 1, pp: 145-168. Kiguel, Miguel A. (1998). “Debt Management: Some Reflections Based on Argentina”, Inter-American Development Bank, Office of the Chief Economist Working Paper 364, Washington, D.C. 20577, pp: 1-21. Lin, Shuanglin and Kim Sosin (2001). “Foreign Debt and Economic Growth”, Economics of Transition, 9 (3): 635-55. Mohamed, Mutasim Ahmed Abdelmawla (2005). “The Impact of External Debts on Economic Growth: An Empirical Assessment of the Sudan: 1978-2001”, Eastern Africa Social Science Research Review, 21 (2): 53-66. Patillo C., H. Poirson and L. Ricci (2002). External Debt and Growth, IMF Working Papers 02/69. Patillo C., H. Poirson and L. Ricci (2004). “What are the Channels through which External Debt Affects Growth?”, IMF Working Papers 04/15. Presbitero, Andrea F. (2010). Total Public Debt and Growth in Developing Countries, http://www.csae.ox.ac.uk/conferences/2011-EdiA/papers/608-Presbitero.pdf. Reinhart, C. and K. Rogoff (2010). “Growth in a Time of Debt”, American Economic Review: Papers & Proceedings 100 (May 2010): 573–578, http://www.economics.harvard.edu/files/faculty/51_Growth_in_Time_Debt_aer.pdf. Safdari, Mehdi and Masoud Abouie Mehrizi (2011). “External Debt and Economic Growth in Iran”, Journal of Economics and International Finance, 3(5): 322-327, http://www.academicjournals.org/JEIF. World Bank, WDI 2011.